MARKSİST İŞÇİ Ya Emperyalist Yok Oluş, Ya Enternasyonalist Kurtuluş!
www.geocities.com/marksistisci
Sayı 05 - Ekim 2007
Burjuva Aldatmacalarını Bertaraf Edip, Emperyalist Barbarlığı Yenecek Tek Güç
İşçi Sınıfının Gücüdür!
02 • Gündem / Analiz Ücretli Kölelik Öğretmenlik ................................................................................................ 04 • Gündem / Analiz Kapitalist Kentleşme Sorunu ve Kapitalist Talan Projesi ........................................................ 05 • Marksist Teori Anti-Emperyalist Mücadele ve Enternasyonalist Hareket ....................................................... 08 • Okur Mektupları Tuzla Tersanelerine Ziyaret - Yeni Eğitim-Öğretim Dönemine Başlarken ........................................ 14 Ya Barbarlık, Ya Sosyalizm! • Gündem / Analiz
“Sivil“ Sömürünün Anayasası ..............................................................................................
Marksist İşçi
“ S İ V İ L” SÖMÜRÜNÜN ANAYASA S I Yüzeysel bir bakışla, tekelci burjuva medya tarafınca yürütülen “sivil” anayasa tartışmalarını anlamlandırabilmek oldukça güç. Her şeyden önce, yeni bir anayasanın tarihin belli dönüm noktalarında ortaya çıktığı göz önünde bulundurulursa, yeni bir anayasaya ihtiyaç duyulmasının sebebi nedir, ya da, yürürlüğe konulduktan sonra, sivil yönetimlerce yaklaşık 80 kez değiştirilen 82 Anayasası yeterince “sivilleştirilmedi” mi, sorularını cevaplamak gerekir. Tarihin ve toplumun bilimsel çözümlemesini sunan tek yöntem olan Marksizm olmadan, bu soruları yanıtlayabilmek olanaksızdır. Eski sayılarımızda, Türkiye kapitalizminin sınıflar arası ve sınıf içi çatışmalarını çözümleme çabalarımızda, anayasa sorununa da kısaca değinme fırsatı bulmuştuk. Ancak anayasa taslağının tamamının ortaya serilmesiyle, konuyu ayrıntılandırmanın elzem olduğunu düşünüyoruz. Bunu yapmadan önce anayasa olgusunun niteliği ve tarihselliği üzerine birkaç söz söylemekte yarar var.
reylerin, içinde, rastlantısallıktan yararlandıkları koşullar temeli üzerinde kurulmuş zorunlu bir birlikti. İşte şimdiye kadar kişisel özgürlük denilen şey, belli koşullar içersinde rastlantısallıktan rahatça yararlanabilme hakkıdır. — Bu varlık koşulları, doğaldır ki, her dönemin üretici güçlerinden ve karşılıklı ilişki tarzlarından başka bir şey değildir.”[1] Bilindiği üzere devlet, sınıf savaşımlarının ortasında, egemen sınıf lehine taraf olarak, zor gücüyle meydana gelir.
Devletin sınıfsal niteliğini teşhir etmek, komünistlerin her zaman en temel görevlerinden biri olmuştur. Bunun en güzel örneğini Ekim Devrimi ertesinde Bolşevikler göstermiştir. Onlar, proleter devletin burjuvazi üzerinde bir diktatörlük olduğunu ve sınıf çelişkilerini ortadan kaldırmayı hedefleyen, baştan sönmeye yüz tutmuş bir devlet olduğunu her zaman belirtmişlerdi ve uygulamada da göstermişlerdi. Kapitalist sınıf ve ideologlarıysa, burjuva devletlerin sınıfsal karakterini örtmek için ellerinden gelen her türlü yolu denerler. Bu çaba mevcut anayasamıza da şu şekilde yansımıştır: “Egemenlik, kaBir Garip “Toplum Sözleşmesi” yıtsız şartsız milletindir. (...) Egemenliğin kullanılması, Anayasa olgusunun ortaya çıkışı, 17. yüzyıldan itibaren, hiçbir surette hiçbir kişiye, zümreye veya sınıfa bırakıAvrupa’da burjuvazinin feodalizme karşı verdiği politik lamaz.” mücadeleler sonucundadır. Kapitalist sınıf, feodalizmin “tanrısal erkine” ve toplumsal kast sistemine karşı, 82 Anayasası ve “Sivil” Anayasanın Yenilikleri yurttaşlık, eşitlik, özgürlük, insan hakları gibi “dünyevi” Her şeyden önce 82 Anayasası, yükselmekte olan sıdeğerleri çıkartıp, toplumun diğer katmanlarının des- nıf hareketini ezmek ve neo-liberal ekonomi politikateğini alarak, kendi sınıf iktidarını kurma yoluna git- larını hayata geçirmek üzere yapılan 12 Eylül Askeri miştir. Ancak unutulmamalıdır ki, burjuvazinin eşitlik- Darbesi’nin “kazanım”larının cisimleşmesi ve sınıf haten anladığı, mülkiyet eşitliği olmaksızın hiçbir anlam reketinin başını bir daha doğrultamaması hedef alınarak ifade etmeyen, bütün “yurttaşlar”ın hukuk karşısındaki oluşturulmuştur. Bu bağlamda sınıf devrimcileri, işçi biçimsel eşitliği, özgürlükten anladığıysa, sermayenin - sınıfının ve ezilen halkların demokratik hakları adına ve yaratmaya çalıştığı- ulusal pazarda özgürce dolaşabilme darbecilerin yargılanması gibi taleplerle mevcut anayahakkıdır. sanın değişimi için, mümkün olan her fırsatta mücadele etmişlerdir. Peki, bu süreçte bahsi geçen “sivil” anayasa Aynı şekilde, feodalizm ve monarklar karşısında bur- işçi sınıfının ve başta Kürt halkı olmak üzere ezilen halkjuvazinin zaferlerinin cisimleştiği metinler olan anaya- ların taleplerini ne ölçüde karşılıyor? salar burjuva ideologlarınca birer “toplum sözleşmesi” şeklinde sunularak bu anayasaların yurttaşlar ile devlet Öncelikle, yeni bir anayasaya ihtiyaç duyulmasındaki arasında özgürce yapılan bir sözleşme olduğu varsayılır. temel sebebin, “liberal” büyük burjuvazinin devlet erBuna göre, toplumu oluşturan bireyler, kimi hak ve öz- kinde ihtiyaç duyduğu yapısal reformlar ve “statükocu” gürlüklerini kısıtlamak suretiyle, kendi huzur ve çıkar- güçler karşısındaki daha fazla “iktidar” talebi olduğunu ları adına devlet aygıtı lehine, devlet iktidarını meşru biliyoruz. Sınıf hareketininse oldukça geri bir pozisyonkılan bir sözleşme yapmaktadırlar. Ancak tüm bu burju- da ve sürece müdahale edebilecek seferberlik organlarınva safsataları, Marks ve Engels tarafından net bir şekilde dan yoksun olduğu, Kürt hareketinin bağımsızlık taleçürütülmüştür: “Şimdiye kadar bilinen toplum içinde binden hâlihazırda “kültürel özerklik” talebine evrilmiş birleşme hiç de (örneğin bize, Toplum Sözleşmesi’nde olduğu bir süreçteyiz. tanıtıldığı gibi) isteğe bağlı bir birlik değildi, tersine bi- [1] Alman İdeolojisi, Sol Yayınları, sf.103 ___
Marksist İşçi Bu bağlamda “sivil” anayasa taslağına damgasını vuran şıkla verilen özgürlükler, kepçeyle geri alınıyor. Örnek şey, “statükocu” güçlerin tasfiyesine yönelik düzenleme- vermek gerekirse: “(1) Herkes, önceden izin almaksızın leri esas alan, “liberal” büyük burjuvazinin çıkarlarıdır. dernek kurma, bunlara üye olma ve üyelikten ayrılma Buna yönelik olarak, yürütme erkinde, cumhurbaşkanlı- hürriyetine sahiptir. (2) Dernek kurma hürriyeti millî ğının yetkileri kısıtlanarak hükümetin gücü artırılmıştır. güvenliğin, kamu düzeninin, genel sağlığın, genel ahlâDevlet bürokrasisinde pek çok atama yetkisi hükümete kın, başkalarının hak ve hürriyetlerinin korunması veya devredilmiş, kanun hükmünde kararname çıkarma ko- suç işlenmesinin önlenmesi amaçlarıyla sınırlanabilir.” nusunda cumhurbaşkanın yetkisi daraltılmıştır. Anayasa Aynı anlayış sendika kurma hakkı, toplantı, gösteri ve değişikliği konusunda da, 367’den fazla oy almış yasayı yürüyüş düzenleme hürriyeti, grev hakları konularına cumhurbaşkanın veto etme yetkisi kaldırılmıştır. Cum- da hâkim. Bu sayede, işçi sınıfının temel demokratik hurbaşkanlığı makamı dışında, “statükocular”ın tarihsel hakları ve özgürlükleri, yine anayasa yorumcularının mevzileri olan Anayasa Mahkemesi, Danıştay, YÖK, insafına bırakılmaktadır. Bu ise işçi sınıfı için tam bir MGK gibi kurumların yetkileri de daraltılmıştır. Örnek mahkûmiyettir! Tüm bu burjuva safsatalarına karşı sıolarak, Anayasa Mahkemesi’nin yürütmeyi durdurma nırsız söz, toplantı ve örgütlenme özgürlüğü, sınırsız kararı alması güçleştirilmiş, geçmiş yasama döneminde grev özgürlüğü taleplerimizi yükseltmeliyiz. CHP’nin sıklıkla kullandığı, ana muhalefet partisinin Anayasa Mahkemesi’ne başvuru hakkı kaldırılmıştır. Öte yandan, kamu çalışanlarının ve erlerin siyasi partilere üye olma hakkı bir kez daha çiğnenmektedir. Aynı Yüksek Öğretim Kurumu, Yüksek Öğretim Kurulu’na şekilde, sendika kurma hakkı, “çalışan”larla sınırlanarak, dönüştürülerek, “denetleme, yönetme, düzenleme ve imzalanan uluslar arası sözleşmelere rağmen, emeklileyönlendirme” yetkileri elinden alınmakta, yalnızca “ko- rin ve öğrencilerin sendika kurmaları engellenmeye çaordinasyon” göreviyle kısıtlanmaktadır. Cumhurbaşka- lışılmaktadır. Yine, Kürt sorunu konusunda AKP’nin nın YÖK’e üye atama yetkisi kaldırılmaktadır. Aynı şe- vaat edebildiği tek şey, Türkçenin “resmi” dil olmasıdır. kilde, rektörleri seçme yetkisi tümüyle öğretim görevli- Öyle tahmin ediyoruz ki, vermeye çalıştığımız tüm bu lerine bırakılmaktadır. Ancak, bu düzenlemelerle özerk örnekler, anayasanın “demokratik” ve “sivil” karakterini, ve demokratik üniversitelere kavuşacağımızı düşünmek biraz olsun aydınlatabilmiştir. büyük bir iyimserlik olur. Çünkü özerk bir yönetimin temeli olan malî bağımsızlık hakkı bu anayasada da İşçi Sınıfının “Demokrasi” Anlayışı üniversitelere bahşedilmemiştir. Dolayısıyla üniversite İşçi-emekçi kitleler için “demokrasi”nin belirleyenleri, gençliği ya bu göz boyama çabalarına tamah edecektir, grev hakkının önündeki engellerin kaldırılıp kaldırılya da özgür, demokratik ve parasız eğitim hakkı için madığı, Kürt halkının demokratik taleplerinin tanınıp mücadele organlarını yaratacaktır. tanınmadığı, sendikal barajların var olup olmadığı gibi, daha da çoğaltılabilecek temel sorulardır. Bunlar olma“Statükocu” kesimlerse, bu düzenlemelere karşı “laiklik dan “demokratikleşme”den, “sivilleşme”den söz etmek ve milliyetçilik elden gidiyor” yaygaraları koparmakta. işçiler ve Kürt halkıyla alay etmek demektir. Bu sebeple de, burjuva medyanın anayasa taslağıyla ilgili gündem maddeleri, Kürtlere ne kadar “taviz veri- Bu süreçte, DTP’li milletvekilleri daha aktif bir tutum leceği”, türban yasağının kalkıp kalkmayacağı oluyor. sergileyerek, Kürt halkının temel hak ve özgürlüklerinin Bu bağlamda, YÖK başkanı “Anayasa’da türban serbest sağlanması için daha mücadeleci davranmalıdır. İşçiolamaz” açıklamasında bulunuyor, Baykal “AKP Ana- emekçi kesimler ve onun devrimci öncülerine düşen yasası bizi Yugoslavlaştırır” tehditleri savuruyor, Kara görev ise söz konusu talepler etrafında, örgütlü mücaKuvvetleri Komutanı Başbuğ “Laiklik tartışma konusu deleyi güçlendirmeye çalışmak ve işçi sınıfının önderlik yapılmamalıdır” buyuruyor. Sanki anayasa taslağında bunalımından kaynaklı siyasi zayıflığını aşmaya çabalatoplumu ilgilendiren başka bir konu yokmuş gibi! Tüm maktır. Unutmamalıyız ki, ancak sınıf düşmanlarımız bu çıkışların danışıklı dövüş olup olmadığını, AKP’nin kadar güçlü olduğumuzda sesimiz duyulacaktır. Tüm “statükocular” karşısında ne kadar ileri gidebileceğiniyse bunları yapabildiğimizde, ancak o zaman, burjuvazinin zaman gösterecek. “demokratikleşme” safsatalarına “sivil” bir tokat indirebiliriz. İşçi-emekçi kitleleri ve ezilen Kürt halkını ilgilendiren en önemli bölümse, hiç kuşkusuz, anayasanın temel hak ve hürriyetlere dair olan kısmı. Bu kısmın 82 Anayasası’ndan hemen hiçbir farkı yok. Taslakta, ka___
Marksist İşçi
Ü C R E TLİ KÖLELİK ÖĞRETMENL İ K Maddî olarak okumaya gücü yeten kitlelere, bireysel ‘kurtuluş’un yegâne yolu olarak gösterilen eğitim, kapitalizmin doğası gereği bu kurtuluştan nasibini alamamış ücretli kölelerce, öğretmenlerce verilmektedir. Bu yolun ihtişamını zihinlere kazıyan burjuva ideolojiye soralım: Kim, neyden kurtuluyor? Açlıktan ve sefaletten mi? Açlık ve sefalet çeken öğretmenlerinden öğrendikleriyle mi? “Öğretmenler! Yeni nesil, sizin eseriniz olacaktır!” cümlesini hatırlayalım ve geleceğin ücretli kölelerine ücretli köleliği öğretecek olan ücretli köleleri yakından tanıyalım. Ülkemizde, ilk ve orta öğrenim kurumlarında görev alabilecek dört çeşit öğretmen bulunmaktadır: Dershanelerde çalışanlar, özel okullarda çalışanlar, devlette çalışanlar ve öğretmenlik okuyup da işsiz kalanlar. Hepsinin adı öğretmen olsa da -esasında bu konuda bile istisnalar var, aşağıda göreceğiz- aldıkları/alamadıkları ücretler ve sahip oldukları haklar farklıdır. Sorunları, düşündükleri, talepleri pek kulağımıza gelmez. Hatta sesleri o kadar kısıktır ki, bağlı bulundukları eğitim bakanına “180 bin öğretmen işsiz” dediklerinde eğitim bakanı yanlış anlar, “Sizden 180 bin değil, 25 bin tane lazım.” der. Temelde hepsi insandır ve yeri geldiğinde eşit muamele görür; örneğin cezaî durumlarda aynı yasalara tâbidirler.
yandan da devlet eliyle sarı sendikalar yaratılarak ucuz oyunlar oynanıyor. ‘Yeni nesli yetiştirecek’ olanların kimi aç, kimi yarı tok geziyor. Bugün bu sorunlar, tek tek her öğretmenin sorunlarıdır. Öğretmenler! Yalnız değilsiniz. Tüm dünya burjuvazisi, uluslararası elbirliğiyle, sizi öğretmen, eğitici, öğretici, belletici, uzman belletici gibi gerçeklikten uzak sıfatlarla bölmeye, sizin temel haklarınızı elinizden almaya ve sizi ücretli birer köle yapmaya çalışıyor. Kapitalizm küresel ölçekli bir ekonomidir ve siz de küresel ölçekte bölünmektesiniz. Bırakın dünya çapında örgütlenmeyi, ülkenizde omuz omuza yürümeniz yasaklanmıştır. Bu, eğitimin dahi özelleştirilip, kâr alanı haline getirilmek istenmesinden kaynaklanmaktadır. Tıpkı kapitalist şirketlerdeki gibi patronunuza bağlı, müşterinize saygılı, karın tokluğu için iş arkadaşlarınızı üzerine basılacak basamak olarak gören ve insanlığını olabildiğince çiğneyen insanlar olmanız isteniyor. Sesinizi duymayacaklar, çünkü bugün bir avuç dağınık insansınız. Dershanelerde, okullarda ve özel okullarda, kısaca hayatı var ettiğiniz her alanda örgütlenip, tek bir vücut olarak seslendiğinizde, sizi o zaman el pençe divan dinleyecekler!
Öğretmenlerin iş güvenceleri ve örgütlenme hakları kısıtlıdır. Hatta devlette ücretli ve sözleşmeli ‘öğretici’ olarak çalışanların neredeyse hiçbir hakkı yoktur. Öğreticilerin sözleşme hükümlerine uymadıkları, görevlerinde başarısız oldukları kurum müdürlerince tespit edilenler; kurum müdürlerinin teklifi ile durumlarına göre il/ilçe milli eğitim müdürlüklerince uyarılır ya da tek yönlü olarak sözleşmeleri fesih edilir.[1] Sorun sadece sözleşmeli ve ücretli öğretmenlere uygulanan ayrımcılıkla bitmiyor. Gün boyu ve düşük ücretlerle çalışan on binlerce dershane öğretmeni de iş güvencesiz, örgütlenme hakkından yoksun ve özel okullarda çalışan meslektaşları gibi müşterilerinin [!] iki dudağına bakıyor. Şunu da belirtmekte fayda var ki, şu ana kadar tüm bu dertlerden uzak, ‘ayrıcalıklı’ gibi görünen kadrolu öğretmenler de er ya da geç sözleşmeli işçi yapılmak isteniyor. Bir yandan belirleyicilikten tamamen uzak ‘uzman öğretmenlik’ etiketiyle ücret farkı yaratılıyor, bir [1] Milli Eğitim Bakanlığı, 2005/78 sayı ve 01.09.2005 tarihli genelge, 12. madde
Bunların hepsi, ancak grev ve toplu sözleşme hakkı tanınmış bir sendika aracılığıyla dile getirilebilir. Bu sendika hakkı, çalışan olmaktan kaynaklı doğal bir haktır. İşsizliğin ve ücret ayrımcılığının sonlanması için, sigorta ve iş güvencesinin sağlanması için, düzenli ve yeterli maaşın alınması için: hukuki sıfatları ne olursa olsun tüm öğretmenleri bünyesinde toplayan Sendika! Sendika için örgütlü mücadele!
___
Eşdeğer İşe Eşit Ücret! Grevli, Toplu Sözleşmeli Sendika Hakkı!
Marksist İşçi
KA Pİ TA L İ S T K E N T L E Ş M E S O RU N U V E
KAPİTALİS T TAL AN PROJESİ
Son dönemlerde Kentsel Dönüşüm ve Gelişim Projesi adı altında Dikmen’de, Tuzla’da, Bursa’da... çeşitli yıkım olayları yaşandı ve bu bölgeler çeşitli direnişlere şahit oldular. Biz, dünya politik bunalımını devrimci partinin eksikliğine bağlayan Leninist-Troçkistler olarak bu tür mevcut eylemliliklere Devrimci Marksist bir yaklaşım geliştirebilmek için konut sorununu kapitalizm-kentkonut ilişkisi içerisinde ele alarak incelemeyi ve bu incelememizi dergimizde sunmayı gerekli gördük. Kapitalist Kent Yalın bir bakış açısı ile ele alındığı vakit kapitalist kentler, kapitalist ilişkilerin bir yansıması olarak görünse de, esasında kapitalist ilişkilerin oluştuğu ve yeniden oluşturulduğu yerlerdir. Bu açıdan ele alınacak olursa klasik anlamda kapitalist kentlerin iki yönlü işlevi vardır. Bunlardan birincisi; kentler emeğin yeniden örgütlendiği yerlerdir. Yani kentler, işçi sınıfının yeniden sömürülebilmesi için işçi sınıfına yaşamının devamlılığını sağlayacak olanakları sunar. İkincisi ise; kentler sermayenin biriktirildiği ve dönüştürüldüğü yerlerdir.
olgu doğar. Ayrıca işte tam da belirli merkezlerin değerlendiği anda konut sorunu yalnızca işçi sınıfının değil, burjuvazi ve burjuvaziye yakın olan diğer katmanların haricinde tüm toplumun sorunu olur. Çünkü değerlenen şehir merkezlerinde yalnızca işçiler değil, küçük burjuvalar da yaşamaktadır. Bu bölgelerden itilmeleri de onların şehir merkezinin dışlarına kaymaları ya da şehir merkezlerinde kalıp yüksek kira masrafları ile boğuşmaları gereğini doğurur. Bu cümleden çıkacak sonuç ise konut sorununun sadece burjuvazi ile proletarya arasındaki bir sorundan ibaret olmadığı, toplumun daha geniş kesimini ilgilendirdiği ancak sorunun çözümünün burjuvazi ile proletarya arasındaki mücadeleye bağlı olduğudur. Bu noktada sırası gelmişken, önemli bir başka konuyu açıklaması için, burjuva dar kafalığının dönemindeki sözcüsü Herr Sax’ın ahmaklığını gözler önüne seren Engels’e kulak verelim: “O halde konut darlığı nereden geliyor? Nasıl doğdu? Büyük emekçi kitleleri yalnızca ücrete, yani varlıkları için ve kendi türlerinin korunması için gerekli geçim araçlarının miktarına bağımlı oldukları; makinelerin iyileştirilmesinin vb. sürekli olarak işçi kitlelerini işten attığı; şiddetli ve düzenli olarak yinelenen sınaî dalgalanmaların bir yandan, büyük bir işsiz işçiler yedek ordusunun varlığını belirlediği ve öte yandan da zaman zaman işçi kitlelerini işsiz olarak sokaklara sürdüğü; işçilerin kitleler halinde büyük kentlerde, mevcut koşullarda onlar için doğan meskenlerden daha hızlı bir oranda yığıldıkları; dolayısıyla her zaman için, en kötü domuz ahırları için bile kiracıların mutlaka bulunacağı; ve ensonu, ev sahibinin malından ev kirası şeklinde sağlayabileceğinin en fazlasını sağlamasının, yalnızca hakkı değil kapitalist olarak rekabet nedeniyle bir dereceye kadar da görevi olduğu bir toplumda, konut darlığının zorunlu olarak var olacağını; bunun burjuva toplum biçiminin zorunlu bir ürünü olduğunu, iyi bir burjuva olarak, Herr Sax bilemez. Böyle bir toplumda konut darlığı bir rastlantı değildir; gerekli bir kurumdur, ve ancak onun kaynaklandığı bütün toplumsal düzen temelden yeniden şekillendirildiği zaman sağlık vb. üzerindeki bütün etkileriyle birlikte ortadan kaldırılabilir.”[2] Başka bir deyişle; konut sorunu ve bununla kol kola gelişen çarpık kentleşme sorunu kapitalizmin dolaylı kötülüklerindendir.
Kapitalist kentlerin bu iki özelliği bir arada içerisinde bulunduruyor oluşu kapitalizmin anarşik üretim düzeninin bir yansıması olarak kent hayatında ve kentleşmede yeni bir çarpıklık doğurur. Kapitalist kentlerin klasik gelişim modeli yalın olarak şudur: Gelişime kapalı kır hayatı tarımda makineleşme ile birleşince kırdan kente göçü zorunlu hale getirir. Bu durumda belirli bir sanayi bölgesine göç etmek zorunda kalmış işçiler sanayi bölgesinin yakınlarına yerleşirler. Bu, bölgede sürekli olarak birbirlerini etkileyen süreçler halinde ekonomik, teknolojik, siyasal ve psiko sosyolojik dönüşümler başlatır. Zaman içerisinde bölge ekonomisinin gelişimi yeni ekonomik gereklilikler yaratarak şehir merkezlerini değerli kılmaya başlar. Ancak bölgede proleterlerin evlerinin olması bu değeri arttırmaz, aksine, azaltır. Çünkü bu evler değişen ihtiyaçlara ayak uyduramamaktadırlar. Bu yüzden belediyeler bu evlerin çaresine bakar, işçileri bu bölgelerden kovar. Eski konutlar yıkılarak yerlerine yeni iş yerleri açılmaya başlanır (yani bu alanlar da sermayenin dönüştürüldüğü ve biriktirildiği alanlar haline gelir). İşçiler de kent merkezinin daha dışında kalan bölgelere yerleşmek durumunda kalırlar. Bu durum, işsizliğin sanayinin gelişimi ile beraber sürekli olarak arttırılışı ve yaşam standartlarının sürekli olarak düşüşü ile bir- Peki bu klasik gelişim sürecini açıkladıktan sonra (Ayrıca leşirse; Türkçede çarpık kentleşme[1] olarak adlandırılan belirtmek isteriz ki, bu klasik gelişim, diyalektiğin özü [1] “Çarpık kentleşme” terimi Türkçenin kendine özgü terimlerinden biridir. Ancak bunun sebebi asla çarpık kentleşmenin Türkiye’ye has bir durum olması değildir. Tabii ki tüm dünya metropol kent-
leri (İstanbul’dan New York’a, Rio’dan Pekin’e, Tayvan’dan Cape Town’a...) bu sorun ile karşı karşıyadır. [2] F. Engels, Konut Sorunu, Sol Yayınları, sf.46
___
Marksist İşçi gereği, her şehirde aynı sıra ile yaşanmaz. Kentleşmeyi dahi: “altyapı hizmetlerinin ticari şirketlerce yürütülmetetikleyen unsurlar mutlaka ki her şehrin özgül koşul- sinin bu hizmetlerin fiyatlarında (özellikle elektrik ve luna göre değişecektir.) ülkemizde ve dünyada gündem- su temininde) yükselmeye neden olacağı” ‘gereksiz bir de olan kentsel dönüşüm projelerini ne şekilde değer- ayrıntı’ olarak yer almaktaydı. lendirebiliriz? Bu sorunun cevabını da tarih içerisinde Bununla beraber bu meseleyi kapitalizmle örtüştürürburjuvazinin kapitalist kentlere biçtiği rolü inceleyerek ken artık kapitalizmin emperyalist kapitalizm olduğunu ulaşabiliriz. unutmazsak bu projelerin teşvikçileri ile finansmanları Burjuva Talan Projesi Kapitalist kentlerin iki yönlü işlevlerinin var olduğunu söylemiştik. İkinci Dünya Savaşı’na kadar olan süre içerisinde bu özelliklerin ilki (emeğin yeniden üretilmesi) daha ağır basmıştır. İkinci özelliği ise (sermayenin biriktirildiği ve dönüştürüldüğü alanlar oluşu) sadece kentlerin sermayenin derlendiği ve ürünlerin değişiminin yapıldığı alanlardan ibaret olması ile sınırlı tutuldu. Ancak ikinci emperyalistler arası savaşın ardından gelişen süreçte kendi ürün fazlasını eritebileceği ve yeni artı-değer üretebileceği alanlar arayan kapitalizm için kentler ayrı bir öneme sahip olmaya başladı. Bu süreçten önce (keynesgil politikaların etkisi ile) kentlerin tüm altyapı çalışmalarının sorumlusu devletti. Buna bağlı olarak bu çalışmalardan sömürüye doymayan kapitalistlerin aldıkları kârlar oldukça sınırlı idi. Özellikle tam da 1980’li yılarda kentler burjuvazinin iştahını daha da kabartan pazar alanları haline geldi. Artık burjuvazi kentleri değerin biriktirildiği yerler olmasının ötesinde kendine artı-değer yaratır bir hale getirmek istiyordu. Buna bağlı olarak ilk iş kapitalist devletler, neo-liberal diye adlandırılan politikalar uyarınca, kentsel yapılanmalara dair devletin küçültülmesi kararını aldı. Bunun doğrultusunda kentlerin planlamacılığı ve imarı ‘sivil topluma’ bırakılacaktı.[3] Başka bir deyişle, kentler eskiden devlet eliyle gelişiyordu ve dolayısı ile bu yüzden kapitalistlere kâr sağlayamıyordu. Fakat artık devletin bu sektörden çekilişi ile burjuvazi kentleri alınıp satılan yerler haline, kendisine değer üreten yerler haline, getirdi. Artık devlet alt yapı hizmetlerinden çekilmeye başladı ve bu alanları burjuvaziye bıraktı. Sonuç olarak da “...devletin, üstlendikleri görev ve sorumlulukları sorunu yaşayanlarla paylaşmasını ve onların oluşturduğu sivil toplum kuruluşlarının çözüm önerme ve uygulamada daha aktif bir rol almasını...”[4] gerekli gördüklerini söyleyip kenti kendi rant alanları haline getirmek için -altyapı çalışmalarından ve işletmelerinden artı-değer sağlamak, bununla beraber inşaat sektörüne görülmemiş olanaklar açmak için- sistemli adımlar atmaya başladılar. Bunun yanında eklemek isteriz ki, 1994’te konu ile ilgili Dünya Bankası’nın hazırladığı Dünya Kalkınma Raporu’nda
(IMF, Dünya Bankası ve AB) bizim için daha manidar olacaktır. Yani bu noktada kentler yabancı sermayenin doğrudan yatırım alanları haline gelebilmiştir, ayrıca Dünya Bankası tarafından yeni bir borçlandırma sistemi oluşturulmuştur. Az ve orta gelişmiş ülkelerin çarpık kentleşme sorununa karşı emperyalist ülkelerin bu denli hassas olmasının gerekçesi de burada gizlidir. Sonuç: İşte ülkemizde bugün de gündemde olan Kentsel Dönüşüm Projesi tam da burjuvazinin bu doymak nedir bilmez rant hırsının bir ifadesidir. Buna paralel olarak da, bizi hiç şaşırtmayacak bir biçimde, burjuvazinin rant hırsı kentlerin talan edilişi ile beraber büyüyüp serpilmektedir. Bu; kimi zaman kendini kentin tarihi dokusunun zarar görüşü ile, kimi zaman sahillerin halka kapatılıp kenti yaşanılamayacak hallere sokması ile, kimi zaman da gecekondulara saldırıp yoksulları barınma hakkından men ederek yerlerine kâr getiren lüks konutlar inşa ederek kendini göstermektedir.
Gecekonduların yıkılıp yerine yeni konutların inşa edilişi ile kentin çarpık görünüşünü dönüştürecekleri ve insanların sağlıksız koşullarda yaşamaları sorununa bir çözüm getirecekleri yalanını atan burjuvalara bu kez de cevabını doğru bir çözüm önerisi sunan Engels versin: “Kapitalist üretim biçiminin işçilerimizi her gece içine kapattığı hastalıkların üreme yeri, rezilane delik bodrumlar ortadan kaldırılmamıştır; yalnızca başka yere kaydırılmıştır! Onları ilk yerinde yaratmış olan aynı ekonomik zorunluluk daha sonraki yerinde de yaratmaktadır. Kapitalist üretim biçimi var olmaya devam ettiği sürece, [3] Bu kararlar en açık biçimleri ile Habitat I (1976), Avrupa Kent- konut sorununun, ya da işçilerin yazgısını etkileyen hersel Şartı (1992), Habitat II (1996)’ de görülebilir. hangi bir başka toplumsal sorunun tek başına çözümle[4] Habitat II konferansı (1996, İstanbul)
___
Marksist İşçi neceğini ummak budalalıktır. Çözüm, kapitalist üretim lemelerdir. Bu noktada, konut sorununun kısa vadeli biçiminin ortadan kaldırılmasında ve bütün geçim araç- çözümü ne şekilde başlayacaktır, diye sorulacak olursa larına ve iş araçlarına bizzat işçi sınıfının el koymasında yeniden Engels’e dönelim: “...bir şey kesindir; rasyonel yatmaktadır.”[5] kullanımı varsayımıyla, büyük kentlerde, herhangi bir Bugün ülkemizde yaşanan gecekondu yıkımları da ta- gerçek “konut darlığını” anında giderecek mesken için mamen burjuvazinin kendisine yarattığı bu rantçı zih- yeterli bina zaten vardır. Bu doğal olarak, ancak, mevcut niyetin faaliyetleridir. Buna karşı girişilen eylemlilikler sahiplerin mülksüzleştirilmesiyle, yani onların evlerine (gecekondu direnişleri) belirli bir toplumsal eşitsizliğe evsiz işçileri ya da bugünkü evlerinde aşırı derecede ka(adaletsizliğe) karşı verilmiş olan mücadelelerdir. Ancak labalık olan işçileri yerleştirerek olabilir. Proletarya, siyagenellikle belirli toplumsal adaletsizliklere karşı başlatılan sal güç kazanır kazanmaz kamu çıkarı uğruna alınacak mücadeleler, özellikle sınıf mücadelesinin genel talepleri böyle bir önlemin uygulanması, mevcut devletçe yapıve yerleştirmeler kadar kolay ile ve kitle hareketi ile bütünleşmediği takdirde bir sonuç lan diğer kamulaştırmalar [6] vermekten çok bu adaletsizlikleri yaşayan insanların lokal olacaktır.” çıkarlarının savunusu olmaktan öteye geçemezler (Yıkımların pek çok yerde, bölgede yaşayanlar için apartman dairesi sahibi olma umudu taşıması bunun somut ifadesidir. Fakat daire sahibi işçiler için dahi sorun çözülmüş değildir. Çünkü apartman dairesi sahibi işçiler, hâlâ aynı koşullarda sömürülmekte olacaklar ve bu kez de apartmanın ek masraflarını karşılayamayacaktırlar. Bu yüzden dairelerini satıp başka bir yerde aynı sefil koşullarda yaşamayı sürdüreceklerdir. Mülk sahipleri biraz şanslı olsa da, bu gecekonduların kiracılarının durumu çok daha kötüdür. Onlar ise, hiçbir karşılık almaksızın, tamamen sokağa atılırlar.). Yani sorunun kendisine çözüm getirebilmekten uzaktırlar. Barınma hakkının gaspına karşı geliştirilecek tepkilere işçi sınıfının kendi örgütleri ile dahil olması elzemdir. Aksi takdirde yaşam alanı olan kentler, musibet bir çekirge sürüsü gibi davranan burjuvazi tarafından acımasızca talan edilecektir. İşçi sınıfının bu mücadeleye dahil olması, bahsi geçen soruna yaklaşımımızda bize temel veriyi sunmalıdır. Özellikle yıkımların yaşandığı ve yaşanacağı bölgelerin genellikle yoksul işçi mahalleleri olduğu göz önünde bulundurulursa, barınma hakkının burjuvazinin rantçı müdahalelerine karşı korunmasına yönelik bir kampanyanın (sendikalar ve meslek odaları gibi) çeşitli işçi örgütlerince örgütlenmesi sınıf dayanışması açısından oldukça büyük bir öneme sahip olabilir. Ancak bugün her şeyde olduğu gibi barınma hakkının kapitalist gaspına damgasını vuran da, yine proletaryanın devrimci önderliğinin bunalımıdır. Çünkü böyle bir kampanya ve işçi sınıfının dayanışma ağının örülmesi ancak sınıfın devrimci önderliğinin üstesinden gelebileceği bir meseledir.
Önümüze sunulan dönüşüm projesi insanları gecekondularda sefil yaşamlarını sürdürmelerini sonlandırmayacak. Yalnızca başka bir yerde aynı sefil yaşantıyı sürdürterek burjuvaların kasalarını dolduracak! Bu proje aynı şekilde, yaşama alanımız olan kentlerin sahillerini de halka kapatarak, tarihi dokusunu düzenlemek adına düpedüz ona zarar vererek (bu hususta pek çok burjuva imarı, mühendisi, çevre bilimcisi dahi bizimle hemfikir), şehri depreme dayanıklı hale getiriyoruz diyerek (Yalana bakın! AKP 2004’te kendisinin topladığı Deprem Şurası’nın kararlarının uygulanışını rafa kaldırdı. Hatta bu da onlara yetmedi, Deprem Konseyi’ni lağvettiler. Aynı sermaye uşakları 2007-2013 yıllarını kapsayan Dokuzuncu Kalkınma Planı’nda depremin sözünü bile etmiyorlar. Daha geçtiğimiz Ağustos ayında Prof. Dr. Naci Görür’e İstanbul Valiliği’nce 350.000$ ödenek açılmadığı için kendisinin çalışmaları imkânsız hale geldi. Ve Profesör: Ben artık pes ettim. Bir bilim adamı olarak teslim bayrağını çekiyorum.” demişti. İşte bu hükümet olası bir depremde hayatını kaybedecek tüm insanların müstakbel katilidir!) burjuvaziye yeni rant alanları yaratarak, kanalizasyonları sürekli taşan emekçi mahallelerine güzel bir görünüm vermek için ‘en büyük ihtiyaçları’ olan kaldırım taşlarını düzenli olarak değiştirerek, raylı sistem inşaasına geçip onu senelerce tamamlamadan insanları trafikte süründürerek ve bununla beraber seneler süren inşayı sürekli olarak farklı şirketlere vererek kapitalistlerin barbar yaşamlarını sürdürtecektir. Kahrolsun Yaşam Alanımızı Talan Eden Burjuvazi! Kır - Kent Ayrımının Olmadığı, Her Türlü Temel İhtiyacımızın Kolayca Karşılanabileceği Özgür Kent Sosyalizmle Gelecek!
Bir bütün olarak kentsel dönüşüm projesi insanların yaşam alanı olan kentlerin kapitalizm tarafından yağmasının projesidir. Bugün kentleşmeye dair yaşanan tüm sorunlar kapitalizmden kaynaklanmaktadır. Kentsel yapılanmanın tek çözümü de sosyalizmin getireceği planlı ekonominin bir yansıması olarak, yeni kentsel düzen[5] F. Engels, Konut Sorunu, Sol Yayınları, sf.77
[6] F. Engels, Konut Sorunu, Sol Yayınları, sf.35
___
Marksist İşçi
ANTİ – EMPERYALİST MÜCADELE VE ENTERNASYONALİST HAREKET
Giriş Burjuvazi nicedir, işçi-emekçi kitleleri, özellikle de bu kitlelerin genç kuşaklarını, kendilerini kurtuluşa götürecek yegâne yol olan Devrimci Marksizm’den uzak tutmaya çalışıyor. Tarihin sonunu, medeniyetler çatışmasını ve nihayetinde ideolojilerin öldüğünü iddia eden bu gerici burjuva ideolojisi, Marksizmi çağ dışı ilan ediyor. Bir yandan bilgi, teknoloji, uzay vb. çağlarına atlamaya son derece meraklı bir tablo çizse de; diğer taraftan, insanlığı yoksulluk, sefalet ve savaşlarla barbarlığa ve toplu yok oluşa sürüklemekten geri durmuyor. Bugün dünyada, 850 milyondan fazla kişi, yani her yedi kişiden biri yeterli derecede beslenemiyor, bunların 170 milyonu çocuk. Bu çocukların her yıl yaklaşık bir buçuk milyonu, fakirliğin sebep olduğu nedenlerden dolayı henüz beş yaşına bile ulaşamadan ölüyor. İnsanlar yaşayabilme umuduyla göç ediyorlar. Uluslararası işçi göçü ise inanılmaz boyutlarda. 2005 yılı itibariyle, dünya çapındaki mülteci sayısının resmi olarak 8,4 milyon olduğu biliniyor. Gerçek rakam ise bundan çok yüksek. Yaklaşık 190 milyon kişinin, doğduğu toprakların dışında, bir başka ülkede yaşadığı söyleniyor. Kaldı ki bu insanların bir kısmı “ücretli köle” olabilme özgürlüğüne bile sahip değil. Bizzat burjuvazinin kendi kurumları, dünyada 12,3 milyon kişinin “kürek mahkûmu” gibi çalıştırıldığını söylüyorlar, bu insanların kendilerini köle olarak çalıştıranlara yılda 32 milyar dolar kazandırdığı dillendiriliyor. Kölelik çocukları da kapsıyor, dünyada 5 milyon 700 bin çocuk köle olarak satılıyor, 1 milyon 200 bin çocuk da çeşitli nedenlerle kaçırılıyor. Diğer taraftan 1 milyon 800 milyon çocuk burjuvazinin seks endüstrisine girmiş durumda. Dünyada her yıl askeri harcamalara ortalama 1 trilyon dolar aktarılırken, yaklaşık 1 buçuk insan, günde 1 dolardan az gelirle yaşamaya çalışıyor. Günde iki dolardan az bir gelirle yaşamaya çalışanlar ise 3 milyar kadar. Çevre ise, gerek kapitalist sanayileşmenin ve tüketimin bir sonucu olan küresel ısınmayla, gerekse kapitalizmin insanlık dışı yayılımıyla inanılmaz boyutlara varan bir tahribat ile karşı karşıya. Dünyada yıllık net orman kaybı 9,4 milyon hektar, dünyayı kaplayan doğal ormanların yaklaşık %80’i artık yok. Bunun sonucu ise çok açık: Bugün 265 kentin üzerine çeşitli zamanlarda asit yağmuru yağabiliyor. Diğer taraftan canlı türleri yok oluyor, iklim dengeleri tüm dünyada bozuluyor, sulak alanlar azalıyor. Atıklar tüm dünya için ciddi bir tehdit oluşturmuş durumda. Yeni hastalıklar doğuyor. Burjuvazi zenginliğine zenginlik katarken, insanlığı ve tüm bir gezegeni yok olmanın eşiğine getirdi.
Rakamları daha fazla sıralamanın gereği yok. Bu tabloda çizilen çağ, yok oluşa sürüklenen insanlığın çağıdır. İşte bu çağ, emperyalist kapitalizmin çağıdır. Bu insanlık dışı tablonun karşısına dikildiğini iddia eden teorilerin ve bu teorilerin kaynaklık ettiği pratiklerin ise burjuvazinin çıkarları doğrultusunda vücuda gelmiş olmaları son derece çarpıcı! Tüm bu düşünceler, reformizmi hortlatmakla kalmıyor; ulusal kalkınmacılığı sosyalizmin inşa yolu, yeniden icat etmiş oldukları “ulusal bağımsızlık aşamasını” ise emperyalizme karşı verilen mücadelenin biricik yöntemi olarak savunuyorlar. Emperyalizm, kapitalizmin ulaştığı bir aşama, bir dünya sistemi olmaktan çıkıp bir ya da iki ülkenin dış politikalarında kendini ifaden eden ve kendine “yeni sömürgeler” bulan bir yayılmacılık düşüncesine indirgeniyor. Niyetler ne olursa olsun, bu noktada unutulmaması gereken tüm bu düşüncelerin ve benzerlerinin, işçi sınıfı ve emekçi kitleler üzerindeki bilinç yanılsamasının başlıca kaynağı olarak, burjuvazinin devrimci proletarya içerisindeki ajanlığını üstlenmiş durumda olmalarıdır. Biz Leninist-Troçkistler ise, iktisadi temel üzerinde yükselen sosyal ve siyasal olguların, somut tarihsel gelişimleri içerisinde değerlendirilmeleri gereği hususunda ısrar ediyoruz. Bizce, çağ dışı ilan edilmiş Devrimci Marksizm, çağı değiştirme kudretine sahip yegâne gerçekliktir ve Troçki’nin dediği gibi “zafer gerçeğin olacaktır”. Gerçeğin zaferi için, komünist bir dünya için, tüm insanlığın yüz yüze bulunduğu toplu yok oluş tehlikesinden kurtulabilmesi için, emperyalist kapitalist çağın doğru bir şekilde kavranılması; özellikle bu çağın son döneminde, burjuva ideolojisi tarafından türetilmiş olan çeşitli kavramların Marksist eleştirisinin ve teşhirinin gerçekleştirilmesi ve nihayetinde anti-emperyalist mücadelenin anti-kapitalist bir perspektifle sınıf mücadelesi zeminine oturtulması şarttır. Emperyalizmin Bolşevik Kavranışı Konunun materyalist diyalektik kavranışında yol gösterici rehber eser, hâlihazırda Lenin’in “Emperyalizm – Kapitalizmin En Yüksek Aşaması” isimli çalışmasıdır. Burada Lenin’in belirttiği gibi, “Emperyalizm, genel anlamda, kapitalizmin bazı özelliklerinin gelişimi ve doğrudan doğruya devamı olarak ortaya çıkmıştır. Ama kapitalizm, kapitalist emperyalizm haline ancak gelişmesinin belirli ve çok yüksek bir düzeyinde, kapitalizmin esas özelliklerinden bazıları kendi karşıtlarına dönüşmeye başladığı zaman; kapitalizmin yüksek bir ekonomik ve toplumsal yapıya geçiş
___
Marksist İşçi döneminin bazı öğeleri bütün gelişme çizgisi boyunca bu düşünce ve tutumlara yakından bakıldığında gerçekbiçimlenip belirdiği zaman gelebilmiştir. Bu süreç leştirilen tüm hataların birbirlerinden koparılamayacak içinde, ekonomik yönden de önemli olan olay, ka- durumda bulunan iki noktada yoğunlaştığı görülür. pitalist serbest rekabetin yerine kapitalist tekellerin Dönemsel olarak öne çıkan bir emperyalist gücün pageçmesidir.” Birkaç satır ileride şöyle davam eder: “Em- zar paylaşımındaki egemenliğini diğer güçlere göre çok peryalizmin olanaklı en kısa tanımını yapmak iste- daha fazla hissettirmesinden kaynaklı olarak, emperyaseydik, şöyle derdik: emperyalizm, kapitalizmin te- list dünya sistemi ile bir ülkenin gütmekte bulunduğu kelci aşamasıdır.” Ardından, emperyalizmin beş temel “emperyalist politikaları” bir ve aynı şey olarak görme özelliğini kapsayan tanımını gerçekleştirir: “1– Üretim- eğiliminde bulunan; emperyalizmi bir dünya sistemi de ve sermayede görülen yoğunlaşma öyle yüksek bir olarak kavrayamayıp, onu yalnızca bir ülkenin dış siyasegelişme derecesine ulaşmıştır ki, ekonomik yaşamda tine ilişkilendirerek yorumlamakta ısrar eden; kapanmış kesin rol oynayan tekelleri yaratmıştır; 2– banka ser- bir tarihsel dönemi, yani sömürgeciliği, emperyalizm mayesi, sınaî sermayeyle kaynaşmış ve bu ‘mali – ser- çağıyla bir ve aynı şey olarak algılayan kısır düşünceler maye’ temeli üzerinde bir mali – oligarşi yaratmıştır; ve buna bağlı olarak türetilen sözde teoriler aynı kefede 3– sermaye ihracı, meta ihracından ayrı olarak, özel incelenebilir. Çünkü tüm bu düşünceler birbirleriyle iç bir önem kazanmıştır; 4– dünyayı aralarında bölü- içe geçmiş ve çoğu zaman birbirini beslemişlerdir. şen uluslararası tekelci kapitalist birlikler kurulmuş- Bu noktada sömürgecilik ile kapitalizmin 20. yüzyılın tur; 5– en büyük kapitalist güçlerce dünyanın toprak başından itibaren girdiği evreyi anlatan ve mali sermabakımından bölüşülmesi tamamlanmıştır. Emper- yenin egemenliğine dayanan emperyalizm arasındaki yalizm, tekellerin ve mali – sermayenin egemenliğiayrımı netleştirmekte yarar var. Sömürge, bir kavram nin ortaya çıktığı; sermaye ihracının birinci planda olarak, kapitalizmin serbest rekabet döneminin bir staönem kazandığı; dünyanın uluslararası tröstler ara- tü ilişkisidir ve siyasi bağımsızlıktan yoksun bir ülkesında paylaşılmasının başlamış olduğu ve dünya- nin siyasal ve hukuksal olarak başka bir ülkenin lâhikası daki bütün toprakların en büyük kapitalist ülkeler olması durumudur. Emperyalizm döneminde ise, mali arasında bölüşülmesinin tamamlanmış bulunduğu sermaye, tüm dünyayı sömürmek için, geri ülkeleri bu bir gelişme aşamasına ulaşmış kapitalizmdir.”[1] Bu statüye hapsetmek zorunda değildir. Zira emperyalizm noktada belirtilmesi gereken önemli bir husus var; yu- kavramı da, güçlü bir ülkenin sömürgeci dış politikası karıda Lenin’in saymış olduğu süreç, paylaşımın basit anlamına gelmez. Kapitalizmin emperyalist aşamasında, birer tamamlanışı değildir. Zaten Lenin’in başka bir ma- ilhak başlıca amaç olarak kendini göstermez. Daha önce kalesinde belirttiği gibi; “emperyalizmin temel özelliği belirttiğimiz gibi, emperyalizmin belirleyeni Lenin’in genel olarak basit ve salt tekeller değil; değişim, pa- açıkladığı biçimle “dünya egemenliği için çalışan büzarlar, rekabet ve krizlerle bağlantısı içerisinde tekel- yük güçler arasındaki rekabettir.” Yani emperyalizm lerdir.”[2] Buradan da anlaşılacağı gibi çürüyen kapita- için “toprak ilhakı, doğrudan doğruya kendisi için lizmin ulaşmış olduğu bir çağ olarak emperyalizm için değil, rakiplerini zayıflatmak, onların egemenliklebelirleyici olgu, kapitalist sistemin kendi iç dinamikleri, rini sarsmak içindir.”[4] rekabet ve tekeller arasındaki çelişkidir. “Gerçekte bu uzlaşmaz ilkelerin yani rekabet ve tekelin bu birle- Burada atlanılmaması gereken bir nokta daha var. Tarişimidir ki – ki bu emperyalizmin özüdür – sosyalist hin hiçbir dönemi birbirlerinden keskin çizgilerle ayrılmaz. Nasıl muzaffer bir sosyalist işçi devriminin ertesi devrimi hazırlar”[3] günü, artık komünizmde yaşıyoruz diyemezsek aynı şeTüm bu açıklamalar bizi, emperyalizmin kapitalizmden kilde, kapitalizmin serbest rekabet dönemi ile emperyabağımsız bir kavram olmayıp, tam da onun kendi geli- lizm çağı da bir gecede birbirinden ayrılmaz. Yine aynı şim süreci içinde belirli bir aşamada ortaya çıkmış bir şekilde sömürgeler de bir gecede kendiliğinden ortadan olgu olduğu, bu olgunun rekabet ile tekeller arasındaki kalkmazlar. Kapitalist dünya sisteminin emperyalizm uzlaşmaz çelişkiden kaynaklandığı ve yine bu çelişkinin döneminde de sömürgeler bir süre daha varlıklarını sürkapitalist emperyalist dünya sisteminin sonunu hazır- dürmüştür. Bu ülkeler zaman içinde emperyalizme karşı ladığı sonucuna götürür. Her şey bu kadar açıkken, ge- verdikleri “anti-sömürgeci” mücadelelerle siyasi bağımliştirilen bunca yanlış kavrayışın sebebi nedir? Bu hatalı sızlıklarını elde etmişlerdir. Lakin bu geri ülkelerin, geliştutumlar hangi noktada yoğunlaşmaktadır? Aslında tüm miş kapitalist ülkelerden mali bakımdan bağımsızlaşma[1] Lenin, Emperyalizm – Kapitalizmin En Yüksek Aşaması, Sol sı mümkün olmamıştır, olamaz da. Emperyalist dünya Yayınları [2] Lenin, Collected Works, Cilt 24, sf.464-65 [3] a.g.e.
[4] Lenin, Emperyalizm – Kapitalizmin En Yüksek Aşaması, Sol ___Yayınları
Marksist İşçi sisteminden tam bağımsızlık, kapitalist üretim ilişkileri çalışırlar. Çünkü “emperyalizm, şu ya da bu yoldan sürdüğü müddetçe mümkün kılınamaz. Burada işleyen küçük devletleri dünya ekonomisinin ve politikasının yasa “eşitsiz ve birleşik gelişim yasası”dır. Bu şu anlama ge- hareket merkezine doğru çekmektedir.”[7] Aynı şekillir. Tüm ulusal ekonomiler, uluslararası kapitalist sistem de, gelişmiş kapitalist ülkeler de, rakiplerinin gelişim içinde karşılıklı bağımlılık ilişkileri dâhilinde gelişirler yollarının önünü kesmek, pazar paylaşımında yüksek ve birbirleri karşısında eşitsizlikler doğururlar. Fakat bu pay elde etmek, doğal enerji kaynakları gibi jeopolitik eşitsizlik tek yönlü değildir. Diyalektik yasalar uyarınca yönden önem arz eden bölgeleri hâkimiyetleri altında bütünün, parçaların toplamından daha fazla bir şey ol- tutmak için geri ülkelere müdahalelerde bulunurlar. Diması ve karşıtların birliği ilkesi, burada da kendini gös- ğer taraftan bu müdahalelerin kapitalizmin bir doğası terir. Eşitsizlik karşılıklı bağımlılığı doğurmakta bu ül- olan emperyalistler arası savaşlarda ön mevziler elde etkelerin ulusal ekonomilerinin gelişimini dünya pazarına mek için yapıldığını da unutmamak gerekir. tâbi kılmalarına yol açmaktadır. Bu siyasi dinamiklerin Emperyalist Savaşlar ve Ulusal Kurtuluş Mücadeleve işçi sınıfı mücadelesinin seyri açısından da böyledir. leri Başka bir deyişle dünya ekonomisi yani uluslararası ka- Eşitsiz gelişimin birleşik doğası ve buradan doğmuş pitalist sistem, ulusal ekonomilerin basit bir toplamı olan hiyerarşik ilişkinin karşılıklı diyalektik dönüşümü olarak ele alınamaz; tersine o, uluslararası iş bölümü incelendiğinde, gelişmiş kapitalist ülkelerin gelişim tatarafından yaratılmış ve ulusal pazarlara hâkim olmuş; rihinde egemen güçlerin dönemsel değişimlerini ve bu dünya üretim sistemi içindeki hiyerarşik bir gerçekliktir. ülkeler arasındaki rekabetin büyük ve derin kriz dönemSiyasi bağımsızlıklarını kazanmış olsalar dahi bu eski sö- lerinde yol açtığı büyük emperyalist savaşları görürüz. mürge ülkeler, dünya kapitalist üretim süreci içerisindeBir zamanlar rekabet sayesinde gelişen kapitalizm, artık ki hiyerarşik tabloda mali bakımdan egemenlik altında doğasındaki aynı rekabet yüzünden, insanlığı, korkunç tutulan ülkeleri meydana getirirler. Kapitalizm doğdu- yıkımlara sürükleyen emperyalist savaşların kucağına ğu andan beri dünyayı bütünüyle kaplama eğiliminde- atmıştır. dir ve “bunu yaparken kendi yöntemleriyle hareket eder. Oysa bu yöntemler anarşik bir öze sahiptirler. Gelişmiş kapitalist ülkeler, sermaye ihracı için yatırım Bu yüzden kapitalizmin öz çalışmasını temelden sar- alanlarına, hammadde pazarlarına, enerji kaynaklarına, sarlar. Böylece kapitalizm, dünya ekonomisinin bazı vb. sahip olmaları gerektiğinden sürekli bir yarış sürdüalanlarını geliştirirken diğer birçok kesimin gelişme- rürler. Tüm politikaları, bir taraftan kendi içlerindeki sini de frenler ve geciktirici rol oynar.”[5] İleri ülke- emekçi kitleleri susturmak diğer taraftan da bu uluslaralerin bu geri ülkelere sürekli olarak yaptıkları mali ve rası rekabette üstünlük sağlamak üzerine kurulmuştur. siyasi baskılar, bir taraftan kapalı ekonomileri ağır ağır Tekeller arasındaki uluslararası rekabeti, emperyalistler parçalarken diğer taraftan bu geri ülkelerin ölmemek arası savaşlara çeviren şey ise, bizzat kapitalizmin doiçin gerçekleştirdikleri bir dizi ileri hamleler ile iç içe ğasıdır. Lenin’in belirttiği gibi, “kapitalistler dünyayı geçer. Bu hamleler, en ileri tekniğe bir çırpıda ulaşma paylaşıyorlarsa, bunu, kendilerinde bulunan hain istediğinden kaynaklı ihracata yönelik anlayış üzerine duygulardan ötürü değil, ulaştıkları yoğunlaşma dügerçekleştirilirler. Troçki’nin dediği gibi, “ileri ülkeler zeyi, kâr sağlamak için kendilerini bu yola başvurma kervanına zorla sokulan geri ülkeler, onların gelişim zorunda bıraktığından yapıyorlar. Ve dünyayı, mevşekillerine uyamazlar. Hem ileri hem geri ülkeler ol- cut “sermayeleri”, “güçleri” oranında paylaşıyorlar, duğuna göre, bunların arasında karşılıklı bir etkile- çünkü kapitalizmin ve meta üretimi sisteminin var şim vardır; ileri ülkelerin gecikmiş ülkeler üzerinde olduğu bir ortamda başka bir paylaşma biçimi söz baskısı olduğu gibi, geri ülkelerin de ileri ülkeleri konusu olamaz.”[8] Kapitalizmin bu doğası Marks ve yakalayabilmek için onlardan teknoloji, bilim vs… Engels tarafından da daha önce çeşitli şekillerde açıkalmak zorunluluğu vardır. Böylece bileşik bir gelişim landı. “Sermayenin merkezileşmesi, sermayenin batipi ortaya çıkar, şöyle ki; en geri biçimler en ileri tek- ğımsız bir güç olarak var olabilmesi için zorunludur. nikle kaynaşabilirler…”.[6] Gelişmiş kapitalist ülkele- Bu merkezileşmenin dünya pazarları üzerindeki yırin mali egemenliği karşısında bu az ve orta gelişmiş- kıcı etkisi, halen her uygar kentte etkin olan ekonomi likteki kapitalist ülkeler, dünya pazarına hâkim gelişmiş politiğin doğasındaki organik yasaları en devasa boegemen güçlerin karşılıklı rekabetlerinden yararlanmaya [5] Troçki, Lenin’den Sonra Komünist Enternasyonal, P.U.F. Cilt 1, sf.104-5. [6] Troçki, La revolution permanente en Russie içinde Classique rouge, n 1, sf.42-23
[7] Lenin, Proletarya Devriminin Askeri Programı, “Sosyalizm ve Savaş” içinde. Sol Y. sf.64 [8] Lenin, Emperyalizm – Kapitalizmin En Yüksek Aşaması, Sol Yayınları. sf.90
___ 10
Marksist İşçi yutlarda ortaya sermekten başka bir şey yapmaz.”[9] miş oldukları dersler, bugün de yolumuzu aydınlatmaya Komünist Manifesto’nun ünlü satırlarında ise, kapita- devam etmektedirler. Lenin’in dediği gibi, “sosyalistler, lizmin doğal gelişim süreci şu şekilde tasvir edilmişti: halklar arasındaki savaşları daima barbarca ve ca“Ürünleri için sürekli genişleyen bir pazar gereksin- navarca bulmuşlar ve kötülemişlerdir. Bizim savaşa mesi, burjuvaziyi, yeryüzünün dört bir yanına ko- karşı tutumumuz gene de aslında burjuva pasifistleri valıyor. Her yerde barınmak, her yere yerleşmek, her ile anarşistlerden farklıdır. Her şeyden önce, biz, bir yerde bağlantılar kurmak zorundadır. Burjuvazi, yanda savaşlar ile öte yanda bir ülke içindeki sınıf dünya pazarını sömürmekle, her ülkenin üretimine savaşımları arasındaki ayrılmaz bağlılığı; sınıflar ve tüketimine kozmopolit bir nitelik verdi. Gericileri ortadan kaldırılmadan ve sosyalizm kurulmadan saderin kedere boğarak, sanayinin ayakları altından vaşların ortadan kaldırılmasının olanaksızlığı ve iç üzerinde durmakta olduğu ulusal temeli çekip aldı. savaşların, örneğin, ezilen sınıfın ezene, kölenin köle Eskiden kurulmuş bütün ulusal sanayiler yıkıldılar sahiplerine, serflerin toprak beylerine, ücretli işçileve hâlâ da her gün yıkılıyorlar. Bunlar, kurulmala- rin burjuvaziye karşı verdileri savaşların haklılığırı bütün uluslar için bir ölüm-kalım sorunu haline nı, ilerici niteliğini ve gerekliliğini tamamen kabul gelen yeni sanayiler tarafından, artık yerli hammad- ederiz.”[12] Yani bir savaşta her şeyden önemli olan şey, deleri değil, en ücra bölgelerden getirilen hammad- savaşın sınıfsal niteliğidir. Zaten bir Marksist açısından deleri işleyen sanayiler, ürünleri yalnızca ülke içinde konuya farklı bir biçimde yaklaşılması da beklenemez! değil, yeryüzünün her kesiminde tüketilen sanayiler “Marksizm, yani modern bilimsel sosyalizm açısıntarafından yerlerinden ediliyorlar.”[10] Bu satırlar as- dan, savaşın nasıl değerlendirilmesi ve savaşa karşı lında kapitalizmin doğasını ve gelişim sürecini kusursuz takınılacak tutum üzerine sosyalistlerin girişeceklebir biçimde özetlemekte. ri tartışmalarda asıl sorun şudur: Niçin savaşılıyor, “Savaş politikanın şiddet araçlarıyla devamından savaşı tezgâhlayanlar, yönetenler hangi sınıftandır? başka bir şey değildir.”[11] Kapitalist üretiminin yükse- Biz Marksistler, her türlü savaşın her türlü savaşın liş dönemlerinde, görece barışçıl koşullarda sürdürülen karşıtı olanların sınıfına dâhil değiliz. Diyoruz ki; ve bir bütün olarak dünya kapitalist sistemini oluşturan, bizim amacımız, sosyalist bir toplum sistemine ulaşemperyalist devletler ve farklı sermaye grupları arasında- maktır; bu sistem, insanlığın sınıflara ayrılmasını, ki çetrefilli ilişkiler sürecinde meydana gelen uluslarara- insanın insan, ulusun ulus sömürülmesini yok edesı tekelci rekabet, sistemin ekonomik güç dengesindeki rek, eninde sonunda savaş olanağını ve olasılığını da önemli değişimlere yol açan derin kriz dönemlerinde ve ortadan kaldıracaktır. Ama bu sosyalist sistemi kursınırlı paylaşım alanları üzerindeki egemenlik krizleri ma savaşında, her ulusun içinde sınıf savaşımının derinleştiğinde, yerini emperyalist savaşlara bırakır. Te- sürdürüldüğü koşulların, çeşitli uluslar arasında bir keller arasındaki uluslararası rekabetin, kapitalizmin do- savaşın çıkmasına neden olabilecek koşulları hazırğasından kaynaklandığını, bu rekabet için güdülen po- ladığını görürüz. Bu nedenle de devrimci savaşlar, litikaların, kapitalist devletler için kaçınılmaz bir süreç yani sınıf savaşımından doğan savaşlar, doğrudan ve olduğu bir kez kabul edildiğinde, sınırlı paylaşım alan- dolayımsız devrimci özellikleri olan savaşlar olasılıları üzerindeki rekabetin kaçınılmaz olarak emperyalist ğını yadsıyamayız. (…) Savaştan savaşa fark vardır. savaşları doğuracağını ve şiddet araçlarıyla sürdürülen Savaşı hangi tarihsel koşulların doğurduğunu, hangi bu politikaların yani bu savaşların da kapitalist dünya sınıfların yönettiğini ve hangi amaçlar için savaşıldısisteminin bir parçası olduğunu kabul etmek gerekir. Bu ğını bilmek gerekir. Bunu iyice kavramadıkça, savaş olur ve aynı zamanda, kalıcı barışın mutlak egemenliğini sür- konusundaki bütün sözlerimiz tümüyle boş [13] dürdüğü bir dünyanın, ancak ve ancak kapitalizme kar- konuyu aydınlatmaktan çok karıştırır.” Özetlerşı verilecek amansız bir savaşın ardından gelebileceğini sek, bir savaşın sınıfsal niteliği bizim savaşa ilişkin gede kavramak demektir. Devrimci Marksizm’in kurucu liştireceğimiz tutumumuzun belirlenmesinde belirleönderlerinin savaş, barış ve devrim konusunda bize ver- yici rol oynar. Bu durumda emperyalist savaşlara karşı Bolşevizm’in sergileyeceği tavır, Troçki’nin açıkladığı [9] Marks ve Engels, “Hindistan’da İngiliz Egemenliğinin Gelecek- biçimde “küçük burjuva pasifizminin acımasız bir teki Sonuçları”, Sömürgecilik Üzerine, Sol Yay. Kasım 1997, sf.92- teşhiri ve emperyalizme karşı sürdürülen sınıf müca93 delesiyle gerçekleşebilir”[14] [10] Marks ve Engels, Komünist Manifesto ve Komünizmin İlkele[12] Lenin, Sosyalizm ve Savaş, Sol Y. sf.11 ri, Sol Y. Kasım 1993, sf.113-114 [11] Bu söz, savaş felsefesi ve savaş tarihi üzerine yazılar yazmış [13] Lenin, Savaş ve Devrim, “Sosyalizm ve Savaş” içinde. Sol Y. ünlü Clausewitz’e aittir. Marksistler arasında kullanımı oldukça sf.114 yaygın olan bu tespite Lenin de sık sık başvurur. ___[14] Troçki, Emperyalist Savaş ve Dünya Proleter Devrimi, Yazın
11
Marksist İşçi Emperyalist savaşlar söz konusu olduğunda, en çok kafa tirmiştir. Günümüzde sömürgelerin tamamına yakını karışıklığının görüldüğü nokta, “haklı savaşlar – haksız siyasal bağımsızlıkları vermiş oldukları “ulusal kurtuluş savaşlar” ayrımıdır. Bu, bir taraftan dile getirdiğimiz mücadeleleri” sonucunda kazanmışlardır. Buna karşın gibi emperyalizme karşı verilecek sınıf mücadelesiyle il- emperyalist dünya sisteminden bağımsız olamayacakgilidir, diğer taraftan da“Ulusal Kurtuluş Mücadeleleri” larını daha önce açıkladık. Burada önemli olan nokta sorununu içinde barındıran bir ayrımdır. Öncelikle bi- hâlihazırda bağımsızlıklarını elde etmemiş ulusların verraz önce açıkladığımız gibi, savaşın sınıfsal niteliği bu dikleri mücadelelerin, proletaryanın sınıf mücadelesinin noktada da belirleyici rol oynar. Buradan bakıldığında uluslararası çıkarlarıyla çelişip çelişmediğidir. Bolşevizm da her sınıf savaşı, yani burjuvaziye karşı proletaryanın açısından bu mücadelelerin haklılığı ya da tersi durum sürdürdüğü her savaş, her zaman haklı ve ilerici bir savaş bu çıkarlara bakılarak anlaşılabilir. Bu, her ulusal müolarak algılanır ve desteklenir. Ve hemen belirtelim ki, cadelenin ayrı ayrı değerlendirilmesi gereğini doğurur. kapitalizme karşı verilen devrimci proletaryanın bu sınıf Proletaryanın devrimci mücadelesinin çıkarları açısınsavaşı, Leninist-Troçkistler için her zaman önceliklidir, dan bir ulusal kurtuluş mücadelesinin taşıdığı ilerici karşımıza çıkan tüm sorunlar karşısında geliştireceğimiz ya da tersi role, ancak o mücadelenin tarihsel gelişim tavır, bu sınıf savaşının çıkarlarına tâbidir. süreci içerinde, mülkiyet ilişkilerinin değişim sürecine, Sınıf savaşı kadar öncelikli olamamakla birlikte, Leni- mücadele edilen ülkenin gelişmişlik düzeyine ve bu ülnistler için bir haklı savaş daha vardır. O da, “Ulusal kenin dünya kapitalist sistemi içerisinde oynadığı role, Kurtuluş Mücadelesi”nin doğurduğu savaşlardır. Bu ko- bu ülkedeki işçi sınıfının bilinç ve örgütlülük düzeyine nuda Lenin’in haklı savaş anlayışını, ilk saldıranın kim ve daha birçok faktörün karşılıklı etkileşimlerine bakılarak karar verilebilir. Eğer değerlendirme işçi sınıfının olduğuna bakmaksızın haklı (savunma) savaşları, “ulusal kurtuluş” için verilen savaşların bazılarının “ilerici devrimci mücadelesinin çıkarlarıyla çelişmiyorsa, sürdüburjuva niteliğine” bağlayarak açıkladığını ve sorunu bu rülen ulusal kurtuluş mücadelesi ve bu sürec içerisinde kapsamda değerlendirdiğini görürüz. “Bir başka deyiş- doğacak olan savaş, haklı olarak nitelendirilecek ve Lele, bu savaşların başlıca içerikleri ve tarihsel anlam- ninist-Troçkizm tarafından desteklenecektir.
Küreselleşme mi, Emperyalizm mi? Anti – Emperyalist Mücadele’nin perspektiflerini ortaya koymadan önce, günümüzde hayli gündem teşkil eden, neredeyse tüm siyasal tartışmalarda adı geçen “küreselleşme” kavramına da değinmekte yarar var. Gerçi, metnin bütünlüğü içinde ve günümüz dünyasının çizilen tablosu eşliğinde “küreselleşme” kavramının pek de doyurucu olmadığı ve emperyalizmin, zaten hâlihazırda sürmekte olan dönemi tanımladığını çok net bir biçimde gördük. Yine de bu kadar adı geçen, burjuva ideologları ve onlara “karşı” çıkan küçük burjuva pasifistleri tarafından sıkça dillendirilen “küreselleşme” kavramına kısaca yakından bakmakta yarar var. Bürokratik diktatörlüklerin birbiri ardına çöküşünden sonraki tarih evresinde burjuva ideologları tarafından ortaya atılan “küreselleşme” sözcüğü, bizzat bir burjuva ideolojisi olarak, emperyalizm kavramının unutturulma çabasını ifade eder. Gerçekten de, emperyalizm, bu süreçte ortaya çıkan kimi değişimlerin tanımlanmasında haydi haydi yeterlidir. Bu değişmeler, uluslararası kapitalist sistem içinde, çokuluslu şirketlerin nitel ve nicel önemlerinin artması ve buna bağlı olarak gelişen süreçte ekonomide meydana gelmiş bazı yapısal değişimlerdir. Bu bir taraftan çöken bürokratik diktatörlüklerin ve dönemin “bağlantısız” ülkelerinin kapitalizmle entegre olma sürecidir de. Sonuçta tüm bunlar olsa olsa, “eşitsiz ve bileşik gelişim”in dünya ölçeğinde iyiden iyiye şiddetlendiğini gösterir ve emperyalist kapitalist dünya sisteminin özünde meydana gelen bir değiş___ 12
ları, mutlakıyeti ve feodalizmi devirmek, hiç değilse bu kurumların temellerini sarsmak ya da yabancı boyunduruğundan kurtulmaktı. Onun içindir ki bu savaşlar ilerici savaşlardı ve bu gibi savaşlar verilirken bütün içten devrimci demokratlar ile sosyalistler, feodalizmin ve mutlakıyetçiliğin temellerini yıkan ya da en azından sarsan, ya da yabancıların baskısına karşı savaşım veren tarafa (yani burjuvaziye) daima sevgi duymuşlardır.”[15] Yine Lenin, “Feodalizmin, mutlakıyetin ve yabancı zumlunun devrilmesinden önce proletaryanın sosyalizm için vereceği savaşımın gelişmesi olanaksızdı. Böyle bir dönemin savaşları ile ilgili olarak ‘savunma’ savaşının meşruluğu üzerine söz ederken, sosyalistler, daima sonu ortaçağ kurumlarına ve köleliğe karşı devrime çıkacak olan bu amaçları göz önünde bulundurmuşlardır. ‘Savunma’ savaşı ile sosyalistler, her zaman bu anlamda ‘haklı’ bir savaşı kastetmişlerdir. Sosyalistler, yalnızca bu anlamda ‘anayurdun savunulması için’ verilen savaşlara ya da ‘savunma’ savaşlarına, meşru, ilerici ve haklı savaşlar gözü ile bakmışlar ve bakmaktadırlar.”[16] açıklamasını yaparak, proletaryanın vereceği sınıf savaşının gerek koşullarını hazırlaması ve sosyalizm mücadelesinin olanaklarının yaratılması bakımından ulusal kurtuluş mücadelelerini destekleneceğini dile geY. (vurgu bizim) [15] Lenin, Sosyalizm ve Savaş, Sol Y. [16] Lenin, Sosyalizm ve Savaş, Sol Y. (vurgu bizim)
Marksist İşçi meyi ifade etmediği gibi, tersine, kapitalizmin çürüme ve doğurmasını beklemek, hayalcilik olur. Ulus devletin çöküş çağı olan emperyalizmin, tüm insanlığın yıkımına ortaya çıkmasının arkasında yatan kritik etken, feodasebep olsa bile, kendini devam ettirebilmek için gerçek- lizmin dayandığı dağınık egemenlik alanlarının tasfiye leştirdiği kimi yapısal dönüşümlerin dönemsel teorik edilip, tek bir egemenlik alanının oluşmasının kapitalist ifadeleri olarak yansır. Nasıl bir zamanlar, “sosyal devlet” sermaye birikimi için bir zorunluluk olmasından ileri kapitalistlerin dünya ekonomisindeki durgunluk eğili- gelir. Bu aynı zamanda kapitalizmin varlık koşulu olaminden çıkmak için kullandıkları bir araçsa, şimdide rak doğan ve onu içten içe kemiren çelişkilerden biridir küreselleşme ile allanıp pullanan neo-liberal politikalar, de. Bu olgunun kendi içinde barındırdığı karşıtlık, kaaynı işlevi görmektedir. pitalizmi gitgide kendi sonuna doğru sürüklemektedir. Küreselleşme konusunda en çok tantana belki de üretici Diğer taraftan “küreselleşme” denen şeyin, egemenlik güçlerin gelişmekte olduğu, bu sebepten dolayı da ar- alanlarını yeniden organize etmesi, sermayenin ulustık klasik teorilerin eskidiği yönünde koparılmaktadır. lararası entegrasyonu doğrultusunda ulus devletleri de Bu çok büyük bir yalandır, çünkü üretici güçlerden kast yeniden yapılandırılmasıdır. Bu süreçte tasfiye edilen edilen şey salt tekniğe ve onun bir yönü olarak teknolo- olsa olsa az gelişmiş ülkelerin siyasal egemenlikleridir, jiye indirgeniştir. Hâlbuki “Bir Marksist için, üretici yoksa gelişmiş kapitalist ülkelerin güçlü ulus devletleri güçlerin gelişmesi, üç parçadan oluşan bir kategori- değil. Bu süreç özellikle az gelişmiş ülkeler için bağlıyıdir: insan, teknik ve doğa. En önemli üretici güç in- cılığı olan uluslararası anlaşmalarda kendini açığa vuran sandır ve somut olarak da işçi sınıfıdır, köylülerdir neo-liberal dayatmalardır. Emperyalizm, ulusal kaynakve tüm emekçilerdir. Dolayısıyla biz, eğer insanın ların dağıtımında çokuluslu şirketlere öncelik tanıyan ve sömürü koşullarının güvenliğini üstlenen bir devlet ve doğanın zenginleşmesini, örneğin insanın doğa ve toplum üzerinde daha büyük bir denetim sahibi yapılanması arzulamaktadır az gelişmiş ülkelerden. Ve olmasını sağlamıyorsa teknolojik gelişmenin üretici dünya işçi sınıfını da ulus devletlerin artık aşıldığı yögüçlerin gelişmesi olmadığını ifade etmekteyiz. Aynı nünde inandırmaya çalışmaktadır. bilim ve eğitim gibi teknoloji de ona verilen sınıfsal kullanıma göre kendisini üretici veya yıkıcı bir hale dönüştürebilen nötr bir olgudur. Atomik enerji, dev bir bilimsel ve teknolojik keşiftir ama bir atom bombasına dönüşmüş ve insanlık için bir trajedi olmuştur. Bu bombanın üretici güçlerin gelişmesiyle hiç bir alakası yoktur, tam tersine yıkıcı güçlerin gelişmesiyle ilişkilidir. Bilim ve teknoloji, insanın zenginleşmesine (üretici güçlerin gelişmesine) ya da insanlığın çürümesine ve yok olmasına yönlenebilir. Yönelişi nasıl kullanıldığına bağlıdır ve nasıl kullanıldığı da bunlar üzerinde egemen olan sınıfa bağlıdır. Üretici güçlerin gelişimi gerçek anlamda frenlenmiştir ama sadece emperyalizmin ve kapitalist özel mülkiyetin varlığından dolayı değil; bürokratik işçi devletlerini de aralarında saydığımız ulusal devletlerin varlığı da bu gelişimi frenlemiştir. Kapitalizmin can çekişmesi çağında bu ulusal devletler, feodalizmden kapitalizme geçiş süresinde kan davalarının oynadığı olumsuz rolün aynısı oynamaktadırlar.”[17]
Nihayetinde, açıkladığımız gibi, küreselleşme, bir ideoloji olarak, kapitalistlerin uluslararası çıkarlarının ifadesi olarak emperyalizmin, makyaj edilip sunulmuş halidir. Sonuçta, küreselleşme karşıtlığı gibi, küçük burjuva pasifizminin ve ulusal dar kafalılığın, kapitalizmin uluslararası yayılma eğilimine ket vurabileceği düşüncesi, başlı başına bir gerici ütopya olarak karşımıza çıkar. Önemli olan, kapitalist emperyalist dünya sistemine, bütünsel bir karşı çıkış, yani sosyalist dünya devrimi için uzun soluklu bir mücadeledir. Bu ise ancak, sabırlı ve bilinçli bir sınıf mücadelesinin sonucu olabilir. Peki insanlığı sınıfsız, sınırsız ve sömürüsüz bir dünyaya taşıyacak olan mücadele hattı nedir?
Anti – Emperyalist Mücadele ve Enternasyonalist Hareket Emperyalist kapitalist dünya sisteminin karşısında artık sınıf mücadeleleri de uluslararası bir karakter kazanmıştır. Emperyalist çağda, devrimci parti tarafından ulusal mücadelenin hattının çizileceği ulusal program, uluslararası devrim programının bir parçası olmak durumunBurjuva ideologlarının sık sık dillendirdikleri bir diğer dadır. Uluslararası program kendini dünya partisinde husus da ulus devletlerin artık ortadan kalkmaya baş- billurlaştırır. Ulusal partiler de ancak bu dünya partiladıkları yalanıdır. 20. yüzyılla birlikte daha da belirgin sinin birer parçaları olmaları durumunda uluslararası bir görünüm alan ve artık mutlak anlamda belirleyici sınıf mücadelesine eklemlenebilirler ve dünya sosyalist olan dünya ekonomisi, kaçınılmaz olarak siyaset ve hu- cumhuriyetinin kurulması yolunda ilk adımı böylece kuk alanı üzerinde de bir baskı oluştursa da; bu bas- atabilirler. Bolşevik Leninist bir partinin önderliği ve kının kapitalizmin kendi eli ile ulus devleti tasfiyesini kadroları ancak dünya arenasındaki sınıf mücadelelerinin deneyimi, dünya partisinin pratiği içinde yetişir ve [17] Moreno, Geçiş Programının Güncellenmesi, Tez 14 ___ 13
Marksist İşçi gelişir. Troçki’nin dediği gibi, “Devrim ulusal arenada politikalarımızı belirleyen şey kapitalist devletlerin başlar, uluslararası arenada devam eder ve dünya ulusal çizgileri değil, proleter mücadelesinin kilometarenasında son bulur.” Gerçekten de enternasyonalizm re taşlarıdır.”[19] ve dünya devrimi perspektifi, emperyalist aşamadaki Bu gün, “İnsanlığın tarihsel krizi, devrimci önderlikapitalizmin devrilmesi için olmazsa olmaz gereklerdir. ğin krizine indirgenmiştir.”[20] Bu önderlik bunalımıEmperyalist savaşlar karşısında, Bolşevikler için tutula- nı aşacak olan parti, bağımsız sınıf mücadelesinin gerekcak saf şu ya da bu kapitalist odağın savunusu değil, pro- lerini yerine getiren, sürekli devrim anlayışını yaşamsal leter devrimci mücadelenin bağımsız sınıf politikasıdır. kılan militan bir partidir. Bu parti, emperyalist savaşlara Manifesto’da denildiği gibi, “komünistler tüm dünya karşı, sınıf savaşını yükseltecek; kapitalist sömürüye karproletaryasının en geniş ve ortak çıkarlarını savu- şı, sosyalizm bayrağını göndere çekecektir. O parti ve nurlar.”[18] Bugün o çıkar, emperyalist kapitalist dünya partinin öncülük ettiği devrimci işçi sınıfı, yeni bir çağ sisteminin devrilmesidir. Troçki’nin dediği gibi, “Ulu- açacaktır. Sınıfsız ve sömürüsüz bir dünyanın çağını, insal savunuyu vaaz eden bir “sosyalist”, çürüyen kapi- sanın insanla ve tabiatla uyumunun sağlandığı, gerçek talizmin hizmetindeki bir küçük-burjuva gericidir.” özgürlüğün tüm bireyler için var olduğu, cennet haya“Emperyalist bir savaş kapitalist egemenliğin devlet lini yeryüzü gerçekliğine taşıyan çağı, sosyalizm çağını biçimi sorunu üzerinde durur. Her ulusal burjuva- açacaktır. O güne kadar, saflar sıklaşırken, mücadele tek zinin önüne ulusal kapitalizmin kaderi sorununu ve tek tüm fabrikalarda örgütlenirken, meydanlardan, sotüm ülkelerin burjuvazisinin önüne de genel olarak kaklardan, fabrikalardan sloganlarımız emperyalist kakapitalizmin kaderi sorununu koyar. Ancak bu ne- pitalist dünya sistemine meydan okuyacaktır: denle proletarya da sorunu şöyle koymak zorundaYa Barbarlık, Ya Sosyalizm! dır: Kapitalizm mi yoksa sosyalizm mi, emperyalist kamplardan birinin zaferi mi yoksa proleter devrim Ya Emperyalist Yok Oluş, mi?” “Proletaryanın görevi ulusal devletin savunulYa Enternasyonalist Kurtuluş! ması değil, onun tam ve kesin tasfiyesidir.” “Bizim [18] K. Marks – F. Engels, Komünist Manifesto
[19] Troçki, Lenin ve Emperyalist Savaş [20] Troçki, Geçiş Programı, Yazın Yay. sf.13
OKUR MEKTUPL ARI
Tuzla Tersanelerine Ziyaret Merhaba, Tuzla tersanelerinde 15 günde 5 işçinin ölmesinin ardından gerçekleştirilen, Genç-Sen aracılığı ile dâhil olduğum, Limter-İş’e bağlı işçilere moral ziyaretini sizinle ve okurlarınızla paylaşmak istiyorum.
Banliyö trenine binerek ulaştığımız Tuzla’da, Genç-Sen faaliyetlerini yürüten bir grup öğrenci ve Almanya’dan gelen sendikacılardan oluşan bir ekiple beraber idik. Almanya’dan gelen VER-DI (Vereinte Dienstleistungsgewerkschaft – Birleşik Hizmet Sendikası) üyesi sendikacılar genç insanlardı. Tuzla Tersanelerindeki çalışma koşulları ve sendikalaşmanın önündeki engeller onları derinden etkilese de, iki ülke arasındaki mücadele koşullarının farklılığının onlarda sendikalizm yanılsaması yaratmış olduğu bazı tepkilerinde açıkça hissedilebiliyordu. Genç-Sen (Öğrenci Gençlik Sendikası) ise ziyaretin koordinasyonu hususunda oldukça zayıftı. Vaktinde buluşma yerine gelemeyenlerin sayısı o kadar fazla idi ki, bir tren seferini atlamak zorunda kaldık.
nin burada çalıştığı söylendi. Yani kayıt dışı çalıştırma bu bölgede inanılmaz boyutlarda. İş cinayetlerinin gündeme gelmesinin ardından gerçekleştirilen göstermelik teftişlerde bile, 99 madde başlığı altında 1061 noksan saptanmış. İşçiler de bize bunu dile getirdiler: “Güvenlik mandalı olmayan kancalar var. Elektrik kabloları zedelenmiş, prize fişsiz takılmış, ıslak zeminle temas ediyor. Seyyar kablolar askılarla iletiliyor. Elektrik panoları uygunsuz halde tutuluyor. Kompresörler önlem alınmadan bırakılıyor, testerelere korucuyu takılmıyor, kimyasallar ve gaz tüpleri uygunsuzca depolanıyor, iskeleler kazaya yol açacak biçimde kuruluyor.” Sendikanın genel sekreteri Kamber Saygılı (ziyaretin ardından öğrendim ki, sendikal faaliyetlerinden ötürü Kamber Saygılı’nın işine son verilmiş) ise, tüm bu olumsuzluklara karşın, örgütlü mücadele ile kısmi de olsa bazı haklar kazandıklarından bahsetti: “Çalışma sırasında kullandığımız koruyucu baretler sendikal mücadelemiz sırasında kazandığımız bir hak. Yine yemekhanelerin yapılmasını da mücadele sonucunda kazandık. Eskiden açıkta ve tahta iskelelerin altında yemek yiyorduk.”
Tuzla tersanelerinde 16 bin 173 işçinin çalıştığı söyleniyor, bunların 12 bin 427’si taşerona bağlı. Bunun yanın- Ziyaretin ardından ise sendika şubesinde gerçekleştirida daha geçen yapılan açıklamada 30 binden fazla kişi- len panelde sendikalaşma önündeki zorluklar ve müca___ 14
Marksist İşçi dele deneyimleri üzerine sendika başkanı Cem Dinç’in diye geniş okul bölgesine yayılmaları uygun görülmüş. yaptığı aydınlatıcı konuşmayı dinledik. Hatta “gereken” okullarda parmak iziyle giriş başlatıldı, kameralar zaten vardı, çantaların aranması, telefonların Bu ziyaret vesilesiyle gördüklerim ve duyduklarım bana yasaklanması gibi güvenlik önlemleri de cabası. Şimdi şunu bir kez daha hatırlattı: İşçi sınıfı örgütsüzse hiçbir hep beraber soralım: Bu güvenlik önlemleri bizim için şey, ama örgütlendiğinde, mücadeleye atıldığında her şey mi kendileri için mi? oluyor. Bu sendikalı ve sendikasız işçiler arasındaki farkta da belirgin biçimde ortaya çıkıyor. Tersanede çalışan Müfredatlara bakacak olursak, tabii ki onlar da yenisendikalı işçiler, verdikleri mücadelelerle işçi sınıfının lendi. Bu dönem kitapları artık daha sığ, daha ırkçı ve tümüne örnek oluyorlar. Onlar, insanca bir yaşam için dinci. Mesela, Bozkurtların Ölümü, Bozkurtlar Diriliverdikleri mücadeleleri, işçi sınıfının birleşik mücadelesi yor gibi sözde eserlerin sahibi kafatasçı, faşist Nihal Atile birleştirmek ve bunu, devrimci bir partinin önderli- sız edebiyat kitaplarında. Tabii ki Nazım Hikmet’in adı ğinde iktidar hedefine yöneltmek durumundalar. Çün- bile geçmiyor. Çevre ve insan derslerinde dünyadaki açkü hayatlarından başka kaybedecek bir şeyi olmayan bu lığı kaynak yetersizliğiyle açıklayan Malthus’u işliyoruz. insanların, kazanabilecekleri bir dünya var! Zorunlu din dersleri, ezberletilen dualar, yaratılan poleİstanbul’dan bir Marksist İşçi okuru - Öğrenci mikler dinci ve ırkçı öğrenci ve öğretmenlerin azınlıkta olan Alevi ve Kürt öğrencileri daha da sindirebilmesine Yeni Eğitim-Öğretim Dönemine Başlarken hizmet ediyor. Bu öyle sistemli bir baskı ki, kimliklerini Toplum sınıflı olduğu sürece eğitim egemen olanın di- açıklamayı bırakın, onların gerçekten de kendilerini böğerlerini eğme işleminden ibaret oluyor. Burjuvazi ide- lücü ve terörist hissetmelerine sebep oluyor. olojisini geleceğe taşımak için yılanın başını küçükten Gerici ve niteliksiz eğitim müfredatı kaldırılsın! ezme politikası uyguluyor. Biz öğrencilerin de “böyle Ana dilde, eşit, parasız ve bilimsel eğitim istiyoruz! gelmiş, böyle gider” düşüncesini benimseyerek olanaklı olanın yalnızca sınıflı, eşitsiz, ÖSS’li bir toplum olacağı- Her sektörde olduğu gibi eğitim sektöründe de en önemnı düşünmemizi istiyor. Oysa biz bu toplumun çarkları- li özneler yok sayılıyor. Okul öğrencisiz olmaz. Peki, nenı döndüren işçi ve emekçilerin çocukları olarak yaşadı- den okullarda öğrenciler yokmuş gibi davranılır? Yeni ğımız sıkıntıların çözümünü aramaktan korkmuyoruz. düzenlemeye göre okullar artık yarım saat geç açılıyor Bizim için yeni eğitim - öğretim dönemi tahmin ede- ve kapanıyor. Bu ne demek? Okula otobüsle gidenlerin ceğiniz gibi hâlihazırdaki sorunlarımıza yenilerinin ek- artık daha fazla trafik çekmesi demek, okuldaki temizlik lenmesiyle başladı. Bizim için yeni dönem demek; katkı işçilerinin yalnızca bir okulda çalışması, yani onlara 400 payları, yeni üniformalar, servis zamları ve kayıt sırasın- lirayla geçin demek, öğretmenlerin de tüm gününün da toplanan zorunlu bağışlar demek. Milli Eğitim Baka- okulda geçtiğini düşünürsek bu uygulama kime yaradı? nı televizyonlara çıkıp “Kayıt parasını ödemeyin!” diye Hiç kimseye ancak “Emir demiri keser” dedi müdürübağrınırken, okullara ise, biriken su ve elektrik borçla- müz. rını kayıt paralarından karşılamaları öğütleniyor. İster istemez veliler çocuklarının eğitim haklarını satın almak Okullarda seçmeli dersi seçebilme, derse girecek öğretzorunda kalıyor, maddi durumu yetmeyenlerse bu hak- menlere müdahale edebilme, bizim için verilen kararlatan yoksun kalıyor. Okulda para vererek aldığımız eği- ra itiraz edebilme hakkı istiyoruz. Herkese söz hakkı! tim yetmiyormuş gibi bir de dersanelere para dökerek Günde 7-8’e çıkan ders saatleriyle öğretmenlere de; 3-4 eğitim almak zorunda bırakılıyoruz. Yine parası olanlar kişinin yapabileceği temizliği 1 ya da 2 kişinin yaptığı ortalama bir ailenin aylık masrafları kadar parayı özel düşük ücretli hademelere de söz hakkı verilmesini istiderslere vererek ÖSS’de 100.000’in içinde yer alırken, yoruz! 1.400.000’i yarışta onlarla aynı kulvarda bile koşamıyor. Okullarda şiddet bahane edilerek oluşturulan idarePara için değil herkes için eğitim diye bağırmanın vak- polis işbirliğine, eğitimi de alınır satılır hale getiren bu tidir! sisteme, zorla toplanan aidat paralarına, bağışlara sessiz kalmayalım. Bu müfredatın, sınavların ve YÖK’ün Bu sene uygulamaya konulan kurallar artık bizi daha faz- burjuvaziye hizmet eden ‘80 sonrası icatlar olduğunu la düşünüyormuş (!) Mesela, uyuşturucu kullanmayalım unutmayalım; ortak talepler ve sloganlarla eylem birliği diye artık okul kapılarında resmi üniformalı polis içeriyi oluşturup dağınıklığımıza son verelim! gözetliyor. Öte yandan, öğrencileri “ürkütmeden” sivil İstanbul’dan Marksist İşçi okuru liseliler polisler de devriye gezeceklermiş. Baskı “hissetmeyelim” ___ 15
“Başkaları hesabına çalışmaktan, yerine getirilmeyen isteklerden ve yalnız bırakılmışlıktan yılmış halk kitleleri üzerine her yerde büyük ağırlıkla yüklenen ruhsal baskı biçimlerinden biri dindir. Doğaya yenik düşen ilk insanların tanrılara, şeytanlara, mucizelere ve benzeri şeylere inanmasına yol açışı gibi, sömürülen sınıfların sömürenlere karşı mücadeledeki yetersizliği de kaçınılmaz olarak ölümden sonra daha iyi bir yaşamın varlığına inanmalarına yol açar. Din, bütün yaşamı boyunca çalışan ve yokluk çekenlere, bu dünyada azla yetinmeyi, kısmete boyun eğmeyi, sabırlı olmayı ve öteki dünyada bir cennet umudunu sürdürmeyi öğretir. Oysa yine din, başkalarının emeğinin sırtından geçinenlere bu dünyada hayırseverlik yapmayı öğreterek, sömürücü varlıklarının ceremesini pek ucuza ödemek kolaylığını gösterir ve cennette de rahat yaşamaları için ehven fiyatlı bilet satmaya bakar. Böylelikle din, halkı uyutmak için afyon niteliğindedir. Din, sermaye kölelerinin insancıl düşlerini, insana daha yaraşan bir yaşam isteklerini içinde boğdukları bir çeşit ruhsal içkidir. (…) Devlet açısından ele alındığı sürece, dinin kişisel bir sorun olarak kalmasını isteriz. Ancak, Partimiz açısından dini kişisel bir sorun olarak göremeyiz. Dinin devletle ilişkisi olmaması, dinsel kurumların hükümete değin yetkileri bulunmaması gerekir. (…)Sosyalist proletaryanın modern devlet ve modern kiliseden istediği, kilise ile devletin birbirlerinden kesinlikle ayrılmasıdır. (…) Dinin devletten ayrılması açısından, devrimci proletarya dini gerçekten kişisel bir sorun durumuna getirmeyi başaracaktır. Ve ortaçağ kalıntısı küflenmiş görüşlerden arınmış, bu siyasal düzende, proletarya, din aldatmacasının gerçek kaynağı olan ekonomik köleliğin kalkması için açık ve yaygın mücadele verecektir.” V. İ. Lenin