DD4

Page 1

Dünyanın bütün işçileri, birleşin!

DÜNYA DEVRİMİ

Enternasyonal Komünist Akım Sayı 4 Mart-Nisan 2009 -------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------İsrail’den Enternasyonalist Bir Ses s.3 / Gazze: Savaş Madurlarıyla Dayanışmak Bütün Sömürücülere Karşı Sınıf Savaşı Yürütmektir s.4 / Yunanistan’daki Öğrenci Hareketi ile Dayanışma s.6 / Atina’da Sendika Genel Merkezi İşgal Edildi s.9 / “Krize Karşı” 15 Şubat Mitinginin Ardından: Tek Çözüm İşçi Sınıfının Bağımsız Birleşik Mücadelesi s. 10 / Osmanlı İmparatorluğu’nda İşçi Hareketleri, Sendikalar ve Sosyalizm s. 11/ Enternasyonalist Komünist Sol Kendisini Feshederek Enternasyonal Komünist Akım’a Katıldı s. 20

GAZZE’DEKİ KATLİAM MİLLİYETÇİLİK VE İŞÇİ SINIFI Bu, komünistlerin böyle çatışmaları nasıl değerlendirdiğine bakarken aklımızda bulundurmamız gereken önemli bir nokta.

Dünyanın heryerinde insanlar Gazze’de İsrail tarafından gerçekleştirilen katliamlara dair dehşete düştüklerini ve tiksinti duyduklarını gösterdiler. Bu yazının amacı olayın bu yanının detaylarına girmek olmasa da, 1200’den fazla Filistinliye karşı 13 İsraillinin hayatını kaybetmiş olması açıkça bunun iki eşit güç arasında bir mücadele değil, basitçe bir katliam olduğunu gösteriyor.

Bazı ülkelerde İsrail’in sözde “mefs-i müdafasına” destek olsa ve hatta katliamları destekleyen bazı eylemler bile gerçekleşmiş olsa da, heryerde katliamlara karşı yapılan eylemler çok daha büyüktü, Şam’da, Madrid’de, Kahire’de, İstanbul’da hatta İsrail’de yüzbinlerce kişinin katıldığı eylemler gerçekleşti. Dünya genelinde görülüyor ki devletlerin çoğu İsrail’in saldırısını kınamayı reddettiyse de veya hatta desteklediyse bile açık destek vermekten herkes kaçında. “İslam dünyası” olarak tasfir edilen yerlerde en belirgin örneği Suriye’de olmak üzere çoğu kez saldırıların kınayan eylemler doğrudan devlet tarafından düzenlendi. Türkiye’de de Cumhurbaşkanı Gül’ün nasılsa “İsrail’in Gazze’yi bombalaması Türkiye Cumhuriyetine saygısızlıktır” gibi bir yorum yapmaya başarabilmesi ve Tayyip’in bir anlık da olsa ikincil bir uluslararası medya yıldızı olmayı başarması gibi durumlar gördük. Hem Arap ülkelerinin çoğunda, hem de Türkiye’de, toplumdaki bütün siyasi güçler bu mesele etrafında birleşmişti. Böyle bir “ulusal birlik” ortaya çıktığında, devrimcilerin sormaları gereken ilk soru, burada hangi sınıfın çıkarlarının temsil edildiği. Cevabın işçi sınıfının çıkarları olmadığını kesinlikle biliyoruz.


DÜNYA DEVRİMİ

2

Mart-Nisan 2009 hiçbir tarafa destek vermemeyi savunan komünistlere, solcular tarafından mücadelenin tamamen eşitsiz olduğu ve Hamas’ı desteklememenin emperyalistleri desteklemek olduğu söylendi. Şüphesiz tarafların eşitsiz olduğu doğru. Fakat kazanması sürpriz olacak tarafı desteklemek, mesela Hacettepe-Fenerbahçe arasındaki bir futbol maçında mantıklı olsa da, gerçekten siyasi bir analiz olduğu söylenemez. Bugün emperyalizm yalnızca ABD ve onun müttefiklerinin emperyalizmi değildir. Emperyalizm şimdi bir dünya düzenidir. Yalnızca ABD, İngiltere ve Fransa değil emperyalist ülkeler. Rusya ve Çin’in de emperyalist çıkarları var, çok daha küçük olan Türkiye, Suriye ve İran gibi ülkelerinden de – ve bu güçler arasındaki çeşitli ulusal azınlıkların çıkarları, bir satranç tahtasındaki piyonlara denk düşüyor. Kürt örneği bu konuda verilebilir. Çeşitli Kürt milliyetçisi örgütler geçmişte yerel veya büyük güçlerle ittifak yapmışlardı, Suriye’nin PKK’ye verdiği destek de bu doğrultuda görülebilir. Mevcut dönemde ulusal kurtuluş hareketleri farklı güçlerin arasındaki mücadelenin araçları olmaktan ileri gitmiyorlar, Filistin örneğinde ise mücadele Suriye ve İran’a karşı İsrail biçiminde ortaya konuyor.

Şüphesiz hakim sınıfın iki yüzlülüğü herkesin görebileceği nitelikte. Sol örgütlerin bazılarının argümanları ise çok daha güç fark edilir durumdalar. Neticede onların geldiği pozisyonu Filistin ulusal kurtuluşunu ve özellikle Hamas’ı desteklemek oluyor. Bu örgütlerin büyük çoğu Hamas’ın gerici, işçi sınıfı düşmanı olduğundan haberdarlar. Hatta bazıları Eylül 2006’da Hamas’ın öğretmenlere ve kamu sektöründeki grevlere karşı saldırılarını bile hatırlıyor. Fakat yine de sosyalistlerin, İsrail’e karşı mücadele eden ve Filistin halkını koruyabilecek tek güç olduğunu iddia ettikleri Hamas’ı desteklemeleri gerektiğini söylüyorlar. Fakat ortadaki veriler bunları kolaylıkla yadsıyor. Ölüm miktarı, Hamas’ın Filistin halkını korumaktan tamamen aciz olduğunu gözler önüne seriyor. Solun savunduğu Filistin mücadelesi efsanesi, “cesur ulusal güçlerin” “siyonist İsrail rejimine” karşı galip geleceği yönündeki görüş ve onun propaganda araçları ulusal bayrakların, ölü çocukların ve ellerinde tüfekler olan güzel genç kadınların resimleri. Yani neredeyse bütün yaklaşımın hiçbir sıkıntısı yok diyeceğiz, fakat şöyle tek bir sorun var ki o da bütün bunların gerçeklikle en ufak bir alakasının bile olmayışı. Filistin ulusal hareketi asla tek başına İsrail yıkmayı başaramayacak. Bu yazının başında verilen ölü sayısı bu gerçeği çok sertçe gözler önüne seriyor; zira olan her İsrailliye karşı neredeyse yüz kadar Filistinli ölmüş. Enternasyonalist görüşü, yani patronların savaşında

Durumun gerçekliğine dair açık olalım, şu anda bir Filistin zaferi ihtimali yok. Umulabilecek en ‘iyi’ ihtimal, Bantustanlara apartit Güney Afrika’sında verilen ‘vatan’ gibi bir koşul, yani Filistin polisinin İsrail düzenini koruduğu bir koşul. Şu anda İsrail ve onu destekleyen ABD’nin askeri bir yenilgisi mümkün değil, böyle birşeyin olması imkansız. Böylesi bir yenilginin gelmesinin tek ihtimali, küresel güç dengelerinde ciddi bir değişiklik olması ve ABD’nin Orta Doğu’daki tahtından kovulması. Bunun için ise Amerikan egemenliğine yeni bir gücün veya güçler koalisyonunun meydan okuması gerekiyor. Belki gelecekte Çin veya yenide eski gücüne kavuşmış bir Rusya bunu gerçekleştirebilir, fakat şu anda mümkün gözükmüyor.

Peki böyle bir şey olması ne anlama gelir? Emperyalist dengelerin değişimi barışçıl yollardan olabilen bir şey değil. En azından bu vekil orduların dünyanın heryerinde birbirleriyle kapıştıkları soğuk savaş günlerindeki gibi bir iktidar mücadelesine dönüş anlamına gelir. En kötü ihtimalle ise genelleşmiş bir savaş anlamına gelir. Orta Doğu’da ise neredeyse kesinlikle bölgeyi adım adım barbarlığa gömen ulusal/etnik/dini çatışmaların ölümcül döngülerinin artmaya devam etmesi anlamına gelir. Gazze’de Filistinlilerin zafer kazanması yeni katliamlar demektir, yalnızca bu defa katleden Araplar, katledilen ise Yahudiler olur.


DÜNYA DEVRİMİ

3

Mart-Nisan 2009 TKP önderlerinin katledilmesinden Irak’ta Kürt milliyetçileinin grev yapan çimento fabrikası işçilerini kurşuna dizmesine kadar giden uzun bir tarihin parçasıdır. Komünistlerin ve devrimcilerin görevi mücadelede zayıf tarafı desteklemek değildir. İşçileri patronları uğruna ölmeye seferber etmek de değildir. Biz başka bir geleneğin sürdürücüleriyiz çünkü. Bu ulusal çıkarları değil sınıfsal çıkarları öncelik kabul eden bir gelenek. Lenin’in ve Birinci Dünya Savaşı’na son veren devrimci ayaklanmaların geleneği.

…Peki ya Filistin işçi sınıfı? Ulusal kurtuluş hareketlerinin tarihi onları neyin beklediğini bize yerinde bir biçimde gösteriyor. Vahşi milliyetçi hareketlerin işçi sınıfını ve o hareketin daha fazla şey isteyen sosyalist destekçilerini katletmek gibi bir huyu vardır. Şangay’da 1927’de binlerce işçinin ve komünistin katledilmesi en iyi bilinen örneklerden olsa da, burada Mustafa Süphi ve

O zaman olduğu gibi bugün de işçilerin vatanı yoktur diyen bir gelenek.

Sabri

İSRAİL’DEN ENTERNASYONALİST BİR SES! Bu yazı ilkin İsrail Indymedia’da ve Libcom.org sitesinde yayınlandı. Ciddi bir biçimde azınlıkta olmasına rağmen, İsrail’in Gazze saldırısı ile birlikte İsrail/Filistin’i kasıp kavuran yurtsever savaş dalgasına karşı çıkmak isteyen İsrail’li bir yoldaş tarafından yazıldı. Bu yoldaşın bu yazıyı yazma kararı, Libcom sitesinden (aralarında Libcom kolektifi ve Enternasyonal Komünist Akım’ın İngiltere ve Türkiye’den militanları da olan) çeşitli yazarların bu yoldaş destek vermesi, dayanışmalarını ifade etmesi ve onu yazıyı yazmak için cesaretlendirmeye çalışmasının etkisiyle gerçekleşti. Bu, Orta Doğu’da şu anda egemen olan habis milliyetçiliğe bir muhalefetin gelişimine yapılmış alçakgönüllü fakat çok önemli katkıdır.

BAYRAK NE DEMEKTİR? İsrail’in Gazze Saldırısının ardından Batı Şeria’daki şu anki duruma dair enternasyonalist bir perspektif geliştirme çabası:

İsrail’deki pek çok insan 3 Ocak 2009’da gerçekleşen protestoya dair örgütçülerin Anayasa Mahkemesine gidip eylemde bir Filistin bayrağı taşımalarına izin verilip verilmeyeceğini soruşlarını hatırlayacak. Ben, herkesin herhangi bir zaman herhangi bir bayrağı taşıyabilmesi, veya hiç bayrak taşımayabilmesinden yanayım. Fakat bir Filistin (eski FKÖ) bayrağının hangi amaca hizmet edeceğinin sorgulanması gerekli. Bu protesto iddia edildiği üzere Gazze’ye yapılmış saldırının durdurulmasını hedefliyor. Peki bir Filistin bayrağının bununla ne ilgisi var? Buna şöyle bir cevap verilebilir: “Filistin direnişine verilen desteği simgeliyor”. O zaman da şu soru akla geliyor: hangi Filistin direnişi? Gazze’deki mantıklı Filistinliler bombalanan yerlerden kaçmak isteyeceklerdir, bombalanmaya direnmek değil. Bombalanmaya direnmek ne demek ki? Saldıran uçaklara el sallamak mı demek? Nasıl İsrail bayrağı İsrail milliyetçiliğini temsil ediyorsa, Filistin bayrağı da Filistin milliyetçiliğini temsil ediyor. Şimdi, bunu okuyan kişilerin çoğu İsrail milliyetçiliğini haklı olarak şiddetle, baskıyla ve kapitalistlerin ülkedeki egemenliğini saklayan ince bir çarşafla eş göreceklerdir. Aynı durum neden Filistin milliyetçiliği için geçerli değil? Şu anda bile, Batı Şeria’daki Filistinliler şiddetle bastırılıyor ve kısıtlanıyorlar, aynı savaşı protesto etmek isteyen Filistinliler. Neden? Çünkü Filistin Otoritesi eleştiri duymak istemiyor ve tek varoluş gayesinden, İşgal Edilmiş Bölgelerde İsrail egemenliğinin taşeronu olmaktan vazgeçmeye hiç niyeti yok.


DÜNYA DEVRİMİ Yalnızca aylar önce, şu anda sığınıklarda ve güvenli barınaklarda saklanıp “kendi” halklarına direniş mesajları gönderen Hamas liderleri öğretmenlere maaşlarını ödemeyi reddediyor, Filistin sendikalarına saldırıyor, el-Fetih’ten rakipleriyle savaşları çerçevesinde sokaklarda masum Filistinlileri katlediyor, rasgele sivil hedeflere roketler gönderiyorlardı. Canla başla çalışan veya işsiz Filistinlilerin hayat koşullarını iyileştirme çabalarının hep karşısına çıkıyorlardı. İsrail milliyetçiliğinin vahşice Gazze’yi bombalamasını protesto ederken, Filistin milliyetçiliğinin yalnızca daha güçsüz olduğunu, daha az vahşi olmadığını hatırlamamız gerekli. Ne yazık ki bu bayrak sadece bir ideal olarak milliyetçiliğin eline oynuyor, ve hükümetin çelişkileri “düşmana” verilen destek olarak otomatik bir biçimde savuşturmasının yolunu açıyor. Tabii ki biraz daha derine inersek, bu fiyaskonun gerçekleşmesinin nedenleri ortada. İsrail Komünist Partisi’nin cephe örgütü Hadaş tarafından

4

Mart-Nisan 2009 örgütlenen bu protesto partinin seçim kampanyasının başlamasından bir gün önce yapıldı. Ve Hadaş’ın Yeşil Hat üzerindeki Filistin milliyetçisi tabanını, seçimlerde Al-Tajuma’dan Laik Milliyetçilere ve Müslüman Hareketine karşı seçim gücünü müdafaa etmek için tatmin etmesi lazım. Bu da yine milliyetçiliğin eline ve doğal olarak kapitalistlerin eline oynuyor. Bu yalnızca şiddet döngülerinin tekrarlanmasına yol açar ki bu döngüler bütün gözlerimizi karartan ve gerçek meseleye, yani bizim değil kendi çıkarları için birilerinin bizi ölmeye ve birbirimizi öldürmeye gönderdiği gerçeğine odaklanmamızı engelleyen kara bulutlar olan bütün milliyetçiliklerin ne olduğu görülmeden bitmeyeceklerdir. Bu hem İsrailliler hem de Filistinliler için böyledir. Milliyetçiliğin kör düğümünü çözün, ve herkes için daha iyi yaşamlar yoluna koyulalım. (Yazının İsrail Indymedia’da yayınlanan hali EKA’nın Gazze’deki duruma dair yazısına verilen link ile bitmişti )

GAZZE: SAVAŞ MADURLARIYLA DAYANIŞMAK

BÜTÜN SÖMÜRÜCÜLERE KARŞI

SINIF SAVAŞI YÜRÜTMEK DEMEKTİR Gazze ekonomisini iki yıl boyunca -gıda ve yakıt aktarımını engellemek, ihracatı durdurmak ve işçilerin sınırın öte yanına geçip İsrail'de iş aramalarını engellemek yoluyla- boğarak, çaresiz Filistinlilerin Mısır sınırını aşarak kaçmaya çalıştığı, bütün Gazze'yi, tam bir tutsak kampına çevirdikten sonra Israil savaş aygıtı bu yoğun nüfuslu yoksul bölgeyi , açık bir biçimde bir hava bombardımanının bütün barbarlığına tabi tutuyor. Yüzlerce insan şimdiden öldürüldü ve çoktan tükenen hastaneler bitmez tükenmez yaralı seliyle baş edemiyor. İsrail'in sivil kayıpları sınırlandırmaya çalıştığı iddiaları, bütün "askeri" hedeflerin bir yığın evin yanında olduğu bir durumda meşum bir yalandan ibaret. Camiler ve İslam üniversitesinin açıkça hedef seçildiği bir durumda, sivil ile askeri hedefler arasındaki ayrım tamamen anlamsızlaşıyor. Sonuç çok açık: çoğu çocuk olan siviller öldürüldü ya da sakat bırakıldı, daha da fazlası bitmek bilmez saldırılar nedeniyle terörize oldu. Bu satırlar yazıldığı sırada İsrail başbakanı Ehud Olmert'te bir yandan bu saldırının ilk aşama olduğunu açıklıyordu. Tanklar sınırda bekliyor ve tam bir işgal ihtimali hala mevcut (4.1.2008 günü itibariyle İsrail birlikleri karadan işgali başlatmış durumda). -ABD'de ki Bush idaresinin

de desteğini alan- İsrail'in bu gaddarlık için mazereti, Hamas'ın sözde ateşkese rağmen İsrailli sivillere roket atmayı bırakmamış olması. İki yıl önce de güney Lübnan'ı işgal etmek için aynı argümanlar kullanılmıştı. Ve şu da bir gerçek ki hem Hizbullah hem de Hamas Filistin ve Lübnan nüfusunun arkasına saklanıyor ve onları aşağılıkça İsrail intikamına açık bırakıp, bir kaç İsrail'li sivilin öldürülmesini İsrail'in askeri işgaline bir ‘direniş'miş gibi yansıtıyor. Fakat İsrail'in tepkisi tam anlamıyla işgalci bir gücün yapabileceği şey oluyor; bir silahlı savaşçı azınlığının etkinliği karşısında bütün nüfusu cezalandırmak. Bunu Hamas'ın Gazze idaresinin kontrolünü El Fetih'in elinden alması karşısında, ekonomik abluka yoluyla yaptılar. Bunu Lübnan'da yaptılar ve bugün'de Gazze'yi bombalıyarak yapıyorlar. Bu, sivillerin hem kalkan hem de hedef olarak kullanıldığı ve neredeyse istisnasız biçimde üniformalı askerlerden çok daha fazla sayılarda öldükleri emperyalist savaşların barbar mantığıdır. Ve bütün emperyalist savaşlarda olduğu gibi, insanlara çektirilen acılar, evlerin, hastanelerin ve okulların sebepsizce yıkımı, sadece gelecekteki yıkım döngüleri için zemini düzlemekten başka bir sonuç vermiyor.


DÜNYA DEVRİMİ

5

Mart-Nisan 2009 rakiplerin bir diğeri bunu söylemediği taktirde, bize anlatılmayan bir başka şey de bu insancıl, düşünceli, demokratik dünya güçlerinin bu çatışmaları bizzat körüklediği. İngiltere'de basın, 1994'de Rwanda'da Fransa'nın Hutu çetelerine verdiği destek konusunda sessiz kalmamıştı. Orta Doğu'da Amerika'nın İsrail'e, İran ve Suriye'nin ise Hizbullah ve Hamas'a arka çıktığı açık fakat, Fransa, Almanya, Rusya ve diğer güçlerin daha "adilane" rolü hiçte daha az çıkarcı değil.

İsrail'in açıkladığı hedef Hamas'ı ezmek ve Gazze'de daha "ılımlı" bir Filistin liderliğine kapıyı açmak olsa da, eski İsrail gizli servis subayları bile bu yaklaşımın faydasızlığını görebiliyor. Eski Mossad subayı Yossi Alpher, ekonomik ambargodan bahsederken şöyle diyor; "Gazze'nin ekonomik olarak ambargoya tabi tutulması istenilen politik sonuçların hiçbirini doğurmadı. Bu durum Filistinlileri Hamas'ı karşılarına almaya itmekten ziyade tam ters etki yaratmıştır. Bu sadece işe yaramaz bir toplu cezalandırmadır." Bu hava saldırıları için çok daha geçerlidir. Bir İsrail tarihçisi Tom Segev'in belirttiği gibi "İsrail her zaman Filistinli sivillere acı çektirmenin onları ulusal liderlerine karşı isyan ettireceğine inanmıştır. Bu varsayım sürekli olarak yanlışlanmıştır" (iki alıntı da 30.12.08 tarihli The Guardian'dan). Lübnan'da Hamas 2006'da ki İsrail saldırılarından güçlenerek çıktı. Gazze saldırısıda Hamas için aynı sonucu doğurabilir. Fakat güçlensin ya da güçlenmesin Hamas hiç şüphe yok ki İsrail'li sivillere karşı roketlerle olmasada, tekrar intihar bombacılarıyla daha da artan saldırılarıyla karşılık verecektir. "Şiddet Sarmalı" Kapitalizmin Çürüdüğünü Gösteriyor Papa ya da BM genel sekreteri Ban Ki-Moon gibi "kaygılı" dünya liderleri sıklıkla İsrail'in ki gibi eylemlerin nasıl da sadece Orta Doğu'da milliyetçi öfkeyi alevlendirip "şiddet sarmalı"nı döndürdüğünden bahsedip duruyorlar. Bütün bunlar doğru olmasına doğru. İsrail/Filistin'de ki bütün bu terörizm ve devlet şiddeti döngüsü, toplumları ve iki taraftaki savaşçıları gaddarlaştırıyor ve yeni fanatikler ve "şehitler" nesilleri yaratıyor. Fakat Vatikan ve BM bize bu etnik nefret cehennemine düşüşün her yerde derin çöküş içerisindeki bir toplumsal sistemin ürünü olduğunu söyleyemiyor. Sunni ve Şii'lerin birbirinin gırtlağına yapıştığı Irak'ta, Sırpların Arnavutlar ve Hırvatlarla savaştığı Balkanlar da, Hindu'ların Müslüman'lara karşı konumlandığı Hindistan/Pakistan'da, ya da vahşi etnik ayrılıkların sayılamayacak kadar çok olduğu Afrika'da ki sayısız savaşlarda hep aynı durum söz konusu. Bu çatışmaların dünya çapında patlaması insanlığa hiç bir gelecek öneremeyen bir toplumun ifadesi. Ve, eğer emperyalist

Orta Doğu'da ki çatışmanın kendisine has yönleri ve nedenleri olsa da, bu sadece tehlikeli bir biçimde kontrolden çıkmış küresel kapitalist çerçeve içerisinde anlaşılabilir. Gezegenin her yanında artan savaşlar, kontrolden çıkmış ekonomik krizler ve hızla büyüyen çevresel felaketler bu gerçeğin kanıtları. Fakat kapitalizm bize hiç bir barış ve refah ümidi önermese de dünyada hala bir umut kaynağı var. Bu da sömürülen sınıfın sistemin vahşetine karşı isyanıdır. Bu isyan son haftalarda Avrupa'da, özellikle de İtalya, Fransa, Almanya ve hepsinden öte Yunanistan'daki genç proleterlerin hareketlerinde ifadesini bulmuştur. Bu hareketler doğaları gereği sınıf dayanışması ihtiyacını, bütün ulusal ve etnik ayrımların aşılması ihtiyacını ortaya atmış hareketlerdir. Her ne kadar hala olgunlaşmamış olsalarda bu hareketler dünyanın sömürülen sınıf içerisindeki ayrımlardan dolayı en çok yıkıma uğradığı yerler için en nihayetinde bir örnek oluşturmaktadırlar. Bu bir ütopya değildir. Geçen bir kaç yılda Gazze'de ki kamu sektörü işçileri ücretlerinin ödenmemesine karşı greve gittiği hemen hemen aynı zamanlarda, İsrail'in ağır savaş ekonomisinin doğrudan bir ürünü olan yoksullaşmaya karşı İsrail kamu sektörü işçileri de greve gitmiştir. Bu hareketler birbirlerinin pek az farkındadır, fakat yinede emperyalist zıtlaşmanın iki yanındaki işçiler arasındaki maddi bir çıkar birliğini göstermektedirler. Kapitalizmin savaş bölgelerindeki ıstırap içerisinde yaşayan toplumlarla dayanışmak demek, ABD ya da İsrail gibi açıkça daha saldırgan güçler karşısında "kötünün iyisi"ni seçmek ya da Hamas ve Hizbullah gibi "daha zayıf" kapitalist çeteleri desteklemek demek değildir. Hamas kendisinin bir burjuva gücü olduğunu Filistinli işçileri ezerken göstermiştir. Hamas, kamu sektörü grevlerini "ulusal çıkarlara" karşı diyerek mahkum edip, El Fetih ile birlikte Gazze nüfusunu bölgenin kontrolü için ölümcül bir fraksiyon kavgasına maruz bıraktığında, bu yönünü açıkça sergilemiştir.Emperyalist savaş içerisinde sıkışıp kalanlarla dayanışmak savaşan kampların ikisini de reddetmek ve dünyanın bütün egemenlerine ve sömürücülerine karşı sınıf mücadelesini geliştirmekle olur. EKA


DÜNYA DEVRİMİ

6

Mart-Nisan 2009

YUNANİSTAN’DAKİ ÖĞRENCİ

HAREKETİ İLE DAYANIŞMA Bu mücadelelere katılanların çoğu Yunan öğrencilerin mücadelesinde kendi yansımalarını gördüler. Yunan öğrencilere uygulanan baskıların ardından pek çok ülkede dayanışma eylemleri ve yürüyüşleri düzenlendi, ki bu dayanışma eylemlerinin bazıları da bir hayli şiddetli bir baskıya maruz kaldı.

Günümüzdeki proleterleşmiş genç kuşağın Yunanistan’da gerçleştirdiği öfke ve ayaklanma patlaması hiçbir şekilde yalıtılmış veya istisnevi bir olay değildir. Bu kökenleri kapitalizmin dünya çapındaki krizinde ve proleterler ile burjuvazinin ve devlet terörünün gerçek yüzünü açığa çıkartan burjuvazi arasındaki yüzleşmede olan bir olaydır. Fransa’da genç kuşağın 2006’da CPE yasasına, 2007’de ise üniversitelerde LRU ‘reformuna’ karşı, sınıfsal tabanda, yani üniversite ve lise öğrencilerinin gelecekte karşılaşacakları sömürü koşullarına karşı isyan eden proleterler olarak verdiği mücadelenin doğrudan devamıdır. Bütün temel Avrupa ülkelerindeki burjuvazinin tamamı bu durumu gayet iyi anlamıştır ve krizin derinleşmesiyle benzer sosyal patlamaların yayılarak devam etmesine dair korkularını itiraf etmiştir. Dahası, üniversite öğrencilerinin ve herşeyden önce lise öğrencilerinin protestolarının enternasyonal niteliği ve militanlığı zaten çok güçlü bir biçimde ifade edilmiştir. İtalya’da 25 Ekim ve 14 Kasım’da “krizin bedelini ödemek istemiyoruz” sloganı altında eğitim sektöründe bütçe kesintileri içermesi nedeniyle 87,000 geçici öğretmenin ve ABA’da (temel IT servis şirketi) çalışan 45,000 öğretmenin sözleşmesinin yenilenmemesini ve üniversitelere verilen maddi desteğin azaltılmasını öngören Geimini kararnamesine karşı devasa eylemler yapıldı. 12 Kasım’da Almanya’da 120,000 lise öğrencisi ülkedeki önemli şehirlerde sokaklara döküldü. Öğrenciler Berlin’de ve Hannover’de “kapitalizm krizdir” sloganlarıyla yerel parlamentoları kuşattılar. İspanya’da 13 Kasım’da yüz binlerce öğrenci 70’ten fazla şehirde lise ve üniversitelerde reform kapsamı altında fakültelerin özelleştirilmesini ve işletmelerde eğitim kurslarının sayısının arttırılmasını öngören yeni Avrupa kararnamesine (Bolonya kararnamesi) karşı eylemler düzenledi.

Devletin aynı uygulamalarına karşı bu derecede bir seferberlik gerçekleşmiş olması hiç de şaşırtıcı değil. Avrupa’da eğitim sisteminde gerçekleştirilen reformlar, genç işçi sınıfı kuşaklarını kısıtlanmış bir geleceğe ve genelleşmiş güvencesiz işlere veya işsizliğe alıştırma çabasıdır. Kriz içerisindeki kapitalizmin yarattığı bu işsizlik duvarına, bu belirsizlik denizine karşı yeni eğitimli proleter kuşağın ayaklanması, bütün kuşaklardan proleterlerden de sempati topluyor aynı zamanda. Azınlığın uyguladığı şiddet mi sömürü ve devlet terörüne karşı kitlesel mücadele mi? Sermayenin yalancı propagandasının uşağı olan medya, 15 yaşındaki Alexis Andreas Grigoropoulos’un 6 Aralık’ta polis cinayetine kurban gitmesinin ardından Yunanistan’da gerçekleşen olayların gerçekliğini sürekli çarpıtmak çabasında. Polisle olan çatışmaları, rahatı yerinde ailelerden gelen bir avuç anarşist ve ultra-sol öğrencinin veya marjinal provokatörlerin eylemleri olarak sunmaya çalışıyorlar. Polisle şiddetli çalışmaların ve yüzleri kapalı yağmacıların butiklerin ve bankaların camlarını kırarken veya dükkanları yağmalarken ekilmiş resimlerini her yere yaymaya çalışıyorlar. Aynı çarpıtma yöntemini 2006’da Fransa’da gerçekleşen ve bir sene önce banliyölerdeki ayaklanmaya benzetilen CPE-karşıtı eylemlerde de görmüştük. Yine aynı iğrenç yöntem 2007’de Fransa’da LRU karşıtı mücadelede yer alan öğrencilere karşı kullanılmış, öğrenciler “terörist” olmakla suçlanmış, onlara “Kızıl Khmerler” denilmişti! Fakat olayların kalbi Yunan ‘Latin Kanadında’, yani Exarcheia’da gerçekleşse de bu yalanın bugün inandırıcı olması zor: nasıl ülkenin bütün önemli şehirlerine, Chios ve Samos gibi Yunan adalarına ve hatta Girit’te bulunan ve ülkenin en turistik şehirlerinden olan Corfu ve Heraklion’a sıçrayan bu ayaklanma ateşi birkaç anarşist ve provokatörün işi olabilir sadece?


DÜNYA DEVRİMİ Öfkenin nedenleri Yunanistan’da geleceğine dair endişe duyan genç proleter kitlenin tamamının hoşnutsuzluğunun patlamasını yaratacak bütün koşullar mevcuttu. Geleceğin getireceği sıkıntılardan duyulan rahatsızlık ise kapitalizmin şu anki kuşağı sürüklediği çıkmaz sokağın yoğun bir ifadesi: “600 euro kuşağı” denilen kuşak çalışma hayatına girince dolandırıldığını hissediyor. Öğrencilerin çoğu yaşamlarını sürdürebilmek ve aynı zamanda okumaya devam edebilmek için çalışmak durumunda, bu işlerin çoğu ise kayıtsız ve düşük ücretli işler; işlere biraz daha fazla para ödendiği zamanlarda bile, emekleri kayıt dışı kalınca sosyal yardımlara erişimleri de sınırlanmış oluyor. Genelde çalışan öğrencilerin hiçbir sosyal güvencesi yok, mesai saatleri dışında çalışılan zaman için ücret ödenmiyor, bu yüzden gençler ailelerinin evini 35 yaşına kadar terk edemiyorlar zira taşınmayı karşılamalarına durumları müsaade etmiyor. Yunanistan’daki işsizlerin %23’ünü gençler oluşturuyor (15-24 yaş arasındakiler için resmi işsizlik yüzdesi %25.2). Fransa’da yayınlanan bir makale şöyle bir tespit yapıyor duruma dair: “bu öğrenciler hiçbir şekilde korunduklarını hissetmiyorlar; polis onlara ateş ediyor, eğitim sistemi onları hapsediyor, iş koşulları onlara geçiriyor, hükümet ise onlara yalan söylüyor”. Gençliğin işsizliği ve iş hayatına girişte yaşadıkları zorluklar böylece bir rahatsızlık, öfke ve genelleşmiş güvensizlik havası yaratmış oluyor. Dünya ekonomik krizi yeni bir devasa işten çıkarma dalgası getirecek. 2009’da Yunanistan’da 100,000 işten çıkartılması bekleniyor ki bu işsizliğin %5 artması demek. Aynı zamanda işçilerin %40’ı 1,000 Euro’dan daha az kazanıyorlar ve Yunanistan açlık sınırında yaşayan işçi oranının 27 AB ülkesi arasında %14 ile en yüksek olduğu ülke. Sokaklara döküleler yalnızca öğrenciler değil, düşük ücret alan öğretmenler ve benzer sorunlar yaşayan ve aynı sefaletle boğuşan öteki maaşlı çalışanlar da aynı ayaklanma ruhunun bir parçası oldular. En acı kısmının 15 yaşında bir çocuğun katledilmesi olan, harekete karşı uygulanan vahşice şiddet yalnızca dayanışma ve sosyal hoşnutsuzluk hislerini körükledi. Bir öğrenin söylediği üzere, pek çok çocuğun anne babası olaydan derinden etkilendiler, şoke oldular ve öfkelendiler: “Ailelerimiz çocuklarının sokakta öylece, bir anda, bir polis kurşunuyla öldürülüvereceğini anladılar”. Aileler, çocuklarının kendi yaşadıkları koşullarda yaşamalarına olanak tanımayan, çürüyen bir toplumda yaşadıklarını fark ediyorlar. Pek çok eylemde şiddetli dayakları ve tutuklamaları, gerçek mermilerin ateşlenmesini ve Yunan çevik kuvvet polisinin (MAT) uyguladığı terörü gözlemlediler. Politeknik Üniversitesini işgal edenlerin temel odak noktaları devlet terörünü lanetlemek oldu, fakat baskının vahşetine karşı aynı öfkeyi “gençliğe kurşun, bankalara para” gibi sloganlarda da görebiliyor. Daha net olarak, hareketin parçaları şöyle diyorlar: “İşimiz yok, paramız

7

Mart-Nisan 2009 yok, devlet krizden iflas etmiş ve bütün bunlara dair tek yapılan polise daha fazla silah vermek.” Bu öfke yeni değil: Yunan öğrencileri daha Haziran 2006’da üniversitelerdeki reforma ve maddi olarak en kötü durumdaki öğrencilerin okuldan atılmasına yol açacak olan özelleştirmelere karşı zaten eylem yapıyorlardı. Nüfus 2007’de 67 kişinin ölümüne yol açan orman yangınlarına dair hükümetin beceriksizliğine ve yetersizliğine dair öfkesini de dile getirmişti: hükümet hala evlerini veya başka eşyalarını kaybedenlere hiçbir karşılık ödemedi. Fakat her şeyden önce 2008’de ücretli çalışanlar emeklilik sistemi reformuna karşı kitlesel olarak mücadele etmiş, iki ayda iki günlük genel grevler gerçekleştirilmiş ve bir milyonu aşkın emekçi en saldırıya açık işlerde emekli maaşlarının bastırılması ve işçilerin emeklilik yaşının 50 olması isteklerine karşı tehditlere karşı eylem yapmıştı. İşçilerin öfkesi karşısında, 10 Aralık’ta sendikaların kontrolündeki genel grev hareketin önünü kesmeyi hedefliyordu; bir yandan da muhalefet, en önde Sosyalist ve Komünist partiler, mevcut hükümetin istifası ve yeni seçimler yapılması çağrısı yapıyordu. Fakat bu önlemlerin hiçbiri, sol partilerin bütün manevralarına ve sendikaların hareketin yayılmasına yönelik dinamiği kırma çabalarına rağmen, öfkeyi farklı yerlere yönlendirmeyi ve hareketi durdurmayı başaramadı ve bütün burjuvazinin gençleri işçi sınıfının diğer kesimlerinden, onları polisle steril çatışmalara itmeye çalışarak yalıtma çabaları başarılı olmadı. Bütün bu günler ve gecelerde, çatışmalar durmadı, copları, biber gazlarıyla polislerin şiddetli saldırıları, çok sayıda kişinin dövülmesine ve tutuklanmasına yol açtı. Genç işçiler kuşağı dibine kadar yozlaşmış siyasi aygıtlara dair düş kırıklığı ve tiksinti hissini en net biçimde ifade ediyor. Savaşın bitişinden beri iktidar, şu anda sağda Karamanlis hanedanlığı, solda ise Papandreu hanedanlığı tarafından sırayla paylaşılıyor olmak üzere üç ailede ve tabii ki her tür skandal mevcut. 2004’te, Sosyalistlerin boğazlarına kadar entrikalara battığı bir dönemin ardından muhafazakarlar iktidara geldiler. Eylemcilerin çoğu sendika aygıtlarını da tamamen inandırıcılıklarını yitirmiş kurumlar olarak görüyorlar: “Para fetişizmi toplumu ele geçirdi. Gençlik ruhsuz ve vizyonsuz bu toplumdan kopmak istiyor”. Bugün krizin gelişimi ile bu proleterler kuşağı yalnızca kemiklerinde hissettiği kapitalist sömürüye karşı değil, ayrıca kolektif bir mücadelenin gerekliliğine dair de bir bilinç geliştirmiş durumda ki bunu kendiliğinden ortaya konulan sınıf yöntemleri ve sınıf dayanışmasında görebiliyoruz. Çaresizliğe gömülmek yerine hareket kendine güvenini, farklı bir geleceğin taşıyıcısı olarak içerisinde buluyor, bütün gücünü çevresindeki çürümüş topluma karşı ayaklanmak için kullanıyor. Eylemciler bu yüzden hareketlerine dair gururla “biz geçmişin kasvetli görüntüsünün suratına çarpan geleceğin bir resmiyiz” diyorlar. Bugünkü durum Mayıs 68’i andırırken neler olup bittiğinin farkındalığı Mayıs 68’i de aşıyor.


DÜNYA DEVRİMİ

Hareketin radikalleşmesi 16 Aralık’ta öğrenciler devlet televizyonu NET’in stüdyolarından bir tanesinin bir kısmını ele geçirmeyi başararak “Televizyon izlemeyi bırakın – herkes sokaklara!” yasan afişlerle televizyona çıktılar ve bir çağrı yayınladılar: “Devlet öldürüyor. Sessizliğiniz onları silahlandırıyor. Bütün kamuya açık binalar işgal edilsin!” Atina’da çevik kuvvet polisinin merkez üssüne saldırı düzenlendi ve devriye araçlarından bir tanesi yakıldı. Bu eylemler ksa süre içerisinde hükümet tarafından ve ayrıca Yunan Komünist Partisi, KKE tarafından “demokrasiyi devirme çabası” olarak lanetlendi. 17 Aralık’ta Atina’da ülkedeki temel sendika konfederasyonunun, GSEE’nin merkezi olan bina kendilerini “isyancı işçiler” olarak nitelendiren proleter tarafından işgal edildi ve bütün proleterleri burayı bütün ücretli çalışanlara, öğrencilere ve işsizlere açık genel kitle toplantılarının düzenlendiğin bir yer yapma çağrısı yaptı. Akropol’de bir sonraki gün bir kitle gösterisi düzenlenmesi için devasa bir pankart asıldı. O akşam elli kadar sendika bürokratı ve onların yaverleri sendika binasını tekrar kontrol altına almak için işçilere saldırdılar, fakat yine bütün işçilere ve öğrencilere açık toplantılar ve tartışmalara yuva olmuş Ekonomi Üniversitesinden ‘dayanışma’ sloganları atan çoğu anarşist öğrencilerin desteğe gelmesiyle bürokratlar ve yaverleri kaçmak durumunda kaldılar. Arnavut göçmenler birliği de diğerlerinin yanına hareketle

8

Mart-Nisan 2009

dayanıştıklarını belirten “bu günler bizim de günlerimiz!” yazıyla katıldı. 18 Aralık’tan itibaren sürekli süresi belirsiz genel grev çağrısı yapıldı. Sendikalar aynı gün kamu sektöründe üç saatlik grev çağrısı yapmak durumunda kaldılar. 18 Aralık sabahı 16 yaşındaki bir başka lise öğrencisi, Atina’nın banliyölerindeki okulunda bir oturma eylemine katılmakta iken bir kurşunla yaralandı. Aynı gün pek çok radyo ve TV stüdyoları, özellikle Tripoli, Chania ve Selanik’te eylemciler tarafından işgal edildi. Patras’ta ticaret odası binası işgal edildi ve polisle yeni çatışmalar yaşandı. Atina’daki devasa eylem şiddetle bastırılırken polis ilk defa felç edici gaz ve sağır edici ses bombaları gibi yeni silahlara başvurdu. Ekonomi üniversitesinde “Ayaklanmış Kızlar” imzalı devlet terörünü kınayan bir bildiri yayınlandı. Hareket, biraz kafası karışık bir biçimde de olsa, coğrafi sınırlarının farkına vardı: bu yüzden şevkle Fransa’da, Berlin’de Roma’da, Moskova’da, Montreal’de, New York’ta ve daha pek çok yerde gerçekleşen uluslararası dayanışma eylemlerini selamladı ve “bu destek bizim için çok önemli” dedi. Politeknik Üniversitesi’ni işgal edenler 20 Aralık için “devlet cinayetlerine karşı enternasyonal eylem günü” çağrısı yaptılar; fakat Yunanistan’daki bu proleter ayaklanmanın yalıtılmışlığı yenmek için tek yol uluslararası düzeyde dayanışmanın ve sınıf mücadelesinin gelişmesidir. Iannis


DÜNYA DEVRİMİ

9

Mart-Nisan 2009

ATİNA’DA SENDİKA GENEL

MERKEZİ İŞGAL EDİLDİ Aşağıdaki bildiri elimize libcom adlı bir internet forumu yoluyla ulaştı. Bildiride sözü geçen işgal şu anda bitmiş ve olayların arka planıyla ilgili bilgimiz çok sınırlı olmasına rağmen bu bildiriyi olabildiğince yaygın bir şekilde dağıtmak için yeterince önemli bulduk. GSEE (Yunan Genel Emek Konfederasyonu) Yunanistan'da ki ulusal sendikanın kısaltılmış adıdır.

Tarihimizi ya kendimiz belirleyeceğiz ya da tarih biz olmadan belirlenecek Biz kol emekçileri, işçiler, işsizler, geçici işçiler, vatandaş ya da göçmenleriz. Bizler pasif TV izleyicileri değiliz. Alexandros Grigoropoulos'un cumartesi gecesi katledilmesinden beri tüm gösterilere, polisle yaşanan çatışmalara, şehir merkezinin ve mahallelerin işgaline katıldık. Zaman zaman çalışmayı ve günlük yükümlülüklerimizi öğrencilerle, üniversite öğrencileriyle ve kavgadaki diğer proleterlerle sokakları ele geçirmek için bırakmak zorundaydık. GSEE binasını işgal etmeye de şu nedenlerle karar verdik; • •

Bu binayı işçilerin özgür ifade ve buluşma merkezine dönüştürmek için. TV ekranlarından işçiler çatışmaların mağduru olarak sunulurken ve Yunanistan ve tüm dünyadaki kapitalist kriz, medya ve onların patronları tarafından 'doğa güçlerinin işi' gibi sunulan sayısız işten çıkarmalara yol açarken, işçilerin çatışmalarda olmadığını, yaşananların 500 "maskelinin", "holiganın" çıkardığı olaylardan ibaret olduğunu iddia eden medya çığırtkanlığı kaynaklı miti ve diğer masalları çürütmek için, Sendika bürokrasisinin ayaklanmanın baltalanmasındaki rolünü eleştirmek ve açığa çıkarmak için. GSEE ve tüm sendika mekanizması, on yıllardır mücadeleleri baltalamak, bizim emeğimizi üç beş kırıntıya pazarlamak, sömürü ve ücretli kölelik sistemini ebedileştirmek için sendika bürokrasisini. GSEE'nin geçen çarşamba günü sergilediği duruş oldukça açık: GSEE, grevcilerin önceden belirlenmiş gösterilerini iptal etti. Bir yandan insanların isyan virüsünden etkilenmesinden korkan, diğer yandan da insanların meydandan çabucak dağıtılacağından emin olarak sendika,

etkinliği Sintagma meydanı'ndaki kısa bir toplanmaya yönlendirmekle yetindi. (Ayaklanma tarafından yaratılan toplumsal alan gibi) Bizim sendika primlerimizle kurulan bu binayı, bu alanı ilk kez olsun işçilere açmak, hep dışında tutulduğumuz bu alanı açmak için. Tüm bu yıllar boyunca her türden kurtarıcıya güvendik ve sonunda şerefimizi kaybettik. İşçiler olarak artık sorumluluklarımızı almalı ve umutlarımızı akıl hocalarına, 'yetkili' temsilcilere vermeyi bırakmalıyız. Bir araya gelmek, birleşmek, karar vermek ve eylemek için kendi sesimizi kazanmalıyız. Süre giden saldırılara karşı; Tek yol kolektif 'taban' direnişinin oluşturulması. İş yerlerinde öz-örgütlülük ve dayanışma fikrini, mücadele komitelerini, kolektif taban yöntemini yaymak, bürokrat sendikacıları ortadan kaldırmak için.

Yıllardır yoksulluğumuzu, satılmışlığımızı, işyerindeki şiddeti yutkunduk durduk. İş kazası olarak adlandırılan sakat kalmaları ve ölümlerimizi saymaya alışkın hale geldik. Öldürülen göçmenleri -sınıf kardeşlerimizigörmezden gelmeye alıştırıldık. Artık hayallerde kalmış olan ücretlerimizi, vergi geri ödemesini ve emekliliğimizi güvence altına alma kaygısıyla yaşamaktan bıktık. Hayatlarımızı patronların ve sendika temsilcilerinin ellerine teslim etmemek için mücadele ediyoruz, aynı şekilde hiçbir tutuklu isyancıyı devletin ve yargı mekanizmasının eline terk etmeyeceğiz. Gözaltılar hemen serbest bırakılsın! Tutuklananlara ceza verilmesin! Genel işçi grevinin öz-örgütlenmesi için mücadeleye! KURTARILMIŞ GSEE BİNASI İŞÇİ MECLİSİ 17 Aralık 2008, Çarşamba İsyancı İşçilerin Genel Meclisi İşgal edilen binadaki pankartta yazılanlar; İş "Kazalarında" Soğukkanlı cinayetlerde, Devlet-Sermaye öldürür! Cezalandırmalara Hayır! Tutuklananlar derhal serbest bırakılsın! GENEL GREV İşçilerin öz-örgütlülüğü Patronların mezarı olacaktır. İsyancı İşçilerin Genel Meclisi


DÜNYA DEVRİMİ

10

Mart-Nisan 2009

“KRİZE KARŞI” 15 ŞUBAT MİTİNGİNİN ARDINDAN TEK ÇÖZÜM İŞÇİ SINIFININ BAĞIMSIZ BİRLEŞİK MÜCADELESİ ki bu Türkiye işçi sınıfının sendika bürokratlarına yakındaki en uygun nesneyi fırlatma geleneğinin silinmediğini de göstermiş oldu. Kürsüdeki sendika bürokratlarının ise üzerlerine adeta yağan sopalara, yere düşenleri alıp işçilere geri fırlatarak karşılık vermeleri de ilginç bir görüntü oluşturdu.

15 Şubat gününde İstanbul’da, Kadıköy’de Türk-İş, DİSK, KESK, TMMOB, TTB, TÜRMOB, TÜDEF ve Çiftçi Sen tarafından düzenlenen “Krizin Bedelini Ödemeyeceğiz” mitingi gerçekleşti. Yaklaşık 40,000 kişinin katıldığı tahmin edilen eyleme, temelde Türk-İş ile Birleşik Metal arasında kıvılcımlanan çatışma damga vurdu. Sendikalaın sözde işçilerin çıkarlarını savunmak için düzenlediği bu eylem alanına bol miktarda Türk bayrağı ve Türk-İş’in yanı sıra İşçi Partisi’nden Tuncay Özkancılara çeşit çeşit işçi sınıfı karşıtı milliyetçi eğilim renk katıyordu. Öte yandan çıkan sıkıntıların temel noktası Türk-İş bürokratlarının, tabanlarına ergenekon davasından hapse alınmış bulunan ve milyonlarca dolarlık mal varlığıyla “işçi sınıfının şanlı önderi” olan Türk Metal İş başkanı Mustafa Özbek’in posterlerini taşıtmaları ve "Özbek Nerede Biz Oradayız", "Özbek Seninle Ölüme De Gideriz" gibi sloganlar attırmaları yatıyordu. Durumun arka planındaysa Mustafa Özbek’in başkanı olduğu Türk Metal İş sendikasının bürokratlarının Birleşik Metal sendikasındaki işçilere karşı işkollarında yöneltmekte oldukları saldırılar vardı. Hal böyle olunca, Türk-İş’e karşı oluşmuş ciddi tepkiler, eylem alanında güçlü bir yankı buldu. Konuşmakta olan Türk – İş başkanı uzun süre yuhlanırken, eylemcileri susturmak isteyen DİSK ve KESK bürokratları da tepki gördüler. Hatta bir noktada tepki öylesi bir noktaya geldeki eylem alanından, sendika bürokratlarının konuşma yaptığı kürsüye tahta sopalar yağmaya başladı,

Bununla birlikte böylesi bir çelişkinin ortaya çıkmış oluşunu, Türkiye işçi sınıfının sendikal bürokrasinin etkisinden kurtulmaya başlıyor oluşununun bir işareti olarak algılamak doğru olmayacaktır. Zira ortadaki çelişki temelde aynı işkolundaki iki sendikanın rekabetinden kaynaklanmaktadır, ve de olaylara baktığımız zaman sendika bürokratlarının üzerine sopalar yağmış olmasının yanı sıra Türk-İş ve Birleşik Metal arasındaki çelişkinin, bu sendikalara üye işçileri birbirlerine düştükleri, fiziki olarak kavga ettikleri gerçeği de ortadadır. Bu da ne yazık ki Türk Metal İş ile Birleşik Metal sendikalarının, ve tabii daha genel olarak Türk-İş ve DİSK’in işçi sınıfını bölme görevini yerine getirmekte hala büyük bir sıkıntı çekmemekte olduğunu, belirli sendika bürokratlarına karşı tepkiler olsa da işçilerin hala başka sendika bürokratlarının etkisi altında olduklarını göstermektedir. Eylemin bir bilançosu çıkartılarsa şu söylenebilir: işçilerin bazıları sendika bürokratlarına karşı tepkili olsalar da sendikaların gücü ne yazık ki hala yerindedir ve işçi sınıfının mücadelesine karşı sendikaların olumsuz etkisi devam etmektedir. Eyleme gelen işçilerin sayısı ve hisleri krize ve kendilerine karşı saldırılara karşı işçi sınıfının mücadele etmek istediği gerçeğini ifade etse de, işçi sınıfının sendikaların hepsinin etkinliğinden sıyrılmaya başlamadan, böylesi bir mücadeleyi yürütmek için bir yol bulamayacağı gerçeği bu eylem ile bir kez daha gözler önüne serilmiştir. Neticede sendikalar işçileri birbirleriyle çatışmaya ve birkaç saatlik bir eylem yapıp evlerine yollamaktan başka bir şey önermemektedirler. Peki o zaman krize karşı işçi sınıfı nasıl mücadele etmelidir? 15 Şubat eyleminin gösterdiği bir şey varsa bunun tek yolunun bütün işçilerin burjuvazinin ve onun bir parçası olan sendika bürokratlarının etkisinden bağımsız, ve de tamamen birleşik bir mücadele yürütmesi olduğudur. En son olarak Yunanistan ve İspanya örneklerinde gördüğümüz kitle toplantıları, genel asembleler gibi, işçilerin sendikal yapıları karşılarına alarak kendi öz-örgütlerini oluşturma çabaların, aslında Türkiye’deki işçi sınıfının gelecekte yürüteceği mücadelelere de ışık tutmakta, bir perspektif sunmakta olduğunu söylemek doğru olur. Mahmut


DÜNYA DEVRİMİ

11

Mart-Nisan 2009

OSMANLI İMPARATORLUĞU’NDA İŞÇİ HAREKETİ, SENDİKALAR VE SOSYALİZM Bu yazıyla birlikte, Türkiye’deki sendikaların ve sendikalizmin tarihine dair bir yazı dizisine başlıyoruz. Bu yazı dizisini hazırlarkenki amacımız, sendikaların ortaya çıkışını, kapitalizmin geçirdiği dönemsel değişikliklerden etkilenişini ve sendikal kurumların nasıl burjuvazinin silahlarına ve bugün gördüğümüz karşı-devrimci işleve sahip devlet kurumlarına dönüştüğünü, tarihsel bir çerçeve ile açıklamaktır. Bu bağlamda yazı dizimizi Osmanlı İmparatorluğu dönemindem başlatmayı uygun bulduk, zira hem Türkiye’deki işçi sınıfı hareketleri bu dönemde başladığı, hem de Türkiye’deki hakim burjuva siyasi rejiminin kökenleri, Osmanlı İmparatorluğu’nun son dönemini yöneten İttihat ve Terakki Partisi’nde olduğu için hikayemiz pek çok açıdan burada başlamaktadır. Bunun yanısıra Osmanlı İmparatorluğu’ndaki işçi hareketinin, sendikaların ve sosyalist yapıların, tarihsel siyasi gelişimler göz önünde bulundurularak incelenmesi, Osmanlı İmparatorluğu’nun merkezinde kapitalist olmayan bir üretim ilişkisinin hakim olduğu ve burjuva devrimini Kemalist milliyetçi hareketin gerçekleştirdiği efsanesinin saçmalığını ortaya koymak açısından da bir önem taşımaktadır. Osmanlı İmparatorluğu’nda Sanayileşme, Kapitalizm ve İlk İşçi Mücadeleleri Osmanlı İmparatorluğu’nda burjuvazinin doğuşunun ve kapitalizmin Osmanlı topraklarında yayılmaya başlayışının temelinde, şaşırtıcı olmayan bir biçimde kapitalist Batı ile olan ilişkiler vardır. Yine şaşırtıcı olmayan bir biçimde kapitalist ilişkileri Osmanlı toplumuna ilk sokanlar, Batı ile ilişkileri daha yakın olan ve toplumun önemli bir kesimini oluşturan gayrimüslim kesimdir. Gayrimüslim burjuvazinin gelişimi özellikle başlangıçta Batı sermayesine, ticaretine ve himayesine doğrudan bağlı bir biçimde gerçekleşmiştir. Gayrimüslimler arasından çıkan kapitalizm öncesi dönemin tüccarları ve esnafları, bu kesimin ciddi bir parçası olmasalar da, işlerini büyüterek, zenginliklerin topraktan ve toprağın işlenişinden kaynaklandığı bir ortamda kapitalist

sermaye birikimi gerçekleştirmeye giderek artan bir önem kazandılar.1

başlayarak

Şaşırtıcı olmayan bir biçimde, gayrimüslim burjuvazinin ortaya çıkan ve öncelikle gayrimüslim toplum içerisinde kendisini gösteren bu sosyal egemenlik durumu, bilinçsel ve ideolojik bakımdan da kendisini gösterdi. Gayrimüslim burjuvazi, köylere kadar uzanan okullar kurarak burada pozitif bilimler, ayrıca liberalizm ve milli ideolojiler gibi yeni burjuva fikirler öğretildi, köyden kente göç yoğunlaştıkça kentlerde oluşmuş olan fabrikalardaki iş gücünü oluşturacak işçi sınıfı meydana gelmeye başladı. Böylece şehirlerde sanayileşme ve kapitalist ilişkiler başlarken, hem kırsalda hem de şehirlerde ilk defa burjuva ideolojisi yayılmaya başlamış oluyordu. Fakat Osmanlı devleti, kendi düzenine ve dünya görüşüne tamamen aykırı gördüğü bu gelişmelerden hoşnut değildi ve bir hayli baskıcı bir yaklaşım benimsedi, bu baskı koşulları da gelişen burjuvazinin ideolojisinin özellikle milliyetçi yanını körükleyerek Osmanlı İmparatorluğu’nda ilk ulusal kurtuluş mücadelelerinin ortaya çıkmasına yol açtı. Gayrimüslim burjuvazinin belirli bölgelerde Rumlar gibi kimi kesimleri kendi burjuva devletlerini kurmayı başarırken, çoğunlukla Ermeniler gibi farklı kesimleri, Rumların aksine nüfusta çok yoğun oldukları özel bir bölge olmadığı için, bütün önemlerine rağmen bunu başaramadılar. Bu bağlamda gayrimüslimlerin Osmanlı İmparatorluğu’ndaki sanayi burjuvazisi olma önemi devam etti. Ayrıca bu yükselen gücün siyasi etkisi de Osmanlı İmparatorluğu siyasetine etki etmeye başladı. Hem gayrimüslim burjuvazi, hem de onu destekleyen Batı kapitalizmi, Osmanlı İmparatorluğu’ndaki askılar karşısında çeşitli reformlar yapılmasını istemekteydiler.2

1

“Osmanlı Devletinde Toplumsal Mücadeleler.” Sosyalizm ve Toplumsal Mücadeleler Ansiklopedisi, Cilt 6. İstanbul: İletişim Yayınları, 1988. s. 1783 2 “Osmanlı Devletinde Toplumsal Mücadeleler.” Sosyalizm ve Toplumsal Mücadeleler Ansiklopedisi, Cilt 6. İstanbul: İletişim Yayınları, 1988. s. 1784


DÜNYA DEVRİMİ

12

Fakat bu güçlerin, şaşırtıcı bir biçimde benzer isteklere sahip, beklenmeyen bir ‘müttefiki’ daha vardı. Bu müttefik ise Osmanlı devlet bürokrasisi idi. Osmanlı İmparatorluğu’nun son birkaç yüzyılda, diğer devletlerle rekabet etmedeki başarısızlığı sonucunda, devlet bürokrasisi içerisinde Batı ülkeleriyle rekabet edebilmek için yalnızca gelişmiş silahlar değil, ayrıca teknoloji, burjuva idari yöntemleri, sanayi ve bilime gerek olduğunu yönünde düşünceler filizlenmeye başlamıştı. Bu bağlamda tarihsel olarak bir hayli ilginç bir biçimde, eski rejimi sembolize eden devletin tabanı mevcut koşullar dahilinde radikalleşmeye ve eski rejime karşı toplumun kapitalistleşmesini, ve hatta modern burjuva demokratik devlet modeline geçilmesini savunmaya başladı. Bu durum da Osmanlı devleti içerisinde de kapitalist ilişkilerin, nüveler halinde olsa da ortaya çıkmaya başlamasına da bir bakıma yol açıyordu. 3 Bu genel durumun ciddiyetini gösteren etkileri Yunanistan’ın kurulması (1929) ve Osmanlı İmparatorluğu’nu yönetenlerin mevcut iç ve dış dinamikler doğrultusunda ilk tarihsel öneme sahip taviz sayılabilecek Tanzimat Fermanı (1939) ile ortaya çıkmaya başladı. Bütün bunlar Osmanlı toplumunda kapitalist ilişkilerin, temelde iki koldan (gayrimüslim sermaye ve devlet bürokrasisi) hızla ilerlemekte olduğunu göstermekteydi. Ayrıca 1830’lardan itibaren Müslüman kesimde de özel sanayi zanaatin yerini almaya başlatılmıştı.4 Kaçınılmaz olarak, toplumda ortaya çıkan kapitalist ilişkiler kısa süre içerisinde proleterleşmiş binlerce kişinin ortaya koyacağı sınıfsal mücadeleleri de beraberinde getirdi. 1800’lerden itibaren ortaya çıkmakta olan fabrikalarda protestoların yanı sıra yüksek olan vergilere karşı da İmparatorluğun çeşitli yörelerinde protestolar gerçekleştirildi. Fakat işçi hareketinin Osmanlı İmparatorluğu’nda ilk yaygın biçimi, ilk fabrikalarda yapılmaya başlayan makineleri kırmak gibi sabotaj yöntemleriydi, bu tür eylemler, grevler 20. yüzyıla yaklaşırken yaygınlaşmaya başladıkça, ona kıyasla daha etkisiz oldukları için terkedildiler, fakat o zamana kadar 3

“Osmanlı Devletinde Toplumsal Mücadeleler.” Sosyalizm ve Toplumsal Mücadeleler Ansiklopedisi, Cilt 6. İstanbul: İletişim Yayınları, 1988. s. 1785 4 “Tanzimat ve Batılılaşma.” Sosyalizm ve Toplumsal Mücadeleler Ansiklopedisi, Cilt 6. İstanbul: İletişim Yayınları, 1988. s. 1796

Mart-Nisan 2009

devam ettiler. Hükümetin bu tür eylemlere karşı tavrı ise bir hayli baskıcı idi. Osmanlı Devleti’nde şu ana kadar araştırmalar sonucunda saptanmış ilk grev 1863’te Ereğli kömür madenlerinde örgütlendi. Fakat grevler mevcut kayıtlara göre 1870’lerin başında yaygınlaşmaya başladılar. 1872’de tersanede çalışmak için getirilmiş İngiliz işçilerin bir günlük grev yapmasının ardından, Şubat ayında Beyoğlu telgrafhanesi işçileri greve çıktılar. Nisan ayında ise Haydarpaşa-İzmit demiryolunda işçiler greve çıktılar. Bu dönemde sanayi artık iyice gelişmmekteydi, ve bu gelişim için İngiltere, Fransa, İtalya gibi ülkelerden pek çok uzman ve işçi getirtilmişti. Özellikle Haydarpaşa-İzmit demiryolu grevinde, bu işkolunda çalışan bütün işçiler birlikte harekete geçtiler. Bu durum, mücadele deneyimi daha az olan yerli işçilerin, Avrupa’dan gelmiş işçilerle iyi ilişkiler kurmasını, görüş alışverişi yapmasını ve Avrupa işçi sınıfının deneyimleri ve tecrübelerine dair birinci elden bilgi edinebilmesini mümkün kıldı. O dönemde işçilerin çeşitli mahallelerde birlikte oturmaları ve nüfusun çok yoğun olmaması da, bu deneyim ve kazanımların mahalleden mahalleye, kahveden kahveye yayılmasına olanak tanımış oldu. Ocak 1873’te yüzlerce yerli Hristiyan ve Müslüman Kasımpaşa tershane işçileri, birlikte bir hafta grev yaptılar. 1875’te bu defa bini aşkın yerli ve yabancı işçi yine birlikte, korkunç sömürü koşullarına karşı greve gittiler.5 Bütün bu tecrübelerle birlikte, daha önce ortaya çıkmamış olan işçi sınıfının ilk örgütlenmeleri de yavaş yavaş ortaya çıkmaya başlayacaktı artık. Osmanlı İmparatorluğu’ndaki İşçi Örgütlenmelerinin Ortaya Çıkışı ve Siyasi Durum 1876 Osmanlı İmparatorluğu’nun kalbinde önemli işçi eylemlerinin gerçekleştiği bir sene oldu. Bu işçi eylemleri de, Osmanlı İmparatorluğu’nun merkezi sayılacak yerlerde ilk işçi örgütlenmelerinin, grev komiteleri biçiminde ortaya çıkışını gördü. 6

5

“Tanzimat ve Batılılaşma.” Sosyalizm ve Toplumsal Mücadeleler Ansiklopedisi, Cilt 6. İstanbul: İletişim Yayınları, 1988. s. 1797, 1798, 1800 6 “Tanzimat ve Batılılaşma.” Sosyalizm ve Toplumsal Mücadeleler Ansiklopedisi, Cilt 6. İstanbul: İletişim Yayınları, 1988. s. 1802, 1804


DÜNYA DEVRİMİ

13

Tabii ki gayrimuslim işçiler aslında daha önce özellikle Osmanlı İmparatorluğu’nun Avrupa’da bulunan topraklarında çeşitli örgütlenmeler ortaya çıkartmışlardı, fakat bu yapılar genelde etnik bazda yapılmaktaydı.7 1880’li yıllarda işçiler Batı’daki işçi hareketinin deneyimlerinden esinlenerek çeşitli sendikal yapılar veya yardım sandıkları oluşturmaya çalışsılar da bu çabalar Abdülhamit tarafından bastırıldı.8 Grevler de, 1886’ya kadar azalarak devam etmekle birlikte, bu tarihin ardından Sultan II. Abdulhamit’in 1878’den itibaren iyice belirginleşmiş baskılarının bir sonucu olarak artık büyük ölçüde yapılmaz olur. Bu durgunluk dönemi tam yirmi dört yıl sürecek olsa da 1902’den sonra Osmanlı işçi sınıfı tekrar büyük bir mücadele dalgası ortaya koyacaktı.9 Fakat bu baskı dönemi, kitlesel işçi eylemlerini bir nevi sekteye uğratmış olsa da, 1872 ile 1886 arasındaki işçi mücadelelerinin deneyimlerine sahip olan bir kesimin, Abdulhamit baskısı altında bu deneyimleri radikalleşerek içselleştirmelerine de sahne oldu. 1894 veya 1895’te, İstanbul Tophane savaş sanayisi fabrikaları işçileri tarafından Amele-i Osmanlı Cemiyeti (Osmanlı İşçi Topluluğu) isimli bir örgüt kuruldu. Bu örgüt gizli bir örgüttü ve hem işçileri örgütlemeyi hedeflerken aynı zamanda onları Abdulhamit’e karşı ayaklanmaya teşvik etmeye çalışıyordu. Bu örgütlenmenin liderleri bir yıllık bir faaliyetin ardından ciddi bir tehdit olarak algılanarak tutuklandılar, yapılanma dağıtıldı. Örgütün kurucuları 1901-2’de İstanbul’a geri dönerek örgütü yeniden canlandırmaya çalıştılar. Bu çabalar büyük bir ilgiyle karşılaşmış ve örgütün yeniden yapılanması amacıyla pek çok tartışma toplantısı düzenlenmiş olsa da, devlet baskıları örgüt kurucularını tekrar mahpus ederken örgütü yeniden çökertti. 10 Amele-i Osmanlı Cemiyeti, çeşitli kaynaklara göre Paris Komünü’nünden ciddi bir biçimde etkilenmişti ve Marks ve Engels’in 7

Aytekin, E. Atilla. “The Ottoman-Turkish Labour Movement and International Solidarity: A Hundred Years Ago, A Hundred Years Later”. Middle East Technical University, Ankara, Binghamton University, SUNY, Binghamton, NY. 2002. s. 4 8 Küpeli, Yusuf. “Türkiye proletaryasının tarih sahnesine çıkışı, Mütareke yıllarına dek örgütlenme ve mücadele deneyimleri, İştirakçi Hilmi, Mustafa Suphi, İttehat ve Terakki ve diğerleri üzerine kısa notlar”. http://www.sinbad.nu/tcprolet.htm 9 “Tanzimat ve Batılılaşma.” Sosyalizm ve Toplumsal Mücadeleler Ansiklopedisi, Cilt 6. İstanbul: İletişim Yayınları, 1988. s. 1813 10 “Tanzimat ve Batılılaşma.” Sosyalizm ve Toplumsal Mücadeleler Ansiklopedisi, Cilt 6. İstanbul: İletişim Yayınları, 1988. s. 1816

Mart-Nisan 2009

Komünist Manifesto’sundaki fikirleri yaymak amacındaydı.11 Bu radikal, yarı-siyasi yarı-sendikal gelenek pek çok açıdan hem Osmanlı İmparatorluğu’nun en son döneminde ortaya çıkacak olan işçi örgütlerinden, hem de Kemalist harekete karşı çıkacak olan işçilerin örgütleniş biçimine kadar işçi hareketine damgasını vuracaktı. Yine 1894’te, Rum, Ermeni, Bulgar, Sırp ve Romanya’lı sosyalistler de benzer bir niteliğe sahip bir yapılanma kurmak amacı ile – fakat Fransa’da sürgündeyken – “Balkan Konfederasyonu Ligası” adlı bir örgüt kurdular.12 Bu yapılanmanın ardılları, Osmanlı İmparatorluğu’nun son dönemindeki işçi hareketinde çok önemli bir rol oynayacaklardı. Abdülhamit döneminin baskısı hiç şüphesiz mücadele eden işçi sınıfına olduğu kadar, sosyal alanda artık tamamen ilişkilerini egemen kılmış olan devletteki bürokratik burjuvazi ile gayrimüslim burjuvazinin, hükümet yönetimindeki çürümüş sultanlık rejiminden yediği ciddi siyasi darbelerdi. Baskılar devlet kademeleri içerisinde, özellikle ordu içerisindeki bürokratik devlet burjuvazisinin çıkarlarını ifade eden, ve daha önce aynı kesimin Birinci Meşrutiyet ile mücadelesinin bayrağı olan Yeni Osmanlılar’ın ardılı olan İttihat ve Terakki Fırkasını ve ayrıca radikal milliyetçi gayrimüslim siyasi hareketleri de güçlendirmişti. Aynı zamanda İttihat ve Terakki partisinden kopmuş olan ve zayıf müslüman Osmanlı özel sermayesinin çıkarlarını ve siyasetini temsil ettiği söylenebilecek olan Adem-i Merkeziyetçiler (“Merkeziyetçilik Karşıtları”, liberaller) daha az miktarda olsa da güçlenmişti. Osmanlı devletinin tepesindeki ufak hakim monarşiye karşı çıkarları o an için ortak olan bu kesimlerin ittifakı 1907’de düzenlenen II. Jön Türk Kongresine İttihat ve Terakki Fırkası, Adem-i Merkeziyetçiler ve radikal milliyetçi Ermeni Taşnaksutyun Partisi’nin bir araya gelmesiyle gözler önüne serildi.13 Bu birliktelik büyük olaylara gebeydi. 11

Küpeli, Yusuf. “Türkiye proletaryasının tarih sahnesine çıkışı, Mütareke yıllarına dek örgütlenme ve mücadele deneyimleri, İştirakçi Hilmi, Mustafa Suphi, İttehat ve Terakki ve diğerleri üzerine kısa notlar”. http://www.sinbad.nu/tcprolet.htm 12 Koutsalis, Vangelis. “Internationalism as an Alternative Political Strategy in the Modern History of Balkans”. Yunanistan Sosyal Forumu, Selanik 2003 http://www.okde.org/keimena/vag_kout_balkan_inter_0603_e n.htm 13 “Tanzimat ve Batılılaşma.” Sosyalizm ve Toplumsal Mücadeleler Ansiklopedisi, Cilt 6. İstanbul: İletişim Yayınları, 1988. s. 1820


DÜNYA DEVRİMİ

14

1908, Kapitalizmin Çöküş Dönemi Arifesinde İşçi Hareketi ve Sosyalizm Osmanlı İmparatorluğu’nda 1908’de gerçekleşen olaylar, her bir dönemin sonunu, hem de 1908-1913 arasında gerçekleşecek olan, ve galibinin eskiden Osmanlı İmparatorluğu’nun bulunduğu topraklarda günümüze dek hüküm sürmesiyle sonuçlanacak olan bir kapışmanın başlangıcını simgeliyorlardı. 1908 olayının yönlendirenlerin temsil ettiği üretim ilişkisi, aslında Osmanlı toplumunda sosyal bazda egemendi, fakat devlet iktidarı başka, eski bir sınıfın elindeydi ve bu sınıf sosyal egemenliğini kaybetmiş olmak karşısında elinde kalmış son kaleyi, yani devlet iktidarını da kaybetmemek için baskıcı yöntemlere başvurmuş, bu da uzun vadede istenilenin tam tersi bir etki yaratarak Osmanlı burjuvazisinin neredeyse tamamı için birleşerek devletin tepesinde bulunan bu geleneksel sınıfı etkisiz hale getirmeyi zorunlu kılmıştı.14 Aslında 1908’e giden bir süreçti. İşçi sınıfı, Abdülhamit dönemi baskılarına rağmen 1902’de tekrar sınıfsal mücadelelerine başlamıştı. 1908’e kadar, özellikle 1904-1906 arasında, başta Selanik ve İstanbul olmak üzere Osmanlı İmparatorluğu sınırlarında bulunan Kavala, Manastır, Vodenli, Üsküp gibi şehirlerde binlerce işçinin katıldığı grevler gerçekleşti. Bu grev dalgasının Osmanlı İmparatorluğu’nun Avrupa’daki topraklarında gerçekleşmiş olması da pek şaşırtıcı bir durum değildi, zira burası bürokratik burjuvazinin İttihatçı hareketinin de gayrimüslim sermayenin ve örgütlerinin de güçlü olduğu, sanayileşmiş bir yerdi ve pek çok açıdan İmparatorluğun en gelişmiş kesimiydi. Bu grevler dalgası anlık bir patlama olmaktan ziyade otuz yıldır devam eden baskıcı Abdülhamit yönetimine, ağır ve zorlu ekonomik koşullara ve tarımsal üretimdeki sıkıntılara ve kıtlıklara karşı işçi sınıfının hoşnutsuzluğunun, çeşitli makamlara yapılan çaresiz başvuruların sonuç vermediğinin görülmesi üzerine gerçekleştirilen bir ifadesiydi.15 Grevlerin gerçekleşmesine neden olan en temel mesele, 14

Bir hayli önemli bir konu olmasına dair 1908 olayının niteliğinin incelenmesinin detaylarına, konudan sapmamak uğruna burada girmemeyi uygun buluyoruz. 15 “Tanzimat ve Batılılaşma.” Sosyalizm ve Toplumsal Mücadeleler Ansiklopedisi, Cilt 6. İstanbul: İletişim Yayınları, 1988. s. 1813

Mart-Nisan 2009

ekonomik sıkıntılardan dolayı hem devletin hem de özel işletmelerin işçilerin maaşlarını ödeyememeleriydi. Bu grevlerin ilginç fakat aslında şaşırtıcı olmayan yanı ise çoğunlukla gayrimüslümlerin elinde bulunan özel işletmelerde oldukları kadar, kamu sektöründe de gerçekleştirildiği olmasıydı.16 Kamu emekçilerinin greve gitmekte olması Osmanlı devlet yapısının sınıfsal niteliğini net bir biçimde ortaya koyuyordu. Bu dönemde işçi mücadelelerinin yanı sıra Osmanlı İmparatorluğu’nun Balkanlardaki şehirlerinde işçi örgütleri ortaya çıkıp güçlenmeye başlamıştı.17 Bununla birlikte 1908 olayı işçi sınıfının mücadelesine inanılmaz bir etki yaptı, ve işçi sınıfının büyük bir kesiminin uzun yıllarca Abdülhamit rejimi altında yaşamaktan dolayı birikmiş olan hoşnutsuzluğu adeta patladı. 1908 Temmuz’undan itibaren, Selanik’ten İstanbul’a, İzmir’den Beyrut’a, Aydın’dan Bağdat’a, Kavala’dan Şam’a, onlarca şehirde yüzden fazla grev gerçekleşti. Aralık’a kadar devam eden bu Osmanlı koşulları göz önünde bulundurulduğunda devasa grev dalgasına sadece Temmuz ile Ekim arasında yüz bine yakın, belki de yüz bini aşkın sayıda işçi katıldı.18 Troçki, 1908 olaylarında işçi sınıfına dair şöyle yazacaktı: “Türk endüstrisi söylediğimiz gibi çok zayıf. Sultan rejimi yalnızca ülkenin ekonomik kuruluşlarını aşındırmakla kalmadı, proletaryanın gelişmesi korkusuyla fabrikaların yapılmasına da bile bile engel oldu. Ama aynı zamanda, rejimi bu tehlikeye karşı tamamen korumanın olanaksız olduğu da ortaya çıktı. Türk devriminin ilk haftalarına, fırınlarda, matbaalarda, tekstilde, toplu taşımacılıkta, tütün imalatında çalışanların, demiryolu ve liman işçilerinin grevleri damgasını vurdu.

16

“Tanzimat ve Batılılaşma.” Sosyalizm ve Toplumsal Mücadeleler Ansiklopedisi, Cilt 6. İstanbul: İletişim Yayınları, 1988. s. 1814 17 “Tanzimat ve Batılılaşma.” Sosyalizm ve Toplumsal Mücadeleler Ansiklopedisi, Cilt 6. İstanbul: İletişim Yayınları, 1988. s. 1814 18 “Meşrutiyet, Emperyalizm ve İşçi Hareketi.” Sosyalizm ve Toplumsal Mücadeleler Ansiklopedisi, Cilt 6. İstanbul: İletişim Yayınları, 1988. s. 1836


DÜNYA DEVRİMİ

15

Avusturyalı marşandizlerin boykotu, Türkiye’nin henüz çok genç olan ve bu kampanyada kararlı bir rol üstlenen proletaryasını (özellikle liman işçilerini) esinleyecek ve hareket geçirecekti. Peki, yeni rejim işçi sınıfının politik uyanışını nasıl karşıladı? Grevleri zor kullanarak engellemeyi öngören bir yasayla. “Jöntürkler”in programında, çalışanların lehine alınacak önlemlere ilişkin tek bir sözcük yer almadı. Ama Türk proletaryasını bir “quantité négligeable” (“önemsiz nicelik”, orijinal metinde Fransızca) olarak değerlendirmek, ciddi sürprizlerle karşılaşma riskine girmek anlamına geliyor. Bir sınıfın önemi hiçbir zaman yalnızca sayısıyla değerlendirilmez. Günümüzde proletaryanın gücü, sayıca çok az da olsa, ülkenin yoğunlaşmış üreteci gücünü ve en önemli iletişim araçlarının denetimini ellerinde tutması olgusundadır. “Jön Türkler” Partisi, bu basit kapitalist ekonomi politik olgunun karşısında, gerçekliğe sertçe çarpacaktır.”19

Gerçekten de bu denli güçlü bir mücadelenin ciddi etkileri olmayacağını düşünmek mantıklı olmazdı. Hem burjuvazinin önemleri açısından, hem de işçi sınıfı güçlerinin çıkarttığı dersler açısından 1908 olaylarının ardından gerçekleşen grev dalgasının çok ciddi etkileri oldu. Herşeyden önce bu grev dalgası işçilerin 1908 olayının başında gelen İttihat ve Terakki Fırkasına ve bu olayların farklı temel siyasi aktörlerine duydukları güvenin sarsılmasına neden oldu. Gerçekleşen grev dalgası, hem yerli hem de yabancı sermaye çevrelerinde ciddi bir şaşkınlık, huzursuzluk ve korku yaratmıştı, hele grevlere müslüman kesimden sayılan işçilerin de gayrimüslim işçiler kadar kitlesel bir biçimde katılmış olması daha da korkutucuydu. Burjuvazinin bütün kesimleri, hem İttihat ve Terakki partisinin ifade ettiği devlet sermayesi ve yeni yeni oluşan bodur müslüman kesimden sermaye, hem gayrimüslim sermayesi, hem de yabancı sermaye, işçi sınıfına karşı önlemler alınması gerektiği konusunda birleşiyorlardı. Öncelikle bütün bu kesimler ortaklaşarak Tatil-i Eşgal Kanun-u Mavakkati adlı kanunu çıkartarak grev ve sendikaları yasakladılar. Ayrıca işçi sınıfı içerisinde yayılmaya başlamış olan sosyalizm düşüncesine 19

Troçki, Leon. “Yeni Türkiye (1908 Devriminin Ardından)”. Kievskaya Mysl, sayı 3, 3 Ocak 1909. http://www.sendika.org/yazi.php?yazi_no=19001

Mart-Nisan 2009

karşı da ideolojik mücadele şiddetlendi. Daha sonra Türkiye’de sınıfların olmadığını iddia edecek olan Kemalist propagandanın ardılı olacak bir biçimde, burjuvazi Osmanlı’daki işçiler arasında sosyalizmin yayılamayacağını, yayılmaması gerektiğini söyleyerek, Avrupa’dan farklı koşullar olduğunu iddia etti.20 1908 olaylarının işçi hareketi için bir diğer önemli etkisi de işçi hareketinin hem bu deneyimleri hem de geçmiş deneyimleri içselleştirmesi, ve bu bağlamda işçiler arasında mücadelenin siyasal niteliğinin, yani sosyalist fikirlerin güçlenmesi, sosyalistlerin fikirlerinin de netleşmesiydi. Aslında hem İkinci Enternasyonal hem de Osmanlı İmparatorluğu’nda etkin olan Avram Benayora gibi çeşitli sosyalistler ilkin 1908 olaylarını desteklerken, 1908’i inceleyen Troçki ve Rakovsky gibi sol sosyalistler, İkinci Enternasyonal’den ve Benayora gibi sosyalistlerden daha temkinli yaklaşmalarına rağmen, olayları tereddütsüzce bir devrim olarak nitelendirmişti. Troçki ve Rakovsky’den de çok daha temkinli yaklaşan Lenin bile, 1908 olaylarının 19. yüzyıldaki burjuva devrimlerinden niteliksel bir farkı olduğunu ortaya koymasına, çok kısa bir süre içerisinde grevcilerin, olayların temel siyasi mimarlarıyla karşı karşıya gelişlerinden haberdar olduğu için olayların 19. yüzyıldaki devrimlerin aksine bir “halk ayaklanması” niteliğine sahip olduğunu vurgulmasına rağmen, yine de olayların, gerçekleştikten iki hafta sonra söylediği üzere “yarım kalmış” bir devrim olduğunu söyler. Osmanlı Sosyalist İşçi Federasyonu Fakat özellikle Osmanlı’daki sosyalist hareket kısa süre içerisinde, işçilerin tecrübesinin etkisiyle gerekli dersleri çıkartır. 1909’de Selanik’te biri çoğu Bulgar diğeri çoğu Yahudi işçilerce oluşturulmuş iki tane sosyalist grubun birleşmesiyle, Osmanlı Sosyalist İşçi Federasyonu oluşturuldu. Selanik merkezli örgüt, Avusturya Sosyal Demokrat Partisi’nden esinlenmiş bir biçimde, federatif bir örgütlenme benimsemişti ve Selanik’teki dört etnik grubu temsilen Yahudi, Bulgar, Rum ve Türk şubeleri vardı.

20

“Meşrutiyet, Emperyalizm ve İşçi Hareketi.” Sosyalizm ve Toplumsal Mücadeleler Ansiklopedisi, Cilt 6. İstanbul: İletişim Yayınları, 1988. s. 1837


DÜNYA DEVRİMİ

16

Federatif yapıya dair bütün kafa karışıklarına rağmen bu örgüt Osmanlı İmparatorluğu’nda farklı etnik kökenlerden işçilerin bir arada bulunduğu ilk örgüttü ve ayrıca enternasyonalist bir örgüttü. Örgüt dört dilde, Ladino, Bulgarca, Yunanca ve Türkçe yayın yapıyordu fakat en etkin yayını Osmanlı Yahudilerinin dili olan Ladino dilindeki Solidaridad Obradera (İşçi Dayanışması) idi. Bu örgütün liderlerinden Avram Benayora, monarşinin son çırpınışı sayılabilecek 31 Mart Ayaklanmasına karşı gönderilen 1909’daki Hareket Ordusu’na bile katılmıştı fakat sosyalist-karşıtı yasalar ve Benayora dahil önemli kişilerin hapsedilmesi örgütü kısa süre içerisinde radikal bir noktaya çekti. 21 Osmanlı Sosyalist İşçi Federasyonu hem enternasyonalist sosyalist bir siyasi örgüttü, hem de içerisinde farklı etnik kökenlerden işçileri birleştiren pek çok sendika vardı, geniş işçi kesimlerinin bir parçası olduğu kitlesel ve güçlü bir örgüttü. Bu bağlamda Amele-i Osmanlı Cemiyeti’ne benzer bir nitelik taşıyordu, fakat çok daha etkin ve geniş bir yapılanmaydı. Bu örgütlenme Osmanlı seçimlerinde Meclis-i Mebusan’a sosyalist delegeler göndermeyi bile başarmıştı ki bu delegelerin parlementer faaliyetleri temelde işçiler ve sosyalistler üzerindeki baskıcı uygulamalara ve yasalara karşı çıkmak çerçevesindeydi. Benyora’ya göre, Selanik ve İstanbul merkezli olmasına rağmen İzmir, Zonguldak, Manastır gibi şehirlerde de örgütlü olan Osmanlı Sosyalist İşçi Federasyonu’nun 1910’a gelindiğinde bütün Osmanlı İmparatorluğu sınırları içerisinde 125.000 ile 150.000 arası üyesi vardı.22 Hem kitlesel niteliği, hem de siyasal niteliği göz önünde bulundursa Osmanlı Sosyalist İşçi Federasyonu bir devrimci sendika idi, ki daha önce daha ufak bir biçimde geliyorum demiş olan bu gelenek 1917 sonrasında devrimci dalganın Türkiye’de, işçi sınıfının Kemalizme karşı mücadelesinde Kızıl Sendikalar’ın ortaya çıkışında da bir nevi izlerini sürdürecekti. Osmanlı Sosyalist İşçi Federasyonu kadar büyük bir önem taşımasa da İstanbul siyasi çevrelerinde aldığı tutumlarla dikkat çeken Osmanlı Sosyalist Fırkasına da değinmek gereklidir. Eylül 1910’da İstanbul’da

Mart-Nisan 2009

kurulan ve İştirak gazetesini çıkartan Osmanlı Sosyalist Fırkası, hiçbir zaman Sosyalist İşçi Federasyonu’nunkine yakın bir güce ulaşmamasına, ve oportünizme ve reformizme Osmanlı Sosyalist İşçi Federasyonu’ndan çok daha yakın olmasına rağmen ilk yıllarında hem İttihat ve Terakki’ye, hem de onlara karşı çıkan Hürriyet ve İtilaf Fırkası benzeri burjuva kesimlerine de “metelik vermeden”, “gözünü budaktan sakınmayan” bir muhalefet yürütmüştü. Osmanlı Sosyalist Fırkası’nın yayınları bu cesurca muhalefet yüzünden defalarca kapandı ve birkaç yıl içerisinde parti dağıldı. Fakat bu örgütün en önemli lideri olan Hüseyin Hilmi, savaş sonrasında gönderildiği sürgünden dönüp Osmanlı Sosyalist Fırkası’ndan çok daha etkin olacak, fakat etkisi Osmanlı Sosyalist Fırkası’nın aksine zararlı olacak olan, artık karşı-devrimci olduğu gün gibi ortada olan İkinci Enternasyonal çizgisindeki Türkiye Sosyalist Fırkası’nı kuracaktı. 23 Osmanlı Sosyalist İşçi Federasyonu sonraki yıllarda örgütlenmesine devam etti, bu yapılanma çevresinde pek çok sosyalist klüp, dernek vb. de kuruldu. Bu örgüt aynı zamanda Balkan sosyalist hareketi ile yakın ilişkiler içerisindeydi ve Balkan Sosyal Demokrat Kongrelerinde yer aldı. 1912’de patlak veren Balkan savaşında bölgedeki bütün sosyalistler enternasyonalist bir tutum takındı. İtalyan komünist solunun liderlerinden olacak olan, şu anda ise İtalyan Sosyalist Partisi’nin enternasyonalist sol kanadının ateşli liderlerinden olan Amadeo Bordiga, şöyle yazacaktı bu savaşa dair: “Savaşa karşı çıkan Bulgar ve Sırp yoldaşların kahramanca tavrını alkışlıyoruz ... Sosyalizm fetih savaşları ile bağımsızlık savaşları arasında niteliksel bir ayrım yapmadan bütün savaşlara karşı çıkmalıdır ... Daha büyük bir medeniyet adına lanetliyoruz hırslı düşleri uğruna bunca gencin katledilmesine yol açanları! Suç ne kadar vahşi olursa olsun, burjuvazinin hadımağaları onun kahramanlığını ve geleneğini yücelteceklerdir!” yazıyordu.24 Osmanlı Sosyalist İşçi Federasyonu’nun enternasyonalist geleneği, bu örgütten gelenlerin 1914’te başlayan emperyalist savaşa karşı çıkışıyla kendisini gösterdi. 23

21

“Avraam Benayora”. Wikipedia. 17:33. 26 Şubat 2008. http://en.wikipedia.org/wiki/Avraam_Benaroya 22 “Meşrutiyet, Emperyalizm ve İşçi Hareketi.” Sosyalizm ve Toplumsal Mücadeleler Ansiklopedisi, Cilt 6. İstanbul: İletişim Yayınları, 1988. s. 1837

“Meşrutiyet, Emperyalizm ve İşçi Hareketi.” Sosyalizm ve Toplumsal Mücadeleler Ansiklopedisi, Cilt 6. İstanbul: İletişim Yayınları, 1988. s. 1841 24 Bordiga, Amadeo. “The Balkan War”. L’Avanguardia 1.12.1912 http://www.sinistra.net/lib/upt/comlef/cote/cotesdadae.html


DÜNYA DEVRİMİ

17

Mart-Nisan 2009

Siyasi gelişmeler Osmanlı Sosyalist İşçi Federasyonu’nu parçalarken, özellikle bu örgütün Balkanlar’daki bileşenleri, sendikal niteliklerini bir ölçüde kaybederek farklı unsurlarla Balkan Sosyal Demokrat İşçi Federasyonu’nu oluşturarak “kahrolsun savaş, yaşasın enternasyonalist sosyalizm” gibi sloganlar öne attılar25. Daha sonra bu örgüt Yunanistan, Romanya, Bulgaristan, Yugoslavya gibi Balkan ülkelerindeki Komünist Parti’lerin temelini oluşturmaya gidecekti. İstanbul’da bu örgütten kalanlar ise Beynelmilel İşçiler İttihadı (Enternasyonal İşçiler Birliği) adlı örgütü oluşturacak ve bu örgüt aracılığıyla uluslararası devrimci dalga sırasında Kızıl Sendikaların, dolayısıyla da Türkiye Komünist Partisi’nin çok önemli bir unsuru olacaklardı. Yazı dizimizin bir sonraki yazısında devrimci dalga dönemindeki işçi hareketini ve Kızıl Sendikaları ele alacağız. Mahmut 25

Rakovsky, Christian. Bulletin Of The Social-Democratic Workers Federation Of The Balkans. No.1, 1915 http://www.marxistsfr.org/archive/rakovsky/1915/07/x01.htm


DÜNYA DEVRİMİ

18

Mart-Nisan 2009

EKA Yayınları: Accion Proletaria (İspanya) Apartado de Correos 258, 46080 Valencia, İspanya Dünya Devrimi (Türkiye) Türkiye’de şu anda bir posta kutumuz bulunmamaktadır. Almanya’daki adresle iletişime geçebilirsiniz. Internacionalismo (Venezüella) Siyasi koşullar nedeniyle posta kutusu kapatılmıştır. İspanya’daki adresle iletişime geçebilirsiniz Internationalism (ABD) Internationalism 320 7th Ave. #211 Brooklyn, NY 11215 ABD Internationalisme (Belçika) BP 1134, BXL 1, 1000 Bruksel, Belçika Révolution Internationale (Fransa) RI, Mail Boxes 153, 108 rue Damremont, 75018 Paris, Fransa Rivoluzione Internazionale (İtalya) CP 469, 80100 Napoli, İtalya Weltrevolution (Almanya) Postfach 410308, 50863 Köln, Almanya Weltrevolution (İsviçre) Postfach 2216, CH-8026 Zürich, İsviçre Wereldrevolutie (Hollanda) Postbus 339, 2800 AH Gouda, Hollanda World Revolution (İngiltere) BM Box 869, London WC1N 3XX, İngiltere Revolucion Mundial (Meksika) Apartado Postal 15-024, C.P 02600, Distrito Federal, Mexico, Meksika Communist Internationalist (Hindistan) POB 25, NIT, Faridabad, 121001, Haryana, Hindistan Internationell Revolution (İsveç) Box 21 106, 100 31 Stockholm, İsveç

Dünya Devrimi’nin eski ve yeni sayılarını, yayınladığımız kitapçıkları ve Gece Notları arşivini PDF olarak size göndermemizi istiyorsanız turkiye@internationalism.org adresine, farklı dillerdeki çeşitli yayınlarımıza abone olmak için international@internationalism adresine veya isimle hitap etmeden yanda belirtilen posta adreslerine yazınız. Tartışma devrimci hareket için hayati bir öneme sahiptir. Siyasi faaliyetlerimizin en önemli unsurlarından biri, temel ilkelerimizin tanımladığı üzere “Proleter mücadelenin amaçlarının ve yöntemlerinin ve tarihsel ve anlık koşullarının siyasi ve teorik olarak netleştirilmesi”dir. Bu bize göre ancak devrimci saflar içerisinde farklı düşünce ve görüşlerin karşılaşması ve tartışılmasıyla mümkündür. Bu yüzden okuyucularımızı, internet sitemizin dahil olduğu yayınlarımızda savunduğumuz görüşler ve analizlere dair yorumlarını, fikirlerini ve eleştirilerini bizimle paylaşmaya teşvik ediyoruz. Bütün ciddi yazışmaları mümkün olan en kısa sürede yantıtlamak için elimizden geleni yapacağız, fakat kısıtlı kaynaklarımız bunun hemen gerçekleşmesine imkan vermeyebilir. Genel ilgi görebilecek konulardaki yazışmaları ve bizim cevabımızı bize yazan kişinin onayıyla yayınlayabiliriz.


DÜNYA DEVRİMİ TEMEL İLKELER Enternasyonal Komünist Akım Aşağıdaki Siyasi İlkeleri Savunur

- Kapitalizm Birinci Dünya Savaşı'ndan beri çöken bir toplumsal sistemdir. İki defa insanlığı kriz, dünya savaşı, yeniden yapılanma ve yeniden krizden oluşan barbarca bir döngüye sürüklemiştir. Seksenlerde bu çöküşün son evresine, çürüme evresine girmiştir. Bu geri çevrilemez tarihsel düşüşün sunduğu iki ihtimal vardır: ya sosyalizm ya da barbarlık; ya dünya komünist devrimi ya da insanlığın yok oluşu. - 1871 Paris Komünü, koşulların olgunlaşmamış olduğu bir dönemde proleteryanın bu devrimi gerçekleştirmek için ilk denemesiydi. Kapitalist çöküşün başlamasıyla bu koşullar yerine getirildikten sonra, 1917'de Rusya'da gerçekleşen Ekim devrimi, emperyalist savaşa son vermiş ve daha sonra birkaç yıl daha devam etmiş olan uluslararası devrimci dalganın bir parçası olarak gerçek dünya komünist devrimine doğru atılmış ilk adımdı. Uluslararsı devrimci dalganın yenilgisi, özellikle 1919-23 arası Almanya'daki yenilgi, Rusya'daki devrimi yalıttı ve hızla yozlaşmaya mahküm etti. Stalinizm, Rus devriminin bir ürünü değil, mezar kazıcısı oldu. - SSCB'de, Doğu Avrupa'da, Çin'de, Küba'da vb. ortaya çıkan ve ‘sosyalist' veya ‘komünist' adıyla alınan devlet mülkiyetine dayanan rejimler, kendisi çöküş döneminin önemli bir niteliği olan devletçi kapitalizme doğru evrensel eğilimin özellikle vahşi bir türünden başka bir şey değillerdi. - 20. yüzyılın başlangıcından beri bütün savaşlar, büyük küçük bütün devlet arasında uluslararsı alanda bir yer etme mücadelesinin bir parçası olan ölümcül emperyalist savaşlardır. Bu savaşlar insanlığa daima yükselen bir ölçekte ölüm ve yıkımdan başka hiçbir şey getirmemiştir. İşçi sınıfı savaşlara ancak uluslararası dayanışma ve bütün ülkelerde burjuvaziyle savaşarak karşı koyabilir. - Bahanesi ister etnik, ister tarihsel ister dini olsun, bütün milliyetçi ideolojiler - ‘ulusal kurtuluş', ‘ulusların kendi kaderini tayin hakkı' vs işçiler için gerçek zehirlerdir. Onları burjuvazinin şu veya bu kesiminin tarafını tutmaya çağırarak işçileri bölerler ve onları savaşların ve sömürücülerinin çıkarları uğruna birbirlerini katletmeye yöneltirler. - Çöken kapitalizmde parlementolar ve seçimler bir maskaralıktan başka hiçbir şey değildir. Parlementer sirke katılma yönündeki her çağrı sadece bu seçimlerin sömürülenler için gerçek bir seçenek sunduğu yalanını güçlendirmeye yarayabilir. Burjuva hakimiyetinin özellikle ikiyüzlü bir biçimi olan ‘demokrasi' köklerinde kapitalist diktatörlüğün Stalinizm veya faşizm gibi diğer biçimlerinden farklı değildir. - Burjuvazinin bütün kesimleri tamamen gericidir. Bütün sözde ‘işçi' partileri, ‘Sosyalist' ve ‘Komünist' (artık eski‘Komünist') partiler, solcu örgütler (Troçkistler, Maoistler, eski-Maoistler ve resmi anarşistler) kapitalizmin siyasi aygıtlarının sol kanadını oluşturmaktadır. Proleteryanın çıkarlarını burjuvazinin bir kesiminin çıkarlarıyla karıştıran bütün ‘halk cephesi', ‘anti-faşist cephe' ve ‘birleşik cephe' taktikleri sadece proleter mücadeleyi boğmaya ve saptırmaya yarar. - Kapitalizmin çöküş dönemiyle birlikte, heryerdeki sendikalar kapitalist düzenin proleterya içerisindeki organlarına dönüştürüldüler. Sendika örgütlerinin çeşitli biçimleri, ister

19

Mart-Nisan 2009

‘resmi' örgütler olsun ister ‘taban' örgütleri, sadece işçi sınıfını kontrol altında tutmaya ve mücadelelerini baltalamaya yarar. - İşçi sınıfı kavgasını yaymak için, mücadelelerini, genişlemenin ve örgütlenmenin kontrolünü, bağımsız genel kitle toplantıları ve seçilmiş ve her an geri çağırılabilir delegelerin oluşturduğu komiteler aracılığıyla alarak birleştirmelidir. - Terörizm hiçbir şekilde işçi sınıfı mücadelesinin bir yöntemi olamaz. Eğer kapitalist devletler arasındaki daimi savaşın bir ifadesi değilse geleceği olmayan bir toplumsal katmanın ve küçük-burjuvazinin çürümesinin bir ifadesi olan terörizm, her zaman burjuvazinin kendi amaçları doğrultusunda kullanması için uygun bir zemin olmuştur. Küçük azınlıkların gizli faaliyetlerini savunmak, proleteryanın bilinçli ve organize kitle faaliyetlerinden doğan sınıfsal şiddeti savunmanın tamamen karşıtıdır. - İşçi sınıfı komünist devrimi gerçekleştirebilecek tek sınıftır. Onun devrimci mücadelesi engellenemez bir biçimde işçi sınıfını kapitalist devletle yüzleşmeye itecektir. Kapitalizmi yok etmek için, işçi sınıfı bütün mevcut devletleri devirmek ve dünya çapında proleterya diktatörlüğünü, bütün proleteryayı yeniden örgütleyecek işçi konseylerinin uluslar arası iktidarını kurmalıdır. - Toplumun işçi konseyleri tarafından komünist dönüşümü ne ‘öz-yönetim' ne de ekonominin millileştirilmesi anlamına gelir. Komünizm, işçi sınıfının ücretli emek, meta üretimi, ulusal sınırlar gibi kapitalist toplumsal ilişkileri bilinçli bir şekilde yok etmesini gerektirir. Bu da bütün faaliyetlerin insani ihtiyaçları karşılamaya adandığı bir dünya toplumunun yaratılması anlamına gelmektedir. - Devrimci siyasi örgüt işçi sınıfının öncü kolunu oluşturur ve sınıf bilincinin proleterya içerisinde genelleşmesinde faal bir etmendir. Görevi hiçbir şekilde ‘sınıfı örgütlemek' veya sınıfın adına ‘iktidarı almak' değildir. Devrimci örgütün görevi mücadelelerin birleşmesine ve işçilerin kontrolü kendileri için kendilerinin almasına doğru giden hareketin faal bir parçası olmak, bir yandan da proleteryanın kavgasının devrimci siyasi hedeflerini çıkartmaktır. Faaliyetlerimiz Proleter mücadelenin amaçlarının ve yöntemlerinin ve tarihsel ve anlık koşullarının siyasi ve teorik olarak netleştirilmesi. Proleteryanın devrimci faaliyetlerine doğru giden sürece katkı yapmak amacıyla uluslararası ölçekte birleşik ve merkezileşmiş örgütlü müdahale. Devrimcilerin, işçi sınıfının kapitalizmi devirmesi ve komünist toplumun yaratılması için kaçınılmaz olan gerçek bir dünya komünist partisi kurma amacıyla yeniden örgütlenmesi. Kökenlerimiz Devrimci örgütlerin ilkeleri ve faaliyetleri işçi sınıfının geçmiş tecrübelerinin ve tarih boyunca işçi sınıfının doğurduğu siyasi örgütlerinin çıkardıkları derslerin bir ürünüdür. Dolayısıyla EKA kökenlerini Marks ve Engels'in Komünist Ligi'nde (1847-52), üç Enternasyonal'de (Enternasyonal İşçi Birliği, 1864-72, Sosyalist Enternasyonal, 1889-1914, Komünist Enternasyonal, 1919-28) ve 1920-30 arasında ve başta Alman, Hollanda ve İtalyan Komünist Solları olmak üzere yozlaşan Üçüncü Enternasyonal'dan ayrılan sol fraksiyonlarda görür.


DÜNYA DEVRİMİ

20

Mart-Nisan 2009

ENTERNASYONALİST KOMÜNİST SOL KENDİSİNİ FESHEDEREK

ENTERNASYONAL KOMÜNİST AKIM’A KATILDI

Dünya Devrimi’nin Eylül 2008 tarihli birinci sayısında şöyle yazmıştık: “...Dünya Devrimi ismini seçmemizin nedeni ise, örgütsel olarak uluslararası geleceğimize dair bir doğrultuya girmiş olmamız. Komünist bir örgütün ulusal veya bölgesel olarak varolamayacağı ve yerel olarak faaliyet yürüten komünist militanların kesinlike uluslararsı alanda merkezileşmiş bir komünist örgüte mensup olmaları gerektiğine dair çıkardığımız sonuçlara dayanarak, otuz yılı aşkın bir süredir uluslararsı düzeyde merkezileşmiş örgütlü faaliyet yürüten, şu an itibariyle on dört ülkede şubeleri olan, ve zaten daha önceden de birlikte çalışma yaptığımız ve dayanışma içerisinde olduğumuz Enternasyonal Komünist Akım’ın Türkiye’deki şubesini oluşturmak doğrultusuyla bu örgütün platforumunu tartışmaya başladık. Nasıl devrimcilerin hiçbir çalışmasında sabırsızlığa yer yoksa, yaklaşık bir yıl önce başlayan bu tartışma, netleşme ve EKA’nın bir parçası olma sürecinde de sabırsızlığa yer yok. Sağlam ve organik bir biçimde değil aceleci ve yapay bir biçimde gerçeleşecek bir katılımın hiçbir faydası olmayacaktır, ve bizim uzun soluklu olduğunu bildiğimiz katılım sürecine sabırla ve gerçek bir netlik sağlama amacıyla devam ediyoruz. Öte yandan bu süreç içerisinde de netleşmekteyiz ve faaliyetlerimizi de hem siyasi ilkelerimizi hem de uluslararsı alanda merkezileşmiş bir örgütün gerekliliği konusundaki yaklaşımını paylaştığımız bu örgütün doğrultusuna yaklaştırmamızın faydalı olacağını hissediyoruz. Bu yüzden EKA’nın İngiltere’de World Revolution, Mekiska’da Revolución Mundial, Almanya ve İsviçre’de Weltrevolution ve Hollanda’da Wereld Revolutie isimleriyle çıkan gazetelerinin ismini, kendi yayınımıza vermeyi uygun bulduk. Ayrıca bu vesileyle EKA’nın bir parçası olmak doğrultusunda çalıştığımızı da duyurmak olanağını bulduk.”

Okuyucularımıza sabırla yürütülen derinlikli tartışmalar sonucu Enternasyonal Komünist Akım’ın bir parçası olduğumuzu ve Enternasyonalist Komünist Sol adlı grubumuzu dağıtarak Türkiye’de Enteransyonal Komünist Akım’ın Dünya Devrimi isimli şubesini oluşturduğumuzu büyük bir mutluluk ile duyurmak istiyoruz. Böylece artık elinizdeki yayın, yalnızca bu ülkedeki az sayıda militanın çıkardığı bir yayın olmaktan çıkarak uluslararası düzeyde merkezileşmiş bir örgütün yayını olma niteliğine ulaştı. Örgütümüz de artık bütün dünya ölçeğinde programatik ilkelerimiz, yani platformumuz temelinde birleşmiş tek bir örgüttür, bir dünya örgütüdür, ve bu merkeziyetçilik biçimiyle farklı ulusal örgütlerin birbirinden doğru düzgün haberdar olmadığı uluslararası çatı yapılanmalarından ayrılır. Enternasyonalist Komünist Sol adlı örgütü oluşturan militanların EKA’ya katılma yönünde karar alması da uluslararası düzeyde yalıtılmış bir durum değildir. Bu minvalde örgütümüzün son uluslararası kongresinde, çeyrek yüzyıllık bir zamandan beri ilk kez, açıkça enternasyonalist sınıf tavırları üzerinde duran farklı grupların (Türkiye’den Enternasyonalist Komünist Sol’un yanı sıra, Brezilya’dan OPOP, Kore’den SPA, Filipinler’den –fiziksel olarak gelememiş olsa daInternasyonalismo26) delegasyonlarını ağırlandı. Bu kongreden beri dünyanın diğer yerlerindeki özellikle de Peru, Ekvator ve Santa Domingo’da, açık toplantılar yaptığımız Latin Amerika’da ki, grup ve unsurlar ile bağlantılar ve tartışmalar devam etti. Aynı perspektif doğrultusunda Filipinler’deki Internasyonalismo adlı grubun militanları da, Türkiye’den EKA’ya katılmış olan bizler gibi derinlikli ve sabırlı bir tartışma sürecinden geçerek bizimle aynı zamanda EKA’nın bir parçası olarak örgütümüzün bu çok önemli ülkedeki şubesini oluşturdular. Enternasyonal Komünist Akım’ın yeni iki şube kazanmış olmasının, sınıf mücadelelerinde gerçekleşen yükselişin ivmesinin artışı ile birlikte, yalnızca bir başlangıç olmasını umuyoruz.

26

OPOP: Oposição Operária (İşçi Muhalefeti), SPA: Sosyalist Politik İttifak, Internasyonalismo (Enternasyonalizm).


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.