Tezgah4

Page 1

Tezg창h

4


Kapak resmi: M. Volkan 猁ak覺r 襤rtibat: tezgahfanzin@gmail.com, @TezgahFanzin Dijital yay覺n: http://tezgahfanzin.blogspot.com


Güneşli Araf Takvimi Abİlmuhsİn Özsönmez Öte için Beri: sonraları bir Şiir yazabilmek için yazılmış şiirler: III, IV Halİd Metİn Uzun Uzadıya Bir Gece Anlatısı II Matmazel Serkan Cenker Neresinden dikilir bu topografya? kahrolsun varlığıma Taşla Kıramadığım Kabuk Çetindir Yedi Şiir: I, II ve III

Ufuk Akbal Cevher Kara Mahmut Nesİp Basmaci Rainer Maria Rilke

Genç Werther'in Batı Divanı'ndan Aksedip Doğu Divanı'na Düştüğüdür İsmayİl Sakİn Ortadoğular ve Asyalar –Taksim– Yeknesak M. Volkan Ҫakir


Abİlmuhsİn Özsönmez

Güneşli Araf Takvimi

“Nebi (SAV), gölge ile güneş arasında oturmayı yasakladı” İbni Mace 3722 Biri gölgede diğeri güneşte iki ayak izi arasında unutulmaktan mıdır nedir yataklık etmiş onca keçiye bu taşın üzerinde çok başlı ejderhalar gibi konuştuk, görece kırk kelimeyle güneşe karşılıksız kara sevdalı taşları sıkıp avuçlarımızı izlemeye gittik sonra, sonra, çok sonra daha rahat gömülsün diye toprakla boğulan, suyla boğulandan, faili düşük buğday rekoltesi, diğer ölülerle. İki iz arasında unutulmak nasıl hatırlanır ki bu siliklik deli eder mesela güneşi. İbrahim ile Abram arasında bir yerde vardık kıyısına, tuzu çoktan unutmuş bir ekmek gibi açtı bağrını Fırat, doğurdu ölümü ve dirimi. Suyun üzerinde, şakladı afili çentik, akmış kan, alınmış toprak, üstünde şimdi zılgıt çekiyor çark, kaburgamızdan mamul zarlarımız atılmakta.


Güneşe kıvrılsak kuruyor, gölgeye sır olsak ikindide açığa çıkıyoruz. Üzerinde durduğumuz taşı sıla kılacak neyimiz kaldı. Suya okunan rüzgâr tefsirini ve taşların avucumuza kazıdığı güllerarasılık ilmini takas ettik, şeylerle. Şeyler dört yana ilerledi, şeyler sola, şeyler sağa, şeyler aşağıya ve şeyler yukarıya, bütün alfabelerde inecek tek kitap kalmadı. Damıtıp damıtıp ağlasak bunu beyhude, ışıkla ve sözüm ona karanlıkla sınanacağız. Arafın bereketle koalisyonu ile ölmüyor ile olmuyor, yekpare güneş rejimi, ilk damlasında memenin, kalbe serilen keçe. Bindokuzyüzdoksaniki senesinde, ayağında rugan ayakkabı ve yün çorapla bir çocuk ağladı Kızılayda; o kadar çok ağladı ki neredeyse yasaklanacaktı okullarda münazara ve müfredatta kültürel çözülme. Güneşte izimiz, etimiz, sefil etimiz meylediyor yine de gölgeye.


Halİd Metİn

Öte için Beri: sonraları bir Şiir yazabilmek için yazılmış şiirler

3.

ben, şimdi, dile vuracağım, kendimi ben, şimdi dile, vuracağım kendimi gece gecerken şehir'delik alınmadan iade edilmiş yani vermesi önce almasından nasıl bu bile demeden duyulur aksi ve o arada işleyen, orada , nedir ki yitmiştir hiç yitiş göstermeden yakınca seçilir bakınca Yok

beni getir dile getir beni dile götürmeden nolur hadi pür dikkat oyun çatırdar olur belki


çınlıyor 'belli ki' 'belki' dedikçe ağızda belirir bir büküm silinedurur kuruyorum ve kuruyorum kurdukça kuru oldukça-korku yorum ölmek ten

eğrilir eğrilir ah her eğrilir formu çaldı kaldı çırçıp. lack of her şeyler. of her şeyler

ama

Bach.

eğrisinde ölür olmanın düzenlenmiş çıldırırca hiç makul delilik bir kirli kiler ora çocuk boğar nesneler dolu ah o elleri edememe ile dolu ile boş bir ara bir ağrıydı duydu kırılışı sunulmamış bir kırık onun kırdığı yayılır tadı uzaysız aklın ataçlarını didiklemiş güleyor uluyor bir koridorun çıkma'yı çıkartarak artıkdığı kırık çırpar gibi savurmuş göğsümü bu oraya bir odada sesleri anıyor nasıl anılırsa ve ses odayı yok'luyor


( yoklanan odada kulaklarımdan başlayarak -çün çıldırmak kulaklardan başlayarakbildiriliyor ki* dil kendimi çok'tan vurmuş )

* kirli bili diyor: diriliyor ki bil dil birikiliyor ki iri bir yol dil biliyor dikilir ilikdir biliyor oy lirik bildiri kirli bir yol idi dilliyor ki biri ikili bir dil yor ildir yol kibiri biliyor ki diril


4. prologue -halid metin bir adım olduğu için benim de öleceğim ve siz memnun oldunuz oysa Ve bir tekne olan Annem sözermişti Adının Benim olduğuna bir leşin yanında Çünkü ölmüşmüş deniz deniz: sonsuz hayvan sen çıplandıkca acıkan ıs yada yalnız ben böyle bir şeyler kurup olduğuma inanıyorum. ah fodul benim al işte ünler salıyorum insanlar boşluğuna


ses senini hiç dışarı çık-aramasan da biz yalnız ikimiz yokken bile hem bu ikimiz-de ki ben kim bilmezken de ama bilincimizin kursağı var biliyorsun fakat hiçbir şeyi orada kaldırmayacak kadar kaygan hiçbir şeyi orada kaldıramayacak kadar güçsüz bilmiyor gibi davranıyorsun. sus sana benden Başka kim bu sen tanraşkına yok Beni duyan. son sayha! sayıklıyor sanık sayrımsak (ışığa dedi ki aşığı: ölsen gibi bazen fikirkiliyorum gözlerimi özlediğimden karanlıkta seni seçememem karanlığı sana saçiyorum.) bu sözleri sonradan söyledik saymayacağız


Serkan Cenker

Uzun Uzadıya Bir Gece Anlatısı II Bu hengâme, bu makber, bu ezeli gurbet bir nifak gibi orta yerimize düşen ve tıpkı ölülerin cüretine benzer suskunluğumuz sahnede bir şapka, bir keman, yarım bir adam yalınayak, üryan bir karanlık soluduğumuz ne kadar bakmazsak birbirimize o kadar mutluyuz o kadar güzel ki sevdiğimiz kadınlar o vakit düşmek dışında bir yol daha icad ediyoruz dudaklarımızı kanatan hangi türküyü söylesek daha bir umumileşiyor acılarımız bir yer geliyor kapatıyoruz gözlerimizi işte o vakit ne kadar kaybetsek en baştan yenilebiliriz…


Matmazel Ah matmazel, o bindiğin at üç bacaklıdır üç bacaklı atlar sekemez bile matmazel, kafandaki tilkilerin de bir ailesi vardır iki kulaklı sekiz memeli karıları yeri gelir sevişir gibi değer kuyrukları birbirine zaman var ki insan birbirine değer gibi yapar da sevişir yaşlılar çocukları akıtır lağım deliklerine kadınlar ağlar gibi yapar da adamlar bıyıklarıyla bozuşur biz çürürüz, anlar kalır cesetler bir fotoğraftan gözlerinin içine bakar da kalır ah matmazel, bazı akşamlar giyotin gibi aniden serilir güneş bir kelle gibi aniden düşer yere elma gibi ısırasın gelir bilmez misin ki barbutu ne kadar oynarsan o kadar yekten gelir ne kadar da kendinden emindin oysa horozu düşmez tüfek gibi mermi ağzında türkü söyleyen hallerini sürgüne yolla işte bu yüzden hep kaybedeceksin oyunlar, yalnız çocuklara geçer akçedir matmazel, rahmini sevmediğin bir adama vereceksin...


Ufuk Akbal

Neresinden dikilir bu topografya? şehri tepeden izleyen merdivenlerden birinde altımıza serdiğimiz spor gazetesini dağıtmadan kalk kendini meltemin insafına bırak, güneş tam batmadan cebinden isviçre çakını çıkart, gözüne kestirdiğin herhangi bir boğumundan parmaklarımıza küçük delikler aç ve havayla temas etmesine izin vermeden kaderlerini birbirine bırak. birbirine sürt onları, böylece koyu ve açık kırmızı birbirine değerken çıkan sesin tatlı ve muştucu musikisi hafif bir baygınlık geçirtsin; [koyu çünkü= sanki kan değil cıva, erik jölesi, işler iyi gitmiyor demek ki beden denen makinada, ve biraz ürkütücü bu hevesli pıhtılaşma] [açık çünkü= çok su tüketiyorsun, kanındaki maddeler hiçbir engebeye takılmadan hedeflerine yürüyor ne mutlu sana] şehrin sesleri f.m'den a.m'e kayar iken, böylece kan kardeşi olmuşuz. bu anıları, moleskinindeki sayfalara kat.


şimdi hisset; "sıfır yılında kurulmuş bir şehirdeymişiz kendisinden önce tanımlanmış herhangi bir zamanı yok bu taşların, kırmızı tuğlalı çatılarının üzerinde akşamı fondip yapan güneş yokuş aşağı iyotun çoğaldığı yere doğru çocuk adımları ile iniş tenekelerin ateşe verilişi, midyelerdeki kendini veriş. biri bu zamandan önce ne varsa yıkmış, ağaçlar hariç ve ağaçların koca hafızası geride kalanlara yaşamak gücü bahşetmiş". ve burada bir çarşı yok, eve dönerken balık alınacak bir hâl mesela; mevsimlerin kadim bilgisi ve dip akıntılarıyla yoğrulmuş anavasya ile katavasya'yı vukuflu yerlerinden kavrayıp bize yeniden anlatabilecek kırçıl bıyık da. ve köşeyi dönen temposuz terzi ile hasbıhâl sana burada ikimizi de andıran bir gömlek diktireceğim, sana bu tezgahın dünyanın merkezi olduğunu kanıtlayan deliller getireceğim, bu tezgahın ardına geç, bu camdan sokağa bak yaban arısı iğnesini batırdığında apansız nasıl irkiliyorsan öyle irkil üzerinde sabırsız bir yağ gezdirilmiş kocaman bir kase işkembe çorbasına nasıl yumuluyorsan öyle yumul bu ana karşı rafta bir kertenkele ileriye doğru bir hamle yapsın saat kendini onarsın cumba yok, arnavut kaldırımı, sokağa hücum eden kızgın yağ kokusu, meyvelerin üst üste dizilişi ile oluşturulmuş kompozisyonun gözde yaratabileceği muhtemel yanılgılar, yeni biçilmiş çim kokusunun genzi okşayışı, nasıl yoksa, bunlar da yok o delici fonda; o kıpırdamazlıkta. ve bu kıpırdamayla tatlı uyuşma aralanınca, neresinden dikilir bu topografya?


neresi daha engebeli neresi alçaktır şehir denen yangın yerinin neresinden rüzgar alır seyrelmiş iki tepe yani iki erkeğin bağrını kendisine doğru açtığı yer neresidir korkusuzca? neresine dayarsan kulağını at arabalarının toprağı dövüşü ile sandalet seslerini birbirinden ayırırsın? gövdeleri ihlâl edilmemiş kadınlar için hangi şehircilik anlayışı dip odalara dolan bir doğal klimadır? bu sorulara cevap bulunur kan kardeşim, tatlı uyuşma aralanır can kardeşim, daha yoğun ve koyu olan, akışkan ve atik olanla aynıdır o büyük adalet mevsiminde bu elbet tescillenir bal kardeşim bir sonraki rüyada buluşulur, şehrin ışıkları sönsün, erkek bağırlar kapansın. yeter ki, iyi bir terziye sor ve artık aralansın neresinden dikileceği şu topografyanın...


Cevher Kara

kahrolsun varlığıma I. bugün evden çıkarken gösterdiğin çıplak ayaklı çocukla neler ettin dinle bu gece… bir vesile-i azâb idi çöreklettin, imam olsam namazı yarıda keserdim aklıma geldiği an, parke taşları kutsuyordu on küçük parmak, çıktığım apartmanı devirmedin ki üstüme. üşüyorlar farkında şuureyn alttakine iniyorlar ağlıyor onlara babasızlığıyla d/övünen çocukluğum bile. -bir yetimhane olarak delirdim-


çok sâde bir mahmurluk, köpekler bağlı, kuşlar kafessiz, atlar

uykusuz, gri gök yüzüme fon. II. sakin bir ikindi olsun artık tüm vakt sakin bir ikindi ol krem rengi hırkam sakin bir yaz ikindisi geçsin üşüyen çocuk sakinleş de büyüyünce anamızı ağlatma karanlıktan çıkıp beyaz berenle. III. öyle de kolektiftik pek kolektif bir tiftik örmüştü kaslarımızı adım atacak yer yoktu içimizde içimize halkolmuştuk sanki -sanki ve aniden-


kalbur kalbur kalbur kız ile buluşmaya tiftiklenmiş hırkanla gitme dedim kaç kez “halk” dedim ağzım kızdı oluşan muğlaklığa iktidar aleyhine konuşurken bulundu ölü “kız” dedim istemsiz bir gülümsemem -seni böyle gülümsemelerden men ederim-. bu kilise ceketi çağdaşlık, bu altyazı felsefe, bu bu bu baht gülmeyecek mi hâlâ bu halk? ben o sıra türkülerdeki imanı inceliyordum aklımdan çıkmıyordu solistin gerdanı sarkak bir tak

va sağ… sol… sağ… sol… doğ yusuf doğ yusuf doğ yusuf doğ.


Mahmut Nesİp Basmaci

Taşla Kıramadığım Kabuk Çetindir Ev ve sözdür çocuğu büyüten inandım Musluktan su bile radikal akar Çarpışırdı Allah sözleri evimizde Şöyle diyebilirdim durduk yere “Kafirdir Amerika dolar almak günahtır baba” Ya da bir küfrü en dibe bırakıp Sesimi kabusta kısık bulmak üzere Battaniyenin karanlığına sığınırdım Çocukta büyüyen izdir inandım Dizlerimde at arabasında sürtünürken Alnımda dişi tatarcık öpüşünden Gözlerimde babamın pörtleyen gözlerinden Ve içimde duvarlarını sarmaşıkların sardığı Piçlerin kedi öldürdüğü sokaktan kalan derin izler Büyütsün diye beni şehirden şehre taşıyorum hepsini


Ölümdür çocukta büyüyen inandım Daha gözlerine bakma vakti gelmemişken Ben tırnaklarımı kırarken kardeşim Etrafında dolanan meleğe inanıp erken uyudu Böylece kaçtı evimizin bereketi Kim okuyup üflediyse nafile Ne buna inanmak geliyor içimden Ne de cinlerin düğününe Ama kaşlarını kaldırarak Bir yamaya daha yer olmadığını söylüyor Balcalı’da koca bir çocukluk bırakmış marangoz çırağı Sestir çocuğu büyüten inandım Pencereyi açıp caddeden içeri Çok sesli şeyin doluşmasına müsaade ediyorum Ve tek sesli şeyle karşılık veriyorum Cinnet getiriyor babam Annem günahları dökülsün diye ağlıyor Bense bereketlensin diye ruhumuz dua ediyorum Kendidir çocuğu büyüten inandım Öyle birikir ki içimde küfür Kin serpilir avuçlarımı her açtığımda Yüzüm gittikçe kararan bir şey olur Şimdi hangi peygamber razı olur ki papağanı olmama Allah’tır çocukta büyüyen inandım Çok şey istemiyorum Allah’ım Güleç yüzlü çocukların başını sen okşa Ciğerci Çingene teyzeyi, annemi Ve kötü şiirlerden koruduğun kadını mutlaka cennetine al


Rainer Maria Rilke

Yedi Şiir I Dokundu birden gülderen hayat uzvunun tüm goncasına ve farklılığın ürküntüsünde soldu içindeki [ıhlamur] bahçeleri II Yaz, birden bire gelen, sen yürüttün ansızın dikilen ağaca tohumu. (Ey içi ferah, duy kemerini gecenin, içinde erinin hür olduğu.) Ve kalkıp gök kubbeye erişti, ağaçlara koşut bir yansıma. Ey devir onu ki tepetaklak kucağında tanısın karşı-göğü, gerçekten büyüyüp, gerçekten göneneceği. Cüretkâr diyarlar, falcı kadınların kürelerden seyrettiği gibi. O içerisi ki içinde cirit atar yıldızların dışarıda olmaklığı. [Orada doğar, dışarıda gececil ışıldayan ölüm. Ve oradadır tüm var olmuşlar tüm geleceklerle beraber ve topluluklar toplanır topluluklar etrafında meleğin buyurduğu gibi.]


III Bakışlarımızla tamamlarız çemberi, ve içinde akkorlaşır kaçışan gerilimler. Dikti çoktan kasıtsız emrin, sütunu kasık çalılıklarıma. Bahşettiğin tanrı sureti durur eteğimin altındaki sessiz kavşakta; bütün bedenim onunla adlanır ve ikimiz bir diyar gibiyiz, büyüsünün hüküm sürdüğü. Gayrı senindir koru ve Hermes sütununu saran gök olmak. Bırak kendini ki çıksın özgür tanrı sürülerinin arasında hoşnutça yıkılmış sütundan. Almancadan çeviren: Anatol E. Wegner Kaynak: Sämtliche Werke, Band II, 1957


İsmayİl Sakİn

Genç Werther'in Batı Divanı'ndan Aksedip Doğu Divanı'na Düştüğüdür

“...ergen ölüleri” İsmet Özel bir yalan istedik muhyi, makul bir irtifaya kadar yanmayacak kanatlar... ki gök, çekilmişti kuyunun ağzına karşılaştırmalarla demlenmiş ilahiyatlarla*. bir yalan istedik hepsi bu'nun için biz, rezillikler yığılmalı ve çeşitli hele dişçi koltukları, paslı kerpetenler hele oraya oturttuklarımızı görmeliydiniz: her güleni; dişi bir görünmesin, tuttuğumuzu! bir yalan istedik hepsi bu


'nu yaparken biz, açları, hastaları ve akan kanı da seyr'ediyorduk, tanıkdık yağmur, kar ve ışığın yağışına da bunu yaparken alim utanmadan biz, yalana yalan da diyebiliyorduk: vurup bir kol fedasının kantarına kurgumuzu. buna rağmen, erken kesilmiştik ya memeden kanıttan kesilmiştik gövdemize ve başımıza hele başımız içre fırtınalara bir tescil bir tescil bir tescil kulaklarımıza kulaklarımıza pisliyordu şiir** bir yalan istedik, hepsi bu 'nun üstüne titreyen bacaklarla tuz içmelere gitmeleri hiç söylemeyeceğim.


(*) karşılaştırmalarla demlenmiş ilahiyatlara giriş'in (**)pislediği ıstakozun yenebildiği masalarda mum, romantik floresan, hardworking centilmen celeplerin şehri; onlar ki omurgaları son derece düz ve eti belinden kavrayıp en alengirli yerinden kavrayıp sırtlarına atabilerek altına iki adet biyolojiksaatli bomba yerleştirilmiş bembeyaz çarsaflara yatırabilirler ve bacak aralarında hazır ve haşmetli yüz görümlüğü, ve en yeşilçam tokatlar atabilirler küfür de onlara yakışır: sözün arkasında durabilen eylem adamlarıdır kendileri yanlarında tasmalı kedileri -ah o kedileri...


burası, yüzü kıyısından görmüş ve hep güzü görünce gözü akmış ve sümüğü, korkmuş spotlardan jönlerden kanı karnında kalmış sırtlarında satır ürpertisiyle dolaşanlar şehri. bir yüz görümüne bin sayfa, “ah yoksun”lar şehri ki imkanları nafakanın ve tesellinin, mezbaha kapısında hırsız kedinin ki kadar bile değil. -ah o kedileri... ordaysa Ehrimen yakışıklı, ışıklı masum, keskin, puşt tebessümlü burada karanlık Ahurrra Mazda -hadi siyah mazdaya binelim, duvarlara sürelim!


M.Volkan Ҫakir

Ortadoğular ve Asyalar –Taksim– Buzağılar Yaşaması doğallıkla muazzam Kargalar Şahkartal huzurunda kanat bileyenler Karıncayı incitenler Her menzile koca bir coğrafyayı taşımaktan Var olmaya mucuk gibi sıvanan Sümükleşmiş bedenler Geldim <ki ahir zaman da gelmekteydi> Sükut ile kırbaçlayıp dilimledim Balta ile kestim her uzvumu <Dört yanda gelincik sesleri> Ardımda parlak bir karmaşanın gölgesi


Kehkeşan aklını yitirdiyse Ve döküldüyse yoluma gelincik sesleri Ne kalmıştır sanki uzakta. Meşguliyetler Saman çöpleri ve susaklar Arklar Kökü bellenmiş ekinler Bulunmanın hakiki penceresi Geldim Koynumda mürg-i bâl-şikeste <Belenmiş, ıslah edilmiş bir karanlık Kim geldi bilinmiyor> Başım vurulmuş olduğundan Kurtlanmış bir ceset besliyordum etimde Çarpık sözlerin kuluçkasında Baharın gelişi anlaşılmaz duruşumdan Gözlerim ki şehri ikiye bölüyordu Yarısı herkes, yarısı insan. Kazanların isi Esmer sisi kurganların İlenme Bakır sesi Ve coşum Gövdem gövdeydi. Karaçalıya asılmış gibi duran gömleğim Cebimde gergedan ölüleri Yeleğimde amonyak lekesi Ciğerlerim benim ciğerlerimdi Sarhoşların fenerleri sönüyordu <suratı ekşi dilinde metal yontusu> Saçaklar altında uyunmaz uykular Aklımızın tenine sakallarını sürtüyordu.


Azalmak Yurdun kenar çiçekleri Kapı mandalları Pencere mandalları Ve diğer mandallar Şehrin döşüne dalmadan Kurtarıp kendimi yangından Islak iniltilerle ispatladım ve bellettim Anladım anlaşılmaz bir şeyi ama terimler kahrediyordu beni hiç durmadan: tenha, sükut, inziva <Terimler ki bin yılın yaşmakları> Onları sevmek gelmiyordu içimden Bana düşmez çünkü tekmil Bir adak olarak uyandıydım zaten. Sûr –I– : Ahir zaman düşer başlar İstiflenir tüm mahlukat Başın ömrü n’ola? Bir hüseynî peşrev başlar Her başta bir taş fakat Taşın ömrü n’ola?


Yeknesak* Murat'ın yanına topu topu otuz adım var. Murat zarları sallıyor hala çocuğunu sallar gibi. Kemal kendini zamana ekledi, hiç varolmamış zamandan önce, sürüklendi Murat'ın yanına, ceketinin ucunu tutuşturacak sanki. Sonra taburenin ayağına bulaşan çamurlara iliştirdi varlığını, çamurların içinden büyüdü, akşamüstü gölgeleri gibi büyüdü. Murat sonunda yanaklarından öpüp uğurlayıverdi zarları: -Haydi ulan düşeş! Murat sebayu dü atti. Kemal elma oldu kızardı düştü düşecek dalından, tablaya sarktı. "Ulan" dedi içinden, "hayatımı özetledi hergele!". Sonra ipini saldı bu hayvanın: -Ulan hayatımı özetledin hergele! Şimdi Kemal aydınlattı zarları ve pulları. Daha çok pulları. Sonra oyuncular, bu aydınlığın içinden koşan atlar, bu aydınlıktan Kemal'in suratına koşuyorlar. Sefere çıkıyor herifçioğulları. Murat çığıldadı: -Vay Kemal'im düşmüş yollara! Hayrola? İki saniyede uzayan bir ağaç gibi fırladı ayağa Murat, Kemal'in omzunu iyiden iyiye pençeledi, çekti kendine öptü. Yok, öpmek değil bu adamın amacı, ıslaklığını sıvayacak yer arıyor. Adam da değil bu, deniz anası mübarek. -Hiç. Halden balık alacaktım, geçerken uğradım. -İyi ettin iyi, geç otur. Kemal şimdi nasıl pişman geldiğine, yapış yapış hissetti kendini. Ne diye gelmişti ki zaten? Bir amacı olsa bu kadar kolay gelemezdi şüphesiz. Kemal öyle bir adamdır. -Yok gördüm iyisin. Ben gideyim. -Otur ulan kılçık!


dedi ve Murat'ın elinin altında bir tabure oluşuverdi yoktan. Kemal oturduktan sonra nasıl varolduysa öyle yokoldu tabure, iki kat Kemal'den başka bir şey görünmüyor artık. Oturduğu yerden tabladaki tenis maçına göz atıyor. İçi büyük sıkılıyor havada uçuşan bir türlü inmek bilmeyen laflardan. "Hadi yavrum", "Düşeş!", "Yapma ulan allahsız!" Peki bu sırtına yuvalanmış sancı? (*) devam etti ve edecek!


1.25TL


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.