nisan ‘ 2017
z
Abilmuhsin Özsönmez Cevher Kara Enes Malikoğlu Halid Metin İsmayil Sakin Mahmut Nesip Basmacı Özgür Göreçki Özgür Balaban Ufuk Akbal Usame Söylemez Zeynep Arkan
Tasarım-kapak-iç kapak Abilmuhsin Özsönmez Arka Kapak Volkan Çakır İletişim Twitter: @TezgahFanzin Facebook: facebook.com/tezgahfanzin Blog: tezgahfanzin.blogspot.com.tr Mail: tezgahfanzin@gmail.com 2
9 uncu Tezgâh’ın Muhteviyyâtı
Trabez 4 Abilmuhsin Özsönmez
5 Seramik Atelyesi, Karanfilköy Ufuk Akbal
8 Tüfekli Ağız
Cevher Kara
11 Baronet Sör George Stokes’a İsmayil Sakin
13 Bab A:
Halid Metin
14 Jilet Olmaya Gitmek Enes Malikoğlu
16 Büyük Gürültü Özgür Balaban Savunmasız
17 Zeynep Arkan 18 Yor Biçimi Olmamak
Mahmut Nesip Basmacı
19 Adsız
Özgür Göreçki
21 Şiş
Usame Söylemez Benim Abi Hani Hep Cumartesileri Kalıyorum Ya
23 Abilmuhsin Özsönmez 25 BİRLİKTE YAPILAN HARİKA SÖYLEŞİ: ÖZGÜR GÖREÇKİ Abilmuhsin Özsönmez
30 TÜRKÇE ŞİİR HAKKINDA KONUŞURKEN KAPILDIĞIM YILGI veya ÖLÜNÜN ARKASINDAN KONUŞMAK Halid Metin
33 SATRANÇ DERSLERİ’NİN MÜFREDATI ÜZERİNE İsmayil Sakin ve Cevher Kara
Trabez Abilmuhsin Özsönmez
sütten mezara İsfahana doğru halatları sadece cehennemden görülebilen bir şeyi ayırdı Adende gök iyiyle kötüden başka bahçesinde kelimeleri ilikliyordu çocuk şeylere yutmamıştı henüz elmayı kaburga sıkılmak utanmaktan bir gün önce icat oldu utanınca kelimeleri Pişon’a sakladılar unutup atladı çocuk uzandı tutunmağa uzandı kaburgasına ete geldi eli sıkılmasın için alınmış kaburganın yerine konan ete düştü çocuk düşmek icat oldu bildi bilgi ilikledi acıyı ilk gördüğü şeye eti elmaya doğusunda sessizce bekledik şeyi hep doğusunda beklerdik şeyin çadırın ısırılmış elmaların arasında jonklör ve aslan terbiyecisi sırasını bekliyordu halatları göremiyorduk sadece seslerini duyuyorduk numaracı elmaların
4
Seramik Atelyesi, Karanfilköy Ufuk Akbal
bir çiftçiyim göynünü sürüyorum kayayı deliyor inciri biliyorum kertenkeleyi öldüren kediyi öpüyor kadın mükafatnâme bu ya kadını öpüyorum uzayı ilk kez görüntüleyen büyük fotoğrafçının fotoğrafına selamımı nakşeden ve nakşederken nakşedilen bir konuğum bu dünyada böylece tarlamın sınırları lorca'nın akşam kurulan eşek pazarında ilan olunuyor tütün tabakam ve şapkam sarı, sıcak öğlenlerde sığındığım barakam uzandığım döşeğimde külüstür ayinleri yönetiyorum iri dilimler halinde kalp ve ciğerleyin sinirleri ve yağları alınmış kedilerin iştahına bırakılmış ama yaşıyorlar hala rilke efendimizin otağında. tarlanın üstünde dolaşır saldırgan bulut yeniden ve ince sızıyla inatlı ve inatlı timpani çalıyor sevgilim ol orkestrada kendisi bir butik indigo ve profesyonel cinsel savaşçı 5
gelsin ikram edeyim hususi misafirime seramik atelyesinde akşamüstü kanyağı seni içine çeken ve dalga dalga derinleşen özdoyumcul kuyudur o lorca yoldaşın son şarkısı yataktan son kalkan kadının hatıra bırakılmış saçı uzak köylerde yankılanmaya başlayan cendrars yoldaşın mor şarkısı in vino veritas? şarap hakikatte, hakikat ol şarapta sonra kente döndüğümüz ilk gün yumuşak bir geçiş amacıyla firuzağa hamamı'nın göbek taşına uzanıyor ve seni düşünüyorum bu tekke-munis saatlerde uyuyorum binlerce yıl ve beni burada unutuyorlar ama insan da yazgılıdır bu verilgin saatlere bu unutulmaya diyorlar rüya alemlerinde sanki ben bir mümbit keçi bir mememden ispinotza'yı, diğerinden emir sultanı emziriyorum cağnım efendim buyruyor binlerce yıl sağılmaya yazgılıdır insan ankara'nın tepelerinden, o sarı sıcak öğlenlerden beypazarından etlikten bir tekkeyi besleyeyim diye satın alınmışım ben bu adanın bekçisi, bana çok görmezsiniz bir dirhem keçi etini ve şarap çok görmüyorlar efendinin önünde kırmayı dizlerimi 6
uyandığımda temrinler temrini çuha masalarda bilardo müsabakası izler arşivciler düzen ister çin bandıralı gemiler boğaz'ı geçmek ister ümmidsiz balinalar karaya vurmak ister uykumdaki beyaz ve başka çocuklar gece yarılarında ve sokak aralarında gustav klimt'e ustura çeken uzak çocukları anlamak ister... fasulye kıran kadınlar boş zamanlarında dünyanın akademik halesini de soyuyorlar onlar ekmek ve pilav yemiyorlar onlar yalnız uyuyorlar onlar soydukça çıplak kalıyor dünya pul pul dökülen derisiyle rilke efendimizin otağında bir daha konuşulmuyor dünya sahi soruyorum sana, bu dokunuşlar yeterince muteber mi? uyuduğum göbektaşında bana yeniden öğret anne, o tırtılın ilmini..
7
Tüfekli Ağız Cevher Kara
aynı ayı tarafından kaçıncı pençe, kaçıncı diriliş westûworldyen? I. seni andırdım kendime kendim bu da bir sıskadır parmak arasına sığan ben de bir boksörüm kum torbam yok atımı çeken arabaya kendim. kalp kolay eğirmektedir bir çırpıda kazak bir çırpıda ilmek arabalar çekilir kara kuytudan camlar birbirine bakmaksız telefin her şeyi saklamaktadır ben de bir türüm kökenim yok. kalp olay eğrilmektedir saçbaşdarmadağınyakasındabit kolların uzayışı durdu: yirmi yıl eşya eşliğinde kötü yola ben bir nasıl düşüş tasnifi yok. ağ örüyor içlice iç beni ben asmaz ise ip kimden bulunası göz yaşa kesti mendiller nere elem seriyorsun kırgın da sesin. fonetik bir çarpmadır bin yıllar varlık harf diyorsunuz kalıbı tinim kıpkızıl olur olgunlaşınca ve hasadına yetiyor küçük bir jil. 8
ben devleri güdemez izler dururum baron öldüremem gerecim yok var olamıyorum sakal bıraktım damarlarımdan çekiliyor bendim. İşte bir kılçığım boğazım yok sen de açma böğrünü vicdanım çok.
II. sen bir saat önce bile yoksun bir kapkaralığı telif edip ötede karmaşama bir savur da sen torbalara doldurup dalgalarımı.
pantolon olarak çıldırıyorum hırka olarak sen bize terzilerin gözlerini al başlat dikişsiz ben olmaları tükür ve tuttur kaygımı taşa. başa bir iş gelsin acıdan yola bir yorum getireyim karşılamaya ben diyeyim yeryüzü beni tükürsün yanayım dalıp uçak motorlarına. morardı ünlediğim her lügat saçlarım da durmadan kelimeleşir parmak bulamadım çevirsin sana tanrısına dargın kör bulamadım. 9
bu dirimle dillerim marş okuyamaz sevişemez bu şekilde kalemim sevinir her saban toprağı öpse hazırlanmıyorsun söndü ceketim. çekildi şehirden bütün sedyeler tabancası patladı tüm polislerin sen buraya bakıyorsun her pazar ben saniye tutuyorum kitlelerimi. başına bir iş gelmez duldasın orda aklına çıldır düşmez sakinsin orda her çağım açılmadan kapanıyor içine sen ne tür dünyalıklar çekip içine?
10
Baronet Sör George Stokes’a İsmayil Sakin
ve içinize ve dışınıza siz şiire girmeyin şeyhim ve manyetik rezonansa insan et yer, ettir bir iltihab olarak birikir diline, kabuğuna sünnetullahtır, ikizler birbirini boğazlar ana suyunda bunu sen de bilirsin azizim ve anne’yi sürersin havvanı toplarsın meryemini silahlandırırsın da üçyüzbin yumurtasın bekler ölür oktopus kolları ve kitabı kalın gelir sana mirim sen ince kurtuluşların tecimenisin örtün ya da çünki maymun kurbağanın ağzına gönlünü hazırla din’le kanser başlar güm güm epiklere bayraklara sokarak yırtılınca beyne giden bir damar diren durdur hattı müdafa yoktur hasta aşık ile sağlıklı aşık arası mesafe bir tanrı boyuna varanda ucucuca ekle bütün mesnevileri sidik yarıştır sen ekmeğini kolla ah o indi dediklerin üstadım karmaşık ağlara makineler yetmiyor diye tennurene ne çok tapındırdın da 11
asit kabında indirilen ile gördürülen kaynıyor; her şey eriyor kimse ermiyor ve sen merkeplerlehalvetleri örterken tennurenle maymun kurbağanın ağzına mütemadi şeyhim leyse fi cübbete diyeni ve galip mağlubu kazıklara allahın ahlaka çökemezliği cübbeler şehvetle parçalanarak sandaletler dişlenerek izlenegeliyor maymun deyedeyebitiremeyişlerinize canım efendim bindiğiniz kırbaçladığınız kelimelerin bilhassa pervaneyi aşık sanmanızın ağzına çünki hakk ancak süblimleşebiliyor himalayalarda turna boynu kıran rüzigârda ve mütemadi sarkıyor önümüzde satrap aşk bir şarkı ve şiir kanseri olarak playlistlerde üstüste binen hatırat olarak kolunu verir misin sorusuna menfi cevapların çetelesi olarak asılı olan asılı kalıyor ve farketmiyor play one or play all en davalarının yiğitleri muvaffak gerdeklerden eriyor ancak siz şiire girmeyin canım efendim manyetik rezonansa haddinizden sızan kadardır içinizde rab yani sizin o içiniz yok mu onun teninize dik akısını toplayınca -ki bu, Baronet Sör George Stokes’a göre içinizin kuvvesini toplamak oluyorkokuyor ve maymun dilinizin ağzına bağırsaklarınızda gezdirdiğinizin laleden, sözden ve aşktan önce olmaklığını mıhlıyor! 12
Bab A: Halid Metin
en baştayız bir ayna koy bana korkumu al benden küçük dilimi yut da kurtulayım yutkunayım kurdu yumulayım o bulamacına heyula elektrikler ekler iç duvarlarına L harfi nabız gibi atıyor bir hayvan gibi onu kirpiklerinle sıkıyorsun sıkılıyor babası basıyor yanaklarına kan kan yaşamak onu etime hiç yediremedim bacaklarımdan çekildi refüjde soluk kalakalmadım yürüdüm karıncalarla sular yetiştirdim sular sular telaşla işte çoktur kapatıldığım uçucu küp onu kağıtlara çizerdim gülümser sayrılık yakala beni boynumdan hadlendir artık ve sonra yırt nolur ki ismim bileyim kararsız kapıya bakıyoruz bir çizgi ne işe yarar baktığımızı unutmayı bekliyoruz benim gözsüz ağrım 13
Jilet olmaya gitmek Enes Malikoğlu
Biz şiire topraktan girdik Şikago, İlyonis, Hay Market Dedem sınırlarını bu istikamette çizmiş gece gezmelerinde, kalkmadan önceki tabaklarda meyvalar eksilmiş O zaman bu ailevi toprak reformum Teyide muhtaç bir bitki Biz genç yaştaydık eskiden. -herkesin eskisi genç değildir bakBizim pazumuza demir tozu değmemişti Bu tarlalara hep gargat ağacı ektik ciğeri çiğ yeme denemeleri hep bu tarlada. Eskiden buralar hep mevsimlik işsizlikti
14
Biz koloradodan göçmedik yerlisiyiz biz buraların Şeceresini çıkardı peder kılıç artığı değiliz Bir çeyizlik şerhimiz var, şehrimizin Biz bir yere gitmedik, öyle düşünmüş büyüklerimiz. Bir yerden gelmedik, Bunlar: genlerim: kabul etmek istemediğim gerçekler kulaklarımı sağır, avurtlarımı çökük kılan arbede
Size rahatlıklar diliyorum Eklemlerim kıkırdıyor Az kaldım; kandım Ertem azaldı Kızaklar indiriliyor sularıma Jilet olmaya getirildim Uhde kaldı Ben hiç koloradoya gitmedim.
15
Büyük gürültü Özgür Balaban
I O kısmetin tek atımlık cıvıltısıdır yoksunluğa denk açar anaç kıyametleri hırlamaz gönül bazen, absürtüne kavuşur * şu yaşın tevazusu sağ eline meyleder âmâ ilenç sapsarı olgunluğa yas'lanıp bir vişne lekesinden delil saptırmaz illa
II ki kalır zamanın arka alkollerinde büyük gürültü çıkarır aşka düştüğü * masum ise lütfe sarar gecikmenin gövdesi delalete zil yüklenir durup dururken
III şu kasın hatırası tevekküle apışır çiğ tasarı iklim ile tepişmeye adanıp yenilmek lekesinden tip kuşanmaz illa * ki kalır memnunun arka yağmurlarından büyük gürültü çıkarır küstüğü vakit 16
S a v u n m a s ı z Zeynep Arkan
Uyurken kalbinin yerini elimle koymuş gibi Bir daha görmeyecek gibi, dünyaya hiç gelmeyecek Bir daha uyanmayacak gibi bilirdim Eğer ki kolların beni taşırken yorulursa diye Kendimi senden uzağa fırlattım. Çok uzağa yolladım senin dokunmadığın. Ağaçlara astım, rüzgâra bıraktım Gökyüzü ve yeryüzü eşitlendiğinde ‘’burada adil bir savrulma olmuş’’ desin diriler Adil olsun, bu yüzden savunmaya gerek yok Ödeşme, kapışma, çarpışma ve bakır teller Savunmaya gerek yok, anlaşalım yeter Asimetrik vuracaksın ters akılla kurulmuş bir dünyada Kestiğim saçların, çekmece dolusu hatıra ve artık kedi tüyü Üzerinde bebek uyumamış battaniyeler ve artık kedi tüyü Boş şişeler, tuzu tadılmış gözyaşı ve akşam yemeğinde akan kan Adil olsun utançlar, kararı yorulan versin Bıraksın ortada bir leke tutmuş örtüyü Bırakamaz ortada leke tutmuş bir örtüyü Siz, nasıl bırakıyorsunuz masada boş tabak gibi Bir insanı yanında kimse kalmadan Ya uykuda onu korkutan şey birdenbire gelirse Çocukluğun çamuru, gecenin soğuğunda Ya birden şahlanırsa Boğazında birikmiş kan, tırnaklarında zonklama İnsan bir an tereddüt etse bırakamaz insanı Ciğerin ağrısı artar, oradan bir yol bulur, çıkar yukarı 17
Yor biçimi olmamak Mahmut Nesip Basmacı
kirlendi kan kirlendi kar yassı akşamlara gitmenin ayakları aksar eksiltir seni ses bunlar için bir şey söylemekten boşluğa taraf gecenin ve gündüzün yüzü ne tarafa dönüktür kaçırıyorsun eksiliyorsun toplu çekilmiş fotoğraflardan alanlardan eksiliyorsun koşulardan yok sende maraton bitirmiş gözler yok otobüs camlarından dalgınlığa kalboluyorsun yanlışlık ve şaşkınlıkla başladı senin oyunun yanlış duruş ve yanlış hareketle durdun koca bir davulun karşısına karşısında bunun nasıl oynanır bilmezdin şaşkındın tokmağın her vuruşu sancıtıyor senle milyar parçadan bütün deriyi memnun değil hiç kimse sesinden memnun değilsin sesi sizi çağırıyor durmadan kendinizi aşındırmanın arzına oldum diyemiyorsunuz oldum diyemiyorsun aldın bu nereden kırma bilinmeyen her yanı fücur hayatı hiçbir varyasyon kurtarmıyor seni olmak için büyük devinimlere uyuşuksun ve uzak ve gittiğin her yere olmamaktan dar çukur götürüyorsun yor biçimi olmamaktan 18
A d s ı z Özgür Göreçki
Papa düştü, kan ağrıyor bursa Teyzemin cenazesinin üzerinden üzüyor zeplin Günlerce konuştuk en meşhur kelimeleri Kendi işimizi yine kendimiz halledeceğiz Pekin değiliz, at bunu göklere siyahtır Mutlak nefes kalmamıştır hepsi nefilmiş Tambur çınlamıyor park yasak evet özür Kendi işimizi yine kendimiz halledeceğiz Siz nasılsınız çar? Biliyor musun patladı bomba Pazar akrilik bu ya mutsuz olmamız için Biliyor musunuz çar, papatyaları da yasakladı papa Kendi işimizi yine kendimiz halledecekmişiz Tohuma dönüyorum, dönmüyor tohum bana Ne zaman bir insan daha doğdukça Ne yapacağını bilemeyen ve temiz Yorganlar açılsın, isterdik, ellerinin altından Avrupa'ya filan doğru Uzaklara. Norveç'e, danimarka'ya Memur yaptılar Memur yaptılar yav Hepsi dolur gibi oldu prizlerin Bura az öteye kaydı sanki Tansiyon düştü ya da arttı 365 gün bilemedik 19
Kendi işimizi yine kendimiz halledeceğiz Kaldıysak pejo marka bir aracın tam ortasında Yalnız Demek şans vardır ve en az yedi karadır Radyolar bursa radyolarını çekmektedir Yarın okul yoktur sınıf arkadaşımız ölmüştür Daha henüz epey küçüktür ağlarız Habire birileri ölmemesi için de dualar vardır Yurt sathında Köyümüzde bol bol hayvan vardır Klasik müzik dinleyerek süt veren Ve yayılan ince kaşlı kadınların alınlarında Ve nostaljik renklerde Ve burada da yağmur başlayacak Hun huna düşman olacak 1 Aileler çocuklarını betonla besleyecek 1 Piller çabucak bitecek 1 Her erkek bir gün ısıracak bir kadının belini 1 Her vergi mükellefi şöyle durup düşünecek 1 Al, haber geldi Kendi işimizi yine kendimiz halledecekmişiz al Al bulutları 1 kavanoza doldur diyor resmen rüzgar Al bulutlar bile anladı al Rüzgarın, onları, kavanoza doldur dediğini al Sıkıntıyı derdi üzüntüyü ve çaresizliği alma Dudaklarını bükmeyi alma rica ederim Annenleri al Haksızlığı alma umutsuzluğu alma baharlı elbiseni al Beni direkt al Kendi işimizi yine kendimiz halledeceğiz 20
S, i s, Usame Söylemez
Gözlerimi tamamlıyorum yansımalar tamamlanıyor Camsılarda merceklerde değişen görüntüleri Etnik müzisyenlerin sesleri ikiliyor kimse olurken Öyle yasaklar ve sanal ve bir toplam düğümün tam Ortasından kopartıp kopartmış olduğumuz ahlâklar Seslerin ne kadar soyut olduğu kadar görünüyor dil de Gömüm bedenimin bağlı bir koşuludur bağ göbeğimden Tarihsel bağlamda kopartılmış ailesel bir bakımsızlığım Şiş, ardında kaçakçılıktan ölen yüzleri binyıllık düşünme biçimlerini dua eden sigara filtlereleridir emzikleridir Suların içilememesi keyfi olamaz böbreklerin bu kadar sorun çıkarması mısra uzunluklarına bu kadar bağımlı kalmak Nelere bağlanır bir poşet demlik çayla beş bardak su işlenebilir. Su işlenebilir, taş olarak böbreğin işlevi olarak sol belinizde bir acı olarak. Beş saatlik otobüs yolcukları bir çeşit terapi sayılabilirler çoğunlukla, yemin ederim Ankaraya gidiyorum beş saat var bir iki saatiyle tartışma bir merhaba sorunu çözüp günün kalanıyla dertsiz tasasız uyuyacağım. Liste durmadan ayar olur bileziğe, kulağa Hepsi bir seferde gelmiş misafirler topluluğuna taziye denir Ya lut bu bir sevgi selimidir suyun vardığı yerden böbreğim kim çıkarın içi olamadığım nefronlardan adımlı sağlığımı 21
Dört yıllık hastanelerden partlaşıp aşındığım sağlıksızlığa rağmen hastanenin beni ancak ölümümden sonra görmek istediğini yüzüme yüzüme bağırıbulunmasından çıkan cephelerde ne gibi sabunma savaşları aparabilirim Selamlar: görkenir dörtküllük dartalar yalan kim tartır elmanır art yerinde kuşluk yok öngerimsel teyimzeyen başkışlarda ön neprenen rahtangasızlıklar bur kültürsüz tekveydi ki anlamlanan korkuyorsunuz
22
Benim abi hani hep cumartesileri kalıyorum ya Abilmuhsin Özsönmez
Ağlamaktan fırladığım bu on dördüncü am kazandım üç mezar bütün yan odalar başka yan odaların yan odaları içinde kemik olan şeyler kolay gömülüyor fukocul estetiği fısılda ve in merdivenden cuma günleri emzirilir ilk romantikler bizi kol çevirmeye düğme basmaya rabia ve zafer parmakları içine üflendiğinde toz kalan sözcükler büyüdü sözcüğün talihsizliği sözlük aklınki sağlık içine üflenince ne kadar toz konuştuk şehri mühürleyen tükürük kurumadı hiçbir melek avareleşmeden bıçaksız bölünebilen bir şeyler var dikine yürüyor akrep bembeyaz bir uzak pencereyi kapatsana Kürtçe konuşacağım İri iplerle bakınca aşağıya taşların bir çoğu bozulmamış şu bileği onarmalı toprakla artık çocuk sesleri pası acıtıyor anladım konuşarak ip elime kanıyor anlamakla geçirdim zamanımı sesim bir yerden bir yere gitmek sesim bir yerin ipine tutunmak bir yerin taşına basmak sesim anlamaklı oluyor taşın ekseriyet çatlamadığı yerlerde23
Kaç yürüyeceğim sokak bellidir bir süre önce cumartesi örneği huysuz bir terzinin açtığı ilmikle ilişmiş giydiğim ne varsa işçi tulumu çalışıyorum üç vardiya kalp bembeyaz yaka kirim acı çekmekten utanıyorum artık dal nasıl sarsılıyor uçtuğunda baksana bir şeyin uçması çok saçma bugün doğum günü onu gömmüştük içinde kurşun ve kemik vardı kaç sokak yürürüm bellidir Devran’ın oradan İddia Bayii arası taş çatlasa seksen adım taş çatlar ben bakıyorum ayna başa dönersek ağlamaktan fırlamıştım tam ondördünde ayın cebimde üç mezar bir kupon ve ay gökte am gibi
Ne saat kadar ağlamak sokaktan öngörülebilinir ışığın kilitli taşa sarılması utanıyorum ruhumdan ilmikleri geniş açılıyor hep görüyor tanrım içimde kemik var çekmediğim her kılıç omuzumu terletiyor bilmiyorum uçmak saçma olmayabilir büfede kokain yok ben ağlamaktan fırlamışım akrep zaten uzak bembeyaz dikine hem koşmalıyım buna bir uç alsak aslında olur pencereyi açsana Türkçe konuşacağım 24
Abilmuhsin Özsönmez
Birlikte Yapılan Harika söyleşi Özgür Göreçki
A.Ö. : Turgut Uyar sevgisi acıdığı için bahsetmek istiyorken sen sevgin acımasın diye bahsetmek istemiyorsun mutsuzluktan. Niye? Mutlu mu olmalıyız? Ben gülüyorum mesela bu mutluluk sayılır mı? Ayrıca ilk kitabındaki kadar ikinci yeniye selam çakmamışsın bu kitabında hayırdır sıkıldın mı yani nedir? Ö.G. : Mutsuzluktan ölmemeye çalışmaktan aslında, çok mutsuzluk sebebi var. “Mutlu olmalıyız” da diyemem tabii ki, kendimizi kandıralım gibi bir düşüncem yok, o şiirdeki durum biraz daha “dur hiç hatırlatma şimdi” gibiydi belki de. İkinci yeni konusunda emin değilim, zaten fazla bilmiyordum bir süre sonra da tamamen koptum gibi bir şey oldu. Elde olmadan. Belki sıkılmaktır, belki üşenmek ya da bilmiyorum ki; belki bana uygun değildir. İlk kitap zamanı daha çok okuyorumdur kesin. Keşke yine okusam. A.Ö. : Merhaba Özgür nasılsın? Ö.G. : Teşekkür ederim iyiyim ama biraz değilim. Bir türlü yapamadık söyleşiyi benim yüzümden geç kaldı hep. Pişmanlıklarım var. Niye böyle oldu? Keşke hiç çalışmayıp bütün gün dostlarımızla söyleşsek, o zaman gerçekten iyi olurdum mesela. Saatler filan olmasa çok iyi olurdum. 25
A.Ö. : 4 yıl aradan sonra geçtiğimiz günlerde ikinci kitabın Natama Yayınlarından çıktı. İlk kitabın işe yaramadı mı? Niye kitap çıkardın tekrar. Ayrıca bu Natama niye kapandı? Niye yayınevi kuruldu? (Gün abi harika adam ya) Ö.G. : Gün abiyi aynen ben de çok seviyorum. Tanıdığım en iyi hikaye anlatıcılardan biri. İlk kitaba dönersem; işe yaradı aslında; kitabın satması, daha fazla kişiye ulaşması bir yana alıp kendi okuyacağım, “aaa burda niye böyle demişim” ya da “burası hatalı” ya da “burası çok iyi” diyebileceğiniz somut bir şeyin elinizde olması keyifli bir his. Hem çaydanlığın altına da konulabiliyor. Üzerine çekirdek kabuğu konulabilir. Kapağından bir şeyler yapmak mümkün. Bunlar hep güzel şeyler. İkinci kitap ise daha spontane gelişti. Spontan mıydı? Aslında asdasd’yi yeniden basacaktık. Sonra baktım benim hiç bakasım gelmiyor dosyanın sonsonson haline, sürekli sallıyorum. Hevesim geçmiş. “Bunun yerine yeni bir kitap yapayım” diye düşündüm. Bir kısmı Natama’da yayınlanan, bir kısmı yeni şiirlerden oluşan bir formatla “birlikte takılan harika insanlar”ı oluşturdum. Kitap çıkınca ondan da sıkıldım. Natama uzun bir süre çıktı, biliyorsun, önemli işler de başardı. Ama bir noktaya gelince bırakmak lazım. Başta da böyle konuşmuştuk. Hem yoruculuğu hem maliyeti hem şusu busu derken kapatmak daha olası bir durum oluyor. Yayınevi niye kuruldu? İlk kitaplar basmak istiyorduk, Natama’nın şiir anlayışını daha kalıcı bir şekilde bırakmak istedik sanırım. Sonuçta dergi de olsa dergi dergi. A.Ö. : İlk kitabına gelen tepkiler nasıldı? Üzerine yazılar yazıldı mı? Şiir Eleştirisi denince ne yapmalıyız? Mesela ben Allahım neden diyorum neden eleştiri yok diye sesli sesli ağlıyorum zaman zaman. Sen de böyle şeyler yapıyor musun? Yapma Ö.G. : Pek önemli tepkiler hatırlamıyorum, olumlu ya da olumsuz. Arkadaşlarla konuşurken farklı zamanlarda, beğendiklerini söylerlerdi. Kitap hakkında birkaç eleştiri yazılmıştı ama kastettiğin şiir eleştirileri onlar mıdır emin değilim. Bence eleştiri şart da değil aslında. 26
O bir şey yapıyor, öteki başka bir şey yazıyor; yani bunun sonu yok, tutup bir şeyi savunmak ya da tersine övgü almak istemiyorum. Daha net olmakta fayda var lafı uzatmak yerine. Biri dese ki “Senin kitabın bok gibi, çok kötü şiir yazıyorsun”; yani ne diyeyim ne düşüneyim, “ok” filan derim herhalde. Sonra gidip şiir yazarım. A.Ö. : İlk kitabındaki birçok şiirini Allah Kahretsin ile bitirmişsin. İşe yaradı mı? Ö.G. : Maalesef yaramadı. Allah kahretsin demeye aksatmadan devam ediyorum. A.Ö. : Gündelik dilin önemli bir kısmını oluşturan internet/sosyal medya dilinin şiirle ilişiği hakkında ne diyebilirsin? Sen zaman zaman bu dili hatta donanım/tasarım dilini de şiirlerinde kullanıyorsun buna gerçeklik/kurgu perspektifinden nasıl bakabiliriz? Bu dil yokmuş gibi yapamaz mıyız? Ö.G. : Gündelik dilde olan her şey şiirde de oluyor, gündelik dilde internet varsa şiirde de oluyor. Ama özellikle sokuşturulmasını sevmiyorum. Geçerse geçsin yani. Diğeri bana biraz zamanı yakalamaya çalışmak gibi geliyor. Sanki şair yetişememiş bir şeye, heves etmiş, merak edip Google’lamış ve sonrasında “ben bunu bir şiire sokayım” diye düşünmüş gibi hissettiğimde hoşlanmıyorum. Benim şiirlerimde olma nedeni zaten iş nedeniyle de bu konuların etrafında, hatta ortasında olmam. Bazen o şeyi, lafı, her neyse onu zaten internette deneyimlemiş olmam. Aşırı normale dönüşmüş olması dümdüz. A.Ö. : Birlikte Takılan Harika İnsanlar kaç kişiler, kim bunlar? Kitapta en sevdiğim şiir Birileri Yeşil Otların Üzerinde Güreşiyorlar. Bana versene onu Ö.G. : Birlikte takılan harika insanlar aslında bu kitabı okuyan tüm çocuklar. Bir şekilde kitabın ulaştığı, şiirleri okuyup herhangi bir şey düşünen insanlar. Çocuklardan kastım da aslında hepimiz, hepimizin çocuk olması, ödev yapmış olması, üzülmesi, sevinmesi; böyle ortak şeyler. Birileri Yeşil 27
Otların Üzerinde Güreşiyorlar’ı ben de seviyorum. Okulda karışıklığa neden olur. Onun adı bundan sonra Mustafa Birileri Yeşil Otların Üzerinde Güreşiyorlar olsun mu?
A.Ö. : Olsun. Etkinlikler var bir de kitapta interaktif bir şey. Okuyucuya not mu vereceksin? Amacın ne? Ö.G. : Etkinliklerin nedeni yine çocukluk ortak hafızası aslında. Sıkılalım, saçma bir şey yapalım, aynı etkinlikte farklı şeyler üretelim istedim. Kitap zaten sıkıcı bir şey, onu okurken bir de ödevleri ya da ülkenin halini hatırlatan ödevler yapıp iyice bunalalım istedim. A.Ö. : Şol günlerde çıkan şiir dergileri, şiir cepheleri üzre ne düşünüyorsun? Sence kaç kişi şiir okuyor? İnternet şiire düşman mı ? Yok yok soru bu değil dur. Şu popüler dergilerde şiir meseli. Mesela Diri Ozanlar Derneği. Biliyorsun dergicilikte Kafa Group diye bir ahali var bunlar popüler bir sunum, strateji geliştirdiler. Geliştirmek derken işte mevcut algıyı pazarlamaya evirip içine şiir miir portre çiçek böcük falan koydular. Ne diyorsun? Ö.G. : Abi şimdi şiir cepheleri üzerine düşünmüyorum diycem ayıp olucak dsjflkjfdf. Herhalde bi 3-5 bin kişi vardır şiir okuyan. Ama Posta Gazetesi’ndeki şiirleri okuyanları da katarak söylüyorum, kötü de olsa onlar da şiir sayılıyor. Napalım. Popüler dergiler konusunda düşüncem ise içlerinde 10 şiir varsa 1’i bile iyiyse ne iyi, gibi. Hiç yoktan iyidir. Belki o dergileri okuyup birileri de şiir yazmak istiyordur. Bunlar iyi şeyler. Öyle başlayıp başka şairleri kurcalar, oradan ona, oradan ona sıçrar. Bir sebep olur. İşte takılsın herkes kafasına göre. 10 lira. 28
A.Ö. : Beşiktaşlısın diye mi şiir yazıyorsun şiir yazdığın için mi Beşiktaşlısın? Benfica maçı? Ne maçtı beabi Ö.G. : Şimdi ağlıycam, o inanılmaz bir maçtı. 3-3 olduğunda koca koca adamlar birbirine sarılıp ağladık, niye öyle oldu ki? Daha önce kaybettiğimiz çok maç oldu, onu da kaybedebilirdik fakat şu geri dönüş hissi... Bir şeye oyuncusuyla taraftarıyla “hayır” diyebilmek, bu güzel. Futbol bu yüzden harika. Beşiktaş daha harika. Şiir yazmak da eh işte fena değil dslfksljdsf. A.Ö. : Tezgah Fanzindekilere diyeceğin bir şey var mı? Ö.G. : Herkese çok selam, daha sık görüşsek ümidiyle.
29
Halid Metin
TÜRKÇE ŞİİR HAKKINDA KONUŞURKEN KAPILDIĞIM YILGI veya ÖLÜNÜN ARKASINDAN KONUŞMAK
"Söyleyecek ne var? Ne yazmalı?". Platon'un Eczanesi kitabından iki soru tümcesi. Kim bilir başka kaç yerde de geçti? Kaç dilde dillendi? Bu soruların bağlı olduğu yüklerimiz-yüzlerimiz ve çek(il)diğimiz o sonu gelmez babasızlık ile sürekli değip çekilmeler halinde temas kuran o hakikat. Böylesi şeylerden söz etmek hala anlamlı mı? Türkçe Şiir'in nerelerinde ve ne zaman bunların bir anlama, bir manaya karşılık geldiği üzerinde bir mütabakat sağlanmadan bu sorunun da yanıtlanabilmesi olası gözükmüyor. İşte Türkçe hakkında, şiir hakkında konuşmak dilendiği zaman burada kapıldığınız/kapıldığımız yılgı. Oldukları gibiliklerini bozmak marifetiyle ele gelmeyeni ele, dile gelmeyeni dile getiren Şiir'in, Türkçe denen alan içinde tutulacak hiçbir yanı kalmayışı bir vaka değil mi? Bön "güzel şeyler de oluyor"culuk'a teslim olmak kendimizi kandırmak yani kendimize kanmak gibi bir hastalıklı arzumuz yok ise çok güç. Sözgelimi şerhh dergi çıkıyor, evet ve bir vaha işlevi görüyor. Fakat burası çöl değildi. Vahalar yaratmak yada bir küçük dairenin vahası olmaya talip olmak içinde bulunduğumuz alanın tarihselliğine nispetle çok zayıf ve yanlış bir hamle olmak durumuna düşüyor- (şerhh gibi) ne denli güzel olsa da. 30
Son yıllarda şiir ortamına iyiden iyiye hakim olan parçalanmışlık ve kendi yağında kavrulmalar, bir yada birkaç fallus bulup etrafına üşüşenler ve fallus'a verip fallus'tan aldıklarıyla yetinenler, yorgun olup diri ozanlar lokalinde kafa dinleyenler, prostat psycholar ve meczup taklidi yapan veletleri, ihtiyarlar için doyum merkezlerinde ölü pudralamalar, hamlamış şairlere masaj yapan ruhu parçalı oğulancıklar ve onların yüksek fiyat etiketli steril paketlerde gaita takdimleri, bunların arasından güzel şiirini sessizce okuyup sağı solu ancak ufak bir mimik ile olumsuzlayarak dünyadan çıkanlar, Müslüman olduğu iddia edilen cenahta artık sahiden kokuşmuş ve bir laçka halini almış iade-i itibarlar ve hece ölçülü şiirler ve dergahlarda verilen konferanslar ve rezilliği artık iğrenti dahi veremeyen hakanlar, kapanan ve neden kapandığını bilmeyen dergiler, açılan ve neden açıldığını bilmeyen dergiler, belediyelerin şiir etkinlikleri, klinik işlevi gören ve fakat hastaların edisyonda olduğu sahifeler, karikatür dergilerinin yerini almaya çalışan dev saman yığınları, otlar, kafalar, şunlar ve bunlar, rt'ler ve favlar, smiley'ler ve like'lar vs. Hangi tasvir şurada yaşananı anlatmaya kafi gelir? Hiçbir şey yok. Böyleyken şiir hakkında birinin konuşması bizzat konuşmanın kendisi tarafından yutulmaya mahkum. Kendini yiyen bir logos. Böyleyken hançerelerimiz nasıl diri kala? İşitilmeden, söz, olabilir mi? İşitilmenin nicel yönü burada sızlanmanın nesnesi değil. Çünkü biliyoruz, inanıyoruz ki Söz, olduğunu hissettiğinde, çağlar. Bu çağlama da mani olunabilecek bir şey değildir. Fakat biz artık eşyayız. Eşyayla kaplanışımızın sonu bu olacaktı. Yunus'a kulak verip ve biraz bile isteye yanlış okuyarak: "Eğer dilim bende ise kimse bana nesne demez" diyelim. Dilimiz bizde değil. Nesneyiz. Yitirdiğimiz irtibat, derimizden kaybolan temas 31 hayatiydi. Artık öldüğü -
-müzün dahi farkına varamıyoruz. Peki ne? Ne yapmalı? Bir kez daha Şiir'e mi başvurmalı? Ona mı inanmalı? Bizi buradan bir kez daha her nasıl olacaksa onun çıkaracağını mı sanmalı? Bilmiyoruz. Yılgı, ümidimizi de kaplıyor. Türkçe Şiir'deki bu uzun sürmüş kıpırtısızlık çokları tarafından bir muştu gibi yorumlandı. Bekleyin birazdan kalkacak, esip gürleyecek yine. Tuhaf görünümlü, olagelenle veya olagelenden öngörülenle irtibatsız kimi seğirmeler ve fırlamalar hayra yoruldu. Biliyorsunuz ölüm anında kimi şeyler olur vücutta. Vikipedi'nin en güzel maddesi olan "ölüm" maddesinden aktarıyoruz: "Salya, sümük, idrar, dışkı, meni dışarı çıkar ve neticede ölüm husule gelir." İşte bunlar o büyük devinimi tekrar başlatacak atılımın ilksel kıpırtıları olarak anlaşıldı. Oysa cerahati boşalıyordu mevtanın. Ümit edildi. Ölmedi sanıldı, Türkçe Şiir. Ve fakat kıpırtısızlığın süresi ve halihazırdaki durum bize gösteriyor ki: Türkçe Şiir Öldü. Size diri ozanların olduğunu söyleyenlere kanmayın. Hayır, bu iddia için kanıtlar da istemeyin. Veriler, rakamlar yada yorumlar, çıkarsamalar da. Kimsenin bir zemin üzre konuşmadığı yerde bu yazının yazıcısı da ayaklarını yere basmak zorunda değil. Bassa da bir işe yaramıyor. Zavallılığa zavallıca işaret etmek daha yerinde. Türkçe Şiir ölmüştür. Şimdi ise şairler (sahi nerede bu şairler?) şu ilmin peşine düşecekler : Nasıl diriltilir? Eğer şairlerimiz ortaya çıkmazsa da bir iki kıymet bilici şu kokmuş cesedin etrafına üşüşen sevicilerini kovup sanına yaraşır bir cenaze tertip edelim. Yada cenaze bir müddet daha beklesin. Biz şu leşçilleri öldürelim. Sağda solda ağıtlar yakmak yada onun bir zamanlarki haline yaraşırlıkla avunmak yerine. 32
İsmayıl Sakin
&
Cevher Kara
SATRANÇ DERSLERİ’NİN MÜFREDATI ÜZERİNE
Bu yazı, İlhami Çiçek şiirini ve özel olarak Satranç Dersleri’nin meramını anlamaya yönelik diyalektik bir çabanın ürünü.
İsmayil Sakin, Satranç Dersleri’ni toplumcu şiir kategorisi içinde okumaya çalıştı. Dersler’de halka/ümmete dair bir hal tesbiti ve sola eğilimli mütedeyyin bir dirilişin çağrısını yakalama gayretinde bulundu. Cevher Kara, İlhami Çiçeğin vesikalık, vesikalık olduğu kadar vesika olan mahzun fotoğrafını sayfasının sol üstüne ataçlayıp “O’nun şiiri bireysel/içsel iktidarını kuramamış, zaten mümkün bir şey olmayan içsel bütünlüğünü tamamen harap etmiş, bir tutunamama, kaybetme, losing şiiridir” dedi. Aşağıdaki tartışma bu öntanılarla başlıyor. Umulur ki okuyanlara da tartışanlar kadar katkısı olur ve başka okumalara/tartışmalara sebebiyet verir. 33
İ.S. : Girizgahda beni müşteki konumuna aldığından müdafaa sana düşüyor. İlhami Beyi konumladığın yer sahih şiirin imkânı bakımından benim hükmüme göre daha sağlıklı. Bu nedenle ben de kendi müdafaamı yapmak durumundayım. Savunduğum okuma biçiminin şiirin değerine halel getirmediğini düşünüyorum kesinlikle. Yani bir dava şiiri de olsa harikulade bir şiir görüyorum karşımda. Belki de İlhami Beyin şiirinin mahallesinin siyasi söylemlerimde pek de (su)istimal edilmemiş olmasının yarattığı bir korunmuşluk durumundan söz edilebilir. Öncelikli sorum şu: Satranç Dersleri mahalleni(zi)n neresinde duruyor? Mahallenin ruh ve düşünce dünyasında nasıl bir etkisi olmuştu ve olageliyor?
C.K. : Abi, aslında senin sorundan önce şu sorulmalıdır: İlhami Çiçek şiiri “mahalleli” bir şiir midir, mahallenin şiiri midir? Bu soruya benim vereceğim yanıt “hayır” olacaktır. Onun şiirinden ne anladığımı başat kavramlarıyla ifade etmeye çalışırken de demeye çalıştığım gibi İlhami Çiçek, bizzat ve bir tek birey olmanın, insan olmanın, varolmanın kendisinde yarattığı dehşet ve savrulma ile şi’retmiştir. Öyle bir savrulma ki onun bütün tutamaklarını elinden almış ve O, kendisini bir tek hüzün ve acı ile kaim ve varsayabilmiştir. Belki de seni bu görüşe iten ekseriyetle dindar çevreden kişilerin ondan bahsetmesi, şiirlerini seslendirmesi, alıntılaması, paylaşmasıdır. Evet, İlhami Çiçek, genç dindar şiir okurunun mutlaka tanıştığı, hüznünü ifadeye yardımcı kıldığı bir şairdir. Bu yönüyle Cahit Zarifoğlu’nun yanına yazılır adı ama İlhami Bey, tüm dini bütün kökenine ve çevresine rağmen –ki ailesi bu yöndeki hassasiyetlerinden ötürü intihar ettiğini halen reddetmektedir- şiirini kurarken bir dinî kaynak veya kökeni belirgin bir şekilde asla kullanmamıştır. Onun şairliğini, elemli duyuşu, zerrelerine kadar hissettiği varoluşu daha doğrusu varolamayışı, kendisine bir içsel iktidar, bir kaimlik tesis edemeyişi beslemiştir. Satranç Dersleri’ne konuk ettiği kişiler bile kazanma-kaybetme serüvenleriyle oradadır, imgeleri, hep boynu göğsüne bükük bir tavrı resmetmektedir. İ.S. : Abi şiirin mahalleli olup olmaması daha ileride belki açıklığa kavuşabilir. Benim kastım daha çok mahallenin bu şiiri nereye koyduğu, politik anlamda bir işlev yükleyip yüklemediğiydi. Biraz somut veri peşindeyim açıkçası. Tabi İlhami Beyi, Zarifoğlu’nun yanına yazmamla soruma kısmen de olsa cevap aldım. Bu şiirin meydanlara inmediğini varsayarak devam ediyorum. Abi benim üç kaba eksenim var bu şiiri anlamada. Birinci eksen idealist-realist ekseni. İlhami Beyin kendine yahut dışa dönük algısını bu eksende değerlendirmek niyetindeyim. İkincisi eksenim 34
doğuluk-batılılık ekseni. Sonuncusu da içedönük-dışadönük ekseni ki sanıyorum “münakaşamız” bu eksende akacak daha çok. Eksenlerim çok indirgemeci, kendime oryantalist ve siyasi anlamda yanlı olmaktan sana sığınıyorum. Çekiçle bilgisayar devresi sökülmez gerçi ama ne edelim, elimde şimdilik sadece çekiç var :) Öncelikle “neden satranç” sorusu var elimizde. Her ne kadar Pers kaynaklı olsa da teorik içeriği yüksek, plan ve strateji gerektiren, yer yer bilimci hassasiyetiyle düşünmeyi gerektiren bir oyun olmasından dolayı bu çatı imge seçimini doğulu bir tavır olarak görmekten uzağım. Birinci şiirde şöyle bir dize var:
göğe bezgin bakanların bir türlü öğrenemediği bir oyundur satranç belki oryantalist bir bakış olacak ancak göğe bezgin bakanlarla doğunun klasik mütefekkir ve mütevekkil halinin kastedildiğini anlamak istiyorum. Bana göre muhatabıyla meselesinin başladığı dizedir bu ve statik şarka ilk eleştirisidir. Ne dersin? C.K. : Abi görüşlerine katılmayı çok isterdim. Ama İlhami Çiçek’in “doğubatı” gibi, “kitle” gibi büyük şeylerle çok ilgilendiğini sanmıyorum. Tam tersine küçük olanı, tikel olanı, az ve azınlıkta olanı/yaşananı seslendirmiştir en başından beri:
oysa veba tarihçileri bilmemişlerdir her karenin bir karşı veba girişimi olduğunu Burada bilinen ve bu bilinirliği ile “büyük” olana değil belki küçüklüğü, azınlığından ötürü unutulana, yazılmayana bakmış, baktırmıştır. Elbette senin bakış açını oryantalist bulmuyorum fakat İlhami Beyin şiirini politik ve medeniyetçi bulmam da olası değil. Senin alıntıladığın dizelerde ve ileride üzerine konuşup anlamaya çalışacağımız dizelerde de O, ayrımı “kazananlar-kaybedenler”, “tutunabilenler-tutunamayanlar”, “düşenler-sarsılmayanlar” olarak yapmıştır. “göğe bezgin bakanlar” kendisini de içinde bulduğu o “loser” cemaatidir. Satrançtan oyunundan ben senin dediğini değil hamle yapabilmeyi, hamle hesaplayabilmeyi, oynayabilmeyi, yenişebilmeyi anlıyorum. Ki kendisi bundan vazgeçmiştir. İlk dizeden itibaren “boynunu uzatmıştır”, “satranç nehri”ne. Akıntıya karşı koymayı terklemiştir. Bunun nihaî ve kesin adımı olan ölümü tercih ettiğini, ilk dizelerden işaret etmiştir. 35
Varlığına, varlığa dair duyuşunu da bu kısımda görebiliriz:
evet ilk aşk gibi bir şeydir ilk açılış artık dönüş yoktur kuşku bağışlanmasa da tedirginlik doğal sayılabilir ancak yürümenin dışında bütün eylemlerin adı kaçış kaçış kaçıştır Burada, doğumuyla beraber başlayan, kendini içinde bulduğu oyundan memnuniyetsizliğini açığa vurur, bir şüpheci gibi bundan kuşkulanmayacak kadar da akla sadıktır ama tedirgin olmaktan, ürpermekten de kendini alamaz. Kendince kaderini çözer, gözüne ayan olur serüveni ve ölüm yürüyüşünü herhangi bir dindirici, oyalayıcı ile durdurmayacağını, kaçmayacağını beyân eder. İ.S. : Abi önce şu: özel olarak Doğu-Batı gibi bir meselesi var demiyorum zaten. Benim iddiam bir ülküsü olduğu yönünde. Bu çerçevede yaptığı eleştiri ya da önerdiği şeyin Doğu-Batı ekseninde bir pozisyonu olabilir demek istiyorum. Peki abi, yine ilk şiirde
açsa duyargalarını o tarihsel şiire iyi bir oyuncu en çok atları sever dizelerini içeren bölümde, kendi gibi kaybeden muhataba ne demek istiyor şair? Onu çağırdığı tarihsel şiir nedir?
sen ey atını kaybeden oyuncu bir ilkyazdan koca bir güzyontan adam bırak oyunu dizelerindeki retorik kuvvet ile mağlubiyeti kabullenmiş loser cemaatine mi sesleniyor? Ben bu kuvvetli retoriği böyle bireyci bir arkaplan ile bağdaştırmakta zorluk çekiyorum açıkçası. Senin yaklaşımın çerçevesinde İlhami Beyin oyuna dair hükmünü nereye koymak gerekiyor, özellikle üstteki dizeler bağlamında? C.K. : Kıtanın tamamını alalım istersen. hüznü uçlarından dolanıp yalın sıçrayışlarıyla piyonlar arasından
ürkek ama cesur ama sevimli açsa duyargalarını o tarihsel şiire iyi bir oyuncu en çok atları sever
36
Buradaki “sevilen atlar”ın vasıflarına bakalım “hüzünlü, ürkek, cesur, sevimli”. Burada belki “olabilecek en mutedil ve makul “benlik” duygusu”dur ifade etmeye çalıştığı. Piyonlar arasından bu vasıflarıyla geçen ama nihayetinde ve belki de sırf bu hasletlerinden ötürü kaybedilen, kaybolan at… burada bir yönüyle kendisini anlatmaya çalışıyor. Bir takım donanımlar edindi, piyonluktan sıyrıldı ama ona varoluşuyla yüklenmiş diğer ve esas donatıları bir kısacık yani bir ilk yaz olarak başlayan macerasını bir güze yonttu ve...: “bırak oyunu”. Tarihsel şiir, bu bağlamda bir kaybedenler şiiri, bir düşenler şiiri, ama şurada bir şeye dikkat çekmek gerek ileriki dizelerde gerek Anka ile gerek İskender ile ördüğü bu tarihsel şiirin kahramanları bir dönem kazanmış, kendi yanlarında ve kamuda gözdeleşmiş kahramanlarken düşen, kaybedenlerdir:
“kaçıp da süleymandan kaf dağında otururdu anka nicoldu” “o koca iskender ki tuhaf matlar yapardı mat oldu olağan biçimde” Kendi küllerinden kendini yaratan Anka: Kaybetti. Ölümsüzlük için dünyayı fethe çıkan İskender: Gencöldü. Tüm bunlar pozitif, yapıcı, dünyevî anlamda bir ülkülülüğü geçersiz kılmaktadır. Şiirine gerdiği atmosfer, verdiği rüzgar, dağıttığı roller olsa olsa bir tutunamama dininin ülkücüsü yapar onu. Başka değil. İ.S. : Abi bir ülkülülük var ise bunun yapıcı ve pozitif bir tavrının olması şart değil. Ülkü dünyevî de olmayabiliyor en azından teorik planda. Sen Anka ve İskender’i mağlubiyeti kaçınılmaz bir oyunun hakikatini anlayamamış oyuncular olarak mı okuyorsun? II. şiirin ilk kıtasında anılan oyuncular ve Anka birer ibret olarak mı sunuluyor? Bir de II. şiir şöyle kapanıyor. çağı binip
cübbesinden gözükara süvariler çıkaran o Beyaz taş oyuncusunu nerde bulmalı tutup üzengisinden öpüp koklamalı “çağı binmek”, aranan özlenen Beyaz taş oyuncusu (renk seçimi mühim) ki süvariler çıkarıyor, üzengiler öpülüp koklanıyor, bu ifadeler ve bu epik dil... Bunları tutunamama gibi “hafif” bir mesele için fazla ağır bulmuyor musun? 37
Bir önceki kıtada da “buyruksuzluğa” bir yergi görüyoruz. Bu buyruksuzluğu dini bir hakikatin sahibi olamamak olarak anlıyorum. Gerçi ikimiz için de bu okuma mahsurlu olmaz sanırım, ne dersin? C.K. : Abi, en başta mealen dile getirdiğin “kitleye hitap” özelliği varsa İlhami Çiçek şiirinde, burada olabilecek ülkü yıkıcı olamaz diye düşünüyorum. Anka ve İskender mevzuuna gelince… Aslında İskender’in şiirde geçen sonu, bir gerçek son olsa da Anka hep küllerinden kendini yaratandır. Yani bu kült değişmemiştir tarih boyunca. Bu imgeler belki de şairin kendisine güç temin ettiği, yaşama coşkusu edindiği imgelerdi. Ama içindeki ölgünlük ve sonrasında gelen, kayba ve ölüme dair kutsayış, tabir caizse bu “süper kahramanları” da yendi: kaçıp
da süleymandan kaf dağında otururdu o koca iskender ki tuhaf matlar yapardı ama
mat oldu olağan biçimde artık anlaşılmıştır günün akşamlılığı dalgının ölüm karşısındaki sükuneti Burada “hükümden”, buyruktan kaçışı seziyorum ben. “buyruksuzluk” evet bir yergi ama burada kendisinde olan bir arıza veya oluştuğunu sezdiği bir arızadan bahsediyor ve “buyruksuzluk” kendisi için bir mümin levmi, bu dilemma. Bir buyruk sahibi olmamayı değil buyruğa karşı koymayı; aynı zamanda buyrukluluğu da ölümden korkma olarak işaret ediyor bana göre:
Ölümün dehşetinden korkuludur eğilip o oyuncu uzatsa boynunu buyruğa ve kendi dramı:
taşlar sürüldüğünde kaleyi buyruksuz düşündü mü kişi demek ki bütündür sallantıda demek ki gök de anlaşılmaz bir biçimde ölü cinayetlerde yeryüzüne paramparça dağılmıştır aşk ve umut dağılmıştır
38
koygun bir gece gibi günü kaplayan sevgilinin gözlerindeki zeytin siyahını o oylum oylum kabarık şiiri kaplayan bir şeyse buyruksuzluk taşlar sürüldüğünde alıp kişiyi kayalar çarpar buyruksuzluk Oyuna yani hayata başladığı an, savunmasızlığı, savunmasının kolay dağılır oluşunu sezmiştir. Ölüme elverişliğini sezmiştir. Ya da bunu böyle anlamlandırmıştır aklı şiire yeter yetmez. Ve çok acı ki gökten de bir yardım, ölüme karşı bir dayanak edinememiştir: Aşk ve umut yoktur, dağılmış, tahrip olmuştur. Ölüm sevgilileşmiştir, buyruksuzluk aşklaşmıştır. Hem de dokunaklı bir gece şeklinde, sevgilinin gözündeki zeytin siyahını oylum oylum kabarık şiiri kaplayan bir şekilde olmuştur bu. Ve kendisini taşlara çarpan buyruksuzluk… Burada ölüm ve ölüme duyulan histerik sevgi ile beraber bundan duyulan acı…
çağı binip cübbesinden gözükara süvariler çıkaran o Beyaz taş oyuncusunu nerde bulmalı tutup üzengisinden öpüp koklamalı Dizelerinin tam emin olmamakla birlikte bir asr-ı saadet özlemini seslendirdiğini düşünüyorum. Şair, bir yaşanılası zaman olarak o zamanı, tutunabileceği etek olarak Peygamber’i görüyor. Sanırım birçok büyük acılı ruhun, geçmişte veya tam tersi gelecekte bu türden bir zaman, devir, kişi düşlemesi vardır. Çiçek’inki de böyle bir şey. Selim Işık’ın, İsa peygamber hayranlığı gibi bir şey ama ondan daha kavi. Bunun da İlhami Çiçek’in şöyle böyle de olsa mahallenin tam ortalarında bir yerde bulunuyor olmasının bir neticesi olduğunu düşünüyorum. Yarasını sağaltamasa da bir şeyler edindi mahalleden. Bu arada abi, tutunamamayı ülküden, epik değerlerden hafif görmüyorum tam tersi en az onlar kadar ağır olmakla birlikte onlardan daha mühim bir şey olabileceğini düşünüyorum. İ. S. : Üçüncü şiirle, satranca yukarıda yüklediğim anlama geri dönmek istiyorum.
bir ara dilim sürçse de at kıskacını anlatsam desem ki Haderler ki kemik atıyor köpek resmine bu adam
39
Burada bir hamle kombinasyonundan bahsediliyor. Strateji teorik bir şeydir, sıradanın dışında bir düşünme biçimini gerektiriyor ki satrancın batılı ruhuyla ilişkilendiriyorum bunu. Bu koşutluğun kaynağını ise şairin tesbitinin ve reçetesinin sosyalist bir temeli olmasında buluyorum; biraz da şartlarımı zorlayarak (bunu aşağıda açacağım). Şairin anlatmak istediğinin hakikilik bağlamında konulacağı yer de son iki dizede muhteşem veriliyor. Kendini anlatamayan ülkü sahibinin acıklı hikayesi... Bana göre ortada anlatılmak istenen, kitleye duyurulmak istenen bir diriliş reçetesi var ve bu reçetenin sola yatık İslami bir bağlamı olduğunu düşünüyorum zira aynı şiirin ilk bölümünde şair, “genç çeri”ye, yani e2de duran budala piyona, e1deki kendi şahının hain olduğunu, e8deki rakip şahın düşmanlık açısından e1deki şaha nisbeten yok hükmünde olduğunu bildiriyor. Bu sağa yatık İslamcılık için fazla devrimci bir tavır bana göre. İkinci şiirin tamamı bu minvalde ilerliyor. Açık biçimde halka hitap ediliyor. Halkın kurtuluşunu halkın takdir edemeyeceği at kıskacının oyuncusundan ve ısrarla o atlı oyuncudan umuyor şair, hizmet danışmak için zuhurunu bekliyor. Yine sekizinci şiirde şu dizelere dikkat çekmek isterim.
her dakika henüz ölmüş gibi ebuzer kimsesizsindir içlemin gamevi ay emek Ebuzer’in anlamı artık hemen herkesçe malum. Şayet bu anlam İlhami Bey sağ iken de böyle idiyse, bu çok önemli bir veri. Yine kitabın ikinci bölümünde şu kısa ve korkunç çarpıcı şiir var:
CANLAR umut kesilmiyorsa dostlarım kesip barikatlar kurarak kangrenli gövdemizden şurda güneşe ne kaldı Şimdi bu açık biçimde ülkülü, kavgacı, direnişçi bir şiir hatta bu tip şiirlerimizin şahikalarından. Ne dersin? Özellikle İlhami Beyin solcu eğilimleri olup olmadığı konusunda neler biliyoruz? 40
C.K. : “Kendini anlatamama” bahsinde hemfikiriz abi.Tabi burada şu notu düşmek gerek. Dile getirdiğimiz “anlatamama, dile gelememe” dış dünya için geçerli bir şey. Yoksa İlhami Bey, şiiri bir “anlatılamayanı anlatma” aracı olarak gördüğünü mülakatında söylüyor: “Bütün öteki yazı türlerinde anlatılanların özü şiirde vardır ama o daha çok anlatılmaz olanın, sözün dile getiremediğinin arkasındadır.” Şimdi senin “at kıskacı” üzerinden tekrardan dile getirdiğin “satrancın batılı ruhu”, “strateji teorik bir şeydir” diyerek O’nun şiirinde gördüğün şu veya bu şekildeki toplumsallık, ülküsellik iddianı bir de üst kıtayla sınayalım abi:
söyleyelim eBİR ha in dir eSekiz yok yok ayrı bir düşman falan genç çeri ey e hattındaki budala -Tanrım ne saflıkderken O, bir iç hesaplaşmadan, aslında kendine düşmanlıktan, bir kör dövüşünden başka bir şeyi anlatmaya çalışmıyor. Bir “kötü ben”in varlığına işaret ediyor, bir “kötü içses”in. Bu oyunda/savaşta öz şahına, içsel iktidarının başına, öz benliğine de güvenmiyor: sırtındadır, haindir. Bu içsel oyunun/savaşın hakikatinden de şüphelidir; sağlıklı düşünmeye çalıştığında. Özbenliğinde bunları yaşar ama dışa açamaz, bundan bahsetmesinin de sonuçsuz kalacağını düşünür. Bu iç çatışmada atına güvenir yine, atları sever ama işte bahse konu etse bu oyunu; taşlarının durumunun, atının yadırganacağını sezer, gerçek dışı görüleceğini bilir:
bir ara dilim sürçse de at kıskacını anlatsam desem ki Haderler ki kemik atıyor köpek resmine bu adam Halk/kamu kör kesilecektir, kendisi için apaçık, belki de varoluşu açısından en açık olan bu oyuna/savaşa. Çünkü kamu maddeyle, somutla ilgilidir ve şiirde bu, anlamın etin önünde, kıyısında yok olduğunu, ileri geçemediğini belirtir. Bu bölümün sonunda da yine atına sığınır, sever, at hamleleri kurar, attan hizmet danışır “o oyuncu”ya karşı: 41
aykırı sür çalka de ki ey at kıskacı kabaran ateş almış ve ey at kıskacı diye bağırarak o oyuncu oynadığında seni konuş benimle sana hizmet danışayım Bu iç muharebe/muhasebe bir müntehir adayının, bir tutunamayanın tablosunu çizer bize. Gerçek hayatına dair edindiğimiz bilgiler de bunu fazlasıyla doğrular: Kitaplara sığınmış, çoğu zaman sessiz, geçirdiği eski ve yeni hastalıklardan ötürü ruhen daha çok kendiyle yaşayan biri. Öyle ki Edebiyat Dergisi tarafından hastalığı esnasında yalnız bırakılması bana bir kez daha Selim Işık’ı anımsattı. Özverili ama insan duvarlarına çarpan biri… Fakat şu da var ki yine gerçek hayatından senin tezini doğrulamasa da senin, şiirde solu, sosyalizmi görmene bir şekilde mazeret olabilecek şeyler de yok değil abi. Meselâ sağlığında Kemal Tahir ile söyleşmeye gitmesi, Nurettin Topçu’nun Hareket Dergisi’nin bünyesinde bulunması ki Topçu, “maneviyetçı bir sosyalizm savunuyordu” diyebiliriz. Ayrıca Nazım Hikmet’e yönelik övgüleri ki senin alıntıladığın CANLAR şiirinde doğrudan gönderme var Nazım’ın şiirine. Yani demek istediğim İlhami Çiçek şiirinde soldan, solcuların ortaya koyduğu şiirden etkilenme söz konusu fakat bu ne senin dediğin kadar geniş, derin ve belirgindir ne de satranç Dersleri’nin meramıdır. Belki diğer bazı şiirleri için bu yorum getirilebilir. Ve unutmayalım ki benim kendisiyle benzeştirdiğim Selim Işık da d Tehlikeli Oyunlar’ın tutunamayanı Hikmet Benol de topluma karşı fazlasıyla ilgili idiler. Bilhassa Selim Işık… Ben VII. bölümde şairin, kendi türküsüne, ağıdına halktan da sahneler koyduğunu söyleyebilirim. Fakat bu belki şiirin dikkatinin dağılmasıdır. Zira varlık ve ölüm, en çok da ölüm esas gündemdir ve tekrar ona dönülür. Zira Ebuzer bahsi de buna yöneliktir. Rivayete göre Ebuzer, evinin önüne bir mezar kazmıştı. Onun içine girer ölümü ve öldükten sonraki aşamaları düşünür, sonra da dehşetle “Ey Ebuzer sana mühlet verildi” deyip fırlarmış:
her dakika henüz ölmüş gibi ebuzer İslami camiada “devrimci Ebuzer” figürü Ali Şeriati’nin Ebuzerr kitabı vesilesiyle oluşmuştur sanırım. Ama bu şiirin telif ve basım tarihlerini düşündüğümüzde o günlerde devrimci bir figür olarak Ebuzer’den bahsetmemiz imkânsızlaşır. Fakat şu olabilir, İlhami Bey, kendi de keşfetmiş olabilir Ebuzer’in isyankarlığını. “emek” diyerek araya 42
sıkıştırmış olabilir. Ama zorlama gibi olur bu yorum. Ki aynı şiirde bir başka ölüme de işaret eder, ağaç kovuğunda öldürülen Zekeriya peygambere… İ. S. : Abi, tam olarak pes etmeden ve Dersler’deki daha tali meselelere gelmeden biraz da VII numaralı şiir üstüne konuşmak istiyorum.
sahi şebçerağ nerde iskender! İskender! diye bir ünlem bu nasıl iskender aramaz bengisuyu diye bir hüzün Ben bu dizelerden yola çıkarak, İlhami Beyin mağlubiyetten pek de memnun olmadığını söylemek istiyorum. İster toplumsal ister bireysel (teslim oldum galiba :)) bağlamda olsun, “galip” oyuncuyu aradığını düşünüyorum. Ne dersin? Aynı şiirde bahsedilen bir ressam var malum; gök çizemeyen, yüksek evler yapan ve cenini ölü çizen. Sonra bütün resimlerini yırtıyor ve çağın kaybettirdiği derin bir gök resmini aramaya, o eşsiz hamleyi aramaya gidiyor. Burada İslami bir kurtuluşun, toplumsal ya da bireysel anlamda, daha geniş söylersem kutlu bir anlamın varlığına iman ettiğini tekrar görüyoruz. Devamında ise ilginç bir durum var. Kendi hamlesini, taş sürmesini, çağın kötücül taşlarıyla birlikte reddediyor. Şairin, krizinin ve tutukluğunun en belirgin ifadeleri belki bu şiirde verilmiş. Kendi çıkışsızlığına en kuvvetli dönüşü yaptığı şiir bu sanıyorum. İntihar da açıkça anılıyor bu şiirde. Ne dersin? Bir de ben yedi numaralı şiir ile iki numaralı şiiri karşılaştırmalı okumaktan yanayım. Sanıyorum ikimizin okuma biçimi için de anlamlı bir yol olacaktır bu. İskender ve “gemi” imgeleri iki şiirde de hemen başta görünüyor. Bu iki imgenin seyrine ve şiirlerin tamamına bakınca, ümitvar tavrın yerini derin bir karamsarlığa ve mukadder olanı kabullenmeye bıraktığını, şairin her halükârda kendine döndüğünü ve sadece iyioyunundan sual edileceği adil infazı beklemeye başladığını söylemek yanlış olmaz sanıyorum. Senin okuma biçiminde iki ve yedi numaralı şiirlerin arasında nasıl bir diyalektik var? Var mı? C.K. : Sanırım bu dediklerinin tamamına katılıyorum abi :)) Kendine ettiği bütün o, “oyunu bırak” telkinlerine rağmen şair, galip gelmek de istemektedir evet. Düşüş esnasında tutamak aramaktadır. Ayrıca vardığı, yerleştiği vazgeçmişliğini, İskender’e özenmesi üzerinden ta’n 43 etmektedir:
bu nasıl iskender aramaz bengisuyu Abi, ressamın çizdiği gözsüz cenin… Kalabalık bakarsak, “modern dünyanın kötülüğüne doğan, bundan ürperen insan” anlamını çıkarabiliriz bana kalırsa. Şairin bunu ağıtlaması da bundan olabilir. Hatta II’de göğün kara cinayetlerle günü gecelemesinden ötürü müdür ressamın gök çizememesi? Olabilir. Ama yoksa biyografisinde bahsedilmeyen, belki kendisi dışında kimsenin bilmediği bir çocukluk travmasının yansıması da olamaz mı bu dizeler? Zira epilepsisinin ve sakin ruh yapısının bağlandığı bir kaza var 6-7 yaşlarında yaşadığı, bir gün süren baygınlık var. Ben spekülatif bir şekilde daha derinde bir şeyler olabileceğini düşünüyorum. Dediğin gibi VII’de geçen “ye'si biçen o eşsiz kılıncı gürbüz hamleyi” ressama yüklenen bir misyonla dahi halen umuyor olması ama sona doğru intihardan söz açması, sonra, “koyar gibi o güzel yapının üstüne/ya da komaz gibi taş üstüne taş” dizeleri… Krizin ve varolma, tutunmaya dair iki zıt meylinin açık olduğu bölüm VII. II ve VII gerçekten de birbirine bağlı bölümler. Senin saydığın imgelerin yanında gök, akşamlılık, çağ gibi imgeler de ikisinde ortak ve sanırım kitabın da İlhami Çiçek şiirinin de en yoğun kısmını oluşturuyor bu iki bölüm. Fakat II, akşamı haber verirken, VII de ise artık şebçerağ sönmüş, tam anlamıyla bir karanlık başlamıştır: Yenilginin kendini bayraklaştırması. Bu ışıksızlık ilanı VIII’de de devam ettiriyor kendini: “çok kandil kırılmış -sanki geç herşey için – niçin”. Ben, bu kez “halk” imgesi üzerinden bir bağlantıyı, III. bölümle kurmak istiyorum VII’den:
gecedir halk etinin önünde anlam katledilmiştir azaldı halk içinde yüzdeki ben gibiler eldeki siğile çıbana -etin yumuşak bir yerinden sökün edendöndü halk ve cüzzam ne yürüdü ve hep bir yaprak değil miyiz ki bir zaman yarıp çıkmak serüveninde özdalımızı
44
Bu iki bölümde “halk”; “karanlık, topluluk içinde varolamayan, tutunamayan bireyi yadırgayan, bireyce yadırganan bir şey” olarak birbirine ulanmış gibi. İ.S. : Abi şu incecik kitabın ilk yarısında üstüne konuşulacak o kadar çok şey var ki hala...Çok münbit bir şiir İlhami Beyin şiiri. Ben konuştuklarımızdan- şayet “pes”imi beni ezmeden kabul etmen mümkün ise :) - bu şiirin en az iki katmanlı olduğu neticesine varıyorum. Sanıyorum kişisel meselesi ile cemaatinin, ümmetinin meselesini birbirine dolamış, kendi çıkışını ararken halkın çıkışını da zorlamış ve neticede kendi düşkünlüğüne ve çağın halkı düşürüşüne teslim olmak mecburiyetinde kalmıştır diyebiliriz İlhami Bey için. Ne dersin? Bu konuşma devam etmeli, daha derin kazılar yapmalıyız, biraz da satıhta kaldık sanıyorum tezlerimizin zorlamasıyla. Devam edecek miyiz? Son olarak şiirde peşinde olduğum realizmin eşsiz bir ifadesi olarak şu dizeleri bırakayım Resimde şiirinden:
bir resim neyse odur bir at bir kere kapaklanmışsa kapaklanmış bir attır o Bir final dizesi de senden alalım abim... C.K. : Abi estafullah :)) Ben de İlahmi Çiçek şiirinden “toplum”u ihraç edemeyeceğimize inanıyorum. Belki bireyi, kendisini daha çok görüyorum şiirinde. İlhami Bey, bir toplum dışı kişi değildi elbet. Tiyatrolar düzenleyecek kadar… Ama buhranlı bir dönemin şairiydi; kendsinden önce ve sonra gelenler gibi. Bizim gibi. Ne elini çekebildi toplumdan ne elinden tutabildi onun. Sonuçta oyunu şaşırdı, elleri kırık dökük satranç taşlarıyla doldu. İlhami Çiçek şiiri deşilmeyi fazlasıyla hak eden bir şiir abi. Dediğin gibi bizim bu mütevazı çabamız gerçekten mütevazı kaldı. Sırf ve riyasız şiir iştigali olarak devam etmek çok güzel olacaktır diye düşünüyorum. Ben herhangi bir dize paylaşmaktan korkuyorum, kaderim olacağından korkuyorum.
45
Tezgâh ‘a bir şeyler yaz ............................................................................................ ............................................................................................ ............................................................................................ ............................................................................................ ............................................................................................ ............................................................................................ ............................................................................................ ............................................................................................ ............................................................................................ ............................................................................................ ............................................................................................ ............................................................................................ ............................................................................................ ............................................................................................ ............................................................................................ 46
kargış
Üç aylık şiir dergisi
2.Sayı çıktı
Adapazarı Değişim Kitabevi Ankara Dost Kitabevi Birleşik Kitabevi Bursa BKM Diyarbekir Don Kişot Kitabevi Düzce Papirüs Kitabevi&Cafe Elazığ Tuğra Kitabevi Eskişehir Adımlar Kitabevi İtalik Kitabevi Gaziantep Pusula Kitabevi (Gaziantep Üniversitesi) İstanbul İnkılap Kitabevi (Fatih) Robinson Cruseo389 (Beyoğlu) Mephisto Kitabevi&Cafe (Beyoğlu) Mephisto Kitabevi&Cafe (Kadköy) Kaknüs Kitabevi (Üsküdar) İzmir Yerdeniz Kitapçısı Yakın Kitabevi Kayseri Akabe Kitabevi Malatya Fidan Kitabevi Muğla Abilmuhsin Özsönmez Siirt Bajar Kitabevi Urfa Etkin Kitabevi Van Star 2000 Kitabevi
@kargıssiir kargissiir@gmail.com kargissiir.blogspot.com.tr
47
z 48