Tezgah7

Page 1

TEZGÂH

7


Kapak resmi: M. Volkan Ҫakır İrtibat: tezgahfanzin@gmail.com, @TezgahFanzin Dijital yayın: http://tezgahfanzin.blogspot.com


Jillet Debiontoloji

ABİLMUHSİN ÖZSÖNMEZ

İnsanın Masif Parkeye Verdiği Tepki rev.1 Hazgeçimsiz Çenek

ENES MALİKOĞLU CAN KÜÇÜKOĞLU

Nazım Geldi

SENA ÇELİK

Melek Makamı

UFUK AKBAL

Flugerot

USAME SÖYLEMEZ

Basübadelmevt Iskası

İSMAYİL SAKİN

Yeknesak

M. VOLKAN ҪAKIR ‫א‬

Bitkiben

HİKMET ARZU


Özgür Ballı şiiri üzerine “Dış okur” gözüyle Et Kısmı, Damgası Bir taze tecrübe olarak Bitkiben

CEVHER KARA

İSMAYİL SAKİN


ABİLMUHSİN ÖZSÖNMEZ

Jillet bir jiletin kulaç atması ette ilerlediği zannından sarfı nazar edilmiş bir jiletin kolları ve tank nefesi su verilmiş herhangi bir şeyin geçebileceği bir ağrıma parkuru kıvılcım ve kan şıpırtılarıyla olunan şevk çocuk bizi de Allaha şikayet et öğürürken anlamalıydık kan olduğunu dudaklarımızda o kadar çelik sandu ne sike yararlar bir kalabalık jileti kesmez kabul görüyorum eğilmiş taşlardan eğilmiş evlere tankı tanıyan tankın gözlerine bakmış suyu eksik verilmiş herhangi bir şeyin yaşayabileceği yatay dikey yerlerden kovulmuş bu jiletin kulaç atması nerede kesilecek bu evler neden rahim dışarısı kist nasıl bilginindir neşter hançer aşkın jilet senin yüzüyorum bu deniz patlayacak bu kulaçlar senin sıçrayan su değil kan verilen kan değil su yüzüyorum deniz anlamadan bu sağırlık senin ustura kılın kılıç Alinin jilet senin


Debiontoloji Şu durmuş oluk belirince akla lebi bi’sik varmış gibi kımıldatan lastiğini gevşeten maskenin olma aklı görünürlü bu kalp izi delirtebilir ileriye edebilir ses arıyorlabilir baygın iriltecek eğil kırıl kal anına üfleriz insan mıyız? kalbi bölüştü buna kal düştü olabilir ne çok üzünç heba etti çokça üzünç oluk olabilir bolca döl ölük bölüştüremedi dura ola göre olabilir yız sonuçta yız

yaşayabilirdim telsiz bir sazın içinde kırmadan içeriye doğru bir şelpe kuşu hem tahtalar kurur mu kara mara arada bir semâhilen tavlardı duru bu duruk olmuşoluk gözle uzlaşınca kalbi bi’sik varmış gibi cırlatan sanki o kadar eti ben yedim alını yuvarını akını karasını bilmeyen taşikardiye müptezel pompala pompala pompala koştur kanı


ENES MALİKOĞLU

İNSANIN MASİF PARKEYE VERDİĞİ TEPKİ rev.1 Bana fazladan bir şey verilmedi Tüm vergileri ödendi yenilmelerin. Kandırmayalım birbirimizi herkesin hayatı roman evet; herkes çok acı çekti seninki de yapılırken gerçek olaylardan esinlenilmiştir ve herkes bir kere ölü ele geçirilmiştir. Avurtları kurtlu bir savaşçı olmak istedik: 23 Vazgeçtik avuçları terli geçtik ormanın derinliklerine:24 Madem korkunç bir arbede, madem birlikte:25 26-27-28 bakırköy-incirli, Maslahat gereği değil şehre inmemiz Biz hep burdaydık gidecekseniz siz gidiniz Çıkmazdı da sokak bizim: 10 Gagavuzların hiç bahsi geçmedi: 15 Oyunlar oynardık, sonradan komplo teorileri: 20 Kitaplarımız balistik incelemeye tabi: 25 [25 demiştik] yine deriz Biz değil de Kedimiz kapının önünde şehit edilmiştir.


CAN KÜÇÜKOĞLU

Hazgeçimsiz Çenek I. bir yaşa kadar azdıktan sonra gözler içine içine uzamaya başladı daha yalan olmasın görülmemişten içerledikçe kırgı kırgısındann içerledikçe içerledikçe geçmeyende geldiniz- deyişiydi sanki hiç tanımadığımızın nasıl da sanki kalbimize kurtulmamışlıkta bir yer kotardık bir yer, hissi hiçbir uzakça zikredilmemiş henüz erkene mahsus sevinmek yüzünden -gibi hep bir kıymık sonradan batmama yalnız yalnız battığı sonradan çıkarılan acıdık baktık ki değilinin kendisizliği bu hep yetişir tam kotardık derken oramızı – aleyküm selamm


aleyküm selam biz böyle böyle, hiçbir yerden olamayaydık sanki teşekkür etmeyi sevdiğimiz olamayalardan olduk da olduğumuz hiçbir yerin olmasından yana olamadıktı neden ve durduk mu durduğumuza yine demek mi deyip demek mi düşeni vardığıyla vurmayı seviyor düşte bir cennet ilan ettiren öncesizlik vestiyeri bu dağır orada sanmamız kırıldı–hep ilk bütün dilleri yalnızlığa tapan bir son ilk şehir kurgusuzu gözlerimiz kırılmadı kırılmamaktan hiç sanamadıkça andığımız sonra yüzsüzlük kurumuna inkar bütün erektelik filmlerinde unutulan bir Azrail vardı insanlar Azrail olmasın diye yaratıldığı unutulmuş uzaylılardan daha çok beklediğimiz bir haşa! insana ondan daha korkunç ne gelebilir-desek etliği belli cinnetlerimiz ondan daha korkunçtu anam babam siz hiç katliam bakarken devlet olmak korkumuza uyku dünyaya masal olmayan bir medet yaşatmadınız mı?

II. ne hikmetse, ayrılamadık o olamamaya hizmetten hiç demek mi su bizden böyle yitirdi acısını biz?


sormayı utandırıyoruz şimdi kendimizden başka kimseyi uyandırmalı mı? ve sarılamıyoruz bozacaklığı ifşa olmamış yeminliye biz erken gerilim sonucu iç çekişmek gibi göğ gibi sülük doğrusu her yende göğe göğden daha çile “özür geçiremiyoruz” içliği sesimizle biz bilgiye panik ayak aktarmasıyız her kaneh delirmeye sorgusuz kucak seccade biz mi? hasan hüseyinin aşk şiiri yazamazında gizleniyor utanırken bile belli olmayışımız şimdi hiçbir ses mi prodüksiyon hariç değil vah! paranın kutsal yerleri adına değile kapanmış çocukların kırılacağı amaya vah! vah! ama ya, mutluysak bizsiz de güzel olabilen derlerdendi bilinmeden de güzel sevilmeden de güzel biz? doğum sona ermeden evvel yaşarsak sualindeki cisimsiz renk şimdi gerçek bir acil gerek bize güneş görmemiş ayın sessizliği çün hala hala kusuyoruz demek olsun mu? bu kışla bize döndürsün suyun acısını bize bu: sonsuzluk örneğiyle arlaşılamamıştır


SENA ÇELİK

Nazım Geldi yanımda aşklarınıza nazlandınız dudaklarınız salatalık kokuyordu selfie pozisyonunda büzüp Bükümlü yoldan aşkım iyi hiss… hissiktir diye devam et, virajdan dön orda seni yalnızlık karşılaya cak kucak aç parantez (kucak dolusu seviyorum) orda seni, papatya buketinde bir paket falım ciklet yak ve söndür şişir ve patlat yakışsın elinden ağzına giden yolda patlat, patlattıkça azalsın hissedemediklerin şişir, şişirdikçe büzülmekten alıkonulsun kalp dik tut başını ve her defasında imajının imajına ben güçlüyüm (dik yoldan dümdüz yardır) orda bir viraj var köşe başında da devriye ekipleri omzunun kavşağında soluklan kendinin sokul usulca, okşa usulca, “miyav” demesini bekle üşüyorum de, sarılsın sana kanatlarıyla gölgenden uzanan


nazım geldi diye küfret diğer şoförlere nazım geldi siz de fazla salatalık? aşkım iyi hisss MEDENİYET SOKAK NERDE? -ABLA HİSSİKTİR’DEN DEVAM ET, VİRAJDAN DÖN işte orası anlamış gibi devam et devam etmiş gibi bırakmayı bırakma hayatı yaşamayı bırakma güçlü olmayı öğrenmeyi de öğren ayy ne çok hayat bilgisi tırnaklarımı da kesmeli miyim? kırmızı ışık lök durmalısın syf 12 üçü alt alta bak ne diyor? DUR Devam et Hazırlan önce kurallarınıza sıktım sıyrıldı nazım geldi diyorum yarım saattir yarım saattir selektör yapıyor anasının evladı. Küfür etme! şiir’i uzatıp duygusallık yapmak değildi amaç nazlanıp gidecektim ayakta kalmazdı misafirler trafikte tutulmazdı hastanede sıra beklemezdi bu dünyaya misafir olmaya gelmediysek (?) azcık nazlanıp gidebilir miyim …____


UFUK AKBAL

Melek Makamı mintanımı giydimse de şile bezinden kenarları revaklı geç kaldığımız randevu annemizin inşirah ameliyatı dibe dalan, bulan, bulduğunu yukarı taşıyan cerrah uzun ve kararsız bir dalgıçtı alnından akan terleri sildirmeden hemşiresine damlayıverdiler annemin o geniş mekan kalbine kuş bakışı izliyorum dünyayı, tevbe fizik ve geometriyi asla şirkin ilimleri yaptırmayan ben ama korkarım ve de korkarım oysa koca bıçağıyla üst batını yararken korkudan korkuluklarıma tırmanan gelinciğin tedirginliğinden korkarım


kan durdu, kalbin o yeşil eğrisi yükseliyor denizaltına ne mutlu, su üstüne çıkıyor ve dalgıça ne mutlu vurgun yemeden bu kışa da getiriyor rızkını dipten mercanlar, süngerler ve saf balıkları denizlerin rahmaninofa ne mutlu çalıyor soğuk ameliyathane ovasında terzi dikti deriyi kan pıhtılaştı korkan gelincik inine kaçtı biz, annemle ikimiz inerdik engebeli makamlardan ve beklerdik bir kış ağacı kadar kararlı olmasını dalları kafamızı boydan boya yaran dikenleri mündemiç iklime karşı bir sığınak ve ulaşırken sondajbilimci atalarımızdan el almamış ve pencereden giren tansıksı temiz havaya aldanmamış melek makamının o ballı meyvelerine.


USAME SÖYLEMEZ

flugerot Sırtımda bir ayı var sanısını yürüdüm gitmekken madde kamulara dahil iki okullu olmak durumu bıraktım ↑ arkamda ↓ bir sürü ceset akrabalardan vakti gelmişlerden ve bir kan davası bile nermini namluya kurdum çalan saatleriyle hırsızlar gecikecek adını söylemeyeceğim zaman yaklaşırken asgari bin kilometre dolanarak etrafından malatyaya imanımın artması onaracak onaracaksa hafif tütüne katılı gülen iti öldürmeği bende kalmış çirkinliği ve damaksız örtünemez hakiki halı yanığı ↓ dişinde kalmış sigara lekesi ↓ gülüşünde ↕ Perdeleri katiyetle açmadım bir hafta oldu penceresiz kalmış mıyımdır piknik tüpleri yakıyorum da benim odam köşelerde mumlar var ıslanıyor ısındıklarım oda hala benim


güzel ve bazen için bir şarkıydın ne zaman vazgeçtin içe çekilmekten/ sanki çatlatıp külü tabakta çelmeye döndün. yine bileklerime zede zede ağrıyan kavimlere geçmiş olsunlarınla / bazı yüzlere eski gözlere bakmanın koyayım yenilmek pir gibi ben sigara ben bir dedemle tam bakırdan surlara bakmadan kahvenin mırralığıyla üzerimde derim o kadar seyrek kalbim dua etmemişsin sanki allahın kabul katında bir eksikliğim var yüzünü çizmek istiyorum yüzünü çizmek istiyorum yüzünü çizmek istiyorum yüzünü çizmek istiyorum göz önünden gitmeyen hiç bir kağıda


İSMAYİL SAKİN

Basübadelmevt Iskası Açlık ile tokluk grisinden Ne olduran ne öldüren arasından şiir sızı Bir hakikat tipisi korunağı fanusu “Bir oyun kurdum kitap yiyordum poz yiyordum sigara yiyordum” fanusu Çekildi anne içine baba içine kardeş içine mesafesi Yok bildiğin mesafenin patlaması diye kaydolunan adam olunması Dişlerin eksilmesi ferin eskimesi kalbin yorulması sinirlerin acı dokularının altında kuruması Gülüpgeçmenin omurlarda sıkışması fıtığı Kopması sinirlerin, avuçların tırnaklarla oyulması Dam akışları soğuk katılığı iman donması İmanın bir battaniye olması altından kemik üşümesi Sevgi duvar kağıdı alttan çaresizlik kusması akan evler


Sevgi sıvası yine, feda sıvası, suçluluk duygusu kusman içe kusman akan evler Zayi zaman, bir yaşlılık huzuru inşasının iskanının çıkmaması Hayırsız çıkması, hayrın şehrin içinde metrobüs içinde sgk içinde buruşması banknot jileti Otomobile ve inşaata relatif gövde küçülmesi el küçülmesi Özel hastane diyebirşeyin magmayı patlatmaması Kemik erimesinden annenin cm ölçeğinde kısalması duyması artık duyurması Hiçbirşeyi duyurmayagelen incinin çatlaması Buna uykunun kaçması Gençlik kaybına eşlik rasyonel püskürmesi dünya yakazası Ağlama imkanının, parçalanıp bir imkana doğma imkanının yerini şiire bırakması Yani anne öksürüğü vokaliyle boka gül biçimi vermenin sağladığı dopamin uykusu Yani hayra hep uzak düşüşün Hayrın akacağı koltuk altının kuruluğu Ellerinin kuruluğu, kurusunluğu, kuruduluğu “-mın”ın, “-nın” olması utanması Dizeye oynaması hala utanmaması hala akan evler akan evler.


M.VOLKAN ҪAKIR Yeknesak* İstanbul’a

saçmasapan asimetrik bir yağmur yağıyor. Güzel kızları ıslatmıyor bu yağmur. Diğerlerini çok ıslatıyor. Beyoğlu’nda acı sakızlar satan adamı en çok ıslatıyor mesela. Kemal şu notları düşürdü sigarasından sarı kağıtlara: İnsan geleni varsa durabilir ve bekleyeni varsa gidebilir. Bekleyenin yoksa durduğun yerden gidemezsin, gelenin yoksa gittiğin yerde duramazsın. Yalnızlar araftadır bu dünyada: hiç durmadan bir gidiş ve hiç bitmeyen bir bekleyiş. Yalnız olmak böcek olmaktır. Hep hareket halinde. Hiç beklenmediği yerlere giden, gittiği yerde hiçbir şeyle kavuşmayan bir böcek. Bazen cehennem gibi bir koloniyle, bazen suratsız kırıntılarla birleşen ama hiç kavuşmayan bir böcek. Yalnız olmak en rezil böcekliktir… Kemal önce böcekleri kafasında mavi mavi kurduğunu sonra da kahvehanenin camında kavuşup büyüyen yağmurun çocuklarını farkediyor. Bir avuç küfrü kağıttan gemiler gibi salıyor akıntıya. Galata’da karanlık bir balon şişiyor. Akşam önce bir mızıka sesine sonra bir karga çığlığına benziyor. Ve en son illa ki Kemal’in tüylerinde yoğunlaşıyor.

(*) devam etti ve edecek!


HİKMET ARZU Bitkiben kullanım kılavuzu olmayan bir makina karşısında ne düşünürsünüz? bu makinanın ne için tasarlandığını anlamak istersiniz. biraz daha zeki olan sorar: bu makina nasıl benim önüme çıkmış olabilir? önümde bir makina var, ona ihtiyaç duymadığımı biliyorum ama önüme çıktığı an ondan uzak duramayacağımı da anladım. peki bu uzak duramadığım makina ile ne yapmalıyım? makinanın ilginç görüntüsü, işlevi hakkında hiçbir bilgi vermiyor. makinanın yüzeyini kaplayan şu dikkat çekici tuşlar ne işe yarıyor? göstergeler aslında neyi gösteriyor, çekmeceye benzeyen şu gözler, birer kilidi andıran ve anahtara ihtiyacı olduğunu düşündüren şu girift boşlukların anlamı ne? bu makine içinde ne saklıyor? ne vaat ediyor? sakladıklarıyla, bu tuhaf bütünlüğüyle neyi açık ediyor? ambalajı yok: biri onu açmış, onunla karşılaşacağım bir noktaya koymuş. makina ile karşılaşmam ayarlanmış mı? hayır. öyle de görünmüyor. makina ne çok yeni ne çok eski. sanki geçmişle geleceği cem edip şimdiyi işaret ediyor, onun nasıl ele avuca gelmez tuhaf bir şey olduğunu gösteriyor bu makina. acaba makinayı tasarlayanın amacı bu mu? emin olmak olanaksız bu makina karşısında. çünkü hiç kimse onu sahiplenecek bir gerçeğe, inanca, ideolojiye sahip değil: bu makinaya bakanlar sahiplendiklerini görmüyor. aksine sahiplenemedikleri, çünkü biraz sonra kendilerine yönelip yönelmeyeceğini kestiremedikleri bir gerçekle karşı karşıya. makina benden hiçbir şey talep etmiyor. ona baktıkça ben bir takım taleplerde bulunacağımı düşünüyorum. emin değilim. bazıları makinaya bakıp onun hiçbir işe yaramayacağını düşünüyor ama onu parçalamaya da çekiniyor. sanki makina ona zarar vermek isteyen insanları engelleyecek bir güce sahip. tasarımına bakan dikkat sahibi kişiler bu makinanın mutlaka anlamlı, vazgeçilmez bir işlevi olduğuna emin oluyor. sanki fişi hiçbir prize girmemiş bu makina çalışmaksızın bir şeyleri çalıştırıyor. bu nasıl olabilir? bir tasarımcı, niye tasarımının ne işe yaradığını açıklamaz? niye onu insanların önüne koyduğu

halde onun insanlarla ilişkisini belirtmez? sadece insanlarla mı? bu makinanın dünya ile diğer nesnelerle bir ilişkisi de yok gibi görünüyor ama içten içe dünyada anlamlı olan bir şeylerle derinden bir bağı olduğunu düşündürüyor bana. makinayı gören onu bir daha unutamıyor, onu kullanamasa da onu görmüş olmak tüm makinalara bakışını değiştiriyor. hatta hayata, dünyaya, anlamı ve işlevi olduğu düşünülen her şeye başka bir açıyla bakmaya başlıyor insan. sonradan, çok sonradan şunu kavrıyor işte: makina tam da bu işe yarıyormuş; zihinde, akılda çözülemeyen bir nesne, çözülebilen tüm nesnelere farklı bir yerden bakmak için yepyeni bir alan açıyor. böylece kişi kendini çok eski bir şeyin, hayatın ve dünyanın karşısında kuşkusuz bir yenilikle donatılmış buluyor. bir tür zırh bu makina. bu zırha bürünen tüketilmemeyi garantiliyor. yukarıdaki makine eğretilemesinin ve ona bağlı tespitlerin yapılmasına, soruların sorulmasına ömer şişman’ın bitkiben ’inde yer alan şiirler sebep oldu. bu şiirlerle ilk karşılaştığımda onlarla ne yapacağımı bilemediğimi hatırlıyorum. kötü müydü bu şiirler? kötü diyemiyordum, kötülüğü gömmüş, onun etkilerini, ahlak açısından incelenecek her şeyi gözlerden uzak tutmuş bir bilinç vardı önümde. incelikli bir kurgu vardı: hesap edilmiş, birbiriyle örtük, dolaylı bir ilişki içine girmiş unsurlar neden, nasıl bir motivasyonla bir araya geldiklerini fısıltıyla bile bildirmiyordu okuyucuya. şiir mühendisliği denen şeyin türk şiirinde böyle boy gösterdiğini düşündüm: duygunun değil aklın, apaçık anlamın değil kelimelerin, sentaksın işlevinin öne çıktığı; mantıklı olanın değil grameri, sözdizimini bozmak pahasına okuyucunun zihninde uyanacak etkinin göz önünde tutulduğu her biri başka bir tasarıma sahip şiirlere bakıp da onları kötü bulmak olanaksızdı. öbür tarafta estetik algıyı da dışarıda bırakmamı istiyordu şair. soyunmalıydım bu şiirlerle. ama neyle giyineceğimi, giyindiğimin varlığımı nasıl örteceğini de bana göstermiyor, bana kendi varlığımla ilgili hiçbir vaatte bulunmuyordu bu şiirler. giyindiğimde yansımamı seyredeceğim bir ayna bulamayacaktım karşımda. kendimi


erteleyecektim ya da kendimi ertelenemeyen bir şeyin, şu büyük hayatın akışının içinde yeniden kavrayacaktım. belirsizlik öyle güçlüydü ki aklımla, irademle, kalbimle belirlediğim her şey bu şiirlerin karşısında benden uzağa düşüyordu: ya çıplak kalıyordum ya da şiiri giyinip nasıl göründüğümü bir türlü görememeyi tecrübe ediyordum. oysa şairin ne yaptığını görüyordunuz: sözgelimi harfleri siliyordu, fiil olarak düşünülemeyecek kelimeleri bir fiil gibi çekimliyordu. şiirlerdeki söyleyiş, kavrayışın kas dokusunu tümden felç ediyor; sözgelimi dans gibi bütünüyle harekete yönelik bir sanat hakkında hareket etmeyen dizelerle, okuyucunun şiiri okumasını engelleyen bir yapı inşa ediyordu: şaşırtmaca denmezdi buna. insanı şaşırtmak için ona önce çok iyi bildiği bir şeyi sunarsınız. ömer şişman okuyucunun tüm birikimini işlevsiz hale getirerek, onu çırçıplak yakalıyordu. bir anda spotların ortasında buluyordu okuyucu kendini. başka bir şey giyinmeye, çıplaklığı örtmeye zamanı yok: işte okuyucuyu çıplak bırakmanın anlamı da böyle ortaya çıkıyordu: tecrübesini bu şiirin karşısında kullanamayan okuyucu, şiir adına bildiklerini bu şiiri değerlendirmek, eleştirmek hatta onu beğenmek yada kötülemek için de kullanamıyordu. okuyucu kelimenin tam anlamıyla çıplaktı. böyle bir çıplaklığa erişen her kişi gibi okuyucunun da bu sayede derinden kavradığı şey kendi benliğiydi. bildiğim iyi şiirlerin bana hissettirdiklerini, düşündürdüklerini bu şiirlerden talep edemiyordum: şairin duygudan bahsettiği anda bile okuyucunun duygulanmasını engelleyip onu zihinsel bir etkinliğin içine ittiğini seçiyordum. üstelik zihinsel etkinlikleri de belirliyordu şair: okuyucunun şiiri kaydetmesini, hıfzedip onu kendi zihninin, hafızasının, düşleminin, imgeleminin bir parçası haline getirmesini engelliyordu. okuyucu şiirdeki fonetik örgünün, harfler eksiltilerek, heceler dalgalandırılarak oluşturulan aşılması güç duvarın gerisinde

kalacak, onu hiçbir zaman aşamayacaktı. şiir okuyucusu için bu dünyada algılanmasına izin verilen birer öbür dünya parçası idi bu şiirler. aklın öbür dünyası. okuyucunun zihninde hazır bulunan şiir düşüncesinin ona duvarı aşmasında, şiiri yarıp geçmesinde hiçbir faydası olamazdı. okuyucunun, bir şiir okuyucusu olarak edindiği tüm birikimi, ezberlediği, çözdüğü tüm numaraları/ oyunları dışarıda bırakması gerekiyordu. hele de okuyucunun şiir budur diye işaret ettiği hiçbir şiir, bu şiirlerin karşısında ona avantaj sağlamıyordu. hatta şöyle düşündüm. ömründe hiç şiir okumamış biri, şiir adına ilk kez bu metinlerle karşılaşsa kelimenin tam anlamıyla acemiliğini bu şiirlerle çıkarsa nasıl olur? bu soruyu bugüne dek sadece bitkiben ’deki şiirleri okuduğumda sordum. tecrübenin, hafızanın şiirle ilişki kurmaya yetmediği, yetmek ne kelime şiire girmeyi, şiirin önünde örülen duvarı aşmayı engellediği kaç şiir okumuş olabiliriz? okuyucunun hüzünlendiğinde, sevindiğinde, hayatın içinde yorgun düştüğünde kendini kavrayacağı şiirler değil bunlar. aksine okuyucunun gündelik hayatta kullandığı aklı pişirecek, onu dumur ederek donatacak bir bakış sunuyor ömer şişman. okuyucu bu şiirleri okuyacak, onların ilginç kurgusu karşısında kendini yadırgayacak, bu şiirlerle ne yapacağını asla bilemeyeceği için her şeyi bilmeye yaklaşacaktı sanki. iddialı görünüyor: her şeyi bilmeye yaklaşmak. öyle. sahiden öyle. ama bunu düşündürdüğü için şaire kızamayız. zira şair hiçbir şiiriyle böyle bir vaatte bulunmuyor okuyucuya. sadece şiire eğilen bir okuyucunun bu satırların yazarının aklına çakılıp kalan gerçek bu. ideolojik, etik, estetik bir vaaz vermeyen şair tüm bu alanlarda okuyucunun zihinsel etkinliklerini etkiliyor. şiirin böyle bir işlevi olduğunu da böylece zamansız ve hazırlıksız öğreniyoruz


CEVHER KARA Özgür Ballı şiiri üzerine Şiir mecrasına su taşıyan son dönem şarilerinden kitaplar edinmek isteyince Ebabil Yayınları’nın birkaç kitabını siprariş ettim. Özgür Bey’in kitabını seçmemde kendisinden çok önceden (ilk 2009 yılıydı sanırım) haberdâr oluşum, yardım etmiştir sanırım. Sözü uzatmadan konuya gelirsek: Baştan söyleyeyim ki bu yazı, bir eleştiri yazısı olduğu gibi bir yönüyle özeleştiri yazısıdır da. Çünkü yaptığım tenkitlerin en azından bir kısmını üzerime alıyor, benzer hatalara düşme riskimin hep var olduğuna inanıyorum. “ben seni sonra ararım” isimli, içindekiler kısmında 27 şiir başlığı olan, 86 sahifeli ve Ebabil Yayınları’ndan Ocak 2016’da çıkmış Özgür Ballı kitabının en büyük artısı samimiyeti. Onca şiir içerisinde çocukluğunuza, siyasete, sosyaliteye, gelenekşimdi çatışmasına, oğul oluşa, şehre, komşuluğa, halka, uluslararası ilişkiye vesaire dair onlarca samimi dize var. ama çarpıcı, kanatlandırıcı, başı kitaptan kaldırıp bakışı ufka yöneltici, okuru canevinden yakalayan çok az dize var. Sıradanın şiiri değil, sıradanlığı seçmiş bir şiir. Bundan başka… Kitabın yaklaşık yüz yerinde karşılaştığımız aksaklıkları şu dört başlık altında topladık: Ah Muhsin Etkisi Enes Malikoğlu, “2000 kuşağı şairleri Ah Muhsin Ünlü’nün paltosundan çıkmıştır” dedi. Cevher Kara da 24 Şubat 2014 tarihinde, “Anlam Adım” şiiri için “elinize sağlık, çok güzel” diye tweet atnıştır Özgür Ballı’ya. Özgür Ballı da “ gerçi “yağmur yağdı sen dedim camlara koştum” demiş ah muhsin ünlü çok zaman önce. bazı şiirlerimde kendisinden epey bahsettim. aslında şiirlerini seviyorum ama benim şiirimin üstünde hiç etkisi yoktur. gerçi bir dönem çoğumuz

bununla suçlandık falan.” diye buyurmuştur “ben seni sonra ararım” kitabında. Şimdilerde kendisini sinemaya vermiş olan Ünlü, meydana getirdiği tesirin farkında mıdır bilinmez ama bir kitapla şiire topla tüfekle girmiştir. Onun şiirindeki zevkli absürdizm, kelime/imlâ üretimi, ironi (ille de ironi canım ironi), bıçkın ama Rabbine karşı hep mahcup ve seslenir konumdaki duruş; kalıcılığı ve etkileyiciliği ile taklit edilmeyi beraberinde getirdi. Bu, biraz dokunmatik ekranın yarattığı etkiye benziyor. Hepimiz şiirimizin dokunmatikli olmasını istiyoruz çünkü çok tatlı, kullanışlı ve sattıran bir şey. Başka bir ifade ile Ünlü’nün şiirinin ortaya çıkışı, şekerin bulunması gibi bir şey. Tatlıların yegâne tatlandırıcısı sanılan şeker. Hepimizin sevdiği şeker. Ama gereğince ve kıvamında kullanılmadığı zaman yürek bayan, bir iki lokmadan, yudumdan sonrasını getirtmeyen şeker. Tabi bunu her şeye uygulayabiliriz kafiyeye, ironiye, gündeliğin basit eleştirisine, kelime oyununa… Tüm bunları ve benzerlerini şiirde kullanmak zor şey. Zor çünkü tadında olmazsa bayıyor. Hele bu kitaplaşınca daha da… Neden kitaplaşınca? Zira aynı fazlalıkları barındıran on, yirmi şiiri art arda okumuş oluyorsunuz. Yani şeddeli bayma. Ah Muhsin Ünlü’nün, Özgür Ballı şiirindeki ikameti, ya doğrudan dizeleriyle ya isminin geçmesi şeklinde ya da bir esin kaynağı olarak gerçekleşiyor. Bunu doğal mı karşılamalıyız; yani Malikoğlu’nun tespitine dayanarak? Sanmıyorum. Zira karşımızda duran şey, bir tepkime şeklinde etkilenimden ziyade, birbirini bulmamış bir karışım olarak etkilenim. Bu durum, okura zevksiz bir dejavu yaşatıyor ve müellifin şiirinin görülmesine mani oluyor.

“babam istediği sorudan başlayabilir mi?”

[Yarala/Özgür Ballı]

“ben annem ölürken çok ağladım çünkü annem”

[Resulullahla Benim Aramdaki Farklar/Ah Muhsin Ünlü]


“çok dişsiz bir babanın çorbalar dolusu oğluyum”

[Çok]

Annemi daha içeriden açıklayabilirim

[Kutubu-u Şikeste/Ah Muhsin Ünlü]

“pas hüzünlü bir şeydir bunu en iyi tiren bilir tiren demek bir şair alışkanlığıdır ben hiç şair değilim”

[Uzun İzin/Özgür Ballı]

“pasiflora anlamında tiren koşayım”

[Karıcığım Bana Eroin Koya/Ah Muhsin Ünlü]

“İki tiren öpüştü mü kondüktör yanar?”

[Lâl, Gül, Döl/Ah Muhin Ünlü]

“sen içeriye çay koymaya gitmişsin.”

[Bileyiş/Özgür Ballı]

“hadi iç de çay koyayım, olur mu”

[Arial 12 Punto/Özgür Ballı] [İtalikler Ballı’ya ait]

“-haydi iç de çay koyayım.”

[Hatırlat Da Haziran Sonlarında Çocukluğumu Yakalım/Ah Muhsin Ünlü]

Yine “baba” figürünün Özgür Ballı şiirinde yüksek ve yoğun miktarda kullanımı, Ünlü şiirindeki “anne” figürüyle takası şeklinde görülüyor. Ve şu kahrolası mı diyelim ne diyelim bilmiyorum şu “çay” imgesinden bir türlü bıkılmaması. Hatta “çay” bile değil “çay koy/ayım”ma şeysi… Ahh.

sorunsallığının bile… Tabi bu, şiirin okunaklılığını azaltıyor ve zevkini öldürüyor. Böyle yaparak şiire imkânlarının üstünde, üstünlüğünün altında bir rol verilmiş oluyor. Şiir, diğer ifade araçlarının, bilhassa söze dayalı araçların yetersiz kaldığı zamanlarda devreye girmeli değil midir? Eğer attığım tivitten, şebeklik olsun diye yaptığım espriden, herhangi Şiir Tartışmaları konulu bir düz yazıdan; şu veya bu şekilde, şu veya bu kadar bir farklılık taşımıyorsa neye yarar Şairin kendi şiiriyle/şiirleriyle olan kavgasının, şiir? Nedir bunca dile dolanan –ki artık gelgitlerinin, karasızlıklarının şiire fazlaca fazlasıyla- şiirin varlık etkisi? aktarılmış olması. Hatta bu aktarımın

“bir şiiri daha hiç ediyorum böylece -bir şiiri daha hiç ediyorum böylece sadece şariler okur kimseler ses etmez bütün raflar küçük iskender-”

[Buralı]

“kurallarla oynuyorlar o’lum, şiir hiçbir şeydir”

[Çentik Hesabı]

“hem hüzüntülü kelimesi kötü bir buluştu … düştün, düşümdün diyen o kötü şarilere inat bir türküydü…” [Çentik Hesabı]

“çünkü şiirler yazarsak çocuklar ölmemiş sayılacak gazze demeyeceğim bana yakışmaz, ilgi alanım değil”

[Like]


“az kaldı şimdi çok sevdiğim her şey her şeyin ayrı yazılması kadar saçma” [Çok]

Belki de şair, okuru şiirin her aşamasına katmak gibi bir endişeyle ya da savunuyla yapmıştır tüm bu şiir içinde şiir konuşmalarını. Ama düşünebiliyor musunuz bir filme gidiyorsunuz ve filmde ikide bir yönetmen(ler)den, sinema sanatından, bu sanata dair tartışmalardan bahsediliyor. Fakat sorun şu ki bu bir belgesel/eleştiri/poetika filmi/kitabı değil. Kelime Oyunları Vesaire Kelime

oyunlarına

ve

gündelik

tabirlere,

çocukluğa dair göndermelerine (bkz: patlak lastik top) fazla yüklenilmesi. Sanırım bu kelime oyunu denen meret, sadece Ballı’nın başına bela değil. Tüm şairlerin düçar olmakla karşı karşıya bulundukları bir sorun. Kendi adıma yakın bir zamanda aldığım kararı, kelime oyunlarını azaltma kararını “ben seni sonra ararım”dan sonra daha isabetli buldum ama tehlike henüz geçmiş değil. Ki yer yer, bahsettiğimiz o göndermelerleri de katıp daha da bir şişmanlatıyo şiirini Ballı.

“ben seni seviyordum sen orda çoktun”

[Bileyiş]

“eniyiniyet kemerini takmışsın talihsiz”

[Bileyiş]

“yağmasaydı sonumuz böyle”

[Buralı]

“bırak hava bozulsun, gönlünü alırız, boş verelim”

[Buralı]

“bırak adamlık bizde kalsın, adam olunca giyeriz”

[Buralı]

“içimde kalıyor yara, tuza basma iz olur”

[Çentik Hesabı]

“bin kez kullanılmış, git pazarına düşmüş”

[Çentik Hesabı]

“metalin yorulması bir yalnızlık olayıdır”

[Hangi Çayın Kaşığı]

“gözlerinin kırmızı çıktığı fotoğraflarda durdum”

[Hangi Çayın Kaşığı]

“özgür c.: bir ankara kırılması, az sonra”

[Hangi Çayın Kaşığı]

“bizim büyümemiz kadar çok sapandı saçma kendini çok bozdu diyorlar bugünlerde”

[Çok]

“barkodumuzun altında nottur soğuk içimiz” [Like]

“bunlar hep İsrail oyunu bunlar hep netan yahu!”

[Like]

“şarjımız yettiğince kahramanız hepimiz”

[Like]

Gündelik olguların, deyimlerin doğrudan veya tahrife uğratılarak şiire alınması hakkında “şair bu olgulardan, deyimlerden etkilenmiş, kelimle oyunlarını süslü bir efekt olarak kullanmış” gibi bir şey diyemiyoruz. Zira burada şiire dönüştürülmesi, şi’redilmesi tamamlanmamış

cazip, zekice buluşları görüyoruz. Ayrıca İbrahim Tenekeci etkisinden de söz etmeliyiz galiba. Şair de “tenekeci’den söz açmalıyız, şiir


dedi mi biri” diyor. Evet, Tenekeci Bey de genç şairleri (“genç” veya doğru ifadesi neyse) etkilemiş şairlerden biri. Ki Ah Muhsin için saydığımız şeyler kısmen de olsa İbrahim Bey için de geçerli. Yani daha gizil olsa da onun da tesiri söz konusu Ballı şiirinde. Fakat gerek İbrahim Tenekeci ve Özgür Ballı’nın gerekse de şiir bahsinde Tenekeci’ye yakın duran başka şairlerin göremediği, “sadelik” diye verdikleri efektin artık “sıradanlığa”, “tek örnekliğe” evriliyor oluşu. İbrahim Bey, bir konuşmasında mealen, “dibini gördüğünüz suyun derin olmadığını düşünebilirsiniz fakat o berraklığındandır, derinliğini ancak içine girince

bilebilirsiniz” demişti. Ama suyun derinliği azaldı, dibini bir bakışta görüyor oluşumuz artık sadece berraklığından değil. Ayrıca Osman Konuk Bey’den de bahsetmek gerekiyor; genç birçok şair tarafından kolay esinlenebilir sanılan Konuk şiirinden. Onun, “lar”ları, gündeliği şiirselleştirmesi dışarıdan kolay edinilebilir görünmesine rağmen işin sonunda şiir, bir “enter enter”lara dönüşebiliyor; bilinç akışı da bilinç aksamasına. Son olarak İkinci Yeni mevzuu var ki kitabın bir bölümün adı bile “İkinci Eski”.

“cemal abi, güzel abim, edip sen de bi dakka!!!11!!!”

[Akılımın Akımları]

“kendine söz geçiremeyince uzanıp yanağıma bir tane”

[Anlam Adım]

“tedirgin mi ruhum hep mi edip cansever”

[Misafir]

Ama kitaptaki ve birçok başka şairin şiirindeki İkinci Yeni tesirinin Turgut Uyar’ın “Acıyor” şiirindeki “sevgim acıyor” mesabesinde kaldığını düşünüyorum. Oysa “sevgim acıyor” dizesi gayet basit bir mecazla üretilmiş bir dizedir ve ne genel olarak Uyar’ın şiirine ne de “Acıyor” şiirine yakışmaktadır.

Bunca eleştiriden sonra Özgür Bey’in, kendi elleriyle yaptığı ve güzel bir yemek istidadı taşıyan eserleri üzerine sinek bırakır gibi yapmadığı bazı dizelerini buraya almak istiyorum:

“Ben seni sonra ararım ben seni sonra ararım ben seni sonra ararım. Sıra bana gelir ekmek biter sıra bana gelir ekmek ben sensiz ne yaparım ben sensiz ne yaparım ben sensiz çocuklar öğretmensiz kalır çocuklar öğretmensiz dizeler tekrarlanır dizeler tekrarlanır dizeler tekrarlanır dizeler eksik kalır dizeler eksik güneş doğar güneş batar güneş doğar güneş batar gözlerin içimde dolunay gözlerin içimde dolunay gözlerin satırlar silinir satırlar yazılır satırlar silinir satırlar zaman geçer zaman geçer zaman geçer her şey geçer her şey geçer her şey adın kalır adın kalır adın gülsün de öğrensin gülsün de öğrensin gülsün de sevmek nasıl bir şeymiş sevmek nasıl gülüşün içime rehber kalır gülüşün içime rehber kalır gülüşün seni çok, seni daima.”

[Tek.rar]


İSMAYİL SAKİN “Dış okur” gözüyle Et Kısmı, Damgası Şiirle matematik arasında hiç değinilmediğini düşündüğüm bir koşutluk gözlüyorum ki bu iki pratikte de üreticiler ile birincil tüketicilerin oluşturduğu kapalı topluluk yapısıdır. Şiir alanının tamamını kuşatan bir niteleme değil bu elbet ancak Nazmi Cihan Beken ve yakın çevresindeki bir grup şair için bu koşutluğu işlevsel buluyorum. Popüler bilim okurunun cari matematik üretimine temas edememesi gibi Nazmi Cihan Beken şiiri de “dış okur” için erişime kapalı görünüyor.

imgesini çoklukla bedenden, maddi duyuşlardan ve somut isimlerden devşirmiştir diyebiliyorum.

Şiiri, esas olarak, içe yahut dışa (ya da ikisine birden) dönük duyuşun aktarımı olarak göreceksek, Et Kısmı, Damgası’nın bu minvalde bana duyurduğu iddia, Nazmi Cihan Beken’in dilini, duyuşun aktarımına araç yapmanın ötesine geçirip dilin araçlarını/imkanlarını bizzat duyuşun kendisine koşturduğudur. Bu iddia, dış okuru en azından özge bir tecrübeye çağırıyor. Buna tanımadığınız bir “türün”, sofistike algı ve ifade yollarını araştırma/anlama tecrübesidir diyebilirim.

“Siyah göllerin gözlerini bağla karala”

Burada, Siz Araştırmıştınız şiirine dikkat çekmek isterim. Bu şiir, dış okurla mesafenin en aza indiği şiirlerden ve aynı zamanda okura kitabı açan oldukça güzel bir şiir. Şairin gövdesinin bütününü biyopsiye açtığı bu şiirde, her ne kadar neşteri tutanlara karşı bir tavır takındığı düşünülse de ben biyopsiyi yapanla ona maruz kalanı eşleştiriyor ve buradan uzanıyorum kitabın ve şairin içine. Bu koşutluğun imkanlarını biraz daha Dış okurlara da tavsiyem bu olacaktır. Bir de sürdüreyim. Matematik için bu erişilmezliğin bu şiirin Karakoç’un Şahdamar şiiriyle doğal ve meşru olduğunu söylemek mümkün. komşuluğuna işaret etmek istiyorum. Peki, Nazmi Cihan Beken şiiri kendi Et Kısmı, Damgası’nda açıkça seçilen bir erişimsizliğinin hakedişine sahip mi? Ya da özellik de vokabüler zenginliği ve imge şöyle: bu şiirin dış okurla arasına koyduğu kurulumundaki serbestlik ve çeşitlilik. Dilin yahut bu şiirle dış okur arasında oluşan bu merkeziliğinin doğal sonucu olarak da mesafe, değerli bir mesafe mi? kendini yazdırtan

Dilin bizzat duyuşa koşulduğu zannıyla aldığımız bu şiir, et kısmının, “insanı tanımlayan”, “güneşin nasıl yapıldığı”nın şiirini aramak iddiasındadır ki burada yöntemin araca uygunluğu söz konusudur. Duyuşa koşulan dil, hemen yanında eti, karşısında da maddi varoluşu bulduğundan, somut bir bağlam kazanmış, vokabülerini ve

“Uzun bir sırt. Kıyıları yarılı. Sırtı buz, kuzey buz sırtı” gibi dizeler ve hatta dil kullanımının dayandığı bir tür esrime halinin yarattığı, anlamın ve bağlamın tamamen yittiği (elbette dış okur için), dil ve ses oyunlarından mürekkep şiirler de var karşımızda (Humbaralar Kumbaralar). Toparlarsam, bir dış okur olarak, yukarıda andığım mesafenin değerinin yüksekliğine kanaat getirdiğimi ve kolay ilişki kurabildiğim, Siz Araştırmıştınız, Kış Gecesi Şarkıları, Mahsus, Orta Sandık Kara Sandık, Odaya Düşen Bir Odada, Uyanma Aminleri ve Koyuluğundan gibi şiirleri, kitabın koyduğu mesafeye yahut talep ettiği çabaya kefil bulduğumu beyan ediyorum.


Bir taze tecrübe olarak Bitkiben Ömer Şişman’ın Bitkiben’i, 2010ların yol açıcı şiir kitaplarından olarak anılıyor. Böyle olunca, kitaba dair bir değerlendirmenin, eserin biçim ve içerik bakımından türkçe şiire etkilerini içermesi beklenebilir. Kitabı ilk kez Şubat 2016 tarihli ikinci baskısından okumuş biri olarak, bu beklentiyi karşılayamama endişesi taşıdığımdan, Bitkiben tecrübemin verimlerini, bir taze okur gözüyle sunmak istiyorum.

buluyorum.

Bitkiben, çok yönlü okumalara açık bir şiirler toplamı. Dolasıyla okur tecrübeleri için de çeşitli akış yolları barındırıyor. Bana gelince, tecrübemin çerçevesini Göz ve Bitkiben şiirleri çizmiştir diyebiliyorum.

hakikatin ifadelerini aramıştır. Bunun en parlak örneğini ağzıma kaçan karanlık şiirinde görüyorum. Anlamı katılaşmış birleşik kelimelere bakıyor şair bu şiirde ve sanki göz kırpışlarıyla parçaladığı bu sözcüklerden yol alıyor yeni anlamlara.

Burada uyku ve uyanıklık halini birlikte anıyorum zira okurun algısı bakımından iki durum da seçim kapsamında. Ben tercihimi yakazadan yana koyuyorum zira bu bitkibenliğin, Göz şiirinde en kuvvetli halini bulan ifade yoluyla ilettiği duyuşların bende bıraktığı his bu yönde. Ve burada, bir bitkibenliğin kedini ifade yolunun Göz’de kamilen otaya çıktığını söylemek istiyorum. “Tecrübe” kelimesini kullandım. Bu belki de, Bana göre burada çok kuvvetli bir üstteki - Et Kısmı, Damgası’na dair- yazımla mütekabiliyet mevcut ki kitabın kuvvetli bir bu yazı arasında zoraki bir ilişki kurma tecrübe olmaklığı, öncelikle bu uygunluktan çabası olarak görülecektir ama değil! İki ve Göz şiirinin kuvvetli kompozisyonuyla bir şairin şiirlerinin akrabalığı yahut aralarındaki şiir-film olabilmesinden kaynaklanıyor. diyalektik, üstte değindiğim ve kaçtığım Kitaptaki diğer şiirleri, Göz’deki dile giden sahaya dahilse de şunu tespit etmek isterim: durakların ürünleri olarak görmek istiyorum. bu iki şair, her ne kadar biçim ve ifade Ömer Şişman, gösteren dile doğru ilerlerken, bakımından ayrı yollar tutsalar da varlığa gramer ve vokabüler deformasyonu dair daha fiziksel bir tecrübenin verileriyle duraklarından geçmektedir bana göre. Şair şiir yazmışlardır ve bu iki kitap okurlarına kelimeye ve tümceye zihniyle değil gözüyle yoğun birer tecrübe vadetmektedirler. bakmış, görüşün nesnesi yaptığı dilde

Bitkiben şiiri, şairin “ne üzerinden” konuştuğunu tespit ettiren şiir benim için. Buradan şairi bir bitkibenlik olarak alıyor ve bir bitkinin varlıkla etkileşme yordamı ne ise, şair de o üzeredir demek istiyorum. Sanırsınız ki şairin varoluşsal tecrübesi, ışık ve su ve hava ve her şey bir bitkiye nasıl temas edip geçmiş ise öyledir. Burada kastım elbette bitkinin varlığın kalanına karşı edilgenliği değil, bitkinin bilincinin/benliğinin -varolması halinde içinde bulunacağı uyku (gaflet) veya uyanıklık (yakaza) halidir. İpeksi şiirini de burada anmak istiyorum zira bana göre uyku/uyanıklık haliyle geçmişe bakışın/hatırlamanın ifadesini bu şiirde

“İnsan konuşkandır uyurken güzelleşir ölüler bu yüzden ölür ölür ve güzelleşir güzel ve leş” Yani tek bir ifade yolunun mahsulü değil Bitkiben, dil ve ifadede de bir seyir barındırıyor. Bu seyri inisiye eden arkaplan, seyrin kendisi ve seyrin vardığı yer ile ve tüm bunların bütünlüğüyle Bitkiben’in, benim için kuvvetli ve sarih bir tecrübe oluduğunu bildiriyor ve diyorum ki bu filmi mutlaka görünüz.


1.25TL


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.