İnatçı köstebek, çevik lokomotiften uzun yaşar. Çalışkan ve mütebessim sabrıyla o çelikten sırıtışa üstün gelir. Deliğini kazar, eşeler ve aşındırır. Gelmekte olan krizi hazırlar. Kriz, apansız gün yüzüne açılan bir köstebek deliğidir.
k e b e t s ko 9 Mart 200 0 2 2 : ı en Say l e-bült o y i n e Y için emokrasi
t D
Sosyalis
Yerel seçimler: Ya Sonra? Krizin Faturasını Zenginler Ödesin! Filistin Halkıyla Dayanışma
8 Mart Dolayısıyla:
Kriz, Kadın Emeği ve Mücadele Bu yıl 8 Mart, geçtiğimiz yıllara oranla kalabalık sayılabilecek mitinglere sahne oldu. Elbette, mitinglerin gelenekselleşmesinin yanı sıra, seçim öncesi atmosferin de bu kitlesellikte belirgin bir etkisi vardı. 8 Mart’ın ana teması, kadın özgürleşmesi, şiddet gibi olağan talepler dışında, bu yıla özgü olarak, “krizin bedelini ödemeyeceğiz” oldu. Kadınları daha fazla ve daha özgül bir biçimde etkileyen krize karşı kadınlar da bir cephe açmış oldular. Ancak önümüzdeki dönem kapitalizme ve onun krizine karşı mücadelede bu cephenin sürekliliğini krizi kavrayışı, talepleri ve harekete geçme yeteneği belirleyecek.
Kadınlar açısından krizin üç boyutlu bir etkisi var:
Birincisi, genel olarak yoksulluğun katlanarak artması ile birlikte, önceden sosyal devlet tarafından karşılanan, 1980’lerden sonra da satın alınabilen işler, tüm kadınların yükünü artırıyor. Kadınlar daha da ağırlaşan oranda, yaşlı, çocuk bakımı gibi sosyal sorumlulukları ücretsiz olarak yapıyor. Geçim zorlaştığında mutfak masraflarını azaltmak için, evde yapılan işlerin sayısı artıyor.
İkinci olarak, kadınlar kriz döneminde işsizlik arttıkça ve ücretler azaldıkça yedek işgücü olarak, daha fazla piyasaya girmeye çalışıyorlar; ancak piyasanın özellikle kayıtlı istihdamı kustuğu düşünülürse, kadınların bulabildikleri işler, evde, parça başı, sigortasız ve sendikasız işler oluyor. Üçüncüsü, kayıtlı istihdamda çalışan kadınlar da büyük oranda işsiz kalma tehlikesi ile karşı karşıyalar. Kadınların düşük ücretli olarak çalıştırıldıkları serbest sanayi bölgeleri dünyasal krizden etkilendikçe kitlesel kadın işten çıkartmaları söz konusu oluyor. Aynı biçimde, krizin öncelikli olarak kadınların yoğun biçimde çalıştığı giyim sanayi, perakende, hizmet ve ihracat sektörlerinde daha şiddetli gerçekleşmesi, işten atılan kadın işçi oranını artırıyor. Bir bütün olarak, kadınların çalışma piyasasındaki dezavantajlı durumu, yeniden yapılandırma sürecinde özellikle işten çıkarmalarda kadını ön plana çıkarıyor. Bu ekonomik mekanizmalar dışında, kadınlar krizden dolaylı olarak da etkileniyorlar: Öncelikle, kriz, sadece artan erkek işsiz sayısı anlamına gelse bile, bu da doğrudan kadınlar üzerinde erkek şiddetinin artması anlamı taşıyor. Diğer yandan, kadınların zaten sınırlı olan toplumsal hayata katılım olanakları, eğitim başta olmak üzere daha da sınırlanıyor.
Talep Eksenli Mücadele
Eşit işe eşit ücret mücadelesi, kadınlara yönelik her türlü ayrımcılığın önlenmesi, işyerlerinde kadınlara yönelik şiddet ve taciz, çocuk bakımı ve ev işleri sorumluluğu hala kadınlara ait olduğundan, işyerlerine kreş ve çocuk bakımevleri açılması, doğum izinlerinin artırılması, erkeklere de doğum izni verilmesi, ev içi çalışmanın sosyal güvenlik kapsamına alınması gibi genel taleplerden vazgeçmeden, ücretler düşürülmeden iş saatlerinin azaltılması ve tam istihdam talebi ile bunları bütünleştirmek, parasız eğitim ve parasız sağlık, suyun, havanın, toprağın özelleştirilmesine karşı mücadele, barınma hakkı, çalışmayanlar için yaşanabilir bir asgari ücret ve işçi denetimi talepleri ekseninde; kadınlar ve kadın örgütleri, krize karşı toplumsal mücadelenin etkin birer öznesi olarak görünür olmak zorundalar.
KRİZİN FATURASINI ZENGİNLER ÖDESİN! Ekonomik kriz, yoksulluğu daha da derinleştirirken, ekolojik krizle birleşiyor, militarizmi körüklüyor, toplumların muhafazakarlaşması sürecini hızlandırıyor ve Güney’i yok oluşa mahkum ediyor. “Ya büyü ya da öl” şiarına dayalı kapitalizmin kendisini yeniden üretemediği ama yerine yenisinin geçemediği bu dönemde, tüm
1
kısmi toplumsal mücadelelerin, yoksulların, işçilerin, işsizlerin, kadınların, yerlilerin, Güney halklarının, kentsel dönüşümden etkilenenlerin, dışlanmışların kapitalizmi alt etmek için bir arada mücadele etmesi gerekiyor. Bu mücadelenin üzerinde yükseleceği kapitalizmi aşan ortak talepler manzumesi de,
İşten çıkarmalar, ücretlerin düşürülmesi, esnek ve taşeron çalıştırma sistemleri yasaklanmalı; sözleşmeli işçiler asli kadrolara geçirilmeli, çalışma saatleri ücretler düşürülmeden haftalık 35 saatin altına düşürülmeli ve tam istihdam sağlanmalıdır.
2
Emeğin kiralanması ve örgütlenmesi üzerinde işçi denetimi sağlanmalı; kapatılmış ve çalışanları işten çıkartılmış tüm şirketlerin mülksüzleştirilerek ve işçi kontrolü altında masrafları devlete ait olarak yönetilmelidir;
3 4
Asgari ücret, insanca yaşanabilir bir ücret olarak belirlenmeli, çalışmayanlar için de devlet tarafından ödenmelidir.
5
Banka kurtarma operasyonları durdurulmalı, kamu kaynaklarından özel şirketlere yapılan parasal yardımlar kesilmeli ya da tahsisat alan tüm şirketler kamulaştırılmalıdır;
Sağlık, eğitim ve toplu ulaşım hizmetleri istisnasız herkes için ücretsiz olmalıdır; temiz, ücretsiz, alternatif enerji kaynaklarının kullanımına hızla geçilmeli, suyun özelleştirilmesi durdurulmalıdır.
6
reformlara değil, kapitalizmden acil çıkışa işaret etmeli. Fabrikalarda, işyerlerinde ve mahallelerde bu ortak taleplerin yerine getirilmesini denetleyen; üyeleri seçenlerin isteklerine göre geri çağırılabilen, demokratik olarak seçilmiş bir komiteler ağı üzerinden bir işçi hükümetinin kurulmasını hedeflemelidir.
Ayrım yapmaksızın bütün kadınlara, demokratik bir şekilde belirlenmiş ihtiyaçlara göre ücret verilmelidir;
7
Kredi kartı ve tüketici kredisi borçları iptal edilmelidir; Üçüncü Dünya’nın ulusötesi kuruluşlara olan bütün borçları silinmelidir.
8
Çiftçilerin kredi borçları faizleriyle birlikte silinmeli, tarımsal üretimi ekolojik tarzlarda geliştirecek desteklemeler sağlanmalı, gıda fiyatları kontrol altına alınmalı ve devlet gıda güvenliğinden sorumlu olmalıdır;
9 10
Devletin ve özel kişilerin elindeki konut stoku evsizlerin ve kiracıların hizmetine ücretsiz olarak sunulmalıdır; Kürt Sorununda savaş ve şiddet politikaları terk edilmeli ve demokratik çözüm getirilerek savaşa harcanan kaynaklar kamu yararı için kullanılmalıdır.
Yerel seçimler: Ya Sonra?
29 Mart yerel seçimleri, AKP’nin DTP’ye açtığı cihat nedeniyle, Ergenekon davası gibi “milli”, kriz gibi küresel yönlerle, çoktan yerellikten çıkmış durumda. Bölgesel ve uluslararası ölçekte güç ilişkilerinin yeniden biçimlenmeye başladığı bir dönemde yerel seçim yerel seçim olmaktan çıkmış, genel seçime bir sıçrama tahtası haline dönüştü. AKP yönetimi tarafından, oylarının birkaç puan düşmesi halinde erken genel seçime gidelebileceğine ilişkin tehditler (!) savrulmaya başlandı. İnsanların karşı karşıya bulunduğu temel sorunların yanısıra, yerel sorunların da artık yerelde çözülemeyeceği gerçeği çok açık bir biçimde gözler önüne serilmektedir. Biraz zorlanırsa yerelde tutum almanın dünya ölçeğindeki saflaşmalarda yer almakla bir paralellik taşıdığı bile söylenebilir. Artık Davos’ta veya Dünya Sosyal Forumu’nda saf tutmak yeterli bir ayrım değil, Forum’da nerede durduğunuz da önemli. Kaynakların, yaratılan zenginliğin paylaşılmasından öte, beşeri ihtiyaçları temel alan bir tercih istediği kadar bir ayağını yere (yerele) bassın, dünya ölçeğindeki güç ilişkilerine dâhil olmadığı sürece öteki ayağı havada kalmaya mahkûmdur. Mart 2009 yerel seçimlerine sosyalist sol, toplumun bütününe yönelik, kapsamlı bir krize karşı antikapitalist önlemlerden hareket eden bir politikayla hazırlanamadı. Kriz sonrasına güç biriktirmek yerine reel politikanın girdabında, daha önce yanyana gelemeyen unsurları seçim vesilesiyle yanyana getirmeyi marifet bilerek “demokratik” bir tutumla yetindi. Seçim öncesi ne tür mücadelelerde ne diye birlikte oldukları belli olmayan güçlerin seçim sırasında, hele krizin ortasında inandırıcı bir seçenek sunmaları zora binmiştir. Muhakkak ki kısmî ve mevzî olarak bağımsız bir sosyalist hareketin inşası için çabalar vardır. Ancak toplumun bütününü kapsamayan bu çabalar önceki dönemlerde olduğu gibi sınırlı ve kısıtlı deneyimler olarak kalacaktır. Solun solu, artık yerel seçimlere ilişkin çeyrek asırlık deneyimlerin bir bilançosunu çıkartarak, seçim kampanyalarını aşağıdan yürütülen mücadelelerin bir ürünü olarak şekillendirmeli ve bir sonraki evreye hazırlık yapmak için
değerlendirmelidir. Yerel seçimler kendi içinde bir amaç olarak ele alınarak, görünebilirlik kazanmak ve kısmî de olsa bir takım reel sonuçlar elde etmek için değil, acil ve hayatî taleplerin mahalle, işyeri, okul vb. gibi alanlarda çok daha güçlü bir biçimde kök salmasının bir aracı olarak tasarlanmalıdır. Mart 2009 yerel seçimlerine bileşenlerinin her birinin kendince pek iyi anladığı, ancak yumurta kapıya dayandıktan sonra neyin ne kadar ilkesel, ne kadar işbitiriciliğe yatkın olduğunun belli olmadığı bir ittifaklar politikasıyla giren sol, genel olarak 2004 yerel seçimlerinde bayrakları birbirine karıştırmışken, bu seçimlerde ise bayrakları indirmiştir. Kimin ne diye bu kadar çeşitlilik arz eden bir seçim taktiği yürüttüğünü anlamak mümkün değildir. Demokratik ittifaktan söz edenler atama adaylarla iş görebilmekteyken, en radikal söylemi tutturanlar neden merkezî bir kampanya yürütmediklerini açıklamaktan uzaklar. Önümüzdeki yerel seçimlerin sosyalist sol için kalıcı kazanımları, elde edilen sayısal değerlerde değil, seçimin hemen ertesinde emekçilerin, ezilenlerin yaşam koşullarını daha da zorlaştıracak önlemlere karşı antikapitalist yönelişte bir direniş kapasitesinin inşasında belli olacaktır. Bu açıdan önümüzdeki seçenekler zerre kadar reel politikanın terazisine vurulmadan, yarınki mücadelelerin merceğinden ele alınmalı, ortaya çıkan bu karman çorman tabloda, sektarizme ve dogmatizme kapılmadan, bağımsız bir sosyalist solun, bir antikapitalist odağın inşasına katkıda bulunacak adaylar, listeler gözönüne alınmalıdır. DTP’nin Kürt illerinde ayakta kalmasının dışında dikkate alınacak (“oyum boşa gitmesin”, AKP’ye karşı veya CHP’ye karşı seferberlik gibi) herhangi başka bir ölçüt dışarıdan dayatılan ikilemler içinde sıkışmayı getirecektir. Acil önlemler için mücadele inandırıcı bir seçenek olmadan mümkün değildir. Antikapitalist, enternasyonalist, anti-emperyalist, feminist, ekolojist bir seçeneğin inşası, emekçilerin ve ezilenlerin yakıcı sorunları için mücadeleden ayrı düşünülemez. Yakıcı sorunlar için mücadele de böylesi bir gelecek tasarımı olmadan anlamlı mevziler elde edemez.
İnatçı köstebek, çevik lokomotiften uzun yaşar. Çalışkan ve mütebessim sabrıyla o çelikten sırıtışa üstün gelir. Deliğini kazar, eşeler ve aşındırır. Gelmekte olan krizi hazırlar. Kriz, apansız gün yüzüne açılan bir köstebek deliğidir.
k e b e t s ko 9 Mart 200 0 2 2 : ı en Say l e-bült o y i n e Y için emokrasi
t D
Sosyalis
Filistin Halkıyla Dayanışma Filistin direnişini yok etmek isteyen Siyonist politikaların bir devamı olarak İsrail ordusunun Gazze Şeridi’ne karşı giriştiği üç haftalık son saldırının bilançosu, bilindiği gibi 1300’den fazla ölü ve 5000’den fazla yaralı. Bu saldırının amacı ne “füze saldırılarını durdurmak” ne de “ateşkese saygıyı tesis etmek”ti. İsrail’in amacı, Filistin halkına ve direniş hareketlerine oyunun tek efendisinin kendisi olduğunu bir kez daha göstermekti. İsrail’e göre mümkün olan tek “barış”, Filistin halkının ulusal haklarının reddi yoluyla mümkün olacak. Siyonist devlet, ulusal haklarından vazgeçmedikleri ve Filistin’in izole edilmiş bölgelerinde ya da dışarıdaki mülteci kamplarında yaşamayı kabul etmedikleri müddetçe Filistinlilere müsamaha göstermeyecek. İsrail, Filistinli temsilcilerle ancak Siyonist amaç ve çıkarlarla çelişmeyen “barış” koşullarını kabul etmeleri halinde görüşebileceğini belirtiyor. Diğer yandan başta Avrupa Birliği olmak üzere emperyalistler, İsrail’i açıkça ya da örtülü bir biçimde desteklemeye devam ediyorlar. İki yönetim arasında geçiş döneminde bulunan Amerika Birleşik Devletleri, İsrail ordusuna saldırıyı durdurması için hiç bir baskıda bulunmadı. Kendi aralarında bölünen ve büyük oranda emperyalizmle uzlaşan Arap Birliği ülkeleri, yine ortak bir pozisyon geliştirmekten acizdiler. Mısır ise
İsrail’in ve emperyalist güçlerin ortağı olarak yine kendisine biçilen rolü yerine getirdi. Tüm bunlara karşın, İsrail’i mahkûm eden ve Filistin halkını destekleyenlerin sesi de kısılamadı. Türkiye dâhil dünyanın her yanında onbinlerce, hatta yüzbinlerce kişinin katıldığı gösteriler gerçekleştirildi. Venezülla ve Bolivya gibi devletler İsrail elçilerini sınır dışı ettiler. Her yerde, Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nda bile, boykot ve yaptırım çağrıları yapıldı. Gazze Şeridi’ne yapılan İsrail saldırısı şimdilik yavaşlamış görünüyor. Ama herkes biliyor ki bu geçici bir “ateşkes” durumudur ve Filistin halkıyla dayanışmamız bombardımanın kesintiye uğramasıyla bitecek değildir. Bu anlamda, dışarıdan bir müdahale olmaksızın Filistinlilerin kendi kaderlerini tayin hakkı, mültecilerin geri dönüş hakkı ya da talep edenler için tazminat ödenmesi, 1948’den sonra İsrail’de kalan Filistinliler için eşit hakların tanınması taleplerimizi tekrarlıyoruz. Ayrıca Arap halkının özgürleşmesi için, emperyalizmin hizmetinde ırkçı ve kolonyal bir projeyi temsil eden Siyonist devletin yıkılması zorunludur. Filistinlilerin ve İsrailli Yahudilerin tamamının eşit haklarla birlikte yaşayabilecekleri bir politik çözümden yana olduğumuzu yineliyoruz. Bunun için de İsrail içindeki savaş karşıtlarıyla dayanışmayı geliştirmeliyiz.
Filistin halkıyla dayanışma hareketini aşağıdaki taleplerle güçlendirmeliyiz: İsrail ordusu, Batı Kudüs dâhil 1967’den beri işgal ettiği tüm bölgelerden koşulsuz, hemen ve tümden geri çekilsin; 1967’den bu yana Filistin topraklarında kurulan tüm Siyonist yerleşimler boşaltılsın; Filistin yerleşimlerini çevreleyen utanç duvarı yıkılsın; İsrail hapishanelerindeki 11.000 siyasi mahkûm serbest bırakılsın; Gazze üzerindeki ambargo ve kuşatma derhal kaldırılsın; Türkiye Cumhuriyeti ile İsrail arasındaki tüm askeri işbirliği anlaşmaları, silahlanma ve modernizasyon projeleri iptal edilsin.
Son olarak, 2003 yılında 170’ten fazla sivil toplum kuruluşu, dernek ve siyasi parti tarafından başlatılan Boykot-TecritYaptırım (BDS, Boykott-DivestmentSanction) kampanyası yeniden canlandırılmalıdır. Bu mücadelede, aynı zamanda tüm ırkçı ve anti-semistist eğilimlere karşı durmak da bir zorunluluktur.