Dünyanın bütün işçileri, birleşin!
DÜNYA DEVRİMİ
Aylık Proleter Gazete Sayı 3 Aralık 2008 --------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
Savaş ve Perspektifler s.4 / 1929-2008: Kapitalizm Çökmüş bir Sistem, Fakat Başka bir Dünya Mümkün: Komünizm! s.8/ Mayıs 68 [5]: Devrimci Güçlerin Enternasyonal Dirilişi s. 11 / Obama... Yeni Patronla Tanışın: Eskisinin Aynısı s. 16
KAPİTALİZM NE ÖNERİYOR? İşsizlik Mevcut kriz yalnızca bir Amerikan krizi değildir. Bu dünya ekonomisinin krizidir ve Türkiye’yi de her yer kadar ilgilendirmektedir. En son resmi rakamlar 2.4 milyon kişinin işsiz olduğunu ve 207,000 işçinin son dönemde işlerini kaybettiğini göstermektedir. Ki bunlar Ağustos sonu açıklanmış rakamlardır. Gerçek istatistikler şu anda çok daha kötü durumdadır, geçtiğimiz haftarda Tuzla’da ve bakacılık sektöründe kitlesel işten çıkartmalar yaşanırken Vestel’in ve ayrıca önemli araba üreticilerinin üretim kollarında çok sayıda insan işten çıkarıldı. Resmi rakamları kabul edersek bile durum bir hayli karanlık gözüküyor, ki gerçek çok daha kötü.
Açlık Birleşmiş Milletler Gelişim Programı’na göra Türkiye nüfusunun %27’si açlık sınırının altında yaşıyor, %22’si ise günde 2$’dan azla geçiniyor. Tabii ki güçlük çeklen kesim sadece işsizler değil. Öğretmenler arasında yeni yapılmış bir araştırmaya göre öğretmenlerin sadece %45’i temel ihtiyaçlarını karşılayabilirken %70’i bankalara ve kredi kartı şirketlerine borçu vaziyetteler.
DÜNYA DEVRİMİ
2
Aralık 2008
Sol Ne Çağrısı Yapıyor? İş İşsizlik uçup gitmeyecek. Kriz derinleştikçe, işsizlik sorunu yalnızca kötüleşecek. Mesele yalnızca işsizlik sorununun bir çözümü olmaması da değil. Mesele burjuvazinin bir çözüm istemekten bile aciz olması aynı zamanda. Çözüm, onlara göre işsizliğin ta kendisi! O maaşları düşük tutmanın bir yolu olarak görülüyor. Birinin krizin bedelini ödemesi lazım, ve burjuazi bu bedeli ödeyenin işçi sınıfı olmasını istiyor. Bu da maaşlar ve yaşam koşullarımıza daha kuvvetli bir biçimde saldırılacağı anlamına geliyor. İşsizlik de bunun bir parçası. İşsiz sayısının yüksel olması, çalışmakta olan işçileri işlerini kaybetme korkusuna yöneltiyor. Bu maaşları düşürmek için bilinçli bir biçimde yürütülen bir stratejinin bir parçası.
“BU defa grev yapmak zorundayım.”
Zamlar Geçtiğimiz üç ay içerisinde YTL dolara kıyasla %29 düştü. Bunun nedeni ABD ekonomisi krizin merkezinde olsa da yatırımcıların paralarını daha ‘riskli’ pazarlardan çekiyor olmaları. Bu Türkiye’yi de kapsıyor. İngiliz yatırımcı Bank Goldman Sachs’a göre YTL önümüzdeki üç ay içerisinde 1.85’e gerileyecek. Dünya ekonomisinin uluslararası doğası göz önünde bulundurulduğunda bu ister istemez daha fazla zam anlamına geliyor. Ki bunu dünya yiyecek fiyatlarındaki artışı göz önünde bulundurmadan bu şekilde ifade ediyoruz. 2006’nın başından beri uluslararası pirinç fiyatları %217, buğday fiyatları ise %136 arttı.
Kriz derinleştikçe, enflasyon yıllarına bir dönüş yaşanması ihtimali de artıyor. Kapitalist için enflasyon bir taşla iki kuş vurur. Sadece işçilerin maaşlarını düşürmez, ayrıca insanlara krizden çıkılabileceğine dair belli belirsiz bir umut aşılayarak kafa karışıklığı yaratılmasına katkıda bulunur. İşsizlik ve enflasyon ‘kötü idare edilen’ ekonominin sonuçları değildir. Bunlar bilinçli politikalardır. 1960’ların işsizliğin düşük olduğu ‘altın yıllarına’ bir geri dönüş olması artık kesinlikle imkansızdır.
DÜNYA DEVRİMİ
Barış ‘İş’ sağlanması ihtimali gibi, barış ihtimaline de iyimser bir gözle bakmak mümkün değildir. Savaş otuz yılı aşkın bir süredir devam etmiştir ve 44,000’i aşkın ölü bizi barışa yaklaştırmamıştır. Sorun insanların barış yapmak istememesi değildir. Sorun kapitalizm için savaşın olayların rasyonal durumu, doğal hali olduğu gerçeğidir. Bölgedeki genel eğilim kitlesel bir barışın hüküm sürmesi yönünde değil, derinleşen kaos ve savaş yönündedir. PKK’nin faaliyetlerinin şiddetlenmesi ve yeni kampanyası beraberinde işçi sınıfı içerisindeki ayrılıkların derinleşmesi ve daha fazla emekçi Kürt-Türk çatışması için seferber olması tehlikesine çok ciddi bir biçimde işaret etmektedir. Ortada bir savaş ihtimali olduğu hiçbir şekilde söylenemez, zira savaşı yürüten tarafların ikisininde barış yapmak gibi bir niyetleri yoktur.
Demokrasi Solun çağrısını yaptığı herşeyin içinde en abzürd olanı demokrasi çağrısı olsa gerek. Türkiye demokratik bir ülkedir – ya da demokrasi bugün sahip olduğumuz şeydir. Demokrasi bize savaş, işsizlik, açlık ve zamlar getiren düzendir. İşçi sınıfının ‘daha fazla’ demokraside bulabileceği, ondan alabileceği hiçbir şey yoktur. Bir devlet ne kadar demokratik olursa olsun, ne zaman gerekli görürse o zaman yasadışı yöntemler
3
Aralık 2008
kullanmaktan asla çekinmez. İşçiler için gelecek aylarda ve yıllarda can alıcı olacak olan nokta devletin nasıl idare edileceği değil, maaşları ve yaşam koşullarını savunma mücadelesi olacaktır.
İşçi Sınıfı Ne Beklemeli? Kapitalizm herkese iş de öneremez, barış da öneremez. İşçi sınıfına verebileceği tek şey genelleşmiş kıtlık, işsizlik ve sefalettir. Gelecek kapitalizmin kendi krizinden çıkışın yolunu ararken işçi sınıfına karşı yönelteceği daha da büyük saldırılara gebedir. On yıl öncesinin enflasyon ve develüasyon krizlerine dönüş beklemek akıldışı olmayacaktır. Maaş mücadeleleri, bu kıtlık programlarına karşı direnişin önemli bir kısmı olacaktır. Eğer işçi sınıfı kendi koşullarını savunmaya hazır değilse, açlığın, kıtlığın, sefaletin ve savaşın ciddi bir biçimde derinleşmesinin önünde hiçbir engel olmayacaktır.
İşçilerin, emekçilerin bir sınıf olarak, sınıf çıkarları için mücadele etmesi bu korkunç dönüye tek alternatifi ortaya koymaktadır. Yalnızca o kara ve savaşa dayalı olmayan, farklı bir toplum ihtimalini önermektedir. Bugün seçim hangi partiye oy verileceğine dair demokratik bir seçim değil, işçi sınıfının kitlesel sınıf mücadelesi ile barbarlığa çöküş arasında yapacağı mücadeledir. Sabri
DÜNYA DEVRİMİ
4
Aralık 2008
SAVAŞ VE PERSPEKTİFLER
1984 ile 2008 arasında TSK ile PKK arasında devam eden savaşta, TSK kaynaklarına göre 32,000 PKK’li, 6,482 asker ve 5,560 sivil hayatını kaybetti. Savaş süresince dört binden fazla köy yakıldı, yüz binlerce insan evlerinden oldu, binlerce insan hala hapishanelerde tutulmakta. Hem Türk, hem de Kürt burjuvazisinin kimi kesimlerinin yorulmadan attıkları komik “demokratik çözüm” naraları ise daha kanlı kıyımların bizi beklemekte olduğu gerçeğini hiçbir şekilde gizleyemiyor. Dünya genelinde barbarlığın, ekonomik kriz ile çifte su verilmiş derin karanlığı ilerlerken, Türkiye ve Ortadoğu burjuvazisi de bu karanlığı daha da derinleştirme yolunda ilerliyor. Türk Burjuvazisinin Perspektifi “Biz ne dedik? Tek millet dedik, tek bayrak dedik, tek vatan dedik, tek devlet dedik. Buna karşı çıktılar. Buna karşı çıkanın Türkiye’de yeri yok. Buyursun istediği yere gitsin.” – Recep Tayyip Erdoğan Tayyip Erdoğan iktidara geldiğinde hem Kürt hem de Türk liberal burjuva kesimini heyecanlandırmış, 2005’te Diyarbakır’da yaptığı konuşmada “Kürt sorunu bizim de sorunumuzdur; bu konuda devlet olarak yanlışlarımız vardır” gibi bir ifade kullanarak liberal burjuva aydınlarının boş “demokratik çözüm” umutlarını alevlendirmişti. Bununla birlikte bir yandan devletin eli kanlı, fakat bir o kadar da işlevini yitirmiş ‘Ergenekon’cu kanadını tasfiye edip diğer yandan da orduya kimi durumlarda kafa tutar gibi gözükerek ve de bürokrasinin kilit noktalarını eski Kemalist elitlerin elinden alarak bir “değişim” getiriyor izlenimini ortaya koymuştu. Fakat aslında bu görüntünün altında, burjuvazinin liberal olarak tanımlayabileceğimiz kanadının her zamanki çizgisinin devamından başka mevcut olan tek değişiklik, bu kanadın bürokraside kilit
mevkileri ele geçirmeye yükleniyor olmasıydı. Bunun dışında bir yenilik yoktu, aynı eğilimin Erdoğan’dan önceki temsilcileri de benzer liberal çözüm fikirlerini ortaya koymuşlardı. Turgut Özal’ın Kürt burjuvazisinin ‘asi’ kesimini orta vadede yasal siyasetin içine çekme amaçlı planında, Süleyman Demirel’in başbakanken “Kürt realitesi”nden bahsedip “Paris Şartı ve evrensel insan haklarına dayalı yeni anayasa” fikrini öne atışında, Tansu Çiller’in Bask modelinden övgüyle bahsedişinde, liberal kesimin “çözüm” umutlarını görmek mümkündür. Öte yandan “demokrat” kesimde oluşan heves, Erdoğan’dan önceki örneklerde gördüğümüz üzere, bu kesimin kursağında kaldı; özellikle Çiller döneminde “demokratik” sloganların ardından gelen barbarlık dalgası, en iğrenç milliyetçi galeyanlar ile Kürt işçi sınıfına karşı korkunç bir devlet terörünün uygulanmasını getirmişti.
AKP iktidarı, aslında liberal açılımlarının kaymağını belki de önceki benzeri iktidarlardan fazla yedi ve içi doldurulmamış “çözüm” naralarıyla savaştan bıkmış Türk ve Kürt emekçilerinin bir kısmının desteğini kazanmayı başardı – ki Kürt nüfusun ağırlıklı olduğu şehirlerde oylarının DTP’nin oylarına yakınlığı da bunun bir göstergesiydi. Fakat burjuva düzeninin tamamını savaşa sürükleyen kapitalist çürüme ortamında, hiçbir burjuva kesiminin süregelen savaşlara gerçekten çözüm önerme kapasitesi yoktur. Bu yüzden şiddetlenen çatışma ortamında, aslında önünü kesmeye çalışan askeri ve sivil bürokratlara ve Kemalist milliyetçi eğilimlere karşı koltuk mücadelesinde kısa vadeli bir zafer kazanmış olan AKP’nin orduyla arasındaki, Irak’ın işgal edildiği dönemde bile korunan mesafenin yerini, tam da AKP’nin geçici olarak alt ettiği kesimin açıktan açığa şövenist sloganları aldı. Son olarak gördüğümüz “pompalı tüfek” olayında AKP’nin tutumu bu durumun çarpıcı bir örneğidir. Olayların ülkenin her yerinde dehşet verici bir iç savaşa gitmesi ihtimalini getiren durum şu şekilde oluştu: İstanbul’da eylem yapan Kürt göstericilere bir ‘vatandaş’ pompalı tüfekle ateş etti, bu olayın ardından Tayyip Erdoğan bu ‘vatandaş’ı desteklemek amaçlı bir açıklama yapma gereği duydu. Tayyip Erdoğan’ın neden bu ‘vatandaş’ı savunma gereği duyduğu üzerine biraz düşününce, akla hayli korkutucu bir geleceğe dair ihtimaller geliyor.
DÜNYA DEVRİMİ Türk burjuvazisinin bütün kesimleri, süregelen savaşın önünde durabilecek bir perspektife sahip olmaktan acizler. Savaşın iki tarafta da yarattığı, savaştan geçinen kemikleşmiş kesimler çatışmaların sürmesini isterken, “demokratik çözüm” önerisiyle ortaya çıkan liberal kesimler, sürekli kendilerini savaş gündemine daha fazla çekilmiş buluyorlar. TSK’nın PKK ile savaşını bitirebilecek tek şey, başka bir ülkeyle, daha fazla felaket ve barbarlık getirecek bir savaşa girmek olabilir. Eğer böyle bir şey olmazsa, mevcut savaş derinleşmeye, olduğundan çok daha korkunç bir iç savaş haline evrilmeye devam edecektir. Zira derinleşen ekonomik kriz ve en aşırı milliyetçi ve şövenist eğilimleri azdıran toplumsal çürüme, hakim sınıfın bütün kesimlerini, daha fazla barbarlık getirecek olan savaşlara itiyor. Mevcut durumda da Türk burjuvasinin milliyetçi söylemleri güçlendirerek, onlarca yıldır devam eden savaşta işçi sınıfının yeni evlatlarını da ölüme gitmeye seferber etmeye çalışacağını söylemek mümkün. AKP hükümeti de, hakim sınıfın bürokratik kesimine karşı konumunu güçlendirdikten sonra, tekrar bu kesimin sloganlarıyla kanlı çatışmalara doğru yürüyor. Türkiye burjuvazisinin perspektifinin ortaya attığı sorunun aslında bütün dünyadaki sınıf kardeşleriyle aynı olduğu söylenebilir. Bu sorun, burjuvazinin bir kesiminin iddia ettiği gibi daha fazla “demokrasi ve özgürlükler” olmaması ve Avrupa Birliği’ne giremeyiş sorunu değil; bir başka kesiminin iddia ettiği gibi “laikliğin” tasfiye edilmesi ve “Cumhuriyet’in kazanımlarının” geri alınması veya bağımsızlık eksikliği sorunu hiç değil: bu sorun ekonomik kriz, toplumsal çürüme ve savaş barbarlığı sorunu. Kürt Emekçilerine Karşı Ulusal Baskı ve Kürt Milliyetçiliği “Zo (Ermeniler) diyenleri temizledik. Lo (Kürtler) diyenlerin kökünü de ben temizleyeceğim” – Koçgiri Ayaklanması'nı bastırmakla görevli Merkez Ordu Komutanı Sakallı Nurettin Paşa “Oluk gibi kan akıtıldı, her taraf cesetlerle doldu.” – Dersim İsyanı’nın bastırılmasına katılmış bir asker “Biz cumhuriyetin ilkelerine bağlıyız, cumhuriyeti reddetmiyoruz. Gelin bu cumhuriyeti demokratikleştirelim diyoruz. Cumhuriyetin demokratikleşmeye ihtiyacı var. Aksi halde devlet batar, iflas eder.” –Abdullah Öcalan Türk burjuvazisinin ardından, TSK’nın karşısında duran PKK’nin ve mecliste temsil edilen Kürt burjuvazisinin savaşın gidişatına dair perspektifini incelemek yerinde olacaktır. Fakat PKK ve Kürt burjuvazisinin
5
Aralık 2008 perspektifini ele alabilmek için, PKK’nin karşı olduğunu iddia ettiği ve ideolojik temelini üzerine kurduğu ulusal baskı meselesine ve Kürt emekçilerine karşı uygulanan ulusal baskı ile Kürt milliyetçiliğinin ilişkisine tarihsel olarak kısaca değinmek gereklidir .
Her şeyden önce hiçbir şekilde inkar edilemez olan gerçek, Kürt emekçilerinin ulusal baskıya tabi tutuldukları ve geçtiğimiz yüzyılda bu baskının kimi dönemlerde soykırıma varacak derecede korkunç boyutlara ulaştığıdır. Türkiye Cumhuriyet’inin ilk yıllarında, ağzı ve pençeleri Ermenilerin ve Rumların kanına bulanmış Türk burjuvazisi, dini temalı ve toprak ağalarının yönettiği milliyetçi isyanları bastırmak kisvesi altında korkunç katliamlara girişir. 1925’teki Şeyh Sait ayaklanmasının ardından, yaklaşık 80,000 insanın, korkunç şekillerde öldürüldüğü söylenmektedir, Ağrı ayaklanmasının ardından ise 15,000 kişi katledilecektir. Bu örneklerin en çarpıcısı ise Dersim ayaklanmasının bastırılmasıdır: Sadece Munzur Çayı’nda 50,000 kişinin öldürüldüğü olayda, resmi kaynaklara göre 70,000’den fazla insan katledilirken, çeşitli kaynaklar bu rakamın 300,000’e kadar çıktığını söylemektedir. Celal Bayar 1938’de TBMM’de “Dersim sorunu genel bir temizlik harekatıyla ortadan kaldırılmıştır” demiştir. Sadece 1938’e kadar isyanların bastırılmasında ve zorunlu göçlerde bu şekilde katledilenlerin sayısının 800,000’e yaklaştığı iddia edilmektedir. Ulusal baskı daha sonra da devam etmiştir. Türkiye devleti, PKK’yle mücadele kisvesi altında sistematik bir biçimde binlerce köyü yakmış, yüz binlerce emekçiyi evlerinden etmiştir. Ulusal baskı öyle bir noktaya gelmiştir ki toplumun kemikleşmiş bir parçası olmuş ve aslında devletin kontrolünden de çıkmıştır.
DÜNYA DEVRİMİ
6
Aralık 2008
Doğası gereği burjuva bir eğilim olan Kürt milliyetçiliği, her zaman Kürt emekçilerine karşı uygulanan ulusal baskıdan beslenmiştir. Fakat aslında emekçilere karşı uygulanan ulusal baskının önünde durmak hiçbir zaman Kürt milliyetçisi eğilimlerin gündeminde olmamıştır. Bu ilişkinin en çarpıcı örneği, 300,000 emekçinin akıl almaz derecede iğrenç bir biçimde katledildiği Halepçe AlAnfal operasyonu sırada, Barzani ve Talabani’nin Kürt milliyetçisi peşmergelerinin tutumlarıdır. Irak ordusu Halepçe’ye öldürücü gazları salarken, milliyetçi peşmergeler, suratlarında gaz maskeleri, şehri kuşatmış ve ödeme yapabilen zenginlerin çıkışına izin verirken, emekçilerin ve fakir kesimlerin şehirden çıkmalarını engelleyerek onları acımasızca ölüme mahkum etmiştir. Bu eğilimler bugün de aynı işçi düşmanı tutumlarını sürdürüyor ve işçi grevlerini, işçileri vurmak suretiyle bastırıyor.
PKK’nin ve Kürt Burjuvazisinin Perspektifi “Ben ülkemi severim. Annem de Türk'tü. Eğer bir hizmet gerekirse yaparız (...) Bir fırsat verilirse, bir hizmet imkanım varsa ki inanıyorum vardır, hizmet yapabilirim.” –Abdullah Öcalan
‘Emek’ yanlısı olma iddiasındaki PKK’nin de ulusal baskıya gerçekten karşı çıkmadığı bu eğilimin kimi liderlerinin değişik zamanlarda verdikleri “Cumhuriyet”, ABD, AB, Suriye, vb. devletler ile Barzani ve Talabani yanlısı demeçlerinden veya konumlarından anlaşılıyor aslında. Kapitalizmin çöküş evresinde, küçük emperyalist burjuva devletler gibi bütün ulusal kurtuluş hareketleri de yalnızca çeşitli devletlerin şu veya bu şekilde desteğini aldığı sürece, silahlı olarak faal bir güç biçiminde var olabilmiştir. PKK de, TSK gibi kendi çıkarları için emekçi çocuklarını ölmeye ve başka emekçi çocuklarını öldürmeye gönderen ve yeri geldiği zaman temsil ettiğini iddia ettiği ulusal kökene sahip kişilere şiddet uygulamaktan çekinmeyen bir eğilimdir ve Kürt işçilerinin sorunlarına hiçbir çözüm önermemektedir.
Mevcut savaş durumunu biraz daha net bir biçimde ortaya koymak için PKK ve Kürt burjuvazisinin bugünkü perspektifini de analiz etmek gereklidir. Aslında karşı cephedeki sorunun aynısını paylaşmaktadır bu kesim de. İçinde bulunduğu durum yüzünden dağa çıkmak zorunda kalan binlerce genç emekçinin bombalanmasından bir süre sonra, hapishanede Abdullah Öcalan’ın kötü muamele görmesi nedeniyle sert eylemler örgütlenmesi, PKK 10. Kongre’sinin “Önder Apo’nun özgürleştirilmesini önümüzdeki sürecin tek ve en temel görevi olarak belirlemiş, bütün çalışmalarını, karar ve değerlendirmelerini bu hedefe kilitleme temelinde yapmış” olması ortaya, tanrılaştırılan bir kişiliğin etrafında şiddeti artan bir savaş perspektifi koymanın yanı sıra, ‘Kürt hareketi’ olarak adlandırılan hareketin içerisindeki sınıfsal farklılıkları da gözler önüne sermektedir: Dağlarda savaşan, ölmeye
gönderilen ‘önemsiz’ işçi çocukları, şehirlerde polisin önüne sürülen, dayak yiyen, göz altına alınan hapsedilen, işkence gören ‘önemsiz’ emekçi destekçiler ve de ‘kıymetli’ önderler... Türkiye Cumhuriyeti’nin hakim sınıfı ile Kürt hareketinin hakim sınıfı aynı hamurdan yapılmıştır.
DÜNYA DEVRİMİ
Tıpkı Türk burjuvazisi gibi Kürt burjuvazisinin bir kesimi de çıkarları doğrudan savaşın devamına bağlanmış olan kesimin aksine arada sırada savaşa “demokratik çözüm” gibi kavramlar öne atar. Burjuvazinin bütün kesimlerinin savaşa sürüklendiği durumu, nasıl Tayyip Erdoğan’ın “aklını başına getirdiyse”, Kürt burjuvazisinin, Türk burjuvazisiyle uzlaşmayı uman kanadının da “aklını başına getirdi”. Milletvekili Emine Ayna’nın şu sözleri bu bağlamda anlamlıdır: “Biz, yüzümüzü AKP`ye döndüğümüz için halkımız da yüzünü AKP`ye döndü. 22 Temmuz seçimlerinin ardından özellikle Başbakan Recep Tayyip Erdoğan`ın, dönüp bize Meclis`te `PKK terör örgütüdür demedikçe` konuşmaya hakkınız yoktur demesiyle biz kendimize geldik. O zaman fark ettik, o zaman yanlışımızı gördük.” Kürt burjuvazisinin, Türk burjuvazisiyle uzlaşmak isteyen kesimi de, şu sıralarda , ceketinin önünü ilikleyerek MHP’li Devlet Bahçeli ile el sıkışmış olan eski lideri gibi savaş naraları atıyor. Bunun yanı sıra Kürt burjuvazisinin bütün kesimlerinin ortaya sürdüğü “önderliği özgürleştirme” sloganı, Türk burjuvazisinin “terörü yok etme” sloganından daha içi dolu bir slogan da değil; iki slogan da işçi sınıfına ‘savaşı bitirmek’ için daha fazla savaştan başka bir şey vaat edilmediğinin göstergesi. Kürt burjuvazisinin perspektifi de Türk burjuvazisiyle ve bütün dünya hakim sınıflarıyla aynı sorunu ortaya atıyor: Bu, ne demokratik çözüm olmaması ve Türk burjuvazisiyle uzlaşılamaması sorunu, ne de ‘bağımsız’ bir Kürdistan’ın kurulamaması sorunu. Bu: Ekonomik kriz, toplumsal çürüme ve savaş barbarlığı sorunu. İşçi Sınıfının Perspektifi Derinleşen savaş ve barbarlık ortamında ne Türk ne de Kürt burjuvazisinin gidişata çözüm üretebilme durumu
7
Aralık 2008
vardır. Çözümleyici olmak bir yana, barbarlığın körüklenmesini önlemeyi bile başarabilmekten aciz durumdalar. Türkiye’de TSK ile PKK arasındaki savaşın şiddetlenmesi, yalnızca Türk ve Kürt işçi sınıfı için değil, bütün Ortadoğu işçi sınıfının konumunu kötüleştirecek ve bütün dünya işçi sınıfının boğuşmak durumunda kaldığı barbarlığa katkıda bulunacaktır. Hem Türk hem de Kürt burjuvazisinin perspektifinde savaş var ve bu da hem Türk hem de Kürt işçi sınıfının geleceğinde daha fazla ölümler olacağı anlamına geliyor. Burjuvazinin kesimlerinin hepsi, krizin getirdiği zorluklar çerçevesinde ve savaş makinelerini beslemek uğruna işçi sınıfından evlatlarını ve ekmeklerini istemek zorunda kalacaklar. Barbarlığın gidişatında burjuvazinin çaresiz katkısı ve işçilerin çekeceği sıkıntılar göz önünde bulundurulursa, kanlı savaşları ortadan kaldırabilecek perspektifin yalnızca proleteryanın sınıf savaşı olduğunu görmek zor değil. Savaşı körükleyen iki tarafa karşı, Türk ve Kürt işçilerinin çıkarları, dünya proleteryasıyla enternasyonalist temelde birleşerek bütün dünyadaki hakim sınıflara karşı mücadeleyi zorunlu kılıyor. Böylesi bir sınıfsal dayanışmanın inşaası süreci, yalnızca savaşa karşı bir mücadeleyi değil, aynı zamanda Kürt emekçilere karşı uygulanan ulusal temelli baskının parçalanmasını da zorunlu olarak içinde barındıracaktır; bu nedenle o sorunun da tek çözümüdür. Burjuvazinin bütün kesimlerinin dünyaya dayattığı barbarlığı engelleyebilecek, akan kanı durdurabilecek tek güç, perspektifi enternasyonal sınıf birliği ve mücadelesi olan işçi sınıfıdır. Cihan
DÜNYA DEVRİMİ
8
Aralık 2008
1929-2008: KAPİTALİZM ÇÖKMÜŞ BİR SİSTEM, FAKAT BAŞKA BİR DÜNYA MÜMKÜN: KOMÜNİZM! Çin'de, yüz milyonlarca işçi vahşi bir sefaletin pençesine düşmek üzere. ABD ve Avrupa'da da nüfusun büyük bir kesimi dayanılmaz bir yoksunlaşmayla karşı karşıya kalıyor. Bütün iş sektörleri etkilenmiş durumda. Ofislerde, bankalarda, fabrikalarda, hastanelerde, ileri teknoloji sektörlerinde, araba endüstrisinde, inşaatta ve dağıtımda milyonların sokağa atılması gündemde. İşsizlik tavan yapmak üzere! 2008'in başından bu yana sadece ABD'de bir milyona yakın işçi çoktan sokağa atılmış durumda. Ve bu sadece başlangıç. Bu işten çıkarma dalgası, işçi sınıfı ailelerinin barınmasının, gıda bulmasının ve sağlıklarına dikkat edebilmesinin gittikçe zorlaşacağı anlamına geliyor. Bu aynı zamanda bugün kapitalizmin genç insanlara önerebilecek hiçbir geleceği olmadığı anlamına da geliyor. Dün bize yalan söylemiş olanlar hala yalan söylüyor!
Politikacılar ve ekonomistler artık durumun ağırlığını tanımlayabilecek sözleri tüketmiş durumdalar: "uçurumun kıyısında", "Ekonomik bir Pearl Harbor" "bir tsunami geliyor" "finansın 11 Eylül'ü"... Sadece Titanik'e gönderme eksik. Gerçekten ne oluyor? Gerçekleşmekte olan ekonomik fırtına karşısında bir dizi acı veren soru ortaya çıkıyor. 1929 benzeri bir çöküş içerisinde miyiz? İşler buraya nasıl geldi? Kendimizi savunmak için ne yapabiliriz? Nasıl bir dünyada yaşıyoruz? Yaşam koşullarımızda vahşi bir gerilemeye doğru Sonuca dair hiçbir yanılsama olamaz. Bütün gezegen çapında, önümüzdeki aylar, insanlık yaşam koşullarında korku verici bir gerileme ile karşı karşıya kalacak. IMF'nin son raporunda açıkladığına göre, bugünden 2009'un başına kadar 50 ülke kıtlığın vurduğu kasvetli coğrafyalar listesine katılacak. Bunlar arasında birçok Afrika, Latin Amerika, Orta Amerika ve hatta Asya ülkesi bulunuyor. Örneğin Etiyopya'da 12 milyon insan resmi olarak açlıktan ölme sınırında yaşıyor. Sözde yeni kapitalist mucizeler olarak addedilen Hindistan ve
Bu kıyametvari perspektif artık kapitalist dünyanın liderleri, egemen sınıfa hizmet eden politikacılar ve gazeteciler tarafından gizlenemiyor. Bunu nasıl yapacaklardı ki? Dünyanın en önemli bankalarından bazıları çöktü; bunlar ancak devlet tarafından sağlanan yüz milyarlarca dolar, pound ve Euro'lar sayesinde kurtarılabildi. Amerika, Asya ve Avrupa borsaları için sonu gelmeyen bir düşüş söz konusu: Ocak 2008'den beri 25 trilyon dolar kaybettiler ve bu miktar ABD'nin iki yıllık toplam üretimine eşit. Bütün bunlar dünya çapında egemen sınıfı saran gerçek paniği gösteriyor. Eğer bugün borsalar çöküyorsa bunun nedeni sadece bankaların yüz yüze kaldığı felaket durum değil, aynı zamanda kapitalistlerin ekonomik etkinliklerdeki dev bir düşüşten dolayı karlarında baş döndürücü bir azalma olması, işletmelerin art arda batmasını, geçen 40 yılda görülenlerden çok daha kötü bir durgunluk beklemeleri. Belli başlı dünya liderleri, Bush, Merkel, Brown, Sarkozy, Hu Jianto, bir dizi toplantı ve ‘zirve'de (G4, G7, G8, G16, G40) hasarı önlemek ve en kötüsünün gelmesini engellemek için bir araya geldiler. Kasım ortasında yapılacak ‘kapitalizmi yenilemek için' yine bir zirve gündemde. Ajite olmuş politikacılara denk tek şey TV, radyo ve gazete uzmanlarının azgınlığı... Kriz bir numaralı medya hikâyesi olmuş durumda.
DÜNYA DEVRİMİ
9
Aralık 2008 kitlesel kredilere başvuruyor. Bu yüzden ‘iyileşmeler ve düzelmeler' her seferinde karanlık yarınlara yol açıyor, çünkü günün sonunda kredilerin karşılanması, borçların geri ödenmesi gerekiyor.
Neden böylesi bir laf bombardımanı var? Aslında burjuvazi artık daha fazla ekonominin felaket durumunu saklayamadığından, bizi meselenin kapitalizmi değil, bazı ‘aşırılıkları' ve ‘suistimalleri' sorgulama meselesi olduğuna inandırmaya çalışıyor. "Suç spekülatörlerde"! "Suç aç gözlü patronların"! "Suçlu vergi cennetleri"! "Suç ‘neo-liberalizm'in"! Bu peri masalını bize yutturmak için bütün profesyonel dolandırıcılar harekete geçmeye çağrılıyor. Dün ekonominin sağlıklı olduğunu, bankaların sağlam olduğunu söyleyen aynı ‘uzmanlar' bugün kendilerini TV ekranlarına atıp yeni yalanlar kusuyorlar. Dün ‘neoliberalizmin' ÇÖZÜM olduğunu, devletin ekonomiye müdahale etmemesi gerektiğini söyleyenler, artık devletin daha fazla müdahale etmesi gerektiğini söylüyorlar. Daha fazla devlet ve daha fazla ‘ahlak' olursa kapitalizm iyi olacak! Bize satmaya çalıştıkları yalan işte bu! Kapitalizm krizlerini aşabilir mi? Gerçek şu ki bugün dünya kapitalizmini kasıp kavuran krizler, 2007 yazında ABD'deki konut balonunun patlamasından kaynaklanmıyor. 40 yıldan fazla bir zamandan beri bir durgunluğu diğeri takip ediyor: 1967, 1974, 1981, 1991, 2001. On yıllardan beri işsizlik sürekli bir salgına dönüştü ve sömürülenler yaşam standartlarına yönelik artan saldırılara maruz kaldı. Neden? Çünkü kapitalizm insan ihtiyaçları için değil, pazar ve kar için üreten bir sistem. Karşılanamayan birçok ihtiyaç var ama bunlar karlı değil: diğer bir deyişle nüfusun büyük çoğunluğu üretilen malları alabilecek araçlardan yoksun. Eğer kapitalizm krizdeyse, eğer yüz milyonlarca ve yakında milyarlarca insan göz yumulamaz bir sefalet ve açlığa itilmişse, bunun nedeni sistemin yeterince üretmemesi değil, satabileceğinden daha fazla mal üretmesidir. Burjuvazi bu sorunun etrafından dönmek için her seferinde sahte bir pazar yaratmaya çalışıyor ve
Bugün gerçekleşen tam da budur. Geçen birkaç yılın bütün ‘olağanüstü büyümesi' tamamen borca dayanıyordu. Dünya ekonomisi kriz üzerinde yaşıyordu ve şimdi faturayı ödeme zamanı geldiğinde her şey iskambil kartlarından kuleler gibi yıkıldı. Kapitalist ekonominin mevcut sarsıntıları, politik liderlerin ‘kötü yönetiminden', ‘tüccarların' spekülasyonundan ya da bankacıların sorumsuz tavırlarından kaynaklanmıyor. Bütün bu insanlar kapitalizmin yasalarını uygulamaktan başka bir şey yapmadılar ve sistemi yıkıntıya çeviren de işte tam bu yasalar. İşte bu yüzden devletler ve onların merkez bankaları tarafından pazarlara enjekte edilen milyarlar hiç fayda etmeyecek. Daha da beteri! Bunlar ateşe körükle gitmek gibi, borcun üstüne borç yığmaktan başka bir şey değil. Burjuvazi bu zavallı ve kısır önlemlerle sadece kendi güçsüzlüğünü gösteriyor. Er ya da geç bu kurtarma planları başarısız olmaya mahkûm. Kapitalist ekonomi için hiçbir gerçek iyileşme mümkün değil. Solun ya da sağın hiçbir politikası, kapitalizmi kurtaramaz çünkü sistem iyileştirilemez, ölümcü bir hastalıktan dolayı can çekişiyor. Artan sefalete karşı, dayanışma ve sınıf mücadelesi!
Her yerde 1929 krizi ve 1930'ların Büyük Buhranı'yla kıyaslamalar yapıldığını görüyoruz. O dönemlerin manzaraları hala hafızalarda: bitmez tükenmez işsiz kuyrukları, yoksullar için aş evleri, her yerde fabrikaların kapanması. Peki, bugünkü durum aynı mı? Cevap HAYIR. Kapitalizm deneyimlerinden öğrenmiş, vahşi bir çöküşü devlet müdahalesi ve daha iyi bir uluslar arası koordinasyon sayesinde önleyebilmiş olsa bile durum çok daha ciddi.
DÜNYA DEVRİMİ
Fakat başka bir belirleyici fark daha var. 30'ların felaket buhranı İkinci Dünya Savaşına yol açmıştı. Mevcut kriz bir Üçüncü Dünya Savaşıyla biter mi? Savaşa doğru koşmak elbette ki çözümsüz krizlerine karşı burjuvazinin tek çözümü. Ve buna karşı koyabilecek tek güç burjuvazinin ölümcül düşmanı enternasyonal işçi sınıfı. 1930'larda dünya işçi sınıfı, Rusya'da ki 1917 devriminin yalıtılmasının ardından, çok ağır bir yenilgi almış ve kendisinin emperyalist katliama çekilmesine izin vermişti. Fakat 1968'de başlayan büyük mücadelelerden beri bugünün işçi sınıfı, kanını, sömüren sınıf için dökmeye niyetli olmadığını göstermiştir. 40 yıldan beri işçi sınıfı kimi acı yenilgiler almış olsa bile hala ayakta ve özellikle 2003'ten beri bütün dünyada daha büyük ölçüde kavgaya giriyor. Kapitalizmin belirginleşen krizi sadece azgelişmiş ülkelerde değil gelişmiş ülkelerde de yüz milyonlarca işçi için derin yoksunluklar getirecek işsizlik, sefalet, hatta kıtlık. Fakat bu aynı zamanda sömürülenler arasında bir direniş hareketinin çıkmasını da zorlayacak. Burjuvazinin ekonomik saldırılarını önlemek, bunların bizi mutlak sefalete itmesini engellemek için bu mücadeleler kesinlikle gerekli. Fakat şurası açık ki, bu mücadeleler bile kapitalizmin kendi krizinin derinlerine batmasını engelleyemez. İşte bu yüzden işçi sınıfının direniş mücadeleleri başka bir ihtiyaca, çok daha önemli bir gereksinime karşılık geliyor. Bunlar sömürülenlerin kendi kolektif güçlerini, dayanışmalarını, insanlığa tek alternatifi sunabilecek bilinçlerini geliştirmesini
10
Aralık 2009
mümkün kılacak. Bu alternatif kapitalist sistemin yıkımı ve tamamen farklı temelde işleyen bir toplumun onun yerini almasını içeriyor. Bu öyle bir toplum ki, artık sömürüye ve kara, pazar için üretime değil, insan ihtiyacı için üretime dayanacaktır ve ayrıcalıklı bir azınlık tarafından değil, üreticilerin kendileri tarafından örgütlenecektir. Kısacası bu komünist bir toplum olacaktır. 80 yıldır sağıyla soluyla burjuvazinin bütün kesimleri, Doğu Avrupa ve Çin'de hüküm süren rejimleri, aslında devletçi kapitalizmin barbar bir biçiminden başka bir şey olmamalarına rağmen, "komünist" olarak sunmak için elbirliğiyle uğraştılar. Egemenler için bu, sömürülenleri başka bir dünyanın çocukça bir hayal olduğuna ikna etmek, ufukta kapitalizmden başka bir şey olmadığına inandırmak sorunuydu. Fakat artık kapitalizm kendi tarihsel çöküşünü öyle açık ortaya koyuyor ki, işçi sınıfı mücadeleleri gittikçe artan ölçüde komünist toplum perspektifine yönelmek zorunda. Miadını dolduran kapitalizmin saldırıları karşısında, sömürüye, sefalete ve kapitalist savaşın barbarlığına bir son verebilmek için; Yaşasın Dünya İşçi Sınıfının Mücadelesi! Bütün Dünyanın İşçileri Birleşin!
Enternasyonal Komünist Akım
DÜNYA DEVRİMİ
11
Aralık 2008
MAYIS 68 [5] DEVRİMCİ GÜÇLERİN
ENTERNASYONAL DİRİLİŞİ Mayıs 68’e dair geçtiğimiz yazımızı şu şekilde bitirmiştik:“Sonuçta, Mayıs 68’in tarihsel önemi bugün bize söylendiği gibi ne ‘Fransa’nın özelliklerinde’, ne öğrenci isyanında, ne de ‘ahlaksal devrim’dedir. Bu tarihin önemi, dünya proletaryasının karşı-devrimden çıkması ve sermaye düzenine karşı yeniden kavgayı içeren yeni bir tarihsel döneme girildiğini göstermesidir. Bu dönemde, daha önceden karşı-devrim tarafından sessizliğe itilen ya da yok edilen proletaryanın politik akımları da yeniden gelişecektir. EKA’da bunların arasındadır” (Mayıs 1968 [4]: Fransa’daki genel grevin uluslararası önemi, Dünya Devrimi 2). Bu makalede bunu inceleyeceğiz. Karşı devrimin komünist hareketi tahribatı Yirminci yüzyılın başında, Birinci Dünya Savaşı sırasında ve sonrasında proleterya devasa kavgalar verdi. 1917’de, Rusya’da burjuva iktidarını devirdi. 1918 ile 1923 arasında Avrupa’nın en temel ülkesi Almanya’da aynı amacı gerçekleştirmek için çok sayıda mücadele verdi. Bu devrimci dalga dünyanın İtalya’dan Kanada’ya, Macaristan’dan Çin’e, gelişkin bir işçi sınıfı olan her yerini kasıp kavurdu... Fakat nihayetinde dünya burjuvazisi işçi sınıfının bu devasa hareketini yalıtmayı başardı ve orada da durmadı. Burjuvazi, sınıf düşmanının üzerine bütün işçi hareketi tarihinde görülmüş en korkunç karşı devrimi saldı. Tam da devrimin en ileri gittiği ülkelerde, Rusya ve Almanya’da Stalinizm ve Nazizim’in iki önemli temsilcisi olduğu bu karşı devrim akla sığmayacak bir barbarlık şekli aldı. Bu koşullar altında, devrimci dalganın öncü kolunu oluşturmuş olan Komünist Partiler karşı devrimin partilerine dönüştürüldüler... Sosyalist partiler, 1914’te emperyalist savaş karşısında işçi sınıfına ihanet ettiklerinde, bu ihanet partiler içerisinde proleter prensiplerin savunusunu bırakmamaya kararlı akımların yükselmesine neden oldu: bu akımlar komünist partilerin kuruluşunun temellerini atacaklardı. Bunun ardından, komünist partiler ihanet ettiğinde, gerçek komünist görüşlerin savunusuna sadık sol fraksiyonların ortaya çıkmış olduğunu gördük. Öte yandan, sosyalist partiler içerisinde oportünist eğilime ve ihanete karşı savaşanlar, Rus devriminin ardından yeni bir Enternasyonal kurmalarına olanak tanıyacak kadar güç ve işçi sınıfı içerisinde büyüyen bir etkinlik kazanırken, komünist partilerden gelen sol akımlar için durum bu şekilde gelişmedi, zira karşı devrimin ağırlığı büyümekteydi. Dolayısıyla, başlangıçta Alman ve İtalyan komünist partilerinin militanlarını çoğunluğunu örgütlerken, bu
akımlar süre içerisinde sınıfa dair etkinliklerini ve militan kuvvetlerinin büyük bir kısmını yitirdiler, veya Hitler rejimi onları öldürmeden veya son militanları kamplara göndermeden bile Almanya örneğinde olduğu üzere çok sayıda ufak gruba dönüştüler... Dolayısıyla 1930’larda, Troçki’nin etrafındaki gitgide oportünizm tarafından yenilip bitirilen akım dışında, Hollanda’daki (proleter partinin gerekliliğini reddeden ve ‘Konsey Komünizmini’ savunan) Gruppe Internationaler Kommunisten (Enternasyonal Komünist Grup - GIK) veya (Bilan – Bilanço adlı teorik dergiyi çıkartan) İtalyan Komünist Partisi’nin Sol Fraksiyonu gibi devrimci görüşleri savunmaya çalışan örgütlerin militanlarının sayısı yalnızca birkaç düzineydi ve artık işçilerin mücadelesinin gidişatında bir etkileri yoktu... İlkinin aksine, İkinci Dünya Savaşı proleterya ve burjuvazi arasındaki güçler dengesinin devrilmesiyle sonuçlanmadı, bunun tam tersi gerçekleşti. Tarihsel deneyimden öğrenmiş, ve Stalinist partilerin kıymetli desteğini arkasına almış olan burjuvazi, proleteryanın her tür yeni ayaklanmasını doğmadan boğmaya özen gösteriyordu. Demokratik ‘Kurtuluş’ coşkuşunda, komünist solun grupları 1930’larda olduklarından bile daha yalıtılmış haldeydiler. Hollanda’da Kommunistenbund Spartacus (Spartaküs Komünistler Birliği - SKB) GIK’in konseyci pozisyonlarının savunusu devraldı. Bu pozisyonlar SKB’den ayrılan Daad en Gedachte (Eylem ve Düşünce) grubu tarafından da aynı şekilde savunuluyordu. Bu iki grup örgütün ve proleteryanın öncü kolunun rolünü reddeden konseyci görüşleri tarafından kısmen engellenseler de, yoğun bir basım işi yaptılar. Bununla birlikte en büyük engel karşı devrimin ideolojik ağırlığıydı. Aynı şekilde 1945’te, İtalyan Komünist Partisi’nin kurucusu Amadeo Bordiga ile İtalyan Komünist Partisinin Sol Fraksiyonu’nda önemli rol oynamış militan Onotaro Damen ‘in etrafından (Battaglia Comunista – Komünist Kavga , ve Prometeo adlı yayınları olan) Partito Comunist Internazionalista’nın (Enternasyonalist Komünist Partisi - EntKP) kurulması militanlarının beklentilerini karşılamadı. Bu örgüt kurulduğunda 3000 militana sahip olsa da moral bozukluğu ve bölünmeler sonucu sürekli zayıfladı. Bu bölünmelerin en önemlisi 1952’de Amadeo Bordiga’nın etrafında (Programma Comunista – Komünist Program’ı yayınlayan Partito Comunista Internazionale’in (Enternasyonal Komünist Partisi EKP) kurulmasına yol açandı. Bu bölünmelerin nedeni, 1945’teki örgütsel kuruluşa hakim olan ve 1930’larda Bilan dergisinin elde ettiği teorik kazanımların terk edilmesine dayalı olan kafa karışıklığında yatmaktaydı.
DÜNYA DEVRİMİ Fransa’da 1945’te Bilan’ın görüşleri çerçevesinde kurulan (fakat Alman ve Hollanda komünist sollarından belirli sayıda programatik görüşü de içselleştirmiş olan) ve 42 sayı Internationalisme adlı dergiyi çıkartan Gauche Communiste de France (GCF – Fransa Komünist Solu), 1952’de ortadan kalktı. Aynı ülkede, Enternasyonal Komünist Partisi’ne bağlı ve le Proletaire’i yayınlayan bir takım unsurların dışında, 1960’lara kadar sınıf ilkelerini savunan bir grup da Socialisme ou Barbarie (SouB) idi. Fakat İkinci Dünya Savaşı sonrasında Troçkizm’den kopmuş olan bu grup, süreç içerisinde hızla marksizmi terketti, ki bu da grubu 1966’da dağılışa götürdü. Farklı ülkelerde çeşitli grupların varlığından da bahsedebiliriz. Fakat 1950’lerde ve 60’ların başında komünist görüşleri savunmaya devam eden akımların durumunun en belirgin özellikleri sayısal açıdan aşırı zayıf olunmasının yanı sıra yayınların gizli niteliği, enternasyonal yalıtılmış durumu ve bir çok siyasi görüşte gerileme yaşanmasıydı. Bu ya grupların basitçe dağılmasına neden oldu ya da özellikle kendisini dünyadaki tek komünist örgüt olarak gören Enternasyonal Komünist Partisi’nin örneğinde olduğu gibi sekter bir gerilemeye yol açtı. Devrimci görüşlerin yenilenmesi 1968’de Fransa’daki genel grev, sonrasında da işçi sınıfının daha önce bahsettiğimiz çeşitli devasa hareketleri, komünist devrim fikrini pek çok ülkede gündeme getirdi. Stalinizmin kendisini ‘komünist’ ve ‘devrimci’ olarak sunan yalanı dağılmaya başladı. Bu durum şüphesiz Maocular ve Troçkistler gibi SSCB’yi ‘Sosyalist Anavatan’ın ideallerinden sapmakla suçlayan eğilimlerin işine yaradı. Özellikle Stalinizme karşı mücadele tarihinden dolayı Troçkist hareket 1968’de ikinci gençliğini yaşayarak geçmişte Stalinist partilerin üzerlerine gelen gölgelerinden sıyrıldılar. Troçkist hareketin safları, özellikle Fransa, Belçika ve İngiltere gibi ülkelerde göz alıcı bir biçimde şişti. Fakat bu akım herşeyden önce SSCB’deki sözde ‘işçilerin’ kazanımlarının savunusunu yani bu ülkenin hüküm sürdüğü emperyalist kampın savunusunu yaptığı için İkinci Dünya Savaşı’ndan beri proleter safların bir parçası olmaktan çıkmıştı. Gerçekten de 60’ların sonunda gelişen işçi grevleri, Stalinist parti ve sendikaların işçi sınıfı düşmanı rollerini gözler önüne sermişti. Ayrıca seçim ve demokrasi sirkinin burjuva egemenliğinin araçları olduğunu göstermişlerdi. Bu da dünyanın çeşiti yerlerinde çok sayıda unsurun geçmişte sendikaların ve parlementerizmin rolünü en açık biçimde reddeden ve Stalinizme karşı mücadelede vücut bulmuş olan siyasi akımlara, yani komünist solun akımlarına yöneltti.
12
Aralık 2008
Mayıs 68’in ardından Troçki’nin yazıları kitlesel olarak dağıtıldı. Ayrıca Anton Pannekoek, Herman Gorter (Hollanda Komünist Solunun iki temel teorisyeni) ve Ocak 1919’da öldürülmesinden kısa bir süre önce Bolşevik yoldaşlarını Rusya’daki devrimin karşılaşabileceği tehlikelere dair ilk uyarak Rosa Luksemburg’un yazıları da daha fazla ilgi görmeye başladı. Komünist solun tecrübelerinden esinlenmiş yeni gruplar ortaya çıkmaya başladı. Gerçekten de Troçkizmin bir tür sol kanat Stalinizme dönüştüğünü anlayan unsurlar İtalyan Solunun görüşlerinden ziyade konseyciliğe evrildiler. Bunun birkaç nedeni vardı. Bir yandan, Stalinist partilerin reddedilmesi yanında komünist parti fikrinin de reddedilmesi anlamına geliyordu; diğer yandan (İtalyan komünist solunun gerçek bir enternasyonal varlığı olan tek kolu olan) Bordigist akım, komünist partinin iktidarı alması ve kendi saflarında ‘monolitizm’ gibi İtalyan komünist soluna güveni azaltan görüşleri savunuyordu. Bunun yanı sıra, Bordigistler Mayıs 68’in tarihsel önemini tamamen görmezden gelerek bu hareketi yalnızca bir öğrenci hareketi olarak değerlendirdiler. Konseycilikten etkilenmiş yeni ortaya çıkmaya başlayadursun, daha önceden mevcut olanlar eşi benzeri görülmemiş bir başarı deneyimliyor ve bir yandan saflarının göz alıcı bir şekilde güçlendiğini görürken diğer yandan kendilerinin bir danışılacak bir kutup olarak hareket etme kaabiliyetini fark ediyorlardı. Bu özellikle 1958’de SouB’dan ayrılmış olan Informations et Correspondances Ourvieres (ICO) adlı grup için geçerliydi. 1969’da bu grup Brüksel’de Daniel CohnBendit, Alman komünist solunun ABD’ye göç etmiş ve burada farklı konseyci dergiler çıkartmış militanı Paul Mattick ve Daade en Gedacgte grubunun kilit isimlerinden Cajo Brendel’in katıldığı bir toplantı düzenledi. Fakat ‘örgütlü’ konseyciliğin başarısı uzun sürmedi. Sonuçta ICO 1974’te kendisini feshettiğini açıkladı. Hollandalı gruplar ise bir süre sonra kilit militanları çok yaşlandığı veya öldüğü için devam edemez oldular. İngiltere’de Socialisme ou Barbarie’nin görüşlerinden etkilenmiş olan Solidarity (Dayanışma) adlı grup, ICO’nunkine benzer bir başarının ardından bir bölünme yaşadı ve 1981 parçalandı ve dağıldı (buna rağmen Londra’daki grup 1992’ye kadar bir dergi çıkartmaya devam etti). İskandinavya’da 1968’de ortaya çıkan konseyci gruplar Eylül 1977’de Oslo’da bir konferans örgütlemeyi başardılar, fakat bu çabalar da pek bir yere varmadı.
DÜNYA DEVRİMİ Son tahlilde, 1970’lerin gidişatında en fazla gelişmiş olan eğilim, kendisini 1970 Temmuz’unda yaşamını yitiren Bordiga’nın görüşlerine bağlamış olan akımdı. Bu akım büyük ölçüde çeşitli solcu örgütleri, özellikle Maocuları vuran krizleri sonucu ortaya çıkmış çok sayıda unsur olmasında faydalandı. 1980’de, Enternasyonal Komünist Partisi, komünist solun uluslararası alanda en önemli ve etkin grubuydu. Fakat Bordigist eğilimin sol kapitalizmin özelliklerini taşıyan unsurlara açılması, 1982’de örgütün parçalanmasına ve bir dizi ufak sekte dönüşmesine neden oldu. The beginning of the International Communist Current Aslında komünist solun görüşlerinin yenilenmesinin en önemli uzun vadeli ifadesi bizim örgütümüzün gelişimi oldu (EKA tarihine dair daha detaylı bilgi için şimdilik EKA’nın yabancı dillerdeki internet sitelerine başvurulabilir). Örgütümüzün Fransa’daki temelleri kırk yıl önce, Temmuz 1968’de, siyasi yaşantısına Venezuella’daki Internacionalismo grubuyla girmiş RV adlı bir yoldaş ile bir yıl önce ufak bir tartışma grubu oluşturmuş unsurların ilk defa ilkelerini duyurmasıyla atıldı. Venezuella’daki Internacionalismo adlı grup ise 1945-1952 yılları arasında Gauche Communiste de France’ın kilit militanlarından olan Marc Chirik tarafından 1964’te kurulmuştu. Marc Chirik militan yaşama 1919’da, ilk önce Filistin Komünist Partisi’nde başlayarak, ardından Fransa Komünist Partisi’nde devam etmiş, sonrasında ise 1938’de Komünist Solun İtalyan Fraksiyonu’na katılmıştı. Mayıs 1968 genel grevi süresince, tartış grubunun unsurları, İşçi Konseylerinin Kurluşu için Hareket imzalı çeşitli bildiriler yayınladılar ve başka unsurlarla tartışmalara girererek sonunda Eylül 1968’den beri Revolution Internationale’i yayınlayan grubu oluşturdular. Bu grup konseyci hareketin içerisindeki iki farklı grupla bağlantı kurdu ve tartışmaya başladı. Bunlardan bir tanesi l'Organisation conseilliste de Clermont-Ferrand (Clermont-Ferrand Konseyci Örgütü), diğeri ise Marsilya’da örgütlenmiş olan Cahiers du communism de conseils (Konsey Komünizmi Notları) idi. En sonunda 1972’de bu üç grup bir araya gelerek EKA’nın Fransa şubesi olacak olan örgütü kurmak için birleştiler ve Revolution Internationale’in yeni dizisini çıkartmaya başladılar. Bu grup, Internacionalismo ve Bilan’ın politikasını devam ettirerek 1968’den sonra ortaya çıkmış farklı gruplarla tartışmalara girişti; bu gruplar arasında en önde geleni ABD’deki Internationalism grubuydu. 1972’de Internationalist komünist solla bağlantılı olduğunu öne süren yirmi gruba bir mektup gönderdi ve bir iletişim ve enternasyonal tartışma ağı kurulması çağrısı yaptı. Revolution Internationale bu insiyatife sıcak yanıt verirken perspektifin uluslarararsı bir konferans örgütlemek olmasını önerdi. Konseyci harekete mensup olan öteki gruplar çağrıya olumlu yanıt verirken, İtalyan solunun geleneğini sahiplenen gruplar ya çağrıya kulak tıkadılar, ya
13
Aralık 2008
da bu hareketi prematüre olarak değerlendirdiler. Bu insiyatif temelinde 1973 ve 1974’te İngiltere ve Fransa’da ilk ikisi Solidarity’den, üçüncüsü de Troçkizm’den kopmuş olan üç grubun, World Revolution (Dünya Devrimi), Revolutionary Perspectives (Devrimci Bakışlar) ve Wokrers’ Voice’un (İşçilerin Sesi) katıldığı çeşitli toplantılar düzenlendi. Sonunda, tartışmalar dizisi Ocak 1975’te, aynı siyasi doğrultuya sahip grupların, yani Internacionalismo, Internationalism, Revolution Internationale, World Revolution Rivoluzione Internazionale (İtalya) ve Accion Proletaria’nın (İspanya) Enternasyonal Komünist Akım adı altında birleşme kararı aldığı bir konferans düzenlendi. EKA bu komünist solun öteki gruplarıyla ilişki ve tartışma inşa etme politikasına devam etme kararı aldı. Bunun üzerine EKA 1977’de (Revolutionary Perspective ile birlikte) Oslo konferansına katıldı ve 1976’da Enternasyonalist Komünist Partisi’nin (Battaglia Comunista) insiyatifinde komünist solun gruplarının uluslararası bir konferansı örgütlenmesi çabasına olumlu yanıt verdi. 1977’de (Milan), 78’de (Paris) ve 80’de (Paris) gerçekleşen üç konferans kökenlerini komünist solda gören gruplarda büyüyen bir ilgi yarattı fakat Battaglia Comunista ve Communist Workers Organization (Komünist İşçiler Örgütü – İngiltere’de Revolutionary Perspectives ve Workers’ Voice’un birleşimi sonucu kurulan örgüt) tarafından EKA’yı konferanslardan atmak kararı alınması bu çabanın sona erişini de beraberinde getirdi (bu konferanslara dair daha detaylı bilgi için şimdilik EKA’nın yabancı dillerdeki internet sitelerine başvurulabilir). Bir bağlamda, (1984’te birlikte Uluslararası Devrimci Parti Bürosu’nu oluşturacak olan) Battaglia Comunista ve Komünist İşçiler Örgütü’nün, en azından EKA’ya karşı sekter bir biçimde kapanması, komünist sola proleteryanın Mayıs 68’de yükselişiyle gelen ilk atılımın duraksamaya girdiğini gösteriyordu. Buna rağmen, işçi sınıfının son yirmi – otuz yıl içerisinde karşılaştığı zorluklara, özellikle Stalinist rejimlerin çöküşünün ardından ‘komünizmin ölümüne’ dair yapılan ideolojik kampanyalara rağmen, dünya burjuvazisi işçi sınıfını yenmeyi daha başaramadı. Temelde EKA ve onun yanı sıra UDPB (UDPB’nun EKA’ya kıyasla daha az büyümüş olması temelde sekterliğine ve örgütsel inşaasını sağlam yapmasını engelleyen siyasi oportünizmine bağlıdır denilebilir. Bu konuya dair daha detaylı bilgi için şimdilik EKA’nın yabancı dillerdeki internet sitelerine başvurulabilir) tarafından temsil edilen komünist sol akımının hala görüşlerini korumuş olmasında ve şu anda sınıf mücadelelerinin 2003’ten beri yavaşça tekrar yükselmesiyle devrimci bir perspektife dönen unsurların büyük ilgisini deneyimlemesi bunu kanıtlar. Fabianne Révolution Internationale Enternasyonal Komünist Akım Fransa Şubesi
DÜNYA DEVRİMİ
14
Aralık 2008
Dünya Devrimi Aşağıdaki EKA Yayınlarını Destekler: Accion Proletaria (İspanya) Apartado de Correos 258, 46080 Valencia, İspanya Internacionalismo (Venezüella) Siyasi koşullar nedeniyle posta kutusu kapatılmıştır. İspanya’daki adresle iletişime geçebilirsiniz Internationalism (ABD) Internationalism 320 7th Ave. #211 Brooklyn, NY 11215 ABD Internationalisme (Belçika) BP 1134, BXL 1, 1000 Bruksel, Belçika Révolution Internationale (Fransa) RI, Mail Boxes 153, 108 rue Damremont, 75018 Paris, Fransa Rivoluzione Internazionale (İtalya) CP 469, 80100 Napoli, İtalya Weltrevolution (Almanya) Postfach 410308, 50863 Köln, Almanya Weltrevolution (İsviçre) Postfach 2216, CH-8026 Zürich, İsviçre Wereldrevolutie (Hollanda) Postbus 339, 2800 AH Gouda, Hollanda World Revolution (İngiltere) BM Box 869, London WC1N 3XX, İngiltere Revolucion Mundial (Meksika) Apartado Postal 15-024, C.P 02600, Distrito Federal, Mexico, Meksika Communist Internationalist (Hindistan) POB 25, NIT, Faridabad, 121001, Haryana, Hindistan Internationell Revolution (İsveç) Box 21 106, 100 31 Stockholm, İsveç
Dünya Devrimi’nin eski yeni sayılarını, yayınladığımız kitapçıkları ve Gece Notları arşivini PDF olarak size göndermemizi istiyorsanız solkomunist@yahoo.com adresine, Enternasyonal Komünist Akım’ın yayınlarına abone olmak için international@internationalism adresine veya isimle hitap etmeden yanda belirtilen posta adreslerine yazınız. Tartışma devrimci hareket için hayati bir öneme sahiptir. Siyasi faaliyetlerimizin en önemli unsurlarından biri, temel ilkelerimizin tanımladığı üzere “Proleter mücadelenin amaçlarının ve yöntemlerinin ve tarihsel ve anlık koşullarının siyasi ve teorik olarak netleştirilmesi”dir. Bu bize göre ancak devrimci saflar içerisinde farklı düşünce ve görüşlerin karşılaşması ve tartışılmasıyla mümkündür. Bu yüzden okuyucularımızı, internet sitemizin dahil olduğu yayınlarımızda savunduğumuz görüşler ve analizlere dair yorumlarını, fikirlerini ve eleştirilerini bizimle paylaşmaya teşvik ediyoruz. Bütün ciddi yazışmaları mümkün olan en kısa sürede yantıtlamak için elimizden geleni yapacağız, fakat kısıtlı kaynaklarımız bunun hemen gerçekleşmesine imkan vermeyebilir. Genel ilgi görebilecek konulardaki yazışmaları ve bizim cevabımızı bize yazan kişinin onayıyla yayınlayabiliriz.
DÜNYA DEVRİMİ TEMEL İLKELER Enternasyonalist Komünist Sol Aşağıdaki Siyasi İlkeleri Savunur
- Kapitalizm Birinci Dünya Savaşı'ndan beri çöken bir toplumsal sistemdir. İki defa insanlığı kriz, dünya savaşı, yeniden yapılanma ve yeniden krizden oluşan barbarca bir döngüye sürüklemiştir. Seksenlerde bu çöküşün son evresine, çürüme evresine girmiştir. Bu geri çevrilemez tarihsel düşüşün sunduğu iki ihtimal vardır: ya sosyalizm ya da barbarlık; ya dünya komünist devrimi ya da insanlığın yok oluşu. - 1871 Paris Komünü, koşulların olgunlaşmamış olduğu bir dönemde proleteryanın bu devrimi gerçekleştirmek için ilk denemesiydi. Kapitalist çöküşün başlamasıyla bu koşullar yerine getirildikten sonra, 1917'de Rusya'da gerçekleşen Ekim devrimi, emperyalist savaşa son vermiş ve daha sonra birkaç yıl daha devam etmiş olan uluslararası devrimci dalganın bir parçası olarak gerçek dünya komünist devrimine doğru atılmış ilk adımdı. Uluslararsı devrimci dalganın yenilgisi, özellikle 1919-23 arası Almanya'daki yenilgi, Rusya'daki devrimi yalıttı ve hızla yozlaşmaya mahküm etti. Stalinizm, Rus devriminin bir ürünü değil, mezar kazıcısı oldu. - SSCB'de, Doğu Avrupa'da, Çin'de, Küba'da vb. ortaya çıkan ve ‘sosyalist' veya ‘komünist' adıyla alınan devlet mülkiyetine dayanan rejimler, kendisi çöküş döneminin önemli bir niteliği olan devletçi kapitalizme doğru evrensel eğilimin özellikle vahşi bir türünden başka bir şey değillerdi. - 20. yüzyılın başlangıcından beri bütün savaşlar, büyük küçük bütün devlet arasında uluslararsı alanda bir yer etme mücadelesinin bir parçası olan ölümcül emperyalist savaşlardır. Bu savaşlar insanlığa daima yükselen bir ölçekte ölüm ve yıkımdan başka hiçbir şey getirmemiştir. İşçi sınıfı savaşlara ancak uluslararası dayanışma ve bütün ülkelerde burjuvaziyle savaşarak karşı koyabilir. - Bahanesi ister etnik, ister tarihsel ister dini olsun, bütün milliyetçi ideolojiler - ‘ulusal kurtuluş', ‘ulusların kendi kaderini tayin hakkı' vs işçiler için gerçek zehirlerdir. Onları burjuvazinin şu veya bu kesiminin tarafını tutmaya çağırarak işçileri bölerler ve onları savaşların ve sömürücülerinin çıkarları uğruna birbirlerini katletmeye yöneltirler. - Çöken kapitalizmde parlementolar ve seçimler bir maskaralıktan başka hiçbir şey değildir. Parlementer sirke katılma yönündeki her çağrı sadece bu seçimlerin sömürülenler için gerçek bir seçenek sunduğu yalanını güçlendirmeye yarayabilir. Burjuva hakimiyetinin özellikle ikiyüzlü bir biçimi olan ‘demokrasi' köklerinde kapitalist diktatörlüğün Stalinizm veya faşizm gibi diğer biçimlerinden farklı değildir. - Burjuvazinin bütün kesimleri tamamen gericidir. Bütün sözde ‘işçi' partileri, ‘Sosyalist' ve ‘Komünist' (artık eski‘Komünist') partiler, solcu örgütler (Troçkistler, Maoistler, eski-Maoistler ve resmi anarşistler) kapitalizmin siyasi aygıtlarının sol kanadını oluşturmaktadır. Proleteryanın çıkarlarını burjuvazinin bir kesiminin çıkarlarıyla karıştıran bütün ‘halk cephesi', ‘anti-faşist cephe' ve ‘birleşik cephe' taktikleri sadece proleter mücadeleyi boğmaya ve saptırmaya yarar. - Kapitalizmin çöküş dönemiyle birlikte, heryerdeki sendikalar kapitalist düzenin proleterya içerisindeki organlarına dönüştürüldüler. Sendika örgütlerinin çeşitli biçimleri, ister
15
Aralık 2008
‘resmi' örgütler olsun ister ‘taban' örgütleri, sadece işçi sınıfını kontrol altında tutmaya ve mücadelelerini baltalamaya yarar. - İşçi sınıfı kavgasını yaymak için, mücadelelerini, genişlemenin ve örgütlenmenin kontrolünü, bağımsız genel kitle toplantıları ve seçilmiş ve her an geri çağırılabilir delegelerin oluşturduğu komiteler aracılığıyla alarak birleştirmelidir. - Terörizm hiçbir şekilde işçi sınıfı mücadelesinin bir yöntemi olamaz. Eğer kapitalist devletler arasındaki daimi savaşın bir ifadesi değilse geleceği olmayan bir toplumsal katmanın ve küçük-burjuvazinin çürümesinin bir ifadesi olan terörizm, her zaman burjuvazinin kendi amaçları doğrultusunda kullanması için uygun bir zemin olmuştur. Küçük azınlıkların gizli faaliyetlerini savunmak, proleteryanın bilinçli ve organize kitle faaliyetlerinden doğan sınıfsal şiddeti savunmanın tamamen karşıtıdır. - İşçi sınıfı komünist devrimi gerçekleştirebilecek tek sınıftır. Onun devrimci mücadelesi engellenemez bir biçimde işçi sınıfını kapitalist devletle yüzleşmeye itecektir. Kapitalizmi yok etmek için, işçi sınıfı bütün mevcut devletleri devirmek ve dünya çapında proleterya diktatörlüğünü, bütün proleteryayı yeniden örgütleyecek işçi konseylerinin uluslar arası iktidarını kurmalıdır. - Toplumun işçi konseyleri tarafından komünist dönüşümü ne ‘öz-yönetim' ne de ekonominin millileştirilmesi anlamına gelir. Komünizm, işçi sınıfının ücretli emek, meta üretimi, ulusal sınırlar gibi kapitalist toplumsal ilişkileri bilinçli bir şekilde yok etmesini gerektirir. Bu da bütün faaliyetlerin insani ihtiyaçları karşılamaya adandığı bir dünya toplumunun yaratılması anlamına gelmektedir. - Devrimci siyasi örgüt işçi sınıfının öncü kolunu oluşturur ve sınıf bilincinin proleterya içerisinde genelleşmesinde faal bir etmendir. Görevi hiçbir şekilde ‘sınıfı örgütlemek' veya sınıfın adına ‘iktidarı almak' değildir. Devrimci örgütün görevi mücadelelerin birleşmesine ve işçilerin kontrolü kendileri için kendilerinin almasına doğru giden hareketin faal bir parçası olmak, bir yandan da proleteryanın kavgasının devrimci siyasi hedeflerini çıkartmaktır. Faaliyetlerimiz Proleter mücadelenin amaçlarının ve yöntemlerinin ve tarihsel ve anlık koşullarının siyasi ve teorik olarak netleştirilmesi. Proleteryanın devrimci faaliyetlerine doğru giden sürece katkı yapmak amacıyla uluslararası ölçekte birleşik ve merkezileşmiş örgütlü müdahale. Devrimcilerin, işçi sınıfının kapitalizmi devirmesi ve komünist toplumun yaratılması için kaçınılmaz olan gerçek bir dünya komünist partisi kurma amacıyla yeniden örgütlenmesi. Kökenlerimiz Devrimci örgütlerin ilkeleri ve faaliyetleri işçi sınıfının geçmiş tecrübelerinin ve tarih boyunca işçi sınıfının doğurduğu siyasi örgütlerinin çıkardıkları derslerin bir ürünüdür. Dolayısıyla EKS kökenlerini Marks ve Engels'in Komünist Ligi'nde (1847-52), üç Enternasyonal'de (Enternasyonal İşçi Birliği, 1864-72, Sosyalist Enternasyonal, 1889-1914, Komünist Enternasyonal, 1919-28) ve 1920-30 arasında ve başta Alman, Hollanda ve İtalyan Komünist Solları olmak üzere yozlaşan Üçüncü Enternasyonal'dan ayrılan sol fraksiyonlarda görür.
DÜNYA DEVRİMİ
16
Aralık 2008
OBAMA... YENİ PATRONLA TANIŞIN: ESKİSİNİN AYNISI temelini ilk ortaya atan kişi olduğunu da unutmamak gerekli. ‘Devlet destekli terörizm’ ve ‘haydut devlet’ ibrelerini ilk kullanan Clinton’dı. Tabii bir de Haiti’nin işgal edilmiş olması gibi ufak bir mesele var... Fakat Obama’yı partisinin hükümetteki geçmiş faaliyetleri çerçevesinde yargılamak zorunda değiliz. Adamın kendi sözlerine bakmak yeterli olacaktır. Nisan 2007’de, ilk önemli dış politika konuşmasında, Obama “21. yüzyılın ordusunu kurarak yönetmeliyiz... Kara kuvvetlerimizin Orduya 65,000 kişinin, Deniz Piyadelerine ise 27,000 kişinin eklenmesi ile genişletilmesini şiddetli bir biçimde destekliyorum” demişti. Bu 100,000 yeni askeri Obama’nın neden istediğini merak ediyoruz ister istemez... Tabii Fox Haber kanalında geçen ay İran’ı bombalanması ihtimali tartışılırken Obama “askeri seçeneği asla masadan kaldırmayacağını” söylemişti. Ayrıca Başkan Bush’un Obama’ya göre “ ‘iyi bir savaş’ savaşarak doğru tepki verdiği” Afganistan’a 10,000 yeni asker göndermek istiyor. Bu “iyi savaşta” 20,000 ile 60,000 arası sivilin öldüğünü hatırlatmamıza pek gerek yok. Ayrıca Obama Pakistan’ın “terörizme karşı savaşta... doğru savaşalanı” olduğunu söylüyor ve Pakistan’a saldıracağına dair tehditler savuruyor.
İngilizca basında Barack Obama’nın ABD başkanlığına seçilmesine dair bir hayli ciddi bir heyecan oluşmuş gibi gözüküyor. Çeşitli yorumcular bu durumun, Amerika’nın dört yıllık seçim sirklerinden bir diğerinin daha sonu olmaktan ziyade ABD içinde, hatta bütün dünyada çok ciddi bir değişimin simgesi olduğundan bahsediyor. Basının iddialarına göre, sekiz yıllık Bush Amerika’sından sonra ilk Siyahi başkanın seçilmesiyle gerçek bir dönüşüm olmuş, gerçekten radikal değişikliğe dair bir istek ifade edilmiş, bir söz verilmiştir. Kulağa gerçek olamayacak kadar iyi geliyor. Bariz bir biçimde gerçek de değil zaten. Peki ABD’deki yeni rejimden ne bekleyebiliriz? Öncelikle dış politikaya bakalım. Tabii ki ABD’de Bill Clinton’ın son Demokrat hükümetine bir göz atabiliriz. Bu düşmanlarının üzerine neredeyse ayrımsızca füzeler yağdıran bir hükümetti. Sudan’da tıbbi ürünler üreten fabrikalardan Irak’taki yaşam alanlarına ve Afganistan’a atılan birkaç bombayı unutmak mümkün değil. Tabi ayrıca o dönem insancıl bombardıman olarak nitelendirilen, eski-Yugoslavya’ya yapılan iki hava bombardımanı operyasyonunu da es geçemeyiz. Ayrıca Irak’a karşı yaptırımları uygulamaya devam ederek UNICEF’e göre 500,000 Iraklı çocuğun ölümüne neden olduğunu ve de Bush’un terör kampanyasının ideolojik
Dürüst olmak gerekirse bu onu Vietnam’a giren Kennedy ve Johnson ile Somali, Kosova ve Irak’taki Clinton’a kadarki Demokrat geleneğinin tam merkezine oturtuyor. Peki Obama ABD işçi sınıfına ne öneriyor? Seçim kampanyasına dair net olan şeylerden bir tanesi, arkaplanda derinleşen krize rağmen iki başkanlık adayının da krizle nasıl başa çıkılacağına dair önerecek bir şey önermemiş olmalarıydı. Bunun nedeni ise ikisinin de önerecek cevapları olmamasıydı. Zaten önerilebilecek bir cevap da yok. Politikacıların yapmayı umabilecekleri tek şey idareli davranma lafları altında işçi sınıfının yaşam koşullarına saldırmak. Krizin ilk kuralı hakim sınıfın onun bedelini işçi sınıfına ödetmeye çalışacak olmasıdır. ‘İşçi hakları’na dair bütün laflarına rağmen Obama insanlara “idareli geçinmelerini” söylemek, “tutumluluk” politikaları uygulamak, yani işçi sınıfının yaşam koşullarına ve maaşlarına saldırmak durumunda kalacak. Farklı partilerin ekonomik programlarının sonuçları arasında bir fark olamaz. Hatta ekonomik programlar arasında da bir fark olduğunu söylemek mümkün değil. Sonuçta Obama’nın önerdiği dışarıda daha fazla savaş, içeride işçi sınıfına karşı daha fazla saldırı. Herşey tamamen aynı kalabilmek için tamamen ‘değişmeli’. Yeni patronla tanışın: eskisinin aynısı.
Sabri