Ocak’2018
t e z g â h12 Cevher Kara İsmayil Sakin Halid Metin Celal Sairfert Ensar Çimen Hatem Kastelli Kadir Sevinç Örsan Gürkan Serdar Tunçer Tuğba Dinçmen Ufuk Akbal Mehmet Volkan Çakır Elif Zümrüt Kurnaz Rüşdü Paşa Mahmut Nesip Basmacı Abilmuhsin Özsönmez
rgideğil #tezgahfanzindirdergideğil#tezgahfanzindirdergideğil#tezgahfa
Tasarım iç-arka kapak Abilmuhsin Özsönmez Kapak Tuğba Dinçmen İletişim Twitter: @TezgahFanzin Facebook: facebook.com/tezgahfanzin Blog: tezgahfanzin.blogspot.com.tr Mail: tezgahfanzin@gmail.com 2
içindekiler Sayfa 4 Sayfa 6 Sayfa 8 Sayfa 13 Sayfa 16 Sayfa 18 Sayfa 20 Sayfa 22 Sayfa 24 Sayfa 25
Mehmet Volkan Çakır İsmayil Sakin Cevher Kara Abilmuhsin Özsönmez Halid Metin Celal Sairfert Elif Zümrüt Kurnaz Ensar Çimen Hatem Kastelli Kadir Sevinç
Fagot Egzotik Küre Dikimi, Yırtık İlahiyata Kopuk Nutuk Jengi Augenblick Genel Yemek Menüsü ve Kampanyalar Odalar Bugün Allah İçin Üzerinde Ne Var? Merdane Paralel Şaşırma Bültenlerine İliştirilen Tek Kullanımlık Bakış Üzerine Hasbıhal Sayfa 26 Mahmut Nesip Basmacı Dünya Fotoğrafından Kırpılmak İçindir Şiir Sayfa 28 Örsan Gürkan Şaka Sayfa 29 Serdar Tunçer Situs İnversus Totalis Sayfa 31 Tuğba Dinçmen Gong Sayfa 32 İsmayil Sakin Bir Şiirle Konuşmak ya da Zambaklı Padişah’a Nasıl Kaçak Kat Çıktım Sayfa 44 Halid Metin TräumeSayfa 46 Rüşdü Paşa bir ânda kurtarmak arzulu tezgahtar kadınlar yer yatağı beden Sayfa 51 Cevher Kara İki dergi: Kaygusuz, Fayrap Sayfa 60 Halid Metin Ufuk Akbal ile Söyleşti
Mehmet Volkan Çakır
Fagot
Başında örtü Bekler bekler. Bir başka yerlere kaçmalı fagotun niyetinden. Aptalca bir şeyler Bir şey nedir Sekiz göz ile nasıl ağlamak ki fagot.
4
Ağzı ağzımda Elim belinde Fagot hülasa Ya da nesi varsa saçmasapan bir çağdı açılan. Nefsimi üflerken, bed fagot. Üç bacaklıya yaylıya Kendi sesi olan her şeye gidildi. Su gibi iştahsız Ve dağılmış Simsar bıyıklı adam Fagotun böğrüne yumuldu Yerliyerinde, duygusuz ve hoyrat. Yet fagot.
5
İsmayil Sakin
Egzotik Küre Dikimi, Yırtık İlahiyata
göğsüm kil ve fraktürlü kemikler tay aynalar arasında yine bir olamama mengenesinden gelip ölememe battaniyesine gidiyorum giriyorum; diriminden bize, böyle alçak ve alacaklı bir hâl izdüştü! bu düşmeye bir meteor kuyruğu boyu anlam yaktım baldırımdan dilim dilim kesip geceye yedirip sıradaki fesada doğru uçuruyorum zeytin kanatlımı incir dolusu sabaha başı kopartılmış kuğuluğa sığınarak bulumsuz yar yitirip son boynumu nasibe söz verip tutmaya saklayarak bu ellerimi kazdığım dağların lavına bırakıyorum bana ayna olarak bıraktığın fayansta sana ayna olarak bıraktığım men’i kitap indirdim! 6
ey esirgeyen sınamayı mümkün muvahhidlerle çokyüzlülüğümden sen sorumlusun; boğumlarımdan kalburdan bana uru böyle ilmek ilmek kurdurursun el vurdun giz düşürdün kün kendine hat sürüp çiçeklerin ağzına kar dolanda... (⇒) sana kalan çöker yoğa; beni senden şah boyunca bir ameliyatla ayırırlar da. (⇐) sen ederiz; tutuşur çalının külü ve narrativ, örtüm yamanır da. Quod Erat Demonstrandum yapıştır bizi, bin şarkının birden duyulduğu inden ben kusmadan kös susmadan bizi geri dik, tamamlansın topologia! 7
Cevher Kara
Kopuk Nutuk
giriş:
ve çocuğun orospuya anne ve orospunun nerde kaldın bey eski tip yıkım. nereye yazdılar orada yokuz kimle yazdılar yok yazdılar mı cevap yok rivayetler: insanlık öldü diyen de var evlendi diyen de. 8
ve hiç bir şey olmamış gibi markete karnını doyurmak - bunu olabildiğince götlek sonra yuvarlanan bir davul olarak eve, hüzün ve zevk koltuğuna, benkimim tavanına - sen bir hırkasın yavrum. el, hiç bir şey olmamış gibi ağız, ben duymadım göz, ize dikili ardı: kara duman ve hiçbir birey in değil senin itliğine beride içte bir enik durmadan korkar kulaklarından bilensin istemez dişleri tür karnına kuyulanmaya. II. öyle bir ilerleme ediniyor ki kara fufuuuu neşeyi çağıramayacaksınız hiç elinde tabanca masada kalakalmış bir s. ışık olarak evin önünde arabada, bir t. özben olarak kalacaksınız. 9
heyyy vahşetimiz isim istiyor vahşetimiz canlı coşkun doğurgan vahşetimiz akıllı kültür kurar, çağ açar çağ kapar vahşetimiz kuramlı ama yamalı da merhametle. III. mermer ustasıydım güzel sanatlar için tabela eski yazıyı yeni alfabeyle de hafif içlenerek de olsa yazardım elim titremezdi keserken o büstü de yalnız ters giden bir şeyler geri giden, ileri iten gemide koşan mıydı? gemiyle kaçamayan. beyaz’lığı öğretmek istiyor konkistadorlüğü mayalı dilenciye oysa ben büyük, alevi kimselikler kurardım ortacağ kimlikler perişan paltomun yan cebinde. ırmaklar değişirdi: “haşereler gibi”. 10
yüzüm, kırçıl takvayla gülümser, kamburum, güzel yükselir fotoğraflarda kamburum şâkî, şarapnel kamburum boğma dolu derebey bir hedef dağlı bir hedef sûfî ve oyunla başedemeyen saf. çakıl taşlarından bir çelenk: alnıma ayağıma: takılmıştı yârenimin kafası kimdi derelerden yuvarlayan batılı çocuk: bizi hangi renk kalpaktı: o kalantorunki. camhafıza’nın tianmenlemesi damarı uzun kültür, bulanık çeltiksiz kültür ayazlarımı peşmergeliyor. IV. bir zinadan alacağını beğenmemiş gibi mümin değmez sanıp ter ten heves şarkısına bir çeşme aranıp gözleri alelacele adem durmadan düşüyor ecel iti uluuuuyor ecel atına biniyoooor derken kasıklar sakin ve tekrar acıkmaya koşu eller cesurdur ve de hünerli*
11
kapanış: orospu bilimin ilerleyişine söver erkeklerin geç… sert… ama metro… online tanıtım… gibi kesik ve kısık gibi orgazmsız konuşur seyirci utanır çıkışta numarasını ister. çıkış: - neden işçi ve orospu kimse yok derken ölüyor - bize ne.
12
Abilmuhsin Özsönmez
Jengi
Bu bahar çok jeng olacak sürt ıslığını havaya ne kadar çok fotoğrafın var hiç mi mutlu olmadın anlamak için boyaya biraz su katıyorlar ben de öyle bir diyalektik sığırcığı girer cüretevine bahçelerin felaketi sezilmiş zincirlerden gülün kenarından patikalara dökülünce çentikler bizi hizaya sokmaya çalışan şeylere verdiğimiz dili geçkin anahtarlar ses yoksa Allah var o an orada zaten saat sıfır sıfır sıfır sıfır kumlar yelkovanlar jengi Bu bahar çok jeng olacak sürt ıslığını havaya hiç iyileşmeyeceğiz hiç iyileşmeyeceğiz bitecek bir yol yok başlayacak bir yolculuk yok bu yağmur hep böyle yağacak bu buğu hep böyle duracak yapraklar mühürlü duracaklar hep böyle ağaçlar hep böyle çarpışacak göğle hiç iyileşmeyeceğiz hiç iyileşmeyeceğiz merhemler jengi 13
Bu bahar çok jeng olacak sürt ıslığını havaya kararsız çingene cebime iki tane gül tohumu bıraktı ekmedim çok sahici bir su değseydi köküne buna her yerde sevgi derdik ne verip alamadığım var benim bu gül ilen kaah eğiyor kaah suyunu düşlüyorum demirlerin ölmesi için evet toprak sürülmeli göğe bulutlar jengi Bu bahar çok jeng olacak sürt ıslığını havaya özlüyorumu mırıldanan gırgır süpürüyor halının altına şarkıları vurup duruyor kelebek bir daha dönüyor dikleşiyor inceliğin dille anlaşmazlığı geriniyor efkâr geriniyor kabarcığı ciğerlerin ciğerler boynun hemen altında bütün modiglianiler jengi 14
Bu bahar çok jeng olacak sürt ıslığını havaya sonra sonra savrulup ürüdü ses edasızlık ağacı tutan sökünün ve cam bir gergedanı gecenin içinde tutmaya çalışma bilgisiyle yanılmayı büyüten o sanrılar koyulaşıp boynuzlaştı sesi genişleten ışık sandığınız o kilitsiz perva delirmek ilmi ikibinonyedi senedir müfredatta kanıyor çarmıh çiviler jengi Bu bahar çok jeng olacak sürt ıslığını havaya üzerinde iz bulunan ses sesinde giz buğulanan kemik herkes bir şey buldu tutundu anamın rahminde yediğim etleri buldum rüzigârın diyemediği ne varsa akıyor ağzımdan kusulan kan jengi Bu bahar çok jeng olacak sürt ıslığını havaya çobanı ölmüş sürünün kapladığı bir dağın iki patikası dolanmış ayağıma sır olmaz ölüler arasında sese bulaşan her şey paslanır musallaya dökülen sular jengi 15
Halid Metin
Augenblick
dağılıyor devriliyor duvarlar kum kum kum ama çıkamıyorum sanki bu benim kolum kapının kolu çözülüyor kurdelalar bağıra bağıralar: mavi mi mavi mavi ki mavi mavi de mavi mavi ve mavi kulaklarımla korkuyordum kim o ses: içim için için için için aynamıyor bu da araya aynamasın 16
ayna göstermiyordu ayna oturmuş yiyor belki elli kelime de o yedi o gün ve oda ne yapsın o da kendini göstermiyordu bükümlenen: biri olarak değil darmadağın bir işlev olarak bitirirken komedyayı kurucu noksanımızı görenler diyecekler: pek sağın!
17
Celal Sairfert
Genel Yemek Menüsü ve Kampanyalar
çok ablama bir kuru öteye çek yazma sana beni nakit bulundur kasada gider göster hanendeki maddeyi dört boyut tümüne taviz milletimin istiklal ablam pilav ister misin tek kutuplu bahçesinde ezan çiçeği zinhar ya da karınca kararında kafir kıl namazgah kin tutuşunu ebeveyn ve Letafetler zaten yatıya sevgilim bunu üç gün çatışır es veresiyesi tanrı yolunda münevver hatrıma çay koyar iflas açıklarım ev ekonomisini sıkı sus kriz tıkar yarabbi sabahları bizi de kör 18
kokusuna kurban sayfiyede yaz itkisi az renkli, sakın kıyıya çıksın bu sapak da hiç lafı olmaz, rica ederim hamiline jest biralar benden ey almanya lami cimi güncel ekstre bilgisi bol soğan düşün ikimize hem boyunca evladına aile hukuku isek eşi, benzeri veya metresleri: edep sizden siz bundan öte köy yok ve sür kendini güneye, portakallar türesin cam cephesinde yakışıksız dünya evi pek imli elleriyle sevişecek henüz ve kim göresiye oksitlenir kaz ayaklarınla [geometrik hata yap bana güzelim trakyasında yatışalım şu lirizmi
19
Elif Zümrüt Kurnaz
Odalar
çekiliyor, baygın bakışlı sirenler kucağına bulanıyorsa eğer bulantı ile bulanma arasındaki farkla gör bak su bu, bu su ve onun görkemli her bir parmağı dolu yeni bir yaşa, henüz söylenmemiş olana ama anne sen bana almayacaktın onu önüme armağan diye koymayacaktın çok geçmemiş bir dünü silmeye çalışmayacaktın kaçacak yeri olmayan yağmur gibi ortada işte değmek zorunda kalan yağmura da aniden diyorlar ya yıkadığıyla çirkin bir fazla oluyor en fazla hanların kemiği uğultuyla uyuşturulmuş gözlere bakma yırttın işte, bakma ipek kumaşlarla bağla yeşil olsun, mutlak olsun 20
ancak mutlakta bir yeri vardır ancak mutlakta tozlu camlardan sıyrılabiliriz bir gün elbette yazı unutabiliriz şu hudutta bir hafif esinti olabiliriz şimdilik çiçeklerimiz yapma nasıl deme karanfille menekşe yan yana buhur kokularından düşmemiş payına şaşarsın beni bir dile mahkum etti sonraya mecbur etti ki atılmadık, ücra henüz uzakta böylece beslenecek öfkemiz yok bir kapı vardı, kulbu manidar beyazı bu beyazdır dedik girdik dediler bu inceye hayrettir kutuya hayret hayret ettik, halıya yer bulmuşlar sarıya yer bulmuşlar kendileri yapmamış da hazır almışlar. burada ağza bir şey koymalı çiğneyen dişler, çalışan kaslar yapmalı hazmını kolaylaştırmalı beyazın. 21
Ensar Çimen
Bugün Allah İçin Üzerinde Ne Var?
x.
ikinci el mezar baktım dün kupa finalinden sonra dağlar eteklerini toplamış bahsin kapanmasına son otuz yüzünü koyacak yer bulamadım da bahçeyi çevreledim ağzında bir çiğdem boşluğu yaşam üçgeninden spikerin sesini ayarladım kulağımı toprağa verdim acıyı reklamda gören gözlerim daha nelere dayanmaz ya ellerim? el değiştirmez fal değiştirir. a. (bu son mailim olacak okumaya fırsatın olursa bağışla .tırnakların ritim) bunca kahvehane bir gecede kapandı mahalle söylediğin yalanı konuşuyor gözlerimle babam gördü bohçacı kadın üç çocukla kalmış sinema duvarında hadi annem babamın partisine oy veriyor aynı koltuktan emeklilik vaadi esnaf lokantası şıklığında işlemiş 1 yalan. 22
21. yy’da sana verebilecek din.im bile yok annem bunu duyunca üzerimi örtüyor içimden bu örtüyü keşke annem örseydi diye elektrik telleri ritim. kusmayı sona saklayacak akılla soruyorum esmese iyi ama yerküre dönmeden pencereleri kim kapatır? ve boşlukl. x. yoldan geçiyorlar keşke birer birer buraya tüm ihtimalleri yatırmak masadır diye diye tırnakların ritim eskiciden bir hırka kurtardım hoparlör cızırtı. yol cızırtı sırtımdır. evden çıkamadan işten çıkardım çıplak bedenimi son ayaktan iliştirdim yanına yıkamadan. (bu örtüyü keşke annem örseydi dediğim çoğu zaman sözümü kesiyorum bu örtüyü keşke annem örseydi) 23
Hatem Kastelli
Merdane
1. yıkama gece vardiyasındaki bir makinenin iniltisi gıcırtılı ürpertisiyle kulaklarımda yankılanıyor üstüme aldığım yorgan ve çarşaflar bildirgesi dinmemiş travmasını gövdeme yaklaştırıyor o an zihnimdeki tavuğun ağır çekimde koşması yankılanmasıyla beyazlar içinde yapayalnız o kıyametvâri kaosta renkli elbiseler yosması tülbentleri yırtıp gelinler deselerdi ya: yalınız kulaklar duymadan evveldi titreyen homurtuyu kadınlar elinde dövülüp zırhvâri yunulan urbalar ne zaman çıkardıksa kara taştan gariban örtüyü başımıza geçirilmiş meraktı polyester torbalar 24
Kadir Sevinç
paralel şaşırma bültenlerine iliştirilen tek kullanımlık bakış üzerine hasbıhal.
geride, alyuvarlarını yitirerek irtifa kaybeden güneş yetiştirilecek çocukların teneffüs saatlerine. doğu’nun prototip ayaklarına gark olmuş müfredat doğu pek muteber fanatikleri tarafından himayede sınırlarseni nirenginde tutuyor çocukları da. müfredatın sınırları kabul görmüş nabız atımı mesafe beş vakit ciğerlere dolan kazanımlar müspet işmar gösteren bellek -tevekkeli belleksunturlu bir küfrü eritip paralel şaşırma bültenlerine düşük oran alyuvarların ihtiva ettiği hınç başlangıç. kotarılmayı bekleyen perşembe iltihabı yarın iyileşme yarın allah’ın koluna girmiş müfredat yarın marşlar yarın güneşe kan takviyesi yarın doğu-batı genleşmesi yarın teyide muhtaç bir istikamet yarın bir müddet öç. paralel şaşırma bültenlerini iliştirdiğin gömlek cebinde müthiş bir iyileşme. gömlek, alyuvarlar tahrip olmasın diye keşfedildi sana miras bırakıldı … bu bir ihtimal. 25
Mahmut Nesip Basmacı
Dünya Fotoğrafından Kırpılmak İçindir Şiir
yeygisiz hayvanlar trensiz çocuklar fotoğrafından kambur trampetlerle sürülüyor yol oradan isim geçirememek balgamı yapışık boğazında bir bıçak ikindi gezen eksiltiyor kendini hızla af dileniyorlar tuvaletlerde içinde eritiliyor herkesin yanlış kan yetersiz hücre yetersiz bakiye
26
çengele bir bebek asılıyor rüya soyunuyor rüya davetkâr kesin olan karalığın yoluna göz oluyor gözler korkunc şekliyle büyük tozluklarda sivil şehirler önce gerçeğin döşeğinden ayrılarak kendi etinin ulaşılmazlarını kaşıyor sonra yazısı silik bir haber: majör öldü bozuldu yüce ses moritanya hep kayıp olacak adamakıllı bir jilet hep şişede dünyanın bütün sınırlarında terk edilebilirsiniz dünya fotoğrafından kırpılabilirsiniz artık 27
Örsan Gürkan
Şaka
dünyaya güldüler dünya karikatürlerce komik ağzımı fark ettim kendimi yapboz sanıp iki komisyoncuyunan elden düşme bir kazığa oturdum ah ulan ah hah hah bir kazık ağrıya kadar elimle tuttum şerefsizim, keşke tutmasam herkes beni keriz sanıyor helezona kapılırken ah ulan ah hah hah yalan yok kandırıldık ilişkilerimizden zayıf yanlarımı kimse için gizlemiyorum bir kere emzirilmiştim varlığından memeler silikondu ah ulan ah hah hah iki komisyoncuyunan elden düşme bir bakire el sallıyordu taşınamadım ben tek taraflı resimleri hiç sevmedim türkan’ı unutursam ah ulan ah hah hah
28
Serdar Tunçer
Situs İnversus Totalis
I organların ters takılmış kalbin sağ tarafta ne olur bu ciğeri al çünkü her sabah yüzüme bir kitabı yırttılar sen tanrıya hep bizden farklı yani sağ taraftan sarıldığın zaman nasıl üst üste gelirse soluğun öndeki kurdeleli kızın ciğerinden geçtiği an bana ne gerek var, ciğere ne gerek var sen hep sağ taraftan II bakma aslında hepimiz severiz ayaklarını bağışlayan kadınları kadına kerahet vakti tanınmıştı çatlamadıkça yumurtalaştın dediler oysa onlar delinin emirleri için toplanmıştı dağıtıldı disiplin cezasında okunacak kitaplar çok sonraları -ana ben neden toprak değilim
29
III zamana asılan kitapların bir kopyası da sende var bu masal yalnızken söyleyeni uykuya atar gösterge takılı kaldığında tüm borcun silinir bunlar yalnız uyuman için yeterli sebeplerdir bu kuraklık daha sen doğmadan başladı bir gün bana baktın öyle inceldim ki beni dünyadan koruyan kabuğum kırıldı limanı yakmak için kekeme ezgiler öğrendim gemilerin yolunu tıkayan bir savaş teklifim var mandepsiye basmadım benim lanetim görmektir hepimizi kör edecek bir barış teklifim var IV öldüğünde senden bir sokak yaptılar her bakan sende aynı şeyi görsün diye üzerinden yakın arkadaşı olmayan kızlar geçti
30
Tuğba Dinçmen
Gong
Mühür katısı duruşlar; gong vurur boş beleş duvarlara; saatler; dakikalar; saliseler sonra. Sonra, kör sözün özü dokuz sekizlik bi nota bilmez; tam bölü bir güneş kıyımları zamanlarındayız kapat! Uzuv hesabı aşklar dahi var bak! Duymaz, görmez, bilmez acar terziler günlerindeyiz; ne diker ne dikmez. 31
İsmayil Sakin
Bir Şiirle Konuşmak ya da Zambaklı Padişah’a Nasıl Kaçak Kat Çıktım
Aşağıdaki metin, Ece Ayhan şiiriyle ilişki kurma çabamın bir neticesi. Ece Ayhan’ı kendime açabilmek için bir tahlil yazmayı amaçlarken; şiire, şiirle mukabele etmeyi denemenin, Ece Ayhan’ı sökecek kodların avına çıkmaktan daha etkili olacağı vehmine kapıldım ve kendimi Zambaklı Padişah* kitabının içindeki şiirlerin/dizelerin karşısına şiirler/dizeler yazarken buldum. Ortaya çıkan şiirler, yer yer şairin kullandığı sesi ve formu taklit ederken yer yer bağımsız bir yapı kazandı. Çoğu zaman mukabele ettiğim dizelerdeki bazı sözcükler yazdığım dizelerin bağlayıcı unsuru oldu. Bu bakımdan süreç benim için ‘ustasından şiir talimi’ halini aldı ki bunun, Ece Ayhan’ın hoşuna gidebileceğini varsayabiliriz. İçeriğe gelince, Ece Ayhan’ın ‘söylediklerini’ çoğu kez sorular olarak görüp kendimce cevaplar verdim. Dolayısıyla bu metni bir ‘tartışma’ olarak da okumak mümkün. Zaman zaman da derdimi anlatmaya çalıştım okuduğum dizelerden edindiğim yakınlık hissi ile. Neticede bütünlüklü ve organik bir metnin ortaya çıktığını ümit ediyorum. Ece Ayhan’ın dizeleri için bold yazı tipini, kendi dizelerim için standart yazı tipini kullandım. Umarım haddimi aşmamışımdır. 32
ZAMBAKLI PADİŞAH Ne zaman elleri zambaklı padişah olursam Sana uzun heceli bir kent vereceğim Girilince kapıları yitecek ve boş! Azizim, güzel atlar güzel şiirler gibidirler Öldükten sonra da tersine yarışırlar, vesselam! Karındaş deşer padişah olurum Ezersem bir karınca görürlerse Payitaht kurdum uzun uturup oturaklarda Caanım ayağı kırılan atlar Katman karbon olurlar
33
I Ey imece ile başsız gömülecek derviş Sen kendin o zamandan değilsin Ya bu hikayeyi nereden bilirsin? Ey ustalıkla taşaronluğu birbirine karıştıran ve Yaşayan okur! Sen yabancı değilsin bense bir fakir derviş. Ey sana an bahşedilen derviş Şimdi boğul halkın salyasında Milyon dalga eğrisinin üst üste binişidir okur Sen ki geçerken yarıktan kırınırsın, saçılırsın! II Ve bir derviş ... Veya bir kendine kanan, çöl aranmaktadır. II Karartma benizli bir sözcük kırıntısından bile. Kesekağıdı yapıyor, yapabiliyor. Kesekağıdından şapkasıyla şair Tımarlanıyor napolyonluktan yalvaçlığa
34
IV Hava gırçımadır İki çocuk da bir gömlek içinde Valde külhândadır Hafız! sence çocuklar Çiçeklerin koynunda uyumalıydı değil mi! Pazar kanlıdır Kantar mezura giyotin ayarında İki çocuk üçüncünün aşkına sığınmacıdır Ece! gel çocuklar Sinekkapanda kelimelere erimeseler ya! V "Sizde ölüm var mıdır?" Vardır, çarçabuk çevrilir sayfadır. VI Yedi kez görünmeyen denizin üzerinde, iki açık deniz evliyası Tabuttaş'tan Üsküdar Sultanlığı'na bir konsol aynası taşır. Sütlüce’den Eyüp’e seccade yüzdürdüler evliya O çelebi cigara bize kadar döndü, irişti.
35
VII Eski bir göç yolu, izlenmektedir. Çember koşulup, hendek yükselmektedir. VIII Devlet ve şairleri, iki kaşık gibi içiçe uyurlarken Geldiği kapkara denize Karpiç'den gönderilmiş bir gemi. Devlet kün kurarken oyuncakları Ve şairleri çarkları yalamaktadır dilleri kanlı. IX Duyduk ki, bir daha Kuş getirmek sınıfa İntihar olmuş cezası Hal ve gidişat tüzüğünde Biz kuşları tutmuyoruz ki Kapıda koyveriyoruz Dönüp onlar ceplerimize giriyorlar N'apalım? Simurgi şakıyor kuşlarca ellerimiz Sıfırlar ve birler ve karıncalardan Bir kuleye kalebent olduk Duralım! 36
X İnsan gözünün soldan sağa okuma alışkanlığı! İnsan sözünün töz arama alışkanlığı! XI Unutulmuş bir çocukluk hastalığından da bilinebilir İkinci Savaş'da Galata'da geçilmiş bir kedi merdiveni. Seyrelir midemde açık bir pembelik alır Ben ağzıma yaşamak önerdikçe Galataköprüsü. XII Şiir de, duraklarda, dinlenirdir, dinlenir. Şiir kabuklara sürülüdür, içerden.
XIII Yenilmiş, geri çekilmededir bir gizli yol Muvazzaf şairler de ... Yanılmış, dönmesi silinmiş bir yol Karşı devrimsiz muvazzaf şairler de!
37
XIV Geceleri, aydan, evlere girilemiyordur. Geceleri aydan mümkünler, evleri söndürüyordur.
XV Devletin cüceleri nasıl iki kez ayağa kalkmak zorundaysalar Tabiatın cüceleri de bir dehliz bulmuşlardır kendi içlerinde. Devletin cüceleri, devcileyin gölgelerin dayandırır sahanlıklara akşamları Dehliz geceleri vals ve sondaj. Sabah bulunsa öğle imkanlıdır. XVI Portakallarla donanmış selatin meyhaneleri, kapalıdır. Portakal koklar sarhoş selatinperestler İkameler, bir mayhoş sultanıyegahtır. XVII Ustasından geçmiyen bir deniz Gittikçe uzaklaşıyor, okunmuyor. Ustası çevirir göletin Denizden bir müstakil ölüm zaptolunur. 38
XVIII Mühründe şiir kazılıdır bir padişah. Şiir yedikulenin duvarlarına yazılıdır, iç duvarlarına. XIX Kuşlar havada, insan karada Ölmek istemezler! Konmuş kuşun yüreğini Allah mı tutar patlamaktan?
XX Beş aydan bu yana, ilk bir insan görüyorum... Aynaya bakmıyorum! XXI Kışı ve Üsküdar'ı, atkısıyla geçirecek bir kadın Yazmışım, nedense, deftere. Atkılı kadınlar mürekkep emer Geceleri şiir defterlerinden.
39
XXII Sarışın osmanlı tarihçileri... Ödleri vesikalarla doyurulmuştur. XXIII "Bak bre çirkin!" Karanfilinde bir ... basılıdır. Katarakt sökülürse bir Zambak ağzı diye canavar... XXIV Beyaz kargalarlı, aykırı düşüncelerdir. Nişan talimi albinolarla...Üç kere bozup hürriyete bilmedendir. XXV Biliyorsun; ölüm Artık ayakta karşılanmıyor, karşılanmaz! Sıkı yum Mezarına göz kapağında bir matine yetiştir!
40
XXVI Akıl, yürütülüyor, yürüttüm bu kentte. Her yatağın başına Asılı bir yürütmeyi durdurma kararı. XXVII Bir erkeğe gerilmiş bir kadın, karşıdadır. Bir taşma teslimatı nüfus kayıtlarında. XXVIII Ebru ile bir yazı arası. Zarın üstünden omurları sayılır. XXIX "Şiir, ölüm ve yaşam dolayısıyla, Şimdi ve daima, açıktır."
Anlam örüyor soluksuz Şiir emiyor kara kıllı tarantula!
41
XXX İşkence!... bu sözcüğü, ilk Karagümrük'de Duyduk duyuldu. İşkenceci de tanrılıdır Tanrılar muharebesi kanlıdır; Akar kulaklardan! XXXI
Camında sabun kurutulan evler Beyoğlu'nun yıkılacağını bildiriyorlar. Kapısı olsa Beyoğlu'na girecektim. Eşik kazdım. Hep yaşamamış genç kemikleri... XXXII Ey gemileriyle birlikte yiten denizler Ve bağlı limanlarıdır! ki unutulmasın Gerçeklikte, gemiler terketmektedir fareleri. Gerçeklikte, ateşten kaçan şiirler Gemi batımınlarına karşı, apışarası kemirmektedir!
42
(BALABAN ONU BESLEMEDEN ÖNCEDİR.) İki keşiş; külleri karıştırıyorlardı. Avluda dikelmiş duran çocuğa bakıyorlar ve aralarında konuşuyorlardı: — Saçları uzadığı zaman bu çocuğa tapılır! Başkeşiş: — Geceyi birlikte geçirelim, diyor. Çocuk şaşırmış, kekeliyor. Başkeşiş ona altın bir cep saati armağan etmek istiyor. Çocuk: — Olmaz! diyor ve o gece hiç uyumuyor. *** Ertesi sabah avluda rasladığı bir keşiş ona: — Saatin kaç? olduğunu soruyor
(*) Ece Ayhan‘ın şiirleri Bütün Yort Savul’lar!’ın YKY’den çıkan 9.baskısından alınmıştır. 43
Halid Metin
TRÄUME-
Kaptan, bilmediği bir rotayı haykırıyordu. Biz de bilmediğimiz bir rotayı kürekliyorduk. Aynı şey olmasını umuyorduk. Kulaklarımı kurcalayan uğultuyu artık duymaz olmuştum. Nem fark edilir şey değildi. Ciğerlerim yoktular. Rüya gibi bir gerçeğin içinde yaşıyorsanız, uyuduğunuzda ne göreceğiniz anlatılır şey değildir. Denizde de böyledir, işte. Uyumuşum. Tek elle bir bisiklet sürüp, diğer elimle organımı hırsla çekiştiriyordum. Bayır aşağı, sarsılarak, hafif bir korkuya eşlik eden mahvolma isteği ile. Birkaç ağaç çok yakın geçiyor, çarpmıyorum. Sıyrılıp geçiyor yanlarımdan gümüş tilkiler. Buzlu camlara sıkışan kafamın içinde, eğrilmiş ve büğrülmüş bedenler, upuzun göğüsler, akmış gözler, boğulmuş saçlar birbirine karışmış, bir bulamaç halinde ıslıklar, gürlemeler, uğunmalar, şaklamalarla, duvarları dövüyordu. Bir kalenin göl gesinde bisikletten indim. "Sol bacağının üst kısmına yerleşebilir miyim?" diye sordum. Ses etmedi. Derisinin ilerleyişi öyle kahverengi ve öyle güzeldi. Yanı başımızda ise O duruyordu. 44
O sonsuz hayvan. Soluyor ve kötü kötü gülüyordu. Seni bırakmayacağım, biliyorsun dedi ağzını hiç oynatmadan. Kulaklarımla değil, kafamın arkasındaki derilerle duydum bunu. Kıçımın silindiğini duydum. Dişlerimin kanattığı bir memenin sakınıldığını. Kollarımın kerpetenler gibi kollar içinde sıkıştırıldığını. Ondan kaçamayacağımı biliyordum. Yine de koşmaya başladım. O yumulunası kahverengi bacağı bıraktım. Koşunun başlarında aklımdaydı sonra ise onu unuttum. Fakat bu unutuş bana neler etti bilmiyorum. Koştuğum yönde de o kırmızı beyaz ve sarı, bir kadın güzelliğine sahip, o sivri çizgilerli, uzun harmanili adamın olduğunu ve bu koşunun mahvım olduğunu hissediyor, hissetmek de ne kesin bir şekilde biliyor ve bunu andıkça, anladıkça ayaklarımı hızlandırıyordum. Yayılı bir tepecik, ardından daracık bir boğazı geçtim ve sonunda iki barbar beni kollarımdan yakaladı. Uzun harmanili adama götürülüyordum. Kalbim yerinden çıkmıştı, onu sağ elimde tutuyor ve korkunç atışlarını gözlerimden genzime sarkan ince ipliklerle izliyordum. O belki gözükmüyordu ama oradaydı. Sonsuz hayvan soluyordu. Duyuyordum. Hep duymuştum. Başka bir ses bilmiyordum kulaklarımla. Götürülürken bir ara ellerden kurtuldum, ayağıma dolanan halılar katlandı ve yere yığıldım. Kalbimi düşürmedim ama ve adamlar gelip tekrar kollarımı zapt etmeden onu yutuverdim. Uyandım. Midem bulanıyordu. Kaptan aynı rotayı haykırıyordu. Sesi bilmemek kokuyordu. Ellerime baktım. Ellerim bilmemeğe bulanmıştı. Ummadığım bir şey yaptım. Küreklerimi bırakıp arka tarafımdaki delikten aşağı atladım.
45
Rüşdü Paşa
Bir ânda kurtarmak ‘çünkü, insanın gerçek ölümü, hastalıklardan değildir, insanın insana yaptıklarındandır’. ingeborg bachman. Bir yerde, dünyada bir fikir, bir imge, bir ânı kurtarabilirdi. bankaya geldi. bir yasal soygun kuruluşu olan bankaya. iktisadi kriz olmadığı sürece, para değiş tokuşu bir oyundu. iktisadi kriz olduğunda ise insanlar içindeki boşluğa çekilir, kendi kendilerini sorgularlar ve beklerlerdi. kriz biter, oyun yeniden başlardı. Üzerinde gece kıyafeti olan banka yetkilisinin önünde ilgili kağıtların belirlenmiş yerlerine imza attı. para, insanın oluşturduğu en büyük araç, muhteşem bir kurgu idi. işi banka ile olanlar birbirlerini görmüyordu. arada, banka vardı. üzerinde gece kıyafeti olan kadın ve kağıtlar. sayısallaşmış bağlar. Bankacı kadına burcunu sordu. demek terazisiniz, terazi kadını kadını dengesizdir, bu sizin için çok iyi, hiç canınız sıkılmaz, sonsuza kadar âşık olduğunuzu sanır ve her hâyâl kırıklığından sonra kendinize gelirsiniz, gider gider gelirsiniz, gidip gelirken muhteşemsiniz, günün bu saatinde gece kıyafeti giymenizden terazi burcundan olduğunu anlamış olmalıydım, adios.
Bulvara çıktı. bulvarda görüntüler vardı, sesler geliyordu, ancak, kimse yoktu. yalnızca birbirinin aynı olduklarında var olacaklarına inanan insanlar. Hiçbir şey görmüyor, hiçbir şey anlamıyor, hiçbir şey bilmiyordu. bir şeyler gösteriliyor, bir şeyler hissettiriliyor,
46
bir şeyler söyleniyordu. şeyler tanıdık geliyordu. bir hata payı ile. tüm bunlar ne için, sorusu içinde bir boşluk yaratıyordu. the boşluktan kurtulana kadar acı çekiyordu. İnsanlar için neşesini kaybetmenin etik olmadığına inanıyordu. kendisi, insanlardan farklı acı çekiyor, farklı ölüyordu. Ölüyordu ve ölürken yaşamı kutlulamak gerekirdi. hayatın bir sanat olayı olduğu varsayımı ile bir vazifesi vardı. yalnızca bir dervişin yaşayabildiğine ihtimâl veriyordu. zamanın ve bilinen grafiğin dışında bir olarak derviş.the derviş bir kurbandı ve alternatifi yok olmaktı. Nasıl yaşamalı idi. the soru, ânda bu idi ve the sorunun yanıtını bulmuştu: bir derviş gibi, şehvetin ve ölümün ötesinde. Arzulu tezgahtar kadınlar ‘belki de çılgınlığın başlangıcı bu/belki de senin vicdanının sesi/hayatın bir düğümü içinde yakalanıp tanındığımız/sonra da var olmamız için çözülen/osip mandelştam/çeviren: seyhan erözçelik. İnsanların hayatta olup olmadıklarını dillerine bakarak anlıyordu. kendi dilini kuran, başka bir dilde gibi konuşan hayatta ve neşeli idi. iktidarın, sözleşmenin ve mülkiyetin dışında. kendi dili olmayan gitmişti. ya geçmişte ya da gelecekteydi. dili ve bedeni devredilmişti. Yersiz-yurtsuzdu. güzel-ilkeli gördüğünde bilirdi. güzel-ilkel de yersiz-yurtsuzu gördüğünde tanırdı. konuşmak, yalnızca bir savaş aracı oluyordu bu durumda. el koyma şekli ve yalnızca iktisadi. 47
Yerel ekonomi politiğin değişen şifresini çözüyor, para kazanıyor ve yan masadakilerin seslerini duymuyordu. yardımcı olabilir miyim, the ses herhangi bir arzuyu ortadan kaldırabilecek tehditte küstah bir girişimdi. Yardıma ihtiyacı olan ben değilim bebeğim, tek espresso istiyorum, kaybol ve ilk fırsatta mahler’in üç numaralı senfonisini bir şey için dinle. soru sorma. Arzulu yüksek tezgahtar kadınları ve onların küçük korkularının büyük mutluluklarına dönüşecek olması ihtimalini severdi. bedenlerinin farkında olmayan tereddütlü garsonlar. onları daha çekici yapan imlâ hataları idi ve keşfedildiğinde bir dünya kadını olmak umutları vardı. birine yanarlardı yalnızca bir insan tekine. öncekiler için üzülür ve yanarak ölür ve yavrularını iyi doyururlardı. Hayatları ve bedenleri, ağabeyi olarak gördüğü bir hırsızın hükmü altındaki garsonlar, nasıl kurtarılabilirdi. bilmiyordu. Yer yatağı ‘yaşadığını gör, yaşarsın’.özdemir asaf. Dışarıda bir şey yapmak istemedi, küçük sahneyi özledi, eve geldi.
İnsanlar putperesttir ve taptıkları evdir. kadın, evde yere toz kondurmuyor ve erkek, the kutsal mekân için, sistem içi sonsuz köleliği kabul ediyor. evde bir ruh. insanların imân tiyatrosu gittikçe fakirleşiyor. Salonda, gözü, yerde sofanın yanında duran kitaplara kaydı. onları oradan kaldırmayı arzu etti ve rahatladı 48
ve the rahatlıkla ayakta kaldı. o şekilde sonsuza kadar ayakta kalabilirdi. Muhteşem devrimler bir his ile gerçekleşiyordu. kökenini, işleyiş mekanizmasını bilmediği his bir etki idi. the etki, anlatılamayacak bir şey. Cebindeki deftere not etti. madde bir. evden kurtul. madde, iki. yersiz-yurtsuzluk en soylu özgürlüktür ve çare dış hatlardır. ülkeden çık. madde, üç. tekrardan kurtul. madde, dört. farklı olanı biriktir. madde, beş. sabah beş’te kalk. madde, altı. zihin oyunlarına karşı tetikte kalmak için dil çalış. madde, yedi. etrafa bakma ve arama. madde, sekiz. sigara içme, mastürbasyon yapma, bildiklerini konuşma ve ne söyleyeceğini bildiğin insanları dinleme, kaç. madde, dokuz. putperestlerden uzak dur. Teorik olarak cennette idi ve ütopik birisi olduğu için the gerçeği arada kabul etmiyor ve o zaman irtifa kaybediyordu. Bir şey olmuş gibi yapıyordu. aksi hâlde haz almıyordu. içinde kurguladığı isyan devam ediyordu. sesleri kısmak zaman aldı. yer yatağında uyudu. Beden ‘tenim sana meylediyor/sen oluveriyor gözlerim!’ levent yılmaz. Cihazın ekranında, roma arıyor, yazıyordu. roma, sık aramazdı, olsun, şaşırmadı. bağlantısız, öznesiz, nesnesiz uzun bir şiir dinlerken, sık sık anlıyorum, dedi. roma, ne söylese, ne yapsa anlıyordu ve o’nu sevip sevmediğini bilmiyordu. roma, konuştukça hatırlıyordu, bu konuşmayı sanki önceki hayatında yapmıştı, 49
yalnızca dinliyordu, dinledi. roma, klasik değişkendi, konuşması antik bir mimari tarzında uyumlu idi, bir tekrarda kelimelerin yeri yoktu. Bedenleri karşılaşmamıştı, konuşuyorlardı. dili, muhteşemdi. paralelizm ilkesine göre, zihin ve beden arasında her türlü nedensellik ilişkisini reddedilmeli ve birinin diğerine üstünlüğüne izin verilmemeli idi. Sevgili yüce gök tengri, kim kimi tutmuş, tutmuş da bırakmış ya da bırakmamış ki the roma,bunu duymuş da neden söyledi şimdi, söylediği ânda kapattı. tanrı’yı unuttu. the söz, siyasaldı. the roma, diğerleri gibi anasının karnında makyavelli okumuştu. kendi hâlinde, duran, hep durmuş varlık, diye düşündü. engelli bir anneye nasıl yaklaşılabilir ki? Roma’nın annesi engelli idi, tekrar ediyordu ve farkı görmüyordu. roma, anneden kaçmak için anne dilini tek etti. roma’ya tiyatro eğitimi almak için gitti, adını roma olarak değiştirdi. harekete geçmişti. tiyatro, gerçek hareketti. kendini sahnede, hayatta hissetmediği kadar doğal hissediyordu, kendi oluyordu. önceki yaşamı, sanat için bir hazırlık olmuştu. roma’da eksik olan neydi, onu anlamağa çalışıyordu, yalnızca eksik olanın ya da eksik olduğu sanılanın belirleyici olduğunu varsayıyordu. eksik, olan bir iç-dürtü, tekrar eden ve sonsuza eğilim gösteren, ikâmesi imkânsız olan ve durmayan, durdurulamayan. İkisini bir arada tutan, hayatın mistik olduğuna dair tekrar eden ortak varsayımları idi. arada, iman tiyatrosundan çıkıp birbirlerinin sesini duyduklarında, birlikte görüyorlardı. insanın, zihinsel bir durum, keşfedilebilir bir ses olduğuna dair birlikte geliştirdikleri varsayım, koruyucu idi. beni bırakma, roma’nın son sesi oldu. the ses, bedensiz. 50
Cevher Kara İki dergi: Kaygusuz, Fayrap
İki dergi aldım, okurken bende oluşan yankılarını aktarmaya çalıştım efendim. Umarım haksızca bir şey söylememişimdir. Şiir endişesini, içtenliğini umursadığımız Kaygusuz’un giriş yazısı iki adet İsmet Özel göndermesi barındırıyor? Neden? Üstelik, dolaşımda kala kala arabeskleşmiş iki dizesine[“acı çekmek ruhun fiyakasıdır”, “yalın, temiz, acımasız”]... Matbu ve ulusal çapta yayına geçebilmiş –ki ciddi bir emek demek bu- bir derginin İsmet Özel şiirini poetik veya hem poetik hem politik olarak sindirip kendi şiirini kurması beklenirken, ol şaire takılı, tıkılı kalması… Üstelik bu denli… İsmet Özel mevzuu, şiiri meşgul etmeye devam edecek, ona sabah akşam sövenler bile fanzinlerinde, dergilerinde Özelcil şiirler yazacak ama Özel’e sevgi ve hürmetlerini gizlemeyen Kaygusuz’dan beklentimiz bu sergilediklerinden biraz fazlası olmalı 51
değil mi? Bunu takdir ederler değil mi? İsmet Bey yüksek bir irtifa noktası olabilir ama onu önemseyen şairler ve oluşumların, kendilerini o irtifaya mecbur görmemeleri gerek. En azından dikey olarak. Zira zirve de olsa tek zirve Özel değil. Ayrıca takip ederek değil ancak bakarak bir beslenme, etkilenme ile üretilecek şiiri sahih olarak besleyebilir. Giriş yazısından sonra bizi Abdussamed Bilgili’nin şiiri karşılıyor. Tüm şiir, ikinci kıtanın önünü arkasını doldurmak için yazılmış gibi. Bilinen şiirleştirme girişimleri; bilinen şiirlerden kotarılmış dizeler. Bahsettiğim kıtaysa şu: “ne oluyorsa perdeler kapandıktan sonra bir karınca bir yudumu omuzladıktan ilk defa omzunu öptüğüm zaman niyeyse peygamberin mührü geldi aklıma” Devamında Ömer Faruk Gökler’in “DAĞLAR, GÖKLER VE ÖTESİ” şiiri geliyor, yine Özelcil… Onun Amentü’sünü andıran bir söyleyiş. Aslında şiir, kendi ruhunu zorla da olsa üçüncü kısımda buluyor. Çoklarının uzak olduğu “islamcı genç ile islamcı baba çatışmasını” vermeye çalışmış, Amentü hayaletinin gezinmediği kısımlarında başarılı olmuş bir şiir: “Ben tanrıyı düşündüğümde Bir çocuk sürekli bardak kırıyor gülümsüyor annesi sürekli Ben tanrıyı düşündüğümde Kuşlar uçuruyor ergenler keyifle” Ayşenur Alper’in “GÜLÜMSEYİN ÇEKİYORUM” şiiriyse büyük ihtimalle genç bir şairin kaleminden çıkmış, retoriğe, şiirselliğe bulanmış bir şiir: 52
“-Yükselip aşamadı bendini taşamadı göğüs kafesinden kesildi çığlığı göğsü dağ dağ olup da-“ Sonraki şiir tanınan bir şaire, Muhammed Sarı’ya ait. Kendisin daha iyi şiirlerini hatırlıyoruz. “VEZÂRETTEN SADÂRETTEN” ise politik bir şiir ve maalesef politikliğine fazlasıyla kurban olmuş bir şiir. “ne allahtan ne amerikadan korkmaz bir topluluk vay be hatlar çarpaz çekilmiştir ve emre hazırdır kudat kızkçıran oyunbozan sonracığıma eli bağlı körebe çan çınlayıp milliyet paydos tanzimattır her müfredat” Süleyman Sabri genç’in “KURŞUNUN GİTTİĞİ YERDEN YAZIYORUM” gibi beylik bir başlıkla başladığı şiiriyse kimi zekice ama sıkıcı kelime oyunlarına, boşta gezen yerlerine rağmen iyi bir şiir: “ben bir bulut tanıyorum veri ağdalarından devlet göğünden çıktığı olur kaçmamız orada kalmamız olur altımızda koşu bantları ... köydeki kızı düşerken tek değilsin yoldan geçen arabayı beğenirken tek değilsin bu savaşta aynı ofiste terfi için” 53
“DÖNMEMEK ÜZEREYDİN” ile Muhammed Ali Gülmez “İçime doğan bir merdiven var zannedip basamak diye boşluğa bastım” gibi sağlam dizelere sahip bir şiirle karşımızda ama bu “sağlamlığı” şiirin geri kalanı için söylemek zor… Abbas Varol “TEHARRÜK” isimli ve İsmetÖzelli şiiri... İsmet Bey çık aradan İsmet Bey… Abbas Varol vesilesiyle bir kez daha… İsmet Özel’in baskın şiir sesi birçok genç şairi tesiri altına alıyor bu doğal. Ama zamanla ve çevrede bu tesiri atlatmış, sağlıklı bir yolla sindirmiş diğer şairlerin yardımıyla aşma çabamız olması zorunlu değil mi? Yoksa yüzlerce yıl, Kadı Beydâvî tefsiri şerh eden ve aslında hiçbir şey demeyen, diyemeyen eski müfessirler gibi şairler türeyecek, türüyor. Buna başta şair dur demeli, arkadaşları da bu konuda samimi yardımlarını esirgememeli… “sesini körükleyen mevsimler doluşuyor son kez. yoruldun da bu efendiler, konuşuyor bildiklerini, emsali latif olanı gör, kulağına fısıldadı latif elerini, lafzettiklerini. kimbilir hangi mevsimleri, hangi ağacın kovuğunda belli ki mahdut bu günün yakacaklar köstekti saat” Hüseyin Karacalar’ın düz yazı düzeniyle yazdığı şiiri ise maalesef tam bir fecaat… Hüseyin Beyin kitabını da almıştım, Cevapsız Çağrılar’ı… Gerçek dizelere sahip şiirler vardı o kitapta. Ama bir o kadar da bu şiirindeki gibi içine gündeliğin, tekniğin, Allahın, fakirlerin, halkın öylesine boca edildiği dizeler, şiirler… Bunu Özgür Ballı yazısıyla[bkz: Tezgâh ‘7] da yerli yersiz bir şekilde anlatmaya çalışmıştım. Bu, yarım bırakılmış bir “şiir üstüne düşünme”, yarım bırakılmış şiir kılma çabasının bir ürünü sanırım. Yoksa şiirlerini, her ay, onlarca benzerinin dolaşıma sokulduğu dizelerle kurmayacaklardı diye düşünüyorum dostlarımızın… 54
“Kumandanın pili biter uzaklar söner. Karanlık ekrana sinen kokuyu pudralar siler. Geçmiş fena vahşi. Öç alarak ilerler. Asansör yükselir fenafillah. Hangi katın suçusun? Sesler arasında sesini ayırt edebilirim. Nerden geliyorsun derler. Putları ütülemekten.” İşte temiz bir şiir: “ACISI TÜKENEN ECZA”. Musa Günerigök şiiri. Fazlalıkları alınmış, farklı gündemlere kurban edilmemiş bir şiir: “denizin sütbeyaz yeteneği o pelür çan çiçekleri ışırlardı çünkü çürüme örnekleri arasında parmak boğumlarında duyarken ışık tayfını ve sevincini artık ne yöne gitseler medüza ve denklem artık ne yöne gitseler kör pancur, kesik gülüş ve müziksiz simetri onar: mavi çiylerden, ışıklı kandillerden, göl alışkanlığından o eğik zambakları gök ve kalp peltesinde koyu reçineler bırakan,” Dursun Göksu şiirini de sevdik. Sanırım ilk kez bir şiirini sevdik. Ama uzunluğuna rağmen sona değin “şiir okuyorum” dedirten bir şiir. İsmet Özel etkisinin, daha profesyonel ve yukarıdaki eleştirilerimizden nispeten uzak bir şekilde varolduğu bir şiir: “Sen Aydan tütsüler bırakan kadifeler olur zamanın Kırmızı bir makarayla örtülmüş kaderimize Kedi merdivenleri süslüyor alevleri mavi Maskeli korsanlar evriliyor nazik sözlere Çünkü kirada bin yıl da olsa Allah'ın vaadi gibi yılmayız Biz birbirimize bakmazken bazı besin değerleri düşüyordur Kanımız eksik kalıyordur geçemiyordur ölçümleri 55
Doktorlar ailemizin çirkin reisleri Onları hiç unutamıyorum Öksürmek geçip giden günleri, hırkalarının yoldaşı olmak ne iyi” Salim Nacar’ın “ÖLDÜĞÜMÜZ KIYILAR” ise Musa ve Dursun Beylerin şiirlerine göre daha az beğendiğimiz ve sanırım kendisinin de eleştirdiği “ortak şiir”in darbesini yemiş bir şiir. Ama okunaklı. “o iq ile vahşi yaşayan çoğu unutulmuş türkçe şarkıları ve öpülmem demenin kara kızlan toplanmış içülkelere ey sevilmeye güzel ormanlar harcayan karaduygu japon kalelerinde düşmana incelttiğin silahlar, bütün lokantalar kapalı, bütün mikrofonlar açık bu dili uzun vampirlerden, bu kullanışlı kavimlerden bakaya kalmış bütün selviler ve orta dünya halkları genel ağızlara yağdıkça saçlarını inciten bu yağmurun da sonu geliyor, bu kan korkunun kavuştukça kavuşmayı büyüten bir savaş sömürüyor ayrılıkları.” “KEKNAME” kötü. Mustafa Uysal’ın. İlginç olmaya çalışmış ve başarmış. Bu eserden hiçbir şey anlamadım: “krema bozuğu kesim hatası ses hürmet dokur ağarmış bedeninden sol uzaklıkta huzur ya da eş dost derken tavşan geldi babam ölmüştü havucu bekledik”
56
Gizem Aktan’ın “MEKANİK BAKIŞ ONLARIN ZORUNLU BAĞLANTISI İLİ BAĞIMLILIĞINI ONAYLA”sı ise katmanlı, kurcalayan, kurcaladatan bir şiir. İşçilikli. Uzunca dizeleri, kıtaları var ama hiç engel değil bunlar: “mekanik bakış onların zorunlu bağlantısı ile bağımlılığını onayla. O, şeyler, görüngüler arasındaki zorunlu bağlantıyı araştırmakla kalmadı, her şeyi kuşatan belirleyici nedeni de aradı. Bütün maymunlarının maymunları var. Parti bizi mahvediyor” Dergideki son şiir ise Ali C. Yoksuz’un BLACK STAR’ı. Dergideki kötü şiirlerden biri. Çok fiilli, çok nesneli ama çatımı, çatılışı, şu kıtadakinin aksine hiç başarılmamış: “Uzatılan cümleleri yerine bıraktığım gibi doğmuş olmuş sözlere kulak vermiş ve düşünmüştüm. Sertliği öğrendim önce, derinliği duydum sonra, zamanı öğrendim ve sıraladım biriken, yığılan şeyler olarak sestiler örüntüydüler, izledim.” Dergide Musa Günerigök, Salim Nacar ve Dursun Göksu’ya ait şiir yazıları, Hakan Şarkdemir ve Muhammet Özmen röportajları var. Ama bunlara değinmek yeni bir dergi yazmak gibi olacak benim için. İçeriklerinin kimi kısımlarına katılmamakla birlikte şiir üstüne düşünme bağlamında önemli çabalar olduklarını belirtmek gerek. Hele şiirin, “gördüm/yazdım/enterladım” seyrini takip ederek üretildiği bir zamanda…
57
Mehmet Raşit Küçükkürtül’ün Sezai Karakoç’un hatıralarına dair yazısı üzerinden Fayrap’a geçmek istiyorum. Küçükkürtül, yaygın Karakoç imajının, şairi tarif etmediğini, hatırlarına dair değinilerle izaha çalışıyor. Çoğu yerde dengeli bir yaklaşım tuttursa da Karakoç’a “mütekebbir” diyerek, şairin kendini usta şair, düşünce ebesi olarak görüp yakın çevresindeki gençleri de kendisini bu vasıflarının taliplisi kişiler olarak görmesini de eleştiriyor. Yersiz bir eleştiri. Sanki Mehmet Raşit Bey de “uyduruk, saçma” dediği Karakoç imajının devamından yana. Ya da biraz spekülatif de olsa şu: Karakoç’a soğukluk Özel sevgisinden ileri geliyor. Zira, öyledir değildir tartışılır ama İsmet Özel’e “mütekebbir” sıfatını çok daha kolay yakıştırabilirsiniz. Ama Kaygusuz’da böyle bir yaklaşımı taşıyan bir yazı göremeyiz sanıyorum. Zira en başta da belirttiğim gibi İsmet Özel manevi editör olarak dergide yaşıyor. Ve o da pek hazzetmez Sezai Beyden… Belki kastını aşan ifadeler bunlar ama gerek bu yazıyı gerek dergiyi ilk okuduğumdan beri bende oluşan his budur. Fayrap’taki Can Acer’in yazısı da İsmet Özel effect ile yazılan bir yazı. Acer, derginin “İyi Bilinen Kötü Şiirler” dosya başlığı altında, Monna Rosa şiirini incelemiş. Tek dosya ismi değil yazı için kullandıkları görsel de pespayeliklerini dışa vuruyor. Tüm diğer şairler için ya o şairlerin fotoğrafını kullanmış ya da herhangi bir görsel kullanmamışken Sezai Bey yazısı için üzerinde “LOVE” 58
yazan google görseli bir gül yerleştirmişler. Ve devamında kâh divan şiiri üzerinden kâh şiirin isminin Türkçe olmayışından dem vurarak aklınca eleştiri getiriyor Acer. Baştan sona kötü niyetle yazılmış, sıklet uyumsuzluğu yaşayan bir yazı… “Taklit edilebilir şiir kötüdür” gibi tartışmaya fazlasıyla açık “bir de buradan vurmayı deneyeyim” çabaları… Yine Özelyen bir şeyin kokusunu alıyorum bu kötü yazıda da… Ama gerçi bunlar liriğe de düşmandı değil mi, belki bundandır bilmiyorum. Ki ismetözelseverliklerinin de ne denli çakma olduğunu Halid Metin o enfes yazısıyla[bkz: Tezgâh ‘10] ortaya sermişti ya… Fayrap’ın başyazısında ise Hakan Arslanbenzer, Neo-Epik şiirin yirmi yılı başlığıyla kendi kendini göklere çıkarmış. “Neo-çepik şiir” deyip soğuk bir espri yapmamak için zor tutuyorum kendimi. Bu kendine çalışan tapınç, bu kendi kendini alkışlama, üstelik zerre hak etmemişken… Ama bu yazısında biraz da özeleştirel bir üslup hâkim Hakan Beye. Arslanbenzer pişmanlaşıyor. Ama dergide yer alan ve “neo-epik” dedikleri şiirlerin hiçbiri şiir değil. Yukarıda belirttiğim “gördüm/yazdım/enterladım” düzeniyle kağıda dökülmüş şeyler. Bir tek son sayfada yer alan Onur Abalı’nın hoşgeldin’i iyi şiir. O da zaten neo-epik değil. Bunun dışında “İyi Bilinen Kötü Şiirler” fikri güzel bir fikir. Fayrap çevresi sosyal medya iyi kokluyor. Fakat Karakoç’un dışında Edip Cansever ve Nilgün Marmara şiirlerine de haksızlık ettikleri apaçık bir şekilde ortada. Ne diyelim …
59
Söyleşi Ufuk Akbal
Söyleşen ve Cevher Kara’nın o mübarek eli
Halid Metin
Yeni kitabın Ormanları Hayvanlardan Dünyadan Çıkış Yayınları tarafından dolaşıma sokuldu. Kitap üzerinden ilerleyerek bir yolu tepmek niyetindeyim fakat müsaaden olursa sıklıkla "yoldan çıkarak". Şöyle başlayalım dilersen: Kitabı elimize alalım. Kitap: bir nesne yahut bir materyal. Bir nesne olarak kitap ile ilişkin nasıldır? Örneğin kitap biriktirir misin, e-book'lara nasıl bakarsın, kitap okuma "eylemi"ne yaklaşımın nasıldır? Ve elbette, özel olarak, bu kitabı, ikinci kitabını eline aldığında ne düşündün, hissettin? Şüphesiz, bir nesne olarak kitabın vaat ettiği başta selüloz kokusunun, ergonomik tecrübelerin, değişik mekan ve zamanlardaki eşlikçiliğinin iflah olmaz bir müptelasıyım. Ancak, kitap biriktirmeye gelince aynı iştahlı cümlelere başvuramıyorum. Üzülerek söylemek gerekirse, hiçbir zaman görkemli bir kütüphanem olmadı. Sistemli bir biriktirmeden ziyade, çeşitli zamanlarda çeşitli vesilelerle aldıklarım, başucu kitaplarım ve diğer kitaplar bir şekilde birikerek en sonunda bir yığın oluşturdular ve kütüphane satın alma ihtiyacını tetiklediler. Okuduğum birçok kitabı belediye ya da üniversite kütüphane raflarına geri bıraktım. Bir de arkadaşlarımdan ödünç aldığım da çok kitap oldu. Bunlara ilişkin temellük etme kaygım hiç olmadı. Sonrasında internetten sayıları 3,000'e varan ve ölene kadar yüzde kaçını okuyacağımı merak ettiğim pdf'leri biriktirme iptilası baş göstermeye başlayınca, zaten cılız olan bu kaygı iyiden iyiye kayboldu. Ne hazin ki, "hep kenara attığım” bu pdf'lere ne etraflıca girişebildim ne de onları okuyabileceğim en doğru elektronik cihazı seçebildim. İkinci kitaba gelince, butik yayıncılıkla ilgili duruşunu önemsediğim Dünyadan Çıkış Yayınları’na duyduğum yüksek güven endişelerimi dengelese de, elime aldığım son ana kadar yolunu merakla beklediğim bir kitap oldu. İlk kitaptan bu yana ge61
çen 4 yıllık sürenin ürünü olan ve sofradan tatminkar bir şekilde kalktığım bu dosyaya, evirip çevirmeler, uzun süre bir şiiri bile baştan sona okuyamamalarla geçen yaklaşık bir hafta sonunda, bir yerinden başlama cesaretini buldum ve okumaya koyuldum. Sonuçtan elbette ziyadesiyle memnunum ve evin içinde her rastladığımda aynı tatmin duygusu ve neşeyle doluyorum. Bu vesileyle, içime bunca sinen bu işi okuyucuyla buluşturan yayıncım Nazmi Cihan Beken Beğ'e ve DÇY ekibine şükranlarımı sunuyorum. Kitabı açtığımızda hakkında kısa bir tanıtım görüyoruz. Kitaba geçmeden burada genişletmek istediğim iki nokta var. İstanbul doğumlusun. Sağcılık Şiirleri'nde de yoğun bir şekilde İstanbul'un “merkezi”ndeki çeşitli yerler anılıyordu ve fakat "ben taşrasıyım İstanbul'un" diyordun. Bu şehir senin için ne ifade etmekte? İkinci noktaysa şu: Tahsilin olan sosyoloji ve kültürel incelemeler alanının şiirinde yahut gündelik yaşamında radikal bir biçimde belirleyici olduğunu düşünüyor musun? Bu alanlarla halen bir bağın var mı?
Baba tarafından 200 yıla yakın bir İstanbul - Balatlılık var ancak 7 yıla yakındır Beylikdüzü, Beykent'te oturuyorum yani şehrin taşrasında. Sık sık bazılarını, burayı Roma'nın mirasçısı sanan ve kısa süre içerisinde tenzil-i rütbeye uğrattıklarımızı "kanatmak için" kullanıyorum, şu şehrin taşrası meselesini. Öte yandan, şehrin kendisi koskoca bir taşraya dönünce zaten bu ayrımın da bir anlamı kalmıyor. Bir fiziksel uzaklığa geriliyor her şey. Ben de her gün buradan Mecidiyeköy'e işe gidiyor, aynı disiplinle ve şehir denen şeyle, asgari temasla geri geliyorum. Şehir, şehirlilik, yitik zaman meselelerine girmeyeceğim. Zaten, biz sahne aldığımızda şehir çoktan bayır aşağı gitmeye başlamıştı. Elbette, bir koku, bir tat, camlara vuran bir akşam güneşi beni birkaç saniyeliğine yaka 62
lıyor. Yarı uykulu Haliç Köprüsü'nden yarımadaya, kadrajın içerisine girenler - güzel, bu kadar. Birkaç saniye. Ancak buradan büyük romanslar türetmiyorum; "Fatih'lerin, Eyüp'lerin şehri, Boğazsız yapamam, akşam arkadaşlarla Beyoğlu’ndayız" falan. Beyoğlu mu kaldı? Orayı “Roma sanan” ve bir ruhu olduğunu farz eden Rüşdü Paşa, Ape, Cihat Duman ve Nazım Hikmet Richard Dikbaş dışında önemseyeni kaldığını zannetmiyorum. İşte bu yüzden, şehrin merkeziyle her geçen gün daha az ilişkiye geçiyor; bu baş aşağı gidişin sembolü olan Beyoğlu'ndan tabir-i caizse tiksiniyorum; "Burger King'in önü kanserli yağ, beş kat makyaj ve yıkanmamış göt kokuyor". Kadıköy, Üsküdar, Beşiktaş vs. her gün benim için daha az şey ifade ediyor. Birer imaj, birer koku olarak sakladıklarıma "hala duruyorlar mı?" diye her baktığımda daha da huzursuz edici sonuçlarla karşılaştığımdan, bu teşebbüslerimden de vazgeçtim. Ne mutlu ki bana, şehrin çöküşünü, Beykent’teki balkonumda Marmara Gold içerek büyük bir lezzetle izliyorum. Sosyoloji ve kültürel incelemelere gelirsek; bittabi belirleyici ancak eskiden bizatihi desen olarak şiire sızıyordu, zaman içerisinde yorucu gelmeye başladı. Birkaç da şık uyarı aldım, bu nedenle artık diplerde bir yerlerde dolaşıyor, desenleri besliyor. Bu alanları merkezi, disipline edici enstrümanlar olarak kullanmıyorum. Kullanmayı da talihsizlik addediyorum. İlk kitabın babana ithaf edilmişti. Bu ise eşin ve kızına. Psikolojizmi fazla sevmezsin, biliyorum fakat yaşamındaki fazlara kerterizler bırakıyor sanki bu kitaplar. Öyleyse nasıl okuyalım bu geçişi? 2013'te ilk kitabı çıkardığımda babamı kaybedeli 3 yıl olmuştu. Ben Türk erkeklerinin büyük kısmına damgasını vuran baba mağduriyetini, şükür ki, hafif sıyrıklarla atlattığımı düşünenlerdenim. Onun fiziksel varlığı yokken de, yön verdiği ha63
reketlerimin asgari düzeyde kalmasına özen gösteriyorum. Baba; burun sızısı ve reddedilemez deneyim yumağı. Max Jacob, “Genç Bir Şaire Öğütler”de erkek adam tanımı yapmış, Salah Birsel çevirisiyle; “bir demir leblebi, bir duygu fundalığı” olmalı diyor. Kabul, ama babasız yapamayanlar ve mutlak baba reddedicilerinin (ki onlar da babasız yapamaz) arasında kafa selameti içeren bir konum yakalamaya çalıştım, çalışıyorum. İlk kitap - bir dosya kapanırken, bir dönem de kapanmıştı. Bu nedenle ithaf adresi başka biri olamazdı. Yeni kitabın arka kapağına alacak kadar beni etkileyen dizeler ise kızımla ilgili olanlar. Dolayısıyla, yeni bir faza geçtiğimizi söyleyebilirim. Tüm hayatımı sarıp sarmalayan, beni kökten değiştirdiğine/değiştireceğine inandığım bu yeni oyuncuya ithaf da kaçınılmazdı. Ve elbette, Arzu. O her ne kadar hakkını yediğimi iddia etse de, gözümün önünde her gün birden fazla kez inşa ettiği ve ben Homo Ludens’i de içine dahil ettiği bu oyunla, ithafın kaçınılmaz adresi oldu. Tek tek şiirlere geçmeden kitabın bütünü hakkında önceleyici bir soru olarak şunu sormak istiyorum: Sağcılık Şiirleri'nin ikinci şiirindeki "şiir önermelerle yazılır" önermesinden büyük oranda vazgeçtiğini söyleyebilir miyiz? Eğer öyleyse buna sebep olan berideki değişimlerden söz edebilir misin? Vazgeçişin sertliğini yeterince tahlil edemiyor olabilirim ama vazgeçtiğimi söyleyebilirim. Şiir o zaman hem önermelerle yazılacağını düşündüğüm hem de önermelerle yazdığım bir şeydi. O zamanda bu yana hayata bakışım yumuşamış olmalı. Daha az şeyi, daha az keskinlikle öneriyorum sanırım. Ya da öneriyorum ama kabul etmezseniz de hava hoş. İşte bu kitapta önermelerin sahneyi başka aktörlere bıraktığını görüyorum. Yine, o zaman ironik-politik olarak ifade ettiğim derinin de değiştiğini. Elbet, ironi sahneden büsbütün kalkmadı ama artık merkezde yer almı 64
yor. Bugün hala aynı deriyle yazdığımı düşünen ve çok yakınımda olan arkadaşların varlığı şaşırtıcı. Bu son dosya 3,5 senenin ürünü ve neredeyse hepsi dergilerde yayımlandı. Demek ki ve şaşırtıcı olmayan bir şekilde, en yakınımdakilerce dahi okunmadı. Bu işaret ettiğin durum herkesin ilendiği, etrafında dönüp durduğu fakat kavrayamadığı ya da çözüm geliştiremediği bir sorun. Şunu demek istiyorum: Şiir okurunun yokluğundan emin artık herkes. Bunun nedeni üzerine de düşünülmüyor. Şiir çevresinin üreticileri ve her birinin etrafındaki birkaç kişilerden ibaret olduğuna kani olundu. Fakat sen bu daracık çevrenin de şiiri okumadığından söz ediyorsun. Sence bu okunmama hali mi yoksa ifade ettiğin üzere bunun artık şaşılmayacak bir şeye dönüşü mü daha korkunç? Adanmış çekirdek insanları bir yana bırakıyorum. Bugün dergilere ve fanzinlere ürün göndermiş kişiler, hiç olmadığı kadar hızla edinip, sadece kendi ürünlerini okuyup, diğer içeriği bir yana bırakıyorlar. “İkisi de eşit derecede korkunç” gibi losyonrayiha bir laf etmek isterdim ama bittabii ki, artık aldırış etmememiz daha korkunç. Şimdilik buradan ayrılalım fakat şiir ortamı hakkındaki sorulara döneceğiz. Levent Yılmaz'dan uzunca bir alıntıyla açılıyor kitap. Ufuk Akbal'ın şairleri ve kendi şiirinin berisinde gördüğü çizgiyi ayrıca soracağım. Fakat Levent Yılmaz'ın sende başkaca bir yeri var gibi. Hakkında bir atelyeye de öncülük etmiştin. Ne dersin?
Eski bir rağfik olan Rüşdü Paşa ile çıkarttığımız online gündelik yaşamın estetizasyonu fanzini "Meram: Yeni Yol"da - ki neden bu ismi seçtiğimizin hikayesini fanzinin birinci sayısında bulabilirsiniz (malum, okunmuyoruz - böyle basit bir detayı dahi 65
en yakın çevreme 10-15 defa anlattım), Levent Yılmaz'ın "Afrika" kitabı hakkında kes-yapıştır tekniğiyle bir söyleşi atelye gerçekleştirmiştik. Atelyeye Enis Batur, Orhan Koçak, Gültekin Emre, Pakize Barışta, Apemohsen Özüsönmez, Yılmaz Türk ve Rüşdü Paşa katılmışlardı. O dönemde hazretle bu kitabı severek okuduk. Ali Sûha rağfikimiz de bizlerleydi. Kitap ekseninde Konya'ya, Yeni Yol’a gittiydik. Hacimli bir sayıydı. En sonunda metni Levent Yılmaz'a gönderdim. Aldığım cevap “teşekkür ederim" olmuştu. Oysa ki, Levent Yılmaz'ın hakkındaki direkt ve bağlantılı yazılarla birlikte 25 sayfaya varan bir içerikti. Burulmadık desek yalan olur. Oysa ki, aynı sayıda Yavuz Dizdar Hoca’nın 3 yemek tarifine yer vermiştik. Aldığımız cevap yine “teşekkür ederim” olmuştu. Levent Yılmaz, benim yüksek lisansta hocam olurlar. Başta tez danışmanım olmasını isteyip, böyle yola çıktıysak da, yolu tamamlayamamıştık. Neyse, bu olay çok sonrasında oldu da, bir “güzelleme” etkisi yaratmadı. Ancak, tarzındaki ve dünyayı kavrayışındaki yumuşaklık benimkiyle çok benzeştiğinden ve "Afrika"yı da hemen bu süreç içinde okuduğumdan ve rağfiklerimizle birbirimize pasladığımızdan, bir kitap etrafındaki büyülü dönemimiz başlamıştı. Her kitabın bir büyüsü, bir de büyübozumu var. Afrika'nın büyübozumu da şimdi yaşanıyor. Ama bazı rağfiklerimizin dediği gibi "bunda da iş yoktu, siz abarttınız" raddesinde değil elbette. Bana atfedilen böyle bir “siz abarttınız” tavrı hep var. Kaçamıyorum. Nitekim, “Ada ile Brunik” bizde aynı coşkuyu uyandırmadı. Sağcılık Şiirleri’nde Sahur Piposu adlı şiirde şöyle diyordun: “keramet bende değil bir şeydedir ama eşyada değil”. Bu dizeyi düşünüyorum. Şöyle mi anlamalıyız? Dışarıda olan yekunda değil de her bir tek parçada, her tekillikte olanı aramak. Böyle mi ve buradan “Ormanları Hayvanlardan”a nasıl bir yol gidiyor, götürülür? 66
Sahur Piposu ve ilgili oruç, yaz, Ramazan vb. temayla örülmüş şiirler; 2012 yılının Ramazan’ına tekabül ediyordu. Orada aklımda dolaşıp duran şey şuydu; bu eşya, şeyler, bizim dışımızda ama senle bağı var seni içerebiliyor, sen onu içerebiliyorsun. Ama baktığın zaman herkes için bu tekil tecrübe var. O zaman herkesin eşyası var. Bende değil, eşyada da değil, demek ki o tekil tecrübe edişte. Dizeyi şimdi sen çok daha güzel hatırlatmışsın, bazı dizeler var, onlar yazıldığı anda karşı tarafta uyandırdığı etkiden daha az bir etkiyle yazılıyor. Sonradan o gücü de keşfedebiliyorsun. O an yazdığın bir dize o felsefi çağrışımı içermeyebilir de. Neyse ki, burada ne yaptığımın ayırdındayım. Dolayısıyla bunu karşıma çıkarttığında benim gerçekten çok hoşuma gitti. Benim dışımda, o zaman gerçekten bir dünya arayışı kaygım vardı. O dönem için söylüyorum aslında bu kitapla, Sağcılık’ı ayıran belki ikinci soruyla da birleştirmek için söylüyorum. Ne kadar içeride ne kadar dışarıda kalacağına ilişkin tercihlerin duygu akışlarının tayin ettiği bir durum, bir konjonktür var. O zaman bu çok bariz dışarısını seven; politik figürleri, aksiyonları, ideolojileri, ironiyi çok seven bir kitaptı. Dış dünyayı da avcunun içerisine alma ile ilgili bir kaygı vardı ama bu dış dünya da eşya değil. Ormanları’da daha çok şair, destinasyon ismi geçmesi bunu değiştirmiyor çünkü bu yine kapılar o zaman içeriye açılıyordu şimdi gerçekten dışarıya açılıyor yani. Yani şey vardır kapıyı kapattığında içeride kalan nesnelerle kurulmuş. Orman burası aslında [H.M’nin notu: gövdesini göstererek] hayvanlar bunlar anlatabiliyor muyum? Halid Metin: Yani benim için önemli olan şey şu burada kerametin eşyada değil şeyde olmasından sanki eşyada olmasına geçilmiş gibi düşünüyordum ben Ormanları Hayvanlardan’a ama sen diyorsun ki başta keramet sende değildi bu kitaptaysa keramet sende? 67
Bu kitapta keramet bende. Ama bu kitap bir yüzey kitabı bunda çimen var, ahşap var, ışık var, bunda yer var, çıplak ayak var, aslında eşya kitabı bu baktığımızda. Belki tam tersi bir şey kurulabilir belki senin dediğin doğrudur daha fiziksel bir kitap bu oradaki o hareket kapatma hareketi duygu dünyası ve dışarı açılmama derken içeri kapattığın o şeylerin bir çoğu eşya zaten. Kimileri eşya oluşlarıyla eşya kendinde şeyler var bunların içerisinde, kendi için şeyler var. Bu kapı kapandığında içerde kalan şeylerden söz ediyorum. Şeyleri kavramaktan söz ettin Sağcılık’ta, tutmak yani, o tavırdan vazgeçip eşyanın arasında dolaşma diyelim mi ya da şöyle bir oyun yapalım: Şeylerle oynamak yerine oyunu şeyleştirdin bu kitapta? O daha oyuncu bir kitap bu daha esrik bir kitap. Orda bariz bir özne var. Dalga geçen belki. Utku Özmakas yumruğu havaya kaldıran ama indirmeyen bir kitap demişti. Bu kitapta yumruk falan yok. Varsa da, benim eşyam, benim tekil tecrübeme gönderiyor. Sizi içermeyebilir ve elbette içerebilir. Bazı rağfiklerimiz biliyorsun o zaman üstümüze bir şey kondurmak istediler. İroni, ironi, ironi. Bu kitapta ona yer yok, ne mutlu. Rağfiklerden söz ediyorsun. Dostlar, yoldaşlardan. Elbette düşmanlar da var olmalı. Şiir ortamı küçük ve çok sayıda kamptan müteşekkil bugün. Arkadaş gruplarından. Olanlar ve olmayanları sıralamak güç. Hiçbir zaman güllük gülistanlık olmayan bu yer, ne yazık ki şimdi, tuhaf bir biçimde içindeki herkesin de kabul ettiği üzere, acınası durumda. Biliyorsun bizde yaman bir ad vermemecilik hastalığı var. Hepimiz kime söylendiğini biliyoruz o lafların ama isim zikredilmiyor. Bakalım bu hastalık sende de var 68
mı: Türkçe Şiir’de korkunç suçlar işlendiği aşikar, peki sence kim bu suçlular? Bizi ne diye lanse ediyorlar şimdi? 2010’lar kuşağı. Böyle bir bütünlük olmadığını iddia ediyor akranlarımızdan birileri de. Ben bu konuda hiç söz almadım (genelde de bu konularla ilgili söz almıyorum) ama benzer bir şeyler söyleyeceğim. Sözüm önemli mi ki? II. Yeni’de biz birbirimizi tanımıyorduk diyor, ama aynı şeyi yazıyormuşuz. Burada bir elin parmağından daha çok adam var, hiçbiri aynı şeyi yazmayan. Ancak, akışlar, kısmi takımlar, bir araya gelişler var. Bu takımları bilinçli ya da bilinçsiz hadım edenler var. Kimisi operasyonun başında, kimisi sadece yazmış, biz bir türlü etkisinden kurtulamıyoruz. Osman Konuk bu hadım edenlerden biri, Ahmet Güntan bu hadım edenlerden biri, Ömer Şişman bu hadım edenlerden biri. Enis Akın hakkında malumat sahibi değilim, o da bunlardan biri midir bilmiyorum. Arslanbenzer bu hadım edenlerden biri, İbrahim Tenekeci bu hadım edenlerden biri. Bu toplu sünnet töreninden sıvışanlar var, şükür, düşün sünnetçinin kendisi bile kaçıyor, çünkü bilmiyor. Sünnet olmak isteyenler var, yetenekçe az olup törenin sonuna kadar kalmak isteyenler var, bir de elbette çay ya da kahve demlendikçe, dibe çöktükçe, etlendikçe butlandıkça bu ağdan kurtulacak olanlar var. Benim özelimde sorarsan, ben sıvışanlardan biriyim, sanıyorum. Birinci kitapta bir İsmet Özel sesi olduğu söyleniyor. Hangimizde yok ki? Olabilir çünkü çok büyük çok kuvvetli bir şair. Ben Özel sesini şiirime dahil etmek istemiyorum deme gibi bir lüksümüz olmadı. Kulağımızın, kalbimizin içerisinde dolaşıyor. Dursun Göksu, “Osman Konuk’u en iyi özümsemiş adam” dedi benim için. Bu lafı söylediğinde, bunda utanacak bir şey yok, ben henüz Osman Konuk şiiriyle tanışmamıştım. Bundan sonra bütün kitaplarını alıp okudum ve yani öyle kuvvetli bir bağ bula 69
madım. Kendisine de yüz yüze buluştuğumuzda söyledim. Hafızanın oyununa gelmek istemem ama hak verdiğini hatırlıyorum. Öte yandan, Osman Konuk birçok kişide büyük yanlış anlaşılmalara ve şiirsel sapmalara sebebiyet verdi. Okuduktan sonra daha iyi anladım. Bence Göksu’nun böyle düşünme sebebi ikinizin şiirinde de sezdiğimiz ‘deha pırıltıları’ olabilir. İroninin, humour’un ciddiyetle yüceltilmesi de, diyebiliriz. Burada açımlama şansım yok elbette bunları fakat kullanılan enstrümanlar bakımından tamamen farklı olduğunu düşünüyorum. Lakin Dursun zeka gördü mü yabancılamasından olsa gerek, ikinizi aynı sepete atmış olabilir. O zaman sormayı düşündüğüm başka bir soru vardı onu araya sıkıştıralım. Şiirinin arkasında nasıl bir çizgi/hat görüyorsun? En baştan?
Sen biliyorsun, benim obsesif olduğum, bazı şairler ve bazı dönemler var. "Şeker pembesi bir akşam gidip geliyordu/ Bebek sularıyla göğün arasında". Mesela, Seyhan Erözçelik geçmeyen obsesyonlarımdan. Hızlıca söyleyelim. Şöyle: elbette, II. Yeni, İsmet Özel, Turgut Uyar, Seyhan Erözçelik. Bizim taifenin teveccüh etmediği hatta dalga geçtiği, arkadaşlarımızın kanatmak için aleyhimde kullandığı “Bademlerden Say Beni”nin mütercimi Cevat Çapan; “Türkçenin yaz şairleri” Alova, Sina Akyol etkileri var. Ne Ettin sen Ülkü Bey?” diye Levent Yılmaz’ın sitem ettiği Ülkü Tamer var. Bursa’da öğrenciyken elimden düşürmediğim İlhan Berk, Ahmet Oktay, Enis Batur, Parçalı Ham Öncesi Güntan, Lale Müldür. Seferis, Ritsos, Montale, Bonnefoy, Char, Cendrars. Bir kısmı Fransızcasından okuyamadığım için hicap duyduğum şairler. “Ceviz kıran saf dostum” Mandelştam var. Rilke, Trakl, Hölderlin. Whitman, Ezra Pound.
70
Yeryüzünün bu tarafındaki ve çok berimizde olmayan eski şiirle, şu bildiğimiz adlarıyla divan yada halk şiiriyle aranız nasıl? Üstâd biz İlhan Berk çizgisini benimsiyoruz yani ses imkanının aktarılabileceğine inanıyoruz, hoşumuza gidiyor. Ama arada mesafe var teknik sınırlarım içerisinde aşmakta başarısız olduğum/olduğumuz. Halk şiirinin de etkisi bana kadar ulaşmışsa, saydığım isimler üzerinden tevarüs etmişimdir. Sadece Anadolu halk şiirini değil, diğer milletlerin halk şiiri geleneklerini de kast ediyorum elbette. Biraz da mahcubiyetle, direkt kendisinden beslenme diye açık bir şeyden bahsedemeyiz herhalde. Yine de İdris Küçükömer’in mezar taşında yazdığı gibi, Yunus efendimizden; “Bilmeyen ne bilsin O’nu, Bilenlere selam olsun!”. Senin şiirinin arkasında böyle bir hat var. Şiir yazma niyetiyle biri buraya geldiği zaman berisinde böyle bir hat oluşturmak zorunda ve bigane kalamayacağı muhakkak okuması gereken şeyler var. Bugün yazılanlara baktığımızda hem bu tarihten habersiz hem de onun verimleri üzerine yeni bir verim koymak gibi bir kaygısı olmayan ‘şeyler’ bize yepyeni birer buluşmuş gibi pazarlanıyor. Bir de dar anlamıyla bir cehalet var; orayı yok saymak, bilmemek ve bunla övünmek gibi. Bugün şiir yazmaya kalkışan birinin zorunlu tedrisatı olarak neyi, neleri görürsün? Bu soruyu cevaplamaya mezun muyuz bilmem ama madem sorunun muhatabı biziz.O halde cehalet röntgenine kendimizden başlayalım. Halk şiiri, divan şiiri. Çin, Yunan, Roma, Mısır, Hint vb. bütün Antik şiir geleneği. İngiliz şiiri, haikular. Çünkü şimdi bütün yazılagelen şeylerin hem çok daha erkenden yazılmış en saf versiyonlarına ulaşmak hem de “bu yazdığım iyi hoş da, kerameti kendinden menkul galiba” şüphesini gidermek, acıtıcı şekilde mümkün. Onlar yokmuş gibi davranmayacaksın. Mesela, 71
Platon’dan bize ulaşan az sayıda ve en saf, berrak söyleyişe ulaşmış şiir. “Sana bakmak için gökyüzü olsaydım..” Bütün bunları hatmettin, sonrası var yani senden öncesi. Sanayi devriminden sonra dünya kendinden önceki bin senenin gelişmesini 200 yıl içerisinde yaşadı. Şiiri de böyle düşünebiliriz. Hala, evrende yalnız değilsin. Bunu yapamadığın zaman, senin burada yaptığın şeyin özellikle Türk resim sanatının çok büyük trajedisidir bu. Fransa’ya okumaya gidip yaşanmakta olandan bir önceki akımı Türkiye’ye getirmeleri gibi. Ya da Jön Türklerin, Namık Kemal’in, Marksizm, İngiltere’yi kasıp kavururken ona sırt dönüp, kendi ihtiyaçları olan pratiği milliyetçilikse milliyetçilik vatanperverlikse vatanperverlik. Onu almaları gibi. Biz buralarda bir şeyler yazıyoruz tamamen sezgisel yazıyoruz. Çok az sayıdaki insan dünyayı tarayıp ne var ne yok takip ediyordur. Biz burada sahiden kendimiz çalıp kendimiz oynuyoruz. Ha, farz mı? Şiirin şöyle bir güzelliği var başka türlere nasip edilmemiş. Saydığım beş bin yıllık mirası ıskalasan da çok güzel bir şiir yazabilirsin. Allah nasip etmiştir, ilham etmiştir. Fakat sistematize edilemez; sürdürülemez gibi duruyor. Peki şiir dışında zorunlu olarak bu tedrisatta bir alan görüyor musun? Tarih, felsefe, sosyoloji, psikanaliz yahut başka disiplinlerin işaret ettiği alanlar ya da geniş anlamıyla kültürün neresi? Sosyoloji okumak mecburiyetinde değil fakat felsefe ve tarih, kültür tarihi okumaktan kaçamaz gibi geliyor bana. Çünkü bu sayede ancak az önce bahsettiğim sürekliliği kavrayabilir. Kendisinin o an yaşadığı deneyimin biricik, müstakil, bir insanoğlunun başına ilk defa gelen bir şey olduğu yani çok özel ve ayrıcalıklı olduğu sapkınlığından sapabilir. Bu ister poetik bir sapkınlık olsun ister cinayete soykırıma kadar götürecek sapkınlık 72
olsun – ki o da poetik sapkınlık kategorisine giriyor zaten. Bundan ancak tarihsel deneyimlerin varlığına yaslanarak, ister döngüsel ister kırılarak isterse bizim inandığımız gibi “kırılarak ve sürekli” bir tarih anlayışına inansın nihayetinde bütün o deneyimi ıskalayarak….kendi bir şey icat ettiğini farz edemez. Bunun için felsefe bagajının da kuvvetli olması gerekiyor. Özellikle şiir bagajının ve kalan edebiyatın diğer türleriyle dünyada bugüne kadar yazılagelen ne varsa… Bu cevabınla önceki bir soruyu ilikleyerek yeni bir soru sorup sonra tekrar Ormanları Hayvanlardan’a ve oradaki bazı şiir ve dizelere dönmek istiyorum. Şimdi bu şablonunu çizdiğin beride duran tarihsel birikimi Türkiye’de sağlam bir biçimde alımlayanlardan, alımlama imkanına sahip olanlardan biri olarak yukarıda saydığın hadımcılar ya da kastratörlerden diyelim, Ahmet Güntan’ı anabiliriz. Biri de Enis Batur mu diyeceksin…? Ha-ha. Onu sonra analım. Şimdi şiirinin niteliğine nerdeyse kimsenin ses etmediği, üzerinde uzlaşıma varılmış şairlerden Güntan ve böyle bir birikimi de haizken (yada biz öyle zannediyorken), sahiden beş para etmez, ipe sapa gelmez, bu bahsettiğiniz zorunlu tedrisattan bihaber ve hiçbir esprisi olmayan şiirleri ve onların kötü bir espri tadında şahsiyetlere sahip şairlerini (benim çok sevdiğim şairlerden biri olan) Ömer Şişman’la el ele verip Türkçe şiirin ortasına saldılar.
Şimdi biz [ŞB] Ahmet Güntan poetikasını [AGP] iki dönemde hissediyoruz [İDH]. Parçalı ham öncesi ve sonrası. [PHÖ] Ahmet Güntan zaten çok debisi olan şair değil.Uzun süre uzak ka-
73
lıyor şiirden. Burada ürettikleri düşük debili ama çok güçlü. Sonra ortaya çıkıyor Parçalı Ham. 2010’lar kuşağını başlatan kitaplardan biri olarak kabul ediliyor. Bunu bazı kuşakdaşlarımız (!) da zikrettiler. PH’nın paltosundan çıkmışlar. Bazen kuşakdaşlarımız, konjonktürel olarak çok abartılı ifadeler kullanıyorlar. Bu da onlardan biriydi. Zırva tevil götürmez. Sonra hitap şiirler. Rağfiklerimizce küçümsenme pahasına, çok beğendiğimizi çeşitli mahfillerde ifade ettik. Bu şiirler, 2010’ların kendi lezzetsizliğini ortasından yardı. Ama şimdi son yazılagelen şeyler, özellikle Assolist dergisi etrafında kopan facia olacak şey değil. “şiirgeldikelimedeboğuldu” kitabındaki “beni suçluyorlar, ben şiiri ele geçirecekmişim oysa ben osuruğumla odamda oturan bir adamım” argümanının dayanaksızlığını ortaya çıkartıyor. Evet, bana kalırsa Ahmet Güntan gelip bu şiiri ele geçirmek istedi. Fakat oyuncuların direncinden mi ortamın rehavetinden mi, yoksa Türkiye’de şiir meselesinin inişte olmasından mı neden olduğunu bilmiyorum. Geri püskürtüldü. Konsolide etmeye çalışırken aktörleri atomize etti. Bir yayınevinin etrafında bir kuşağı toplamaya çalışırken tam aksi bir etki oluştu ve herkes bir tarafa dağıldı. Ve, tarihin cilvesine bakın ki, elde kalanların en cılızı, başladığında enfes bir girişim olan 160.km oldu. Yani herkes bir tarafa dağıldı en son kalan malzemenin düştüğü yer ise “Assolist Dergisi” oldu. Bu benim çok yakın olmadığım ama saygı duyduğum Kontra deneyimi ile Assolist’i karşılaştırabilir miyiz? Bugün, hiç tanışmadığımız bir aktör şunu diyebiliyor; “Halid Metin, Cihat Duman ile Ufuk Akbal’ın ortak mahlasıdır”. Hiçbir kesişmemiz yok, görmedik birbirimizi, sosyal medya dahil hiçbir yerde birbirimiz hakkında bir şey söylemedik, hiç kuyruklarımız değmedi yani ama adam kafasında beni bir yere yazmış. Cihat Duman ile ortak hareket edebilir, ortak mahlas kullanabilir, piyasaya ateş edebilir; işte bu şizoid bir kavrayışa işaret ediyor. Hakaretamiz olsun diye kullanmıyorum, demek ki bir yerlerde bizim o erindiğimiz soruyu soran adamlar var. Bizim işte o hege 74
monize etme işlemi dediğimiz şey bu. Zaten diğer aktörleri tanıyoruz; Arslanbenzer, Tenekeci tuhaf bulmuyoruz. Gelenek, kültürel iktidar, mevzi savaşları falan. Ama bu adamlar muhtemelen Arslanbenzer’i, Tenekeci’yi bu sebepten eleştiriyorlardır. Şu klişeye saplanmak istemiyorum bakın. Sizin sağda eleştirdiğiniz her şey solda da vardır falan. Böyle sağ sol bu basitlikte ele almak doğru değil. Ape diyor ki, İzdiham’dan kitap basarsan, oraya mahkum olursun. Kitlesi seni bir şekilde alımlar. Farz edelim İzdiham bize uymaz. Natama’nın dili uyar mı? Hazret sana demişti, anımsarsın, o kadar Reisçi dururken neden Gecü’ye saldırdınız, diye? Bu soru mu? İşte, bu nedenle bana en az İzdiham kadar uymayan dil, Natama’nın dili. Gerçekten de atlatılamayan post-Gezi travma, İslamcılarınki zaten sıkıcıydı ama en çok da solunki sıktı. Tuvitize Post-gezi kazanda İsmail Kılıçarslan’la bazı Natamacıları birbirinden ayıran nedir? Bugün 160 ile Natama’yı birbirinden ayıran zerre bir şey yok. Kişiler kavga ediyor. Biliyorsunuz. İnstagramdaki bir tartışmada, bir grup insan Ahmet Güntan’ın etine diş geçirmek isteyen raptor sürüsü gibi saldırıyorlardı. Bir başka grup ise canhıraş bir şekilde savunuyorlardı. Tam bir kör dövüşüydü. Hegemonizasyon vs. tamam. Sahiden nitelikli veya dönüştürücü bir şey ortaya koymak için bu hegemonizasyona girmenin belli bir meşruiyeti olacağına inanıyorum. (Sorsan bu cümle dudaklarını uçuklatır) Gelgelelim bununla uğraşırken ortaya çıkan ürünler mezkur tedrisattan o kadar bihaber ve poetik olarak o kadar düşük şeyler ki neden ve nasıl böyle şeyler yapılabiliyor demeden duramıyorum. Benim için akıl almaz olan şey bu. Aslında aklım alıyor da bazı günlere iliklediğim o şiirlerine konduramamaya devam ediyorum. Fakat bu kadarı kâfi. Sorunun bütün muhataplarıyla da keşke bir söyleşi yapsak ve sorsak. “Hegemon musunuz?” diye. Buradan bir çağrı yapalım hatta. Biz gelelim kendisine Halid Metin’le ya da beni mahzurlu bulan varsa, seni gönderelim. Söyleşinin ilk bölümünün sonu …
75
t e z g ă h1 2
O c a k ’
2018
rgideğil #tezgahfanzindirdergideğil#tezgahfanzindirdergideğil#tezgahfa