Marksist Bakış 6

Page 1

MARKSIST BAKIS Yýl:2- Sayý: 6

marksistbakis@yahoo.com

Þubat- Mart Fiyatý: 1.5 YTL

DERÝN DEVLET BURJUVA DÜZENÝN AYNASIDIR

BU PÝSLÝÐÝ ANCAK DEVRÝM TEMÝZLER . Latin Amerika’nýn Koþusu, Devlet ve Devrim Bir Kez Daha . Seka’dan Tekel Direniþine Eksiklikler; Zafer Mümkün Mü? . Mustafa Suphi TKP’si ve Epigonlarý . Marksizm ve Spor . Çalýntý Bir Devrimin Öyküsü: Ýran - 1979


GÝRÝÞ

NEWROZ YAKLAÞIRKEN Önümüzde bahar var. Doðanýn çehresindeki bu deðiþim, her toplumda sevinçle karþýlanmýþ, çeþitli kutlamalara vesile olmuþtur, öte yanda baharýn geliþinin Kürdistan’da özel bir anlamý vardýr. Uzun ve sert geçen bir kýþýn ardýndan havalarýn ýsýnmasý, bu coðrafyada siyasi atmosferin de ýsýnmasý anlamýna gelir. Kürt halký, ezilmiþliðe karþý mücadelesinde baharla beraber ayaða kalkarak nice serhýldanlar yaratmýþtýr. Tüm doðu toplumlarýnda baharýn geliþinin kutlandýðý bir bayram olan Newroz, Kürt halkýnýn mücadelesinin verildiði alanlar haline dönüþerek direniþ kültürünün bir parçasý olmuþtur. Önümüzde bahar var ve her bahar olduðu gibi Kürt dinamiði tüm keskinlikleriyle Kürt gençlerini ve çocuklarýný peþinden sürükleyerek yine sokaklara inecek. Bu dinamik o kadar canlý ki bu Newroz kutlamalarýnýn, þenliklerin ötesine geçip Kürt illerinde ya da varoþlarýnda kalabalýk Kürt nüfusunu barýndýran metropollerde büyük serhýldanlara dönüþmesi çok muhtemeldir. Böyle bir durumda þovenizmin azgýnca saldýracaðýný, tüm topluma milliyetçilik histerisinin empoze edilmeye çalýþýlacaðýný, olaylarýn bir Türk-Kürt etnik çatýþmasýna evrilmeye zorlanacaðýný kestirmek güç deðil. Bu yüzden, yaþama geçme olasýlýðý çok yüksek olan bu senaryoya karþý devrimcilerin hazýrlýklý olmasý, güçleri yettiði ölçüde bu oyunu bozmaya çalýþmasý, halklarýn kardeþliði ve ateþli enternasyonalizm perspektifinin savunucularý olmalarý onlarýn bu dönemdeki en temel görevlerinden birisidir. Bu baðlamda geçtiðimiz son bir yýllýk süreç sýkýca gözden geçirilmeli, gereken sonuçlar ve dersler eksiksiz bir þekilde ortaya konmalýdýr; zira önümüzdeki süreçte Kürt sorunundaki geliþme ve mücadeleler içerik ve þekil yönünden son bir yýlda yaþananlara benzeyecektir. Bu nedenle geçtiðimiz dönemin olaylarýný hatýrlamak ve gereken sonuçlarý çýkartmak hayati öneme sahiptir. Geçtiðimiz sene Newroz'dan sonra baþlayan bayrak provakasyonunun anýlarý hala çok taze. Olaylarýn sýcaklýðý içinde muazzam bir etnik Türk milliyetçiliði çok hýzlý bir biçimde devreye sokulmuþ, Türkiye'nin dört bir yanýndan linç giriþimleri haberleri gelmeye baþlamýþtý. Bayrak krizi'ni, TSK ve HPG gerillalarý arasýndaki çatýþmalarýn yer yer yoðunlaþarak sürmesi izledi. Genelkurmay Baþkanlýðý gerillalarýn saldýrýlarý sonrasý PKK’ye karþý ‘kýsýtlanmýþ yetkilerine raðmen’ mücadeleyi sürdürdüklerini belirtmesi ve bu konuda hükümete baský yapmaya baþlamasý açýkça OHAL'e dönüþün gündemde olduðunu gösteriyordu. Ardýndan metropollerde geliþen kitle eylemlikleri ve buna karþý giriþilen ve çoðu ölümle sonuçlanan saldýrýlar, kentlerdeki Kürt dinamiðinin mücadeledeki aðýrlýðýný ortaya koydu ve Kara Kuvvetleri Komutaný Org. Yaþar Büyükanýt’ýn 30 Aðustos’ta “Türkiye’nin Filistin haline getirilmek istendiði”ni söylettirdi. Baþbakan R. Tayyip Erdoðan’ýn 10 Aðustos’ta barýþ ve ateþkes talebinde bulunan aydýnlarla görüþmesinin ve 12 Aðustos’ta Diyarbakýr’ý ziyaret etmesinin ardýndan, HPG 20 Aðustos’ta bir aylýk tek yanlý ateþkes ilan etti, daha sonra ateþkesi AB ile üyelik müzakerelerinin baþlayacaðý 3 Ekim’e kadar uzattý. Buna karþýlýk, tek yanlý ateþkes boyunca, Türk ordusu herhangi bir pozitif adým atmak bir yana operasyonlarýný sýklaþtýrarak geleneksel tavrýný ortaya koydu. Daha sonra ise, 5 Eylül’de DEHAP’ýn örgütlediði Gemlik çýkarmasý sýrasýnda polisin takýndýðý saldýrgan tutum ve geri dönüþ yolunda Bozüyük’te MHP’li faþistlerin eylemcileri linç etme giriþimleri yaþandý. Bu, faþist hareketin Kürtlerle mücadeleye aktif olarak sokulmasý halinde nasýl bir performans göstereceðinin sýnandýðý bir deneyim oldu. Bunlar olurken Hakkari ve ilçelerinde 1 Eylül’de baþlayan ve 9 Kasým’da Þemdinli olaylarýnýn fitilinin ateþlenmesiyle son bulan süreçte bombalar hiç susmadý. 70 gün içerisinde patlayan 16 bombanýn sonuncusu Þemdinli'deydi; bu sefer hiç beklenmeyen oldu ve Þemdinli halký kontralarý kuyruðundan yakaladý. Tüm Türkiye'nin gözleri önünde kontra baðlar açýða çýkmýþtý. Ne var ki beklenen oldu, tüm deliller karartýldý, býrakýn derin iliþkilerin üzerine gidilmesini tüm halkýn gözleri esnafý bombalayýp, halký üzerine ateþ açanlar ya kaçýrýldý ya da mahkemelerden salýndýlar. Akýllarda Kara Kuvvetleri Komutaný Org. Yaþar Büyükanýt’ýn "o astsubayý iyi tanýrým, iyi bir askerdir" sözleri kaldý. 16 Kasým’da Yüksekova’da, Þemdinli'deki olaylarý protesto eden 3,000’i aþkýn göstericiye “güvenlik” kuvvetlerinin ateþ açmasý sonucunda üç kiþinin ölmesi, 17 Kasým’da üç göstericinin cenazelerinin 10,000 kiþinin katýldýðý bir törenle kaldýrýlmasý sýrasýnda iki F-16 uçaðýnýn Yüksekova üzerinde alçak uçuþ yapmasý Aðustos ayýnda Tayyip Erdoðan'ýn farklý söylemlerinin fasa fisodan ibaret olduðunu gösterdi. Türk egemen sýnýflarý Kürt sorununda agresif ve saldýrgan tutumlarýna devam edeceklerini ortaya koyuyordu. Kürt sorunu kaynaklý çatýþmalarýn alacaðý biçimler, dönemin yapýsýna uygun olarak biçim deðiþtirmiþtir. Önümüzdeki süreçte de bu tarz çatýþmalarýn yaþanmasý çok muhtemeldir. Bu nedenle, devrimciler ilk elde yaþanmasý çok muhtemel olan bu gibi provakasyon, þiddet ve baský ortamýna karþý hazýrlýklý olmalýdýr. Böyle bir hazýrlýðýn temelinde de ezilen uluslarýn kendi kaderini tayin hakký temelinde Kürt halkýyla dayanýþma perspektifi olmalýdýr. Tutarlý enternasyonalist kadrolarýn yetiþtirilmesi ve mümkün mertebede enternasyonalist söylemin kamuoyunda iþlenmesi her daim bir görevken, bu dönemde acil bir önem kazanmýþtýr. Ayrýca, geliþebilecek herhangi bir þoven dalgaya karþý radikal sol gruplarýn anti-þoven bir birlik oluþturarak olaylar karþýsýnda hýzlý ve etkili bir müdehale hattý geliþtirebilmesi çok büyük bir öneme sahiptir. Bu tarz bir ortak mücadele hattýnýn temel fonksiyonu þoven dalgaya karþý duruþun olabildiðince güçlü olabilmesidir. Böyle bir birliðin etkisi oluþturulacak gücün geliþimine baðlý olarak geometrik bir þekilde artacaktýr. Son dönemlerde Kürt sorunuyla ilintili olarak geliþen politik gündemlerden biri de, ülkede düþük yoðunluklu bir iç savaþ ortamýnýn olduðu 90'lý yýllarda dahi var olmayan bir Türk-Kürt etnik çatýþmasýnýn zeminin yaratýlmýþ olmasýdýr. Böyle etnik temeldeki bir düþmanlýk, halklarý ilelebet birbirine düþermeye yarayacaðýndan bu coðrafyadaki sosyalist devrim mücadelesine çok büyük zararlar verecektir. Bu açýdan Türk devrimcilerinin görevinin ne olduðunu defalarca söyledik. Diðer taraftan þunun da net bir þekilde ortaya konmasý gerekir: Tamamýyla kendiliðinden ve örgütsüz olarak duran Kürt komünistlerinin de çok büyük tarihsel görevleri vardýr. Evvela, daðýnýklýk ve bireysel duruþlarýn ötesine geçerek devrimci Marksizm'in rehberliðinde, Kürt ulusal hareketinden baðýmsýz bir örgütlü mücadeleye giriþmek en acil görevleridir. Kürt coðrafyasýndaki kitle radikalizmi ve sýnýfsal çeliþkiler böyle komünist bir örgütlülüðün Kürt iþçi ve yoksul halkýna ulaþmakta zorlanmayacaðýný kanýtlamaktadýr. Öte yandan böyle bir örgütlülüðü kurmak hiç de kolay olmayan bir süreçtir, burada da Türkiyeli komünistlere büyük sorumluluklar düþmektedir. Kürdistan’da komünistlerin yaratacaðý bir komünist örgütlülüðün önü açýk olacak ve tüm Ortadoðu bölgesinin devrimci dönüþümünü etkileyecek bir güce sahip olacaktýr.

MARKSIST BAKIS Üç Aylýk Politik Dergi Yýl: 2 Sayý: 6 Þubat 2006 Sahibi ve Sorumlu Yazý Ýþleri Müdürü: Ayþe Þensöz Adres: Mithatpaþa Cad. 34-F Blok Daire No: 28 Kýzýlay/ANKARA Tel: 0 312 480 95 60 Baský: Yön Matbaacýlýk

Ýletiþim Ýçin: E-mail: marksistbakis@yahoo.com Büro-Adres: Mithatpaþa Cad. 34-F Blok Daire No: 28 Kýzýlay/ANKARA


TEMEL ÝLKELERÝMÝZ Ya Barbarlýk Ya Sosyalizm: Tüm toplumsal ve ekonomik hayatýn bir avuç kapitalistin çýkarlarý doðrultusunda þekillendiði kapitalist sistem varlýðýný, ancak savaþlarla sürdürmektedir. Ýþsizlik, açlýk, yoksulluk, savaþlar ve doðanýn tahribatýnýn sorumlusu kapitalizm ve onun içkin özellikleri olan kar hýrsý ve rekabettir. Kapitalizmde bütün zenginliði iþçiler yaratýr. Bu zenginliðin çoðunluðun ihtiyaçlarý için kullanýlabilmesi ancak iþçi sýnýfýnýn kolektif olarak bütün zenginliðe, üretim araçlarýna el koymasýyla, üretimi ve daðýtýmý kontrol etmesiyle yani proletarya dikatarölüðü ile mümkündür. Aþaðýdan Sosyalizm: Sosyalizm, ancak tüm ezilenlerin ve yoksullarýn desteðini alarak onlara öncülük eden iþçi sýnýfýnýn kitlesel, doðrudan, mi-litan mücadelesiyle; iþçi sýnýfýnýn kendi eylemleriyle mümkündür. Sosyalizm, küçük bir azýnlýðýn kendini kitleler yerine ikame etmesiyle kurulamaz. Sosyalizm ancak iþçi konseyleri aracýlýðýyla aþaðýdan yukarýya örgütlenen bir iþçi iktidarý ile gerçekleþtirebilir. Bunun dýþýndaki kestirmeci, maceracý, tepeden inmeci her yol kaçýnýlmaz olarak bir azýnlýk iktidarýyla, kapitalizmle sonuçlanýr. Marks’ýn dediði gibi iþçi sýnýfýnýn kurtuluþu kendi eseri olacaktýr. Sosyal Devrim: Bu düzenin kurumlarý iþçi sýnýfýna karþý kapitalistleri korumak için vardýr. Bu kurumlar iþçi sýnýfý tarafýndan ele geçirilip kullanýlmaz. Mevcut sistem iyileþtirmeler yapýlarak, yani reformlarla düzeltilemez. Sosyalizm parlamento aracýlýðýyla gerçekleþemez. Bir sosyal devrim zorunludur. Yurtseverlik deðil Enternasyonalizm: Bütün dünya iþçileri kardeþtir. Ýþçilerin vataný yoktur. Küresel bir sistem olan kapitalizmin tarihin çöp tenekesine atýlabilmesi için iþçi sýnýfýnýn uluslararasý birliði zorunludur. Marks bu yüzden bütün dünyanýn iþçileri birleþin çaðrýsý yapmýþtýr. Ulus içindeki bütün sýnýfsal ayrýmlarý perdeleyen yurtsever ideoloji ise iþçi sýnýfýný uluslararasý düzeyde böler, bize kapitalizmin çizdiði ulusal sýnýrlarý benimsememizi öðütler. Özünde iþçi sýnýfýný mevcut sisteme eklemleyen bu ideoloji yönetici sýnýflarýn en büyük silahýdýr.

Tek Ülkede Sosyalizm Mümkün Deðildir: Kapitalizm dünya ölçeðinde bir sistemdir. Bunun alternatifi olan sosyalizm de ancak dünya ölçeðinde gerçekleþebilir. Tek ülkede sosyalizmin olamayacaðýýn görmek için Marksist olmaya bile gerek yoktur. Dolayýsýyla herhangi bir ülkede gerçekleþebilecek baþarýlý bir devrimin kaderi (dolayýsýyla tüm insanlýðýn kaderi), devrimin diðer ülkelere sýçramasýna baðlýdýr. Bu mümkündür, çünkü kapitalizmin krizleri küresel, devrimler seridir. Ulusal Sorun: Devrimci Marksistler ezilen halklarýn kendi kaderini tayin hakkýný savunur, ezilen halkýn politik temsilcisine ulusal sorunla ilgili konularda devlet karþýsýnda koþulsuz eleþtirel destek verir. Devrimci Marksistler her türlü etnik ve dini azýnlýðýn üzerindeki baskýlara karþý çýkar, onlarýn örgütlenme hakkýný savunur. Cinsiyetçilik: Yaþadýðýmýz sistem kadýnlarý ezmektedir. Kapitalizm, kadýnlarý iþyerinde ucuz iþ gücü olarak, aile içinde ise yeni kuþak iþçi sýnýfýnýn bedavaya yetiþtirilmesinde ve ev iþlerinin bedava halledilmesinde kullanmaktadýr. Bu durum kadýnlarýn hayatýn her alanýnda geri planda kalýp ezilmesine yol açmaktadýr. Devrimci Marksistler her yerde cinsiyetçiliðe karþý mücadele edip, kadýnlarýn her alandaki eþitliðini savunurlar. Devrimci Marksistler insanlarýn cinsel tercihleri nedenleriyle ezilmelerine, eþcinsellerin aþaðýlanmasýna karþý mücadele ederler. Devrimci Parti: Ýþçi sýnýfýnýn kendiliðinden mücadelelerinin bir iþçi devletiyle sonuçlanabilmesi için devrimci parti zorunludur. Bu parti iþçi sýnýfýnýn en ileri devrimci unsurlarýný bünyesinde toplar, onlarýn sýnýf içerisindeki daðýnýk etkisini merkezileþtirir, onlarý koordine eder ve aktif siyasi hayata ve sýnýf mücadelesine müdahale eder. Bu parti tüm iþçi sýnýfýna öðretir ve ondan öðrenir. Ýþçi sýnýfý içinde kök salmýþ, kitlesel bir devrimci iþçi partisinin sýnýf mücadelesinin kritik anlarýnda ve özellikle devrimci durumlarda var olmasý devrimin baþarýya ulaþmasý için çok hayatidir, bu yüzden böyle bir partiyi inþa etmek ertelenemeyecek bir görevdir. Devrimci Görev: Bu ilkelere katýlan herkesi Marksist Bakýþ Dergisi faaliyetlerini büyütmeye çaðýrýyoruz..

ÝÇÝNDEKÝLER Giriþ: Newroz Yaklaþýrken Latin Amerika’nýn Koþusu, Devlet ve Devrim Bir Kez Daha Seka’dan Tekel Direniþine Eksiklikler; Zafer Mümkün Mü? Çalýntý Bir Devrimin Öyküsü: Ýran - 1979 Küreselleþme ve Ulus-Devletler Devrimci Marksizm ve Sol Mustafa Suphi ve Epigonlarý Marksizm ve Spor(Chris Bambery) Filistin, Kürdistan ve Türkiye Ekseninde Ortadoðu’da Mücadele

.....1 ..... 2 ..... 6 ..... 9 ..... 14 ..... 17 ..... 20 ..... 26 ..... 30


MARKSiST BAKIs

LATÝN AMERÝKA'NIN KOÞUSU, DEVLET VE DEVRÝM BÝR KEZ DAHA

Devrimci yükseliþ dönemleri siyasi hareketlerin gerçek yüzlerinin ortaya çýktýðý dönemlerdir. Sað cenahýn neler yapacaðý üç aþaðý beþ yukarý devrimci dönemlerden önce zaten bellidir. Bu süreçler, olsa olsa onlarýn burjuva demokratlýðýnýn ne kadar sahte olduðunu ortaya çýkarabilir. Asýl siyasi deprem solda olur.

Latin Amerika'da kazan kaynamaya devam ediyor. Sýnýf mücadelesinin radikalliðini sürdürdüðü bu coðrafyada hýzla deðiþen siyasi durum, birbirini kovalayan yeni geliþmeler sýnýflararasý güç iliþkilerine yeni boyutlar kazandýrýyor. Her yeni boyut da politik ilkeler konusunda ve onunla doðrudan baðlantýlý biçimde stratejik ve taktiksel yaklaþýmlarda hayati tartýþmalarý gündeme taþýyor, farklý ideolojik duruþlarýn hayatta karþýlýk bulmasýný beraberinde getiriyor. Dolayýsýyla, böylesi bir laboratuarýn devrimci Marksistlerin gündemine tekrar tekrar taþýnmasý bir zorunluluk haline geliyor. Devrimci yükseliþ dönemleri siyasi hareketlerin gerçek yüzlerinin ortaya çýktýðý dönemlerdir. Sað cenahýn neler yapacaðý üç aþaðý beþ yukarý devrimci dönemlerden önce zaten bellidir. Bu süreçler, olsa olsa onlarýn burjuva demokratlýðýnýn ne kadar sahte olduðunu ortaya çýkarabilir. Asýl siyasi deprem solda olur. Bir devrim ne kadar ilerlerse en reformistinden baþlayarak en "devrimcisine" kadar bütün küçük burjuva solcusu politik yapýlar karþý-devrim saflarýna atýlýrlar. Tarihten örnek vermek gerekirse; o dönem þartlarýnda radikal gözüken reformcu Alman Sosyal Demokrat Partisi (SPD), gerçekte bir proleter devrimden o kadar çok korkmaktaydý ki, 1918'deki Spartaküs ayaklanmasýnýn cellatlýðýný bizzat kendisi yaparak Alman proletaryasýnýn komünist liderleri Rosa Luxemburg ve Karl Liebknecht'i katletmiþti. Bu konuyla ilgili çok iyi bir örnek de Rus devrim tarihinde mevcuttur. Sonralarý Sosyalist Devrimci Parti (SR) adýný alan Narodnikler Çarlýk düzenine karþý uzun yýllar boyunca mücadele ettiler, bunun karþýlýðýnda idam edildiler, iþkence gördüler, Sibirya'da uzun sürgün yýllarýný tattýlar. Lenin'in aðabeyi Aleksandr da Çara suikast düzenlemek isterken yakalanýp idam edilen bir Narodnik'ti. Öte yandan, Narodnikler Çarlýðý deviren 1917'deki Þubat Devrimi'nden sonra karþý-devrimin saflarýna geçtiler. Ekim Devrimi'yle yýkýlan burjuva hükümetin baþýnda onlar vardý, bu yüzden Ekim Devrimi'ne en þiddetli muhalefeti onlar gösterdiler, aþýrý þovenist bir tutum takýnarak emperyalist savaþta Rus ordularýnýn yayýlmacýlýðýný desteklediler, devrimden sonra iþçi iktidarýný zayýflatmak için sabotajlar-saldýrýlar düzenlediler, en sonunda karþý-devrimci Beyaz Ordu'ya katýlýp iþi Lenin'e suikast düzenlemeye kadar vardýrdýlar. Birçoklarýna bu durum anlaþýlmaz görünebilir, bu durum yine birçoklarýna kaderin bir cilvesi ya da insanoðlunun çið süt emmiþliði gibi de gözükebilir. Öte yandan Marksistler bu gibi durumlarýn arkasýnda sýnýf savaþýmýnýn doðasýnýn yattýðýný bilirler. Kendilerine köylülüðü temel alan ve üyelerinin çoðunluðu orta sýnýf aydýnlardan oluþan Narodnikler’in küçük burjuva sýnýf karakteri bir iþçi devrimiyle uyuþmuyordu. Sýnýfsal pozisyonlarý ideolojik yaklaþýmlarýný da belirliyordu, onlara göre Rusya'da bir iþçi iktidarý kurulamazdý, "nesnel koþullar" bunu imkansýz kýlýyordu. Öte yandan devrimin geliþimi Rusya'da iþçi iktidarýnýn mümkün olduðunu ispatladý. SR'ler devrimin geliþimi tarafýndan geride býrakýlmýþlardý; bu, onlarýn sýnýfsal pozisyonunun doðal bir sonucuydu. Stalinist "Halk Cephesi" hükümetleri de bu gibi durumlara bolca malzeme sunar. Geliþen devrimci dalganýn kendilerini aþýp, bir proleter devrime varmasýndan ödleri kopan resmi komünist partiler, halk cephesi hükümetleriyle iþçi hareketini düzen sýnýrlarý içinde tutmaya çalýþmýþlardýr. Bu taktiðin sonucu olarak 1936 Fransa'sýnda ve 1973 Þili'sinde çöken burjuva mekanizmayý ayakta tutmuþ, 1936 Ýspanyasý'ndaysa tamamen göçmekte olan kapitalist sistemin bekasý için devrimi arkadan hançerlemiþlerdir. Proletarya ile kapitalistler arasýnda 150 yýlý aþan geçmiþi bunun gibi örneklerle dolu olan sýnýf savaþýmýnýn bu yönünü Marks þu sözlerle ifade etmiþti: "Özel yaþamda bir insanýn kendisi hakkýnda düþündükleri ve söyledikleri ile o insanýn gerçekte ne olduðu ve ne yaptýðý arasýndaki ayrým gibi, tarihsel mücadelelerde partilerin sözleri ve vaatleriyle onlarýn gerçek yapýlarý ve çýkarlarý arasýnda, kendileri hakkýnda sahip olduklarý düþüncelerle

-2-


MARKSiST BAKIs Latin Amerika’da yükselen reformist dalgaya Morales de katýldý

onlarýn gerçekte ne olduklarý arasýnda daha dikkatli bir ayrým yapýlmasý gerekir."

Chavez'den Morales'e Latin Amerika'nýn Solcu Devlet Baþkanlarý Latin Amerika’da son dönemde yaþananlarý da bu yukarýdaki alýntý temelinde ele almak gerekiyor. Sýnýf mücadelesi tarihinin sayýsýz dersleri Marksistlere bu konuda yeterince donaným saðlamaktadýr. Burjuva medyada sýk sýk yankýlandýðý üzere Latin Amerika'da solcu devlet baþkanlarý kervanýna Ekvador, Arjantin, Brezilya, Venezuela, Uruguay'dan sonra en son Þili'de Bachalet, Bolivya'da Morales katýldý. Bütün bu seçim zaferlerinin ardýndan Chavez iyice coþup tüm Latin Amerika'nýn kendine özgü yollardan 21.yüzyýl sosyalizmine ulaþacaðýný ilan etti. Bu fikrin salt Chavez'e ait olduðu söyle-nemez, kendini devrimci addeden türlü Stalinist, Kemalist, küçük burjuva radikali ve reformist Chavez ile yatýp Chavez ile kalkýyor, bir þekilde Chavez'in 21.yy sosyalizmi, Bolivarcý devrim hareketi gibi kavramlarýna alkýþ tutuyorlar. Ömrü boyunca doktor yüzü görmemiþ, açlýk ve sefalet içinde kývranan, hiç bir sosyal güvenceye sahip olmayan Venezuela ya da (o da olursa) Bolivya halkýna yapýlan reformlar bir devrim gibi gelebilir. Onlarý sosyalist devrim fikrine kazanmak Devrimci Marksistlerin görevidir. Öte yandan Venezuela'daki Bolivarcý "devrimi" ballandýra ballandýra anlatýp sosyalizm konusunda bilinç geriliði yaratan "komünistler" ve "devrimciler" ile Marks'ýn yukarýda yaptýðýmýz alýntýsý temelinde saðlam bir hesaplaþmaya girilmelidir. Bu baðlamda Latin Amerika'da yaþananlarý doðru okumak gerekiyor. Latin Amerika sýnýfsal çeliþkilerin çok yoðun olduðu bir kýta. Son dönemlerde yapýlan bir araþtýrma sýnýflar arasýndaki uçurumun Latin Amerika'da Afrika'dan bile daha derin olduðunu gösterdi. En yoksul %10 toplumsal zenginliðin ancak %1'ine ulaþabiliyorken, en zengin %10, %48'lik bir paya sahip olabiliyor. Kýta genelinde halkýn yarýsýndan fazlasý yoksulluk sýnýrýnýn altýnda yaþýyor, üstelik bu yoksulluk bir avuç kapitalistin gösteriþ, lüks ve ihtiþam içinde yaþamlarýyla yan yana. Bu durum kýtanýn yüzyýllarý aþan isyancý geleneði ve geleneksel olarak güçlü olan sol havasýyla birleþince, kýtada her zaman patlamayý bekleyen bir devrim-

ci mücadele dalgasý hazýr bulunuyor. Bu nedenle kýtada devrimci durumlara oldukça sýk rastlanýyor. Ýþte Latin Amerika'da son yýllarda sýnýf mücadelesinin nasýl þiddetlendiðinin kanýtlarý olarak bir dizi büyük ayaklanma patlak verdi ve devrimci durum yaþandý. Ekvator'da 2000 yýlýnda ayaklanan kitleler parlamento binasýný, baþkanlýk sarayýný, yüksek mahkemeyi bastýlar. Ýktidar fiilen ele geçirilmiþ, burjuva devlet mekanizmasý fiilen devre dýþý býrakýlmýþtý ama devrim çok geçmeden kaybedildi. Arjantin'de 2001'in Aralýk ayýnda kapitalizmin krizine halk ayaklanarak karþýlýk verdi. Devrimci dönem aylarca devam etti. Venezuela'da 2002'de Nisan ayýnda ABD destekli bir darbe giriþimi sonrasýnda ayaklanan milyonlarca kiþi baþkanlýk sarayýný kuþatarak darbeyi geri teptirdi. 2003'ün Ekimi'nde Bolivya'da ayaklanan iþçiler ve topraksýz köylüler asker ve polislerle çatýþtý. Çatýþmalarda resmi rakamlara göre 120 kiþi öldü. Devrimci dönem boyunca ellerindeki dinamitlerle gösterilere katýlan madenciler, ayaklanmanýn þiddetinin sembolü oldular, iþçi sýnýfý iktidarýn eþiðinden döndü. Son olarak Nisan 2005'te ayaklanan halk reform vaadiyle 2000 ayaklanmasýnýn üzerinden iktidara gelen, iktidarýndaysa kapitalistlere çalýþan Gutierrez'i devirdiler.

Reformistlerin Yükseliþi Bolþevik Önderliðin Olmayýþýndandýr Sýnýf çeliþkilerinin yarattýðý büyük toplumsal öfkenin neden olduðu kendiliðinden ayaklanmalarýn kapitalist sistemi silkelediðini ama yýkamadýðýný 20.yy’ýn birçok deneyimi kanýtladý. Bunun 21.yy’daki ilk örnekleri Latin Amerika’da Bolivya, Arjantin ve Ekvator’da yaþandý. Sýnýf mücadelesi tarihi bu gibi yarým kalan devrimlerle doludur. Kapitalizmin krizi ve geliþen kitle muhalefetine paralel olarak geliþen bir devrimci aygýtýn yokluðu reformist siyasi yapýlanmalarý alternatifsiz býrakmakta; bu da reformizmin burjuva parlamenter kanallarý etkili þekilde kullanmasýna fýrsat yarat-

-3-

Kendiliðinden hýzla geliþen mücadele dalgasý, gelebileceði en son nokta olan iktidar sorununa kadar ulaþýyor, burada enerjisinin bir kýsmýný deþarj ettikten sonra çaresiz biçimde yüzünü parlamenter kanallara ve reform vaatlerine dönüyor.


MARKSiST BAKIs maktadýr. Kendiliðinden hýzla geliþen mücadele dalgasý, gelebileceði en son nokta olan iktidar sorununa kadar ulaþýyor, burada enerjisinin bir kýsmýný deþarj ettikten sonra çaresiz biçimde yüzünü parlamenter kanallara ve reform vaatlerine dönüyor. Latin Amerika’da reformist liderlerin peþi sýra iktidara gelmesinin arkasýnda böyle bir manzara yatýyor. Ýþçi sýnýfýnýn militan mücadelesine önderlik edebilecek Bolþevik bir hareketin varlýðý ise tüm Latin Amerika’da sürekli devrim dalgasýnýn baþlamasýna ve Latin Amerika Birleþik Sovyet Cumhuriyeti’nin gündeme gelmesine yol açacaktýr. Yukarýda belirttiðimiz gibi söz konusu süreç, geliþen sýnýf muhalefetinin devrimci bir önderliðe sahip olmamasý yüzünden iktidar sorununa çözüm üretememesi ve kitlelerin, sorunlara burjuva düzen sýnýrlarý içerisinde çözümler öneren reformist liderleri desteklemeye baþlamalarýndan ibarettir. Ne var ki Chavez ve Chavez yanlýlarý yaþananlarýn bir “çeþit” (Chavez buna Bolivarcý diyor) devrim olduðu konusunda ýsrarlýlar. Öncelikle bir konuya açýklýða kavuþturmak gerekiyor. Latin Amerika’da iktidara gelen reformist liderlerden sadece Venezuela, dünya genelindeki reformist çizgiden farklýlýk gösteriyor. Marksist Bakýþ’ýn ikinci sayýsýnda derinlemesine ortaya konulduðu gibi, kapitalizmin kriziyle beraber reformist akýmlarýn reform yapmalarý imkansýzlaþmýþ, “reformsuz reformizm” sendromuyla birlikte Blairci “üçüncü yol akýmý” tüm dünyada yaygýnlýk kazanmýþtýr. Örneðin Brezilya’da baþkanlýk seçimlerini kazanan “metal iþçisi” Lula Da Silva iktidarýnda týpký Blair ve Schröder gibi neoliberal bir siyaset gütmektedir. Esasýnda Lula’nýn kiþilik olarak Chavez’den daha az solcu olmadýðý iddia edilebilir, ama mesele o deðildir. Dünyanýn en büyük ekonomilerinden birisine sahip, uluslararasý ticaretle küresel kapitalizme çelik halatlarla baðlanmýþ, bölgesel bir gücün baþkaný, bir burjuva politikacý olarak Lula’nýn reformlar baðlamýnda yapacaklarý son derece sýnýrlýdýr. Kirchner iktidarý ise reformistlerin kapitalist sistemin hasta bakýcýlarý olduðuna en iyi örnek olsa gerek. Misyonu Arjantin’de çöken kapitalist sistemi ayakta tutmak olan Kirchner’i tüm dünya burjuvalarýnýn ne kadar sevdiði ortada. Arjantin’deki ayaklanmadan burjuva çevreler o kadar rahatsýz oldular ki Kirchner iktidarýnýn IMF’ye yapýlan borç ödemelerini dondurmasýna bile ses çýkarmadýlar, zira adamlarý Kirchner ortalýðý yatýþtýrmaya çalýþýyordu, O’na yardýmcý olmak gerekirdi, gereken yapýldý. Uruguay ve Þili örneklerinde de sosyal liberal sentezin ötesinde bir þey beklemek hayal olur. Þili’de seçimleri kazanan Bachalet’in partisi zaten uzun yýllardýr iktidarda. Venezuela ve Bolivya’ya gelince. Chavez’i diðer reformist liderlerden ayýran özellik, Chavez iktidarýnýn diðer reformcu liderlerden farklý olarak reform yapabilme þansýna sahip olmasýdýr. Bunu ülkenin zengin petrol ve doðalgaz yataklarýna borçludur. Venezuela dünyanýn en büyük petrol üreticilerinden birisidir. Bu duruma sürekli artan petrol fiyatlarý da eklenince, Chavez, devletin eline geçen çok büyük ekonomik kaynaklar sayesinde, burjuva mülkiyet iliþkilerine dokunmadan reformlar yapabilme þansýný elde etmiþtir. Diðer reformcu liderler bu þansa sahip deðildir. Diðer taraftan Chavez’in bu þansý kullanabilmesi hiç kolay olmamýþ, bunun için çok net bir ulusalcý çizgi izlemesi gerekmiþ ve hatta bu yolda ABD patentli darbe giriþimine maruz kalmýþtýr. Sonuçta Chavez petrol gelirleri üzerinde tam denetim kurmayý baþar

mýþtýr. Bu da Chavez’in “reformcu reformizm” özgün örneðinin oluþmasýný saðlayan temel etmen olmuþtur. Bu noktada Chavez’in reformlarýný “Bolivarcý Devrim” olarak deðerlendirerek “dünya Chavez’ini arýyor” naralarý atanlarla hesaplaþmak gerekiyor. Chavez birçok reform yaptý, bu doðru. Yoksullar için hastane, okul, konut yaptýrdý; topraksýz köylülere devletin topraðýný daðýttý, okul çocuklarýna beslenme verdirdi... Örnekleri çoðaltmak mümkün. Peki ama, ne zamandan beri bu gibi reformlar devrim sayýlýyor. Ücretli emek sömürüsü olduðu gibi duruyorken, kapitalist düzen yarattýðý tüm pisliklerle yerli yerindeyken, tarihsel bir perspektiften bakýldýðýnda Chavez’in reformlarýna kýrýntý demek hiç de abartý olmayacaktýr. Kaldý ki, bu gibi haklardan daha fazlasý bugün AB ülkelerinde mevcut, peki AB’de sosyalizm olduðunu kim iddia edebilir? Chavez’in burjuva mülkiyet iliþkileriyle bir sorunu olmadýðý ortada, bunu kendisi defalarca belirtti ‘beraber çalýþacaðýz’ diye. Venezuela’da üretim iliþkilerinde, üretim araçlarý üzerindeki burjuva mülkiyet hakkýnda deðiþen hiçbir þey yok ve Chavez iktidarýnda Chavez’e raðmen bir kalkýþma olmazsa ilerde de olmayacak.

Chavez’i diðer reformist liderlerden ayýran özellik, Chavez iktidarýnýn diðer reformcu liderlerden farklý olarak reform yapabilme þansýna sahip olmasýdýr. Bunu ülkenin zengin petrol ve doðalgaz yataklarýna borçludur. Venezuela dünyanýn en büyük petrol üreticilerinden birisidir. Bu duruma sürekli artan petrol fiyatlarý da eklenince, Chavez, devletin eline geçen çok büyük ekonomik kaynaklar sayesinde, burjuva mülkiyet iliþkilerine dokunmadan reformlar yapabilme þansýný elde etmiþtir. Oysa gerçek bir devrim Venezuela’da doðrudan burjuva toplumsal düzenin temellerini hedefler: “Bir sosyalist devrim ilk elde burjuva devlet mekanizmasýný, onun tüm aygýtlarýný daðýtarak parçalamalýdýr. Ordu daðýtýlmalý, üst düzey subaylar tutuklanmalýdýr. Buna paralel olarak devrim, kendisini korumak için halký silahlandýrmalý ve iþçi milislerini örgütlemelidir. Tüm bankalar tek bir merkez banka halinde kamulaþtýrýlmalý, dýþ ticaret tekeli oluþturulmalýdýr. Burjuva parlamento daðýtýlmalý, ekonomik ve sosyal hayatýn kontrolü, yeni iktidarýn temeli olan iþçi meclislerine (konsey ya da sovyet) geçmelidir. Burjuva Venezuela devletinin diðer kapitalist devletlerle imzaladýðý her türlü gizli emperyalist antlaþma iptal edilmeli ve tüm dünya kamuoyuna ifþa edilmelidir. Laftan ibaret olan burjuva demokrasisini fersah fersah aþan iþçi demokrasisi böylelikle yaþama geçmiþ olacaktýr. Ayrýca, devrim, iþçi devrimlerinin baþta Latin Amerika olmak üzere tüm dünyayý sarmasý için derhal Venezuela’da bir Enternasyonal toplamalý ve bu enternasyonale dünyanýn bütün Marksist partileri ve devrimci iþçi temsilcileri çaðrýlmalýdýr.” Venezuela ya da Latin Amerika’nýn ya da dünyanýn herhangi bir ülkesinde bir sosyal devrimden bahsetmek için varolmasý zorunlu olan en temel þartlardan bazýlarý bunlardýr. Bunun ötesinde burjuva mülkiyet iliþkilerine kesinlikle dokunmayan bir liderin yaptýðý reformlara devrim demek en hafifinden yalancýlýktýr. Burjuva devlet mekanizmasýnýn en

-4-


MARKSiST BAKIs tepesindeki kiþi olan Chavez’in yapabilecekleri kendi sýnýfsal pozisyonuyla belirlenmiþtir. Bunun en iyi kanýtý, Ekvador’da kitle radikalizminin ifadesi olarak baþkanlýða seçilen Gutierrez’ýn, iktidarýnda halk düþmaný icraatlarda bulunmasý üzerine 2005’te halk ayaklanmasý sonucu devrilmesine Chavez’in verdiði tepkidir. Chavez, Guiterrez’i ayaklanan halka karþý savunmayan Ekvador ordusunu suçladý. “Silahlý kuvvetlerin görevi, anayasayý ve seçilmiþ hükümeti savunmak”týr diyebildi! Chavez Ekvador’da olanlarý, kendisine karþý giriþilen 2002 Nisan darbesine benzetti ve “Guiterrez’in demokratik yollardan gitmesi gerekiyordu” diyerek tavrýný net bir þekilde ortaya koydu. Halkýn kendisine karþý yapýlan darbe giriþiminden sonra ayaklanarak kendisini kurtardýðýný çabuk unutmuþa benzeyen Chavez’in bu tutumu klasik düzen içi burjuva politikacý tavrýdýr ve bu tavrýyla kitleler kendi inisiyatifinin dýþýna çýktýðýnda neler yapabileceðini (mesela orduyu göreve çaðýrmak gibi!) çok güzel ortaya koymuþtur.

le bir sorunu olmadýðýný ilan eden Morales’in, iktidarý boyunca kapitalist mülkiyet iliþkilerine halel getirmeyeceði ise durumun diðer yanýný oluþturacak ve bu durumu kurcalamak gerçek devrimcilerin görevi olacaktýr.

El Alto Barikatlarý mý Baþkanlýk Sarayý mý? Sol içinde Chavez ve genel olarak Latin Amerika’nýn analizi konusunda derin bir farklýlaþma göze çarpýyor. Ezici çoðunluk Chavez çaðrýþýmlarýna destanlar yazýyor. Stalinist, Kemalist, reformist, merkezci, küçük burjuva radikali, vatansever, ulusalcý solcu birçok akým Chavez konusunda hemfikir. Bu ortak duygu ve fikir birliðinin arkasýnda bu akýmlarýn birçok ortak yönünün bulunmasý, birbirlerinden beslenmeleri yatýyor. Chavez’de kendilerinden birçok parça gören

Morales Bolivya’da iktidara gelen Morales’in önümüzdeki süreçte öne çýkma ihtimali yüksek, bu nedenle kendisini iyi tanýmakta fayda var, bunun için de 2003’teki ayaklanmayý ve Morales’in baþkanlýðýný yaptýðý MAS’ýn ayaklanma ve sonrasýndaki tutumunu irdelemek gerekiyor. 2003’teki Bolivya ayaklanmasý o kadar þiddetliydi ki Morales gibi küçük burjuva düzen solcularýnýn korkuya kapýlmamasý imkansýzdý. Zira iþçilerin kalesi El Alto’da halkýn kendilerini bu unsurlarýn aralarýnda birçok ortak özellik var: Burjuva ilgilendiren konularda kararlar aldýklarý sovyetler kuruluyor, mülkiyet iliþkilerine iliþmeme, buna karþýn iþçi sýnýfýnýn böylelikle bir ikili iktidar yaþanýyorken, diðer taraftan baðýmsýz sýnýf siyasetinden korkma, ulusalcý- milliyetçi çizgi, barikatlar arkasýnda kanlý çatýþmalar yaþanýyordu. Böyle bir sosyalizmi kamuculuða indirgeyen anlayýþ, iþçi sýnýfý ve ortamda Devlet Baþkaný Sanches de Lozada ülkeden kaçýyorhalka güvenmeme ve onlarý kurtarýlacak nesne olarak görme, du. Gelgelelim Morales ve partisi MAS kalkýþmanýn bir an burjuva devlet mekanizmasýný güçlendirme hedefi, kalkýnevvel durulmasý, kitle radikalizminin düzen sýnýrlarý macý anlayýþ, anti-emperyalizm kýlýðýnda yabancý düþmaniçerisinde eritilmesi için elinden geleni yaptý. Güçlü devrimlýðýna varan çizgi... ci bir çekim merkezinin olmadýðý koþullarda reformist Devrimci Marksist yaklaþýmýn Latin Amerika’da yükselen örgütlülük yine mutlak belirleyiciliðe sahip oldu. MAS, sýnýf hareketinden sevinç ve heyecan duymamasý söz konusu Lozada kadar katýksýz iþçi düþmaný olan Mesa’nýn (ki bu ikisi olamaz. Öte yandan Troçki’nin piston buhar diyalektiðini iyi ayný partidendir) iktidara gelmesine vize vererek devrimci kavramak gerekir. Buhar olmadan piston iþlevsizdir, pistonun durumun sönümlenmesini saðlamýþ, üstelik Mesa’ya zaman yokluðunda ise buhar uçar gider. Benzetmede buharla ifade tanýnmasýný isteyerek olaylarýn tamamen yatýþmasýný heedilen kitle hareketi Latin Amerika’da bir hayli çoktur, eksikdeflemiþtir. Bunun adý da tereddütsüz karþý-devrimciliktir. lik buharýn enerjisini yaþama geçirecek olan pistondadýr, yani Ve Morales þimdi iktidarda. Ýktidarý boyunca kendisini iktidevrimci partidedir. Pistonun yokluðunda buhar uçup gitmekdara taþýyan kitlelerin yoðun baskýsý altýnda olacak. Doðalgaz tedir. Bolþevik bir örgütün yokluðunda kitlelerin enerjisi yataklarýnýn devletleþtirilmesi gibi en temel reform taleplerireformcu güçlere evrilmekte ve orada soðurulmaktadýr. ni karþýlamamasý halinde kaderinin Ekvador’daki Gutierrez Çeþitli küçük burjuva radikali, vatansever-milliyetçi, gibi olmasý çok muhtemel. Ne var ki, bu noktada kendisini Stalinist, reformist, merkezci, ulusalcý solcu akým da Chavez þanslý kýlan bir nokta var. Bolivya’da Venezuela gibi doðalgaz vb. þahsýnda kendi sýnýrlýlýklarýna naðmezengini bir ülke. O da Chavez gibi bu ler düzmektedir. zenginliklerin kontrolünü kýsmen de olsa Unutulmamalýdýr ki, reformizm kapitaele geçirebilirse (ki bu hiç de kolay lizmin hasta bakýcýsý, Bolþevizm ise celEkvador’da kitle radikalizminin sonuolmayan bir iþ), bir takým reformlarýn cunda baþkanlýða seçilen Gutierrez’ýn, latýdýr. Reformistler yastýðý hasta adamýn finansmanýný saðlamýþ olacaktýr. O zaman þimdilik beklemede olan Chavezci sol da halk düþmaný icraatlarý nedeniyle halk kafasýnýn altýna koyarken, Bolþevikler ayaklanmasýyla devrilmesi üzerine, yastýðý hasta adamýn yüzüne bastýrýrlar. (zira Morales’in karþý devrimci anýlarý çok Chavez, Guiterrez’i ayaklanan halka taze) cesaretini toplayýp Morales’i baðrýna karþý savunmayan Ekvador ordusunu V. Umut Arslan basacak ve yeni bir Che’nin ve tabi onun suçladý. “Silahlý kuvvetlerin görevi, siyasetinin propagandasýný yapmaya anayasayý ve seçilmiþ hükümeti savunbaþlayacaktýr. Daha þimdiden kapitalistler- mak”týr diyebildi!

-5-


MARKSiST BAKIs SEKA'DAN TEKEL DÝRENÝÞÝNE EKSÝKLÝKLER;

ZAFER MÜMKÜN MÜ? 1980’lerden beri süregelen sermayenin saldýrýlarýna karþý mücadelede, iþçilerin sendika bürokratlarýný ezip geçememelerini saðlayan en önemli faktörlerden birisi ideolojikti. Temel misyonu iþçi mücadelelerini düzen sýnýrlarýnda tutmak olan sendika bürokrasisinin, bununla iliþkili olarak en önemli görevi burjuva ideolojisinin iþçilere nüfuz etmesini saðlamaktýr. Bu baþarýldýðý sürece sendika bürokrasisi ve kapitalistler rahat olurlar. Ýþte, içinden geçmekte olduðumuz bu dönemde bu durum fazlasýyla geçerlidir. Ýþçiler, mücadelelerinin temel eksenini 'vatan savunmasý, bu memleket bizim' gibi milliyetçisi- sosyal þoven bir hatta oturtarak, sýnýf ekseninden uzaklaþtýkça uzaklaþmýþtýr. Vatansever, yurtsever demagoji sýnýf mücadelesinde kapitalistlerin sahip olduðu en etkili silahtýr. Yenilginin ideolojik boyutlarý göz önüne alýndýðýnda, bunun ayný zamanda Türkiye radikal solunun yenilgisi olduðu açýða çýkar. Kapitalist sýnýfýn Özal hükümetlerinden sonraki en iyi icra komitesi olan AKP hükümetinin iþbaþýna geçmesiyle iþçi sýnýfýna yönelik saldýrýlarýn ivme kazanacaðý belliydi. Aradan geçen yaklaþýk 3.5 içinde neoliberal ajandýnýn büyük bir kýsmýnýn tamamlandýðýný söyleyebiliriz. Kapitalistlerin önümüzdeki dönemdeki hedefleri, ücret politikalarýnda sermaye lehine yapýlacak yeni düzenlemeler, zenginlere vergi indirimi, sosyal güvenlik ve genel saðlýk sigortasýnda yapýlacak yeni düzenlemeler ve özelleþtirmedeki son hamleler olacak. Daha uzun vadedeyse AB'ye uyum programýyla neoliberal saldýrýlarda daha da derinlere inilecek. Ýþçi cephesinin içinde bulunduðu durumun, kapitalistlerde bu hamleleri yaparken fazla zorlanmayacaklarý kanaatini oluþturduðu ortada. Öte yandan halihazýrda özelleþtirilmeye çalýþýlan TEKEL'de çalýþan iþçiler direniþteler, üstelik bu iþletmenin Türkiye'nin birçok ilinde fabrikasý var ve bünyesinde on binlerce iþçi çalýþýyor. Bunun dýþýnda tütün üreticisi köylüler söz konusu özelleþtirmenin doðrudan maðduru durumundalar. Ayrýca TEKEL iþletmelerinin olduðu Anadolu illerindeki esnaf vb. kesimlerde dolaylý biçimde bu özelleþtirmenin maðdurlarý olacak. Bunlarýn dýþýnda PETKÝM, þeker fabrikalarý vb

-6-

birçok kurumda çalýþan on binlerce iþçi özelleþtirme saldýrýsýnýn kendilerini vurmasýný bekliyor. Sosyal güvenlik ve genel saðlýk sigortasý tüm yoksul halký darbeleyecek þekilde yeniden düzenleniyor. Bütün bunlar milyonlarca iþçinin 380 ytl asgari ücrete çalýþtýðý bir ülkede oluyor ayný zamanda. Peki nasýl oluyor da sermaye çevreleri saldýrýlarýnda kendilerini bu kadar rahat hissedebiliyor?

Sorunun Kökenleri Bu sorudaki þaþkýnlýðýn arkasýnda, özellikle bu dönemde çok etkili olabilecek olan, iþçi sýnýfýnýn potansiyel olarak sahip olduðu güç yatýyor. Öte yandan bu potansiyel güç, sýnýf mücadelesinin genel seyrinden baðýmsýz olarak, otomatik biçimde harekete geçmez. Dolayýsýyla sorun da bu potansiyelin neden harekete geçmediði ya da nasýl harekete geçirileceðidir. Kapitalist sýnýflarýn iþçi sýnýfý ve yoksul halk aleyhine uygulamaya soktuklarý neoliberal programýn Türkiye'de çeyrek asýrlýk zaman dilimini aþan bir tarihi var. Bu zaman dilimi, sýnýf savaþýmý adýna sert mücadelelerle geçti. Ýþçi sýnýfý bu süreç boyunca çok büyük ölçüde savunmada kaldý. Bunun istisnasý, iþçi sýnýfýnýn yoksul halkýn desteðini alarak kapitalistlere karþý mücadelelerini genelleþtirdiði 1989-91 taarruz dönemidir. NETAÞ direniþi, Zonguldak madencilerinin Ankara yürüyüþü gibi mücadeleler, radikalliði ve genelliðiyle sadece kendi þehirlerindekilerin deðil ülkedeki tüm ezilen kesimlerin desteðini kazanmýþ, yönetici sýnýflarýn pompaladýðý tüm liberal deðerlerin baþtan aþaðý sorgulanmasýný saðlayarak, sýnýf mücadelesinin daha da derinleþip keskinleþmesinin zeminini hazýrlamýþtý. Ýþçi sýnýfýnýn bu karþý taarruzu, genel bir mücadele dalgasý olarak 12 Eylül’den günümüze dek uzanan 25-26 yýllýk sürecin yegane örneðidir. Bu mücadele dalgasý, iþçi sýnýfýna soldan etki edecek güçlerin olabildiðince etkisiz olduðu bir ortamda, 91'in ortalarýndan itibaren gücünü tüketmeye baþladý. Burjuvazinin her türlü dolambacý, baskýsý, ideolojik politik manevrasý iþçilerin kendiliðinden iradesinin kýrýlmasý içindi. Birinci Körfez Savaþý'nda Türk egemenlerinin savaþa


MARKSiST BAKIs hazýrlýk baðlamýnda baþlattýðý yurtseverlik bombardýmaný ve Kürt sorunu baðlamýnda yükseltilen milliyetçilik, sendika bürokratlarýyla el ele veren burjuvazinin baþýný büyük bir beladan kurtarmasýnda çok büyük kolaylýklar saðladý. Ýþçi sýnýfýna etki edebilecek, devrimci bir örgütün varlýðý sorunu böyle anlarda temel belirleyen olma özelliðindedir.

Genel Sorun Yerellik Konumuz 89 Bahar Eylemlikleri ya da onun neden yenildiði deðil elbette ama eðer söz konusu olan SEKA'dan TEKEL'e iþçi mücadelelerinin kaderiyse, devrimcilerin her türlü ilgisini hak eden bu konunun iþlenmesi zorunludur. Nitekim, 91 Zonguldak madencilerinin Ankara yürüyüþünün ardýndan hýzla yavaþlayan bu sürecin ardýndan iþçi sýnýfý mücadelelerinde günümüze dek ayný radikallik ve genelliðe bir daha yaklaþýlamamýþtýr. Türkiye egemen sýnýfý, burjuva hükümet ve partilerin politik istikrarsýzlýklarýna ve ekonomik krizlere raðmen neoliberal programý uygulamayý sürdürmüþ, iþçi sýnýfýnýn 89-91 döneminde kazandýklarý kat ve kat geri alýnmýþ, 1994 ve 2001'de olduðu gibi kapitalistlerin krizlerini emekçiler ödemiþtir. Bütün bu saldýrýlar elbette ki iþçi sýnýfý tarafýndan tepkisiz karþýlanmamýþtýr. Neoliberal saldýrýlardan en yoðun biçimde etkilenen kamu emekçilerinin sendikal mücadeleleri, SEKA'nýn kapatýlmasý direniþi gibi birçok mücadele verilmiþtir. Öte yandan saman alevi gibi parlayýp sönen bu mücadeleler belirgin bir kazaným yaratmaktan uzak kalmýþlardýr. Eylemler genelleþememiþ; direniþ, özelleþtirmelerin- iþçi düþmaný herhangi bir yasanýn sadece doðrudan muhatabý olan iþçiler tarafýndan yürütülmüþtür. Örneðin herhangi bir kurum özelleþtirilirken sadece o kurumda çalýþan iþçiler mücadele etmiþ, diðer iþkollarýnda kendi iþyerlerinin özelleþtirilme sýrasýný bekleyen iþçiler öylece bakmýþlardýr. Bu gibi durumlarda, direniþteki iþçiler büyük çoðunlukla kendi fabrikalarýnýn ötesini gören bir ufka sahip olmamýþ, diðer iþyerlerini mücadeleye katmaya dönük ciddi bir çaba içinde olduklarý gözükmemiþtir. Bunda iþçilerin sendika bürokrasisinin güdümünden çýkamamalarý etkili olmuþtur. Ýþçiler sendika bürokratlarýnýn direktiflerine çok büyük ölçülerde uymuþlar, kendi iþyerlerinin dýþýndaki tüm faaliyetleri sendika bürokratlarýna emanet etmiþlerdir. Mücadelenin baþarýsýnýn, genelleþmesi ölçüsünde arttýðý düþünüldüðünde, kendi iþ yerleri dýþýnda kalan mücadele pratiklerini sendika bürokratlarýna býrakan iþçilerin 'kuzuyu kurda teslim ettiklerini’ söyleyebiliriz. Ýpleri, patronlarýn elinde olan sendika aðalarýnýn en çok korktuklarý þey mücadelenin radikallik kazanmasýdýr. Sendika bürokratlarýna bel baðlamýnýn yaný sýra dönemine uygun olarak her biri özünde iþçi düþmaný olan kimi burjuva partilerden medet ummak, baþlý baþýna iþçilerin inançsýzlýðýnýn bir göstergesi olarak bu dönemde sýkça görülen bir durumdu. Yine eylemlilik süreçlerinde sendika bürokratlarýnýn sözde güvenlik

Dün SEKA direnirken seyirci olan TEKEL iþçileri þimdi ayakta, bugün seyirci olan PETKÝM iþçileri yarýn ayakta olacaklar. Yani SEKA iþçilerinin aþmak zorunda olduðu engeller, aynen TEKEL iþçilerinin de önünde duruyor, üstelik fazladan SEKA direniþinin kötü hafýzasý yenilgi psikolojisini bir kat daha artýrmýþ olarak.

bahanesine kanarak veya bizzat kendilerinin sahip olduðu ön yargýlarla radikal soldan ve öðrencilerden uzak durmaya çalýþan iþçiler böylelikle kendilerini tamamen yalýtarak sendika aðalarýyla baþ baþa kalmýþlardýr. Bütün bu süreç boyunca iþçilerin sendika bürokratlarýný ezip geçememelerini saðlayan en önemli faktörlerden birisi ideolojikti. Temel misyonu iþçi mücadelelerini düzen sýnýrlarýnda tutmak olan sendika bürokrasisinin, bununla iliþkili olarak en önemli görevi burjuva ideolojisinin iþçilere nüfuz etmesini saðlamaktýr. Bu baþarýldýðý sürece sendika bürokrasisi ve kapitalistler rahat olurlar. Ýþte, içinden geçmekte olduðumuz bu dönemde bu durum fazlasýyla geçerlidir. Ýþçiler, mücadelelerinin temel eksenini 'vatan savunmasý, bu memleket bizim' gibi milliyetçisisosyal þoven bir hatta oturtarak, sýnýf ekseninden uzaklaþtýkça uzaklaþmýþtýr. Vatansever, yurtsever demagoji sýnýf mücadelesinde kapitalistlerin sahip olduðu en etkili silahtýr. Yenilginin ideolojik boyutlarý göz önüne alýndýðýnda, bunun ayný zamanda Türkiye radikal solunun yenilgisi olduðu açýða çýkar. Ýþçiler, genellikle sorunu salt iþlerini kaybetmek veya kýsmi hak kaybý olarak algýladýklarýndan, durumu patronlarýn iþçi sýnýfýna yönelik uzun ölçekli bir saldýrý politikasý olarak ele almayýp, iþçilerin birliði yaklaþýmýný pratiðe dökmek konusunda olabildiðince geri davrandýlar. Bunun sonucu olarak eylemlerini politikleþtirip, genelleþtirmek için çaba sarfetmeyip kendilerini izole ettiler. Oysa, kapitalist sýnýflarýn topyekün, uzun erimli saldýrýlarýna karþý verilen mücadelenin kazanmasý açýsýndan sahip olunmasý zorunlu olan þey sýnýf perspektifidir.

Yaygýnlaþan Umutsuzluk Kapitalist sýnýflarýn tüm dünyada sömürü oranlarýný yükseltmek için uygulamaya soktuðu neoliberal ajanda temelinde vargücüyle saldýran Türkiye yönetici

-7-


MARKSiST BAKIs sýnýfý karþýsýnda gerekli politik radikallik ve genelliðin sergilenememesi yenilgileri peþi sýra getirdi. Üst üste alýnan yenilgilerden sonra sýnýf savaþýnda mücadeleci unsurlarýn üzerine koyu bir karamsarlýk havasý çöktü. Sosyal mücadelelerin ezeli düþmaný olan umutsuzluk, iþçiler arasýnda gemisini ‘kurtaran kaptan anlayýþýnýn’ geliþmesinin en önemli belirleyeni oldu. Böylece, örneðin Bakýrköy Sümerbank iþçileri direnirken sýranýn kendilerine gelmesini bekleyen SEKA, TEKEL gibi iþletmelerdeki iþçiler direniþteki sýnýf kardeþlerini öylece izlediler. Sosyal mücadeleler birþeyleri deðiþtirme, bir etkide bulunabilme iç güdüsünden beslenirler. Bunun baþarýlamayacaðý düþüncesi mücadelenin sararýp solmasýna neden olur. Ýþte 1990'larda baþlayýp günümüze kadar etkili olan ruh hali ne yazýk ki böyle. Bu yüzden zamanla umutsuzluk havasý yaygýnlaþýp, meydanlara çýkmanýn bir getirisinin olmadýðý kanýsý iþçiler arasýnda yayýldý. Gösterilerin, grevlerin sýklýðý ve gücü azaldý. Böyle bir durumda solun güç kaybetmesi kaçýnýlmazdý. Gerçekten de ülkede yoksulluk sýnýrýnýn altýnda yaþayanlarýn sayýsý hýzla artarken, sýnýflararasý uçurumlar hýzla büyürken sol da hýzla kan kaybetti. Kent yoksullarý, solun ve iþçi mücadelelerin zayýfladýðý durumlarda yüzlerini sisteme muhalifi gözüken, sol söylemleri ve dini retoriði kullanan, yoksul halka "patronaj" yardýmlarýnda bulunan Ýslamcý parti ve tarikatlara yüzlerini döndüler. Yoksul kitleler burjuva partileri birer birer ýskartaya çýkartýp, yenileri denemekten usanmadýlar, ne var ki bu yeni alternatifler arasýnda hiçbir zaman radikal sol bulunmadý.

SEKA'dan TEKEL'e Emek cephesinin son yýllardaki en çok heyecan uyandýran direniþinin aktörleri þüphesiz SEKA iþçileriydi. Türkiye gibi sýnýflararasý uçurumun çok derin olduðu, sýnýflararasý dengelerin kaygan bir zemin üzerinde yükseldiði bir ülkedeki örgütlü proletaryanýn bir kýsmýnýn giriþeceði eylemliklerin, büyük bir yangýnýn ilk kývýlcýmlarý olma ihtimali her zaman vardýr. Bu durum bir yana, SEKA direniþinin, özelleþtirilmeleri gündemde olan Seydiþehir Alimünyum iþçileri, TEKEL iþçileri... gibi potansiyel direniþ odaklarýný harekete geçirmesi ve mücadelelerin birleþmesi ihtimali, zincirin bir yerden kýrýlmasýný ve tüm emekçi halkýn üzerine çökmüþ olan umutsuzluk havasýnýn daðýlmasýný gündeme getirmekteydi. Bu yüzden SEKA direniþinden heyecan duymak hiç de temelsiz birþey deðildi. Ne var ki bu ihtimal gerçekleþmedi. Ýþçi mücadelelerinin genel zaaflarýnýn tekrarlanmasý, SEKA direniþinin kaderini belirledi. Hem direnen iþçiler hem de benzer saldýrýlara maruz kaldýklarý halde onlarý izleyen iþçiler, sendika bürokratlarýnýn güdümünden çýkamadýlar. SEKA direnirken TEKEL iþçileri ciddi bir eylemlik yapmadý, yine radikal eylemler yapan Seydiþehir Alüminyum iþçileri de zamanlama olarak 5 ay gibi bir süre sonra harekete geçtiklerinde týpký SEKA iþçileri gibi kendilerini yapayalnýz buldular. Doðrudan saldýrý altýnda bulunan iþçilerin buluþtuðu bir miting giriþimi bile akla gelmedi. Hal böyle olunca SEKA iþçileri kendilerini çaresiz hissettiler. Direniþi ülke genelindeki diðer iþletmelere yaymak gibi bir çabanýn içinde olmayarak, ki bu da sendika bürokrasisine raðmen olabilecek birþeydi, kendileri de izolasyonlarýna katký sunmuþ oldular. Sonuçta yalnýzlýðýn doðal

-8-

sonucu olarak umutlar tükendi ve SEKA iþçilerinin direniþi yenildi. Dün SEKA direnirken seyirci olan TEKEL iþçileri þimdi ayakta, bugün seyirci olan PETKÝM iþçileri yarýn ayakta olacaklar. Yani SEKA iþçilerinin aþmak zorunda olduðu engeller, aynen TEKEL iþçilerinin de önünde duruyor, üstelik fazladan SEKA direniþinin kötü hafýzasý yenilgi psikolojisini bir kat daha artýrmýþ olarak. Sendika bürokrasisinin þekillendirdiði eylem takvimi de gösteriyor ki sendika bürokratlarý vatanmillet edebiyatýyla görev savma peþinde olacaklar her zamanki gibi. Ýþçilerin tek þansý direniþlerini genelleþtirmekten geçiyor, bunun için de sendika bürokratlarýný aþmalarý þart. Böyle bir durumda, iþçilerin mücadeleleri sýnýf savaþýmý perspektifine oturmuþ ve politikleþmiþ olacaktýr. Böylesi bir mücadelenin tüm yoksul halkýn desteðini ve sempatisini kazanarak yeni bir sýnýf radikalliði dönemini baþlatmasý çok mümkündür.

Solun Tutumu Türkiye radikal solunun oldukça marjinalleþip etkisizleþtiði ortada. Öte yandan radikal solun herhangi bir þekilde toplumsal mücadelelere etki etme durumunun söz konusu olduðunu farz etsek bile, söz konusu etkinin mücadeleyi nereye kadar ileriye taþýyacaðý tam bir soru iþaretidir. SEKA iþçileri direniþteyken ziyaretlerine giden TKP'liler iþçilere sizin yaptýðýnýz vatan savunmasýdýr diyorlardý. Adana'daki TEKEL iþçilerinin direniþine giden EMEP Genel Baþkaný Levent Tüzel de iþçilere “Siz vatanýn geleceðini temsil ediyorsunuz. Baðýmsýzlýk fikrini temsil ediyorsunuz." diye seslendi. Vatan millet edebiyatýnda sendika bürokratlarýyla yarýþan sözde radikal solcularýmýz, anlaþýlan özelleþtirmeler konusunda sendika bürokratlarýyla paralel þeyler düþünüyorlar. Ýki kesimin de özelleþtirmeler konusundaki en popüler sloganý olan "TEKEL vatandýr, vatan satýlmaz" þiarý, iþçi sýnýfý mücadelelerini burjuva kanallara hapseden oldukça gerici bir duruþun ifadesidir. Durumun düþündürücü yaný, burjuva ideolojilerini iþçi sýnýfýna pompalamak sendika aðalýðýnýn misyonuyken, kendilerini "komünist, devrimci" diye gösterenlerin de iþçilere ayný yalanlarý söylemeleridir. Buradan ortaya çýkan gerçek þudur ki, iþçi sýnýfý mücadele yolunun henüz baþýndayken dahi sözde komünist ve devrimcileri yakalýyor. Ya da tersten ifade edersek “devrimcilerimiz ve komünistlerimiz”in iþçi sýnýfýna kazandýrabileceði pek bir þey kalmamýþtýr. Bu halleriyle, radikalleþebilecek mücadeleler karþýsýnda olsa olsa ayak baðý olabilirler. Yine özelleþtirme karþýtý mücadelelerde sendika bürokratlarýyla solun en çok raðbet ettiði sloganlardan olan “TEKEL halkýndýr, satýlamaz” söylemi ise burjuva devlet mülkiyetiyle, sosyalist kolektif mülkiyeti ayný kefeye koyarak baþka bir yalaný ifade etmektedir. Burjuva devlet mülkiyetiyle, kapitalist mülkiyet arasýnda ilkesel hiçbir fark yoktur. Devrimci Marksistlerin özelleþtirme karþýtlýðý, hiçbir þekilde devlet mülkiyetini savunmalarýndan kaynaklanmaz. Bu karþýtlýðýn temelinde, iþçi sýnýfýnýn özelleþtirmeler sýrasýnda uðradýðý hak kayýplarý ve özelleþtirmelerin kapitalistlerin iþçi sýnýfýna yönelik saldýrýlarýnda merkezi önemde bulunmasý vardýr.


MARKSiST BAKIs

ÇALINTI BÝR DEVRÝMÝN ÖYKÜSÜ: ÝRAN - 1979 Ýran’da toplumsal köklerini küçük burjuvazinin ve lumpen proletaryanýn içine salmýþ teokratik rejimin baskýlarýný, bugün en yoðun biçimde yaþayanlar, iþçi sýnýfý ve kadýnlardýr. Ýktidarýn Pehlevi Otokrasisi’nden Ayetullah Humeyni önderliðindeki mollalara geçmesi, iþçi sýnýfýna bir kazaným getirmek þöyle dursun, devrimci mücadeleye aðýr bir darbe indirmiþtir. Ancak oldukça trajik bir biçimde 1979 Devrimi, dini liderlerin iddia ettiði gibi kendi çevrelerinde toplanmýþ milyonlarca kararlý Müslüman’ýn devrimi deðil; Ýran proletaryasýnýn ellerinden gaspedilmiþ devrimidir. Devrimin yetiþtiði zemini

Uzun iktidarý boyunca ABD’nin Ortadoðu’daki en büyük müttefiki olan Þah, Ýran proletaryasýnýn grevleriyle iktidardan düþürüldü.

hazýrlayan dinamikler, Þiiliðin karakterinde ya da Ýran’ýn dinsel kurumlarýnda deðil, geliþen Ýran kapitalizminin keskinleþtirdiði sýnýf çatýþmasýnda aranmalýdýr. 1979 Devrimi’nin belkemiði olan, otokrasiye genel grevlerle en büyük darbeyi indiren Ýran proletaryasýnýn kendi devrimini mollalara kaybediþi, gelecekteki devrimlerin kaderi açýsýndan, Devrimci-Marksist bakýþ açýsýyla yorumlanmayý gerektiren bir olgudur. Devrimin niteliðini doðru tahlil etmek adýna, Ýran kapitalizminin devrime kadar geldiði noktayý özetlemek anlamlý olacaktýr.

Kapitalizmin Baþlangýcý Ýran, 19. yüzyýlýn ikinci yarýsýndan 1908’de petrolün bulunuþuna kadarki dönemde bir yarý-sömürge konumundaydý. 1880’lerde nüfusun ezici çoðunluðu kýrsal kesimde yaþý-

-9-

yor, feodal üretim faaliyetlerinde bulunuyordu. Küçük tüccarlar ve pazar esnafýnýn nüfuzu altýndaki þehirlerde yaþayan insan sayýsý ise bir milyonun altýndaydý. 19. yüzyýlýn büyük bir bölümü boyunca en önemli ürünler, ipek ve tekstil ürünleriydi. Henüz oluþmakta olan bir sanayi burjuvasinin varlýðýyla, kapitalist üretim iliþkileri Ýran’da filizlenmekteydi. Batý’nýn tekstil ürünleri ve halýya olan talebinin artmasý ve Þah’ýn desteði sonucu bu sektörlerde bir canlanma meydana geldi. Bu dönemde Þah’ýn tanýdýðý imtiyazlarla yabancý sermaye yatýrýmlarý Ýran’a hýzla akarken, yabancý sermayeye verilen ödünler kitlesel bir muhalefetle karþýlandý. Ekonomik deðiþim, þimdiden siyasi yansýmalarýný buluyordu. 20. yüzyýla girilirken ekonominin en modern sektörleri yabancý kapitalistlerle yerel burjuvazi arasýnda paylaþýlmýþtý. Üretimin büyük bölümü küçük atölyelerce yapýlmaktaydý ancak tekstil ve maden sektörlerinde faaliyet gösteren küçük fabrikalar da vardý. Dönemin en büyük iþletmesi Tebriz’de bulunan, 1500 iþçinin çalýþtýðý bir halý fabrikasýydý. Þah’ýn yabancý sermaye teþvikine karþý mücadele, 1905 Anayasal Devrimi ile sonuçlandý. Devrimin baþýný çekenler; tüccarlar, geliþmekte olan burjuvazi ve dini liderler oldular. Monarþi; ifade özgürlüðü, dernek kurma ve toplanma hakký gibi içinde çeþitli burjuva demokratik haklarýn tanýndýðý bir anayasayý yürürlüðe koymak zorunda kaldý. Ekonomik ve siyasi geliþmeler, toplumun diðer katmanlarýna da yansýdý. Devrimin getirdiði haklardan cesaret alan iþçi örgütleri doðmaya baþlamýþtý. 1906 ve 1907 yýllarýnda Enzeli, Tebriz ve Tahran’da ekonomik taleplere sahip grevler baþgösterdi. Tahran’da çeþitli sektörlerin iþçileri arasýnda sendikalar kuruldu. Kapitalist üretim iliþkilerine özgü sýnýf çeliþkileri, gittikçe netleþiyordu. Oluþum halindeki bir burjuvazi ile küçük bir proletarya þimdiden çatýþma halindeydiler.

Geliþen Kapitalizm 1908’de Huzistan’da petrol bulundu. Petrol þirketlerinin gerekli teçhizatlarý ithal ederek bir inþaat programý baþlatmalarýyla birlikte, entegre bir modern sanayi sektörü geliþti. Bu, ilk demiryolu þebekelerinin kuruluþuyla ve Ýran’daki ilk büyük iþçi yoðunlaþmasýna temel saðlayan iki proje ile eþzamanlý olarak yaþandý. Anglo-Pers Petrol Þirketi (APOC), petrolün keþfinden sonra Ýngiliz Emperyalizmi’nin bir silahý olarak çalýþtý. Ýngiliz hükümeti APOC’un hisselerinin %51’ini elinde bulunduruyor, Huzistan petrol sahasýný kendine ait sayýyordu. APOC’un elde ettiði muazzam kârýn yalnýzca %8’i ila %20’si arasýnda deðiþen bir miktar, sus payý olarak Þah’a aktarýlýyordu. Petrol sanayii, ülkenin baþlýca iþverenlerinden biri durumu-


MARKSiST BAKIs na geldi. O dönemde Ortadoðu’daki en büyük iþçi yoðunlaþmalarýndan biri, Ýran petrol sanayiindeydi. Rusya’da gerçekleþen 1917 Devrimi’nin baþarýsý, þehirlerde yaþayan halký radikalleþtirmiþti. Ýþçi sýnýfý, henüz küçük olmakla birlikte oldukça yüksek bir mücadele düzeyine sahipti. 1920’de Bolþevikler’in de desteðiyle Gilan’da bir Ýran Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti kuruldu. 1921’de yeni kurulmuþ olan Sosyalist ve Komünist Parti’ler, varolan 9 sendikayý birleþtirerek Sendikalar Federasyonu Merkez Konseyi’ni (SFMK) kurdular. Çeþitli sektörlerden iþçiler ve öðretmenler, devlet memurlarýnýn sendikal haklarýný engelleyen bir kararnameyi protesto etme amacýyla greve çýktýlar. 1923’te ise Ýngiltere tarafýndan desteklenen ve ordunun kontrolünü eline geçirmiþ bulunan Rýza Han’ýn uyguladýðý yoðun baský, mücadelenin genelinde bir gerileme yarattý. 1925’te kendini Þah ilan eden Rýza Han, yerel burjuvaziyi güçlendirmeye yönelik bir modernleþme programýný uygulamaya koydu. Þah Rýza, öncüllerinin aksine yurtdýþýndan sermaye saðlama yoluna gitmeden, kalkýnmayý petrol gelirleri ve vergilendirmeyle finanse etti. Yüksek gümrük vergileri aracýlýðýyla yerel sanayileri dýþ rekabete karþý koruyan ulusal bir kalkýnma modeli benimsendi. Devlet tarafýndan da desteklenen özel sermaye, bu süreçte sanayileþmeyi bir hayli hýzlandýrdý. Bununla beraber Þah Rýza Pehlevi diktatörlüðü, iþçi sýnýfý mücadelesi üzerindeki baskýlarýný da sürdürüyordu: 1926 yýlýnda SFMK yasaklandý. Sosyalizm ve komünizm propagandasý yapmak aðýr bir suç olarak yargýlandý, grevler sert bir þekilde bastýrýldý. Kuzeye yönlendirilen ordu tarafýndan, Ýran Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti’ne son verildi.

Eþitsiz Geliþme Ýran’ýn sanayileþme sürecinde izlediði yol, Ýngiltere ve ABD gibi kapitalizmin lokomotifi konumundaki ülkelerdekinden farklýydý. Ýran’da köyleri sanayi merkezlerine çeviren, milyonlarca köylüyü proleter durumuna getiren bir yatýrýmcý kitlesi mevcut deðildi - sanayileþmiþ ülkelerin dünya ekonomisi üzerindeki egemenliði, sistemin kenarýnda yer alan ülkelerde bu tür deðiþimleri engelliyordu. Ýran’da kapitalizmin geliþmesinde söz konusu olan, devletçe desteklenen küçük ve zayýf bir burjuvazi idi. Belirli sanayi merkezlerinde toplanmýþ en ileri sosyal ve ekonomik formlar, ülkenin geneline daðýlmýþ en ilkelleri ile yan yana gözlemlenebiliyordu. Kýsaca iþlemekte olan þey, bileþik ve eþitsiz bir geliþme süreciydi. Ekonominin ileri sektörü, kendisini kapitalizmle dünya ölçeðinde iliþkilendiren toplumsal formlarý yaratmayý baþarmýþtý. Emek-sermaye çatýþmasý, kent yaþamýnýn belirgin bir karakteristiði durumu

na gelmiþti. Ekonomik geliþme, giderek daha saldýrganlaþan burjuvaziye paralel olarak, kollektif hareket yeteneðinin bilincine giderek daha da varan bir iþçi sýnýfýný da beraberinde getiriyordu. 1920’lerde kitle hareketine yönelik baskýlar, hareketi yavaþlattý; ancak Þah Rýza’nýn izlediði kalkýnma politikasý, kaçýnýlmaz bir biçimde emeksermaye çatýþmasýný daha da derinleþtirdi.

Ulusal Cephe ve Sonrasý II. Emperyalist Paylaþým Savaþý sonrasý yaþanan iþgal ve hýrslý yerel burjuvaziye vaat edilen yardýmýn iþgalcilerce karþýlanamamasý sonrasýnda ülkede anti-emperyalist bilinç yükseliþteydi. 1943’te burjuva milliyetçisi Musaddýk, burjuvazinin çýkarlarýný temsil eden siyasi güç odaklarýný biraraya getirerek bir Ulusal Cephe oluþturdu. Cephe’nin baþlýca amacý petrol sanayiini tamamen ulusallaþtýrmak ve artýk adý Anglo-Ýran Petrol Þirketi olan AIOC ile ülkede cisimleþmiþ Ýngiliz varlýðýna son vermekti. Ülkede iþçi hareketinin baþýný çeken Stalinist Tudeh (Kitleler) Partisi sýnýf uzlaþmacý bir tavýr takýndý ve Ulusal Cephe’nin anti-emperyalist yanýný vurgulayarak Musaddýk hükümetine destek verdi. Musaddýk, 1951’de petrolün kamulaþtýrýlmasýna yönelik uygulamalarýný yürürlüðe soktuðunda Ýran, uluslararasý bir petrol boykotu ve ticari boykotla karþýlaþtý. SFMK’nýn yeniden kuruluþu sonrasýnda yükselen iþçi hareketi, hükümeti Tudeh’e açýk faliyet yürütme hakký tanýmaya zorladý. Özgüvenleri artan iþçiler, grevlerle ve Þah’a karþý cumhuriyet talepleriyle tepkilerini dile getiriyorlardý. Yükselen iþçi sýnýfý baskýsý ile emperyalizmin talepleri arasýnda sýkýþýp kalan burjuvazi, Musaddýk’a sýrtýný dönüp Batý emperyalizmiyle uzlaþmaya gitti. ABD ve Ýngiltere destekli bir darbe, Musaddýk hükümetini devirdi. Tudeh halen sýnýf uzlaþmacý tavrýný sürdürmekte ýsrarcýydý. Oysa gerçek deðiþim, ancak iþçi sýnýfýnýn baðýmsýz eylemi ile gelebilirdi - Tudeh’in bakýþ açýsýyla hiç baðdaþmamýþ olan eylem ile. Tudeh’e göre burjuvazinin "ilerici" kesimleriyle ittifaka giriþilmeli, demokratik devrime gidiþi hýzlandýrmayý amaçlayan bir ‘halk cephesi’ oluþturulmalýydý. Daha baþtan hezimete mahkum olan bu aþamalar teorisinde devrimci bir iþçi sýnýfýna yer yoktu ve iþçi hareketi giderek daha da militanlaþmaya baþladýðýnda Tudeh, iþçi militanlardan uzaklaþarak Musaddýk’a yakýnlaþtý. Baðýmsýz bir eylem geliþtirmektense ‘ilerici’ burjuvaziye sadýk kalmayý yeðledi ve iþçi radikalliðinin daha da kýzýþmasý fýrsatýný kendi ayaðýyla tepti. Stalinist geleneði tüm varlýðýyla sahiplenen Tudeh, 1953 askeri darbesinin arifesinde Musaddýk’a emperyalistlere karþý ‘ilerici güçler’den oluþan bir ittifak çaðrýsý yaptý. Önerinin reddiyle beraber Tudeh, yeraltýna çekildi ve ‘daha uygun koþullar oluþana kadar bekleme’ kararý aldý. Kýþ uykusunda

-10-

Troçki, sermayenin nüfuzunun kendisini ‘eþitsiz’ bir geliþme modeli þeklinde ifade ettiði geri bir ülkede, emperyalizmle yerli burjuvazinin birleþik nüfuzuna karþý koyabilecek yegane gücün, ‘ilerici’ burjuvazinin kuyruðuna takýlan pasif bir iþçi sýnýfý deðil, köylülüðü de peþinden sürükleyen devrimci perspektif sahibi bir proletarya olduðunu açýklýyordu.


MARKSiST BAKIs yakalanan Tudeh -ve dolayýsýyla iþçi hareketidurumu darbeyle beraber kendi lehine çeviren Þah’ýn tutuklamalar ve cinayetler serisiyle ezildi. Bu durum, kapitalizmin geliþmekte olduðu geri ülkelerde gözlenen karakterisik bir nitelik taþýyordu. Troçki, olaylarýn böylesi bir seyir izleyebileceðini yaklaþýk 50 yýl önceden görmüþ ve ‘sürekli devrim’ olarak tanýmladýðý bir sürecin kaçýnýlmaz olduðunu vurgulamýþtý. Troçki, sermayenin nüfuzunun kendisini ‘eþitsiz’ bir geliþme modeli þeklinde ifade ettiði geri bir ülkede, emperyalizmle yerli burjuvazinin birleþik nüfuzuna karþý koyabilecek yegane gücün, ‘ilerici’ burjuvazinin kuyruðuna takýlan pasif bir iþçi sýnýfý deðil, köylülüðü de peþinden sürükleyen devrimci perspektif sahibi bir proletarya olduðunu açýklýyordu. Tudeh’in iþçi sýnýfý içindeki nüfuzu su götürmezdi; ancak kendisi, Troçki’nin (1917 Ekim Devrimi’nin haklý çýkardýðý) çözümlemelerini bütünüyle reddeden bir geleneðin ürünü olmasýndandýr ki gerçek anlamda devrimci bir özne olmaktan uzaktý. Aþaðýdan gelen toplumsal basýnç kendini iyiden iyiye dayatarak burjuvaziyi geri çekilmek zorunda býraktýðýnda, parti, körü körüne ‘ilerici’ burjuvazinin eteðine yapýþmaya devam etti. Daha önce de sayýsýz örneklerinde gözlemlendiði biçimde burjuvazinin -sözümona ‘ilerici’ olanlarý da dahil- tüm kesimleri, sýnýf çýkarlarýný savunmaya giriþti. Küçük kapitalistlerin oluþturduðu kesim týpký büyük burjuvazi gibi davrandý. ‘Halk Cephesi’ politikasý bir kez daha devrimci potansiyelin israfýyla sonuçlandý ve parti, eski rejimin saldýrýsýyla yüzyüze kaldý. Baðýmsýz bir iþçi örgütlenmesinin inþasý ve aþaðýdan gelen bir toplumsal hareketle rejimi kökünden sarsma kapasitesinden yoksun olan Tudeh, sürekli devrim sürecini kesintiye uðratmýþtý. Ýran proletaryasýnýn mücadele azmi, þüpheye yer býrakmayacak þekilde ortadaydý. Asýl sorun, onun siyasi liderliðinin sahiplendiði gelenekteydi.

Kökleþen Kapitalizm Musaddýk hükümetini bertaraf eden Þah’ýn ABD’yle yaptýðý 1954 petrol anlaþmasýyla, petrol gelirleri artýþ kaydetti. Uygulamaya sokulan yoðun baský siyasetiyle beraber iþçi sýnýfý eylemliliðinde dramatik bir düþüþ yaþandý. Özelleþtirme politikalarýyla sanayi sermayesi teþvik edildi ve ekonomide dikkate deðer bir canlanma gözlemlendi: 1957-1960 yýllarý arasýnda üretim sektöründeki iþletme sayýsý 45 binden 70 bine yükselirken üretim, yýlda ortalama %20 artýþ gösterdi. Ancak ekonomik büyümenin 1960’larda gerilemeye baþlamasýyla iþçi sýnýfý yeniden hareketlendi. 1963 Haziraný’nda hemen her büyük kentte ordu tarafýndan bastýrýlan gösteriler yaþandý. Protestolara, öðrenci kitleleri ve küçük burjuva unsurlarla beraber, aralarýnda Humeyni’nin de bulunduðu dini liderler de katýlýyorlardý. Ne var ki

grevler tek tek iþyerleriyle sýnýrlý kaldý ve ortaya iþçi sýnýfý örgütlerinin yeni biçimleri çýkmadý. Sol’un yokluðunun kendini iyiden iyiye hissettirdiði bu dönemde rejim, muhaliflerini bastýrma gücünü kendinde buluyordu. Ýran Solu’nun harekete bu kadar uzak kalýþýnda, rejimin aðýr baskýsýnýn yanýnda, rejimle uzlaþma politikasýnýn terk edilmemesi gerektiðini dayatan Moskova’nýn da etkisi büyüktü. Yanýbaþýnda patlak verecek bir sosyalist devrim ve ardýndan gelecek ilkeli, kararlý bir proleter diktatorya, yarattýðý devlet kapitalizmi karikatürünü yýðýnlara "sosyalizm" diye tanýtan Stalinist Rusya’nýn maskesini düþürecek, bürokrasi için þüphesiz hiç de olumlu sonuçlar doðurmayacaktý. 1960’larýn sonlarýnda yabancý sermaye yatýrýmlarý ve devletin yerel yatýrýmcýyý teþvik amaçlý politikalarýyla Ýran sermayesi istikrarlý bir biçimde geniþlemiþti. Toprak reformuyla mülklerine el konan büyük toprak sahipleri, bu dönemde burjuvaziye dahil oldular. Beþinci Beþ Yýllýk Plan, 69 milyar dolar gibi mantýk dýþý bir bütçeyi öngörüyordu. Devlet aygýtýnda ciddi bir büyüme tasarlanmýþtý. Kalifiye iþçi ücretlerinin hýzla yükseliþi, köyden kente göçte bir patlamayý beraberinde getirdi ve tarým sektörünü olumsuz etkiledi. Tarýmsal üretim düþtü, yiyecek fiyatlarý büyük artýþ gösterdi. Sadece 2 yýl içinde kiralarda %300’e varan artýþlar gerçekleþti. Þiddetli enflasyon, kalifiye Ýran’da Humeyni’yi olmayan iþçilerin, köylü- solun zaaflarýdýr. lerin ve küçük burjuvazinin belini bükmüþtü. 1970 ve sonrasýnda kitle radikalliði ekonomik deðiþime paralel olarak arttý. Yalnýzca 1975 yýlýnda 30 grev yaþandý. Ekonomik talepli grevlerle elde edilen kazanýmlar, kalifiye iþçilerin özgüvenini artýrdý. Buna ek olarak kalifiye olmayan iþçilerin ücretlerinde köyden kente göçün etkisiyle hýzlý bir düþüþ yaþandý. Büyük þehirlerde gecekondu mahalleleri geniþledi. Grevlerin sayýsý gitgide arttý. 1977’ye gelindiðinde baþ gösteren iktisadi ve sosyal sorunlarla burjuvazinin de beklentilerini karþýlayamaz duruma gelen Þah, toplumun tüm katmanlarýný karþýsýna almýþtý.

Kapýdaki Devrim Þah’a karþý tepkiler giderek artýyordu. Kitle hareketi günden güne yükseliyor, iþçi sýnýfý gitgide daha da radikalleþiyordu. Grev komitelerinin bir üst basamaðý niteliðindeki Ýþçi Þuralarý’nýn sayýsý

-11-

iktidara taþýyan


MARKSiST BAKIs her geçen gün artmaktaydý. Þuralar, çalýþanlar tarafýndan demokratik bir biçimde doðrudan seçimle oluþturulmuþ, izledikleri politikalar devletten baðýmsýz ve yalnýzca iþçilerin çýkarlarýna yönelik olan sovyet benzeri yapýlanmalardý. Faaliyet yürüttükleri iþyerlerinde resmi olarak atanmýþ yöneticilere itaat etmiyor, üretimin kontrolünü tamamen ellerinde bulunduruyorlardý. Þah’ýn her türlü sosyal ve siyasi yapýlanma içine sýzmýþ, 65 bin kiþilik gizli SAVAK örgütüne raðmen grevlerin ve kitle eylemliklerinin önüne geçilemiyordu. Son bir gayretle tanýnan demokratik ödünler ve gerçekleþtirilen reformlar, yalnýzca Pehlevi Otokrasisi’nin sonunu hýzlandýrmaya yaradý. Sonradan “Kara Cuma” diye anýlacak olan 8 Eylül 1978 günü, Tahran’da göstericilerin üzerine askerin açtýðý ateþ sonucu 700 civarýnda gösterici hayatýný kaybetti. Ýþçi sýnýfýndan yanýt, geniþ katýlýmlý bir grevle geldi. 9 Eylül günü Tahran’da petrol rafinerilerinde baþlayan ve bir yangýn gibi çevre illere yayýlan grev, barut fýçýsý haline gelmiþ ülkeyi ateþleyen kývýlcým oldu. Þimdiye kadarki grevlerin ekonomik talepli sloganlarý gitmiþ; "Þah’a Ölüm", "SAVAK Daðýtýlsýn", "Siyasi Tutuklular Serbest Býrakýlsýn" gibi radikal sloganlar atýlýr olmuþtu. Ahvaz petrol iþçilerinin ardýndan Huzistan iþçileri de eylül sonunda greve dahil oldular. Þiddeti artan ve sýnýrlarý geniþleyen grev hareketi, öðretmenleri, doktorlarý, basýn-yayýn çalýþanlarýný, bankalarý ve ulaþým iþçilerini de içine çekti. Grev dalgalarýyla devlet aygýtý tamamen felç edilmiþti. Orduda da çözülmeler baþ gösteriyor, erler göstericilerin üzerine ateþ açmayý reddediyorlardý. Ortadoðu’nun bu yüksek stratejik öneme sahip bölgesinde yaþamsal çýkarlarý olan ABD emperyalizmince destekli, dünyanýn en büyük beþinci ordusu, devrimin yükselen silüeti karþýsýnda iskambil kaðýtlarýndan bir þato gibi daðýlmýþtý. Þah, ordu üzerindeki tüm hakimiyetini yitirmiþti. Panik içindeki Þah, son kozunu rejim karþýtlýðýyla tanýnan, Ulusal Cephe’den Þahpur Bahtiyar’ý baþbakanlýða atamakla oynadý. Ancak aslýnda bu hamlesiyle kendi felaketine giden yolun taþlarýndan birini daha döþemiþ oldu. 16 Ocak 1979’da son çaresi, bir uçakla Mýsýr’a kaçmaktý. Ýktidar, yeni sahibini bekliyordu.

Devrimin Kaybediliþi Humeyni, 1979 Þubatý’nda sürgünden döndüðünde Pehlevi rejiminin son kalýntýlarý da süpürülmüþ durumdaydý. Polis, mahkemeler, SAVAK ve silahlý kuvvetler daðýtýlmýþtý; deðiþimlerden nasibini almayan tek þey, kapitalizmdi. Hareketin önderlik boþluðundan faydalanan, Humeyni ve mollalarý oldu. Bahtiyar hükümeti devrildi ve Ulusal Cephe önderi Mehdi Bazergan, Humeyni tarafýndan baþbakanlýða getirildi. Ýktidarý ele geçirene dek desteðine muhtaç olduðu grevcilere güleryüz gösteren Humeyni, konumunu sabitledikten sonra gerçek yüzünü ortaya çýkardý ve tüm sol öðelerin kökünü kazýdý. Ýþçi Þuralarý’na, "mektebî" diye adlandýrýlan Humeyni yanlýsý yöneticiler sýzdýrýlarak içleri boþaltýldý ve ardýndan militan iþçiler bürokratlaþtýrýlarak mücadeleden uzaklaþtýrýldý. Yeni rejim, eskisine kýyasla anakronizmin daha da pespaye bir örneðiydi: Ýslam Devleti. Dinsel muhalefet, rejimin temellerinin oyulmasýnda kuþkuya yer býrakmayacak þekilde en önemli rolü oynayan ve devrimin hayat bulmasýný saðlayan kitle grevlerine öncülük

edebilme yetisine sahip deðildir. Kitle grevi yalnýzca iþçi sýnýfýnýn silahýdýr ve ancak iþçi sýnýfýnýn kendi örgütlenmeleri tarafýndan kontrol edilebilir. Dolayýsýyla Ýran Devrimi’nin gerçek öznesi, proletaryadýr. Devrimin proleterya iktidarýyla taçlandýrýlamamasýnýn nedeni iþçi sýnýfý hareketine iktidar sloganlarýyla önderlik edecek, Ýþçi Þuralarý arasýnda koordinasyonu saðladýktan sonra onlarý iþçilerin iktidar organlarý haline getirecek sürekli devrim perspektifiyle hareket eden bir Bolþevik partinin noksanlýðýdýr. Leninist öncünün yaratýlamamasýnýn ve ardýndan yaþanan trajedinin sebepleri; Ýran Solu’nun geldiði, Devrimci-Marksizm’in ilkelerini tahrif etmiþ gelenekte aranmalýdýr. Baþlýca muhalefet odaklarýnýn devrim öncesinde ve devrim sýrasýndaki politikalarýný gözden geçirmek, devrimin kaybediliþinin gerçek sorumlusunu ortaya çýkarmak için hayati önem taþýmaktadýr.

Dinsel Muhalefet Humeyni, 1960’lara kadar siyasi bir kimlikle ortaya çýkmadý. Onu harekete geçiren þey ise yýðýnlarýn içinde bulunduklarý zor durum deðil; 1962 yýlýnda Þah’ýn yerel seçimlerde Orduda da çözülmeler baþ gösteriyor, erler göstericilerin üzerine ateþ açmayý reddediyorlardý. Ortadoðu’nun bu yüksek stratejik öneme sahip bölgesinde yaþamsal çýkarlarý olan ABD emperyalizmince destekli, dünyanýn en büyük beþinci ordusu, devrimin yükselen silüeti karþýsýnda iskambil kaðýtlarýndan bir þato gibi daðýlmýþtý. Þah, ordu üzerindeki tüm hakimiyetini yitirmiþti. Panik içindeki Þah, son kozunu rejim karþýtlýðýyla tanýnan, Ulusal Cephe’den Þahpur Bahtiyar’ý baþbakanlýða atamakla oynadý. Ancak aslýnda bu hamlesiyle kendi felaketine giden yolun taþlarýndan birini daha döþemiþ oldu. 16 Ocak 1979’da son çaresi, bir uçakla Mýsýr’a kaçmaktý. Ýktidar, yeni sahibini bekliyordu. kadýnlara da oy hakký tanýmasý ve eðitimin laikleþtirilmesi yolundaki -Ýslam ile baðdaþmayan- önerileri oldu. Kendisini ezilen kitlelerin deðil, Þah’a karþý dinsel kastýn muhalefetinin önderi olarak görüyordu. Din merkezcil olmayan partiler arasýnda etkin bir örgütün yokluðunda Humeyni, camiler aðýyla örgütlenmiþ yegane ulusal tutarlý muhalefet odaðý olarak diðer muhalif unsurlarý da çevresinde toplamayý baþarmýþtý. Ýlk iktidarý ele geçirme talepleri Ocak 1978’de gelmeye baþladý. Ancak dinsel hareketin geleneksel tabanlarý olan lumpen proletarya (kent yoksullarý) ve küçük burjuvazi (pazar esnafý), iktidar perspektifinden yoksun katmanlardý. Bu gücü elinde bulunduran proletarya ise grevlerinde dini karakterli taleplere sahip deðildi ve dinsel muhalefet hareketinden sýnýf doðasý gereði uzaktý. Humeyni, iþçi hareketinden kopukluðu sorununa kullandýðý retoriði sola kaydýrarak çözüm buldu. Yaklaþým ve söylemlerini iþçi hareketindeki radikalliðe uydurdu ve "sýnýf çeliþkileri, adalet, özgürlük, anti-emperyalizm" kavramlarýný demeçlerinde ön plana çýkarmaya baþladý. Ýþçi sýnýfý içinde kökleþmiþ tutarlý bir alternatifin olmadýðý ölçüde dini hareket, iþçi hareketi üzerindeki nüfuzunu artýrdý.

-12-


MARKSiST BAKIs Humeyni’nin bir diðer avantajý, sokaktaki hareket üzerinde camiler aracýðýyla egemenlik kurmasýydý. Kullandýðý radikal retorikle dinsel hareket, kendini ulusal muhalefetin cisimleþtiði merkez olarak teþhir etti. Bunun sonucu olarak grev komitelerinin geliþimi kýsýtlanmýþ oldu. Dinsel muhalefetin kendini mücadele hareketinin çekirdeði olarak ön plana çýkarmasý ve iþçi hareketini de kendine yakýnlaþtýrabilmesinin asýl nedeni ise, kararlý ve ilkeli önderlik gösterebilecek alternatif bir yapýlanmanýn bulunmayýþýydý.

Tudeh 1970’lere gelindiðinde bir kuþak boyunca zamanýný tümüyle hareketsiz geçirmesi ve rejimle karþý karþýya gelmeme konusundaki ýsrarýný sürdürmesi sonucu eski taraftarlarýný da kaybeden parti, devrimci hareketin militanlýðýyla kendi hantal yapýsýný uzlaþtýramadý. Bunun yerine daha sonra kaybettiði zamaný telafi edebileceði düþüncesiyle Humeyni’nin anti-emperyalist demagojisini öne çýkararak ona koþulsuz destek verdi. Tudeh’in pasif tutumundan hoþnutsuzluk duyan yeni kuþak bir grup, partiden koparak ‘Fedayin-i Halk (Halkýn Fedaileri)’ örgütünü oluþturdu.

Halkýn Fedaileri Halkýn Fedaileri’nin kurucularý, Tudeh’in gençlik örgütünde faaliyet yürütmüþ ancak sonradan partiden kopmuþ kiþilerdi. Ýlk zamanlarda örgütün oldukça bulanýk fikirlere sahip olan teorisyenleri, zamanla ‘ulusal kurtuluþ’ ve ‘gerilla savaþý’ teorilerinden etkilendiler. Geliþtirdikleri yaklaþýma göre Ýran, feodal bir sistemden komprador burjuva bir sisteme dönüþüyordu. Bu koþullarda yapýlmasý gereken iþ, Ýran’ý emperyalizmin yerli iþbirlikçileri olan komprador burjuvaziden kurtarmaktý. Ýþçilerin ‘pasif’ olduðu Ýran koþullarýnda bir hareketi ‘yaratmak’ zorunlu idi ve yaratýlacak hareket; kitleleri sarsacak, onlarý rejime muhalefet etmenin mümkün olduðuna ikna edecek ve devrimci unsurlarý etrafýnda toplayan bir odak yaratacak olan silahlý mücadeleydi. Halkýn Fedaileri 1971-1978 yýllarý arasýnda gerçekleþtirdiði pek çok silahlý eylemde 170 civarýnda gerillasýný yitirdi. Bu eylemler, rejim açýsýndan tehditkar bir nitelik taþýmýyor ve beklenen ‘halk devrimini’ ateþlemekten hayli uzak görünüyordu.

Mücahidin Köken olarak Ulusal Cephe’den gelmesi dýþýnda Mücahidin, ‘gerilla mücadelesi’ taktiði ve ‘ulusal kurtuluþ politikasý’ný benimsemesinden ötürü Halkýn Fedaileri ile pratikte paralellik gösteriyordu. Ancak teoride Halkýn Fedaileri’nden farklý olarak, Ýslam’ýn bir devrimci potansiyeli bünyesinde barýndýrdýðýný iddia ediyor ve dini muhalefeti destekliyordu. Mücahidin’in kaderi de, iþçi hareketinden kopukluk baðlamýnda Tudeh ve Halkýn Fedaileri’nden farksýz oldu. Tudeh, ‘ilerici’ burjuvazi ile küçük burjuvaziyi toplumsal deðiþimin öðeleri ilan etmiþti. Halkýn Fedaileri ve Mücahidin ise gerilla aktivistlerle köylülere bu rolü biçti. Kendi mücadelesini baþlatýp sürükleyen iþçilerin grev dalgasý patlak verdiðinde, durumu kavramak konusunda yeterli donanýma sahip olmayan bu iki akým da hareketten uzak kaldýlar. Ýþçi

hareketi içindeki bu siyasi boþluk, tek ulusal muhalefet odaðý olarak görünen, iþçi sýnýfýnýnkiyle baðdaþmaz fikirlere sahip dinsel muhalefet tarafýndan dolduruldu. Daha önceki pek çok örneðinde de gözlemlendiði üzere ikameci ve sýnýf uzlaþmacý ‘aþamalý devrim’ teorisine sarýlmanýn sonucunda sosyalist devrim kaybedildi.

Sonuç Olarak... Devrimci dönüþümü gerçekleþtirebilecek tek güç olan iþçi sýnýfýný bir kenara iten gelenekleri sebebiyle Ýran solu, devrimin öngününde kendi sýnýf düþmanlarýný ayýrt edemedi. Devrimci-Marksizm’in dejenerasyonundan ibaret olan bu gelenek, 1920’lerden itibaren bu gibi pek çok devrimin kaybedilmesinin de ardýnda yatan temel nedendi. Lenin’den sonra III.Enternasyonal (Komintern), dünya iþçi sýnýfýnýn çýkarlarý doðrultusunda hareket etmekten uzaklaþtýrýldý ve Rusya’da yükselen bürokrasinin çýkarlarýný ifade eden bir dizi stratejik ilkeyi, ‘dünya proletaryasýnýn çýkarlarý’ biçiminde devrimci harekete dayatmaya baþladý. ‘Sýnýf Bloku’ fikri de, bunlardan yalnýzca biriydi. ‘Sýnýf Bloku’ fikrine göre ileri derecede sanayileþmiþ kapitalizmin bulunmadýðý ve emperyalizmin boyunduruðu altýndaki Ýran gibi ülkelerde sosyalist devrimin gerçekleþmesi mümkün deðildi. Bu tip geri ülkelerde komünistlere düþen görev, Ekim Devrimi’ni zafere taþýyan ‘sürekli devrim’ anlayýþýný bir kenara atarak ‘aþamalý devrim’ teorisini benimsemekti. Yani sosyalist devrim için önce bir burjuvademokratik devrim gerçekleþmeli ve iktidardaki burjuvazi ülkeyi emperyalizmin kollarýndan kurtarmalý, bu esnada çeþitli demokratik haklarý da tanýmalý ve gereken zemini hazýrlamalýydý. Bu anlayýþta devrimci bir iþçi sýnýfýna yer yoktu - iþçi sýnýfýnýn yerine onun sýnýf düþmaný olan burjuvazi ikame edilmiþti. Devrimci-Marksistler bilirler ki burjuvazinin gericiliði tarihsel deneyimlerle nice kez sabitlenmiþtir. Toplumun devrimci dönüþümünde rol oynayacak tek ilerici unsur, proletaryadýr. Geliþmekte olan kapitalizm ile sosyalist bir devrim arasýnda ‘aþamalar’ söz konusu deðildir, aþamacýlýk anlayýþý olsa olsa iþçi sýnýfýnýn burjuvaziye teslim olmasýyla ve onun tarafýndan paramparça edilmesiyle sonuçlanýr. Burjuvazi için asýl tehlike zaten dize getirdiði feodalizmin geri geliþi deðil, iþçi sýnýfýnýn olasý devrimidir ve burjuvazi eline geçirdiði ilk fýrsatta iþçi sýnýfýnýn kafasýný ezecektir. Ýþçiler, iktidar için mücadele verirken baðýmsýz sýnýf kimliklerini korumalýdýrlar, sözde ‘ilerici’ burjuvaziyle ittifak fikri, Stalinizm’in dejenere ‘sosyalizm’ anlayýþýnýn bir uzantýsýdýr ve Ýran Devrimi gibi tarihsel örneklerle kanýtlanmýþ bir biçimde iþçi hareketinin ezilmesiyle sonuçlanýr. Yükselen iþçi hareketini zafere taþýyacak olan, devrimci partidir. Yalnýzca devrimci parti militan iþçileri örgütleyebilir, iþçi örgütlenmeleri arasýnda geniþ çaplý bir koordinasyonla eylem birliði saðlayabilir ve iþçi mücadelesini iktidara taþýyabilir. Ne yazýk ki, Stalinist sol, deneyimlerden dersler çýkarma konusunda pek isteksiz görünüyor. Unutmamak gerekir ki tarihsel hatalardan ders çýkarmayý bilmeyen devrimci hareketler, yenilgilerini tekrarlamaya mahkumdurlar.

-13-

Olcay Marmara


MARKSiST BAKIs

KÜRESELLEÞME VE ULUS-DEVLETLER Küreselleþmenin

bir kavram olarak yaygýnlýk kazanmasý, SSCB'nin çöküþü ve Berlin duvarýnýn yýkýlmasýnýn ardýndan liberal demokratik serbest piyasa modeline karþý konulamayacaðý argümanýnýn hýz kazandýðý 1990'larýn baþýna denk gelse de, küreselleþme eðilimi yeni bir olgu deðildir, kapitalizmin doðasýnda en baþýndan beri vardýr. Marks ve Engels, henüz 1848'de bugünkü tartýþmalara nazire yaparcasýna Komünist Manifesto'da þöyle diyorlardý: “Burjuvazi, dünya pazarýný sömürmekle, her ülkenin üretimine ve tüketimine kozmopolit bir nitelik verdi. Gericileri derin kedere boðarak, sanayiin ayaklarý altýndan üzerinde durmakta olduðu ulusal temeli çekip aldý. Eskiden kurulmuþ bütün ulusal sanayiler yýkýldýlar ve hâlâ da her gün yýkýlýyorlar. Bunlar, kurulmalarý bütün uygar uluslar için bir ölüm-kalým sorunu haline gelen yeni sanayiler tarafýndan, artýk yerli hammaddeleri deðil, en ücra bölgelerden getirilen hammaddeleri iþleyen sanayiler, ürünleri yalnýzca ülke içinde deðil, yeryüzünün her kesiminde tüketilen sanayiler tarafýndan yerlerinden ediliyorlar. O ülkenin üretimiyle karþýlanan eski gereksinmelerin yerini, karþýlanmalarý uzak ülkelerin ve iklimlerin ürünlerini gerektiren yeni gereksinmeler alýyor. Eski yerel ve ulusal kapalýlýðýn ve kendi kendine yeterliliðin yerini, uluslarýn çok yönlü iliþkilerinin, çok yönlü karþýlýklý baðýmlýlýðýnýn aldýðýný görüyoruz. Ve maddi üretimde olan, zihinsel üretimde de oluyor. Tek tek uluslarýn zihinsel yaratýmlarý, ortak mülk haline geliyor. Ulusal tek yanlýlýk ve darkafalýlýk giderek olanaksýzlaþýyor ve sayýsýz ulusal ve yerel yazýnlardan ortaya bir dünya yazýný çýkýyor. Burjuvazi, bütün üretim araçlarýndaki hýzlý iyileþme ile, son derece kolaylaþmýþ haberleþme araçlarý ile, bütün uluslarý, hatta en barbar olanlarý bile, uygarlýðýn içine çekiyor. Ucuz meta fiyatlarý, bütün Çin setlerini yerlebir ettiði, barbarlarýn inatçý yabancý düþmanlýðýný teslim olmaya zorladýðý aðýr toplar oluyor. Bütün uluslarý, yoketme tehdidiyle, burjuva üretim biçimini benimsemeye zorluyor; onlarý uygarlýk dediði þeyi benimsemeye, yani bizzat burjuva olmaya zorluyor. Tek sözcükle, kendi hayalindekine benzer bir dünya yaratýyor." Manifesto'dan yapýlan bu alýntý, küreselleþmenin yeni bir olgu olarak tüm sosyoekonomik ve politik süreçleri yeniden þekillendirdiði tezini tamamen çürütüyor. Öte yandan kapitalistlerin küreselleþmeyi yeni bir olgu olarak tüm toplumun fikir hayatýna dayatmasý elbetteki boþuna deðil. Tüm dünyada uygulamaya sokulan neo-liberal politikalarýn güçlü bir muhalefetle karþýlaþmamasý için paradigmalarýn toptan deðiþtiði, ideolojilerin öldüðü, eski tarz mücadele yöntemlerinin geçerliliðini yitirdiði iddialarýnýn topluma nüfuz etmesi gerekiyordu. Bu baðlamda, söz konusu ideolojik saldýrýnýn en etkili silahlarý küreselleþme, post-modernizm gibi yaklaþýmlardý. Dolayýsýyla küreselleþme ve benzeri söylemler kapitalistlerin dönemsel saldýrýlarýnýn bir enstrümanýydý. Bu yüzden, ideolojilerin ve sýnýf savaþýmlarýnýn ortadan kalktýðýnýn, kapitalizmin geçerli tek sistem olduðunun ve küreselleþmeye karþý direnilemeyeceðinin pervasýzca dillere dolandýðý bir dönemde buluyoruz kendimizi.

Kapitalizmin Geliþim Serüveni

Emperyalizm, kapitalizmin evriminin bir ürünü. Kapitalizm doðasý gereði ulusal sýnýrlarý aþmak, yeni pazarlar ve hammadde kaynaklarý ele geçirmek zorundadýr. Bu yayýlmacý

-14-

Kapitalistlerin küreselleþmeyi yeni bir olgu olarak tüm toplumun fikir hayatýna dayatmasý elbetteki boþuna deðil. Tüm dünyada uygulamaya sokulan neo-liberal politikalarýn güçlü bir muhalefetle karþýlaþmamasý için paradigmalarýn toptan deðiþtiði, ideolojilerin öldüðü, eski tarz mücadele yöntemlerinin geçerliliðini yitirdiði iddialarýnýn topluma nüfuz etmesi gerekiyordu. Bu baðlamda, söz konusu ideolojik saldýrýnýn en etkili silahlarý küreselleþme, post-modernizm gibi yaklaþýmlardý.


MARKSiST BAKIs özellik, kapitalizmin emperyalizm aþamasýna ulaþmasýnýn motorunu oluþturmuþtur. Kapitalist devletler arasýndaki ilk savaþ olan Ýngiltere ile Hollanda Cumhuriyeti arasýndaki savaþ da söz konusu olan yeni pazarlar ve hammadde kaynaklarý için yapýlmýþtý. Yeni yeni ortaya çýkan kapitalist devletler ile kapitalizm öncesi varolan imparatorluklar, Amerika, Afrika, Asya ve Uzak Doðu'da egemenlik kurma adýna birbirleriyle savaþmaya baþladýlar. Ýki yüzyýl boyunca Hollanda, Ýngiltere, Fransa, Ýtalya, Almanya ve diðer güçler bu savaþýn içinde oldular ve yerli halklarý asimile etmek için savaþtýlar. Gerçek anlamýyla yerleþik ve düzenli bir ticaret sistemi ondokuzuncu yüzyýlýn ikinci yarýsýnda ortaya çýkmýþtýr. Ayrýca bu dönemde dünya piyasalarýnýn bütünleþmesi de saðlanmýþtýr. Bu bütünleþmeyi gerçekleþtiren en önemli faktör 1860'lardan itibaren denizaltý telgraf kablolarýnýn faaliyete geçmesiydi. Bu kablolar, kýtalararasý ekonomik iliþkileri birbirine baðlamýþ ve uluslararasý sermaye akýþý olaðanüstü bir biçimde artmýþtý. Binlerce kilometre uzaklýktaki bölgelerle günlük ticareti ve fiyat belirlemeyi saðlayan bu kablolar dünyanýn farklý ülkelerindeki kentlerle anýnda iletiþim kurmayý da mümkün hale getirmiþtir. Böylece dünya piyasalarýnýnda bütünleþmesi saðlanmýþ oluyordu. 1870-1914 arasý "Belle Epoque" ekonomisi (kapitalizmin hýzlý bir yayýlma ve geliþme dönemi) önemli ölçüde uluslararasýlaþmýþ bir ekonomiydi. Bu dönemde temel ölçü, ithalat ve ihracatýn gayri safi yurtiçi hasýlaya oranýydý. 1913'de Ýngiltere'de ticaretin gayri safi yurtiçi hasýlaya oraný %44.7'dir. Bu oran iki dünya savaþý arasýndaki dönemde önemli denilebilecek bir düþüþten sonra, 1973'de %39.3'e yükselmiþtir. Ve halâ Birinci Dünya Savaþý'ndan sonraki düzeye çýkamamýþtýr. Fransa ve Almanya'da buna benzer bir durum sergilenmektedir. Fransa halâ 1913'de ki açýklýk seviyesine geri dönememiþtir (%35.4). Bu oran 1973'de %29.0, 1993'de ise %32.4 olmuþtur. Almanya için ise bu rakamlar 1913'de %35.1, 1973'de %35.2, 1993'de ise %38.3'dür. Küçük bir artýþ görülse bile, bu, son yýllarda yoðun ve etkin bir "küreselleþme" olduðunu desteklemez. Japonya'da ise daha ciddi bir düþüþü göstermektedir: 1913'de %31.4, 1973'de %18.3, 1993'de de %14.4'dür. Bu oranlara bakýnca Japonya'nýn ithalatýný düþürmekte olduðunu görüyoruz. Ama halâ gayri safi yurtiçi hasýlasýnýn görece küçük bir oranýný ihraç etmektedir. Oran 1979-81'de %11.8'den, 1991-93'de %8.8'e düþmüþtür. Sadece ihracatlarýnýn gayri safi yurtiçi hasýlaya oranýný temel aldýðýmýzda, rakamlar: Batý Avrupa için 1913'de %18.3, 1970'de %17.4, 1992'de %21.7; ABD için 1913'de %6.4, 1970'de %4, 1992'de %7.5; Japonya için ise 1913'de %12.5, 1970'de %9.7, 1992'de %8.8'dir. Ticaret hacminin önemli ölçüde artmasýna raðmen, 1970'den bu yana ABD'nin hem ithalat hem de ihracatta açýklýðýnýn artmasý bir yana, geliþmiþ ülke ekonomileri, ticaretin gayri safi yurtiçi hasýlaya oraný bakýmýndan 1914 öncesine göre önemli bir büyüme gösterememiþlerdir. Uluslararasý ticaret 1950 ile 1960'lar arasýnda ondokuzuncu yüzyýlýn ikinci yarýsýna oranla 1973'e kadar yaklaþýk %9.9 oranýnda büyümüþtür. Fakat bu son zamanlarda gerçekleþmemiþtir.

Dünya ekonomisine hakim üç bölgede (ABD, Uzak Doðu, AB) ithalat ve ihracatýn toplam deðeri son yirmi yýldýr hemen hemen ayný düzeyde kalmýþtýr. Elbette, bugünkü dünya ekonomisi 1914 ve öncesinden oldukça farklýdýr. Ama ayný güçlerin egemenliði altýndadýr. Avusturya-Macaristan, Fransa, Almanya, Ýngiltere, Ýtalya, Japonya, Rusya ve ABD 1914'de askeri ve ekonomik olarak duruma hakimdi. Günümüze bakacak olursak, Avusturya-Macaristan'ýn yerini Kanada'nýn almýþ olmasý ve Rusya'nýn öznel durumundan dolayý sekizinci büyük güç olarak, gözlemci statüsüyle G-7'ye katýlmasý en önemli deðiþimlerden biri olarak ele alýnabilir. Birinci Dünya Savaþý'nýn baþlamasýyla dünya ticareti % 900 oranýnda büyüdü. 1870 ve 1913 yýllarý arasýndaki yýllýk ortalama büyüme hýzý %3.4'tü. Bununla birlikte, altýnýn ülkeden ülkeye sýnýrsýz bir þekilde akýþýna baðlý olarak uluslararasý finansmanda da çok büyük bir büyüme vardý. 1880 ve 1890'lara gelindiðinde yatýrýmlar en güçlü kapitalist ülke olan Britanya'dan deniz aþýrý ülkelere yapýlýyordu. Uluslararasý ticaretin son yýllardaki büyüme hýzý yüzyýl öncesiyle hemen hemen ayný düzeyde. Ýhracat 1960 ve 1990 arasýnda iki katýna çýkarak dünya genelinde %20 oranýna ulaþmýþtýr. Fakat bu yine de üretimin %80'inin mallarýn üretildiði ülkelerde tüketildiði anlamýna geliyor. "Küreselleþmeyle" beraber yeni bir dönemin baþladýðý, ulusdevlet döneminin bittiðini ve küreselleþmiþ ekonomik ve sosyal süreç karþýsýnda ulus-devletin etkisiz kaldýðýný söylemenin popüler olduðu bir dönemden geçiyoruz. Sermayenin hareketli olmasý, uluslararasý þirketlerin hareket alanlarýnýn geniþlemesi buna benzer görüþleri yaygýn hale getiren unsurlardan biri olarak karþýmýza çýkýyor. Gerçekte ise bütün 'çokuluslu' þirketlerin arkasýnda ulusal bir devletin desteðini görüyoruz. Küreselleþme hakkýndaki bütün tartýþmalara raðmen, çokuluslu þirketlerin ekonomik faaliyetlerinin merkezi halâ kendi ülkelerindedir. Bu durum Avrupalý çokuluslu þirketlerde daha az belirgin olarak görülmektedir. Bu þirketlerin birçoðu komþu Avrupa ülkelerinde yatýrým yapmaya baþlamýþlardýr. Eðer AB bir bütün olarak ele alýnýrsa yoðunluk dereceleri ABD ve Japonya'da elde edilen verilere benzer olacaktýr. ABD kökenli çokuluslu þirketlerin varlýklarý genellikle kendi evlerinde yoðunlaþmýþtýr. Japon þirketlerinin durumu da þaþýrtýcý derecede aynýdýr. Avrupalý þirketlerin durumu da pek farklý deðildir. Fransýz üretiminin %31'i ve Fransýz öz varlýklarýnýn %35'i diðer Avrupa ülkelerinde bulunmaktadýr. Buna baðlý olarak toplam öz varlýklarýnýn %85'inin AB sýnýrlarý içinde olduðu söylenebilir. Bu durum Avrupalý þirketlerin "küreselleþme" deðil de "bölgeselleþme" çabasý içinde olduðunu göstermiþtir. Avrupa'da bulunan iki yüz büyük þirketin üst düzey yöneticileri arasýnda yapýlan bir araþtýrmada da bu veriler ortaya çýkmýþtýr. Bütün üretimlerinin %93'ünü sonraki beþ yýl içinde Avrupa'da gerçekleþtirmeyi, girdilerinin %80'ini Avrupalý müþterilere satmayý planladýklarýný göstermiþtir. Bütün verilere bakýldýðýnda karþýmýzda bir küresel bütünleþme yerine, endüstriyel dünyanýn Kuzey Amerika, Uzak Doðu ve Avrupa kýsýmlarý arasýnda bölgesel bütünleþme çýkmaktadýr. Durum buysa küreselleþme kavramýnýn yerine bölgeselleþme sözcüðünün kullanýlmasý gerekir. Özetlersek eðer, devlet birçok açýdan önemli þirketlerin

-15-


MARKSiST BAKIs kurulmasý ve desteklenmesi konusunda kilit rol oynamaktadýr. Bunlara örnek verecek olursak; Shell, Chrysler, McDonald's, General Motors'un arkasýnda ABD devleti vardýr, genel olarak da ABD'li kapitalistler ABD devlet politikasýný belirlemektedir. 1993'de Ýsveç hükümeti Wallenberg Konsorsiyumunun aile bankasý olan Volvo, Eloktrolux, Ericsson, Asea, Stora ve SKF gibi önemli þirketlerde büyük hisseleri bulunan Skandinaviska Enskilda Banken'i ve Handelsbanken'i desteklemiþtir. Wallenberg Konsorsiyumu sadece kendi baþýna Stockholm Borsasý'nýn %40'lýk bölümünü oluþturur. Buna benzer bir þekilde 1987'de Daewoo'yu batmaktan kurtaran da Güney Kore devleti olmuþtur. Irak Savaþý'ndaki en karlý ihaleleri ABD'li tekellerin dýþýndakilerin kazanma þansý yoktur. Bu konudaki en son örnek ise çok çarpýcýdýr: Rus enerji devi Gazprom Rus devletinin doðrudan bir aygýtý gibi davranýp Doðu Avrupa ülkelerini cezalandýrmaya çalýþmýþtýr. Ruigrok ve Van Tulder'in yaptýklarý geniþ kapsamlý bir araþtýrma kanýtlamýþtýr ki, her büyük çokuluslu þirketin kontrolü net bir þekilde bir ülkenin vatandaþý olan kapitaliste aittir. 1991'de ABD'nin önemli þirketlerinden otuz tanesinin sadece beþinin yönetim kurullarýnda bir yabancý vardý. Büyük Amerikan þirketlerinin ise yönetim kurullarýnýn sadece %2'si yabancýlardan oluþuyordu. 20 büyük Japon þirketinden sadece iki tanesinin yönetim kurulunda bir yabancý var. 15 büyük Alman þirketinin sadece dört tanesinin kurullarýnda bir yabancý bulunuyor. Hisse sahipliði oraný da "küresel pazarlar"da konuþulanýn aksine daha çok ulusal düzeyde yoðunlaþmýþtýr. Ruigrok ve Van Tulder çok az büyük þirketin hisselerinin %10'undan biraz fazlasýnýn ülke dýþýnda olduðunu belirtmiþtir. Alman hisselerinin dýþarýda olan bölümünün birçoðu da Ýsviçre'nin Almanca konuþulan yerlerinde ve Avusturya'dadýr. Hollanda, Ýsviçre ve Ýsveç kökenli çokuluslu þirketler kendi ülkelerindeki ekonomik pazarýn küçük olmasý nedeniyle üretim etkinliklerini uluslararasýlaþtýrmak zorunda kalmýþlardýr. Ama bazýlarý þaþýrtýcý derecede ulusal düzeyle sýnýrlanmýþtý. Baþka ülkelerin borsalarýnda yer almayý ayrýcalýk olarak görmüyorlar ve üst düzey yönetimlerde sadece birkaç yabancýya yer veriyorlar. Ortaya çýkan bu verilerde çokuluslu þirketlerde ulusal kimliðin aðýrlýðý fazlasýyla hissediliyor. Ve kendi ulus-devletlerinden çok da baðýmsýz hareket etmediklerini görüyoruz. Ulus-devlet, tekelci sermayenin, küresel düzeyde mali hizmetler alanýndaki gücünden oldukça etkileniyor. Ama bu durum ulus-devletin sona erdiði anlamýna gelmiyor elbette. Bir yandan uluslararasý sermaye kendi çýkarlarý doðrultusunda geliþtirdiði politikalarýný ulus-devletlere dayatýyor, diðer yandan da burjuva ideologlar, küreselleþmenin özgürlük getirdiðini, küreselleþmeye direnilemeyeceðini, serbest piyasa ekonomisinin mantýklý tek seçenek olduðunu dayatýyor tüm güçleriyle. Bu da büyük bir

tutarsýzlýk. Hem ulus-devletlerin siyaset arenasýndan çokuluslu þirketler lehine çekildiðini söyleyip hem de kendi iþlerini gördürmek için yok olduðu söylenen(!) ulus-devletleri kullanýyorlar. Esasýnda olan ise þuydu: ulus-devletler özelleþtirme, sosyal devletin ortadan kaldýrýlmasý gibi politikalarla küçültülürken mahkemeleriyle, kolluk güçleriyle, ordusuyla devlet iktidarý zayýflamýyor, ezilenler ve iþçi sýnýfýna karþý giderek güçleniyor. Kapitalist dünya ekonomisinin týkanma belirtileri göstermesiyle beraber uluslararasý iklim sertleþti, küreselleþme çýðýrtkanlarýnýn sesi soluðu çýkmaz oldu. Ýddialarýn aksine ulus-devletin gücünün pekiþtiði bir dönemden geçiyoruz. Küreselleþme ideolojisinin liderliðini yapan ABD, Çinlilerle yapýlacak þirket evliliklerini yasaklýyor, Çinle yapýlan ticarete kota koyuyor, birçok sektörde yerli üreticiyi teþvik ve gümrük politikalarýyla koruma altýna alýyor. Uluslararasý arenada da farklý bir manzara karþýmýza çýkmýyor. Örneðin, 2. Dünya Savaþý'ndan sonra uluslararasý anlaþmalara göre düzenli orduya sahip olmasý yasak olan Japonya, silahlanma harcamalarýný devasa düzeyde arttýrdýðý gibi düzenli orduya geçiþe hazýrlanýyor. Uluslararasý arenada Yeni Dünya Düzeni savunucularý, u l u s - d e v l e t i "küreselleþmeyle" tüm ideolojilerin güçlendirmeyi hede- yok olduðu, anlamsýzlaþtýðý bir fleyen politikacýlar dönemin ifadesi olarak dünyayý teker teker iktidara kuþatmaya baþladýlar. Oysa, bütün yükseliyor. Putin bu bu yaþananlarýn toplamýna bakýnca, sürecin en iyi örnek- küreselleþmenin kendisinin gerçeklerinden birisi olarak te ne kadar ideolojik bir kavram Rus devlet aygýtýný olduðunu ve iliklerine kadar sahip o l a b i l d i ð i n c e olduðu barbarlýðýný meþrulaþtýrgüçlendirmiþ, burju- manýn baþka bir biçimi olduðunu va Rus devletinin görüyoruz. çýkarlarý için Yukos gibi tek tek burjuva unsurlarý harcamaktan çekinmemiþtir. Bush'un 2. dönemde de seçilmesi, Ýran'da Ahmedinecad'ýn ve Filistin'de Hamas'ýn iþbaþýna gelmesi bu eðilimi ortaya koyuyor. Belki ulus-devletlerin güç kazanmakta olduðuna en önemli ve en etkili örnek, hýzla dünya liderliðine koþan Çin'in kendisidir. Yeni Dünya Düzeni savunucularý, "küreselleþmeyle" tüm ideolojilerin yok olduðu, anlamsýzlaþtýðý bir dönemin ifadesi olarak dünyayý kuþatmaya baþladýlar. Oysa, bütün bu yaþananlarýn toplamýna bakýnca, küreselleþmenin kendisinin gerçekte ne kadar ideolojik bir kavram olduðunu ve iliklerine kadar sahip olduðu barbarlýðýný meþrulaþtýrmanýn baþka bir biçimi olduðunu görüyoruz. Kapitalizmin saldýrýlarýna ve onun sonuçlarýna karþý direniþin baþarýsýna, iþçi sýnýfýnýn, ezilenlerin enternasyonal dayanýþmasý ve onun üzerinde oluþturulacak örgütlü bir mücadele hattýnýn izlenmesiyle ulaþýlacaktýr.

Sinan Yýlmazer -16-


MARKSiST BAKIs

DEVRÝMCÝ MARKSÝZM VE SOL Bu ülkede kendini Marksist, devrimci veya komünist sýfatlarýyla tanýmlayan, ancak söylemleri çok farklý pratik tutumlara karþýlýk gelen birçok siyasi yapý ve birey var; ve bu hiç de yeni deðil ve uzun süre böyle olmaya da devam edecek. Sosyalizmi, iþçi sýnýfýný, Marks’ý iþine gelince þöyle bir hatýrlayýp geçenleri saymazsak - onlarla olan tartýþma baþka bir yazýnýn konusudur - sosyalizm, devrim adýna yola çýkan diðerleriyle ayrým çizgilerini kalýnlaþtýrmak daha yürünecek çok yolu olan bizler için yaþamsal öneme sahip. Marksizm zaten devrimcidir, Leninizm ve onun devamcýsý olarak Troçkizm de Marksizmin en ortodoks biçimidir denilebilir ve doðrudur, ancak daha Marks ve Engels henüz hayattayken baþlayan, burjuva ideolojilerinin ve Stalinizmin kimi zaman sinsice, bazen de açýktan yaptýðý tahribat kendimizi sadece Marksist ya da komünist olarak tanýmlamamýzý zorlaþtýrýyor. Burjuva ideologlarý Stalinizmin suçlarýnýn ve kaçýnýlmaz çöküþünün sorumluluðunu Marksizme yükledikleri için suçludurlar, ancak Stalinizm kendisinin sosyalizme karþý iþlediði suçlarý ve yaptýðý tahribatý haklý göstermeye çalýþtýðý için daha suçludur ve devrimci jargonun altýnda ne kadar gizlemeye çalýþýrsa çalýþsýn karþý-devrimci bir akým olarak burjuvazinin hizmetindedir. Türkiye radikal solunun neredeyse tüm renkleri, sol-liberalizm ya da üçüncü dünyacýlýktan ne kadar nasiplenmiþ olsalar ve bazýlarý Stalinist gelenekten sýyrýlma çabalarý gösterse de politik ve örgütsel anlamda bu geleneðin etkisi altýndadýr. Zaten, bu anlayýþlarýn herhangi biri bir kez benimsendiðinde, onu benimseyenleri diðerlerinin etkisine açýk hale getirir, çünkü bütün bu anlayýþlara damgasýný vuranlar ikamecilik, kitle hareketini sadece araç olarak görmek ve burjuva dünyasýnýn sýnýrlarýný aþamamaktýr. Sosyalizmi devlet mülkiyetinden, devrimi bir kadro hareketinden ibaret gören anlayýþ hepsinin karakteristiðidir. Komünizm bu topraklarda henüz doðum aþamasýndayken büyük darbeler yedi. Mustafa Suphi ve arkadaþlarý gerçek bir gelenek yaratamadan Kemalist rejimce katledildiler. Böyle bir ortamda TKP’nin Stalinize edilmesi çok kolay oldu. Türkiye solu tamamen bu çürük zemin üzerinde yükseldi ve geçmiþiyle hesaplaþmayý göze alamadý. Bunun da etkisiyle, çok farklý yerlerde

duranlar þaþýrtýcý bir þekilde ayný mirastan besleniyor, ayný kiþi veya gelenekleri referans alabiliyorlar. Bir siyasetin dün söyledikleriyle bugünkü tutumu çok farklý olabiliyor, ama dün söylenenin bugün neden yanlýþ olduðunun üstü örtülüyor çoðunlukla. Devrimci ahlaka yakýþmayan düþmanlýklarla ilkesiz ve diplomatik birliktelikler birbirini izliyor. Aslýnda tüm bunlar da Stalinizmin sakýz kadar esnek ve ilkesiz, pragmatist doðasýndan kaynaklanýyor. MHP’nin birazcýk solundaki ÝP’den devlete karþý silahlý mücadele yürüten illegallere kadar çok renkli bir Stalinist gelenek bu. Sol-liberalizmi en iyi temsil eden Bugünkü atmosferi yaratan ve en çok farklýlaþmýþ temelde 28 Þubat darbesi oldu. görünen ÖDP bile bu ÖDP “Ne Refahyol, Ne gelenekten ayrý deðerHazýrol!” gibi hedef saptýran lendirilemez. Zira, Stalinist gökkuþaðýnýn bir þiarý benimserken, kimi parçalarý (Devbugünkü TKP’nin o zamanki Yol, eski TKP artýklarý hali olan SÝP darbeye tam ve daha baþkalarý) olarak yedeklendi ve orta sýnýf giderek solgunlaþan aydýnlanmacý siyasetinin renkleriyle oluþturdular gereði olarak Ýslamcýlarý kambu partiyi. Giderek pus kapýlarýndan içeri sokmagüçlenen ve mak gibi görevlere atýldý. Türk güçlendikçe beslendiði Stalinist solunun Kemalizmle yurtsever topraðýn verolan tarihsel baðlarý imliliðini görüp daha da saða kayan TKP(SÝP) düþünüldüðünde hiç þaþýrmaise klasik Stalinist parti mak lazým. modelinin en iyi örneði. Baþta iþçi hareketi olmak üzere toplumsal muhalefet birkaç yýldýr 12 Eylül döneminden sonraki en dip noktaya ulaþmýþ bulunuyor. Kürt hareketi de dahil olmak üzere sol çok ciddi bir daralmayla karþý karþýya. Bugünkü atmosferi yaratan temelde 28 Þubat darbesi oldu. Ama, sosyalist solun serüveni boyunca devrimci Marksizmin nasýl yakýnýndan bile geçemediðini görmek için 12 Eylül’den önceki pratiklerine de bakmak lazým. 70’ler boyunca sol güçlendikçe týrmandýrýlan faþist terörün yýldýrma politikasýna karþý verilen tepki istisnalar dýþýnda misillemelerden öteye geçmedi. TKP baþta olmak üzere, bazý gruplar da tamamen pasifist bir tutum takýndý. Zaten, faþist terörle solun yok edilemeyeceði belliydi, solu terörün içine çekip izole etmekti amaç.

-17-


MARKSiST BAKIs Faþist teröre ayný þekilde cevap verenler, yani anti-faþist mücadeleyi karþý-þiddetten ibaret görenler etki alanlarýnýn içindeki binleri kazanýrken milyonlarý kaybettiler. Pasifistler de devrimci þiddeti savunanlar da iþçi sýnýfýnýn faþizmi durdurabilecek temel güç olduðu perspektifinden uzaktýlar. Devrimcilerin öldürülerek azalmayacaðý gerçeði faþistler için de geçerliydi. Meþruiyetini ve gücünü fabrikalardan, okullardan, sokaklardan almayan þiddet, yani tek baþýna þiddet faþist terörü ve devlet baskýsýný durdurmayýp sadece arttýrýrdý, solun geniþ kitlelerden izole olmasýna hizmet ederdi. Çünkü, geniþ kitleler içindeki etkinlik onlarýn pratik sorunlarýna çözüm üretebilmekteki yeteneðe baðlýydý. Solun büyümesi hýz kesip mahalleler, sokaklar paylaþýldýkça sol içi þiddet de yaygýnlaþtý. Zira, Stalinist anlayýþ proletarya diktatörlüðünü kendi partisinin diktatörlüðü olarak gördüðünden devrimin çýkarlarý örgütün çýkarlarýna tabi kýlýndý. Birçok grup kendi büyüme hýzýna göre devrimin ne zaman olacaðýna dair tahmin yürütüyordu, devrime 6 ay kaldýðýný söyleyenler bile vardý. Stalinist solun militanlarýna verdiði sýnýf bilinci bu kadardý. Her grupta varolan, ancak darbeyle içi boþ olduðu görülen güven hissi çok zarar verici hale gelmiþti. Aralarýndaki rekabet yüzünden “Geliyorum!” diyen darbeye karþý hiçbir þey yapamadýlar; hatta, Dev-Yol’un o zamanki þefi Oðuzhan Müftüoðlu’nun söylediðine göre darbeyle birlikte Dev-Yol’a yapýlan operasyonlardan sonra baþka bir grup Ankara’da “Bir Dev’in Çöküþü” baþlýklý bildiriler daðýtmýþtý. 12 Eylül karanlýðýný yýrtmak için atýlan ilk adýmlar iþçi

Sosyalistlerin toplumsal sorunlara devrimci çözümler getirme iddiasý, ancak devrimci Marksizmin bayraðý altýnda mümkün olabilir. sýnýfýndan gelmiþti. 89’da ‘Bahar Eylemleri’ süreciyle baþlayan süreci önce 91’in büyük madenciler yürüyüþü ve ardýndan 90’lar boyunca yükselen kamu emekçileri hareketi ve öðrenci muhalefeti izledi. Bu dönem boyunca sýnýf hareketinin ve solun geliþimi iniþli-çýkýþlý, ancak görece yüksek bir seyir izledi. Ardýndan gelen 28 Þubat asýl darbeyi sola indirmiþti. Sosyalist solun ana gövdesi darbelere alýþkýn ve bu konuda fazlaca deneyimli olmasýna raðmen durduramayacaðýný bildiði bu darbeyi homurdanarak da olsa kabullendi. Karný yumuþak meseleleri deþmenin açýk çalýþma yapmayý zorlaþtýrýp izolasyona yol açmak gibi yan etkileri vardý, çünkü. ÖDP “Ne Refahyol, Ne Hazýrol!” gibi hedef saptýran

bir þiarý benimserken, bugünkü TKP’nin o zamanki hali olan SÝP darbeye tam olarak yedeklendi ve orta sýnýf aydýnlanmacý siyasetinin gereði olarak Ýslamcýlarý kampus kapýlarýndan içeri sokmamak gibi görevlere atýldý. Türk Stalinist solunun Kemalizmle olan tarihsel baðlarý düþünüldüðünde hiç þaþýrmamak lazým. Zira, Mahir Çayan Kemalizmin sýnýfsal konumunu küçük-burjuvazinin sol kanadý olarak tanýmlýyordu. Daha da kötüsü soldaki diðer teorisyenlerin çoðu Kemalizm konusunda onun bile gerisinde kaldýlar. Darbeye karþý çýkma cesaretini gösterenler de genel olarak Ýslamcý hareketi doðru tahlil edememiþ ve darbenin tam olarak neye karþýlýk geldiðini kitlelere anlatmak konusunda çekingen davranmýþtý. Kürt hareketinin yaþadýðý askeri yenilgi sosyalist cenahta baþka bir demoralizasyon yarattý. Sosyalist sol Kürt hareketine karþý hep mesafeli durmuþ, Kürt halkýnýn kendi kaderini tayin hakkýna yeterince saygý göstermemiþti. Yükselen Kürt dinamiðinin taþýdýðý potansiyele karþý sergilenen pragmatist yaklaþým ve Kürt bölgelerindeki örgütlenme çalýþmalarý Kürt hareketiyle diðer illegal örgütler arasýnda gerginliklere yol açmýþtý. Devamlý olarak söylenen iki halkýn kurtuluþunun da sosyalizm için ortak mücadeleden geçtiðiydi. Öcalan’ýn yakalanmasýndan sonra Kürt hareketinin içine girdiði yönelim teslimiyet çizgisi olarak mahkum edildi ve eleþtiriler Kürt hareketiyle aradaki mesafeyi arttýrmak için bahane olarak kullanýldý. Aralýk 2001’deki cezaevi katliamlarýyla da az çok bugünkü hava oluþmaya baþladý. AB ile müzakereler için tarih verilen 17 Aralýk’la baþlayan sürecin yönetici sýnýf içindeki farklýlýklarý iyice açýða çýkarmasý, geniþ yýðýnlarýn gözünde AB’nin cazipliðine indirdiði darbe ve bunlar da yetmezmiþ gibi Newroz’u takiben yükseltilen milliyetçilik ve Kürt düþmanlýðý sadece ulusal-yurtsever solun iþine yaradý. Madalyonun öteki yüzüne bakarsak, ki bizi bu yüzü ilgilendiriyor; ulusal-yurtsever sol düzene malzeme oldu. Stalinist solun en önemli temsilcileri yükselen milliyetçiliðe karþý seslerini yükseltirken kendilerini meþrulaþtýrma çabasýyla faþistler ve Kürt düþmanlarýyla vatanseverlik yarýþýna girip onlarý sahte milliyetçi olmakla suçladýlar. TKP onlara “hamburger milliyetçileri”, Kýzýl Bayrak “vatan haini” derken HÖC de vatanseverlik þiarýný daha da öne çýkardý. Ýncirlik’e Türk bayraðý götüren Yurtsever Cephe bu süreçte epey yol aldý. Kendi pragmatik ve popülist kaygýlarý göz önüne alýndýðýnda bunlarý anlamak çok kolay; ancak þurasý açýk ki bu ulusal havadan yararlanmak için Kürt halkýyla baðlarý koparmak, düzenin sýnýrlarýnýn dýþýna çýkmamak için her türlü özeni göstermek, bütün devrimci duyarlýlýklarý bir yana býrakmak zorunludur. Kimse aslý varken taklide bakmaz. TKP bu nedenle Yurtsever Cephe’sini büyütürken, diðerleri da yine bu nedenle küçülmeye devam ediyor. Saflarýn netleþtiði böyle dönemler ara tonlarý nasýl da ortadan kaldýrýyor. Devrimci bir iþçi partisinin en iyi sýnandýðý dönemler gericilik dönemleridir, akýntýnýn yönünü tersine çevirebilmek için akýntýya karþý inatla yüzmeyi bilmek gerekir. Yukarýda deðinmiþtik, karný yumuþak meseleleri deþmenin bedelleri var. Þimdiki gibi gericilik dönemlerinde bu bedel aðýrlaþýyor. Bu bedel burjuva devletin teröründen çok kitleler içinde çalýþma yapmanýn zorlaþmasýdýr. Kafalarý karýþýk olarak mücadeleye atýlan yeni sempatizanlar ulusal sorun ve enternasyonalizm konusunda bilinçlendirilmediði için Stalinist gruplar Kürt

-18-


MARKSiST BAKIs halkýnýn kendi kaderini tayin hakký, yurtseverlik gibi zor meselelerde kendi tabanlarýný dahi iknada zorlanacaklardýr. Zaten böyle bir irade ve birikime de sahip deðildirler. Meseleler zorlaþtýkça devrimin bu topraklardaki geleceði için daha kritik bir öneme sahip oluyorlar. Bu yüzden, belirlenecek tutumlarda ne pahasýna olursa olsun devrimci ve enternasyonalist ilkelerimizden geri adým atamayýz. 1980’lerden itibaren solun dünya çapýndaki gerilemesi, 2 yýldan kýsa bir zamanda ‘sosya-list’ devletlerin kendi halklarý tarafýndan yok edilmesi, varlýðýný devam ettirenlerin de Kuzey Kore dýþýnda piyasanýn erdemlerini kavramaya baþlamasýyla bilinenin aksine Küba’da da durum böyle - geçici ama ciddi bir yenilgiye dönüþtü. Stalinizm suçlarýnýn fa-turasýný yine dünya iþçilerine ve ezilen halklara ödetti. ‘Sosyalist’ devletlerin çöküþü en baþta güçlerini onlarýn varlýðýndan alan Çin’ci, Sovyet’çi ve Arnavutluk’çu gruplarý daha da politikasýzlaþtýrýp ilkesizleþtirdi. Bunlarýn dýþýndaki Çayan’cý gelenekten gelen gruplar bile o zamana kadar ‘sosyalist’ kaleleri savunageldikleri için bu atmosferden bayaðý et-kilendiler. Latin Amerika’da esen sol rüzgarlar ve Chavez’in iktidara geliþiyle kendilerinden geçenler kendi devrim tezlerini bir yana býrakýp Chavez’in “Bolivarcý Devrim”ini eleþtirmeden benimsediler. Hiçbiri iþçi sýnýfýnýn bu devrimin neresinde durduðunu, iktidarýn hangi sýnýfýn elinde olduðunu sorgulayacak cesarete sahip deðil, o yüzden bunlar bir devrim programýna sahip olmayan ilkesiz oportünistler haline gelmiþ bulunuyor. Sosyalist solun son 30 yýllýk tarihine þöyle bir deðinirken yapýlanlarýn devrimci Marksist politikadan ne kadar uzak olduðunu, ve sosyalist hareketin bu geçmiþle hala yüzleþemediðini, daha doðrusu yüzleþmenin hiç iþine gelmediðini göstermeye çalýþtýk. Kemalizmle tarihsel baðlarý olan, burjuva ilerlemeciliðini aþamamýþ, dar grup çýkarlarýný her þeyin üstünde tutan Stalinist solun sürekli ayný yanlýþlarý tekrarlamasý çok çarpýcý, ama bir o kadar da doðal. Bu yanlýþlarýn ayný þekilde tekrarlanmasý yanlýþlarýn temellerinin deðiþmediðini kanýtlýyor. Stalinizm bu topraklarda da sorunlara hep küçük-burjuva politikasýnýn pragmatist, kýsa vadeli çözümler arayan, ilkesiz yöntemleriyle yaklaþtý. Kendine duyduðu güveni dünya iþçilerinin tarihsel mücadelesinden ve devrimci teoriden alan devrimci marksizmin tersine kendine hep farklý icazet merkezleri aradý. Arada kalanlar ve kafasý karýþýklara gelince; enternasyonalizmin, proleter devrimciliðin ara tonlarý olamaz. Zikzaklarýn, oportünizmin farklý tonlarý elbette olacaktýr, ancak devrimci ilkelerin asla; onlarý ya savunursunuz ya da savunmazsýnýz...

Mustafa Yalýnalp

-19-

1980’lerden itibaren solun dünya çapýndaki gerilemesi, 2 yýldan kýsa bir zamanda ‘sosyalist’ devletlerin kendi halklarý tarafýndan yok edilmesi, varlýðýný devam ettirenlerin de Kuzey Kore dýþýnda piyasanýn erdemlerini kavramaya baþlamasýyla bilinenin aksine Küba’da da durum böyle - geçici ama ciddi bir yenilgiye dönüþtü. Stalinizm suçlarýnýn faturasýný yine dünya iþçilerine ve ezilen halklara ödetti. ‘Sosyalist’ devletlerin çöküþü en baþta güçlerini onlarýn varlýðýndan alan Çin’ci, Sovyet’çi ve Arnavutluk’çu gruplarý daha da politikasýzlaþtýrýp ilkesizleþtirdi. Bunlarýn dýþýndaki Çayan’cý gelenekten gelen gruplar bile o zamana kadar ‘sosyalist’ kaleleri savunageldikleri için bu atmosferden bayaðý etkilendiler. Latin Amerika’da esen sol rüzgarlar ve Chavez’in iktidara geliþiyle kendilerinden geçenler kendi devrim tezlerini bir yana býrakýp Chavez’in “Bolivarcý Devrim”ini eleþtirmeden benimsediler. Hiçbiri iþçi sýnýfýnýn bu devrimin neresinde durduðunu, iktidarýn hangi sýnýfýn elinde olduðunu sorgulayacak cesarete sahip deðil, o yüzden bunlar bir devrim programýna sahip olmayan ilkesiz oportünistler haline gelmiþ bulunuyor.


MARKSiST BAKIs

MUSTAFA SUPHÝ VE

EPÝGONLARI Karadeniz Onbeþ kez açtý gögsünü On beþ kere örtüldü On beþlerin hepsi bir komünist gibi öldü. Geçmiþte büyük bir rekabet ve çatýþma içinde olan farklý akýmlarýn, bugünlerde eski düþmanlarýnýn anýlarýný yad etme yarýþýna girdiðini görüyoruz. Böyle bir yarýþýn arkasýndaysa devrimci mücadeledeki gerilemenin etkisiyle bu tarz sahipleniþlerin can simiti etkisi yaratmasý yatýyor. Öte yandan sahiplenilen liderlerin salt prestijleri ve saygýnlýklarý bahis konusu oluyor, onlarýn ideolojik duruþlarý ýsrarla göz ardý ediliyor. Böyle olunca söz konusu liderlerin politik duruþlarýnýn içeriði boþaltýlmýþ oluyor. Örneðin uzun yýllar Rosa Lüksemburg'a küfredenler þimdi, Rosa anmalarý bile düzenliyorlar, O'nun iþçi ayaklanmasýnýn baþýnda ölen önder devrimci kiþiliðine methiyeler düzüyorlar; devrimci çizgisini tamamen hasýr altý ederek. Bu rüzgardan Mustafa Suphiler de payýna düþeni aldý. 28 Ocak, neredeyse her grup için bir anma konusu oldu. Ancak Rosa Luksemburg'un baþýna gelenler, Suphi'nin de baþýna geliyor. Suphilerin devrimci, enternas-yonalist, sürekli devrimci fikirleri kapý dýþarý edilerek yapýlacak herhangi bir sahiplenme, kuru bir kabuðu sahiplenmenin ötesine gidemez. Üstelik bu, Suphilerin uðrunda öldüðü Bolþevik geleneðin içinin boþaltýlarak, onlarýn bir azize çevrilmesinden baþka birþey deðildir. Bu baðlamda, Mustafa Suphilerin mirasýný devam ettirme iddiasýnda olanlar, Mustafa Suphilerin uðruna öldürüldükleri devrimci geleneði, tüm tahrifatlara karþý net bir þekilde ortaya koymalýdýr.

Mustafa Suphi'nin Mirasý Mustafa Suphi, politik geliþiminin baþlarýnda Ýttihat ve Terakki’yle iliþki içindeydi. Ýttihatçýlarýn iktidara gelmesinden sonra 1912 yýlýnda onlardan uzaklaþmaya baþladý. Balkan Savaþý’na karþý çýkan Mustafa Suphi, 15 yýl hapis cezasýna mahkum edilerek, Sinop’a sürgüne gönderildi. 1914 yýlýnda birkaç arkadaþýyla birlikte bir balýkçý teknesiyle Karadeniz’e açýlarak Rusya’ya geçti. 1.Dünya Savaþý baþladýðýnda Mustafa Suphi Batum’daydý. Osmanlý Devleti’yle Rusya’nýn iki ayrý kampta yer almasý nedeniyle düþman bir devletin vatandaþ olarak sivil savaþ esiri olarak tutuklandý. 1915 yýlýna gelindiðinde Mustafa Suphi, Rus Sosyal Demokrat Partisi’nin Bolþevik kanadýna üyeydi ve çok büyük bir ideolojik deðiþim geçirmiþti. Türk savaþ esirleri arasýnda propaganda ve örgütlenme çalýþmalarý yaptý ve Ekim Devrimi saflarýnda yer aldý. Rusya’daki diðer bütün politik tutuklular ve savaþ esirleri gibi, Mustafa Suphi de, Ekim devrimiyle birlikte özgürlüðüne kavuþtu. Rusya’da çeþitli bölgelerde, Bolþevizm'in propagandasýný yaparak, partinin örgütlenme çalýþmalarýný yürüttü. Enternasyonel görevlerini yerine getirdi. 1918 yýlýnda Türk Sol Sosyalistlerin ilk kurultayýný örgütledi. Bu örgütlülük, daha sonra Bakü’de kurulan Türkiye Komünist Partisi’nin bileþenlerinden biri oldu. Mustafa Suphi, bütün yaþamýný devrimci mücadeleye adadý.

Devrimin ilerleyen yýllarýnda Mustafa Suphi, Rusya’nýn Müslüman halklarý arasýnda parti örgütlenmesini geliþtirmek, Kýzýl Ordu birlikleri oluþturmak ve sovyet yönetimini yerleþtirmek doðrultusunda çaba gösterdi. Bu amaçla 1918 yýlý içinde Avrupa Rusya’sýndan Orta Asya içlerine, Kafkasya’ya dek ülkenin dört bir tarafýnda bulundu. 1919 baþýnda Kýrým’ýn ele geçiriliþinin ardýndan RKP bölge komitesi üyesi olarak buraya yollanan Mustafa Suphi, kaldýðý kýsa süre içinde Anadolu’yla baðlarý geliþtirdi, Türkiye’ye yayýn, propaganda malzemesi ve propagandacý yolladý. Kýrým’daki 75 günlük sovyet iktidarý sýrasýnda Beyaz Orduyla savaþan Uluslararasý Doðu Alayý'ný kurdu. Denikin’in kuþatmasýný yararak Odesa’ya çekildi. Bir süre sonra buradan ayrýlarak yeni bir görevle Türkistan’a geçti. Bu süreçte hem parti yapýsýný yeniden düzenledi hem de Türklerden oluþan bir Kýzýl Ordu birliði örgütledi. Çin, Kaþgar, Buhara, Hiva, Ýran ve Türkiye’de propaganda faaliyeti sürdürecek Beynelmilel Þark Tebligat Þurasýný örgütledi ve baþýna geçti. 1920 yýlýnýn 28 nisanýnda ayaklanan Bakü Ýþçileri, Azerbeycan Müsavavat Hükümeti’ni yýkarak, Sovyetlerini kurdular. Mustafa Suphi, Mayýs ayýnda, Taþkent’ten Bakü’ye geldi. Bu dönemde Anadolu’ya dönme fikri zihninde daha da somutlaþmýþtý. Komünist Parti’nin kuruluþ çalýþmalarýna giriþti. Partinin kongresini Ankara’da toplamak istediler. Anadolu’da örgütlenmiþ ve merkezi Ankara’da bulunan Halk Ýþtirakýyun Partisi, Kongre’nin Ankara’da yapýlmasý için izin istedi. Ancak Ankara bu izni vermedi. Anadolu’da örgütlenme giriþimleri ve Ankara’yla haberleþme sürerken, 23 Temmuz-7 Aðustos 1920 tarihleri arasýnda toplanan 3. Enternasyonel’in ikinci kongresi Þark Milletleri Kurultayý(Doðu Halklarý Kurultayý)’nýn toplanmasýný kararlaþtýrdý. 1 Eylül 1920 tarihleri arasýnda toplanan Kurultay’a, doðu ülkelerinden devrimci olan ve olmayan 1833 delege katýldý. Büyük bir çoþku ile geçen kongrenin ardýndan 10 Eylül 1920 tarihinde Bakü’de Sovyetler Birliði’nden, Anadolu’nun deðiþik yörelerinden, Ýstanbul’dan gelen 74 delegeyle (toplam 235 delege) Birinci ve Umumi Türk Komünistleri Kongresi, TKP’nin kuruluþ kongresi toplandý.

TKP TKP üç siyasi yapýnýn birleþiminden oluþmuþtu: Türkiye Halk Ýþtirakun Fýkrasý (Ankara), Türkiye Ýþçi ve Çiftçi Sosyalist Fýkrasý (Ýstanbul), Mustafa Suphi önderliðindeki grup (Sovyetler Birliði). Türkiye Halk Ýþtirakun Fýkrasý, Anadolu'da örgütlenen baðýmsýz gruplarýn biraraya gelmesiyle 1920'de kuruldu. Ekim Devrimi'nden etkilenmiþ, Bolþeviklere sempati duyan ve kendilerine sosyalist diyen bu insanlar bir ideolojik baðlam üzerinde anlaþmaktan öte kendiliðinden biraraya gelmiþlerdi. Türkiye Ýþçi ve Çiftçi Sosyalist Fýrkasý, Dr. Þefik Hüsnü (Deymer)'nün öncülüðünü yaptýðý grup tarafýndan 1919'da Ýstanbul'da kuruldu. Bu grup, daha çok Almanya ve Fransa'da öðrenim gördükleri yýllarda sosyalizmi benimseyen aydýnlardan oluþuyordu. Aydýn bir çevreye hitap eden örgüt, 2. Enternasyonal'inde, oportünizmin uzlaþmacý ve þoven yanlarýnýn izlerini taþýr. Mustafa Suphi önderliðindeki grup ise, Bolþevizm geleneðinin doðrudan uzantýsýdýr. M. Suphi, bir Bolþevik militan olarak Ekim Devrimi'ne katýlmýþ, iç savaþta savaþmýþ ve sosyalist dünya devri-

-20-


MARKSiST BAKIs mine katký saðlamak için Müslüman coðrafyada aktif olarak mücadele etmiþtir. Esirlerden oluþan ilk komünist örgütlenmelerin kuruluþunda yer alýp. Komünist Enternasyonal Kongresi'ne Türk komünistlerini temsilen katýlmýþtýr.

Türkiye Ýþçi ve Çiftçi Sosyalist Fýkrasý ve Þefik Hüsnü Türkiye Ýþçi ve Köylü Fýkrasý'nýn ideolojik duruþunu, Þefik Hüsnü'nün Aydýnlýk dergisindeki 1 Ocak 1923 tarihli "Devrimimizin Geliþmesi" adlý yazýsý ortaya koyuyordu. Bu parti, Türkiye'de bir sosyalist devrimden önce demokratik bir aþamayý hedefliyordu; aþamalý bir devrim anlayýþýna sahipti. Bu baðlamda katýksýz Menþevik bir duruþu vardý: "Þimdiye kadar cereyan eden vakayi, elde edilen semereler ve bilhassa büyük bir isabet-inazar ve maharetle baþarýlan Milli Ýnkýlap, memleketimizin mukadderatýný ellerinde tutanlarýn hafi bir vuzuh ile vaziyetin icabetini takdir ettiklerini göstermektedir. Rusya'da olduðu gibi, hükümdarlýðýn ilgasýný bir halkçýlýk devresinin takip etmesinden, bizde de içtinap olunamazdý. Cezai inkýlap yolunda bilahare daha canlý bir yürüyüþle ilerlemek için bu bir dinlenme noktasýdýr. Bütün tehlike, bu noktada kendimizi unutup derin bir rehavet içinde tekrar harekete gelmekten istinkaf temayülündedir. Hatýrdan çýkarýlmamalýdýr ki, eriþtiðimiz vakfe, yolumuzun müntehasý deðildir. Yalnýz ilerisini tenvir eden bir projektör vazifesi gören bir menhalededir."(1)

Sosyalist devrim ateþini Türkiye’ye taþýmak için Rusya’dan Türkiye’ye gelen Suphi ve on dört yoldaþý 28 ocak 1921’de Karadeniz’de katledildiler. Bu alýntý, Türkiye'de olasý bir devrimin öncelikle demokratik bir devrim olacaðýný, yaþanacak bir demokratik aþamadan sonra sosyalist devrim yolunda ilerlenebileceðini (o da o aþamada rehavete kapýnýlmazsa) söylemekteydi. Þefik Hüsnü, kendi ideolojik perspektifini haklý çýkarmak için Rusya'da Çarlýðýn yýkýldýðý 1917 Þubat Devrimi ile 1917 Ekim Devrimi arasýnda yaþanan ikili iktidar sürecini böyle bir demokratik aþama olarak anlatýyordu. Oysa ki demokratik aþamanýn yaþandýðý söylenen 1917 Þubat ve Ekim arasýndaki dönemde (bu ne aþama ki sekiz ayda bitmiþ!), toprak sorununun çözümü, savaþýn sona erdirilmesi, ulusal sorunun çözümü gibi demokratik görevler yerine getirilmemiþti. Bu demokratik adýmlarýn atýlmasý için 1917 Ekim Devrimi'nin yaþanmasý gerekiyordu. Temel demokratik taleplerin yerine getirilip getirilmediði baðlamýnda bile incelense Þubat-Ekim arasý dönemin bir demokratik aþama olmadýðý bütün çýplaklýðýyla ortaya çýkar. 1917 Þubatýyla Ekimi arasýndaki süreç, dünyanýn neresinde yaþanýrsa yaþansýn her

devrimde ortaya çýkan bir ikili iktidar sürecidir. Bir yanda iþçi sýnýfý kendi organlarý (sovyetler) aracýlýðýyla iktidara sahipken diðer tarafta da burjuvazi, hükümeti aracýlýðýyla yönetmeye devam etmektedir. Ýkili iktidar süreci devrim sonrasýnda iþçi sýnýfýnýn iktidarý elinde tutmayý baþarýp baþaramayacaðýný, iktidarý burjuvaziye kaptýrýp kaptýrmayacaðýný ortaya koyan sýnýf savaþýmýnýn derinleþtiði bir mücadele sürecidir, yoksa bir dinlenme noktasý deðil. Rusya'da olaylarýn geliþini bunu kanýtlamýþtýr. Þefik Hüsnü, aþaðýda alýntýlayacaðýmýz yazýsýnda Ulusal Kurtuluþ hareketine liderlik eden burjuva unsurlara yönelik illüzyonlarýný da ortaya koyar: "Ýnkýlap yolunda devam etmezsek, memleketmizde elyevm mevcudiyeti pek o kadar hissedilemeyen sermayedar burjuvazi sýnýfýný adeta halketmiþ olacaðýz. Yani bir hýzb-ý kalilin menfaatini gösterek bütün milletin ekseriyet-i kahiresini teþ-kil eden köylü ve iþçilerimizi iþkenceli bir esaret devresinden geçmeðe mecbur edeceðiz. Buna hiç kimsenin muvaffak olacaðýna ihtimal verdiðimiz zannolunmasýn. Fakat biz istiyoruz ki, böyle akim ve muzir bir teþebbüse hiç giriþilmeden halkçý inkýlabýný yapanlar, Ýçtimai Ýnkýlap fikirlerini ve çalýþan sýnýflarý temsil eden heyetlerle el ele versinler... hem memleket dahilinde sýnýf ve fikra mücadeleleri kökünden kazýnarak milli vahdet ve tenasüt temin edilsin... hem de burjuva emperyalizmine karþý müttehit ve kuvvetli bir cephe teþekkülüne medar olmak suretiyle beynelmilel takviye ederek beþeriyete müessir bir hizmet ifa etmiþ olalým. "(2) Bu alýntý, Þefik Hüsnü'nün Ulusal Kurtuluþ Hareketi'nin liderlerini burjuva unsurlar olarak görmediðini, bu unsurlarýn sosyalistlerle birleþmeye yanaþabileceðini ve böyle bir birleþme olmasý halinde de "sýnýf ve fýkra mücadelelerinin kökünden kazýnacaðý"ný söylemektedir. Fýkra ve sýnýf mücadelelerinin kazýnmasý ya burjuvaziyle bir uzlaþmaya girip mücadele etmemekle ya da sýnýflarýn ortadan kalktýðý sosyalizm aþamasýyla mümkün hale gelir. O dönemde ikinci durum söz konusu olmadýðýna göre, Þefik Hüsnü'nün bu yaklaþýmý sýnýf uzlaþmacýlýðýnýn açýk bir örneðidir: burjuva bir unsurla ittifaðý önüne koyar. Bu yaklaþým, ulusal hareketin liderliði ile sosyalistler el ele verirse rejim sosyalist bir nitelik kazanabilir düþüncesine sahip olduðu için tepeden inmeci bir sosyalizm anlayýþýný da yansýtýr. Bütün bunlardan anlaþýlacaðý üzere, Þefik Hüsnü'nün önüne koyduðu hedef sosyalist bir devrim deðil, bugün Stalinist solda da hakim olan ve esasen Menþevik bir yaklaþým olan "ulusal kalkýnmacý bir model"in kurulmasýdýr. Þefik Hüsnü liderliði Kemalist rejimle iþbirliði yapýlarak böyle bir rejimin kurulmasý halinde, 'burjuva emperyalizmine' bir darbe indirmiþ olacaðýný iddia ederken Kemalizmin burjuva karakterini gözlerden kaçýrmaya çalýþýr.

Türkiye Halk Ýstirakun Fýkrasý Ankara merkezli olan bu parti, Anadolu'daki kendine komünist sýfatlar atfeden gruplarýn kendiliðinden birleþmesiyle oluþmuþtur. THÝF, harekete sýnýflararasý bir nitelik vermek ve geniþ halk kitlelerinin (ve Meclis'teki Halk Zümresi-Yeþil Ordu mensuplarýnýn) desteðini kazanmak için Ýslamiyetin sola yatkýnlýðý üzerinde durmak gibi sapmalar göstermiþtir. Ancak devrimci Marksist ilkelere olan uzaklýðý bu baðlamlarla sýnýrlý deðildir. Bu partinin Þefik Hüsnü'nün partisi TÝÇSF gibi Menþevik bir programa bile sahip olduðu söylenemez. Bu hareket, Ankara hükümetine muhalif unsurlarýn o dönemde büyük meþruiyet ve prestije sahip Bolþevizme kendilerini yakýn hissedip kendilerini komünist bir muhalefet olarak adlandýrmalarýnýn ötesinde bir komünist hüviyet taþýmaz. Yazýlarýnda açýkça Türkçü yanlar vardýr. Mustafa Suphi çevresi, dost halklarýn emperyalizmin elinde birbirlerine kýrdýrýlmasýndan bahsedip, öfkenin kardeþ Ermeni, Yunan halklarýna deðil emperyalistlere dönmesi için çabalarken ("Taþnaklar ve Ermeni papazlarý milliyet ve mezhep davasýyla Ýngiliz siyasetine, Ýttihat ve Terakki ile Türk devletçileri de yine milliyet ve mezhep bayraðý altýnda Alman siyasetine hizmet etmiþlerdir. Neticede milyonlarla Türk ve Ermeni fukarasý imha edildi... Kiliselerde nesayih-i diniye yerine milli, dini

-21-


MARKSiST BAKIs düþmanlýklarý telkin ediyor, asýrlardan beri kardeþ gibi yaþayan Türk ve Rum fakir halký birbirlerine düþman ediliyorlardý(3)"), bu partinin yayýnlarýnda ise içten içe bir yabancý düþmanlýðý dikkat çekmektedir: "...Ýzmir'e efendilerinin teklifiyle kollarýný sallayarak giren Yunanlýlarýn, Türk köylü ve amelesine idam sephalarý kurmasýdýr ki ruhunda henüz halis bir Türk kanýný taþýyan Anadolu'yu kat'i bir mücadeleye atmýþtýr..." "Ekseriyeti Türk, cemiyatý ve müessesatý Türk olan memleketler Türktür; baþkalarýnýn olamaz. Maamafih Türkler baþkalarýnýn yurduna ve istiklaline de kendi yurdu ve istiklali gibi hürmet eder, zabt ve istila politikalarýný edebiyen tel'in eder." (4) "Ýngilizler, güya Yunan sürgüsüyle Anadolu'yu, Türk'ü artýk kýpýrdayamayacak bir hale sokmak; bütün alem-i Ýslama hakim olmak azmini besliyorlar, bu harbin sebebi, manasý iþte budur." "Kanlý, katil bir düþman evinize saldýrýyor ve siz namusunuzu muhafaza ediyorsunuz; bu bir haktýr; bu sizin için bir vazife ve þereftir. Bu vazifeyi ifade ve bu þerefi muhafazada devam ediniz. Baþýnýzda muktedir, namuslu kumandanlarýnýz, zabitleriniz vardýr; Büyük Millet Meclisi sizin vekillerinizle sizin arkanýzdadýr. Hiç þüphe etmeyiniz ki kumandanlarýnýz ve Meclisiniz sizi bir dakika ihmal etmemiþtir ve edemeyecektir."(5) Bolþevik bir sosla sunulan ulusalcýlýða bu partinin beyannamelerinde rastlamak mümkündür. Bir yandan emperyalistlerle savaþ sürdüðü sürece Kemalist rejime destek verileceði söylenmektedir. Diðer yandan da yabancý sermayedarlar ile Türk sermayedarlar arasýna fark konularak yabancý sermayenin yatýrýmlarýnýn engellenmesi istenmektedir: "Tekrar edelim: Biz, Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümetine, emperyalizme karþý olan mücadelesinde, her tarikle muavenet edeceðiz. Ayný zamanda biz, ondan yukarýda teklif ettiðimiz esasetin kabulünü dahi talep ediyoruz. Burada þunu da beyan edelim ki: Amerika, Belçika ve Fransa'dan memleketimize gelen her türlü sermayedar þirket ve mümessillerini daima ihtiyatla kabul etmek lazýmdýr. Onlar bizim iktisadi za'fýmýzdan þeraiti kabul ettirmek ve bu suretle Arabistan, Irak ve Mýsýr'ýn zengin topraklarý üzerindeki Ýngiliz sermayesi ile bizim zengin ve mümbit topraklarýmýz üzerinde bir rekabet sahasý açmak istiyorlar." (6)

yor. Ve biz, Türk sosyalistleri için acil görev Doðu'da kapitalizmin köklerini söküp atmaktýr. Ancak bu yolla Ýngiliz-Fransýz sistemini hammadde kaynaklarýndan yoksun kýlabiliriz. Türkiye, Ýran, Hindistan, Çin ve diðerleri Ýngiliz-Fransýz sanayilerine kapýlarýný kaparlarsa, hem Avrupa borsalarý pazar olanaklarýndan yoksun kalýr hem de kaçýnýlmaz bir krize yol açýlmýþ olur, ve bunun sonucu hakimiyet proletaryanýn eline geçer ve sosyalist düzen kurulur." "Türk proletaryasýnýn bütün gücüyle dünya sosyalist devriminin savunusuna ve geliþimine katýlacaðý güvenci içindeyiz." (8) Mustafa Suphi, Ekim Devrimi'ni temel düsturu olan sürekli devrim anlayýþýna sahipti. TKP'nin Bakü kongresinde oluþturulan ilk programýnda, emperyalizmin saldýrýsý altýndaki halklarýn burjuva demokratlýðýyla kurtuluþa ulaþamayacaklarýný, kapitalizmin insanlýðý ileriye götürebileceði devirlerinin çoktan kapandýðýný ve bu nedenle de kapitalizm evresinin kapatýlmasý gerektiði söylenmektedir: "Bizim programýmýza mukaddeme olarak tavzih ve tetebbuuna muhtaç olduðumuz maddelerden biri de, Türkiye gibi Avrupa kapitalizminin pençesinde ezilen memleketlerin burjuva demokratlýðý ile kurtulmaya muvaffak olamayacaðý meselesidir. Kapitalizm, istihsali büyük þirketler vasýtasýyla inhisar haline getirmekle maddeten ikbali devrinin en yüksek mertebesine çýkýyor. Filvaki, kapitalizmin bidayet-i inkiþafýnda Garbi Avrupa millet ve memleketleri arasýnda-

Türkiye Komünist Partisi

ki hudutlarý birleþtirerek, siyasi ve iktisadi büyük vahid- kýyaslar vücuda getirmiþ ve sonra garp medeniyeti namý altýnda malum olan manzume-i muaþerti doðurmakla, tarihinde mühim bir rol oynamýþ oluyor. Ancak kapitalizm her ne þekil ve surette olursa olsun, bu medeniyeti daha ilerilere doðru neþr ve tamim etmek kuvvetini þimdi tamamiyle kaybetmiþ, harb ve istila ile me'luf tahripkar bir devreye ayak basmýþtýr." (9) Bu programda, ayrýca, sosyalist devrim mücadelesinin sadece Batý'nýn geliþmiþ kapitalist devletlerinde yaþanmasý gereken bir mücadele olmadýðýný, ayný mücadelenin Doðu için de bir zorunluluk olduðu ortaya konmuþtur. Rus Devrimi'nin sadece Batý'daki takipçilerine deðil, Doðu'daki takipçilerine ihtiyacý olduðu söylenmektedir: “Ýçtimai (=toplumsal) inkýlabýn ibtidar ve intiþarýn da (=yayýlmasýnda), milletlerin geçirmekte olduklarý iktisadi tekamüllerle (=evrimlerle) tarihi ve siyasi þartlarýn büyük alaka ve hisseleri olmakla beraber, inkýlap baþladýktan sonra millet, memleket ve ülkeleri birbirinden layezal kararlarla ayýrmak doðru deðildir. Bugün proletarya devr-i hakimiyetine ayak basmýþ olan Rusya’da komünizm icraat ve tatbikatýnýn muvaffakiyeti iktisadiyatça müterakki (=geliþmiþ) diðer garp (=Batý) memleketlerindeki içtimai (=toplumsal) inkýlabýn zuhuruna baðlý olduðu kadar, bütün garpta intiþar edecek (=yayýlacak) komünizm tatbikatýnýn da, iktisadiyatça daha muhtelik (=karma) safhalar arz eden þarktaki inkýlapçý hareket ile alakasý pek mühim ve hayatidir.” “Fýrka, halkçýlýðýn en yüksek bir þekli olan amele ve rençber þuralar cumhuriyetinin tesisi yolunda yorulmaksýzýn çalýþmak ve bunun için evvel emirde tebligat ve neþriyatý ile maðdur sýnýflarýn hakimiyetlerini temsil eden bu þekl-i

Mustafa Suphi, daha 1915'lerde Bolþevik olmuþtu. O tarihten beri esir askerler arasýnda Bolþevik propagandanýn yayýlmasý görevini üstlenmiþti. Ekim Devrimi'nin bizzat bir tanýðý olan Suphi, Bolþevik prensipleri içselleþtirmiþti. Þefik Hüsnülerin, THÝF'ýn aksine tam bir enternasyonalistti. Biyografisi de bunu kanýtlar niteliktedir. Komintern'in Birinci Kongresi'ndeki konuþmasýnda Türk komünistleri için bütün yeryüzünün vatanlarý, bütün insanlýðýn uluslarý olduðunu söyleyerek enternasyonalizm anlayýþýný ortaya koymaktadýr: "Burjuva gazeteleri sütunlarýnda bizlere karþý þöyle sorular yöneltildi: 'Müslüman dünya, Türk ordusunun Asya içlerindeki zaferini kutlarken Türk-Tatar ulusunun en kutsal duygularýna ve dinine karþý gelen bu insanlar kim? Bu kiþiler hangi dine mensup, milliyetleri nedir?' Ve elçilik bu uhrevi sorularla bütün Doðu Müslüman dünyasýnýn kafasýný karýþtýrmaya çalýþýrken, biz, Türk komünistleri, bütün yeryüzünün-vatanýmýz ve insanlýðýn-ulusumuz olduðunu açýkça belirttik. Böylece, devrimin kýzýl bayraðýný cesurca kaldýrarak Türk emperyalizminin çevresinde toplanmýþ bu tür insanlara, bu tür akýmlara karþý koymaya karar verdik." (7) Yine ayný konuþmada Mustafa Suphi, Türkiye ve Doðu'nun önündeki en önemli sorunun kapitalizmin yýkýlýp yerine sosyalizmin inþasý sorunu olduðunu söylemektedir. Bu yaklaþým, Þefik Hüsnü döneminde TKP'nin resmi politikasý haline gelen, aþamalý devrim tezinin tam tersi bir yaklaþýmdýr: "Yoldaþlar, bilindiði gibi, eðer Fransýz-Ýngiliz kapitalizminin baþý Avrupa'da ise gövdesi(midesi) Asya'nýn geniþ alanlarýnda bulunu-

Mustafa Suphi (Komintern’in Birinci Kongresi’ndeki konuþmasýndan): "Burjuva gazeteleri sütunlarýnda bizlere karþý þöyle sorular yöneltildi: 'Müslüman dünya, Türk ordusunun Asya içlerindeki zaferini kutlarken Türk-Tatar ulusunun en kutsal duygularýna ve dinine karþý gelen bu insanlar kim? Bu kiþiler hangi dine mensup, milliyetleri nedir?' Ve elçilik bu uhrevi sorularla bütün Doðu Müslüman dünyasýnýn kafasýný karýþtýrmaya çalýþýrken, biz, Türk komünistleri, bütün yeryüzünün-vatanýmýz ve insanlýðýn-ulusumuz olduðunu açýkça belirttik”

-22-


MARKSiST BAKIs hükümeti kendilerine sevdirmeði vazife bilir.” (10)

Onbeþlerin Öldürülmesi ve TKP Liderliðindeki Deðiþim 1917 Ekim Devrimi'nden sonra Bolþeviklerin önünde çok büyük bir görev daha duruyordu: devrimin yayýlmasý. Bu baðlamda yeni bir enternasyonalin oluþturulmasý perspektifine hýz verildi. II. Enternasyonal'in güçlü sosyal demokrat partilerinin ihanetinden sonra Rusya dýþýndaki hiçbir ülkede güçlü bir devrimci partinin varlýðýndan söz edilemezdi. Oysa ki devrimin yayýlmasý aciliyetini koruyordu. Bu baðlamda ülkelerdeki komünizme yakýn unsurlardan devrimlere rehberlik edecek güçlü partiler yaratýlmasý için adýmlar atýldý. Türkiye'de de Bolþevik prensiplere sahip bir devrimci partinin yaratýlmasý gerekiyordu. Bu baðlamda, Bolþevik ilkelere sahip Mustafa Suphi önderliðindeki grubun liderliði altýnda Türkiye'deki diðer sosyalist ekipler birleþtirilerek TKP yaratýldý. Mustafa Suphi'nin çevresindeki ekip dýþýndaki TÝÇSF ve THÝF Bolþevik kavrayýþa ulaþmýþ deðillerdi. Ancak Bolþevizmin prestiji ve meþruiyeti sayesinde Mustafa Suphi çizgisinin partide hakim olmasýný kabul edecek ve Bolþevik ilkelere uygun davranma konusunda eðitilebilecek durumdalardý. Zaten Mustafa Suphi'nin kendisi de böyle bir eðitim süreci sonucunda ittihatçýlýktan Bolþevizme varmýþtý. TKP'nin kuruluþ kongresi olan Bakü kongresi de sürecin bu yönde ilerleme potansiyelini ortaya koymuþtu. Bu kongrede oluþturulan TKP'nin ilk programý Bolþevik ilkeler çerçevesinde hazýrlanmýþ bir programdý. TÝÇSF ve THÝF, Mustafa Suphilerin ve aslýnda Bolþevizmin ideolojik liderliðini kabul ediyorlardý. Ancak Mustafa Suphi ve yoldaþlarý Sovyetler Birliði'nden Türkiye'ye geçmeye çalýþýrken Türkiye içindeki komünist hareketi toparlayýp bir tehdit unsuru olacaklarý korkusuyla burjuva iktidar tarafýndan katledildiler. Burjuva rejim korkusunda haksýz da deðildi. Emperyalistlerle savaþýn devamý nedeniyle bir türlü merkezi bir parti gibi davranamayan, ortak bir ideolojik yaklaþýmý ortaya koyamayan Ýstanbul ve Anadolu kanadý Mustafa Suphi önderliðinde merkeziyetçi bir parti haline getirilecekti. Mustafa Suphi ve ondört yoldaþýnýn öldürülmesi, Türkiye'deki komünist mücadeleye burjuva iktidarýn hedeflediðinden daha büyük ve köklü bir zarar verdi. Partinin merkezileþmesi engellenmesi iþin oldukça basit bir noktasýydý. TKP varlýðýný devam ettirmeyi, daðýlmamayý baþarmýþtý. Ancak kendisini Bolþevik ilkelerle donatabilecek liderliðini yitirmiþti. Liderlik menþevik bir çizginin ötesine geçemeyecek unsurlarýn eline geçmiþti. TKP'nin ideolojik geliþimindeki bu kesinti sadece TKP'nin geleceðini etkilemeyecek, Türkiye solunun geliþiminin rotasýný çizecekti. Liderliði katledilen, merkezileþmesi engellenen ve yasal çalýþma olanaðý ortadan kaldýrýlan TKP'nin üçüncü kongresi 31 Aralýk 1924-1 Ocak 1925'de Ýstanbul'da illegal olarak toplandý ve Þefik Hüsnü genel sekreterliðe getirildi. TKP yönetimi Þefik Hüsnü ve dolayýsýyla Ýstanbul çevresinin eline geçti. Bu, TKP'nin Bolþevik gelenekten tümden ve bir daha geri dönülmez þekilde kopuþuydu. Peki bu kadar büyük bir kopuþ, sadece Þefik Hüsnü'nün liderliðe geçmesiyle açýklanabilir mi? Bu noktada asýl belirleyici olan Þefik Hüsnü veya diðer þahsiyetler deðil, Rusya'daki iþçi iktidarýnýn ve Komintern'in geçirdiði yapýsal dönüþümdü. Zira Komintern TKP'nin Menþevizm'e kayýþýný engelleyebilirdi. Ne var ki Rusya'daki iþçi iktidarý ve onun belkemiðini oluþturduðu Komintern, iç savaþ sonrasý büyük bir travmanýn içinde

hýzla yozlaþýyordu. Süreç içerisinde Lenin ölmüþ, iþçi devletinde bürokratik yozlaþma almýþ yürümüþtü. Bu dönem boyunca Bolþevik ilkeler her belirleyici durumda ayaklar altýna alýnmýþ, ilkelerine sadýk kalan eski Bolþevikler de büyük baskýya maruz býrakýlmýþtý. Bu büyük yozlaþmadan Komintern de nasibini alarak bütünüyle Stalinin þefliðini yaptýðý bürokrasinin güdümüne girmiþti. Bunun doðal sonucu olarak Komintern'in izlediði dýþ politikanýn ilkelerinde de köklü deðiþimler yaþandý. Bu dönemde SSCB'de hakimiyetini büyük oranda kurmuþ olan Stalin'in, hem Sovyet Rusya içinde hem de diðer komünist partilerde Bolþevik geçmiþe sahip olan ve bu mirasý devam ettirmekte ýsrar eden liderliklere tahammülü yoktu. 1928'den 1936 düzmece Moskova mahkemelerine kadar on binlerce eski Bolþevik Stalinist bürokrasinin tezgahýnda katledildi. Bütün bu süreç boyunca Martinov gibi birçok azýlý Bolþevik karþýtý eski Menþevik Stalin'in arkasýnda oldu. Þefik Hüsnü gibi bir Menþeviðin TKP'nin baþýna geçmesi ve partiyi tümüyle düzen sýnýrlarý içerisine çekmesinin arkasýnda bu gerçek yatmaktadýr. Komünist partilerin liderliklerine yapýlan müdahale TKP'de de yaþandý. Ancak diðer birçok ülkede bu süreç epey zorlu geçmiþken, Türkiye'de Mustafa Suphilerin ölümü bu süreci çok kolaylaþtýrdý. Geride kalan THÝF ve TÝÇSF ekipleri zaten Stalin'in Menþevik siyasetini kuruluþlarýndan beri ideolojik perspektifleri yapmýþ hareketlerdi. Bu yüzden Menþevik siyasetin TKP tarafýndan benimsenmesi dünyadaki birçok komünist partide olduðu gibi çok büyük parti içi mücadeleleri gerektirmedi.

Þefik Hüsnü TKP'si 1925'ten itibaren Þefik Hüsnü liderliðinde yönetilen TKP, Bolþevik gelenekten temelli bir kopuþ yaþamýþtý, bununla paralel olarak partinin tüm siyaseti 180 derece deðiþecekti. Yeni TKP, bunun ilk önemli örneðini, Þeyh Sait isyanýnda takýndýðý tutumla gösterdi. Þefik Hüsnü liderliðindeki TKP, Þeyh Sait isyaný Ýngiliz emperyalistlerin kýþkýrtmasýyla çýkmýþ, feodal nitelikte, gerici bir ayaklanma olarak deðerlendirmiþ ve rejimin kendi güvenliðini saðlayabilmesi ve burjuva devrimini tamamlayabilmesi açýsýndan bu ayaklanmanýn bastýrýlmasýný zorunlu görmüþtür. Bu baðlamda, bu isyanýn kanla bastýrýlmasýna seyirci kalmak bir yana, bizzat Türk ordusunun yanýnda olmuþtur. Bu yaklaþýmý partinin yayýn organý Orak Çekiç'ten izlemek mümkündür. Orak Çekiç'in 5 Mart 1925'te çýkan son sayýsýnda Þeyh Sait isyanýna ateþ püskürmektedir. Manþetten "Yobazlarýn Sarýklarý ve Yobaz Zümresine Kefen Olmalý! Yobazlarýyle, Aðalarýyle, Þeyhleriyle, Halifeleriyle, Sultanlarýyle Birlikte Kahrolsun Derebeylik! Ýrtica ve Derebeyliðe Karþý Mücadele Ýçin: Köylüler (Köy Meclisleri), Ameleler (Sendikalar) Etrafýnda Teþkilatlanmalýdýrlar" deniliyordu. "Ýngilizlerin Oynattýðý Ýrtica Kuklasý" adlý baþyazýda, "ekalliyet milletlerinin sergerdelerini" ayaklandýrmanýn, eski bir Ýngiliz ve Rus oyunu olduðu söylenmekteydi. Gazetenin "Ali ile Veli" sütununda ise "Þeyh Sait Ne Biçim Eþkiyadýr"

-23-


MARKSiST BAKIs baþlýðý altýnda "Genç'teki ayaklanmanýn gerisinde Kürdistan derebeyleri vardýr; Cumhuriyet hükümeti derebeyliði tasfiye edecektir." denmektedir. "Arkadaþ, kara kuvvet bizim de, burjuvazinin de düþmanýdýr. Biz herþeyden evvel bu düþmaný yenmeliyiz; burjuvazi ile de ayrýca kozumuzu paylaþýrýz." (11) Bolþevizm'in ateþli enternasyonalizmi ve düzen karþýtlýðý karþýsýnda buram buram þovenizm ve iþbirlikçilik kokan bu satýrlar yaþanan büyük kopuþu çok net bir þekilde ortaya koyuyor. Bolþevik ezilen uluslarýn kendi kaderini tayin hakký ilkesinden ne kadar uzakta olunduðuna deðinmeye bile gerek yok. Þefik Hüsnü TKP'si sürekli devrim perspektifinden uzaklaþmýþ, burjuvaziye ilerici roller biçen katýksýz Menþevik aþamalý devrim programýna geri dönmüþtü. Buna göre Cumhuriyet Hükümetleri burjuva devrimlerini tamamlayacaktý. Ýktidardaki egemen güçlere ilerici roller biçen TKP’ye göre bu dönemin görevi CHP’yi, burjuva devrimin gereklerini yapmasý yolunda dürtüklemek, yapamadýðý yerde ise onu teþhir etmekti: "Baþlanan iþi sonuna kadar götürmek için fedakarlýklara razý olmak gerekecek. Ýþçi ve köylülerimiz bu ihtimali þimdiden göz önünde tutmakta, milletin bir bütün olarak olaylarýn geliþmesini izlemesi gereðini takdir etmekte... Emekçi sýnýfý her zamandan daha uyanýk bulunmak zorunda olduðunu iyice bilmektedir... Yeni devlet makinesinin eksikliklerini tamamlamak ve geliþmesini saðlamak amacýyla eleþtirilerde bulunmasý, yalnýz açýk bir hak deðil, ayný zamanda ulusal geliþme bakýmýndan gerekli bir haktýr."(12) 1925 yýlýnda TKP hala “ulusal kurtuluþ, baðýmsýzlaþma ve feodal yapýlarýn tasfiyesi” sürecinin devam ettirilmesinin gerekliliðini ileri sürüyordu. Þefik Hüsnü,“Yeni devlet makinesinin eksikliklerini tamamlamak ve geliþmesini saðlamak amacýyla eleþtirilerde” bulunmaktan söz ediyordu. Komintern'de Stalin'in parti ve devlet mekanizmalarýndaki yükseliþi baðlamýnda TKP'ye benzer politikalar öðütlenmekteydi.

TKP Ýçi Muhalefete Yönelik Müdahaleler TKP'nin, her ne kadar Stalinist çizgiye engaje olmasý kolay gerçekleþse de parti içinde net bir Bolþevik çizgiye ve örgütlülüðe sahip olmayan bir muhalefet geliþmiþtir. Stalin denetimine giren Komintern'in geleneðinde olduðu üzere parti içindeki muhaliflere karþý büyük bir cadý avý baþlatýlmýþtýr. Muhalif unsurlar hain, Troçkist ve ajan olarak suçlanmýþ, bazýlarý ise 36 mahkemelerinde idam edilmiþtir. 1928 Komintern kongresinde Türkiye temsilcisi olan Ali Cevdet'te bunlardan biridir. Komintern'in 1928'deki 6. Kongresi'nde sömürge konusu tartýþýlýrken TKP temsilcisi Ali Cevdet (Fahri), "Türkiye'nin feodalizm öncesi koþullarýn egemen olduðu ilkel bir ülke olarak tanýmlanmasýna ve Mustafa Kemal'in emperyalizme karþý mücadelesinin ilerici sayýlmasýna" þiddetle itiraz etti. Türkiye'nin 70-80 yýldýr sanayileþmekte olduðunu, ülkede 600 bin sanayi iþçisi bulunduðunu söyleyen Fahri, "Kemalizmin karþý-devrimci ilan edilmesini" istedi(13). Fahri'nin konuþmasýna cevap bile verilmedi ve kongre tezlerinde Türkiye sorunu yer almadý. Ali Cevdet, 1936'daki ilk Moskova temizlikleri sýrasýnda Troçkistlik suçlamasýyla ortadan kaldýrýlacaktý. Hain ve ajan suçlamalarýna çok sayýda insan maruz kaldý. Ajan ve hain ilan edilmek için parti siyasetinin bir noktasýna karþý çýkmak bile yeterliydi. TKP, Orak Çekiç'in 12. sayýsýnda "polisin ajanlarýna, provakatorlara amele saflarý içinde nefes aldýrmayýn!" söylemiyle 64 kiþilik bir kara liste yayýnladý. Bu yayýnda bu provakator listesini 45 kiþilik partiden kovulanlar listesi takip etmekteydi. Orak-Çekiç, 7. ve 8. sayýlarýnda kara liste ve partiden kovulanlar listelerini yayýnlamaya devam etti. Suçlananlardan biri de Nazým Hikmet'ti: "Son zamanlarda, sizin artan hareketiniz ve Türkiye komünist fýkrasýna karþý yükselen teveccünüz önünde burjuvazinin maskeli uþaklarý olan Nazým Hikmet ve hempasý sizi mücadeleden alýkoymak ve Türkiye Komünist Fýkrasý hakkýnda beslediðiniz teveccühü kýrmak için yaptýklarý propagandalara germi verdiler... Yoldaþlar!

Bunlara aranýzda yer vermeyin! Onlar burjuvaziye satýlmýþ hainlerdir! Onlarla þiddetle mücadele edin!"(14)

Desentralizasyon (Merkezden Ayýrma) TKP, 1936'da Komintern tarafýndan Separat veya Desantralizasyon kararý olarak bilinen politika çerçevesinde Komintern’den ayrý çalýþmaya zorlandý. Bu karar partinin daðýtýlmasý anlamýna geliyordu. Eski bir TKP'li bir Komintern temsilcisinin parti Merkez Komite üyelerine hitaben konuþmasýna þöyle baþladýðý anlatýyordu: "Söylediklerimi iþtince, beni Mustafa Kemal'in casusu sanacaksýnýz, ama deðilim."(15) T.C. hükümetinin resmi dýþ politikasý, Sovyet yanlýsý olduðu için, þimdi iþçi haklarý gibi konularda bu hükümeti zorlamanýn sýrasý deðildi. Komünistler demokrasiyi, yani SSCB'nin çýkarlarýný, savunmak için legale çýkmalý, CHP gibi siyasal örgütlere girmeli, yasal basýnda yer almalý idiler. Faþizm þimdilik yasak da olsa, ileride faaliyet göstermesi durumuna karþý hazýrlýklý olunmalýydý. TKP'ye verilen direktif 7. kongrede benimsenen Anti-Faþist Halk Cepheleri kurma politikasýnýn Türkiye'ye uyarlanmasýydý. Dost hükümetlerle, faþist olmayan burjuva unsurlarla ittifak yapmak bu stratejinin ana halkasýydý. Bu baðlamda Stalin, Ýngiltere baþbakaný Churchill ile ittifaka girip, müttefiðiyle yaptýðý antlaþma paralelinde Yunan devrimini bile satabilmiþtir. Bunun yanýnda, Kemalist rejime hoþ görünmek için TKP'nin ipinin çekilmesi mesele bile olmazdý. Komintern, Stalin'in hakimiyetinden beri sosyalizmin çýkarlarýný Sosyalist Anavatan'ýn çýkarlarýyla özdeþleþtiriyordu. Ancak bu örnekte SSCB'nin korunmasý en üst önceliði almýþtý. TKP genel sekreteri Zeki Baþtýmar 1935 kongresinin 30. yýlý nedeniyle yaptýðý konuþmada bu dönemle ilgili þunlarý söylemekteydi: "Komintern'in 7'nci Kongresi, partimize yeni bir faaliyet alaný açacak anahtarý verdi. Parti kendisine yeni bir savaþ yolu tayin etti. o zamanki Ýsmet Ýnönü hükümetinin, memleketin milli baðýmsýzlýðýna, sosyal geliþmesine hizmet eden, memleketin ve halkýn yararýna olan bütün icraatlarýnda aktif olarak desteklenmesine karar verdi. Partiye baðlý gizli iþçi sendikalarý ve gizli Komünist Gençlik Teþkilatý kaldýrýlarak üyeleri legal iþçi ve gençlik teþkilatlarýna girmekle görevlendirildi."(16)

Sonuç Mustafa Suphi geleneði, Marksist sosyalist dünya devrimi perspektifine baðlý olarak Türkiye’deki Bolþevik örgütlenmeyi inþa etmek için mücadeleye atýldý. Onbeþler, Kemalist rejim tarafýndan katledildiklerinde Türkiye’de Bolþevik gelenek kuþkusuz aðýr bir darbe almýþtý. Ne var ki burjuvaziyle çatýþa çatýþa çelikleþen Bolþevizm, bu darbenin altýndan kalkmasýný becerebilir, örgütsel devamlýlýðý saðlayabilirdi. Öte yandan Türkiye’deki Bolþevik geleneðin kaderi, uluslararasý devrimci komünist hareketin kaderi tarafýndan belirlenecekti. Uluslararasý komünist hareketin kalbi Rusya’daki iþçi iktidarý, iç savaþýn ardýndan dejenerasyona uðramýþ ardýndan da Stalinist bürokratik aygýt tarafýndan yýkýlmýþtý. Dünya devriminin kalesinin düþmesinin ardýndan, karþý-devrim süreci Stalin’in eline geçen Komintern vasýtasýyla dünyadaki tüm komünist partilere yayýldý. Mustafa Suphiler’den sonra Bolþevik geleneðin kesintiye uðramasýnýn esas nedeni budur. Mustafa Suphiler’in TKP’nin kuruluþundan hemen sonra katledilmeleri, onlarýn arkalarýnda güçlü bir gelenek býrakamamalarýný saðlayarak TKP’nin Stalinizasyonu çok kolaylaþtýrdý. Suphilerin TKP’si ile sonraki epigonlarý arasýnda büyük bir kopuþ vardýr. Mustafa Suphi geleneði þuralar hükümetini temel alan, bir sürekli devrimci, ateþli enternasyonalist, uzlaþmaz bir komünistken; Þefik Hüsnü, Zeki Baþtýmarlarla baþlayan Stalinist TKP geleneði ise ulusalcý, aþamalý devrimci, uzlaþmacý bir düzen partisidir. Bolþevik geleneðin Mustafa Suphiler ile katledilmesinden sonra kesintiye uðramasýyla, Türkiye sol hareketi Bolþevik alternatifin olmadýðý koþullarda TKP’nin taþýyýcýlýðýný yaptýðý Stalinist gelenek-

-24-


MARKSiST BAKIs ten beslenerek büyüdü. Bugünkü çýkýþsýzlýðýnýn arka planýnda da bu olgu yatmaktadýr. Dolayýsýyla Türkiye solu geçmiþiyle hesaplaþmalýdýr, böyle bir hesaplaþma içine girmekten korkan siyasi yapýlarýn Türkiye devrim mücadelesine katacaðý hiçbir þey olamaz. Bugünkü TKP’yi (SÝP) merak edenler olabilir. Hemen söyleyelim bu parti tipik Þefik Hüsnü TKP’sidir. Milliyetçiliði, subay sevdalýlýðý, orta sýnýf karakteri, düzen içiliði, Kürt sorunundaki þoven tutumu ile bu parti Mustafa Suphi ile zýt kutuplardadýr. Devrimci Marksistlere gelince, Mustafa Suphi’nin mirasýna sahip çýkmak, tahrifatlara karþý mücadele etmek ve esas olarak Suphilerin bayraðýný yükseltmek onlarýn boynunun borcudur.

Belgeler", s. 199 (12) TÝF (TKP) Programý’ndan, TKP Programlarý ve Mustafa Suphi Tezleri, Ürün Yayýnlarý, 1997, s. 147148 (13) Tunçay, M., Türkiye'de Sol Akýmlar-II (1925-36), s. 62 (14) T.K.F. Merkez Komitesi (aktaran Tunçay, M., Türkiye'de Sol Akýmlar-II (1925-36), Belgeler(192536), s.306 (15) Tunçay, M., Türkiye'de Sol Akýmlar-II (1925-36), s. 126 (16) "Yeni Çað", Ekim 1965 (aktaran Tunçay, M., Türkiye'de Sol Akýmlar-II (1925-36), s. 126)

Aynur Akman

(1) Hüsnü, Þefik, "Devrimimizin Geliþmesi", Aydýnlýk, Sayý 12, 1 Ocak 1923 (aktaran Sadi, Kerim, Türkiye'de Sosyalizmin Geliþmesine Katký, Ýletiþim yayýnlarý, Ýstanbul: 1994, s. 637-38) (2) Hüsnü, Þ., a.g.e. (aktaran Sadi, K., a.g.e., s. 638-39) (3) Tunçay, Mete, Türkiye'de Sol Akýmlar-I (19081925), "Türkiye'de Sol Akýmlar (1908-1925) Belgeler", BDS Yayýnlarý, Ýstanbul: 2000, s. 290 (4) "Yeni Hayat", Sayý 19, s.3-5, 14 Aðustos 1338 (aktaran Tunçay, M., Türkiye'de Sol Akýmlar-I (19081925), "Türkiye'de Sol Akýmlar (1908-1925) Belgeler", s. 431-2) (5) "Yeni Hayat", sayý 16, s.1-2, 15 Temmuz 1922 (aktaran Tunçay, M., Türkiye'de Sol Akýmlar-I (19081925), "Türkiye'de Sol Akýmlar (1908-1925) Belgeler", s. 418-9) (6) Türkiye Halk Ýþtirakiyyun Fýkrasý'nýn Büyük Millet Meclisi Hükümeti'ne Beyannamesi, "Yeni Hayat", sayý 3, 1 Nisan 1922, s.1-4 (aktaran Tunçay, M., Türkiye'de Sol Akýmlar-I (1908-1925), "Türkiye'de Sol Akýmlar (1908-1925) Belgeler", s. 412-3) (7) Mustafa Suphi'nin Birinci Komintern Kongresi'ndeki konuþmasýndan. Konuþma metni "Ýzvestia B. Ts. I. K." No. 51, 6 Mart 1919 nüznasýnda "Türkiye ve Doðudan Ne Beklenebilir" baþlýðý altýnda yayýnlanmýþtýr. (aktaran Tunçay, M., Türkiye'de Sol Akýmlar-I (1908-1925), "Türkiye'de Sol Akýmlar (1908-1925) Belgeler", s. 267) (8) Mustafa Suphi'nin Birinci Komintern Kongresi'ndeki konuþmasýndan. Konuþma metni "Ýzvestia B. Ts. I. K." No. 51 6 Mart 1919 nüznasýnda "Türkiye ve Doðudan Ne Beklenebilir" baþlýðý altýnda yayýnlanmýþtýr.) (aktaran Tunçay, M., Türkiye'de Sol Akýmlar-I (19081925), "Türkiye'de Sol Akýmlar (1908-1925) Belgeler", s. 268) (9) Tunçay, M., Türkiye'de Sol Akýmlar-I (1908-1925), "Türkiye'de Sol Akýmlar (1908-1925) Belgeler", s. 296-7 (10) Tunçay, M., Türkiye'de Sol Akýmlar-I (19081925), "Türkiye'de Sol Akýmlar (1908-1925) Belgeler", s. 299-300 (11) Tunçay, M., Türkiye'de Sol Akýmlar-I (19081925), "Türkiye'de Sol Akýmlar (1908-1925)

Mustafa Suphi geleneði, sosyalist dünya devrimi perspektifine baðlý olarak Türkiye’deki Bolþevik örgütlenmeyi inþa etmek için mücadeleye atýldý. Onbeþler, Kemalist rejim tarafýndan katledildiklerinde Türkiye’de Bolþevik gelenek kuþkusuz aðýr bir darbe almýþtý. Ne var ki burjuvaziyle çatýþa çatýþa çelikleþen Bolþevizm, bu dar benin altýndan kalkmasýný becerebilir, örgüt sel devamlýlýðý saðlayabilirdi. Öte yandan Türkiye’deki Bolþevik geleneðin kaderi, uluslararasý devrimci komünist hareketin kaderi tarafýndan belirlenecekti. Uluslararasý komünist hareketin kalbi Rusya’daki iþçi ikti darý, iç savaþýn ardýndan dejenerasyona uðramýþ ardýndan da Stalinist bürokratik aygýt tarafýndan yýkýlmýþtý. Dünya devriminin kalesinin düþmesinin ardýndan, karþý devrim süreci Stalinist’in eline geçen Komintern vasýtasýyla dünyadaki tüm komünist partilere yayýldý. Mustafa Suphiler’den sonra Bolþevik geleneðin kesintiye uðramasýnýn esas nedeni budur.

-25-


MARKSiST BAKIs

MARKSÝZM VE SPOR Spor, yapanlarýn ve izleyenlerin düþündüklerinin aksine, özgür olmayan etkinlik alanýna girer. Ýnsanlarý sadece iþ hayatýnda deðil, boþ zamanlarýnda da organize ve kontrol eder. Adorno bu konuda þunlarý söylüyor: “Ýleri kapitalizmde eðlence iþin bir uzantýsýdýr. Makineleþmiþ iþ sürecinden kaçmayý arzulayanlar, iþ hayatýna yeniden tahammül edebilmek için eðlence arayýþýndadýr. Spor makinelerin kendisinden alýp götürdüðü fonksiyonlarý insanoðluna iade eder ama ne yazýk ki onu yeniden ayný makinenin hizmetine sokup insafsýzca disipline etmek için."

Toplumumuzda milyonlarca kiþi spordan zevk alýr ve yine spor tam da bu nedenle büyük bir iþ alanýdýr. ABD ve Kanada'da spordan kazanýlan toplam gelirin 2000'de 160 milyar dolar civarýnda olmasý bekleniyor. O tarihe kadar Kuzey Amerikan þirketlerinin sadece spor alanýndaki reklam harcamalarý 13.8 milyar dolara çýkacaðý sanýlýyor. Tüm dünyadaki spor amaçlý reklam harcamalarýnýn ise 430 milyar dolara ulaþmasýna kesin gözüyle bakýlýyor. 1994'te Nike firmasýnýn ABD'deki toplam satýþlarý 4.73 milyar dolardý. Yalnýzca Michael Jordan markalý basketbol ayakkabýlarýndan 600 milyon dolar kazanýldý! Bu, spor ile kapitalizm arasýndaki doðrudan ve kolaylýkla anlaþýlabilen bir iliþki aðýdýr. Ancak bir de gizli iliþki aðý vardýr. Ýngiltere Euro 96 Kupasýnda yarý finale doðru týrmanýrken, Financial Times 26 Haziran 1996'da bütün ülkeyi saran heyecan fýrtýnasýna büyük iþ çevrelerinin nasýl tepki verdiðini anlatan bir araþtýrma yayýnladý: " Sheffield, Temporal Spring'den Jeff Forest bildiriyor. 'Ýngiltere'nin kupadaki performansý halkýn moralini yükseltti ve mutlu bir iþgücü daha iyi bir iþgücüdür.' Burton- on Trent'te Johnson Contrals firmasýnýn þubesi olan bir otomotiv tesisini yöneten Bay Peter Lowe, 'Ýngiltere'nin zaferlerinin devam etmesi halinde daha yüksek verimlilik düzeyinin saðlanacaðýna inanýyor." Kapitalizm ile spor arasýndaki görünen baðlarýn ötesine bakarsak ve neden milyonlarca insan maç seyrediyor sorusunu sorarsak, týpký Financial Times'daki haberde görüþlerine yer verilen kapitalistlerin sporun iþ yaþamý üzerindeki etkilerine önem verdikleri gibi, bizim de iþ yaþamý ve kapitalist ülkelerdeki yabancýlaþma gerçeðiyle iþe baþlamamýz gerekir. Ýnsanlarýn büyük çoðunluðu açýsýndan spor, keyif alýnan bir þeydir. Yaþamlarýndaki önemli bir kaçýþ mekanizmasýdýr. Bazýlarý için yoksulluktan kurtulmak anlamýna gelebilir. Baþkalarý içinse spor yapmak hayata anlam katmak demektir. Milyonlarca insan açýsýndan spor gündelik yaþantýlarýn sýkýntýlarýndan kaçýþý saðlar. Bir çok insan için statta ya da evde televiz-yon karþýsýnda spor karþýlaþmalarýný izlemek, iþ yaþamýndaki baskýlardan kurtulmayý ve bir birey, bir takým ya da ülke ile özdeþleþerek hayatlarýna anlam katmayý saðlar. Marx'ýn dediði gibi, " Fabrikadaki çalýþma hayatý sinir sistemini son kerteye kadar tükettiði gibi, kaslarýn çok yönlü hareketleri üzerinde de ayný etkiyi yaratýr ve özgürlüðün her bir atomunun, hem fiziksel hem de entelektüel devinimine el koyar." Baþka bir kitabýnda ise Marks, 'Zaman her þeydir, insan ise hiçbir þey; insan, olsa olsa zamanýn cesedidir' demiþtir. Harry Braverman þunu tartýþýyor: "Emeðin gücünün alýnýp satýldýðý bir toplumda, çalýþma saatleri boþ zamanlardan keskin ve zýt çizgilerle ayrýlýrlar. Ýþçiler bu boþ zamana olaðanüstü bir deðer yüklerken, iþte geçirilen zaman kaybedilmiþ ve harcanmýþ olarak kabul edilir..." Polonyalý Marksist Franz Jakubowski'nin anlatýmýyla, “Emeðin yabancýlaþmasý, insanýn insana yabancýlaþmasýný doðuruyor. Sosyal yaþam sadece insanýn kendini korumasý aracýna indirgeniyor." Sonuçta, boþ zamanýn gerçekten bizim zamanýmýz da deðil üstelik. Braverman tezini þöyle açýklýyor: "Toplumdaki ahlaki deðerlerin çöküþü ve doðal çevreden kesin çizgilerle koðuþ, sýra 'özgür saatlere' geldiðinde bir boþluk yaratýr. Böylece iþ dýþýndaki zamanýn doldurulmasý da piyasaya baðýmlý hale gelir. Piyasa abartýlmýþ ölçüdeki pasif eðlenceleri, oyalanmalar ve kütlesel izlenceleri kentin el verdiði kýsýtlý olanaklar çerçevesinde, yaþamýn kendisine bir alternatif gibi insanlara sunar. Her çeþit spor ve eðlenceyi, sermayenin büyütülmesi amacýyla bir üretim faaliyetine dönüþtürmüþ olan büyük þirketler de tüm boþ zamanlarý doldurmanýn bir aracýna dönüþen bu pasif etkinlikleri halkýn üzerine boca ederler." Spor, yapanlarýn ve izleyenlerin düþündüklerinin aksine, özgür olmayan etkinlik alanýna girer.

-26-


MARKSiST BAKIs Ýnsanlarý sadece iþ hayatýnda deðil, boþ zamanlarýnda da organize ve kontrol eder. Adorno bu konuda þunlarý söylüyor: “Ýleri kapitalizmde eðlence iþin bir uzantýsýdýr. Makineleþmiþ iþ sürecinden kaçmayý arzulayanlar, iþ hayatýna yeniden tahammül edebilmek için eðlence arayýþýndadýr. Spor makinelerin kendisinden alýp götürdüðü fonksiyonlarý insanoðluna iade eder ama ne yazýk ki onu yeniden ayný makinenin hizmetine sokup insafsýzca disipline etmek için." Üstelik insan bedeni, bireylere dayatýlan ‘doðru’ biçimde olma baskýsýyla da ezilir. Birçok insan bedenini 'güzel' biçime sokmak için acý ve sýkýntýlara katlanýr. Gerçek þu ki, bedenlerimizi ele alýþýmýz toplum tarafýndan þekillendirilir. Sosyal iliþkiler bedenlerimize anlam vermeye baþlar. Ýnsanlýk tarihinin uzunca bir bölümünde þiþmanlýk beðeniyle karþýlanýrdý, çünkü açlarýn doldurduðu bir dünyada servet sahibi olmanýn bir simgesiydi. Kapitalist rekabet aþka, oyunlara ve tüm toplumsal iliþkilerin içine dalan davetsiz bir misafir gibi her çeþit insani faaliyeti etkiler. Spor alanýndaki takýntý düzeyindeki tekrarlar -kim daha hýzlý koþabilir, kim daha güçlü, kim daha uzaða atabilirbireyin yabancýlaþmasýný artýrýr. Bütün ideolojilerde olduðu gibi spor ideolojisi de kapitalist sistemdeki üretim ve toplumsal iliþkilerin gerçek yapýsýný gizler. Bunlar sanki doðalmýþ gibi deðerlendirilir. Spor kuruluþlarýnda yer alan bireylerin aralarýndaki iliþki þeyler arasýndaki maddesel iliþkiye dönüþtürülür: Maç sonuçlarý, makineler ve rekorlar. Bu süreçte insan bedenine bir makine gibi davranýlýr. Ýdeoloji bizi spor yapan kadýn ve erkeklerin özgür ve eþit olduklarýna inandýrmak ister. Bu da sporcularýn farklý derecelere göre derecelendirilmesine gerekçe saðlar. Bu ideolojinin kahramaný kendi çabasý ve sahip olduðu nitelikler sayesinde baþarýya ulaþan ve 'kendini yaratan' kadýn veya erkektir. Bizlere öðretilen, isteyen herkesin zirveye çýkabileceðidir. Oysa gerçek biraz farklýdýr. Profesyonel futbolcu olan gençler her zaman en iyi veya yetenekli oyuncular arasýndan çýkmaz. Genellikle bu gençler, sýký disiplin ve yoðun çalýþma temposunu kabule hazýr olanlardýr. Bu gözlemlerden yola çýkarak sporun þu özelliklere sahip olduðu sonucuna varabiliriz: a) rekabet - birinci gelmek , bir rakibi yenmek ve diðerlerinden daha iyi derece yapmak ( yeni bir rekor kýrmak ) ; b) merkezde rekorun bulunmasý - bu her þeyin ölçüldüðü ve sayýlara döküldüðü bir toplumu yansýtýr ; c) herkesin anladýðý çok kesin çok hiyerarþik spor deðer yargýlarý ; d) antreman sporun en zor bölümü . spor çalýþmalarý son derece insanlýk dýþýdýr ; fabrikadaki üretim hattý tekniklerine çok benzeyen bir temel üzerine yükselir ve ayný fabrikadaki gibi insanlýk dýþý bir iþ temposunu öngörür . Rekabetçi spor askeri ya da dinsel baský sistemine dayanan ve tarým toplumlarýnýn ürettiði arttý deðeri kontrol edildiði imtiyazlý bir azýnlýðýn yani sýnýflý toplumlarýn oluþmasýyla ortaya çýktý. Tarih boyunca oyun ve beden eðitimi kavramlarý deðiþikliðe uðradý. Zaten baþka nasýl olabilirdi ki? Bugün bize ezelden beri varmýþ gibi sunulan birçok kuruluþ aslýnda ilkel toplumun yerini feodal toplumun , feodalizmin yerini de kapitalizmin almasýyla birlikte rolleri ve karakterleri deðiþen üretim biçimlerinin birer ürünüdür. Marks ‘toplumsal kurum larýn tarihi sürecin birer ürünü olduðunu ve nereden kaynaklanýp nasýl geliþtiklerini anlayamayanlarý’ eleþtiri Alman

-27-

Ýdeolojisi adlý eserinde bu hususa deðinir: ‘Her ülkede varolan kuruluþlarýn tümü devletin yardýmýyla oluþturulmuþ ve politik biçim verilmiþtir .’ Futbol 19. yüzyýlýn ikinci yarýsýnda sanayi üretiminin eski yýllara oranla istikrara kavuþmaya çalýþtýðý bir dönemde geliþmeye baþladý yüzyýlýn ilk yarýsýnda erkek kadýn ve çocuk iþçiler çoðu zaman çok kötü koþullarda ve uzun saatler boyunca çalýþmak zorundaydý. Sanayi üretiminin ise vasýflý iþçiye ihtiyacý vardý ve bu da saðlýklý ve göreceli olarak hayatýnda memnun bir iþgücü gerektiriyordu. Cumartesi öðle saatlerin baþlayan izin günleri,bu sevilen sporun yaygýnlaþmasý yolunu açtý. Sanayiciler de sporun avantajlarýný görmekte gecikmediler.Arsenal takýmý, Woolwich’deki Royal Arsenal’de (Kraliyet Silah ve Cephe fabrikasý) çalýþan iþçiler arasýnda kuruldu. Ýþyeri kökenli diðer takýmlar arasýnda West Ham United (Thames Demir Ýþletmeleri), Manchester United (Demiryollarý), Southampton ( Woolston Tersanesi) bulunuyor. Sheffield Býçak üreticiler takýmý ise Sheffield United

Ýnsan vücudunu bir makineye çeviren 4 yýllýk zorlu bir hazýrlýktan sonra gelen baþarýsýzlýðýn yarattýðý psikolojik yýkým

adýný aldý. Zaten yýllardýr gizli saklý yürütülen futbolda profesyonellik 1885 de yasallaþtýrýldý. Sporun iþçi sýnýfý arasýnda böyle yukardan müdahaleyle yayýlmasý, Napolyon sonrasý ve Çartist yýllarda meydana gelen ayaklanmalarý izleyen dönemde saygýn ‘ bir iþçi sýnýfý’ yaratýlmasýný hedefliyordu. Futbol, Ýngiliz mühendisler, askerler, fabrika sahipleri ve misyonerler eliyle (Buenos Aires’teki Newells Old Boys ile Ýtalya ‘da AC Milan takýmlarý Ýngilizleþmiþ adlarý bunlarýn örnekleridir.) kýsa zamanda dünyada yayýldý. Ancak futbol her ne kadar iþçilerin oynadýðý bir spor dalýysa da , kontrolü ve denetimi hep üst sýnýflar tarafýndan yapýlan bir oyun oldu. Modern emperyalizm, artýk, kapitalistlerin etki alanýný denizaþýrý ülkelere yaymalarýndan farklý anlam taþýyor. Emperyalizmin ayný zamanda herkesin kendi ‘evindeki’ iþçi sýnýfý içinde derinlere kadar inerek kök salmak ve böylece emperyalist projenin arkasýnda durmasýný saðlamak anlamýna da geliyor. Modern sporun geliþtiði dönem, bu süreçte anahtar rol oynayan oy verme hakkýnýn geniþlediði döneme denk düþtü. Yönetici sýnýf kitleler üzerinde denetim kurmak için yeni ideolojik araçlarý geliþtirmek durumundaydý. Bu


MARKSiST BAKIs geliþme Ýngiltere’de halkýn okuyacaðý bir gazetenin, Daily Mail’ýn da çýkarýlmasýný beraberinde getirdi. Bu sayýlanlar emperyalizmin yükseldiði döneme rastgeldi. Emperyalizmin sadece sömürge halklarýnýn kontrol altýna alýnmasý sorunu deðildi. Lenin ve diðer Marksistlerin emperyalizmi , kitlelerin milliyetçi ve ýrkçý fikirler etrafýnda yönetici sýnýfla baðlanma aracý olarak ele aldýlar. C.L.R James, Beyond A Boundary (sýnýrýn ötesinde)adlý eserinde, kriketin tüm Ýngiliz sömürgelerinde sömürge düzenini sürdürme fikrini yaymak için Batý Hint Adalarý’nda nasýl kullanýldýðýný anlatýr. Kriket Britanya Ýmparatorlýðu’na baðlý ülkelerde nasýl yaygýnlaþtýrýldýysa Amerikan emperyalizmi de Küba, Porto Riko, Meksika ve Orta Amerika’nýn büyük bölümünde milli spor olmasýný saðladý. Emperyalist ülkelerde spor, bir zamanlar halkýn bilincinde çok az yer tutan milliyetçiliðin zorla yüceltilmesinde önemli rol oynadý. Fransa Turu Fransa ulus devleti fikrinin yaratýlmasýna yardýmcý olduðu gibi , Ýtalya ‘da futbol 1. Dünya Savaþý öncesine kadar son derece güçsüz olan Ýtalyan milliyetçiliðinin bir sembolü haline geldi. Christopher R. Hill ,þu hususa dikkat çekiyor: “Üst düzey spor karþýlaþmalarýnýn düþmanlýðý körelterek dostluðu güçlendirdiðini destekleyen bir kanýt bulunmuyor. Üst düzey spor halen öylesine yüksek miktarlarda sýcak parayla sýký fýký bulunuyor ki, dostluk ve arkadaþlýða pek az yer kalýyor. Ve spor yapýlan alanlarda (sporcularýn) bir araya gelmelerinin dostluk duygularýný doðurduðu söylemi irdelendiðinde , bu tezin hiçbir düzeyde doðru olmadýðý görülüyor . Neredeyse (olimpiyat) oyunlarýnýn her kutlanýlýþýnýn yaþanan tatsýz olaylarla kayýtlara geçmesi ile istenmeyen hadise ve felaketlerin hatýralarý karþýlýklý tatlý bir rekabet için bir araya geliþleri çoktan unutturdu. Olaylarý liste halinde sýralamak ilgi çekici olmaz ama 1936’da Berlin’de yapýlan Olimpiyat Oyunlarý dýþýnda kalanlarýn da uluslar arasý öfkeye neden olduðunu unutmamak iyi olur. Örneðin, 1968’de olimpiyatlarýn bir para israfý olduðunu düþünen gençler Meksika Hükümeti tarafýndan katledildi. 1972 Münih Olimpiyatlarý’nda Ýsrailli sporcular Filistinli gerillalar tarafýndan öldürüldü ve o dönem Uluslar arasý Olimpiyat Komitesi Baþkaný olan Avery Brundage bu olaya karþýn, ‘Oyunlar devam etmeli’ kararýna vardý. 1976’da birçok Afrika devleti, Yeni Zelanda’nýn sorumluluðunu üstlendiði bir Güney Afrika rugby turunu protesto etmek amacýyla oyunlarý boykot etti.”

üreticinin hem de tüketicinin yalnýzlaþmasýna’ dikkat çekiyor. Fakat Hargreaves büyük sayýlarda insaný biraraya getirmekle kapitalizmin, düzensizlik ve muhalefetin büyüyebileceði koþullarý yaratabileceðinin de farkýnda. Yakýn bir zamanda Libya’da polis, bir futbol maçýnda Kaddafi aleyhine slogan atan kitlenin üzerine ateþ açarak birçok insaný öldürdü. Franco’nun Ýspanyasý’nda, Real Madrid takýmýna duyulan nefret ve Barcelona’ya verilen destek, rejime muhalefeti gösterebilir. Spor karþýlaþmalarýný, politik protesto amacýyla kullananlarýn varlýðý da bilinmektedir. Yine de bu örneklerin önemini abartmak konusunda dikkatli olmalýyýz. Bir futbol kitlesinin temel öfkesi, doðrudan doðruya rakip takýmýn oyuncularýyla taraftarlarýna yöneliktir. Bu öfke en iðrenç sözlü sataþmalar biçiminde olabileceði gibi, bazen fiziksel þiddet biçimini de alabilir. Sahanýn içinde ve dýþýnda olsun, rekabet olmadan yapýlan spor bir terim olarak kendisiyle çeliþir. Bu, insanýn çabasýna karþý makinelerin, saatin ve despotça kurallarýn dayattýðý bir diktatörlüktür. Bazýlarý sporun insanýn kendi kendisiyle rekabet etmesi olduðu görüþünü savunuyor - týpký Robinson Crusoe’nun terk edilmiþ adanýn etrafýnda koþarak yeni bir rekor denemesine kalkýþmasý ya da bir köpekbalýðýyla yüzme yarýþýna girmesi gibi! Ama böylesi görüþler sadece mantýksýz deðil, ayný zamanda olayýn özünü kavramaktan da uzak. Ýþin özü, gidip insan doðasý ve sosyalizm temel sorununa dayanýyor. Sporda oyun unsuru neredeyse yok oldu. Ellul’un görüþleri þöyle: “Öyle bir sürece tanýklýk ediyoruz ki, oyunculuk ve neþe, hava ve suyla temas, yaratýcýlýk ve anýnda karar verebilme yetileri yok oluyor; tüm bunlar katý kurallara riayet, verimlilik ve rekor kýrma adýna terk ediliyor. Antremanlar insanlarý ve çocuklarý, kendi bedenlerini sömürmenin ve orta hakimiyetleri altýna almanýn getirdiði acýmasýz tatminin verdiði keyfin dýþýnda baþka bir þey bilinmeyen verimli makinelere çeviriyor”

Olay listesine bir sonraki Moskova Olimpiyatlarý’nýn, Rusya’nýn Afganistan’ý iþgali nedeniyle boykot edilmesi de eklendi. O halde spor bütünüyle devletlerarasý rekabet, kapitalist üretim ve sýnýf iliþkileri çerçevesinde oturur. Medyanýn büyük ölçüde þiþirdiði bir ideoloji olarak, iktidardaki burjuva ideolojisinin önemli bir parçasýdýr. Spordaki hiyerarþik yapý, kapitalizmin sosyal yapýsýný ve onun rekabetçi eleme, terfi, hiyerarþi ve sosyal ilerleme sistemini yansýtýr. Sporun itici güçleri olan performans, rekabet ve rekor, kapitalist üretim tarzýnýn itici güçlerinin aynýsýdýr. John Hargreaves örgütlü sporun, ‘uysal bir emek gücünü’ modern kapitalizmin ihtiyaç duyduðu disiplinle terbiye etmeye yaradýðýný savunuyor. Sporla sanayii karþýlaþtýrýrken Hargreaves, ‘yüksek düzeyde uzmanlaþma ve standardlaþmaya, bürokratik ve hiyerarþik yönetime, uzun vadeli planlamaya, bilim ve teknolojiden artan oranda yararlanmaya, azami verimlilik çabasýna ve hepsinden önemlisi hem

Sosyalistler boþ zamanlara ait olan oyun unsurunu kurtarmak istiyor. Kapitalizm, masa-baþý iþlerde çalýþan ve bir farklýlýk olarak bedensel hareket yapmak isteyen büyük bir insan sýnýfý yaratýyor. Ve kapitalizm, öyle bir uzmanlaþma yaratýyor ki, bedenleriyle çalýþan insanlar bile ancak üretim için gerekli olan bedensel hareketleri yapýyorlar. Sosyalizm bu gidiþi ortadan kaldýracak ve insan bedeninin özgür geliþimi için gerekli koþullarý yaratacak. Sosyalist yönetimde zevk ve eðlence amaçlý bedensel faaliyet olacak, spor deðil. Sporda elbette çeliþkili unsurlar da yok deðil -futbol izleyicilerinin polise gösterdiði kitlesel tepki bunun örneðidir. En iyimser bakýþla bunlar kapitalizme karþý yapýlan adý konulmamýþ ve dolaylý protestolardýr. Bir kitlenin içinde bulunma tutkusu bile, kapitalist sistem içindeki insanlarýn yalnýzlaþma ve toplu yaþamama sýkýntýlarýný yansýtýr. Spor alanlarýndaki o gürültü, o heyecan aranýr, çünkü insanlar bunlarý günlük yaþamýn katý gerçeðinden bir kopuþ gibi algýlar. Ancak o heyecan insaný çok çabuk terk eder ve kapitalist gerçeklikten bir kopuþ da deðildir. Bir zamanlar Troçki, iþçi sýnýfýnýn yaratýcý potansiyelinin popüler zaman geçirme etkinlikleriyle nasýl basite indirgendiðine deðinme fýrsatý bulmuþtu. Ýngiltere üzerine yazdýðý bir yazýsýnda Troçki, þunlarý belirtiyor: “Devrim, kaçýnýlmaz olarak Ýngiliz iþçi sýnýfýnda en mükemmel tutkularý uyandýracaktýr. Bu tutkular, bugüne kadar toplumsal eðitim, kilise, basýn, boks, futbol, at yarýþý ve diðer

-28-


MARKSiST BAKIs sporlar tarafýndan yapay bir biçimde bastýrýlmýþ ve tersine çevrilmiþtir.” (...) “Burjuvazi ve kilise, sosyal dayanýþma, eðlence ve spor alanlarýnda bizden kýyas götürmeyecek biçimde daha güçlüdür. Sosyalist program ve devrimci eylem araçlarýný kullanmadýkça iþçi sýnýfý gençliðini onlardan kurtaramayýz.” Sosyalist bir toplum yaratma adýna ilk çabaya, I. Dünya Savaþý sonrasý Rusya’sýnýn son derece kötü koþullarýnda giriþildi. Ama bu çaba, Stalinci karþý-devrimci tarafýndan daha doðarken boðuldu. Ancak Bolþeviklerin (sonralarý) aralarýnda sürdürdükleri tartýþmalar bunun önemini gösterir. Troçki, Gündelik Yaþamýn Sorunlarý adlý eserinde,sadece yeni bir toplum deðil,yeni kadýn ve erkekler yaratmaya yönelik sorunlara da deðinme çabasýndaydý.Troçki’nin bu yazýlarýnda spordan çok az ya da hiç söz edilmez, zira o günlerin Rus toplumunun içinde bulunduðu ilkel aþamada,Rus iþçi sýnýfý için spor neredeyse var olmayan bir kavramdý.Ancak yine de spor konusuna ýþýk tutacak önemli üç nokta bulunmaktadýr. 1) Bu baðlamda eðlence sorunu,kültür ve eðitime olan önemi nedeniyle çok büyük önem arz eder.Çocuðun karakteri oyun içinde açýða çýkar ve biçimlenir.Yetiþkinlerin karakteri de onun oynadýðý oyunlar ve eðlence içinde net bir biçimde görülür. Eðlenmeye,dikkatin daðýlmasýna, gezmeye ve gülmeye olan özlem insan doðasýnýn en haklý arzusudur.Bu arzunun tatmin edilmesini ve eðlenceyi ayný zamanda kolektif eðitimin bir silahý yaparak,yüksek bir sanatsal niteliðe dönüþtürmeye muktediriz ve aslýnda zorunluyuz da.(...) 2) Bedensel ihtiyaçlarýn ruhsal ihtiyaçlardan çok daha sýnýrlý olduðunu herkes bilir.Bedensel ihtiyaçlarýn yoðun bir biçimde giderilmesi kýsa sürede doygunluða yol açar.Ancak ruhsal ihtiyaçlar hiçbir sýnýr tanýmaz.Ama ruhsal ihtiyaçlarýn saðlýklý bir biçimde ortaya çýkabilmesi için bedensel ihtiyaçlarýn bütünüyle tatmin edilmesi gerekir.(...) 3) Bilinçte aðýr bir yük gibi yatan anlamsýz tören sadece eleþtiriyle yok edilemez;ancak yeni yaþam biçimleri,yeni eðlenceler,yeni ve daha fazla kültürlü tiyatro etkinlikleriyle yeri doldurulabilir. Sosyalizm davasý,insanlarýn rekabet etmek yerine iþbirliði yapabileceði fikri üzerine kuruludur.Sýnýflarýn bulunmadýðý toplumlarda bunun bir çok örneðine rastlarýz.Socialisme Internationale’de,Amazonlardaki Mores Kýzýlderililerinin oynadýðý bir oyun, Jacques Meunier’in kaleminden þöyle tarif ediyor: “Bir sayý yapan oyuncu otomatikman takým deðiþtirir.Bu yolla kazananlar güçsüzleþir ve yenilmekte olanlar güç kazanýr.Yapýlan sayý bu biçimde eþitlenir.” Sosyalizm, 22 kiþinin futbol oynayýp 30 bin kiþinin bunlarý izlemek için para ödediði veya yüzme havuzlarýnda bir takým kadýnlarýn ve erkeklerin telaþla aþaðý yukarý yüzdükleri ve hem birbirlerine hem de saate karþý yarýþtýklarý bir toplum olmayacak. Bedensel hareketler ve oyunlar,insanlarýn bedenlerinden zevk duymasý,diðer insanlarla ve doðayla birlikte olmasý içindir. Spor deðildir. Spor rekabet demektir, yanýndaki kiþiden daha iyi olmak, en iyi olmak demektir. Ýnsanlarý kapitalist üretim sürecine mükemmel bir biçimde hazýrlayan baskýcý kurallara uymak demektir. Sosyalistler doðal olarak insanlarýn neden spor yapýp, spor etkinliklerini neden izlediklerini anlayabiliyorlar. Spor yaþadýðýmýz acýmasýz dünyadan bir kaçýþ. Biz de bu nedenle

sporu görmezlikten gelmiyoruz. Bunun yerine sosyalistler olarak tribünlerdeki ýrkçýlýða karþý kampanyalar düzenliyor ve kadýn ve erkek sporcularýn bu tür kampanyalarý desteklemelerini saðlamaya çalýþýyoruz. Sosyalistler spor faaliyetlerini ne yasaklamayý ne de kýsýtlamayý akýllarýnýn ucundan geçirirler. Ama sosyalistler, olimpiyatlar gibi milliyetçilik temelindeki tüm spor karþýlaþmalarýndan çekilen Bolþeviklerin izinden gitmelidir. Bizim hedefimiz insanlýðýn kurtuluþudur. Ve bizim hedefimiz içinde sonsuz imkanlarýn bulunduðu ve gelecek kuþaklarýn geçmiþe ve örneðin olimpiyatlara hayretle bakýp tek bir soru sorduklarý bir dünyadýr: Neden?

-29-

Chris Bambery International Socialism, Kýþ 1996 Sayý 73’ten kýsaltýlarak alýnmýþtýr.

Sosyalistler doðal olarak insanlarýn neden spor yapýp, spor etkinliklerini neden izlediklerini anlayabiliyorlar. Spor yaþadýðýmýz acýmasýz dünyadan bir kaçýþ. Biz de bu nedenle sporu görmezlikten gelmiyoruz. Sosyalistler spor faaliyetlerini ne yasaklamayý ne de kýsýtlamayý akýllarýnýn ucundan geçirirler. Ama sosyalistler, olimpiyatlar gibi milliyetçilik temelindeki tüm spor karþýlaþmalarýndan çekilen Bolþeviklerin izinden gitmelidir. Bizim hedefimiz insanlýðýn kurtuluþudur. Ve bizim hedefimiz içinde sonsuz imkanlarýn bulunduðu ve gelecek kuþaklarýn geçmiþe ve örneðin olimpiyatlara hayretle bakýp tek bir soru sorduklarý bir dünyadýr: Neden?


MARKSiST BAKIs FÝLÝSTÝN, KÜRDÝSTAN ve TÜRKÝYE EKSENÝNDE ORTADOÐUDA MÜCADELE Bugünün dünya tablosuna baktýðýmýzda göreceðimiz; dünya halklarýna ve iþçi-emekçilerin kazanýlmýþ sosyal haklarýna yönelik emperyalist-kapitalist sistemin azgýn bir saldýrganlýk içerisinde olduðu; diðer yandan emekçilerin burjuvazinin sosyal yýkým saldýrýlarýný grevlerle, eylemlerle karþýladýðý, ulusal kurtuluþ mücadelelerinin dünyanýn dört bir tarafýnda direndiði bir tablo. Emperyalist barbarlar saldýrýlarýný arttýrdýkça, dünya halklarý ve iþçi sýnýfý ayaða kalkmakta mücadelelerini yükseltmekteler. Bu anlamýyla tansiyonun hiç düþmediði Türkiye, Kürdistan ve Ortadoðu’da yeniden hareketli bir döneme girmiþ bulunmaktayýz. Dünyayý hegemonyasý altýna alan emperyalist-kapitalist sistem, uzun süredir yeni bir sýkýþma yaþamakta ve krizden çýkmak için kendini restore etmeye çalýþmaktadýr. Kapitalist düzenin, yeniden yapýlanmaya giderek ömrünü uzatma çabasý, onu daha da saldýrganlaþtýrmakta ve bu erek için her türlü aracý kullanmasýný da beraberinde getirmektedir. Bu, kimi zaman Ukrayna, Gürcistan örneðinde görüldüðü gibi “demokratik kamuoyunun” barýþçýl müdahaleleri (!) þeklinde olurken, yeri geldiðinde emperyalist sitemle çeliþkiye düþen Irak örneðinde olduðu gibi “yola getirmek” için savaþý da bir araç olarak kullanmakta ve iþgalden çekinmemektedir. Þüphesiz kapitalizmin kendini yeniden üretmesi için yeni savaþlar çýkarmasý, emperyalizme karþý belli bir birikimin yaratýlmýþ olduðu coðrafyalarda gerekirse sýnýrlarý yeniden çizmesi, bunu yaparken bu coðrafyalarda üretilen tüm zenginliklere kendi krizini çözmek için el koymasý gerekmektedir. Bu baðlamda, dünya kapitalizminin yaþadýðý krizi çözmek için müdahale etmesi gereken alanlardan biri Latin Amerika iken; bir diðer önemli merkez Ortadoðu’dur. Latin Amerika’nýn öznel durumu baþka bir yazýnýn konusu olduðu için izninizle bunu atlayalým ve asýl ilgi alanýmýz olan, parçasý olduðumuz ve siyaseti ürettiðimiz yere; Ortadoðu’ya dönelim. Ortadoðu yüzyýllardýr emperyalist paylaþýmýn merkezinde yer almýþtýr. Bunun altýnda yatan önemli sebeplerden biri buralarýn zengin yer altý ve yer üstü kaynaklarýna (özellikle petrol) sahip olmasý iken, diðeri de bu coðrafyanýn içinde barýndýrdýðý devrimci dinamiklerin kapitalist sisteme her dönem potansiyel bir tehdit oluþturmasýdýr. Bu dinamikleri besleyen damarlardan biri, çözülmemiþ ulusal sorunlarýn zaruri bir neticesi olarak filizlenen ulusal kurtuluþ mücadeleleridir. Ýkinci olarak, bu coðrafyada kökleri oldukça güçlü bir sol geleneðin bu dinamikleri beslediðini söylemek mümkün. Bunlara ek olarak Ortadoðu’daki burjuva devletlerin oturmuþ bir kapitalizme sahip olmamasý ve birçok Ortadoðu ülkesinde refah düzeyinin çok düþük oluþu, kapitalizmin bütün açýklýðý ile hayat sürmesi bu çeliþkileri devrimci bir müdahale olmadan çözülemeyecek bir hale sokmaktadýr.

hareketlerinden baþlayalým. Bu hareketlerin baþýnda, direniþi 40 yýlý geride býrakan Filistin kurtuluþ mücadelesini ve uzun yýllardýr birçok devletin sömürgesi altýnda yaþamak zorunda kalan Kürt ulusal hareketini saymak gerekir. Filistin halký iþgalci siyonistlere karþý büyük bedeller ödeyerek direniþi sürdürmüþtür ve hala sürdürmektedir. Hatta þu satýrlar yazýlýrken Filistin’de yapýlan seçimi Ýslamcý HAMAS örgütünün açýk farkla kazandýðý haberini hep beraber takip ettik. Ortadoðu’nun ne denli kýrýlgan bir politik atmosferde olduðunu bu seçimler bir kez daha gösterdi. Bu tercih ile Filistin halký, direniþte ýsrar eden eden siyasi öznenin arkasýnda olduðu mesajýný vermiþtir. Ve daha oy kullananlarýn mürekkebi kurumadan bu seçimlere karþý tepkiler oluþmuþ durumda. Demokrat maskeli AB’den tutun da “özgürlük aþýðý” ABD’ye kadar bir çok emperyalist odak Filistin halkýnýn bu özgür seçimini tanýmamaya dönük açýklamalar yapmýþ ve HAMAS’ýn kendileri için hala terörist olduðunu söylemiþlerdir. Her fýrsatta demokrasi havariliði yapanlar, böylece burjuva demokrasinin sýnýfsallýðýný gözler önüne sermiþ oldular. Diyorlar ki Filistin halkýna: özgür seçiminizi ancak emperyalist-kapitalist sistemi zora sokmayacak bir özneden yana yaparsanýz tanýrýz. Ve bu pervasýzca açýklamayý tam da Irak’a demokrasi(!) götürdüklerini söyledikleri bir zamanda yapýyorlar. Buyurun iþte burjuva demokrasisine. Yeri gelmiþken kafa karýþýklýðýna mahal vermemek adýna Komünistlerin ilkesel tutumunu açmanýn yararý olacak. Komünistler ilkesel olarak ezilen uluslarýn önderliklerinin gerici yahut burjuva önderlikler olduðu durumlarda; bu önderliklerin yöntemlerini doðru bulmasalar dahi hiçbir zaman ulusal hareketin önderliðinin niteliðine göre ezilen ulusa destek sunup sunmamaya karar vermezler. Komünistler için esas olan; varolan ulusal kurtuluþ mücadelesini desteklemek, ileriye çekmeye çalýþmaktýr. Komünistlerin tercih edeceði çözüm, her daim proleter devrim olmakla beraber, ezilen ulusun önderliðinin komünist bir siyaset olmamasý ve proleter devrim dýþý bir çözüm için mücadele etmesi komünist harekete ezilen ulusun meþru mücadelesine burun kývýrma hakkýný vermez. Bu yaklaþým bizzat Komünist Enternasyonalin ilk 4 kongresinde çok net ortaya konmuþ ve diðer sekter yaklaþýmlar mahkum edilmiþtir. Eðer Bolþevizm’den anladýðýmýz ezilenlerin kürsüsü olmak ise Filistin öznelinde bize düþen görevler: Filistin halkýnýn tercihine saygý duymak, bu tercihin sonucu olarak emperyalist burjuva devletlerden gelebilecek herhangi bir saldýrýya karþý Filistin halký ile dayanýþma içinde olmak, Filistinli komünistlerin örgütlenmesine yardýmcý olmak ve belki de en önemli görev olarak dünya devriminin zaferi için Türkiyeli devrimciler olarak Türkiye devrimine karþý sorumluluklarýmýzý yerine getirmek ve Bolþevik öncüyü Ortadoðu topraklarýnda var etmektir.

Filistin

Kürt Sorunu

Ortadoðu’daki kaynayan damarlarý tartýþmaya ulusal kurtuluþ

Bir diðer ulusal kurtuluþ mücadelesi olan Kürt halkýnýn

-30-


MARKSiST BAKIs mücadelesi, önceleri ulus devletlerin kendi iç sorunu olarak görülüyor olsa da bugün artýk uluslararasý bir sorun halini almýþtýr ve dünya siyasetinden hem çok etkilenen hem de onu oldukça etkileyen bir dinamiði iþaret etmektedir. Kürt sorunu da gelinen noktada giderek boyutlanmakta, karmaþýklaþmakta ama ayný zaman da komünistlere yeni olanaklar da sunmaktadýr. Türkiye’deki Kürtler de ulusal kurtuluþ yolunda burjuva Türk cumhuriyetin ilanýndan günümüze 28 isyan örgütlemiþlerdir ve 29’uncusunu örgütleyen Kürt hareketi ulusal sorunu çözmek için hala mücadele etmektedir. Kürt hareketi niyetinden öte Türkiye devrimci hareketinin komünist siyaset üretmedeki tutarlýlýðý konusunda da turnusol iþlevi görmektedir. Bir çok sol hareket, ulusal hareketin önderliðini gerici reformist vb. bulduðunu dile getirmekte ve desteklememekte, hatta karþýsýna almaktadýr. Halbuki ayný siyasetler Irakta direniþin önderliðini yapan eski BAAS kadrolarý veya El Kaideciler için, yahut Filistin'deki direniþinin önemli ayaklarýndan biri olan HAMAS için belki gerici diyorlarsa da (ki bir çoðu bunu dahi dememekte) desteklemekten asla geri durmamaktadýrlar. Bu tutumlarýnýn altýnda sosyalizm maskesi ile örtmeye çalýþtýklarý þovenizm yatmaktadýr. Ama güneþ balçýkla sývanmaz. Kürt hareketinin ideolojik-politik olarak iyice geriye düþtüðü bugünlerde gerçek yüzleri iyice ortaya çýkmaktadýr. Bu kýsa açýklamanýn amacý çamur at izi kalsýn kabilinde devrimci hareketlere sataþmak deðil, ama aksine var olan ezilen ulusun mücadelesini, Kürt halkýnýn dileklerini, özlemlerini anlamak; bunlarý daha ileri mevzilere çekebilmek, devrimci harekette egemen olan milliyetçi-ulusalcý yaklaþýmý bu vesile ile bir kez daha dillendirmek ve baþta Ortadoðu devrimi olmak üzere dünya devrimi yolunda Kürt ulusal kurtuluþ mücadelesinin önemini vurgulamaktýr. Sosyal þoven hareketler ulusal sorunun çözümü için, güya sýnýfsal çözümü öne sürmektedir. Ve Kürt sorunundaki çözümün sadece sosyalizm ile mümkün olduðunu söylemektedirler. Nihai olarak ulusal sorunlara son verecek olan, arzulanan çözüm elbette sosyalizm olsa da ulusal sorundaki çözüm “gelecekteki” proleter devrime kadar ertelenemez. Türkiye öznelinde bizler Kürtlerin esaretinin iþçilerin esareti olduðunu dün de söyledik bugün de söylüyoruz. Örneðin, Kürtlerin meþru mücadelesine karþý örgütlenen kontra birimler ayný zamanda birçok devrimcinin, sendikacýnýn, aydýnýn da kanýna girmiþtir. Yine bu savaþ yüzünden bütçenin büyük bölümü silahlanmaya ve ordunun harcamalarýna gitmektedir. Elbette bu yükü ödeyen burjuvalarýmýz deðil, iþçi sýnýfýdýr. Kürtlerin direniþini bastýrmak için gerici reformlar yapan, baskýcý yasalar çýkaran devlet, bu yasalarý, baþýný kaldýran Türkiyeli devrimcilere, Türk halkýna, Türk iþçi sýnýfýna da uygulamaktadýr. Burjuvazi, Kürt ulusunu tahakküm altýnda tutarak, Kürt yoksularýný ucuz iþgücü olarak kullanarak, Kürt iþçiyi Türk iþçiye ve tersini tersine düþürerek sömürüsünü sürdürmektedir. Yüzyýllar öncesinde Marx’ýn dediði gibi bir ulusu ezen ulus özgür olamaz. Ýþte tam da bu söylediklerimiz yüzünden Kürt ulusunun tutsaklýðý Türkiye iþçi sýnýfýnýn da tutsaklýðý demektir.

Kürdistan Bolþevizmi'nin Geliþmesinin Nesnel Koþullarý Oluþmuþtur Kürt siyasi önderliklerince temel çeliþki olarak hep ulusal sorun konuldu ve ön planda öncelikli olarak hep ulusal kurtuluþ mücadelesinin verilmesi gerektiði vurgulandý. Fakat

ezilen ulus olarak, Kürtlerin devletleþmeye doðru gitmesi Kürdistanlý komünistlere büyük fýrsatlar sunmakta. Artýk Kürdistanlý komünistler için sýnýfsal mücadeleyi yükseltmenin objektif koþullarý çok daha uygundur. Kökeni sýnýfsal olan ama zamanla bu özün önüne geçen ulusal sorun, çözüme yaklaþtýkça komünistlerin de hareket alaný geniþleyecektir. Bir diðer olanak ise Kürt ulusunun asýl parçasýný oluþturan Kuzeyli Kürtlerin politik önderliðinin sol-devrimci bir kökeni oluþu ve uzun yýllarca kendini sosyalist bir hareket olarak ortaya koymasýdýr. Bu sebeple kuzeyli Kürtler zaten sosyalist fikirlere pek de yabancý deðildirler. Hatta aksine sempati ile bakmaktadýrlar. Burada eksik olan, öznenin yani Kürt komünistlerinin sürece hazýr olmayýþýdýr. Oldukça daðýnýk, örgütsüz olan Kürt komünistleri, Kürt ulusal hareketinden ayrý örgütlenmeli, bayraklarý karýþtýrmamalýdýr. Öte yandan Kürt komünistlerinin örgütü, ezen uluslarýn komünist hareketlerinin uzantýsý deðil farklý bir coðrafyanýn Bolþevik örgütü olmalýdýr elbette ki bu farklýlýk kardeþ parti anlayýþýný ve özel bir iþ birliðini dýþlamaz. Böyle bir örgüt, sýnýf perspektifiyle Kürt ulusal mücadelesinin asýl gövdesini oluþturan Kürt iþçileri ve yoksullarýyla buluþmanýn yollarýný aramalýdýr.

Türkiye'deki Sýnýflararasý Uçurum Türkiye’yi sýkýþtýran yalnýzca ezilen ulusun mücadelesi deðil ama ayný zamanda ülke ekonomisine rayýna oturmamýþ bir kapitalizmin egemen olmasýdýr. Görece geç bir dönemde uluslaþan ve burjuva devletini kuran, bu yüzden sermaye birikimini geç bir dönemde yaratabilen kapitalist sistem, Türkiye’de sýk sýk krizler yaþamaktadýr. Kapitalizmin büyük krizleri Türkiye'de her defasýnda bir çok küçük iþletmenin kapanmasýna, iþsizliðin artmasýna, gelir daðýlýmý arasýndaki uçurumun gitgide artmasýna sebep olmaktadýr. Yapýlan çalýþmalar, Türkiye’nin, iþsizliðin ve kayýt dýþý çalýþmanýn rekor düzeyde olduðu bir ülke olduðunu gösteriyor. Devlet Ýstatistik Enstitüsünün (DÝE), 2005 yýlý Þubat-Nisan dönemine iliþkin sonuçlarýna göre toplam istihdam 21 milyon 190 bin kiþi, iþgücüne katýlma oraný yüzde 47,1. Ýlgili dönemde toplam iþsiz sayýsý 2 milyon 594 bin kiþi, iþsizlik oraný ise yüzde 10,9. Yine Türk iþ ve Kamu Sen de 2004 yýlý için iþsiz sayýsýný 2.400 bin olarak açýklamýþtý. Türk-iþ’in yaptýðý bir baþka araþtýrmaya göre açlýk sýnýrý ve yoksulluk sýnýrý þöyle:

Yetiþkin Ýþçi

Aralýk 2003 127,44

Aralýk 2004 140,56

Kasým 2005 145,76

Aralýk 2005 149,32

Yetiþkin Kadýn

105,57

117,66

122,03

125,31

15-19 Yaþ Arasý Çocuk 4-6 Yaþ Arasý Çocuk Açlýk sýnýrý

134,62

150,15

155,39

159,27

92,40

105,56

106,61

109,05

460,03

513,93

529,79

542,95

Yoksulluk sýnýrý

1398,26

1562,10

1610,30

1650,31

Asgari ücretin net olarak 388 milyon olduðunu ekleyelim. Son bir yýlda (2004-2005) asgari ücret 30 ytl, yoksulluk sýnýrý 88 ytl arttý. Tabloda da görüldüðü gibi Aralýk 2005 itibariyle açlýk sýnýrý 543 ytl, yoksulluk sýnýrý 1. 650 ytl. Özellikle

-31-


MARKSiST BAKIs

AB’ye giriþ sürecinde emekçiler burjuva devlet eliyle gerçekyanýttý. Devrimci proletarya bu büyük proleter devrimin leþtirilen özelleþtirme saldýrýsýndan da en çok nasibini alanlar ardýndan kazandýðý bir dizi ta-rihsel mevzi ve kazanýmýn durumunda. Sömürünün yoðunlaþmasý ve çýplaklaþmasý ardýndan yenilgiye uðratýldý. Bugün dünyada emperyalistsýnýfýn baðrýnda burjuva devlete karþý olan güvensizliði ve kapitalist barbarlýk tüm vahþetiyle hüküm sürü-yor. Bu akýl öfkeyi büyütüyor. Ýþçi sýnýfý þu anda farklý iþ kollarýnda almaz politikalar her geçen gün iþçi sýnýfý ve ezilen halklarý daðýnýk bir þekilde de olsa grevlerle bu saldýrýya karþý durkapitalist barbarlýk, yahut sosyalizm ikilemiyle yüz yüze maya çalýþýyor. Ama gerek sendika aðalarýnýn ihanetçi tutumbýrakýyor. Birikimimizi, enerjimizi doðru harcadýðýmýz oranlarý, gerekse de var olan grevlerin ortaklaþtýrýlamamasý, da sosyalizmin baþta iþçi sýnýfý olmak üzere tüm ezilenler için görece büyük direniþlerinin sýnýfsal özünden çýkarýlýp miltek gerçek alternatif olarak iyice belirmeye baþladýðý bu liyetçi bir histeriye dönüþtürülüyor olmasý yüzünden (vatan dönemi kazanabilir ve 21. yüzyýla tekrar sosyalizmi yazabilisavunusu vb. gibi ifadelerle hedef þaþýrtýlýyor) bu mücadeleriz. Biz Türkiyeli komünistleri büyük görev ve sorumluluklar ler de sýnýfýn bütünsel çýkarlarý açýsýndan kazanýmla bekliyor. Günün devrimci ödevlerini yerine getirmenin ve sonuçlanmýyor. Bütün koþullar, moda deyiþle “toplumsal bir devrimci bir odak, bir dünya komünist partisi kurmanýn, bu patlama” için uygunken, bu saldýrýlara karþý ciddi bir muhaleiradeyi yaratacak olanlarýn besleneceði damarlarý açmanýn fet dahi örülemiyor. Çünkü bütün bu çeliþkileri bir seferberyolu, kendi dönemimize kadarki devrimci tüm hareketlerin ve liðe dönüþtürecek, bu olanaklardan devrim yolunda yararbu hareketlerin yenilgileriyle ve de yengileriyle yoðrulmuþ lanacak devrimci-komünist bir siyasi özne Türkiye'de yoktur. olan teorik birikimin deðerlendirilmesini bir zorunluluk Dünya çapýnda etkisini sürdüren devrimci komünist mücadeolarak önümüze koyuyor. Bu mücadeleyi verdiðimiz, yeni lenin yenilgisi, önderlik krizinin olumsuz etkisi ve dünya promevziler kazandýðýmýz, iþçi sýnýfý ile sarsýlmaz baðlar kurleter hareketinin bu önderlik boþluðundan kaynaklý, burjuvazi duðumuz ve devrimci partiyi kurduðumuz zaman kapitakarþýsýnda alternatif bir politik güç olma düzeyine çýkamalizmin bir kader olmadýðýný göstereceðiz. Ve ondan sonra masý, dünya emperyalist/ kapitalist sisteminin kar ve paydosta düþmana haykýracaðýz: Artýk Ortadoðu halklarý ve iþçi laþým hevesini daha da kýþkýrtmakla kalmamýþ ayný zamanda sýnýfý için Yeni Ekimler zorunlu olduðu kadar yakýndýr da! Türkiye devrimci hareketinin de ideolojik-örgütsel olarak tasfiyesine sebep olmuþtur. Bu yenilginin moral bozukluðu ve burjuva devletin artan sistematik baskýsý komünist ve devrimHasan Demirci ci hareketlerin bir çoðunu tasfiyeye sürüklemiþ ve onlarý düzen sýnýrlarýna sýðan muhalif bir duruþla yetinmeye zorlamýþtýr. Varolan daðýnýklýk, ideolojik-örgütsel geri düþüþ burjuva sýnýf çýkarlarýný her türlü deðerin üzerinde gören bir siyaset anlayýþýný yalnýz Türkiye’de deðil fakat ayný zamanda dünya çapýnda egemen kýlmýþ, ezilen ve sömürülen yýðýnlara ve bunlara önderlik iddiasýnda olan komünist, devrimci örgüt ile savaþçýlarýna ise daha fazla baský ve zulüm olarak geri dönmüþtür. Komünist hareketin ideolojik geri düþüþü örgütsel tasfiyesini de beraberinde getirmiþtir. Geriye ise daðýnýklýk, yenilgi, marjinalleþme ve sektleþme kalmýþtýr. Devrimci bir partinin yaratýlmasý geciktikçe ve burjuvazi saldýrýlarýnýn ve kuþatmanýn dozunu artýrdýkça, solun bunalýmý da artmýþtýr. Yani döne döne vurguladýðýmýz gibi Türkiye’de de Ortadoðuda’da objektif koþullar dünya devriminin yolunu açacak devrimci bir kalkýþma için uygunken, devrimi nihai hedefe vardýracak yani komünist bir dünyanýn kurulmasýnýn motor rolünü oynayacak hem yerel çapta hem de enternas-yonal anlamda Burada eksik olan, öznenin yani Kürt komünistkomünist savaþ aracýna yani lerinin sürece hazýr olmayýþýdýr. Oldukça daðýnýk, Bolþevik partiye sahip deðiliz. örgütsüz olan Kürt komünistleri, Kürt ulusal Halbuki içinden geçtiðimiz dönem hareketinden ayrý örgütlenmeli, bayraklarý böylesi bir partinin yaratýlmasý ile karýþtýrmamalýdýr. Öte yandan Kürt komünistzafere dönüþecek bir tarihi kesit. lerinin örgütü, ezen uluslarýn komünist hareketBugün artýk çok daha net görülüyor lerinin uzantýsý deðil farklý bir coðrafyanýn ki, yeni bir savaþlar, buhranlar ve Bolþevik örgütü olmalýdýr elbette ki bu farklýlýk devrimler dönemine girmiþ bulunu- kardeþ parti anlayýþýný ve özel bir iþ birliðini dýþlayoruz. 20. yüzyýlýn baþýnda gerçek- maz. Böyle bir örgüt, sýnýf perspektifiyle Kürt leþen Ekim Devrimi, böyle bir ulusal mücadelesinin asýl gövdesini oluþturan döneme Bolþevik Parti önderliðinde Kürt iþçileri ve yoksullarýyla buluþmanýn yollarýný devrimci proletaryanýn verdiði ilk aramalýdýr.

-32-


MUSTAFA SUPHÝLERÝN BOLÞEVÝK MÝRASI YAÞIYOR

Siyah gece, beyaz kar Rüzgar, rüzgar Trabzon’dan bir motor açýlýyor... Sahilde kalabalýk... Motoru taþlýyorlar. Son perdeye baþlýyorlar.. Burjuva Kemal’in omuzuna binmiþ Kemal kumandanýn kordonuna Kumandan kahyanýn cebine inmiþ Kahya adamlarýnýn donuna Uluyorlar Yoldaþ unutma bunu: Burjuvazi Ne zaman aldatmak isterse bizi Hav hav havhav Ha!...y Tü. Gördün mü ikinci motoru. Ýçin de kim var? Arkalarýndan gidiyorlar Ýkinci motor birinciye yetiþti Bordolarý bitiþti Motorlar sarsýlýyor Dalgalar sallýyor Hayýr Ýki motorda iki sýnýf çarpýþýyor Sallýyor dalgalar Hayýr Ýki motorda iki sýnýf çarpýþýyor Biz, Onlar Biz Silahsýz, Onlar kamalý Týrnaklarýmýz Kavga son nefese kadar Kavga düþlerimiz ellerini kemiriyor Kamanýn ucu giriyor girdi Yoldaþlar! Artýk luzüm yok fazla söze Bakýn göz göze Karadeniz Onbeþ kez açtý gögsünü On beþ kere örtüldü On beþlerin hepsi bir kominist gibi öldü.


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.