M
arksist Bak s B ü t ü n
Yýl: 4- Sayý: 17
D ü n y a n ý n
Ý þ ç i l e r i
B i r l e þ i n ! Fiyatý: 2 YTL
Kapitalizm Çürürken Marksizm Parlýyor ZAFER SÜREKLÝ DEVRÝM HAREKETÝYLE GELECEK * Krizdeki Kapitalizm Olanaklar Sunuyor, Kullanmak Elimizde! * Geçmiþten Günümüze Türkiye Devrimci Geleneði-III * Küba Devrimi ve Che Guevara * Türkiye’de Büyük Sermaye’nin Geliþimi-II
www.bolsevik.org
TEMEL ÝLKELERÝMÝZ Ya Barbarlýk Ya Sosyalizm: Tüm toplumsal ve ekonomik hayatýn bir avuç kapitalistin çýkarlarý doðrultusunda þekillendiði kapitalist sistem varlýðýný, ancak savaþlarla sürdürmektedir. Ýþsizlik, açlýk, yoksulluk, savaþlar ve doðanýn tahribatýnýn sorumlusu kapitalizm ve onun içkin özellikleri olan kar hýrsý ve rekabettir. Kapitalizmde bütün zenginliði iþçiler yaratýr. Bu zenginliðin çoðunluðun ihtiyaçlarý için kullanýlabilmesi ancak iþçi sýnýfýnýn kolektif olarak bütün zenginliðe, üretim araçlarýna el koymasýyla, üretimi ve daðýtýmý kontrol etmesiyle yani proletarya diktatörlüðü ile mümkündür. Aþaðýdan Sosyalizm: Sosyalizm, ancak tüm ezilenlerin ve yoksullarýn desteðini alarak onlara öncülük eden iþçi sýnýfýnýn kitlesel, doðrudan, militan mücadelesiyle; iþçi sýnýfýnýn kendi eylemleriyle mümkündür. Sosyalizm, küçük bir azýnlýðýn kendini kitleler yerine ikame etmesiyle kurulamaz. Sosyalizm ancak iþçi konseyleri aracýlýðýyla aþaðýdan yukarýya örgütlenen bir iþçi iktidarý ile gerçekleþtirebilir. Bunun dýþýndaki kestirmeci, maceracý, tepeden inmeci her yol kaçýnýlmaz olarak bir azýnlýk iktidarýyla, kapitalizmle sonuçlanýr. Marks’ýn dediði gibi iþçi sýnýfýnýn kurtuluþu kendi eseri olacaktýr. Sosyal Devrim: Bu düzenin kurumlarý iþçi sýnýfýna karþý kapitalistleri korumak için vardýr. Bu kurumlar iþçi sýnýfý tarafýndan ele geçirilip kullanýlmaz. Mevcut sistem iyileþtirmeler yapýlarak, yani reformlarla düzeltilemez. Sosyalizm parlamento aracýlýðýyla gerçekleþemez. Bir sosyal devrim zorunludur. Yurtseverlik deðil Enternasyonalizm: Bütün dünya iþçileri kardeþtir. Ýþçilerin vataný yoktur. Küresel bir sistem olan kapitalizmin tarihin çöp tenekesine atýlabilmesi için iþçi sýnýfýnýn uluslararasý birliði zorunludur. Marks bu yüzden bütün dünyanýn iþçileri birleþin çaðrýsý yapmýþtýr. Ulus içindeki bütün sýnýfsal ayrýmlarý perdeleyen yurtsever ideoloji ise iþçi sýnýfýný uluslararasý düzeyde böler, bize kapitalizmin çizdiði ulusal sýnýrlarý benimsememizi öðütler. Özünde iþçi sýnýfýný mevcut sisteme eklemleyen bu ideoloji yönetici sýnýflarýn en büyük silahýdýr.
Tek Ülkede Sosyalizm Mümkün Deðildir: Kapitalizm dünya ölçeðinde bir sistemdir. Bunun alternatifi olan sosyalizm de ancak dünya ölçeðinde gerçekleþebilir. Tek ülkede sosyalizmin olamayacaðýný görmek için Marksist olmaya bile gerek yoktur. Dolayýsýyla herhangi bir ülkede gerçekleþebilecek baþarýlý bir devrimin kaderi (dolayýsýyla tüm insanlýðýn kaderi), devrimin diðer ülkelere sýçramasýna baðlýdýr. Bu mümkündür, çünkü kapitalizmin krizleri küresel, devrimler seridir. Ulusal Sorun: Devrimci Marksistler ezilen halklarýn kendi kaderini tayin hakkýný savunur, ezilen halkýn politik temsilcisine ulusal sorunla ilgili konularda devlet karþýsýnda koþulsuz eleþtirel destek verir. Devrimci Marksistler her türlü etnik ve dini azýnlýðýn üzerindeki baskýlara karþý çýkar, onlarýn örgütlenme hakkýný savunur. Cinsiyetçilik: Yaþadýðýmýz sistem kadýnlarý ezmektedir. Kapitalizm, kadýnlarý iþyerinde ucuz iþ gücü olarak, aile içinde ise yeni kuþak iþçi sýnýfýnýn bedavaya yetiþtirilmesinde ve ev iþlerinin bedava halledilmesinde kullanmaktadýr. Bu durum kadýnlarýn hayatýn her alanýnda geri planda kalýp ezilmesine yol açmaktadýr. Devrimci Marksistler her yerde cinsiyetçiliðe karþý mücadele edip, kadýnlarýn her alandaki eþitliðini savunurlar. Devrimci Marksistler insanlarýn cinsel tercihleri nedenleriyle ezilmelerine, eþcinsellerin aþaðýlanmasýna karþý mücadele ederler. Devrimci Parti: Ýþçi sýnýfýnýn kendiliðinden mücadelelerinin bir iþçi devletiyle sonuçlanabilmesi için devrimci parti zorunludur. Bu parti iþçi sýnýfýnýn en ileri devrimci unsurlarýný bünyesinde toplar, onlarýn sýnýf içerisindeki daðýnýk etkisini merkezileþtirir, onlarý koordine eder ve aktif siyasi hayata ve sýnýf mücadelesine müdahale eder. Bu parti tüm iþçi sýnýfýna öðretir ve ondan öðrenir. Ýþçi sýnýfý içinde kök salmýþ, kitlesel bir devrimci iþçi partisinin sýnýf mücadelesinin kritik anlarýnda ve özellikle devrimci durumlarda var olmasý devrimin baþarýya ulaþmasý için çok hayatidir, bu yüzden böyle bir partiyi inþa etmek ertelenemeyecek bir görevdir. Devrimci Görev: Bu ilkelere katýlan herkesi Marksist Bakýþ Dergisi faaliyetlerini büyütmeye çaðýrýyoruz..
Ýçindekiler Krizdeki Kapitalizm Tarihsel Olanaklar Sunuyor, Kullanmak Elimizde! Bir Kez Daha Ýlkesizliklerle Dolu Reformist Seçim Ýttifaký Geçmiþten Günümüze Türkiye Devrimci Geleneði-III Küba Devrimi ve Che Guevara Türkiye Büyük Sermaye Sýnýfýnýn Geliþimi-II Chavez'in Referandum Zaferi A.Ü. Yemekhane Ýþçilerinin Mücadele Dersleri MARKSIST BAKIS Üç Aylýk Politik Dergi Yýl: 4 Sayý: 17 Mart 2009
Sahibi ve Sorumlu Yazý Ýþleri Müdürü: Ayþe Þensöz Yayýn Ýdare Adresi: Kocatepe Mah. Selanik Cad. No: 23/17 Kýzýlay/ANKARA Tel: 0 312 480 95 60 Baský: Yön Matbaacýlýk - Davutpaþa Cad. Güven Sanayi Sitesi B Blok 1.Kat No: 366 Topkapý, Ýstanbul Tel: 0-212-544 66 34 Yayýn Türü: Yaygýn süreli, üç aylýk
Ýletiþim Ýçin: E-mail: marksistbakis@yahoo.com Büro-Adres: Kocatepe Mah. Selanik Cad. No: 23/17 Kýzýlay/ANKARA
.................2 .................7 ...............12 ................20 ................26 ................32 ................36
MARKSiST BAKIs KRÝZDEKÝ KAPÝTALÝZM TARÝHSEL OLANAKLAR SUNUYOR
KULLANMAK ELÝMÝZDE!
Kriz, kapitalist sistemin çeliþkilerini, çürümüþlüðünü ortaya seriyor. Gün geçtikçe açlýðýn kemikli ellerini daha çok hisseden kitlelerin dünya çapýnda toplumsal hoþnutsuzluðu, öfkesi ve eylemlilikleri artýyor.
Bir süredir serbest piyasacý olmayan ekonomistler krizin ikinci aþamasýna geçildiðinin analizlerini dillendiriyorlar. Mortgage piyasasýnda baþlayan sýkýntýlar, tüketimi desteklemek için yaratýlan kredi köpüðünün delinmesiyle birlikte mali piyasalarý vuran bir kriz olarak karþýmýza çýkmýþtý. 2008 yýlýnda mali piyasalarý etkisi altýna alan kriz, 2009'a girerken tüm ekonomiyi vurmaya baþladý. Ekonomistlerin tarifledikleri ikinci aþama, krizin mali aþamasýný geride býrakýp üretim ve istihdamý (reel sektörü) etkilemeye baþlamasýný ve böylece toplumsal etkilerinin uluslararasý düzeyde gerçekten hissedilmeye baþlanmasýný içermekte. JP Morgan'ýn küresel imalat sanayisi performansýný ölçen PMI (satýn alma yönetici endeksi) rekor düzeyde gerileyerek 33.2'ye inmesi, ki yüzde 50 altý daralma anlamýna gelmektedir; küresel imalat sanayisi üretimindeki yüzde 15'lik gerileme bu analizleri doðrular nitelikte. Sistemin üretken kesimi olan dünya mikroçip piyasasýný kontrol eden Intel ve geri kalanýný üreten AMD'nin satýþlarýndaki %35 düþüþte paralel bir veri sunmakta. Krizin geldiði bu nokta merkezden gelen bu dalganýn çevreye yayýlarak oralarý da vurmasý, daha da etkisini artýrmasý, derinleþmesi ve toplumsal etkilerinin daha da çok hissedilmesiyle kendini gösterecek. Dünya Bankasý, kriz nedeniyle 2009 içinde 50 milyon insanýn daha yoksulluk sýnýrýnýn altýna düþeceðini söylerken; ILO, 2009 sonuna kadar küresel iþ piyasasýnda 50 milyon kiþinin daha iþsiz kalacaðýný belirtip "sosyal gerilimler yükselebilir" diye uyarmak zorunda hissediyor kendisini. Uluslararasý Para Fonu(IMF) baþkaný ise, küresel ekonominin canlandýrýlmasý yönünde önlemler alýnmadýðý durumda birçok ülkede toplumsal ayaklanmalar çýkabileceði uyarýsýnda bulunuyor. Serbest piyasacý ekonomistleri ise bir kafa karýþýklýðý almýþ gidiyor. Býrakýn birbirleriyle çeliþmeyi, bir dedikleri diðerini tutmuyor. "Tünelin sonu yakýn" diyenlerden "daha en kötüsünü görmedik" diyenlere kadar bir karmaþa hakim burjuva iktisatçýlarda. Serbest piyasanýn parçasý bu ekonomistlerin, krize dýþsal nedenler ararken kapitalizme ürettiði içkin krizini anlamamalarý kadar doðal ne olabilir. Serbest piyasanýn aðýr toplarýndan eski ABD Merkez Bankasý Baþkaný Greenspan'ýn "Çok þaþýrdým, gerçek dünya ideolojime uymadý" demesini de bu çerçevede deðerlendirmek gerekiyor. Burjuva iktisatçýlar, kapitalizmin gördüðü en büyük sarsýntý olan 1929 kriziyle eþ tuttuklarý bu krizden çýkýþ için yeni ekonomi modelleri üretmeyle uðraþadursunlar görüldüðü üzere kapitalizmin kriz yaratan mekanizmalarýný anlamaktan acizler. Dünyaya Marksist çerçeveden bakmadan buzdaðýnýn görünmeyen yüzünü görmek ve doðru bir analiz yapmak tabii ki imkansýz. Bu nedenle emek-deðer teorisiyle ekonomiyi inceleyenler kriz geliyor diye uzun süre öncesinden seslerini yükseltirken, burjuva iktisatçýlar nal toplamakla meþguller.
Aþýrý Üretim Krizi Kapitalist sistemin temel itkisi, kar ve sermayenin kendini büyütmesi, yani sermaye birikimidir. Sermayenin kendini sürekli büyütmesinin yolu ise üretimi sürekli büyütmekten geçer. Ancak sermaye büyümeye devam ederken kitlelerin tüketim gücü ayný þekilde büyümez. Ýþte aradaki bu çeliþki krizlerin temel nedenidir. Marks bu durumu þöyle özetler: "Bütün gerçek bunalýmlarýn son nedeni, daima kapitalist üretimin üretici güçleri sanki yalnýz toplumun mutlak tüketim gücü bu güçlerin sýnýrýný teþkil edermiþçesine geliþtirme çabasýna zýt olarak, kitlelerin yoksulluðu ve sýnýrlý tüketimidir." (Karl Marks, Kapital, Cilt: 3, Bölüm: 30, p. 429) Sermayenin büyüme basýncý sonucunda geniþleyen üretim sýnýrlý tüketim olanaklarýna sahip kitlelerce satýn alýnamaz. Ortaya bir üretim fazlasý, aþýrý üretim çýkar. Aþýrý üretim krizlerinin kaynaðý, iþte bu fasit dairedir. Marks'ýn deyiþiyle "kapitalist üretimin önündeki en büyük engel bizzat kapitalizmin kendisidir." Yaþanan aþýrý üretim krizinin kaynaðý, üretimin geniþlemesi karþýsýnda kitlelerin sýnýrlý tüketim gücüdür, ihtiyaç olmamasý deðil. Diðer bir deyiþle, evsiz yüz binlerce insanýn varlýðýna raðmen alýcý
2
MARKSiST BAKIs bekleyen yüz binlerce daire bomboþ beklemektedir. Çünkü kapitalistler için belirleyici olan insan ihtiyaçlarý deðil, kar elde edilerek o ürünün satýlýp satýlamamasýdýr. Bu nedenle, aþýrý üretimden bahsedildiðinde satýlabilecek olandan daha fazlasýný üretmekten ve satýlamayanýn elde kalmasýndan bahsedilmektedir. Aktörlerinin(þirketlerin) rekabet içinde ve kar hýrsýyla yatýrým ve üretim çaplarýný kendilerinin belirlediði bu kaotik sistemde satýlabilir talebe uygun üretim yapmak mucizedir. Trafik iþaretleri ve kurallarýn olmadýðý yoðun bir trafikte kaza yapmamanýn imkânsýz olmasý gibi. Kapitalist ekonomiye boþ yere "týmarhane ekonomisi" denilmiyor! Aþýrý üretim dönemlerinde imalat ve reel sektörde karlý yatýrým olanaklarýnýn ortadan kalkmasýyla sermaye spekülatif sektörlere yüzünü çevirir. Marks, "aþýrý üretim dönemlerinde spekülasyon düzenli olarak oluþur. Spekülasyon aþýrý üretim sorununda, geçici piyasa olanaklarý saðlayarak bir rahatlama yaratýrsa da tam da bu nedenle krizin patlak verme sürecine katýlýr ve patlamanýn þiddetini arttýrýr. Kriz, önce spekülasyon alanýnda baþlar; ondan sonra üretimi vurur. Yüzeysel bir gözlemciye krizin nedeni, aþýrý üretim deðil, aþýrý spekülasyon olarak görünür; halbuki bu aþýrý üretimin yalnýzca bir semptomudur" (The Revolutions of 1848, New York Vintage, 1974, sf. 285) sözleriyle yaþadýðýmýz süreci anlatýr gibidir. Kapital'in ilk cildinde Marks, "parasal krizin her krizin bir aþamasý olduðunu ve krizin özgün biçimiyle karýþtýrýlmamasý" konusunda uyarýda bulunmaktadýr. Daha önceki kriz üzerine yazýmýzda þu tahlilde bulunmuþtuk: "2. dünya savaþý sonrasýndan bugüne kadarki süreci kabaca iki döneme ayýrmak doðru olacaktýr. Amerikan kapitalist ekonomisi ilk dönemde üretici sanayinin hegemonyasýyla, ikinci dönemde ise Marks, "aþýrý üretim dönemfinansal sektörün gitgide artan gücüyle karakterize olmuþtu. Bu süreç, bankalar ve lerinde spekülasyon düzenli finansal kurumlarýn karlarýnýn giderek daha çok gerçek üretim süreçlerinden ayrýlolarak oluþur. Spekülasyon masý ve bu karlarýn gitgide daha karmaþýk mali iþlemler ve manipülasyonlardan elde aþýrý üretim sorununda, geçici edilmesini içeren bir birikim tarzýnýn geliþimi ve engin kredi daðlarýnýn yaratýlmasý- piyasa olanaklarý saðlayarak na dayanmakta." bir rahatlama yaratýrsa da tam 2002'den bu yana sürekli artan bir dýþ finansman talebiyle hareket eden, dünya da bu nedenle krizin patlak ekonomisinin yaklaþýk üçte birini üreten ABD'nin, ulusal gelirini yüzde 7 aþan bir dýþ verme sürecine katýlýr ve pataçýkla dünyanýn en büyük dýþ borçlanýcýsý olmasý da kredi daðlarýnýn durumuna dair lamanýn þiddetini arttýrýr. Kriz, fikir verse gerek. önce spekülasyon alanýnda ABD, Avrupa ve Uzak Doðu'da aþýrý üretimin tüketilmesi için talebi destekleyici baþlar; ondan sonra üretimi kredi köpüðü süresince kar hýrsý içinde rekabetlerinde birikimi artýrmaya devam eden vurur. Yüzeysel bir gözlemkapitalistler, daha büyük bir atýl kapasite yaratarak krizi derinleþtirmekten baþka bir ciye krizin nedeni, aþýrý üretim þeye hizmet etmediler. Marks'ýn belirttiði gibi, spekülasyonlar geçici rahatlama deðil, aþýrý spekülasyon saðlasa da sorunu daha da derinleþtirmektedir. olarak görünür; halbuki bu Kar ve birikim hýrsýyla yönelinen spekülasyonlarýn(kredilerin menkul deðere aþýrý üretimin yalnýzca bir dönüþmesi gibi) akýldýþýlýðýný, Amerika'nýn en zenginlerinden banker Warren Buffett semptomudur" sözleriyle bile kabul etmek zorunda kalmýþ. "Finansal kitle imha araçlarý" olarak nitelendirdiði yaþadýðýmýz süreci anlatýr bu spekülasyonlara bakýn nasýl örnek veriyor: "Nebraska'da 2020'de doðacak ikiz- gibidir. lerin sayýsý üzerinde spekülatif tahmin içeren bir sözleþmeyi kâðýda dökünüz. Ýtibarýnýz varsa, uygun bir fiyatla bu kâðýdý iþleme sokabilirsiniz. Türev sözleþmelerinin kapsamý ve çeþitliliði, insanýn hayal gücünün üst sýnýrlarýný zorlamaktadýr." Sistemin akýl dýþýlýðý o kadar aþikâr ki saklamak mümkün deðil(aktaran Korkut Boratav).
Ýçe Dönüþ ve Korumacýlýk Finansal alan ve dýþ ticaret yollarý kapanan sermaye gruplarý, korunaklý ulusal pazar sýnýrlarý içinde ulus-devletin mali desteði, piyasayý canlandýrýcý kaynaklarý ve dýþ rekabetten koruyucu tedbirleri eþliðinde desteklenerek krizden en az hasar ve mümkünse en çok karla çýkmak istedikleri için korumacýlýk eðilimleri güç kazanmaktadýr. Sermaye, ulusal ekonomiye dönerek iç pazarý koruma, maliyetleri düþürme ve iç pazarda payýný geniþletmeye odaklanmýþ durumda. Her ülke kendi anahtar sanayilerini, mali sektörünü korumak için önlemler alýyor. Yardým paketleriyle mali olarak þirketler desteklenirken, talebi artýrmak için piyasaya kaynak aktarýlýyor. Yaratýlan talebin ithalata yönelmemesi için de iç pazarý koruyucu önlemler alýnýyor. Örneðin Obama yönetimi, yeni bir yasayla altyapý yatýrýmlarýnda kullanýlacak demir ve çeliðin ithalatýna yasaklama getirdi. Benzer þekilde Fransa, otomotiv gibi stratejik sanayi dallarýnda þirketlere yardým için, yatýrýmlarýný ülkeye geri getirme koþulu koymakta. Sarkozy, "eðer otomotiv sanayine mali destek verirsek, Çek Cumhuriyeti'nde yeniden bir fabrika açmamalarýný isteriz" diye açýklamalarda bulunuyor. Fransa, ayrýca, yabancý sermayenin eline geçmelerini engellemek için þirketlerin birleþmelerini teþvik ediyor. Almanya ise 50 milyar Euroluk bir yardým paketini meclisine sunmuþ durumda ve eski otomobilini hurdaya çýkarýp yeni bir Alman otomobili alana 2500 Euro destek veriyor. Neoliberalizm, "ulus-devlet"lerin çaðýnýn kapandýðýný söylüyordu, ancak küresel sistemde sermayelerin kökenlerini aldýklarý ulus-devletler üzerinden iþlemeye devam ettiðini bu kriz sürecinde de görüyoruz. Bir yanda ulusdevletler kendi sermaye gruplarýný kurtarmak için mali destekler sunarken diðer yanda da krizin etkilerini üzerinden atmalarý için korunaklý bir iç piyasa oluþturmak amacýyla gerekirse ticareti yasaklayýcý önlemler alýyor. Bunun yaný sýra ulus-devletlerin etkisizleþmesinin bir kanýtý olarak gösterilen Avrupa Birliði de ulus-devletler üzerinden çatýrdamakta. Krizden farklý þekilde etkilenen AB'nin üç büyük ekonomisi Fransa, Ýngiltere ve Almanya AB içi bir yardým paketi oluþturmak konusunda bir türlü mutabakata varamýyorlar. Nedeni basit. Almanya hem
3
MARKSiST BAKIs krizde AB'nin yükünü çekmek istemiyor hem de Ýngiliz ve Fransýz sermaye gruplarýnýn Alman sermaye gruplarýný lehine güç kaybetmesinden memnuniyet duyuyor. AB içindeki çatýrdamada Doðu Avrupa'da ayrý bir kýrýlma noktasý oluþturuyor. AB'nin Doðu Avrupa'ya yardým paketini reddeden kararýndan sonra Batý Avrupa ile Doðu Avrupa arasýndaki çeliþkiler daha net þekilde su yüzüne çýkýyor. Neoliberal paradigma yarattýðý mitlerle birlikte çöküyor. Ekonomik milliyetçilik ve korumacýlýk eðilimlerinin zehri iþçi sýnýfýna sendikalar aracýlýðýyla akýtýlmak isteniyorlar. Ýçe dönüþ ve korumacýlýk eðilimleri iþçi sýnýfý üzerinde ikili bir etkiye sahip. Bir yandan iþçileri iþsizlik tehdidiyle korkutan sendikalarýn yükselttiði korumacýlýk söylemi, dýþ tehdit algýsýný pekiþtirerek yabancý düþmanlýðý, milliyetçilik ve ýrkçýlýðý güçlendiriyor. Ýþsizliðin etkisiyle tarým iþçiliðine tekrar raðbet etmeye baþlayan Ýspanyalý iþçilerin bu piyasada uzun süredir çalýþan göçmen iþçileri istemeyiþi ya da Ýngiltere'de rafineri iþçilerinin þirketin yabancý iþçi çalýþtýrmasýný protesto etmek amacýyla iþ býrakmalarý da iþçi sýnýfý içinde yükseltilen yabancý düþmanlýðýnýn birer örneði. Ekonomik milliyetçilik, iþleri ve çalýþma koþullarýný korumaktan öte iþçi sýnýfý burjuva karþýsýnda silahsýz býrakýyor. Farklý ülkelerdeki sýnýf kardeþi iþçileri birbirine düþüren ekonomik milliyetçilik, sýnýf birliðine de büyük zarar veriyor. Ýþçi sýnýfý içinde de etki kazanmaya çalýþan ekonomik milliyetçi söylemler, krizin gerçek sebebi olan kar merkezli sistemi gözlerden saklýyor. ABD'de, Avrupa'da ve birçok ülkede sendika bürokratlarý, þirketleri koruma planlarý çerçevesinde ücretleri ve çalýþma koþullarýný feda etmekten çekinmiyorlar. Sendikalar özellikle otomotiv sektörlerini kurtarma planlarýnýn parçasý olup hükümetler ve þirketlerle anlaþýrken iþçileri de iþsizlik sopasýný arkadan gösterip korkutmaya çalýþýyorlar. Daha geçtiðimiz günlerde Ýsveç'in en büyük iþçi sendikasý IF Metal, iþverenle iþçilerin maaþlarýný yüzde 20'ye kadar düþürmeye imkân veren bir anlaþmayý imzaladý. Ekonomik milliyetçiliðin varacaðý son nokta ticaret savaþlarý ve askeri çatýþmalar olacak gibi görünüyor. Kapitalizme içkin, üretici güçlerin küresel geliþimi ile burjuvazinin politik gücünün dayandýðý ulus-devletler arasýndaki çeliþki savaþlarý zaten kaçýnýlmaz kýlmakta, özellikle de derinleþen kriz koþullarýnda. Ýçe dönüþ eðilimlerinin iþçi sýnýfý açýsýndan bir diðer etkisi de toplumsal huzursuzluklarýn patlama noktasýna varmasýný hýzlandýrmasý. Sermayenin maliyetleri düþürmeye odaklanmasýyla iþten çýkarmalar artarken çalýþanlar üzerinde baskýlar ABD'de, Avrupa'da da artýyor. Bu koþullar toplumsal çatýþmalarýn suyunu kaynatýyor. Bu konuya yazýmýzýn ileriki bölümlerinde ve birçok ülkede daha detaylý deðineceðiz. sendika bürokratÝçe dönüþün yarattýðý eðilimlerden milliyetçiliðin mi sýnýfsal çatýþmalarýn mý aðýr basacaðý iþçi sýnýfýnýn larý, þirketleri krizin bedelini ödeyip ödemeyeceðini belirleyecek. Çünkü hangi eðilimin güç kazanacaðý iþçi sýnýfýnýn koruma planlarý krize karþý sýnýf kardeþleriyle birlikte mücadeleyi mi yükselteceðini yoksa kendi patronlarýyla kader birliði çerçevesinde ücretleri ve çalýþ- hissederek sömürü çarklarýnda daha çok ezilmeyi kabul mü edeceðini gösterecek. ma koþullarýný feda etmekten çekinmiyorlar. Sendikalar özellikle otomotiv sektörlerini kurtarma planlarýnýn parçasý olup hükümetler ve þirketlerle anlaþýrken iþçileri de iþsizlik sopasýný arkadan gösterip korkutmaya çalýþýyorlar. Daha geçtiðimiz günlerde Ýsveç'in en büyük iþçi sendikasý IF Metal, iþverenle iþçilerin maaþlarýný yüzde 20'ye kadar düþürmeye imkân veren bir anlaþmayý imzaladý.
4
Eskisi Gibi Yönetemiyorlar Bu krizle karþýlaþtýrýlan 1929 krizi, dünyanýn iki büyük ekonomisi olan ABD ve Almanya'da sanayi üretimini yarýya düþürmüþ, iþçi sýnýfýnýn üçte birini iþsiz býrakmýþtý. Bu kriz, tarih sayfalarýnda kanla yazýlýp silinmeyecek büyük olaylara kapý açtý: devrimler, iç savaþ, Nazizmin, 2. Dünya Savaþý ve daha birçoklarý. 1929'dan sonraki en büyük kriz olarak tanýmlanan içinden geçtiðimiz kriz de büyük olaylarýn kapýsýný aralayacak potansiyelleri içinde barýndýrýyor. Korumacý eðilimler hem milliyetçi kutbu hem de yarattýðý toplumsal çeliþkilerle sýnýf çatýþmalarý kutbunu güçlendiriyor. 29 Buhraný sonrasýnda da bir yanda devrim haykýrýþlarý diðer yanda da Nazizmin ayak sesleri yükselmekteydi. Krizi yaratan aþýrý birikim sorununu çözmek için emperyalist savaþlarýn da tetiklenebileceði ortada. Savaþlar ve devrimler çaðýnýn kapýsý yeniden aralanýyor. Uluslararasý jeopolitik düzenin istikrarýnýn bozulduðu, ABD hegemonyasýnýn gerileme sürecine girdiði böyle bir dönemin nasýl bir düzene açýlacaðý hala belirsizliðini koruyor. Kriz, kapitalizmin çeliþkilerini her yönden derinleþtiriyor. Devletler arasýndaki çatýþmalarý da keskinleþtiriyor. Hükümetler piyasalarýný rakiplerden korumaya ve ihracatýný artýrmaya odaklanmýþ durumdalar. Bu durum artan sözlü çatýþmalarla beraber gidiyor. Obama, selefi Bush'u da aþan ifadelerle Çin'i ihracatýný teþvik etmek için 2 trilyon dolarlýk rezervlerini manipulatif þekilde kullanmakla suçluyor. Diðer taraftan Obama'nýn alt yapý inþaatlarýnda ithal demir çelik kullanýmýný yasaklamasýna karþý AB ülkelerinden de sesler yükseliyor. Bu konjonktürde, artan politik gerginliklerin Gürcistan ve Gazze örneklerinde olduðu gibi hatta daha þiddetli þekilde askeri çatýþmalara dönüþme ihtimali bir hayli yüksek. Emperyalist savaþlarýn ortaya çýkýþýný ve çapýný krizin derinliði belirleyecek. Gerilim sadece sistemin tepesinde yükselmiyor. Kitlelerin tansiyonu da yükselmekte. Bu durum egemen sýnýflarýn da gözünden kaçmamýþ ki arka arkaya ILO, Dünya Bankasý, IMF sosyal patlamalara ve ayaklanmalara karþý uyarýlar yapýyor. Financial Times yazarlarý da yoksulluktaki hýzlý artýþýn tehlikesinden dem vurup "hemen tüm devrimler ekmek ayaklanmalarýyla baþlýyor" diye ekliyor. Kriz kapitalist sistemin çeliþkilerini, çürümüþlüðünü ortaya seriyor. Gün geçtikçe açlýðýn kemikli ellerini
MARKSiST BAKIs daha çok hisseden kitlelerin toplumsal hoþnutsuzluðu, öfkesi ve eylemlilikleri artýyor. 2008 yýlýnýn baharýnda artan gýda fiyatlarýnýn yarattýðý yoksulluða karþý yükselen eylemler ve ayaklanmalar yaþanacaklarýn provasý niteliðindeydi. Kameron, Etopya, Hindistan, Endonezya, Fildiþi Sahilleri, Senegal, Filipinler, Bolivya, Mýsýr, Haiti ve daha birçok ülkeyi etkisi altýna alan eylemler 100 kiþinin öldüðü büyük çatýþmalara ve ayaklanmalara ev sahipliði yaptý. Haiti'de Baþbakaný istifa ettiren ayaklanma, Tunus'ta ancak kanla bastýrýlýrken Mýsýr'da ise grev ve eylemlerle sadece Mýsýr'ý deðil dünyayý sarstý. 1970'lerden bu yana ilk defa emekçilerin canlarý pahasýna eþzamanlý eylemlilikleri, gelecekte olabilecekler konusunda ipuçlarý verse gerek ki egemen sýnýfta büyük tedirginlik yarattý. Haksýz da deðiller. Yunanistan'da yükselen isyan bunun bir kanýtý. Kapitalist sistemin gençliðe geleceksizliði dayatmasý karþýsýnda tetiklenen gençliðin isyaný Avrupalý egemenlere korku saldý. Eðitim ve saðlýk alanýnýn piyasalaþtýrýlmasý, yaygýn iþsizlik, esnek çalýþma, düþük ücretler, polis þiddeti ve geçmiþ dönemlerin mücadelelerle elde edilen kazanýmlarýna her geçen gün saldýrýlmasý sadece Yunanistan'da deðil, Avrupa bütün ülkelerinde toplumsal hoþnutsuzluðu ateþlediðinden mücadelenin dalga dalga yayýlmasý potansiyeli egemenleri hayli tedirgin ediyor ve gerilimi azaltmak için harekete geçiriyor. Fransa tepkileri üzerine toplayan eðitim reformunu 1 yýllýðýna rafa kaldýrmasý da bu kaygýlardan kaynaklý. Kapitalist sistemin kriz denklemini krizinin bedelini emekçilerin sýrtýna yükleyerek ve emperyalist savaþlarla aþma dýþýnda alternatifi olmadýðýndan artan toplumsal hoþnutsuzluðun kitle gösterileri, grevler, çatýþmalar ve ayaklanmalara dönüþmesi kaçýnýlmaz. Paris, Roma, Zaragoza, Moskova ve Dublin'de artan iþsizlik ve düþen ücretlere karþý yükselen kitlesel gösteriler de bu potansiyelin iþaretlerini sunuyor. Ekonomisi çökme noktasýnda olan Ýzlanda, tarihinde ilk defa polisle göstericilerin çatýþmasýna tanýklýk ediyor. Sadece bu bölgelerde deðil, Batý kapitalizmiyle entegrasyonundan sonraki 20 yýldýr toplumsal mücadele anlamýnda neredeyse yaprak kýmýldamayan Doðu Avrupa kitle gösterileriyle sarsýlýyor. Tamamen dýþ sermayeye baðlý Doðu Avrupa ekonomileri kriz nedeniyle sekteye uðrayýnca uluslararasý yardým olmadan batma noktasýna varmýþ durumda. AB'nin yardým paketini reddetmesinden sonra Doðu Avrupa bir kýrýlma noktasýnda. Financial Times Almanya, durumu "Ateþ fýrtýnasýnýn yeni kaynaðý Doðu Avrupa" diye baþlýk atarak ortaya koyuyor. Letonya'da muhalefet ve sendikalarýn örgütlediði 10 bin kiþilik gösteride çatýþma çýkýp 100 kiþiden fazla tutuklama varken Litvanya'da þiddetli çatýþmalý gösterilere 20 bin kiþi katýlýyor. Bulgaristan'ýn baþkenti Sofya'da 2 bin kiþiden fazla gösterici hükümete karþý sokaklara dökülürken Estonya ve Romanya'da da gösteriler bekleniyor. Yine Rusya, Aralýk ayýnda, ithal otomobillere yüksek vergi yürürlüðe koymasýyla, ekonomisi Japon otomobillerini ithalatýna dayanan Uzak Doðu limaný Vladivostok kentinde sert gösterilere tanýklýk etti. Yerel polisin müdahaleyi reddettiði ithalat engellerine karþý gösteriler, 3700 mil ötedeki Moskova'dan özel kuvvetlerin müdahalesini gerektirecek kaygýyý uyandýrdý. Krizin bazý devletlerin ekonomilerinin toptan çöküþünü getirebileceði tartýþmalarý, 29 krizi sonrasýnda Almanya gibi büyük ekonomilerde devletin çalýþanlarýn maaþýný ödeyemez duruma geliþini anýmsatmýyor mu? Macaristan, Bulgaristan, Romanya, Arjantin, Venezuella, Ekvador, Meksika, Rusya, Ukrayna, Baltýk devletleri, Pakistan, Endonezya ve Güney Kore'nin de içinde bulunduðu devletlerin iflasýn eþiðine geldiði koþullarda toplumsal gerilimin geleceði noktayý öngörmek zor olmasa gerek. Kitlesel iþsizlik, açlýk ve hastalýk denkleminde en yoksul ülkelerde yaþayan yoksul halk krizden çok daha yýkýcý þekilde etkileniyor ve bu etki güçlü tepkileri de beraberinde getiriyor.
Türkiye'de Neler Oluyor? Erdoðan'ýn teðet geçtiðini söylediði kriz, Türkiye'de iþsizlik oranýný %22,4'e çýkararak, sanayi üretimini %21,3 düþürerek derinleþmeye ve hayatýmýzý daha çok etkilemeye devam ediyor. Türkiye ekonomisi daha tünelin içini tam olarak görmüþ bile deðil. Gün geçtikçe krizin etkileri kendini daha çok hissettiriyor. Kriz birkaç kanaldan Türkiye'nin reel sektörünü etkiliyor. Birinci kanal ihracattaki azalma. Türkiye'nin ihracatýnýn yarýsýna yakýnýný gerçekleþtirdiði AB ülkeleri krizin etkisiyle talebi büyük oranda düþürdüler. Türkiye'nin ihracatýnda Ocak 2009'da yýllýk yüzde 28 düþüþ yaþandý. Bu duruma iç pazardaki talepte azalma da eklenince krizin reel sektör üzerindeki etkileri derinleþiyor. Krizin Türkiye'ye etkisinin diðer bir yolu da sýcak para çýkýþýyla oluyor. Sýcak para çýkýþýnýn zincirleme bir etkisi var. Türkiye, yüksek faiz oranlarýyla, uluslararasý mali sermayenin yaklaþýk bir yýldýr önde gelen ekonomilerdeki kayýplarýný telafi ettikleri bir ülkeydi. Bu durum da Türkiye'ye düzenli sýcak para akýþýný saðlýyordu. Böylece Türkiyeli yoksul halk iþsizliðe, yoksulluða, aðýr sömürü koþullarýna mahkûm edilerek elde edilen kaynak ulusal ve uluslararasý mali sermayeye aktarýlýyordu. Ancak krizle birlikte ABD'li ve AB'li yatýrýmcýlarýn gerek Türkiye'nin güvenilirliðini kaybetmesi gerekse sýcak parayý ülkelerine götürerek son çare aramalarý sonucunda büyük bir sýcak para çýkýþý yaþanmakta. Sýcak para çýkýþý döviz kurlarýný da yukarýya çekiyor. Bu durum da dolaylý yoldan reel sektörü vuruyor. Þöyle ki, Türkiye'de özel sektörün 100 milyon civarýnda döviz borcu bulunmakta. Kazancý Türk lirasý, borcu ise dövizle olan þirketler döviz fiyatlarýndaki artýþtan büyük zarar görüyorlar ve bu durumdan reel sektör de etkileniyor. Türkiye'de kriz, doðrudan doðruya reel sektör krizi olarak yaþanýyor. Reel sektörde birçok þirket, iç ve dýþ piyasadaki talebin büyük oranda azalmasýndan sonra üretimini azaltmýþ, hatta bazýlarý kapýsýna kilit vurmuþ durumda. Örneðin 2008 Aralýk ayýnda beyaz eþya dört ana ürün satýþlarýnda düþüþler yüzde 30.8'e, otomo-
1929'dan sonraki en büyük kriz olarak tanýmlanan içinden geçtiðimiz kriz büyük olaylarýn kapýsýný aralayacak potansiyelleri içinde barýndýrýyor. Korumacý eðilimler hem milliyetçi kutbu hem de yarattýðý toplumsal çeliþkilerle sýnýf çatýþmalarý kutbunu güçlendiriyor. 29 Buhraný sonrasýnda da bir yanda devrim haykýrýþlarý diðer yanda da Nazizmin ayak sesleri yükselmekteydi. Krizi yaratan aþýrý birikim sorununu çözmek için emperyalist savaþlarýn da tetiklenebileceði ortada. Savaþlar ve devrimler çaðýnýn kapýsý yeniden aralanýyor.
5
MARKSiST BAKIs
bil satýþlarýnda yüzde 58.1'e, otomobil üretiminde yüzde 63.4'e ulaþtý. Türkiye'nin sanayi üretimi Ocak ayýnda, 2008 yýlýnýn ayný ayýna kýyasla yüzde 21,3 oranýnda azaldý. Sadece üretim azalmýyor, iþyeri kapatmalarýn sayýsý da artýyor. 2008 yýlý boyunca kapanan veya tasfiye edilen þirket, kooperatif ve ticari iþletmelerin toplam sayýsý, önceki yýla göre yüzde 25.6 artarak 64 bin 292'ye ulaþtý. Özellikle kapýsýna kilit vuran ticari iþletmelerin sayýsý yüzde 51.2 ile rekor bir artýþ gösterdi. Reel sektörün, üretimin etkilenmesi zincirleme olarak baþka süreçleri de tetikliyor. Üretimin azalmasý ve iþyeri kapatmalarla birlikte iþsizlik de artýyor. Türkiye Ýþ Kurumu'nun açýklamalarýna göre geçen yýla göre açýk iþlerin sayýsý %20 azalarak yaklaþýk 11 bine düþerken Ocak ayýndaki baþvuru sayýsý geçen yýla göre %95 artarak 151 bin kiþiye ulaþmakta. Türkiye Ýstatistik Kurumu (TÜÝK) verilerinden yapýlan hesaplamaya göre; Kasým, Aralýk, Ocak aylarýný kapsayan Aralýk döneminde gerçek iþsiz sayýsý 5 milyon 998 bin (toplam çalýþan sayýsý 21 milyon civarýnda), gerçek iþsizlik oraný da yüzde 22.4 çýkmakta. Üretimdeki düþüþle birlikte iþten çýkarma, maaþ düþüþleri, sosyal haklarýn budanmasý sonucunda gelirlerdeki dramatik düþüþler bireysel borçlarýn ödenememesini de beraberinde getiriyor. Ýþsizlikteki artýþ, hem tüketim düþüþü hem de kredilerin geri ödenememesi ile sanayi ve bankalarýn krizini derinleþtiren bir kýsýr döngü yaratýyor. Merkez Bankasý verile-rine göre, Türkiye'de 2009 Ocak ayýnda 139 bin kiþi ferdi kredi ve kredi kartlarý borcunu ödemedi. Negatif nitelikli ferdi kredi ve kredi kartlarý sisteminde yer alan kiþi sayýsý 2008 yýlýnda bir önceki yýla yüzde 230 artarak 207 binden 686 bine yükseldi. Kredi kartý borçlarýný ödeyemedikleri gerekçesiyle "kara liste"ye alýnanlarýn sayýsýnýn 2 milyon 300 bine ulaþtý. Merkez Bankasý tarafýndan bankalara duyurulan toplam karþýlýksýz çek sayýsý Þubat ayýnda, geçen yýlýn ayný ayýna göre yaklaþýk yüzde 53,1 artarak 149 bin 186'ya çýktý. Borçlar ödenemeyince icralar da kapýya dayandý. Ankara'da iþleme konulan 650 bin icra dosyasý bulunuyor ve bu da her 7 kiþiden birinin icra takibinde olduðunu gösteriyor. Borçlarýn tahsilatý için icralar hýz kazandýðýnda, iþten çýkarýlanlarýn sigortalý çalýþýp kýdem tazminatý alabilenlerinin ellerindeki para bitip saðlýk güvencesi de kalmayýnca, iþte o zaman, kriz bütün yakýcýlýðýyla kendini daha da çok hissettirecek.
Krizin Faturasýný Kim Ödeyecek? Bu sorunun cevabýný sýnýf mücadelesinin durumu belirleyecek. Ýþçi sýnýfý geleceði için mücadele etmezse nelerin onlarý beklediðine dair Türkiye'den iki örnek vererek baþlayalým. Birincisi kýsa çalýþma ödeneði. 2004 yýlýnda uygulanmaya baþlanan bu ödenek þu þekilde iþliyor: Ýþyerindeki üretim genel ekonomik kriz veya zorlayýcý sebeplerle, haftalýk çalýþma süresi geçici olarak en az üçte bir oranýnÇürümüþ kapitalizmi hak ettiði yere, tarihin çöplüðüne gönderecek olan da da azaltýlmýþsa, iþyerinde faaliyet tamamen veya kýsmen en az dört hafta süreyle durmuþsa, iþveren tarafýndan, Ýþkur'a müracaat edilerek iþçiler için iþçi sýnýfý ve yoksul kitlelerin devrim ödenek talep ediliyor. Bu ödenekten iþçiye 3 ay boyunca 300 lira ile 500 ateþiyle kül olana kadar bu sistemi lira arasýnda deðiþen bir ücret veriliyor, sigortasý devlet tarafýndan yatýrýlýtutuþturmasýdýr. Bir tek bu yol insanyor. Bu süre þimdilerde 6 aya çýkarýldý, ayrýca verilen meblaðlar da arttýrýlalýðýn kurtuluþunu müjdeleyebilir. cak. Ýþsizlik fonunda biriktirilen 37 milyar lira böylece patronlara aktarýlýyor. 2005`te kýsa çalýþma ödeneðinden 21 iþçi; 2006`da 217; 2007`de 40 iþçi yararlanmýþken, 2008`in sadece Aralýk ayýnda ise ödenek 650 iþçiye ve-rildi. Daha yeni Ford, 5 bin iþçisi için baþvuru yaptý. Ýþçilerin yoksulluðu söz konusu olunca kapanan kapýlar patronlarý rahatlatmak için açýlýyor. Erdoðan'ýn dediði gibi patronlar krizi fýrsata çeviriyor. Diðer bir örnek de iþçilerin tuvalete gitmelerini kýsýtlayarak karý artýran sistem olacak. Üretici firmanýn üretim amacýný, "personelin mesai saatleri içerisinde tuvalete gitmek bahanesi ile sigara içmesi, arkadaþlarý ile muhabbet etmesi ve iþten kaytarmasýný engelleyerek çalýþma saatlerinin verimli geçirilmesini saðlamak" olarak açýkladýðý bu sistemle iþçi tuvaletlerinin kapýsýna takýlan cihaz, kart ya da parmak iziyle kiþi kiþi tuvalete günde kaç kere gidilip ne kadar kalýndýðýnýn kaydý tutuluyor. Belirlenen sýnýrý aþan iþçinin maaþýndan ise kesinti yapýlýyor. Çoðu tekstil olmak üzere Türkiye'de 132 fabrikada bu sistem kullanýlýyor. Her çalýþanýn günde 20 dakika fazladan tuvalette harcadýðý zamanýn 100 personel için günde 2 bin 199 liralýk maliyeti olduðunu söyleyen üretici firma, bir de utanmadan patronlara "iþçilerin haklarý olmadan sizden aldýklarý zamanýn para olarak size geri dönüþümü..." diyerek ürünü pazarlýyor. Toparlarsak iþçi sýnýfý ve yoksul halk için krize karþý sýnýf mücadelesini yükseltmediði sürece kendisini bekleyen daha fazla kemer sýkma, esnek ve güvencesiz çalýþma, ücret kayýplarýnýn artmasý, ilkel birikim döneminin kölece sömürü koþullarýna dönmek ve yeni pazarlar, hegemonya için yapýlan emperyalist savaþlarda kanýný dökmek olacaktýr. Ýþçi sýnýfýnýn sýrtýna krizin bedeli yüklenirken rekabetten baþarýyla çýkan patronlar krizi fýrsata çevirecekler(ki örneðin bankacýlýk sektörü kriz döneminde kârýný yüzde 23 artýrdý). Krizin faturasýný iþçi sýnýfý ödedikçe kapitalizmin çýkamayacaðý kriz yoktur. O ya da bu þekilde yeni bir paradigma çerçevesinde bu krizi de aþmayý bileceklerdir. Tüm mesele kriz denkleminde sýnýf mücadelelerinin oynayacaðý roldür. Kapitalizmin keskinleþen çeliþkileri karþýsýnda kitleler ipleri ellerine aldýklarýnda rüzgâr baþka yerden esecektir. Çürümüþ kapitalizmi hak ettiði yere, tarihin çöplüðüne gönderecek olan da iþçi sýnýfý ve yoksul kitlelerin devrim ateþiyle kül olana kadar bu sistemi tutuþturmasýdýr. Bir tek bu yol insanlýðýn kurtuluþunu müjdeleyebilir.
Aynur Akman
6
MARKSiST BAKIs Bir Kez Daha Ýlkesizliklerle Dolu Reformist Seçim Ýttifaký
Yerel seçim gündeminde solun tavrýna baktýðýmýzda görünen þudur: Bir kez daha seçim zamaný alelacele oluþturulan ilkesiz ve reformist bir güçbirliði projesi gündeme getirilmiþtir. Ulusalcýsýndan, Kürt hareketine, sol liberalinden, kamucusuna, feministinden çevrecisine ve kendini Troçkist addedenleri içerecek kadar geniþ bir yelpaze ile bir seçim ittifaký oluþturulmuþtur.
Yerel seçim gündeminde solun tavrýna baktýðýmýzda görünen þudur: Bir kez daha seçim zamaný alelacele oluþturulan ilkesiz ve reformist bir güçbirliði projesi gündeme getirilmiþtir. Ulusalcýsýndan, Kürt hareketine, sol liberalinden, kamucusuna, feministinden çevrecisine ve kendini Troçkist addedenleri içerecek kadar geniþ bir yelpaze ile bir seçim ittifaký o l u þ t u r u l m u þ t u r. 2002 DEHAP süreci ile baþlayan seçim beraberlikleri, bu sefer daha da geniþleyerek 24 bileþene ulaþmýþ durumda. Bu geniþleme DTP'nin ittifaklar politikasý ile mümkün oldu.2002 genel seçimleri ve 2004 yerel seçimlerinde Karayalçýn faktörü daha solda görünmeye çabalayan sol çevreler için ittifaka katýlma önünde tatsýz bir engel olmuþtu, zira Karayalçýn'ýn 90'lardaki gladyocu ve 5 Nisancý sicili büyük bir psikolojik basýnç yaratmakta idi. 2007 seçimlerinde Karayalçýn engeli ortadan kalktýðýnda ittifak biraz daha geniþledi. Ne var ki Baskýn Oran iþbirliði (son virajda bozulmuþtu) bir kýsým "radikal" solcu için yine engel teþkil etti ve ittifakýn çeperini bir miktar da olsa sýnýrladý. Bu sefer Baskýn Oran da ortalarda yok ve ittifak þimdi en geniþ þeklini almýþ durumda. Oysa daha önceki güçbirliklerinin reformistliði Karayalçýn'dan ya da Baskýn Oran'dan ileri gelmiyordu. Karayalçýn ve Baskýn Oran seçim bloku reformist olduðu için orada bulunuyordu. Ýþte, bu sefer Karayalçýn ya da Oran gibiler yok, ama seçim ittifaklarýnýn açýk reformist çizgisindeki süreklilik gözlerini kapamayan herkes için ortada duruyor. Adýna güçbirliði denilen bu seçim birliðinin ilkesizlik temelini ortaya koymak bir zorunluluk arz etmektedir. Ýlkesizliklerin baþýnda "güçbirliðinin"
oluþum biçimi gelmektedir. Ergenekon'dan AKP'ye AB'den Kürt sorununa keskin ayrýmlarla birbirinden uzaklaþmýþ bu unsurlarýn seçim zamaný geldiðinde hiçbir alt yapýsý hazýrlanmadan, bir tartýþma süreci yaþamadan ortak iþ yapma kültürü ve sürecini örmeden safi Kürt dinamiðine yaslanarak güçbirliði ilan etmesi oluþan "birliðin" zemininin ne kadar zayýf olduðunu ortaya koymaktadýr. Seçim yaklaþýrken alelacele biraraya gelen bu güçlerin ilkesizlikleri o denli büyüktür ki yapýlacak süreç analizi neticesinde ortaya çýkacak fiyasko da o denli büyük olacaktýr. DTP açýsýndan gerçeklik bambaþkadýr, onu Diyarbakýr ve diðer Kürt illerinde çýkacak sonuç ilgilendirmektedir. Diðer sol unsurlar için ise durum baþkadýr: Ýlkesizlik günahlarýyla dolu bir fiyasko! Kendi tutarlýlýðý, güvenilirliði, inandýrýcýlýðý ve saygýnlýðý biraz daha erozyona uðramýþ olarak bu açýk fiyaskoyu tartýþmayacak, bir kez daha meselenin üzerinden atlayacaklar. Bu ise tamamen koflaþmýþ, geleceði olmayan, cansýz bir aygýtýn ifadesi olacaktýr. Güçbirliðinin oluþum sürecinde her zaman olduðu gibi pazarlýklar belirleyici olmaktadýr. Görece "büyük" unsurlarýn Kürt oylarýyla olursa bir belde veya belediye kapmak için kýyasýya pazarlýklara giriþtiði bilinmektedir. Bu pazarlýklarda istediðini alamayanlarýn güçbirliðinden ya tamamen ya da bazý bölgelerde çekildiði takip edilmektedir. Bu, seçime endeksli, mevki makam kapmaya odaklanmýþ reformist bakýþ açýsýnýn temel tavýrlarýndan birisidir. Örneðin bu tarz seçim ittifaklarýnýn müdavimi olan EMEP pazarlýk masalarýnda istediðini alamamýþ olacak ki ittifaktan çekildiðini açýkladý. Hiç de ilkesel olmayan bu durum, ortak aday olarak kendi adayýnýn gösterildiði bölgelerde güçbirliðinin desteklenmesi diðer yerlerde ise kendi parti ismiyle seçimlere katýlma þeklinde de tezahür etmektedir. 2007 genel seçimlerinde genel baþkaný Kürt oylarýyla Ýstanbul'dan milletvekili seçilen ÖDP, Mersin'de kendi parti ismiyle seçimlere girmiþ bu da ortak aday Orhan Miroðlu'nun kýlpayý seçimi kaybetmesine neden olmuþtu. AKP-CHP dýþýnda üçüncü bir yolun, bir
7
MARKSiST BAKIs
alternatifin güçbirliði ile yaratýlmasýný þiddetle savunanlar, seçim ittifakýný bu zemine oturtanlar pazarlýklarda istediklerini elde edemeyince birlikten çekiliveriyorlar. Bu tarz tutumlar burjuva politikasýna has samimiyetsizliklerdir. Reformist bakýþ açýsýnýn o denli egemendir ki güç birlikleri seçim zamanlarýnda yeniden piyasaya sürülüp seçimlerden sonra derhal rafa kaldýrýlmaktadýr. Bu da burjuva politikacýlarýna has bir tutumu hatýrlatmaktadýr. Burjuva partiler için seçimler makam mevki ve politik erke sahip olmak için bir zýplama tahtasýdýr. Bu nedenle tüm güçleriyle seçim dönemlerine asýlýrlar, diðer taraftan seçimler arasý dönemlerde çalýþmalarýný asgariye düþürürler. Týpký bunun gibi yýllardýr güçbirliði adý altýnda faaliyet gösterenler için de durum budur. Hatýrlanýrsa son genel seçimlerde özellikle Ufuk Uras, Baskýn Oran, Levent Tüzel için yoðun seçim çalýþmalarý yapýlmýþ seçimlerin ardýndansa bu kampanyalar adeta unutulmuþtur. Politik çalýþmalarýn düzeyi sýfýra yaklaþmaktadýr. Güçbirliðinin pazarlýklarda pek aktif olamayan daha küçük unsurlarý içinse durum reformist siyasete eklemlenme, siyasetsizlik ve yüksek siyasetin bir parçasý olma küçük burjuva tutkusu ile tanýmlanmalýdýr. Toplantýlarda boy göstermek, beþ yýldýzlý otel lobilerinde basýn açýklamalarýna katýlmak, iddiasýz kimi yerlerde aday gösterilmek, siyasetinin isminin güçbirliði listelerinde geçmesi anlaþýlan kimileri için baþarý sayýlmaktadýr. Bu baþarý için ilkesellik zemini hýzla terk edilebilir, reformist sloganlarýn alkýþçýlýðý hýzla üstlenilebilir. Bu durum bizler için þaþýrtýcý deðildir. Ýlkesellikte ýsrar, hayatý açýklayan bir proleter sýnýf programýna, bu programý hayata geçirme zorlu görevine giriþebilecek saðlam bir örgütsel yapý ve devrimci dinamizmle mümkün olabilir. Küçük burjuva reformizmi ise kendi zayýflýðýný altý boþ büyük söylemlerle, geniþ platformlarýn bir parçasý olmakla, yüksek siyasete oynamakla gidermeye çalýþýr. Oluþumdaki tutarsýzlýklarýn ardýndan þimdi de güçbirliðinin seçim programýna ve söylemlerine bir bakalým. Bu konuda güçbirliðinin temel duruþu "demokratik halkçý belediyecilik", "toplumcu belediyecilik" "kamucu belediyecilik", "katýlýmcý bütçe" sloganlarýyla günyüzüne çýkýyor. Emekçi sýnýflar içerisinde burjuva düzen-iktidar kavramsallýðýnda büyük kafa karýþýklýðýna yol açabilen bir tür belediye sosyalizmi çarpýtmasý en açýk reformist söylemsellik temelinde yürütülüyor. Bütün bunlar " Birlikte Baþaracaðýz ", " Kazanacaðýz " gibi reformistlere has içi boþ, cafcaflý sloganlarla kampanya ediliyor. (2002 Kasým seçimlerinin sloganý da "DEHAP büyüyor, iktidara yürüyor" idi) Esasýnda kamucu belediyecilik türünden slogan
8
lar burjuva partilerin de pek yabancý olduðu sloganlar deðil. CHP Çankaya belediye baþkan adayýnýn da seçimdeki sloganýnýn "toplumcu belediyecilik" olmasý, bu sloganýn esasýnda burjuva düzende pek de bir anlamýnýn olmamasýndan kaynaklanýyor. Bu gibi popüler sloganlarýn burjuva diktatörlüðü altýnda tamamen geçersizliði bir yana (bu çok önemli konuya aþaðýda deðineceðiz) Güçbirliði temelde CHP Çankaya belediye baþkan adayý ile popülistliði, yüzeyselliði ve aldatýcýlýðý ile aynýlaþmaktadýr. Ýþte fütursuz reformist söylemlerden seçmeler: "Belediyecilik nasýl yapýlýr göstereceðiz" (Samsun, sol.org.tr), "Hedefimiz, denetlenebilirliði, ulaþýlabilirliði, katýlýmcýlýðý ve sosyal belediyeciliði göstermek" (Emep'ten ortak aday Samsun Ýlk Adým bel.baþkan adayý), "Yeni Hopa'lar yaratacaðýz" (Turnusol), "Kent merkezindeki taþýt yoðun- Ýlkesizliklerin baþýnda luðunu azaltacaklarýný. Setbaþý- "güçbirliðinin" oluþum Altýparmak hattýný araç trafiðine biçimi gelmektedir. kapatýp, yayalaþtýracaklarýný ve Ergenekon'dan AKP'ye ayný hatta tramvay yapacaklarýný AB'den Kürt sorununa söyledi" (Turnusol, Bursa), keskin ayrýmlarla "Somut özgün projelerinin birbirinden uzaklaþmýþ bu olduðunu belirtti. Kadýn sýðýnma unsurlarýn seçim zamaný evleri, gençler için kültür merke- geldiðinde hiçbir alt yapýsý zleri, þehir güzergahlarýný hazýrlanmadan, bir tartýþma geniþletecek projeleri olduðunu süreci yaþamadan ortak iþ ve halk ile birlikte çalýþarak bu yapma kültürü ve sürecini hizmetleri gerçekleþtireceklerini örmeden safi Kürt söyledi" (DÝP-G'li Þiar dinamiðine yaslanarak güçbirliði ilan etmesi Riþvanoðlu, Adana, Atýlým). Kapitalizm koþullarý altýnda, oluþan "birliðin" zemininin üstelik içinden geçilen kriz ne kadar zayýf olduðunu dönemlerinde daha gönençli bir ortaya koymaktadýr. yaþam hayallerini emekçi kitleler içinde yaymak ve bu hayal üzerinden prim yapmaya çalýþmak düzenin sýnýrlarýný aþamayan reformist liberal siyasetin temel düsturu durumundadýr. Güçbirliðinin kampanyasýnda öne çýkan bir diðer unsur da sivil toplumcu çizgidir. Kimlik siyasetinin, konu bazlý politikanýn solda giderek etkisini arttýrdýðýný biliyoruz. Sýnýf mücadelesi çizgisinden farklýlaþarak postmodernizmin sularýna yelken açan siyasetlerin çokluðunda bunun seçim çalýþmalarýna etki etmemesi düþünülemezdi zaten. Bunun bir yansýmasý olarak da feministlerin ve yeþillerin bu ittifak sürecinde bir hayli öne çýktýðý görülmektedir. Öyle ki Kadýköy'den ortak aday olarak Yeþiller Partisi'nin belirlenmesi bu postmodern siyaset çizgisinin ne kadar kabul gördüðünün bir kanýtý olmuþtur. Yeþiller Partisi'nin ve feministlerin güçbirliði içerisindeki konumlarý, bizlere Güçbirliði projesinin Avrupa'daki benzerlerinin konumlarýný hatýrlattý. Avrupa'da sosyal demokrat partilerin solunda Yeþillerin, feministlerin, kimi daha
MARKSiST BAKIs radikal gözüken sol gruplarýn seçim birlikteliklerinin oynadýðý rol, bunlarýn Türkiye'deki versiyonlarýnýn talip olduðu proje hakkýnda saðlam bir kaný oluþturmaktadýr. Ýtalya'da Rifandozione, Almanya'da Sol Parti gibi oluþumlar iktidara geldikleri yerel bölgelerde gösterdikleri performansla gerçekte sermaye düzenin sol ayaðý olduklarýný gösterdiler. Fransa'da þimdilerde ýsýtýlan Antikapitalist Parti(NPA), FKP(Fransýz Komünist Partisi)'nin boþalttýðý yeri doldurmaya, düzenin soldaki alternatifini yaratmaya yöneliktir. Bu gibi çoðulcu oluþumlar Avrupa'da gayet meþrudur ve düzenin sahipleri tarafýndan bir ihtiyacýn ürünü olarak kabul görmektedirler. Türkiye'de þimdiye kadar kurulmuþ olan bütün Güçbirlikleri, aslýnda çatý partisi vb. ile Avrupa'daki benzer oluþumlarý örnek almaktadýr. Ne var ki Türkiye'nin kendine has koþullarý þimdiye dek böyle bir oluþumun zemin bulacaðý bir duruma izin vermemiþtir. Ama þundan eminiz ki böylesi bir durumda güçbirliði vb. birliktelikler Avrupa'daki gibi düzenin payandasý olmanýn ötesine geçemeyecektir.
Seçimlerin Devrimciler Açýsýndan Anlamý Seçimlerin devrimciler açýsýndan anlamý nedir? Seçim çalýþmalarýnýn dayanmasý gereken temel prensipler neler olmalýdýr? Birinci söylenmesi gereken seçim çalýþmalarýnýn devrimci çalýþmanýn genel stratejisinin temel belirleyeni deðil, genel devrimci çalýþmanýn bir parçasý olduðudur. Genel stratejisini seçimler üzerinden þekillendirmek, konsantrasyon ve çabasýný seçim dönemlerine yoðunlaþtýrmak reformistlerin iþidir. Gruplar arasý iþbirliklerinin, yönelim ve taktik deðiþikliklerin, genel çalýþma seyrinin ve hatta ideolojik açýlýmlarýn seçim hesaplarý çerçevesinde yapýlmasý bu tarz güçbirliklerinin temel özelliði olmuþtur. Oysa devrimciler açýsýndan seçim çalýþmalarý, aralýksýz devam eden devrimci mücadelenin ve bu çerçevede þekillendirilmiþ genel stratejinin bir halkasýndan öte bir þey deðildir. Genel anlamda ifade edersek devrimci çalýþmanýn merkezi, emekçi sýnýflarla devrimci öncünün baðlarýný güçlendirmek, komünist saflarý sýklaþtýrmak, geniþletmek ve bunlarý eðitmek, emekçiler üzerindeki burjuva hegemonyayý mümkün mertebede kýrarak kitleleri belirleyici kavgalara hazýrlamaktýr. Elbette ki parlamenter mücadeleye yönelik boþ inançlara karþý mücadele edilecek, emekçiler için tek kurtuluþ yolunun devrim ve sosyalizm uðruna sýnýf mücadelesi olduðu vurgulanacaktýr. Dolayýsýyla seçim çalýþmalarýnýn muhasebesi alýnan oy miktarýyla deðil, emekçiler ve genel olarak gençlik içerisinde geliþtirilen baðlar ve devrimci çalýþmanýn gücüyle ölçülmelidir. "Birlikte baþaracaðýz" türünden söylemlerin bu anlamda devrimcilikle zerre kadar iliþkisi yoktur. Buradan çýkan diðer bir sonuç da devrimcilerin seçim çalýþmalarý boyunca parlamenter ya da belediye sosyalizmine yönelik boþ hayaller yaymayacaklarý, tersine seçim Reformist bakýþ açýsýnýn o denli egesisteminin ve genel olarak burjuva düzenin demokrasi oyununun gerçek bir mendir ki güç birlikleri seçim zamanlarýnda yeniden piyasaya sürülüp teþhirine yöneleceðidir. Güçbirliði'nin bu konuda da zaten devrimci bir tutum geliþtirmediðini, seçimlerden sonra derhal rafa tamamýyla seçim platformuna dönüþtüklerini, iþçi sýnýfýnýn tarihsel çýkarlarý- kaldýrýlmaktadýr. Bu da burjuva polina aykýrý þekilde belediye sosyalizmi ve parlamenter boþ hayaller yarattýk- tikacýlarýna has bir tutumu hatýrlatlarýný ifade etmiþtik. Diðer taraftan güçbirliði içerisinde devrimcilik iddiasýn- maktadýr. Burjuva partiler için seçimler makam mevki ve politik erke da olan yapýlara da bir diyeceðimiz olacaktýr kuþkusuz. Bu gruplar da Lenin'in saðlam þekilde geliþtirdiði devrimcilerin seçimlerdeki sahip olmak için bir zýplama tahtutumu konusunda evet diyeceklerdir, devrimci görüþlerimizi emekçi böl- tasýdýr. Bu nedenle tüm güçleriyle gelerinde yayýyoruz, parlamenter inançlarla iþimiz yok. Diðer taraftan þunu seçim dönemlerine asýlýrlar, diðer sormak da bizim hakkýmýz: "Hangi programla kitlelere gidiyorsunuz"? DTP taraftan seçimler arasý dönemlerde ya da TKP programý ile mi, kendini Troçkist sayanlarýnki ile mi ya da çalýþmalarýný asgariye düþürürler. Maocularýnki ile mi, EMEP veya ESP'lilerin programý ile mi veyahut femi- Týpký bunun gibi yýllardýr güçbirliði nist ya da çevrecilerinki ile mi gidilecektir? Doðrusu biz bunu cevapladýk. adý altýnda faaliyet gösterenler için Söz konusu olan bir proleter devrim programý deðil, "kamucu belediyecilik" de durum budur. ve "birlikte baþaracaðýz" oportünist sloganlarýyla ifade olunan reformist bir seçim programýdýr. Baþkasýný beklemek bir saflýk olmaz mý? TKP, EMEP gibi saf düzen partileri ile feministler ve çevreciler ile DTP, ÖDP gibi açýk sol liberaller ile sivil toplumcular ile devrimci bir birlikten söz etmek nasýl mümkün olabilir ki? Birlikte Baþarabiliriz çalýþmalarýnda çok sýð bir "solculuk", seçim vaatleriyle süslenmiþ bir tür "belediye sosyalizmi" anlatýlmaktadýr. Oysa kapitalist dünya ekonomisinin serbest düþüþte olduðu bir süreçte emekçilerin ihtiyacý net bir devrim programýdýr. Belediye sosyalizmi vaatleri ise kitlelerde hem belediyelere hem seçim süreçlerine iliþkin ciddi yanýlsamalara yol açarken burjuva kurumsallýðýný meþrulaþtýrmaktadýr. Bu söylem, bir yandan da kitleleri devrimci dönüþtürücü esas özne olmaktan çýkararak onlardan reformlar için pasif destek istemekten baþka bir þey yapmaz. Seçim çalýþmalarýnda yapýlmasý gerekense iþçi-emekçi ve
9
MARKSiST BAKIs
gençlerin önüne iktidar sorununu koymaktýr. "Halkla birlikte yöneteceðiz" deniyor Birlikte Baþaracaðýz Platformu çalýþmalarýnda. Bu beylik laf, burjuva partilerinin ucuz vaatler listesinin her daim baþýnda bulunmuþtur. Birlikte Baþaracaðýz Platformu 'nun seçim programý bu türden alt yapýsýz vaatlerle dolu. Ýlk olarak hatýrlanmasý gereken burjuva düzende sosyalist bir belediyeciliðin olamayacaðýdýr. Maddi üretimin burjuvazinin elinde olduðu, burjuva devlet aygýtý sapasaðlam yerinde duruyorken ve düzenin kolluk kuvvetleri hazýr kýta beklerlerken belediyede halk iktidarý iddialarý tam bir aldatmacadýr. Býrakýnýz bunlarý, Ýçiþleri Bakanlýðýnýn belediyenin görevine son verme yetkisi burjuva yasallýðýna da konmuþ durumdadýr. Konunun bir yaný da þu: politik radikal bir sýnýf hareketi yokken "halka birlikte yöneteceðiz" demek de boþ konuþmak deðil midir? Emekçi sýnýflar böyle bir yeteneðe bu haliyle sahip deðilken birSeçim çalýþmalarý devrimci çalýþ- likte yöneteceðiz lafý manýn genel stratejisinin temel burjuva partilerinki belirleyeni deðil, genel devrimci gibi bir birliktelikten çalýþmanýn bir parçasýdýr. Genel öteye gidemez. güçbirstratejisini seçimler üzerinden þekil- Kýsacasý emekçi lendirmek, konsantrasyon ve liðinin çabasýný seçim dönemlerine yoðun- sýnýflara devrimci bir laþtýrmak reformistlerin iþidir. duruþ götürmek gibi Devrimciler açýsýndan seçim çalýþ- bir niyeti yoktur. malarý, aralýksýz devam eden devrim- G ü ç b i r l i ð i n i n ci mücadelenin ve bu çerçevede devrim gibi bir gündemi olmadýðý gibi þekillendirilmiþ genel stratejinin bir ortak bir program halkasýndan öte bir þey deðildir. üretecek netliðe de Genel anlamda ifade edersek sahip deðildir. devrimci çalýþmanýn merkezi, DTP'den TKP'ye, emekçi sýnýflarla devrimci öncünün feministinden çevrebaðlarýný güçlendirmek, komünist c i s i n e , saflarý sýklaþtýrmak, geniþletmek ve Maocusu'ndan kenbunlarý eðitmek, emekçiler üzerinde- dini Troçkist sayana, ki burjuva hegemonyayý mümkün Halkevcisi'ne geniþ mertebede kýrarak kitleleri belirleyi- bir yelpaze program ci kavgalara hazýrlamaktýr. örgütlemek için biraraya zaten gelemez. Bir programdan söz edilecekse bile bu bileþimden zaten devrimci bir içerik çýkmaz. Seçim odaklý yüzeysel politik bir hattýn yeterli olduðu, AKP karþýtlýðý üzerinden konumlanmýþ bir iþbirliðinden reformizmden öte bir þey mümkün olamaz. Seçim odaklý olmanýn getirdiði her türlü ilkesizlik de ortaya serilmektedir doðal olarak.
Samimiyetsizlik Güçbirliði'nin ilkesiz zemini kendisini seçim çalýþmalarýnda ve sonuçlarýnda göstermekte. Seçime çok az bir süre kala dahi elle tutulur bir çalýþmanýn yürütüldüðünü göremedik. Bu, seçim ittifakýnýn pazarlýklar yüzünden son ana
10
kadar gecikmesinin bir sonucudur. Diðer taraftan, bu durum, güçbirliðinin arkasýnda býraktýðý onca yýla ve seçim dönemine raðmen bir birikimi, hukuku, kendi iþleyiþi ve ilkelerinin olmadýðýný kanýtlar niteliktedir. Madem seçim için ortak platformlarda geniþ ittifaklar kurabiliyorsunuz, neden bunun seçim öncesi ya da sonrasý olmaz? Çeþitli konularda bu ittifak sürdürülmez? Her defasýnda seçim iyice yaklaþtýðýnda alelacele pazarlýk masalarýna oturulur, birileri bu masalarý son anlarda terk eder. Giden gider, kalan saðlarýn da hepsi çalýþmaz. Sadece aday gösterilen siyaset, kendi adayý için koþturur. Diðerleri genelde dostlar alýþveriþte görsünler diye bir miktar arzý endam ederler o kadar. Adaylarý olan siyasetler o bölge ya da bölgelerle ilgilenirler, diðer bölgeler pek de umursanmaz. Sonuçlar da çarpýcýdýr. Birçok örnekten bir tanesi. 2002 seçimlerinde ÖDP'nin 1411, TKP'nin 1234, Emep'in 766 oy aldýðý Ordu'da 2004 yerel seçimlerine 'Demokratik Güçbirliði' listesi adý altýnda SHP, ÖDP, EMEP ve SDP Ordu Belediye Baþkanlýðý için seçime girdi. Bu dört partiden oluþan 'Demokratik Güçbirliði' listesi kaç oy aldý dersiniz? Sadece ve sadece 96. Bu sonuçtan ismi geçen partilerin kendilerinin dahi ortak adaya oy vermediði gözükmektedir. Çünkü, AKP karþýsýnda iddialý DSP adayýný desteklediler hepsi. Bu dönemde de farklý olacaðýný hiç zannetmiyoruz. Ýstisna bir iki bölge dýþýnda güçbirliðinin bileþenleri genel olarak AKP karþýsýnda CHP'ye oy vermektedirler. Böyle bir durumda herhangi bir iddiadan, tutarlýlýktan ve güvenilirlikten bahsedilebilir mi? Tutarsýzlýklarýn ötesine geçip içinde bulunduðu durumu mantýksal sonuçlarýna götürenler de yok deðil. Bu tutuma örnek olarak ÖDP kurucu üyelerinden eski genel baþkan yardýmcýsý ve geçmiþ Dev-Yol hareketinin önemli isimlerinden olan Yýldýrým Kaya'nýn Kýrþehir'de yanýnda 1000'in üzerinde kiþiyle CHP'ye katýlmasýný gösterebiliriz. Pek þaþýrtýcý deðil ama CHP Yýldýrým Kaya'yý Kýrþehir belediyesi için aday göstermedi, yerine seçilmemesi garanti olan bir baþka adayý tercih etti. Eðer CHP'nin sola yönelik tavrý biraz da olsa açýk kapý býrakacak þekilde olsa (güçsüz SHP'nin geçtiðimiz yýllarda ifade ettiði türden) Yýldýrým Kaya'nýn tutumunun solda kurumsal bir nitelik alarak hýzla yaygýnlaþacaðýndan emin olmak gerekir. Þunu hemen belirtelim. Birçok sol siyasal yapý için DTP'nin çekim merkezi olmasý, her þeyden önce DTP'nin makam-mevki ve siyasal güce giden imkanlara sahip olmasý ve bu imkanlarýný belirli ölçülerde kullandýrmasý ile mümkün olabilmiþtir. Ufuk Uras'ýn milletve-
MARKSiST BAKIs kili seçilmesi bunun iyi bir örneðidir. Yoksa ulusalcý, yurtsever, Kemalist damarlarý güçlü olan çeþitli sol yapýlarýn 90'larýn sonundan itibaren (kendi týkanýklarýnýn çýplak hale geldiði bir evre) DTP'ye yaklaþmalarýný baþka türlü açýklayamayýz.
Seçimlerde DTP'ye Ýliþkin Tavýr Seçimlerde reformist sol Kürt oylarý üzerinden hesap kitap yapmaktadýr. Bunu da þovenizme karþý devrimci enternasyonalist ilkesel bir zeminde duruþun ifadesi olarak lanse etmektedirler. Ulusalcý, Kemalist, yurtsever tutumlarý aþikâr olan kimi siyasal çevrelerin tamamen girdikleri parlamenter yolda kendi baþlarýna yürümelerinin imkâný bulunmamaktadýr. Yaygýn medya desteði ve onlarca siyasal grubun birleþikliðine raðmen ÖDP 99 seçimlerinde yüzde 1'e bile ulaþamamýþtý. Ardýndan da hýzlý bir bölünme sürecine girerek bugünkü konumuna gelmiþti. Hal böyleyken belediyeleri ve meclisi zorlamanýn tek yolu Batý'daki Kürt oylarýndan geçiyordu. Bunu ilk fark edenlerden birisi 19 Mayýslarý baðýmsýzlýkçýlýk ateþi ile kutlayan Kürt hareketi ile 90'larýn ortalarýna kadar çok sert çatýþmalar içinde bulunmuþ EMEP olmuþtu. EMEP'ten de önce Doðu Perinçek'in Sosyalist Partisi bu fýrsatý deðerlendirmek istemiþ ve yaygýn Kürt hareketi destekçisi bir tavýr takýnmýþtý. O zamanki DEP, 91 genel seçimlerinde Ýnönü'nün SHP'si ile seçim ittifakýný tercih edince Perinçek ortada kalmýþ, ardýndan da hýzla Kürt düþmaný þoven bir çizgiye kaymýþtý. Yine o dönemde küçük burjuva kariyerist entelektüellerden Yalçýn Küçük hýzlý Kürt severliði ile öne çýkarken istediðini alamamýþ olacak ki daha sonra kuvvetlenen sað rüzgârlara kendisini býrakarak kariyerizmini ýrkçý kulvarlarda sürdürmeyi tercih etmiþti. DTP'ye ilkesel zeminlerin çok dýþýndan tamamen fýrsatçýlýk üzerinden iliþkilenen oportünizmin dýþýnda bir de Kürt hareketi ile siyasal kuyrukçuluk iliþkisinde olanlara deðinmek gerekiyor. Ýlk olarak þunu belirtmek gerekir. Þovenizme karþý ezilen ulus hareketiyle omuz omuza vermek, devlet baskýsý ve Ezilen Kürt halkýnýn yanýnda olmak, þovenist faþizme birlikte göðüs germek, Kürt halkýnýn inkârýna göz baskýlara Kürt hareketi ile omuz omuza göðüs yummamak baþka bir þeydir, Kürt hareketiyle stratejik ittifak- germek ancak bayraklarý karýþtýrmamakla lar örgütlemek baþka þeydir. Bunlardan birincisi devrimci samimi ve saðlam bir zemin kazanabilir. Ýþçi olmanýn kesin gerekliliðiyken ikincisi Kürt hareketinin sýnýf sýnýfýnýn tarihsel çýkarlarýna sadýk kalmak ve iþbirlikçisi sol liberal siyasal düzlemine eklemlenme anlamýna devrimci Marksizmin programýndan sapmamak gelecektir. Stratejik ittifaklar örgütlemek bizler için her þeyden devrimci bir sýnýf hareketinin oluþmasýnýn önce proleter devrim davasýna ilkesel baðlýlýk ön koþuluna zorunlu ön koþuludur. Unutulmamalýdýr ki baðlýdýr. ancak devrimci bir sýnýf hareketi Kürt halkýna Ezilen Kürt halkýnýn yanýnda olmak, þovenist baskýlara Kürt yönelik baskýlara ve þovenizme karþý enterhareketi ile omuz omuza göðüs germek ancak bayraklarý nasyonalizmin kesin zaferini saðlayabilir. karýþtýrmamakla samimi ve saðlam bir zemin kazanabilir. Diðer türlü basit, etkisiz bir eklenti konumuna düþülecektir. Kuyrukçuluk iliþkisi içindeki görece daha ufak sol yapýlarýn bu tutumunun arkasýnda da Kürt hareketi ile yüksek siyaset katýna çýkmak küçük burjuva arzusunun rol oynadýðýný akýldan çýkarmamak gereklidir. Ýþçi sýnýfýnýn tarihsel çýkarlarýna sadýk kalmak ve devrimci Marksizmin programýndan sapmamak devrimci bir sýnýf hareketinin oluþmasýnýn zorunlu ön koþuludur. Unutulmamalýdýr ki ancak devrimci bir sýnýf hareketi Kürt halkýna yönelik baskýlara ve þovenizme karþý enternasyonalizmin kesin zaferini saðlayabilir.
11
MARKSiST BAKIs Geçmiþten Günümüze TÜRKÝYE DEVRÝMCÝ GELENEÐÝ-IIII Türkiye devrimci hareketinin bugünkü bileþimi incelendiðinde, pek çok siyasal hareketin kökenlerini 70'li yýllarda buluruz. 70'li yýllarýn tüm dünyada olduðu gibi, Türkiye'de de yankýsýný bulan devrimci kabarýþý içerisinde kök salan sol örgütlülüklerin birçoðu, 12 Eylül gibi aðýr bir yenilgiye raðmen köklü bir muhasebeye giriþmeden belirli bir rutin temelinde varlýklarýna devam etmektedirler. 12 Eylülün ardýndan kendine gelmeye çalýþan solun bir de üstüne Berlin Duvarý çökünce sosyalist sol, ülke gündeminin marjinal bir unsuruna dönüþtü. TKP gibi belirleyici örgütler bu dönemde tarihe karýþýrken Kürt ulusal hareketi baþta olmak üzere solun en büyük gruplarý sol liberalizme, post-modernizme ve açýk reformizme kaydý. 12 Eylül yenilgisi, Berlin Duvarý'nýn çöküþü gibi tarihsel dönemeçlere kör ve saðýr kalan bir solun emekçi yýðýnlara bir alternatif yaratmasý zaten mümkün olamazdý. Sözde muhasebe yapanlarýn da suçu kendi küçük burjuva darlýðýnda deðil de kendisinin uzaðýndan bile geçmediði Leninizm'de aramalarý egemen sýnýf siyasetine eklemlenmeyi beraberinde getirdi. Türkiye solunu bugün içinde bulunduðu kriz durumuna sürükleyen nedenleri, yine 70'li yýllarýn kitlesel ve radikal mücadele ortamýnda ortaya konan programatik yanlýþlarda, buna uygun düþen örgütsel yapýlarda ve yine bunlarla açýklanabilecek pratikteki çarpýklýklarda bulabiliriz. Türkiye solu, bugüne kadar bu yanlýþlarýn özeleþtirisini ortaya dökmenin kýyýsýna yanaþmamýþtýr. 12 Eylül'de alýnan yenilginin nedenleri, oldukça sýð düzlemlerde ele alýnmýþtýr. Rekabetçiliðin aðýr bastýðý sol içi tartýþmalarda mesele salt sol örgütlenmelerin darbe karþýsýnda ortaya koyduðu teslimiyetçilikte veya ortaya koyamadýðý direniþte aranmýþtýr. Ama gözden kaçýrýlan þey teslimiyetçilik ya da direniþ eksikliðinin bir sonuç olduðudur. Tarihsel ve uluslararasý baðlarýn muhasebeye hiç katýlmadýðý, programatik ve örgütsel kökenlerin hiç sorgulanmadýðý bu dönem için sol yapýlarýn yapabildiði fiyaskonun üzerini örtecek destansý örnekler bulmak olmuþtur. Durum böyle olunca 70'ler ve 12 Eylül, bir muhasebe ve özeleþtiri konusu deðil geçmiþ güzel günlerin avuntusu olarak kavranmýþtýr. Bu, en baþta söz konusu yapýlarýn çoktan miadýný doldurduklarýnýn bir kanýtýdýr. Türkiye devrimci hareketinin bugünkü Sorunun aslý, Türkiye solunun bütün bir on yýl boyunca biriktirdiði yanlýþlarla þekillenbileþimi incelendiðinde, pek çok miþ politikalarýnýn iflasý, yani kendi sýnýrlarýný ortaya koymasý ya da týkanmasýdýr. Söz siyasal hareketin kökenlerini 70'li yýl- konusu týkanma, 70'li yýllarda tüm dünyada olduðu gibi Türkiye'de egemenlere büyük larda bulunur. 70'li yýllarýn tüm dünya- korkular salan radikal sýnýf mücadelesinin yarattýðý olanaklarýn deðerlendirilememesi da olduðu gibi, Türkiye'de de yankýsýný olmakla kalmaz bugüne kadar uzanýr. Aradaki fark, týkanýklýðý aþma yönlü kýpýrdanbulan devrimci kabarýþý içerisinde kök malarýn solu, daha da saða, bazen sivil toplumculuða ve sol liberalizme bazen de salan sol örgütlülüklerin birçoðu, 12 Genelkurmay solculuðuna doðru itmiþ olmasýdýr. Türkiye'de devrimci mücadele Eylül gibi aðýr bir yenilgiye raðmen içerisinde yeni bir gelenek yaratmak isteniliyorsa, en baþta gelen görev devrimci köklü bir muhasebeye giriþmeden Marksist bir perspektifle geçmiþin deðerlendirmesini yapmaktýr. belirli bir rutin temelinde varlýklarýna 12 Mart Muhtýrasý ve Politik Etkileri devam etmektedirler. 1968 yýlýyla birlikte tepe noktasýna ulaþan gençlik hareketi ve 15-16 Haziran'la en somut ifadesini bulan iþçi sýnýfý radikalizmi, Türkiye'de 70'li yýllara gelinirken hem örgütsel hem de politik anlamda niteliksel bir ilerleme yarattý. Örgütsel olarak bürokratizmi ve parlamentarist-reformizmi temsil eden ve 60'lý yýllara damgasýný vuran TÝP, gençlik hareketinin radikalizmi önünde bir ayak baðý olduðu ölçüde geri plana atýldý. Ayrýca, 60'lý yýllarýn sol hareketi içerisindeki Milli Demokratik Devrim (MDD) gibi orducu, "sol" cuntacý hareketler (9 Martçýlar), 12 Mart'ta kendilerinden "sol cunta" beklenilen generallerin gençlik hareketi üzerinde "balyoz harekatý" baþlatmasýnýn ve gençlik hareketinin önderlerini ortadan kaldýrmasýnýn ardýndan tarihsel olarak iflaslarýný ilan ettiler. 12 Mart'la birlikte egemen sýnýflar, THKO, THKP-C ve TKP/ML gibi 68 gençlik hareketinin ürünü olan örgütlerin önder kadrolarýný imha etse de bu konuda planlarýnýn tutmadýðý rahatlýkla söylenebilir. Sýnýf mücadelesinin yükseliþi, 12 Mart'ý takip eden iki yýl gibi bir zaman dilimi için durdurulsa da akabinde çok daha dinamik bir hal alacaktý. 12 Mart'ýn amaçlarýndan birisi ordu içindeki 9 Martçý "sol cuntacýlarý" temizlemekti. Nitekim, Denizleri idama gönderen hakim Ali Elverdi'nin "12 Mart, ordu içindeki komünistlere yapýlmýþtýr."(1) sözü bunu kanýtlar niteliktedir. Buradaki "komünistler" MDD'cilerin yolunu gözledikleri, ordu içerisinde, Baasçý modeli uygulamaya yakýn sol Kemalist cuntacý subaylardý. 12 Mart'la birlikte özellikle ABD'nin ve yerli egemenlerin desteðini arkasýna alan ve bunun da hakkýný veren Memduh Taðmaç, Faik Türün gibi generaller Havacý general Muhsin Batur'u ekarte ederek ipleri ellerine geçirmeyi baþardýlar. 12 Mart'ýn yarattýðý atmosferin daðýlmasý ise fazla gecikmedi. 16 Ekim 1973'te yapýlan seçimlerle birlikte, burjuvazi yeniden parlamenter rejimin yollarýný döþüyordu. Seçimler, Türkiye'de sýnýf mücadelesinin yükseliþini iþaret edecek þekilde sonuçlandý. 60'lý yýllarýn çalýþma bakaný olan Ecevit Ýnönü efsanesini yýkarak CHP'nin genel baþkaný olmuþ-
12
MARKSiST BAKIs tu. Devleti kuran partide Milli Þef Ýnönü'nin devrilmesi, CHP'nin 70'li yýllarda oynayacaðý rol için evrimleþmesiydi. Dönemin burjuva medyasý, Bülent Ecevit'i, "Halkçý Ecevit", "Umudumuz Karaoðlan" sloganlarýyla efsaneleþtiriyordu. Devleti kuran ve Türkiye'de statükonun korunmasýnda bir simge haline gelmiþ CHP, bir anda kitlelere sol-sosyal demokrat bir parti olarak sunuluyordu. Bu durum, egemen sýnýfýn yükselen sýnýf hareketinin "aþýrý" mecralara kaymasýný engellemek adýna güvenilir bir aktör olan CHP'yi sahaya sürmesi olarak yorumlanmalýdýr. 1960'larýn ikinci yarýsýnda Ýnönü'nün, TÝP'in parlamenter bir güç olarak yükseliþini kesmek ve O'nu sistem dýþýnda itmek için, CHP'yi ortanýn solu olarak tariflemesi de bu durumun bir benzeri idi. Ecevit de 70'lerde karizmatik bir lider olarak radikal sýnýf hareketini kendisinde soðurma görevinde büyük oranda baþarýlý olacaktý. Seçimlerde, beklenen gerçekleþti ve CHP % 33 oy alarak, birinci parti olarak sandýktan çýktý. Hemen ardýndansa aþýrý saðcý-dinci MSP ile ittifak kurmakta gecikmedi. 12 Mart'ýn gerilemesi sadece burjuva siyasetinin rayýna oturmasýný deðil, Türkiye solunun ve iþçi sýnýfý hareketinin de yeniden toparlanmasýný beraberinde getirdi. Özellikle 1974 yýlýnda büyük tartýþmalar sonucu yürürlüðe sokulan genel af, sol kadrolarýn serbest kalmasýný da saðladý. 68 kuþaðý içerisinden gelen ve Mahir Çayan, Deniz Gezmiþ gibi gençlik liderleriyle birlikte mücadele yürütmüþ kadrolar örgütlerini toparlamaya giriþtiler. Diðer yandan, DÝSK'te yeniden toparlanarak hýzlý bir büyüme sürecine girdi, yeni kurulan TÖB-DER kýsa zamanda 100 bine yakýn bir üye kitlesine sahip oldu. Ayrýca, toplumdaki politizasyon üniversite gençliðini de yeniden bu dalganýn içerisine çekti. Bu dönemin en karakteristik özelliði ise, kitlelerin örgütlenme arayýþýna girmesi ve dönemin sol örgütlüklerinin kendiliðinden bir þekilde büyüme sürecine girmesidir. Türkiye'nin hemen her bölgesinde 68 etkisi altýnda yoðrulan genç kuþaklar, iþçi sýnýfýnýn ve emekçilerin politikleþen üyeleri örgütlülük arayýþý içerisine girdiler. Mevcut sol gruplarýn örgütlenme adýna çok büyük çabalar sarf etmesine gerek kalmayacak þekilde kitleler akýn akýn devrimcileþiyor ve devrimci örgütlerin kapýsýný çalýyordu.
Kýbrýs Müdahalesi ve Türkiye Solunun Tavrý Bu ortam içerisinde, Türkiye sosyalist hareketinin cevap vermekle yükümlü olduðu ilk olay Türkiye'nin Kýbrýs'a yaptýðý müdahale oldu. 1974'te Yunanistan'daki Albaylar Cuntasý'nýn desteðiyle gerçekleþen aþýrý saðcý darbe karþýsýnda Türkiye egemen sýnýfý derhal harekete geçerek Kýbrýs'a çýkarma yapmakta gecikmedi. Özellikle, bu dönemde "sol" kimliði parlatýlan Bülent Ecevit, dönemin sað partilerini bile geride býrakacak nitelikte milliyetçi bir retorik geliþtirdi. Buna karþýn Türkiye solunun Kýbrýs'a yapýlan müdahaleye yönelik yaklaþýmý, "baðýmsýz sýnýf çizgisi" gibi bir kavramdan ne derece yoksun olduðunu ve antiemperyalist söylemler üzerinden politika yürütürken, Türkiye egemen sýnýflarýnýn emperyalist politikalarýna göz yumma arasýndaki tutarsýzlýðý gözler önüne serdi. Sol örgütlülükler Türkiye'nin Kýbrýs'taki "Milli Kazançlarý" için CHP'ye ve Ecevit'e alkýþ tutarken, müdahale nedeniyle ilan edilen sýkýyönetimin grev yasaklarý, iþçilere yönelik saldýrýlarý hasýraltý ediliyordu. Müdahaleye yönelik tepkiler neredeyse solun tamamý için tam bir teslimiyetçiliðin örneðiydi. Örneðin, 70'li yýllarý CHP'nin kuyruðunda sallanarak geçiren TKP ve TSÝP askeri müdahaleye karþý çýkmayý reddettiler. Mihri Belli ve çevresi müdahaleye karþý çýkanlarý "Türk Düþmaný" olmakla suçlayacak kadar gerici tepkiler verdiler(2). Bu örneklerde sergilenen tutuma pek çok ek yapýlabilir. Þu bir gerçek ki, Türkiye solu, özellikle Kemalizm ve ezen ulus þovenizmi konusunda dayak yemekten býkmayan bir yaramaz çocuk gibidir. Düz mantýk bile 12 Mart'ta sol hareketin üzerinden silindir gibi geçenlerin sýnýf doðasý gereðince "ilerici" bir amaçla hareket etmesinin mümkün olmadýðýný ortaya koyacaktýr. Ancak, ideolojik olarak Kemalist-Stalinist geleneklerin milliyetçi yurtsever etkisiyle þekillenmiþ Türkiye solu Kýbrýs müdahalesinde adeta sýnýfta kalmýþtýr.
DÝSK'in Toparlanmasý ve Sýnýf Mücadelesinin Yükseliþe Geçmesi 70'li yýllarýn ortalarýndan itibaren, özellikle büyük þehirlerde toplumsal yapýda ciddi deðiþiklikler yaþandý. Nüfus içerisindeki iþçi sayýsýnýn oransal ve sayýsal olarak artýþý, köyden kente yapýlan göçlerle birlikte baþlayan hýzlý proleterleþme eðilimi, proleter nüfusun büyük þehirlerin varoþlarýnda kümelenmesiyle birlikte devrimci mücadeleyle hýzlý etkileþim içerisine girmesi ve kamu çalýþanlarýnýn da mesleki örgütlülüklerini geliþtirmeleri sosyal yapýyý deðiþtiren önemli etkenler oldu. Kapitalizmin 70'li yýllarda içine düþtüðü derin ekonomik bunalým, iþçi sýnýfýna yönelik saldýrýlarý ve sýnýfsal çeliþkilerin keskinleþmesini beraberinde getirirken, iþçi sýnýfýnýn bu dalgaya karþý tepkisi mücadeleyi daha da yükseltmek ve egemenlerin birçok alandaki saldýrýsýný geri püskürtmek oldu. 12 Mart muhtýrasýyla çalýþmalarýný dondurmak zorunda kalan DÝSK, 12-13 Þubat 1973'te yaptýðý 4. Kongresi'yle birlikte yeniden bir toparlanma sürecine giriþti. Ancak, DÝSK de Türkiye solunun bu dönemde açýk bir þekilde uyguladýðý CHP ve Ecevit destekçiliðinin bir baþka örneðini sergiledi. 1973 seçimleri öncesinde DÝSK Yönetim Kurulu bir açýklama yaparak tüm emekçileri "Anayasal özgürlükleri ve demokratik haklarý ve uygarlýkçý bir anlayýþý savunan tek parti durumunda olduðu için" CHP'ye oy vermeye çaðýrdý. DÝSK yönetimi, bu dönemde CHP ile iliþkilerini sýkýlaþtýrdýlar. Öyle ki, 1970 yýlýnda CHP'li milletvekilleri DÝSK'in önünün kesilmesi için hazýrlanan kanun tasarýsý için AP'lilerden bile istekli davranýrlarken, 1974'te yapýlan 7. Kuruluþ Yýldönümü'ne dönemin baþbakaný Bülent Ecevit kutlama mesajý gönderiyordu. Tabii ki, aradan geçen dört yýl boyunca deðiþen CHP'nin sýnýf karakteri deðil, onun radikalleþen iþçi sýnýfý hareketine sýzma ve kontrol altýna alma çabasý ve kendine eklemleme arayýþýdýr. Nitekim dönemin DÝSK yönetimi de buna dünden razýdýr. Bugün bile reformist çevrelerce "unutulmaz iþçi önderi" olarak yad edilen Kemal Türkler'in þu sözleri meseleyi daha kavranabilir hale getirecektir: "1973 seçimlerinde CHP'nin desteklenmesi kararý doðrudur. Çünkü CHP, iþçi sýnýfýnýn menfaatlerine en yakýn partidir. Bugün Türkiye'de 5 tane sosyalist parti kurulmasý bu doðruyu deðiþtirmez… Bugünkü ortamda sosyalist mücadele yapýlmaz… Bugün ille de 'sosyalist mücadele yapýlmalýdýr' diyenler, ayrýca, CHP'yi demokratik güç olarak kabul edip buna raðmen Sosyalist Parti kuranlar iþçi sýnýfýna ihanet etmektedirler."(3). Nitekim bu sözler, TKP'nin 70'lerin ikinci yarýsýnda DÝSK'in kontrolünü de ellerine alarak temel politikalarý haline getirecekleri "Ulusal Demokratik Cephe" açýlýmýnýn bir özeti gibidir.
70'li yýllarýn ortalarýndan itibaren, özellikle büyük þehirlerde toplumsal yapýda ciddi deðiþiklikler yaþandý. Nüfus içerisindeki iþçi sayýsýnýn oransal ve sayýsal olarak artýþý, köyden kente yapýlan göçlerle birlikte baþlayan hýzlý proleterleþme eðilimi, proleter nüfusun büyük þehirlerin varoþlarýnda kümelenmesiyle birlikte devrimci mücadeleyle hýzlý etkileþim içerisine girmesi ve kamu çalýþanlarýnýn da mesleki örgütlülüklerini geliþtirmeleri sosyal yapýyý deðiþtiren önemli etkenler oldu. Kapitalizmin 70'li yýllarda içine düþtüðü derin ekonomik bunalým, iþçi sýnýfýna yönelik saldýrýlarý ve sýnýfsal çeliþkilerin keskinleþmesini beraberinde getirirken, iþçi sýnýfýnýn bu dalgaya karþý tepkisi mücadeleyi daha da yükseltmek ve egemenlerin birçok alandaki saldýrýsýný geri püskürtmek oldu.
13
MARKSiST BAKIs DÝSK, geliþen sýnýf hareketinin etkisiyle iþçi sýnýfýnýn temel örgütlülük alaný haline geliyordu. 1975 yýlýna kadar geliþen süreçte DÝSK özellikle sosyal demokrat eðilimli sendikalarý da arkasýna alarak, 270 bin kiþilik üye potansiyeline sahip bir konfederasyon haline geldi. Bu dönemde Türkiye'nin pek çok alanýnda grevler ve direniþler yaþandý. Ýstanbul Sungurlar'da 800 iþçinin yürüttüðü grev ve Seydiþehir Alüminyum iþçilerinin DÝSK'e üye olabilmek amacýyla yürüttükleri mücadele 1974-75 sürecinde geliþen kayda deðer mücadeleler olarak tarihe geçti. Bu dönemde, yürütülen mücadelelerde iþçi sýnýfý sýk sýk DGM'ler aracýlýðýyla yürütülen tutuklama terörüne ve faþist saldýrýlara maruz kaldý.
Sosyalist Örgütlenmelerin Oluþumu 1974 yýlýyla birlikte, dönemin sol kadrolarýnýn genel af kapsamýnda cezaevlerinden çýkýþlarý ve tekrar örgütlenme faaliyetlerine giriþmeleri, 1970'li yýllarýn politik atmosferini belirleyecek olan sol örgütlenmelerin de oluþumunu saðladý. Birçoðu 68 gençlik hareketi içerisinde yer almýþ, THKO ve THKP-C gibi dönemin iki önemli hareketinin oluþum sürecinde yer almýþ olan sol kadrolar, 12 Mart yenilgisinin de etkisiyle gerek ideolojik anlamda gerekse de pratik itibariyle yeni bir yönelim sürecine giriþtiler. Bu yönelimlerin baþýnda çokça geliþen bölünmelerle ortaya çýkan örgüt enflasyonu geliyordu. Bu bölünmelerin 68-69 sürecinde Dev-Genç içerisinde baþladýðý söylenebilir. Ama bölünmeler konusundaki asýl sýçrama 12 Mart sonrasýnda oldu. Bunda önder kadrolarýn imha edilmesinden sonra geride kalan kadrolar arasýndaki çekiþmeler ve görüþ ayrýlýklarý belirleyici oldu. Sýnýftan kopuk gençlik gruplarý arasýndaki ayrýþmalar kolayca bölünmelerle sonuçlanýyordu. Bölünmelerdeki bir diðer tetikleyici unsur da dünya Stalinist geleneðindeki çatýþma idi. SSCB, Çin ve Arnavutluk'un birbirleriyle giriþtiði amansýz hegemonya savaþý, tümüyle Stalinist çizgide olan Türk solu için, örgütsel rekabetin kýzýþmasý, düþmanlýk ve hatta ölümcül çatýþmalar anlamýna geldi. 70'lerin baþlarýndaki temel bölünme ve kamplaþmalar 70'lerin ikinci yarýsýnda artarak devam etti. Bunda temel etmen radikal solun týkanmasý idi. Kendisine gelen büyük gücü yeni kanallarla devrimci atýlýmlara taþýmakta baþarýsýz kalan sol yapýlar içinde artan hoþnutsuzluk doðal sonuç olarak yeni arayýþlarý ve bölünmeleri beraberinde getiriyordu. 1974 yýlýyla Hýzlý bölünmeler ve örgütsel rekabetin çatýþmalý hale gelmesi egemen sýnýfýn manipülasyonlarý için çok elveriþli bir birlikte, dönezemin yaratýyordu. Bunlarýn en büyüðü 1 Mayýs 1977 katliamýnda yaþanacaktý. Bu kadar ayrýþma ve arayýþýn min sol kadrohiçbirisinin proleter sürekli devrim programý çerçevesindeki Marksist çizgide olmamasý Türkiye sýnýf hareketinin larýnýn genel af bir talihsizliðidir. Proleter devrim ve iþçi iktidarý, enternasyonalizm, sýnýf uzlaþ-mazlýðý, dünya devrimi, enternasykapsamýnda cezaevlerinden onal örgütlenme gibi temel Bolþevik öncüllerden tümüyle bihaber olan Türkiye solu, kendisini milliyetçi bir antiemperyalizm, çarpýk bir anti-faþizm ve uydurma anti-feodal öðelerle demokrasi mücadelesinin dar sýnýrlarýna, ileri çýkýþlarý ve demokratik bir düzen hayallerine yönlendirdi. Bu koþullar altýnda týkanma ve bölünmeler kaçýnýlmaz hale geliyortekrar örgütlenme faaliyet- du. Öte yandan, 70'lerin sol hareketi incelenirken açýlmasý gereken bir baþka husus da uluslararasý alandaki Moskovalerine giriþmeleri, 1970'li Pekin ayrýþmasýdýr. 1960'lý yýllar boyunca ideolojik ayrýmlarda kendisini gösteren bu parçalanma, 1970'lerde iki kutbunda hýzla birbirlerini düþman olarak nitelemelerini ve çatýþmalarý beraberinde getirdi. Özellikle Maocu saflarda yýllarýn politik artýk "baþ çeliþki" SSCB halini almýþtý. Bu durum, en somut ifadesini Mao'nun ortaya attýðý "Üç Dünya Teorisi"nde atmosferini buldu. Bu "teori"ye göre, dünya üç parçaya bölünmüþtür. Birinci dünyayý, o dönem Soðuk Savaþ'ýn iki ana kutbunu belirleyecek olan sol örgüt- oluþturan SSCB ve ABD oluþturmaktadýr. Bu iki ülkeyi, Japonya, Avrupa ve Kanada'nýn oluþturduðu "Ýkinci Dünya" izlemektedir. "Üçüncü Dünya"yý ise Afrika, Asya ve Latin Amerika oluþturmaktadýr. Buna göre Maocular üçüncü lenmelerin de dünya ülkelerini yani oralardaki her türlü kokuþmuþ diktatörlerini saflarýna çekmeyi baþarmalýdýrlar. Çin'in içine oluþumunu saðladý. Birço- girdiði Moskova karþýtý tutum, bununla da kalmadý ABD ile yakýnlaþmalara neden oldu. Bizzat Mao, ABD'ye Sovyet ðu 68 gençlik sosyal emperyalizmine karþý savaþýmda iþbirliði önerisinde bulundu: "ABD, Avrupa ve Japonya ile iþbirliðini hareketi kuvvetlendirmeli ve daha da ötede, Japonya, Çin, Pakistan, Ýran, Türkiye ve Avrupa'yý paralel bir çizgide baðlaiçerisinde yer yarak"(5) SSCB'ye karþý mücadele edilmesi çaðrýsýný yaptý. Bu tutum, uluslararasý alanda ABD'nin baþýný çektiði almýþ, THKO ve Batý emperyalizminin desteklenmesi olarak yansýmasýný bulurken, "üçüncü dünya ülkelerinde" Maocu hareketler THKP-C gibi hýzla "Milli Burjuva" olarak yaftaladýklarý gerici burjuvazi klikleri desteklediler. Nitekim Türkiye'de "Üç Dünya dönemin iki Teorisi"nin en ateþli savunucusu Aydýnlýk hareketinin, devletle iþbirliðine giriþmesi ve tepe noktasýný 12 Eylül önemli hareke- darbesinin destekçiliðiyle bulan karþý devrimci yönelimi "Üç Dünya Teorisi" ile baþladý. tinin oluþum Uluslararasý alanda, özellikle Mao'nun ölümünün ardýndan, hýzla yeni parçalanmalar meydana geldi. Bunlardan, sürecinde yer özellikle Türkiye sol hareketi içerisinde en geniþ yankýsýný bulan akým Enver Hoca'nýn baþýný çektiði Arnavutluk almýþ olan sol Emek Partisi çizgisi oldu. Bu çizginin temsilcileri Halkýn Sülalesi olarak adlandýrýlan Halkýn Kurtuluþu, Halkýn kadrolar, 12 Yolu, Halkýn Birliði gibi hareketlerdi. Ne var ki Arnavutluk'taki Emek Partisi rejiminin týpký diðer doðu Bloðu Mart yenilülkeleri gibi 1989'da arkasýndaki tüm pisliklerle çöküp gitmesi ve emekçi halkýn rejimin çöküþüne karþý koymak bir gisinin de etyana buna katýlmasý, bu rejimin de temelde diðerleri gibi ayný bürokratik kapitalist temellere yaslandýðýný kanýtladý. kisiyle gerek Solun özellikle iþçi sýnýfý hareketi içerisindeki gücü bakýmýndan bir diðer önemli kesimi de, Moskovacý örgütlenideolojik anmeler oldu. 16 Haziran 1974'te kurulan Türkiye Sosyalist Ýþçi Partisi (TSÝP), "1973 Atýlýmý"yla birlikte yeniden lamda gerekse örgütlenmeye giriþen TKP ve 60'lý yýllarýn sonunda kitlelerden koparak marjinalleþen ve yaþadýðý bölünmeler de pratik nedeniyle küçük bir yapý haline gelen TÝP bu çizginin kayda deðer örgütlülükleriydi. itibariyle yeni Sol hareket içerisinde uluslararasý ayrýmlara paralel olarak gerçekleþen bu kutuplaþmalar, bu dönemdeki sol içi þidbir yönelim detin en önemli kaynaðýný oluþturdu. Küçük burjuva rekabetçiliðinde tetiklediði bu çatýþmalarda birçok örgüt sürecine silahlara baþvurmaktan da çekinmedi. Sol içi þiddet artýk yerel sorunlar karþýsýnda alýnan bir tavýr olmaktan çýkmýþ, giriþtiler.
14
MARKSiST BAKIs uluslararasý siyasetin de bir parçasý olarak algýlanývermiþti. Söylemlerde genel olarak bu yönelim temelinde þekilleniyordu. "ÝGD'li faþistlere karþý mücadele, demokrasi mücadelesinden, antifaþist mücadeleden ayrýlamaz."(6) söylemine karþý taraf "Maoculuða karþý mücadele sadece sosyalist deðil ayný zamanda demokratik bir görevdir de."(7) söylemiyle karþýlýk veriyordu. Devrimci Marksistler, "…Sol içi þiddetin devrimci dayanýþmaya aðýr darbeler indirmesi, sol içinde zorbalýðýn egemen olmasýna ve böylelikle solun en önemli özelliklerinden eleþtirel düþünceye zemin kaybettirmesine hizmet etmesi, kitleler nezdinde sola büyük itibar kaybettirmesi, sol içinde dar örgütsel çýkarlarý her þeyin üstünde tutan dogmatik anlayýþý geliþtirmesi, saflarda büyük demoralizasyon yaratmasý, sistem karþýtý kanallarda harcanacak enerjiyi iç çatýþmalarda heba edilmesine neden olmasý…"(8) nedeniyle karþý çýkarlar.
Faþist Hareketin Ýpleri Býrakýlýyor! 12 Mart öncesinde devrimci gençlik hareketini frenlemek amacýyla "Komünizmle Mücadele Dernekleri" gibi kontrgerilla yapýlanmalarý aracýlýðýyla sokaða salýnan faþist komandolar, 12 Mart'ýn gerçekleþmesiyle birlikte nöbeti devrettiler. Ancak, 12 Mart'ýn geri çekilmesinin ardýndan yeniden toparlanan sol hareket nedeniyle egemenler faþistlerin iplerini bir kez daha çözdü. Faþizmin yükseliþi, burjuva siyaset arenasýnda ifadesini Milliyetçi Cephe (MC) hükümetleriyle buldu. Bu hükümetlerde MHP aldýðý %4-5'lik oylarla kýyaslanamayacak bir güce sahipti. Bu güç, burjuvazinin MHP'ye sokaktaki paramiliter gücü nedeniyle verdiði bir ödüldür. Gerçekten de 70'lerde güç, oy sandýklarýndan deðil sokaktan gelmekteydi. AP-MHP-MSP ortaklýðýyla oluþturulan MC hükümetlerinin temel iþlevi dönemin yükselen sol hareketini durdurmak olarak belirlendi. Özellikle, faþist MHP ve 12 Eylül'e giden yolda faþist Ülkü Ocaklarý arkalarýna derin devletin ve burjuvazinin açýk desteðini alarak kitlesel harekete karþý verilecek mücadele katliamlara, saldýrýlara giriþti. Bu katliamlarla devrimcileþen sýnýf hareketinin yorulkritik bir dönüm noktasý iþlevini masý, demoralize edilmesi ve etkisizleþtirilmesi hedeflendi. Abdullah Çatlý, Muhsin gördü. Temel politikalar giderek Yazýcýoðlu, Mehmet Ali Aðca gibi faþist katiller bu dönemde yetiþtirildi. MHP'nin Mayýs 1975'teki kongresindeki "Artýk milliyetçilik deðil, milliyetçilik düþmanlýðý bir faþizme karþý mücadele üzerinden cesaret iþidir. Size artýk zamanýn Türk milliyetçiliði lehine iþlemekte olduðunu þekillenmeye baþladý. Faþizme karþý müjdeleyebilirim. Patlama noktasýna eriþmiþ, patlama noktasýný aþmýþ bulunuyoruz… mücadelede "faþistleri güvenlik güç'Türkiye halklarý' sloganýný kullanan hainlerle birlikte onlarý kýþkýrtanlarýn da kafalarý leriyle baþ baþa býrakma" gibi pasiezilecektir."(9) konuþmasýyla yükselen sýnýf mücadelesine karþý misyonunu ilan edi- fist bir yaklaþýma saplanan TKP-TÝP yordu. gibi örgütler bir yana býrakýlýrsa, 12 Eylül'e giden yolda faþist harekete karþý verilecek mücadele kritik bir dönüm nok- faþizme karþý aktif mücadele veren tasý iþlevini gördü. Temel politikalar giderek faþizme karþý mücadele üzerinden þekil- örgütlerin temel yanlýþý bu mücadelenmeye baþladý. Faþizme karþý mücadelede "faþistleri güvenlik güçleriyle baþ baþa leyi sýnýf mücadelesi merkezli örmek býrakma" gibi pasifist bir yaklaþýma saplanan TKP-TÝP gibi örgütler bir yana býrakýlýryerine, misilleme ve küçük grupsa, anti-faþist mücadeleyi aktif bir politika haline getiren örgütlenmelerin bu noktadalarýn karþýlýklý çatýþmasý pratiðine ki hatalý yaklaþýmlarýný ortaya sermek zorunludur. Faþizme karþý aktif mücadele veren örgütlerin temel yanlýþý bu mücadeleyi sýnýf indirgemeleriydi. mücadelesi merkezli örmek yerine, misilleme ve küçük gruplarýn karþýlýklý çatýþmasý pratiðine indirgemeleriydi. Evvela bu alan, karþýlýklý vuruþma pratiði, faþistlerin en güçlü olduðu alandý. Silahlý çatýþmalar için kitlesel olmaya gerek yoktu, küçük gruplar bunun için yeterli idi. Üstelik faþistler düzenin kolluk kuvvetlerinin desteðiyle bu saldýrýlarý gerçekleþtiriyorlardý. Yakalanmýyorlar, yakalansalar da çok geçmeden salýnýyorlardý. Devrimcilerse faþistlerle kýyas götürmez bir kitleselliðe sahiplerdi. En önemlisi devrimcileþen iþçi sýnýfý faþizme karþý ön saflara geçebilirdi. Öte yandan MHP devrimcilerin yanýnda oldukça zayýftý. Halkýn it-kopuk olarak gördüðü bu kesimler esas olarak orta Anadolu'nun içine kapalý Erzurum, Yozgat gibi küçük burjuva yoðunluklu kentlerinde güçlüydüler. Ýþçi kentleri çok büyük oranda devrimcilerin elindeydi. Bu haliyle devrimciler kitlesel gücü kullanarak faþistleri ezebilirlerdi. En önemlisi iþçi sýnýfý faþizme karþý üretimden gelen gücü kullanabilirdi. "Faþizme Karþý Sýnýf Savaþý" þiarý yükseltilebilirdi. Ama bunun yerine faþizme karþý misillemeci vuruþmacý bir yol izlendi. Bu, faþizmin en güçlü olduðu alandý. En önemlisi de faþizme karþý bu tarz bir mücadele yöntemi egemen sýnýfýn devrimcileri içine çekmeye çalýþtýðý en büyük tuzak olduðu idi. Kamuoyuna bu çatýþmalarý sað-sol kavgasý olarak sundular. Devlet ve ordu bu kavganýn üzerindeki tarafsýz bir güçmüþ gibi sahne alýyordu. Ýþçi sýnýfý antifaþist mücadelede ön safa geçmediði sürece faþist hareket devlet desteðiyle mücadelesini sonsuza kadar sürdürebilirdi. Sonunda, emekçi yýðýnlar çatýþma ortamýndan yoruldu. Toplum içerisinde çatýþmalarý sona erdirecek bir otorite gereksinimi oluþtu. Bu otorite týkanma durumundaki devrimci hareketten deðil, 12 Eylülcülerden gelecekti. Egemen sýnýf, faþist hareketi sýnýf hareketini güçten düþürmek ve darbeye ortam hazýrlamak konusunda etkili bir þekilde kullandý. Faþizme karþý mücadele konusunda 70'li yýllarýn örnek mücadelesi, 16 Mart katliamýndan sonra DÝSK'in düzenlediði faþizme ihtar grevleri ve yürüyüþleridir. Katliama karþýsýnda oluþan infial o kadar þiddetliydi ki DÝSK'in yönetimindeki bürokratlar aþaðýdan gelen basýnç yüzünden bu eylemi örgütlemek zorunda kaldýlar. 20 Mart günü 1 milyona yakýn iþçi greve çýktý. Yüz binlerce kiþi alanlarý doldurdu. Birçok ilde elektrik, su kesintisi yaþandý, trafik kilitlendi, radyolar sustu, öðretmenler derse, avukatlar davalara girmedi. Bu eylem en sert tepkiyi dönemin Baþbakaný Bülent Ecevit'ten aldý. Ecevit eylemi yasadýþý ilan ederek eyleme katýlan iþçileri iþten atmakla tehdit etti. Buna raðmen eylemlerde hiçbir gerileme yaþanmadý. Sýnýfýn devreye girmesiyle oluþan gücün neticesinde yaþadýklarý çöküntüyü anýlarýnda anlatan faþistler "o sýralar herkes komünizmin galip geldiðine inanýyordu" demekteydi. Faþizme ihtar grevleri ve eylemleri faþizmin aðababalarý olan egemen sýnýfa indiriyordu darbelerini. Gelgelelim DÝSK bürokrasisi ve burada hakim durumda olan TKP, eylem ve grevleri sonlandýrdýðýný açýkladý. Böylelikle düzenin sahipleri ve faþistler rahat bir nefes aldýlar. Faþizme karþý sýnýf savaþýmý pratiði faþizmi yenebilecek yegane çözüm yolu idi. Tek tek sivrisineklerle uðraþmak yerine devrimci sýnýf mücadelesi bataklýðý kurutmaya odaklanacaktý. Faþizmin yenilgiye uðratýlmasý proleter devrimin kapýlarýný
15
MARKSiST BAKIs
açacaktý. Ne var ki DÝSK bürokrasisini elinde tutan TKP bu yolu daha baþtan kapamýþtý. Sýnýftan kopuk, sýnýf mücadelesini temel almayan radikal sol gruplarýn misillemeci çizgisi çok daha saygýdeðer de olsa sonuçlarý tam ters yönde olmuþtur. Sýnýf mücadelesini antifaþist mücadelenin merkezi yapmak yerine elde silah mahalleleri beklerken ya da faþistlerin ellerinde bölgeleri kurtarmaya çalýþýrken geniþ emekçi kesimlerini salt destekçi konumuna indirgediler. Ýþin daha da acý tarafý ise sol içerisinde kimi yapýlarýn 70'li yýllarýn politik atmosferini kavramaktan uzak oluþudur ve bu, faþist harekete karþý verilecek mücadeleyi de belirlemektedir. Bunun bariz örneklerinden birisini Devrimci Yol sergilemiþtir. "Ýþte, geçilen dönem içinde faþist yayýlma aracý olarak yaygýn bir þekilde gündeme getirilen ve oligarþik diktatörlüðün faþist karakterinden kaynaklanan "faþist terör" karþýsýnda aktif bir anti-faþist mücadele anlayýþý zorunlu idi. Ancak bu þekildeki bir aktif-savunma anlayýþý faþist sürülerin saldýrýlarýný bir çapulcu bozgununa dönüþtürebilirdi. Faþizmin oyununu bozacak olan, devrimci taktik, aktif bir savunma anlayýþý temeli üzerinde yükselmek zorundaydý."(10) Bu sözcüklerle ifade edilen tutum temel bir yanlýþý içerisinde barýndýrmaktadýr. Küçük burjuva doðasý nedeniyle faþizm, örgütlü bir gücün baskýsý altýnda daðýlmaya ve kitlelerden kopmaya mahkûmdur. Kentleri, iþyerlerini ve çoðu iþçi mahallesini ellerinde tutuyorken devrimcilere göre son derece marjinal olan faþistler karþýsýnda savunma pozisyonuna geçmeyi savunmak sýnýftan ve sýnýf mücadelesi çizgisinden bir hayli uzak olmaktan kaynaklanmaktadýr. 70’li yýllar gibi iþçi sýnýfýnýn devrimcileþtiði bir ortamda proletaryanýn gücünden bu kadar bihaber olunmasý sorunun kaynaðýný iþaret etmektedir: Devrimci Marksist öncünün yokluðu. Öte yandan, bu dönemde sol içi çatýþmalarýn yoðunlaþmasý faþizme karþý mücadeleyi baltalayan ve faþizme karþý birleþik bir cephenin oluþturulmasýnýn önüne geçen bir faktör oluþturmuþtur. Birçok bölgede yürüyen mücadele dar grupçuluðun, küçük burjuva rekabetçiliðin etkisiyle sýðlaþtýrýlmýþtýr. Örneðin, birçok örgütün kurtarýlmýþ bölge ilan ettiði alanlar sadece faþistlerden arýndýrýlmamýþ, diðer sol örgütlenmelere de kapatýlmýþtýr. Faþizme karþý mücadelede Stalinist "Halk Cephesi" politikalarýnýn uygulayýcýlarý -en kayda deðeri TKP'dir- ise faþizme karþý mücadelenin rotasýný sadece Milliyetçi Cephe iktidarlarýnýn devrilmesiyle sýnýrlandýrmýþ ve CHP'nin kuyruðuna takýlmakta hiçbir çekince görmemiþtir. 28 Temmuz 1977 tarihinde yapýlan Ulusal Demokratik Cephe (UDC) çaðrýsýnýn o dönem için ne anlama geldiði DÝSK baþkaný Kemal Türkler tarafýndan þu þekilde dile getirilmiþtir: "Milliyetçi Cephe iþbirlikçi tekelci sermayenin en gerici, þoven kesimlerinin oluþturduðu gericilik ve faþizm cephesidir. Bu cepheye karþý ve güvenoyu aldýðý takdirde 2. MC'yi bir an önce iktidardan uzaklaþtýrmak için, ulusal baðýmsýzlýktan, demokrasi, barýþ ve toplumsal ilerlemeden yana olan parlamento içindeki ve dýþýndaki tüm örgüt ve güçlerin UDC içinde bir araya gelmeleri ve UDC'yi 1977 yýlýna Türkiye faþizme ve güçlendirmeleri acil bir görev ve sorumluluktur."(11) DÝSK'in ve DÝSK bürokrasisini o dönem egemenlerin iþçi sýnýfýna yöne- kontrol altýnda tutan TKP'nin "ileri demokratik düzen" hedeflerinin formülü bu sözlerde ortaya lik saldýrýlarýna karþý yükselen, konulmuþtur. Stalinizme has aþamacý anlayýþýn en saf örneðini oluþturan TKP, CHP'den kendi devrimci iþçi sýnýfý mücade- yasal örgütlülüðünün önünü açacak -141. ve 142. Maddelerin kaldýrýlmasý- adýmlarý beklemeklesinin coþkusuyla girdi. te ve sonunda parlamentoya girmenin yollarýný aramaktadýr. Bu anlamýyla iþçi sýnýfýyla organik Nitekim bu coþku Türkiye tari- baðlarý olmasý bakýmýndan 70'li yýllarýn en önemli sol gruplarýnýn baþýnda gelen TKP faþizm hinin gerek kitleselliði, gerekse karþýsýnda pasifizmin ifadesi olmuþtur. Tümüyle yasalcý ve parlamentocu çizgisiyle TKP, faþizm politik içeriði itibariyle en karþýsýnda tümüyle pasifist tutumlar takýnmakla kalmamýþ iþçi sýnýfýnýn atýlýmlarýný sendika önemli iþçi eylemlerinden birisi bürokrasi vasýtasýyla frenlemiþtir. olan 77 1 Mayýsýyla tepe nokSýnýf Mücadelesinin Dönüm Noktalarý: Dgm Direniþi, Faþizme Ýhtar tasýna ulaþtý. Eylemleri, Profilo Direniþi Ve 1 Mayýs 1977 Egemenlerin devrimci mücadeleyi ve sýnýf hareketini baltalamak için sokaða saldýklarý faþistlere karþý en etkili yanýt iþçi sýnýfýndan yükselmiþtir. Faþist saldýrýlar artarak devam ederken, iþçi sýnýfýnýn yükselttiði tepki hem devrimci mücadelenin hayat alanýný geniþletmiþ hem de faþist hareketin geriletilmesini saðlamýþtýr. Ayný zamanda, ülke genelinde grevlerle birlikte sýnýf mücadelesi egemen sýnýflarý tedirgin edecek boyutlara ulaþtý. Bu noktada dönüm noktalarýndan birisi yüz bine yakýn iþçinin kutladýðý 1976 1 Mayýs'ý olmuþtur. Türkiye iþçi sýnýfý on yýllar sonra ilk kez 1 Mayýs'ý kitlesel bir þekilde kutlamýþtýr. 1 Mayýs 1976 yýlýyla birlikte burjuvazinin "Bahar ve Çiçek Bayramý" olmaktan çýkmýþ, iþçi sýnýfýnýn emek bayramýna dönüþmüþtür. Diðer bir önemli eylemlilik de DGM'lere karþý gösterilen direniþtir. MC iktidarýnýn geçirmeye çalýþtýðý DGM Yasasý'na karþý iþçi sýnýfý bir genel grev provasý yaparak, Türkiye'nin neredeyse tamamýnda iþ býraktý. Egemenler, iþçi sýnýfýnýn gösterdiði bu radikal eylemlilik karþýsýnda yasayý geri çekmek zorunda kaldýlar. Ýþçi sýnýfýnýn yükselen mücadelesi birçok yerde etkisini gösterirken, pek çok iþyeri grevlere sahne oluyordu. Bunlardan en önemlisi 22 Eylül 1976'da baþlayan Profilo Direniþi oldu. 18 iþçinin atýlmasýyla baþlayan greve yönelik patronlarýn saldýrýsý gecikmedi. Binlerce polisle, panzerler ve gaz bombalarý ile saldýrarak grevi bitirmeye çalýþtý, ancak bu saldýrý iþçiler tarafýndan geri püskürtüldü. Ýkinci kez giriþilen saldýrýda ise bir iþçi yaþamýný yitirdi. 1977 yýlýna Türkiye faþizme ve egemenlerin iþçi sýnýfýna yönelik saldýrýlarýna karþý yükselen, devrimci iþçi sýnýfý mücadelesinin coþkusuyla girdi. Nitekim bu coþku Türkiye tarihinin gerek kitleselliði, gerekse politik içeriði itibariyle en önemli iþçi eylemlerinden birisiyle tepe noktasýna ulaþtý. 1 Mayýs 1977, 1970'lerin sýnýf mücadelesi dalgasýnýn adeta kýrýlma noktasýný oluþturdu. Bilindiði gibi 77 1 Mayýs'ýnda egemen sýnýf büyük bir katliama imza atacak ve bu 1 Mayýs bir zirveyi ifade ettiði gibi sýnýf hareketindeki týkanmayý da açýða çýkaracaktý. Gelgelelim tam tersi de olabilirdi. Katliama gereken yanýt genel grevlerle, devrimci mücadeleyle verilebilir, bir kalkýþmanýn zemini hazýrlanabilirdi. 1905 Rus Devrimi hatýrlanýrsa Çarlýðýn giriþtiði Kanlý Pazar katliamýna iþçilerin grevlerle tepki göstermesi ile baþlamýþtý. O günün Türkiyesi'nde de koþullarý böylesi bir mücadelenin oluþabilmesine fazlasýyla müsaitti. Ancak, sýnýf mücadelesinin baþarýya ulaþmasý için en önemli gerekliliklerden birisi olan devrimci bir öncünün bulunmamasý, bu tarihi fýrsatýn yeterince kullanýlmamasýna neden oldu. Varolan örgütlülükler içinse iþçi sýnýfýna yönelik gerçekleþtirilen bu katliam, mücadele bayraðýný yükseltmenin bir fýrsatý olmaktan ziyade, birbirlerinin kuyusunun kazýlmasýnýn bir aracý haline geldi. Özellikle, Moskovacý TKP ile Maocular arasýnda yaþanan çatýþmalarýn katliamýn baþlangýcýnda yaratýlan provokasyon için kontrgerilla güçleri tarafýndan malzeme olarak kullanýlmasý ve burjuva medyanýn
16
MARKSiST BAKIs katliamý sol içi çatýþmanýn bir ürünü olarak lanse etmesi, mücadeleyi baltalayan önemli bir faktör haline geldi. Katliamlar sonrasýnda DÝSK ve TKP Maocularý suçlarken Maocular sosyal faþistleri hedef alýyorlardý. Bu, sol adýna tam bir rezillikti. Bu saldýrýya etkin bir yanýt verilememesi, burjuvazinin sistematik saldýrýlarýnýn Maraþ'ta olduðu gibi daha da vahþileþmesine ve bir iç savaþ ortamýnýn yaratýlmasýna yol açtý. Öte yandan, 12 Eylül'ün köþe taþlarý yavaþ yavaþ dizilmeye baþlanýyordu. 1978 yýlýna girildiðinde Türkiye'yi yeni katliamlar bekliyordu. Fazla zaman geçmeden 16 Mart'ta Beyazýt Kampüsü'nde faþistler tarafýndan düzenlenen bombalý saldýrýda 7 öðrenci katledildi. Bu saldýrýya yanýt olarak 20 Mart'ta "Faþizme Ýhtar Eylemleri" düzenlendi. Bu eylemler, birçok alanda faþistlerin sokaklardan silinmesini saðladý. Eylemlerin gücü, burjuva klikler içerisinde de ciddi tepkiler doðurdu: Saðcý basýn eylemler için "ihtilal provasý" nitelemesini kullanýrken, Türk-Ýþ eylemleri "iþçiler üzerinde oynanan oyun" olarak gösteriyordu. Birçok örgütün kuyruðundan ayrýlmadýðý CHP ve Baþbakan Ecevit'se eylemleri yasadýþý ilan ederek, eyleme katýlan iþçileri iþten atmakla tehdit etti(12). Ýþte DÝSK bürokratlarýnýn ve TKP liderliðinin "Ýleri Demokratik Düzen" beklentileri yavaþ yavaþ yerini buluyordu! Bu eylemlilik dalgasý, DÝSK'in mücadele sahnesinde gösterdiði etkili eylemlerin 70'li yýllar için son halklarýný oluþturuyordu. Özellikle, 70'lerin sonlarýna doðru DÝSK içerisinde gerçekleþen CHP'lileþtirme operasyonu ve UDC politikalarý nedeniyle DÝSK bürokratlarýnýn ve TKP'nin CHP için hazýrladýðý yumuþak koltuklar, DÝSK'in iþçi sýnýfý radikalizminin çok gerisine düþmesine neden oldu. DÝSK'in CHP'lileþtirilmesi ve yaþanan bir dizi fiyasko sonucu TKP bölünmeler yoluyla gücünü kaybetmeye baþlamýþtý. Bundan sonra gerçekleþtirilen görkemli direniþlerin birçoðu yerelleþerek ve kendine özgü dinamiklerle beslenerek ve DÝSK bürokrasinin engelleme çabalarýna raðmen gerçekleþiyordu (Tariþ Direniþi, Yeni Çeltek Madenciler Direniþi…).
Darbenin Ayak Sesleri: Maraþ Katliamý, Fatsa Operasyonu Ve Tariþ Direniþi 1 Mayýs 1977'de yaþanan katliamdan sonra devrimci mücadelenin ve sýnýf hareketinin kaçýnýlmaz bir sýkýþmýþlýða girdiði rahatlýkla gözlemlenebilecek bir durumdur. Birbiri ardýna gerçekleþtirilen faþist saldýrýlar, kitlesel katliamlar; devrimci hareketi bir cevap verme gerekliliði üzerinde sýkýþtýrýyordu. Ancak, devrimci örgütlenmeler sýnýf temelinde uzaklaþtýkça, faþizme karþý mücadeleyi birer "asker"i sorun olarak ele alýp, buna uygun küçük burjuva intikamcý tavýrlar geliþtirdikçe giderek hareket alanýný daralttý ve toplumda artýk bir kurtarýcý beklentisi ve düzen isteðinin yolunu döþedi. Çünkü sokaklar artýk kan gölüne dönüþüyordu ve burjuvazinin de sistematik propagandasý sayesinde toplumda sýnýf mücadelesinin yükseliþinden ziyade, sað-sol arasýndaki çatýþmalardan bahsediliyordu. Aslýnda, varýlan nokta artýk bir iktidar sorunu haline dönüþüyordu: Ya sýnýf mücadelesi devrimci Marksist bir öncünün liderliði altýnda atýlým yaparak bu dengeyi proleter bir devrim lehine deðiþtirecek ya da burjuva düzen yumruðunu indirerek bekasýný koruyacaktý. Tarihte de birçok örneði görüldüðü gibi, iþçi sýnýfýnýn mücadeleyi devrimle taçlandýrmadýðý noktada, yükselen karþý devrim toplumda genel bir kabul görür. Örneðin, devrimci bir durumun yaþandýðý 1968 Fransa'sýnda devrimci dalganýn kendinden bekleneni yapmayýp iktidarsýz kalarak yenilmesinin ertesinde yapýlan seçimlerde saðcý De Gaulle, tek baþýna iktidara gelmiþti. Çünkü, artýk toplumsal yaþamýn öyle ya da böyle bir düzene oturmasýný bekleyen küçük burjuvaziden, iþçi sýnýfýnýn ortalama kesimlerine kadar neredeyse toplumun tüm kesimlerinin oyunu almayý baþarmýþtýr. Türkiye'de de benzer bir sonucu görmek mümkündür. Kitlelere iktidar perspektifini aþýlayacak ve sistemin týkanýklýðýný aþacak bir önderliðin bulunmayýþý, faþistlerle giriþilen þiddete dayalý güç yarýþýnýn biriktirdiði yorgunluk ve daðýnýklýk, toplumda artýk devrimci iddialarýn zeminini kaybetmesine, daha da önemlisi artýk bir kurtarýcý otoritenin beklenmesine neden olmuþtur. Burjuva siyasal düzenin iflas ettiði, parlamentonun geçersiz kaldýðý, egemenlerin yönetemediði, toplumun da bu þartlarda yönetilmek istemediði bir ortamda tek bir alternatif yavaþ yavaþ yýldýzlarýný parlatmaya baþlýyordu: Askeri darbe… Ancak, askeri darbenin önünde verilmesi gereken ciddi bir sýnav duruyordu. Her ne kadar programýnda bir iktidar perspektifi olmayýp, týkanýklýk içerisinde bulunsalar da devrimcilerin etkisinde muazzam büyüklükte kitleler bulunuyordu. Darbe karþýsýnda grevler örgütlenebilir, direniþler olabilir ve bunlar her þeyi zorlaþtýrabilirdi. Bu yüzden egemenlerin öncelikli olarak yaptýklarý icraat çeþitli provokasyonlar yaratarak solun nabzýný ölçmek oldu. Çok geçmeden kanlý saldýrýlar birbirini izledi: 1978'in Aralýk ayýnda Maraþ'ta 118 Alevi faþistler tarafýndan katledildi; Çorum, Sivas gibi Alevilerin yoðun olarak yaþadýðý ortamda katliam giriþimleri denendi. 1978-1979 yýllarý arasýnda Kemal Türkler, Abdi Ýpekçi gibi tanýnmýþ kiþilere sansasyonel suikastlar düzenlendi. Özellikle, Kemal Türkler'in öldürülmesinin ardýndan yükselen cýlýz tepki, artýk sýnýf mücadelesindeki yavaþlamayý gösteriyordu. Ancak, bunda en önemli etken DÝSK bürokrasisinin mücadeleyi yükseltmekten ziyade, frenlemeyi ve düzen sýnýrlarý içerisinde tutmayý izleyen çizgisidir. Devrimcilerin, 1980'e gelinirken vermek zorunda olduklarý bir diðer sýnav da Fatsa Deneyimi oldu. Devrimci Yol'cularýn kontrolünde Fatsa'da oluþturulan yerel yönetim anlayýþý, egemenlerin de dikkatinden kaçmayacaktý. Demirel, Çorum'da faþistlerin Alevilere yönelik katliam giriþiminde bulunduðu dönemde, meclise "Çorum'u býrakýn, Fatsa'ya bakýn!" diyerek sesleniyordu. Ancak, Fatsa deneyimi, ona önderlik eden Devrimci Yol hareketinin dar politik kavrayýþý ve ekonomizmi altýnda sadece Fatsa'yla sýnýrlý olmaktan kurtulamadý. Ayrýca, kitlelere o gün yürütülen devrimci mücadelenin doðrudan iktidar sorunuyla ve kapitalist sömürü düzeninin yýkýlmasýyla baðlantýlý olduðu verilmemiþ, yalnýzca Fatsa'yla sýnýrlý yeri geldiðinde karaborsacýlara karþý mücadele eden, yeri geldiðinde de çamurlu yollara çözüm arayan bir ekonomist perspektifle adeta perþembenin geliþi çarþambadan seyredilmiþtir. Nitekim devlet Fatsa'yý düþürmek için operasyon düzenlediðinde en ufak bir direniþ bile yaþanmamýþtýr. Bu durum, bir bakýma darbeden sonra Devrimci Yol ve pek çok yapýnýn nasýl tepki vereceðinin bir göstergesi olmuþtur. Darbe ayak seslerini adým adým duyururken, burjuva parlamenter rejim ve egemen sýnýflarýn toplum üzerindeki kontrol yetisi neredeyse yok olmuþtu. Faþistler ve devrimciler arasýnda süre giden çatýþmalar, iþçi sýnýfýnýn birçok alanda devam eden direniþi ve en önemlisi artýk toplumunda bu düzende yönetilmek istememesi egemenleri zor
Varýlan nokta artýk bir iktidar sorunu haline dönüþüyordu: Ya sýnýf mücadelesi devrimci Marksist bir öncünün liderliði altýnda atýlým yaparak bu dengeyi proleter bir devrim lehine deðiþtirecek ya da burjuva düzen yumruðunu indirerek bekasýný koruyacaktý. Tarihte de birçok örneði görüldüðü gibi, iþçi sýnýfýnýn mücadeleyi devrimle taçlandýrmadýðý noktada, yükselen karþý devrim toplumda genel bir kabul görür. Kitlelere iktidar perspektifini aþýlayacak ve sistemin týkanýklýðýný aþacak bir önderliðin bulunmayýþý, faþistlerle giriþilen þiddete dayalý güç yarýþýnýn biriktirdiði yorgunluk ve daðýnýklýk, toplumda artýk devrimci iddialarýn zeminini kaybetmesine, daha da önemlisi artýk bir kurtarýcý otoritenin beklenmesine neden olmuþtur.
17
MARKSiST BAKIs
duruma düþürüyordu. Bir yandan toplum faþist saldýrýlarla terörize edilerek bir "kurtarýcý" özlemi artýrýlmaya çalýþýlýrken, iþçi sýnýfý hareketi de faþizmin kýskacý altýna alýnmaya çalýþýlýyordu. Böylesi saldýrýlardan birisi de Ýzmir'deki Tariþ Fabrikasý'nda yaþandý. 3. Milliyetçi Cephe iktidarýyla birlikte Tariþ'te faþist kadrolaþmaya gidildi ve devrimci iþçilerin birçoðu iþten atýldý. Ýktidar ve yönetim Tariþ'in "Komünistlerin iþgali altýnda olduðu" söylemini sýk sýk dillendiriyorlardý. Tariþ'in düzenin kolluk kuvvetlerinin saldýrýsýyla karþýlaþmasý fazla uzun sürmedi. 22 Ocak 1980'de ordu ve polis iþ makineleriyle, zýrhlý araçlarýyla Tariþ'in kapýsýna dayandý. Burada Tariþ iþçileriyle birlikte, Çiðli, Çimentepe baþta olmak üzere fabrika çevresindeki birçok gecekondu mahallesi de direniþe geçti. Tariþ iþçilerinin gösterdiði olaðanüstü direniþ, bu durumdan ürken DÝSK bürokratlarýný hareketi frenlemeye yöneltti. Ýþçilerin öne sürdüðü üç talepten birisi kabul edildi ve gözaltýna alýnan iþçiler serbest býrakýldý. Ancak, Tariþ patronlarýnýn ve iktidarýn saldýrýsý burada da sona ermedi, fabrikanýn büyük kýsmý tavsiye edildi, üretime ara verildi ve 3000'e yakýn iþçi iþten atýldý. Bunun üzerine baþlayan çatýþmalarda da, iþçi sýnýfý ve gecekondu halký kahramanca bir direniþ sergiledi. Gösterilen direniþten ürken, DÝSK mücadeleyi baltalamak ve iþçileri pasifize etmek için ellerinden geleni yaptý. Çatýþmalar, 15 Þubat'a kadar sürdü ve devlet ancak 10 bin jandarma komandosuyla direniþi bastýrabildi. 3 polis yaþamýný yitirdi. Burjuvazi açýsýndan Tariþ Direniþi'yle birlikte askeri bir darbenin gerekliliði artýk kaçýnýlmaz hale gelmiþti.
12 Eylül Darbesi 12 Eylül darbesinin ardýndan, düzen saflarýndan gelen muazzam baský dalgasý Türkiye solunun üzerinden silindir gibi geçti. Türkiye solu, 12 Mart Muhtýrasý'ndan sonra da benzer bir durumla karþýlaþmýþtý. Ancak, yeniden toparlanabilmiþti. Bu durum egemen sýnýflar için de ciddi bir ders oldu. 12 Eylül'le birlikte, toplum içerisinde solun Türkiye devrimci hareke- üzerinde yükseldiði sosyal temeller tümüyle yok edildi, toplumsal hafýza neredeyse tamamen tinin mücadele tarihi, kazýndý. 12 Eylül öncesinde solun doðal tabanýný oluþturan kent yoksullarý, varoþlar, iþçi sýnýfýnýn bizlere Lenin'in bir geniþ kesimleri; devrimcilerden boþaltýlan alanlara çöreklenen ve sistem tarafýndan desteklenen sözünü tekrar tekrar Ýslamcýlarýn hegemonyasý altýna girdi. h a t ý r l a t m a k t a d ý r : Türkiye solunun 12 Eylül'de aldýðý yenilgi etkisi uzun yýllara yayýlacak bir hezimet oldu. Egemen sýnýfýn acýmasýzlýðý ve topyekün saldýrmasý bunda kuþkusuz belirleyici bir rol oynadý. "Devrimci teori olmadan, Ama durumun asýl vahimliði Türkiye soluyla ilgilidir. Mesele güç yetirememekle ilgili olsa devrimci pratik olmaz." durum bu kadar vahim olmazdý. Milyonlarca kiþinin hayatýný belirleyebilen sol örgütler 77 1 Stalinizm ve büyük oran- Mayýsýndan beri týkanýklýk içerisindeydiler. Sistemin krizine devrimci yanýtlar üretmekten aciz da Kemalizm'in kaba bir olduklarýný gösterdiler. Darbe günü geldiðindeyse kendiliðinden gösterilen bireysel direniþler bulamacý haline gelen dýþýnda örgütlü bir karþý koyuþ gösterilemedi. Örgütler kýsa süre içerisinde çözüldü. Kadrolar Türkiye solunun ideolo- birçoðu tutuklandý, tutuklanmayanlar yurt dýþýna çýktýlar. Yapýnýn çökmesinin ardýndan geniþ jik geleneðinin, gelecek- sempatizan ve taraftar kesimleri ortada kaldýlar. Bir kýsmý tutuklandý, arananlar listesindeki te mücadelenin birçoðu da teslim oldu. Çoðu kiþi silahlarýný teslim etmek için kuyruklara girdi. Teslimiyetçilik doruk noktasýna ulaþtý. Yýllarca devrimci saflarda mücadele eden devrimcilerin büyük kýsmý, bu geçmiþinden ders yýkýmýn getirdiði moral bozukluðuyla ya geçmiþlerini kötü bir hatýra olarak deðerlendirdiler ya almasýný saðlamak da ödedikleri bedellerin boþuna olduðu yanýlgýsýna kapýldýlar. Nitekim bugün hala daðýtýlamamýþ amacýyla, sorgulanmasý olan toplumsal hafýzaya karabasan gibi çöken örgütlenmekten duyulan korku, bizzat 12 Eylül'ün zorunludur. sol üzerinde yarattýðý yýkýmýn ürünüdür.
Türkiye Solunun Temel Yanlýþlarý Yazý içerisinde, 70'li yýllarýn politik olaylarýndan ve sýnýf mücadelesinin seyrinden yola çýkarak devrimci hareketin birtakým yanlýþlarýna ve eksikliklerine deðinmiþtik. Geçmiþte yapýlan hatalarý, bunlarýn doðurduðu politik sonuçlarý genelleþtirmek ve devrimci Marksist bir bakýþ açýsýyla gereken dersleri çýkarmak zorundur. Türkiye sol hareketi, ideolojik olarak 50 yýllýk bir birikim aracýlýðýyla 70'li yýllarda mücadele sahnesine çýkmýþtýr. Özellikle, TKP'nin ilk önder kadrolarý Mustafa Suphi ve 15 yoldaþýnýn Karadeniz'de katledilmelerinin ardýndan gerçekleþen TKP'nin Stalinizasyon süreci ve bu çizginin Kemalizm karþýsýnda aldýðý iþbirlikçi tavýr, sol hareketin baðýmsýz sýnýf siyaseti kavramýndan on yýllar boyunca sürecek kopuþuna neden oldu. Benzerlerini birçok ülkede görebileceðimiz, Stalinizme has burjuvaziyle iþbirliði sorunu Türkiye devrimci mücadele tarihinde de deðiþmez bir tutum olmuþtur. 70'li yýllarýn beraberinde getirdiði muazzam devrimci olanaklarýn deðerlendirilememesinde yatan en temel nedenlerden birisi budur. Sýkça bahsettiðimiz gibi, 1974'le birlikte yükseliþe geçen sol hareket, burjuva siyaseti içerisinde ciddi bir kýrýlma yaratabilmiþtir. Bu kýrýlma, en belirgin yansýmasýný CHP'nin Ecevit önderliðinde "sol"a açýlmasýnda ve hatta kimi dönemlerde düzen güçlerinin bile saldýrýsýna (Ecevit'e yapýlan suikast giriþimleri, CHP'lilerin sýk sýk faþistlerin saldýrýsýna uðramasý…) maruz kalmasýna neden olmuþtur. Ancak, CHP'nin konumunu asýl belirleyen faktör toplumun sola ilgi duyan ve politikleþen kesimlerinin CHP rüzgârýna kapýlmasýdýr. Eylemlerdeki "Tek Yol Devrim" sloganlarýnýn seçim zamanlarýnda "Umudumuz Karaoðlan"a býrakmasý muazzam bir çeliþkidir. Türkiye sol hareketi açýsýndan, bu noktada temel görev kitlelerin düzenin bu Truva atýnýn kuyruðundan nasýl kopartýlacaðý ve devrimci saflara kazanýlacaðýdýr. 20. yy. devrimci mücadele tarihinde, bu noktada her zaman iki seçenek baþ baþa kalmýþtýr: Birincisi, CHP gibi "ilerici, demokratik" atfedilen burjuva güçlerle, partilerle, iktidarlarla ittifak öneren Stalinist "Halk Cephesi" politikasý… Ýkincisi, burjuvazinin sol görünümlü, sosyal demokrat partilerinin kuyruðuna takýlan kitlelere yükselen faþizm karþýsýnda tek çarenin kendi burjuva politikacýlarý deðil, devrimci sýnýf mücadelesi olduðunu göstermek ve burjuva politikacýlarýn tutarsýzlýðýný ortaya sermek… Nitekim, yazýda da bahsettik: 70'lerde DÝSK'in öncülüðünde yapýlan Faþizme Ýhtar Mitingleri'ne en sert tepkiyi "ilerici, demokrat" Bülent Ecevit vermemiþ miydi? Ecevit, antikomünist olduðunu açýk açýk deklare eden bir düzen yanlýsý, iþçi düþmanýndan baþka bir þey deðildi. Türkiye solunun, bu bariz çeliþkiyi gözden kaçýrmasý bir rastlantý veya dikkatsizlik deðil, ideolojik olarak darlýðýn ve programatik olarak saplanýlan Stalinizm bataklýðýnýn bir sonucudur. TKP ve DÝSK'in ortak yapýmý Ulusal Demokratik Cephe politikasý ve "Ýleri demokratik bir düzen!" sloganý bunun en bariz örneðidir. Ancak, iþ yalnýzca TKP ile sýnýrlý deðildir. Solun
18
MARKSiST BAKIs neredeyse tamamý Stalinizme özgü sýnýf iþbirlikçiliðinden ve aþamalý devrim anlayýþýndan nasibini almýþtýr. Bu anlayýþ Türkiye'yi sosyalist devrim mücadelesi için uygun olmayan bir ülke olarak tanýmlýyordu. Bu anlamýyla sosyalist devrim ve iþçi iktidarý perspektifi yoktu. Düþünün bir kere sistem týkanmýþ kitleler uyanmýþtý sorun tam da iktidar sorunu idi ama Türkiye solu "baðýmsýzlýk ve demokrasi mücadelesi" veriyordu. Böyle bir programatik hatla düzenin krizine yanýt üretilemeyeceði gibi bizzat solun kendisi krize girer. Nitekim öyle de oldu. O dönem solun en güçlü unsurlarýndan olan TDKP'den þu alýntý programýn düzeniçi karakterini gözler önüne serer: "Türkiye, emperyalizmin, komprador-tekelci kapitalizmin ve feodal kalýntýlarýn hüküm sürdüðü yarý-sömürge, yarý-feodal, çok uluslu geri bir tarým ülkesidir. Bu durum, ülkemizin hâlâ demokratik devrim süreci içinde olduðunu belirlemekte ve devrimci proletaryaya nihai hedeflerini gerçekleþtirme yolunda ilk adým olarak demokratik devrim sürecini tamamlama görevini yüklemektedir."(15) Bu, TDKP'ye has bir durum deðildir. Solun neredeyse tamamý gibi "demokrasi ve baðýmsýzlýk mücadelesi" safsatalarýnýn önünde secde ederken sýnýf savaþýmýnýn temel gündemlerine yanýt üretilmesi elbette ki mümkün olmadý. O dönemin en geniþ kileselliðine sahip örgütü Devrimci Yol'dan bir alýntý yapalým: "1961 anayasal düzenini (dolayýsýyla devleti) yýkmak için güdülen iç savaþ ve terör politikalarýnýn kasýp kavurarak eyleme sokulduðu bir yerde ve dönemde solcularýn, devrimcilerin de 'devleti yýkmak' için silaha sarýldýklarýný kabul etmek mantýk dýþýdýr. Çünkü solcularýn bunda bir çýkarý yoktur; aksine çok büyük zararý vardýr. Faþist bir düzen için solcular nasýl mücadele ederler! Böylesi bir ortamda solcularýn silaha baþvurup mevcudu yýkmak için kalkýþtýklarýný söylemek solcularýn deli olduðunu söylemekle eþ anlamlýdýr."(13) Bu sözler, burjuva devlet karþýsýndaki tabiyeti ortaya koyan devrimci olmayan ifadelerdir. Nitekim Devrimci Yol'un 70'ler için sarfettiði "iç savaþ ortamý" tanýmlamasýnýn vardýðý nokta, sýnýf savaþýmýnýn reddi veya görmezden gelinmesi oldu. Haliyle, sýnýf savaþýmýný bir kenara itip, "iç savaþ" tanýmlamasýnýn getirdiði darlýkla kendisini yalnýzca faþistlerle savaþmaya adayan ve faþistlerin kökünü kazýmanýn bile yolunun iktidar hedefli bir sýnýf mücadelesinden geçtiðini kavrayamayan bir örgütün kaderi yeri geldiðinde CHP'ye göz kýrpmak, yeri geldiðinde içi boþ popülizmle kendiliðindenciliðin peþinden sürüklenmek olmuþtur. Devrimci Yol'un tüm yaþam dönemi boyunca örgütsel olarak sýnýrlarý belirsiz, þekilsiz, sýnýf çizgisinden uzak ve kendiliðindenci bir hareket olarak ayakta kalmýþtýr. Hareketin lideri Oðuzhan Müftüoðlu'nun deyimiyle "Hemen partileþme yoluna gidilmeyiþi, içinde bulunulan ideolojik ve siyasi kargaþa(14)"dan da kaynaklanýyordu. Sonucu ise tarih acý bir þekilde gösterdi: 12 Eylül darbesi gelip çattýðýnda Devrimci Yol'u barikat baþýnda direnecek diye bekleyenler, karþýlarýnda kumdan kale gibi daðýlmýþ bir örgütsel yapý buldular. Hareketin liderliðinin teslimiyetini bir kenara býrakýrsak, baþsýz bir gövde gibi kalan kadrolarýn direnmediðini söylemek haksýzlýk olacaktýr. Öte yandan dönemin sol yapýlarýnýn hýzlý büyümenin getirdiði akýný örgütleyemediði, var olan militanlarýn aslýnda genel anlamda "çevre" olduðu da bir gerçekliktir. Bu "çevre" radikal sýnýf hareketinin tesiriyle çok militan iþler çýkaracak kadar kararlý da olsa sonuçta iþleyen bir örgüt mekanizmasýnýn görev ve sorumluluklarý net bir þekilde çizilmiþ bir parçasý deðildi. Yani en büyük örgütlerin hemen hepsi dar bir önder kadro ile yerellerdeki engin taraftar ve sempatizan aðýndan oluþmaktaydý. Sonuçta ortaya þekilsiz kendiliðindenci yapýlar çýkýyordu. Bu durumda 12 Eylül darbesi liderlik ve kilit kadrolarý ele geçirdiðinde yapýlar tüm iþleyiþlerini kaybettiler. Her türlü mücadele koþullarýna uyum saðlayabilecek esneklik ve 12 Eylül yenilgisi, Berlin Duvarý'nýn dayanýklýlýkta örgütler inþa edilmesi ve saðlam bir örgütsel gelenek yaratýlmasý için çöküþü gibi tarihsel dönemeçlere kör ve 12 Eylül dersleri büyük önem taþýmaktadýr. saðýr kalan bir solun emekçi yýðýnlara bir Sonuç alternatif yaratmasý zaten mümkün olaTürkiye devrimci hareketinin mücadele tarihi, bizlere Lenin'in bir sözünü tekrar mazdý. Sözde muhasebe yapanlarýn da tekrar hatýrlatmaktadýr: "Devrimci teori olmadan, devrimci pratik olmaz." Stalinizm suçu kendi küçük burjuva darlýðýnda ve büyük oranda Kemalizm'in kaba bir bulamacý haline gelen Türkiye solunun ideodeðil de kendisinin uzaðýndan bile lojik geleneðinin, gelecekte mücadelenin geçmiþinden ders almasýný saðlamak geçmediði Leninizm'de aramalarý egemen amacýyla, sorgulanmasý zorunludur. Bugüne kadar, bulamacýn oluþumuna katkýda sýnýf siyasetine eklemlenmeyi bulunanlarýn, bu konuda herhangi bir istek duyduklarýný görmedik. Nitekim bunu beraberinde getirdi. Sorunun aslý, Türkiye tutarlý bir þekilde yapabilecek olanlar da yalnýzca devrimci Marksistlerdir. Nasýl ki, solunun bütün bir on yýl boyunca birikTroçki Stalinizmin çarpýtmak için olaðanüstü uðraþ verdiði Marksizm'in kýzýl tirdiði yanlýþlarla þekillenmiþ polibayraðýný alýp bizlere devrettilerse, bugünde bizim yapmamýz gereken görevlerden tikalarýnýn iflasý, yani kendi sýnýrlarýný biri de iþçi sýnýfý hareketini geçmiþinden beri kötürüm býrakan reformist, küçük burortaya koymasý ya da týkanmasýdýr. juva maceracý, ulusalcý, yurtsever hareketlerin etkisinden kopartýp, Bolþevizmin Türkiye'de devrimci mücadele içerisinde birer neferleri haline getirmektir. Fikret Seyhan yeni bir gelenek yaratmak isteniliyorsa, en baþta gelen görev devrimci Marksist ------bir perspektifle geçmiþin deðer(1) Ergun Aydýnoðlu, Türkiye Solu(1960-1980), Versus Yayýncýlýk,2007, s.243. lendirmesini yapmaktýr. (2) Sosyalizm ve Toplumsal Mücadeleler Ansiklopedisi, Cilt 7, s.2239 (3) Sosyalizm ve Toplumsal Mücadeleler Ansiklopedisi, Cilt 7,. s. 2286 (4) Oðuzhan Müftüoðlu,Devrimci Yol Üzerine Notlar, aktaran Sosyalizm ve Toplumsal Mücadeleler Ansiklopedisi,Cilt 7, s.2250 (5) a.g.e. s.332 (6) a.g.e. s. 345 (7) a.g.e. s.346 (8) Güner Gövenç, Kürt Hareketi ile Kimi Sol Örgütler Arasýnda Çatýþma: Sol Ýçi Þiddet Üzerine Deðerlendirmeler, Marksist Bakýþ, sayý 7, s.18-20 (9) Sosyalizm ve Toplumsal Mücadeleler Ansiklopedisi, cilt 7, s.2219 (10) Faþizme Karþý Mücadele Konusundaki Teslimiyetçi ve Oportünist Görüþler Ýflas Ediyor, Devrimci Yol, Sayý 5, 1 Temmuz 1977) (11) Sosyalizm ve Toplumsal Mücadeleler Ansiklopedisi, Cilt 7, s.2296 (12) Sosyalizm ve Toplumsal Mücadeleler Ansiklopedisi, cilt 7, s.2297 (13) N. Mitap, Dilekçe, syf.4 (14) Oðuzhan Müftüoðlu,Devrimci Yol Üzerine Notlar, aktaran Sosyalizm ve Toplumsal Mücadeleler Ansiklopedisi,Cilt 7, s.2251 (15) Türkiye Devrimci Komünist Partisi Birinci (Kuruluþ) Kongresi Belgeleri, Nisan 1980
19
MARKSiST BAKIs KÜBA DEVRÝMÝ VE CHE GUEVARA Bolivya'da Che'nin silah arkadaþlýðýný yapan "Benigno" lakaplý Alarcón Ramirez'in geçtiðimiz aylarda medyada çýkan "Che'yi SSCB'nin ihbar ettiðine yönelik" iddialarý, Türkiye'de Che ve Küba gerçeði üzerine yaygýn bir bilgisizliðin hüküm sürdüðünü bir kez daha ortaya çýkardý. Bu bilgisizlik ortamýnda, kendilerine komünist sýfatýný yakýþtýran bazý sol çevreler, bu iddialarýn "burjuva basýnýn yumurtalarý" olduðunu öne sürerek; bunlara gülüp geçilmesi gerektiði yolunda geçiþtirmeci bir tutum takýndýlar. TKP'nin baþýný çektiði bu unsurlarýn takýndýklarý tutumdaki telaþ ve konuyu kapatmacý tavýr gözlerden kaçmamaktadýr. Tarihini ve ideolojisini Stalinizme dayandýran bu gruplarýn Che gibi bir konuda ipliklerinin pazara çýkmasý tehlikesi karþýsýnda yapabileceði fazla bir þey yok. Bizim ihtiyacýmýz olansa konuyu kapatmanýn tam tersine "doktriner" safsatalarý bir yana býrakarak Küba Devrimi'ni tarihsel süreçleri içerisinde kavramak, Küba'nýn SSCB ve Doðu Bloðu ülkeleriyle iliþkilerini inceleyerek Che'nin mücadelesini ve katlediliþini Marksist bilimselliðin ýþýðýnda incelemek ve sonuçlara ulaþmaktýr. Türkiye soluna da büyük tesirleri olmuþ olan Küba Devrimi ve halen bir ikon durumundaki Che konusunda tam anlamýyla bilgisizliðin hüküm sürdüðü mevcut koþullarda bu çalýþma, belirgin bir boþluðu doldurma ve gerçekler ile ilkeleri ortaya koyma çabasýnda olacaktýr.
Küba'nýn Devrim Yolculuðu
Bolivya'da Che'nin silah arkadaþlýðýný yapan "Benigno" lakaplý Alarcón Ramirez'in geçtiðimiz aylarda medyada çýkan "Che'yi SSCB'nin ihbar ettiðine yönelik" iddialarý, Türkiye'de Che ve Küba gerçeði üzerine yaygýn bir bilgisizliðin hüküm sürdüðünü bir kez daha ortaya çýkardý.
20
Yüzyýllar boyu Ýspanya'nýn sömürgesi olarak varlýðýný sürdürmüþ olan Küba, 1898 Ýspanya-ABD savaþýnýn ABD'nin lehine sonuçlanmasýyla birlikte sözde bir baðýmsýzlýk adý altýnda Amerikan sömürgesi durumuna getirilmiþti. Küba, sahip olduðu limanlarý ve kýta içerisindeki elveriþli konumu nedeniyle uzun yýllar bir üs olarak Ýspanya'ya hizmet etmiþti. Bu bakýmdan Amerikan sömürgeciliði için ülkenin sahip olduðu jeopolitik avantajlar Küba'yý vazgeçilmez kýlýyordu. 1902'den sonra, sömürge politikasýný masraflý bulan ABD, tamamýyla kendisine baðýmlý kukla yönetimlerle Küba'yý kontrol altýnda tutmaya devam etti. ABD, çýkarlarýna saldýrýldýðýný düþündüðü bir anda adayý iþgal etme yetkisini içeren bir anlaþmaya bile sahipti ve Küba devriminin dahi bozamadýðý bir anlaþmayla 100 yýllýk süreyle Guantanamo üssünü kendisine tahsis ettirmiþti. Eski at hýrsýzý yeni general Machado, ABD'nin Küba ordusu için yetiþtirdiði kuklalardan biriydi ve önceleri baþmüfettiþ, 1924'ten sonra da cumhurbaþkanlýðý sýfatýyla hem kendisini zenginleþtirdi hem de ülkedeki ABD hegemonyasýný sürdürdü. 29 Buhraný Küba'yý teðet geçmedi ve 1930-32 dönemi büyük kitlesel mücadelelere sahne oldu. Grevlerle yoðunlaþan muhalif dalga sonucunda, ABD de diktatör Machado'dan desteðini çekmiþti. Baþkanlýk seçimlerinden önce "eðer baþkan seçilirsem, Küba'da baþlayacak hiçbir grev on beþ dakikadan fazla sürmeyecektir" diyen Machado diktasýnýn genel grev dalgalarýna dayanamayarak 1933 yýlýnda devrilmesiyle bir geçici hükümet kuruldu. Ancak bu da kitlesel muhalefeti massetmeye yetmedi ve þeker fabrikalarýnýn iþgali, iþçi konseylerinin kurulmasý ve devrimci unsurlarýn yükselttiði tüm iktidarýn konseylere geçmesi talepleriyle birlikte ülkedeki devrimci durum yükselmeye devam etti. 1925'te kurulmuþ Küba Komünist Partisi (KKP) ise yozlaþmýþ Komintern'in çýkarlarýna uygun dönüþümleri çoktan geçirmiþti ve açýk bir devrimci durumun yaþandýðý ortamda iktidar perspektifinden ve iþçi sýnýfýnýn devrimci öncülüðünden çok uzak bir konumdaydý. Geçici hükümetin sivil muhalifleri, askerlerin ve astsubaylarýn subaylara karþý muhalefetinin de yükseldiði 1933 sonbaharýnda iktidara el koydular ve orduyu sakinleþtirmek için de, "halkýn içinden gelen", melez (daha önce sadece beyazlar subay olabiliyordu) isyankâr çavuþ Batista'yý da ordunun baþýna geçirdiler. Batista, orduya yeni alýmlar yapmasý ve milliyetçi bir çizgide olmasý sebebiyle önemli bir popülariteye ulaþtý. Yeni hükümetin reformlarý hem ABD'nin, hem de iþçiler ve köylülerin tepkisini çekmeye devam edince de ABD desteðiyle iktidara el koydu ve bütün kitle muhalefetini ezdi. KKP ise 1938'de SSCB'nin Nazilere karþý ABD'yle oluþturduðu ittifak çerçevesinde önceden faþist olarak nitelendirdiði Batista rejimini desteklemeye baþladý. SSCB'nin çýkarlarý gereði Batista rejimini koþulsuz destekleyen KKP bu çabalarýnýn meyvelerini almýþtý. 1942 yýlýnda Batista'nýn hükümetine iki temsilciyle giren parti için bu, Batista'nýn bir lütfuydu. 1940 yýlýnda, daha sonra Fidel Castro'nun programýna da girecek olan bir anayasa oluþturulsa da Batista döneminde pek uygulanmadý. "Sýnýf iþbirliðinin yýlmaz savunucusu" KKP, 1944'te Batista'nýn seçimlere girmeyeceðini ilan etmesine rað-
MARKSiST BAKIs men seçimlerde Batista'nýn adayýný ve rejimini "sadakatle destekleyeceðini" bildirdi ve seçimin kaybedilmesinden büyük üzüntü duydu. (Bu dönemde adýný Halk Sosyalist Partisi (HSP) olarak deðiþtirdi.) Batista'nýn geri çekildiði 1944 sonrasý yýllarda parlamenter partiler, yoðun ekonomik sýkýntýlarla ve derinden ilerleyen büyük bir toplumsal çöküntüyle boðuþtular. Küçük-burjuva radikal eðilimlere sahip Ortodoks Parti, popülist söylemleriyle büyük güç kazandý. Lideri Chibas'ýn yolsuzluklarý eleþtirdiði ateþli bir konuþmasýnýn zirve noktasýnda kendini vurarak intihar etmesi ve ertesinde partinin popülaritesinin hepten yükselmesi ise Fidel'in de içinde bulunduðu bu partinin küçük burjuva romantizmi ve buna uygun düþen çarpýk keskinliðini çok net ortaya koyar. Ancak güçlenen bu partinin gelecek seçimi kazanmasýndan endiþe duyan çevreler, Batista aracýlýðýyla 1952'de darbe yaptýlar. Yeni Batista diktatörlüðü de eskisinden farksýz olacaktý ve en kýsa sürede toplumsal muhalefet tekrar harekete geçecekti. Burada Fidel Castro'nun siyaset sahnesine çýkýþýna geçelim. Ortodoks Parti'den milletvekili adayý olan ve parlamenter yollarla devrim yapmak isteyen Fidel, Batista'nýn darbesiyle illegal mücadeleye geçmeye karar verdi. 26 Temmuz 1953'te 150 kiþilik savaþçý grubuyla Moncada Kýþlasý'na saldýran Fidel'in grubundan sað kalan 28 kiþi kürek cezasýna çarptýrýlýp sürgüne gönderildiler. Fidel'e büyük ün kazandýran bu baskýn, Ortodoks Parti'nin kendini vuran lideri Chibas'ýn eylemini andýran yarý-intihar eylemini benzemekteydi. Fidel'in mahkeme sýrasýnda açýkladýðý programý demokratik devrimden ve ulusal kalkýnmacýlýk programýndan öteye gitmez. (Toprak reformu, baðýmsýz sanayileþme hamlesi vs.) Castro'nun savunmasýnda "sýnýf" yerine "halk" kavramýný kullanmasý da Latin Amerika'nýn popülist geleneðiyle baðýnýn sýkýlýðýný göstermek açýsýndan önemlidir. Ne yargýlanma sürecinde ne de gerilla savaþý boyunca ABD karþýtlýðý Castro'nun gündeminde fazla yer kaplamaz. Bu durum ancak devrimden sonra ABD'nin Küba'ya müdahale giriþimleriyle deðiþecektir. Hatta Castro, devrimden sonra ABD ile arasýný iyi tutmaya çalýþacak ve bunu saðlamak için komünist olmadýðýnýn altýný kalýn çizgilerle çizecektir. Ne var ki ABD, burnunun dibinde Amerikan çýkarlarýný zedeleyen bir ulusalcýlýðýn geliþmesine göz yummak istemeyecektir. Daha sonra Moncada baskýnýna ithafen "26 Temmuz Hareketi" adýný alan Fidel'in örgütlenmesinin dayandýðý sýnýfsal temel milliyetçi küçük-burjuvazi ve orta sýnýflardýr. Castro da toprak soylusu bir aileden Fidel Castro ilk zamanlarda gelmekteydi. Bu kesimler, United Fruits gibi büyük ABD'li tekellerin topraklarýný ABD'ye yaptýðý ziyarette ýsrarla Küba'da yerli toprak sahipleri aleyhine sürekli geniþletmelerine, Küba'nýn ABD'nin anti-komünist olduðunu vuruyuþturucu, kumar, turizm ve fuhuþ yuvasý haline gelmesine karþý derin tepki duyan ve guluyor ve "komünizm tehlikebu çerçevede radikalleþen milliyetçiliði ifade ediyorlardý. Bu çerçevede 26 Temmuz sine" karþý tüm Latin Amerika Hareketi'nin öne çýkardýðý program anti-kapitalizmin çok uzaðýnda ulusal kalkýnmacý bir ülkelerine uygulanacak bir politikasýnýn popülizmle belirleniyordu. Ulusal kurtuluþ hareketlerinin yapýsýna uygun olacak þekilde Marshall milliyetçi burjuvalardan, küçük burjuvalara ile kýr ve kent emekçilerini kapsayacak þe- (yardýmlarýnýn) gerekliliðine kilde geniþ kesimlere hitap eden bir program söz konusuydu. Kýsacasý Castro dikkat çekiyordu. Ayný zamanhareketinde sonradan yaratýlan mitin aksine sosyalist bir karakterden söz etmek mümkün da ülkelerinin endüstrinin geliþmesine yardým edecek özel deðildir.
Che'nin Katýlýmý ve Gerilla Mücadelesi
yatýrýmcýlara açýk olduðunu ve ABD ile bir uzlaþmaya girilmedikçe Küba'nýn ilerlemesinin mümkün olamayacaðýný da vurguluyordu.
Che, Arjantinli bir týp öðrencisiyken baþladýðý Güney Amerika gezisinde gördüðü sýnýfsal çeliþkiler karþýsýnda radikalleþmiþ ve bunlardan sorumlu tuttuðu ABD merkezli emperyalist sisteme karþý öfkeyle dolmuþtu. Gezisinin Guetemala duraðýnda seçimlerle iþ baþýna gelen Chavez benzeri bir reformist lider olan Jacabo Arbenz Guzman'ýn ABD destekli bir darbeyle devrilmesi, Che için bir dönüm noktasý olacaktýr. ABD ile iliþkin fikirleri netleþmiþ ve kurtuluþun ancak silahlý mücadele ile olacaðýna inanmýþtý. 1954'te Küba'ya geldiðinde çok geçmeden Kübalý sürgünlerle tanýþýr ve ardýndan 26 Temmuz Hareketi'ne katýlýr. 25 Kasým 1955'te Granma yatýyla Meksika'dan Küba'ya çýkmaya çalýþan 82 kiþilik gerilla grubu, Batista askerleri tarafýndan karþýlanýrlar ve çýkan çatýþmadan sadece 12 kiþi kurtulur. 1956'dan sonra Sierra Maestra daðlarýna çýkan ve gerilla mücadelesi baþlatan "26 Temmuz"cular, ülke içinde kitle muhalefetinin yükselmesiyle görece hýzlý geliþseler de (Devrim sýrasýnda 800 kiþi civarýndadýrlar.) yine de sayýlarý oldukça azdý. Batista rejiminin ipini çeken kentler, kentlerin de baþýný çeken genel grevdeki iþçiler olmuþtur. Yani, kýrlardan kentleri saran gerillalarýn rejimi yýkmasý bir efsaneden öte bir þey deðildir. Che'nin "Gerilla Günlükleri" okunduðunda rejimin düþtüðü son anda dahi gerillalarýn adanýn uzak köþelerinde çok zor þartlar altýnda Batista ordusundan kaçmakta olduðu görülecektir. Kaldý ki birkaç yüz gerillayla rejimin yýkýlacaðý beklentisi çocukçadýr. Batista rejimi ekonomik ve siyasi açýlardan çökmüþtü. Arkasýndaki uluslararasý desteði kaybetmiþti. Che'nin söylediði gibi ABD'li tekellerin Küba'da taze kan arayýþlarý ve Batista'ya yol vermek istemeleri, siyasi ve ekonomik desteðin çekilmesi, devrim sürecinin temel belirleyenidir. Batista'nýn açýkça halkýn nefretini yüklenmesi kentlerdeki iþçi ve öðrenci ayaklanmalarýný doruða ulaþtýrmýþ, sonunda yapýlan genel grevler ile durum ayaklanmaya dönüþünce kokuþmuþ Batista mahiyetiyle beraber ülkeden kaçmak zorunda kalmýþtýr. Yani net bir ifadeyle þunu söylemek gerekir: Batista rejimini asýl çökerten genel grevler ve ayaklanmaya dönüþen kitle eylemliliðidir. Bütün diðer olaylar devrimci sürecin motoru olan kitle eylemliliklerin ya sonucudur ya da ancak onlara küçük bir destek sunabilir. Yani Che Guevera'nýn devrimci stratejisinin iskeletini
21
MARKSiST BAKIs Che, Küba'da gerçekleþen devrimin ancak Latin Amerika geneline yayýlmasý durumunda emperyalizmin "topyekûn" yýkýlmasýnýn sacayaðý olacaðýný belirtiyor ve tek ülkede sosyalizm saçmalýðýna inanmýyordu. Küba'da ABD'ye karþýt bir devrim gerçekleþmiþti, ama ABD'nin baskýsý karþýsýnda SSCB'nin güdümüne girilmiþti. Che, buradan kýtasal devrimler olmadan emperyalizmin baskýsýndan kurtulanamayacaðý gerçeðine bir kez daha deneyselciliði ile ulaþmýþtý. Ne var ki SSCB karþýtý görüþleri Che ile Castro'nun arasýnýn açýlmasýný beraberinde getirecekti. Castro, Che'nin SSCB karþýtý bir tutum takýnmasýný Küba'da elde ettikleri pozisyonlarýn tehlikeye atýlmasý olarak görüyordu. Castro, SSCB'ye sonuna kadar baðlý olacaktý. Bunun sonucunda Küba tamamýyla SSCB'ye baðlý, þeker üretimine indirgenmiþ ekonomisi ile bir hayli yoksul bir ülke olarak kaldý. Che'nin Küba'da kalmasý artýk mümkün deðildi. Yollar ayrýlmýþtý.
22
oluþturan gerilla savaþýnýn Küba'da baþarýlý olduðu kabullenilip Latin Amerika ve dünyanýn diðer coðrafyalarýna da uygulanmasý baþtan Küba devriminin yanlýþ yorumlanmasýndan ya da devrimin tarihsel geliþimi konusunda derin bilgisizlikten kaynaklanmaktadýr. Küba devriminde de kapitalist çaðýn bir gerçeði olarak kentlerin kýrlar üzerinde bir hakimiyeti bulunmaktadýr. Kentlerde iþçi sýnýfýnýn devrimci atýlýmýnýn olmadýðý koþullarda az sayýdaki bir gerilla grubunun yapabilecekleri bir çok deneyimde gözükmüþtür. Che'nin Kongo ve Bolivya deneyimleri ile Türkiye'deki Küba örneðini model alan 68 gerilla mücadelesi deneyimi bunun en iyi örneðidir. Batista rejimi devrilmiþti ama iktidara kim geçecekti? Küba Komünist Partisi (KKP), býrakýnýz iktidara geçmeyi Batista rejimini destekleyerek ayaklanmalarýn önüne geçmek istemiþti. Ýþçi sýnýfýnýn önderliðini üstlenen Bolþevik bir önderlik de ne yazýk ki yoktu. Bu koþullar altýnda iktidara tek aday, daðlarda mücadele ettiði bilinen ünlü Castro idi. Birkaç gün sonra yaklaþýk 800 kiþiyle Havana'ya giren Fidel Castro yönetimindeki gerillalar, genel grevin bitirilmesi çaðrýsý yaparak devrimi tamamlamýþ oldular. Gerillalarýn ulusal kurtuluþ temelinde yürüttüðü küçük burjuva devrimi, burjuva devlet aygýtýnýn hiçbir kurumuna dokunmadan giriþtiði uygulamalarýyla da niteliðini ortaya koyacaktý. ABD ise devrimci durumun yükseldiði bu zamanlarda Batista'dan desteðini çekmiþti. ABD'yi müdahaleden alýkoyan temel etmen kýtanýn diðer ülkelerinden Küba'ya verilecek uluslararasý dayanýþmanýn getireceði bir devrimci dalgaydý. Che Guevera'nýn da belirttiði gibi: "Bu gibi durumlarda sýk sýk görüldüðü üzere tekeller, büyük olasýlýkla, halkýn ona karþý olmasýndan ötürü, Batista için bir ardýl aramaya koyulmuþlardý. Artýk iþe yaramaz olan diktatörü devirmek ve yerine zamanla emperyalizmin çýkarlarýna hizmet edecek yeni 'gençler'i geçirmekten daha akýllýca bir hareket olabilir miydi?" Ancak iþler ABD tekelleri için pek de bekledikleri gibi gitmedi. Castro'nun reformlarý kendi çýkarlarý ile þiddetli çeliþkiler yaratýnca, devrimci hareketlerin Latin Amerika'nýn diðer ülkelerine de sýçramasýndan korkan ABD en ufak bir taviz bile göstermeye yanaþmadý. Bu da Küba'daki baðýmsýzlýkçý-ulusalcý yeni yönetimin asgari hedeflerini gerçekleþtirmesini engelliyordu. Küba'da izlenecek ulusal kalkýnmacý yolun ABD çýkarlarý ile çatýþmasý kaçýnýlmazdý. Castro durumu yumuþatmak, bir orta yol bulmak için çaba sarf ediyordu. Özel giriþime karþý olmadýðýný ve komünist olmadýðýný ýsrarla vurguladý. Dýþ politikada soðuk savaþ döneminde tarafsýz bir politika izlemeye çalýþýyordu. Ýdeolojisini soran gazetecilere "Biz ne insanlarý yoksulluða iten kapitalist düzenden ne de özgürlüðü engelleyen komünist düzenden yanayýz, illa ki ne olduðumu soruyorsanýz ben bir hümanistim" diyebiliyordu. Castro, ABD'ye düzenlediði ziyarette de bu tarz açýklamalarýný sürdürmüþtü. 25 Nisan'da New York'ta þöyle demekteydi: "Komünist etki diye bir þey yok. Ben komünizmle ayný düþüncede deðilim. Biz demokrasiden yanayýz ve her türlü diktatörün karþýsýndayýz. Bu yüzden komünizme karþý çýkýyoruz(New York Times 26 Nisan 1959)." ABD, Castro'nun ziyaretine olumsuz yaklaþtýðý gibi giderek Castro'ya muhalefetlerini sertleþtiren Kübalý üst sýnýflara açýktan destek vermeye baþlamýþtý. Bu destek giderek silahlý bir hale dönüþecek, ABD'nin Küba üzerindeki baskýlarý yoðunlaþmaya baþlayacaktý. Bütün bunlar SSCB-Küba yakýnlaþmasýnýn zeminini oluþturuyordu. Ýlk etapta kimi kredi anlaþmalarý ile ilerleyen iliþkiler ABD'nin silahlý operasyonlara koyulmasý ile giderek yoðunlaþacaktý.
Devrimin Niteliði ve Ýki Kutuplu Dünyada Seçme Özgürlüðü Küba devrimiyle ilgili genel yanýlgýlarýn baþý gerilla hareketinin sosyalist devrimin mimarý olduðuna dair yapýlan çýkarsamalardýr. Küba devrimi Batista rejiminin düþmesiyle zirvesine ulaþmýþ, sonrasýndaysa küçük burjuvazinin radikalleþmiþ kesimlerinin baðýmsýzlýkçý milli kalkýnmacý rotasýna girmiþtir. Keza ulusal devrimin liderlerinden küçük burjuva radikali Fidel Castro baðýmsýzlýk ve anti-emperyalizm vurgularýyla kendi sýnýfsal temellerini gösterdiði ilk zamanlarda ABD'ye yaptýðý ziyarette ýsrarla anti-komünist olduðunu vurguluyor ve "komünizm tehlikesine" karþý tüm Latin Amerika ülkelerine uygulanacak bir Marshall politikasýnýn (yardýmlarýnýn) gerekliliðine dikkat çekiyordu. Ayný zamanda ülkelerinin endüstrinin geliþmesine yardým edecek özel yatýrýmcýlara açýk olduðunu ve ABD ile bir uzlaþmaya girilmedikçe Küba'nýn ilerlemesinin mümkün olamayacaðýný da vurguluyordu. Castro yönetiminin iktisadi alandaki temel amacý, yerli ve yabancý sermayeyi ulusal kalkýnmacý bir model içerisinde entegre etmekti. Fakat Castro'nun ulusal kalkýnmacý burjuva ideolojisinin dayattýðý gereksinimler karþýsýnda emperyalizmle flört etmeye açýk olduðunu defalarca belirtmesine raðmen yeni iktidarýn yönetimi elinde tutmak için zorunlu olduðu reformist politikalarýndan zarar göreceklerini sezen ABD tekelleri Castro rejimiyle uzlaþmaz bir tavýr içerisine girmiþti. Küba hükümetinin tarým reformu planlara uygulamaya koymasýnýn ardýndan iyice kaygýlanan ABD, Küba'yý ciddi yaptýrýmlar uygulamakla tehdit ediyordu. "Batista'nýn son iktidar yýlýnda 1.75 milyar dolar olan ABD dýþalýmý, devrimin ilk yýlýnda 900 milyon dolar düzeyine indi."(1) Böylece 1960 Þubatýnda Küba'nýn "anti-komünist" devrimcileri, "komünist" SSCB'yle düþük faizli kredi ve petrol ithalatý konusunda anlaþma imzalamaya yöneldiler. Aðýrlýklý olarak þeker üreten ve devrimle birlikte sanayi atýlýmý yapmayý arzu eden Küba ekonomisi, ABD ile
MARKSiST BAKIs anlaþamayýnca kendisini SSCB'nin kollarýnda buldu. Bir emperyalist odaktan yüz bulamayan Küba için ayakta kalmanýn tek yolu bir diðer emperyalist odaða angaje olmaktan geçiyordu. Bütün söylemleri Küba'nýn ulusal çýkarlarýndan beslenen, pragmatist Castro için Marshall planlý "anti-komünist"likten bir iki sene içerisinde "komünist"e dönüþmek hiç de zor deðildi. Böylece Küba'nýn SSCB ile mecburen baþlayan iliþkileri, "Rus usulü devlet kapitalizmi ve bu çerçevede, týpký Batista Kübasý'nda olduðu gibi Küba'nýn aðýrlýklý olarak þeker üreten bir monokültür ekonomisi olmaya mahkûm edildiði" sürecin kapýsýný açtý. Ancak bu iliþkilerin Küba üzerindeki yaptýrýmlarý sonucunda ülkeyi bekleyen durum "ulusal kalkýnmanýn refah dolu mutluluðu" deðil, SSCB'nin ve onun Doðu Avrupalý uydularýnýn yörüngesine girmek olacaktý. Petrol anlaþmasýndan sonra, 1960 Mayýsýnda Rus petrollerini kendi fabrikalarýnda iþlemek istemeyen ABD'li tekeller, Küba'ya ekonomik yardýmlarý kestiklerini bildirdiler. Bir ay içinde Küba, petrol rafinerilerine el koydu. ABD, þeker alýmýný daha da kýstý, Küba bütün ABD þirketlerini ulusallaþtýrdý. Bütün bu süreçte yaþanan soðuk savaþ gerginliði, dünya ekonomisi için pek de deðeri olmayan bu küçük ülkeyi, arkasýna aldýðý Sovyet bürokrasisinin verdiði "güven" sayesinde cesur hamleler yap maya itebiliyordu. 19 Ekim 1960'ta ABD Küba'ya ambargo uygulamaya baþladý; Ekim bitmeden Küba bütün yabancý þirketleri ve bazý Küba þirketlerini ulusallaþtýrdý. 3 Ocak 1961'de ABD bütün diplomatik iliþkileri kesti ve dünyanýn nükleer savaþ tehlikesiyle burun buruna geldiði, ABD ile SSCB'nin soðuk oyunu baþ gösterdi. 17 Nisan'da ABD Küba'ya saldýrmadan (Domuzlar Körfezi çýkarmasý) bir gün önce Küba resmen "sosyalist" olduðunu, yani Rusya'da ve Doðu Avrupa'daki devlet kapitalisti rejimlerin Karayipler'deki acentesi olacaðýný kabul etti. Bundan sonraki süreç devlet yönetiminin, Fidel'in deyiþiyle, "tek parti diktatörlüðü"ne dönüþtürülmesi, yani herhangi bir çözülmeye uðratýlmayan burjuva devlet aygýtýnýn, parti aygýtý ile kaynaþtýrýlmasý ve bürokrasinin bütün üretim iliþkilerini denetlediði ve tüm artýðý kontrol ettiði yönetim biçiminin Küba'da yerleþmesiyle devam etti. Bürokratik kastýn, iþçi konseyleri ve sovyetler kavramlarýna tamamen yabancý olan Küba'da kendi varlýðýný meþru kýlmak amacýyla yýllar boyu tüm dünyaya "sosyalizm" masalý anlatmasýnýn arkasýnda yatan gerçek budur. Bu söylem Küba bürokrasisinin ABD tehdidine karþý savunma dayanaðý olmuþtur. Fidel'in 1961'de Marksist-Leninist olduðunu iddia etmesinin temel sebebi bu tehdide karþý savunma mevzileri oluþturmaktýr. Devrim sonrasý yönetici küçük burjuva kadrolarýn varlýðýný sürdürmesi ancak bu tip bir bürokratlaþmayla SSCB'ye sýðýnarak mümkündü. Yýllar boyu Stalinistlerin Küba'ya "sosyalist" sýfatýný bahþetmeleri boþuna deðildir. Küba'da iþçi sýnýfý devrim sonrasýnda yönetimde söz sahibi konumda deðildir. Bu noktada, devlet mülkiyeti ve merkezi planlamayý sosyalizm olarak yutturanlarýn foyalarýný ortaya çýkarmak zorunluluktur. Che Guevera, elinde tüm olanaklar Lenin'in, iþçi demokrasisinin burjuva demokrasisini fersah fersah aþacaðýný ifade varken, saygýn, tuzu kuru bir ederken neyi anlatmak istediðine bir kez daha bakmak ve görmek gereklidir. bürokrat olarak, rahat içinde yaþla1961 sonunda üç önemli partiyi -"26 Temmuz Hareketi" ve "Halk Sosyalist nabilecekken devrimci ideallerine Partisi" de dahil- "Birleþik Sosyalist Devrim Partisi" adý altýnda birleþtiren Castro, sadýk kalarak bunlarý elinin tersiyle devletle partiyi kaynaþtýrma iþini tamamladý ve 1965'te parti, Küba Komünist itmesini bilmiþtir. Politik tutumlarý Partisi adýný aldý. (SSCB elçiliði görevi yapan HSP'nin yönetici kastý yeni partinin tümüyle deneyselliðe dayalý olan ve devlet aygýtýnýn içinde önemli roller almýþtýr.) Devrim sonrasý ne bir partisi ne Che'nin Küba deneyiminden sonra düzenli bir ordusu ne de somut bir programý olan Fidel Castro, Stalinistlerden açýkça Stalinizme tavýr aldýðý bu yüzödünç aldýðý ideoloji ile hüküm sürecekti(2). Ancak, ekonomisinde çýkmazlar den de dýþlandýðý ve ölümünden de yaþayan ve tüm üretimini þekere endeksleyen Küba'nýn sattýðý þekerleri dünya SSCB'li bürokratlarýn da bir hayli piyasasýna göre yüksek fiyattan satýn alan ve Küba'yý ayakta tutan Doðu Bloku memnun kaldýklarýna þüphe yoktur. ülkeleri, onu daha da fazla kendilerine baðýmlý kýldýlar. Yýllar geçtikçe bu baðýmlýlýk o denli artmýþtý ki, partinin birinci baþkan yardýmcýsý konumunda bulunan Raul Castro 1979 yýlýnda, "... Sovyet yardýmý olmasaydý Küba, 'insanlarýn açlýktan ölmesi ve yüz binlerce kiþinin iþsiz kalmasýna yol açacak' bir 'ekonomik felaket ve iflasla' yüz yüze kalacaktý." diyordu.
Che ile Castro'nun Yollarý Ayrýlýyor Küba'nýn gittikçe SSCB'ye baðýmlý bir hale gelmesiyle birlikte, Ernesto Che Guevera yükselen bürokrasiye karþý muhalif bir tutum takýndý ve Küba'nýn yaþadýðý çýkýþsýzlýðýn çözümünü devrimlerin Latin Amerika'ya yayýlmasý gerekliliðinde buldu. Burada Che'nin devrim perspektifinin üzerinde kýsaca durmak gerekiyor. Che Guevera hayatýný devrimci savaþýma adamýþ, her zaman doðru yolu bulmaya çabalayan, birçok devrimci taktik ve stratejik hatalarýnýn yanýnda devrimci kararlýlýðýndan ve mücadele azminden þüphe duyulamayacak bir devrimciydi. Bolivya'da gerilla birliklerinin baþýnda olduðu sýrada da yanýnda Troçki'nin "Ýhanete Uðrayan Devrim" adlý kitabýný taþýdýðý bilinmektedir. Fakat açýktýr ki onun gerilla savaþý taktiði Marksizmle baðdaþmamaktaydý. Che'nin gerilla taktikleri, iþçi sýnýfýnýn merkezi rolünün kavranamamasý ve sýnýf mücadelesinin yerine profesyonel gerillalarýn
23
MARKSiST BAKIs
savaþýnýn ikame edilmesine dayanýyordu. Sonuçta Che Guevera da zamanýnýn ve döneminin adamýydý. Latin Amerika'da sýnýf savaþýmý ve proletarya merkezli olma iddiasýnda olanlar, sendikalara bürokratik olarak yerleþmiþ olanlar Stalinist KP'lerden baþkasý deðillerdi. Che gibi devrimcileþen gençliðin unsurlarýna Stalinistlerin ve onlarýn sözde Marksist pratiklerin ilham vermesi mümkün olamazdý. Bu durumda Che'yi besleyecek gerçek Marksist geleneðin yokluðu koþullarýnda kendi deneyselliðinde ilerledi. Gerillacýlýða dair bir diðer önemli noktayý da bu noktada belirtmeden geçmek doðru olmaz. Bu da þudur: Ýþçi sýnýfýna dayanmayan devrimci kalkýþmalar burjuvazinin dümen suyuna girmeye mahkûmdur. Bunun en bilindik örneklerinden birisi Nikaragua'daki Sandinist hareketin deneyimidir. Nepal'deki Maocu NKP-M deneyi hem Maoizm'in uzlaþmacý yönü hem de gerillacýlýðýn bahsettiðimiz temel özelliði ile ilgilidir. Küba'daki Castro önderliðindeki hareket için de aslýnda ayný durum geçerliydi. Castro da ulusal kalkýnmacý model gereði ABD ile uzlaþmaya çalýþmýþtý. Soðuk savaþ faktörü olmasaydý ya ABD'nin güdümüne girecek ya devrilecekti. Gerillacýlýk, sabýrsýzlýðý, kestirmeciliði ve öznelciliði ile küçük burjuva ufkunun- radikalizminin bir ifadesidir. Gerillacýlýk, iþçi sýnýfýnýn gücünü hafife alýr ve iþçi sýnýfýnýn kurtuluþunun kendi eseri olacaðý Marksist ilkesini çiðnemektedir. Lenin'in öncü parti teorisinin ýþýðýnda Devrimci Marksistler iþçi sýnýfýna dayanmayan maceracý eðilimlere karþý tepkilerini göstermek durumundadýrlar. 1964 sonunda yaptýðý kýsa Che Guevera'nýn bir mektubunda kendisini Don Kiþot'a benzetmesi SSCB yurtdýþý temaslarýnda, bürokrasisini deþifre ettiði gibi kendi macerasýnýn umutsuzluðunu göstermesi dünyanýn çeþitli ülkeyönünden de manidardýr. lerinde edindiði izlenimler1964 sonunda yaptýðý kýsa yurtdýþý temaslarýnda, dünyanýn çeþitli ülkelerinde den sonra, SSCB ve Çin edindiði izlenimlerden sonra, SSCB ve Çin bürokratlarýnýn akýl almaz çeliþkileribürokratlarýnýn akýl almaz ni ve kirli oyunlarýný gözlemleyen ve bu kepazeliðin karþýsýna dikilmeye karar çeliþkilerini ve kirli oyunveren Che, 1965 yýlýnda bakanlýk görevini býrakýp gerilla mücadelesini baþlatmak larýný gözlemleyen ve bu üzere Kongo'ya giderek o zamana kadar görülmedik bir þey yaptý ve tipik ayrýkepazeliðin karþýsýna dicalýk düþkünü bürokrasinin aksine, enternasyonalist devrimci bir tutum takýndý. kilmeye karar veren Che, Onun Küba'da yükselen bürokrasi karþýsýnda aldýðý tavýr gözlemleriyle birleþince 1965 yýlýnda bakanlýk SSCB karþýtlýðýný da beraberinde getirdi ve Che, SSCB'yi emperyalist sömürgecigörevini býrakýp gerilla likle suçlamaya baþladý. SSCB ekonomi politiðinin eleþtirisini içeren eseri, onun mücadelesini baþlatmak zamanýnda Küba'da kendi istediði þekilde basýlmamýþtý. SSCB'nin kapitalizmle üzere Kongo'ya giderek o bir arada barýþ içinde yaþama politikasýný þiddetle eleþtiren Che'nin meþhur "2, 3 zamana kadar görülmedik bir þey yaptý ve tipik ayrýdaha fazla Vietnam" sloganý onun Stalinist çizgiden koptuðunun sürekli devrim calýk düþkünü bürokrasinin çizgisinin kimi sonuçlarýna ulaþtýðýný gösterir. Ne var ki proleter devrimcilik düsaksine, enternasyonalist turuna girmeden bunun anlamlý bir bütünlük arz etmesi mümkün olmaz. Che, devrimci bir tutum takýndý. Küba'da gerçekleþen devrimin ancak Latin Amerika geneline yayýlmasý durumunda emperyalizmin "topyekûn" yýkýlmasýnýn sacayaðý olacaðýný belirtiyor ve tek ülkede sosyalizm saçmalýðýna inanmýyordu. Bunu bir daha kendi deneyimleriyle ulaþmýþtý. Küba'da ABD'ye karþýt bir devrim gerçekleþmiþti, ama ABD'nin baskýsý karþýsýnda SSCB'nin güdümüne girilmiþti. Che, buradan kýtasal devrimler olmadan emperyalizmin baskýsýndan kurtulanamayacaðý gerçeðine bir kez daha deneyselciliði ile ulaþmýþtý. Ne var ki SSCB karþýtý görüþleri Che ile Castro'nun arasýnýn açýlmasýný beraberinde getirecekti. Castro, Che'nin SSCB karþýtý bir tutum takýnmasýný Küba'da elde ettikleri pozisyonlarýn tehlikeye atýlmasý olarak görüyordu. Castro, SSCB'ye sonuna kadar baðlý olacaktý. Bunun sonucunda Küba tamamýyla SSCB'ye baðlý, þeker üretimine indirgenmiþ ekonomisi ile bir hayli yoksul bir ülke olarak kaldý. Che'nin Küba'da kalmasý artýk mümkün deðildi. Yollar ayrýlmýþtý. Çok sýnýrlý imkânlar ve aslýnda yalnýzlaþtýrýlmýþ bir kahraman olarak gittiði Kongo Che için tam anlamýyla bir hüsrandý. Adeta kaçarcasýna terk ettikleri Kongo'dan sonra Bolivya'ya geçen Che'yi burada daha zor günler bekliyordu. Che'nin burada gerilla yapabilmesinin hemen hiçbir koþulu yoktu. Sayýca çok az olmalarýnýn yaný sýra ne doðru düzgün iliþki aðlarý, ne silah ve paralarý, ne de istihbaratlarý vardý. Peþlerindeyse CIA'nin ölüm mangalarý adým adým takipteydiler. Che ve silah arkadaþlarýnýn, SSCB ve Çin'den de yardým almalarý mümkün deðildi, üstelik Küba'dan da doðru düzgün bir destekten bahsedilemezdi. Bu, aslýnda Che'yi CIA'nýn ölüm mangalarýna teslim etmekti. Ve çok geçmeden beklenen oldu. Che'nin ölümü neticesinde sadece ABD ve müttefiklerinin deðil SSCB'nin de rahat bir nefes aldýðýný ifade etmek gerekir. 1967'de Sovyet Dýþiþleri Bakaný Aleksei Kosygin Che'nin Bolivya'ya gidiþini eleþtirip "Che'nin Bolivya'daki gerilla faaliyetlerinin komünizme zarar verdiðini, "sosyalist" olduklarýný söyleseler bile hükümet karþýtý güçlere, destek vermenin, Latin Amerika'daki Sovyet destekli komünist partilerin çalýþmalarýný zorlaþtýrdýðýný" söylüyordu. Bu ziyareti takiben Brejnev'in Castro'ya eðer Latin Amerika'da devrimleri kýþkýrtmaya devam ederlerse Sovyetlerin ABD iþgalini engellemeyeceði ültimatomunu içeren mektubu da çok þey anlatmaktadýr. Bugün geriye dönüp bakýldýðýnda Che'nin yerini SSCB ajanlarýnýn ihbar edip etmediði sorusu bu þartlar
24
MARKSiST BAKIs altýnda ikincil önemdedir. Önemli olan Che'nin politik yaþamýnýn son kýsmýnda kimlerin ayaðýna bastýðýdýr. Devrim mücadelesinde destek bulmak umuduyla J.P. Sartre'a ve Bertrand Russell'a mektuplar yazan Che, artýk, Küba için açýkça ayakbaðý haline gelmiþti; SSCB için ise çoktan yok edilmesi gereken "tehlikeli" bir devrimciydi. Che'nin Küba'da iktisat bakanýyken baþlattýðý üretimde çeþitlilik ve sanayileþme projelerinin ölümünden sonra bir kenara atýlýp, Doðu Bloku'na tam entegrasyonun saðlanmasýnýn SSCB için hayýrlý olduðu söylenebilir. Ayrýca SSCB'nin bir uydusu olan Bolivya Komünist Partisi genel sekreteri Mario Monje'nin bir KGB ajaný olmasý ve Che'nin öldürülüþünün ardýndan Moskova'ya taþýnmasý da Che'nin ölümünden önce SSCB bürokratlarýnýn yukarýdaki açýklamalarý dikkate alýnýnca derin kuþkulara sebep olmaktadýr. Öte yandan, günlüklerine kayýt düþtüðü Bolivya Komünist Partisi'yle yaþadýðý anlaþmazlýklar ve beklediðinden daha az askerle kalmýþ olmasý da durumu kavramak için gerekli bir bilgidir. Çünkü o günkü SSCB stratejisine göre Bolivya'da henüz bir sosyalist devrim gerekli deðildir ve Bolivya Komünist Partisi'nin görevi de Bolivya burjuvazisiyle iliþkileri iyi tutmaktýr. Sonuçta Che'yi kimin ihbar ettiðini bütün arþivler ortaya dökülmeden bilemeyiz fakat Sovyet bürokrasisinin "dünya devrimi"ne karþý yürüttüðü saldýrýlarýn O'nun ölümüyle birlikte taçlandýðýný söyleyebiliriz.
Sonuç Küba, soðuk savaþ boyunca SSCB'nin Atlantik'teki batmayan uçak gemisiydi. Castro, kimi zaman lafzi çýkýþlar yapsa da SSCB'nin mutlak otoritesini kabul etmiþti. Bunu ayakta kalmasýnýn bedeli olarak gördüðü söylenebilir. Ne var ki sonuçlar aðýrdý. Þekere dayalý monokültür ekonomisi Küba'yý geri yoksul bir ülke haline getiriyordu. On binlerce Kübalý adayý terk edip ABD'ye kaçmaya çalýþýyordu. Doðu Bloðu'nun çözülmesinden sonra ise Küba için her þey daha da zorlaþtý. Rusya artýk þeker için Küba'ya fazladan para ödemeyecekti. Casto'nun bürokratlarý içerisinde Çin modeli bir kapitalizme geçiþ önerileri dillendiriliyordu. Herkes çözülme beklerken Küba rejimi buna karþý direndi. Bu, esas olarak Küba'nýn turizme açýlmasý ve buradan saðlanan kýsmi rahatlama ile mümkün oldu. Ama sonuç acý idi. Bundan önce sadece bürokratlarýn bünyesinde sirayet eden ülkedeki eþitsizlikler derinleþti. Dolar serbest býrakýldý, serbest ticarete kýsmen izin verildi. Yabancýlarýn kalabildiði otellerde çalýþan garsonlarýn bahþiþlerle elde ettikleri gelir bir doktorunkini ona, bazen elliye katlayabiliyor. Ülkede yaygýn olan fuhuþ sektöründe çalýþan kadýnlar için de aynýsý geçerli. Þimdilerde Castro'nun kardeþi Raul'un iktidara geçmesiyle yapýlan reformlarýn sosyal eþitsizlikleri daha da körükleyeceðinden þüphe edilemez. Son olarak söylenmesi gerekenlerden bir diðer þey de Che'nin mirasý ile ilgilidir. Che Guevera, elinde tüm olanaklar varken, saygýn, tuzu kuru bir bürokrat olarak, rahat içinde yaþlanabilecekken devrimci ideallerine sadýk kalarak bunlarý Tüm imtiyazlarý elinin elinin tersiyle itmesini bilmiþtir. Politik tutumlarý tümüyle deneyselliðe dayalý olan Che'nin tersiyle itip devrimci Küba deneyiminden sonra açýkça Stalinizme tavýr aldýðý bu yüzden de dýþlandýðý ve mücadeleyi seçen bir ölümünden de SSCB'li bürokratlarýn da bir hayli memnun kaldýklarýna þüphe yoktur. Che, devrimci haklý olarak yine deneyselliði çerçevesinde sürekli devrimin enternasyonalizm ve kýtasal devrim gibi gençliðe ilham kaynaðý kimi sonuçlarýna el yordamýyla varmýþtýr. Ne var ki mücadelesi proleter devrimci bir olmayý sürdürecek, ne var çizgiye hiçbir zaman oturmadýðý için O'nu bir sürekli devrim savaþçýsý olarak göremeyiz. ki salt bir Che güzellemesi Che, Küba deneyiminden sonra sosyalizmin ne olmadýðýný gayet iyi biliyordu, ama ne Marksistlerin iþi deðildir. olduðunu bildiðini söyleyemeyiz. Tüm imtiyazlarý elinin tersiyle itip devrimci mücadeleyi Kestirmecilik, ikamecilik, seçen bir devrimci haklý olarak gençliðe ilham kaynaðý olmayý sürdürecek, ne var ki salt gerillacýlýk, maceracýlýk bir Che güzellemesi Marksistlerin iþi deðildir. Kestirmecilik, ikamecilik, gerillacýlýk, ma- gibi küçük burjuva ceracýlýk gibi küçük burjuva radikalizmine has öðeleri gençlik içinden temizleyerek pro- radikalizmine has öðeleri leter devrim bayraðýný yükseltmek de ancak Che'nin gözüpek, mücadeleci mirasýný gençlik içinden temizleyerek proleter devrim sahiplenmekle mümkün olabilir. Ferit Eren bayraðýný yükseltmek de ancak Che'nin gözüpek, mücadeleci mirasýný (1) Sosyalizm ve Toplumsal Mücadeleler Ansiklopedisi, s. 1399. sahiplenmekle mümkün (2) http://www.wsws.org/exhibits/castro/index.htm olabilir.
25
MARKSiST BAKIs
TÜRKÝYE BÜYÜK SERMAYE SINIFININ GELÝÞÝMÝ-II Yazý dizisinin ilk bölümünde Türkiye'de kapitalizmin iç dinamiklerin ürünü olarak deðil uluslararasý koþullarýn devleti elinde tutan hakim sýnýfý zorlamasýyla, tepeden inme bir proje olarak, geliþmesinin nedenlerini ve koþullarýný incelemiþtik. Devleti ve dolayýsýyla kendi ayrýcalýklý konumunu kurtarmak için kollarý sývayan Osmanlý askeri ve sivil bürokrasisi, içinden Ýttihat Terakki ve Kemalist kadrolarý yetiþtirmiþti. Bunlar da bir devlet olarak ayakta kalmanýn tek yolunun imparatorluk modelinden vazgeçerek Ýkinci dünya savaþýnýn bittiðinde liberal burjuvazi büyük aþamalar kaydetmiþti. Avucunda Müslüman-Türk büyüdüðü Kemalist bürokrasi artýk geliþimi merkezli bir ulus önünde bir engeldi. Elindeki sermaye birikimi devlet ve milli hatýrý sayýlýr oranda geliþen liberal burjuvazi, b u r j u v a z i y e savaþ sonrasý dönemin liberal atmosferine (Müslümanuyarak yabancý sermaye ile bütünleþmeye can atýyordu. Diðer taraftan siyasi rejime hâkim Türk) dayanan durumdaki Kemalist bürokrasi, savaþtan kapitalist bir sissonra kaldýklarý yerden devam etmek, devlet temden geçtiði güdümündeki kapitalist kalkýnma yolunu izle- s o n u c u n a mek istiyorlardý. vardýlar. Osmanlý çözülürken Kemalist kadrolar Türk Yunan Savaþý'ndan büyük prestij sahibi olarak çýkmýþlardý. Bunu Osmanlý'dan kopuþ yaratmakla kullandýlar. Ýttihat ve Terakki'nin kaldýðý yerden devam eden Kemalist yönetim, bir yandan burjuva ulus devletin çerçevesini kuran reformlara imza atarken diðer yandan köylüler ve emekçilerin sýrtýna basarak yeni bir sermayedarlar kesimi örgütlemeye giriþti. Kemalist bürokrasi ile baðlantýlarý olan kimi nüfuzlu kimseler, eþraf ve çoðu kez Kemalist bürokrasinin içinden çýkan kimi giriþimciler bu baðlantýlarý sayesinde hýzla
26
zenginleþti. Türkiye büyük sermayesi böylelikle Kemalist bürokrasinin avucunda yetiþmiþ oluyordu. Çerçevesini Ýzmir Ýktisat Kongresi'nin çizdiði liberal politikalar 1929 Büyük Buhraný'na kadar uygulansa da istenilen geliþme saðlanamamýþ yeterli sermaye birikim seviyesine ulaþýlamamýþtý. Liberal iktisadýn 1929'da tüm dünyada çökmesi ile birlikte devletçiliðe geçilmiþtir. Korumacýlýðýn evrensel bir konu olduðu bu evrede devlet yine emekçi sýnýflarýn üzerinden sermaye birikimini geliþtirmeye koyulmuþtur. Devletçilik sermaye kesiminin tepkisini asla çekmiyordu, bilakis (týpký bugün devletleþtirmelerin dünya çapýnda sermaye cephesinde meþru ve çoðu kere doðru bir uygulama olarak kabul görmesi gibi) özel sermaye de devletçiliði destekliyordu. Boþuna deðildi tabi, zira emekçi sýnýflarýn sýrtýndan karþýlanan bu sanayileþme çizgisi bu sektörlere girdi saðlayan, bunlarýn ürünlerini pazarlayan ve kullanan, kamu yatýrýmlarýný çeþitli ihalelerle gerçekleþtiren özel sermaye için de büyük avantalar anlamýna geliyordu. Özel sanayi kuruluþlarý da Teþvik-i Sanayi adý altýndan büyük avantalardan yararlanýyorlardý. Devletçilik, bir kapitalist geliþme modelinden baþka bir þey deðildi. Bu dönem boyunca ücretler gerilemiþ köylülük yoksulluk içinde kalýrken büyük sermaye geliþiminde büyük atýlým saðlamýþtýr. Kemalist iktidar kendisini anti-emperyalist, halkçý, ilerici, devrimci gibi gösterse de gerçek hiç de öyle deðildi. Ýþçilerin her türlü örgütlenme haklarý ellerinden alýnýrken, sendikalar yasaklanýrken, köylülerin ve iþçilerin sýrtýndan patronlara kaynak aktarýlmakta idi. Kemalist kadrolarýn kendileri de hakim pozisyonda devletin ve milletin efendisi durumunda idi. Ýkinci dünya savaþý yýllarýnda uygulanan savaþ ekonomisi bir kez daha emekçilerin
MARKSiST BAKIs
kemer sýkmasýný zorunlu kýlýyordu. 1930'larda gözlemlenmeye baþlanan faþizm hayranlýðý ise savaþýn baþlangýcýnda da etkisini sürdürerek rejimin emekçi halk üzerindeki baskýsýnýn hangi boyutlara týrmanabileceðinin bir göstergesi olmuþtur. Savaþ boyunca karneyle gýda alýmý yapabilen emekçi sýnýflar baskýdan nefes alamayacak duruma gelecektir. Yükselen ýrkçý atmosfer bir yandan Hitler'e dýþ politikada göz kýrpmalarla devam ederken, Güneþ Dil Teorisi gibi ýrkçýlýk özentisi "yapýtlar" üretiliyordu. Savaþýn baþlamasýyla Varlýk Vergisi adý altýnda halen Türkiye sýnýrlarý içinde yaþayan gayrý-müslim halkýn mallarýný yaðmalama süreci baþlatýlacaktýr. Türkiye büyük sermayesi bu vurgundan da büyük kazançlar elde edecektir. Ýkinci Dünya Savaþý sýrasýnda savaþ vurgunculuðu almýþ yürümüþ, rüþvet mekanizmasýný ustalýkla kullanan ve karaborsacýlýk, istifçilik gibi yöntemlerle semiren yeni zenginler ortaya çýkmýþtýr. Bütün bunlar olurken iþçilerin sýnýf çýkarlarý temelinde örgütlenmesi tümden yasadýþý duruma düþürülmüþtür. Tamamen savunmasýz durumdaki iþçiler çok aðýr þartlarda sömürüye tabi tutulmuþlardýr. Haftalýk izinler dahi kaldýrýlmýþtýr. Köylülerin durumunda kayda deðer hiçbir deðiþiklik olmadýðý gibi topraksýz köylülere hazine arazilerinin daðýtýlmasý asla yaþama Liberal burjuvazi önüne geçirilmemiþtir. Savaþ sýrasýnda durum açýk bir þekilde açlýkla tarif edilecek çýkan fýrsatlarý deðerboyutlara varmýþken köylüler üzerindeki vergi yükü giderek artmýþtýr. lendirmek isterken Kemalist iktidar taþrada eþrafýn ve zengin köylülüðün safýný tutmuþtur. kaçýnýlmaz olarak siyasi Toparlarsak savaþ ekonomisinin sonunda emekçiler tüm yükü çekmiþken kumandanýn kontrolü Türkiye büyük sermayesi yükünü tutmuþtu. Savaþýn bitmesiyle ekonomik için atýlgan davranmak açýdan eriþtiði gücü, siyasi açýdan kendisi için yeni bir evreye girmek için d u r u m u n d a y d ý . kullanmaya hazýrlanýyordu. Gelgelelim Kemalist Ýkinci Dünya Savaþý'nýn Bitmesi vesayet altýnda geliþmiþ Ýkinci dünya savaþýnýn bittiðinde liberal burjuvazi büyük aþamalar kaydetliberal burjuvazi için atýlmiþti. Avucunda büyüdüðü Kemalist bürokrasi artýk geliþimi önünde bir ganlýk çok uzak bir kavramdýr. Liberal burjuengeldi. Elindeki sermaye birikimi hatýrý sayýlýr oranda geliþen liberal burjuvaziye bu itkiyi saðlayan vazi, savaþ sonrasý dönemin liberal atmosferine uyarak yabancý sermaye ile uluslararasý etmenler bütünleþmeye can atýyordu. Yabancý sermayenin Türkiye'ye akýþý ile doðacak olmuþtu. Amerikan moimkânlar iþtahýný kabartmaktaydý. Doðumunun izlerini taþýyan liberal burjudeline uyum kapasitesi vazi kaypak ve pragmatistti. Bu özelliðini Ýkinci Dünya Savaþý'nýn bitiminçok daha yüksek olan den sonra uluslararasý baðlantýlar geliþtirme yönünde kullanacaktý. Yükselen liberal burjuvazi ABD'nin deðerlere oynamak temel alýþkanlýðý durumundaydý. Diðer taraftan siyasi ve genel olarak Batý rejime hâkim durumdaki Kemalist bürokrasi, savaþtan sonra kaldýklarý yerBloku'nun desteðini den devam etmek, devlet güdümündeki kapitalist kalkýnma yolunu izlemek arkasýna alarak siyasi istiyorlardý. Bu, her þeyden önce onlarýn hâkim pozisyonunun devamý ataðýný baþlattý. demekti. Sýnýfsal pozisyonlarý bunu gerektiriyordu. Bu çeliþki bürokrasi ile liberal burjuvazi arasýndaki gerilimi daha da týrmandýrdý. Liberal burjuvazi önüne çýkan fýrsatlarý deðerlendirmek isterken kaçýnýlmaz olarak siyasi kumandanýn kontrolü için atýlgan davranmak durumundaydý. Gelgelelim Kemalist vesayet altýnda geliþmiþ liberal burjuvazi için atýlganlýk çok uzak bir kavramdýr. Liberal burjuvaziye bu itkiyi saðlayan uluslararasý etmenler olmuþtu. Dýþ Dinamikler Yönü Çiziyor Ýkinci Dünya Savaþý'nýn galipleri ABD ve SSCB arasýnda baþlayan soðuk savaþ, savaþ sonrasýnda tüm dünya için belirleyici olan bir denge-statüko yaratacaktý. Dünya bu iki süper güç arasýnda paylaþýlmýþtý. Üçüncü ülkeler üzerinde askeri diplomatik ve ekonomik araçlarla süregiden büyük bir rekabet söz konusu idi. Türkiye de bu dengede jeostratejik konumu gereði herhangi bir üçüncü dünya ülkesine göre daha fazla ehemmiyet taþýyordu. Zira, SSCB'nin komþusu olarak Türkiye ABD için bir ileri karakol vazifesi görecekti. Türkiye egemen sýnýflarýnýn tercihi zaten çok açýktý. SSCB ile ittifaký gündeme almalarý söz konusu bile olamazdý. Bu durumda Türkiye egemenleri kendilerini ABD'nin avucunda buluvermiþlerdi. Diðer taraftan Amerikan modeline uyum kapasitesi çok daha yüksek olan liberal burjuvazi ABD'nin ve genel olarak Batý Bloku'nun desteðini arkasýna alarak siyasi ataðýný baþlattý. Oluþan yeni dengeleri hisseden liberal burjuvazi sýnýf içgüdüsüyle hamlelerini yapmaya baþladý, Kemalist bürokrasi ise bu hamleleri engelleyecek (örneðin kurulan DP'nin kapatýlmasý gibi)
27
MARKSiST BAKIs
Demokrat Parti’nin, ABD'nin ve genel olarak Batý Bloku'nun desteðini arkasýna alarak siyasi ataða geçen liberal burjuvazinin siyasi aygýtý olarak yükseliþiyle Adnan Menderes dönemin en öne çýkan ismi oldu.
28
gücü kendisinde göremedi. Otoriter eðilimler, SSCB haricinde Ýtalya, Almanya, Japonya'da kaybetmiþlerdi. Þimdi SSCB'ye karþý ABD'nin baþýný çektiði liberal demokrasi hakim konumdaydý. Kemalist bürokrasi, çok partili rejimi içine sindirdiðinden deðil direnmesinin ne ekonomik ne de politik koþullarý kalmadýðý için tek partili dönemin bitiþine razý olmuþtur. ABD, Türkiye'deki bu dönüþüme ön ayak olmakta, teþvik etmekteydi. Bu kapsamda SSCB karþýsýnda güçlü bir liberal Avrupa yaratmak için uygulamaya soktuðu Marshall yardýmlarýnýn kapsamýný Türkiye'yi de içine alacak þekilde geniþletmiþti. Bu, bir yandan Türkiye'deki geliþen yeni sürece verilen bir destekti diðer yandan da ABD etkisinin muazzam derecede artmasýný beraberinde getirecekti. Çok Partili Hayata Geçiþ ve DP'nin Yükseliþi Askeri-sivil bürokratik hâkim sýnýf, milli sermaye sýnýfý ve burjuva ulus devlet kurmak için yola çýkmýþtý. Himayesinde yetiþtirdiði burjuvazi güçlendikçe egemen sýnýflar arasýndaki çekiþme ortaya çýksa da askerisivil bürokrasi kendisini hep devletin ve ülkenin esas sahibi olarak gördü. Ne var ki Ýkinci Dünya Savaþý'nýn bitimi hiçbir þeyin eskisi gibi olmayacaðý yeni bir dönemin kapýsýný aralýyordu. CHP içindeki muhalefet Celal Bayar ve Adnan Menderes önderliðinde partiyi terk ederek DP'yi kurduðunda tek parti döneminin nihai biçimde sonu gelmiþ, liberal burjuvazi siyasal aygýtýna kavuþmuþ oluyordu. Askeri-sivil bürokrasi bu duruma göz yummak zorunda kalmýþlardý. Bunun en büyük nedenini dýþarýdan gelen basýnçta aramak gerekir. Burada bir parantez açarak kapitalizmin bir dünya sistemi olduðunu, uluslararasý iktisadýn birbirlerine kopmaz þekilde baðladýðý ülkelerin yine ayný güçlü baðlarla siyaseten de birbirine geçmiþ þekilde yaþadýðýný belirtmek yerinde olacaktýr. Asyatik imparatorluk içerisinde baþlayan dönüþüm sancýlarý da dýþ faktörlerin basýncý
sonucu ortaya çýkmýþtý, 19.yy'ýn ortalarýndan itibaren hýzlanan uyarlanma çabalarýnýn arkasýnda hep dýþ etken bulunmaktaydý. Çok partili hayata geçip burjuva demokrasisinin kimi ufak adýmlarýnýn atýlmasýnda da bir kez daha dýþ basýnç belirleyici oluyordu. Türkiye Cumhuriyetinin ilk çok partili genel seçimi olan bu seçim adli denetim dýþýnda, açýk oy, gizli sayým ve çoðunluk sistemi esasýna göre yapýldý. 1946 yýlýnda yapýlan genel seçimleri CHP þaibeli biçimde kazansa da DP büyük bir baþarý elde etmiþti. DP'nin CHP tek parti döneminin bürokratik tahakküm, yolsuzluk, baský ve yoksulluðuna karþý geliþen yýðýnsal tepkiyi kucakladýðý 1946 seçimlerinden sonra ortaya çýkmýþtýr. DP'nin sýnýfsal merkezi durumundaki kentsel büyük burjuvazi dýþýnda, yeni açýlýmlarla daha da zenginleþme arzusundaki taþra eþrafý da genel olarak DP saflarýna geçiyordu. Savaþ ekonomisinin belini büktüðü iþçiler ve köylüler de DP'yi bir alternatif olarak kucakladýlar. Bunda DP'nin kullandýðý muhalif söylemin payý büyüktü, CHP iktidarý süresince iþçiler ve köylüler büyük acýlar yaþamýþtý. DP propagandasýna vereceðimiz þu örnek durumu gayet iyi açýklayacaktýr: “Elimizde atom silahý var. Bu silah bir zarf parçasý içine sýkýþmýþ bir rey pusulasýdýr. Bunu kullandýðýmýz zaman, silahlý kuvvetlere, hazineye ve idare amirlerine dayanan Halk Partisi ve zümre zihniyeti bir anda tarihe ve maziye karýþacak, gelecek genel seçim, Yakýn Doðuda sürprizlerle dolu yeni bir devrin açmasýna sahne olacaktýr. Bizi hiçbir tehdit yýldýramaz. Dumlupýnar'da, istiklalimizi nasýl müdafaa ettikse; rey haklarýmýzý da ayný kat'iyetle, azimle ve imanla koruyacaðýz.(Yurdoðlu, 1948: 23)” Çok Partili Hayata Geçiþte Solun Durumu DP, söyleminde iþçi ve memurlarýn sendika ve grev hakkýný savunmaktan geri kalmýyordu. Böylelikle büyük sermaye kendi önderliðinde toplumun alt sýnýflarý üzerinde hegemonyasýný tesis ediyor ve tüm toplumsal muhalefeti kendi arkasýna alýyordu. DP'nin estirdiði bu rüzgar onu 1950'de yapýlan seçimlerde tek baþýna iktidar yapacaktý. Bu önemli dönemeçte sol ne durumdaydý, oynamasý gereken ya da oynayabileceði rol neydi? DP'nin zaferi kuþkusuz CHP'ye duyulan
MARKSiST BAKIs hoþnutsuzluðun DP potasýnda erimesiyle mümkün oldu bu da gerçek bir devrimci gücün olmamasýnýn eseriydi. Gerçi 1946'da devlet güdümünde olmayan Türkiye Sosyalist Emekçi ve Köylü Partisi (TSEKP) ve Türkiye Sosyalist Partisi (TSP) kurulmuþ, baðýmsýz sendikalar ortaya çýkmýþtý ama bunlar çok geçmeden kapatýldýlar. Ortaya çýkan sol unsurlarýn derhal baskýlanmasý bir yana böyle bir süreci göðüsleyebilmek ancak emekçiler içinde etkili, baský karþýsýnda ayakta kalabilecek bir devrimci unsurun baþarabileceði bir þeydir. Bu da önkoþul olarak Kemalist rejime karþý saðlam bir duruþ ortaya koymuþ, mücadeleci Marksist bir geçmiþin ürünü olabilirdi. Ne var ki Türkiye solunun baþta TKP olmak üzere tüm unsurlarý Stalinist çizginin esiri olarak Kemalizme ilerici roller atfettiler. Üstelik ilerici-devrimci ilan ettikleri Kemalist iktidarýn sürekli baskýsý altýnda aðýr darbeler aldýlar. Kemalizme soldan payanda olmuþ bir solun çok partili hayata geçiþte ortaya çýkacak büyük enerjiyi kendi kanallarýna yönlendirmesi zaten mümkün olmazdý. Enerji, olduðu gibi DP'ye aktý. Ýdeolojik gerilik baðýmsýz sýnýf siyaseti çerçevesinde örgütlenmeyi engellediði gibi Ýkinci Dünya Savaþý'nýn sonunda nerede durulacaðý konusunda da büyük kafa karýþýklýðý yaratmýþtý. 1946-50 sürecinde Mehmet Ali Aybar, Sabiha ve Zekeriye Sertel gibi solcu aydýnlar DP ile birlikte hareket etmekteydi. TKP'nin Stalinizasyonu sürecinin baþýnda bulunan Þefik Hüsnü'nin liderlik ettiði TSEKP, CHP ile DP arasýnda bir fark olmadýðýný ifade ederek seçimlerde boþ oy kullanýlmasýný savunuyordu. Toparlayacak olursak dönemin sol unsurlarýnýn kafa karýþýklýðý ve baðýmsýz bir sýnýf çizgisi örememeleri sonucunda DP sol içerisinde, CHP despotik bürokratizmine karþý bir çekim merkezi haline gelmiþtir. Diðer taraftan DP dönemi sol içerisinde esas olarak Cumhuriyet döneminin kazanýmlarýnýn en çok da baðýmsýzlýðýn elden gittiði bir karþý devrim süreci olarak anlatýlmýþtýr, hala da bu kaný sol içerisinde bir hayli paylaþýlmaktadýr. Sol Kemalistlerin ve Stalinistlerin önemli bir kýsmýnýn halen paylaþtýðý bu belirleme Kemalist tek parti dönemini ilerici ilan eden gerici bir karaktere sahiptir. Oysa 1946'dan sonra yeni bir biçim alan Türkiye politik yaþamýndaki asýl mesele Türkiye'de kapitalizmin geliþiminin nasýl ilerleyeceði ya da egemen sýnýfýn hangi katmanýnýn öncülüðünde ve çýkarýna geliþeceðidir. DP Dönemi 1946'da yapýlan seçimlerden sonra Türkiye (her ne kadar CHP iktidarda kalsa da) yeni bir sürece girmiþti. 14 Mayýs 1950 seçimleri girilen yolun beklenen sonucunu doðurdu. CHP aðýr bir yenilgiye alarak iktidarý DP'ye býrakacaktý. "Yeter Söz Milletin" sloganýyla özdeþleþen propagandasýnda DP, CHP elitizmini, devlet baskýsýný yerden yere vurdu. Þehirlere gittiðinde türlü aþaðýlanmalara maruz kalan köylülere jandarma baskýsýnýn son bulacaðýný vaad etti. CHP'den kurtulmak konusunda oldukça enerjik olan emekçi kesimler karþýsýnda DP kendisini kurtarýcý olarak gösterebildi. DP, "Küçük Amerika" olma hayalini pompaladý, her mahalleye bir milyoner sloganýný öne çýkarttý. Böylelikle CHP'yi yoksullukla, kendisini ise zenginleþme ile özdeþleþtirmiþ oluyordu. Dönemin sosyalistlerinin de DP'yi destekledikleri bilinmelidir. Sonuçta ortaya çýkan ezici DP zaferi karþýsýnda CHP'nin sesi çýkmadý, Ýsmet Ýnönü durumu kabullendiklerini açýkladý. DP'ye dýþ destek tamdý. Þimdi yabancý sermaye ile bütünleþmenin, ABD dýþ politikasýna eklemlenmenin zamaný gelmiþti. Türkiye ABD merkezli uluslararasý iktisadi iþ bölümüne uygun olarak tarým ekonomisinde uzmanlaþmaya yönlendirildi. Sanayi geliþimi ikinci plana itilmiþti. Ticaret burjuvazisi ile büyük toprak sahipleri DP iktidarýnýn temel kazananý durumundaydý. Tarým kesimi burjuvalarýnýn eline devletin verdiði avantalý krediler ile destekleme alýmlarý ve sübvansiyonlar yoluyla büyük servetler geçiyordu. Ticaret burjuvazisi de dünya ekonomisi ile artan alýþveriþin karýný tatmaktaydý. Buna uygun olarak Türkiye liberal burjuvazisi her zamanki pragmatizmi ile tarýmsal ürünlerin ihracatý, sanayi girdilerinin de ithalatý üzerine kurulu ticari faaliyetlere odaklandý. Esas olarak ticaret burjuvazisi ve ticarete açýlabilen diðer kapitalist unsurlar bu faaliyetlerle yükünü tuttu. Tarýmdaki büyük toprak sahipleri de bu dönemde kazançlý çýkan kesimlerin baþýnda geliyordu. Geçmiþ dönemin devletçi uygulamalarý kaldýrýlýrken özel teþebbüse dayalý iktisadi liberalizm mümkün mertebede hayata geçirilmiþti. DP iktidarýnýn özellikle ilk döneminde, tarýmsal ürünlerin fiyatý genelde
Demokrat Parti için her þey 1950'lerin ikinci yarýsýndan itibaren bozulmaya baþladý. Bunda dünya ticaretinde tarým ürünleri fiyatýnýn ucuzlamasý belirleyici idi. Zira Türkiye kapitalizminin can damarý tarým ürünlerinin ihracatýna dayanýyordu. Bunlardan elde edilen döviz gelirlerindeki ciddi düþüþler ithalatý da büyük oranlarda düþürüyordu. Sonuçta ticaret hýzlý biçimde daralma gösterdi. Bu da genel ekonomik kriz anlamýna geliyordu. Yoksulluk bir kez daha emekçileri vurmaya baþlamýþtý. Giderek yoksullaþanlar arasýnda askeri ve sivil bürokrasinin orta kademe unsurlarý da bulunmaktaydý. Ýkinci plana itilen sanayi burjuvazisi de kriz koþullarýnda çok geçmeden DP karþýsýnda tavýr almaya zorlandý. Bu durum da askeri-sivil bürokrasinin ataklaþmasýna ön ayak olmuþtu.
29
MARKSiST BAKIs
yüksek seyrediyorken DP ve arkasýndaki sýnýfsal bloðun kendilerine güvenleri tamdý. Marshall planý çerçevesinde alýnan kredilerle ekonomik yaþam canlýlýk kazanýyor, yeni kapitalistler geliþme imkâný buluyordu. Menderes gibi DP'nin önemli simalarýnýn da büyük toprak sahipleri olduðunu hatýrlamak gerekir. Uluslararasý alanda Türkiye kapitalizminin yönünün ABD ile iþbirliði yönünde olacaðý Ýkinci Dünya Savaþý'nýn ardýndan kesinlik kazanmýþtý. 1946 seçimleri ve çok partili hayata geçiþ ABD tipi bir liberal demokrasi anlayýþýnýn oturmasý da durumun kesinliðine iþaretti. Nitekim arkasýna dýþ desteði de alan DP iktidara geldiðinde Soðuk Savaþ denklemlerinde Türkiye'nin misyonu daha da netleþti: SSCB'nin dibinde ABD'nin ileri karakolu olma. Türkiye, askeri ve mali destek karþýsýnda bu misyonu oynayacaktý. Bu çerçevede NATO'ya girildi. NATO bünyesinde ABD çýkarlarý için en ön cephelerde savaþýlacaktý. Kore Savaþý'nda olan buydu. Sermayenin anti-komünist tavrý ABD uzmanlýðýyla perçinlendi. 1951'de TKP'ye karþý giriþilen geniþ tutuklamalar, Nazým Hikmet'in vatandaþlýktan çýkarýlmasý ve sol üzerindeki baskýlar, CHP dönemiyle devamlýlýk içermekteydi. ABD destekli antikomünist tahammülsüzlük 60'larda ve 70'lerde çok daha profesyonel biçim alacaktý. DP için her þey 1950'lerin ikinci yarýsýndan itibaren bozulmaya baþladý. Bunda dünya ticaretinde tarým ürünleri fiyatýnýn ucuzlamasý belirleyici idi. Zira Türkiye kapitalizminin can damarý tarým ürünlerinin ihracatýna dayanýyordu. Bunlardan elde edilen döviz gelirlerindeki ciddi düþüþler ithalatý da büyük oranlarda düþürüyordu. Sonuçta ticaret hýzlý biçimde daralma gösterdi. Bu da genel ekonomik kriz anlamýna geliyordu. Yoksulluk bir kez daha emekçileri vurmaya baþlamýþtý. Giderek yoksullaþanlar arasýnda askeri ve sivil bürokrasinin orta kademe unsurlarý da bulunmaktaydý. Ýkinci plana itilen sanayi burjuvazisi de kriz koþullarýnda çok geçmeden DP karþýsýnda tavýr almaya zorlandý. Bu durum da askeri-sivil bürokrasinin ataklaþmasýna ön ayak olmuþtu. Askeri-sivil bürokrasi, CHP kanalýyla, özellikle kentlerden bulduðu güçleri arkasýna geçirebilmiþti. Kendilerini devletin ve
30
ülkenin efendisi olarak gören askeri sivil bürokrasi DP'ye Mustafa Kemal, anayasa ve cumhuriyet karþýtlýðý üzerinden yüklendikçe DP'nin üzerindeki basýnç fazlalaþtýkça fazlalaþtý. DP, buna sertleþerek, muhaliflerini susturmaya çalýþarak ve açýktan sansür uygulamasý baþlatarak yanýt verdi. Bu ise eski gönençli günlerinden uzakta olan askersivil bürokratik unsurlarýn muhalefetlerini meþrulaþtýrmak ve þiddetlendirmekten baþka bir iþe yaramadý. DP döneminde kasýtlý biçimde dýþlanan tek parti dönemi- 27 Mayýs darbesini sonrakilerden nin ayrýcalýklý ayýran ve sol içerisinde çok olumunsurlarý, askeri- suz tesirlere sahip olacak kimi sivil memurlar, özellikleri vardýr. Bunlardan birinü n i v e r s i t e l e r , cisi darbenin komuta kademesi yargý, eðitimli dýþýnda ordu hiyerarþisine aykýrý ekonomik duru- biçimde örgütlenmesidir. Darbede mu iyi kentli albay vb daha alt rütbeli subaylar u n s u r l a r , belirleyici rol oynamýþ ve darbe örgütlenebiliyor sonrasý kurulan Milli Birlik ve seslerini kitle Komitesi'nde etkili olmuþlardýr. gösterileri vb'- Bu, Mendereslerin idamýnda lerinde yükselte- olduðu gibi darbenin ilk dönembiliyorlardý. lerinde kimi keskinlikler ve belirBu unsurlar sizlikler olmasýna yol açmýþtýr. sanayi burjuvazisi Darbecilerin DP'nin iktidardan ile yeni bir evreye indirilmesi dýþýnda somutlanan bir girilmesi yönünde programýnýn olmamasý bir süreortak kanýya liðine farklý eðilimlerin çatýþmasýný sahiplerdi. DP, beraberinde getirse de zamanla krizin etkisiyle sað ve sol daha radikal unsurlar s a r s ý l m a k t a y d ý süreçten tasfiye edilmiþ, uluslar ama onu iktidar- arasý kabul gören CHP ve Ýsmet dan uzaklaþtýrmak Ýnönü endeksli bir yönetim oluþtunasýl mümkün rulmuþtur. olacaktý? DP'nin iki seçim zaferi bu kesimlerde halkýn eðitimsizliði üzerinden parlamenter sistemin meþruluðunun sorgulanmasýný beraberinde getirecekti. Pekala, sandýktan bir kez daha DP çýkabilirdi. Ýþte, bu ihtimal karþýsýnda ordunun bizzat hükümeti devirmesi, yani darbe yapmasý etrafýnda birleþilmeye baþlandý. Ekonomik krize eþlik eden siyasal bunalým yeni bir süreci baþlatacak askeri bir darbenin ortamýný tastamam hazýrlýyordu. 27 Mayýs Darbesi 27 Mayýs 1960'da yapýlan darbe ile DP iktidardan düþürüldü. Baþbakan Adnan Menderes ile beraber Fahri Koraltan ve bir bakan idam edildi. Cumhurbaþkaný Celal Bayar yaþýnýn ilerlemiþ olmasý sebebiyle
MARKSiST BAKIs idamdan döndü. Ekonomik programda deðiþikliðe gidilerek ithal ikameci sanayi modeline geçildi. Böylelikle rejimin ekonomik ve siyasi týkanýklýklarý yeni bir evreye girilerek aþýlmýþ oldu. 27 Mayýs darbesini sonrakilerden ayýran ve sol içerisinde çok olumsuz tesirlere sahip olacak kimi özellikleri vardýr. Bunlardan birincisi darbenin komuta kademesi dýþýnda ordu hiyerarþisine aykýrý biçimde örgütlenmesidir. Darbede albay vb daha alt rütbeli subaylar belirleyici rol oynamýþ ve darbe sonrasý kurulan Milli Birlik Komitesi'nde etkili olmuþlardýr. Bu, Mendereslerin idamýnda olduðu gibi darbenin ilk dönemlerinde kimi keskinlikler ve belirsizlikler olmasýna yol açmýþtýr. Darbecilerin DP'nin iktidardan indirilmesi dýþýnda somutlanan bir programýnýn olmamasý bir süreliðine farklý eðilimlerin çatýþmasýný beraberinde getirse de zamanla sað ve sol daha radikal unsurlar süreçten tasfiye edilmiþ, uluslar arasý kabul gören CHP ve Ýsmet Ýnönü endeksli bir yönetim oluþturulmuþtur. Doðan Avcýoðlu gibi milliyetçi "solcular" ve albay Talat Aydemir gibi radikal askerler etkisizleþtirilirken Alparslan Türkeþ gibi aþýrý saðcý unsurlar da süreçten uzaklaþtýrýlmýþlardýr. 27 Mayýs darbesinin bir ayýrt edici özelliði de iþçi sýnýfý ve devrimci solun yükseliþini durdurma gayesi ile deðil kapitalist sistemin siyasi ve ekonomik týkanýklýðýný aþmak için yapýlmýþ olmasýdýr. 27 Mayýs, DP ile 10 yýldýr süren bir sürtüþmenin ürünü olduðu için cuntanýn uygulamalarý önceki döneme tepkiselliði yansýtýr. Bu tepkilerin baþýnda da DP döneminde görülen yürütmenin gücü karþýsýnda bunu dengeleyecek mekanizmalarýn yaratýlmasýdýr. Anayasa mahkemesi ve Milli Güvenlik Kurulu gibi kurumlar esasýnda askeri-bürokratik kastýn seçilmiþ hükümetler 27 Mayýs darbesinin bir ayýrt edici karþýsýnda gücünü arttýran mekanizmalardan baþka bir þey deðildir. özelliði de iþçi sýnýfý ve devrimci Nitekim askeri-sivil bürokrasi böyle bir mekanizmanýn yokluðunu solun yükseliþini durdurma gayesi DP döneminde ziyadesiyle hissetmiþti. Bugün dahi egemen sýnýf ile deðil kapitalist sistemin siyasi ve ekonomik týkanýklýðýný aþmak içindeki çatýþmanýn odaðýnda yer alan bu kurumlar halen varlýðýyiçin yapýlmýþ olmasýdýr. 27 Mayýs, la belirleyici durumdadýr. DP ile 10 yýldýr süren bir sürtüþDiðer taraftan 27 Mayýs, DP'ye ve baskýcý uygulamalarýna karþý menin ürünü olduðu için cuntanýn kentlerde yükselen protesto hareketlerini arkasýna aldýðý için hazýruygulamalarý önceki döneme tepladýðý anayasada kitle hareketlerinden ürkmemekte bilakis bunlara kiselliði yansýtýr. yeni alanlar açmaktaydý. Sendikal ve iþçi haklarýnda getirilen kimi açýlýmlar bu görüntüyü tamamlýyordu. Bu durum, Kemalizmden nasibini fazlasýyla almýþ Türkiye solunun 27 Mayýs'ý devrim olarak görmesinde ve adlandýrmasýnda etkili olmuþtur. 27 Mayýs'ýn devrim olarak nitelendirilmesinin arkasýndaki bir diðer güçlü unsur da darbenin cumhuriyet ve laiklik karþýtý DP'ye yapýlmýþ olmasý yatýyordu. DP, ABD iþbirlikçisi 27 Mayýs baðýmsýzlýkçý olarak ilan edilse de 27 Mayýs'ýn da emperyalist sistemle uyum içinde olduðu kýsa belirsizlik döneminden sonra görülmüþtür.
Veli U. Arslan
31
MARKSiST BAKIs Kapitalizmin Krizi Venezuela'yý Vurmaya Baþlarken
CHAVEZ'ÝN REFERANDUM ZAFERÝ
Venezuela’da Mitsubishi fabrikasýnda iþten çýkarmalara karþý fabrika iþgaline giriþen iþçilerden ikisi öldürüldü. Benzer olaylarda, iþçilere saldýrma emri alan, Chavez'in en tepesinde oturduðu burjuva devlet aygýtýnýn ulusal muhafýzlarý, onlarca iþçinin yaralanmasýna neden oldu. Ýþçilerin bu tarz devlet baskýlarýna maruz kalmasý, rejimin valisinin ve kolluk güçlerinin bu katliamlara imza atabilmesi Chavez iktidarýnýn burjuva düzenle baðlaþýk olduðunun en saðlam kanýtlarýdýr ayný zamanda.
32
Venezuela'da 15 Þubat 2009'da yapýlan ve devlet yönetiminde seçimle görev baþýna gelenlerin sýnýrsýz kez aday olabilmesini saðlayan yasalarý içeren referandumun %54 oyla kabul edilmesi, þu anki devlet baþkaný Hugo Chavez'in 2012'de dolan görev süresinin ardýndan tekrar seçilebilmesinin yolunu açtý. 2007 yýlýnda oldukça az bir oy farkýyla reddedilen bu deðiþiklikler konusunda Hugo Chavez, "devrimin" kesintiye uðramamasý için görevine devam etmesi gerektiðinin altýný çiziyordu. 2009'daki referandumun sonucunu zafer olarak ilan eden Chavez, "Bolivarcý devrimin 2009'dan 2019'a üçüncü tarihsel dönemi baþlýyor." demiþti. Chavez'in "Bolivarcý devriminin" bundan önceki serüvenini incelemek, kendi deyimiyle "üçüncü tarihsel döneminden" beklenebilecekleri kavramak açýsýndan büyük önem taþýr. Hugo Chavez'in, Venezuela'da gerçekleþtirdiklerini devrim olarak lanse etmesiyle birlikte yükselen Chavist (Chavezci) hareket, sol cenah içinde de birçok grubun ideolojik çizgilerinin tutarsýzlýðýný göz önüne sermiþtir. Son 10 yýllýk süreçte Venezuela'da yaþananlarýn derin bir analizini yapmak, reformizm ve devrim arasýna kalýn bir çizgi çekmek ve sapla samaný birbirinden ayýrt edemeyen "zafer" çýðýrtkanlarýna karþý sürecin Marksist bir muhasebesine giriþmek tarihsel bir zorunluluktur. Venezuela'da 1990'lý yýllarda yeniden yükselen kitle hareketi, halkçý bir söylem kullanan eski darbeci Albay Hugo Chavez'i 1998 yýlýndaki seçimler sonucunda devlet baþkanlýðýna taþýdý. Yaptýðý bir dizi sosyal reform, Venezuela'nýn yoksul emekçi halk kesimine geçici bir refah saðlamýþtý. Bunun sonucunda ise Venezuela halkýnýn çok büyük çoðunluðunu oluþturan emekçi sýnýf, Chavez yönetimi sýrasýnda elde ettiði bu kazanýmlarý var gücüyle savunmuþ ve darbe tehlikelerini savuþturarak Chavez'in yanýnda olduðunu belli etmiþti. Tarihte kapitalist sömürünün en yoðun yaþandýðý bölgelerin baþýnda gelen Latin Amerika kýtasýnda kitle muhalefeti ve isyancý gelenek her zaman var olmuþsa da yaþanan birçok ayaklanma ve devrimci durum, devrimci öncünün olmadýðý koþullarda yenilgiye uðramýþtýr. Marksizmin teori ve pratik olarak geç zemin bulabildiði kýta genelinde caudillo (kurtarýcý þef) geleneði her zaman önemli bir yer tutmuþtur. Bugün Chavez de devrimci retoriði kullanan ama gerçek anlamýyla saf bir reformist önder olarak tarihsel anlamda geri bilinçteki kitlelerin gözünde bu kurtarýcýlýk geleneðinin bayrak taþýyýcýsý konumundadýr. Chavez iktidarý boyunca yapýlan (sýnýrlý) toprak reformu, geniþ halk kesimlerini kapsayan eðitim ve saðlýk hizmetlerinin yaygýnlaþmasý, gýda ve içme suyu tedariki gibi temel hizmetlerin saðlanmasý Chavez'in arkasýndaki halk desteðini büyük ölçüde arttýrdý. Nitekim 2002'deki darbe giriþiminin, 2003'ün sonunda düzenlenen genel lokavtýn ve son olarak 2004'te Chavez'e karþý yürütülen referandum planlarýnýn boþa çýkarýlmasýný saðlayan da, Chavez'in yaptýðý reformlarý sahiplenen yoksul halk kitleleri olmuþtur. Devrimci bir sürecin yaþandýðýný açýkça gösteren milyonluk ayaklanmalar, karþý-devrimci kapitalist tekelci güçlere, sendikal bürokrasiye, reformlardan rahatsýz tuzu kuru orta sýnýflara aðýr bir yenilgi tattýrmýþtýr. Proletaryanýn da içinde bulunduðu yoksul halk, "kurtarýcýsý" Chavez'i karþý-devrimin elinden kurtarmýþ olsa da devrimci bir önderlikten yoksun oluþu bu çeliþkiyi çözebilmesini engellemiþtir. Öte yandan Chavez iktidarýnýn sallandýðý bu dönemlerde devrimci sloganlar daha çok ön plana çýkmaya baþlamýþsa da hükümet düzeyinde, mülkiyet iliþkilerinde ve sýnýfsal iliþkilerde bir kesinti olmamýþ ve yabancý ülkelerle giriþilen kredi, yatýrým ve petrol ticareti anlaþmalarýnda; dýþ borçlar konusunda; özel sektör-kamu sektörü iþbirliðinde; sanayicilere, ihracatçýlara, küçük iþletmelere verilen teþviklerde herhangi bir aksaklýða ya da soruna yol açabilecek bir deðiþiklik yapýlmamýþtýr. Sosyal reformlara, eðitim, saðlýk, barýnma gibi sorunlarýn çözümüne, ayný zamanda da ulusal kalkýnma planlarýnýn uygulanmasýna yönelik devlet bütçelerinde ise artýþ gözlenmektedir. 2004 yýlýna kadarki sürecin Chavez iktidarý için kritik önemi, karþý-devrimci güçlerin, yani "Venezüella'nýn tüm petrol gelirleri üzerinde tekel oluþturmak için askeri darbenin baþarýlý olmasýný" isteyen çok uluslu þirketlerin, bu sürecin sonunda "Washington'un baþarýsýzlýðýný
MARKSiST BAKIs gördükten sonra petrolün saðladýðý refahý Chavez rejimiyle paylaþmaya razý"(1) olmalarýndan kaynaklanmaktadýr. Sosyal reformlara ayrýlan devlet bütçesinin Chavez döneminde artmasý ülkenin somut ekonomik temelleri incelenmeden anlaþýlamaz. 2007 itibariyle ihracatýnýn %90'ýný(2) oluþturan petrol kaynaklarý Venezuela'nýn "devrimci" devlet baþkanýnýn ülke içinde arkasýna aldýðý kitle desteðini pekiþtirmesinin ve bu sayede darbecilere geçit vermemesinin, dýþ siyasette de ABD emperyalizmine karþý çýkmaya cüret etmesinin en önemli nedenidir. Tabii ki bu siyaseti uygulayabilmek Chavez'i emperyalist denklemde yeni müttefikler aramak zorunda býrakmýþtýr. Öte yandan ABD-Venezuela ekonomik iliþkilerinde herhangi bir kopmadan söz etmek mümkün deðildir. Hugo Chavez, Irak iþgali baþladýktan sonra dahi ABD'yle olan petrol anlaþmalarýný askýya almamýþ, bu da kullandýðý anti-emperyalist lafazanlýðýn çeliþkilerini bir kez daha su yüzüne çýkarmýþtýr. ABD ise Venezuela'dan vazgeçememektedir, çünkü ABD'nin petrol ihtiyaçlarýnýn %13'ü (ABD için hayati bir oran) Venezuela tarafýndan karþýlanmaktadýr(3). Ýki ülke arasýndaki mutualist iliþkinin kökleri birçok çok-uluslu petrol þirketinin ve bankalarýn Chavez döneminde icraatlarýna zeval gelmeden devam etmiþ olmalarýnda ve Venezuela ulusal burjuvazisinin Chavez döneminde semirmesiyle birlikte, tekelci Amerikan burjuvazisinin ülke topraklarýndan çýkan petrolü paylaþmaya razý olmasýnda yatar. Barack Obama'nýn 2009 referandumunun sonucunu demokratik bulmasý boþuna deðildir(4). Amerikan tekelci burjuvazisi mevcut ayrýcalýklarýný koruyup Venezuela petrolleri üze-rine mutlak hâkimiyet kuracaðý an için saldýrmaya hazýr beklemektedir. Emekçi sýnýflarýn radikalliði ve sosyal reformlara olanak saðlayan geçici refah dönemlerinin sonsuza dek süremeyeceði gerçeðini, kapitalistler bizim yarým akýllý reformist-barýþçýl-sosyalistlerimizden çok daha iyi hesap etmektedirler. Onlar Hugo Chavez'i bir aslan terbiyecisi olarak kullanmaktadýrlar, aslan uysallaþtýðý anda üzerine atlamaktan çekinmeyeceklerdir. Chavez'in "21. Yüzyýl sosyalizmi" Chavez 1999'da iktidara geldiðinde ortalama 10 ABD dolarý olan ham petrol varil güya anti-emperyalisttir, fakat fiyatlarýnýn 2004'te 34,6 dolara, 2006 baþýnda 60 dolara ve 2008 Temmuzunda Çin ile 12 milyar dolarlýk bir ikili 147 dolara(5) kadar yükseldiði süreçte Venezuela'nýn mevcut petrol zenginliði yatýrým fonu kurulmasýný da büyük önem kazanmýþ, bu da Chavez iktidarýnýn eline çok önemli kozlar ver- içeren anlaþmalara pek ala imza miþtir. Özellikle 2006'dan sonra Rusya, Çin, AB ülkeleri ve Ýran gibi ülkelerle atabilir ya da Rusya ile ortak stratejik anlaþmalara imza atmaya baþlayan Venezuela hükümeti ABD emperya- banka kurulmasý konusunda lizmine karþý baþka emperyalist güçlerle yeni ortaklýklarda yer almýþtýr. Büyük iþbirliðine girebilir yahut petrol zenginliði ve petrol fiyatlarýnýn muazzam yükseliþi sayesinde emekçi Rusya'dan nükleer savaþ sýnýflara "bahþedebildiði" reform kýrýntýlarýyla, hem karþý-devrimcileri, hem gemileri alabilir. Bu sosyalizm Chavez'i süpürebilecek bir proleter devrimin önünün kesildiði ise görmezden anti-kapitalist demagojiden gelinemez. Chavez iktidarý açýkça ve en doðru tabiriyle reformisttir ve ulusal beslenir ama baðrýnda yetiþen kalkýnmacý modelin avantajlarýný kullanmaktadýr. Elbette ki söz konusu reformlar "boliburjuvazinin" yükseliþinden Venezuela'nýn yoksul halký için son derece deðerlidir ve bunlarýn gerçek- rahatsýz olmaz. Artýk leþtirmesini saðlayanýn kendileri olduðu bilincine henüz varamamýþ bile olsalar, boliburguesía (boliburjuvazi) geniþ emekçi kesimleri bu reformlarý koruyacaðýný göstermiþtir. Venezuela üze- diye tanýmlanmaya baþlanan rine önceki deðerlendirmelerimizde de belirtildiði gibi devrimci Marksistlerin "Bolivarcý devrim"le doðan bir görevi karþý-devrimci güçlere karþý emekçilerin yanýnda yer almak, sekter tutum- burjuva kesimi bile ortaya larda bulunmamak ve onlara proleter bir devrim olmadan kazanýmlarýnýn koruna- çýkmýþtýr. Bolivarcý "devrim" mayacaðýný mücadele içinde, omuz omuza savaþýrken göstermektir. Emekçi anti-Amerikancý damardan sýnýflarýn bütün bir Chavez iktidarý boyunca sahip çýktýklarý, uðruna sokaklara beslenmektedir fakat ayný döküldükleri, sandýklara gittikleri Chavez'in nur yüzü deðildir; kara kaþý, kara zamanda emperyalist Amerikan gözü hiç deðildir. Devrimci Marksistler bunu unutmamalýdýrlar. þirketlerine de kapýlarýný sonuna 2006 Aralýðýnda yapýlan baþkanlýk seçimleri, tahmin edilebileceði üzere kadar açmýþtýr. Chavez'in oylarýn %64'ünü alýp yeniden baþkan seçilmesiyle sonuçlanmýþtý. Baþkan seçildikten hemen sonra "21. Yüzyýl sosyalizmi"ni kurmaya giriþen Chavez'in ilk iþi, önceki seçimlerde kendisini destekleyen 24 siyasal grubu (bunlarýn içinde Chavez'in partisi MRV de bulunuyor) tek parti çatýsý altýnda birleþtirme giriþimlerine baþlamak oldu. Chavez'in baþkanlýðý için ittifak yapan bu partilerin içinde milliyetçi partiler de vardý. 13 parti yeni oluþacak PSUV (Venezuela Birleþik Sosyalist Partisi)'nin dýþýnda kalmayý tercih etti(6). Halka yeni partiye katýlmalarý çaðrýsý yapan Chavez'in isteðine 6 milyon insan uydu. Bir seçim kazanma partisi olarak tasarlanan PSUV'nin en birincil misyonu da sol unsurlarý Chavezci çatý da toplayarak farklý solcu odaklar oluþumunu engellemektir. PSUV'ye katýlmayan unsurlar süreçten dýþlanma yoluyla terbiye edilmektedirler. Yeni partinin Marksist ve sýnýf temelli olmayacaðýný Chavez açýkça ilan etmiþti. Venezuela'nýn yoksul halk kesimlerinin önceden örgütsüz olduðunu ve örgütlenmeye koþar adým giden halký kucaklayacak ve devrimcileþtirebilecek, devrimci-Marksist bir yapýnýn olmadýðýný bilen Chavez, Latin Amerika'nýn özgün siyasal ikliminde dilediði gibi at koþturabilmekte ve sýnýf temelli olmayan sosyalist partiler kurup, devrim adý altýnda her an geri alýnabilecek reformlar yapabilmektedir. 2007 referandumunda yaþanan yenilgi ise Chavez'i iktidarýný koruma anlamýnda daha sýký iþler yapmaya itmiþ görünmektedir. Bu referandumda karþý kanada destek veren sað sosyal demokratlarýn yapýlan reformlarýn derinleþmesini istemediðini açýkça gören Chavez 2007'de sandýða gitmeyenleri 2009 referandumu için sandýða götürmeyi baþarabilmiþtir. "Chavez, hakimiyeti tehdit edildiðinde agresif ve radikaldir, meydan okumayý bertaraf ettiðinde ise uzlaþmacý ve ýlýmlýdýr."(7)
33
MARKSiST BAKIs Direniþçi Ýki Mitsubishi Ýþçisi Katledildi! Ülkede yakýn dönemde yaþanan geliþmelere dönecek olursak, 2008 ortasýnda rekor kýran petrol fiyatlarýnýn 140 dolardan çok kýsa bir süre içerisinde, Ekim ayýnda 90 dolar civarýna, Kasýmda 70 dolara indiðini görüyoruz. 2009 Þubat itibariyle 40 dolar civarýndadýr. Chavez de sonbahar aylarýnda Çin, Rusya gibi ülkelerle ticari ve askeri anlaþmalarý yoðunlaþtýrmak için tekrar Asya kýtasýna çýkarma yaptý. 2008 yýlýnda iþçi cephesindeki geliþmelere bakarsak Ocakta çok önemli bir olay gerçekleþti. Mitsubishi fabrikasýnda iþten çýkarmalara karþý fabrika iþgaline giriþen iþçilerden ikisi öldürüldü. Benzer olaylarda, iþçilere saldýrma emri alan, Chavez'in en tepesinde oturduðu burjuva devlet aygýtýnýn ulusal muhafýzlarý, onlarca iþçinin yaralanmasýna neden oldu. Ýþçilere dönük polis ve devlet baskýsý anlamýnda bu benzeri kanlý giriþimler daha önce de yaþanmýþtý, gelecekte de yaþanmaya devam edecektir. Venezuela'nýn "baðýmsýzlýk baþarýlarýný", "anti-emperyalist mücadelesini" sayfalarýna taþýyan sözüm ona "devrimcilerin" büyük çoðunluðu nedense iþçi sýnýfýna yapýlan bu saldýrýlarý görmezden geldiler. Ýþçilerin bu tarz devlet baskýlarýna maruz kalmasý, rejimin valisinin ve kolluk güçlerinin bu katliamlara imza atabilmesi Chavez iktidarýnýn burjuva düzenle baðlaþýk olduðunun en saðlam kanýtlarýdýr ayný zamanda. Dünya Kapitalizminin Krizi Venezuela'yý Vurmaya Hazýrlanýyor Öte yandan yukarýda bahsettiðimiz petrol fiyatlarýnýn þiddetli düþüþü, emekçiler açýsýndan daha da ölümcül sonuçlara yol açabilir. Chavez döneminin Venezuela'sý için petrol fiyatlarýnýn artýþýnýn "reformlar yapabilen reformizmi" yaratmasýnýn temel etkeni olduðunu daha önceki yayýnlarýmýzda söylemiþtik(8). Ama bu sürecin geçici olduðunu da eklemek gerekir. Bugün Chavez'in kuyruðuna takýlýp reformizm bataðýna saplanan sözde devrimciler, kapitalizmin yapýsal kriz döneminin "reformlar Büyük petrol zenginliði ve petrol fiyat- yapabilen reformizmin" kuyusunu kazacaðýný göremiyorlar. Mevcut larýnýn muazzam yükseliþi sayesinde ekonomik krizin petrol fiyatlarýna etkisi, dünya petrol ihracatýnda 5. sýrada emekçi sýnýflara "bahþedebildiði" reform bulunan ve aðýr sanayisi petrol endüstrisine daha da çok baðýmlýlaþan, krizle kýrýntýlarýyla, hem karþý-devrimcileri, hem Chavez'i süpürebilecek bir proleter birlikte demir-çelik endüstrisi durgunlaþan Venezuela için çok büyük bir devrimin önünün kesildiði ise görmezden sorun teþkil etmektedir. Venezuela, petrol fiyatlarýndaki muazzam düþüþ gelinemez. Chavez iktidarý açýkça ve en sonucu krizin þu anki aþamasýnda dahi 10 milyar dolarlýk bir kayýp içindedir. doðru tabiriyle reformisttir ve ulusal 2007'nin son çeyreðindeki ekonomik büyümesi %8.5 iken 2008'de %2'ye kalkýnmacý modelin avantajlarýný kullan- düþmüþtür(9). Gelecek üç yýl için ise eksi deðerler beklenmektedir.(10) maktadýr. Elbette ki söz konusu reformlar Dünyadaki en yüksek enflasyon oranlarýndan birisi %31 ile Venezuela'nýn yoksul halký için son derece deðerlidir ve bunlarýn gerçekleþtirmesini Venezuela'nýnkidir. Bolivarcý burjuvazi ve onun temsilcisi Hugo Chavez'in saðlayanýn kendileri olduðu bilincine ilerleyen dönemde yoksul halkýn ekonomik durumunu iyileþtirmeye yönelik henüz varamamýþ bile olsalar, geniþ yatýrýmlarýnýn azalmasý beklenmelidir, kaldý ki Chavez'in bu yöndeki planlarý emekçi kesimleri bu reformlarý koruya- da bilinmektedir. Bütün bunlar geçmiþ yýllarda yapýlan analizlerde yer alan caðýný göstermiþtir. Venezuela üzerine Chavez'in denge politikasýnýn ve sosyal reformlarýnýn petrol fiyatlarýndaki önceki deðerlendirmelerimizde de belir- düþüþle zor zamanlar geçireceðine dair öngörülerin gerçekleþmeye baþladýðýtildiði gibi devrimci Marksistlerin görevi na iþaret ediyor. Asýl sorun, henüz çok küçük bir kýsmýnýn kendi öz yönetim karþý-devrimci güçlere karþý emekçilerin yanýnda yer almak, sekter tutumlarda araçlarýný (sovyet, konsey vs.) oluþturmak için mücadele ettiði Venezuela bulunmamak ve onlara proleter bir emekçi sýnýflarýnýn bu çabayý ne kadar yayabilecekleri, nasýl merkezileþtiredevrim olmadan kazanýmlarýnýn koruna- cekleri ve reformist Chavez'in "devrimlerini" aþýp aþamayacaklarýdýr. Bunun mayacaðýný mücadele içinde, omuz gerçekleþmemesi halinde reformlarý kýsmayla baþlayan kriz sürecinde fatuomuza savaþýrken göstermektir. ranýn dünyanýn her yerinde olduðu gibi, emekçi sýnýflara kesileceði açýktýr. Chavez'in yapabileceði yegâne þey ise devletçi Venezuela kapitalizmini krizin sonuna sað salim çýkarabilmektir. Ekonomik krizde sýnýf mücadelesinin tüm çýplaklýðýyla yaþanacaðý Venezuela'da sýnýfsal temelli olmayan "21. Yüzyýl Sosyalizminin" kurucusu Chavez de kendi sýnýfýnýn yanýnda yer alacaktýr. Devrimci öncünün olmadýðý koþullarda, emekçi kesimlerin Chavez döneminde elde ettiði kazanýmlarýn onlardan yavaþ yavaþ geri alýnmasý, Hugo Chavez'in olsa olsa burjuvazinin kurtarýcýsý olduðunu kanýtlayacaktýr. Kaldý ki iþçi sýnýfýnýn da dâhil olduðu yoksul halk kesiminin kendisine olan itaati konusunda, devlet baþkanýnýn içi en azýndan bugünlük rahattýr. Chavez'in arkasýndaki kitle desteði, "sosyalizme geçiþ yanýlsamasýna" yol açan reformlarýn itici gücüdür; bir bakýma Chavez iktidarda kalýþýný reformlar yapabilmesine ve popülist-devrimci bir söylem geliþtirerek kitlelerin desteðini elde etmesine borçludur. Öte yandan o, olasý bir proleter devrimci atýlým karþýsýnda iþçi sýnýfý hareketini de olabildiðince kontrol altýnda tutmaya çalýþacaktýr ve çalýþmaktadýr da. Devrimci Marksist-Leninist bir öncü partinin yokluðunda ise bunu baþarmasý oldukça kolaylaþmaktadýr. Chavez'in "21. Yüzyýl Sosyalizmi" olarak adlandýrdýðý saçmalýk, týpký 1. Dünya Savaþý öncesi muazzam bir zenginleþme sürecine giren tekelci burjuvazinin, kapitalizmin emperyalist aþamaya geçmesiyle birlikte, iþçi sýnýfýnýn aðzýna da bir parmak bal çalmasýnýn mümkün olduðu koþullarda ortaya çýkan revizyonizmin ekonomik temellerinden beslenmektedir. Ýlk defa o zamanlar, Alman iþçi sýnýfýnýn temsilcisi olan Sosyal Demokrat Parti içerisindeki revizyonist kanat tarafýndan, kapitalizmden sosyalizme barýþçýl geçiþin mümkün olduðu vurgulanmýþ ve mülkiyet iliþkilerini deðiþtirmeden reformlar yoluyla kapita-lizmin sönümleneceði iddia edilmiþti. Bu durumun altýnda kapitalizmin geliþiminin getirdiði geçici refah dönemi yatýyordu, en
34
MARKSiST BAKIs önemli sorun da bu durumun "geçici" olduðunun anlaþýlamamýþ olmasýydý. Þimdi Rosa Luksemburg'un sosyal reform ve devrim üzerine tezlerini anlamanýn ve Lenin'in "Devlet ve Devrim"ini tekrardan okumanýn tam zamanýdýr. Luksemburg, kendi zamanýnda yükselen reformizme karþý, devrimciliði savunurken, mülkiyet iliþkileri deðiþmeden, toplumsal formasyonun deðiþimi, yani devrim proletaryanýn kendi eseri olmadan, düzen içine hapsedilmiþ koþullarda salt kýsmi düzenlemeler getirmenin uzun vadede kapitalizmi kurtarmaktan baþka bir þey olmayacaðýný söylemiþ ve iddialarýnda da tarihin gösterdiði üzere haklý çýkmýþtýr. Burjuvayla Anlaþmalý Kamuculuk ve Boliburjuvazi Þunu anlamakta fayda vardýr ve gerçekler bakan gözün gördüðü yerde tüm berraklýðýyla durmaktadýr: Chavez'in öne sürdüðü "21. Yüzyýl sosyalizmi" kapitalist sýnýflarla barýþ içinde yaþayan bir kamuculuk anlayýþýndan peyda olmaktadýr ve var olan düzeni yýkmak þöyle dursun, onu daha da güçlendirmiþtir. Yeri geldiðinde Bolivarcý, Ýsacý, yeri geldiðinde Troçkist olduðunu ima eden açýklamalar yaparak (Ufuk Uras'ýn 3M -Muhammed, Marx ve Mustafa Kemal- formülünü andýrýrcasýna) siyaset yelpazesinde her renkten insaný kuyruðuna takmayý amaçlayan Chavez; sermaye sýnýfýyla bir alýp veremediðinin olmadýðýný ve onlarýn sermayesine el sürmeyeceðini, dahasý bu tip yöntemlerin geçmiþte kaldýðýný, tek amacýnýn kapitalist sýnýflarýn faaliyetlerinin adil sýnýrlar içerisine hapsedilmesi olduðunu da belirtmiþtir. Chavez'in adillikten anladýðýnýn burjuva adalet mekanizmasý olduðunu belirtmeye gerek yok sanýyoruz. Chavez'in "21. Yüzyýl sosyalizmi" güya anti-emperyalisttir, fakat Çin ile 12 milyar dolarlýk bir ikili yatýrým fonu kurulmasýný da içeren anlaþmalara pek ala imza atabilir ya da Rusya ile ortak banka kurulmasý konusunda iþbirliðine girebilir yahut Rusya'dan nükleer savaþ gemileri alabilir(11). Bu "sosyalizmin" temeli milli ekonomicidir fakat yabancý sermayeye "bankalarýmýza paralarýnýzý yatýrýn" demekten de geri durmaz(12). Bu sosyalizm anti-kapitalist demagojiden beslenir ama baðrýnda yetiþen "boliburjuvazinin" yükseliþinden rahatsýz olmaz. Artýk boliburguesía (boliburjuvazi) diye tanýmlanmaya baþlanan "Bolivarcý devrim"le doðan bir burjuva kesimi bile ortaya çýkmýþtýr(13). Bolivarcý "devrim" anti-Amerikancý damardan beslenmektedir fakat ayný zamanda emperyalist Amerikan þirketlerine de kapýlarýný sonuna kadar açmýþtýr. Chavez'in söylemlerindeki bu çeliþkileri ortaya sermek þarttýr ve buradan ulaþýlacak sonuç da Chavez'in reformist çizgisinin bu çeliþkilerle yaþamaya mecbur olduðu gerçeðidir. Sýnýfsal temelli olmayan, ulusal kalkýnmacý "21. Yüzyýl Sosyalizmi", proleter bir devrimle alt edilmedikçe bu çeliþkilerde boðulmaya mahkûmdur. Ulusalcýlýk, yurtseverlik, kuyrukçuluk hastalýklarýndan kurtulamayan, son referandumun sonucu karþýsýnda sevince boðulan Türkiye solunun (TKP, ESP, Halkevleri vs.) incileri de ayný çeliþkiler yumaðýna dolanmýþtýr. Kendi burjuva siyasetlerine eklemlendikleri gibi Venezuela'nýnkine de eklemlenen bu gruplar asýl devrimci görevlerin bir hayli uzaðýndadýrlar. Chavez'in "Bolivarcý devriminin" salt reformist özü, zincirlerinden boþanan bir taban hareketini dizginleyerek iþçi sýnýfýný uysallaþtýrýr. Burjuva devlet aygýtýnýn tepesinde 10 yýldýr yer alan Hugo Chavez reformizmi, Venezuela emekçilerini devrim ve sosyalizm perspektifinden uzaklaþtýrýp "ýlýmlý-barýþçýl-istikrarlý" kapitalizmin "þefkatli ve sevecen" kollarýna býrakýr. Emperyalist aþamadaki kapitalizmin her daim büyük yýkýmlar getirdiðini bilen bir Devrimci Marksistin görevi ise o kollara sarýlmak deðil, onlarý kökünden koparmaktýr. Troçki'nin bundan yýllar önce dillendirdiði gerçekler hala tüm çýplaklýðýyla önümüzde durmaktadýr: "Reformizmin bütün fetih ve umutlarýnýn yýkýntýlarý üzerindeki kokuþmuþ çözülmesinden daha Venezuela'da 15 Þubat acýklý ve daha iðrenç bir tarihsel manzara yoktur!"(14) Venezuela'nýn gelecek 10 yýllýk döne- 2009'da yapýlan ve devlet mine iliþkin beklentilerin, devrimci bir öncünün yaratýlamadýðý koþullarda bu söylenenlerden yönetiminde seçimle görev baþýna gelenlerin daha da acý olabileceði unutulmamalýdýr. sýnýrsýz kez aday olaCihan Esmersoy 1- James Petras, "Baþkan Chavez ve Referandum", 08 Eylül 2004, www.sendika.org 2- http://www.economist.com/countries/Venezuela/profile.cfm?folder=Profile-FactSheet 3- http://www.bolsevik.org/1053.htm 4- http://www.timeturk.com/abdden-venezueladaki-secimlere-destek-53184-haberi.html 5- http://www.ekodialog.com/istatistik/ham_pet.html ve http://www.porttakal.com/haber-abd-petrolununvaril-fiyati-yuzde-14-artti-208994.html 6- http://en.wikipedia.org/wiki/PSUV 7- James Petras, age 8- Marksist Bakýþ, Sayý 6, "Latin Amerika'nýn Koþusu, Devlet ve Devrim Bir Kez Daha", s. 4. 9- Bill van Auken, "Chavez wins referandum…", 19 Þubat 2009, http://www.wsws.org/articles/2009/feb2009/vene-f19.shtml 10- http://www.economist.com/Countries/Venezuela/profile.cfm?folder=Profile-Economic%20Data 11- http://www.plturkce.org/index.php?yazi_id=3321 ve http://www.haberler.com/medvedev-chavez-le-birlikte-nukleer-savas-gemisini-haberi/ 12- http://haber.sol.org.tr/ekonomi/4880.html 13- Bill van Auken, age 14- Lev Troçki, Faþizme Karþý Mücadele, Yazýn Yayýncýlýk, Mayýs 98, s. 160.
bilmesini saðlayan yasalarý içeren referandumun %54 oyla kabul edilmesi, þu anki devlet baþkaný Hugo Chavez'in 2012'de dolan görev süresinin ardýndan tekrar seçilebilmesinin yolunu açtý. 2007 yýlýnda oldukça az bir oy farkýyla reddedilen bu deðiþiklikler konusunda Hugo Chavez, "devrimin" kesintiye uðramamasý için görevine devam etmesi gerektiðinin altýný çiziyordu.
35
MARKSiST BAKIs A.Ü. Yemekhane Ýþçilerinin Mücadele Dersleri:
Devrimci Öncü ve Uzlaþmacýlýk
Ankara Üniversitesi yemekhanelerinde, iþten atýlan iþçiler ve Cebeci kampüsündeki bazý kararlý iþçilerin katýlýmýyla Marksist Bakýþ örgütleyiciliðinde baþlayan mücadele süreci, þirkette çalýþmaya devam eden iþçilerin iþten çýkarýlmayý da göze alarak katýlýmýyla etkisini artýrdý.
36
Ankara Üniversitesi yemekhanesinde taþerona baðlý olarak çalýþan iþçilerin üç ayý aþkýn bir süre yürüttükleri mücadelesi, emek mücadelesi yürütenlerin gündemine sýkça taþýndý. Ramazan bayramýndan kýsa bir süre önce, eylül ayýnýn sonlarýnda devrimcilerin etkisinin büyük olduðu bir üniversitede baþlayan, yüksek potansiyellere sahip bu direniþ, içine kattýðý yüzden fazla iþçinin ve öðrencilerin ortak mücadelesiyle kazanýmlar elde ederek ilerlerken bir aþamadan sonra mücadelenin liderliðini ele geçiren uzlaþmacý çizginin egemenliðinde sürekli mevzi kaybederek yenilgiye mahkûm edilmiþtir. Geliþen bu süreci bu noktaya getiren tutum ve çizgilerin muhasebesini yapmak bir zorunluluktur. Yaklaþýk bir ay önce 17 Aralýk'ta sona erdirilen mücadeleyi deðerlendiren ve derslerini çýkaran bir yazý yazmak için taþeron þirketle yapýlan anlaþma uyarýnca iþçilerin kademeli olarak iþe alýnmasý ve yeni çalýþma þartlarýný görmek için bir süre daha beklemenin uygun olacaðýný düþünmüþtük. Düþüncemizde haklý olduðumuzu gördük. Mücadele sürerken ve bitirilme kararý verilirken sözel olarak dile getirdiðimiz eleþtiri, uyarý ve çaðrýlarýmýzýn ne kadar haklý olduðunu tekrardan kanýtlayan bu süreci de inceleyerek bu yazýmýzla bu mücadelenin derslerinin gelecek iþçi mücadeleleri için taþýyýcýsý olacaðýz. Mücadelenin Geliþim Seyri Taþerona baðlý olarak çalýþan Ankara Üniversitesi yemekhane iþçilerinin mücadele giriþimleri yaklaþýk bir yýl önce sendikalaþma çabasýyla baþlamýþtý. Sendikalaþmayý çeþitli nedenlerle baþaramayan iþçiler mücadelelerinden vazgeçmediler. Muhalif, devrimci öðrencilerle birlikte taþeron Tadal yöneticileriyle Cebeci'de bir toplantý düzenleyerek þirket üzerinden baský kurmaya çalýþtýlar. Bütün bu giriþimler ve buna ön ayak olanlar patronlarýn gözünden kaçmamýþ, öðrencilerin olmadýðý yaz aylarýnda bu iþçilerin bir kýsmýna yol vermiþti. Ancak þirket bu iþten atmalarla yetinmeye niyetli deðildi. Þirket, hem akademisyenlerle hem öðrencilerle iyi iliþkiler geliþtiren ve bu baðlarýn saðladýðý güvenle mücadele etme potansiyellerini içinde barýndýran iþçileri yavaþ yavaþ iþten çýkarmayý planlýyordu. Okul baþladýktan sonra da ilk olarak 6 iþçiyi iþten çýkardý. Ancak bu adýmýn sonuçlarý patronlarýn beklediklerinden çok farklý oldu. Boykot, grev, iþgalle devam eden bir mücadeleyi tetikledi. Bu süreci daha önceki deðerlendirme yazýmýzda uzun uzun anlatmýþtýk, bu nedenle burada detaylý olarak ele almayacaðýz. Ancak süreci özetlersek… Öncelikle sürecin geliþimini mücadelenin geliþimi açýsýndan iki döneme ayýrmak doðru olacaktýr. Az sayýda kararlý iþçinin Marksist Bakýþ bürosuna gelmesiyle baþlayan ve hýzla büyüyen, diðer iþçileri de içine katmasýyla kazanýmlarla, geliþerek ilerleyen Marksist Bakýþ öncülüðündeki süreç mücadelenin ilk dönemini oluþturur. Bu dönem mücadelenin çýkýþýnýn ana nedeni olan iþ güvenliði konusunda hiçbir somut kazaným elde edilmeden, rektörlüðün sözlerine güvenilerek bitirilmesiyle ne yazýk ki kapanmýþ ve mücadelenin uzlaþmacý çizgilerin egemenliði dolayýsýyla gerilediði, kaybettiði ikinci dönem baþlamýþtýr. Þimdi bu dönemleri daha ayrýntýlý olarak ele alalým. Mücadelenin Ýlk Dönemi Ýþten atýlan iþçiler ve Cebeci kampüsündeki bazý kararlý iþçilerin katýlýmýyla Marksist Bakýþ örgütleyiciliðinde baþlayan mücadele süreci, þirkette çalýþmaya devam eden iþçilerin iþten çýkarýlmayý da göze alarak katýlýmýyla etkisini artýrdý. Kýsa sürede maaþlarýn ödenmesi, Cebecideki boykotun yüzde yüz baþarýsý gibi somut baþarýlarýn etkisiyle mücadeleye uzak duran farklý kampüslerdeki iþçiler de katýldý. Direniþin bu ilk dönemi iþçilerin bilinçlerini geliþtiren bir mücadele okulu oldu. Bu sürece damgasýný vuran neredeyse tamamýnýn daha önce mücadele, örgütlenme deneyimi olmayan iþçilerin iþten atýlan arkadaþlarýyla dayanýþmak, çalýþma koþullarýný iyileþtirmek ve iþ güvencesi için kararlýlýklarý artarak mücadeleye katýlmalarý, sýnýf dayanýþmasýnýn geliþtirilmesi oldu. Bu süreç iþçilerin bilinçlerinde kýrýlmalarýn yaþandýðý dönem oldu. Bu dönem boyunca sürecin baþýndan beri örgütleyicisi olan bizim büromuzda iþçilerin sýnýf bilinçlerini geliþtirmek için sohbetler, iþçi filmleri çerçevesinde eðitim amaçlý toplantýlar örgütledik. Bu toplantýlarda hem kendi mücadelelerinin durumunu, kazanmasý için yapýlmasý gerekli olanlarý konuþuyor hem de iþçi sýnýfý ve patronlar
MARKSiST BAKIs arasýndaki amansýz kavgayý ortaya koyarak, meselenin yemekhane direniþinin kazanmasýnýn ötesinde sýnýf bilinçli devrimci iþçilerin sayýsýnýn artmasýnýn ve onlarýn bütün pisliklerin kaynaðý olan bu sisteme karþý mücadeleyi örgütlemesi olduðunu anlatýyorduk. Ýþçilerin bu sohbetlerden, iþçi filmlerinden belgesellerden ve hazýrladýðýmýz sinevizyonlardan birçok dersler çýkardýðýný, kendi yaþadýklarý deneyimlerle onlarý özleþtirmeye çalýþtýðýný çoðu kez de gördük. Bizim bilinçli çabalarýmýz dýþýnda da bu ilk süreç boyunca mücadeleci duruþlarý da onlara birçok þey öðretti. Örneðin Tandoðan'daki iþçiler boykotun örgütlendiði öðlen saatlerinden sonra her gün yapýlan deðerlendirme toplantýlarý için toplu olarak hareket ediyor, banliyö trenine toplu biniyor, biletçiye biz direniþteki iþçileriz diyor ve Cebeci banliyö istasyonundan Cebeci kampüsünün giriþine bizim örgütleyiciliðimizde sloganlý yürüyüþler yapýyordu. Birbirine güven, mücadele inancýnýn yüksek olduðu bu dönemde iþçilerinden boykotu örgütlemek için Veterinerlik fakültesine giden iþçilerin sivil polislerce gözaltý ile tehdit edilip okula alýnmamasý üzerine özellikle genç iþçilerden ertesi gün toplu halde gidelim çaðrýsý dahi yapýlýyordu. Mücadelenin bu ilk dönemi farklý kýlan özellikleri ortaya koyarsak… Bu dönem mücadeleye katýlan iþçilerin kendi arasýnda ve devrimci öðrencilerle güven baðlarýnýn hýzla geliþtiði, iþçilerin özgüven kazandýðý bir süreç oldu. Mücadele eden iþçiler çýð gibi büyüyen pratikten öðreniyorlar ve gerek pratikleriyle gerekse Marksist Bakýþ bürosunda yaptýðýmýz toplantýlarla sýnýf bilinçleri geliþiyordu. Bu dönem boyunca mücadelenin salt bir maaþ sorunu olarak ele alýnmýyor, esas olarak iþ güvencesi elde etmek hedefleniyordu. Öðrenciler ve iþçilerin ortak karar alma ve eylemini içeren oldukça özgün ve az rastlanýr bir örnek olarak mücadelenin etkisi Türkiye'ye yayýldýðýný da söylemek gerekir. Uzlaþmacýlýðýn Egemenliðinde 2. Dönem Peki ne ve nasýl oldu da mücadelenin birinci dönemi olarak nitelendirdiðimiz iþçilerin bilinçlerinin geliþtiði direniþçi dönemden uzlaþmalarýn, gerilemenin hakim olduðu ikinci döneme geçildi? Þunu belirterek baþlamak gerekir ikinci dönem gökten zembille inmedi. Birinci dönem boyunca, sendika bürokratý Mahsun Turan bu süreci örmeye baþlamýþtý. Bizim etkimiz karþýsýnda dar grupçuluk, rekabetçilik ve uzlaþmacýlýk çerçevesinde kimi sol gruplarda bu konuda Turan'ýn en büyük destekçisi oldular. Mücadelenin ilk döneminde alttan alta iþçileri bize karþý konumlandýrýlmaya çalýþýldý. Bu uzlaþmacý eðilim, iþçilerin geri bilincine oynanýp korkularýný besleyerek boykotun hýzla bitirilmesi yönünde büyük çaba gösterdi. Marksist Bakýþ olarak biz ise uzlaþmacýlara karþý boykotun uzun sürebileceði, direngen bir þekilde mücadelemize devam etmemiz gerektiðini sürekli anlattýk. Ancak ilk mücadele deneyimlerini yaþayan, parasýzlýk ve iþsiz kalma korkusu içindeki geri bilinçli iþçiler üzerinde beslediði korkularla uzlaþmacýlar etki kurmayý baþardýlar. Bu çabalarýn sonucunda boykot en güçlü döneminde rektörlük tarafýndan verilen sözlerle bitirilip zafer ilan edildi. Her ne kadar bilinçli iþçiler arasýnda huzursuzluk olsa da neredeyse herkesi kapsayan sanal zafer havasý karþýsýnda yapacak bir þey kalmamýþtý. Bu durum da uzlaþmacýlýðýn tahrifatýnýn süreci nasýl þekillendirildiðini kanýtlýyordu. Ýþçiler verilen sözlere dayanarak tekrar iþbaþý yaptýlar, ancak rektörlükçe verilen hiçbir söz tutulmadý. Ne yeni sözleþmeye iþ güvencesiyle ilgili bir hüküm konuldu ne maaþlar ödendi ne de iþçilerin öfkesini üzerinde toplayan müdürler deðiþti. Sözlerin tutulmamasý üzerine bizim de büyük etkimizle grev kararý alýndý. Grev yine çok büyük bir baþarýyla gerçekleþti. Ancak, artýk karar alma süreçleri farklý iþliyordu. Önceki dönemde meclis toplantýlarýnda kararlar iþçiler ve öðrencilerin birlikte tartýþmasý sonucunda alýnýrken artýk rektörlükle yapýlan görüþmeler, pazarlýklar kapalý kapýlar ardýnda genel iþçi kitlesinden ve özellikle de bizden gizlenerek yürütülüyordu. Meclise konu taþýndýðýnda ise aslýnda yaþanan bir ortaoyunundan baþka bir þey olmuyordu. Karar zaten sendikacý ve ortaklarý uzlaþmacý sol gruplar tarafýndan oluþturulmuþ oluyor ve mecliste de bu gruplar ve sendikacýnýn kullandýðý birkaç iþçi tarafýndan manipülasyonla göstermelik olarak tartýþýlýp kabul ediliyordu. Mahsun Turan'ýn bu konudaki en büyük destekçisi olan uzlaþmacý sol gruplarýn baþýnda TKP, Marksist Tutum ve DGH geliyordu. Baþarýyla devam eden grev, bu çizginin dayatmasýyla rektörlüðün maaþ ödeme sözüne dayanýlarak bitirildi. Mücadelenin baþýnda temel hedef olan iþ güvenliði ve çalýþma koþullarýna dair ise ortada hiçbir þey yoktu.Ýþçilerin büyük kýsmý grevin devam etmesi yönünde görüþ bildirse de bürokratik görüþmelerde rektörlüðe verilen sözler doðrultusunda uzlaþmacý eðilimler ortalýðý velveleye vererek grevi bitirme kararýný geçirmeyi bildiler. Bu noktada rektörlüðe söz vermesi boyutunda iþçilerin çok sevdiði bir aþçýbaþý öne çýkarýldý. Kendisi bu sözün yok sayýlarak yola devam edilebileceðini söylese de durum uzlaþmacýlarca "aman sözcünüzün lafýný çiðnemeyin" bahanesiyle art niyetlice kullanýldý. Ýþçilerin bir kýsmýnda üzerine oynanan korkular güç kazanýyordu. Bu grevin bitirilmesi, bir an öne maaþ almak gibi ekonomik beklentilerin bilincin önüne geçtiði iþaretini veren bir dönüm noktasýydý. Ýþ güvenliði için taþeron sistemine karþý verilen kavga artýk geride kalmýþ salt geçmiþ maaþlarýn yarým yamalak ödenmesi karþýlýðýnda grev bitirilmiþti. Marksist Bakýþ'ýn ve ileri iþçilerin tüm çabalarýna ve toplantýlarda verilen tüm kavgalara raðmen bu kararýn çýkmasý engellenemedi. Bu iþçi direniþini sendikal kariyerinde yýldýzýný parlatma aracý olarak gören sendika bürokratý Mahsun Turan, bu nedenle baþlangýçta bir iþçi direniþine "önderlik" yapma isteðiyle mücadeleci bir profil çizmiþ,
Ýþçilerle öðrenciler el eleyken mücadeleyi birlikte baþlatmýþ birlikte örgütlemiþlerken sendika bürokrasisi olayý kendi tekeline almak için daha doðrusu devrimci öðrencilerin, özellikle bizim etkimizi kýrmak için iþçileri ayýrmýþ, öðrencileri toplantýlara almamýþlardýr. Buna karþý çýkan devrimcilere çirkin tavýrlarla yaklaþýlmýþtýr. Bir yandan devrimci öðrenciler dýþlanýrken diðer yandan karar alma mekanizmasý tamamen bürokratikleþtirilmiþtir. Ancak sendika bürokratý, uzlaþmacýlýkta ortaklaþtýðý sol gruplarla görüþüp kararlara onlarý katmaya devam etmiþtir. Sadece Marksist Bakýþ olarak biz süreçten uzak tutulmadýk, Marksist Bakýþ'la paralel görüþleri savunan, büromuza düzenli olarak gelip giden ileri iþçiler de dýþlanmýþtýr.
37
MARKSiST BAKIs
Mücadele süresince üniversite kampüslerindeki eylemlerde ve katýlýnan mitinglerde “Tadal iþçisi direniþin simgesi”, “Birleþen iþçiler yenilmezler”, “Zafer direnen emekçinin olacak”, “Bütün dünyanýn iþçileri birleþin” sloganlarý öne çýkarýldý.
38
ancak süreç içinde kendi tekelinden çýkma potansiyelleri taþýyan bizim örgütlediðimiz mücadeleci çizgi karþýsýnda uzlaþmacý, bürokrat kimliðini defalarca ispatlamýþtýr. Sürekli patronla, rektörlükle "diyalog" çaðrýsý yapan Turan, uzlaþmacý çizgisini egemen kýlmak için fiili mücadele savunucularý bizlerin iþçilerin içindeki desteði ve etkisini kýrmak amacýyla türlü ayak oyunlarý, iftiralar ve saldýrýlar örgütlemekten geri durmamýþtýr. Mahsun Turan bunun için çevresine topladýðý birkaç iþçiyi kullanmaktan geri kalmadý. Siyasal programlarý nedeniyle uzlaþmacý reformist siyasal gruplarýn da bu konuda Mahsun Turan ile iþbirliði içinde davrandýklarýný söylemeden geçmeyelim. Mahsun Turan mücadele içinde kiþisel etkisini sürekli arttýrmaya çalýþmýþ, bu yolda da uzlaþmacý eðilimlerden büyük destek almýþtýr. Bu kesimler, boykotta bile uzlaþmacý tavýr almýþlar, taþeron sisteminin temel dayanaðý olan rektörlükle sürekli dostane iliþkiler içerisinde olmuþlardýr. Mücadeleye adeta taþeronlar ve rektörlükle giriþilen "diyaloglar" yön vermiþtir. Oysa devrimciler olarak bizler defalarca aldatýcý sözlere güvenilmemesi gerektiðini kazanýmlarýn fiili meþru güç çerçevesinde mümkün olabileceðini belirtmiþ, bu diyalog çabasýný mahkum etmiþtik. Bütün bu uzlaþmacýlýklarý uygulamak için iþçileri öðrencilerin etkisinden çýkarma taktiðine gidilmiþtir. Ýþçilerle öðrenciler el eleyken mücadeleyi birlikte baþlatmýþ birlikte örgütlemiþlerken sendika bürokrasisi olayý kendi tekeline almak için daha doðrusu devrimci öðrencilerin, özellikle bizim etkimizi kýrmak için iþçileri ayýrmýþ, öðrencileri toplantýlara almamýþlardýr. Buna karþý çýkan devrimcilere çirkin tavýrlarla yaklaþýlmýþtýr. Bir yandan devrimci öðrenciler dýþlanýrken diðer yandan karar alma mekanizmasý tamamen bürokratikleþtirilmiþtir. Ancak Turan, uzlaþmacýlýkta ortaklaþtýðý sol gruplarla görüþüp kararlara onlarý katmaya devam etmiþtir. Sadece Marksist Bakýþ olarak biz süreçten uzak tutulmadýk, Marksist Bakýþ'la paralel görüþleri savunan, büromuza düzenli olarak gelip giden ileri iþçiler de dýþlanmýþtýr. Mahsun Turan'ýn mücadele sürecinde kendi uzlaþmacý çizgisinin tekelini kurmak önünde engel olarak gördüðü bize karþý ayak oyunlarý bunlarla da sýnýrlý deðildir. Yaygýn bir dedikodu kampanyasý örgütlenmiþ, sað görüþlü bir iþçiye bizim için "Marksistler" seni takip ettiriyorlar diyecek kadar ileri gitmiþlerdir. Mahsun Turan, bize karþý giriþtiði mücadelesinde kimi iþçileri de kullanmaktan geri kalmamýþtýr. Bu iþçiler aracýlýðýyla bizimle diyalogu güçlü iþçilere ve özellikle de daha direniþçi genç iþçilere yönelik "Marksistlerle sizin ne iþiniz var?" gibi sorularla kafa karýþtýrmaya çalýþmýþtýr. Bu çabasýnýn etkisiz olduðu unsurlarý da süreçten dýþlamaya çalýþmýþtýr. Mahsun Turan, daha mücadeleci duran bir kýsým genç iþçilerle içki masalarýnda "dostluk" geliþtirerek bu iþçilerin "kendisini ezip geçmemelerini" saðlama almýþ, uzlaþmacý çizgisine onlarý yedeklemiþtir. Yeni Þirket Ýþten Çýkarmalara Baþlýyor-Ýþgal Grevin salt maaþlarýn ödeneceði sözüyle bitirilmesinin ardýndan kýsa bir süre sonra taþeron Tadal iflasýný gösterdi. Yapýlan yeni ihaleyle taþeron Tam Sofra þirketi yemek çýkarma iþini devraldý. Taþeron ve rektörlükle "diyalog"u öne çýkaran uzlaþmacý çizgi, Tadal'ýn çekilmesi üzerine yeni gelen Tam Sofra þirketiyle anlaþmak için iþçilerden taleplerini yumuþatmasýný istemiþtir. Ancak Tam Sofra ile yapýlan görüþmeler ardýndan mücadeleci iþçi istemediði hemen belli edip iþçileri iþe almayý reddetti. Tam Sofra'nýn iþçileri almamak konusundaki ýsrarý karþýsýnda sendika bürokratý Mahsun Turan ve ortak hareket ettiði uzlaþmacý siyasal gruplarla birlikte temel çaðrýsý yine rektörlükle diyalogla sorunlarý çözmek olmuþtur. Bu kanat tarafýndan sorunlarýn çözümü olarak sürekli "diyalog" vurgusu öne çýkarýlýrken Marksist Bakýþ olarak rektörlüðe güvenilmemesi gerektiðini, sýnýf bilincinin bir parçasý olarak makama saygýnýn geri bilincin ifadesi olduðunu düzenli olarak belirttik. Bizlerin söylediði aslýnda sýnýf mücadelesi tarihinin defalarca gösterdiði temel kurallardan biri idi. Zaten rektörlüðün sermaye yanlýlýðý mücadele boyunca defalarca kanýtlandý. Yeni þirket ile anlaþamayan iþçiler rektörün emri ile okullara alýnmadý. Daha sonra ise rektör Cebeci kampüsüne polisi çaðýrarak direnen iþçi ve öðrencilerin üzerine saldýrtmýþtýr. Marksist Bakýþ olarak bizim yoðun baskýmýz sonucunda okullara sokulmayan, toplu olarak iþten çýkarýlan iþçilerin direniþinin yemekhane iþgalleriyle devam etmesi kararý alýndý. Ancak iþgal gibi radikal bir mücadele aracýnýn bile uzlaþmacý bir hatta sokulmasý baþarýldý. Biz, yemekhane iþgalinin tek baþýna kalmamasý gerektiðini söyleyip iþçilerin yemekhaneyi fiilen iþletmesini önerdik. Böylelikle üretenler yemekhane düzeyinde yönetenler de olabileceklerini göstermiþ olacaklardý. Bunun için bütün alt yapý da hazýrdý. Ucuz yemek isteyen öðrencilerin sorununu da böylelikle mücadeleci iþçiler çözmüþ olacaklardý. Tüm ülkede yankýlanacak bu hamle, ayný zamanda taþeron sisteminin gereksizliðini, salt iþverene rant aktarýmý olduðunu gösterecek bir yandan da rektörlük üzerindeki baskýnýn olaðanüstü artmasýný saðlayacaktý. Bu çaðrýlarýmýz ýsrarla kulak ardý edilmeye çalýþýldý. Yenilginin hazýrlayýcýsý sendika bürokrasisi, iþi, kendisini deþifre eden, bu yüzden çok çekindiði Marksist Bakýþ'ýn kimi sözcülerini (ne iþçi ne de öðrenci olmama bahanesiyle) toplantýlara almamaya kadar vardýrmak istedi, ama iþçiler mücadelenin en baþýndan beri yanlarýnda olan bu kiþilerin toplantýlardan çýkarýlmasýný söz konusu dahi etmediler. Ne var ki iþgalin üretimin
MARKSiST BAKIs ele alýnarak devam etmesi fikrine karþý "gaspa girer" türünden saçmalýklar devreye sokuldu ve tartýþmalar bir kez daha hasýr altý edildi. Sendika bürokratý daha önce de sýkýlýkla yaptýðý üzere iþçilerin geri bilincine ve korkularýna oynayarak, yemek üretimi için gerekli olan malzemelerin bulunduðu depolarýn kilidini kýrýp malzemeleri almanýn gaspa gireceði argümanlarýný tartýþmýþ ve iþçilerin bilincini sürekli geriye taþýmýþtýr. Baþlatýlan iþyeri iþgali ise iþçilerin üretime baþlamasý engellenince salt konaklamaya dönüþtürülmüþtür. Mücadelenin ilk döneminin aksine iþgal süresince çok elveriþli olan koþullara raðmen iþçilere ne bir etkinlik ne de bir eðitim çalýþmasý düzenlenmiþtir. Ýþlerin sýnýf mücadelesinin yükseltilmesi için tüm koþullar uygun olduðu halde Marksist Bakýþ bürosunda yapýlanlar dýþýnda hiçbir etkinlik düzenlenmemiþtir. Aksine sýnýf bilinci, sürekli takip edilen uzlaþmacý çizgi ve korkulara hitap etme nedeniyle düzenli olarak geri götürülmüþtür. Dayanýþma ve özgüven baðlarý süreç içerisinde yok edilmiþtir. Israrla takip edilen pasifist çizginin sonucunda kesin bir hal alan umutsuzluk ve aylarca süren sýkýntý ve parasýzlýðýn etkisiyle iþçilerde çözülmeler baþladý. 17 gün süren iþgal boyunca yaratýlan umutsuzluk ve karamsarlýk havasýnýn etkisiyle iþçilerin motivasyonu kýrýlmýþ ve iþçiler arasýnda güven bunalýmý açýða çýkmýþtýr. Gemisini kurtarana kaptan gözüyle bakýlma noktasýna gelinen bu atmosferde zor durumda olan iþçilerin bir kýsmý direniþten umudu kesip yeni iþler bulmaya baþlamýþtýr. Ýþgale devam edenler arasýnda da adeta polis müdahalesiyle iþgalin bitiþi beklenmeye baþlanmýþtýr. Mücadeleyi yöneten sendika bürokratý ve reformist unsurlar da ellerini kollarýný baðlamýþ rektörden ya da iþverenden gelecek "güzel haberleri" ya da polis müdahalesiyle bu iþin bitmesini beklemeye baþlamýþlardýr. Direniþteki kýrýlma polis operasyonunda alýnanlarýn arasýnda sadece 8 iþçinin olmasýndan da bellidir. Son gün bile rektör bize þöyle olumlu þeyler söyledi türünden uzlaþmacýlýklara devam edilmiþ ama ayný gece rektörlük polisi müdahaleye çaðýrmýþtýr. Yeni Taþeron Þirketle Anlaþma: Direniþ Bitiriliyor Polis operasyonundan sonra býrakýn yeniden iþgali, kampüslere iþçilerin girmesi dahi mümkün olmamýþtýr. Yeniden mücadele edilmesi ise neredeyse imkansýz kabul edilerek iþverene avuç açýlmýþtýr. Artýk sendika bürokratý ve uzlaþmacý diðer eðilimler araya milletvekili sokma türünden boþ inançlara sarýlmaktadýr. Gerçekten de iþçilerde yeniden mücadele baþlatacak bir azim yoktu ama bu hiç de þaþýrtýcý deðildir. Sürekli korkulara oynanan bu süreçte gözaltýlarýn, polis müdahalelerinin olduðu bir ortamda iþçilerin bütün bunlara göðüs görmesi elbette ki mümkün olamazdý. Uzlaþmacý eðilimler þimdi de kendi eserleri olan bu nesnel durumun arkasýna saklanýyorlardý. Ýþverene avuç açýlmasý yeni þirketin acil yetiþmiþ eleman ihtiyacý nedeniyle mümkün oldu. Ama iþverenin kesin otorite sayýldýðý bir ortamda yapýlan anlaþma iþçiler için tam bir kýyýma dönüþtü. Kamuoyuna '3 iþçi dýþýnda herkes iþine alýndý denerek' taþeronla yapýlan bu geri anlaþma bir "zafer" olarak yutturulmaya çalýþýlmýþtýr. Gerçekte durum bambaþkadýr. Birincisi, iþ kaybý yaþayan iþçilerin sayýsý þu an itibari ile 20'e yaklaþmaktadýr. Ayrýca, taþeron þirket, aþçý ve aþçý baþlarýný iþe almayý reddetmiþtir. Bunun sebebi aþçý ve aþçý baþlarýnýn üretimde oynadýðý belirleyici roldür. Patron, aþçý ve aþçý baþlarý benim istediðim kiþiler olursa iþ disiplinini onlar üzerinden saðlarým, istemediðim dik baþlý personeli onlarýn vasýtasýyla zamanla saf dýþý býrakýrým hesabýndadýr. Diðer taraftan taþeron þirket mücadelede sivrilen iþçileri de özellikle istememiþ ve bu iþçiler de iþsiz kalanlar arasýna katýlmýþtýr. Geri kalan iþçiler ise en azýn- Biz, yemekhane iþgalinin tek baþýna kalmamasý gerektiðini söyleyip iþçidan patron kendi kadrosunu oluþturana dek mecburiyetten iþe alýnmýþtýr. lerin yemekhaneyi fiilen iþletmesini Bu iþçiler dýþýnda, ýsrarla takip edilen uzlaþmacý ve pasifist tavýrlarýn ve Böylelikle üretenler perspektifsizliðin etkisiyle umutsuzluða kapýlan ve mücadelenin son döne- önerdik. yemekhane düzeyinde yönetenler de mecinde açlýðýn ve çaresizliðin sonucunda kendi yoluna gitmek durumunda kalan mücadeleci çok sayýda iþçi, taþeronun belirli bir sayý vermesi üzerine olabileceklerini göstermiþ olacaklardý. Tüm ülkede yankýlanacak bu hamle, dýþarýda býrakýlmýþlardýr. Bir yanda mücadeleye daha baþta ihanet eden ya da ayný zamanda taþeron sisteminin kýrýcý rol oynayan çok sayýda iþçi iþe alýnýrken mücadeleyi yönetenlerin yarat- gereksizliðini, salt iþverene rant týðý umutsuzluk ortamýnda son anda canýnýn derdine düþüp mücadeleyi býrakan aktarýmý olduðunu gösterecek bir yaniþçilerin üzerinin çizilmesi vicdanlarda derin yaralar býrakmýþtýr. Taþeronun dan da rektörlük üzerindeki baskýnýn açýkladýðý sayýnýn içine girmek için iþçiler arasýnda adeta "insan insanýn kur- olaðanüstü artmasýný saðlayacaktý. dudur" durumu yaratýlmýþtýr. Ýþe alýnmayan iþçilerinin önemli bir kýsmýnýn uzlaþmacý çizgiye muhalif yaklaþan ve tüm ayak oyunlarý karþýsýnda son süreçte küskün kalan iþçiler olduðu da hemen göze çarpmaktadýr. Mücadele tüm uzlaþmacýlýðýn sonucunda bir yenilgi anlaþmasý ile sona erdiði ortaya çýktýðýnda ise sendika bürokratý Mahsun Turan, gerçeðin ortaya çýkmasý ve kendi reklamcý kariyerizminin yaldýzlarýnýn sökülmesinden duyduðu endiþe ile mücadelenin sonuçlarýnýn çýkarýlmasýna karþýn bir çeþit sansür çaðrýsý yapmýþtýr. Bunun için, çevresinde yedeklediði bir iþçiye "kimse bu anlaþmayý bir zafer olmadýðýný söylemeye kalkmasýn yoksa karþýsýnda beni bulur" türünden bir tehdidi bile kýþkýrtmýþtýr. Ne dediðinin farkýnda olmayan bu iþçi gerçekte kullanýldýðýnýn farkýnda bile deðildir. Mahsun Turan tam da bu tavra uygun þekilde muhalif bir yapýya telefonla arayýp sözlü saldýrýda bulunmuþtur, gerekçesi bu yapýnýn internet sitesinde anlaþmanýn aslýnda bir yenilgi olduðuna dair çýkan haberdir.
39
MARKSiST BAKIs
Devrimcilere yönelik saldýrýsý bununla da kalmamýþ 22 Aralýk gecesinde yapýlan dayanýþma gecesinde devrimci gruplara saygýsýzca verip veriþtirmiþtir. Mahsun Turan, devrimci gruplarý iþçileri tanýmamakla suçlamýþ, sendikalarý ve sendikal yasalarý bilmemekle sonra da kalkýp sloganlarla afaki konuþmalara dalmakla itham etmiþtir. Gerçekte durum tam tersidir. A.Ü yemekhane direniþi kendisinin katýldýðý ilk direniþtir. Baþka da bir mücadele deneyimi yoktur Mahsun Turan'ýn. Devrimci yapýlarsa tüm ülkedeki sayýsýz iþçi direniþinin içinde yer almýþ ve bunlarýn bilgi birikimini ve deneyimini muhafaza etmiþ ve bunlarý geleceðe aktarmýþlardýr. Týpký þimdi olduðu gibi. Mahsun Turan'ýn sendikal kanunlar ve uygulamalar konusundaki bilgisizlik iddiasýna gelince asýl kendisinin bu konularda ne kadar bilgisiz (ki kendisi profesyonel sendikacýdýr yani kazancýný bu iþten elde etmektedir) olduðuna mücadeledeki herkes tanýk olmuþtur. Bununla da kalmamýþ, Turan, klasik bir sendika bürokratý tutumuyla iþçi sýnýfýný da küçümsemiþtir. "Ýþçi sadece ekmeðini bilir, markist narkist felan anlamaz" diyebilmiþtir. "Ýþçinin asgari ücret vb için polisle çatýþmasýný beklemek, o ancak kitaplarda yazar" türünden laflar edebilmiþtir. Ýþçi sýnýfýna karþý sendika bürokrasine yakýþýr þekilde küçümseyici ve kendini beðenmiþtir Mahsun Turan. Oysa sýnýf mücadeleleri tarihini okuyan herkes görecektir ki sýnýf kendi içerisinden nice komünist ve Marksist çýkarmýþtýr, çýkarmaktadýr ve çýkaracaktýr. Ýþçilerin polisle çatýþacaðýný ise tartýþmaya ya da örnek göstermeye gerek dahi yoktur. Diðer taraftan Mahsun Turan ve diðer uzlaþmacýlar mücadele sýrasýnda sürekli iþçilerin korkularýna ve tereddütlerine oynamýþlar sonra da kalkýp kendi iradesizliklerini iþçilerin sýrtýna yüklemiþlerdir. Dayanýþma gecesinde Mahsun Turan'ýn hiç utanmadan devrimcilere verip veriþtirmesine Marksist Bakýþ dýþýnda bir tepki gelmemesi de sosyalist gruplarýn durumu hakkýnda birçok þeyi anlatmaktadýr. Çýkarýlmasý Gereken Dersler ve Sonuçlar Þirketle anlaþýlmasýnýn üzerinden bir aydan fazla zaman geçmesine raðmen, alýnacaðý söylenen iþçilerin bir kýsmý da daha iþe baþlatýlmamýþtýr. Ýþe baþlayanlarýn bir kýsmý ise ironiye bakýn ki kesinlikle çalýþmayý reddettikleri askeriyeye baðlý yemekhanelere gönderilmiþtir. Alýnacaklar listesindeki iþçilerden biri, bir Bu mücadele sürecinde türlü iþe baþlatýlmamalarý üzerine müdürle yaptýðý görüþmede boykottan söz edince þirketin çok sayýda iþçi ile devrimmüdürü bu iþçiyi hiçbir þekilde çalýþtýrmayacaðýný söylemektedir. ci öncü arasýnda güçlü Mücadelenin baþýný çeken ve ilk günden bu yana büyük fedakârlýklarla mücadeleye omuz baðlar kurulmuþ, gelecek veren Cebeci kampüsündeki iþçiler ya süreçten koparýlmýþ, ya da daðýtýlmýþtýr. Patronlarýn mücadelelerin zemini baþýndan beri dedikleri olmuþtur: "Orasý daðýtýlacak!" Ýþçilerin hafýzalarýna canla baþla döþenmiþtir. Hem iþçiler mücadele edenlerin süreçten dýþlandýðý, iþsiz kaldýðý kazýnmýþtýr. Bu, gelecek mücadeleleri hem de bizler açýsýndan zedeleyen çok önemli bir durumdur. çok önemli deneyimler Bu iþçi mücadelesi koþullarýn dayatmasýyla bilinçli öncü iþçilerin uzun ve sistemli bir anlamýna gelen bu hazýrlýk sürecinin sonucunda geliþen bir süreç olmadý. Ýþten atýlmalar nedeniyle direniþ direniþin dersleri kararýný hýzla almak, direniþe hýzla baþlamak gerekti. Ýþçilerin çok azýnýn bir mücadele sayesinde devrimci öncü deneyimi vardý, hemen hemen tamamýnýn ha-yatýndaki ilk eylemliliðiydi. Mücadeleye hem güçlenerek olgunlaþarak bilinç anlamýnda hem de örgütlülük olarak hazýr baþlamamýþlardý. Mücadele içinde geliþme iþçiler arasýndaki etkingösterseler de birçok açýdan bir direniþ deneyimiyle, hele hele bu direniþ uzlaþmacý liðini her þeye raðmen sendikacý ve siyasal gruplarýn çabalarýyla dar kalýplara sýkýþtýrýldýysa, burjuva toplumun arttýrarak yoluna devam deðer yargýlarýný kýrýp sýnýf bilinciyle hareket etmelerini beklemek doðru olmayacaktýr. etmesini bilmiþtir. Mücadele deneyiminin yokluðu iþçileri uzlaþmacýlarýn manipülasyonlarý karþýsýnda savunmasýz býraktý. Olaylarýn ilerleyiþi karþýsýnda ileri iþçiler de ayaklarýnýn altýndaki zeminin hýzla kaydýðýný gördüler. Muhalefetlerini devrimci bir tarzda örgütlemeye henüz hazýr deðillerdi, öte yandan uzlaþmacýlara karþý ancak bu temelde bir karþý koyuþ baþarýyý getirirdi. Sonuçta onlar da bir kenara konulmaktan kurtulamadýlar. Uzlaþmacýlarýn ayak oyunlarý iþçilerin içinden püskürtülemedi. Ýþçilerin, özellikle daha geri bilinçli iþçilerin korkularýna seslenilerek onlarý yönlendirmek çok da zor olmadý. Marksist Bakýþ'ýn neden mücadelenin liderliðini kaybettiði sorusunun cevabý budur. Mücadele öncesinde bir hazýrlýk aþamasý yaþanmýþ olsaydý durum elbette ki çok farklý olurdu. Ýþçiler içindeki radikal unsurlar devrimcileþtirilebilir birçok unsur da manipülasyonlara karþý dayanýklý hale getirilebilirdi. Ama böyle bir fýrsat hiç olmadý. Diðer taraftan çok sayýda iþçi ile devrimci öncü arasýnda güçlü baðlar kurulmuþ, gelecek mücadelelerin zemini döþenmiþtir. Hem iþçiler hem de bizler açýsýndan çok önemli deneyimler anlamýna gelen bu direniþin dersleri sayesinde devrimci öncü güçlenerek olgunlaþarak iþçiler arasýndaki etkinliðini her þeye raðmen arttýrarak yoluna devam etmesini bilmiþtir. Ýþçiler mücadele deneyiminden yoksun olsalar da, direniþ öncesinden bir örgütlülük çerçevesinde geliþmese de devrimcilerin büyük oranda belirleyici olduðu bir üniversitede yaþanan mücadele çok farklý þekilde sonuçlanma potansiyellerini içinde taþýyordu. Bütün bu baþarýsýzlýðýn sorumlusu iþçileri ve mücadeleyi sürekli olarak uzlaþmacý, geri bir noktaya hapseden uzlaþmacý çizgidir. Sendikal bürokrasinin sol geçinenlerinin bile aslýnda genel misyonu mücadeleleri ekonomik sýnýrlar çerçevesinde tutmak, sistemle uzlaþý saðlamak ve iþçileri devrimcilerden ayrýþtýrmaktýr. Bu tavýr bu direniþe özgü deðildir. Biz devrimcilerin misyonu ise bu çizgiyle mücadele etmektir. Uzlaþmacý eðilime karþý mücadele çok daha etkili biçimde sürdüreceðiz. Bolþevik saflar büyüdükçe kavgalarýn sayýsý artacak, zafere giden yol bizim olacaktýr.
40