Tezgah6

Page 1

TEZGÂH

6


Kapak resmi: M. Volkan 猁ak覺r 襤rtibat: tezgahfanzin@gmail.com, @TezgahFanzin Dijital yay覺n: http://tezgahfanzin.blogspot.com


Jengâne Otomatik Hurma

ABİLMUHSİN ÖZSÖNMEZ

İnsan Eşek Gibi bir Mahlûkattır İşte Babam! ENES MALİKOĞLU Konuşma -Mayın / Ar (isim yerine)

MAHMUT NESİP BASMACI CAN KÜÇÜKOĞLU

Anam anam bu ne çağ Bu ne koduğumun çağı böyle kendi gözünü parmaklıyor Bu ne müttefikli CEVHER KARA 37-B İyileşme Emareleri gel dolaşalım bahçeyi biraz

SENA ÇELİK UFUK AKBAL SALİM NACAR


düş yalayıcılar kaçıyorlar kaçıyorlar cerrahtan! Gam ve Zehir –VII– Yeknesak

İSMAYİL SAKİN

M. VOLKAN ҪAKIR ‫א‬

Turgut Uyar`da At tutunama!

İSMAYİL SAKİN CEVHER KARA


ABİLMUHSİN ÖZSÖNMEZ

Jengâne 1. pası salıverilince demirin havaya dediği bir hayvanın hayvanı mı bu çiçek en son hangi pozisyonda devlettin son işveyi nerede içkin bu irini ne ara şişirdin halt biraz oksijen koy acım yetince boyu arafa insanın bir azan alıyor yarasına hemen kaç günlük bebek şu dünya et yiyor bak bu ince redifli regresyon bizi ergitmez kalk en son hangi mezarda taştındı bu burnu hangi sütten getirdin bu ciğeri ne ara delirdin telli urba telveli tecelli demirindir bu yara ürek zırta yatınca üçe bölünüyor kuş da üç koca ötengi uçuk bir çizgide peçepençe biri düşüyor diğeri yerden ukarılara ben üçüncüsüne uç derim hep kunut bu sendeki çiçek de öyle mi salıverilince pası demirin havaya dediği bir hayvanın hayvanı mı yani


Otomatik Hurma güdüsü karıncaya basarken ayak kaldıran iç köpüre köpük keyifte ehil usturalı postalın maliki metanet illetiyle bütün gemiler yürür etetenin yamacında göte kaçmış dil içi ölmeme meleği dolu bu güdü besmele çekince ağzı yoklayan el kalayda kayıp mücessimem garibim manuel değil artık sevap gül çıkınca kuruyan ağzına al çekilmiş azap


ENES MALİKOĞLU

İNSAN EŞEK GİBİ BİR MAHLÛKATTIR İŞTE BABAM! Varolmak anca aforizma üretir insanda; Lanet olsun! Diğer şeylerin …(ya da dur) hiçbir ŞEYin varlığı proplem yaratmaz. Ne diyordu Ajan Smith:”insan virüs gibidir” ve günün her evresinde; ve ömrünün her döneminde pis kokar. Pis kokuludur insan diğer herŞEYin aksine. Bu kokuları örtmek için icat etmiştir parfüm icat etmiştir mentollü sakız okaliptüs. Örtülecek çok şey olsa da insan örtecek şeyleri daha çok icat etmiştir. Çün:risk sevmez: Banka mektupları vardır bunun için Nakit teminat kesintileri Güvertelerde filikalar Tam kafamızın üstünde oksijen maskesi Kıçımızın altında can yeleği


** Hiç mutmain değilizdir. Olmayacağız da. ŞEYler varlar ve varlıkları hakkında Aforizma koymazlar ortaya. İnsan dışında herŞEY nötrdür. Geri kalan her ŞEY toplandığında Birbirini götürür: ŞEY+antiŞEY=0 ** İnsan aforizmayla vakidir-ki keşke olmasa!


MAHMUT NESİP BASMACI

Konuşma ürktüm kargalar alçak uçarken yusuf kadar ürktüm alçaldıkça açıkta asılı duruyor tellerde hep duracak gibi kuşların peygamberleri yusuftutanlar onların bana dediği yalnız gömülüyken ürkütür dönmesi gerekir tersine bir vahşinin hatırlayarak biriktirdiği çakılları nar kanatarak biraz nemli sabahlarda güneş tutup tütün kurutarak barakada dönmesi gerekir sahteleştirmeden kendine ve dünyaya olan hücumunu gömüldüğüm yerde harlayarak kendimi göğsüme çökmüşleri sordum onlara o zaman düzelir mi eğik sütunlar yükselir mi kulelerde kısılmış ses kesilir mi gözlerimden akan fasıklık yalnız cenh etti onlar bildirilmiş gibi üçüncüye döndüm göğsümdekilerle ey dedim benim yüce zannım yeniden beni yeniden doğuracak bir meryem buldur


CAN KÜÇÜKOĞLU

-Mayın / Ar (isim yerine) oğlunun kemiklerini aramak karnından topraksızca(ki küfrün anadilidir)çekilmekçin Mİ indirilmiş -olandıoğlunun, yani kemiklerini cumartesi günleri devlete sormakla ünlenmek dışarı boşalışsal ağ ve intikama dönüşmeme memesi güneş aşrı fatiha okuya okuya bir halloldum hiç kimse ölmemiş gibi gözü cenazesiz gitmek yani kimseye sormuyoruz artık ne hayat nüfusa taa sanki gülmeyebilirmiş gibi diş kanamada kayıtlı psikanalitik fuhuş reçetesizliğiyle kalakaldık bağışlamayın


CEVHER KARA

ANAM ANAM BU NE ÇAĞ BU NE KODUĞUMUN ÇAĞI BÖYLE KENDİ GÖZÜNÜ PARMAKLIYOR BU NE MÜTTEFİKLİ

sevgili Jeanne d'Arc, sana, toplu taşıma aracından yazıyorum evet, o kadar kötü. ı. gel kazı içimdeki ezintiyi bir kilim ser, otur çıkının aç, aypedini çıkar: Endless gözüme hangi damar gidiyor kes onu kulağıma hangisi, dilime, derime, burnuma kes hepsini anneyi çıkar at, babanın cesedine tükür-me öf bile deme sen İsacısın İbrahimcisin Habilcisin hay sen kahrol e mi.


ağu sen, ağulanan, ağıtlayan ax unut kaçanların sessizliği koyuculuğu, kesifçiliği vahşetî dirimler barbarlık nedir bilen feciyliklerle. -bu kan içilmez mi!ıı. hazırlanan kim sıradaki koşuya hazırlanan terli. deli şehvet, insan körlüğü, seyyar cehennem, ve aramak denen o aptalca şeyle. halk için halk huzurunda, çıplak ayak ve ter içinde, jan içinde kim bu hazırlanan kitap defter zülcenâheyn. o sesini yükseltmeye bağıra bağıra kısık tazeye tazeye kız ine ine yağmur kimdir algıların namusuyla böyle gülle gibi oynayan gördüğünü Türkçe’ye ÇEVİREN musibet mağazasından GİYİNEN melâmet


DAR GELEN DERT HUNİSİ KALBİNE Kabil keder-Lİ, Toplum-LU. kim bu hazırlanan mecliste İSTENMEMEYE 200 kerre PERSONA NON GRATA milyon kere MARJO kim bu GÖRKSÜZ ŞAN İLE MESTUR. sapanlı cinâyetler barbarlığı öpüp başa koymalar şehri gölgelemeler ooh ooh da kim kim kim izinsiz ölümlere… -cellâtları koruyun bu seri kara-


SENA ÇELİK

37-B 37-B Bu köyde daire numaraları yok Her hanehalkanın kimlik numarası da yok Babalar yatak odasına kendileri girecekmiş gibi damat seçerlerken;elleri nasırlaşmış kızların


umutları, uzaklara dalışlarında hiç gelmeyecek bir zarf için adres belirtir 37-B kapı numarası Oysa kentlerde umut bir site,umut bir apartman Umut farklılığı diyorlar buna litaratürde Hayali olan hayal kuramazken hayali olmayan Madame Coca’dan hayal kreasyonu yatak örtüsü, banyo paspası O kadar çok sıçıyorum ki, insanların üzerine sıçım sıçım toplar halinde taşları atacak ebabiller arıyorum Belki de tek suçum anamdan EMdiğim sütün bir kedi PATİsine değmiş olması Okuduğum kitaplarda bir gün Zeze bir diğer gün Holden oluşum Eğer bir gün kronik bir şizofren ya da kronik bir şair olursam hepsi kahrolası empati suçu Şube amirliğine kütükte 37-B bildirilsin İkametgah 37-B DEFİN 37-B Hayatımız da bu kapı gibi prosedür gereği 37-B


UFUK AKBAL

İYİLEŞME EMARELERİ aşağı kelt adalarından bu yassı adaya düşen bu kavgaya teşne olanlarda görülen nadir hastalık semptomları ardı ardına dizildiğinde yanaklara al bastıran merhem yetmez, ecza yetmez debisi var sebebidir birkaç saniyeden fazla kızlara bakamamanın, çiçeklere bakamamanın sebebidir birkaç kulaçtan fazla denize açılamamanın sonra allah yanaklarına bastırdığı kanı çok değil birkaç saniye sonra geri istediğinde ne vereceksin ona? ecza ve merhamet eczaya ve merhametine sığınırım senin şerrinden senin şerrinden yine senden olana böylece şerrinle merhametin göğde birleşip kenti önceleyen bir tarh olur kenti önceleyen bir kent yoktur böylece başımdan boca eder türkiye kadar bir böceği ve bünyesinde bulundurur onu sıralı sırasız anlarda kanatmalar maksadıyla aşağı kelt adalarından bu adanın masallarını tehlikesi kestirilemez olan güzel dünyanın


insanlarına bir kez daha anlatabilirsin diye seni çağırdım empresyonizme düşme riskini göze alarak ve yeniden göndererek merhametsiz eczaya, haplarım heybemde bolca, yarım bardak suyla debisi yüksek gargara boynu az yukarı kaldıran yastıklara ve sirkeli sulara çıkılır bu yokuştan gece lavanta tarlalarına "annesinin biriciği, börtücüğü, böceciği bahçedeki elma ağacının mevsimlik kurdu bu kaderi ona kimler kurdu? uykum açıldı, uykumun kapıları açıldı uykumdan dünyaya müzikler saçıldı sen; bir sansara sütünden emzirip şu malumatfuruş dünyanın ortasında çıkılan rızık avı sütünü öğürterek sütünü öğürterek narlarım patlıyor, narlarımın patladığı otların yandığı saatlerde yemlihaya yatıldı anjeloji öğrenmiş ve mezarımın üzerinde kabuklu yemişler yenmiş arkeolojik kazılardan çıkartılmış topraklarla pişirilmiş helvalar birbirimize tebelleş etmiş bizi bu kaygan bilinç ekmek yuğran analar bizi ardımızdan itmiş ocağın önünde bizi bir nişan buluşturmuş kasabanın ileri gelenleri bizi bu beşikte kertmiş ama biz dinlememişiz, yola çıkmışız dualarımız kabul olmazmış, olsunmuş" aşağı kelt adalarından bu yassı adanın masallarında görülen bu nadir hastalık gece olunca büyür büyürmüş.


SALİM NACAR

gel dolaşalım bahçeyi biraz

düşündüğün gibi değil bildiğin gibi hiç bir yağmacının yüzüdür ansızın b sınıfı ehliyetini kötüye kullanan beyaz gömleğini ve yetişkin çocuklarının tanrıya inanmasında hiç zorlanmadan - ele geçirilmiş düşüncelerin tanrısı ama, yanlış anlaşılmasınbaretsiz girilen portakal bahçeleri gibi alçalmasındandır şiir. alçaklar ve partililer iyice baksın fiyat etiketlerindeki boşlukları doldurmak için bir mola! düşmanına güvenen bir devrimcinin iktidarsızlığı biraz piyasaları zorlayan ama her defasında saçlarını ve aşkı iki büklüm anlayan o kızın kararsızlığı karşısında fakülte önlerine biriken karaduygu bu kez sadece alçaklar baksın ama konuşacaksam bir sonuç elde etmeliyim.


seni seviyorumdurur bir de bu pozun ardı kararırken durur bu herşeyin sonunda bir kalbe tutunarak güzel evler, biçimli çerçeveler, kandırılmış adamlardan kefensiz ve kedersiz gömülen babası için Kasım 01 tarihli bir yıldız falı yarısı yenmiş bir simit ama mesela yarısı dolu bir bir tabanca hafta sonu iznini klasik müzik konserine karcayan o ruj lekelerinin alternatifi bir uçurum açıyorum buraya şimdi sadece çocuklar baksın bakın burda bir adama, çaresizliğini güzelleştiriyorlar şiir zoruyla. kasıklarına yüklü balkonların gürültüsü yıkanma sırası geçmiş heykelleri vücut diliyle anlarken bir yandan elma dilimleme sanatında incelik göstermiş astrolojiye iman eden, gecikmiş kararlara ve modaya sözcüklerin gücüne ve henüz doğmamış torunlarına kalın ipler emanet eden melodram; senin sonun da günlerin geçerken biriktirdiği gürültüye benziyor. ben bunu unutabilirim ama tahlil sonuçlarını beklerken ve kesinkes güvenirken tıp bilimine lavabonun yerini sorarken biraz daha ince biraz daha naif hastabakıcıları azarlarken dünyayı, adı küstah kelimesiyle yer değiştiren bir erkeğin yerine daha kolay geçiştirebilirim bunu biliyor ve özür diliyorum şimdilik bu kadarına yetiyor gücüm. düşündüğün gibi değil bildiğin gibi hiç nasılsa unuttuğun herşey bu şiirden biraz daha iyidir.


İSMAYİL SAKİN

düş yalayıcılar kaçıyorlar kaçıyorlar cerrahtan! terketti ilkin izoleye ölçülebilir bir yarıçap tesis etmesi bin harp aldı bir göz edindi bu küreden, merkezden şeyler göründü ve iç neşter ışıdı kendini kesip dikti evvel kalmadı oydu, kalmadı o'ydu cerrah gayrı bir hologramdılar izolenin kabuğunda başkalar ve cerrah var'ın genisliği kalınlığı ve boyuydu ki ona neşterin helal kılınışı böylelikledir cerrah ölçer varolur, sayar varolur kusursuz kürelere tükürür cerrah dışta görende farazi olana neşterini tattırsındır et sesi, kemik sesi ve gündüz sesinde bekletir ellerini o ki tekrarın muvahhidi; havadaki, topraktaki, tendeki sapmaları birer renk kılıp duvarını boyar, sabahları buna uyanır köşegenleri açmak, mümkün olana vücud vermek için cerrah esenlik kokan elleriyle laleler kundaklamıştır


başlar dikmeye gecelerden kezzab imkanların sızdığı menfezlerini karanlığın uykuya direnişlerin küçük, sanrısı ölüme direnişlerin, salındığı menfezlerini karanlığın -dikilir teslimiyetin sırat kenarlı iplikleriyle görünür dirim ölümün bilinişiyle ki bu acil müdahele böylelikledir toz kusan, tadilat tutmayan daireler bombalanır ve bağlar… kendine binenler, yani ki hayal semirtenler deri altlarında bilmez bekler ifrazatın uygun koşullarını cerrah bileylemektedir cerrah irişir ruhtan ruh – ki buna cerrah bilinçten bilinç demeyi seviyor - kabarcıklanır kesiklerle kabarcıklara genişletilir gövdenin biriktirdiği ve bu bir binadır kusmuksuz çokkatlıdır, uzanabilirdir genişliklere ağulu kelimeler damarlarını tıkar masalcıların kimi uzuvlarında cerrah, yol açıcı bir sadelik giyininir neşteri kangrene vururken sesler sıçrar duvarlara: miad miad! kendilerini de kendilerine koyan torbalar da beklemektedir ki cerrah annesinden mantık emmiştir ilk ve neşterine evrensel niceleyiciyi, varlık niceleyicisini işletmistir irişir torbalar delinir terzyüz edilir görünür iç irişir ağızlar dikilir, dil köpeklerine takılır tasmalar intihar istismarcılarına yani eylem ile söz arası masafenin alçak şampiyonlarına envanterci darplar lütfedilir ve kantar ağrının terbiyesiyle tartar haydegerciler, ahirsentetetiksisçiler, maliyetsiz teselliciler cerrahın zekatıdır onlara da varır bir çilehane sıvar duvarları integral tabloları, zemini süperiletkenler


allahçılık oynayanlar aşk diye döne diye kulculuk oynayanlar teslimiyetçiler merhametle kuşatma müptelaları ve kuşatıcılar, kapılara isyan yağdırıcılar evirip çevirmeye teslimiyetten, kullanım haklarına kurnaz ve sümüklü kayışları cerrah çöllerde tozmaktadır kum tanelerini tek tek sayarak tek tek keserek göstererek onlara ellerini aynalarda.


M.VOLKAN ҪAKIR

Gam ve Zehir –VII– Ölümüm nazar boncuğu olsun işlemeli yastıklara. Aldırma sen akbaşlı kargaları koğuştur Ve oğuştur gözlerini çünkü sağır değirmenlerden bir sabah olmuştur. Sabahımda kırık bardaklar ve duman kuşlarından başkası yok. Ödülüm demir kapılı çarşılarda göz altlarımı harcamak: vurulmanın, kahretmenin, uykusuzluğun göz altları. ve sabahımda kalibresi meçhul dar ağızlı kuşlar her zamankinden çok. Dağ güllerini, papatyaları derdest etmesini bilen ölümüm bahane olsun karanlıkçıl kuşlara. Her aklıma gelişinde kanımı basan tuza yenildim. Aldırma sen akbaşlı kargaları koğuştur Ve oğuştur gözlerini çünkü sağır değirmenlerden bir sabah olmuştur.


Yeknesak* Kemal ve Nazım. Nazım’ın babasından yadigar koca götlü bir balina kasayı doğrultmaya uğraşıyorlar. Ahırdan bozma is ve yağ ve hayvan ve insan kokan bir garaj. Ozanlar gibi karşılıklı atışıyorlar burada. Tarih? Tarih… Ne desek yalan. Sanırız ki sahneden bu karakterleri söküp alıp sorsak onlar da bilemeyecekler tarihi. Kayıp zamanlardan bir zaman yani. -Şu külüstürü bir doğrultsak! diyor Nazım. Dolmuş çekecekmiş. Sonrasında derin ve yorgun bir nefes dolduruyor ciğerlerine. Nefes demeye şahit ister. Bir dirhem umut, ağız dolusu kırgınlık. -Yakup abi söz verdi, yer bulacakmış durakta… Önce geçici. Sonra iyiden iyiye yerleşirim. -Ulan hıyarağası bu külüstür ölü sen ondan da ölüsün be! Kemal haklı. Bu gergedan cesedinin bırak yürümeyi kıpırdamaya niyeti yok. Yine de ellerinde gagalarla kurcalıyorlar bu cesedi akbabalar gibi. Nazım yelelerine aldanmış kendini aslan sanıyor. Gramafondan bu aslanı daha da azdıran bir ses: “gamzedeyim deva bulmam garibim bir yuva kurmam” -Hnnh! Kuracağım ulan kuracağım! Elindeki tornavidayla ıkına sıkına kanırta kanırta kuracak yuvasını Nazım. Kemal’in aklı beş karış, yok yok on kulaç havada. Her name sonunda Süheyla’yı ziyarete gidip geri geliyor cesedin başına. “kaderimdir hep çektiğim inlerim hiç reva bulmam” -Hmhn! Bak nasıl bulacağım hem de!


Kemal Süheyla’da. Ne var bu Süheyla’da? Süheyla’da bir şey yok. Ama Kemal’de Süheyla’ya dair çok şeyler var. Bir çok renklerde, bir çok şekillerde kaynayan, yükselip alçalan, Kemal’i eksilten-çoğaltan, aydınlatan-karartan, düşüren-kaldıran, yücelten-ezen ama illa ki değiştiren bir şeyler. Akşam soluk benizli süvarileriyle Ümraniye sırtlarından saldırıya geçmiş, umurlarında mı? Gece akşamın kökünde kabaran bir hamurmuş İstanbul’a büyüyen, umurlarında mı? Kemal ve Nazım karanlık garajda neredeyse sönük bir çift göz. Nazım seğiriyor. Oturdu bir sigara harladı, terin ve kemiğin uçlarını bağladı. Kemal’in sigarası doğuştan. Nazım geveliyor: -Bence, insanın çocukları olmalı… Kendinden sonra devam edecek bir şey bırakmalı. Biraz da ölümsüzlük hasreti değil mi bu? Belli ki bir yerlerden okumuş. Nazım, bu küçücük, bu ehemmiyetsiz adam neden kendinden sonra da varolmak istiyor belirsiz. Kemal düşünceli, büyük ve çok düşünceli, ve alakasız: -İnsan yemeyen dost olmaz. Dost dediğin içindeki o yeşil acıları yemeli onlar seni tüketmeden. Ayrıldığın sevgilini lokma lokma yemeli her kelimede, o seni çürütmeden. Mezardaki babanı yemeli. Boş umutlarını yemeli. İnsan yemeyen dost mu olur? diye kuruyor. Islak sigarası çiğ damlası gibi gülümsüyor karanlıkta.

(*) devam etti ve edecek!


İSMAYİL SAKİN TURGUT UYAR'DA AT “bir uzun ses bekledim, oturmadım berberlerle ve matematikçilerle uçak homurtularıyla oturmadım…” (Yenilgi Günlüğü)

“Kurutur. Bütün plâncıların ve matematikçilerin ve bütün aya bakarak. Kendini bir evrensel kurtuluş sananların.” (Hemofili)

Turgut Uyar'ın matematikçileri sevmediği aşikar. Sanıyorum ki aşağıda denenen, şiirine dair kısmen analitik bir çözümlemeyi de yanına oturtmayacaktı. Ne var ki, Uyar şiirinin gücü, güzelliği ve üzerine düsülmeklik açısından görece bekareti, aşağıdaki çözümleme denemesinin konusu olmasını benim için zaruri kıldı. Sözün hesapsız uçuştuğu günlerimizde, bu tip çözümlemeye yönelmenin/geri dönmenin şiire dair sağlıklı fikir üretmede yararlı olacağını düşünüyorum. Bu yazıda amacım, “at” sözcüğünün/imgesinin Uyar şiirindeki akışını ve Uyar şiirinin bu imgenin/sözcüğün gerdiği düzleme izdüşümü çerçevesindeki seyrini incelemektir. Uyar şiirinde “at”, baslangıçta -ki bence bu Uyar'ın şiirini henüz kurmadığı dönemdirbeylik bir konum almış, Dünyanın En Güzel Arabistanı ve biraz öncesiyle başlayarak etrafına bir anlam bulutu oluşturmuş ve Tütünler Islak'la birlikte -ki bence Uyar şiirinin istiva ettiği arşdır burası- temel ve kuvvetli bir imge haline gelmiştir. Olgunlaşmasını tamamlayan bu imge sonraki dönemlerde ise sıklığı azalarak ve hali hazırda varolan çerçevesi dışına çıkarılmadan kullanılmıştır. Turgut Uyar'ın kitaplarındaki toplam şiir sayıları ve “at”ın göründüğü şiirlerin frekansı şöyledir1: 1

Büyük Saat, YKY, 11. Baskı


Kitaplar (Kronolojik sırayla) Siir sayısı

“At” içeren şiir sayısı2

Yüzdeler

Arz-ı Hal

13

0

%0

Türkiyem

54

6

% 11

Dünyanin En Güzel Arabistanı

36

6

% 16

Tütünler Islak

11

9

% 81

Her Pazartesi

29

8

% 27

Divan

44

7

% 15

Toplandılar

52

10

% 19

Kayayı Delen İncir

50

4

%8

Dün Yok Mu

26

1

%1

Elbette üstteki tablo yetersiz veri sağlıyor zira şiirler içinde sözcüğün ne sıklıkta ve ne “kuvvette” kullanıldığı görülemiyor. Bu yönlere asağıda değinmeye calışacağım ancak üstteki veriler, bana göre, Uyar şiirinin yetkinliğinin seyriyle “at” sözcüğünün/imgesinin kullanılış sıklığı arasında bir örüntü göstermektedir.

Dünyanın En Güzel Arabistanı Öncesi “At”, Uyar'da ilk olarak O Köy Kendi Rüyasındadır şiirinde görünüyor. Dizeler şunlar3:

“Heybetli Arsiyan dağlarında bir gun Atım yoruldu, ben yoruldum. Şimşekli, fırtınalı bir ikindi Çektim atın dizginlerini, yağmurlar icinde Banarhev köyünde indim…” Burada sözcük henüz bir imge halini almamış olarak, herhangi bir yan anlam kazanmadan kullanılmış. Türkiyem'de “at”la karşılaştığımız diğer şiirlerde de (Kasaba Küçük, Sonbaharda, Gazi Mustafa Kemal Paşa, Gazi Paşaya Ağıt, Bitmemiş Şiirler III ) sözcük doğal anlamını aşmıyor. Bu şiirler genel olarak lirik ve toplumcu (gözlemci duruşundan) şiirleri Uyar'ın ve henüz imge bağlamında kuvvetli bir atılım görülmüyor. Bu çizginin dışındaki tek kullanım Yeşilimsi şiirinde: 2 3

“At”tan türeyen kelimeler de sayıma dahil edilmiştir. Bu ve sonraki tüm alıntılar için Büyük Saat'in YKY'den çıkan 11. baskısı kullanılmıştır.


“Benim doru atlarım hazırlansın Gökyakut sevdalara karşı, akşamüzeri.” Burada henüz kuvvetli ve başat bir imge olarak görmüyoruz “at”ı ancak Uyar'ın “at” ile yaşamsal kudret ve bu kudretin fiilinin kendiliğindenliği bağlamında bir ilişki kurduğu görülüyor ki bu ilişki ileride “at” imgesinin temelini oluşturacaktır.

Dünyanın En Güzel Arabistanı 'nda İmgenin Kuruluşu “At”ın yoğun kullanılışına Toprak Çomlek Hikayesi'nin Kandan Uzakta bölümünde, Yekta destanının bir faslında rastlıyoruz. En cok sevilen olamamaktan tabanca alan Emin, evine gitmeden önce -ki kana doğru bir gidiş olacaktır bu- sürücüsü ölü bir at arabasının peşine takılıyor denize kadar

“Çünkü başıboş atlarla arabalar başıboş her şey sonunda denize çıkar.” ve

“Atlar denize başladılar. Önce toynakları bilekleri dizleri.” Daha sonra

“Atlar ağır ağır suya karıştılar. Cansız kolun avucun birden devindiğini parmakların kasılıp gevşediğini gördüğünü sandı. Atlar durdular. Denizi göğüslemişlerdi artık. Islak koşumlarının madenleri parlıyordu. Çünkü ıslanmış madenler daha çok parlardı.” Uyar'ın daha sonraları (Tütünler Islak'ta) iyice belirgin olan arayışının konusu olan yaşam gücü burada iyiden iyiye “at”la eşleşmiştir. Nitekim Yekta destanının Sular Karardığında Yektanın Mezmurudur bölümünde, eski haydutları, sırrına eremediği yaşam gücünün epik sahipleri olarak koyarken yine atları şahit tutmaktadır:

“Bir zamanlar Akçaburgaz dolaylarını denize doğru kasıp kavururlardı Yalnızlıklarını orman ateşlerinde yakarlardı Korkularla yakarlardı Kara sağrılı atları dağlara göreydi” Atlıkarınca şiirinde, yaşamasına gerekçeler ve yaşamanın “gerçekleşeceği” eylemler arar ve gidip bir ormanı dört ucundan tutuşturup gelirken Uyar, bakışını yine atlara ve arabalarına çevirir: “Sigaramı yak birlikte at arabalarını düşünelim.”


Yine Kankentleri'nde yaamın akışını kanın akışında kovalarken, “at”ı, koşusunu ve koşumunu atlamıyor:

“Çektikçe böyle katil kıralları Sağrıları tuzlu kara koşumlu atlar Uyandıkça kan uyandıkça ölü kadınlar sevmesi” “At” imgesinin bir sonraki genişlemesi ve Tütünler Islak'daki çerçevesine bir adım daha yaklaşması ise O Zaman Av Bitti şiirinde gerçekleşiyor. Bu genişleme “at”a erotik anlamların yüklenmesiyledir. Uyar bu şiirde “av”ın konusu ve izleyicisi olan kadınları atlara bindirir4:

“Bir yabanlık vardı tüfeklerimizde. Kadınlar atlarının üstünde şapkalarının alımlı tüylerini ellediler.” ve artık at, cinsel arzu nesnesinin taşıyıcısı, avcının taşıyıcısı ve avcının formu haline gelmiştir:

“Dizlerimiz sulardan akıyordu. Ama ne atlardı. Doru donlarına cam kesmesi yeleler. Aynı at üstünde hem kaçıyor hem kovalıyorduk kendimizi.” Daha ileride atın avın formu haline geleceğini de göreceğiz.

Tütünler Islak 'ta Başat Bir İmge Olarak At Tütünler Islak'ta “at”, iki şiir hariç her şiirde yerini alıyor ve Terziler Geldiler'de ve hatta Barbar'da bu imge şiirin büsbütün motoru haline geliyor. Tekrar etmek isterim ki, bana göre Uyar şiirinin istiva ettiği arş Tütünler Islak'tır. Buradaki şiirler, Uyar'ın bir tür esrimeyle söylediği, dindışı bir zikr belki şamanik mırıldanmalar/sayıklamalar haline gelen çok kuvvetli nefeslerdir. Bu tavır Barbar'da zirvesini kurarken Terziler gibi dişa dönük hatta epik bir şiirin bile sesi olabilerek, sahihliğini gösteriyor. Bu bakımdan buradaki şiirlerin bilinçdısıyla çok kuvvetli bir ilişki içinde olduğu ve bu bağlamda kimi “at”a, bilinçdışından bir serbest akış olduğu söylenebilir. Diğer şiirlerde ise hali hazırda kurulan imge en az önceki dönemdeki şiddetiyle, erotik yönü dahil olmak üzere bütün unsurlarıyla kullanılmaya devam edilmiştir. İlkin bu ikinci kategorideki görünümleri sunalım: “Sırmayla süslenmiş bir eski zaman ceketi örttüm üstlerinize ısındınız, uyudunuz, ölmediniz gülümsemeyle 4

“At”ın Tütünler Islak'taki erotik bağlamı, Ellerimde Bir Çalgı ve hatta Islaktı Tütünlerle Sülünler şiirlerinde takip edilebilir.


uzun bir araba atlarını itiyordu ve size baktım.” (Uyanınca Üşümek) Bunlar bizim kızlarımızdır Kara güller önlerinde kara saçarı çılgınca ikiye ayrılmış, - hiçbir şey eski açıklığında değil ki yavaşça oluyor ellerime bulaşması, bir ot sesinden bir at akşamından, tam şehir içinde, otobüs durağında, birden ulaşılmaz gençlikleri her şeyin…” (Yavaşça Oluyor Ellerime) “Oturur hain ellerimle kaşağılarım tombul sağrılı dişi atları.” “Atlar, tayfalar, ağaçlar kendi dişileriyle birleşirler…” (Ellerimde Bir Çalgı) “Küçük kuşlar gümüş parmaklıklar ardında bütün atlar, bütün, bukağılandı,” “her şey bir büyük gerçektir, cumhuriyet ve at ve varsa denizlerde yitmek, ve varsa yetmemek o da ve varsa ilgisizlik o da, ve varsa hiçbir şeyi sevmemeyi sevmemek o da, ve varsa her şeyi sevmeyi sevmek o da,” (Övgu, Ölüye) İlk kategoriye bakıldığında ise öncelikle “at”ın bir seslenilen olarak alındığı, asağıda açımlanacağı üzere, seslenilenler kategorisinde yerini bularak Uyar şiirinin başat bir imgesi haline geldiği görülür:

“Ey yorgun atlar, ey geri dönenler, sayı bilmeyen çocuklar” (Kurtarmak Bütün Kaygıları) “soğuk bir at olsun seslendiğim ses, yıkın!..”


“EY Sür Atlarını Bacaklarımdan Bağlayıp Karışık ölümsıkıntııslakgülünçlüğü renkli camların!..” “Senden Haber Ver, Ey Yaralı Kahraman Atlar!.. Ey Büyütüp Yaralarını Yalayan Atlar!.. Otoburlukla kana karışmayan atlar!.. arabanızı çekiyordunuz, aygırlarınızı iştahla uyandıran kalçalarınızda büyük yaralar…” (Bir Barbar Kendin Tartar Bir Barbar Asağlarda,) Turgut Uyar'da bu döneme kadar bilincin mesgul olduğu sözcüklerin/nesnelerin/kavramların bir kısmı, Tütünler Islak'a gelindiğinde esrime ile sayıklanmıştır. Denebilir ki bu sözcükler/nesneler/kavramlar, Uyar şiirinin bu uç noktasında zikredilerek bilinçdışının sinyallerinin “hub”ları ve bir bakıma Uyar'ın bu üstşiirinin dili haline gelmişlerdir. Görülüyor ki “at” da bu listede, dirimin ifadesi olarak, gerekçesiz koşan/koşabilen olarak yerini alıyor. Yaşamanın ne'liğini mesele edinmiş, yaşamaya gerekçeler aramış olan Uyar, bütün kendiliğindenliğiyle “at”da görünen dirimin çoskulu bir izleyicisi olmuştur denebilir. İlk kategorinin diğer direği ise Terziler'dir. Terziler, bütün hakikiliğiyle kayim bir yaşamı/dirimi kurmaya gelirler ve bu gayelerinin ifadesi ise ölmüş olan “at”ı diriltmektir:

“Katlanılmaz bir uykunun sonunu kesip biçtiler Şarkılara başladılar ölmüş olan bir at için Makaslarını bırakmadılar Bekleniyorlardı.” “Ey artık ölmüş olan at! -dedilerNe güzeldi senin çılgınlığın, ne ulaşılırdı! Sen açardın, Otuzüçbin at türünün tek kaynağıydın sen!” “Göke bir ululuk katardı sonsuz biçimin, at!” “Ne güzel gözlerin vardı Kara at!” Tecimenlerle aynı torbaya konulan at cambazları yani ya dirimin hakkına girenler görünür:

“körler ve cüzzamlılar, bütün kutsal kitaplar kalabalığı, ermişler, kargışlılar ve günahlılar


gebe kadınlar, vaz edenler ve dondurmacılar ve at cambazları ve tecimenler ve kıralcılar ve gemicilerle Tanrıtanımazlar ve tefeciler ve yalvaçlar..” ve nihayet terzilerin eylemi bize atsı giysiler giydirmekledir:

“Tarafsız bir aşk çağlıyordu onların solgunluğunda Mutfaklarını kilitlediler, büyük, atsı giysiler kestiler,” Sonraki Dönem: At'ın Düşüşü Uyar'ın Tütünler Islak sonrası şiirlerinde “at”, zaman zaman eski kudretli bulutuna geri gönderilmiş -ancak eski şiddet hemen hiç yakalanamamış-, zaman zaman da daha sakin bir imge olarak kullanılmıştır. Yukarıdaki tabloda da görüldüğü üzere sözcügün kullanım sıklığı da ciddi biçimde de düşmektedir.

Ahd-i Atik'te “at”, söz ve tüfekle birlikte eskiyor. Yaş alışla ya da bir nevi dirimi kaybedişle beraber atlar öldüğünde bile sevilmek bir fevkaladelik arzediyor. Burada imgenin yenileştirilmediğini ve eski çerçevesinde kullanıldığını söylemek mümkün. “ve atlar ve tüfekler ve sözler eskidi bir gün.” “Sen beni seversin atlar öldüğünde ve şapkam başka olsa bile…” Atları Seven Bir Çocuk'ta Uyar “atlar” üzerinden Tütünler Islak şiirine bir bakiş atıyor yine ancak bu bakış imgeyle sınırlı zira daha bilinç ürünü bir şiir Atları Seven Bir Çocuk. Bu dönemde “at”ın daha bir canlılıkla göründüğü dizeler şunlar:

“ve atların burun delikleri büyük ve güzel koşarlar senin serin akşamına” (Yine Güneşi Bol Ülke) “O güvercin bir at gibi bitirdi haziranı” (Bir Haziran Tüketimi Üstune)


“Kısacık serin bir akşam kelebeklerin atlarla yarıştığı” (Bir İntihar Akşamı Üstune Söylenti) “ben bir gün giderim ki ey diri at elbette benim de bir şeyim kalır” (iyimser bir sonuç'a) “oturdum şöyle böyle, saatim sol yanımda biliyorum şimdi bazı atlılar kanıyor uzakta” (rubai) “kardan geri, çığlığı kardan geri çıplaktı süvariydi çok eskiden dağlarda sonra talim yerinde bir ileri bir geri kentlere hiç girmemiş, yüzü ata boyalı çığlığı kardan geri sonra girdi apansız, arpasız beygir gibi” (Kar Sesi) “çok iyi biliyorum atların toynakları iyi kesilmeyecek nalları acıtacak yumuşak mayalarını evli kadınlar daha çok hüzünlenecek sinemalarda çok iyi biliyorum” (Pazarlıksız) “en azından yıkanmaya hazır olmalıyım nallanmaya hazırlanan at gibi bedenimi cömertçe kullanmalıyım” (Ölüm Yıkanması) Bu son dönemde “at” imgesinin daha yeni ve dikkat çekici görünümleri de mevcut. Ancak başat bir imge olarak konumlanması söz konusu değil. Örnekler şöyle:

“benim sonsuz tirenim at başlı kedi”


(şurdan burdan hazırlanma'ya) Burada “at”ı daha kompozit bir imgenin unsuru olarak görüyoruz ki bu, bu şiir dışında pek rastladığımız bir durum değil. “At”ın bir erotik imge olarak en görünür olduğu dizeler ise belki de şunlar:

“hatırlarım bir akşam bir yokuşa durmuştum iri atlarınız macardı dantelleriniz alman” (Salihat-ı Nisvandan Saffet Hanımefendi'ye) Burada, O Zaman Av Bitti şiiriyle başlayan erotik anlam ilişkilendirilmesi bir adım daha genişliyor ve “at”, avın formu haline de geliyor denebilir.

Senin Sol Yanında şiirinde ise daha savruk bir terkipte karşımıza çıkıyor “at”, ki bu şiir Uyar'ın daha az gerilimli şiirlerinden: “gelecekte bir gün gülümseriz çünkü ağaçlar birer capon kılığında o duyduğumuz tanbur sesi gerçektir ve atlar kestanelerine sahip gerçek güzel atlar yarımdünya beygirler” Görünen o ki bu dönemde Uyar, zaman zaman önceki dönem şiirinin ruhunu en azından taşımış ve bu bağlamda “at”ı zaman zaman çağırmıştır. Ancak açık bir biçimde bu sözcükten uzaklaştığını söylemek mümkün. Belki imgeyi eskittiğini düsünmüştür; bunu bilemiyorum ancak şiirinin değişen seyriyle “at”ın macerasının seyri örtüşmektedir ve “at”, Dün Yok Mu'da son kez ses bulur Yalnız At şiiriyle:

“yalnız at hep yalnız dolaşır güneyi arar durmadan bir gün güzün de geleceğini bilmeden göz kıştan daha kıskançtır belirsiz renkleriyle ürpertir onun yelesini ama belki de ürkek bir beygirdir o otların ve suların arkasında gecesini kendi yapar belki birden bir saat sesi”


CEVHER KARA t u t u n a m a !* ve ey, eşyalarına alışamayan, yadırgayan onları. herkesin belirli bir işle uğraştığı bu kocaman dünyada yalnız başına oradan oraya sürüklenen canım kardeşlerim benim. kendine ve bilemediği, tanımlayamadığı şeylere acıması artanlar. okumaya fazla düşkün olmadığı için, sadece kitaplarda isimlerini görmekle yetindiği filozofların, kafasında birbirine karıştığı; necmettin’in notlarından aklında kalan cümleleri hatırlamaya çalışılanlar. bir daha deneyenler. üzülüp o sözlere; kendi kendini yiyenler. gene de iyi niyetle bir daha deneyenler. hayata dayanamadığı için espri yapanlar. ahlâk düşkünleri gibi doğru yoldan sapanlar. bütün kurtuluş yollarını kapayanlar. vazgeçenler; bütün insanlığın önünde eğilerek özür dileyenler: sahneye yanlışlıkla çıkarılanlar. “ne yapmalı” diyenler; kendini yeterli görmeden. “ne için yeterli? her şey için” diyenler. Kendi kendilerine bile sahtekârlık etiklerine inanlar; kendi kendisini dolandıranlar. içinden başkalarına hak verip; suçu kendine yükleyenler -her zaman olduğu gibi-. artık, konuşmaya hiç hakkı kalmadığına inananlar. büyük ve güzel şeylerin hasretiyle kavrulanlar. hiçbir güzelliğin içine girmesine izin vermemekten yakınanlar. sokaklarda sarhoş gibi ne yaptığını bilmeden kayıp gidenler. bir devamlılık halinde anlatılmaz duygulara kapılanlar. kendine, neye benzediğini sorup duranlar. kötü yetiştirilenler. güzeli ifade gücünden yoksun bırakılanlar. ancak “tıpkı filmlerdeki gibi” diyebilenler. -ne acıklı değil mi?- kendini, iyileşmeye başlayan bir hasta gibi hissedenler. kucaklamak isteyenler: ölümü ve sonsuzu. ilerde ışıyacak yamalı yıldızlar. hep sonunda kötü bir şey olur korkusuyla yaşayanlar. dünyaya bir daha gelişinde çocuk ve korkusuz yaşamak isteyenler. -büyümek, yalnız tutunanlara gerekli.- ikinci gelişinde çırıl çıplak dolaşacaklar. -kelimenin bütün anlamıyla çırıl çıplak.- elleri boşta kalıp, tutunamıyanlar toprağa. anlatamıyanlar anlatılamayanı. doğdukları günden beri kalbinde bir delik olanlar: almak için bütün sızıları içine. erkekleri, yalnız bırakıldıkları zaman acıklı sesler çıkaranlar. dişilerini de aynı sesle çağıranlar. avlanması çok kolay olanlar. anlayışlı bakışlarla süzülünce, hemen yaklaşanlar. tutulup öldürülmeleri işten bile olmayanlar. başları daima öne eğik gezdikleri için, çeşitli engellere takılıp her tarafları yara bere içinde kalanlar. bazı yufka yürekli insanlarca, ev hayvanı olarak beslenmeleri denenip, fakat insanlar arasında barınmaları -ev düzenine uyamamaları nedeniyle- çok zor olanlar. beklenmedik zamanlarda sahiplerine saldıran ve evden kovulunca da bir türlü gitmeyi bilmeyenler. evin kapısında günlerce, acıklı sesleriyle bağırarak ev sahibini canından bezdirenler. yalnızlığını kelimelerle besleyenler. kelimelerin anlamını bilmeden önce tanıdıkları yalnızlığı, kelimelerin içinde yetiştirenler. eski yaşantılarının hastalığından yeni kalktıkları sırada, aldırışsız kelimeler konuşurken, eski yaralarının, eski kelimelerinin göğüslerine saplandığını duyup, birden; susup kalanlar. kelimelerin, yalnızlıklarını yaşamalarına izin vermedikleri. her yandan kuşatılıp saldırılanlar. kullandıkları


kelimelerin de dönüp kendilerini ezdiği, soluksuz bıraktığı. sonra, yataklarından fırlayıp birden; bütün kelimeleri ve yaşantılarını ezenler; ayaklarının altında. güneşe çıkanlar. güneşin, gözlerini acıttıktan sonra perdelerini kapayıp kelimelerin karanlığına dönenler. birtakım kelimelerin kendilerin bağışladığı: aralarında gene yaşamalarına izin verdikleri. o kelimelerle birlik olup başka kelimelere amansızca saldıranlar: aşağılayan, ezen, soluk aldırmayan kelimelere. yenen, yenilen; sonunda gene yenilen kelimelere. yalnızlık hep orada kendilerini beklediği. büyük kelimelerden her zaman kaçınan ama büyük kelimeler kullandıklarını da görenler. küçük kelimeleri kendilerine yakıştıramayanlar; oysa küçük kelimelerle suçlanan ve kendilerini küçük kelimelerle savunanlar. bütün insanların, ellerini uzatarak işaret parmaklarıyla suçladıkları; herkese ihanet etmiş olanlar. ilk gençliklerinin bunalımlarına aldırmadan (belki de bunalımlarının verdiği bir güçle, belki de bunalımlarına ümitsizce karşı koymak isteğiyle, belki de bunalımlarını toptan inkâr ederek) toplumsal savaşa katılan o adsız kahramanlar. kişilerin bir yerde onlara dair yanıldıkları -bu yeri kendileri de bilmemektedir-. günahlarının yükünü taşıyacak gücün, kendilerine verilmediği. ölümün bile adlarını duyurmaya yetmeyeceği insanlar. herkesin mezarında güller ve menekşeler büyürken, mezarlarını otlar bürüyecek olanlar. -mezarları bir kenarda kalmasa bile, büyük ve muhteşem anıtların arasına sıkışıp kaybolacaktır.- cennetteki muhallebicide de garsonun kendileriyle ilgilenmeyeceği kişiler. ağız tadıyla bir keşkül yiyemeden masadan kalkacak olanlar. gene de garsona bir bahşiş bırakmak zorunda kalacak olanlar. hayattan çıkarı olmayanlar, hayatı çıkmaza sürüklenenler. kendini beğenmişliğin cezasını daha bu dünyadan çekmeye başlayanlar. sıkıntılarını kimseyle paylaşmayı bilmedikleri için, yalnız başlarına ıstırap çekenler. duygu alışverişinden nasipleri olmayanlar. duygusuz, hareketsiz, tatsız bir hayat yaşadıkları sanılanlar. ıstırapları, ne yüzlerindeki çizgilerden ne de saçlarının beyazlaşmasından anlaşılmayanlar. çektikleri acılarla, yüzlerinin buruşmasına, saçlarının beyazlaşmasına izin verilmeyecek olanlar. güldükleri zaman sevinçli, ağladıkları zaman kederli oldukları sanılacak olanlar. hayattan çıkarları olmadığı asla kabul edilmeyenler. -böyle bir yanlışlığa düşülmeyecektir.- aslında, hayattan çıkarları olduğu ispat edilenler; çıkarlarını korumak için canları çıktığı halde, bunu beceremedikleri için, çıkarlarıyokmuşdabirşeybeklemiyormuşçasınagillerden göründükleri yüzlerine vurulanlar. bu saldırılara bir karşılık bulamayanlar. kendilerini yokladıkları zaman, bütün ileri sürülenlerin gerçek olduğunu, hayatlarını boş yere harcadıklarını, ne yazık ki artık çok geç kaldıklarını açık ve seçik olarak görenler. işte o anda dahi, delice bir harekette bulunmalarına, anlamsız bir hayatı anlamlı bir şekilde bitirmelerine göz yumulmayanlar. kendilerini öldüremeyenler. böyle bir davranışın bütün yaşantılarıyla çelişki içinde olduğu, gerçekle bir ilgisi olmadığı: kendilerini öldürürlerse, onlar hakkında varılan isabetli yargıları çürütmek için gene boş bir çaba göstermiş olacakları kendilerine anlatılanlar. bunun da kendileri için hiçbir şeyi değiştirmeyeceği kişiler. Bu rezilliğe de katlanarak sürünmeye devam edecek olanlar. Çolak ve topal deli rüstem ile selim ışık ve onunla birlikte bar kızı leyla kendisine yüz vermedi diye intihara teşebbüs ederek beynine iki kurşun sıkan fakat ancak kafatasını delerek alay edenlerden kurtulmak için bütün hayatınca yolda kalpak giyerek dolaşmak zorunda


kalan meyhaneci hızır ve onunla birlikte ortaokulda kekemeliği ve garip mistik düşünceleriyle arkadaşlarının alay konusu olan ve şimdi havagazıyla intihar ettiği için ölmüş bulunan ve evlerindeki şecere ağacında taze yağlı boyayla yeni boyanmış yeşil, titrek bir yapraktan ibaret kalan ercan ve ercan’la birlikte annesi rus babası italyan olan ve sınıfta ve bahçede paltosunu hiç çıkarmayan ve daima gözlüğü ve paltosuyla ilkokul birinci sınıf çocuklarıyla top oynayan ve gâvur diye ve kambur diye horlanan altan ve altan’la birlikte zeki ve siyah gözleriyle bana hep muhabbetle bakan ve yedi kardeşiyle ve annesiyle ve babasıyla ve teyzesiyle ve dayısıyla evkaf apartmanının en üst katında labirent gibi karışık koridorlardaki yüzlerce odadan sadece birinde oturan ve sınıf birincisi olduğu halde ilkokuldan sonra elektrikçi çıraklığına başlayan osman ve onunla birlikte bütün gülünçlüğüne rağmen aşağılığı sefaletinden ve sefaleti aşağılığından ileri gelen mimar cemil (uluer) turan ve mimar cemil’le birlikte sakat olduğu için hiç yürümeyen ve hep altını kirleten ve misafirler görmesin diye ve sosyetik annesi rahatsız olmasın diye yaz kış balkonda tutulan ve hep bağıran ve altına yapan ve güzel yüzüyle ve akıllı sözüyle beni büyüleyen ve balkonda yerde kendini oradan oraya atan zavallı ayhan ve onunla birlikte bodrum katta evdeki yedi ve bahçedeki yirmi yedi kedisiyle yaşayan ve kimseye zararı dokunmayan ve ölmüş kocasını unutamayan rus madam ve madamla birlikte yirmi iki yaşında veremden ölerek bizleri ve ailesini elemlere boğan ve albay sait beyin biricik oğlu ve liseden dört defa kovulmuş olup sanatoryumdan altı kere kaçan ve yağmurlu bir ilkbahar akşamı hastaneden son kaçışında ıslak elbiselerini çıkarmaya fırsat bulamadan kanla boğulan ertan ve onunla birlikte basit bir kamyon şöför muaviniyken lastik karaborsasından zengin olarak genç yaşında kumar denen illete tutulan ve bu uğurda servetini ve dostlarını kaybeden ve karısı ve kızı ve oğlu tarafından terkedilen ve meteliksiz kalan ve bir gün bir kahve köşesinde kendini vuran ve eski ve samimi aile dostumuz orhan ve orhan beyle birlikte, orhan beyle birlikte olmaktan muhakkak gurur duyacak olan ve elkapısında dünyaya gözlerini açıp ve kaderi ve mesleği hizmetçilik olan ve komşumuz saffetlerin üçüncü hizmetçisi kezbanlar ile birlikte yargıç kürsüsünde oturacaklarını sananlar. Mahkemede, suçlu sandalyesinde, bilerek ya da işledikleri suçları bilmek zahmetine katlanacak kadar dahi düşünmediklerinden bilmeyenlerce, eziyet edilen, hor görülen, aşağılanan, ihmal edilen, aldırılmayan, unutulan, kötülenen, alay edilen, ıstırabı paylaşılmayan, küçümsenen, çaresiz bırakılan, yalnız bırakılan, terkedilen, baskı yapılan, istismar edilen, ezilen, cesaretleri kırdırılan, iyilik edilmeyen, değer verilmeyen, korkutulan, yaklaştırılmayan, küçük kalabalıkları hava sızdırmayan tabakalar halinde üst üste sarılan, nefes almaları dahi engellenenler ve bu suçları işleyenleri karşılarına oturtacaklarını sananlar. onlara; “hesaplaşma günü geldi. şimdiye kadar yalnız din kitaplarında yargılandınız. biz fakirler, zavallılar, yarım yamalaklar, bu kitapları okuyup teselli olurken içinizden güldünüz. ve çıkarınıza baktınız. Hatta gene sizlerden, sizin gibilerden, büyük düşünürler çıktı ve bu kitapların bizleri uyuşturmak için yazıldıklarını ileri sürdüler. biz zavallılar, ya bu düşüncelerden habersiz kaldık, ya da bunları yazanları bizden sanarak alkışladık. yani uyuttular alkışladık, uyandırıldık alkışladık. her ne kadar bugün siz suçlu, biz yargıç sandalyesinde oturuyorsak da gene acınacak durumda olan bizleriz. esasında, sizleri


yargılamaya hiç niyetimiz yoktu; sizin dünyanızda, o dünyayı bizlerin sanıp yaşarken, hepinize hayrandık. sizler olmadan yaşayabileceğimizi bilmiyorduk. ayrıca, dünyada gereğinden çok acıma olduğuna ve bizim gibilerin ortadan kaldırılmamasının sizlerin insancıl duygularına bağlandığına inanmıştık. bu çok masraflı dünyada bir de bizlere bakmanız katlanılması zor bir fedakârlıktı. arada bir bize benzeyen biri çıkıyor ve artık yeter diyordu. onunla birlikte bağırıyorduk: artık yeter! bazen kazanıyorduk, bazen kaybediyorduk ve sonunda her zaman kaybediyorduk. onlar da sizler gibi onlardı. düzeni çok iyi kurmuştunuz. hep bizim adımıza, bize benzemeyen insanlar çıkarıyorduk aramızdan. kimse bizim tanımımızı yapmıyordu ki biz kimiz bilelim. gerçi bazı adamlar çıktı bizi anlamak üzere; ama bizi size anlattılar, bizi bize değil. tabii sizler de bu arada boş durmadınız. bir takım hayır kurumları yoluyla hem kendinizi tatmin ettiniz, hem de görünüşü kurtarmaya çalıştınız. sizlere ne kadar minnettardık. buna karşılık biz de elimizden geleni yapmaya çalıştık: kıtlık yıllarında, sizler bu dünyanın gelişmesi ve daha iyi yarınlara gitmesi için vazgeçilmez olduğunuzdan, durumu kurtarmak için açlıktan öldük; yeni bir düzen kurulduğu zaman, bu düzenin yerleşmesi için, eski düzene bağlı kütleler olarak biz tasfiye edildik (sizler yeni düzenin kurulması için gerekliydiniz, bizse bir şey bilmiyorduk); savaşlarda bizim öldüğümüze dair o kadar çok şey söylendi ki bu konuyu daha fazla istismar etmek istemiyoruz; bir işe, bir okula müracaat edildiği zaman fazla yer yoksa, onlar kazansın, onlar adam olsun diye biz açıkta kaldık; yani özetle, herkes birşeyler yapabilsin diye biz, bir şey yapmamak suretiyle, hep sizler için birşeyler yapmaya çalıştık. bütün bunlar olurken birtakım adamlar da anlayamadığımız sebeplerle anlayamadığımız davalar uğruna yalnız başlarına ölüp gittiler. böylece bugüne kadar iyi (siz) kötü (biz) geldik. bize, sizleri, yargılamak gibi zor ve beklenmeyen bir görev ilk defa verildi; heyecanımızı mazur görün. aramızda hukukçu olmadığı için söz uzatılmadı, sanıkların kendilerini savunmalarına izin verilmedi. gereği düşünüldü. sanıkların ellerinden başarılarının alınmasına oybirliğiyle karar verildi.” diyebileceklerini sananlar. bu rezaletleri ve onları doğuran tembel arzuları ve karında yerleşen ve kafanın azdırdığı iştihaları ve onunla birlikte teşebbüse geçen eli ve bu yaşamak için geldikleri dünyadan kalın arzuları temizlemek isteyenler. “inceleri kalsın yalnız.” diyeceklerini sananlar. ey ey ey ey tutunamayanlarım! ve ey, oğuz ey atay ey hüviyetimizi uzatan adam. ey mevcudiyet-i vücudumuz için müsbit-i yegânemiz. ey musamız. bize bir kudüs veremeyen –ömrünün vefâ etmemesinden oldu bu. burada da bir vefasızlığa dûçâr oldu o, burada da eski dile meftun oldu o.ama şükür ki sayesinde mikro mısırlılıklarımızda yalnız olmadığımızı anladığımız enbüyükhazinemizaklımızdır sokratı. ey kamerayı büyük resimde gürültüye gidenlere çeviren tarkvoskymiz. bireyliklerin kızılderililerine, kürtlerine, kıymıklara, kıyıdakilere, kuyudakilere, ey kervancının iplemediklerine imam-ı zaman olan! ey eşyanın kendilerine direndikçe direndiği bizi, kendi içimizde eşyalandıran. bizi ve tüm


sınırdatutulukalmışlar’ı kanıtlayacak filozofcuğum ey oğuzcuğum atay ey! de te fabula narratur yüzlüm. tabu rasa avuçlum ey! dönüp dönüp insansızlığa çarpanlara albaylar, bilgeler, dul kadın nurhayat hanımlar, olricler bahşeden türk dosto –aynı zamanda kürt dostu-. ey iki katlı ahşap evleri ruhlarımıza sanatoryum kılan tabib-i verem. nurol! ey kederimize klas veren. ey halı desenlerinde kaybolanların piri. ey mukadderatımıza mükemmel bir mizah ikram eden mükerrem! ey yahudaların ifşacısı, isaların sırdaşı baba hû! nur içinde ve hurilerle uyu! –onları sevdiğini biliyoruz-. *: eski bir beddua. tam tersine, dua olduğu da iddia edilmiştir. son tahlilde artıkhemduamsınhemdebedduam gibi bir şeye dönüşme ihtimali de yok değildir. allahualem…


1.25TL


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.