Dünyanın bütün işçileri, birleşin!
DÜNYA DEVRİMİ
Aylık Proleter Gazete Sayı 1 Eylül 2008 -------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------Gürcistan’da Savaş: Bütün Güçler Savaşı Körüklüyor s.2 / Rusya’dan KRAS’ın Gürcistan’daki Savaşa Dair Bildirisi s.7 Yeni Kafkas Savşına Hayır s.8 / Dünya Devrimi’nin Birinci Sayısı s.9 Mayıs 68 [3] İşçi Sınıfının Uyanışı
KAFKASLAR’DA EMPERYALİST BARBARLIK Onların yanı sıra, ABD’den Avrupa’ya, İran’dan Türkiye’ye bütün emperyalist güçlerin de yaşanlarda sorumluluğu vardır. Bu kanlı savaş, emperyalistler arası mücadelelerde bütün tarafların, bütün güçlerin barbarlıktan başka bir şey getirmediklerini ve işçi sınıfını kendi çıkarları için yine işçileri katletmeye gönderdiğinin açık bir kanıtı olmuştur. Bu savaştaki hiçbir taraf ölen emekçilerin dostu değildir, aksine katilleridir, ve hiçbir tarafı desteklemek işçi sınıfının çıkarlarına değildir.
Kafkaslar ateş aldı. Güney Osetya’daka ayrılıkçılara karşı bölgeye giren Saakaşvili’nin ordusu, beklemedikleri bir şekilde Rus tanklarının işgaliyle karşılaştı. Birkaç haftada binlerce kişi hayatını kaybetti, yüzbinlerce kişi evlerinden oldu, mülteciliğe mahkum oldu. İlan edilen ateşkes sonrası, Gürcistan içlerine kadar ilerlemiş Rus ordusu Güney Osetya ve Abhazya’ya gerilemeyi kabul etti. Emperyalist barbarlığın korkunç bir örneğine daha tanık olduk. Bu savaşın bütün tarafları, Güney Osetya’daki sivilleri acımasızca bombalayan Gürcistan’dan, girdiği her yerde yıkıma yol açan Rusya ve şu an itibariyle bile Gürcü azınlığın köylerini yakmakta olan Oset milliyetçilerine kadar, yaşanan korkunç katliamların sorumlularıdır.
Bu savaşta Türkiye’nin aldığı konuma da değinmek gereklidir. Türkiye, utangaç bir biçimde de olsa, Gürcistan’a sözlü destek veren ABD yanlısı ülkeler arasında yerini almıştır. Bu desteğin en somut örneği ise sözde insani yardım yapmak için Boğazlar’dan Karadeniz’e geçip oradan Gürcistan’a ulaşan savaş gemisinin geçişine izin verilmiş olmasıydı. Rusya’da Türkiye’nin savaş genelindeki tutumu üzerine Türkiye’den giden kamyonların ülkeye girişlerini engelleyerek zaten Bakü-TiflisCeyhan boru hattı yüzünden takıştığı Türkiye emperyalizmine ekonomik bir darbe vurdu. Öte yandan, AKP hükümetinin Gürcistan’a ve ABD’ye destek verirkenki utangaç tavrı ve AB’nin hazırladığı ve Rusya’nın istediği koşulları ifade eden ateşkes anlaşmasına tam destek vermesi, AB’nin içerisindeki Almanya gibi ABD’ye daha mesafeli güçlerle olan yakınlığın da devam ettiğinin bir göstergesi. Devamı 2’de
DÜNYA DEVRİMİ Bütün emperyalist savaşlarda olduğu gibi bu savaşta da olan işçi sınıfına oldu. Fakat Rusya’da bu savaşa uzlaşmaz bir şekilde karşı çıkan ve proleterya enternasyonalizmini savunan sesler olması sevindirici. Anarko-sendikalist hareketin içerisinde bulunan KRAS, bütün zorluklara ve tehditler göğüs gererek savaş boyunca cesurca şu görüşleri savundu: “Bizler ‘bizim’ hükümetimiz ile birlik ve ‘ana vatanı korumanın’ bayrağını dalgalandırmayı talep eden milliyetçi demogojinin etkisi altında kalmamalıyız. Basit insanların esas düşmanı diğer milliyetlerden veya hudutların diğer tarafındaki fakir insanlar değildir. Onların düşmanları tüm kanun koyucular ve patronlar, başkan ve başbakanlar, iş adamları ve iktidarı ve zenginliği arttırma amacı için savaşları yöneten generallerdi. Bizler Rusya, Osetya, Abazya ve Gürcistan’daki emekçi insanları milliyetçiliğin ve vatanseverliğin
2
Eylül 2008 yemini yutmamaya ve öfkeyi sınırların her iki tarafındaki yöneticiler ve zenginler üzerine çevirmeye çağırıyoruz.” Enternasyonal Komünist Akım veya Uluslararası Devrimci Parti Bürosu gibi uluslararası enternasyonalist eğilimler de emperyalist savaşa karşı net bir tavır aldılar ve proleterya enternasyonalizmini savundular. Biz de Gürcistan’daki kanlı emperyalist savaşa karşı tavrımızı net bir şekilde ifade ediyoruz ve uluslararsı sol komünist ve proleter eğilimlerin enternasyonalist pozisyonlarını sahipleniyoruz. KAHROLSUN EMPERYALİST SAVAŞ! YAŞASIN DÜNYA İŞÇİ SINIFININ DAYANIŞMASI!
EKS
GÜRCİSTAN’DA SAVAŞ: BÜTÜN GÜÇLER SAVAŞI KÖRÜKLÜYOR Kapitalist savaşın barbarlığının yeni bir ifadesi
Bir kez daha Kafkaslar alevler içinde. Bush ve Putin’in Beijing’de yanyana durup minik kekler yedikleri, göya barışın ve halkların uzlaşmasının simgesi olan Olimpiyat Oyunları açılış seramonisiyle aynı anda Beyaz Saray’ın yardakçısı Gürcü cumhurbaşkan Saakaşvili ve Rus burjuvazisi Gürcistan/Güney Osetya’da korkunç katliamlar yapmaları için askerlerini gönderiyorlardı. Bu savaş iki tarafta da yeni bir ‘etnik temizlik’ dalgasına yol açtı ve şu anda tam kurban sayısını kestirmek zor olsa da, bu sayı binleri buluyor gibi gözüküyor ve katledilerin büyük çoğunluğu da siviller.
İki taraf da birbirini savaşı körüklemekle suçluyor ve köşeye sıkıştığı için böyle davranmaya zorlandığını söylüyor. İster Rus, ister Oset, ister Abhaz, isterse Gürcü olsun, köyleri ve şehirleri yıkılan yerel nüfus bütün milliyetçi burjuva kesimlerin rehinesi konumuna gelmiş; hepsi aynı katliamlarla ve zulümlerle yüzleşiyor. İşçiler sömürücüleri arasında seçim yapamazlar. İşçi sınıfının kendi sınıf çıkarları için mücadeleye devam etmesi ve ister “Kafkaslardaki Rus kardeşlerimizi savunalım” ister “Tanrı Gürcistan’ın toprak bütünlüğünü korusun...” sloganları olsun, bütün milliyetçi sloganları ve savaşı körükleyen sloganları reddetmesi gerekiyor. Bu sloganlar sadece şu veya bu savaşlarında kurban edecek koyun arayan kapitalistler çetesinin çıkarlarına hizmet ediyor. Rus burjuvazisinin ve onun Osetya’daki ayrılıkçı kesimlerinin bir dizi provakasyonuna karşı, Gürcistan cumhurbaşkanı Saakaşvili pervasızca, hiçbir sonucu olmayacağını düşünerek ufak Güney Osetya bölgesini 7 Ağustos’u 8 Ağustos’a bağlayan gece vahşice işgal etti, uçaklarla desteklenen gürcü askerleri Rus-yanlısı ayrılıkçı bölgenin ‘başkenti’ Tşkinvali’yi adeta yok ettiler.
DÜNYA DEVRİMİ
Bu arada Rusya da askerlerini Gürcistan’da ayrılıkçılığın bir diğer merkezi olan Abhazya’ya gönderdi ve Rus güçleri Kodori geçidini alarak doğrudan vahşice ve yoğun olarak pek çok Gürcü kasabasını bombalayarak cevap verdi (bombalanan yerlerin arasında Poti limanı ve orada, Karadeniz’de bulunan ve şu anda harabeye dönmüş deniz üssü ve dahası sakinlerinin çoğunun korkunç hava saldırısından kaçmak durumunda kaldığı Gori şehri de bulunuyordu). Rus tankları hızla Gürcistan topraklarının üçte birini işgal ettiler. Hatta Tiblis’in birkaç düzine kilometre yakınına kadar ilerleyen Rus askerleri Gürcastan başkentini tehdit ediyordu. Ateşkesten birkaç gün sonra bile Rus askerlerinde bir geri çekilme belirtisi olmamıştı. İki tarafta da vahşet ve cinayet görüntüleri vardı. Tşkinvali’nin ve çevresinin bütün nüfusu (30,000 mülteci) savaş bölgesinden kaçmak zorunda kaldı. BM Mülteciler Yüksek Komisyonu’na göre ülkenin tamamında, korkmuş, herşeylerini kaybetmiş mültecilerin sayısı (çoğunluğu Gori’den olmak üzere)115,000’e ulaştı. Bu savaş çoktandır mayalanıyordu. Her türden yasadışı kaçakçıyla dolu bölgeler olan Güney Osetya ve Abhazya kendi söyledikleri üzere Rus yanlısı ve Rusya’nın içerisinde sürekli kontrol sağlamış bulunduğu cumhuriyetler. Yirmi yıldır, Gürcistan’ın bağımsızlığını ilanından beri burada her türlü gerginlik, çatışma ve cinayet gerçekleşti. Gürcistan’daki Rus azınlıkların saldırgan bir emperyalist politikayı haklı çıkartmak için kullanılması, Almanya’nın sadece Nazizm değil (tabii Sudeten Almanları’nın bahane edilerek Çekoslovakya’nın işgali Nazi dönemin emperyalist politikalarından akla gelen önemli bir örnek) bütün 20. yüzyıl boyuncaki politikalarını hatırlatıyor. Le Monde’dan bir uzmanın 10 Ağustos’ta söylediği
3
Eylül 2008 gibi “Güney Osetya ne bir ülke ne de bir rejim. Sadece eski Rus generalleriyle Osset haydutlarının Gürcistan’la olan çelişkilerden para kazanmak için kurdukları bir çete.” Aşırı milliyetçiliğe ve askeri maceracılığa sığınmak her zaman burjuvazinin içsel problemlerini çözmekte kullandığı sevdiği bir yöntem olmuştur. Gürcü cumhurbaşkanı 2003’teki seçimlerde eski “Sovyet” lideri Şervardnadze’ye karşı “Kafide Devrim” sırasında %95 oy alarak büyük bir zaferle başa geçmiş olsa da, 2008’de ABD’nin faal desteğine rağmen yeniden seçilmekte zorlanmış, ve dolandırıcılık suçlamaları ve otokratik yönetim biçiminden dolayı itibarı zedelenmişti. Washington’ın bu koşulsuz yandaşı 1991’de kurulduğundan beri ABD’nin baba Bush altında başlattığı Yeni Dünya Düzeni’nin temel üs noktalarından olan bir devleti devralmıştı. Bu büyük ihtimalle son macerası için batı güçlerinden, özellikle ABD’DEN alacağına güvenebileceği desteği gözünde büyütmesine neden oldu. Kendi hesabına Putin’in Rusya’sı Saakaşvili’ye bir tuzak kurdu ve Saakaşvili de bu tuzağa bir güzel düştü ve Moskova’ya kaslarını biraz açma ve Kafkaslar’daki gücünü gösterme fırsatı sundu (ki bu Rus tarafını uzun süredir rahatsız ediyordu); fakat bu temelde Rusya’nın 1991’den beri NATO güçleri tarafından çembere alınmış olduğu gerçeğine bir cevaptı. Bu çember Gürcistan ve Ukrayna’nın NATO’ya katılma talepleriyle Rusya için kabul edilmez bir seviyeye ulaştı. Ve herşeyden önce Rusya Polonya ve Çek Cumhuriyeti’ne yüklenilmiş olan füze savarlara tahammül edemiyor. Ki nedensiz yere de değil bu tepki, zira Rusya bu füze savarları İran’a değil kendisine karşı yapılmış olarak görüyor. Rusya, askeri kuvvetleri Irak ve Afganistan’da kısılmış olan Beyaz Saray’ın ellerinin bağlı olmasından faydalanarak Kafkaslar’da karşı saldırısını başlattı. Saldırı, Rusya’nın Çeçenistan’daki kanlı, vahşi savaşlarda, ciddi bir bedel ödemesine rağmen otoritesini tekrar sağlamlaştırmasından kısa bir süre sonra gerçekleşti. Fakat bu savaşın sorumluluğu sadece savaşta doğrudan rol oynayan güçlerin boynunda değil. Gürcistan’ın kaderine dair ikiyüzlü timsah gözyaşları döken emperyalist güçlerin de elleri kanlı ve ister ABD ve iki körfez savaşı olsun, ister 1994’te Rwanda soykırımında oynadığı rolüyle Rwanda olsun ister de 1992’de Balkanlar’daki korkunç savaşı tetikleyen Almanya olsun, batılı emperyalistlerin hiçbiri de masum değil.
DÜNYA DEVRİMİ Maskeler düşüyor! Soğuk Savaş’ın bitişinin ve eski emperyalist blokların dağılışının dünyaya bir ‘barış ve istikrar dönemi’ getirdiğine dair hiçbir işaret olmadığı, ister Afrika’ya, ister Orta Doğu’ya, ister Balkanlara isterse de Kafkaslara bakalım, gün gibi açık. Eski Stalinist imparatorluğun ortadan kalkması sadece yeni emperyalist arzular ve büyüyen bir askeri karmaşa doğurdu. Gürcistan pek çok gücün son yıllarda peşinde koştuğu önemli bir stratejik nokta. Gürcistan Stalinist dönemde, Rus petrolünün Volga ile Urallar arasında basit bir köprüyken, 1989’dan sonra Hazar denizinin zenginliklerini sömürmeye giden kral yoluna dönüştü. Bölgenin ortasında bulunan Gürcistan, Hazar Denizi petrolüne ve Azerbaycan, Kazakistan ve Türkmenistan’daki doğal kaz kaynaklarına giden bir yol ayrımı şimdi; ve 2005’ten bu yana Amerika’lıların doğrudan kontrolü altından 1,800 kilometrelik Bakü-Tiflis-Ceyhan petrol boru hattını barındırıyor, Azeri liman şehri Bakü’yü Tiflis üzerinden Ceyhan’a bağlıyor. Bu boru hattı, Rusya’yı Hazar denizinden petrol getirme konusunda sollamış durumda. Moskova için dünya petrol ve doğal gaz reservlerinin %5’ini barındıran Orta Asya’nın Rusya yerine Avrupaya doğal gaz götürebilecek bir alternatif haline gelmesi ihtimali büyük bir tehdit. Özellikle de Avrupa Birliği BaküTiflis-Ceyhan boru hattına paralel olarak 330 kilometrelik Nabucco doğal gaz hattıyla İran ve Azerbaycan’daki doğal gaz sahalarını Türkiye üzerinden Avrupa’ya bağlama hayalleri kurarken tehdit çok daha büyük. Öte yandan yeni başkanı Gazprom’un eski patronlarından Medvedev olan Rusya, Karadeniz’den Avrupa’ya ulaşacak 20 milyar dolarlık devasa bir projeyle karşılık vermeyi planlıyor.
4
Eylül 2008 Yeni bir soğuk savaşa doğru mu? İki eski blok lideri, Rusya ve ABD, bir kere daha birbirleriyle hesaplaşıyorlar, fakat bu defa emperyalistler arası ilişkilerin çerçevesi, farklı bloklar içindeki disiplinin güvenilir düzeyde olduğu soğuk savaş döneminden oldukça farklı. O dönemde bize iki blok arasındaki mücadelenin herşeyden önce ideolojik bir mücadele olduğu: özgürlük ve demokrasi güçlerinin komünizm olarak tanımlanan totaliterliğie karşı savaşı olduğu söyleniyordu. Şimdiyse bir ‘barış ve istikrar dönemi’ vaadedenlerin bizi kandırmaya çalıştıklarını görebiliyoruz ve bu güçler arası bu çatışmanın alçak emperyalist çıkarlar için verilen cani bir mücadeleden başka bir şey olmadığı her zaman olduğundan bile daha net. Bugün uluslar arası ilişkilerde ‘her koyun kendi bacağından’ mantığı hakim. Gürcistan’daki ‘ateşkes’ sadece Kremlin’in efendilerinin ve Rusya’nın askeri üstünlüğünün zaferini ortaya döküyor. ‘Ateşkes’, ayrıca toprak bütünlüğü artık pek de bütün olmayan Gürcistan’ın utanç içersinde Rusya’nın direttiği koşullara yarıteslim olduğunu ortaya döküyor. Güney Osetya ve Abhazya’da, neredeyse tamamen Ruslardan oluşan ‘barış gücü’, Rus işgal güçlerinin Gürcistan topraklarında sürekli olarak konumlanmış olduğunu resmileştiriyor. Rusya askeri avantajını değerlendirerek kendisini Gürcistan’da ‘uluslararsı kamuoyu’nun sızlanmalarının merkezine tekrar koydu. Bu, Gürcistan’ın patronu olan Amerikan burjuvazisi için yeni ve çarpıcı bir değişim. Gücristan Amerika’ya ödediği bağlılık vergisi (Irak’a ve Afganistan’ a gönderilmiş 2,000 asker) ağır olmuş olsa da, Sam Amca ona ahlaki destek ve Rusya’nın eylemlerinin sözlü olarak kınanması dışında hiçbir şey veremedi, parmağını kıpırdatamadı. Bu zayıflığın en önemli yanı Beyaz Saray’ın bu ‘ateşkes’e karşı öncerebilecek hiçbir şeyi olmaması ve Avrupa’nın ‘barış planı’nı yutmak zorunda kalmış olması, ki ABD için daha kötü olan bu planın koşullarının Ruslar tarafından belirlenmiş olması. Daha da utanç verici olan Condoleezza Rice’ın Gürcistan’a gidip Gürcü cumhurbaşkanı’na bütün bunları imzalatmak zorunda kalması. Bütün bunlar Amerika’nın öneminin ve dünyanın en büyük gücü olarak konumunun düşmekte olduğunu gözler önüne seriyor. Düşüşün bu yeni kanıtı ABD’nin itibarını dünya önünde sadece biraz daha zedeleyebilir, ve tabii ki Polonya ve Ukrayna gibi ABD’nin desteğine dayanan devleter için ciddi bir sıkıntı kaynağı.
DÜNYA DEVRİMİ
5
Eylül 2008 Rusya’nın elde ettiği kazançlar da bir hayli sınırlı. Şüphesiz, kısa vadede Rusya’nın sadece Kafkaslar’da değil bütün dünyadaki emperyalist konumu güçlendi. Rus donanması bölgedeki denizlerin tartışmasız efendisi konumunda. Fakat, Kafkaslar’daki şimdiki konumunu güçlendirmiş olsa da, bu askeri zafer ABD’yi Avrupa toprağında füze savarlarını kurmaktan alı koyacak çapta bir zafer değil, tam tersi bu zafer Beyaz Saray’ı, Polonya’yla imzalanan füze savar kurma antlaşmasının gösterdiği gibi projeyi hızlandırmaya itiyor. Buna karşı Rus ordu komutanlığının eş kurmaylarından biri Polonya’yı, bir nükleer saldırının ilk hedefi olacağını söyleyerek tehdit etmiş durumda. Rus emperyalizmi, kendisini Gürcistan’ın geleceğine dair pazarlıklarda söz söyleyebilecek kadar güçlü bir konuma getirmekle, Güney Osetya veya Abhazya’nın bağımsızlığıyla veya Rusya’ya katılmasıyla olduğundan daha fazla ilgili. Fakat özünde, savaş körükleyen saldırganlığının ve Gürcistan’da faaliyete geçirdiği büyük askeri gücünün yaptığı emperyalist rakiplerinin eski korkularını yeniden hortlatmak, ve bu da Rusya’yı diplomatik olarak her zaman olduğundan da daha yalıtılmış bir konuma itiyor.
Avrupa, bu durumdan ancak ufak bir kazanç sağlayabilir çünkü içerisinde tamamen karşıt çıkarlar barındırıyor. Polonya ve Baltık devletleri derin bir Rus nefreti besler ve Gürcistan’ın ateşli savunuculuğuna soyunurken ve öte yandan ABD’nin bölgeyi kontrolüne karşı olan Almanya Gürcistan ve Ukrayna’nın NATO’ya katılmasının en fazla karşı çıkanlardanken nasıl Avrupa saflarında en ufak bir birlik olabilir ki? Gerçi Angela Merkel takdire şayan bir yüz seksen derecik dönüşle Gürcü cumhurbaşkanına desteğini bildirmekten geri kalmadı, zira Rusya’nın Gürcistan işgal edilmiş topraklarmış gibi davranmasından kaynaklı gözden düşüşü onu buna zorladı. Yine de sonuçta Avrupa her koyunun kendi bacağından asıldığı bir ortam görüntüsünde. Fransa bir yandan ortamın Kara Murat’ını oynarken bir yandan Putin’e hizmetlerini sunarak çizdiği çemberi tamamlıyor, İngiltere hemen temel rakibi Almanya’ya karşı çıkmak için Gürcistan’ı savunmaya soyunuyor.
Hiçbir güç durumu kontrol almayı umabilecek bir konumda değil, ve şu anda gördüğümüz kayan ve değişen ittifaklar, emperyalist ilişkilerin tehlikeli bir biçimde istikrarsızlaştığını göstermekte.
DÜNYA DEVRİMİ
6
Eylül 2008 Emperyalist güçler sadece bu durumların arkasındaki sorunları çözmekten aciz oldukları göstermediler: onların eylemleri sadece çatışmaları daha patlayıcı bir hale getirmeye hizmet ediyor. Bu bir kez daha kapitalizmin, dünya nüfusunun büyüyen bir kısmını rehin alan askeri barbarlıktan ve katliamlardan başka önerecek hiçbir şeyi olmadığını gösteriyor. Gürcistan’dak devam eden kanlı savaş, kapitalizmin dünyaya saçtığı dehşetlerin sadece bir parçası.
Kapitalizm’de barış olamaz Kesin olan bütün güçlerin, büyük veya küçük, önemli jeostratejik çıkarların toplandığı bölgedeki diplomatik oyunlarda bir rol oynamak istiyor olmasıdır. Bütün güçler bu durumdan sorumludur. Hazar’daki petrol ve doğal gaz ve Orta Asya Türkçe konuşan pekçok ülkenin mevcut olması, Türkiye ve İran rejimlerinin can alıcı çıkarlarının bu bölgeyle alakasını açıkça gösteriyor, fakat aslında bütün dünya alakalı. Böygedeki insanları yem olarak kullanıp birbirlerine kırdırtmak, bölgenin pek çok etnitisenin bir arada yaşadığı bir mozaik olmasından dolayı bir hayli kolay: mesela Osetler Pers kökenlerinden geliyorlar... Şu veya bu gücün, herşey bu kadar bölük pörçükken milliyetçiliği ateşlemesi kolay. Rusya’nın baskıcı bir güç olarak geçmişinin de büyük bir ağırlığı var. Bütün bunlar gelecekte gerçekleşecek daha yaygın emperyalist gerilimlere dair işaretler: Baltık devletlerinin ve özellikle askeri gücü nükleer silahlar barındıran ve Gürcistan’a kıyasla çok daha üst düzey olan Ukrayna’nın huzursuzlandığını görüyoruz. Savaş bölgeyi istikrarsızlaştırmak riskini yükseltiyor fakat emperyalist güçlerin küresel dengesinde engellenemez sonuçları da var. ‘Barış planı’ sadece bir aldatmaca ve içerisinde gelecekte gerçekleşebilecek yeni askeri askeri kışkırtmaların malzemelerini barındırıyor, ve Kafkaslar’dan Orta Doğu’ya bölgede bir dizi barut fıçısını ateşe verme tehlikesini ortaya çıkartıyor . Dünyanın pek çok farklı alanında büyüyen sayıda yanıcı durumlar görüyoruz: Kafkaslar’da, Kürdistan’da, Pakistan’da, Orta Doğu’da, vb.
Bu durum daha fazla demokrasi isteyerek, insan haklarına daha fazla saygı duyulsun diyerek ve hatta emperyalist eşkıyaların kendiuluslar arası anlaşmalarına uymalarına sağlayarak sonuçlandırılamaz. Savaşın sonunu getirmenin tek yolu kapitalizmin sonunu getirmektir. Ve bu da sadece işçi sınıfının mücadelesiyle gerçekleşebilir. İşçilerin tek müttefiki diğer işçilerdir, bütün sınırların ötesindeki, bütün milliyetçi cephelerin gerisindeki işçiler. Dünya işçilerinin Rus, Gürci, Oset ve Abhaz sınıf kardeşleriyle ve dünyadaki bütün savaşların kurbanlarıyla dayanışmalarının tek yolu güçlerini birleştirmeleri ve mücadelelerini düzenin devrilmesine doğru geliştirmeleridir. Burjuvazinin katil milliyetçiliğine karşı işçilerin tek narası Komünist Manifesto’da yazılmış slogan olabilir: “İşçilerin vatanı yoktur! Dünyanın bütün işçileri birleşin!” Enternasyonal Komünist Akım
DÜNYA DEVRİMİ
7
Eylül 2008
RUSYA’DAN KRAS’IN GÜRCİSTAN’DAKİ
SAVAŞA DAİR BİLDİRİSİ
Enternasyonal Komünist Akım’ın Önsözü Burada Gürcistan’daki çatışmaların başından itibaren 2008 Yaz ayında çoğunlukla Rusya’da faal olan KRAS aldı, anarko-sendikalist hareketin içerisindeki ufak bir grubun dağıttığı bir bildiriyi yayınlıyoruz. Örgütlerimiz arasında çeşitli konularda farklılıklar olsa da, EKA ile KRAS arasında yoldaşça bir ilişki mevcut ve bu ilişki ortaklaştığımız enternasyonalist ilkelerden kaynaklanıyor. Okuyucunun göreceği gibi bu bildiri, KRAS’ın özellikle Çeçenistan’daki savaşa dair daha önceki bildirileri gibi, KRAS’ın savunduğu enternasyonalist ilkelerin net bir örneği: •
•
•
Farklı ulusal hükümetlerin, özellikle büyük güçlerin tümüyle kapitalist ve emperyalist amaçlarının ve yapmacı doğalarının lanetlenmesi Bu kapitalist ve emperyalist savaşta taraflardan hiçbirine hiçbir destek verilmemiş olması Savaş halindaki ülkelerin işçilerine sınırların ötesindeki sınıf kardeşleriyle sınıf dayanışmasına girme ve kendi sömürücülerine karşı mücadeleye girişme çağrısı yapılıyor olması
İşte bu nedenlerden dolayı bu bildirinin temel kısımlarını tamamen desteklemekteyiz.
Öte yandan eklemek istediğimiz bir nokta, bildirinin sonunda askerlere hitaben yazılmış sloganlar (komutanların emirlerine itaatsizlik, silahları onlara çevirmek vb.), tarihsel açıdan tamamen doğru olmakla beraber (1917 Rus Devrimi’nde ve 1918 Alman Devrimi’nde uygulanmışlardır), bu sloganların anlık olarak uygulanabilecek bir ihtimal olmaması, çünkü ne bölgede ne de uluslararası düzeyde işçi sınıfı mücadelesi yeterli bir kuvvete ve olgunluğa erişmiş durumda. Günümüz koşullarında, böyle bir tavır askerlerin ifşa olmasına yol açar ve sınıf kardeşlerinin dayanışmasına sırtlarını yaslamaları mümkün olmayacağı için onları en korkunç baskılara maruz bırakır. Bununla beraber, KRAS’tan yoldaşları enternasyonalizmi uzlaşmaz bir biçimde savundukları için ve birkaç yıldır özellikle zor koşullarda, polis baskısına ve onlarca yıl boyunca hüküm süren Stalinist karşı-devrimin bir sonucu olarak Rusya’daki işçilerin sırtında ağırlığını hissteren yanılsamalara, özellikle milliyetçi yanılsamalara karşı siyasi ceasaretleri için selamlıyoruz. EKA (Orijinal Türkçe çeviri www.internationala.org sitesinden alınmıştır, ufak bir düzeltiyle yayınlanmaktadır -EKS)
DÜNYA DEVRİMİ
YENİ KAFKAS SAVAŞINA HAYIR! Gürcistan ve Güney Osetya arasındaki askeri etkinliklerin patlak vermesi bir taraftan NATO tarafından desteklenen Gürcistan diğer taraftan ise Rus devleti arasında büyük ölçekte bir savaşın çıkması tehdidini oluşturmuştur. Şimdiye kadar çoğunluğu barışçıl kent sakini olmak üzere binlerce insan katledildi ve yaralandı. Şehirler ve yerleşim yerleri yerlebir edilerek yok edildi. Toplum milliyetçi ve şovenist bir histerinin pis sularında akıntıya kapılmış durumdadır. Devletler arasında her zaman ve her yerde yaşanan çatışmalar olduğu gibi, yeni Kafkas savaşında dürüstlük ve adillik de olamaz – ancak suç olabilir. Yıllardır körüklenen kor askeri bir yangına neden olmaktadır. Gürcistan’daki Saakaşvili rejimi nüfusun 3/2’sinin yoksulluğundan ve ülkenin şimdiye kadar ki en büyük iç huzursuzluklarından sorumludur. Bu her şeyin silinip yok edileceği umuduyla “küçük başarılı bir savaşa” kilitlenme dışında bir yol bulma arzusuna neden olmuştur. Rus hükümeti Kafkas’taki hegemonyasını korumak için azmetmektedir. Bugün zayıfın yanında oluyormuş gibi davranıyor, ancak ikiyüzlülükleri apaçık ortadadır: aslında, Saakashvili sadece Putinci askerlerin 9 yıl önce Çeçenya’da yaptıklarını tekrarlamaktadır. Osetya ve Abazya’nın yöneten çevresi bölgede Rusya’nın özel müttefiki rolünü güçlendirmeyi ve aynı zamanda “ulus fikri” ve “insanları kurtarmanın” test edilmiş meşalesi etrafındaki fakirleştirilmiş nüfusu harekete geçirmeyi amaçlamaktadırlar. ABD liderleri, Avrupa devletleri ve NATO öte yandan, yakıt kaynaklarına ve ticaret yollarını kontrol altında tutabilmek için Kafkasya’daki Rus rakiplerinin etkisini zayıflatmayı düşünmektedirler. Bu yüzden iktidar, petrol ve gaz için mücadelede dünya karşıtlığının son halkasının şahitleri ve kurbanları haline geldik.
8
Eylül 2008 Bu kavga Gürcü, Osetyalı, Abaza ve Rus emekçilerine kan ve göz yaşı, sayısız felaket ve yoksulluktan başka bir şey getirmeyecektir. Kurbanların arkadaşlarına ve ailelerine, tepelerinde çatısız bırakılan ve bu savaşın sonucu olarak geçim kaynaklarından edilen insanlara derin duygularımızı derin üzüntülerimizi ifade ediyoruz.
Bizler “bizim” hükümetimiz ile birlik ve “ana vatanı korumanın” bayrağını dalgalandırmayı talep eden milliyetçi demogojinin etkisi altında kalmamalıyız. Basit insanların esas düşmanı diğer milliyetlerden veya hudutların diğer tarafındaki fakir insanlar değildir. Onların düşmanları tüm kanun koyucular ve patronlar, başkan ve başbakanlar, iş adamları ve iktidarı ve zenginliği arttırma amacı için savaşları yöneten generallerdi. Bizler Rusya, Osetya, Abazya ve Gürcistan’daki emekçi insanları milliyetçiliğin ve vatanseverliğin yemini yutmamaya ve öfkeyi sınırların her iki tarafındaki yöneticiler ve zenginler üzerine çevirmeye çağırıyoruz. Rus, Gürcü, Osetik ve Abaza askerler! Komutanlarınızın emirlerine itaat etmeyin! Silahlarınızı sizi savaşa gönderenlere karşı doğrultun! “Karşınızdaki” askerleri vurmayın – onlarla kardeşleşin: süngüyü yere saplayın! Geri saflardaki emekçi insanlar! Askeri çabaları sabote edin, savaşa karşı miting ve gösteriler düzenlemek için iş yerlerini terk edin, kendiniz örgütleyin ve savaşa karşı grev yapın! Savaşa ve yönetici ve zenginler olan organizatörlerine hayır! Cephelerdeki ve hudutların arkasındaki emekçi insanlarla dayanışmaya evet! KRAS-IWA
DÜNYA DEVRİMİ
9
Eylül 2008
DÜNYA DEVRİMİ’NİN BİRİNCİ SAYISI Daha önce siyasi eğilimimizin çıkardığı, Gece Notları ismiyle yayınlanan bülteni takip eden okuyucularımız artık farklı bir isim kullanmamakta olduğumuzu fark etmişlerdir. Gece Notları, ilk yayınımız olması ve arada yayını çeşitli kesintilere uğramış olmasına rağmen sürekli bir gelişim içerisinde olduğu için bizim için bir hayli önemli bir yayındı. Dört sayfalık bir bülten olarak başlamasına rağmen son sayılarda on altı sayfalık bir yayın haline gelen ve daha derinlikli analizler içermeye başlayan yayınımızın gelişimi, doğal olarak eğilimimizin teorik evrimi ve netleşmesiyle paralel bir biçimde ilerledi. Hem yayınımızın gelişimi hem de eğilimimizin teorik alanda ilerlemesi, yayına başladığımızda kullanılabilir gördüğümüz ismin değişimini gerekli kıldı. Bu aydan itibaren Dünya Devrimi ismiyle aylık bir siyasi gazete olarak yayına devam edeceğimizi duyurmak istiyoruz. Yayınımızın fiziksel özellikleri, olanaklarımızdan dolayı şu aşamada bir değişim göstermeyecek, ve Gece Notları’nı takip edenlerin fark edeceği üzere yayınımızın içeriğinde de son sayılara kıyasla büyük bir değişiklik olmayacak. Bir bakıma Gece Notları ile kaldığımız yerden Dünya Devrimi ile devam edeceğiz. Öte yandan bu isim değişikliğini gerçekleştirmemizin ardında çok önemli iki neden yatmakta. Bu nedenlerden ilki yayınımızın isminin siyasi çizgimizi, teorimizi, perspektifimizi net bir biçimde yansıtan bir isim olmasını istememizdi. Bir isim olarak “Gece Notları”, içerisinde derin anlamlar görülebilecek, ve Victor Serge’in ikinci dünya savaşına dair yaptığı ‘yüzyılın gece yarısı’ betimlemesine bir atıfta bulunması nedeniyle tabii ki siyasi bir isim olsa da, yukarıda açıkladığımız amaçları yerine getirmiyordu. Siyasetimizin ilkelerinin temelinde bir değişiklik olmadı ve aslında şu anda seçmiş olduğumuz isim geçmişteki siyasi anlayşımızın da temelini ifade ediyordu ve bu bağlamda yeni sayılmaz, öte yandan komünist bir örgüt olarak işlevimizde, amaçlarmızda, teorik pozisyonlarımızda, perspektifimizde Gece Notları’nı yayınlamaya ilk başladığımız zaman ve şu an arasındaki netlik farklı, bizi eskiden seçtiğimiz isim yerine daha farklı, siyasetimizi daha net bir şekilde ifade edebilecek bir isim kullanmamız gerektiğini sonucuna varmaya
yönlendirdi. İkinci nedenimiz, ve ayrıca Dünya Devrimi ismini seçmemizin nedeni ise, örgütsel olarak uluslararası geleceğimize dair bir doğrultuya girmiş olmamız. Komünist bir örgütün ulusal veya bölgesel olarak varolamayacağı ve yerel olarak faaliyet yürüten komünist militanların kesinlike uluslararsı alanda merkezileşmiş bir komünist örgüte mensup olmaları gerektiğine dair çıkardığımız sonuçlara dayanarak, otuz yılı aşkın bir süredir uluslararsı düzeyde merkezileşmiş örgütlü faaliyet yürüten, şu an itibariyle on dört ülkede şubeleri olan, ve zaten daha önceden de birlikte çalışma yaptığımız ve dayanışma içerisinde olduğumuz Enternasyonal Komünist Akım’ın Türkiye’deki şubesini oluşturmak doğrultusuyla bu örgütün platforumunu tartışmaya başladık. Nasıl devrimcilerin hiçbir çalışmasında sabırsızlığa yer yoksa, yaklaşık bir yıl önce başlayan bu tartışma, netleşme ve EKA’nın bir parçası olma sürecinde de sabırsızlığa yer yok. Sağlam ve organik bir biçimde değil aceleci ve yapay bir biçimde gerçeleşecek bir katılımın hiçbir faydası olmayacaktır, ve bizim uzun soluklu olduğunu bildiğimiz katılım sürecine sabırla ve gerçek bir netlik sağlama amacıyla devam ediyoruz. Öte yandan bu süreç içerisinde de netleşmekteyiz ve faaliyetlerimizi de hem siyasi ilkelerimizi hem de uluslararsı alanda merkezileşmiş bir örgütün gerekliliği konusundaki yaklaşımını paylaştığımız bu örgütün doğrultusuna yaklaştırmamızın faydalı olacağını hissediyoruz. Bu yüzden EKA’nın İngiltere’de World Revolution, Mekiska’da Revolución Mundial, Almanya ve İsviçre’de Weltrevolution ve Hollanda’da Wereld Revolutie isimleriyle çıkan gazetelerinin ismini, kendi yayınımıza vermeyi uygun bulduk. Ayrıca bu vesileyle EKA’nın bir parçası olmak doğrultusunda çalıştığımızı da duyurma olanağını bulduk. Yayınımızın yaygınlığına dair yanılsamamız olmamakla birlikte, okuyucularımızı bilgilendirmek adına neden yayınımızın isminin değiştiğini açıklamak istedik. İsim değişikliğinin çok büyük bir önemi olmasa da bu değişikliğin, ilk zamanlarımıza kıyasla teorik gelişimimizde daha net ve olgunlaşmış bir noktaya geldiğimizi simgelediğini ve bu bakımdan önemli olduğunu düşünüyoruz. EKS
DÜNYA DEVRİMİ
10
Eylül 2008
MAYIS 68 [3] İŞÇİ SINIFININ UYANIŞI çekilmesini sağlayabilirler”. Kentteki öğrenciler de işçilerle dayanışmak için onların yanına geldiler, ve kardeşlik çağrısıyla grev gözcülerinin arasına karıştılar. Burada Fransız Komünist Partisi ve parti kontrolündeki sendika CGT’nin “patronların ve içişleri bakanlığının maaşa bağladığı solcu provatatörlere karşı” uyarılarının etkisinin zayıflığı da ortaya çıkmıştı.
Mayıs 68’de gerçekleşen olaylara dair söylenen yalanlara karşı, devrimcilerin gerçeği tekrar ortaya dökmeleri, bu olayların derslerini çıkartmaları ve onların çiçeklerden oluşmuş bir çığın altında gömülmesini engellemeleri gereklidir. Bundan önce yayınladığımız ve içerisinde ’68 Olayları’nın ilk unsuru olan öğrenci ayaklanmasını irdelediğimiz iki makalede bunu yapmayı amaçladık. Şimdi ise hareketin temel unsurunu, yani işçi sınıfı hareketini ele alacağız. İlk makalede Fransa’daki olayların anlatımını: “14 Mayıs’tan da tartışmalar pek çok yerde devam ediyordu. Bir gün öncesinin devasa eylemlerinden ve oradan alınan güç ve cesaretten sonra, hiçbir şey olmamış gibi devam etmek imkansızdı. Nantes’da, Sud-Aviation işçileri, en genç işçilerin başını çektiği spontane bir greve gittiler ve fabrikayı işgal etmeye karar verdiler” diye sonuçlandırmıştık. Şimdi hikayeye buradan devam edeceğiz. Grevin yayılması Nantes’da hareketi başlatan, öğrencilerle aynı yaşlarda olan genç işçilerdi. Nedenleri bir hayli basitti: “eğer grev bile yapamayan öğrenciler hükümeti geriletebiliyorsa, işçiler de hükümetin geri
14 Mayıs akşamında toplam 3100 işçi grevdeydi. 15 Mayıs’ta, hareket Cléon’daki Renault fabrikasına ulaşmıştı, Normandiya’da ve ayrıca bölgedeki iki başka fabrikada topyekün grev, sınırsız işgal, fabrikaya kilitlenmiş patronlar ve fabrika kapılarında kızıl bayraklar vardı. Günün sonunda 11,000 kişi grevdeydi. 16 Mayıs’ta, diğer Renault fabrikaları da harekete katıldılar: Flins’te, Sandouville’de, le Mans’da ve Billancourt’ta kızıl bayraklar dalgalandı. O gece sadece 75,000 işçi grevdeydi ama Renault işçilerinin mücadeleye katılması önemli bir işaretti: Fransa’daki en büyük fabrika (35,000 kişiyle) grevdeydi, ve uzun süredir söylenildriği gibi “Renault hapşurursa Fransa nezle olur”du.
DÜNYA DEVRİMİ 17 Mayıs’ta 215,000 işçi grevdeydi: grev Fransa’nın tamamına, özellikle taşrada yayılmaya başlıyordu. Hareket tamamen kendiliğinden gelişmişti; sendikalar sadece hareketin arkasından izleyebiliyordular. Heryerde genç işçiler en ön saflardaydı. Öğrenciler ve genç işçiler defalarca kardeşleştiler ve dayanıştılılar: genç işçiler öğrencilerin işgal ettiği fakültelere giderek öğrencileri gelip fabrika yemekhanelerinde yemek yemeye davet ettiler. Özel talepler yoktu ortada. Canına tak etmişlik hissi hakimdi yalnız. Normandiya’da bir fabrikanın duvarlarında “Onurla yaşama zamanı geldi!” yazıyordu. O gün, tabandan gelen baskıdan ve aynı zamanda daha önceki grevlerle daha alakalı olan CFDT’nin gerisinde kalmaktan korkan CGT grevin yayılması çağrısı yaptı. O zamanlarda söylendiği şekliyle ‘sürüye ayak uydurmuştu’ CGT. Yapılan çağrı bir gün sonraya kadar bilinmiyordu. 18 Mayıs’ta, öğleden önce, CGT’nin yaptığı çaprı daha duyulmadan bir milyon işçi grevdeydi. Akşama bu sayı 2 milyon olmuştu. 20 Mayıs Pazartesi günü 4 milyon işçi grevdeydi, ve bir gün sonra bu sayı 6 buçuk milyon olmuştu. 22 Mayıs’ta, 8 milyon işçi, süresiz olarak greve çıkmıştı. Bu uluslararası işçi sınıfı hareketi tarihinin en büyük greviydi. Ondan önceki büyük grevlerden, yani bir hafta süren 1926 İngiltere genel grevinden ve Fransa’daki 1936 Mayıs-Haziran grevlerinden çok daha devasaydı. Bütün sektörler grevin içerisindeydiler: endüstri, ulaşım, posta, telekomünikasyon, eğitim, memuriyet (pek çok bakanlık bile neredeyse felç olmuştu), basın-yayın (ulusal televizyonda grev vardı, işçiler sansürlenmeyi protesto ediyorlardı), araştırma labarotuarları vb. Cenaze kaldırıcıları bile greve çıkmıştılar (Mayıs 68’de ölmek iyi bir fikir değildi!). Hatta profesyonel sporlar bile greve katılmıştı: Fransız Futbol Federasyonu binasının tepesinde kızıl bayrak dalgalanıyordu. Sanatçılar da dışarıda kalmak istememişlerdi: Cannes Festivali yönetmenlerin tavrı nedeniyle yarıda kesilmişti. Bu dönemde işgal edilmiş fakülteler (ve ayrıca Paris’teki Odeon Tiyatrosu gibi işgal edilmiş diğer kamu binaları) sürekli siyasi tartışmaların yürütüldüğü mekanlar haline geldiler. Pek çok işçi, özellikle (ama sadece değil) genç işçiler bu tartışmaların bir parçası oldular. Toulouse’da, gelecekte Enternasyonal Komünist Akım Fransa
11
Eylül 2008
şubesinin temellerini atacak olan ufak çekirdek işgal edilmiş JOB fabrikasında işçi konseylerine dair fikirlerini anlatmaya davet edildi. Bu olayın en ilginç yanı ise bu davetin CGT ve Fransız Komünist Partisi militanlarından gelmiş olmasıydı. Fabrikadaki Fransız Komünist Partisi militanları, büyük Sud-Aviation fabrikasından JOG grev gözcülerini ‘desteklemek’ için gelen CGT yetkilileriyle, fabrikaya ‘solcuların’ girmesi için izin alabilmek amacıyla tam bir saat tartıştılar. Altı saatten daha uzun bir süre, işçiler ve devrimciler, kartonların üzerinde oturup devrimi, işçi sınıfı hareketinin tarihini, sovyetleri ve hatta Fransız Komünist Partisi ve CGT’nin ihanetlerini tartıştılar.Sokaklarda, kaldırımlarda pek çok tartışma gerçekleşti (Mayıs 68’de hava Fransa’nın her yerinde güzeldi!). Tartışmalar kendiliğinden ortaya çıktı, herkesin söyleyecek bir şeyi vardı (bir slogan ‘Konuşuyoruz ve dinliyoruz’ diyordu). Her yerde bir şenlik havası vardı; tabii ki korku ve nefretin tırmandığı zengin mahalleleri hariç. Fransa’nın her yerinde, hem mahallelerde hem de büyük fabrikaların etrafından ‘Eylem Komiteleri’ kuruldu. Bu komitelerin içerisinde mücadelenin nasıl yürütüleceğine dair, devrimci perspektife dair tartışmalar yürütülüyordu. Bu gruplar genellikle solcular veya anarşistler tarafından kuruluyordu fakat bu örgütlerin dışından pek çok kişi de geliyordu. Devlet radyo televizyon istasyonu ORTF’deki Eylem Komitesi, Fransız televizyonlarının ünlü isimlerinden Michel Drucker tarafından kurulmuştu ve bir başka ünlü sima olan Thierry Rolland’ı da barındırıyordu. Bu durumun karşısında, hakim sınıf bir düzensizlik döneminden geçti. Bu düzensizlik burjuvazinin şaşkın ve etkisiz müdahale çabalarında görülebilir. Dolayısıyla 22 Mayıs’ta sağcıların çoğunlukta olduğu Ulusal Meclis, solun iki hafta önce önerdiği sansür önerisini tartıştı ve reddetti: Fransız cumhuriyetinin resmi kurumları başka bir dünyada yaşıyor gibiydiler. Bu Almanya’da yaşayan Daniel CohnBendit’in ülkeye geri dönmesini yasaklayan devletin aynısıydı. Bu karar sadece öfkeyi arttırmıştı: 24 Mayıs’ta pek çok eylem gerçekleşti, Cohn-Bendit’e konulmuş giriş yasağı protesto ediliyor, eylemciler : “Sınırlar bir bok ifade etmez!” ve “Hepimiz Alman Yahudileriyiz!” sloganlarını atıyorlardı. CGT “maceracılara” ve “provakatörlere” (yani ‘radikal’ öğrencilere) karşı söyledikleri pek çok genç işçinin eylemlere gitmesini engellemedi.
DÜNYA DEVRİMİ Akşam Cumhurbaşkanı General de Gaulle bir konuşma yaptı, konuşmasında Fransızların “katılım” (bir tür sermaye ve emek birliği) konusunda görüşlerini ortaya dökecekleri bir referandum önerdi. Gerçek duruma dair daha habersiz olamazdı. Bu konuşma hükümetin ve burjuvazinin genelinin şaşkınlığını ve içerisinde bulunduğu karmaşa ve panik ortamını ortaya koyuyordu. In the evening, the President of the Republic, General de Gaulle, gave a speech: he proposed a referendum so that the French could pronounce on "participation" (a sort of capital and labour association). He couldn't have been further from reality. This speech fully revealed the disarray of the government and the bourgeoisie in general. (Konuşmadan bir gün sonra belediye çalışanları böyle bir referandum örgütlemeyi reddedeceklerini açıkladılar. Aynı şekilde yetkililer oy formlarını bastıramıyorlardı: ulusal matbaalarda çalışan işçiler grevdeydiler ve grevde olmayan özel matbaalar basmayı reddetiler: özel matbaa sahipleri işçilerle yeni bir sorun daha istemiyordu). Sokaklarda, eylemciler konuşmayı taşıdıkları radyolardan dinlediler, ve daha da öfkelendiler: “Konuşması bize bir hakarettir!” bağırışları yükseliyordu. Gece boyunca Paris’te ve birkaç başka şehirde çatışmalar oldu, barikatlar kuruldu. Pek çok cam kırıldı, bazı arabalar yakıldı ki bunlar kamuoyunun öğrencilere karşı çevrilmesinde rol oynadı. Aslında eylemcilerin arasına Gaullist milislerin veya sivil polislerin ‘olayları karıştırmak’ ve toplumu korkutmak için girmiş olması mümkündü. Bazı öğrencilerin barikatlar kurarak ve arabaları, ‘tüketim toplumunun’ sembollerini yakarak ‘devrim yaptıklarını’ düşündükleri doğrudur. Fakat herşeyden önce bu eylemler eylemcilerin, yani öğrencilerin ve genç işçilerin, yetkililerin tarihin en büyük grevine karşı gülünç ve provakatif tepkisine karşı öfkelerini ifade ediyordu. Düzene karşı bu öfkenin bir ifadesi kapitalizmin simgelerinden Paris Borsası’nın ateşe verilişiydi. Ancak bir gün sonra burjuvazi sonunda etkili bir şekilde harekete geçti: 25 Mayıs Cumartesi günü Çalışma Bakanlığı sendikalar, patronlar ve hükümet arasındaki pazarlıkları başlattı. Patronlar pazarlıklar başlar başlamaz, sendikaların hayal ettiğinden çok faha fazlasını vermeye hazır
12
Eylül 2008
olduklarını gösterdiler: burjuvazinin korkmuş olduğu ortadaydı. Başbakan Pompidou görüşmelere başkanlık etti: Pazar sabahı CGT’nin patronu Seguy ile bir saatlik bir birebir görüşme yaptı: Fransa’daki toplumsal düzenin korunmasından sorumlu iki kişinin, hiçbir tanık olmadan düzeni nasıl tekrar sağlayacaklarını konuşmaları gerekiyordu. (Daha sonra dönemin Toplumsal İşler Devlet Sekreteri olan Chirac’ın da bir tavan arasında CGT’nin iki numarası Krasucki’yle görüştüğü ortaya çıktı). 26/27 Mayıs sonuçlanmıştı:
gecesi
"Grenelle
Antlaşmaları"
- 1 Haziran’dan itibaren herekes %7, 1 Ekim’den itibaren de %3 zam -Asgari ücrette %25’lik bir artış -Sağlık hizmetlerine hastanın katkı payının (sosyal güvenliğin ödemediği hastane masrafları) %30’dan %25’e düşürülmesi -Firmalarda sendikaların danınması, -Özellikle (haftada ortalama 47 saat olan) iş günü süresinin de içerisinde bulunduğu bir dizi meseleye dair pazarlıklar yapılacağına dair belirsiz sözler Hareketin önemi ve gücü göz önünde bulundurulursa bu gerçek bir provakasyondu: - %10’luk zam bu dönemde özellikle ciddi olan zam tarafından yiyip bitirilecekti; - ücret paketinde enflasyona karşı hiçbir güvence yoktu - çalışma saatlerinin azaltılmasına dair “40 saatlık çalışma haftasına doğru ilerlenilecektir” gibi bir ibre dışında hiçbir şey söylenilmemesi (ki 40 saatlik çalışma haftası resmi olarak 1936’da kazanılmıştı!); hükümetin önerdiği çizelgeye göre bunun gerçekleşmesi tam 40 yılı bulacaktı!; - sadece en fakir işçiler bir kazanım elde etmişlerdi (ki bu onları işlerine geri göndererek işçi sınıfını bölmek anlamına geliyordu) ve sendikalar sabotajcılıkları nedeniyle cömertçe ödüllendirilmişlerdi.
DÜNYA DEVRİMİ
13
27 Mayıs’ta “Grenelle Anlaşmaları” kitlesel işçi toplantıları tarafından oy birliğliyle reddedildi. Renault Billancourt’ta sendikalar televizyon ve radyodan yayınlanacak büyük bir ‘gösteri’ düzenlediler: görüşmelerden çıkan CGT patronu Seguy gazetecilere: “İşe dönüş uzak değildir” dedi Billancourt’taki işçilerin bunun bir örneğini göstereceği umuduyla. Fakat 10,000 Bilancourt işçisi şafakta buluşmuş, ve sendika liderleri daha gelmeden hareketi devam ettirme kararı almışlardı. CGT’nin ‘tarihsel’ liderlerinden olan ve 1936’daki görüşmelerde mevcut olan Benoit Frachon “Grenelle antlaşmalarıın milyonlarca işçiye umut bile edemeyecekleri komforu getireceğini” duyurdu: bu sözler işçiler tarafından ölümcül bir sessizlikle karşılandı. CDFT’den Andre Jeanson öncelikle grevi devam ettirmek yönünde sonuçlanan ilk oylamadan hoşnut olduğunu söyledi ve mücadele işçi öğrenci dayanışmasından bahsederek kitlenin desteğini çekti. Seguy en sonunda “Genelle’de kazanılanların nesnel bir tutanağını” sundu: ıslıklar ve yuhalamalar dakikalarca sürdü. Seguy bunların üzerine “Duyduğum kadarıyla bunun olmasına izin vermeyeceksiniz” dedi: işçiler onu alkışlıyordu şimdi, fakat yine de kitleden “Bizimle dalga geçiyor” gibi laflar yükseliyordu. “Genelle Anlaşmalarının” reddedildiğinin en iyi kanıtı ise şuydu: 27 Mayıs’ta grevcilerin sayısı 9 milyona yükseldi. Aynu gün Paris’teki Charléty Stadyum’unda öğrenci sendikası UNEF, söylemi CGT’tan bir adım daha radikal olan CDFT ve solcu gruplar tarafından çağırısı yapılan büyük bir toplantı düzenlendi. Konuşmalarım söylemi bir hayli devrimciydi: sonuçta amaç CGT ve Fransız Komünist Partisi’ne karşı büyüyen tepkiyi oturmak için bir alan yaratmaktı. Solcuların yanı sıra 50’ler hükümetinin eski patronlarından Mendes-Frace gibi sosyal demokrat politikacılar da mevcuttu. CohnBendit de eylemde kendini gösterdi (gerçi bir gün önce Sorbonne’da zaten görülmüştü). 28 Mayıs’ta sermayenin oyunlarına başladılar.
solunun
partileri
Sabahleyin Sol Demokrat ve Sosyalist Federasyonu’nun (bu oluşumun içerisinde Sosyalist Parti, Radikal Parti ve çeşitli ufak solcu gruplar
Eylül 2008
bulunuyordu) başkanı François Mitterand bir basın toplantısı düzenledi: bir iktidar boşluğu olduğunu düşünerek Cumhurbaşkanlığı adaylığını açıkladı. Öğleden sonra Waldeck-Rochet, Fransız Komünist Partisi’nin patronu, “Komünist katılımlı” bir hükümet kurulması önerisini yaptı: resmi KP için sosyal demokratların durumdan tek başlarına faydalanmalarını önlemek önemliydi. Bir gün sonra, 29 Mayıs’ta, CGT düzenlediği büyük eylemde “halk hükümeti” çağrısı yaptı. Sağcılar hemen “komünist komplo” çıplıkları atmaya başladılar. Aynı gün General de Gaulle’un ‘ortadan kayboldu’. De Gaulle’un istifa ettiği söylentileri ortaya atıldı fakat aslında o Almanya’daki işgal güçlerini kontrol eden General Massu’yla, ordunun desteğini teyit etmek üzere görüşmeye gitmişti. 30 Mayıs burjuvazinin durumu kontrol altına alma çabalarında önemli bir gündü. De Gaulle yeni bir konuşma yaptı: “Mevcut koşullarda geri çekilmeyeceğim (...) Bugün itibariyle Ulusal Meclis’i dağıtıyorum...” Ay zamanda Paris’te, Champs-Élysées’de De Gaulle’u desteklemek için devasa bir eylem gerçekleştirildi. Bu eyleme lüks ve zengin mahallelerinden insanlar ve ayrıca ordu kamyonları sayesinde kırsal kesimden gelenler katıldı. Gelen ‘halk’, zenginlerden, yüksek ökçelilerden, burjuvalardan, dini kurumların temsilcilerinden, kibirlerinden geçilmeyen üst düzey bürokratlardan, dükkanlarının penceleri diye ödü kopan esnaftan, Fransız bayrağına yapılan hakaretlere içerlemiş eski askerlerden, Fransa’nın Cezayir’deki işgal gücü veteranlarından, faşist Occident grubunun milislerinden, Vichy Fransa’sına özlemle bakan (ve aslında De Gaulle’dan da tiksinen) yaşlılardan oluşuyordu. Bu koca bir dünya dolusu güzel (!) insan işçi sınıfına karşı duyduğu nefretini kusmak ve ‘düzene sevgisini’ haykırmak için oradaydı. Kalabalığın arasında, ‘Özgür Fransa’nın yaşlı veteranlarının yanından “Cohn-Bendit Dachau’ya!” sloganları yükseliyordu. Fakat ‘düzenin partisi’ sadece Champs-Élysées’de eylem yapanlarla sınırlı değildi. Aynı gün CGT de “Grenelle’in kazançlarını iyileştirmek için” şube şube pazarlıklar ve görüşmeler yapılması çağrısında bulundu: hareketi bitirmek için bölme taktiği uygulanıyordu. Devamı 16’da
DÜNYA DEVRİMİ
14
Eylül 2008
Dünya Devrimi Aşağıdaki EKA Yayınlarını Destekler: Accion Proletaria (İspanya) Apartado de Correos 258, 46080 Valencia, İspanya Internacionalismo (Venezüella) Siyasi koşullar nedeniyle posta kutusu kapatılmıştır. İspanya’daki adresle iletişime geçebilirsiniz Internationalism (ABD) Internationalism 320 7th Ave. #211 Brooklyn, NY 11215 ABD Internationalisme (Belçika) BP 1134, BXL 1, 1000 Bruksel, Belçika Révolution Internationale (Fransa) RI, Mail Boxes 153, 108 rue Damremont, 75018 Paris, Fransa Rivoluzione Internazionale (İtalya) CP 469, 80100 Napoli, İtalya Weltrevolution (Almanya) Postfach 410308, 50863 Köln, Almanya Weltrevolution (İsviçre) Postfach 2216, CH-8026 Zürich, İsviçre Wereldrevolutie (Hollanda) Postbus 339, 2800 AH Gouda, Hollanda World Revolution (İngiltere) BM Box 869, London WC1N 3XX, İngiltere Revolucion Mundial (Meksika) Apartado Postal 15-024, C.P 02600, Distrito Federal, Mexico, Meksika Communist Internationalist (Hindistan) POB 25, NIT, Faridabad, 121001, Haryana, Hindistan Internationell Revolution (İsveç) Box 21 106, 100 31 Stockholm, İsveç
Dünya Devrimi’nin yeni sayılarını, yayınladığımız kitapçıkları ve Gece Notları’nın eski sayılarını PDF olarak size göndermemizi istiyorsanız solkomunist@yahoo.com adresine, Enternasyonal Komünist Akım’ın yayınlarına abone olmak için international@internationalism adresine veya isimle hitap etmeden yanda belirtilen posta adreslerine yazınız. Tartışma devrimci hareket için hayati bir öneme sahiptir. Siyasi faaliyetlerimizin en önemli unsurlarından biri, temel ilkelerimizin tanımladığı üzere “Proleter mücadelenin amaçlarının ve yöntemlerinin ve tarihsel ve anlık koşullarının siyasi ve teorik olarak netleştirilmesi”dir. Bu bize göre ancak devrimci saflar içerisinde farklı düşünce ve görüşlerin karşılaşması ve tartışılmasıyla mümkündür. Bu yüzden okuyucularımızı, internet sitemizin dahil olduğu yayınlarımızda savunduğumuz görüşler ve analizlere dair yorumlarını, fikirlerini ve eleştirilerini bizimle paylaşmaya teşvik ediyoruz. Bütün ciddi yazışmaları mümkün olan en kısa sürede yantıtlamak için elimizden geleni yapacağız, fakat kısıtlı kaynaklarımız bunun hemen gerçekleşmesine imkan vermeyebilir. Genel ilgi görebilecek konulardaki yazışmaları ve bizim cevabımızı bize yazan kişinin onayıyla yayınlayabiliriz.
DÜNYA DEVRİMİ TEMEL İLKELER Enternasyonalist Komünist Sol Aşağıdaki Siyasi İlkeleri Savunur
- Kapitalizm Birinci Dünya Savaşı'ndan beri çöken bir toplumsal sistemdir. İki defa insanlığı kriz, dünya savaşı, yeniden yapılanma ve yeniden krizden oluşan barbarca bir döngüye sürüklemiştir. Seksenlerde bu çöküşün son evresine, çürüme evresine girmiştir. Bu geri çevrilemez tarihsel düşüşün sunduğu iki ihtimal vardır: ya sosyalizm ya da barbarlık; ya dünya komünist devrimi ya da insanlığın yok oluşu. - 1871 Paris Komünü, koşulların olgunlaşmamış olduğu bir dönemde proleteryanın bu devrimi gerçekleştirmek için ilk denemesiydi. Kapitalist çöküşün başlamasıyla bu koşullar yerine getirildikten sonra, 1917'de Rusya'da gerçekleşen Ekim devrimi, emperyalist savaşa son vermiş ve daha sonra birkaç yıl daha devam etmiş olan uluslararası devrimci dalganın bir parçası olarak gerçek dünya komünist devrimine doğru atılmış ilk adımdı. Uluslararsı devrimci dalganın yenilgisi, özellikle 1919-23 arası Almanya'daki yenilgi, Rusya'daki devrimi yalıttı ve hızla yozlaşmaya mahküm etti. Stalinizm, Rus devriminin bir ürünü değil, mezar kazıcısı oldu. - SSCB'de, Doğu Avrupa'da, Çin'de, Küba'da vb. ortaya çıkan ve ‘sosyalist' veya ‘komünist' adıyla alınan devlet mülkiyetine dayanan rejimler, kendisi çöküş döneminin önemli bir niteliği olan devletçi kapitalizme doğru evrensel eğilimin özellikle vahşi bir türünden başka bir şey değillerdi. - 20. yüzyılın başlangıcından beri bütün savaşlar, büyük küçük bütün devlet arasında uluslararsı alanda bir yer etme mücadelesinin bir parçası olan ölümcül emperyalist savaşlardır. Bu savaşlar insanlığa daima yükselen bir ölçekte ölüm ve yıkımdan başka hiçbir şey getirmemiştir. İşçi sınıfı savaşlara ancak uluslararası dayanışma ve bütün ülkelerde burjuvaziyle savaşarak karşı koyabilir. - Bahanesi ister etnik, ister tarihsel ister dini olsun, bütün milliyetçi ideolojiler - ‘ulusal kurtuluş', ‘ulusların kendi kaderini tayin hakkı' vs işçiler için gerçek zehirlerdir. Onları burjuvazinin şu veya bu kesiminin tarafını tutmaya çağırarak işçileri bölerler ve onları savaşların ve sömürücülerinin çıkarları uğruna birbirlerini katletmeye yöneltirler. - Çöken kapitalizmde parlementolar ve seçimler bir maskaralıktan başka hiçbir şey değildir. Parlementer sirke katılma yönündeki her çağrı sadece bu seçimlerin sömürülenler için gerçek bir seçenek sunduğu yalanını güçlendirmeye yarayabilir. Burjuva hakimiyetinin özellikle ikiyüzlü bir biçimi olan ‘demokrasi' köklerinde kapitalist diktatörlüğün Stalinizm veya faşizm gibi diğer biçimlerinden farklı değildir. - Burjuvazinin bütün kesimleri tamamen gericidir. Bütün sözde ‘işçi' partileri, ‘Sosyalist' ve ‘Komünist' (artık eski‘Komünist') partiler, solcu örgütler (Troçkistler, Maoistler, eski-Maoistler ve resmi anarşistler) kapitalizmin siyasi aygıtlarının sol kanadını oluşturmaktadır. Proleteryanın çıkarlarını burjuvazinin bir kesiminin çıkarlarıyla karıştıran bütün ‘halk cephesi', ‘anti-faşist cephe' ve ‘birleşik cephe' taktikleri sadece proleter mücadeleyi boğmaya ve saptırmaya yarar. - Kapitalizmin çöküş dönemiyle birlikte, heryerdeki sendikalar kapitalist düzenin proleterya içerisindeki organlarına dönüştürüldüler. Sendika örgütlerinin çeşitli biçimleri, ister
15
Eylül 2008
‘resmi' örgütler olsun ister ‘taban' örgütleri, sadece işçi sınıfını kontrol altında tutmaya ve mücadelelerini baltalamaya yarar. - İşçi sınıfı kavgasını yaymak için, mücadelelerini, genişlemenin ve örgütlenmenin kontrolünü, bağımsız genel kitle toplantıları ve seçilmiş ve her an geri çağırılabilir delegelerin oluşturduğu komiteler aracılığıyla alarak birleştirmelidir. - Terörizm hiçbir şekilde işçi sınıfı mücadelesinin bir yöntemi olamaz. Eğer kapitalist devletler arasındaki daimi savaşın bir ifadesi değilse geleceği olmayan bir toplumsal katmanın ve küçük-burjuvazinin çürümesinin bir ifadesi olan terörizm, her zaman burjuvazinin kendi amaçları doğrultusunda kullanması için uygun bir zemin olmuştur. Küçük azınlıkların gizli faaliyetlerini savunmak, proleteryanın bilinçli ve organize kitle faaliyetlerinden doğan sınıfsal şiddeti savunmanın tamamen karşıtıdır. - İşçi sınıfı komünist devrimi gerçekleştirebilecek tek sınıftır. Onun devrimci mücadelesi engellenemez bir biçimde işçi sınıfını kapitalist devletle yüzleşmeye itecektir. Kapitalizmi yok etmek için, işçi sınıfı bütün mevcut devletleri devirmek ve dünya çapında proleterya diktatörlüğünü, bütün proleteryayı yeniden örgütleyecek işçi konseylerinin uluslar arası iktidarını kurmalıdır. - Toplumun işçi konseyleri tarafından komünist dönüşümü ne ‘öz-yönetim' ne de ekonominin millileştirilmesi anlamına gelir. Komünizm, işçi sınıfının ücretli emek, meta üretimi, ulusal sınırlar gibi kapitalist toplumsal ilişkileri bilinçli bir şekilde yok etmesini gerektirir. Bu da bütün faaliyetlerin insani ihtiyaçları karşılamaya adandığı bir dünya toplumunun yaratılması anlamına gelmektedir. - Devrimci siyasi örgüt işçi sınıfının öncü kolunu oluşturur ve sınıf bilincinin proleterya içerisinde genelleşmesinde faal bir etmendir. Görevi hiçbir şekilde ‘sınıfı örgütlemek' veya sınıfın adına ‘iktidarı almak' değildir. Devrimci örgütün görevi mücadelelerin birleşmesine ve işçilerin kontrolü kendileri için kendilerinin almasına doğru giden hareketin faal bir parçası olmak, bir yandan da proleteryanın kavgasının devrimci siyasi hedeflerini çıkartmaktır. Faaliyetlerimiz Proleter mücadelenin amaçlarının ve yöntemlerinin ve tarihsel ve anlık koşullarının siyasi ve teorik olarak netleştirilmesi. Proleteryanın devrimci faaliyetlerine doğru giden sürece katkı yapmak amacıyla uluslararası ölçekte birleşik ve merkezileşmiş örgütlü müdahale. Devrimcilerin, işçi sınıfının kapitalizmi devirmesi ve komünist toplumun yaratılması için kaçınılmaz olan gerçek bir dünya komünist partisi kurma amacıyla yeniden örgütlenmesi. Kökenlerimiz Devrimci örgütlerin ilkeleri ve faaliyetleri işçi sınıfının geçmiş tecrübelerinin ve tarih boyunca işçi sınıfının doğurduğu siyasi örgütlerinin çıkardıkları derslerin bir ürünüdür. Dolayısıyla EKS kökenlerini Marks ve Engels'in Komünist Ligi'nde (1847-52), üç Enternasyonal'de (Enternasyonal İşçi Birliği, 1864-72, Sosyalist Enternasyonal, 1889-1914, Komünist Enternasyonal, 1919-28) ve 1920-30 arasında ve başta Alman, Hollanda ve İtalyan Komünist Solları olmak üzere yozlaşan Üçüncü Enternasyonal'dan ayrılan sol fraksiyonlarda görür.
DÜNYA DEVRİMİ 16 Eylül 2008 MAYIS 68 [3] 13’TEN DEVAM EDİYOR Parti düzenin partisidir” diyordu. Ve yavaş yavaş burjuva düzeni geri dönüyordu:
İşe dönüş Bu tarihten itibaren işe dönüşler gerçekleşmeye başladı, fakat yavaşça, zira 6 Haziran’da bile hala altı milyon işçi grevdeydi. İşe dönüşler dağınık bir biçimde gerçekleşti: - 31 Mayıs’ta: Lorraine’deki demir çelik ve kuzeydeki dokuma işçileri, - 4 Haziran’da: silah imalatı ve sigorta işçileri, - 5 Haziranda: elektrik işçileri ve kömür madencileri, - 6 Haziran’da: postacılar, telekomünikasyon işçileri, toplu taşıma işçileri (Paris’te, CGT işe dönüşü hızlandırmaya çalıştı: her istasyonda sendika liderleri diğer istasyonları işe döndüğünü duyurdular fakat bu doğru değildi); - 7 Haziran’da: ilkokul öğretmenleri; - 10 Haziran’da: polis Flins’teki Renault fabrikasına saldırdı ve işgal etti: polisin kovaladığı bir öğrenci Sen nehrine düşerek boğuldu; - 11 Haziran’da: CRS (Fransız çevik kuvvet birimi) Sochaux’ Peugeot fabrikasına (Fransa’daki ikinci büyük) saldırdı; 2 işçi öldürüldü. Bu olayların ardından Fransa’da yeni şiddetli gösteriler gerçekleşti: işçiler “Yoldaşlarımızı öldürdüler!” diye haykırıyorlardı. Sochaux’da işçilerin kararlı direnişine karşı CRS fabrikadan çekildi, işçiler 10 gün daha işe dönmediler. Kızgınlığın grevi ateşini yeniden körükleyeceğinden korkan sendikalar (başlarında CGT) ve başlarında Fransız Komünist Partisiyle solcu partiler, ısrarla işe geri dönüş çağrısı yaptılar “ki seçimler gerçekleştirilip işçi sınıfının zaferi tamamlansın”. Resmi KP’nin günlük gazetesi l'Humanité, manşetinde: "Zaferlerinin gücüyle milyonlarca işçi işlerine dönüyor!" yazdı. Şimdi sendikaların 20 Mayıs’tan beri neden sistematik olarak grev çağırısı yaptıklarını anlaşılıyordu: sendikalar daha az mücadeleci sektörleri işe dönmeye provoke etmek ve diğer sektörlerin molarini bozmak için mücadeleyi kontrol etmek zorundaydı. Fransız Komünist Partisi’nin patronu Waldeck-Rochet seçim kampanyasında yaptığı konuşmalarda “Komünist
- 12 Haziran: ortaokul öğretmenleri işlerine geri döndüler; - 14 Haziran: Air France (Fransız Havayolları) ve ticaret gemisi işçileri işlerine geri döndüler; - 16 Haziran: Sorbonne polis tarafından işgal edildi; - 17 Haziran: Renault Billancourt işçileri işlerine geri döndüler; - 18 Haziran: de Gaulle OAS’ın hala hapiste olan liderlerini serbest bıraktı; - 23 Haziran: seçimlerin ilk turunda sağcılar üstünlük sağladı; - 24 Haziran: Citroën Javel fabrikasi işçileri işlerine geri döndüler (Krasucki, CGT’nin iki numarası, kitlesel işçi toplantısında çalışarak işçilere grevi bitirme çağrısı yaptı); - 26: Haziran Usinor Dunkirk işçileri işlerine geri döndü; - 30 Haziran: seçimlerin ikinci turunda sağ tarihsel bir zafer kazandı. İşe son geri dönen kollardan biri devlet radyo televizyon istasyonu ORTF idi: bir çok gazeteci hükümetin onlara uyguladığı kısıtlamalara ve dayattığı sansür uygulamalarına geri dönmek istemiyordu. Geri döndükten sonra pek çoğu kovulacaktı. Sonuçta düzen, devletin topluma yayılmasını uygun bulduğu haberlerle topyekün geri döndü. Böylece tarihin en büyük grevi, CGT ve Fransız KP’sinin iddialarının aksine, bir yenilgiyle sona ermişti. Bu ezici yenilgi hareketi bastıran partilerin ve ‘yetkililerin’ daha güçlü bir şekilde geri dönmesiyle perçinlendi. Fakat işçi hareketi çoktandır biliyor ki: “Mücadelenin gerçek meyvesi, anlık sonuçlarında değil, işçilerin daima genişleyen birliğindedir” (Komünist Manifesto). Ayrıca anlık yenilginin ötesinde, 1968’de Fransa’daki işçiler büyük bir zafer kazandılar: kendileri için değil, dünya proleteryası için. İşte bu yazı dizisinin bir sonraki makalesinde Fransa’nın ‘neşelı Mayıs ayının’ dünya çapındaki temel etkilerini inceleyeceğiz. Fabienne Révolution Internationale Enternasyonal Komünist Akım Fransa Şubesi