Aylık Siyasi İşçi Gazetesi • Sayı: 01 • Ocak 2009 • Fiyatı: 1,5 TL
Krizle birlikte kârları birazcık azalmaya başlayan patronların ilk başvurdukları yöntem, toplu işten çıkarmalar. İşverenlerin kriz karşısında ikinci çözümü ise ücretsiz izinler. “Neden bu kadar kolay işsiz kalıyoruz?” sorusunun cevabı ise örgütsüzlüğümüzde yatıyor. Bu nedenle işimizi ve aşımızı savunmak için örgütlenmek, birlik olmak zorundayız... Gündem yazısının arkaplanı sf. 8’de...
Mücadeleleri Birleştirelim! “Çok şükür, kriz bizim işyerimize uğramadı!” diyenlerden misin? Senin işyerin kapanmadı, işçi de çıkarılmadı, zorunlu ücretsiz izin uygulaması da yok senin işyerinde, öyle mi? Bütün bunlardan dolayı kendini şanslı sayıyor ve çok şükür diyorsun! Anlıyoruz seni! Dileğimiz bunların hiçbiri başına gelmesin.
kalmayı, hayat boyu konuşmamaya razı olabilecek, üstelik senin aldığın ücretin yarısına aynı işi yapmaya razı milyonlardan bahsediyoruz. Sokakta ki her 5 kişiden 1’i işsizken işini nasıl koruyacaksın? Biliyor musun? TÜİK verilerine göre çalışanların %45,9’u herhangi bir sosyal güvenlik sistemine de kayıtlı değil.
Biz diyoruz ki; her 5 kişiden 1’inin işsiz, her 2 kişiden 1’inin sosyal güvenlik sisteminin dışında olduğu bir Türkiye’de bütün işler 4 vardiya 6 saat çalışma düzeniyle tüm çalışanlar arasında paylaşMahallende, işyerinin yanında yakınında, kahvede, tırılmalı. Herkes için sosyal güvenlik olmalı. Ücotobüste, hısım akraba içinde işyeri kapanmış, iş- retler düşürülmemeli, insanca yaşayacak seviyede, ten atılmış, ücretsiz izne çıkarılmış ne de çok insan yoksulluk sınırının üzerinde olmalı. var, değil mi? Haklısın! TÜİK (Türkiye İstatistik Biz diyoruz ki; işten atılmalar yasaklanmalı, keyfi Kurumu) Eylül 2008 verilerine göre işten çıkarılan işyeri kapamalarının önüne geçilmeli, iflas eden işya da işyeri kapanarak işsiz kalanların Temmuz- yerlerinin çalışanlarına yeniden iş sağlanana kadar insanca yaşayacak kadar işsizlik parası ödenmeli. Eylül döneminde sayısı 650 bin kişi daha arttı! Lakin krizin seni “teğet” geçeceğini sanıyorsan, yanılıyorsun. Felaket tellallığı yapmak istemeyiz, ama unutma! Kriz sana HENÜZ uğramamış olsa da çok ama çok fazla işçiye çoktan uğradı bile…
Belki de bazılarının hak ettiğini düşünüyorsun. Zaten tembeldi, işine gücüne sahip çıkmazdı diye açıklıyorsun onların başına gelenleri.
Sürekli yeniden üretilen bir korku, bir güvensizlik mekanizması içinde daha fazla kuşatılan ve bizim olmaktan çıkan hayatlarımızla sürdürülen bir yaşamak. Okullarda, işyerlerinde, sokaklarda kayıt altındayız. Köşe başlarında kimlik sorgulamalarına takılmamak mümkün değil. Bitmez tehlikeler, bitmez düşmanlar var. Bu ülkede yaşamın adı: Asker-polis rejimi. Bu ülkede yaşamın adı hâlen 12 Eylül! Rejime ilişkin politika yazısı sf. 4’de...
Tabii biliyoruz ki, krize karşı mücadeleleri birleştiremezsek işyerimizi, işimizi, aşımızı koruyamayız.
Dolayısıyla henüz kapanmamış, işçi çıkarmamış ya Belki de Türk diye, Kürt diye, Alevi diye, yeterince da zorunlu ücretsiz izin kararı almamış işyerlerindindar değil diye açıklama peşindesin işsiz kalanla- deki işçiler bu durumu yaşayan işyerlerindeki işçi kardeşleriyle birlik ve dayanışma içine girmelidir. rın akıbetlerini. Kendi başımıza gelmesini beklemeyelim: Krize karşı mücadeleci işçi komitelerimizi kuralım. İşyerlerimizi terk etmeyelim. İşyerlerini terk etmeyen işçileri yalnız bırakmayalım. Sendikalarımızı krize karşı sürekli mücadele merkezleri yapalım. Krize karşı bütün mücadeleleri birleştirelim. Krize karşı ortak mücadele birliklerini yaratalım. Gün dayaBelki de henüz bir işe sahipken, sessiz kalarak işsiz nışma, birlik ve mücadele günüdür. kalmayacağını düşünüyorsun. Sokakta 5 milyon İşçi Cephesi, 21 Aralık 2008 işsiz var ve sürekli artıyor... Bir iş için bırak sessiz Yani benim başıma gelmez inancındasın. Senin de başına gelebileceğini illa yaşayıp görmeni istemeyiz. Biliyoruz ve anlıyoruz seni; çünkü işsiz kalan, işyeri kapananların büyük çoğunluğu da başta senin gibi düşünüyordu. Onlar da, başkalarının başına geldi ama benim başıma gelmez diyorlardı, aynı senin gibi…
İsrail, Gazze Şeridi’nde katliama girişti. Füze yağmuruna tutulan Gazze’de, bu satırlar yazılırken, bilinen ölü sayısı 300 civarında, 1000’i aşkın yaralı var. Gazze’de, halkın böylesine cezalandırılmasının nedeni, Siyonizm’in zulmünden olduğu kadar, işbirlikçi El Fetih yönetiminden de usanmış olmaları ve daha radikal görünen Hamas’ı desteklemeleri... İsrail saldırılarına ilişkin yazı sf. 14’de...
2
İLAN TAHTASI
Bir Film: Bahoz - Fırtına
Sağlık Köşesi Berrin Orhun, Emekli Hemşire Öğretmen
Bahoz, Kazım Öz yönetmenliğinde çekilen, MKM (Mezopotamya Aile Planlaması ve Sorunları Kültür Merkezi) yapımı bir film. Doksanlı yılların yükselen öğrenci Her kadının istediği zaman ve istediği sayıda çohareketine Kürtlerin gözünden bakan filmin bir kısmı İstanbul’da, cuk sahibi olması en doğal hakkıdır. Ancak kontrolsüz, birbirini takip eden doğumlar ve düşükler bir kısmı ise Dersim’de geçiyor anne-çocuk sağlığını tehdit eder. Aile planlaması
işte burada devreye girer. Aile planlaması, çiftlerin bakabilecekleri sayıda, istedikleri aralıklarla çocuk sahibi olmalarının; istedikleri halde çocuk sahibi olamayanlara da gerekli tanım ve tedavi olanaklarının sağlanmasıdır. Bu hizmetler, devlet ve üniversite hastanelerinin kadın sağlığı ve aile planlaması kliniklerinde verilir. Sağlık merkezlerinde de danışmanlık ve uygulama hizmetleri sunulmaktadır. Tüm bu uygulamalarda dikkat edilmesi gereken, danışmanlık hizmetlerinin yardımı ile, çiftlerin kendi sağlık koşullarına en uygun tedavi yöntemini, yine birlikte karar vermeleridir.
Salih Şimşek, 20 Aralık 2008 Filmin konusu ise şöyle: Cemal, İstanbul Üniversitesi’ni kazanmıştır. Bu güzel haber bütün köyü sevince boğar ve Cemal de kafasında pek çok hayalle üniversite için İstanbul yollarına koyulur. Fakat diğer pek çok öğrenci gibi Cemal de yeni yaşamında beklediklerini bulamaz. Sokaklarda büyük bir gelir adaletsizliği yaşanmaktadır. Okuldaysa polisler cirit atmaktadır. Burjuva ideolojisine bulanmış ders müfredatları öğrencilere mutlak doğrular olarak sunulmaktadır. Kolluk güçleriyle, YÖK’üyle ve yurtlarıyla devlet, öğrenciler üzerinde “bilimsel” bir hapishane kurmuştur. Bu ortamın yarattığı yozlaşmış kültür, öğrencilerin bir kısmını politize ederken, bir kısmını da topluma yabancılaştırmıştır. Cemal tam da bu yabancılaşma sürecindeyken devrimci Kürt öğrencilerle tanışır, daha doğrusu onlar Cemal’i bulur. Bu tanışma aynı zamanda Cemal’in kişiliğindeki değişimin de başlangıcıdır. Çünkü Cemal Kürt olduğu halde kendisini öyle hissetmemektedir ve sadece Alevi kimliğini kabul etmektedir. Fakat yaşadığı olaylar onu öğrenmeye ve değişmeye zorlar... Filmde devletin devrimcilere yönelik şiddeti açık bir şekilde sergileniyor ve eleştiriliyor. Bunun yanında Kürt hareketinin kendisi de sorgulanıyor ve o dönem eleştirel bir gözle aktarılıyor. Kendi kaderini kendi elleriyle çizmeye çalışan Kürt halkını anlatan filmin, ezilen ve sömürülen tüm kesimlerin oy pusulası olarak görüldüğü şu günlerde, az sayıdaki sinemada da olsa, gösterim olanağı bulması, gerçekten çok anlamlı.
Türkiye’de aile planlaması, 1970’li yıllarda ilk kez ortaya çıktığında, kuşkuyla karşılandı. Dış güçlerin, bu topraklardaki nesli tüketmek için bir dayatması olarak yorumlandı. Metotlar yeni ve denenmemiş olduğundan, özellikle kanser yönünden korkuldu. Bugün, kullanılan bu ilaçların masumiyeti kanıtlanmış bulunuyor. Hatta bazı ilaçlar, çeşitli kadın hastalıklarının tedavisi amacıyla da kullanılıyor.
Senaryo ve Yönetmen: Kazım Öz • Görüntü Yönetmeni: Ercan Özkan • Oyuncular: Cahit Gök (Cemal), Havin Funda Saç (Rojda), Selim Akgül (Orhan), Asiye Dinçsoy (Helin), Kadim Yaşar (Halil), Ali Geçimli (Ali), Bertan Dirikolu (Müslüm), Engin Emre Değer (Özcan), Volga Sorgu (VK), Feyzullah Gürdaş (Abdülbaki), Ececan Gümeci (Leyla), Çağlayan Bozacı, Zelal Maraşlı, Ali Sürmeli, Sinan Bengier • Konuk Oyuncular: Turgay Tanülkü, Ümit Çırak, Muhlis Asan • Müzik: Ayhan Akkaya, Vedat Yıldırım, Burak Korucu
Buna karşın önyargıların aşıldığını söylemek güç. Türkiye’de hâlâ doğum hızı oranı, anne ve bebek ölüm oranları yüksek. Bunda en büyük etken olanak yetersizliği, daha doğrusu olanakların adaletsiz dağıtımı... Yöntemler konusunda bilgi sahibi olunmaması ve ihmal de başta gelen diğer faktörler. Dünya’da da durum farklı değil: Dünya nüfusunun %75’i az gelişmiş ülkelerde ve tüm doğumların %85’i, tüm anne ölümlerinin %99’u, tüm bebek ve çocuk ölümlerinin %95’i de yine bu bölgelerde gerçekleşiyor. Oysa, insanlık bunu haketmiyor.
SANAT GÜNCESİ aylık kültür/sanat rehberi
SAYI: 01 • OCAK 2009 Aylık Siyasi İşçi Gazetesi Sahibi ve yazı işleri müdürü Oktay Orhun Enternasyonal Yayıncılık Yönetim yeri Caferağa Mah. Sarraf Ali Sok. Saraçoğlu İş Hanı No: 36/17 Kadıköy - İstanbul 1 yıllık abonelik Yurtiçi: 20 TL • Yurtdışı: 20 € Her türlü haberleşme ve abonelik talebi için e-posta adresimiz iscicephesi@gmail.com Baskı Ser Ajans Matbaa Merkezefendi Mah. Fazılpaşa Cad. 4. Zer San. Sit. No: 16/26 Topkapı - İstanbul Fiyatı: 1,5 TL
Sergi: Sakıp Sabancı Müzesi, Ocak sonuna kadar, ünlü sürrealist ressam Salvador Dali’yi ağırlamaya devam edecek. Yağlıboya tablolar, çizimler ve grafiklerden oluşan 270 eserin yanı sıra, el yazmaları, fotoğraflar ve çeşitli dokümanlar da bu kapsamlı sergide kendine yer bulmuş durumda. Sinema: Yönetmenliğini ve senaryosunu Özcan Alper’in üstlendiği Sonbahar adlı film gösterime girdi. Hopa, Çamlıhemşin ve Kemalpaşa’da çekilen filmde, genç bir üniversite öğrencisi olarak girdiği cezaevinde ölüm orucuna giren ve 10 yıl sonra özgürlüğüne kavuşan Yusuf ’un çocukluk ve ilk gençlik yıllarının izini sürerek geçirdiği son iki ayının öyküsü anlatılıyor. Müzik: Grup Yorum, 23. yılında yeni albümü “Başeğmeden”le sevenlerinin karşısına… Yaklaşık 2,5 yılın ardından çıkan bu albümde 15 şarkı yer alıyor. Dikkat çekense Rap’ten Rock müziğe, kimi farklı formların bu albümde yer alıyor olması.
NE SAVUNUYORUZ? neyi hedefliyoruz?
İşçi Cephesi, Troçkist bir yayın organıdır. Hedefimiz sosyalist devrim, kapitalizmin ilgası ve sosyalizmin inşasıdır. İşçi sınıfının ve gençliğin mücadelesini destekliyor, işçi demokrasisinin yaygınlaşması için uğraş veriyoruz. Egemen sınıfın her türlü diktatörlük rejimine karşıyız ve halkların kendi kaderlerini tayin hakkını destekliyoruz. Mücadelemiz uluslararası ölçeklidir ve kendimizi, işçi sınıfının dünya partisi olan IV. Enternasyonal’in yeniden inşasının bir parçası olarak görüyoruz.
EMEK GÜNCESİ
3
Brisa deneyiminin öğrettikleri
Patronlar, son dönemde, krizi bahane ederek işçilere yönelik saldırılarını şiddetlendirdi. Üstelik bu saldırı dalgasından yalnızca örgütsüz atölye işçileri etkilenmiyor, ülkenin en büyük fabrikalarındaki sendikalı işçiler de bu durumdan nasibini alıyor
ronun hiç de beklemediği bir gelişme yaşanıyor. Arkadaşlarının işten çıkarıldığının haberini alan İşte bunun son örneklerinden biri de, Kocaeli’ndeki 08.00-16.00 vardiyasındaki işçiler, kendilerini Brisa fabrikasında yaşananlar. Brisa, Sabancı fabrikaya kapatıyorlar ve üretimi durduruyorlar. Holding’e bağlı bir şirket. Sabancı Holding’in Aynı şekilde, diğer vardiya çalışanları da eylemi 2008 yılının ilk dokuz ayında elde ettiği kâr, 1 devam ettirince, fabrika resmen işgal edilmiş olumilyar YTL’den fazla. Brisa’nın 2008 yılı kârı ise yor... 68 milyon YTL olarak tahmin ediliyor. Sendika ağaları sahneye çıkıyor • Yaklaşık 1300 Ve sıkı durun! Brisa krizin olumsuz etkilerinden kişinin çalıştığı fabrikada, DİSK’e bağlı Lastikdolayı işçi çıkarıyor! Öyle ya, krizden dolayı Brisa İş örgütlü. İşçiler tenskikatlara karşı eyleme geçbirkaç milyon YTL daha az kâr edebilir. O zaman, tiğinde, sendika ağaları da İstanbul’da Sabancı derhal işçi çıkarmalı, geri kalanları da ücretsiz izne Center’da, patron temsilcileriyle görüşüyor. İşçigöndermeli! Ve Brisa da öyle yapıyor... ler, patronun saldırısına yanıt olarak, son yıllarda 150’den fazla işçi, bir sabah fabrikaya geldiğinde, görülen en militan eylemi gerçekleştirip fabrikayı kartlarının basmadığını görüyor ve o anda işten işgal ederken, sendika ağaları da, “başka işçinin çıkartıldıklarını anlıyor. Bu noktada, Brisa pat- atılmaması kaydıyla” 64 işçinin işte atılmasını ve Atakan Şemsi, 20 Aralık 2008
fabrikanın 9 Ocak’a kadar üretimi durdurmasını (20 Aralık’ta) kabul ediyordu.
Brisa’da iki ay sonra sendikal seçimler yapılacak. Ve tesadüfe bakın ki, işten atılan 64 işçi, şu anki yönetime muhalif, yönetime alternatif listeyi oluşturan işçiler. Yani, görünen o ki, sendika patronla el ele, mücadeleci işçileri fabrikadan attırıyor ve bunu, “en az kayıpla anlaşma sağlandı” şeklinde lanse ediyor. Brisa örneği, ne yazık ki bizlere acı bir deneyim sunuyor. İşçiler en militan eylemleri gerçekleştirse de, fabrikalarda, patronlardan ve işbirlikçileri sendika ağalarından bağımsız mücadele komitelerini inşa etmedikçe, kaybedenin hep bizim taraf olacağı açık bir biçimde görülüyor.
KRİZE KARŞI
ACİL TALEPLER İşten çıkarmalar yasaklansın! • Herkese iş güvencesi sağlansın! • Ücretsiz izinler durdurulsun! • Kapatılan işyerleri işçi denetiminde kamulaştırılsın! • Defterler açılsın! • Fabrikalar işçilerin denetiminde üretime başlasın! • Asgari ücret vergi dışı bırakılsın! • Vergiler sadece patronlardan kesilsin! • Zamlar geri alınsın! Gıda fiyatları ucuzlatılsın! • Ücretler enflasyon çizgisinde iyileştirilsin! • Eşit işe eşit ücret! • İşsizliğe karşı 6 saat 4 vardiya! • İşsizlik fonu işçiler lehine kullanılsın! • İşçilere parasız sağlık, eğitim, konut ve ulaşım! • Her İşyerine Sendika!
Graniser işçileri mücadele komitelerini kurdu!
Graniser işçileri krizi bahane eden patronların ücretsiz izin, işten çıkarma, üretimi durdurma gibi uygulamalarına karşı mücadele edecekler!
coşkulu geçen toplantıda işçiler, taleplerini belirle- çıkarılan arkadaşlarının da geri alınmasını talep eden Graniser işçileri, 5 Ocak günü işyerinde işten yerek mücadele komitesi oluşturdular. Manisa’nın Akhisar ilçesinde faaliyette olan Graçıkarma, bazı bölümlerin kapatılması ve benzeri niser Granit ve Seramik Sanayi, 28 Kasım’dan 5 İşyeri Baştemsilcisi Hakan Bahadır ile İşyeri Tem- uygulamalarla karşılaşıldığında fabrika önünde diOcak 2009’a kadar bütün işçileri ücretsiz izne silcisi Mustafa Tekdemir’in yönettiği toplantıya renişe geçeceklerini ilan ettiler. çıkarmıştı. Çimse-İş’in örgütlü olduğu ve yaklaşık Çimse-İş İzmir Şube Başkanı Kazım Belek’in katıl1000 işçinin çalıştığı fabrikada, 5 Ocak’tan son- mamasına işçiler tepki göstererek, “Şu an bizim ya- Toplantıda, işyerindeki gelişmelere karşı müdahara üretime geçilip geçilmeyeceği de belirsizliğini nımızda olmayacaksa ne zaman olacak” diye sordu- lede bulunmak ve mücadele etmek için her bölümkoruyor. Bu durumdan rahatsızlık duyan işçiler, lar. İşleri ve gelecekleri için mücadelede sendikanın den işçilerin içinde yer aldığı 19 kişilik mücadele patronun tekrar ücretsiz izne çıkarmak, işçi çıkı- yanlarında olmasını isteyen Graniser işçileri, işten komitesi oluşturuldu. Krizi bahane eden patronun şı yapmak gibi olası dayatmalarına müdahale et- çıkarmaları kabul etmeyeceklerini ve iş güvencesi dayatmalarına karşı Graniser işçileri, geleceklerini sendika ağalarına teslim etmeyip kendi kaderlerini mekte kararlılar. Herhangi bir işçi çıkışı olmadan hakkı istediklerini belirttiler. fabrikanın tekrar 5 Ocak’ta üretime geçmesi için Ücretsiz izin uygulamasının kaldırılmasını, ücret- kendi ellerine alarak, bütün sınıf kardeşlerine örkararlar alan işçiler, 19 Aralık günü, 350 işçinin siz izinli günlerin sigortasının yatırılmasını ve iş- nek olacak bir girişime imza attılar. katılımıyla bir toplantı gerçekleştirdiler. Oldukça yerinde sendikalaşma döneminden itibaren işten Kaynak: Evrensel 24 Aralık 2008
4
POLİTİKA
Asker-Polis Rejiminde Yaşamak
Bu ülkede yaşıyorsanız siz de tecavüze uğradınız... Evet, uğradınız! Bedeniniz, zihniniz, kimliğiniz ve emeğiniz bu şiddetin defalarca muhatabı oldu Cemre Sava, 27 Aralık 2008
Kadın yahut erkek; düşünen, soran, sorgulayan; Türk, Kürt, Ermeni, Laz, Çerkez... işçiler, ezilenler olarak bu şiddetin defalarca mağduru olduk. Ailede, okulda, işyerinde, meydanlarda... Hakkımızı aradığımız bir greve polis müdahalesinde mesela; ya da anadilde eğitim hakkımız çiğnendiğinde; düşüncelerimize kalıplar biçildiğinde... O kalıba sığmadığımızda, o kalıba girmediğimizde, o kalıbı kırdığımızda hedef olduk. Bu ülkede yaşamak böyle bir şey... Gözetlenmek gibi mesela... Ya da dinlenmek... Sorgu-sual... Sürekli yeniden üretilen bir korku, bir güvensizlik mekanizması içinde daha fazla kuşatılan ve bizim olmaktan çıkan hayatlarımızla sürdürülen bir yaşamak işte... Okullarda, işyerlerinde, sokaklarda kayıt altındayız. Köşe başlarında kimlik sorgulamalarına takılmamak mümkün değil. Bitmez tehlikeler, bitmez düşmanlar var. Korku büyüyor; herkes bir tehdide dönüşüyor. Devlet herkesi ve her şeyi kontrol altına almaya çalışıyor. İnternet sitelerine erişimimiz engelleniyor. Paylaşım alanları kısıtlanıyor. Devlet, rüştünü vatandaşına uyguladığı kontrolbaskı yöntemleriyle ispata kalkıyor. Avrupa’dan bile öndeyiz diye övünüyor mesela “Akıllı” dediği yeni kimlik kartı uygulamasını anlatırken. Kişi hakkındaki tüm bilgileri, belgeleri tek bir kartta Ya da boş verelim hepsini, polis elinde diyelim. Bu topluyor. ülkede Azrail, polis gibi bir şey! Peki ya nereye kadar? Önlemse ne kadarı yeter? Devlet “vatandaş”ından korkarsa ona ne kadar güç Peki, polis kim? Üniforması kadın kaçırmaya, tecayeter? Yetmez. Ne Şemdinli, ne Dağlıca ne Aktü- vüz etmeye meşruluk sağlayan; ya da bizzat tecavüz eden, insan döven, öldüren polis... Karşı duramatün ona yetmez! dığın, ‘dokunamadığın’ polis... Bu yüzden, bu ülkede yaşamak ölmek gibi diyelim. Ne Ali ne Ayşe. Tek tek her birinde vücut bulan, Bu ülkede yaşamak, ölmek gibi bir şey! kimlik bulan devlet otoritesi. Bizi kimliksizleştiren Gözaltında mesela... dayatmanın gücü işte bu! Ya da panzer altında... Tek millet, tek dil, tek bayrak altında. Kollayan, Tekme-tokat...
kutsayan ve kuşatan otorite... Meclis açan, parti
kapatan; parti açan, meclis kapatan. Senden benden öte... “Uğruna can feda”... Asker gibi bir şey! Bu ülkede yaşamın adı: Asker-polis rejimi. Bu ülkede yaşamın adı hâlen 12 Eylül! Ki bu rejim, işçi sınıfının tüm dünyada yıllarca süren mücadeleler sonucunda elde ettiği hakları askıya aldı. Emperyalizmle işbirliği içinde sürdürdüğü politikalarla sınıf mücadelesinin önüne set çekti. Yok etmekten çekinmedi. Acımadı, acıttı, kanattı! Yüzünü, Kürt halkına, imha yoluyla gösterdi. Sürekli ve sistemli bir inkâr ve baskıyla kendinden farklı olanı dışladı, ezdi, susturdu, yok etti! Madımak, Gazi olayları, “Hayata Dönüş” operasyonu, sınırötesi operasyonlar vb. hepsi birer yüzü bu rejimin. Bu rejim, Ergenekon’u büyüttü. Hrant’ı öldürdü. Düşünceyi, düşünmeyi, umudu yasakladı... Ant içirdi, kan kusturdu bu rejim! Ve değil mi ki 12 Eylül anayasası hâlen yürürlükte, kurumları hâlen ayakta, algısı hâlen taze; bu ülkede yaşamın adı darbenin adıdır. Ölümün yaşama, dünün yarına, sermayenin emeğe tecavüzünün adıdır! Bu yüzden, bu ülkede mücadele, hâlen ve öncelikle 12 Eylül ile mücadeledir. 12 Eylül rejiminin teslim aldığı yaşama yeniden ad verme mücadelesidir.
POLİTİKA
CHP’de çarşaf “açılımı” Baykal, partisine yeni katılan sekiz bin üyeyi temsilen altı kişiye parti rozeti taktı. Ne olduysa, ondan sonra oldu
5
Dilenmekten, direnmeye... Oktay Benol, 21 Aralık 2008
AKP hükümeti belediyeleri aracılığıyla kömür ya da alışveriş kuponu dağıtıyor. Rakamlar büyük. 6 yılda 7–12 milyon ton arası kömür dağıttığı iddia ediliyor AKP’nin. Tutar 3,5 milyar YTL… İstanbul Büyükşehir Belediyesi Sosyal Yardım Alışveriş Kuponlarından 2007’de 600 bin, 2008’de 1,5 milyon adet dağıtmış. Toplam bedel 60 milyon YTL…
demek istiyor. Mesele bununla sınırlıysa Sancak- Başbakan Erdoğan ise sadece kömür değil, soba tepeli CHP’liler de başkanlarından benzer bir da dağıtacaklarını söyleyerek kendisini eleştirenSultangazi’de yapılan törenin gündemde kalma- gösteri isteyebilirler... lere cevap veriyor. Tuzu kuru olanlar yoksulun sını sağlayan işte bu altı kişiden birkaçının çarşaf tabir edilen tesettür biçimine göre giyinmiş ol- Medyanın önünde tantanalı biçimde yapılan bu halinden anlamaz diyerek prim toplamayı da ihması. “Atatürk’ün partisinde çarşaf olur mu hiç?” hareket, kuşkusuz Sultangazi ilçesini aşan poli- mal etmiyor! Başbakana göre bu bir sosyal dayadiye soracak değiliz. Ancak bu konudaki tutucu- tik bir manevra. CHP, hükümetin uzun zaman- nışma kültürü… luğuyla bilinen CHP’de böyle bir değişim, şaşır- dır sürdürdüğü muhafazakârlaştırma politikasına Başbakan muhtemelen bizi tanımaz. Biz başkakarşı çıkmaktansa, bu politikanın oluşturduğu oy tıcı. pastasından daha büyük pay kapma peşinde. Bu ları gibi işi yokuşa sürmeyiz. Kendisini yalnız bıTepkiler ise daha da ilginç; bir tarafta Tayyip hem CHP’nin hem de TSK gibi sözcüsü oldu- rakmayalım! Kömür, kupon ve bilumum benzeri Erdoğan’dan gelen destek, bir tarafta parti taba- ğu kimi destekçilerinin de çıkarlarına daha çok dağıtımlar yardım olmaktan çıkarılsın. Herkes nından protestolar. Burjuva medya ise çıkarına hizmet ediyor… 27 Nisan e-muhtırasına ve 367 için bir hak haline getirilsin. Türkiye’nin her yeuygun olana övgü, olmayana sövgü yoluyla tu- kararlarına rağmen ortaya çıkan 22 Temmuz se- rinde, herkese bu hakkın ulaştırılması bir zoruntum alma uyanıklığına devam ediyor... Bu kadar çim sonuçları ve Gül’ün cumhurbaşkanlığı da bu lu belediye hizmeti olsun! Türkiye’de ısınmaya basit bir olay, dünyayı tersine çevirecek deseler, tatsız gerçeğin yakın arka planını oluşturuyor. hiç kimse para vermesin. Yani insanlar bilsin ki inanır mıydınız? AKP gidip CHP’de gelse, MHP ya da DTP’de Peki, çarşaf meselesi bu kadar beklemedik bir olay Birçoğumuz yakın zamanda gerçekleşen yeni ilçe- mıydı? İktidara gelse CHP’nin AKP’den farklı bir hükümet olsa hizmet ayağına gelecek. Var mısın ler projesinden haberdardır. Bunların yerel seçim politika izleyeceğini düşünenler, gerçekten var başbakan? sonuçlarını ne yönde etkileyeceğinden de... Mese- mı? Sahi, kriz günlerinde sürekli ekonominin Kömür değil soba da dağıtacakmış! Hepimiz bu la adı geçen Sultangazi ilçesi, Gazi Mahallesi’nin AKP yüzünden kötüye gittiğini sayıklayan Bay- dağıtımlarda parasız çalışmaya hazırız. Yeter ki Sultançiftliği’yle birleştirilmesi sonucu oluşturul- kal, işten çıkarmalara karşı işçilere neyi öneriyor? herkese ver. Yeter ki sürekli ver. Hatta madem bir muş. AKP’nin yerel seçimde kazanması için oluşhayır yapacaksın devamını getir. Herkesi kömür turulan bu ilçede CHP’nin böyle bir müdahale- Her şeyin ötesinde bu haber, burjuva düzen partipisliğinden kurtar. Herkese ücretsiz doğalgaz sisye mecbur kaldığı söylenebilir. Nitekim CHP’li lerinin kendi aralarındaki bu tartışmaların aslında temi kur. Kömürü “bedava” veren, doğalgazı neMustafa Özyürek de muhafazakâr kesimi AKP’ye işçi sınıfı için hiçbir anlam ifade etmediğini, bu den vermesin? Doğalgaz bedava olsun! Var mısın mahkûm etmemek için böyle bir yola gidildiğini kriz döneminde daha da yakıcı bir biçimde gözler başbakan? söylüyor. Yani “Biz de yeterince muhafazakârız.” önüne sermesi açısından dikkate değer. Devletin resmi rakamlarına göre Türkiye’de çalışanların % 45,9’u herhangi bir sosyal güvenlik POLİTİK MİZAH sistemine dâhil değil. Neredeyse her 2 kişiden Kolaj ve Metin: Salih Şimşek biri kayıt dışı. Devlete göre aylık kazancın 154 YTL’nin üzerinde ise yoksul değilsin, normal yaşıyorsun. Eğer aylık kazancın 59–154 YTL arasında ise, günde 2–5 YTL arası gelirin varsa o zaman yoksulsun. Bu insafsız rakamlara göre bile her 5 kişiden biri yoksul… Bunlar devletin resmi rakamları… Bir yanda bu rakamlar diğer yanda 6 yılda 12 milyon haneye dağıtılan kömür, kupon vs… Bütün bunlar acaba neyin sigortası? Şefik Sandıkçı, 20 Aralık 2008
Şimdi sözüm ona CHP’si, MHP’si de AKP’ye muhalefet yapıyor. “Fakirlere verdin kömürü, bak hava kirlendi” diyen halden anlamaz bir kafa bu! Başbakan da, hem dalgasını geçiyor hem de halka dönüp, “bakın bunlar size kömür vermemi istemiyorlar” diyerek bir kez daha puanları topluyor.
Yiğit Özgür’ün çizimlerinden yararlanılmıştır.
Hak dedik, hizmet dedik, lakin lafla peynir gemisi yürümez. Hikâyeyi bilirsiniz… Ölüm döşeğindeki baba çocuklarına birer çöp verip kırmalarını ister. Çocuklar rahatça kırar. Aynı çöplerden beş altı tane verir, yine kırmalarını ister. Çocuklar kıramaz… Kıssadan hisse birlik olanlar kırılmaz. Birbirine kenetlenemeyenler ise ayaklar altına düşmekten kurtulamaz…
6
POLİTİKA
Payımıza düşen... Oktay Orhun, 22 Aralık 2008 Saygın bir araştırma kuruluşunun yaptığı tespite göre, 2009 yılında Çin’de ‘sosyal patlama’ ihtimali oldukça yüksek. Yunanistan’daki son isyanı da aynı şekilde nitelendirdiler ve özellikle İtalya ile Fransa’ya sıçramasından çekindiler. Panikleyen Avrupa Birliği liderleri, Brüksel zirvesine katılan Yunan Başbakanı Karamanlis’i sorguladı. Öyle ki Fransa’da bu korku, eğitim reformu adı altındaki gerici bir yasa değişikliğini, askıya aldırdı. Aynı şekilde, sosyal patlama ‘tehlikesi’ni Birleşmiş Milletler de bir uyarı yaparak gündemine taşıdı: “Aç insan, kızgın olur.”
Dikkat, bu ülkede özür dilemek bir felakete yol açabilir!
1915’te yaşanan olaylarla ilgili olarak başlatılan ‘Ermeni kardeşimden özür diliyorum’ kampanyası, ülke siyasetinin iç yüzünü bir kez daha açığa çıkardı
Oktay Orhun, 29 Aralık 2008
İşte en ‘güzelinden’ birkaç örnek: Başbakan Erdoğan’ın, “ortalığı karıştırıyorlar” ve “herhalde onlar soykırım işlemiş olacaklar ki, özür diliyorlar” mealinden sözleri. Başbakan’ı anlamak gerçekten zor, çocuğunuz komşunun camını kırsa ya da akşam gelen misafirler çok gürültü yapsa, gider komşunuzdan özür dilersiniz, değil mi? Bu kadar basit işte, bu kadar insani. Bu birilerinin yaşadığı acıları paylaşmakla, duyarsızlığa karşı tepki duymakla ve belki biraz da bugüne değil çıkan sesin cılızlığında taşınan sorumlulukla ile ilgili bir şey. Birinin bunu binin üzerinde imzaya ulaştığını hatırlatmakta yarar var. Şimdi de siz, elinizi vicdanınıza koyun ve başbakana anlatması gerek. Peki, Güneş gazetesinin 18 Aralık’taki manşetine kampanya metnini okuyun, kim caka satıyor, kim ne demeli: “Bunlar Özürlü!” ve altında giriş spotu, kimin itibarı ile oynuyor, kararı siz verin: “1915’te “Bir grup entelin başlattığı ‘Ermeni kardeşimden Osmanlı Ermenileri’nin maruz kaldığı Büyük özür diliyorum’ kampanyasına halkın cevabı, ‘özür Felâket’e duyarsız kalınmasını, bunun inkâr edildilemiyor, özür bekliyoruz’ oldu”(!) Neresinden mesini vicdanım kabul etmiyor. Bu adaletsizliği tutsan dökülüyor, manşeti ile zihinsel engeli olan reddediyor, kendi payıma Ermeni kardeşlerimin insanları aşağılıyor evvela. Buna mı kızarsın, yoksa duygu ve acılarını paylaşıyor, onlardan özür dili‘halk’ diye tanımladığının eski sefirler, diplomatlar, yorum.”
Her şey tamam da, sanki başka bir gezegende yaşıyorlarmış gibi türettikleri bu ad koymalara, bir türlü kendini alıştıramıyor insan. Sosyal patlama tehlikesiymiş. İlkin bu, insanların durup dururken dükkânlara saldırması, polisle çatışması, kendi canlarını hiç yoktan tehlikeye atması demek değil herhalde. Bu patlamalar, hani o zincirlerinden başka kaybedecek bir şeyleri olmayanların, işçi sınıfının, onun genç kuşaklarının, halkın yoksul ve ezilen kesimlerinin yine o zincirlere haklı isyanıdır. Ekmek için, barış için ve özgürlük için gerçekleşirler. İşte onların tehlikeli gördükleri, tarihin ilerletici bu çarkıdır ve onlar bu çarkı inkâr ettikleri ölçüde geüst düzey memurlar ya da ırkçılığı tescillenmiş kericileşirler. Biz o çarka, sınıf mücadelesi diyoruz. simler olmasına mı? Ayrıca, ‘entel’ küçümsemesiİşte, bugün kriz tüm dünyayı sararken, işçi sınıfı, nin kendi içinde taşıdığı aşağılık hissinin o acınası özellikle de onun genç kuşakları, sesini yükseltme- doğasını bir yana koysak bile, entelektüel kelimeye başladı bile. Çark artık daha bir hızlı dönüyor. sinin bu kısaltması, kendi başına, yaşadığımız top2009’da daha da hızlanacak. 2009’da sınıf müca- raklarda işçi sınıfını; düşünen, araştıran, sorguladelesi çetin geçecek. Yunanistan, Fransa, İtalya ya yan insanlardan koparmak için kullanılan araçların da Çin; fark etmiyor. Korktukları bu sosyal patla- çeşitliliğine açık bir örnek. malar, yine onlar için gerçek bir kâbusa dönüşmek üzere… Yalnız, tek bir şeye dikkat etmek gerek: Bu Radikal gazetesinden Hasan Celal Güzel’in 19 sömürü düzeni ne kadar krize girerse girsin ken- Aralık’taki yazısı da başka bir âlem: “Kendini insandiliğinden yıkılmıyor ve haklı isyanlar, örgütlü cıl ve liberal göstermek için tarihî gerçekleri inkâr birlikteliklerini sağlayamadıklarında hedefe gerçek ederek Türk Milleti’nin şeref ve itibarı üzerinden anlamda varamıyorlar. Yeri gelmişken, aynı ‘sos- caka satan, büyük kısmı aldatılmış bir avuç aydın yal patlama tehlikesi’ 2009 senesi için yaşadığımız bozuntusunun özürnâmesi, milletimizin sırtına topraklarda da öngörülüyor; payımıza düşeni ka- âdeta bir ihanet hançeri gibi saplandı.” Öncelikle o bir avucun, bu metnin kaleme alındığı sırada 25 bul ederiz elbet…
Koparılan bunca yaygaraya sebep olan metin, işte bu iki sıralı cümle. Katılın ya da katılmayın. Yetersiz bulun (ki bu satırların yazarı bu görüşte) ya da ağır bir itham olarak niteleyin. Ne fark eder? İşte görüyorsunuz, CHP İzmir Milletvekili Canan Arıtman, tartışmayı Cumhurbaşkanı’nın annesinin etnik kökenini sormaya kadar vardırdı, üstelik sorusunda da ısrarcı. Şu rahatlıkla söylenebilir, cumhurun ‘başı’ için sorulan tüm yurttaşlar için de sorulmuştur. Bu tartışma tablosu, ırkçılığa varan tüm bu zihniyetler, aslında tarihsel sürekliliği olan bir ideolojinin tezahüründen ibaret. Ne acıdır ki, tüm bu süreçte kanıtlanan ise başka bir gerçek: Bu topraklarda özür dilemenin kendisi, felaketlerin en büyüğü sayılıyor…
IMF ile yeni anlaşma, emekçinin sırtında yeni kambur
Devlet Bakanı Şimşek, IMF ile yapılan görüşmelerde oldukça mesafe kat edildiğini ve yeni bir anlaşmanın gündemde olduğunu belirtti.IMF ise bu anlaşmanın içeriğinin tamamlanması için Ocak ayında Türkiye’ye bir heyet göndereceğini açıkladı Şimşek her ne kadar olumlu bir tablo çizmeye çalışsa ve IMF’den alınacak borcun miktarının az IMF ile imzalanan son anlaşmanın süresi Mart olacağını ima etse de TÜSAD’ın sert açıklama2008’de dolmuştu. Bu anlaşmanın bedeli ise sa- larından iplerin Türkiye kapitalist ekonomisinin dece borçların ve faizlerin ödenmesi ile değil, an- elinde olmadığı anlaşılıyor. laşmada şart koşulan vergi yükseltilmeleri, sosyal harcamaların kısılması ve özelleştirmelerle birlikte Reuters’e göre IMF’den alınacak borcun tutarı 25 gelen zamlar yoluyla da işçi ve emekçilerin üzerine milyon dolar civarında! Bu miktarı sır gibi gizleyen Şimşek ise, miktar konusunda anlaşıldığını, yıkılmıştı. tartışmanın anlaşmanın diğer unsurları olan “ekoPatronlar anlaşmadan yana • Patronlar birliği nomik önlemler”, yani IMF’nin şartları üzerinde TÜSİAD, Ekim ayında imalat sektörünün gesürdüğünü belirtiyor. rilemesinin yüzde 10,3’e ulaşmasının ardından, IMF’den borç alınmasının zorunluluğunu defa- IMF, hükümet ve patronların tasarısı • Üzerinde larca kez vurgulamıştı. TÜSİAD’ın ihtarlarının büyük ölçüde anlaşma sağlanılan şartlar ise şunlar: ardından hükümet, bu yazdan beri IMF ile yürüt- Vergi zammının yapılmayacağı açıklanırken, bazı mekte olduğu görüşmeleri hızlandırdı. Mehmet ürünlerde %8 olan KDV oranları %18’e çıkacak Sedat D., 22Aralık 2008
(bu baylar bizimle dalga geçiyorlar!), sosyal güvenlik açığının daraltılması için sağlık harcamalarında kesintiye gidilecek ve bütçeden 2009’da belediyelere ayrılacak olan 4 milyar YTL’nin 1,7 milyarlık kısmı kesilecek – bu sayede de belediye hizmetlerinin (özellikle de su hizmetlerinin) özel sektöre açılmasının ve bu hizmetlerin zamlanmasının önü açılacak… İşçi ve emekçiler olarak biz bu analaşmanın sonuçlarını çok iyi biliyoruz. Patronlar, tarihi tekerrür ettirmeye çalışıyorlar. Ancak biz, krize karşı başlattığımız mücadeleleri birleştirerek ve IMF’nin düşmanımız olduğunu her ortamda söyleyerek onların bu planlarını ve anlaşmalarını başlarına yıkacağız!
KADIN
7
Kadına ve çocuğa yönelik şiddete son!
Tecavüz, cinselliğin silah olarak kullanıldığı bir şiddet suçudur. Ve bu şiddet kadınların, çocukların, ruh ve beden sağlığına her zaman ve durum ne olursa olsun zarar verir Komisyonu bunu “aile mahremiyetine karışılmaz” diyerek kalkmasını önerdi!-, namus cinayetine tahrik indirimi, evlilik dışı çocuğunu öldürene ceza indirimini içeriyor. Ayrıca tecavüze uğrayan kadın evli ise suçluya ceza çok, evli değilse daha az; fakat bakire değilse sanki bunu hak etmiş gibi daha da az ceza öngörüyor! Ve Adalet Bakanı bu akıl almaz tasarıyı “herkesi memnun edemeyiz ki” diyerek savunuyor! Bu iğrenç maddelerle dolu tasarıyı hazırlayan komisyonda bir tek kadının bile bulunmaması şaşırtıcı değil.
Dicle Nadin, 20 Aralık 2008 Yasalar gereği, çocuğa cinsel istismarın cezası 3 ila 8 yıl iken, mağdurun “ruh ve beden sağlığı” bozulduysa bu ceza 15 yıldan başlatılır. İşte bu ruh ve beden sağlığının yerinde olup olmadığına ilişkin tespiti de, ülkemizde Adli Tıp Kurumu yapıyor. Ve verdiği raporlar ile mağdurların hayatını karartıyor. Adaletin tıbbı, ahlakın kılıcı • Hüseyin Üzmez olayı, Adli Tıp Kurumu’nun tecavüzcüleri koruyan tavrına, bilindik bir örnek. Adli Tıp, gönderdiği rapor ile 14 yaşındaki çocuğun yaşadığı travmayı yok saymış, Üzmez’in de tahliyesini sağlamıştı. Ve üstüne üstlük bu raporu, eşi görülmedik bir hızla çıkartmıştı. Oysa biz, faillerinin esas olarak ‘bilinir’ olduğu işkence ve tecavüz raporlarına ilişkin dosyaların; bir, bir buçuk yılı aşmadan gönderilmemesine alışmıştık. Öte yandan, Adli Tıp’ın bu kararı ne yazık ki tek değil. Samsun’da tecavüze uğrayan ve doğuştan zekâ geriliği olan bir kadının akıl sağlığı yerindedir tespiti yapan; Konya’da 13 yaşındaki çocuğu 15 yaşında gibi gösteren ve tecavüzcülerin beraat etmesini, hatta bir kişinin 2400 YTL tazminat almasını Yasaları ve kurumlarıyla tecavüzü meşrulaştıran sağlayan da yine Adli Tıp Kurumu’dur. Görüldüğü bir sistem! • Adalet Bakanlığı’nın AB’ye uyum üzere, bu kurumun verdiği raporlar son derece taramacıyla ‘reform’ olarak sunduğu yeni TCK yasa tışmalı ve kamu vicdanını rahatsız ediyor. tasarısı da, bunun en önemli örneği. Bu tasarı da; Tecavüze uğrayan kadınların gördüğü muamele ise, evlenme ve çocuklarla “gönüllü” cinsel ilişkinin insanlık dışı. Kadınların kolları damgalanıyor, yaşa- yaşının 14’e inmesini, mağdurun tecavüzcüyle evdıklarını hiçbir psikiyatri desteği olmadan anlatmak lenmeyi kabul etmesi halinde cezanın kalkmasını, zorunda kalarak; bu travmayı tekrar yaşıyorlar. eşe tecavüzde ceza indirimini -ki AKP “Kadın”
Tüm kurumlarıyla erkek egemen toplum yapısını ve bunun sürekliliğini garanti altına alan devlet, ezilenlerin en başta da kadınların aleyhine çalışıyor. Her yıl binlerce çocuk ve kadın şiddete maruz kalıyor ve Türkiye yargısı da bu istismarın gönüllü olup olmadığını tartışıyor! Mahkemesi, Adli Tıp’ı, emniyeti, yasaları ve medyası ile erkek egemen devlet, tecavüzü teşvik ederek, failleri aklamaya çalışıyor. Bu sistemin emeğimiz, kimliğimiz ve bedenlerimiz üzerindeki denetimine ve şiddetine karşı mücadele etmek ise, yine biz kadınların elinde. Bu sorunda tüm kadınlar mağdur; fakat sorunun çözümünü burjuvaziden (kadın ya da erkek) beklemek aymazlık olur. Bu sorunun çözümü ezilen tüm kadınların, kapitalizme karşı vereceği mücadeleden geçiyor. Tacize ve tecavüze, şiddete, bekâret kontrolüne, küçük yaşta evlendirilmeye ve bedenlerimiz üzerindeki her türlü denetime hayır! Tecavüze göz yuman devlet suçludur!
PİPPA PACCA
OKUR MEKTUBU
Barış gönüllüsü İtalyan sanatçı Pippa Bacca’yı öldürmek suçlamasıyla Murat Karataş’ın yargılanmasına devam ediliyor. Müdahil olmak isteyen kadınlar, “Kadın cinayetleri politik cinayetler. Bütün kadınları duruşmaya çağırıyoruz” diyorlar…
Ben 12 yıldır tekstil de makineci olarak çalışan bir kadın işçiyim. Sendikalı sendikasız birçok işyerinde çalıştım. Bir çocuğumla birlikte ailemin yanında yaşıyorum. Ailem olmasaydı öğrenci olan oğlumla tek başıma ayaklarım üzerinde duramazdım. Çünkü krizler ve işten atılmalar nedeniyle birkaç kere işsiz kaldım. Yeni çıkan emeklilik yasasıyla birlikte emeklilik yaşım uzadı (emeklilik ücreti yetmeyeceğinden yine mecburen çalışmak zorunda kalacaktım) işçilerin aleyhine bugüne kadar birçok yasa çıkarıldı. Bizi ilgilendiren yasaların da neyi kapsadığı konusunda kapsamlı bilgiye sahibi değiliz.
barış gelini
bir kadın tekstil işçisi
Bu kriz ortamında halen çalışan (şanslı) işçilerdenim. Ama yarın işten atılmayacağımın garantisi yok. Biz işçiler işten atılmayı beklemeden iş güvencemizi sağlamak için örgütlenmeliyiz, mücadeleye katılmalıyız. Bir kurtarıcı eklemeden, kurtarıcının kendimiz olduğunu bilerek bu sorumlulukla hareket etmeliyiz. Önceden işyerinde biraz hakkını arayan işçi işten atılıyordu. Ama bugüne kadar sessiz durarak işte kalabileceğini düşünen işçileri de patron gözünün yaşına bakmadan kapının önüne koyabiliyor. Bu kriz en çok çalışan işçi ve emekçileri vurdu. Özel olarak da kadınları vurdu. Patronlar bizim ürettiğimiz değere el koyarak zenginleşiyorlar. Ama bizlerden 600 YTL ücretle geçinmemizi istiyorlar. Bizler işten atıldığımızda bir hiç konumuna getiriliyoruz. Sermaye bizleri kriz ortamıyla birlikte tamamen barbarlığa itiyor. Biz işçi ve emekçilere dayatılan yoksulluk, sefalet koşullarını ancak sınıf kardeşlerimizle birlikte mücadele ederek geri püskürtebiliriz. Ve bu mücadelede emekçi kadınlar olarak en önde yerimizi almalıyız! Not: Yeni işçi gazetemiz, işçi sınıfı mücadelesine bir damla olsun, yarın nasıl olsa deniz olacağız.
8
ARKA PLAN
Mücadeleleri
Krize, İşsizliğe, Yoksulluğa, Sömürüye Karşı M
Kapitalist sistem yeni bir ekonomik krizle daha karşı karşıya... Krizle birlikte karları birazcık azalmaya başlayan patronların ilk başvurdukları yöntem, tensikat adı verilen toplu işten çıkarmalar nirken mücadele örgütlerimiz sendikalar kış uykusundalar. Patronlara karşı haklarımızı korumak Hükümetler de, kanunlar da patronlardan yana ve birliğimizi sağlamak için, bedeller ödeyerek olduğu için, kısa süre içerisinde yüz binlerce işçi kurmuş olduğumuz sendikalarımız, patron yansorgusuz sualsiz işten çıkarıldı. Daha da fazla salısı sendika bürokratlarının elinde… yıda kardeşimizin işini kaybetmesi bekleniyor. Şu ana kadar sadece Bursa’da 60 binin üzerinde işçi Bu işçiden bozma patron özentileri, sendikalarıişten çıkarılmış durumda. Bursa’daki yoğunlukla mızın üzerine çökmüş kara bulutlardır. olmasa da, ülkedeki tüm şehirlerde ve neredey- Kuşkusuz sözümüz mücadeleci, sendika ve sense tüm işkollarında benzeri bir durum söz konu- dikacılara değildir. Her şeye rağmen inatla müsu… cadele etmeye çalışan sendikacıların, sendika ve Esat Karan, 20 Aralık 2008
Ülke emekçileri işsizliğe, sefalete terk edilirken, ülkenin Başbakanı da “Hamdolsun kriz bizi teğet geçti” diyerek bizlerle dalga geçiyor. Krize patron çözümü: İşten çıkarma, ücretsiz izin… • İşverenlerin kriz karşısında ikinci çözümü ise ücretsiz izinler. Birçok işletme fabrikayı belli bir süre için kapatıyor ve biz işçileri ücretsiz izine gönderiyor. Niye? Daha az kâr ediyorlarmış! Peki ya dün kazandırdıklarımız ne oldu? Bankalardaki paranız, yatınız, katınız ne güne duruyor? Ücretsiz izine çıkaran fabrikalardan bazıları Ford, Tofaş, Oyak Renault, Bosch, Brissa… Yani Türkiye’nin en büyük patronlarının dünya markaları…
İşverenlerin kriz karşısında ikinci çözümü ise ücretsiz izinler. Birçok işletme fabrikayı belli bir süre için kapatıyor ve biz işçileri ücretsiz izine gönderiyor. Niye? Daha az kâr ediyorlarmış! Peki ya dün kazandırdıklarımız ne oldu? şubelerin olduğunu biliyoruz. Ancak sendikaları rant kapısı haline getiren sendika bürokratlarının büyük bir kısmı, krize karşı bir mücadele geliştirmek yerine işverenlerle el ele bizlerin işten atılmamızı seyrediyorlar.
Çarpıcı bir durum son olarak İzmit’teki Brissa İşten çıkarmanın olmadığı yerlerde, her an işten fabrikasında yaşanmıştır. Lastik-İş yönetimi, işten çıkarılma korkusuyla yaşıyoruz. İşverenler krizi atıldığı için fabrikayı işgal eden işçileri destekbahane ederek bizleri baskı altında tutuyorlar. lemek ve direnişi geliştirmek yerine, Sabancı ile Böylece ücretlerimiz düşürülüyor, çalışma saat- anlaşmayı tercih etmiş böylece 54 üyesinin işten lerimiz uzatılıyor. Maaşlar geciktiriliyor, sigorta atılmasına ve fabrikadaki diğer işçilerin ücretsiz primleri ödenmiyor. Hasta olmamız yasak, ölüm izne çıkarılmasına göz yummuştur. dışında işe gelmemiz, ya da işi aksatmamız yasak. Lastik-iş yönetimi işçilerden yana ise, neden üyeNereye kadar bu zulme katlana- lerinin işten çıkarılmasına izin vermiştir?
cağız? Ya örgütleneceğiz, ya da köle gibi her dediklerine, her buyurduklarına boyun eğeceğiz Nereye kadar bu zulme katlanacağız? Ya örgütleneceğiz, ya da köle gibi her dediklerine boyun eğeceğiz. “Gel işe” diyecekler geleceğiz, “git” diyecekler gideceğiz. “Hadi sıkıldık, seni çıkardık. Yenisi gelsin” diyecekler kabul edeceğiz. Her şey zamlanacak, ücretler eriyecek biz “şükür” diyeceğiz.
Oysa Lastik-İş yönetimi, bir tek üyesinin bile işten atılmasına izin vermemeliydi. Çünkü bugün 54 işçi kardeşimizin işten çıkarılması, diğer işçilerin de iş güvencesini yitirmesine ve dahası örgütlenmelerine olan güvenlerini yitirmelerine neden olmuştur.
Başka bir soru da, sendika yönetiminin ücretsiz izinlere nasıl ses çıkarmadığıdır. Eğer işveren izin verecekse ücretli izin vermeliydi. Ama sendika yönetimi bu temel taleplerde ısrar etmeyip işverenle uzlaşmayı tercih etti. Yani yıllardır karına kar katan Sabancı şirketi Brissa’ya acıdı, kendi işçilerini Nereye kadar? Artık şükretme zamanı değildir. kapının önüne koyulmasına göz yumdu. Kölece çalışma koşullarına karşı örgütlü mücadeYarın işinin başına dönecek Brissa işçisi aynı sole zamanıdır. runla karşılaştığında aynı hatayı tekrar etmemeli Sendika ağaları patronların izinde • Bu saldı- ve sendika yönetiminin tutumu ne olursa olsun rılar sonucunda bizler her gün sefalete sürükle- arkadaşlarının atılmasını engellemelidir.
Sosyal mutabakat mı dediniz? Varız; işten atılmaların yasaklanmasıyla başlayalım!
Yüz binlerce işçi atılırken Türk-İş ve Hak-İş yönetimlerinin sosyal mutabakata çağrısı ne anlama geliyor? Eğer Türk-iş ve Hak-İş bürokratları hükümete işten atmaları yasakla, işsizliği önle, kayıt dışını önle, sigortasız çalışmayı yasakla anlamında bu sosyal mutabakat çağrısını yapıyorlar ise, biz de bu çağrıyı destekleriz. Oysa onların sosyal mutabakatla işverenlere ve hükümete anlatmak istedikleri, “Aman dikkat! Sömürüyü çok arttırdınız. Biz bu işçiyi kontrol edemeyiz.”
Tasarruf mu dediniz? Varız; tüm ücretlerin yoksulluk sınırının üzerine çıkarılmasıyla başlayalım!
Başka bir konfederasyon Kamu-Sen’de emekçilere tasarruf çağrısı yapıyor. Sevgili Kamu-Sen yöneticileri siz üyelerinizin yıllardır zaten tasarruf içinde yaşadığını bilmiyor musunuz? Siz ortalama bir memurun maaşının, açlık sınırında olduğunun farkında değil misiniz? Yaptığınız araştırmalara dayanarak Ağustos 2008’de 4 kişilik bir ailenin yoksulluk sınırını 1.012 YTL olarak sizin konfederasyonunuz açıklamadı mı? Açlık sınırındayız diyerek haklı olarak zam talebinde bulunmadınız mı? Bugün neyin tasar-
ARKA PLAN
9
Birleştirelim!
Mücadeleci İşçi Komitelerinde Örgütlenelim!
Kapitalizmin çare bulamadığı işsizlik ve yoksulluğa karşı dünyanın çeşitli yerlerinde ve Türkiye’de de mücadeleler yükseliyor. Atina’da günlerdir süren çatışmalar da bu isyanın bir yansıması
Mücadeleleri birleştirelim! • Tüm eksikliklerine ve hazırlıksızlığına rağmen, 29 Kasım Ankara mitinginde yaşanan kitlesellik Türkiye’de de emekçilerin tepkisinin bir göstergesidir. Yine birçok işyerinde grev ve direnişler söz konusudur. Philips, Desa, Tezel Galvaniz, Unilever, E-Kart gibi grev ve direnişler birbirinden bağımsız olarak devam etmektedir. Brissa, Selga Tekstil, Sinter Metal fabrikalarında işçiler, kısa süreli de olsa, işyerlerini işgal etmişlerdir. Ayrıca Birleşik Metal-iş’in 6 haftadır sürdürdü-
“Neden bu kadar kolay işsiz kalıyoruz?” sorusunun cevabı örgütsüzlüğümüzde yatmaktadır. Örgütsüzlüğümüz devam ettiği sürece saldırılar da devam edecektir. Bu nedenle işimizi ve aşımızı savunmak için örgütlenmek, birlik olmak zorundayız rufundan bahsediyorsunuz? Bizlerin fedakârlık yapacak gücümüz kalmamıştır. Fedakârlık yapması gereken patronlardır. Konfederasyonlardan ve sendikalardan istediğimiz, işverenlerin değil işçilerin haklarını savunmalarıdır.
Açıklama yetmez! Uyarı değil icraat zamanı…
Öte yandan kriz karşısında muhalefet geliştirmeye çalışan KESK ve DİSK yönetimlerinin çabaları da basın açıklamaları yayınlamaktan öteye gitmiyor. Eğer gerçekten krize karşı mücadele niyetiniz varsa, öncelikle üyelerinizin atılmasını ve genel olarak da krizin bedelini emekçilerin ödemesini engellemek için, emekçileri patronlara ve hükümete karşı bir genel greve hazırlayın. Ancak böylesi bir hazırlıkla “İşten atılmalar yasaklansın, krizin faturasını patronlar ödesin” söylemi gerçek olur. Sendikaları yeniden mücadele örgütleri haline getirmek için, işyeri komitelerinden başlayarak fabrikaları, şubeleri, sendika ve konfederasyonları yeniden örgütlemeliyiz. Gün tam da sendikamıza sahip çıkma, ama aynı zamanda bürokratlara karşı da mücadele günüdür. Sendikalarımızı mücadelenin içerisine çekmek için, işyeri Komitelerimizle sendikalarımıza müdahale edelim! Krizin bedelini patronlara ödetmek için ülke çapında mücadelelere hazırlanalım.
başlayarak, ulaşabildiğimiz tüm emekçilere anlatmaya ve onları mücadeleye çekmeye çalışmalıyız. Sendikalı-sendikasız, işçi-işsiz ayrımı yapmaksızın, her siyasi görüşten, her milletten ve mezhepten emekçileri birleştirmeye çalışmalıyız. Yüz binlerce insan işsizdir. Bu nedenle mücadeleci işçi komiteleri işsizleri de kapsamalıdır. İşyeri temsilcilerinden oluşan komitelerimizi, işyeri dışında, kendi işkolumuzdan ya da başka işkollarından işçilerle ve işsizlerle, nesnel olanaklara da bağlı olarak, sektörel ya da bölgesel mücadeleci işçi komiteleri biçiminde geliştirmeliyiz. Komitelerimizle işkolu ve bölge bazında mücadeleyi ve dayanışmayı örerken, tüm sınıf güçlerini ve elbette mücadeleleri birleştirmeye çalışmalıyız.
Krizin mağduru sadece fabrika işçileri değildir. İşçilerin aileleri de krizden etkilenmektedirler. Özellikle kadın emekçiler krizden en çok etkilenen kesimğü Cuma yürüyüşleri işçi sınıfının yerel düzeyde lerdendir. Kadın emekçiler işyerlerinden öncelikle de olsa ayak sesleridir. Sarkuysan, Çayırova Boru, atılırken, evde de yoksulluğun zorluklarını en çok Kroman Çelik, Akkardan, ABB, Makine Takım, onlar çekmektedirler. Kadın emekçiler olarak krize Poly Metal, Areva, Bosal, Yücel Boru yürüyüşlere karşı mahallelerde kadın komiteleri kurmalıyız. Bu komitelerde krize ve yoksulluğa ayıca erkek egekatılan önemli metal fabrikaları. men anlayışa da karşı örgütlenmeliyiz. Bunlar dışında irili ufaklı yüzlerce işyerinde işten çıkarmalara karşı mücadeleler söz konusu. Bu tep- Devrimci öğrenciler olarak, okullarda krize, gelekileri merkezileştirmek, yani mücadeleleri birleşti- ceksizliğe karşı öğrenci komiteleri kurmalıyız. Tüm rebilmek gerekiyor. Sendikalı-sendikasız, işçi-işsiz bu komitelerin ülke çapında en geniş birleşimini ayrımı yapmaksızın krize ve sonuçlarına karşı bir- hedeflemeliyiz. leşmeliyiz. Bu mücadelelerin birleştirilebilmesi için Komitelerimiz bir yandan her türden engeli aşmaya en önemli kurumlar sendika konfederasyonları ve çalışan meşru mücadeleler geliştirmeli, bir yandan onlara bağlı sendika ve şubeler… da tüm mücadeleleri birleştirmeye çalışmalıdır. Oysa bürokratların mücadeleleri birleştirmek gibi bir niyeti yok. O zaman görev sınıf bilinçli işçile- Komitelerimizle mücadeleyi ve rindir. Bizler, mücadeleci işçi komitelerimizi kur- dayanışmayı örerken, tüm sınıf malı sendikalı ve sendikasız tüm işçi ve emekçileri bu komitelerde toplayarak mücadeleleri birleştir- güçlerini ve elbette mücadeleleri meye çalışmalıyız birleştirmeye çalışmalıyız Krize ve işten çıkarmalara karşı mücadeleci işçi komiteleri • “Neden bu kadar kolay işsiz kalıyoruz?” sorusunun cevabı örgütsüzlüğümüzde yatmaktadır. Örgütsüzlüğümüz devam ettiği sürece saldırılar da devam edecektir. Bu nedenle işimizi ve aşımızı savunmak için örgütlenmek, birlik olmak zorundayız. Bunun için öncelikle sendikalı ve sendikasız tüm işyerlerinde işyeri komiteleri kurmalıyız. Bu komiteler işten atılmalara ve saldırılara karşı işçilerin komuta merkezleridir. Komiteler, burjuvaziye karşı örgütlülüğümüzün ve gerçek bir işçi demokrasisinin de temelidir.
Yerel değil genel, ulusal değil uluslararası mücadele • Mücadele Türkiye ile de sınırlı değildir. Çünkü kriz dünya çapındadır. Krize karşı mücadele de dünya çapındadır. Ulusal sınırları aşan sermayeye karşı uluslararası mücadele gerekmektedir. Philips gibi dünya şirketlerine karşı diğer ülkelerdeki emekçilerle mücadelemizi de birleştirmeliyiz. Ancak bu şekilde krizin faturasının işçilere ve emekçi halka ödetilmesine karşı durabiliriz…
Kadın erkek tüm işçiler mücadeleleri birleştirmek için mücadeleci işçi komitelerinde örgütlenelim, Komitelerimiz vasıtasıyla, krizin işsizlik, yoksulluk, kapitalist sömürüye, işsizliğe ve yoksulluğa karşı geleceksizlik olduğunu işyerindeki arkadaşımızdan mücadele edelim!
10
ULUSAL SORUN
Kürtçe televizyon kimin hizmetinde?
Evet, sonunda oluyor, yıllardır Kürt yok diyen Türk devleti, TRT 6 isimli kanal ile 1 Ocak’tan itibaren Kürtçe yayına başlıyor. Oysa, şimdiye kadar devlet, Kürtçe yayın yapan Roj TV ve benzeri kanalların yayınlarını engellemeye çalışıyordu. Ne oldu da tavrını değiştirdi? Kemal Boran, 28 Aralık 2008 Ya da değiştirdi mi? Bu soruya bizim cevap vermemize gerek bile yok. DTP’li milletvekillerinin Kürtçe sözlerinin meclis tutanaklarına “bilinmeyen dil” olarak geçirilmesi, bu tavırda hiçbir değişiklik olmadığının açık bir ispatı zaten. Diğer yandan, TRT Kürtçe yayın yapıyor, tamam; ancak, anayasada yerel dilde yayın yapmakla ilgili maddelerde hiçbir düzenleme yapılmıyor. Yasalara göre yerel dilde yayın günde 45 dakikayı haftada 4 saati geçemez. Altyazı olması da mecburi. Bu şu demek: Devlet bugün, TRT 6 ile Kürtçe yayına başladı. Ancak bu yerel/ana dilde yayın yolunda bir açılım sağlamıyor. Daha çok devletin Kürtçe yayını da tekeline alması anlamına geliyor. İkinci olarak, şeytanın da avukatlığını yaparak şunu sormak isterim: Bu yayının içeriği ne olacak? Gerçekten Kürt kültürüne mi hizmet edecek? Kürtlerin sorunlarını mı dillendirecek? Objektif habercilik mi yapacak? Tersine, daha çok devlet leri ile tanınan bir kişilik. Devletin sevdiği tarz! propagandası yapılacak gibi görünüyor. Kürtçe TV’nin bir diğer ismi de istihbaratçı Sinan Gelecek günlerde TRT 6’dan muhtemelen şöyle İlhan. Bir de adı nöbetçi Kürt aydınına çıkan Ümit çağrılar duyabilirsiniz: “Devletin şefkatli kollarına Fırat. Liste daha uzayıp gidiyor… sığın, sana aş, sana iş vaat ediyoruz, teslim olur- Türkiye’de Kürtçe yayın yapacak bir kanala ihtiyaç san…” var; ama bu TRT eliyle olmaz. Devlet denetiminEvet, bunları duymanız hiç de uzak değil. Akıl hocaları • Bir de bu televizyonun akıl hocalarına bakmakta fayda var: Mesela Haşim Haşimi, Kürt sorununda DTP dışında alternatif düşünce-
de, hele de kendi halkının nezlinde tüm güvenini yitirmiş Kürtlerden icazet alınarak hiç olmaz.
Bu kanalın alt yapısını oluşturmak için bağımsız, devlet güdümlü olmayan bir yapının; gerçekten
Kürtlerin ihtiyaçlarına cevap veren bir akışı hedefleyen bir kurumun bu işe el atması gerekir. Aksi takdirde Kürtleri kandırmaya çalışmasınlar. Kürtler TRT’nin yayın için seçtiği beyaz Kürt aydınlarını çok iyi tanır. Bunun aynı zamanda bir seçim yatırımı olduğunu da çok iyi bilirler. Hâlâ, zoru her gördükleri anda “tek dil, tek ulus, tek bayrak” diyenler bugün kalkmış, Kürtçe yayından söz ediyor. Ne kadar inandırıcı oldukları, malumunuz...
‘Kitlesel Eğitim’: Tek devlet, tek bayrak, tek çeşit ülkü, tek tip insan
Krizin sonuçlarıyla yüzleştiğimiz yerel seçimler öncesindeki şu günlerde, “tek yürek, tek bilek” olmamız söyleniyor. “Tek devlet, tek bayrak” söylemlerini daha sıklıkla duyar olduk Canan Yılmaz, 21 Aralık 2008 Bu tek tipçi söylemlerin nelere mal olduğu ortada. Maraş Katiamı’nın 30’uncu, Hrant’ın katlinin 2.’inci yılındayız. Bunlar gerçekler… Bu teklik vurgusu; baskı ve şiddet zihniyetinin topluma yansıması. Egemen rejim tek tip sınırların dışına çıkılmasını istemiyor. Bu yöndeki teşebbüslere de kesinlikle sempatik davranmıyor! Buradaki söylem açık! Bu coğrafyada tarih boyunca yaşananlar, bundan sonra yaşatılabileceklerin de bir teminatı. Bu gizlisi olmayan, açık bir durum! Üstelik çizgi dışına çıkacak olanın illa “yabancı” olması da gerekmiyor. Kitlesel eğitim ve yöntemleri • Her Türk gibi asker olarak doğduktan sonra, bu zihniyet kitlesel eğitimle aşılanıyor. İlk adım; tek tipleştirme oluyor: Diline, dinine, cinsine bakılmaksızın herkes andımızla başlıyor okuluna. İlk görev tamamlanıyor: Kişilik ve kimliğin inkârı. Sonra bilgisizliğin kuvvet olduğunu deneyimliyoruz, çalışmanın özgürleştirdiğini öğreniyoruz ve kendi toprağımızdaki savaşın
‘barış’ olduğunu. Sonra preslenip kalıplandıktan sonra ortalama adam, sade vatandaş olabildiysek, mezun olabiliyoruz. Sade vatandaş olduk mu zaten; yaşama şansı elde ediyoruz; Osmanlı’dan bugüne karanlıkta kalması istenen ne kadar olay varsa bunlar hiç olmamış gibi davranma yeteneğini de kazanıyoruz. Burjuva devletin ‘her ne olursa olsun, benim kontrolümde olsun’ zihniyeti devam ediyor. TRT “şimdiye kadar olmayan bir dilde” yayın yapma kararı aldı. Hiçbir yasada Onlar’ın adı dili yok! ‘Ki varlarsa da şayet, defolup gitmeleri gerekenler’ için yayın yapılacak. Kapatılan gazetelerini, kanallarını aklımıza getiriyor bu girişim. Kuşkusuz, ölünceye kadar bitmeyecek kitlesel eğitimimizin kavramların, taleplerin içini boşaltmak kısmına denk geliyor. Kavramların içini boşaltarak, kimlikleri inkâr ederek adım adım herkesi katleden bu asker-polis rejimi ve burjuvanın devleti emeğimizi sahiplendiği gibi zihnimizi de sahipleniyor. Kendi emeğimize, kimliğimize, özgürlük talebimize sonuna kadar sahip çıkmalıyız. Bunun tek yolu örgütlenmek!
GENÇLİK
Ankara Üniversitesi öğrencileri örnek oluyor
11
Paralı eğitime hayır! Başak Kehriman, 19 Aralık 2008
İnsanların yaşamak için gerekli en temel ihtiyaçlara bile para ile ulaştıkları ve milyonlarca insanın parasızlıktan dolayı öldüğü, acı çektiği bir sistemde, paralı eğitimin de kanıksanmış olmasına şaşmamalı. Burjuva sistem, eğitimi hem kendi ideolojisini yaymak için kullanıyor hem de eğitimi piyasalaştırıp bunun üzerinden servetine servet katıyor. Vaat edilen güvenli gelecek ise satılan bir başka hayal... Biz biliyoruz ki öğrencilik bugün işsizliğe giden yolda sadece oyalama taktiğidir.
Ankara Üniversitesi yemekhane işçileri, işsizliğe ve örgütsüzlüğe karşı işyerlerini işgal etti. Öğrenciler, bu işgale destek oldular... Ayşe Kaya, 22 Aralık 2008
Özelleştirmeler çerçevesinde üniversitelerin ticarethaneleşmesinin getirdiği sonuçlardan biri de yemekhane özelleştirmeleri. Pahalı ve niteliksiz yemekler, öğrencilerin başta gelen sorunlarından. Yemekhane işçilerinin kayıt dışı ve hiçbir sosyal güvence olmadan, ağır şartlar altında çalışmaları meselenin diğer bir tarafı. Ankara Üniversitesi yemekhane işçileri de bu özelleştirmelerin kurbanlarından. TADAL adlı taşeron şirkete bağlı Yemekhane işçileri, 3 ay boyunca maaşlarını alamamışlar. Bir kısım işçi de gerekçesiz ve haksız yere işten atılmış. Tüm bunlardan dolayı, öğrencilerin de desteğini alarak başlattıkları boykot bir süre sonra işçilerin grevine dönüşmüş ve bu eylemlilik işçilerin DİSK’e bağlı OLEYİS sendikasında örgütlenmesiyle son bulmuştu. Bir süre sonra ise taşeron TADAL şirketi iflas ettiğini açıklamış ve A.Ü. rektörlüğü yeni bir şirketle anlaşmıştı. Fakat bu şirket TADAL işçilerini işe almamış ve işçiler
işsiz kalmışlardı. Bu durum üzerine yemekhane işçileri, öğrencilerle birlikte 18 Kasım Salı günü itibari ile yemekhaneyi işgal ettiler ve bu direniş 17. gününde polisin yemekhaneyi gece yarısı basması sonucu nöbetteki öğrenci ve işçilerin gözaltına alınması ile sonlandırıldı. Bu süre zarfında işçilerin ve öğrencilerin talepleri işçilerin derhal işlerine geri alınmaları idi. Fakat rektörlük bu taleplere kulağını tıkamış hatta polis ile işbirliği yapıp işçilerin ve öğrencilerin tutuklanmasını sağlamıştı. Ve atanan yeni rektör ilk görevini kapitalist devlet önünde başarı ile tamamlamıştı. Ankara Üniversitesi direnen işçileri ve bilhassa öğrencileri bizim için birer model teşkil etmelidir. Burada bize düşen görev bu tür yerel direnişleri birleştirip genelleştirmektir. Özgür bilim, özgür eğitim ve özgür üniversite için, üniversitelerde işçi ve öğrenci denetimi şiarını hep bir ağızdan sloganlaştırıp gür seslerimizi yükseltmeliyiz. Okullarda işçi-öğrenci denetimi!
OKUR MEKTUBU İC okuru bir liseli
Her yıl okullar açılırken MEB açıklamalar yapar: “Eğitim ücretsizdir, zorla bağış alınmaz.” Bunların hepsinin yalan olduğunu biliyoruz. Aynı yalanları o kadar çok dinledik ki... Eğitimi ve okulu kâr getirecek bir hizmet ve ticarethane olarak gören hâkim sınıfın çıkarlarının savunusunu okullarda müdürler üstleniyor. Okul Aile Birliği (AOB) ve müdür patron gibi davranıyor. Bu yıl bizden ‘katkı payı’ olarak 150 YTL istiyorlar. AOB ve müdür okulun döner sermayesiyle uğraşırken 150 YTL’nin ne demek olduğunu unutmuşa benziyor. Üstelik tehdit ediliyoruz. Bu parayı bugün ödemezseniz mezun olurken toplu alırız, diyorlar. Özellikle son sınıfları diplomayı alamazsınız diye korkutuyorlar. Merak ediyoruz neden bu kadar paraya sıkıştılar? Kantinden kira olarak ayda 7000YTL alıyorsunuz, her sene okula yeni kayıt yaptıran öğrencilerden milyarlarca YTL ‘ayakbastı parası’ alıyorsunuz, okulun bahçesini otopark olarak kullandırıyorsunuz, tiyatro salonunu kiralayıp duruyorsunuz, yetmiyor mu? Onlara yetmiyor. Her koşulda bahaneleri hazır. Okullarda çalışan işçilerin maaşlarının devlet tarafından ödenmesini talep ediyoruz. Ücretsiz ve sağlıklı yemek yemek istiyoruz. Okulların doğalgaz gibi giderlerini ödemek istemiyoruz. Okul ticarethane değildir! Müdürlerinizi istemiyoruz! Biz öğrenciler, öğretmenler ve okul işçileri kendi kendimizi yönetebiliriz. Bunun için örgütlenmenin, okul komitelerini kurmanın vaktidir!
Bunlara rağmen emekçilerden her ay tonla para eğitime aktarılacak bahanesiyle alınıyor. Bunun yanında öğrencilerden her dönem inanılmaz oranlarda har(a)ç alınmakta ve şimdi de bunların zammı gündemde! Eğitim için gereken materyallerin en basitinden bir kimya kitabının 20$ olduğu üniversitelerde ve diğer kurumlarda, emekçiler çocuklarını okutabilmek için ip cambazlığı yapıyorlar. Bu koşullar altında okumakta direnen işçi çocukları, vakıfların vergiden düştükleri için verdikleri ya da belediyelerin oy için dağıttığı burslara başvuruyorlar. Bir de sigortasız, olağandışı koşullarda çalışmak zorunda kalıyorlar. Okullarında iş bulabilen öğrenciler ise, yine sömürülseler de, şanslı sayılıyorlar. Ve şimdi, her ne kadar aşağılayıcı koşullarda verilse de belediye bursları kaldırılıyor, hem de yerine başka bir şey konmadan! SSGSS ile yürürlüğe giren bir yasa yüzünden öğrenciler okullarındaki işlerinden çıkarılıyorlar. Peki, soruyoruz zaten zar zor geçinen öğrencilerinden daha ne kadar kırpabilirsiniz? Öğrenciler bu noktada çözümü dışarıdan, hükümetten beklemekle yetinemez; okullarında ortak taleplerini üretecekleri en geniş komiteleri oluşturarak kendi sorunlarına sahip çıkmalı ve mücadele etmeliler. Paralı eğitime hayır! Emekçi çocuklarına emekçilerin kontrolünde burs verilsin! Har(a)çlar kaldırılsın! Acil talep olarak okulda öğrencilerin işten çıkarılmalarına son verilsin!
12
İŞYERLERİNDEN TEKSTİL
PETROKİMYA
TEKSTİL
Kriz patrona yaradı
İşten çıkarmalar yasaklansın
İşsizlik maaşı
200 işçinin çalıştığı tekstil iç giyim fabrikasında 2 yıldır çalışıyorum. Büyük çoğunluğu kadın işçi, sendika yok. Ücretler 450 ile 650 YTL arasında değişiyor. Her yıl yüzde 10 zam yapılıyor. SSK, yol ve yemeğin dışında hiçbir sosyal hakkımız yok.
Merhaba arkadaşlar; düşünüyorum da, işsizliğin ve yoksulluğun yükseldiği bu günlerde biz işçi sınıfı ne yapmalıyız? Kapitalist patronların krizini biz mi sırtlayalım?
İşsizliğin tırmandığı bu günlerde, işten çıkartılan bir işçi olarak işsizlik maaşı alabilmek için İş ve İşçi Bulma Kurumu’na başvuruda bulundum. Kimlik fotokopisi çektirdikten sonra bana İşkur’ dan verilen formu doldurdum ve yanına da çıkartıldığım işyerinden bana verilen çıkış belgesini de ekledikten sonra görevliye verdim. İlgimi çeken bazı şeyler oldu. Mesela görevlinin söyledikleri, aynen şöyleydi; “10 yıldır burada çalışıyorum hiç bu kadar işsizlik olmamıştı” diyordu görevli.
Bu gün yaşanan krizle birlikte bizim fabrikada da önce işler yok denecek kadar azaldı. Şimdi ise az sayıda iş geliyor. İşlerin olmaması da işçileri korkutup, kaygılandırıyor. Genel olarak işçilerde işten atılma düşüncesi hâkim. İşçiler işten atılmaktansa, zamsız çalışmaya bile razı. Zaten patronun da canına minnet, kriz gerekçesiyle zamlarla ilgili hiçbir açıklama yok. Yaşanan krizden yine işçiler etkileniyor, daha çok yoksullaşıyoruz. Patronun sermayesi var. Patron çok kazandığında kârını bizimle paylaşmıyor. Ama kriz gerekçesiyle zararını bize ödetmek istiyor. Bilinçli ve örgütlü işçilerin sayısı çoğaldıkça patronlar da böyle rahat hareket edemezler.
LOJİSTİK
Yatırıma para var, işçiye yok İşyerinde bir süredir zam alamıyorduk, bu durum bizi ekonomik olarak iyice zora soktu. Zaman zaman tepkimizi yüksek sesle dile getirdik. En sonunda patron, müdür aracılığıyla bir toplantı yaptı: “Krizde olunduğunu, sabretmemizi ama eğer çalışmak istemeyenler varsa çıkabileceğini ama tazminat veremeyeceğini” söyledi. Bizim yoksulluğumuz sürerken, patron açısından çok şey değişti. Bu dönem içerisinde yeni ve büyük bir depo daha yaptırdı, bizler bu inşaatın farkındaydık, toplantılarda para yoksa bu inşaatı nasıl yaptırıyorsunuz diye sorduğumuzda, rekabet edebilmek için bunu yapmalarının şart olduğunu söylüyordu. Geçen günlerde arkadaşlarla yaptığımız sohbette bir arkadaş, “yeni yapılan yerin reklamını yapmak için kameramanın geldiğini, çekimler yapıldığını söyledi” ve ekledi, bana sorsalardı “ne koşullarda çalıştığımızı ve bu yapılan yerin bizlere verilmeyen zamlar sayesinde yapıldığını söylerdim” dedi, diğer arkadaşlar da bu söylenene katıldılar. Patronlar yeni yerler yapmar ve kendi konforları için arabalar alırlar, ama konu işçilere zam vermeye, herhangi bir hak talebine geldiğinde sızlanmaya başlarlar, para yok, rekabet edemiyoruz derler ve bizlerden ödün vermemizi isterler. Adeta bir orta oyunudur bu. Biz işçiler de onlara karşı birlik olup haklarımızın arkasında durmalıyız ve sürüp giden bu oyunu bozmalıyız.
Evet, ben bu soruyu kendime soruyordum cevabını bulmakta hiç zorlanmadım. Beni zor günümde sırtlamayanı ben niye sırtlayım ki? Bu konuda çalıştığım fabrikada yaşadığım deneyimlerden bazılarını size aktarmak istiyorum. Şu an çalıştığım fabrikada 6 yıldır çalışıyorum. İlk işe girdiğimde fabrikada 75 kişi çalışıyordu ve fabrikada iki bölüm (enjeksiyon ve kesimhane) vardı. Patron işyerinde 50 kişi ve üstü olduğunda sağlık ve diğer hakları vermemek için Tekirdağ Çerkezköy’de boş bir arsa alıp üstüne göstermelik gece kondu misali bir fabrika kurdu. 49 kişiyi İstanbul’daki merkezde göstererek geri kalan kişileri de Çerkezköy’deki şubede göstererek bizim hakkımız olan sağlık hakkımızı gasp ediyordu. Biz yine bunun karşısında kendi haklarımızı savunmayıp patrona kazandırmaya devam ediyorduk. Tabii ki biz çalışıp patronun parasına para katarken bizim haklarımız daha da gasp edilmeye devam ediliyordu. Biz çakışanların yol parası kaldırıldı. Yakacak parası kaldırıldı. Biz yine hakkımızı aramayıp çalışmaya devam etik. Patron da, Çerkezköy’deki fabrikaya enjeksiyon bölümünü taşıdı. Böylelikle enjeksiyon bölümünü kesimden ayırarak her iki taraftan daha büyük kârlar elde etmek için daha geniş bir alana sahip oldu. Patronun bir fabrikası varken iki fabrikası oldu. Böylece iki taraftan kâr etmeye başladı. Biz çalışanların servisi kaldırıldı ve daha zor şartlarda çalışma koşuları bize dayatıldı. İlk işe girdiğimde fabrikada ayda ortalama 100 ton hammadde üretiliyordu. Bugün patronun iki fabrikası var. Kesimde ayda 90 ile 120 ton, Çerkezköy’deki enjeksiyonda 80 ile 90 ton arası hammadde üretiliyor. Yani patron eskiden, 100 ton üretirken bugün ortalama 200 tona yaklaşıyor, bire iki katıyor. Buna karşın, patron bize esnek çalışmayı dayattı. Eski işçileri çıkartıp yeni işçiler alarak ikramiyelerden kurtulmak için belirli süreli sözleşmeli işçiler almaya başladı. Ramazanda oruç tutan arkadaşların yemek paralarını kaldırarak yine haklarımızı gasp etti. 100 ton üretirken 75 işçi çalışıyordu, bugün 200 ton üretiyor. İşçi sayısı her iki fabrikada toplam 55 kişi. Biz patrona kazandırdıkça patron bizim sayımızı düşürerek daha az işçiyle daha çok kazanç elde ediyordu. O yüzde 100 kazanırken bize verdiği zam yüzde 5 ile 7 arası değişiyor. Kazanırken bizi sırtlamayan patronları bugün kazanamıyorlar diye niye ben sırtlayayım ki? Biz işçiler bunlara rağmen patronları sırtlayalım mı? Biz işçiler patronları sırtladıkça onların baskısı hiçbir zaman bitmeyecek. Bu yüzden bizler buna karşı koymak için geç kalmadan birleşmek zorundayız.
Bir de verilen maaş asgari ücretin 2/3’ü idi yani 300 YTL civarı. Bu para ile kira ödememizi, karnımızı doyurmamızı, elektrik, su, telefon faturalarımızı ödememizi umuyorlar. Açlık sınırının bile 816 YTL olduğu ( Sabah gazetesinin 9 Aralık 2008 tarihindeki haberine göre ) günümüz Türkiye’sinde 300 YTL ile geçinmemizi bekliyorlar. Üstelik bunu bir lütuf gibi gösteriyorlar ve yine hatırlayalım patronlar işsizlik sigortasında biriken paralara göz dikerek bu kaynağı kullanmak için nabız yokluyorlar. Bu parayı bize verin biz de işçi çıkartmayalım gibi şeyler zırvalıyorlar. Herkese de bu maaş yok onu da hatırlatalım. Son 120 günü aralıksız olmak üzere en az 600 gün çalışma şartı. Yani patron eksik sigorta yatırdı ise vay halinize. Hal böyle iken bir de inceleme süresi var. Siz gidin biz size haber veririz diyorlar. Yani “kırk katır mı kırk satır mı?” hesabı. Öncelikli olarak işimize sahip çıkmaya çalışmalıyız. Bir de sigortasız çalışanlar var onlar hepten yandı. O yüzden sosyal güvencesiz çalışmayalım.
EMEK ATÖLYESİ İŞ YASASI’NDAN
13
BİR KAVRAM
İşsizlik Sigortası Fonu
İşçi Kimdir, İşçi Sınıfı Nedir?
İşsizlik Sigortası Fonu nedir? • Tasarrufu Teşvik Fonu kaldırılarak yerine İşsizlik Sigortası Fonu 1 Haziran 2000 tarihinden itibaren yürürlüğe girdi. İşsizlik Sigortası Fonu’nun yürürlükte bulunduğu 9 yıllık süreçte biriken paralar sermaye çevrelerinin iştahını kabartıyor. Bilindiği gibi daha önce Tasarrufu Teşvik Fonu yürürlükteydi. Ama bu fonda biriken paralar gerçek hak sahiplerine verilmesi gerekirken hükümetler bu fonu sermaye çevrelerine peşkeş çekerek içini boşaltmışlardı.
İşçi (proleter) kimdir? • Geçimini sağlayabilmek için emek gücünü ücret ya da maaş karşılığı satmak zorunda olanlara işçi (proleter) denir. Bu açıdan, Türkçede yer etmiş, işçi ve memur arasındaki ayrım sınıfsal değil, hukukidir.
Şimdi aynı oyun İşsizlik Sigortası Fonu için oynanıyor.
İşsizlik Sigortası Fonu’nun oluşmasında sigortalı işçiden yüzde 1, patrondan yüzde 2, devletten yüzde 1 oranında prim kesiliyor. Bu oluşan fondan primlerini dolduran işsizlerin yararlanması gerekiyor. Ama gel ki gör, öyle mi?
Emek gücünü satmak “zorunda olma” vurgusu işçinin tanımı için belirleyicidir. İşçi, hiçbir üretim aracına sahip olmadığı için emek gücünü satmaya muhtaçtır. Bir seçim hakkı yoktur. Bu durum onu, şirket müdürleri, yöneticileri gibi yine işini ücret karşılığı yapan kesimlerden ayırır.
Nasıl yararlanılır? • Bir işçinin İşsizlik Sigortası Fonu’ndan yararlanabilmesi için bir işyerinde 3 yıl içinde en az 600 gün süre ile işsizlik sigortası primi ödemesi gerekiyor. Ayrıca işçinin işten atılmadan önceki 120 günü ise sürekli olmak üzere priminden kesinti olmaması gerekiyor. Aksi durumda işsizlik sigortasından yararlanamıyor.
Öte yandan, işsizler de aslında birer işçidirler. Çünkü onlar da aynen çalışmakta olan proleterler gibi hayatlarını sürdürmek için emek güçlerini satmak zorundadırlar.
İşçinin işsizlik sigortasından yararlanması için patron tarafından işten çıkarılması gerekiyor. Yani işçi kendi isteğiyle işten ayrılması durumunda bu fondan yine yararlanamıyor.
İşçi sınıfı (proletarya) nedir? • İşçi sınıfı, toplumun, geçim araçlarını herhangi bir sermayeden elde edilen kârdan değil, tamamıyla ve yalnızca kendi emeğinin satışından sağlayan; sevinci ve üzüntüsü, yaşaması ve ölmesi, tüm varlığı emek talebine, dolayısıyla işlerin iyi gittiği dönemler ile kötü gittiği dönemlerin birbirlerinin yerini almasına, sınırsız rekabetten doğan dalgalanmalara dayanan sınıfıdır. (Engels)
İşsizlik Sigortası Fonu’nun yasallaşmasıyla birlikte, bu fondan kimlerin nasıl yararlanacağı bellidir. İşsizlik fonundan işten atılan işsizlerin yararlanma şartları bugünkü çalışma düzeni içinde oldukça zor. Zor olduğundan dolayı bugün bu fonda 36 milyar 711 milyon YTL birikmiş durumda.
Ayrıca sigortalı bir işçinin bu fondan yararlanma süresini doldurmadan işten atılması veya işten ayrılması durumunda, bugüne kadar yapılan kesintiler işçiye geri ödenmiyor. 3 yıl içerisinde, 600 gün prim ödemiş olanlara 180 gün, 900 gün prim ödemiş olanlara 240 gün, 1080 gün veya daha fazla prim ödemiş olanlara 300 gün süre ile işsizlik ödeneği ödeniyor. Ödenen işsizlik ödeneğinin hesaplanması ise, sigortalının son dört aylık prim esas kazançları dikkate alınarak bulunan günlük ortalama brüt kazancın yüzde kırkı olarak hesaplanıyor. Yani bugün asgari ücret üzerinden primi ödenen bir işçinin en az 600 gün prim ödemesi halinde işsizlik sigortasından alacağı ödenek üç aşağı beş yukarı 216 YTL civarında. Bu parayla ister faturaları öde, ister kira öde, ister mutfak masraflarına ayır. Canın nasıl istiyorsa öyle kullan! Yaşanan kriz ortamını fırsatçılığa dönüştüren patronlar, her gün yüzlerce işçiyi işten atıyorlar. Hükümet, işsizlik fonunun gerçek hak sahipleri olan işsizlerin, bu fondan yararlanması için gerekli şartları kolaylaştırmadığı gibi, bu fonu patronlara peşkeş çekmenin de hazırlıkları içinde. 2000 yılında yürürlüğe giren işsizlik ödeneğinden 2002 tarihinden bu yana yararlanmak için başvuranların sayısı 1 milyon 345 bin 909 kişi. Ödenek almak için hak kazanan , 1 milyon 199 bin 248 kişiye ise 1 milyar 707 milyon YTL verildi. Kalan 36 milyar 711 milyon YTL. İşte patronların göz diktikleri ve iştahlarını kabartan meblağ bu. İşsizlik Sigortası Fonu’ndan yararlanma şartları kolaylaştırılsın! İşsizlik Sigortası Fonu’ndan patronlar değil, tüm işsizler yararlansın!
Marmara Üniversitesi’nde Faşist Saldırı Marmara Üniversitesi’nden İşçi Cephesi Okurları
Marmara Üniversitesi Göztepe Kampüsü’nde 19 Aralık Cuma günü faşistler tarafından okulun önünde saldırıya uğrayan TKP’li öğrenciler, bu saldırıyı kınayan bir bildiri hazırladılar. 25 Aralık Perşembe ise, bu bildirinin dağıtımı sırasında, eli satırlı ve döner bıçaklı kalabalık bir grup okul içerisinde bulunan bu öğrencilere saldırdı. Faşistler üç öğrenciyi yaraladı. Yaralı öğrenciler okulun dışına ambulanslarla taşındı. Saldırganlar ise okulun içerisinde “gözden kayboldular”. Bunun karşısında öğrenciler, “Öğrenci arkadaş okuluna sahip çık!”, “Okulda katil istemiyoruz!” gibi sloganlarla okurun içerisinde oturma eylemine başladı. Kalabalığın kararlılığı rektör Necla Pur’u öğrencilerin yanına gelmek zorunda bıraktı. Öğrenciler, daha önce de bu tip saldırılara maruz kaldıklarını, her türlü bilgiyi, polis ve rektörlüğe teslim etmelerine rağmen hiçbir şeyin yapılmadığını belirttiler. Bunun karşısında, “Ermeniler’den Özür Diliyoruz” kampanyasının yanlışlığından ve öğrencileriyle ne denli içli dışlı olduğundan bahseden rektör, son olarak konuya döndü ve: “Satırı gördüğünüzde bana haber verin o halde.” dedi. Rektör her ne kadar öğrenciler ile dalga geçmeye çalışsa da, kalabalığın isteği ve kararlılığı üzerine basın açıklamasına katılmak zorunda kaldı. Yaklaşık 500 kişilik kalabalık toplu halde kol kola yürüyerek okuldan çıktı. Saldırıya uğrayan dört öğrenci arkadaşın durumları şu anda iyi. Arkadaşlarımıza acil şifalar diliyoruz. Saldırılar, bizi yıldıramaz. Marmara Üniversitesi’nde öğrencilerin kararlı mücadelesi sürüyor, sürecek!
Tamamıyla mülksüz olan bu sınıf emeklerini, karşılığında zorunlu geçim araçları edinmek için burjuvalara (sermaye sahiplerine) satmak zorundadır. İşçi sınıfı, 18. yüzyılın ikinci yarısında İngiltere’de ortaya çıkan sanayi devriminin bir sonucu olarak doğmuştur. İşçiler, ilk aşamada, dağılmış ve rekabet yüzünden parçalanmış bir “kitle” durumundadır. Ancak sanayinin gelişimi bir yandan işçi sayısını arttırırken bir yandan onların yaşam koşullarını en düşük düzeyde eşitlemiştir. Bunun sonucunda işçiler, ortak sorunlara sahip olduklarını ve bu sorunlara karşı birlikte mücadele vermelerinin gerektiğini fark etmeye başlamışlardır. Böylece, tepkiler işçilerin tek tek sürdürdükleri mücadeleden işçi sınıfının yine bir sınıf olan burjuvaziye karşı verdiği mücadeleye dönüşmüştür. Bu durum, aynı zamanda, işçilerin kendiliğinden bir sınıf olma durumundan, “kendisi için” bir sınıf olma durumuna geçtiğinin de göstergesi olmuştur. İşçi sınıfının “kendisi için” bir sınıf olmaya başlamasının en önemli sonucu ise burjuvaziye karşı verdiği sınıf mücadelesini, örgütlü bir siyasi mücadele bakış açısıyla örmeye başlamasıdır.
MEKTUPLARINIZI
BEKLİYORUZ
14
ULUSLARARASI
Siyonist İsrail Devleti’nden katliam!
“Bu sana veda öpücüğü, köpek!”
İşçi Cephesi, 28 Aralık 2008 Hamas ile arasındaki 6 aylık ateşkesin bitişinin George W. Bush, görev süresinin bitimine kısa bir süre kala, Irak’a ardından, Gazze’den kalkan ev yapımı roketleri sürpriz bir veda ziyaretinde bulundu. Ne var ki, bu sürpriz ziyaret bahane eden İsrail, Gazze Şeridi’nde katliama girişti. Füze yağmuruna tutulan Gazze’de, bu satırlar başka sürprizlere de gebeydi yazılırken, bilinen ölü sayısı 300 civarında. 1000’i Atakan Şemsi, 22 Aralık 2008 aşkın yaralı var. Başkan Bush’un bu “onurlandırıcı” jestinin altında 38 yıllık İsrail işgalinin 2005’te sonlandığı Gazze’de, kalmayan gazeteci Zeydi, pabuçlarını Bush’a posta2007’de Hamas’ın kontrolü almasından sonra, ladı ve güle güle demeyi de ihmal etmedi: “Bu sana İsrail’in ölümcül ambargosu baş gösterdi. Mısır’ın veda öpücüğü, köpek!” da destek verdiği ambargoyla, Gazze’de yiyecek bulmak bir mucize haline gelirken, ilaç yokluğundan Bush’u ıskalayan ancak, kitlelerin gönlünde taht hastalar yaşamını yitiriyor; yakıt sevkiyatı tamamen kuran bu eylem, ABD’nin emperyalist politikalarıdurmuş durumda, en iyi ihtimalle günde birkaç na karşı biriken nefretin de bir anda simgesi haline saat elektrik kullanılabiliyor. Nazi toplama kam- geldi. pından farksız bir durum bu! Gazze’de, halkın bu insanlık dışı koşullara mahkum edilmesinin nede- Öte yandan, başkanlık sürecinde yüz milyonların ni, Siyonizm’in zulmünden olduğu kadar, işbirlikçi nefretini kazanmış, yüz binlerin cellâdı Bush, sah- keceğini vaat eden Obama, konu işgalin ne zaman El Fetih yönetiminden de usanmış olmaları ve daha neyi terk etmek üzere. Bush’un yerini, bu dönem sonlandırılacağına gelince suskun: “Askerlerimizin politikalarına karşı ABD halkında oluşan tepkiyi, nakli aşama aşama ve güvenli bir biçimde gerçekradikal görünen Hamas’ı desteklemeleri. “değişim” vaadiyle kendisine kanalize etmeyi başa- leştirilecektir.” İşte Obama’nın bu konuda bütün Emperyalizmin Ortadoğu’daki ileri karakolu İsrail’i, gerçekleştirdiği katliamdan ötürü AB ve ran Barack Obama alacak. Peki, seçim döneminde söyleyebildiği bu! Rusya kınarken(!), ABD buna bile tenezzül et- en çok kullandığı konulardan biri olan Irak için, Oysa net bir takvim koymadan askerlerin geri çekilmedi ve yaşananlardan Hamas’ı sorumlu tuttu. Obama’nın vaat ettiği değişim nedir? mesinden bahsetmenin, Bush politikalarından bir Ancak neyse ki(!), İsrail’e sivilleri hedef almama Obama, Irak’a değişim getirecek mi? • Önce- değişimi yansıttığını söylemek, büyük bir palavra. çağrısı yapmayı unutmadı... Cumhurbaşkanı Gül likle vurgulanması gereken, Amerikan burjuvazi- Çünkü henüz Obama’nın adaylığı söz konusu bile ve Başbakan Erdoğan ise, iğrenç bir ikiyüzlülükle, sinin “Obama kartı” üzerine oynamasının önemli değilken, Pentagon’da askerlerin Irak’tan çekilmesi olaylardan büyük üzüntü duyduklarını açıkladılar. sebeplerinden birisi, Bush’un “teröre karşı savaş” planlarının yapıldığı, Kongre’deki tartışmalara ve İsrail Siyonizmi’nin, Bölge’deki en büyük müttefiki politikasının iflası. Yani, artık diplomasi seçeneği, basına yansımıştı. olan bir devletin temsilcileri olan, ayrıca yeri gel- masada daha önemli bir yer tutacak. Dolayısıyla, diğinde Müslüman kimliklerini büyük bir gururla direniş hareketleriyle ve ekonomik krizle bir badire Öte yandan, geçtiğimiz ay Irak parlamentosunda taşıyan bu zevatlara soruyoruz: Sizleri kahreden bu atlatmakta olan Amerikan emperyalizmine, “yeni” ABD askerlerinin çekilme tarihi netliğe kavuşturulüzüntü, TC’nin İsrail’le olan ekonomik, politik, bir kaporta gerekiyor. Obama’nınsa bu işleve tamı du. Buna göre, ABD askerleri üç yıla kadar, Irak’taki diplomatik ve askeri ilişkilerini askıya almasına sevarlıklarını koruyabilecekler. Bununla işgale ilk tamına uyan bir seçenek olduğu görülüyor. bep olacak mı? kez azami bir süre konulması Irak Direnişi’nin bir Emperyalizmin gözetiminde, Filistin’i kana bulayan Bu çerçevede Irak konusuna dönersek, buradaki en başarısıysa da, sürenin üç yıla yaydırılması, aynı İsrail durdurulmalıdır! Bunun için Filistin halkıyla hassas noktanın, işgal kuvvetlerinin çekilme takvi- zamanda Direniş için ciddi bir zaaftır. Yine, pardayanışma ağını örmeli, en başta da TC’nin İsrail’le mi olduğu aşikâr. Peki, Obama bu konuda ne diyor? lamentoda alınan kararın, son tahlilde, bir kâğıt olan bütün ilişkililerinin kesilmesini sağlamalıyız. Başında Irak’ın işgaline karşı çıkmış Obama’dan ilk parçasından ibaret olduğunu unutmamak gerekir. Siyonist İsrail Devleti Yıkılmadan, Ortadoğu’ya etapta beklenen, ABD askerlerini Irak’tan derhal İşgalin bitmesinin garantisi, Direniş’in güçlenmegeri çekeceğidir. Oysa ABD askerlerini Irak’tan çe- sidir. Barış Gelmeyecek!
Dünyada kriz günlüğü
Tüm dünyada kriz, gün be gün derinleşiyor. İşten çıkarmalar, ücretsiz izinler, üretime ara verilmesi, fabrika kapatmalar... Ve elbette giderek yaygınlaşan mücadeleler...
racağını açıkladı. Daha önce Fransa’daki fabrikasını kapatan Sony 16.000, Rio Tinto 14.000, Amerika’nın en büyük telekom şirketi AT&T İşten Çıkarmalar Otomotiv: İtalyan otomotiv şirketi Fiat 48.000 12.000, British Telecom 10.000, Telecom İtalia işçiyi 14 Ocak’a kadar işten çıkaracağını açıkla- 4.000 emekçiyi işten çıkarıyor. dı. Renault da 6.000 emekçiyi işten çıkarıyor. Mücadeleler Mercedes-Benz ve Chrysler ise üretime ara verdi- ABD: Chicago’da 1,5 milyon dolara yakın alacakğini açıkladı. larını alamayan işçiler Republic kapı ve pencere Derleyen: Doğan Koca, Aralık 2008
Finans: Almanya’nın en büyük ikinci kredi kuruluşu 1200, Alman Hypo Real Estate 1000, ABD’li Sovereign Bancrop Bankası 1000, ABD’li Citigroup 75.000, Amerikan Washington Mutual Bank 9.200, Bank of America 35.000, Almanya Bavyera Eyalet Bankası (Bayern LB) da eyaletin 30 milyar euroluk kurtarma planına rağmen 5600 emekçiyi işten çıkarıyor.
fabrikasını işgal ettiler. 1930’lardan beri görülmeyen fabrika işgali birçok dayanışmacı tarafından desteklendi. Patron, banka ve sendika bir sözleşmeye oturacaklardı ki patron toplantıya gelmedi. Üstüne patron yasa uyarınca 60 gün önceden işçilere yapması gereken tebliği yapmadan fabrikayı kapatıyor.
işçiler maaşlarını alıncaya dek meydanı terk etmeyeceklerini açıkladı. Göçmen işçilerin ayaklanmasından korkan yöneticilerinse paçaları tutuştu. İtalya: İtalya’da milyonlarca işçi krize karşı genel greve gitti. İş güvencesi, bankalara harcanan paraların eğitime ve sosyal harcamalara aktarılması gibi talepleri olan işçilerin son bir ayda yaptıkları üçüncü genel grevdi.
Kriz şiddetlendikçe işten çıkarmalar yaygınlaşıyor, işçi sınıfının kazanımları kuşa çevriliyor. Burada saydığımız işin sadece küçücük bir kısmı. Yazmadıklarımız ve kayıt dışı çalışanları hesaba katarsak işinden olanların sayısı milyonları buluyor. Fakat tüm bunların yanında dört bir yanda mücadeleler filizleniyor. Bugün mücadeleleri birleştirmek, birRusya: Ural bölgesinin Yekaterinburg kentinde likte ve kararlı bir dayanışma içinde olmak hayati Elektronik: Kuzey Amerikalı Hewlett-Packard çalıştıkları inşaat şirketinden 3 aydır maaş alama- bir önemdedir. İşçi sınıfı ve emekçi halk mücadeleisimli bilişim şirketi 24.600 emekçiyi işten çıka- yan Tacik işçiler ayaklandı. Ateşlerle barikat kuran leri birleştirerek krize karşı koyabilir…
ULUSLARARASI
15
“Bize gözyaşı bombası atmayın, onlarsız da ağlıyoruz!” Yunanistan’ın, muhalif semtlerinden Eksarhia’da, 6 Aralık Cumartesi günü, 15 yaşındaki Alexandros Grigoropoulos, bir polis tarafından vurularak öldürüldü. Haberin duyulması ile protestoların başlaması bir oldu. Üstelik bu protestolar birkaç saat içinde gençliğin fiili isyanına dönüştü... Oktay Orhun, 27 Aralık 2008 Bu yazının başlığı Yunanistan duvarlarına sprey boyalarla işlenmiş bir cümle. İşte, gençliğin yaratıcı ruhu, durumu anlatan en uygun teşhisi koymuş bile; isyan, umutsuzluğa verilen bir cevaptır... Şu ana kadarki gelişmeler • Evet, protestoların, fiili bir isyana dönüşmesi gecikmedi. Ülkenin kuzeyindeki Selanik’ten en güneydeki Girit adasına kadar her yerde, en başta banka şubeleri, kimi sembolik işyerleri (Starbucks, Vodefone gibi) ve polis karakolları olmak üzere birçok bina ve araç ateşe verildi. (...) 10 Aralık’ta tarihi önceden açıklanmış bir genel grev düzenlendi. İktidardaki, Nea Dimokratia Partisi (Yeni Demokrasi Partisi) ve resmi muhalefet partisi “sosyalist” PASOK, grev nedeniyle Atina’ya yapılacak yürüyüşün iptalini istedi. Bunun şaşırtıcı olduğunu söylemek ise zor, zira PASOK, daha en başında isyanları kınadı ve hükümeti, “güvenliği sağlayamadığı” için istifaya davet etti(!) Ülkenin en büyük iki sendikasının (Yunanistan İşçi Sendikaları Konfederasyonu ve Kamu Çalışanları Sendikası) sosyal güvenlikteki hak kayıplarına karşı ülke çapında greve gittikleri gün düzenlenen iki ayrı yürüyüşe yaklaşık 48 bin kişi katıldı. (...) Ülkede hâlâ okullar ve üniversiteler kapalı (20 Aralık), gençlik protestolarını sürdürüyor. Şiddeti azalmakla birlikte çatışmalar da yer yer devam ediyor. (...) Polisin sicili kabarık • Bugün, sokaklarda gençler, polise “ben de 15 yaşındayım, haydi beni de öldür!” diye haykırıyorlar. Polisin sicili ise hayli ka-
barık: 1998’de Selanik’te bir Sırp öğrenci, 2003’te Kassadra’lı bir genç, 2007’de de diğer bir genç vurularak öldürüldü. Yine 2007’de 45 yaşındaki bir kadın Lefkimi Çöp Fabrikası’na karşı eylemde; Pakistanlı bir göçmen kadın ise, Atina’da sokak ortasında katledilmişti. 2008 yılında ise bir benzin istasyonunda, Çingene bir genç boynundan vurularak öldürüldü. Evvelsi yıl Omonia meydanındaki polis karakolunda polisin, iki yabancıya uyguladığı şiddet ve aşağılama görüntüleri yine 2008 yılında açığa çıkmış ve medyada yer almış, geniş yankı uyandırmıştı. (...) Elbette bu, bir devlet politikası. Neden mi? Çünkü egemen sınıf, toplumsal muhalefeti tehdit, baskı ve şiddet yöntemlerini kullanarak sindirmeye çalışıyor. İşte gençliği isyan ettiren, işçi sınıfını ise militan bir mücadeleye iten toplumsal sebepler de burada yatıyor. Altta yatan sebepler • Yunanistan aslında bir süredir kaynıyor: Binlerce tutuklunun gerçekleştirdiği açlık grevleri… Özelleştirmeler, son aylardaki işten çıkarmalar, gençlerin büyük bölümünün “esnek” saatlerle çalışmaya zorlanmaları ve birçoğunun işsiz olması, çalışanların ise düşük ücretlere mahkûm edilmesi, eğitimin özelleştirileceğinin kesinleşmesi isyanın sebeplerinin başında geliyor. Hatırlanacağı üzere, Yunanistan’da neo-liberal politikalara karşı aralıklarla genel grevler gerçekleştiriliyor. Korfu Adası’ndaki halkın zehirli çöp fabrikalarına karşı kitlesel protestoları ve militan eylemleri ise toplumsal muhalefetin zenginliğine diğer bir kanıt. Hemşirelerin yürüyüşleri ve sağlık bakanını rehin almaları, işçilerin hükümetin ücret politikalarına karşı ayağa kalkmaları ve başkente yürümeleri, gençliğin orta öğrenim ve üniversitelerde haftalar-
dır süren yaygın işgalleri ve protesto eylemleri…
Tüm bunlarla beraber, dünyayı saran ekonomik krizin etkileri, zaten yoksullaşan Yunanistan işçi sınıfı üzerinde iyiden iyiye hissedilmeye başlamışken, yüzlerce milyon Avroluk Vatopedi skandalının kopması ve Ekonomi Bakanı’nın “Bütçede 7 milyar açığımız var” diyerek vergileri arttırması da cabası. Üstelik hükümet bununla da yetinmemişti: Bankalara 28 milyar Avro’luk destekte bulunmuştu. Yunan halkının destekte bulunulan bankalara 3 milyar Avro civarında borcu var. Ve devlet, halktan aldığı vergilerle yarın halkı hacze tutacak olan bankaları kurtarıyor. Dahası var: Avrupa Birliği ülkeleri arasında Yunanistan, gençler arasında yüzde 28 işsizlik oranı ile ilk sırada yer alıyor. Kayıt dışı gençlerle bu oran çok daha yüksek. Liste uzatılabilir, ama çileden çıkmak için yeter de artar bile. Ama çileden çıkmak isyan etmek için yetmiyor. İşçi sınıfının ve küçük burjuva algıya sahip diğer toplumsal kesimlerin artan hoşnutsuzluklarının kalıcı bir nitelik kazanması, düzen sınırları içerinde tasvir edilen bir geleceğe (ve onun çözüm önerilerine) dair umudunun da yitmesi gerekiyor. İşte gençlik, esas anlamda burada devreye giriyor: İşsizlik tehdidi, toplumsal dışlanma, esnek, güvencesiz, yarı zamanlı, sigortasız ve sendikasız işler ile 2. Dünya Savaşı sonrası ortaya atılan ‘sürekli ilerleme’ ve refah miti arasındaki korkunç uçurum, perspektifsizliğe ve umutsuzluğa karşı olan bir isyanı tetikliyor. (...) Aslında Yunanistan gençliği, kendi çözümünü arıyor. İsyan, işte bu arayışın bir simgesi. (...) Yazının tamamı internet sitemizde...
1924 - 1987
YENİDEN, MERHABA!
B
Cephesi, pek çok birlik ve ayrılık yaşadı. Bir akım olarak kendimizi, Zemin, İşçi Sözü, Sınıf Bilinci ve Sosyalizm gibi pek çok yayında ifade ettik. 1990’ların başından itibaren de Enternasyonal Bülten dergisini kurduk ve yayımladık. Ulusal ve uluslararası düzeyde, devrimci program ve mücadele anlayışı çevresindeki bu derlenme ve birlik süreci daha da gelişti.
İlk sayımızı 1980’in Şubat’ında yayımladık. Fabrikalara, işçi mahallelerine, okullara ve ülkenin çeşitli bölgelerine bir mücadele programının taşınmasının olanakları ve deneyimleri de işte bu sayede yaratılmış oldu.
evrimci bir işçi partisinin inşasında yeni ve daha kapsamlı adımların atılmasına yönelik uğraşlarımız meyvelerini vermeye başladı bile. Bugün İşçi Cephesi, devrimci bir işçi partisinin ve sosyalist devrimin dünya partisinin inşasında ulaştığı konum gereği, tarihsel adıyla yeniden ve bu kez yeni bir formatta yayımlama noktasına ulaşmış bulunuyor.
aşlamak zordur. 1979 ortalarında, 30 yıl önce başladı yürüyüşümüz. İşçi sınıfı devrimciliğinde ısrarın, devrimci bir partinin ve programın inşasının, geçişsel talep ve sloganların, kitle seferberliklerine müdahale etmenin ve dahası, uluslararası inşayı soyut bir propaganda malzemesi olmaktan çıkarıp somut bir politik uğraşa dönüştürmenin adı oldu İşçi Cephesi.
İşte, daha ilk adımlarımızı yeni atmaya başlamıştık ki, 1980’deki askeri darbe, ağır bir yara almamıza sebep oldu. Türkiye işçi sınıfı hareketinin tümünde olduğu gibi, akımımız da bu dönemde kesintiye uğradı. Temsil ettiğimiz politik irade sayesindedir ki, yeniden doğrulduk ve yürüyüşümüze kaldığımız yerden devam ettik.
D
İşçi Cephesi, 30’uncu yılında hem tanıdık hem yepyeni bir ses olarak, yeniden çıkıyor.
İşçi Cephesi, işçi sınıfını, yoksul halk kitlelerini, kadınları ve gençleri, sesine 1980 sonrası derlenme sürecinde İşçi ses katmaya çağırıyor.
www.iscicephesi.net
“Sonucu belirleyecek olan, içine gömüldüğümüz sınıf mücadelesidir. Kaçınılmaz olansa, mücadele etmektir, başarmak için tutkuyla mücadele etmek.” 1924’de Arjantin’de doğdu. 21 yaşına geldiğinde bir avuç arkadaşıyla birlikte devrimci partinin inşasına girişti. Çıkış noktaları, işçi sınıfına yabancılaşmış ‘bohem devrimciliğe’ tepkiydi. Bu sayede devrimci programı ait olduğu yere, yani fabrikalara ve işçi mahallelerine taşıma hedefine yönelen ilk adımı atacaklardı. Tekstil işçileri derneği ve buzdolabı fabrikası işçileri sendikası gibi oldukça önemli işçi örgütlerinin kurucusu ve yöneticisi oldu. 1956’da Metalürji işçileri grevinde aktif rol aldı. Tüm bu zorlu dönem boyunca bir yandan da haftalık İşçi Sözü (Palabra Obrera) gazetesinin yöneticiliğini yaptı. Gazete bir yandan devrimci programın işçi sınıfına taşınması, bir yandan da sınıfın nesnel gereksinimleri doğrultusunda bizzat bu programın geliştirilmesi ve güncelleştirilmesi hedefini taşımaktaydı. 1976 yılına gelindiğinde ise, iktidar, giderek yükselen işçi hareketini bastırmak için askeri diktatörlüğün eline teslim edildi. Öyle ki, o yıllarda yasadışı ilan edilen ve yeraltına çekilmek durumunda kalan partinin yüzlerce militanı işkenceden geçirildi, acımasızca katledildi ya da uzun yıllar hapse mahkûm edildi. Buna rağmen önderliğindeki Sosyalist İşçi Partisi (PST) örgütsel sürekliliğini korumayı başardı. Mücadelenin uluslararası ayağı, olmazsa olmazdı. Bütün bu dönem boyunca Kolombiya, Venezuela, Peru ve Brezilya olmak üzere pek çok Latin Amerika ülkesinde ve çeşitli Avrupa ülkelerinde yeni partiler inşa edilmesini sağladı. Israrla sürdürdüğü mücadele yönteminin en üst ifadesi olarak, 1982 yılında onlarca ülkede örgütlü Uluslararası İşçi Birliği - Dördüncü Enternasyonal (UİB-DE)’in kuruluşunu gerçekleştirdi. 25 Ocak 1987’de henüz 62 yaşında iken anî bir kalp krizi ile hayata gözlerini yumduğunda, hafızalara kazınan örnek ve yılmaz mücadelesi oldu. Adı Nahuel Moreno’ydu.