Komünist
Zemin
Kapitalizm ile suç ve çıkar ortaklığı olmayanlar; kapitalizmi yıkıp, özgürlükçü ve eşitlikçi bir dünya kurmak için, devrimci bir Dünya Partisi’nin politik önderliğinde birleşerek
savaşın!
Gezi'nin Özeti: Apolitik, Asosyal, Elitist, Lümpen, Sexist, Kemalist, Misak-i Millici ve Sistem tamircisi...
Lenin’in Örgüt Anlayışı
Gezi Parkı Hareketi Üzerine
İslamiyet Ve Anayasa
Suriye Savaş(lar)ı
SAYI
20
ARALIK / OCAK / ŞUBAT 2013 /2014
2 TL www.komunistzemin.org
19 Aralık 2000 Tarihini Unutma, Unutturma! 19 Aralık Katliamı Doğru Ele Alınmadığı Takdirde, Zamanla Unutulmaya, En İyi Durumda ise Üzücü Bir Olay, Bir Trajedi Olarak Bir Müddet Daha Hatırlanmaya Mahkumdur...
www.komunistzemin.org
Komünist
KOMÜNİST ZEMİN Üç ayda bir yayınlanır
Zemin
Sahibi ve Yazı İşleri Müdürü:
Yıldız Pınar
Adres: r Zemin Yayıncılık Mehmet Akif Mahallesi Recep Ayan Caddesi No: 26/3 Çekmeköy / İstanbul
www.komunistzemin.org komunistzemin@yahoo.com komunistzemin@gmail.com Baskı: Ceylan Matbaacılık Güven İş Merkezi, B Blok No: 318 Topkapı / İstanbul Sertifika No:23352
Kürtler için "Muğlalı Olayı" diye bilinen 33 Kurşun ne ise, Roboski Katliamı da odur. Unutma, Unutturma!
İÇİNDEKİLER "Gezi Parkı Hareketi Nedir, Ne Değildir?..........3 19 Aralık Katliamı Üzerine................................7 Kent, Uygarlık ve Kapitalizm......................... 10 İslamiyet ve Kul Yapımı Anayasa....................13 Anayasa Nedir, Ne Değildir?...........................15 Suriye Savaş(lar)ı..........................................17 İman Kültürü Üstüne Notlar...........................21 Lenin'in Örgüt Anlayışı Üzerine......................23 Stalinist Karşı Kültür Devrimi Konuk Yazar: Slavoj Žižek..............................27 Türklüğün İkiyüzlülüğü Üzerine.....................30 Sol ve Şehitlik Edebiyatı Üzerine....................32
Kürtler için "Muğlalı Olayı" diye bilinen 33 Kurşun ne ise, Roboski Katliamı da odur. Unutma, Unutturma!
Say×: 20
Komünist Zemin
Gezi ParkÕ Hareketi Nedir, Ne De÷ildir? Gezi ParkÕ Hareketi, elitist bir toplulu÷un kendi yaúam alanÕnÕ korumak maksadÕyla baúlamÕú ama polisin saldÕrÕsÕyla birlikte, bu hareket kitlesel bir hal almakla kalmamÕú, baúka bir hesaplaúmanÕn da alanÕna dönüúmüútür. Bunun da ötesinde, Gezi ParkÕ Hareketi, baúlangÕçtakinin aksine oldukça çok parçalÕ bir karaktere sahip olmuútur. Mesela baúlangÕçta hareketin maksadÕ, belirli bir zümrenin yaúam alanÕnÕ korumak iken, daha sonraki süreçte hareket birden fazla maksadÕ sahip bir hal almÕútÕr. Gelelim hareketin ne olup, ne olmadÕ÷Õna. Taksim Gezi ParkÕ'ndaki a÷açlarÕn kesilmesini ve bu alana alÕúveriú merkezi yapÕlmasÕnÕ engellemek maksadÕyla baúlayan hareket, bir kaç gün sonra hem bu hareketi örgütleyenlerin tasavvur ettikleri sÕnÕrÕ, hem de hükümetin hazÕrlÕklÕ oldu÷u sÕnÕrÕnÕ aúan bir hal aldÕ. Gezi ParkÕ’ndaki yeúil alana müdahale edilmesine karúÕ barÕúçÕl gösteri yapan bir grup insanÕn pasif tepki göstermesiyle baúlayan süreç, kÕsa sürede bu sürece destek veren popüler beyazperde ve ekran oyuncularÕ ve müzik gruplarÕnÕn deste÷ini de alarak büyümeye baúladÕ. Tam da bu aúamada devlet güçlerinin eylemcilere oldukça sert müdahalesiyle, tabiri caizse ok yaydan çÕkmÕú oldu. Taksim'deki eylemi baúlatanlar yoksullar de÷il, Beyo÷lu'nun müdavimi orta halli çocuklardÕr. MaksatlarÕ ise, kendi yaúam alanlarÕ olarak kabul ettikleri Gezi ParkÕ'nÕ korumaktÕ. Daha sonra devreye siyasi rantçÕlar girdi ve sonra da dü÷meye basÕlmÕú gibi AKP'den muzdarip herkes soka÷a indi. Ve sonuçta hükümet Gezi ParkÕ'na iliúkin projesini askÕya
almÕú olsa da, Gezi ParkÕ merkezli baúlayan hareket, hem Gezi ParkÕ'nÕn, hem de østanbul'un sÕnÕrlarÕnÕ aúmÕú, AKP'nin olmasa da, Tayyip Erdo÷an'Õn kaderini belirlemeye endeksli bir harekete dönüúmüútür. Gezi ParkÕ Hareketi'nin Karakteri Üzerine Hareket devlet ya da sistem düúmanÕ de÷il, AKP düúmanÕ bir karaktere sahiptir. Gezi ParkÕ polis tarafÕndan boúaltÕldÕktan sonra bu hareketin boykot hareketine dönüúmesinden yola çÕkacak olsak bile, hareketin asÕl maksadÕnÕn AKP ve AKP'nin temsil etti÷i bütün alanlar oldu÷unu pekala görebiliriz. Zira boykot edilen bir bütün olarak tüketimin kendisi ya da kapitalist úirketler de÷il, AKP ile arasÕ iyi olan ve øslami tandanslÕ úirketlerdir. Bu durumu BoykotçularÕn ça÷rÕsÕnda da görmek mümkündür. Zira Boykot edilmesi istenilen úirketler: A101 MARKET, ALBARAKA, ASSAN GALVANøZ SANAYø, ASYA FøNANS (GøZLø FAøZCø), ATASAY KUYUMCULUK, AYTAÇ ETLø MAMULLER, BANK ASYA, BAHAR PASTANELERø, BøM, BOYDAK GRUBU, COùKUN GIDA ÜRÜNLERø, øHLAS HOLDøNG, TÜRKøYE HASTANESø, ULUDAö
̱ ͵ ̱
Say×: 20
Komünist Zemin
KEBAP, UZAY GIDA ve ÜLKER GIDA GRUBU vb. úirketlerdir. Evet, boykotçularÕn ça÷rÕsÕndan da anlaúÕlaca÷Õ gibi, Gezi ParkÕ Hareketi, AKP ve AKP iktidarÕ döneminde pazar hakimiyeti artan øslami tandanslÕ úirketler karúÕtÕ bir harekettir. BaúlangÕçta hareketin maksadÕ tam olarak bu de÷ilse de, zamanla hareket buna dönüúmüútür. En önemlisi de, iddia edildi÷i gibi, toplumsal bir karakter taúÕmamaktadÕr. Zira sÕnÕflÕ ve çok parçalÕ toplumlarda ancak istisnai hareketler toplumsal hareket olarak tanÕmlanabilir. DolayÕsÕyla da ortaya çÕkan ve nüfusun belirli bir kÕsmÕnÕ ya da önemli bir ço÷unlu÷unu kapsayan her hareketi Toplumsal hareket olarak tanÕmlamak do÷ru de÷ildir. Bunun yerine, ortaya çÕkan her hareketi do÷rudan özne ya da talep ettikleri üzerinden tanÕmlamak daha do÷rudur. Gezi ParkÕ Hareketi toplumsal bir hareket olmadÕ÷Õ gibi, yoksullarÕn ve sistemin ötekileútirdi÷i asÕl ötekilerin hareketi de de÷ildir. Elbette ki bu hareketin içinde yoksullar da var idi, ama bu yoksullarÕn hareketin içinde yer alma nedenleri kendileri de÷ildi. Örne÷in bu hareketin içinde Kürtler de var idi, ama bu hareket Kürtleri ifade eden bir hareket de÷ildi. Kürtler bu harekete katan úey, sisteme duyduklarÕ öfke ve bu öfkenin neden oldu÷u dayanÕúma hissidir. hareketin içinde eúcinseller, "fahiúeler" ve "sokak çocuklarÕ" da var idi, ama bu hareket bunlarÕ ifade eden bir hareket de÷ildi. Gezi ParkÕ Hareketi'ni baúlatan marjinal bir kesim olsa da, hareket kÕsa bir süre sonra AKP ile arasÕnda kan davasÕ olan ulusalcÕlarÕn, TÜSøAD gibi, eski paradigma üzerinden sahip olduklarÕ ayrÕcalÕklÕ durumu yitiren kesimlerin, baúkanÕ hapse atÕlan Fenerbahçelilerin, AKP'yi øslami harekete ihanet etmekle suçlayan Müslüman kesimlerin, AKP tarafÕndan horlanan ya da alanlarÕ daraltÕlan tiyatrocularÕn, sinema ve dizi sektörü çalÕúanlarÕnÕn dönüúmüútür. Hareketin içinde sosyalistlerin, anarúistlerin, Kürtlerin, yoksullarÕn, kadÕn hareketinin, çevreci hareketin ve eúcinsellerin yer
almÕú olmasÕ, ne hareketin seyri üzerinde, ne de karakteri üzerinde bir etki yapamamÕútÕr. Özcesi; Gezi ParkÕ Hareketi, daha ilk günleri itibariyle sistemin yeni sahipleri ve bu yeni paradigma üzerinden ayrÕcalÕklÕ kÕlÕnan kesimleri ile eski sistemin ayrÕcalÕklÕ olanlarÕ ve ayrÕcalÕklÕ kÕlÕnanlarÕ arasÕndaki bir hesaplaúmanÕn hareketine dönüúmüútür. Hareketin kendisi baúladÕ÷Õ noktada kalmamÕú olsa da, baúÕndan beri bu hareketin de÷iúmeyen yanlarÕ mevcuttu ve bu yanlarÕnÕ baúÕndan sonuna kadar muhafaza etmiútir.
Örne÷in bu hareket, daha en baúÕnda da Kemalist bir arka plana sahipti, bugün de Kemalist bir arka plana sahiptir. Bu hareket, talepleri bakÕmÕndan en baúÕnda da elitis idi ve hep öyle de kalmÕútÕr. Hareketi baúlatanlar elitistler olmuútu ama daha sonraki süreçte harekete yoksullar ve Kürtler de katÕldÕ, ama buna ra÷men hareket, ne Kürtlerin, ne de yoksullarÕn taleplerini kendi talepleri olarak kabul edip sahip çÕkmamÕútÕr. Gezi ParkÕ Hareketi'nin bir baúka karakteristik özelli÷i ise, iki yüzlü oluúudur. Örne÷in yoksul Kürt çocuklarÕ Beyo÷lu'nun bir çok mekanÕna, Cezayir Soka÷Õ gibi açÕk alanlara sokulmazken, bu insanlarÕn da bu alanlara girebilme hakkÕ için ses etmeyen bu iki yüzlü topluluk, kendi alanlarÕ daraldÕ÷Õnda kÕzÕlca kÕyamet koparabilmiútir. Kürdistan ateúe verilirken ses etmeyen bu topluluk, bir parkÕ korumak için günlerden beri savaú verebilmiútir. øúçi semtlerinde her gün betonlaúma artÕp, bahçeli gecekondular yerini koca beton bloklara bÕrakÕrken, Gezi ParkÕ militanlarÕ bu durumu gündem bile etme gere÷i duymamÕútÕr.
̱ Ͷ ̱
Say×: 20
Komünist Zemin
Gezi ParkÕ Hareketi'nin 68 Hareketi ile Benzeútirilmesi Üzerine Do÷rudur, 68 Hareketi ile Gezi ParkÕ Hareketi arasÕnda çok önemli ortaklÕklar mevcuttur. Ama bu durum, 68 kuúa÷Õndan Ertu÷rul Kürkçü gibi úahsiyetlerin ifade ettikleri gibi olumlu bir durum de÷ildir. Zira 68 Hareketi, hiç de Ertu÷rul Kürkçü ve di÷erlerinin ifade ettikleri gibi devrimci olmadÕ÷Õ gibi, resmi paradigma ve sistem düúmanÕ bir hareket de de÷ildi. Bütün dünyada 68 Hareketi resmi paradigmayÕ ve topluma egemen olan geleneksel de÷erleri sorgulayÕp yerle bir ederken, bir tek Türkiye'deki 68 Hareketi, cumhuriyetin resmi paradigmasÕnÕ ve topluma egemen olan geleneksel de÷erleri savunmuú ve bunlara güç vermiútir. 68 Hareketi ile Gezi ParkÕ Hareketi arasÕndaki en önemli ve belirleyici ortaklÕ ise, her ikisinin de TC'nin geleneksel retori÷i ve paradigmasÕ (cumhuriyetçilik, misak -i millicilik, ulusalcÕlÕk vb. de÷erler) ile olan ba÷ÕdÕr. Gezi ParkÕ Hareketi, Bu Co÷rafyada Ortaya çÕkmÕú ølk Kitle Hareketi midir? Tarih üreticilerinin bir iddiasÕ da budur. "Bu hareketin bir ilk oldu÷unu ve bu anlamÕyla da tarihsel bir öneme sahip oldu÷unu" vaaz etmektedirler. Peki, bu do÷ru mudur? Elbette ki hayÕr. Son elli yÕllÕk tarihe bakacak olursak, bu co÷rafyada devasa kitle hareketlerinin vuku buldu÷unu pekala görebiliriz. Örne÷in 60'lÕ yÕllarda TøP'i meclise taúÕyan ve yine aynÕ úekilde, 12 Mart Darbesi'ni yapanlarÕn gerekçe olarak gösterdikleri 68 Hareketi bunun bir Örne÷in 70'li yÕllara damgasÕnÕ vuran ve yine örne÷idir. aynÕ úekilde 12 Eylül Askeri Darbesi'ni yapanlar tarafÕndan bir darbe gerekçesi olarak kul-
lanÕlan devasa kitle hareketleri de bir baúka örnektir. Örne÷in Kürt hareketi, özellikle 90'lÕ yÕllar itibariyle devasa bir kitle hareketi olarak alanlara inmiú ve bu tarih itibariyle neredeyse hiç bir vakit alanlarÕ terk etmemiútir. Örne÷in øslami hareket, özellikle 90'lÕ yÕllarda hiç de azÕmsanmayacak bir güç olarak alanlara inmiú ve resmi paradigmayla çatÕúmÕútÕr. HayÕr, bir kitle hareketi olarak Gezi ParkÕ Hareketi bir ilk de÷ildir. ølk olan, burjuvazinin en azÕndan bir kesiminin ve orta sÕnÕflarÕn ilk kez bir güç olarak alanlara inip, mevcut olan iktidara kafa tutmuú olmasÕdÕr. Benzer bir hareket 60'lÕ yÕllarÕn ikinci yarÕsÕnda da ortaya çÕkmÕútÕ ama bu derece kitleselleúememiúti. Özcesi; "Gezi ParkÕ Hareketi'nin kitlesel bir hareket olmasÕ bakÕmÕndan bir ilk oldu÷u" yönündeki iddia bir söylence olmaktan baúka bir úey ifade etmemektedir. Gezi ParkÕ Hareketi KarúÕsÕnda Devrimci Hareketin Tutumu Üzerine Gezi ParkÕ Hareketi, devrimci hareketin neredeyse bütün sektörleri açÕsÕnda tam bir utanç vesilesi olmuútur. Zira devrimci hareket hem bu hareket tarafÕndan belirlenmiú, hem de bu hareketin ideolojik ve politik kontrolünü elinde tutan ulusalcÕ hareketin hesabÕna bir iúlev görmüútür. Gezi ParkÕ Hareketi sürecince devrimci hareket ya politik ve stratejik bir hedeften yoksun bir biçimde hareket etmiú ya da "iúçi emekçi hükümeti" türünden, hiç de duruma uygun olmayan önermelerde bulunmuútur. Peki, devrimci hareket Gezi ParkÕ Hareketi sürecinde yar almalÕ mÕydÕ, yoksa bu harekete ilgisiz mi kalmalÕydÕ? Gezi ParkÕ Hareketi, elitist bir grubun hareketi olmaktan çÕkÕp da, Kürtleri ve yoksullarÕ da bir ölçüde harekete geçirdi÷i andan itibaren devrimci hareketin bu sürecin dÕúÕnda kalmasÕ mümkün olamazdÕ. Zaten devrimci hareket de bu sürecin dÕúÕnda kalamadÕ. Ama devrimci hareketin bu süreçte yer almasÕ hiç de do÷ru bir anlamda olmamÕútÕr.
̱ ͷ ̱
Say×: 20
Komünist Zemin
Devrimci hareketin Gezi ParkÕ Hareketi içinde yer almasÕ gerekirdi ama bu hareketin bir parçasÕ olmak ve bu hareketin maksadÕna hizmet etmek için de÷il. Zira devrimci hareketin varoluú maksadÕ, ortaya çÕkan hareketlerin bir parçasÕ olmak de÷il, bu hareketler üzerinde etki yaratmak ve bunlarÕ do÷ru siyasal hedeflere yöneltmektir. DolayÕsÕyla da Devrimci hareketin yapmasÕ gereken, Gezi ParkÕ Hareketi'ne sonradan dahil olan yoksullarÕ ve Kürtleri, Gezi ParkÕ Hareketi'nin taleplerinden ba÷ÕmsÕzlaútÕrarak, onlarÕ kendi talepleri ekseninde mücadele etmeye kazanmak olmalÕydÕ. Devrimci hareket bunu yapmak yerine, Gezi ParkÕ Hareketi ile birlikte "tarihin yeniden yazÕldÕ÷ÕnÕ" ileri sürecek kadar bir toyluk göstermiú, dahasÕ bu hareketin "devrimci sonuçlara" yol açaca÷ÕnÕ düúünecek derecede ham hayallere kapÕlmÕútÕr. Sonsöz Yerine Gezi ParkÕ Hareketi boyunca bir yÕ÷Õn teori üretildi ve bu hareket üzerinden her kesim adeta kendi hayalini gerçekleútirmeye kalkÕútÕ. Ama bu hareketin, gerek dinamikleri bakÕmÕndan, gerek hedefledikleri bakÕmÕndan, gerekse de objektif koúullar nedeniyle, bu hareket üzerinden herhangi bir kesimin zafer kazanabilmesi mümkün de÷ildi. E÷er AKP'ye karúÕ askeri bir darbe yapÕlmasÕ düúünülüyor olsaydÕ ve ABD bu darbe planÕna, tÕpkÕ MÕsÕr'daki Müslüman Kardeúler iktidarÕna karúÕ yapÕlan darbede oldu÷u onay vermiú olsaydÕ, iúte o vakit Gezi ParkÕ Hareketi bu darbeyi yapmak isteyenlerin stratejik maksadÕna pekala hizmet edebilirdi. Bunun dÕúÕnda, bu hareket üzerinden ne Kürtlerin (ki, Kürtlerin bu tür bir hesabÕ yoktur), ne ulusalcÕlarÕn, ne de devrimci hareketin stratejik maksatlarÕnÕ gerçekleútirebilmeleri mümkün de÷ildi. Bu hareketin dinamikleri bir yana, objektif koúullarÕn tamamÕyla AKP hükümetinden ya-
na olmasÕ bile, Gezi ParkÕ Hareketi üzerinden bir baúka hareketin geliútirilip baúarÕlÕ kÕlÕnmasÕnÕn önünü kesmeye yeterliydi.
Özcesi, Gezi ParkÕ Hareketi, kalÕcÕ hiç bir sonuca yol açmadÕ÷Õ gibi, bundan sonra ortaya çÕkabilecek yeni kitle hareketlerine de bir tecrübe bÕrakabilecek bir potansiyele ulaúamamÕútÕr. Gezi ParkÕ Hareketi, toplumsal mücadeleler tarihine bir úey katamayacak kadar toplumsal olmaktan uzaktÕ ve olabildi÷ince de apolitik bir hareket idi. Bu hareketten olsa olsa bolca mizah ve küfür üretilmiútir, bundan sonra da olacak olan budur. Gerek Gezi ParkÕ Hareketi'nden, gerekse de baúka co÷rafyalarda cereyan eden bu tür hareketlerden çÕkarÕlmasÕ gereken en önemli ders ise úudur: Sistem karúÕtÕ stratejik bir hedefi olmayan bu tür hareketler, nihayetinde sistem içi hesaplaúmalarÕn ya da sistemin yeniden yapÕlandÕrÕlmasÕnÕn aracÕna dönüúürler. Bunun en son örne÷i, "Arap BaharÕ" olarak adlandÕrÕlan hareket olmuútur. "Arap BaharÕ" olarak adlandÕrÕlan hareket de göstermiútir ki, sistemi yÕkmaya dönük bir program, bu programÕn dayanaca÷Õ do÷ru dinamikler ve bu programÕ hayata geçirecek devrimci bir parti olmadan, sistem içi hesaplaúmalarÕn bir parçasÕ olmaktan ve sistemin reorganizasyonuna ortak olmaktan kurtulabilmek mümkün de÷ildir.
̱ ̱
Say×: 20
Komünist Zemin
19 Aralık Katliamı Üzerine Notlar Elbette ki 19 AralÕk 2000 tarihinde devlet cezaevlerinde bir katliam yapmÕútÕr ama 19 AralÕk saldÕrÕsÕnÕn tek baúÕna bir katliam olarak mütalaa edilmesi ve bu günün, "19 AralÕk katliamÕnÕ unutmadÕk, hesabÕnÕ soraca÷Õz!" türünden yeminlerle geçiútirilmesi yanlÕútÕr. Bunun da ötesinde, "UnutmadÕk, unutturmayaca÷Õz!" türünden yeminlerle ne öldürülen onca insanÕ, ne de 19 AralÕk katliamÕnÕ tarihe do÷ru anlamda kaydedebilmek mümkün de÷ildir. E÷er ki 19 AralÕk katliamÕ do÷ru ele alÕnmaz ise, zamanla hem olayÕn kendisi, hem de katliamÕn kendisi unutulmaya, en iyi durumda ise üzücü bir olay, bir trajedi olarak hatÕrlanmaya mahkumdur. 19 AralÕk katliamÕnÕn do÷ru anlaúÕlmasÕ ve yaúayan tarihin bir parçasÕ olarak tarihe kaydedilebilmesi için, F-Tipi uygulamasÕndan ve buna karúÕ ortaya konulan direniúten yola çÕkmak do÷ru bir yaklaúÕm de÷ildir. Zira FTipi uygulamasÕ ve buna karúÕ ortaya konulan direniú, yalnÕzca ve yalnÕzca bir sonuçtur. 19 AralÕk'Õn do÷ru anlaúÕlmasÕ için, hem devrimci örgütlerin 12 Eylül 1980 sonrasÕ cezaevleri siyasetine, hem de 12 Eylül 1980 sonrasÕ devletin cezaevleri politikasÕna do÷ru bakmak gerekir. Bütün dünyada oldu÷u gibi Türkiye cezaevlerinde de devlet politikasÕnÕn temel amacÕ, devlet açÕsÕndan tehlike arz eden insanlarÕ etkisiz kÕlmaktÕr. Bunda da úaúÕlacak bir durum yoktur. DolayÕsÕyla da devlet, esasÕnda kendi tabiatÕna uygun olan neyse onu yapmÕútÕr. Devletin politikasÕnÕ tartÕúmak devrimcilerin iúi de÷ildir.
Devrimcilerin iúi, devletin politikasÕnÕ eleútirmek de de÷ildir. Devrimcilerin iúi, devletin politikasÕnÕ boúa çÕkarmak ve nihayetinde de devletin sahibi olanlara iúledikleri her suçun hesabÕnÕ sormaktÕr. Devlete hesap sormak zaman iúidir, sabÕr gerektirir ve bugünden yarÕna olacak bir úey de÷ildir. Ama devrimci hareketin kendi iç hesaplaúmasÕnÕ yapmasÕ ertelenebilir bir úey de÷ildir. Lakin devrimci hareket bu iç hesaplaúmayÕ yapmak yerine, kendi yanlÕúlarÕnÕ devletin yaptÕ÷Õ zulmün arkasÕna saklayarak, bu iç hesaplaúmanÕn üstünü örtmeyi ye÷lemektedir. E÷er ki 30 küsur yÕllÕk döneme, gözünü kÕrpmadan ölüme giden erdemli insanlarÕn direniúçi gelene÷inden bakÕlacak olursa, tabii ki ortaya úanlÕ bir tablo çÕkar. Ama bir dönemin ya da bir olgunun muhasebesi bu biçimde yapÕlamaz. Zira "úanlÕ geçmiú" denilen süreç, esasÕnda bu co÷rafyadaki devrimci potansiyelin tasfiye edilmesi sürecinden baúka bir úey de÷ildir. Binlerce genç insan bu süreçte, hiç de gerekli olmadÕ÷Õ halde hapishanelerde, da÷larda, sokaklarda ölüme gönderilmiú, binlercesi ölmüú, binlercesi fiziki ya da psikolojik tahriba-
̱ ̱
Say×: 20
Komünist Zemin
ta u÷ramÕú, kalanlarÕn da onda dokuzu siyasetle bir daha ba÷ kurmamÕútÕr. Tabii ki devletin temel tutumu zaten bir kuúa÷Õn bertaraf edilmesine ve bu kuúak üzerinden gelecek kuúaklarÕ daha en baúÕndan teslim almaya endeksliydi. Ama buradan yola çÕkarak, "Zaten bu son kaçÕnÕlmazdÕ" türünden bir açÕklamanÕn arkasÕna da saklanmak do÷ru de÷ildir. E÷er böyle olsaydÕ, DiyarbakÕr hapishanesinde tutsak kalmÕú ve bu co÷rafyanÕn en büyük zulmüne maruz kalmÕú tutsaklarÕn nerdeyse onda sekizinin hapishane sonrasÕ direniúe daha bir sÕkÕ sarÕlmamasÕ gerekirdi. Örne÷in østanbul cezaevlerindeki devlet zulmü, DiyarbakÕr zindanÕnda olanla kÕyaslanamayacak kadar basitken, østanbul cezaevlerinden tahliye olan her on kiúiden dokuzu siyaset dÕúÕna düúmüú ise; bu insanlarÕn siyaset dÕúÕ kalmalarÕnÕ devlet zulmüyle açÕklamak pek de do÷ru olmaz. Bu tablonun ortaya çÕkmasÕnÕn iki temel nedeni mevcuttur. Birinci neden, 12 Eylül 1980 Askeri Darbesi ile birlikte "cezaevleri sÕnÕf mücadelesinin merkezidir" tespitinin kabul görmüú olmasÕdÕr. Bu yaklaúÕm oldukça orijinaldir ve bunun dünyada bir baúka örne÷i de yoktur. økinci neden ise, devrimcilerin kendi cezaevi koúullarÕnÕ düzeltmek için ya da cezaevi modeline karúÕ çÕkmak için bedenlerini ölüme yatÕrmalarÕdÕr. Keza bunun da dünyada bir baúka örne÷i yoktur. Mesela Uruguay'da askeri darbe döneminde tutsak edilen devrimciler 13 sene boyunca inanÕlmaz koúullar altÕnda cezaevinde kaldÕlar; hareketin liderleri ise bu süre zarfÕnda tek kiúilik kulübelerde tutuldular ama onlarÕn tarihinde kendi koúullarÕnÕn düzeltilmesi için bu tür bir eyleme rastlamak mümkün de÷ildir. Bu iki neden dolayÕsÕyla cezaevleri adeta düúmanla siper savaúÕnÕn yapÕldÕ÷Õ alanlar
olarak mütalaa edildi ve devletin her giriúimi bir tür "ölüm kalÕm" meselesi olarak algÕlandÕ. NasÕl ki 1970'li yÕllarÕn sonlarÕnda Polis ya da faúist vurmak, intikam almak ve kaba devlet düúmanlÕ÷Õ sÕnÕf mücadelesi olarak görülmüútü ise;12 Eylül Askeri Darbesi'nden sonra da sÕnÕf mücadelesinden, cezaevindeki uygulamalara karúÕ çÕkmak anlaúÕlmÕútÕr. Daha da beteri, kapitalist sisteme karúÕ savaú, "Devrimciler teslim alÕnamaz!" úiarÕna indirgenmiútir. Öyle dönemler yaúandÕ ki, devlet ile açÕk savaú yürütüldü ve bazen cezaevlerindeki insanlarÕn dörtte üçünün "ba÷ÕmsÕzlar" ko÷uúuna gitmesi pahasÕna açlÕk grevleri sürdürüldü. Devrimci Sol ve TøKB tarafÕndan 1984 yÕlÕnda Metris ve Bayrampaúa cezaevlerinde yapÕlmÕú açlÕk grevi bunun en tipik örne÷idir. "Teslim olmamak" için yapÕlan bir direniúte kitlenin dörtte üçü düúmana teslim edilmiú ve sonra da bunun adÕ, "Bizi teslim alamadÕnÕz!" olmuútur. Bu ölüm orucunda dört insan ölmüú, onlarcasÕ hasta olmuútur. Neticede ise, ölüm orucu aracÕlÕ÷Õyla iptal edilmesi istenilen"1982 AnayasasÕ iptal edilmemiú, son verilmesi istenilen "Tek Tip Elbise DayatmasÕ" ise devam etmiútir; ama buna ra÷men "Zafer kazandÕk!" açÕklamasÕyla eyleme son verilmiútir.
̱ ͺ ̱
Say×: 20
Komünist Zemin
20 yÕl boyunca, yani 12 Eylül 1980'den, 19 AralÕk 2000 tarihine kadar hep benzer úeyler yaúandÕ ve adeta hep bir tekrar yaúandÕ. Bu 20 yÕlÕn birinci dereceden siyasi sorumlulu÷u devrimci harekete aittir. Bu sürecin üzerinden atlanarak 19 AralÕk KatliamÕ'nÕn do÷ru bir yere oturtulmasÕ mümkün de÷ildir. Bu sürecin muhasebesi yapÕlÕrken, Devrimci Sol (DHPK/C) örgütünün özel bir önem arz etti÷ini de burada zikretmek gerekiyor. Çünkü Türkiye cezaevlerinin 20 senesini belirleyen Devrimci Sol (DHKP/C) olmuútur. (KürdistanlÕ tutsaklarÕ ve Ankara Mamak sürecini bu de÷erlendirmenin dÕúÕnda tutuyoruz.) 12 Eylül Askeri Darbesi itibariyle, özellikle de østanbul cezaevlerinde Devrimci Sol'un belirleyici bir durumu hep olmuútur. Bu hareket kendi iç hesaplarÕnÕn etkisiyle sürekli bir eylemlilik halinde olmuú ve kitlesini sürekli teyakkuz halinde tutmuútur.
Di÷er örgütlerin bazÕlarÕ Devrimci Sol'u düúman karúÕsÕnda yalnÕz bÕrakmamak için, kimi örgütler ise Devrimci Sol'un onayÕnÕn gerekli oldu÷u "Cezaevi Konseyi"nde yer alÕp, orada temsil edilebilmek için mütemadiyen Devrimci Sol'un peúinden sürüklenmiútir. Hal böyle olunca da 20 yÕl içerisinde cezaevleri üzerinden a÷Õr tahribatlar yaúanmÕútÕr. Sonuç olarak, devletin niyetinden ba÷ÕmsÕz olarak, 19 AralÕk KatliamÕ'nÕ do÷ru anlayabilmek ve onu do÷ru yere oturtabilmek için, devrimci örgütlerin 20 yÕllÕk cezaevleri politikasÕnÕn ele alÕnmasÕ bir zorunluluktur. Aksi halde neyin ne oldu÷unu anlamak mümkün de÷ildir. "Devlet katliam yaptÕ, devrimciler de teslim olmadÕlar" türünden gayri siyasi yaklaúÕmlarla bir yere varÕlamayaca÷Õ muhakkaktÕr. Hem sürecin do÷ru kavranÕp, bu süreçten do÷ru dersler edinebilmenin, hem de bu süreçte yaúamÕnÕ yitiren de÷erli insanlarÕn hak ettikleri biçimde anÕlabilmesinin yolu buradan geçmektedir.
̱ ͻ ̱
Komünist Zemin
Say×: 20
Kent, UygarlÕk ve Kapitalizm Her úeyin bir tarihi var, kelimelerin de. Bugün basit ve masum iletiúim araçlarÕ olarak dilimizden dökülüveren kelimeler, dönemin egemen ideolojisine, anlayÕúÕna ba÷lÕ olarak tarih içinde farklÕ anlamlarla yüklüydüler. Dilin anlamlandÕrma araçlarÕ olarak kelimeler, tarihin ve ideolojilerin taúÕyÕcÕsÕdÕrlar ve tarih çok kanlÕ canlÕdÕr. Yani, "geçmiú sadece geçmiú de÷ildir" ve onunla hemfikir olmasanÕz da hâlâ söyleyece÷i çok úey vardÕr. Marks'Õn deyiúiyle, "insanlar kendi tarihlerini kendileri yaparlar, ama diledikleri gibi de÷il, kendi baúlarÕna seçtikleri koúullar altÕnda de÷il, kendilerini içinde bulduklarÕ, verili ve geçmiúten devraldÕklarÕ koúullar altÕnda yaparlar." "UygarlÕk" kelimesinin kökeninde "kent" var. Örne÷in øngilizce "civilization" kelimesinin kökeni "civitas"dÕr, yani kent'tir ve yine aynÕ kökten gelen "civil" kelimesi yabanî olanÕn, barbar olanÕn karúÕtÕnÕ ifade eder. Yine Arapça "medeniyet" kelimesi de "Medine"den gelir. "Medine" kent'i, bir dönem Arap yarÕmadasÕnÕn en geliúmiú ticaret merkezlerinden biridir. Ve Asur, øbrani dillerindeki "madana"dan Arapçaya geçen "madina" (medine) kelimesi, Arapçada "kent" anlamÕna gelmektedir. Bu nedenle "medeni" olmakla "Medine'li" olmak arasÕnda önemli bir ba÷lantÕ vardÕr. Araplar kentlilere "medeni", çölde yaúayanlara "be devi", göçebelere ise "aribu" diyorlar.
Türkçedeki "araba" kelimesi bu "aribu"dan geliyor. Türk Dil Kurumu da, Türkçedeki "uygarlÕk" kelimesini Türklerin yerleúik hayata geçmiú, kent kurmuú boyu olan Uygurlardan yola çÕkarak türetmiú. YurttaúÕ tanÕmlayan yasalardÕr. Kentliyi ise, yurttaútan farklÕ olarak, tanÕmlayan yasalar yok; yazÕlÕ bir haklar ve sorumluluklar hukuku, yerel bir hukuk yok. Kentliyi tanÕmlayan sosyal, kültürel hayatÕn verdi÷i ortaklÕk, paylaúÕyorluk duygusudur ve bunun getirdi÷i, insan iliúkilerini düzenleyen sözel, konsensusa dayalÕ bir baúka hukuk var. Yurttaú (citoyen: eskiden, site'de oturan, "hem-site"li anlamÕnda) böylesi kentlerde ortaya çÕkÕyor. YurttaúÕn Grekçe karúÕlÕ÷Õ polites; politeio'dan geliyor, yönetmek, yurttaú olarak yaúamak demek. Latincesi ise civis ve kökeninde oturma, yatma, bir yere yerleúme gibi anlamlarÕ var.
̱ ͳͲ ̱
Komünist Zemin
Say×: 20
Oturmak, yatmak, bir yerde ikamet etmek, bir yere yerleúmek ve orada yaúÕyor olmak yurttaúlÕk için bir ölçü. Bunun günümüzdeki yurttaúlÕk anlayÕúlarÕna da temel oluúturmasÕ bir rastlantÕ de÷il. Sanskritçe "cayati", "o yattÕ", Grekçede ise "keimai" yatmak demek. Got'larda da "kaims", ev, köy demektir ve Almanlarda "heim" olarak varlÕ÷ÕnÕ devam ettirmektedir. Bugün Türkçede de "vatansÕz" anlamÕnda kullanÕlan "haymatlos" kelimesi de buradan gelmektedir. Heimat (vatan), Almanca olumsuzluk eki (-los) alarak heimatlos (vatansÕz) olmaktadÕr. FransÕzca cité, øtalyanca citta, øngilizce city, øspanyolca ciudad gibi kelimelerin hepsi eú anlamlÕdÕr ve batÕ Avrupa dillerindeki site anlamÕnÕ içeren bütün bu sözcükler Hint-Avrupa kökenlidir. Burada Türkçe yurt kelimesinin de aynÕ anlama, "oturulan yer" anlamÕna geldi÷ini de belirtelim. AyrÕca Türkçede ve Mo÷olcada "yurt", ev olarak kullanÕlan büyük yuvarlak çadÕrlara denmektedir. Bugün "ö÷renci yurdu", "iúçi yurdu" olarak kullanÕlmasÕ da bir rastlantÕ de÷ildir. øsmet Zeki Eyubo÷lu'nun hazÕrladÕ÷Õ Etimoloji Sözlü÷ü'nü izleyerek söylersek; bugün kullanÕlan ev ise, Uygur Türkçesindeki eb'ten yada bir baúka söyleniúle öy'den, Türkiye Türkçesine b/v dönüúmesi sonucu eb/ev olmuútur. Ev kelimesinin karúÕlÕ÷Õ, Sümerce E, Likçe uva, Çince uh'tur. Türkçe ev ile bu diller arasÕndaki e/uh/uva ba÷lantÕsÕ gözden kaçmamaktadÕr. AyrÕca yine, Türkçede de kullanÕlan Arapça "vatan" kelimesi önceleri OsmanlÕcada, bir yerde oturma, yerleúme, oturulan, do÷up büyünen yer, ev, úehir, memleket anlamlarÕnda kullanÕlmÕútÕr. Melih Cevdet, bugünkü anlamÕnda "vatan" kelimesini ilk defa NamÕk Kemal'in kullandÕ÷ÕnÕ söylemektedir. Bu kelimelerin bugünkü anlamlarÕ milliyetçilik düúüncesinin ortaya çÕkmasÕndan ve OsmanlÕ'ya girmesinden sonra, bir gecikmeyle oluúmuútur. Bu gecikmede, "padiúahÕn mülkü"yle "vatan"Õn aynÕ úey olmasÕnÕn da bir rolü vardÕr. Tripolis (Trablus), Konstantinapolis örneklerinden de anlaúÕlabilece÷i gibi, "polis" kent, il demek ve politika kelimesi de buradan geliyor. Politikhos, bir kentte, ilde, il sÕnÕrlarÕ içinde yasayan insan toplulu÷unun oluúturdu÷u bütünle ilgili olan demek. Yani politi-
ka'nÕn kökeninde de "kent" (polis) var ve politika, polis'in sorunlarÕyla ilgilenmek, ona sahip çÕkmak demek. Anadolu Türkçesine øtalyancadan (politica), ya da Grekçeden (politikhe) geçti÷i sanÕlÕyor. Aristoteles, politika sözcü÷ünü "devlet" anlamÕnda da kullanmÕútÕr. Bunda úaúÕlacak bir durum yoktur, çünkü o dönemde devletler birer kent (site) devletleriydiler. Emniyet görevlisi anlamÕnda kullanÕlan polis kelimesi de yine buradan gelmektedir. Poleos (kent, il) den gelen polis, kentte, ilde koruyucu görevi olan kent görevlisi demektir. Polis kelimenin Grekçeye Akdeniz dillerinden geçti÷i söylenmektedir. Kent Kültürünün Bir Sonucu Olarak Burjuvazi ve Kapitalizm YukarÕda, uygarlÕk ve politika kelimelerinin kökeninde "kent"in bulundu÷unu belirttik. Günümüzün kapitalist uygarlÕ÷ÕnÕn kökeninde de "kent" (bourg) var. (Burjuva -"bourgeois"- kelimesi de buradan geliyor; buna daha sonra yine de÷inece÷iz.) Ama bu kent baúka bir kent, "Urbain"; egemen sÕnÕfÕn, kapitalist üretimin ihtiyaçlarÕna göre úekillendirilmiú bir kent. Öncekiler de, dönemin egemen üretim biçiminin damgasÕnÕ taúÕyorlardÕ elbette. Ama burjuvazinin ortaya çÕkmasÕyla birlikte kentler, üretimin merkezleri olmaya baúladÕlar, gitgide büyüdüler; devasa metropoller ortaya çÕktÕ ve ince ince yeniden düzenlendiler. Merkantil burjuvazi, köyden kente ve di÷er ülkelere kadar ticaret yapÕyor ve kapital biriktiriyordu. Kentlerde oturan bu insanlar, belli bir zenginli÷e ve güce ulaútÕlar. Bu zenginlik ve güç, biriken sermaye, üretimin fabrika aúamasÕna geçmesine yardÕm etti. Bu yeni zengin sÕnÕf kendi kültürünü üretmeden önce, var olan aristokratik kültürü bir çok alanda taklit etti, ona özendi. Bunun basit ve kaba bir örne÷i, yoksullaúan, iflas eden mirasyedi aristokratlarÕn unvanlarÕnÕ, soyluluk niúanlarÕnÕ satÕn alÕúlarÕ ve bu yolla soylu, aristokrat sÕnÕfa katÕlmaya çalÕúmalarÕdÕr. øúte bu sÕnÕfa "bourgeoisie" (burjuvazi) deniyor. Burjuva kelimesinin kökeninde de kent var; "burg"/"bourg"/"borough" 'kent' demek. Bunu bazÕ kentlerin adlarÕndan da anlamak mümkün, Hamburg, Strasbourg, Scarborough vb..
̱ ͳͳ ̱
Komünist Zemin
Say×: 20
KÕsacasÕ burjuva, kentli olan demek kelime anlamÕnda. SanÕrÕm Türkçedeki kalelerle ilgili olarak kullanÕlan "burç" kelimesi de buradan geliyor. Çünkü kentler o dönemlerde genellikle surlarla çevrili, giriú çÕkÕú için belli kapÕlar var. Örne÷in østanbul'da bulunan bugünkü kapÕlarÕn (TopkapÕ/sÕ, Edirne kapÕ/sÕ vs. gibi) ço÷u o zamanlardan kalma. øúte, bu kentli yeni zengin sÕnÕf, daha önceki kenti, geliúmiú, incelmiú bir kültürü temsil etti÷ini söyleyebilece÷imiz "saray"Õ ve kültürünü görece bir geniúli÷e kavuúturuyor, daha geniú bir kitleye yayÕyor, "halka açÕyor". Kültürün "halka açÕlÕúÕ" de÷iúik yollar izliyor. Geliúen teknolojiyle birlikte her úey kolayca herkesin ulaúabilece÷i bir hal alÕyor. Bu, kapitalizmin her úeyi pazara çÕkaran mantÕ÷Õyla buluútu÷unda, zaman zaman bir kalite düúmesiyle birlikte her úey bir kitlesellik kazanÕyor. Örne÷in piyasa için ve yerel/tekil ürünlerin yerellikten çÕkarÕlmalarÕ, ço÷altÕlmalarÕ yoluyla çeúitlenen ve geniúleyen bir üretim söz konusu oluyor. BaúlangÕçta bir çoklarÕnca olumluluk atfedilen, önceki (feodal) toplumsal düzene göre bir "ilerleme" olarak kabul gören bu durum, zamanla önce bir tür standartlaútÕrmaya, daha sonra ise tektipleúmeye dönüúmüútür. Kapitalizm kendi geliúimine ve ihtiyaçlarÕna paralel olarak "lezzet yapÕlarÕ" da dahil her úeyi de÷iútirmiú ve tektipleútirmiútir. Tabii ki bunlar, toplumun yoksul, gelir da÷ÕlÕmÕndan en düúük payÕ alan kesimleri için geçerlidir. Kapitalizmin zenginlik ve yoksulluk üretme kapasitesi birlikte büyüyor. Çeúitlilik, renklilik, damak zevki vs., gelir da÷ÕlÕmÕndan az pay alanlarÕn, toplumsal ço÷unlu÷un dünyasÕnda azalÕyor. Zevksizli÷e mahkûm olanlar onlar. Yoksa, zenginler için, cebinde parasÕ olanlar için her zaman çeúidi zengin, rafine, zevkli úeyler var. BazÕ konulardaki, geçmiúin asÕl ve "asil" gelene÷i onlarda devam ediyor. Ve burjuvazinin bunu paylaúmaya, yoksul ço÷unlu÷a açmaya da hiç niyeti yoktur. Yani, sÕnÕf farkÕ var ve bu sÕnÕf farkÕnÕn üstünde oturdu÷u sistemden kaynaklanan bir tektipleúme ve kültürsüzleúme yaúanÕyor toplumsal piramidin alt kÕsÕmlarÕnda. Sosyalist devrim önermesi de, yoksullara açÕlmayan zenginli÷i, asÕl ve asil gelene÷i bütün nüfusa açmayÕ reddeden kentli sÕnÕfÕn imparatorlu÷unu, kapitalist im-
paratorlu÷u ortadan kaldÕrmak hedefiyle, yine aynÕ úekilde kentli bir önerme olarak ortaya çÕkmÕútÕr. Bu devrimle, kapitalizmin toplumun ço÷unlu÷unu mahkûm etti÷i yoksullu÷u ve zevksizli÷i ortadan kaldÕrmanÕn yollarÕnÕn yaratÕlmasÕ öngörülmüútür. Ve sadece bununla da yetinilmeyip, bu tarihsel mirasÕn ayÕklanÕp geliútirilmesinin, çeúitlili÷in ve renklili÷in daha da zenginleútirilmesinin önünün açÕlmasÕ hedeflenmiútir. Kent Kültürünün Bir Sonucu Olarak øúçi SÕnÕfÕ Yine kent kültürünün yaratmÕú oldu÷u iúçi sÕnÕfÕ da, iúte tam da bu maksadÕn, yani eúitlikçi bir topluma varabilmenin temel dayana÷Õ olan modern Prometeus olarak ortaya çÕkmÕú ve önem kazanmÕútÕr. Henüz tarih sahnesine bunun dÕúÕnda bir baúka toplumsal sÕnÕf ya da güç çÕkmamÕútÕr. øúçi sÕnÕfÕ, modern kapitalist úehre (urban'a) ve modern kapitalist üretime görünmez ba÷larla ba÷lanmÕú, zincirlenmiú Prometeus'tur. (Burada iúçi sÕnÕfÕndan kasÕt, üretim araçlarÕna sahip olmayan ve herhangi bir biçimde iúgücünü satan tüm ücretli çalÕúanlardÕr. Bu, iúçi sÕnÕfÕnÕn yekpare bir sÕnÕf oldu÷u, kendi içinde ciddi bölünmelere ve karúÕtlÕklara sahip olmadÕ÷Õ anlamÕna gelmez.) øúçi sÕnÕfÕ kentlidir ve bir baúka uygarlÕ÷Õn, toplumsal özgürlükler ve eúitlik temelinde yeniden inúasÕnÕ sa÷layacak bir güçtür. Bir baúka deyiúle, temel olarak kentli ve devrimci potansiyel taúÕyan yegane sÕnÕf, iúçi sÕnÕfÕdÕr. Gerek kapitalizmi tarihin çöplü÷üne gönderebilecek, gerekse de bir baúka uygarlÕk önermesi olan sosyalizmin yolunu açabilecek yegane özne, iúçi sÕnÕfÕdÕr. Köylüler ve di÷er sÕnÕflar ve katmanlar özne de÷ildir. Örne÷in köylüler, sadece "isyan" etmesini bilirler, bu ruh halini bugün de bazÕ sol kesimlerde görmek mümkündür. Devrim önermek ve yapmak, yani politik bir program oluúturmak, kapitalizmi aúan alternatif, devrimci çözümler üretmek onlarÕn hayata geçirilmesi için mücadele etmek artÕk köylülerin ve di÷er sÕnÕflarÕn harcÕ de÷ildir; tarihte de görülmemiútir.
̱ ͳʹ ̱
Komünist Zemin
Sayı: 20
İslamiyet ve Kul Yapımı Anayasa Bütün semavi dinlerin Tanrı tarafından tebliğ edildiğine inanılır. En azından müminler açısından bunun tartışılmaz olduğu kesindir. Semavi bir din olan İslamiyet açısından da durum aynıdır. Her ne kadar Alman Şarkiyatçı Gert Puin, Yemende bulunan Kur'an nüshaları üzerinde yaptığı incelemeler sonucu Kur'an yazımının Muhammed'den çok önce başladığını ifade etse de, İslamiyet'e inananlar, Kur'an -ı Kerim'in Allah tarafından Cebrail isimli melek aracılığıyla İslam dininin peygamberi Muhammed bin Abdullah'a indirildiğine inanırlar. Hiç bir Müslüman bunu sorgulamaz ve tartışma konusu yapmaz. Zaten doğru olan da budur. Peki, hem Kur'an -ı Kerim'i Tanrı buyruğu olarak kabul edip, hem de bunun dışında kul yapımı bir anayasa yapmak doğru mudur? Mümkündür ama doğru değildir. "Artık çağ ve ihtiyaçlar değişti" deyip, Kur'an'ın yetersizliğini sorguladığınız vakit, Allah'ı ve onun emirlerini de sorgularsınız. Bu durumda da "Allahın birliğini, Kur'an-ı Kerim'in O'nun tarafından bir yaşam rehberi olarak Muhammed aracılığıyla aleme iletildiğini" sorgulamaya başlarsınız. Ya diyeceksiniz ki, "Dün tanrı gerekliydi ama bugün buna gerek yoktur" ya da diyeceksiniz ki, "Biz tanrıya rağmen bildiğimizi yaparız, biz bizim için neyin iyi, neyin kötü olduğunu tanrıdan daha iyi biliriz." Bir yandan Allah, Peygamber, Kur'an deyip, bir yandan da "Hıristiyan Batı"nın kul yapımı anayasalarını örnek alarak anayasa yapacaksınız ve bunun üzerine yemin edeceksiniz, olacak şey değildir bu. Zira İslam inancına göre İslam Peygamberi Mu-
hammed'e 610 yılının Ramazan ayının Kadir Gecesi'nde Nur Dağı Hira Mağarası'nda indirilmeye başlanılmış olan Kur'an'da, İslam'ın inanç esasları, ölüm, hayat, kıyamet, ahiret, cennet ve cehennem, ibadet, insanlar arası ilişkiler, toplumsal düzenlemeler, ahlaki kurallar ile ilgili ayetler vahyedilmiştir. Vahyedilen ayetlerde insanlara, "Nasıl yaşayacağınıza, hangi ahlaka sahip olacağınıza, ihtiyacınız olan yasalara siz kendiniz karar verin" diye bir öneride bulunulmamış, İslamiyet'in buyruğuna girmeleri ve vahyedilen ayetlerde belirtildiği gibi yaşamaları emredilmiştir.
~ 13 ~
Komünist Zemin
Sayı: 20
İslam'ın beş şartından önce ise Allah'ın, onun resulünün ve kendisine indirilen ayetlerin mutlaklığı ve sorgulanamayacağı şart koşulmuştur. Ve hiçbir vakit, "Koşullara göre bu ayetlerde emredilenleri yeniden düzenleyin" biçiminde bir kayıt düşülmemiştir. O vakit sormak gerekiyor, madem Allahın birliğine, Muhammed'in onun resulü olduğuna inanıyorsunuz, madem Muhammed'e gönderilen Kur'an'ı sorgulanmaz ve değiştirilemez tanrı buyruğu olarak kabul ediyorsunuz, o halde neden kul yapımı bir anayasaya ihtiyaç duyuyorsunuz? Kur'an'ın yetersizliğini ve çağdışı olduğunu mu kabul ediyorsunuz? Tanrının kelamını mı sorguluyor ve onun aşılması gerektiğini mi düşünüyorsunuz? Yok eğer "haşa" diyorsanız, o vakit "bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu?" Açmaz Nerede? Asıl açmaz dinin kendisinde. Sürekli değişen ve dönüşen hayat karşısında dinin açmaza girmesi, kapitalizm koşullarında ise bu açmazın daha da bir kördüğüm oluşturması kaçınılmazdır. Din, doğası gereği maddeci değil, statiktir. Tabulara, değişmez kurallara dayanır ve sorgulanamaz. Elbette ki bütün semavi dinler reformlara uğratılmış ve bu yolla bugüne kadar varlıklarını sürdürmüştürler ama esasında birer devlet gücü olarak ortaya çıkan dinler, zamanla iktidar olanların basit araçlarına dönüşmüştürler. Özellikle de kapitalizmin merkezi olan Batılı ülkelerde din, bir tür meditasyon aracına dönüşmüştür. Zaten kapitalizm koşullarında başka türlüsü düşünülemezdi. Zira bütün dinler, israfı haram kabul ederler, ama kapitalizm tam da bir israf kültürüdür, ancak bu yolla varlığını devam ettirebilir. Kapitalizmin ekonomik ve siyasi hegemonyasına bağlı olarak onun kültürü ne derce egemen hale gelmişse, dinin de her bakımdan hegemonik gücü buna bağlı olarak gerilemiştir. İlk olarak bunun Batı'da vücut bulması da tesadüfi bir olay değil, kapitalizmin ilk olarak tarih sahnesine batıda ortaya çıkmış olmasındandır.
Örneğin Hıristiyanlık bünyesinde 16. yüzyılda vuku bulan bölünmenin sonucu olarak ortaya çıkmış olan Protestanlık mezhebinin anlamı da budur. Protestanlık bir anlamda "kapitalizmin mezhebi"dir. Protestanlık üzerinden Hıristiyanlık reforma uğratılmış ve bu yolla kapitalimin kültürel hegemonyası ve bu kültürün olmazsa olmazı olan tüketim kültürü daha kolay örgütlenebilmiştir. Türkiye'deki rejimin de sıkışma noktası aynıdır. Bir yandan İslami değerlerden bahsedip, toplum bu değerlere göre dizayn edilirken, diğer yandan kapitalizmin değerleri insan olabilmenin olmazsa olmazları olarak pazarlanmaktadır. Bir yandan dini kaidelere bağlılıktan söz edilip, Allahın varlığına, Muhammed'in onun resulü olduğuna ve Kur'an'ın emrettiklerinin tartışılmaz doğruluğundan dem vurulurken, diğer yandan günlük hayat kapitalizmin ihtiyaçlarına uygun olarak düzenlenmekte, bu düzenlemenin esaslarının yer aldığı kul yapımı bir anayasa yapılmaktadır. Bu anayasa yapılırken de, "günahkar ve Hıristiyan Batı"nın şart koştuğu "Kopenhag Kriterleri" esas alınmaktadır. Ortaya çıkan tablo ise, tam bir komedidir. Ortada bu derce komik bir tablo dururken ve asıl tartışılması gereken, İslamiyet ile kul yapımı bir anayasa arasındaki uzlaşmazlık olması gerekirken, tartışılan Tayyip Erdoğan ya da AKP'nin laik olup olmadığıdır. Esasında ise Tayyip Erdoğan'ın ya da AKP'nin şeriata bağlı olsalar bile bu, laiklik açısından bir sıkıntı oluşturmaz. Zira laiklik, Fransız Burjuva Devrimi aracılıyla ihraç edildiği gibi, "din ile devlet işlerinin birbirinden ayrıştırılması" değil, inananın inancını, inanmayanın da inanmama fikrini açıkça savunabilmesi ve propaganda edebilmesidir. Bu anlamıyla da Erdoğan'ın ve AKP'nin hem laiklik ilkesini savunması, hem de şeriatı savunması bir çelişki oluşturmaz. Asıl çelişkili olan, hem Kur'an'a inanıp -Ki bu, şeriat kanunlarını esas almak demektir-, hem de kul yapımı bir anayasa yapmaya çalışmaktır. Evet, hangi semavi din esas alınırsa alınsın, hem bu dinlerden birini tartışmasız kabul edip, hem de bu dinlerin emrettikleri dışında yasalar yapmak, fiilen bu dinlerin inkarı demektir.
~ 14 ~
Say×: 20
Komünist Zemin
Anayasa Nedir, Ne De÷ildir? AnayasanÕn kÕsa tarihi: AnayasanÕn tarihini yazÕlÕ anayasa ile baúlatmak, elbette ki do÷ru bir yaklaúÕm olmayacaktÕr. EsasÕnda anayasanÕn tarihi, ilk devlet olmayan devletlerin, hiyerarúik yapÕlarÕn ortaya çÕkÕúÕ ile yaúÕttÕr. E÷er milat olarak ilk yazÕlÕ anayasayÕ alacak olursak; kimi kaynaklara göre tarihteki ilk yazÕlÕ anayasanÕn Babil KralÕ Hammurabi tarafÕndan yaptÕrÕldÕ÷Õ iddia edilirken, kimi kaynaklara göre ilk yazÕlÕ anayasanÕn Ur KralÕ Ur-Numru tarafÕndan yapÕldÕ÷ÕnÕ iddia etmektedir. Konumuzun esasÕnÕ bu de÷il de, anayasanÕn ifade etti÷i anlam oldu÷undan, esas meseleye geçiyoruz. Peki, Nedir Sahi Anayasa? Anayasa diye tanÕmlanan, esasÕnda ise kurallar, yasalar ve yaptÕrÕmlar toplamÕ olan bu sözleúme, gerçekten bir toplum sözleúmesi midir? Elbette hayÕr. Anayasa yerine geçen ilk sözleúmelerin ortaya çÕktÕ÷Õ durumlara baktÕ÷ÕmÕzda görüyoruz ki, anayasa metninin iki ayrÕ anlam ifade etmiútir. Bunlardan bir tanesi, egemen olanlar arasÕndaki güç ve çÕkarÕn temsilini ifade etmiú olmasÕdÕr. Bir di÷eri ise, egemen olanlarÕn toplumun geri kalan kÕsmÕ ile olan iliúkisini ifade etmiú olmasÕdÕr. Her iki durumda da anayasanÕn sÕnÕrlarÕnÕ belirleyen, gerek egemenler arasÕ güç dengesi ve güç kavgasÕ, gerek egemen sÕnÕfÕn uluslararasÕ talandan elde etti÷i pay, gerekse de egemenlerin ezilen ve yönetilenlerle olan çatÕúmasÕnÕn niteli÷i ve boyutu olmuútur. DolayÕsÕyla da hiçbir anayasa bir toplumsal sözleúme olabilme úansÕna sahip de÷ildir. Her anayasa, esasen güçler arasÕ çatÕúmada egemen olanÕn imtiyazÕna göre düzenlenmiú bir metindir.
AnayasanÕn bir toplumsal sözleúme olabilmesi için, toplumu oluúturan her bireyin açÕk iradesinin bu anayasada eúit oranda vücut bulmasÕ gerekir. Örne÷in mülk hakkÕnÕ kutsal sayan, mülkiyete dokunanÕ suçlu kabul eden, kiúileri yaptÕklarÕ iúe, statüsüne, cinsiyetine ve tabiiyetine göre kategorize eden bir anayasa, istese de bütün bir toplumun ortak sözleúmesi olamaz. Bir anayasanÕn toplumun ortak sözleúmesi olabilmesi için, toplumun bir anayasa metni üzerinde hem fikir olmasÕ gerekir. Bu ise, toplumun egemen olana göre bölünmüú oldu÷u hiçbir koúulda mümkün de÷ildir. Ne vakit ki toplumdaki bölünmüúlük son bulur ve eúitlikçi bir toplum düzeni hayata egemen olur, ancak o vakit toplumcu bir anayasa yapabilmek mümkün hale gelebilir. O vakit de, büyük olasÕlÕkla bir anayasaya gerek kalmaz. Kimi ülkelerde, özellikle de BatÕlÕ zengin ülkelerde mevcut olan anayasalar, genellikle toplumun önemli bir kÕsmÕ tarafÕndan kabul görüyor olsa da, bu demek de÷ildir ki bu anayasalar toplumsal bir sözleúmeye dayanÕr. Bu ülkelerdeki anayasalar bir çatÕúmanÕn nedeni sayÕlmaz hepsi bu kadar. BatÕlÕ ülkelerde bir "toplum sözleúmesi" oldu÷unu kabul etsek bile, bu, kelimenin gerçek anlamÕnda bir "toplum sözleúmesi" de÷il, bir tür ortaklÕk sözleúmesidir. Bu, suç ortaklÕ÷ÕdÕr ve bu suç ortaklÕ÷ÕnÕn mayasÕnÕ ise dünyanÕn talanÕna dayanan zenginlik ve bu zenginli÷in pay edilmesi oluúturmaktadÕr. Yoksa bu ülkelerde de kimse anayasa ve yasalar karúÕsÕnda eúit de÷ildir. BatÕlÕ ülkelerde de göçmenler vatandaúlÕk haklarÕndan faydalanamazlar, vatandaú olmadÕklarÕ sürece seçip seçilemezler. KadÕnlar erkeklerle aynÕ ücreti alamazlar. øúçi bulma
̱ ͳͷ ̱
Say×: 20
Komünist Zemin
kurumlarÕnda iú önceli÷i önce o ülkenin vatandaúÕna verilir. Eúcinseller ayrÕmcÕlÕ÷a u÷rarlar. Bir insanÕn parlamentoya seçilebilmesi için, e÷er ki bir partiden aday de÷ilse, paraya sahip olmasÕ gerekir. Aksi takdirde bir seçim faaliyeti sürdürebilmesi mümkün de÷ildir. Keza e÷itim durumu da milletvekili olabilmek için önemli bir kriterdir. Peki, anayasanÕn varlÕ÷Õ, birey ve topluluk haklarÕnÕn da garanti altÕna alÕnmasÕ anlamÕna gelir mi? Yasalar uygulanmak için var oldu÷u gibi, aynÕ zamanda da çi÷nenmek için de vardÕr. Yasalar, yalnÕzca bu yasalara karúÕ olanlar tarafÕndan de÷il, aynÕ zamanda yasa yapÕcÕlarÕ tarafÕndan çi÷nenmek için de vardÕr. Turgut Özal, anayasanÕn delinmesi tartÕúÕlÕrken, "Bir defa delinmekle bir úey olmaz" demiúti vaktin birinde. AslÕnda Özal'Õn söylemek istedi÷i, anayasanÕn bir defaya mahsus delinmesi de÷ildi; asÕl söylemek istedi÷i, her yasanÕn delinebilece÷i ve çi÷nenebilece÷i idi. Ama bir devlet adamÕ olarak bu durumu do÷rudan ifade edemedi÷inden, "Bir defa delinmekle anayasaya bir úey olmaz" demiúti. Özcesi; gerek yasalar, gerekse de anayasanÕn kendisi, yasa yapÕcÕlarÕnÕn ihtiyacÕ de÷iúti÷inde ya da yasalara ve anayasaya itirazÕ olanlarÕn zoruyla pekala de÷iúebilir. Bu anlamÕyla, bir anayasanÕn varlÕ÷Õ, gerek bireyin, gerekse de bir toplulu÷un haklarÕnÕn garantisi olamaz. Anayasa yapÕlÕrken, elbette ki ezilenler ve iktidar gücünü elinde bulundurmayanlar da kendileri için daha fazla hak, hukuk, "özgürlük" ve güvence isteyeceklerdir; ama bütün bunlarÕn güvencesi anayasa de÷il, kendi öz örgütlü güçleri olabilir. E÷er milat olarak 1921 AnayasasÕ'nÕ alÕrsak, günümüze kadar dört anayasa yapÕlmÕú (1921, 1924, 1960, 1982) ama bu anayasalar her seferinde iktidar sahiplerince kendi ihtiyaçlarÕna göre de÷iútirilmiútir. Bu da demek oluyor ki, bir anayasanÕn ya da anayasada belirtilen hak ve hukukun güvencesi, anayasanÕn kendisi olamaz.
Sonuç Olarak SÕnÕflÕ toplumlar aynÕ zamanda egemen sömürücü sÕnÕflarÕn bir bütün olarak ezilen, sömürülen sÕnÕf ve tabakalar üzerindeki otorite ve tahakkümünün de kurumsallaúmÕú ifadesi olan devleti de beraberinde getirmiútir. Elbette güç ve iktidar aygÕtlarÕ ellerinde olsa da, egemen sömürürcü sÕnÕflar için mevcut egemenliklerinin meúruiyet kazanmasÕ ve kitleler nezdinde kabul edilir kÕlÕnmasÕ da önemli bir noktadÕr. BaúlangÕçta olmasa da, özellikle kapitalist devletin ortaya çÕkÕúÕyla birlikte bu durum her geçen gün daha bir önemli olmuútur. BaúlangÕçta, yani sÕnÕflÕ toplumlarÕn kurumsallaúmÕú devlet olarak örgütlendi÷i ilk dönemde, ilk “demokrasi” deneyiminde söz, yetki ve karar hakkÕ, mülk sahibi olan “hür” insanlardaydÕ. Burjuvazinin iktidara geliú süreçleri ise bambaúka bir referansa ve belki de ilk kez bütün bir nüfusun (sömüren ve sömürülen) ortak iktidarÕnÕn yaratÕlaca÷Õ yanÕlsamasÕnÕn yaratÕlmasÕna önem verilmiú ve bu önemli bir oranda da yaratÕlmÕútÕr. Bu zeminde yapÕlmÕú olan anayasalarda bütün nüfusu kapsayan ‘Özgürlük, Eúitlik, Adalet’ gibi kavramlara ÕsrarlÕ olarak vurgu yapÕlmasÕnÕn nedeni de budur. Keza Türk devletinin kuruluúu sürecinde ‘Egemenlik KayÕtsÕz ùartsÕz Milletindir’ söylencesinin öne çÕkarÕlmasÕ da bundandÕr. Bugün AKP eliyle yapÕlmaya çalÕúÕlan "yeni anayasa" metni de, de÷iúen koúullara, güçler dengesine, özellikle Kürt hareketinin yaratmÕú oldu÷u tazyike, uluslararasÕ iliúkilerin dayanmÕú oldu÷u koúullara ve burjuvazinin çeúitli katmanlarÕnÕn arasÕnda de÷iúen yeni iliúkilere cevap vermek maksadÕyla yapÕlmaktadÕr. "Yeni Anayasa" da, tÕpkÕ geçmiúte yapÕlan anaysalar gibi, esasÕnda ezilenlerin ve yoksullarÕn de÷il, egemen olanlarÕn varlÕklarÕnÕn meúruiyeti ve garantisi olmaya hizmet edecektir. Dün oldu÷u gibi bugün de, yeni diye parlatÕp cilalayÕp ezilenlerin ve yoksullarÕn önüne sürülen anayasa, yeni olmadÕ÷Õ gibi, eskileriyle aynÕ niteli÷e sahiptir. Özcesi; "yeni anayasa" dedikleri, eski düzene yeni bir elbise giydirerek, onun ezilen ve sömürülenlere yeniden pazarlanmasÕndan baúka bir úey de÷ildir.
̱ ͳ ̱
Komünist Zemin
Say×: 20
Suriye Savaú(lar)Õ Suriye savaú(lar)Õ diye baúlÕk attÕk, zira Suriye'de birden fazla savaú iç içe yürütülmektedir. Bir savaú, Suriye'deki rejim ile ABD, Türkiye ve bunlarÕn müttefikleri arasÕndaki savaútÕr. Bir savaú, Esad rejimi ile BatÕ Kürleri arasÕndaki savaútÕr. Bir savaú, Esad rejimi ile Suriye'deki øslami güçler arasÕndaki savaútÕr. Bir savaú, PYD ile CihatçÕ ve paramiliter güçler arasÕndaki hakimiyet savaúÕdÕr. Bir savaú, KDP, PYD (PKK) arasÕnda süren BatÕ Kürdistan'da hakimiyet savaúÕdÕr. Bir savaú, øran, Rusya ve kÕsmen de Çin'in Suriye üzerinden, özellikle ABD ile yaptÕklarÕ alan savaúÕdÕr. Suriye'ye karúÕ yapÕlan müdahalenin üzerinden bir yÕlÕ aúkÕn süre geçmiú olmasÕna ra÷men hiçbir gücün galip gelememiú olmasÕnÕn nedeni, iúte bu iç içe geçmiú olan denklemdir. øç içe geçmiú bu denklemi tartÕúmaya geçmeden önce, en baúa dönmekte fayda oldu÷u kanaatindeyiz. Irak, MÕsÕr, Libya ve Suriye ve bir çok bölge ülkesindeki kurulu rejimler, birer so÷uk savaú dönemi ürünü idiler. 1989 yÕlÕnda so÷uk savaúÕn son bulmasÕyla baúlayan dünyanÕn yeniden dizayn edilmesi süreci, Do÷u Bloku devletlerinin dizayn edilmesiyle baúladÕ ve Orta Do÷u ve ön Asya ekseninde devam ediyor. Rusya kontrollü Do÷u Bloku'nun uydu devletleri sistemin içine çekildikten sonra, sÕra Orta Do÷u ve ön Asya'ya geldi. Zira bu bölgenin ilk elden ve ivedilikle yeniden dizayn edilmesi gerekiyordu. ølk müdahale Irak'a yapÕldÕ ve sonunda Irak düúürüldü. ArdÕndan Afganistan'a müdahale edildi. Ve ardÕndan Tunus, MÕsÕr, Libya ve derken Suriye. Fakat Suriye'de süreç tÕkandÕ.
Suriye etabÕna kadar her úey çok kolay yürütüldü ve öyle bir imaj yaratÕldÕ ki, sanki bu sürecin önüne geçilebilmesi mümkün de÷ildir. Halbuki bu sürecin planlayÕcÕsÕ ve uygulayÕcÕsÕ olan güçler pekala biliyorlardÕ ki, sürecin Suriye aya÷Õ hiç de kolay aúÕlamaz. Zira Suriye kilit ülkedir. Suriye demek øran demektir. øran demek ise, Rusya, Çin ve Hindistan demektir. Hatta ve hatta Suriye demek, Irak ve Kürtler demektir. Suriye'deki Esad rejimine karúÕ bir savaú örgütlendi÷inde, bu savaúÕ örgütleyen güçler de pekala biliyorlardÕ ki bu savaú uzun erimli olacaktÕr. Yani daha en baúÕndan beri maksat hemen sonuç almak de÷il, fitili ateúlemekti. Bundan sonra hiçbir úeyin eskisi gibi olmayaca÷Õ muhakkaktÕr ama sonuç almak da kÕsa vadede mümkün de÷ildir. Özcesi, Suriye'de kÕsa vadede beklenen bir rejim de÷iúikli÷i de÷il, rejimin dayandÕ÷Õ paradigmayÕ sarsmaktÕ. Bunda da baúarÕlÕ olundu ve artÕk herkes biliyor ki Suriye'de hiçbir úey eskisi gibi olmayacak.
̱ ͳ ̱
Komünist Zemin
Say×: 20
ABD KomutasÕndaki NATO Güçleri Ne Umdular, Ne Buldular? ABD ve müttefikleri ya yanlÕú hesap yapmÕútÕlar ya da asÕl hesap buydu. Bizim kanaatimizce hesapta bir yanlÕúlÕk yoktu. Zira onlar da daha en baúÕndan biliyorlardÕ ki, Suriye'de Libya, MÕsÕr ve Tunus benzeri bir operasyon mümkün de÷ildir ve Suriye'deki Esad rejimi kÕsa vadede yÕkÕlmayacaktÕr. ABD ve müttefiklerinin hesabÕ, bir süreci baúlatmak ve zaman içerisinde sonuca gitmekti. Zira ABD ve müttefiklerinin asÕl büyük hedefi øran'dÕr. Ama úurasÕ da bir gerçektir ki Suriye'deki Esad rejimi ve Hizbullah çökertilmeden øran'a giden yolun açÕlmasÕ da mümkün de÷ildir. Öte yandan, Suriye'nin, dolayÕsÕyla da Lübnan'daki Hizbullah'Õn kaderinin nasÕl úekillenece÷ine karar vermek de, Irak'taki rejim krizi çözülmeden, øran ile olan sorunun nasÕl aúÕlaca÷Õna iliúkin bir strateji netleúmeden ve dört parçadaki Kürtlerin kaderi belirlenmeden mümkün gözükmemektedir. Bu noktada bir baúka önemli faktör ise, BRICS denilen (Brezilya, Rusya, Hindistan, Çin ve Güney Afrika) birli÷in Suriye'ye ve øran'a karúÕ giriúilmesi muhtemel bir saldÕrÕya karúÕ kesin tutum almÕú olmasÕdÕr. Dünya nüfusunun neredeyse %50'sini ve dünya ekonomisinin önemli bir alanÕnÕ kapsayan bu beúliyi dikkate almadan ABD ve müttefiklerinin hareket edebilmeleri pek olasÕ de÷ildir. Bir baúka faktör ise, Suriye'nin iç dinamikleridir. ABD ve müttefikleri, bölgedeki di÷er ülkeleri ve buralardaki rejimleri yeniden dizayn ederlerken, bu ülkelerde mevcut olan bir toplumsal dinami÷e dayanmÕútÕlar. Bundan dolayÕdÕr ki bu ülkelerdeki operasyonlar "meúru" bir zemin bulmakta zorlanmadÕ. Ama Suriye'ye yönelik bir operasyon için "meúru" bir zemin bulmalarÕ kÕsa vadede pek olasÕ de÷ildi. Zaten Esad karúÕtÕ hareketin de hiç bir dönem toplumsal bir dayana÷Õ oluúmadÕ. Elbette içerde aúÕrÕ dinci bir muhalefet de var ama Esad karúÕtÕ hareketin asÕl omurgasÕnÕ bu dinci kesim de÷il, Afganistan’da, Irak’ta, Libya’da, Somali'de cihad savaúlarÕna katÕlmÕú,
savaú deneyimi olan devúirme birlikler oluúturmaktadÕr. Bu birlikler bir toplumsal dinami÷e tekabül etmekten ziyade, emperyalist batÕnÕn ve emperyalist batÕnÕn bölgedeki müttefikleri olan øsrail, Türkiye ve kimi Arap ülkelerinin taúeronudurlar. Suriye'de bulunan ve toplumsal tabanÕ olan Esad karúÕtÕ muhalefet, rejimin dÕú müdahale ile çökertilmesine ve bir dÕú müdahaleye karúÕ oldu÷undan, taúeron çetelere kesinlikle destek vermek yanlÕsÕ de÷ildir. ABD ve müttefiklerinin bu durumdan haberdar olmadÕklarÕnÕ düúünmek, meseleyi "istihbarat zafiyeti"ne indirgemek olur. HayÕr, ortada bir istihbarat zafiyeti yoktur. ABD ve müttefikleri (Türkiye hariç), baúlangÕçta ne planlamÕúlar ise, planladÕklarÕna uygun bir sonuca varmÕútÕrlar. Zira artÕk Suriye'de hiçbir úey eskisi gibi olmayacaktÕr ve yeniden bir yapÕlanma kaçÕnÕlmazdÕr. østenen buydu ve istenilene de ulaúÕlmÕútÕr. ABD ve müttefikleri esasen bir nabÕz yoklamÕú ve uzun erimli bir savaúÕn fitilini ateúlemiútirler. Bunu da iútahÕ kabarÕk bir halde bekleyen Türkiye üzerinden yapmÕútÕrlar. Türkiye zaten fÕrsat bekliyordu, kendisine bu fÕrsatÕn verildi÷ini zannetti ve sazan gibi düútü. Ve tabii ki sonu da sazan gibi oldu. Türk Devleti'nin ùam'dan Dönen YanlÕú HesabÕ Birinci Irak savaúÕnda Özal, Türk devletinin ABD liderli÷inde Irak'a karúÕ savaúa girilmesi gerekti÷ini söylüyordu. Özal, savaúa dahil olma fikrini ise úöyle izah ediyordu: "Bir koyup üç alaca÷Õz." Ve Irak savaúÕ baúladÕ, Türk devleti bir koyup üç alamadÕ ama Irak savaúÕ yalnÕzca Irak için de÷il, aynÕ zamanda hem di÷er bölge ülkeleri, hem de Türk devleti açÕsÕndan da bir dönüm oldu. Özal'Õn Ba÷dat'ta sahneye koymaya çalÕútÕ÷Õ ama sonunda dönüp sahibini vuran yanlÕú hesabÕ, bu kez Tayyip Erdo÷an tarafÕndan ùam'da yeniden denenmek istendi. Özal'Õn maksadÕ, Musul ve Kerkük idi. Erdo÷an'Õn maksadÕ ise, Musul ve Kerkük'ü daha sonraya bÕrakarak, ùam, Kahire hattÕ üzerinden bir alan hakimiyeti kurmak peúine düú-
̱ ͳͺ ̱
Komünist Zemin
Say×: 20
müútür ama yanlÕú hesap ùam'dan dönmüútür. Peki, ne oldu da Türk devletinin hesabÕ bozuldu? Türk devletinin hesabÕnÕ bozan faktörler nelerdi? Birinci neden: Türkiye, Esad'Õn da tÕpkÕ Kaddafi ve Mübarek gibi kolayca gidece÷ini hesap etti. DolayÕsÕyla da Esad'a karúÕ en saldÕrgan ifadeleri kullanarak Esad'a karúÕ planlanan hareketin militanlÕ÷Õna soyundu. Türk devleti aynÕ heyecanÕ Libya'da da göstermiú, acele ederek daha karlÕ çÕkaca÷ÕnÕ düúünmüútü. Ama Libya'daki süreç hiç de Türk devletinin düúündü÷ü gibi iúlememiúti ve Türk devleti pirince giderken elindeki bulguru da kaybetmekle yüz yüze kalmÕútÕ. Türk devleti, Suriye'yi adeta Libya'nÕn rövanúÕ olarak gördü ve kÕlÕcÕnÕ çekti. Türk tarafÕ sandÕ ki ne kadar çok saldÕrganlÕk yaparsa, Suriye üzerinde de o kadar çok hak iddia edebilir. Türkiye'yi Suriye konusunda aceleci yapan bir baúka neden ise, øran'Õn bölgedeki etki alanÕnÕn geniúlemiú olmasÕdÕr. Bu durum da øran ile Suriye üzerinden kapÕúmayÕ daha bir önemli kÕlÕyor. Bir önemli faktör ise, Kürtlerdir. Bölgedeki en önemli Kürt nüfusunu ve Kürt co÷rafyasÕnÕ kontrolü altÕnda tutan devlet Türk devletidir. AynÕ úekilde gerek bölge ülkelerinin, gerekse de Kürtlerin kaderini de÷iútirebilme potansiyeline sahip Kürt nüfusunun önemli bir kÕsmÕ da Türk devletinin kontrolü altÕndaki topraklarda yaúamaktadÕr. Bu da Türk devletini Suriye, øran, Irak alanÕnda cereyan eden meseleler karúÕsÕnda fazlasÕyla uyanÕk tutmaktadÕr. Tam da bu nedenden dolayÕdÕr ki Kuzey Irak'ta Federal Kürt Bölgesi ilan edilip de, ba÷ÕmsÕz bir Kürt devletinin kuruluúu gündeme geldi÷i zaman, Türkiye kÕyameti koparmÕútÕ. Kürtlerle savaú, Türkiye'nin yumuúak karnÕdÕr ve bu da Suriye meselesini Türkiye açÕsÕndan bir baúka önemli kÕlmaktadÕr. Suriye konusunda ortada kalan Türkiye, Suriye'deki savaúÕn BatÕ Kürdistan alanÕnda yo÷unlaúmasÕyla birlikte, daha da açmaza girmiútir. Zira BatÕ Kürdistan'daki savaúÕn bir tarafÕnda Kürtler, esas olarak da PYD, di÷er tarafÕnda
ise Türkiye'nin destekledi÷i paramiliter güçler ve cihat yanlÕsÕ gruplar var. Hal böyle olunca, açmaz da iyiden iyiye zorlaúmaktadÕr. Zira Türk devleti bir yandan PKK ile anlaúma masasÕna oturmuúken, di÷er yandan PKK'nin BatÕ Kürdistan'daki örgütü olan PYD ile çatÕúan gruplara destek vermektedir. Türk devleti, öte yandan ise PYD ile çatÕúmasÕ an meselesi olan Güney Kürdistan yönetimi ile ittifak halindedir. Özcesi; Türk devletinin Suriye sürecinde sÕkmÕú oldu÷u kurúun, dönüp dolaúmÕú, sonunda sahibini vurmuútur. Ve Kürtler Suriye savaúlarÕnÕn en sonuncusu Kürtlerin payÕna düúenidir. Zira Kürtlerin savaúÕ henüz yeni baúlamÕútÕr. Suriye'deki Esad rejimine karúÕ savaú cephesi açÕldÕ÷Õnda, Esad'Õn ilk yaptÕ÷Õ úeylerden biri, savaú cephesini daraltmak olmuútur. ølk iú olarak da BatÕ Kürdistan'daki birliklerini çekmek ve kimi a÷Õr ve hafif silahlarÕnÕ Kürtlere bÕrakmak oldu. Bundan dolayÕdÕr ki BatÕ Kürdistan'daki Kürtler, neredeyse do÷ru dürüst hiç bir çatÕúma yaúamadan ve hiçbir direniúle karúÕlaúmadan BatÕ Kürdistan'da kontrolü ele aldÕlar. Ne zaman ki Esad rejimi Özgür Suriye Ordusu bayra÷Õ altÕnda toplanan güçleri büyük ölçüde yenilgiye u÷rattÕ ve bu güçler gerilediler, o vakit bu güçlerin bir kÕsmÕ BatÕ Kürdistan'da alan savaúÕna giriútiler. Bu, BatÕ Kürdistan'daki savaúÕn bir yanÕnÕ oluúturmaktadÕr. Bir baúka yan ise, BatÕ Kürdistan'daki Kürt gruplarÕnÕn iç savaúÕdÕr. Zira burada PYD / PKK ile KDP arasÕnda ciddi bir gizli savaú mevcuttur. Esad rejiminin ise BatÕ Kürdistan konusunda son söz olarak ne söyleyece÷i henüz belli de÷ildir. Görünen o ki, BatÕ Kürdistan'daki savaúÕn kaderinin BatÕ Kürdistan'daki savaúta belirlenebilme ihtimali yoktur. BatÕ Kürdistan'daki savaúÕn kaderini belirleyecek birden fazla faktör mevcuttur. Bu faktörlerden biri, Esad yönetimindeki Suriye'nin alaca÷Õ yeni haldir. Bir di÷er faktör, Türkiye'nin Kuzey Kürtleri ile girece÷i yoldur. Bir di÷er faktör, Irak'taki rejim krizinin nasÕl son bulaca÷ÕdÕr. E÷er Irak'ta ipler kopar da, Güney Kürtleri
̱ ͳͻ ̱
Komünist Zemin
Say×: 20
ba÷ÕmsÕz devlet ilanÕna giderlerse, bu durum bir çok paradigmanÕn da de÷iúmesine yol açacaktÕr. Sonuç Olarak 11 Eylül 2001 tarihinde ABD'deki saldÕrÕlardan önce, dönemin neocon yönetimince bir dizi ülkenin (Afganistan, øran, Irak, Suriye, Libya, Somali ve Sudan) ipi çekilmiúti. 11 Eylül ise bu stratejinin fitilini ateúleyen bir bahane oldu. Operasyonun ilk aya÷ÕnÕ ise Afganistan’dan oluúturdu. Peúi sÕra Irak ve Libya çökertildi. Somali ve Sudan'da süreç iúliyor. ùimdi sÕrada øran ve Suriye var. Bu savaúÕn maksadÕ bölgeye istikrar getirmek de÷il, bölgeyi süresiz bir istikrarsÕzlÕ÷a sürüklemekti. Zira bölgede istikrarÕn olmasÕ demek, emperyalist planlarÕn uygulanamaz olmasÕ demektir. Bundan dolayÕdÕr ki asÕl hedeflenen istikrar de÷il, istikrarsÕzlÕktÕr. Çünkü ancak sürekli bir istikrarsÕzlÕk emperyalizmin bölge üzerindeki hakimiyeti için süreklili÷i olan bir zemin hazÕrlayabilir. O halde ne yapmalÕ? Ya da Devrimci tavÕr ne olmalÕdÕr? YapÕlmasÕ gereken úeyin, "Suriye'ye emperyalist müdahaleye hayÕr!" parolasÕyla soka÷a çÕkmak olmadÕ÷Õ muhakkaktÕr.
Devrimci hareket açÕsÕndan meselenin esasÕnÕ oluúturan, Suriye'ye karúÕ emperyalist bir müdahalenin olup olmamasÕndan ziyade, Suriye için ne önerdi÷idir.
Elbette ki emperyalistlerin gerek Suriye'den, gerekse de bölgeden geri çekilmesini istemek ve bunun için bir mücadele yürütmek elzemdir, ama tek baúÕna bunun için mücadele etmek demek, Esad rejimini meúru görmek anlamÕna da gelecektir. Özcesi, Esad rejimi ile de çatÕúmadan antiemperyalist bir savaú örgütlemek mümkün de÷ildir. YapÕlmasÕ gereken, "Savaúa HayÕr!" diye soka÷a çÕkmak da de÷ildir. Zira Kapitalizmin varlÕ÷Õ zaten ilan edilmemiú bir savaútÕr. VarlÕ÷Õ bir savaú nedenidir. Kapitalist sistem açÕsÕndan varlÕ÷ÕnÕn süreklili÷i, anca sürekli bir savaúla mümkündür. SavaúÕn varlÕ÷ÕnÕn kabul edilmesi için, ille de bir ülkenin iúgal edilmesi ya da bombalanmasÕ gerekmiyor. Savaú, yalnÕzca silahla da yapÕlmÕyor. Örne÷in her yÕl 20 milyon çocuk açlÕktan ya da açlÕk nedeniyle ortaya çÕkan hastalÕklardan ölüyor. Bu, üç yÕlda 60 milyon çocuk ölümü demektir. Bu rakam ise II. Emperyalist PaylaúÕm SavaúÕ'nda ölen toplam insan sayÕsÕna eúittir. Bu demek oluyor ki her üç yÕlda bir yoksul dünyanÕn çocuklarÕna karúÕ ilan edilmemiú bir dünya savaúÕ yapÕlmaktadÕr. AynÕ úekilde Saddam döneminde emperyalistlerin Irak'a karúÕ uyguladÕklarÕ ambargo süresince bir buçuk milyon insan ilaç ve yiyecek sÕkÕntÕsÕ dolayÕsÕyla ölmüútür; bu rakam Irak'Õn do÷rudan bombalanmasÕ ve iúgal edilmesi sürecinde ölen insan sayÕsÕndan fazladÕr. Özet olarak: Devrimci hareketin, bildik savaú karúÕtÕ ve anti emperyalist söylemlerle hareket etmesi, Suriye'deki süreci anlamak açÕsÕndan bir fayda sa÷lamayaca÷Õ gibi, bu zemin üzerinden devrimci bir siyaset geliútirebilmek de mümkün olmayacaktÕr. Genel olarak savaú karúÕsÕndaki tutum, "Savaúa HayÕr!" Daha do÷rusu devrimci tutum bu olamaz. Savaú karúÕsÕndaki yegane devrimci tutum; hem emperyalist müdahaleye karúÕ, hem de içerideki rejime karúÕ devrimci bir bozgunculuk ve savaú örgütlemektir. Söz konusu Suriye olunca, durum daha da karÕúÕktÕr; yazÕnÕn baúÕnda da belirtti÷imiz gibi, Suriye'de iç içe geçmiú birden fazla savaú mevcuttur. Ve bu durumda taraf olmaya kalkÕúÕldÕ÷Õnda, birinci adÕmda taraf olunan güçle, ikinci adÕmda çatÕúmak kaçÕnÕlmazdÕr.
̱ ʹͲ ̱
Komünist Zemin
Say×: 20
øman Kültürü Üstüne Notlar TanrÕnÕn varlÕ÷ÕnÕ ya da yoklu÷unu tartÕúmanÕz sizi bir yere götürmez, zira verilere dayanan tartÕúma düzeyinin dÕúÕna çÕkar. TartÕúma hemen iman düzeyine kayar. TanrÕya / Allaha inanÕr ya da inanmazsÕnÕz. Biri tanrÕnÕn varlÕ÷ÕnÕ içinde hissetti÷ini söylerse, ona hissetmedi÷ini söyleyemezsiniz. O kiúi içinde hissetti÷i úeyi TanrÕ /Allah olarak adlandÕrÕyorsa o öyledir. TartÕúma düzeyleri farklÕ oldu÷u için tartÕúma kÕsa zamanda kapanÕr. Ama dinleri tartÕúabilirsiniz. Çünkü onlarÕn kitaplarÕ, gelenekleri ve tarihleri vardÕr. O kitaplarÕnda evrenin, dünyanÕn, insanÕn yaradÕlÕúÕ, amaçlarÕ vs. üstüne iddialarÕ, açÕklamalarÕ, insan topluluklarÕna dayattÕklarÕ yaúam tarzlarÕ, kurallarÕ ve hatta yasalarÕ (hukuklarÕ) vardÕr. Bunlar verili araútÕrmaya açÕk, tartÕúÕlabilir konulardÕr. Tarih, sosyoloji, sosyal antropoloji gibi bilimler dinler üstüne ve dini oluúturan kurumlar ve ritüeller üstüne araútÕrmalarda bulunabilir, tartÕúma açabilirler. Din adamlarÕnÕn ve dindarlarÕn bu araútÕrma ve tartÕúmalardan memnun olmayacaklarÕ açÕktÕr. Çünkü onlar birçok konuyu tartÕúÕlamaz, úüphe edilemez olarak niteleyecek, tartÕúma konusunu sÕnÕrlamak ve hatta sizden çenenizi kapatmanÕzÕ isteyeceklerdir. Elbette ki dinler ve inananlarÕ kutsal kabul ettikleri ve kitaplarÕnda yazdÕ÷Õ için de÷iútirilemez ve hatta yorumla bile günümüze uyarlanamayacak olan açÕklamalarÕnÕ, iddialarÕnÕ tartÕúmak istemezler. Çünkü tarih-üstü olma iddiasÕndaki bu kitaplarÕn, tartÕúmalarda yeni bulgular ve geliúmeler karúÕsÕnda tutunamayacaklarÕnÕ ve kutsal kitabÕn büyüleyicili÷ini yitirip sÕradan tarihi bir kitaba, bir hikaye kitabÕna dönüúece÷ini bilirler. Örne÷in verilere dayanan bir araútÕrmada, “TanrÕnÕn DünyayÕ altÕ günde yarattÕ÷Õ ve yedinci gün dinlendi÷i” tezinin bugünkü yedi günlük haftayÕ ve neden Cumartesi ve Pazar günlerinin hafta sonu tatili oldu÷unu bugün bize açÕklamaktan daha fazla tarihi bir anlamÕ kalmaz.
Bugün, kutsal kitaptaki “Kölelerinize iyi davranÕn” diyen bir emrin veya “Dünya tepsi gibi düzdür” iddiasÕnÕn belli bir tarihsel döneme ait açÕklamalar oldu÷unu anlamak için çok úey bilmek gerekmiyor. Oysa bu kitaplarÕn tarih-üstü olma iddialarÕ var ve bu kitaplarÕn imanlÕ olmayan bir okumasÕ kutsal kitaplarÕ tarihsel bir hikaye kitabÕna dönüútürüyor. Bu nedenle iman edenler, sizin de bu kitaplarÕ iman etmek için okumanÕzÕ istiyorlar, eleútirel gözle okumanÕzÕ istemiyorlar. Sizin sadece okuduklarÕnÕza inanmanÕzÕ istiyorlar, okuduklarÕnÕzdan yola çÕkarak “hepimiz Adem ile Havva’dan beri kardeúiz ve ensest halinde yaúayÕp gidiyoruz” diye ironik bir yorum yapmanÕzÕ istemiyorlar. øslam dünyasÕnda yeni bulgulara ve geliúmelere, ça÷a ayak uydurabilmek için baúvurulan yollardan biri yorumlama / tefsir ise, di÷er yol da bâtÕni bir okumadÕr. Kutsal kitaplarÕn bâtÕni bir okumasÕ da bu kitaplarÕn tarihi bir döneme aidiyetinin itirafÕ ve bu tarihili÷in, zahiri olanÕn aúÕlma çabasÕdÕr. Ama bu yeni geliúmeleri açÕklama ve geliúmelere ayak uydurma çabasÕ bile bütün inananlarÕ kapsamamaktadÕr. Birçok radikal Müslüman kÕsa yoldan bütün geliúmelere gözlerini kapayarak, geliúmeleri yok sayarak kutsal kitapta yazÕlanlarÕ oldu÷u gibi kabul etmek, bir düzeyde zamanÕ durdurarak inanmak yoluna baúvurmaktadÕr. Yeni geliúmelerin iúine gelmeyenlerini BatÕ icadÕ deyip inkâr etmekte, kendi deyimiyle “BatÕ’nÕn teknolojisini alÕp kültürünü reddetmektedir”, hatta bazÕlarÕ bu teknolojik icatlarÕn bir kÕsmÕnÕ da lanetlemektedir. Bazen bu kültürü inkâr o dereceye varmaktadÕr ki, örne÷in küçük yaútaki kÕz çocuklarÕn evlendirilmesine karúÕ yapÕlan eleútirileri de BatÕ kültürünün dayatÕlmasÕ olarak görmekte ve “‘Peygamberimiz 9 yaúÕnda Ayúe ile evlendi, 11 yaúÕndayken de zifaf oldu’ biz de aynÕ úeyi yapabiliriz” diyebilmektedir. Dindarlar peygamberlerin hayatÕnÕ referans olarak kabul etmekte, ama onun hayatÕnÕ tartÕúmak istememektedirler.
̱ ʹͳ ̱
Komünist Zemin
Say×: 20
Haydi, HÕristiyanlar için Peygamber TanrÕnÕn o÷lu, bu nedenle eleútirmek sorunlu olabilir, ama Müslümanlar için böyle de÷il, deyim yerindeyse “TanrÕnÕn seçmiú oldu÷u bir insan”. Ama o da bir insan olmasÕna ra÷men MüslümanlarÕn peygamberini insan olarak ve kiúisel yaúamÕ açÕsÕndan bile eleútiremezsiniz. Halbuki Muhammed, Mevlana gibi tekkesinde yaúayan mistik biri de÷il; O bir tüccar, bir eú, bir baba, bir politikacÕ, bir savaúçÕ, bir devlet adamÕ. Yani fazlasÕyla toplumsal hayatÕn, siyasetin içinde olan kanlÕ canlÕ bir insan. Bu da onu dinsel alanÕn dÕúÕnda da incelenebilir hale getiriyor. Bu nedenle kamusal alanÕn bir aktörü olarak hayatÕ de÷iúik görüú açÕlarÕndan incelenebilir, eleútirilebilir; olumlu ve olumsuz yönleri ortaya konabilir. Ama hayÕr, e÷er övgüler düzmüyor ve eleútirel davranÕyorsanÕz, tarihsel olaylarÕ hiçbir yorum eklemeden sadece zikretmeniz bile hemen hakaret ve küfür olarak algÕlanÕyor ve din düúmanlÕ÷Õyla, sapkÕnlÕkla suçlanÕyorsunuz. Türkiyeli pek de bilgili olmayan nüfus cüzdanÕ MüslümanlarÕ bile, “ønsanlar arasÕnda Türkler, anlayÕú bakÕmÕndan sonuncudur; inançtan ötesini kavrayamÕyorlar ve anlamaya da çalÕúmazlar” diyen oryantalist Léon Cahun’u do÷rulamak istercesine en küçük bir eleútiride, “dinime küfrettirmem” deyip saldÕrganlaúabiliyorlar. Bu tahammülsüzlük, Müslümanlarda sadece peygamberin hayatÕna iliúkin olarak de÷il birçok konuda böyle. Örne÷in sahte oldu÷u bilinen ve Türkiye’de “kutsal emanetler” diye bilinen TopkapÕ Müzesinde saklanan objelerin ço÷unun 16. YüzyÕllarda OsmanlÕ SarayÕna getirildi÷i ve sahte oldu÷u bilindi÷i halde, kimse bunlarÕ konuúmak, tartÕúmak istemiyor ve bir devlet yalanÕ olarak sÕmsÕkÕ korunuyor ve verilere dayanan analizlere (Karbon 14 vs.) tabi tutulmalarÕ bile istenmiyor. Bir taraftan putlara tapanlarÕ eleútirenler, bir taraftan da kendi sahte emanetlerini putlaútÕrÕp huúu içinde ziyaret ediyor, el yüz sürüyorlar.
ønsanlarÕn bir TanrÕya inanmalarÕnÕ, bir yaratÕcÕnÕn varlÕ÷Õna ihtiyaç duymalarÕnÕ anlayabiliriz, ama bir dine böylesine kör bir úekilde sarÕlmalarÕnÕ anlayabilmek zordur. “Herkesi” Müslüman yapmak istemelerini anlayabiliriz, ama sonra onlarÕ ve onlarÕn çocuklarÕnÕ yüzyÕllar sonra bile “dönme” diye aúa÷ÕlamalarÕnÕ, horlamalarÕnÕ anlayabilmek zordur. (Anadolu halklarÕnÕn karÕúÕmÕndan ve göçmenlerden oluúmuú, millet haline gelmiú bugünkü “kÕlÕç artÕ÷Õ Anadolu Türkleri” de dönme de÷il mi?) Namaz kÕlÕp, oruç tutmak istemelerini anlayabiliriz, ama namazÕ ve orucu bir gösteri silahÕna dönüútürmelerini ve namaz kÕlmayan ve oruç tutmayanlara saldÕrmalarÕnÕ anlayabilmek zordur. 1900’lerin baúÕndan beri Anadolu’da devletli olarak zalim olduklarÕ halde, kendilerini kurban gibi göstermelerini, mazlum olarak görmelerini anlamak zordur. “E÷er Müslümanlar mazlum ise, niye zalimlerin hepsi ölü ve Anadolu’dan sürülmüúler? Toplumun üçte birini oluúturan Ermeniler, Rumlar, Süryaniler, Ezidiler, Yahudiler niye bu kadar azaldÕ bu topraklarda?” diye kendilerine sormamalarÕnÕ anlamak zordur. Müslüman olmak için úahadet getirmenin yeterli oldu÷u bir durumda, MüslümanlÕk adÕna yapÕlan úeyleri anlamak ne kadar mümkünse, anlamamak da o kadar mümkündür. Bundan dolayÕdÕr ki, günümüzde kimlik sorunu yaúayan ve ço÷u ergenlikten yeni çÕkmÕú gençler cihat ça÷rÕlarÕ çerçevesinde MüslümanlÕ÷a çekilip, sonra da rahatlÕkla Afganistan’dan Sudan’a, Irak’tan Suriye’ye cepheye sürülebilmektedir. Zira bu insanlarÕn MüslümanlÕk kültürü genellikle yüzeysel ve úahadet MüslümanlÕ÷Õndan öteye gitmemektedir. øslam’Õn arkasÕndaki kültürler içinde oluúmuú tarih, gelenekler ve yaúayan kültür ÕskalanmaktadÕr. IskalandÕ÷Õ içindir ki, örne÷in Libya’da Sufilerin mezarlarÕ, Mali’de insanlÕk mirasÕ tarihi el yazmalarÕ bu radikaller tarafÕndan, kitaba uymadÕklarÕ gerekçesiyle, tahrip edilebilmektedir.
̱ ʹʹ ̱
Say×: 20
Komünist Zemin
Lenin'in Örgüt AnlayÕúÕnÕn Tarihteki ve Günümüzdeki AnlamÕ Üzerine Dipnot Yerine: Lenin'in örgüt anlayÕúÕnÕn ne olup, ne olmadÕ÷Õ ve bu anlayÕúÕn gerek tarihsel, gerekse de bugün açÕsÕndan önemini anlayabilmek için, öncelikli olarak Marks'a geri dönüp, oradan bakmak gerekir. Zira Marks'Õn örgüt meselesine yaklaúÕmÕ anlaúÕlmadan, Lenin'in bu konudaki önemi anlaúÕlamaz. Marks'ta Devrimci Örgüt Sorunu Marksizm, do÷asÕ gere÷i kadercili÷in ve kendili÷indencili÷in düúmanÕdÕr. Ama ne var ki Marks’Õn yaúamÕ boyunca örgüt meselesinde kaderci bir yaklaúÕma sahip oldu÷unu görürüz. Marks’a göre, önemli olan iúçi sÕnÕfÕnÕ aynÕ cepheye toplamak ve sÕnÕf mücadelesini örgütlemekti, gerisi kendili÷inden gelirdi. Çünkü Marks’Õn savundu÷u örgüt, iúçi sÕnÕfÕna ra÷men bir örgüt de÷il, ona tabi bir örgüttür. Marks, iúçi sÕnÕfÕnÕn sÕnÕf mücadelesi boyunca kendili÷inden sosyalist anlamda siyasal bilince ulaúaca÷ÕnÕ; kurtuluúu için gerekli örgütlenmeyi gerçekleútirece÷ini düúünüyordu. Komünistlerin görevi ise, bu süreçte iúçi sÕnÕfÕna yardÕmcÕ olmaktÕ. Marks’ta sistematize edilmiú bir öncü örgüt anlayÕúÕ yoktur. Zaman zaman öncü örgütten bahsetse bile, öncüye ve öncü örgüte yükledi÷i rol; nihayetinde sÕnÕfa tabi olan bir roldür. Bunun dÕúÕnda, Marks örgüt derken esasen iúçi sÕnÕfÕnÕn kendisini siyasal bir parti olarak örgütlemesini anlar -ki kastetti÷i öncü örgüt de÷il iúçi sÕnÕfÕnÕn kendini parti olarak örgütlemesidir- ve örgütü programÕn olmazsa olmaz bir unsuru olarak tasarlamak yerine, programÕn hayata uygulanmasÕ sürecinde kendili÷inden ortaya çÕkacak bir unsur olarak kavrar. Marks için devrimci örgüt bir olmazsa olmaz de÷ildir.
Marks’a göre örgüt, sÕnÕf mücadelesinin yükseldi÷i dönemlerde adeta kendili÷inden úekillenen; sÕnÕf mücadelesinin geriye çekilme dönemlerinde ise, bu geri çekilmeye ba÷lÕ olarak çözülen bir yardÕmcÕ unsurdan öte bir úey ifade etmemektedir. Marks için devrimci bir örgütün her koúulda varlÕ÷ÕnÕ sürdürmesi bir olmazsa olmaz olmadÕ÷Õ gibi, örgütün olmadÕ÷Õ geri çekilme dönemlerinde, örgütsüzlü÷ü bir tür ayrÕcalÕklÕ durum olarak bile yüceltti÷i söylenebilir. Marks’Õn Engels’e yazdÕ÷Õ mektuplarÕndan bir bölüm okuyalÕm: “økimizin, senin ve benim birbirimizi buldu÷umuz bu aleni, otantik izolasyondan çok memnunum.” (Marx’tan Engels’e, 11 ùubat 1851, alÕntÕ, Bertram D. Wolfe, Marxism: 100 Years in the Life of a Doctrine, Londr1967, s.196.) Ve Engels cevap veriyor: “Sonunda bir kez daha nerede olursa olsun hiç bir partinin deste÷ine ihtiyaç duymadÕ÷ÕmÕzÕ ve pozisyonumuzun bu tür saçmalÕklardan tamamen ba÷ÕmsÕz oldu÷unu gösterme
̱ ʹ͵ ̱
Say×: 20
Komünist Zemin
fÕrsatÕna sahip olduk.” (Engels’ten Marx’a, 13 ùubat 1851, alÕntÕ, ibid., s. 196.) Marks'Õn örgüt meselesine yaklaúÕmÕ, Rusya'da Bolúeviklerin yanÕ sÕra, az sayÕda Marksist topluluk dÕúÕnda, neredeyse bütün bir Marksist hareket için geçerli görüú olarak varlÕ÷ÕnÕ uzun yÕllar sürdürmüútür. Marks’Õn kadercili÷inin yarattÕ÷Õ zemin üzerinden kendini örgütsel olarak var eden II. Enternasyonal, Marks’ta var olan bu alandaki kadercili÷i sistematize ederek bu ba÷lamda da Marksizm’in kÕblesi oldu. Ve bu gücünden yararlanarak gerek Marksizm’in, gerekse de iúçi sÕnÕfÕnÕn bütün bir devrimci mirasÕnÕn üzerine oturarak onu tam bir mirasyedi mantÕ÷Õ ile istedi÷i gibi harcamaya baúladÕ. Ve nihayetinde, øúçi sÕnÕfÕnÕn kendi tarihindeki en devrimci sÕnavÕnÕ verdi÷i bir dönemde onun önündeki en büyük engel oldu. Marks'la baúlayan ve II. Enternasyonal ile kronik bir hal alan Marksizm'deki örgüt(süzlük) sorununun aúÕlabilmesinin ilk iúaretini, Lenin'in "Ne YapmalÕ?" isimli kitabÕnda bulmak mümkün olsa da, gerek Lenin'in farkÕnda olmadan yol açtÕ÷Õ bu kÕrÕlmanÕn farkÕna varmasÕ ve bunu mantÕki sonuçlarÕna vardÕrabilmesi için, gerekse de "Ne YapmalÕ?"da ortaya konulan anlayÕúÕn sonuçlarÕnÕ görebilmek için, daha geç bir tarihi, 1917 Ekim Devrimi'ni beklemek gerekecekti. Evet, Marks'Õn örgüt meselesine yaklaúÕmÕndan kopuú, Lenin'in "Ne YapmalÕ?" isimli kitabÕyla baúlamÕútÕr ama tamamlanamamÕútÕr. Lenin ve Örgüt Marks'Õn örgüt sorunundaki açmazÕ, ilk kez Lenin tarafÕndan "Ne YapmalÕ?" (1902) isimli kitapta ortaya konulur. Lenin, bu hususta bir açmazÕn oldu÷undan söz etmese de, "Ne YapmalÕ?" adlÕ kitapta fiilen bir açmazÕ ortaya koymuútur. AslÕnda "Ne YapmalÕ?" bu anlamda bir miladÕ, devrimci bir kopuúu ifade eder ama bunun devrimci bir kopuúu ifade etti÷i Lenin tarafÕndan bile tam olarak kavranamaz. Bundan dolayÕdÕr ki Lenin, "Ne YapmalÕ?" isimli kitabÕnda ortaya koydu÷u sorunu, mantÕki sonuçlarÕna vardÕramaz. Lenin’in "Ne YapmalÕ? isimli kitabÕyla yol açtÕ÷Õ devrimci kopuúun ne anlama geldi÷ini tam olarak kavrayabilmesi için II. Enternasyonal’in toptan ihanetini beklemesi gerekecekti.
Lenin, "Ne YapmalÕ?" isimli kitabÕnda gerek Marks’ta egemen olan örgüt meselesiyle, gerekse de II. Enternasyonal’in örgüt anlayÕúÕ ile hesaplaúmaz. YalnÕzca örgüt modeline iliúkin de÷il, örgüt anlayÕúÕna iliúkin de genel geçer örne÷in, Marks ve Engels tarafÕndan da idealize edilen SPD (Almanya Sosyal Demokrat Partisi) oldu÷una iúaret eder. "Ne YapmalÕ? isimli kitabÕnda ortaya koydu÷u örgüt anlayÕúÕnÕn ve modelinin ise genel geçer olmadÕ÷ÕnÕ, daha ziyade Rusya için geçerli oldu÷unu, “kendi durumlarÕnÕn bir istisna oldu÷unu” ve asÕl genel geçer parti /örgüt modelinin SPD (Almanya Sosyal Demokrat Partisi) oldu÷unu belirtir. Ve Lenin bu anlayÕúÕnÕ II. Enternasyonal açÕktan burjuvazinin cephesine geçinceye dek sürdürür. Ne zaman ki II. Enternasyonal çöker, iúte bu tarih itibari ile Lenin’de bu anlayÕúÕndan koparak, daha önce "Ne YapmalÕ?" isimli kitabÕnda yerel bir olay olarak ele aldÕ÷Õ sorunu bu kez genel bir mesele olarak ele alÕr. Ve Lenin'in bu yaklaúÕmÕ esas olarak da Komintern ile birlikte yerli yerine oturtur. "Ne YapmalÕ?" de÷il ama, bu tarih, Marksizm’in devrimci anlamda yeniden do÷uúunu ifade etmesi bakÕmÕndan bir miladÕ ifade eder. Tabii ki Lenin’in II. Enternasyonal’den kopuúunu yalnÕzca örgüt anlayÕúÕna indirgemek yanlÕútÕr. Bu ne kadar yanlÕú ise, aynÕ úekilde Lenin’in savaú öncesi Lenin’den kopuúunu da örgüt meselesine indirgemek ve Lenin’i bu yanÕ ile öne çÕkarmak ta o ölçüde yanlÕútÕr. Çünkü Lenin’in gerek kendinden gerekse de II. Enternasyonal gelene÷inden kopuúu esasen teorik, politik ve programatiktir. Ancak bu bir an da olup biten bir kopuú da de÷ildir. Bu kopuú I. Emperyalist Savaú ile fiilen baúlamÕú, savaú süresince biçimlenmiú, Ekim Devrimi'nin devrimci ateúinde tavlanmÕú ve III. Enternasyonal’in kuruluú kongresinde úekillenmiútir. Bu süreçte Lenin, aynÕ zamanda II. Enternasyonal’in devrim anlayÕúÕ olan aúamalÕ devrim anlayÕúÕndan koparak devrimin süreklili÷i anlayÕúÕna ulaúmÕútÕr. Bu süreçte, II. Enternasyonal’in –ki bu aynÕ zamanda Marks’Õn I. Enternasyonal döneminde dile getirdi÷i anlayÕútÕ- “her ulusal seksiyon kendi teorik programÕnÕ oluúturmakta serbesttir” biçimindeki anlayÕúÕndan koparak;
̱ ʹͶ ̱
Say×: 20
Komünist Zemin
tek bir dünya devrimi programÕ anlayÕúÕna ulaútÕ. Bu süreçte, gerek II. Enternasyonal’in “enternasyonal, ulusal partilerin federasyonudur” anlayÕúÕndan –ki bu aynÕ zamanda Marks’Õn I. Enternasyonal döneminde ifade etti÷i bir anlayÕútÕr-, gerekse de “Enternasyonal farklÕ ülkelerdeki iúçi örgütleri ve partilerinin geniú bir federasyonundan baúka bir úey de÷ildir” anlayÕúÕndan koparak; "enternasyonal, dünya devrimine bir merkezden komuta eden; demokratik merkeziyetçi esasta örgütlenmiú merkezi bir dünya partisidir" anlayÕúÕna ulaútÕ. Bu örnekleri ço÷altmak mümkün, ama biz bu yazÕ kapsamÕnda bu kadarÕ ile yetinmek istiyoruz. Özce söylemek istedi÷imiz ise úudur: Lenin’in "Ne YapmalÕ?" isimli kitabÕnda yol açtÕ÷Õ kÕrÕlmanÕn anlamÕ Lenin tarafÕndan da ancak II. Enternasyonal’in savaú karúÕsÕndaki çöküúünden sonra anlaúÕlmÕú, bilince çÕkarÕlmÕú ve ancak bundan sonra devrimci bir silaha dönüútürülebilmiútir. Bu anlamÕ ile de Lenin, savaú öncesi Lenin’den, II. Enternasyonal gelene÷inden ve aynÕ zamanda da birçok bakÕmdan Marks’tan köklü devrimci bir kopuúu ifade eder. Bu devrimci kÕrÕlma aynÕ zamanda Marksizm’in devrimci anlamda yeniden do÷uúunu ifade eder. Evet, III. Enternasyonal'in do÷uúu, Marksizm açÕsÕndan bir milat olmuútur. Ama gerek yeryüzünün efendilerinin saldÕrÕlarÕ, gerekse de kendi içinden çÕkan bir kÕsÕm güçlerin darbelerine fazla dayanamamÕú ve dünya devriminin devrimci ordusu esir düúmüútür.
rincisi, SÕnÕf partisi ile sÕnÕfÕn kendisi arasÕnda ki ayrÕmdÕr. Bu ayrÕmÕn en özlü anlamÕ úudur: SÕnÕfa ra÷men ve sÕnÕfÕn dÕúÕnda bir sÕnÕf partisinin varlÕ÷Õ ve her koúulda süreklili÷i esastÕr. økinci temel ayrÕm noktasÕ, devrimci sÕnÕf bilincinin dÕúarÕdan ve devrimci öncü aracÕlÕ÷Õyla sÕnÕfa taúÕnmasÕ meselesidir. Üçüncü temel ayrÕm noktasÕ, sÕnÕf mücadelesindeki yükseliú ve geriye çekilme dönemlerine ba÷lÕ olmaksÕzÕn, devrimci örgütün süreklili÷inin bir zorunluluk olarak kabulü. Dördüncü temel ayrÕm noktasÕ, örgüt/parti üyelik meselesidir. Beúinci temel ayrÕm noktasÕ, oportünizmden ve devrimci olmayan bütün e÷ilimlerden devrimci bir kopuú sa÷lamak. AltÕncÕ temel ayrÕm noktasÕ ise devrimci partinin, demokratik merkeziyetçi temelde örgütlenmiú tek bir dünya partisi olarak kavranmÕú olmasÕdÕr. EsasÕnda Lenin'in, devrimci partiyi tek bir dünya partisi olarak teorik zemine oturtmasÕ 1917 Ekim Devrimi ile birlikte mümkün olabilmiútir. Bu, bir anlamÕyla da, Lenin'in "Ne YapmalÕ?" adlÕ kitabÕnda yerel bir mesele olarak ele aldÕ÷Õ örgüt sorununun, kaçÕnÕlmaz olarak nihai sonuçlarÕna varmasÕ anlamÕna da gelmektedir. Lenin, örgüt meselesini tartÕúmaya baúladÕ÷Õ ilk yÕllarda, savundu÷u örgüt anlayÕúÕnÕn ne Marks'Õn örgüt anlayÕúÕnda bir kÕrÕlmaya tekabül etti÷ini kavramÕútÕ, ne de 1917'de vardÕ÷Õ sonuçlara varaca÷ÕnÕn farkÕndaydÕ.
Lenin'in Örgüt AnlayÕúÕnÕn AyrÕt Edici YanlarÕ Nelerdir?
Lenin'in örgüt anlayÕúÕnÕn esasen 1917 Ekim Devrimi ile birlikte, daha çok da Komintern sürecinde genel geçer ve Marksizm'deki örgüt sorununu aúan bir karakter kazandÕ÷ÕnÕ yukarÕda belirtmiútik. Lakin bu süreç devam ettirilememiú ve Lenin'in ölümüyle birlikte kÕsa sürede gerilemiú, zaman içerisinde ise tamamen imha edilmiútir. Lenin'in, daha do÷rusu Komintern'in ilk dört kongresinden devralÕnan mirasÕn en devrimci savunucusu Troçki olmuútur.
Bu soruyu úöyle de sormak mümkündür: Lenin'e kadar olmayan neydi? Marks'ta ve onun mirasçÕsÕ olarak kabul edilen, onun ardÕllarÕ olan Engels, Bernstein, Bebel, Kautsky, Plehanov, Rosa Luxemburg, Martov, Troçki ve di÷erlerinde olmayÕp da, Lenin'de olan ne idi. Lenin ile gerek Marks, gerekse de ardÕllarÕ arasÕndaki en temel ayrÕm noktalarÕndan bi-
Sonuç Yerine
̱ ʹͷ ̱
Say×: 20
Komünist Zemin
Troçki, her ne kadar Komintern'in ilk dört kongresinde úekillenmiú olan Bolúevik gelene÷in bayra÷ÕnÕ sahiplenmiú ve canÕ pahasÕna savunmuú olsa da, onun bu mücadelesi, Bolúevik mirasÕn zafer kazanmasÕna yetmedi÷i gibi, büyük ölçüde ortadan kaldÕrÕlmasÕnÕn da önüne geçmeye yetmemiútir. Tabii ki bu yenilginin birden fazla nedeni söz konusudur, ama bu yenilgide asÕl belirleyici olan, Troçki'nin Lenin'in örgüt anlayÕúÕnÕ do÷ru kavrayamamÕú ve tatbik edememiú olmasÕdÕr. NasÕl ki 1917 Ekim Devrimi'nin en belirleyici unsuru, devrimci bir programÕn olmazsa olmazÕ olarak gördü÷ü Lenin'in örgüt anlayÕúÕ idiyse, aynÕ úekilde Ekim Devrimi'nin kazanÕmlarÕnÕn, onun kazanÕmlarÕndan biri olan Komintern'in ve bütün devrimci mevzilerin karúÕ devrimci Stalinizmin eline geçmiú olmasÕnÕn nedeni de, devrimci bir örgüt anlayÕúÕnÕn ve örgütün olmayÕúÕydÕ. Komünist Enternasyonal ve Bolúevik gelenek ya÷malanÕrken, bu sürece karúÕ en etkili itirazÕ yükselten, Troçki ve beraberindeki az sayÕda yoldaúÕ olmuútur. Elbette ki Troçki ve beraberindekilerin bu itirazlarÕ çok anlamlÕdÕr, ama tek baúÕna çok fazla bir úey de ifade etmemiútir. Peki, Troçki'nin açmazÕ neydi? Troçki'nin örgüt sorunundaki açmazÕnÕn nedeni, kendisinin de uzun yÕllar bir parçasÕ oldu÷u ve Marks'tan II. Enternasyolan'e kadar bir süreklilik gösteren örgüt anlayÕúÕndan kopamamÕú olmasÕydÕ. EsasÕnda Troçki, Ekim Devrimi'nin arifesinde Marks'tan devralÕnan örgüt anlayÕúÕndan koptu÷unu ilan etmiú ve Lenin'in örgüt anlayÕúÕnÕn en ateúli taraftarlarÕndan olmuútu. Ama Troçki'nin Lenin'in örgüt anlayÕúÕnÕ kabul etmesi ve buna bütün samimiyetiyle inanmÕú olmasÕ, Lenin'in örgüt anlayÕúÕnÕ özümsemesi ve tatbik etmesi için yetmemiútir. En azÕndan daha sonraki prati÷inin bize gösterdi÷i budur. Troçki, her ne kadar Bolúevik gelene÷e ve Bolúevizm'in en billurlaúmÕú hali olan Komintern'in ilk dört kongre karar-
larÕna ba÷lÕ olsa da, bu ba÷lÕlÕk onun, özellikle de örgüt meselesinde Marks'tan II. Enternasyonale uzanan gelenekten tam olarak koptu÷u anlamÕna gelmez, zaten bu anlama da gelmemiútir. Elbette ki Troçki'yi örgüt meselesinde açmaza sokan, tek baúÕna Lenin'in örgüt anlayÕúÕnÕ yeterince kavramamÕú olmasÕ de÷ildir. Bunun arkasÕnda baúka programatik meseleler de mevcuttur. Zira Lenin'in örgüt anlayÕúÕ tek baúÕna bir örgüt anlayÕúÕ de÷il, baúlÕ baúÕna programatik bir sorundur. Bu ise yalnÕzca Troçki'de olan bir sorun de÷il, önceki bölümde de belirtti÷imiz gibi, esasÕnda bu, Marks'tan Engels'e, Engels'ten Bebel'e, Bebel'den Rosa Luxemburg'a, Troçki'ye ve buralardan günümüz devrimci hareketine kadar uzanan bir sorundur. Lenin'in "Ne YapmalÕ?"da iúaret etti÷i devrimci örgüt sorunu, aradan bir asrÕ aúkÕn bir zaman geçmiú olmasÕna ra÷men henüz çözülememiútir. Devrimci hareketin en temel krizi, devimci bir program ve bu programÕn olmazsa olmazÕ olan devrimci örgüt sorunudur. Bugün Bolúevik gelene÷i referans olarak alan komünistlerin, komünist bir örgüt inúa edebilmeleri için ellerinin altÕnda ihtiyaç duyacaklarÕ her úey mevcuttur. Eksik olan Bolúevik gelene÷in yaratÕcÕsÕ olanlarÕn sahip olduklarÕ iradedir.
̱ ʹ ̱
Komünist Zemin
Say×: 20
Stalinist KarúÕ Kültür Devrimi Rusya'nÕn baúÕna gelmiú olabilecek en büyük felaket, aslÕnda insanÕn insanlÕ÷Õ olarak anladÕ÷ÕmÕz úeyi kurtardÕ úeklinde tutarlÕ, muhafazakar bir sav öne sürülebilir. Burada can alÕcÕ öneme sahip olan úey, 1930'larÕn baúÕ ve ortalarÕnda proleter eúitlikçilikten Rus mirasÕnÕn tam kabulüne olan o büyük kaymadÕr. Kültür alanÕnda, Puúkin ve Çaykovski gibi figürler modernizmden çok daha yüksek bir noktaya yerleútirildi; geleneksel estetik güzellik normlarÕ yeniden kabul edildi; eúcinsellik yasadÕúÕ oldu, cinsel serbestlik yasaklandÕ ve evlilik yeni toplumun temel birimi olarak ilan edildi vb. Bu, Sovyet iktidariyla sanatsal ve bilimsel modernizim arasÕndaki kÕsa süreli anlaúma evlili÷inin sonu demekti. Sinemada, bu geçiú Eyzenúteyn'Õn cazibe montajlarÕna sahip sessiz filmlerinden "organikçi" sesli filmlerine kaymada açÕkça görülür; müzikteyse, bu, ùoútakoviç'in úiddetli alaycÕ kÕúkÕrtÕcÕ müzi÷inden, içinde 1920'lerin sirk ve caz ö÷elerini barÕndÕran bu müzikten 1930 sonlarÕndaki daha geleneksel biçimlere kaymada görülür. Bu kaymanÕn standart okumasÕ onu "kültürel Thermidor" sayar, yani otantik devrime yapÕlmÕú bir ihanet. Fakat, bu yargÕyÕ oldu÷u gibi kabul etmeden önce, bu radikal eúitlikçili÷i destekleyen ideolojik vizyona daha yakÕndan bakmakta yarar var: yani "biyo-kozmizm" denen o úey, yani Sovyet Marksizminin müstehcen gizli ö÷retisini, okült gölge ideolojisini oluúturan o tuhaf kaba maddecilikle Gnostik ruhsallÕk birleúimine. Sovyet devletinin ana döneminde kamuoyunun gözünden saklanmÕú olan biyo-kozmizm, Sovyet yönetiminin sadece ilk on yÕlÕ ve son yirmi yÕlÕnda açÕkça savunulmuútu.
BaúlÕca tezleri úunlardÕr: dinin hedefleri (kolektif cennet, bütün eziyetlerin aúÕlmasÕ, uzayÕn güneú sisteminin ötelerine dek fethi) dünya yaúamÕnda sadece modern bilim ve teknolojinin geliúimi sayesinde gerçekleútirilebilir. Gelecekte, kendi kendilerine do÷rudan biyo-teknik üremeyle üreyen iffetli postinsanlarÕn ortaya çÕkmasÕyla sadece cinsel fark ortadan kalkmÕú olmayacak; aynÕ zamanda geçmiúin bütün ölülerini diriltmek de mümkün olacak (bu ölülerin kalÕntÕlarÕndan onlarÕn biyolojik formülleri elde edilecek ve sonra yeniden do÷urulacaklar - o dönemde DNA daha bilinmiyordu...), böylece geçmiúteki bütün haksÕzlÕklar silinmiú olacak, geçmiúteki eziyet ve yÕkÕmlar "iptal edilecek." Bu parlak biyo-politik Komünist gelecekte, sadece insanlar de÷il, hayvanlar da, bütün canlÕ varlÕklar da kozmosun do÷rudan kolektifleútirilmiú AklÕna katÕlacak... Lenin'in Maksim Gorki'nin "TanrÕ inúasÕ (bogograditelstvo)," insanÕn do÷rudan tanrÕlaútÕrÕlmasÕ düúüncesine yöneltti÷i sert eleútiriyi de÷erlendirirken, Gorki'nin biyokozmistlerle birlikte çalÕútÕ÷Õ unutulmamalÕ. Bu "biyo-kozmizm"le günümüzün tekno-
̱ ʹ ̱
Komünist Zemin
Say×: 20
gnosisi arasÕndaki benzerlikleri görmek ilginç. Burada Troçki'nin vizyonu örnek sayÕlabilir:
"Nedir insan? Hiç de bitmiú ya da uyumlu bir varlÕk de÷il. HayÕr, o hâlâ çok tuhaf bir yaratÕk. Bir hayvan olan insan, planlÕ bir úekilde de÷il kendili÷inden evrildi ve bir sürü çeliúkiyi biriktirdi. ønsanÕn nasÕl e÷itilip düzene sokulaca÷Õ, ruhsal ve fiziksel yapÕsÕnÕn nasÕl geliútirilip tamamlanaca÷Õ sorunu, sadece sosyalizm temelinde anlaúÕlabilecek devasa bir sorun. ... ønsanÕn yeni, "geliútirilmiú bir versiyonunu" üretmek, iúte bu komünizmin gelecekteki görevi. Ve bunun için önce insanla ilgili her úeyi bulmamÕz gerek, anatomisini, fizyolojisini ve fizyoloj isinin onun psikolojisi denen kÕsmÕnÕ. ønsan kendi kendine bakÕp kendisini ham bir malzeme, ya da en iyisinden yarÕtamamlanmÕú bir ürün olarak görüp úöyle demeli: "Sevgili homo sapiens, sonunda senin üzerinde çalÕúaca÷Õm." (Aktaran: Orlando Figes, Natasha's Dance.) Bunlar sadece sÕra dÕúÕ kuramsal ilkeler de÷il, sanat, mimari, psikoloji, pedagoji ve örgütlenme bilimleri alanÕndaki, binlerce insanÕ içeren gerçek bir kitle hareketinin ifadeleriydi. Resmi destek bulan Taylorizm kültünün en radikal yandaúÕ Aleksey Gastev, daha 1922 yÕlÕnda "biyomekanik" terimini kullanmÕú olan bir Bolúevik mühendis ve úairdi; bu kült içinde insanla makinenin kaynaúaca÷Õ bir toplum vizyonunu araútÕrÕyordu. Gastev Emek Enstitüsü'nün baúÕndaydÕ, burada iúçilerin makine gibi davranmasÕ için deneyler yapÕlÕyordu. ønsanÕn mekanikleúmesini evrimin bir sonraki adÕmÕ olarak görüyor, úu hayali kuruyordu:
Delice görünse de, bu vizyonun, biri onu Õsrarla dayatmaya kalkmÕú olsa, gerçek Stalinizmden çok daha korkunç olabilece÷ini öne sürebiliriz. Stalinist kültür politikasÕnÕn tepki verdi÷i úey bu tam modernist mekanikleútirme tehdidiydi; sadece geniú kalabalÕklara çekici gelen sanatsal biçimlere dönmeyi talep etmedi, aynÕ zamanda -sinik de görünse temel geleneksel ahlak biçimlerine dönmeyi de talep etti. Stalinist gösteri mahkemelerinde, kurbanlar sorumlu tutuldu, suçlandÕ, itirafa zorlandÕ.., kÕsacasÕ, ne kadar müstehcen gelirse gelsin (ve öyleydi), onlara otonom etik özneler olarak davranÕldÕ, biyopolitika nesneleri gibi de÷il. "Mekanik kolektivizm" ütopyasÕna karúÕ, 1930'larÕn sert Stalinizminin en úiddetli haliyle eti÷e dönüúü, geleneksel ahlaki kategorileri anlamsÕz kÕlacak olan, kabul edilemez bir davranÕúÕ öznenin suçu de÷il, özel bir basÕnç ölçer ya da hÕz ölçer yardÕmÕyla ölçülmüú bir bozukluk sayacak olan "mekanik kolektivizm" tehdidine karúÕ koymanÕn aúÕrÕ bir önlemi olarak getirdi. Bu aynÕ zamanda "Toplumcu Gerçekçilik" dayatmasÕnÕn halkÕn büyük ço÷unlu÷u tarafÕndan içtenlikle selamlanmasÕnÕn nedeniydi: "rejimin geçmiúin kültüründen ayÕrt edilebilecek bir `proleter' ya da 'Sovyet' kültür biçimi kurmak gibi devrimci bir düúünceye olan ba÷lÕlÕ÷ÕnÕ tümden terk etti÷ini' gösteriyordu. ... Ahmatova gibi ça÷daú yazarlar yayÕmcÕ bulamÕyordu, ama Puúkin ve Turgenyev'in, Çehov ve Tolstsoy'un (ama Dostoyevski'nin de÷il) toplu eserleri milyonlarca sayÕda basÕllyor, yeni bir okurun önüne çÕkÕyordu."' Klasik kültüre olan bu dönüú 1937 yÕlÕnda, Puúkin'in yüzüncü ölüm yÕldönümünde doruk noktasÕna ulaútÕ.
"Bir ütopya, "insanlarÕn" yerini "A, B, C ya da
325,075,0 ve benzeri" úifrelerle tanÕmlanan "proleter birimlerin" alaca÷Õ bir ütopya. ..."Mekanik kolektivizm" "proletaryanÕn psikolojisindeki bireysel kiúili÷in yerini alacak." ArtÕk duygulara yer olmayacak, insan ruhu artÕk "bir çÕ÷lÕk ya da gülüúle de÷il bir basÕnç ölçer ya da hÕzölçerle" ölçülecek." (Aktaran: Orlando Figes, Natasha's Dance.)
O yÕl; "bütün ülke festivallere bo÷uldu; küçük taúra tiyatrolarÕ oyunlar sahneledi; okullar özel kutlamalar düzenledi.; Genç Komünistler úairin yaúadÕ÷Õ yerlere geziler düzenledi; fabrikalar çalÕúma kulüpleri ve 'Puúkinist' kulüpleri kurdu; kolektif çiftlikler Puúkin'in peri masallarÕndan çÕkma karakterler gibi giyinmiú figürlerin yer aldÕ÷Õ karnavallar sergilediler." (Aktaran: Orlando Figes, Natasha's Dance.)
Bu düúte, günümüzde biyo-politika denen úeyin ilk radikal formülünü görmüyor muyuz?
Bu olgular anmaya de÷er, çünkü karúÕmÕza baúka bir paradoks çÕkarÕyorlar: Stalinizme
̱ ʹͺ ̱
Komünist Zemin
Say×: 20
direniú ne kadar marjinal ve bastÕrÕlmÕú olursa olsun, bu kültürel e÷ilimi izliyordu. Yani, ne kadar ikiyüzlü ve sansürlü olursa olsun, klasik Rus kültür mirasÕnÕn bu devasa yeniden ortaya çÕkarÕlmasÕ yarÕ cahil kalabalÕklarÕ aydÕnlatmaya yönelik bir önlemden daha fazla bir úeydi: Puúkin ve Tolstoy gibi büyük klasikler evreni, kendi toplumsal sorumluluk eti÷ine, otokratik iktidara karúÕ ezilenlerle dayanÕúma eti÷ine sahip büyük bir kültür vizyonunu içeriyordu:
"SSCB'de muhaliflik, do÷ruyu, yozlaúmamÕú gerçekli÷i ve etik de÷erleri temsil ediyordu, tÕpkÕ sosyalist gerçekçili÷in ve geleneksel ahlakÕ kararlÕ bir úekilde olumsuzlayan Sovyet kamuoyu söyleminin sapkÕn sahteli÷inin fantaziye karúÕ gerçekli÷i temsil etmesi gibi. Bu söylem açÕkça dile getirilmiú olandÕr, ve kuúkusuz, Sovyet rejiminin 'devrimci geliúmeyi' ilerletmesindeki temel bir bileúendi. (Aktaran: Orlando Figes, Natasha's Dance.) Bu anlamda, Soljenitsin de 1930'larÕn Stalinist kültür politikasÕnÕn bir o÷ludur. ùostakoviç'in "özel" eserlerinin, melankoli, umutsuzluk ve özel kaygÕlarla dolu eserlerinin (daha çok keman kuartetlerinin), tÕpkÕ o büyük "halk" eserleri (özellikle de resmen kutlanan 5, 7 ve 11 nolu senfonileri) gibi Stalinist kültürün organik bir parçasÕ olmasÕnÕn da nedenidir bu. Bu yüzden, iptal edilen Do÷u Almanya'daki otantik dostlu÷un o çok övülen baúarÕsÕ, Do÷u Alman kültürünün en az STASI [Do÷u Alman gizli servisi] kadar organik bir parçasÕydÕ. Bu da bizi üçüncü paradoksa getirir. Wilhelm Furtwangler, Stravinski'nin "Bahar Ayini" için, bu eserin Rus tinselli÷inin sÕnÕrlÕlÕ÷ÕnÕ gösterdi÷ini söylemiúti: enfes ritmik patlamalarla doru÷a ulaúÕr, ama Alman tinselli÷ini niteleyen o organik canlÕ birli÷e eriúemez. Burada ironik olan ilk úey, Rus gelenekselcilerinin Furtwangler'in bahsetti÷i bestecileri, organik Rus mirasÕnÕ tehlikeye düúüren BatÕlÕ modrnleútirmeciler olarak görmüú olmasÕdÕr. Fakat, bir bakÕma, Furtwangler haklÕydÕ.
BatÕlÕ birçok gezgin 18 ve 19. yüzyÕllarda Rusya'ya, orada organik bir toplum bulmak, canlÕ bir toplumsal Bütün bulmak, yasalarÕn dÕú basÕncÕyla bir araya gelen BatÕlÕ bireyci toplumlara karúÕ bir Bütün bulmak üzere gittiler; çok geçmeden asÕl Rusya'nÕn engin bir kaos imparatorlu÷u oldu÷unu, tam da o iç organik biçimden yoksun oldu÷unu ve bu yüzden acÕmasÕz imparatorluk otokrasisinin demir eliyle yönetildi÷ini keúfettiler. Baúka deyiúle, uyumlu dengesi BatÕlÕ modernleúme tarafÕndan bozulmuú organik "eski Rusya" hiç olmamÕútÕ: úiddet "modernizmi," toplumsal yaúamÕn kaotik dokusuna merkezi bir düzenin acÕmasÕzca dayatÕlmasÕ, bu yüzden geleneksel Rus toplumsal kimli÷inin temel bir bileúeniydi. Korkunç øvan'Õ kendi öncülü ilan eden Stalin haklÕydÕ. Peki öyleyse, bütün bunlarÕn sonucu, ne yazÕk ki, insanÕn Stalinizmi çok daha kötü bir tehdit karúÕsÕndaki bir savunma olarak onaylamasÕna mÕ yol açar? Peki ya burada da Lacan'Õn "le pere ou pire" düsturunu kullanÕp daha kötüsünü seçme riskini alsak, ne olur: ya biyo-politik düúü sonuna dek izlemenin etkin sonucu bu düúün bütün koordinatlarÕnÕ sarsabilecek beklenmedik bir úeyle sonuçlanÕrsa?
̱ ʹͻ ̱
Say×: 20
Komünist Zemin
Türklü÷ün økiyüzlülü÷ü Üzerine Türk kiúili÷i o derece riyakâr ve ikiyüzlüdür ki, temel mayasÕnÕ oluúturan amentü úudur: “Köprüden geçinceye kadar ayÕya dayÕ diyeceksin!” Bu, her Türkün çocu÷una etti÷i temel nasihattir. AynÕ Türklü÷ün bir baúka amentüsü ise, “Devletin malÕ deniz, yemeyen keriz”dir. Düúünebiliyor musunuz, Türk toplumunun temel söyleminin esasÕnÕ devlete itaat etmek ve devlete ba÷lÕlÕk oluútururken, devlet düúmanlÕ÷Õ da Allah karúÕtlÕ÷Õ ve “vatana ihanet” olarak mütalaa edilip bu suçlarÕ iúleyenler linç edilirken, aynÕ Türklük, “devletin malÕ deniz, yemeyen keriz” ahlakÕnÕ esas alabilmektedir. Bu iki “Atasözü”nden yola çÕkmak bile Türklü÷ün esaslarÕnÕ anlamaya yetebilir. Türklük için “dün dündür bugün bugündür.” Türklük, hiçbir vakit geçmiúiyle yüzleúmez. Türklük için önemli olan tarihsel haklÕlÕk de÷il, her koúulda menfaatlerini esas alan “kendi haklÕlÕ÷Õ”dÕr. Türklük, kurbanken de haklÕdÕr, katilken de. Türklü÷ün esasÕnÕ oluúturan bu maya oldu÷u içindir ki Türklük, olgular ve olaylar arasÕndaki benzerlikleri görmez, görmek istemez. Türklü÷ün bir bileúeni olan ve Avrupa’ya göç etmiú Türkleri örnek alalÕm. Bilindi÷i gibi Türkler, kÕrk küsur yÕl önce Avrupa ülkelerine göç ettiler, hem de kendilerine “misafir” sÕfatÕnÕ yakÕútÕrarak. Ama bu “misafir” Türkler, baktÕlar ki bu misafirlik uzun sürecek, bu kez de oralara yerleútiler. Kendilerine ait dernekler, camiler kurdular, okullarda din dersi ve Türkçe dilinin ö÷retilmesini, daha sonraki yÕllarda ise Türkçe dilinde e÷itim hakkÕ istediler. Üstelik de bütün bunlarÕ kendi deyimleriyle “misafir” olarak bulunduklarÕ ülkelerde istediler ve bu isteklerine sahip de oldular. Bir baúka örnek ise, bir dönemler OsmanlÕ ømparatorlu÷u’nun iúgali altÕnda olan KÕbrÕs, Yunanistan, Makedonya ve Bulgaristan gibi ülkelere yerleútirilen ve “eski OsmanlÕ Türkleri” olarak adlandÕrÕlan Türklerin durumudur. Bilindi÷i gibi bu Türkler, OsmanlÕ ømparatorlu÷u tarafÕndan bu ülkelere götürülmüú, OsmanlÕ iúgali son buldu÷unda da bu ülkelerde kalmaya devam etmiúlerdir. Buna ra÷men, ne zaman ki buralarda yaúayan “Türk nüfus” bir ayrÕmcÕlÕ÷a tabi tutul-
muú, Türk devleti ve Türklük aya÷a kalmÕú ve kendi “soydaú”larÕ için eúit haklar talep etmiútir. Ne var ki, Almanya’da, Yunanistan’da ve Bulgaristan’da yaúayan Türkler için eúit yurttaúlÕk hakkÕ isteyen -ki zaten buralarda yaúayan Türkler büyük ölçüde eúit haklara sahiptiler-, elinden gelse bu ülkelerde de tÕpkÕ KÕbrÕs’ta oldu÷u gibi Türk devletçikleri kurduracak olan zihniyet; bÕrakÕn ayrÕlmayÕ bir yana, kendi iúgalcisinin varlÕ÷ÕnÕ bile kabullenmeye hazÕr ve iúgalcisiyle eúit haklar temelinde bir arada yaúamaya razÕ olmuú bir Kürt halkÕnÕ bile linç etme aymazlÕ÷ÕnÕ gösterebilmektedir. YukarÕda da belirtti÷imiz gibi, øúgal topraklarÕnÕ kendi topraklarÕ olarak benimseyen, iúgale karúÕ kendi topra÷ÕnÕ savunan halklarÕ da hain olarak gören bir zihniyet bir tek Türklükte vardÕr; bundan dolayÕdÕr ki hem zulüm yapan, hem de zulüm gördü÷ünü, haksÕzlÕ÷a u÷radÕ÷ÕnÕ iddia eden baúka bir toplum yoktur. Bu, ne bir paranoyadÕr, ne de patolojik bir bozukluk; bu, Türklü÷ün esasÕdÕr. Peki, Türklük bir patolojik bozukluk ve bir paranoya de÷ilse, nedir? Bu, bir hastalÕk de÷il, Türklü÷ün esasÕdÕr. Çünkü Türklük ideolojisi ve Türk devleti sosyal bir tabanÕ olmayan, önce ideolojisi ve ilkeleri oluúturulan, önceleri Ergenekon gibi bir takÕm efsanelerle beslenen, bu yetmez olunca da devúirme topluluklarla vücuda getirilmeye çalÕúÕlan bir fenomendir. Bundan dolayÕdÕr ki bu derece reaksiyoner ve tartÕúÕlmaya düúmandÕr. Böyle olmak zorundadÕr çünkü “Türk sermayesi” gibi Türklü÷ün sosyal tabanÕ da devúirme yoluyla oluúturulmuútur. Bir baúka deyiúle, önce milleti olmayan bir “milli devlet” kurulmuú, sonra da baúka milletlerden devúirme ve asimilasyon yoluyla bir millet yaratÕlmÕútÕr. Türklük ideolojisi ve bu ideoloji etrafÕnda örgütlü komplocu bir teúkilat (øttihat ve Terakki) tarafÕndan temelleri geçti÷imiz yüzyÕlÕn ilk yÕllarÕnda atÕlan, kendisi ise 1923 yÕlÕnda ilan edilmiú olan bugünkü cumhuriyet, hem “ulusal” bir sermayeden, hem de ulusal bir tarihten ve sosyal bir tabandan
̱ ͵Ͳ ̱
Say×: 20
Komünist Zemin
yoksun olarak kurulmuútur. Milleti olmayan bir milli devlet olarak kurulmasÕ bir yana, kurucu kadrolarÕnÕn önemli bir kÕsmÕ da Türk de÷ildir; kurucu kadrolarÕnÕn ço÷u Makedon, Arnavut, Çerkez ve Yahudi’dir. Hadi diyelim ki bunun bir önemi yoktur; nihayetinde Fransa’nÕn Fatihi olarak kabul edilen Napolyon da bir FransÕz sömürgesi olan Korsika’dandÕ. Keza kendisi Kürt kökenli olan Ziya Gökalp, “Türklü÷ün EsaslarÕ”nÕ kaleme almÕútÕr. Zaten Türklü÷ün handikabÕnÕn asÕl nedeni de bu de÷ildir. 1923’de kurulan milli Türk devletinin esas handikabÕ, Türklerin azÕnlÕkta oldu÷u, daha do÷rusu “Türklük bilinci”nin olmadÕ÷Õ bir co÷rafyada Türklük esaslarÕna dayanan bir devlet olarak kurulmuú olmasÕdÕr. Komplocu øttihatçÕ gelenekten gelen devletin kurucu kadrolarÕ bu handikabÕn farkÕndaydÕlar, dolayÕsÕyla da hiç vakit kaybetmeden bir Türkleútirme süreci baúlattÕlar. Henüz daha cumhuriyetin kuruluúu gerçekleúmeden co÷rafyanÕn en kadim halklarÕndan olan Ermeniler, Süryaniler zaten ya katledilmiú ya da sürgüne gönderilmiútir. Yani daha Cumhuriyet kurulmadan önce, Türk Cumhuriyeti’ne giden yollar açÕlmÕútÕ; ama amaca ulaúabilmenin önündeki en önemli engel olarak Kürtler halen daha duruyorlardÕ. Üstelik de Kürtler, cumhuriyetin kurucu orta÷Õ olarak kabul edilmiú ve büyük ölçüde Kürtlerin katkÕsÕyla mevcut devlet kurulmuútu. Ama bu durum, yani Türklü÷e bir devlet hediye eden önemli Kürt varlÕ÷Õ, devletin sahiplerinin amentüleriyle örtüúmüyor, daha da kötüsü, devletin “gizli Anayasa”sÕnÕ tehdit ediyordu. “Gizli Anayasa”ya göre devletin esasÕnÕ oluúturan Türklük ve Türklü÷ün üstünlü÷üne dayanan mit idi. O zaman Türklü÷ün elini kolunu ba÷layan bu engelden kurtulmak gerekiyordu. Bu sürecin ilk adÕmÕ olarak, çeúitli provokasyonlar yoluyla bir úiddet ortamÕ yaratÕldÕ ve Kürt direniú odaklarÕna karúÕ amansÕz bir saldÕrÕ baúlatÕldÕ. Katliamlar yapÕldÕ, Kürtler kendi topraklarÕndan çok uzaklara sürüldü ve Kürt demografik yapÕsÕnda ciddi tahribatlara yol açÕldÕ. Ve nihayetinde de Kürtlerin varlÕ÷Õ inkâr edildi. Cumhuriyet kurulmadan önce, kuruluú aúamasÕnda ve cumhuriyet kurulduktan hemen sonra Kürtler müttefik olarak kabul edilirken ve Kürtlerle yapÕlan ittifaklar resmi kayÕt altÕna alÕnÕrken,
Kürtler birden bire yok sayÕlmaya ve inkâr edilmeye baúlandÕ. Bir zaman sonra resmi kayÕtlarda artÕk Kürtler yoktu; ‘Kürt diye anÕlan insanlar ise ‘da÷ Türkleri’ydi. “Karda yürürken ayaklarÕ kart kurt sesi çÕkardÕ÷Õ için bu insanlara Kürt deniliyor” idi. Ama bunlar esasen “da÷ Türkleri” idi. Türlü÷ün kurucularÕ, baskÕ zoruyla da olsa bir dönem için Kürtleri sindirmeyi, Kürtleri Türklü÷e biat ettirmeyi baúardÕlar. Hatta ve hatta Kürtlerin azÕmsanmayacak bir bölümünü asimile bile ettiler. Ama ne Kürtlü÷ü, ne de Kürtleri yok edebildiler. Kürtler, her dönem yeniden tarih sahnesine çÕkmayÕ ve varlÕklarÕnÕ haykÕrmayÕ baúardÕlar. Her seferinde a÷Õr bedeller ödemek zorunda kalsalar da, Kürtler bundan hiçbir vakit vazgeçmediler. Kürtler suskunken de, isyan halindeyken de devletin sahiplerinin korkulu rüyasÕ olmaya devam ettiler. Çünkü uydurma Türklü÷ün varlÕ÷Õ, inkâr edilen baúka halklarÕn yok sayÕlamasÕ üzerine kurulmuútu ve yok sayÕlan halklar arasÕnda içerisinde her an tarih sahnesine çÕkma potansiyeli taúÕyan tek halk Kürt halkÕydÕ. Kürtler ne kadar güçlü bir biçimde tarih sahnesinde yer alÕrlarsa, uydurma Türklük miti o derece hÕzla da÷Õlmaya mahkûmdu. Bundan dolayÕdÕr ki en ufak bir Kürt uyanÕúÕ en úiddetli devlet terörüyle ortadan kaldÕrÕldÕ. Korku o derece büyüktü ki, Kürtçe a÷Õtlara bile izin verilmedi. Türklük miti o derece zayÕftÕ ki, Kürtçe bir a÷Õt karúÕsÕnda bile da÷Õlabilirdi. Son yüzyÕla damgasÕnÕ vuran Türklük histerisinin ve linç kültürünün dayandÕ÷Õ gerçek budur. Yeryüzünde mit üzerine kurulmuú bütün egemenliklerin davranÕúlarÕ aynÕdÕr. BunlarÕn hepsi kof bir güçlülük mitine ve bu güçten kaynaklanan ayrÕmcÕlÕ÷a dayanÕr. Ve bunlarÕn hepsi, aslÕnda onlarÕn hiçli÷inin kanÕtÕ olan karúÕ argümanlarÕ reaksiyoner bir biçimde bertaraf ederler. Özcesi; Türklük, patolojik bir bozukluk ya da bir paranoya de÷il, gerçekle alakasÕ olmayan bir mittir. Türklük, tarihsel ve maddi temellere dayanmayan “varlÕ÷ÕnÕ” ise ancak ve ancak yok saydÕklarÕnÕn varlÕ÷ÕnÕ inkâr ederek devam ettirebilen; “ben varÕm” diye tarih sahnesine çÕkmakta direneni ise reaksiyoner Türklük halleri (linç vb.) ile susturan bir fenomenin adÕdÕr.
̱ ͵ͳ ̱
Say×:20
Komünist Zemin
Sol ve ùehitlik EdebiyatÕ ùehitleri anma geceleri, úehitlerin ölüm yÕldönümlerinde duvarlarda görülen afiúler, dergilerde çÕkan yazÕlar ve özellikle bazÕ anma ilânlarÕnda kullanÕlan dil, insanÕ alÕp baúka bir dünyaya, mistik bir baúka aleme götürüyor. Bu konuda kullanÕlan dile bakarak, Müslüman bir do÷u toplumunun insanlarÕ oldu÷umuzun hemen anlaúÕlmasÕ iúten bile de÷il. Ölen yoldaúlarÕnÕn ardÕndan "Regaip Kandili Gecesi" gibi "Devrim ùehitleri Geceleri" düzenlenmesi; øslâmi usulde alÕnlarÕna (yeúil yerine kÕrmÕzÕ) "úahadet" bantlarÕnÕn takÕlmasÕ; sanki, komünist bir "öte-dünya", komünist bir cennet varmÕú da, ölenler devrim ("mahúer") günü yeniden dirileceklermiú gibi ölümün kutsanmasÕ ve "devrim "úehidi" olmanÕn teúvik edilmesi gibi alÕúkanlÕklardan yola çÕkacak olsak bile, ne kadar da karúÕ çÕktÕ÷ÕmÕza benzedi÷imizi pekala görebiliriz. SÕfatlarÕn ön plana çÕktÕ÷Õ toplumlarda, bir úeyin adÕna sahip olmakla, onun içeri÷ine sahip olmak bir ve aynÕ úey olarak anlaúÕlÕr. DolayÕsÕyla, ne kadar ateist olundu÷u iddia edilse de, materyalist-komünist bir gelene÷e yaslanÕldÕ÷Õ söylense de, derinden gelen bir Müslüman do÷ulu gelenek, söylenenleri yalanlamak istercesine, bunlarla yarÕúÕyor, hatta zaman zaman baskÕn çÕkÕyor. Gelenek ve teori arasÕnda do÷ru ve tutarlÕ bir iliúki kuramayan ve tarihsel-toplumsal gelene÷e teslim olanlarÕn yarattÕ÷Õ bir pratiktir bu. Bu duruma düúülmüú olmasÕnÕn nedenlerinden biri, sosyalistlerle kitleler arasÕndaki iliúkilerin zayÕflÕ÷Õ ve halkla kaynaúma iste÷inin sonucu ortaya çÕkan "halkÕmÕz ne der?" korkusuyla ortaya çÕkmÕú halka uyma, onun gibi olma çabasÕdÕr. Bu elbette halkÕn gelenekçi yanlarÕna da göz yumma, hatta bu gelenekçi yanlarÕ onaylama anlamÕna gelir. Nüfusun yüzde 98'inin de "müslüman kültürü içinde yetiúmiú" oldu÷u da düúünüldü÷ünde, temel kaygÕ da "halkÕmÕz ne der?" olunca, bu tür bir sonuç da kaçÕnÕlmaz oluyor. Lakin serde sosyalistlik oldu÷undan, Müslüman kültüre ait kavramlar ve sÕfatlar oldu÷u gibi kullanÕlamamÕú ama ara formüller üretilmiútir. Toplumun de÷erlerinin ifadesi olan
kavramlarÕn baúÕna "devrim úehidi", "devrim nikâhÕ", "devrimci aile" vs. gibi "sol sÕfatlar" eklenmesi ile meselenin halli yoluna gidilmiútir. Oysa nasÕl "Marksist imam", "sosyalist dü÷ün", "devrimci sünnet töreni", "devrimci kÕna gecesi", "kÕzÕl gelinlik", vs. olmazsa, yukarÕdakiler de olmaz. Yani kelimelerin baúÕna sÕfatlar konarak pek bir úey çözülmüú olmuyor, aksine her úey iyice karÕúÕyor. Zaman zaman do÷rularla yanlÕúlar birbirine giriyor. Var olanÕ tersinden yeniden üretmiú oluyor. Söylemde asilik ya da devlet düúmanÕ olmak ya da ses getirici, spektaküler eylemler yapmak devrimci olmak için yeterli de÷ildir. Zira bu, dÕúarÕdan böyle görülmemizi sa÷lamaktan öte bir úeye yol açmaz. Bu, içerikte, islâmize olmuú insanlar oldu÷umuz gerçe÷ini ortadan kaldÕrmaz. Bundan dolayÕdÕr ki kullanÕlan kavramlarÕn baúÕna "devrimci" sÕfatlar eklemiú olmak, geleneksel Müslüman refleksler kurtarmÕyor bizi. KahramanlÕk ve úehitlik edebiyatÕ, bazÕ dönemlerde,özellikle de son 20 yÕl boyunca önemli derecede artÕú göstermiú olsa da, Türk solunun gündeminden hiç düúmemiú, kronik bir hal almÕútÕr. Bu edebiyata yo÷un olarak baúvuran örgütlerin tipi ve ideolojisi dikkate alÕndÕ÷Õnda bu da düúündürücü oluyor. Zira bu bir köylülük sosyalitesine tekabül etmektedir. Bu edebiyatÕn 12 Eylül sonrasÕ yo÷unlu÷unda TC'nin úiddet politikasÕnÕn bir yeri var kuúkusuz; ama bu, nedenlerden sadece biri. Bu úehit edebiyatÕnÕn yaygÕnlaúmasÕnda PKK'nÕn baúÕnÕ çekti÷i Kürt ulusal hareketinin bu motifi yo÷un olarak kullanmasÕnÕn da etkisi var. Ama úu úartlarda en önemli neden, "úehitlerin ve anÕlarÕnÕn yardÕmÕ olmadan teorisiz liderlerin, yapÕlmasÕ gereken sÕradan iúleri yapacak örgüt kadrosunu elde tutmasÕnÕn günden güne zorlaúmÕú olmasÕ" görünüyor. ùehitler, militanlar üstünde moral bir baskÕ oluúturuyor, onlarÕ eziyor. MilitanlarÕn, úehitlerin anÕsÕ önünde, izlenen politikalarÕ ve örgüt çalÕúmasÕnÕ eleútirmesi zorlaúÕyor. "Erkekçeli÷in", yi÷itlik kültürünün bir parçasÕ olarak öne çÕkan úehitlik ve buna ba÷lÕ olarak ölümün ve ölünün yüceltilmesi ise, dikkate alÕnasÕ gereken bir baúka noktadÕr.
̱ ͵ʹ ̱