İnatçı köstebek, çevik lokomotiften uzun yaşar. Çalışkan ve mütebessim sabrıyla o çelikten sırıtışa üstün gelir. Deliğini kazar, eşeler ve aşındırır. Gelmekte olan krizi hazırlar. Kriz, apansız gün yüzüne açılan bir köstebek deliğidir.
k e b e t s ko ol in Yeniy ç i i s a r Demok osyalist
S
Avrupa Antikapitalist Solu’nun Açıklaması G20: Durmak Yok, Neoliberal Politikalara Devam! Antikapitalist Mücadele: Yeni Bir Dönem Karşısında…
Sayı:3 e-bülten
09 Nisan 20
Yerel Seçimler ve Devrimci Siyaset 2009 Mart seçimleri, sosyalist sol açısından, anlamlı bir antikapitalist kampanyanın yürütülmesinin imkânsız olduğu koşullarda gerçekleşti. Son yirmi yılda ciddiye alınabilir neredeyse hiçbir birikimin sağlanamadığı bir kez daha yüzümüze çarptı. 2004 seçimlerinde kaybedilen irtifa, telafi edilmek bir yana artırılmış oldu. 27 Aralık 2008’te çeşitli siyasî partiler bir güç birliği oluşturduklarını ilan ettiler. Bir tür katılımcı, kamucu belediyecilik anlayışı etrafında bir taban hareketi iddiasıydı dillendirilen. Sanki belli talepler etrafında yürütülmüş mücadelelerin ürünü olan bir takım komiteler vardı ortalıkta da, bu komiteler kendi adaylarını belirleyecekti! “Biz de varız!” çatısı altında seçime girenlerin seçim öncesi ve sonrası tutumlarının sınanacağı yer toplumsal mücadeleler alanıdır. “Biz de varız!” şiarı, Rosa Luxemburg’un ölümünden bir gün önce yazdığı son yazısını akla getiriyor: “ ‘Berlin’de düzen hüküm sürüyor!’ diyorlar. Sizi budala zaptiyeler! Yarından tezi yok, kıyamet günü kopmuşçasına, tüm tantanasıyla, en ummadığınız yer ve anda devrim karşınıza yeniden çıkacak ve haykıracak: Vardım, varım, varolacağım!” Şöyle devam ediyordu Rosa: “Önderlik işlemedi. Ama önderlik kitleler tarafından yeniden yaratılabilir ve yaratılmalıdır. Belirleyici unsur, kitlelerdir.” Bırakın Alman devrimini, ortada herhangi bir kısmi kazanım bile yokken, seçimlere bu derece odaklanmış bir sosyalist solun kifayetsizliğine dikkat kesilmek gerekir! Tümüyle ‘gerçekçi’ bir politikayla AKP’ye karşı solculuk yapmak, bu arada da anca adını sanını bildiğimiz bir iki belde ve ilçede, oldubittiyle oradan buradan devşirilmiş adaylarla belediye kazanmak — işte size devrimci siyaset! Seçimler kerameti kendinden menkul bir takım muteber şahsiyetler için atlama tahtası haline geliyor. Sosyalist hareketin buradan bir umut üretmesi mümkün değil. Kürsü, belagat yarıştırılacak bir yer değil, temsil edilen toplumsal güçlerin çatıştığı bir yerdir. Çok bilmek, proje sahibi olmak, iyi ifade etmek değil, sözün ardında ne tür bir yığınağın bulunduğu önemlidir. Seçim sathında somutlanabilecek bir öneri, bir ‘proje’ değil, etrafında derlenecek insanların varlığıdır önemli olan. Bir mücadele için gereken toplumsal bileşimle sonuca ulaşmak için gereken seçmen bileşimi genellikle aynı şey değildir.
Tarihin herkesi hizaya soktuğu kritik anlarda, yani karşı devrimin veya devrimin kapıyı çaldığı günlerde seçimler en az diğer mücadele alanları kadar önem kazanır elbette. Bunu hafife almanın sonucu ağır ve kalıcı olur. Fakat mevcutta böylesi bir durumda olmadığımız da aşikârdır. Toplumsal mücadelelerde yer alanlar seçimlerde ehvenişere değil, iradelerini yansıtabilecekleri bir alternatife yönelmek isterler. Bu ikisi arasındaki bağlantı koptuğu takdirde, olmayan mücadelelere temsiliyet biçmek gibi ilginç bir durum hâsıl olur. Seçim dönemi bir derlenme toparlanmaya imkân tanısa da seçim öncesinde mücadele alanlarında olmayan güçleri seçimde nutukla devşirmek mümkün değildir. Seçim meselesini hafifsememek gerekir, lakin seçim aracılığıyla bir hegemonya sağlanması da fazla yukardan ve hatta mucizevî bir beklentidir. Son seçimde, sözün, edanın büyüsüne kapılanlar, en basit toplumsal ve siyasal haklar için bile ortada bir mücadele yokken, sebatkârane bir çalışmayla emekçilerin, ezilenlerin kendi örgütlülüklerini geliştirmek yerine, ilk bakışta birlikçi gibi gözüken ama aslında iş bitirici olan bir tutum takınmayı tercih ettiler. Aşağıdan bir inşanın yerine yukardan müdahalelerle çeyrek asırda gelinen yer bellidir. Toplumsal alandaki gündelik mücadeleler içinde yer al(a)mayan bir antikapitalist solun inşası mümkün değildir. Birlik tartışmaları gereksiz ve anlamsız değildir elbette, fakat somut koşullar ve güç ilişkilerinden de azade değildir. Olmayan mücadeleleri varmış gibi derleyip toparlamaya çalışmak, geçtiğimiz on yılda yerinde sayılmasına yol açmıştır. İşsizliğe, ırkçılığa, savaşa, her türlü ayrımcılığa karşı aşağıdan ortak faaliyetler olmadan gidilecek bir yolun olmadığı artık gün gibi ortadadır. Hikâye epeyce eskidir. Halkın büyük bir çoğunluğu, siyasal düzeyde olduğu gibi, işyerinde veya mahallede, sendikada veya bir birlikte kendi kendini örgütleyerek kendi gücünün bilincine varmadıkça, ezber bozmayı siyaset sananların façası fena bozulur. Çünkü karar verici olan kitlelerdir ve onlar seçimden seçime sahnedekine bakmak yerine kendi güçlerinin bilincine varmadıkça, onlara avukatlık yaptığını iddia edenler olsa da, tarihin akışını değiştirmek mümkün değildir.
Avrupa Antikapitalist Sol Konferansının Deklarasyonu
KRİZİN FATURASINI ZENGİNLER ÖDESİN! Önümüzdeki Avrupa seçimleri, 1929’dan bu yana yaşanmış en vahim kriz ortamında yapılacak. Bu, hayatın her alanına, ekonomiye, siyasete, topluma, finans ve bankacılık sektörüne, gıda sektörüne yayılan, iklim koşullarını dahi etkileyen genel bir kriz… Egemen sınıflar, her zaman olduğu gibi bu
defa da krizin faturasını emekçilere, halklara çıkarmak niyetindeler. Hükümetler bankalara yüzlerce milyarlık yardımlarda bulunurken, milyonlarca ücretli işten atılıyor. Şu an her yerde işsizlik patlaması yaşanıyor. Satın alma gücü düşüyor. Kamu hizmetlerindeki kısıtlamalarsa artarak devam ediyor.
Avrupa Birliği (AB) kurumlarına yönelik bu politika Fransa, Hollanda ve İrlanda’nın “hayır” oylarıyla reddedildi. Bizse AB hükümetlerinin halkları değil, bankaları kurtaran planlarını reddediyoruz.
Acil bir toplumsal ve demokratik plan öneriyoruz : •
İşten çıkarmalara son ! Herkese onurlu bir ücret karşılığında istikrarlı ve garantili bir iş imkânı verilsin!
•
Avrupa’nın her ülkesindeki ücretliler, emekçiler, işsizler ve emeklilerin maaş ve gelirleri artırılsın !
•
Bütün Avrupa’da toplumsal haklar iyileştirilerek uyumlaştırılsın! : Asgari ücret yükseltilsin ; çalışma süresi maaş kaybı olmadan azaltılsın ; emeklilik ve sosyal güvenlik hakları garantiye alınsın ! Avrupa genelinde işsizlere, fakirlere ve emeklilere toplumsal koruma sağlanmasında işbirliği yapılsın!
•
Üçüncü Dünya’nın borçları silinsin !
•
İster « milli » ister yabancı uyruklu olsun, Avrupa’da ikamet eden herkese eşit hak sağlansın, « evraksız göçmenlere » sahip çıkılsın ! evraksız göçmenliğe yönelik düzenlemeler yapılsın !
•
Kadın-erkek eşitliği sağlansın ! Kadınlara eşit haklar verilsin ; kürtaj serbest ve ücretsiz olsun !
•
Eşcinsel, travesti, biseksüellerin hakları gözetilsin ! Heteroseksüel ve homoseksüel çiftlere eşit haklar sağlansın !
•
Tüm Avrupa ölçeğinde kamu hizmetlerinin savunulması ve genişletilmesi için mücadele ! Sağlık hizmetlerine ulaşmada eşitlik sağlayan bir sağlık sistemi ; Bolonya’daki reformların geri çekilmesini sağlayacak bir kamusal eğitim sistemi !
•
İklim değişikliğine karşı etkin mücadele etmek için ekolojik bir Avrupa ! Enerji üretimi ve dağıtımı, asıl hak sahipleri, yani ücretliler ve tüketiciler tarafından denetlenen kamusal bir hizmet haline getirilsin ! Toplu taşıma ve barınma hizmetleri geliştirilsin !
•
Banka zararlarının ve iflaslarının finansmanına son verilsin ! Kamu ve halk denetiminde birleşik, merkezi bir bankacılık ve finans sistemi kurulsun ! Finans cennetleri yok edilsin ! Avrupa devletleri, kendi topraklarında palazlanan ve dünyadaki tüm finans cennetlerindeki işlem hacminin üçte ikisini dolduran bu cennetlerin tasfiyesi konusunda örnek olsunlar !
•
Tüm terörle mücadele kanunları kaldırılsın ve olağanüstü hal uygulamalarına son verilsin !
•
Savaşa Hayır ! NATO ve Avrupa’daki tüm askerî/ militarist kurum ve kuruluşlar lâv edilsin ! Irak ve Afganistan’daki yabancı kuvvetler geri çekilsin ! İsrail ordusu Batı Şeria’dan çekilsin ! Gazze ablukası sona erdirilsin ! Filistin halkının tüm ulusal hakları tanınsın !
Bu koşullar altında ve her ülkenin özgün şartlarının da bilinciyle, patron ve hükümet saldırılarına karşı koordineli ve birlik içersinde bir muhalefet öneriyoruz. Aynı zamanda alternatif bir siyaset ile halk hareketlerine dayanan, işçilerin, emekçilerin, halkların hizmetinde bir Avrupa inşa etmeye talip, sosyal demokrat veya merkez sol partilerinin sosyal liberalizmle işbirliği yapan hükümetlere her türlü desteği veya katılımı reddeden, antikapitalist bir kutup oluşturmanın koşulları yaratmayı hedefliyoruz. Önerimiz, kapitalizmden ve onun mantığından kopuşu ifade ediyor. Bu anlamda, Avrupa antikapitalist solu 21. yüzyıl sosyalizmi için mücadeleyi hedeflemektedir. Bu, zenginliklerin, kaynakların, mülkiyet ve demokrasinin yeni dağılımıyla ilgili tartışmaların yeniden ele alınması demek. İşte, önümüzdeki Avrupa seçimlerine, bu minvalde ve her örgütün olanak ve tercihlerinin ötesine geçen siyasi fikir ve önerilerimizi savunmak amacıyla müdahale ediyoruz. Strasbourg, 3 Nisan 2009
İmzacılar: Almanya: Internationale sozialistische linke (Enternasyonal Sosyalist Sol), Revolutionär Sozialisticher Bund (Devrimci Sosyalist Birlik) İngiltere ve Galler Ülkesi: Socialist Party (Sosyalist Parti) Belçika: Ligue communiste révolutionnaire (Devrimci Komünist Birlik), Parti socialiste de lutte (Sosyalist Mücadele Partisi) İskoçya: Scottish Socialist Party (İskoç Sosyalist Partisi) İspanya: Izquierda Anticapitalista (Antikapitalist Sol) Fransa: Nouveau Parti Anticapitaliste (Yeni Antikapitalist Parti) Büyük Britanya: Socialist Workers Party (Sosyalist İşçi Partisi) Yunanistan: Antarsia (Antikapitalist Koalisyon) ve DEA, KEDA, KOE, Kokkino, Roza, Xekinima de Syriza (Radikal Sol Koalisyonu) İtalya : Sinistra critica (Eleştirel Sol) Polonya: Polska Partia Pracy (Polonya Emek Partisi) Portekiz: Bloco de Esquerda (Sol Blok) İsveç: Socialistiska Partiet (Sosyalist Parti) İsviçre: Gauche Anticapitaliste (Antikapitalist Sol), Mouvement pour le Socialisme (Sosyalist Hareket), Solidarité (Dayanışma) Almanya’dan Interventionistische Linke (Müdahaleci Sol) ile İspanya’dan POR toplantıya katılamamış, ancak destek ve dayanışma mesajları göndermişlerdir.
G 20: Durmak Yok, Neoliberal Politikalara Devam! Kapitalizmi içine girdiği bunalımdan çıkarmaya çalışan egemenlerin temsilcileri, Davos’un ardından nisan ayının ilk günlerinde bu kez Londra’da buluştu. Ekonomisi en büyük on dokuz ülkenin ve Avrupa Birliği’nin temsil edildiği G20’nin şiddetli protestolara sahne olan zirvesi, mevcut ekonomik ve finansal sistemin kendi yarattığı krizden çıkış konusunda herhangi bir çözüm sunamayacağını açıkça gösterdi. Neoliberal politikalardan hâlâ umudunu kesmemiş olanlar bile, “krize çözüm”, “tarihsel dönemeç” tezahüratlarıyla selamladıkları buluşmanın ardından hayal kırıklıklarını gizlemekte zorlandılar ve zirvenin bilançosunu “ortak mücadele kararı alındı” gibi muğlak ifadelerle geçiştirdiler. G20 toplantısının ardından akıllarda kalan, yukarıdakilerin dehşetengiz planlarından, somut stratejilerinden ziyade; aşağıdakilerin öfkesi ve polisin –bir kişinin de ölümüyle sonuçlanan– hoyratlığı oldu. Zirve yaklaşırken, finansal denetimin artırılmasını savunan Fransa ve Almanya ile ekonomiyi canlandırmak için teşvik paketlerine ağırlık verilmesinden yana olan ABD-İngiltere bloku arasında gerilim yaşanacağına ilişkin bir kanaat hâkimdi. Oysa taraflar gerçek sorunun ve dolayısıyla çözümün o kadar uzağındaydı ki, bu yüzeysel yaklaşımlar bile ciddi bir tartışma yaratmadı. Nihayetinde idare-i maslahatın güzel bir örneği sergilenerek iki cephe arasında orta yol bulundu. Vergi cennetleri ve finans piyasalarının azıcık daha denetlenmesi karşılığında IMF kaynakları için kesenin ağzı açıldı. Bu gölge oyununun sonucunda, daha önceden eşine rastlanmamış müthiş bir buluşla, “küresel krize karşı küresel bir çözüm” gerektiği fikrine varıldı ve toplantı “piyasa ilkelerine dayalı, açık bir dünya ekonomisi”ne bağlılık, “korumacılığa direniş” yemininin ardından dağıldı. Liderler, krizi yaratan ve ortaya çıktığından beri şiddetlendiren politikalara, küçük değişikliklerle ama hep birlikte, devam etmek üzere ülkelerine doğru yola çıktı. Karardan ziyade temenniyi andıran –istihdam, büyüme, güven, sürdürülebilirlik gibi– yuvarlak lafları ve finans piyasalarıyla ilgili birkaç göstermelik düzenleme kararını bir kenara bırakırsak, Londra’dan çıkan tek sonuç IMF ve Dünya Bankası eliyle devreye sokulacak 1.1 trilyon dolarlık yeni bir kurtarma paketi oldu. Böylesi paketlerin bugüne kadar kimi kurtardığı ortada. Nitekim liderlerin dokuz sayfalık sonuç bildirgesinde çalışanlara sadece bir paragrafta, o da işgücü piyasası bağlamında değinildi. “Krizin insani boyutunun farkındayız” ifadesiyle başlayan ve büyümeyi teşvik ederek istihdamın artırılmasından dem vuran bu paragraf, kötü bir “makro iktisada giriş” kitabından alıntılanmış olsa gerek. Yine de bu ders kitaplarının hakkını yemeyelim, en azından bunlarda “aile-dostu işgücü piyasası” gibi saçma kavramlar bulunmuyor. Çeşitli medya kuruluşlarına göre piyasaların ilk etapta olumlu karşıladığı bu kararlar, kendilerine büyüme temelli istihdam vaat edilenlerde pek hoşnutluk yaratmadı. “Krizinizin bedelini biz ödemeyeceğiz” sloganı etrafında sokaklara çıkan binlerce insanın öfkesi kimi zaman banka şubelerine ve finans merkezlerine yöneldi. Zirve sırasında bu öfkeden nasibini almaktan çekinen bankacılar, takım elbiselerini birkaç günlüğüne gardıroba kaldırarak işe spor kıyafetlerle gitmek zorunda kaldılar. Liderler krizin insani boyutundan ve aile-dostu işgücü piyasasından söz etse de, yoğun güvenlik önlemleri almış polisin tutumu, insani boyutun ve gösterici-dostu olmanın epeyce uzağındaydı; nitekim –üstelik göstericiler arasında yer almayan– bir insanın yaşamına maloldu. Mühim adamlar korunaklı salonlarda papatya falı açarken, öldüren kapitalizme karşı Londra’da ve dünyanın pek çok başka kentinde toplananlar, iki ay önce Dünya Sosyal Forumu için Belem’de buluşup krizde karşı gerçek çözümler üretenlerdi. Biri yukarıdakiler diğeri aşağıdakiler tarafından gerçekleştirilen bu iki toplantının sonuç bildirgelerine şöyle bir göz atmak bile, kurtuluş iradesinin Londra’da değil Belem’de olduğunu anlamaya yeter.
İnatçı köstebek, çevik lokomotiften uzun yaşar. Çalışkan ve mütebessim sabrıyla o çelikten sırıtışa üstün gelir. Deliğini kazar, eşeler ve aşındırır. Gelmekte olan krizi hazırlar. Kriz, apansız gün yüzüne açılan bir köstebek deliğidir.
k e b e t s ko ol in Yeniy ç i i s a r Demok osyalist
Sayı:3 e-bülten
09 Nisan 20
S
Antikapitalist Mücadele:
Yeni Bir Dönem Karşısında… Geçen Aralık ayında Yunanistan’da gerçekleşen gençlik ayaklanması, birçok yorumcu tarafından gelecekte gösterime girecek bir filmin ‘trailer’i (tanıtımı) olarak değerlendirildi. Yani ayaklanma filmin kendisi değil, bir ön sunumu, taslağıydı adeta. Kapitalist metropolün hemen yanı başında bu kapsamda, bu keskinlikte bir ayaklanma öyle yenilir yutulur bir şey değildi. Dolayısıyla isyanın Avrupa hâkim sınıflarını tedirgin etmesi de tesadüf değildi. Yunanistan’da gerçekleşen ayaklanma, Zapatistaların “devrimi mümkün kılan bir devrim” sözünü hatırlatıyor. Bu anlamda ayaklanma, “isyanı mümkün kılan bir isyandı”. Asıl önemli sonucu isyanın mümkün olduğunu ortaya koymasıydı çünkü. Yani Yunan gençlik isyanı, Yunan toplumunun özgüllüklerine atıfla anlaşılacak bir hadise değil, bilakis yeni bir tarihsel dönemin bir önsözü adeta. Yunanistan’daki gençlik ayaklanması gerçekten de bir başlangıçtı. Son bir iki ay içerisinde Letonya’dan İzlanda’ya ve Guadalup’a kurumsal siyasal kanalların ötesinde, kitlesel ve militan hareketler ortaya çıktı, hükümetler düştü, toplumsal patlamalar gerçekleşti. Fransa’da işçilerce rehin alınan patronlardan Çin’de ‘görünmeyen’ şiddetli emekçi direnişlerine yeni, keskin bir radikalizm açığa çıkıyor, biraz abartarak söylersek ayaklanma küreselleşiyor. Yanlış anlaşılmasın, okumakta olduğunuz yazının derdi avunmak için yeni ve beyhude bir iyimserlik öne sürmek değil. Üstelik
İtalya’dan Macaristan’a hemen tüm dünyada aşırı sağ başını kaldırmış iddialı ve saldırgan bir biçimde ortaya çıkıyorken. Vurgulanmak istenen tam tersi, yani tarihin yanımızda, bizim tarafta olduğuna dair her türlü iyimserliği sorgulamak. Tarih neyse ki bitmedi ama tarihin sona ereceği nurlu ufuklar da yok; tarihin ucu açık. Sermayenin krizi ile sınıf mücadelesinin gelişmesi arasında otomatik, mekanik bir bağ yok. Krizin olası sonucu siyasetin daha saldırgan bir sağ ile daha mücadeleci olması gereken bir sol arasında daha da polarize olması, keskinleşmesi olacaktır. Kriz koşullarında neoliberalizmin fikrî itibarını yitirmesi yanılgıya yol açmamalı. Sermaye zorbalığının dünya ölçeğindeki bir karşı taarruzu olan neoliberalizmin geriletilmesi, ancak siyasal ve toplumsal düzeylerde mağlup edilmesiyle mümkün olacak. Ancak büyük kitle seferberlikleri ve toplumsal mücadelelerin ortaya çıktığı koşullarda neoliberalizmin siyasal ve toplumsal manada mağlubiyetinden ve güçler dengesinde radikal bir değişimden bahsetmek olanaklı hale gelir. Krizin otomatik olarak kapitalizmin sonuna yol açacağı türünden beklentilere kapılmamak gerekiyor. Kriz elbette tarihsel bir dönüm noktasına işaret ediyor. Ekolojik krizle bütünleşerek bir medeniyet buhranı halini alan kriz uzun sürecek. Ancak toplumsal üretim ve bölüşüm ilişkilerinde radikal bir
değişikliği gündeme getirecek aşağıdan ciddi bir basınç olmadığı takdirde sistem kendini idame ettirebilecektir. Buna karşılık, sermaye tiranlığının devam ettiği her gün için insanlığın ve bütün canlı türlerinin, doğanın ödediği bedel artıyor, katlanılmaz hale geliyor. Karşı karşıya olduğumuz kriz uzun sürecek ve çok farklı alanlarda etkisi hissedilecek bir derinliğe sahip. Dolayısıyla sosyalist hareketin yeni bir tarihsel dönemin şafağında olduğumuz bilinciyle hareket etmesi gerekiyor. Neoliberalizmin ideolojik planda bütün meşruiyetini yitirmiş olması sosyalist harekete daha iddialı ve cüretkâr olma imkânını sunuyor. Bu yeni dönemde sosyalist hareket önüne kapitalizmin daha “ahlaki”, daha “insani” ya da daha “demokratik” hale getirilmesini değil, antikapitalist bir kopuş perspektifini koymalı. Aşağıdakilerin acil ve yakıcı taleplerinden hareket ederek bu taleplerle kapitalizmden kopuş ufku arasında köprüler kurmak her zamankinden önemli. Son iki üç ay içerisinde dünyada cereyan eden birçok direniş, çözümün kurumsal siyasetin ötesinde aşağıdan toplumsal mücadeleleri geliştirmek, büyük küçük demeden her direnişi önemseyip ona omuz vermek olduğunu ortaya koyuyor. Türkiye’de sosyalist hareketin buhranını da ancak yeni mücadeleler ve yeni deneyimler aracılığıyla nihayet bulacak; özellikle de kriz koşullarında. Yeter ki cüret edebilelim…