12 mayis2008

Page 1

MARKSİST İŞÇİ Ya Emperyalist Yok Oluş, Ya Enternasyonalist Kurtuluş!

www.geocities.com/marksistisci

Sayı 12 - Mayıs 2008

“Ekmek büyük insanlıktan başka herkese yeter, Pirinç de öyle, Şeker de öyle, Kumaş da öyle, Kitap da öyle…”

02 • Gündem / Analiz Ekmek Büyük İnsanlıktan Başka Herkese Yeter ..................................................................... 03 • Değerlendirme 1 Mayıs 2008’in Ardından .................................................................................................. 05 • Gündem / Analiz Biyodizel: Kapitalizmin Eski Dostu, Yeni Mazotu ................................................................ 07 • Gündem / Analiz Pippa Bacca’nın Ardından ...................................................................................................... 09 • Kültür / Sanat Kitap: Nar Renginde Bir İklim ........................................................................................... 10 • Gençlik Gençlik Tuzla’ya Yürüdü ..................................................................................................... 11 • Okur Mektupları İlbek Direnişinin Ardından - Zorun Rolü ve İşçi-Öğrenci Olmak ................................................ 12 • Sunuş

Yolumuz Açık Olsun ..........................................................................................................

İşçi Sınıfının Gücü Üretimdeki Yeridir, Umudu İse Uluslararası Örgütlü Mücadelesi Olacaktır!


Marksist İşçi

YOLUMUZ AÇIK OLSUN Marksist İşçi, bundan tam bir yıl önce ilk sayısını çıkardı. Amacı, insanlığın tarihsel krizinin, devrimci önderliğin krizine indirgenmiş olduğu gerçeğinden hareketle, işçi sınıfının kendi kurtuluşunu sağlayacağı devrimci partinin, enternasyonalist zeminde inşası yolunda bir adım atmaktı.

Enternasyonal’in kuruluşunda temsil ettiği değerler, program anlayışı ve ideolojik-teorik miras ile devam etmiştir. Ve son olarak Latin Amerika’da, tüm dünyadaki revizyonist sapmalara karşı, Devrimci Marksizm’in bayrağını, kitle seferberlikleri içinde devrimci partinin inşa stratejisi ve proletaryanın devrimci diktatörlüğü kavrayışı ile Nahuel Moreno’nun Bu amaç doğrultusunda, önümüze hedef olarak koy- örnek devrimci mücadelesi dalgalandırmıştır.”[1] Biz muş olduğumuz 12 sayıyı bu ay itibariyle tamamla- de bu bir yıl boyunca bu bayrağı daha ileri taşıyabilmış bulunuyoruz. Bu bir yıllık süreçte, yayınımız bir me hedefi ile hareket ettik. dizi teorik ve politik konuya açıklık getirdi. Bunlar arasında kuşkusuz en önemlisi, Türkiye’de yaşanan Öte yandan, bu bir yıllık deneyim bize yayının, korejim krizi üzerine yayınladığımız tezlerdi. Nere- lektif örgütleyici gücünü bir kez daha gösterdi. Budeyse tüm gündem yazılarımız bu tezlerin sunduğu gün yayınımız nitelik olarak ulaştığı nokta vesilesiyperspektiften hareketle bağımsız sınıf politikası ek- le, dayandığımız geleneğin ve inşa perspektifimizin seninde kaleme alındı. Tüm politik öngörülerimiz gerekleri açısından, bize daha güçlü adımlar atabilgerçek hayatın içinde doğrulandı. Bunun dışında, me olanaklarını yaratmıştır. Bu olanakları daha veseçimlerde devrimci partinin pozisyonu ne olma- rimli kullanabilme istemiyle, bir yıllık süre sonunda lı sorusuna yanıt veren; tarihsel perspektifi içinde yeterlilik vererek, yayınımızı sonlandırıyoruz. enternasyonalizmi açıklayan; anti-emperyalist mücadele hattını bir bütün olarak ortaya kayan bir Marksist İşçi, bir yayın olarak son buluyor. Ama dizi teorik makaleyi de kaleme aldık. Kapitalizmde inşamız, daha güçlü bir şekilde sürüyor. “Bizler kentleşme sorunundan, Şubat Devrimlerinin nite- enternasyonalist, Devrimci Marksist partinin inşa liğine kadar, oldukça geniş bir yelpazede hazırladık yolunun, Leninist – Troçkist önderliğin geliştidergimizi… Sürekli Devrim’i, gerek işçi sınıfı için, rilmesinden; kitle mücadelesi içinde mevzileşmiş gerekse boyundurukluk altındaki ezilen halklar için kadroların, ideolojik, teorik, politik, programatik bir kurtuluş yolu olarak tanımladık. Eksik bırak- ve örgütsel olarak yetiştirilmesinden; proletaryanın tığımız konular elbette var. Ama gerçekleştirmeyi ve emekçi kitlelerin öncü kadrolarının, devrimci başardıklarımız, bize bunları da hayata geçireceği- önderliğin inşasına kazanılmasından; durmak bilmizin resmini çiziyor. meksizin sürdürülen bir ajitasyon, propaganda ve örgütlenme çalışmasından ve yeniden inşa edilecek Geleneğimiz, “ yüz elli yılı aşkın süredir verilen olan Sosyalist Devrimin Dünya Partisi ile bütünsosyalist dünya devrimi mücadelesinin geleneğidir. leşmekten geçtiğini biliyoruz.”[2] Bu inşada bize İşçi sınıfı, bu Enternasyonalist savaşımında, Marks, destek olan tüm yoldaşlara selam olsun, yolumuz Engels, Lenin ve Troçki’nin bilimsel ve devrimci ışı- açık olsun! ğıyla aydınlanmaktadır. Marks ve Engels’in Komünistler Birliği’nden Birinci Enternasyonal’e uzanan teorik ve politik mücadeleleri ile başlayan, Lenin döneminin Bolşevik Partisi ile devam eden işçi sınıfının devrimci Enternasyonalist geleneği, Üçün- [1] M.İ. Sayı 01, Haziran 2007, Neden Marksist İşçi? cü Enternasyonal’in ilk dört kongresi, Dördüncü [2] A.g.e. ___ 2


Marksist İşçi

“Ekmek, büyük insanlıktan başka herkese yeter, Pirinç te öyle, Şeker de öyle, Kumaş ta öyle, Kitap ta öyle...” Dünya çapında emekçi kitleler açlıkla mücadele ediyor... Haiti’den Mısır’a kadar kitleler yaşama hakları için sokaklardalar. Çünkü akıldışı kapitalist sistem bu sefer de insanlığı bir gıda krizi ile karşı karşıya bırakmakta. Son üç yılda gıda fiyatları yüzde 83 oranında arttı, son bir yıla baktığımızda ise bu oran pirinçte yüzde 68, buğdayda ise yüzde 85. Artan gıda fiyatlarıyla düşük ücretler arasındaki çelişki ise işçi-emekçi kitlelerin fiziki varlığını tehdit etmekte. Hâlihazırda 800 milyon aç insanın bulunduğu dünyamızda 10–15 yıl içinde bu sayının 1 milyarı geçeceği hesaplanıyor. Peki neden? ‘Yetersizlik’ ya da artan nüfus yüzünden mi? Hayır. Bugün kapitalist sistemin tüm tahrip edici niteliğine rağmen -hâlen- yeterli tarım alanlarına sahibiz, teknoloji de artan nüfusu doyurabilecek hız ve kapsamda. Ancak kapitalist sistem adil bölüşüm niteliğinden yoksun. Piyasaları belirleyen kâr güdüsü, tarım sektöründeki tekeller için de geçerli. Bu yüzden temel gıda ürünlerinin bir kısmı (Mesela Amerika’daki mısır üretiminin üçte biri) daha kârlı görüldüğü için yakıta dönüştürülmekte. Öte yandan birçok bölgede tarım alanları tahrip edilmekte. Ardından arz ve talep miktarları karşılaştırılarak, talep, ürünün artan fiyatı ile dengelenmeye çalışılmakta. Ve piyasaları belirlediği söylenen o ‘görünmez el’ bizim soframızdan çaldıkları ile yine bizlerin ürettiği ama sahip olamadığı otomobillerin benzin depolarını doldurmakta.

Ya demokrasi? Gözleri yıllardır ‘demokrasi yalanı’ ile doyurulmaya çalışılan kitlelerin büyük mücadeleler sonucu elde ettikleri demokratik, ekonomik ve sosyal kazanımları tek tek gasp edilirken; ekmekten, pirinçten nasiplenemeyen, hâlihazırda sağlık ve emeklilik haklarını da yitirmiş Türkiyeli işçi-emekçilerin gündemleri demokrasi ve laiklik tartışmaları ile doldurulmaya çalışılıyor. ‘Anti-laik eylemlerin odağı’ olduğu gerekçesi ile hakkında kapatma davası açılmış AKP, savunmasını ‘demokrasi manifestosu’ olarak niteliyor. Hemen ardından da demokrasi tanımını yapmaktan geri durmuyor: Ayaklar baş olursa kıyamet kopar. Açıktır ki, AKP demokrasiyi ‘başların’ -ki bu durumda sermaye sahipleri ve onların sözcülerinin- iktidar mücadelesinden öte görmüyor. Sözcülüğünü yaptığı sermayenin demokrasisinden işçi-emekçi kesimlerin sofrasına yine pay düşmüyor. Göstermelik değişikliklerle AB’ye hoş görünmeye çalışadursun; rejim, işçi ve emekçi kesimlere ve Kürt halkına karşı, baskı-inkâr-imhaya dayalı yüzünü göstermekten geri kalmıyor.

Geçtiğimiz ay gerçekleştirilen 301. madde değişikliği bu durumun örneklerinden yalnızca biri. AKP’nin demokratlığının en büyük icraatlarından biri olarak göstermeye çalıştığı bu değişiklik, demokratik kitle ve sınıf örgütlerinin önerileri yok sayılarak, kaldırılsın talepleri Türkiye’de de durum dünyadaki örneklerinden farklı duymazdan gelinerek gerçekleşmiş; Türklük yerine Türk değil. Pirincin son bir yıl içinde yüzde 130 arttığı be- milleti, Cumhuriyet yerine Türkiye Cumhuriyeti gibi lirtiliyor. Bu oran bulgurda yüzde 155’e yükseliyor. Er- değişiklerden ibaret kılınmıştır. Değişiklik oylamasına doğan bizi etkilemez diye dursun mali krizle birleşen damga vuransa değişikliği sunan vekillerin dahi kim gıda krizi hanelere bir kara bulut gibi çökmüş durum- daha Türkçü tartışmasına dâhil olmasıdır. Sadece bu örda. İşçilerin alım gücü hızla düşmekte. Harcamalarının nek bile değişikliğinin nasıl bir algı ile gerçekleştiğini ve ağırlıklı bölümünü gıdanın oluşturduğu kesimler açı- doğal olarak sözde açılımın sınırlarını göstermektedir. sından açlık ve yoksulluk yaygınlaşmakta. (Nisan 2008 Değişikliğin ardındaki zihniyet yasayı çıkaran zihniyetten itibariyle dört kişilik bir aile için hesaplanan açlık sınırı farksızdır. Ama gelin biz tartışmayı geliştirmeye yöne717,07 YTL ve yoksulluk sınırı 2.335,73 YTL. Bir aylık lik birkaç hatırlatma yapalım: Terörle Mücadele Yasaçalışmanın karşılığı olarak elde edilen net asgari ücret ise sı, TCK’da Atatürk’e hakareti düzenleyen madde, yine sadece 435 YTL) TCK’da halkı askerlikten soğutma suçunu tanımlayan madde ve halkı sosyal sınıf, ırk, din, mezhep, dil, böl___ 3


Marksist İşçi gesel farklılıklara dayanarak kin ve düşmanlığa tahrik araçlarına sahip olmayan üreten kesimlerin, yönetimde etme suçunu tanımlayan madde vb. de ifade özgürlü- söz sahibi olamadığı, toplantı ve örgütlenme hakkından ğüne yönelik kısıtlamalar içermektedir. Eğer, bu sözde yoksun bırakıldığı bir burjuva demokrasisi krizi. değişiklik ifade özgürlüğünü koruma amacına yönelik ise niçin ifade özgürlüğünü kısıtlayan bu yasalar bu tar- R. Lüksemburg ‘barbarlık’, N. Moreno ise 1980’lerde tışmaya dâhil edilmemektedir? Çünkü AKP, uluslararası bir holocaust (toplu yıkım/insanlığın ve doğanın imarenada da öne çıkmış olan ve Türkiye Cumhuriyetinin hası) olarak öngördü bu krizin insanlık adına sonunu. anti-demokratik yapısının simgesi haline getirilmiş 301. Bugün bu öngörü bize hiç de uzak değil. Kapitalist yıkıMaddeyi değiştirme yoluna giderek AB ile uyum için- cı güçler insanı ve doğayı yok etme pahasına gelişimini de görünmeye çalışmaktadır. Yoksa amacı özgürlük- sürdürmeye çalışıyor. Sermaye sahipleri düzenin çarklerin ne korunması ne de arttırılmasıdır. Neticede, bu larını çıkarlarına döndürürken, düzene değer katan tek madde gücünü, bizzat devletin her türlü muhalif kişi ve güç işçi sınıfı ve onun büyük mücadeleler sonucu elde kesimleri bastırmaya yönelik yapılanmış ideolojisinden ettiği tüm demokratik ve ekonomik kazanımları çarklaalmaktadır. Tıpkı devletin gücünü bu ideolojiden alma- rın arasında ezilmeye çalışılıyor. sı gibi. Ve gücünü aldığı bu ideolojiden vazgeçmeyecektir. 1 Mayıs 2008’de yaşananlar bu durumun en güncel Ancak, dünyada ve Türkiye’de işçi sınıfı bu çarkları durörneğidir. durabilecek güçte olduğunu tarihte defalarca göstermiştir. Onun gücü üretimdeki yeridir, umudu ise uluslararası Burjuvazi, işçi sınıfının uluslararası birlik, dayanışma ve örgütlü mücadelesi olacaktır! Devrimci partileri içinde mücadele günü olan 1 Mayıs’ta, işçi-emekçi düşmanı örgütlenmiş işçi sınıfının önderliğindeki kitleler sınıfsız, yasalara karşı tepkilerini alanlarda dile getirmek isteyen sömürüsüz, özgür bir dünyaya açılan sosyalizm mücadekesimleri, sermayenin iktidarına karşı bir tehdit olarak lesinin yollarını bu güç ve umutla öreceklerdir. görmüştür. Burjuvazinin sözcüsü olan AKP hükümeti, tüm sözde demokrasi safsatalarına rağmen, kitleleri asker-polis rejiminin yöntemlerine boyun eğdirmeye çalışmaktan gocunmamıştır. Kitlelerin en temel demokratik haklarından biri olan gösteri ve yürüyüş hakkını engellemiş, kendisinin de bir 12 Eylül partisi olduğunu, gücünü 12 Eylül’ün sınıfsal niteliğinden ve baskıcı yöntemlerinden aldığını gözler önüne sermiştir. Yaşananlar şu gerçeği tekrarlatmıştır: Bugün burjuva demokratik kazanımların bile tek gerçek savunucusu işçi sınıfıdır. “…ama umudu var büyük insanlığın” Kapitalizm ücretli emeğin yani bir bütün olarak proletaryanın sistemli sömürüsü ile beslenmektedir. Daha fazla kâr için daha fazla sömürmekte; işçi ve emekçi kesimlere karşı mali, politik ve askeri saldırganlığını artırarak sürdürmektedir. Bugün dünyada 2,5 milyar insanın 2 dolardan az bir paraya mahkûm edildiği sistemin adıdır kapitalizm. 1,1 milyar kişinin temiz içme suyuna erişemediği; saatte 1.200 çocuğun önlenebilir hastalıklar nedeniyle öldüğü düzenin adı. Bugün karşılaştığımız sorunlar mali kriz, gıda krizi diye nitelene dursun, emperyalist-kapitalist sistemin başlı başına bir kriz olduğu gerçeğini gizleyemez. Dünya nüfusunun yüzde 20’sinin, tüketimin yüzde 86’sını gerçekleştirdiği, geri kalan yüzde 80’in, yüzde 14 ile yetinmek zorunda bırakıldığı bir kriz. (UNDP, 2006) Ve aynı zamanda üretim ___ 4


Marksist İşçi

1 Ma yıs g eç ti, s ın ı f m ü c a d e le si d e va m e d i yo r !

1 M AY IS 2008'İ N ARDI NDAN 1 Mayıs Neyi İfade Ediyordu? İşçi sınıfının tüm dünyadaki birlik, dayanışma ve mücadele günü olan bir 1 Mayıs’ı daha ardımızda bıraktık. Geçtiğimiz sayımızda yayımladığımız deklarasyonumuzda da belirttiğimiz üzere, yaşadığımız 1 Mayıs; burjuvazinin kamplaşmasının keskinleştiği ve liberal kesim ile statükocu “laik” kesim arasındaki anlaşmazlıkta tarafların işçi sınıfının bilincini iyice bulandırıp desteklerini almaya çalıştıkları bir döneme denk düşmüştü. Aynı zamanda, SSGSS yasasının meclisten geçtiği ve buna paralel olarak emeğe karşı yapılan saldırıların ayyuka çıktığı, Kürt halkı üzerindeki geleneksel inkar ve imha politikalarının devam ettiği, emperyalist işgallerin sürdüğü ve TC’nin bu işgalleri bizzat desteklediği, asker-polis rejiminin anti-demokratik uygulamaları hiç yüzü kızarmadan uygulayabildiği bir dönemdi. Tüm bu sorunların tek gerçek çözücüsü olan işçi sınıfının da elbette ki, bu anlamlı gün içerisinde bu sorunlara dair dile getirebileceği pek çok talebi vardı ve 1 Mayıs günü bu taleplerin mücadelesinin günü olmalıydı. Tüm bunların yanı sıra, 1 Mayıs’ların Türkiye’deki kanlı tarihi 2008 1 Mayıs’ına da ayriyetten, bir önem daha yüklemekte idi. İlk kutlanıldığı tarihten itibaren yasaklar, kıyımlar ve kanlar ile karşılanan 1 Mayıs’ta, işçiler için, bu katliamların en büyüklerinden birinin yaşandığı Taksim meydanı, şüphesiz ki, büyük bir önem ifade etmektedir. İşte bu meydan, asker-polis rejiminin sınıf üzerindeki yasakçı politikalarının ve sınıfa karşı uyguladığı terörün fiili ifadesi haline gelmiştir. İşçi sınıfının kitlesel bir şekilde, kendi güncel taleplerini dile getire getire Taksim meydanına çıkması, bu talepleri bonopartist rejime karşı yönlendirmesi anlamına da gelecekti. 1 Mayıs Öncesi Süreç ve 1 Mayıs’ta Yaşananlar Tüm Türkiye’de 1 Mayıs gününün gündemine oturan, kuşkusuz ki, İstanbul’daki 1 Mayıs “direnişi” idi. Bu direnişe damgasını vuran en önemli şey de, burjuva devletin işçi, emekçi ve devrimciler üzerine uyguladığı devlet terörü idi. 1 Mayıs’ın çok öncesinde, sendikalar, meslek odaları ve Emek Platformu 1 Mayıs’ı Taksim’de kutlama konusundaki kararlılıklarını(!) ifade ettiler. 1 Mayıs öncesi dönemlerde SSGSS’ye karşı kitlenin “gazını almak” amacı

ile düzenlenen eylemlilik sürecinde, sınıf ister istemez hükümete karşı belirli talepleri dile getirmeye başlamıştı. 1 Mayıs’a yaklaşılan dönemlerde ise sendika ağaları artık 1 Mayıs’ı Taksim’de kutlamanın bir namus meselesi haline geldiğini ilan ettiler ve onca hengamenin, hak gasplarının içerisinde, tek sınıfsal talebimiz ‘’Taksim 1 Mayıs’ta Emekçinin Olacaktır!’ haline geldi. Bu süreç içerisinde DİSK ve Türk-İş 1 Mayıs’ta 500.000 kişiyi meydanlara yığacaklarını açıklıyorlardı. Fakat gelin görün ki, bu 500.000 kişiyi alanlara toplamak için, ne iş yerlerinde çalışmalar başlattılar, ne de işçiler için bir otobüs tutmaya tenezzül ettiler. Sonuç olarak da, Taksim’i tek sınıfsal talep haline getirmenin ve bu tek talepte ısrarcı olmanın bedelini de, yine işçi ve emekçilere ödettiler. Beklenen bombayı 1 Mayıs gününe saatler kala Türk-İş patlattı. Günlerdir eylemin önemini vurgulayan Türk-İş yönetimi eyleme katılmayacaklarını, ancak katılanlara saygı duyduklarını açıkladı. Bu yol ile de hem hükümet, hem de tabanı tarafından sıkıştırılan Türk-İş yönetimi, kendisine bağlı olan muhalif 11 sendikayı kırmadı, ayrıca ayrı bir eylem alarak sınıfsal taleplerin dillendirilmesine sebep olup hükümet ile karşı karşıya kalmamış oldu. Devlet de 1 Mayıs’a yaklaşılırken hiç boş durmadı, “önlemlerini” aldı, halkı sağduyuya davet etti. Emekçilere, “Bizi dinlemezseniz sizi döveriz” dedi, ve günü geldiğinde dediğini yaptı. 1 Mayıs sabahı devlet, daha horozlar ötmeye başlamadan, DİSK’in binasını kuşattı, pek çok emekçiyi hunharca darp etti ve yaraladı, DİSK binasının içerisine, sınıf düşmanlığı kinini kusarcasına, gaz bombaları fırlattı. Bu kinini sokaklarda tekmeledikleri, gaz bombasına boğdukları, hastaneye hapsedip bombaladıkları devrimcilere de kusmayı asla ihmal etmedi. Saat 14.29’da nihayet DİSK de kendine yakışanı yaptı, sınıfın taleplerini iyice boğazladığına emin olduğu noktada, üyelerinin içerisindeki bazı ‘kendini bilmezleri’ de bir güzel dövdürttükten sonra, bir kılıfını bulup, eylemi sonlandırma kararı aldı. Eylem, çeşitli devrimci grupların Taksim’i zorlama çabaları ve devletin bu gruplara karşı yaptığı vahşi saldırılar ile gün boyu devam etti. Kimi gruplar da, Taksim’i ele geçirmenin, ya da direnmenin zaferini(!) ilan etti. Burada sormak gerekir: 1 Mayıs’ın, birlik ve mücadele gününün ardından elimizde hangi sınıfsal talep kalmıştır? Bizim için 1

___ 5


Marksist İşçi Mayıs’ın anlamı seneden seneye Taksim’i ele geçirmek araçlara sahip olmamızı sağlayacak tek yolun da, bu yol midir? Tüm birlik ve mücadelemiz Taksim’i ele geçir- olduğunu kavramalıyız. Bu yüzden sendikalar içerisinde mek üzerine mi kuruludur? Biz işçi, emekçi ve işçiden mücadele eden devrimcilere ve çabalarını sürdüren, müemekçiden yana olanların başka sıkıntıları yok mudur? cadeleci sendika şubelerine büyük görevler düşmektedir. Buralarda bir yandan sınıfın örgütlülüğünü arttırmak 1 Mayıs Günü ile 1 Mayıs’ın Anlamı Ne Derece Ör- başlıca görevimizken, işçi sınıfının eylemliliğe kitlesel tüştü? olarak katılmasının propagandasını yapmak da bir o kaTüm dünyada olduğu gibi, Türkiye’de de bir işçi cephe- dar önemlidir. Ayrıca süreç her şeye rağmen umutsuzluk sini yaratmak acil bir gereksinim halini almış bulunmak- verici değildir. Çünkü burjuvazinin geliştirdiği son salta. Bu yıl da, bunca saldırının ortasında 1 Mayıs’ta işçi dırılar sonucunda ve burjuvazi arasındaki kamplaşmasınıfını bir araya getirecek, onu mücadeleye sürükleye- nın da etkisi ile sınıf içerisinde, devlete ve hükümete cek ve onu eğitecek kitlesel bir eyleme ihtiyacımız vardı. karşı tepkiler bir embriyo halinde olsa dahi oluşmaya Ancak dürüstçe kabul etmemiz gerekir ki, İstanbul’da başlamıştır. İşte bu tepkiler bizim mücadelemizin meşbu hedeflerin hiçbirine ulaşılamadı. Hatta tam tersine, ruluğunu arttırıcı bir niteliğe sahiptir ve kitle seferberliği sınıfın güncel taleplerini dile getirme şansı da, sendika ile parti inşa stratejisi içerisinde değerlendirilmesi elzem önderliklerince (bilerek ve istenerek) harcanmış oldu. olan bir fırsattır. Burada bir devrimci önderliğin rolü bir Kitleselleşmediği ve sınıfın diğer taleplerini içermediği kez daha ortaya çıkmaktadır. Çünkü böylesine kapsamlı için de, asker-polis devletinin baskılarına karşı koyabi- bir çalışma, ancak bir devrimci önderliğin sistematik bir lecek güce sahip olamadı. Ayrıca 1 Mayıs eylemine ka- çalışması ile mümkün olabilir. tılanların ezici bir çoğunluğu çeşitli devrimci çevrelerden oluşmaktaydı. Görünen o ki, ciddi bir tehlike ile de İşçi sınıfının kurtuluşu, onun kendi eseri olacaktır. Kendikarşı karşıyayız. Kitlesel 1 Mayıs kutlama geleneğimizi ni onun yerine koyanların değil. İşçi sınıfının seferberliğini kaybetmek üzereyiz. Çeşitli grupların kendilerini kitle- ve devrimci önderliğini oluşturmak için; ileri! nin yerine koyarak eyleme katılmalarının hiçbir anlamı yoktur. Zira eylemler kitleleri eğitmek içindir. Kitlelerin yerine geçmek için değildir. Geçen yıl da benzer olaylar yaşanmıştı. Geçen yılki değerlendirmemize çok benzeyen bir bilanço çıkarmak mümkün. Geçen yıl pek çok grup “İşte Taksim, İşte 1 Mayıs” diyerek zafer sarhoşluğuna kapılmışlardı. Oysa ki, geçen yılın Taksim “zaferinin” sınıfa kazandırdığı hiçbir talep ve günlük pratik sınıf mücadelesine sunduğu hiçbir katkı olmadı. Bunun yanı sıra, bu yıl daha iyi anlamaktayız ki, geçen yılın asker-polis devletine bir ‘ders’ vermediği, bu dersi ancak kitlesel olarak alanları dolduran işçi sınıfının verebileceği de ortaya çıktı. Sonuç olarak, bu “zafer” sarhoşluğunun bedeli de, sınıf taleplerini gündeme taşıyamayan ve kitleselliği azalan bir 1 Mayıs oldu. Sonuçlar ve Görevler Yaşadığımız 1 Mayıs’tan çıkarılması gereken en önemli sonuç, sendikaların elindeki gücün ne denli büyük olduğunun farkına varmaktır. İşçilerin kendi örgütleri olması gereken sendikalar, başlarındaki bürokrasi belası dolayısıyla sınıfın taleplerini rahatlıkla boğazlayabilmektedir. İşte ardımızda kalan 1 Mayıs günü bunun en son ve en somut ifadelerinden birini sundu bize. Bu yüzden sendikalar ile aramızdaki bağı güçlendirmeli ve bürokrasiye karşı verilen mücadelenin burjuvaziye karşı verilen mücadele ile kardeş olduğunun farkına varmalıyız. Ayrıca, asker-polis devletine karşı verilen mücadelede en emin ___ 6


Marksist İşçi

BİYODİZEL: KAPİTALİZMİN ESKİ DOSTU, YENİ MAZOTU Biçimsel bir yaklaşımla, tarımın, insanların temel ihtiyaçlarından biri olan beslenme taleplerine cevaben var olduğunu söyleyebiliriz. Ancak birazcık ekonomi politik bilgisi, tarımsal faaliyetin karmaşık yönlerini ve sorunlarını ortaya koymaya başlar. Velhasıl, kapitalizmde tarımın; hem gıda ürünlerini üretip, onların satımı üzerinden kâr etmek (bu sayede emeğin yeniden üretimi ve üretimin yeniden örgütlenmesine katkıda bulunmak), hem de gıda fiyatlarının sürekli olarak yükseltmesi ile ücretleri baskılamak gibi görevleri vardır. Bunun yanı sıra tarım, sanayiye ham maddeyi sağlayan ayrı bir üretim alanı olma vasfına da sahiptir. İşte bu vasıf insanlık tarihi açısından inanılmaz büyük bir önem arz eder. Feodal toplumda temel üretim aracı olan toprak, sanayi devrimi sayesinde, eskisi gibi bir zenginlik kıstası olmaktan çıkar ve ortaya çıkan yeni üretim araçları insanlığı çok hızlı bir şekilde ilerilere götürür. Sonuç olarak insanlık bugün, hem daha verimli ekim ve sulama tekniklerini bilmektedir, hem de topraktan elde ettiği ile, geçmişte aklına dahi getiremeyeceği bir biçimde çeşitli ihtiyaçlarını karşılayabilmektedir. Hatta insanlık, tarım ürünlerinden makineler için ihtiyaç duyulan enerjiyi dahi elde edebilmektedir. Bugün tüm dünyada üretimi hızla artmakta olan biyodizel, bu tip bir enerji kaynağıdır. Biyodizel (ve biyoyakıtların tümü), çeşitli tarım ürünlerinden (ayçiçek, mısır, soya, aspir, kolza...) elde edilen organik yağların, çeşitli baz ve alkollerle karıştırılarak dizel yakıta dönüştürülmesi ile elde edilir. Dizel motorların tümünde, motor çalışma prensibinde hiçbir değişiklik uygulanmaksızın biyodizel kullanmak mümkündür. (Hatta Rudolf Dizel ilk dizel motoru yerfıstığı yağı ile çalıştırmıştır.) Petrol kaynaklarının kısıtlı olduğu göz önünde bulundurulacaksa, bu imkanın ne denli önemli olduğu daha net anlaşılabilecektir. Fakat, biyodizel her ne kadar insanlık için çok ciddi bir teknik ilerleme sunmuş olsa da, maalesef kapitalist düzende teknik ilerlemeler insanlığın faydası için olacağı yerde, insan-doğa-teknik üçlü ilişkisi içerisinde, tüm insanlığı toplu yok oluşa bir adım daha yakınlaştır-

maktadır. Ne demeye çalıştığımızı biraz daha açıklayalım. Kapitalizm var olduğu andan itibaren, sefaletin artma yasasına paralel olarak, kronik ve git gide artan bir açlık sorununu yaratmıştır. Kapitalizmin, emperyalist aşamaya ulaşması da, gıda tekellerini doğurmuş, bu da besinin dünyadaki eşitsiz dağılımını daha da körüklemiştir. Kapitalizmin anarşik planlaması, az gelişmiş kapitalist ülkelerdeki tarımın git gide daha çok kâr getiren endüstriyel tarıma (sanayi için gerekli olan ham maddelerin üretimine) dönmesine sebep olmuştur. Bu süreç de bilinçsiz ekim ve yanlış sulama tekniklerinin sonucuyla, iklim değişiklikleri ve su sıkıntısı ile de paralel olarak pek çok toprağı kullanılamaz hale getirmiştir. Ardından da kapitalizm, yarattığı açlık sorununu; salt gıdanın eşitsiz dağılımı sorunu olmaktan çıkarmış ve bu sorunu verimliliği azalan ekim alanlarının artışı ile perçinlemiştir. Tarım üretiminin ihtiyaca göre değil, vaat ettiği kâra göre düzenlendiğini düşünecek olursak, öncelikle endüstriyel tarımın plansız programsız yapımı sonucunda iyice palazlanan açlık; bizzat gıda ürünlerinin daha çok kâr elde edecek bir biçimde değerlendirilmesi (insanlar için ekmeğin ham maddesi olarak kullanılması yerine, arabalara mazot olarak değerlendirilmesi) sonucunda insanlık tarihinin daha önce görmediği seviyelere çıkmıştır. Çünkü, petrol sanayisini darıltmadan, çok da kârlı bir şekilde değerlendirilen biyodizelin en sık kullanılan ham maddesi, Latin Amerika ülkelerinde temel besin maddesi olan mısırdır. Artık Latin Amerikalılar için mısır ekimi o denli kârlı bir hale gelmiştir ki, pek çok çiftçi mısır dışında hiçbir şey ekmemektedir. Çünkü mısır fiyatları 2000 yılından bu yana yaklaşık 2,5 kat artış göstermiştir ve bu artış devam etmektedir. Bunun bölge işçi sınıfına ve yoksul halkına olan bilançosu da, açlıkla terbiye edilmektir. Ayrıca biyodizelin tek dezavantajı açlığı arttırmak da değildir. Burjuvalar demektedirler ki, biyodizel karbondioksit salınımı sorununa çare olacaktır. Çünkü karbonlu yakıtlara göre çok daha az karbondioksit salmaktadır. Bu, her ne kadar doğru gibi görünse de aslında yanlıştır. Çünkü mısır eki-

___ 7


Marksist İşçi

mi için çok ciddi miktarlarda tarım ilacı ve azotlu gübre gerekmektedir ve de mısırdan etanol[1] üretmek için neredeyse etanolün kendisi kadar fosil yakıt gerekmektedir. Ayrıca mısır ekimi erezyon sorununu yanında taşımaktadır. (Şunu da eklemekte fayda var ki, dünyadaki tüm mısır ekim alanlarını etanol üretimi için kullansak dahi sadece ABD’deki otomobillerde kullanılan yakıt ihtiyacını karşılayamayız.) Tablo her ne kadar şekerkamışından etanol eldesinde daha iyi gibi görünse de, görünüş yine aldatıcıdır. Mısırın dezavantajlarına sahip olmayan şekerkamışında ise toplamayı kolaylaştırmak için şekerkamışı tarlaları önceden yakılmaktadır. Bu tarlalarda çalışan işçilerin içerisinde ise, yorgunluktan ölüm vakaları gözlenmektedir. Biyodizel eldesinde [1] Kimyasal formülü C2H6O olan etanol, etil alkol ya da bitkisel alkol olarak da bilinmektedir. Konumuz ile ilgisi de şurada yatar. Bitkisel yağlardan öncelikle etanol üretilir ve bu alkol, fosil dizel ile belirli oranlarda karıştırılarak biyodizel elde edilir. Ayrıca saf etanol de yakıt olarak kullanılabilmektedir.

diğer yağlı tarım ürünlerinin üretimi ise, amazonların katledilmesi sonucunu doğurmaktadır... Artık kapitalizm insanlığı öyles bir azap yoluna sürüklemiştir ki, kendi kasalarını doldurmak adına tüm insanlığın karınlarını boşaltmaktadır. İşçi sınıfı bugüne kadar karın tokluğuna çalışmıştı. Bugünden sonra ise, bu bile pek mümkün olamayacak. Çünkü, topraklar sulanamayacak ve ekilemeyecek hale gelmekte, ekilebilenleri de ihtiyaç için değil, daha kârlı işler için kullanılmakta. Sonuç olarak da burjuvazi gerçek bir gıda krizini kapıya dayatmış bulunmakta. Bugün tek çözüm tüm dünyada bir planlı ekonomi oluşturmaktadır. İşçi sınıfı bilmektedir ki, onun karnını doyurabilecek tek şey, kendi emeğidir. Kurtuluş, onun emeğinin eseri olacaktır! Tablo ve bir kez daha sayıp dökmenin yersiz olduğu istatistikler ortada. Sosyalizm, belki de hiç, bugün olduğu kadar gerçekçi bir çözüm olmamıştı.

Pippa Bacca ___ 8


Marksist İşçi

PİPPA BACCA'NIN ARDINDAN

8 Mart’ta, iki İtalyan kadın sanatçı, dünya barışı için, Milano’dan “beraberimizde yolculuk boyunca üzerinde birikecek tüm kirlerle birlikte götüreceğimiz tek elbise beyaz gelinlik olacak” diyerek yola çıktılar. Balkan ülkeleri ve Türkiye üzerinden kara yoluyla otostop yaparak Tel Aviv’e ulaşmayı hedefliyorlardı.19 Mart’ta İstanbul’da birbirlerinden ayrılan bu iki barış gönüllüsü, münferit olarak farklı güzergâhları izlemelerinin ardından Beyrut’ta yeniden buluşmayı planlamıştı. Onlar, gelinliklerle gerçekleştirmeyi hedefledikleri bu seyahatle bir çeşit performans sergilemiş oluyorlardı. Kültürler arası ilişki (seyahat) ve seyahatin kavramsal eşiği (gelinlikler) ile vermek istedikleri mesajı (barış) canlı olarak taşımış ve birleştirmişlerdi. Bu sayede ürettikleri değer ile iş aynılaşmıştı... Yolculuk yarım kaldı, Türkiye’de barış, tecavüze uğrayıp öldürüldü. Bu iki İtalyan sanatçıdan 1974 doğumlu Giuseppina Pasqualino di Marineo, bilinen adıyla Pippa Bacca, 31 Mart günü, bir kadın olarak, bir sanatçı olarak, bir barış aktivisti olarak hayata gözlerini yumdu. Cesedi, 13 Nisan’da bulundu. Onun, tecavüze uğrayıp öldürülmesi üzerine dile getirilebilecek, kamuoyunda tartışmaya açılabilecek o kadar çok mesele varken, burjuva medya, tüm ikiyüzlülüğüyle, yalnızca “rezil olmanın” derdine düştü. Türklük, bu olaydan leke almamalıydı. Gerçekten de almadı(!)

lıklı ruh haline bürünüldü: Aşağılık kompleksi! Ne de olsa hep yaranılmak istenen Batıya rezil olunmuştu. Varsa yoksa bu sarsıcı olayın Batı’da nasıl yankılanacağı, bu utançtan nasıl kurtulunacağı mesele edildi medyada... Toplum vicdanı zedelenmişti. Utanmıştık. Ama yine medya bir iki seansta bu işi de çözdü. Utanmamıza gerek olmamalıydı. Çünkü bunu yapan yalnızca bir kişi idi, katildi, sapıktı, suçu yalnız onu bağlardı. Vicdanımız rahat olmalıydı, çünkü Pippa Bacca’nın annesi Elena Manzoni, “Türkler normalde çok iyi insanlardır. Ama kızımı aracına alan kişi, onu öldürmeye niyetlenmiş bir sapık olmalı. Bu türden birine rastlanırsa yapılacak bir şey yok maalesef ” demişti. Oysa bu olayın açığa çıkmasından iki gün sonra, yine Gebze’de bir kadının tecavüze uğradığı açığa çıktı. Tecavüz edenlerden birisi de “başarılı çalışmalarından” dolayı ödüllendirilmiş bir polisti. Yine benzer şekilde Vakit Gazetesi yazarı Hüseyin Üzmez, on dört yaşında bir kız çocuğuna cinsel tacizde bulunmak suçundan tutuklandı. Bu iki olay da basında her nedense sansasyonel bir haber olarak yer almadı.

Ne var ki, bu hastalıklı ruh hali, bir bütün olarak medyayı da öyle bir içine almış durumda ki, tüm bunlarla çelişik olarak, tecavüz ve cinayetin, toplumsal yaşamımız içinde nasıl bir yer işgal ettiğini görmek için yine bu medyanın basılı organlarında üçüncü sayfa haberlerine şöyle bir göz gezdirmek Medyanın ilgilendiği konular arasında, Pippa yeterli oluyor. Bacca’nın kendisi ya da onun dünyaya ulaştırmayı umduğu mesajın içeriği dahi hiç yer bulamadı. Pippa Bacca, öldürüldü. Onu, barış gönüllüsü bir Bacca’nın hangi sanatı icra ettiği bile dile getirilme- kadın sanatçı olarak sevgiyle anıyoruz. Onun gelindi. Zaten, video art, enstalasyon ya da performans[1], liğinde biriken kirin, erkek egemen-sınıflı toplumlar henüz Türklüğü aşağılatmamanın derdinden arına- tarihinin bir ürünü, egemen kültür ve ahlâkın çümamış bir medyanın konusu olamazdı ki... rümüş pisliği olduğunu biliyoruz. Bu pisliği yaratmakla kalmayıp normalleştiren toplumsal şartlara Bu vahşeti yaratan erkek egemen toplumsal cinsi- ve siyasal anlayışa karşı mücadelemizi sonuna değin yetle bütünleşik kapalı toplum yapısının yarattığı sürdüreceğiz. Onun, dünya halklarına vermek istebir sapkınlık histerisinden, hemen başka bir hasta- diği mesajda çok güçlü bir öz var. Topraktan yeni[1] Bu üç sanat dalı da özellikle 1960’lardan itibaren ortaya çıkmış den ve yeniden filizlenecek bir öz. Biz, bu özü dünve yaygınlık kazanmışlardır. Genel olarak kavramsal sanatın alt ka- yanın dört bir tarafına ulaştıracağız. Onun yarım tegorileri olarak yer alırlar. Kavramsal sanat ise, en genel anlamıyla, kalan yürüyüşünü, biz tamamlayacağız. belirli bir fikrin etrafında örülen edimin seçtiği sınırsız çeşitlilikteki malzemeyi kurgulaması olarak tanımlanabilir.

___ 9


Marksist İşçi

KİTAP: NAR RENGİNDE BİR İKLİM

Kitaptaki olaylar 12 Eylül cuntasının yarattığı toplumsal çöküntünün insanlar üzerindeki baskısını ve etkilerini anlatmaktadır. Yazar, şiddeti ve işkenceyi, kana susamış işkencecilerin insanlığı yok etme pahasına uyguladıkları metotlar ve araç olan işkencelerin o dönemde nasıl amaç haline geldiğini akıcı bir dille ve kendine has üslubu ile aktarmıştır. Romanın kahramanı Roj, gözü dönmüş, insanlıktan nasibini almamış bir grup “copar”ın kıskacındadır, ölümüne mücadelesi ve işkencelerin bütün iğrenç metotlarına nasıl göğüs gerdiği, her şeye rağmen güçlü ve onurlu duruşu, bize etkileyici bir kurgu ile aktarılmıştır. Okur, bir an kendinizi olayların içindeymiş gibi hisseder. Ve bir kez daha devrimci ruhunun yüceliği gözlerimizin önünden geçer. Romandaki olaylar o dönem uygulanan şiddet ve işkencenin anlatılmasının ötesinde, aynı zamanda dönemin sol siyasi partilerin durumunu, roman kahramanlarının üzerinden özetlenmiştir. Teknik olarak olağandan farklı, iyi kurgulanmış ve konunun ele alınış tarzı olarak dabaşarılı bir şekilde işlenmiş bu kitap, altı bölümden oluşuyor. Her bölüm de bir önceki olaylar gün ve gün geriye doğru anlatılıyor ve son bölüm de ilk bölümün devamı niteliğinde yazılmıştır.

Kitap Adı: Nar Renginde Bir İklim Yazarı: Abdürrahim Gümüştekin Yayınevi: Peri Yayınları Basım Tarihi: İstanbul, 2008 12,5 x 19,5 cm, 240 sayfa, Türkçe, Karton Kapak “Fehmiye ve Roj, lacivert küpün bilinmezliğine itilmişler. Ümit kılıç ağzında. Sevda baruta sıçramış ateş. Ve çığlıklar. Ama ses, kaç metre ötenize gidebilir? Kim duyacak çığlıklarınızı? Duyulsa neye yarar. Üstüne bastığınız toprağa kim hükmediyor? Toprak esir. Gökyüzü toprağa tutsak. Fetbazın hükmü kılıçtan keskin. Zaten kimsenin kurtarılmak gibi beklentisi yok, ne Fehmiye ne de Roj oralı bile değil, olamaz da; ama çığlıklarınızın boşa gitmeyeceğine, bunun hesabının verileceğine inanıyorsunuz.”

___ 10


Marksist İşçi

G E NÇLİK , T UZL A'YA YÜRÜDÜ Tuzla tersanelerinde birbiri ardına gerçekleşen iş cinayetleri, uzun bir süredir işçi sınıfın gündeminde önemli bir yer teşkil ediyor. Öğrenciler de tersane işçileriyle dayanışmak adına, “Büyük Tuzla Yürüyüşü”nü 19 Nisan Cumartesi günü, Emek Haftası kapsamında gerçekleştirdiler. Yürüyüşü, Boğaziçi, ODTÜ ve Sabancı üniversiteleri öğrencileri organize etti. Koç, Gebze Yüksek Teknoloji Enstitüsü, Hacettepe ve Marmara üniversiteleri öğrencilerinin de desteğini alan yürüyüş, “Geleceğimizi İstiyoruz” pankartının arkasında yaklaşık 4 saat sürdü. Yürüyüşün güzergâhı ise şu şekilde gerçekleşti. Kadıköy Eminönü İskelesi önünde “hepimiz liman işçisiyiz” ve “iş cinayetlerine hayır” yazılı önlükler giyerek toplanan öğrenciler, burada yaptıkları basın açıklamasının ardından Haydarpaşa’ya kadar alkışlar eşliğinde yürüyerek Kartal’a gitmek üzere trenlere bindiler.

işçilerin gündelik yaşamının doğal bir parçası haline gelmesine ve hepimiz için sıradanlaşmasına katkı sağladıkları için öfkeliyiz. Tuzla’ya sahip çıkmak, kendi hayatımıza da sahip çıkmaktır. Mücadele eden tüm işçileri, işçi-öğrenci dayanışmasının sayısız örnekleriyle örülmüş toplumsal direniş tarihimizden güç alan bu yürüyüşle selamlıyoruz” Büyük Tuzla Yürüyüşü, Fransa 1968 olaylarının 40. yılına denk geldi. Bu sebeple, bildirinin son cümlesi can alıcı bir zamanda okunmuş oluyordu. Bu özellikle tarihi yaşanan gerçeklikten soyutlayarak yeniden kurgulayan burjuvazinin toplumsal hafızayı silme stratejisine karşı da bir cevabı dile getirmiş oldu.

Fransa 68’in mutlak belirleyici olgusu, dokuz milyon işçinin genel grevi idi. Öğrenciler, bu grevlere müthiş bir destek sunarlarken bir taraftan da kendi taleplerini dile getiriyorlar, dinamizmleri ile öne çıkıyorlardı. Bugün, gençlik hareketinin dağınık ve örgütsüz yapısını açıklamak için işçi sınıfına bakmak gerekiyor. Zira aynı örgütsüzlük ve dağınıklık işçilerde de var. Öğrencilerin, Tuzla’ya gerçekleştirdikleri bu yürüyüş, sınıfla bütünleşmiş bir gençliğin devrimci dönüşümlere yapacağı katkının büyüklüğünü göstermesi açısından son derece önemli... Troçki’nin Geçiş Programı’ında dile getirdiği gibi, “Bir program ya da örgüt yıprandıkça, onu sırtında taşıyan kuşak da onunla birlikte yıpranır. Hareket, geçmişin sorumluluğunu taşımayan gençlikle yeniden canlanır. Dördüncü Enternasyonal, proletaryanın genç kuşağına Kartal’dan Pendik semt pazarına yürüyerek ulaşan öğ- özel bir önem verir. Bütün politikası ile gençliğe, kendi öz renciler, burada gerçekleştirdikleri bu etkinliğin amacını gücüne ve geleceğe inancı aşılamaya uğraşır. Ancak gençlianlatan bildirileri halka dağıttılar. Akabinde sahil yolu ğin taze coşkusu ve saldırgan ruhu mücadelede ilk başarıkullanılarak, Tuzla Tersaneler bölgesine ulaşan öğrenci- ları sağlayabilir ve ancak bu başarılar, eski kuşağın en iyi ler, yol boyunca, marşlar okudu ve “Yaşasın İşçi Öğrenci unsurlarını yeniden devrim yoluna kazanabilir. Bu böyle Dayanışması”, “İşçilerin Birliği Sermayeyi Yenecek” ve gelmiştir ve böyle gider.”[1] “Fabrikada Grev, Okulda İşgal” sloganlarını attı. Ardından, Limter-İş adına Kamber Saygılı bir konuşma gerçekleştirdi. Akabinde öğrenicilerin 18 Nisan günü basına okudukları bildiri yenilendi. Öğrencilerin bu bildirisinde öne çıkan hususlar şunlardı: “İş cinayetlerine ve kötü çalışma koşullarına karşı yürüyoruz. Tuzla’da onlarca işçi ölene kadar hiçbir şey yapmadığımız için; kendi hayatlarımıza ve haklarımıza da sahip çıkmanın ne denli önemli olduğunu ancak Tuzla tersanelerinde onlarca işçinin ölümünün ardından fark edebildiğimiz için utanıyoruz. (...) İşçilerin dikkatsiz olduğunu söyleyen Bakanlık raporlarına ve devlet yetkililerine; iş kazalarının, kötü çalışma koşullarının, yoksulluğun, güvencesiz ve güvenliksiz çalıştırmanın [1] Lev Troçki, Geçiş Programı, Yazın Yay. sf.65 ___ 11


Marksist İşçi

OKUR MEKTUPLARI

İlbek Direnişi’nin Ardından... Gaziosmanpaşa ilçesindeki İlbek tekstil fabrikası işçileri yaklaşık 9 ay önce, kendilerine 10 yıldır verilmeyen 45 dakikalık fazladan çalıştırılmaya karşı, patron aleyhine, iş mahkemesine başvurup, alamadıkları ücretleri için dava açarlar. Uzlaşmaya yanaşmayan patron, davanın işçilerin lehine sonuçlanacağını ve kendisinin tazminat ödemeye mahkum edileceğini tahmin ederek, yıllarca sürdürdüğü acımasız sömürüye ve emek hırsızlığına başka bir adla, yeni bir fabrikada devam edebilmek için işyerini kapatır.

Bununla da kalmayıp 15 Şubat gecesi fabrikanın makinelerini yani, üretim araçlarını tırlara yükleyerek kaçırma teşebbüsünde bulunur. Durumdan haberdar olan işçiler, tırlara yüklenen makineleri tekrar boşaltarak fabrikaya taşırlar. Ve o günden itibaren 250 kişilik bir işçi kitlesi fabrika önünde, kötü hava şartlarına da aldırmadan direnişi başlatma kararı alır ve ardından bir direniş komitesi oluştururlar. Devam eden direniş sürecinde işçiler, suçüstü yakaladıkları patronlarının görüşme talebine avukatları aracılığıyla cevap verirler. Bu görüşmelerde kıdem ve ihbar tazminatlarının ödenmesi, diğer bir ifadeyle ödenmemesi konusunda patron hep işi yokuşa sürerek bundan kurtulmaya çalışmanın yollarını hayata geçirmeye çalışacaktır. Gelişen mücadele sürecinde işçiler daha etkili ve merkezi bir mücadele hattı oluşturabilmek için grev çadırı kurma kararı alırlar. Bu merkez stratejik olarak hem fabrikayı gözetim altında tutacak, hem de sınıf dayanışmasını perçinleyerek mücadelenin kararlı olmasını sağlayacaktır.

rupları da katkılarıyla direnişi desteklerler. Direnen işçilerin sınıf mücadelesi, hak talepleriyle devam etmekte, bunların patronla pazarlığına avukatlar aracılık etmektedir.Gelinen sürecin ilerleyen aşamasında işçilerin talepleri; kıdem ve ihbar tazminatlarının ödenmesinin garantisi olarak, patronun kendi mal varlığının da sözleşmeye katılması şartı olur. Ancak bu şartla sözleşmeyi imzalayacaklarını bildirirler. Nihayet 65 gündür süren İlbek işçi direnişi, patronun işçi tazminatlarının ödenmesine ek olarak, İlbek tekstile ait malların yanı sıra şahsi mal varlığını da teminat olarak göstermesiyle sona ermiştir. İlbek tekstil patronunun işçilerin avukatlarıyla imzaladığı protokol karşılığı tazminatlar ödenmeye başlanır. Bundan böyle yeni işyerinde çalışmak istemeyen 150 işçinin tazminatlarının yarısını peşin, diğer yarısının ise, haziran ve ağustos aylarında ödenmek üzere üç taksit olarak kararlaştırılır. Patronun kuracağı yeni iş yerinde çalışacak işçilere ise biner YTL peşin olarak verilir. Geriye kalan alacaklarını ise ağustos ayından itibaren dokuz taksitte ödenmesinde anlaşılır. 22 Nisan’da patronla protokol imzalayan işçilerin tek kayıpları; 45 dakikalık fazla mesai için açmış oldukları davadan vazgeçmeleri, buna karşılık kazanımları ise; kıdem tazminatlarını alarak, sadece adı değişecek’’yeni’’ işyerlerinde, yaşadıkları bir sınıf mücadelesi deneyimi ve bundan çıkan derslerin bir sonucu olarak biraz da kendileri için sınıf olduklarının bilincine vararak, yeniden makinelerinin başına geçerek aynı yorgun alışkanlık içinde üretmeye devam etmeleri olacaktır… Bir Kamu Emekçisi

Artık mücadele süreci bu grev çadırında alınan kararlarla şekillenip, gelişecektir. İşçiler mücadelelerindeki dayanışmalarını daha da büyütmek ve morallerini yükseltmek için bir dayanışma gecesi düzenlerler. Bu gecede sahne alan çeşitli müzik gu___ 12


Marksist İşçi

Zorun Rolü ve İşçi-Öğrenci Olmak İşçi ve öğrenci olabilmek… Daha doğrusu “olmak” zorunda kalmak. İnsan yaşadığı çevrenin bir ürünüdür. O çevre içindeki rolü dışardan bir itimle şekillenir. Geçmişi Marksist-Leninist-Troçkist yöntemle analiz ettiğimizde, zorun tarihi şekillendirmekteki öneminin tartışılmaz olduğunu görürüz. Benim bir öğrenci olarak çalışmamın ve üretime bir katkıda bulunmamın bir sebebi vardır ki bu özelliğim zorun bir ürünüdür. İşçi ve öğrenci. Birisi hayatı var edendir. Çukurova’da pamuk hasadını yapan, soframızdaki ekmeği yaratan, 1 Mayıslarda kendisinin darmadağın edilmesi için kullanılacak copu, gaz bombasını üreten, geceleri sokaklarımızı temizleyip yarını bizim için hazırlayandır. Diğeri ise var olan dinamizmi, öğrenmeye yatkınlığı, cesareti ve idealleriyle, var olacak olan geleceğimizin en somut kanıtıdır. Tabi bir de mektubumun asıl konusu olan işçinin sınıfsal deneyimini, öğrencinin dinamizmini taşıyan işçi-öğrenci kitle vardır. Enflasyon artış değerlerinin altında yapılan burs ve kredi zamlarıyla ve eğitim araçlarına yapılan her zamla bu kitlenin sayısı hızla artmaktadır. En basiti, çevremde gözlemlediğim kadarı ile bu yıl üniversite harçlarına yapılaması planlanan zammın %6 ile 12 arasında olması tek başına büyük bir itim durumunda. Bunlar öğrencileri çalışmaya iten sebepler. Birde işçi ve öğrenci olmanın getirdiği olumsuzluklar ve olumlu kazanımlar var.

ekonomik açıdan bağlı olmak zorunda kaldığımız kimi gerici ve dayatmacı kesimlerden bağımsız hareket edebilme yeteneğini arttırıyor. Bu bir öğrencinin ilerici bir sınıfsal bilince ulaşması önündeki en büyük gerici engellerin ,aşılmasını kolaylaştırarak, ona küçük burjuva eğilimlerinin ve çevresinde olup bitenlerin eleştirisini yapabilmesi için önemli bir fırsat sağlamaktadır. Sonuç itibariyle, işçi ve öğrenci olmanın sebeplerini, olumlu ve olumsuz yönlerini izah etmeye çalıştım. Fakat asıl anlatmak istediğim bu etkenlere ve sonuçlara bağlı olarak, üretime katılan küçük burjuva eğilimleri ağır basan bir öğrencinin, sınıfsal deneyimleri sayesinde ayakları yere daha sağlam basar ve bulundukları çevrede üretim ilişkilerinin nasıl şekillendiğini, kendisinin bu üretim ilişkisine bağlı olarak sınıfsal çıkarları açısından hangi sınıfa dâhil olduğunu görebilir. Çıkaralım bize takılan at gözlüklerini! Bu nedenle bir işçi-öğrenci olarak, parasız, bilimsel, anadilde bir eğitim ve kapılarının emekçilere de açık olduğu bir üniversite talep ediyorum. Marksist İşçi Okuru, İşçi - Öğrenci

İşçi ve öğrenci olmanın olumlu ve olumsuz yönlerini kendimden örneklerle vermeye çalışacağım. Ben ikinci öğretimde okuyan bir üniversite öğrencisiyim. Günün yarısında işte, diğer yarısında okulda oluyorum. Günün ilk yarısında işte olmam patron açısından çok verimli oluyor ama ikinci yarısı için aynısını söyleyemem. Hayatın devamlılığı veya daha uygun bir yaşam için gerekli olan para nedeniyle işte çalışmak okul hayatını ikinci plana itiyor. Bu da haliyle derslerde bir başarısızlığa sebep olabiliyor. Fakat tüm bu olumsuzluklar işçi-öğrenci olmanın olumlu yanlarını gölgeleyemez. Her şeyden önce işçi ve öğrenci olmak, onun kazandırmış olduğu kapitalizm içindeki sözde ekonomik bağımsızlık ile ___ 13


Fran s a’d a Gen el Grevd ek i 9 Mi lyon İş ç i yi , Ün i ver si te İş g alle ri n i ve Gen ç l i ğ i n Tale p le ri n i , Umu d u, A ş k ı ve Hü rri ye ti Un u tmad ı k!


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.