DEVRIMCI ISCI B A R İ K AT !
GREV!
DEVRİM!
Temmuz 2006, Sayı 8
ÖZGÜR FİLİSTİN!..
ORTADOĞU
İSRAİL DEVLETİ YIKILMALIDIR!..
İ Ortadoğu’da Siyonist zulüm ve ikiyüzlü Müslüman AKP!
E
mperyalizmin Ortadoğu’daki merkez karargahı İsrail, Filistinlilere yönelik yeni bir kıyım harekatına başladı. Hamas’ın seçim zaferini bahane olarak kullanan Siyonist İsrail, yoksul Filistin halkının üzerine bomba yağdırarak, yakarak, yıkarak, Filistinlilerin en temel hakkı olan yaşama hakkını ortadan kaldırıyor. Başta AKP olmak üzere, bölgenin ‘çok Müslüman’ hükümetleri ise, her fırsatta üzerine nutuk attıkları ‘Müslüman’ Filistin halkını savunmak için kıllarını kıpırdatmıyor, sahtekarca açıklamalarla, yaşanan korkunç trajedinin üzerini örtüyor. Bir zamanlar halkın din duygularını istismar etmek üzere ‘Kudüs gecesi’ düzenleyenlerin partisi AKP, bugün iktidar olmasına rağmen, yaşam mücadelesi yürüten Filistinlilerle en ufak bir somut dayanışma gerçekleştirmiyor, İsrail’le bağları kesme cesaretini gösteremiyor, tersine, ‘arabulucu’ rolüne soyunarak, Ortadoğu’da İsrail’e karşı yükselen tepkiyi yatıştırmaya çalışıyor. Bu tutum, açıkça İsrail’i destek tutumudur. Başka türlü olması da beklenemez; AKP’nin ipleri büyük patron ABD’nin elindedir. Başbakan Tayyip Erdoğan’ın baş danışmanı Cüneyt Zapsu’nun, ‘Kullanın’ dediği Tayyip Erdoğan’ı her türlü pis işleri için tepe tepe kullanmaktadırlar. Manzara çok açıktır: Bölgede ABD’nin şımarık çocuğu konumunda bulunan korsan devlet İsrail, emperyalistlerin ve AKP hükümeti gibi uşaklarının da yardımıyla, Filistin halkını sistematik olarak yoketmekte, soykırıma girişmektedir. Filistin halkının arabulucuya ihtiyacı yoktur. Filistinlilerin direniş için desteğe ve İsrail’e karşı kesin yaptırımlara ihtiyacı vardır. Devrimci İşçi, açıkça şu talep ve sloganları yükseltiyor:
* İsrail’le tüm diplomatik ilişkiler kesilsin! * Korsan İsrail devletini tanımıyoruz! * Filistinlilere gıda, ilaç, giyecek ve silah yardımı! * ABD üsleri derhal kapatılsın! * İşgal birlikleri Ortadoğu’dan dışarı! 2
srail bölge topraklarının yüzde 78’ini elinde bulundurmaktadır. ‘Tek taraflı ayrılma’ planıyla bu oran yüzde 85’e yükseltilmeye çalışılıyor. Bu koşullarda ‘bağımsız bir Filistin devleti’nden söz etmek mümkün değildir: Ortada sadece birbirinden bağımsız, iletişimi bulunmayan adacıklar vardır ve Batı Şeria’nın en iyi toprakları ve su kaynaklarına İsrail tarafından el konulduğu için her türlü ekonomik kaynaktan yoksun Filistin yerleşimlerinde bir ekonomik faaliyetin temeli yoktur. Birleşmiş Milletler tarafından karar altına alınan 1947 paylaşımı da bir çözüm olmaz. Bunun Siyonist yağmayı meşrulaştıracağı gerçeğini bir an için kenara bırakalım. Bugün Filistin topraklarında 9,5 milyon insan yaşıyor. Nüfusun yüzde 53’ünü Yahudiler, yüzde 47’sini Araplar oluşturuyor. Eğer bu rakama Filistinli göçmenleri eklersek, ortaya 5 milyon Yahudi ve 8,5 milyon Arap rakamı çıkar. İsrail devleti toprakların oransal paylaşımına izin verecek mi? Elbette hayır. Başka deyişle, ‘iki devlet’ önerisinin bile mantıklı olabilmesi için öncelikle İsrail devletinin yenilmesi zorunludur. Bu durumda bile, emperyalist bir askeri aygıt olan Siyonist devlet, ilk fırsatta kayıplarını telafi etmek için yeni saldırılara girişecektir. Bu anlamda, ‘iki devlet’ siyaseti, emperyalistler tarafından sunulan önerilerin bir ‘sol versiyonu’dur. Barışa ulaşmak için, nasıl ki Güney Afrika’daki ‘Apartheid’ devleti ya da İkinci Dünya Savaşı sırasındaki Nazi devleti yıkılmak zorundaysa, ne kadar güç olursa olsun, bugün de İsrail devleti yıkılmak zorundadır; bu gerçekleşmediği sürece, Ortadoğu’da barış imkansızdır. Laik, demokratik, ırkçı olmayan, Arap ve Yahudilerin bir arada yaşadığı bir Filistin mümkün olabilir mi? Tarihsel deneyim, bunun tek mümkün alternatif olduğunu gösteriyor; bunun için de Siyonizmin yenilmesi gerekiyor... UİB-DE yayın organı Uluslararası Posta’nın 116. sayısından...
ORTADOĞU
İsrail’in vahşi saldırısına karşı birleşelim! İ
srail ordusu Filistin topraklarına yönelik güçlü bir askeri saldırı başlattı. Halkın üzerine, binlerce asker ve tankın katıldığı kara operasyonları ve hava saldırılarıyla yürüyorlar. Bir elektrik dağıtım şebekesine bile saldırdılar ve Gazze Şeridi’ni tamamen karanlıkta bıraktılar. Diğer operasyonlarda, halihazırda Filistin Ulusal Yönetimi’nin hükümetinde bulunan Hamas’ın bakanları ve milletvekilleri tutuklanmaya başladı. İsrail Başbakanı Ehud Olmert, “Aşırı tedbirler kullanmak zorunda kaldık” diye açıklama yaptı. Bu vahşi saldırıya gerekçe olarak, bir Filistinli örgütün cezaevlerindeki Filistinlilerle değiş-tokuş yapmak üzere bir İsrailli askeri kaçırmış olmasını gösteriyorlar. Siyonist ikiyüzlülük sınır tanımıyor. İsrail devletinin bizzat kendisi, tarihsel olarak Filistinlilerin yaşadığı toprakların gaspı ve yüz binlerce Filistinlinin bu topraklardan zorla sürülmesi üzerine kurulmuştur. Emperyalizmin hizmetindeki bir askeri üs gibi korunan bu devlet, yıllar boyunca Filistinli özgürlük savaşçılarını baskı altında tutmuş, zindanlara atmış ve öldürmüştür. Tüm bunlar Siyonizm tarafından ‘normal’ görülmektedir. Oysa tek bir işgalci İsrail askerinin kaçırılmış olması, tüm bu vahşi saldırıların meşrulaştırılması için kullanılmaktadır! Bu saldırıların gerçek sebebi ise tamamen başkadır.
3
Geçtiğimiz Filistin seçimleri sonucunda, Hamas hükümete gelmiştir ve bu örgüt, ateşkes görüşmelerine eğilim gösterse de, emperyalizm ve İsrail tarafından desteklenen mevcut El Fetih liderliğinin aksine, İsrail devletini tanımayı reddeden bir programa sahiptir. İsrail’in mesajı çok açıktır: Hamas ya tam bir teslimiyete razı olacak ve İsrail’i tanıyacaktır ya da Filistin bölgesinin idaresi elinden alınacaktır. Bu, başka bir Siyonistemperyalist ikiyüzlülüğü gözler önüne sermektedir: Onların ‘demokrasi’sinde, seçim sonuçlarına sadece kendi istedikleri seçildiği ya da seçilenler kendilerine tam olarak itaat ettiği takdirde saygı gösterilir. Filistin bölgesi, karanlıkta, halkın direnişi altında İsrail askerlerinin saldırılarına maruz kalmıştır; bu manzara, İkinci Dünya Savaşı sırasında Nazi birliklerinin, Yahudilerin yaşadığı Varşova gettosu duvarlarından girişini anımsatmaktadır. O dönemde insan haklarını ve onurunu savunan herkes nasıl getto halkını desteklemek zorundaysa, bugün de aynı sebeple Filistinlileri destekliyor, vahşi İsrail saldırısını lanetliyoruz. Tüm dünyadaki siyasi örgütleri, sendikaları ve kitle örgütlerini acilen ve hep birlikte İsrail saldırganlığına dur demeye çağırıyoruz. Sao Paolo, 29 Haziran 2006 Uluslararası İşçi Birliği – Dördüncü Enternasyonal Uluslararası Sekreterlik
MÜCADELE
Castleblair İşçilerinden Basına ve Kamuoyuna
B
iz İskoçya kökenli bir tekstil firması olan Castleblair’in işçileriyiz. 90 yıllık bir firma olan Castleblair dünyanın önemli mağazacılık gruplarından Marks&Spencer’ın üreticisi. 35 ülkede 700’ün üzerinde mağazası olan Marks&Spencer fiyatları daha düşürelim dediği için Castleblair, İskoçya’daki fabrikalarını kapattı ve işçi sınıfının örgütsüz olduğu, ücretlerinin düşük olduğu ülkelerde fabrikalar kurmaya başladı. Türkiye’de İstanbul Kıraç’ta bulunan fabrika da Castleblair için paha biçilmez kaftandı. Ancak işler patronların istediği gibi gitmedi; çünkü bizler Castleblair işçileri olarak DİSK Tekstil sendikasında örgütlenmeye başladık. Bu örgütlenme yoğun mücadeleler sonucunda başarıya ulaştı. Fakat işveren örgütlülüğü dağıtmakta karalıydı. Çünkü Marks&Spencer maliyetleri düşürmek ve daha fazla kâr etmek için buraya gelmişti. Saldırıları yoğunlaştırdı. İşten atılmalar yaşandı. Kapının önünde bir dizi arkadaşımız mücadeleyi sürdürdü. Sendikanın da destek vermemesi sonucunda arkadaşlarımız işten atıldı. Sözleşmede Hiçbir Kazanım Yok! Sendikalaştığımız zaman koşullarımızın daha iyi olacağını düşünmüştük. Ancak şartlarda değişen bir şey olmadı. İki yıl önceki kötü sözleşmenin ardından DİSK/Tekstil’den Muharrem Kılıç koşulları bir dahaki sözleşmede düzelteceğiz demişti. Aradan 2 yıl geçti. Yeni sözleşme geldi. Ama Kılıç sözünü tutmadı. İşverenin yüzde “0” (sıfır) önerisini işçilere kabul ettirmeye çalıştı. Bizleri ikna edemeyince ilk altı ay için yüzde 4, ikinci altı ay için yüzde 3 önerisi geldi. Bir önceki sözleşmeden de kötü bir sözleşme önümüze getirildi. Ve sendika tarafından başka çaremiz yokmuş havası yaratıldı. Sadece düşük ücret nedeniyle değil, ikramiyelerin durumu, performans değerlendirmeleri gibi konularda da işverenin çok geri taleplerle gelmesi nedeniyle bu sözleşmeyi kabul etmeyeceğimizi açıkladık. Sendika ise oldubittiye getirip sözleşmeyi imzalamak istiyordu. Bizim tepkimiz karşısında işveren 35 işçiyi diğer işçilerden ayırarak üst kata çıkardı. Amacı bizi bölmek ve dağıtmaktı. Sendika yöneticileri ise bu olaya, her zamanki gibi, işverenin hakkıdır, kanunsuz bir şey yapmayın diyerek patronun rahat davranmasının önünü açmış oldu. Bütün bunlar yetmezmiş gibi işveren işten çıkmak isteyen arkadaşlarımıza kıdemlerini ödemeye başladı. Bu nedenle birçok arkadaş ortamın belirsizliğinden dolayı istifa etti. Patron ayrıca bizi sıkıştırmak için ücretlerimizi de ödememeye başladı. Amaç belliydi, parasızlıkla bizi sıkıştırıp, tazminatımızı alıp gitmemiz isteniyordu. Belli ki patron örgütlü, deneyimli işçilerden kurtulursa sendikayla anlaşıp işçileri rahat rahat sömürmeye devam ederim diye düşünüyordu. Ve yaklaşık son 3 aydır bizler avanslarımızı, maaşlarımızı ve vergi iademizi alamıyorduk. Eylemler Artıyor Bu duruma karşı işyerinde ve dışarıda eylemlere başladık. İşverenle sendika arasındaki görüşmelerde de uyuşmazlık kararı çıktı. Arabulucu sürecinden de bir sonuç alınamadı. Patronun makinelerin bir kısmını dışarıya çıkarmak istemesi üzerine fabrikanın üst katına çıkarılan bizler üretimi durdurduk. Alt kattaki arkadaşlarımız da bize katıldı. Patron da buna cevap olarak 31 işçiyi senelik izne çıkarmak istedi. Biz çalışmak istediğimizi söyledik. Ama sendika ve işyeri temsilcileri her zamanki gibi patronun yanında saf tutarak bizleri yalnız bırakınca bizler de izinleri bir şartla kabul ederiz dedik ve verilmeyen tüm haklarımızı istedik. İçeride kalmış hakların verilmesi kaydıyla 33 arkadaşımız izne çıktı. Ertesi gün tekrardan kapının önüne geldik. İçeriye girmeye çalıştık. Jandarma ve özel güvenlikler girmemizi engellemeye çalıştı. Sendika yöneticisi Muharrem Kılıç, bu patronun yasal hakkıdır diyerek, işçileri koruyacağına patronu korudu. Biz, kararlı bir şekilde kapıları zorlayarak içeri girdik. Bizim içeri girmemiz yasaktı. Ancak patronun aylardır paramızı ödememesi serbestti. Aynı gün işverenin makineleri kapıya yanaştırması üzerine fabrika önünde nöbet tutmaya başladık. O gün bugündür de fabrika önünde 24 saat nöbet tutuyoruz. Aynı hafta Perşembe günü bütün sendikacıların ve işçilerin katıldığı bir toplantı yapıldı. Toplantıda sözleşme sandığa getirildi. 43 işçi sözleşmeye “hayır” derken 18 işçi “evet” dedi. Bu greve “evet” anlamına gelen bir oylamaydı. Sendika bürokratları oyalıyor Bu karara rağmen sendika yönetimi grev kararını asmadı. Patronla uzlaşmaya çalıştı. İşçilere neredeyse hiçbir katkı sunmayan sendika yöneticileri, patrona istediği gibi davranmanın yanı sıra, danışmanlık hizmetinde de kusur etmedi. Muharrem Kılıç işçileri değil ama patronu çok daha iyi temsil ediyordu. İşveren ücretlerimizi ödemezken, işyerinden istifa edenlerin parasını ödemeye devam etti. Bu aslında örgütlülüğümüzün her gün daha fazla erimesine neden oluyordu. Bir yandan belirsizlik, bir yandan parasızlık dayanma gücümüzü kırmaya başladı.
Sendika ve işyeri temsilcileri, işçilerin işten çıkmalarını teşvik ediyorlardı. Hatta işçi ailelerini arayarak bir an önce paralarını almalarını söylüyorlardı. Bu mücadelede bazı siyasi grup temsilcilerinin daha önceki deneyimlerde Muharrem Kılıç tarafından ihanete uğramalarına rağmen bugün bu sendikacının yanında saf tutmalarının bizce açıklanabilir bir yanı yoktur. Çünkü sendikacıların bu fabrikada patronla anlaşmalı bir şekilde örgütlü işçi istemedikleri açıkça ortadadır. İki yıl önce, ilk sözleşme döneminde de aynı oyun sahnelendi. Sözleşme sabahı 6 mücadeleci işçi işten atılmış, sendikacıların cevabı: patron yasal haklarını verdikten sonra biz bir şey yapamayız olmuştu. Patron ve sendikacılar belli ki aynı oyunu yeniden sahneye koydular. Biz ise, bu belirsizliğe dur demek ve örgütlülüğü savunmakta kararlıydık. Aç da kalsak mücadeleyi sonun kadar götürecektik. Patronla işbirliği yapan sendikacılara, onların borazanlığını yapan temsilcilere ve hatta sendika ağalarıyla iyi ilişkiler geliştirmek için patron sözcülüğüne soyunan bazı siyasi işçilere rağmen mücadelemizi onurlu bir şekilde vermekte kararlıydık. İşvereni sıkıştırmak ve belirsizliği ortadan kaldırmak için sendikaya gittik. Ağalardan bu işi sonuçlandırmalarını istedik. Patronun merkezine Yenibosna’ya gittik. Patron paramızı 2 gün sonra ödeyeceğini söyledi, ancak hala ödemedi. Biz de eylemlerimizi sürdürdük. İşçi arkadaşlarımızı istifa ettirip tazminatlarını aldırtmaya çalışan temsilcilere inat DİSK’e tekrardan gittik ve grev kararını asmalarını istedik. Patron-sendika işbirliği sonucunda onlarca arkadaşımız istifa etti. Geriye yaklaşık 20 kişi kaldık. “Sınıf sendikacılığı” yaptığını söyleyen bazı siyasi işçiler de tazminatlarını alıp çekip gitti. 20 işçiyle sendikaya gittik. Süleyman Çelebi bizleri görünce birden bire ortalıktan kayboldu. Muharrem Kılıç ise bizlere, “gidin paranızı alın, fabrika kapanacak” dedi. Bizler de, “o zaman patronun fabrikayı kapatacağına dair gönderdiği kâğıdı görmek istiyoruz” dedik. Sendikacının cevabı, patron böyle bir kâğıt vermek zorunda değil şeklinde oldu. Sendikadan sonra toplu olarak patronla görüşmeye gittik. Patrondan paralarımızın yatırılmasını istedik: “para yok, fabrika kapanacak” dediler. Bizde, “kapanacaksa yasal prosedürü uygulayın, gerekli yerlere bildirimde bulunun” dedik. Patronun cevabı, “biz bildirimde bulunacaktık ama sendikacılar istemediler” oldu. Yani fabrika kapanmıyor. O zaman sendika-temsilcilersözde mücadeleci işçi yani bu üçlü grup neden fabrikanın kapanacağının propagandasını yapıp işçilerin işten ayrılmalarını istediler? Ne çıkarları olabilir? Birincisi, şimdi sendikanın neden işçilerin işten ayrılması için baskı yaptığı ortaya çıkmış oldu. İkincisi bu nasıl bir sendikal anlayıştır ki sendikacı patrona bu konuda kefil olabiliyor? Bu kefil olmanın diyetini bizler mi ödeyeceğiz. Patron ve sendikacılar mücadeleci işçilerden kurtulmak için elbirliğiyle iyi çalıştılar. Sendikacıların yanında saf tutan sözüm ona siyasi çevre ise bundan sonra kimin yanında saf tutacağını böylece belli etmiş oldu. Bunu işçi sınıfı adına yaptığını sanan anlayışı kınıyoruz. Böylece Muharrem Kılıç’ın ipliği de ayrıca pazara çıkmış oldu. Peki, DİSK Tekstil neden grev kararını asmamıştır? Neden bizleri oyalamıştır? O da mı işçilerin örgütlülüğünün dağıtılmasından yanadır? Bütün işçiler ayrıldıktan sonra sözleşmenin imzalandığı mı söylenecekti? Patronun amacı belli: örgütlü işçileri işten atmak, yani örgütlülüğü dağıtmak. Yoksa işverenin DİSK Tekstil sendikası ile bir sorunu yok. Sorunu bizle, yani mücadeleci, örgütlü işçilerle mi? Sonuç olarak bizler bu mücadeleyi kendi kişisel hesaplarımız için yapmıyoruz. İşçi sınıfına saldırıların yoğun olduğu bir dönemde bizler de bu mücadelede bir deneyim yaşadık. Kimin işçi dostu, kimin işçi dostu olmadığını gördük. Biz işçi örgütü olan sendikalara sahip çıkmaya devam edeceğiz. Ama bugün bu sendikaların başına çöreklenmiş, işçileri sosyal diyalog adına masada pazarlayan anlayışı kınıyoruz. Ve bunu tüm kamuoyuna sunuyoruz. Biz, bu mücadelemizi sadece kendimiz için değil, bölgedeki tüm işçiler için verdik. İşverene, sendikaya ve tüm bozgunculara rağmen inatla bu mücadeleyi gücümüz oranında sürdürme kararlılığını gösterdik. Üç aylık parasızlığa, belirsizliğe, her tür saldırılara rağmen gücümüzün sonuna kadar inatla direndik. Bizler, direnen onurlu işçiler olarak mücadelemizi burada noktalamak zorunda kalıyoruz. Patronun, patrona danışmanlık yapan sendika bürokratlarının ve sendika koltuğu heveslisi siyasi anlayışların bu mücadeleye verdikleri zararı ise tüm işçi ve emekçilere anlatmayı bir görev biliyoruz. Bugüne kadar bizimle birlikte olan ve/veya destek sunan tüm işçi sınıfı dostlarına teşekkür ederiz. Yaşasın Örgütlü Mücadelemiz, Yaşasın İşçilerin Birliği Castleblair İşçileri 30.06.2006 Protestolarınız için: Castleblair Group LTD Victoria Works, Pilmuiir St. Dunfermline, United Kingdom Tel:44 01 383 731551 Fax:44 01 383 723836
4
Naylon iktidar!
GÜNCEL
Recep Tayyip ve AKP’li ‘müslüman kardeşler’ önlerine konan kağıtta ne yazıyorsa paşa paşa uyguluyor. Peki önlerine kağıdı kim mi koyuyor? IMF’nin memurları tabii!.. Patronlar ve IMF ne derse o! Evet, bu iktidar naylondur, hatta bu iktidar, iktidarsızdır... Tek bildikleri ceplerini doldurmaktır. Fatura ise emekçilere çıkmaktadır...
Y
A. KERİM
eni bir ekonomik krizin içindeyiz. ‘Paranın ateşi düşmüyor’ diye manşet atıyor gazeteler... Dolar ve avro fırladı, borsa bir anda dibe vurdu. Küçük miktardaki birikimini borsaya yatıranlar yine büyük balıklara yem oldu, büyük para spekülatörleri yeni vurgunlara yelken açtı. IMF ise yeni ‘tedbir’lerle kapıya dayandı, borç faizlerinin ödenmesini garantiye almak için harekete geçti. Peki AKP hükümeti ne yaptı? Recep Tayyip’in ‘delikanlı ağzı’yla attığı nutuklara rağmen, paşa paşa IMF memurlarının dayattığı programı uygulamaya başladı… İşte buraya dikkat: Patronlar bir yandan ‘Aman kriz!’ diye feryat ederlerken, bir yandan da ellerini ovuşturuyorlar. Nasıl mı? Tekstil patronları değil miydi, “Türk parası döviz karşısında aşırı değerli, başka ülkelerle rekabet edemiyoruz” diye ağlaşıp duran? Buyrun, dolar da, avro da aldı başını gitti. Peki, Türk parası çok değerliydi de ne oluyordu? İşçilik maliyeti yüksekti! Köle emeği kullanan Çin’le rekabet edemiyorlardı! O yüzden işçilik maliyetleri düşürülmeliydi! Nitekim, dolar ve avro karşısında eriyen, sadece ve sadece işçi ücretleri oldu. Kriz, ihracatçıların önünü açtı, işçileri, emekçileri biraz daha yoksullaştırdı. İşte yaşanan tamı tamına budur. Utanmaz patronlar, beş kuruş vergi vermedikleri gibi, dolaylı yoldan işçilik maliyetlerini düşürmek ve kârlarına kâr katmak için her türlü yöntemi deniyor; ülkenin bütün yükünü çeken emekçilerin sofrasından bir lokma daha çalmanın hesabını yapıyor.
yapıyor, neyi beceriyorlar? Onların en iyi becerdiği şey, arsızca ceplerini doldurmaktır, yiyebildikleri kadar, aksırıncaya, tıksırıncaya kadar yemektir. Belediye ve hükümet ihalelerini akbabalar ggibi paylaşıyorlar, ülkenin bütün kaynaklarını peşkeş çekerken, komisyonları cebe indiriyorlar. Utanmazca, yoksulların sofralarını yağmalıyorlar, bir zeytini daha götürmenin hesabını yapıyorlar. Bu hükümet, naylon olduğu kadar, bir akbabalar hükümetidir...
Muhalefet mi? Nerede?
Burjuva aleminde bu hükümetin başkaca da bir alternatifi yoktur. Çünkü, IMF programına alternatif bir program savunan tek bir burjuva partisi yoktur. Hepsinin derdi, ABD’ye en iyi kendilerinin hizmet edeceğini anlatmak, emperyalistlerden icazet almaktır. Tabii bir de, ondan sonra sofradan düşen kırıntıları mideye indirmek!.. Hiç kuşku yok ki, kendisine ‘sol’ diyen müteahhit partisi CHP de bu arsızlar topluluğunun başını çekmektedir... İşçi sınıfı ve emekçiler, her türlü suni tartışmayı bir kenara bırakarak, kendi çıkarları için birleşmelidir. İşçilerin siyasi programının omurgası çok basit bir denklem üzerine kurulmaktadır: Bölgede ve ülkede emperyalistlere, patronlara ve onların uşaklarına karşı mücadele. Bu mücadele sendika bürokratlarına, küçük burjuva ve karşı-devrimci önderliklerin ellerine teslim edilemez. İşçi sınıfı devrimci bir işçi sınıfı partisini, Devrimci İşçi Partisi’ni yaratmak durumundadır. Mücadelenin bir hedefi sınıfa yönelik saldırıyı durdurmaksa, diğer hedefi, mücadeleler içinde devrimci partinin yaratılmasıdır. Önümüzde başkaca kestirme yol yoktur.
Bir tek yemeyi biliyorlar
Ve ‘delikanlı’ nutuklar atan Recep Tayyip hükümeti, iş patronlara ve IMF’ye gelince, ellerini kavuşturup ‘Evet efendim’ demeye başlıyor. Bu hükümet acizdir, patron hükümetidir, kendi başına tek bir ekonomik karar bile alamamaktadır, IMF ne tembihlerse, bir kağıda yazılmakta, Recep Tayyip’in önüne konulmaktadır. Bu hükümet naylondur. Aslına bakarsanız, bu iktidar, iktidarsızdır. Peki Recep Tayyip ve diğer AKP’li ‘müslüman kardeşler’ ne 5
SENDİKA
Mücadeleci bir sınıf sendikası için!..
KESK’in kuruluşuna damgasını vuran mücadele ve direniş ruhunu yeniden diriltmeliyiz. Bunun önkoşulu, pazarlıklar sonucu oluşan bürokratik sendika yönetimlerine karşı kararlı bir muhalefet örgütlemektir. S. CEVAHİR
E
mperyalizm tarihsel ve yapısal bunalımını atlatabilmek için çok yönlü bir saldırıya geçti. Ekonomik planda örgütlediği saldırı, emperyalizme bağımlı ülkeleri adeta yeniden sömürgeler haline getiriyor, dış borçlar yoluyla ülkelerin yağmalanmasını sağlıyor. Uygulanan neo-liberal ekonomik politikalarla emekçilerin yaşam düzeyinde mutlak bir gerileme yaşanıyor. Emperyalizm bir yandan da ideolojik ve siyasi planda başka alternatifin olmadığı temasını işleyerek emekçi yığınların bilincini bulandırmaya çalışıyor, tek seçenek olarak burjuva düzeni ve kapitalizmi dayatıyor. ‘Evrensel barış ve istikrar’ adı altında ülkeleri bombalıyor, işgal ediyor, seçimle gelmiş, fakat kendisine itaat etmeyen devlet başkanlarını, hükümetleri devirmeye çalışıyor. Oysa onlar bir ‘emperyalist demokrasi’ anlayışıyla hareket edip, müdahaleleriyle insanlığı barbarlığa sürükleyen ‘sömürge demokrasileri’ yaratmaya çalışıyorlar. Emperyalizmin giriştiği saldırıların önündeki en büyük engel, bu saldırıların muhatabı olan dünya emekçileridir. Emperyalizm, giriştiği saldırılardan galip çıkabilmek için, dünya işçi ve emekçilerini yenilgiye uğratmak, teslim almak istiyor. Geçmişte dünya savaşları ve faşizm bunu dönemsel olarak başarabilmişti. Ne var ki, bugün bu tip yenilgiler dünya ölçeğinde barbarlığa ve gezegeni ekolojik bir yok oluşa sürükleme potansiyelini güçlü bir biçimde barındırıyor. Buna karşılık, emperyalizmin barbarlık dayatmasına karşı tek
kurtuluş seçeneği olan sosyalizmin tarihsel öznesi olan emekçi yığınlar ve örgütleri somut ve ciddi güçlükler ve eksiklikler yaşıyor. Büyük oranlara ulaşan işsizlik ve yoksulluk, geleneksel sendikal ve siyasi örgütlenmelerin birer direniş mevzisi olmaktan çıkarak hızla güç ve prestij kaybına uğraması, bunlara alternatif olacak devrimci örgütlenmelerin ve önderliklerin aynı hızla gelişememesi, emekçilerde bir umutsuzluğa yol açıyor. Proletaryanın geniş öncü kesimlerinin gözünde gerçekleşebilirliğine inanılan kapsamlı bir gelecek projesi bulunmuyor; bu nedenle işçi hareketinin dünya ölçeğinde avantajlı konumda olduğunu söylemekten uzağız. Ama her şeye karşın, tüm dünyada işçiler ve ezilen kesimler, yaşamlarını savunmak için çetin mücadelelere girişiyor. Sosyalizm ya da barbarlık ikileminin iyice güncelleştiği bugünün dünyasında, insanlığın geleceği işçi sınıfının mücadele sahnesine taze güçlerini çıkarabilmesini ve devrimci bir önderliğin uluslararası ölçekte yaratabilmesini zorunlu kılıyor.
Mücadeleci sınıf sendikası
Türkiye açısından baktığımızda da bu gereklilik tüm yalınlığıyla önümüzde duruyor. Sınıf mücadelesi her zaman düz bir hat izlemez. Zaman zaman durgunluklar ve geri çekilmeler yaşanır. Sorun geri çekilişin veya durgunluğun bir bozguna ve yılgınlığa dönüşmemesidir. Böylesi durumlarda bir kalkış noktasının oluşturulabilmesi çok büyük bir önem taşır. Devrimci 6
SENDİKA
parti sorunu tüm sorunların merkezini oluşturur. Öte yandan, hâlâ işçi sınıfının en önemli kitle örgütleri olan sendikalar bizzat işçi sınıfının kendisi içinde önemli sorunlar yaratmaktadır. Sendikalardaki sayısız olumsuzlukları sayarak sendikaları reddetmek, yok saymak amacında değiliz. Ancak var olan durumu da görmek zorundayız. Bu nedenle devrimci Marksistler ve öncü işçiler sendika muhalefetine ilişkin alışılmış sözlerin ötesine geçmek, ilkelerini korumakla birlikte sınıfın önünü açabilecek yeni örgütlenme biçimlerini ve yöntemlerini geliştirmekle yükümlüdür. İşçilerin egemen ideolojiden pek çok yolla etkilenmeleri sürmekle beraber, düzen kurumlarının ve bu yanılsamanın temelleri çok sağlam değil. Bu yüzden de egemenler, sınıfı daha ayağa kalkmadan ezmeye çalışıyor. Kapitalist düzen artık yoksullara inandırıcı vaatlerde bulunamıyor. Düzen ve sınıf arasında ciddi boşluklar bulunmaktadır. Bu boşluğun ideolojik, politik ve örgütsel olarak çeşitli düzeylerde ve devrimci bir tarzda doldurulması durumunda, sınıfın öncü güçlerini bir parti olarak örgütlemek, egemen ideolojinin gücünü kırmak ve kitle seferberlikleri yaratmak mümkün olacaktır. Böylece harekete geçmiş bir işçi sınıfı, kent yoksullarını ve yoksul köylülüğü kendi programı etrafında toplayarak toplumsal önderlik rolünü üstlenebilecektir. Ülkemizde önemli mücadele birikimlerine sahip, sokakta kamu emekçilerinin militan meşru mücadelesiyle kurulmuş olan Kamu Emekçileri Sendikaları Konfederasyonu (KESK) bu günlerde sendikaların içinde bulunduğu krizden nasibini almış durumdadır. Geçmişi arar olmuştur. KESK, dişiyle tırnağıyla yarattığı mücadele geleneğini yeniden canlandırmak için bir an önce harekete geçmek zorundadır. Sadaka niyetine verilen, üstelik de zamana yayılan geçici iyileştirmelerin uçucu etkisinden kurtulmalıdır. KESK yeni süreçte IMF ve Dünya Bankası politikaları karşısında, tüm emekçilere örnek olacak bir kararlılık ve politik netlikle durmalıdır. İşçi sınıfı ve ezilenleri etrafında birleştirecek bir emek cephesi için çaba sarf etmelidir. Kamu emekçilerinin sendika mücadelesinde bugüne dek yaratılan mücadele geleneği heba edilmemelidir. Ve bu mücadele, sınıfın diğer kesimleriyle bileşilerek hedeflerine ulaşılabilir. Biz Devrimci İşçi olarak, başından beri içinde yer aldığımız KESK’teki hakim eğilimlere ve genel anlamda sendikal faaliyete yönelik olarak aşağıdaki perspektifi savunuyoruz:
2001 tarihinde yürürlüğe girmiş ve birçok sendika bu yasadan olumsuz bir şekilde etkilenmiştir. KESK açısından önemli olan ise, yasa çıktıktan sonra, bu yasanın içeriği ve sonuçları konusunda hiçbir ciddi tartışma yapılmadan hızlıca yasaya uyum çalışmaları yürütülmesidir. Öyle ki, birçok sendika, hatta KESK bile tüzüğünden grev ve toplu sözleşme maddelerini ayıklamış ya da bu doğrultuda karar önergeleri verilmiştir. KESK kendisine dar gelen bu yasaya kendisini uydurma çabasını artık bırakmalı ve emekçilerin hakkı olan grevli tolu sözleşmeli sendika mücadelesine hız vermelidir. KESK hiçbir anlamı olmayan toplu sözleşme masasına katılmamalı bu sahte oyuna alet olmamalıdır. Yine çıkarılan yasayla kapatılan sendikaları yeniden kurmak için fiili meşru mücadeleye girişmelidir. KESK tabanında ciddi bir seferberlik başlatılmalıdır. Meydanlarda panzerlere karşı kararlı bir biçimde direnen, fakat gelinen noktada sendika binalarından ayağını kesen mücadeleci unsurlar sendikalarına ve mücadelelerine yeniden sahip çıkmalıdır.
Bürokrasiye karşı sendikalarımızı sahiplenelim
Diğer ezilen sınıf ve tabakalara yön verecek tek gerçek devrimci güç olan işçi sınıfının elindeki en önemli araçlardan biri sendikalardır. Buna karşın, sendikaların esas olarak sendika bürokrasisinin elinde bulunduğunu ve bunun sendikaların işçi ve emekçi örgütleri olarak işlev görmesini baltaladığını görüyoruz. O halde, sınıf hareketini sendikaları da içine çekerek örgütlemek, aynı zamanda sendikaların değişmesi ve gerçek mücadele merkezleri olarak yenilenmesi için mücadele etmek zorunludur. Sendikaların değişimi, yenilenmesi ve hareketin gelişmesi ve örgütlenmesinin en önemli dinamiği, işyerleri ve sendikalardaki ileri, bilinçli emekçiler, işyeri temsilcileridir. Bu güçler, görevlerini layıkıyla üstlenmedikleri takdirde; sendikaların, değişim ve dönüşüm yoluna girmesi olanaksız olacağı gibi, sermayenin saldırılarına karşı mücadele ve emperyalizme karşı hareketin potansiyel ve olanaklarını kullanmaları olasılıklarının en aza inmesi de kaçınılamaz olacaktır.
Sendikalarda işçi demokrasisi için mücadele
Sendika bürokrasisinin sendikalardaki egemenliği, esas olarak sendikalarda demokrasinin ortadan kaldırılmasına dayanmaktadır. Sendikal demokrasi, işçi ve emekçi kitlesinin ilgi ve girişkenliğinin gelişmesi ve iradesinin ortaya çıkmasının aracı ve aynı zamanda biçimidir. Mevcut sendikacılık anlayışı, kitleleri sendikal mücadelenin dışına sürdüğü içindir ki, örgüt yaşamı oluşmadığı gibi, örgüte ilgi ve örgüt bilinci de tahrip olmaktadır. Öte yandan bir örgüt yaşamı oluşmadığı içindir ki, seçme, seçilme hakkının ve öteki demokratik mekanizmaların biçimsel kalması adeta kaçınılamaz hale gelmektedir. Dolayısıyla, sendikal platformlarımız sendikalarda demokrasi için, işçi ve emekçilerin sendikanın her türlü bilgisini edinme, irade oluşturma, örgütünü yönetme, denetleme bilinç ve girişkenliğinin gelişmesi için özel bir mücadele yürütmek zorundadır. Örgütlü güçler, hem kendi iç ilişkilerinin, hem de
Mücadeleci sınıf sendikası
1990 yılından beri kamu emekçilerinin kararlılıkla yürüttüğü mücadele sonucu elde edilen kazanımlar, çıkarılan 4688 sayılı sendika yasası ile görmezlikten gelinmiştir. Yasa, yalnızca toplu sözleşme ve grev hakları açısından değil, sendika ve örgütlenme hakkı açısından da mevcut durumun çok gerisindedir. Şüphesiz ki, yasayla yalnızca sendikal hak ve özgürlüklerin kısıtlanmasıyla kalınmıyor, arkasından gelecek olan saldırı politikalarının (özelleştirme, personel rejimi tasarısı) dikensiz gül bahçesinde uygulanması öngörülüyor. Birçok antidemokratik maddeyi içeren, örgütlenme özgürlüğünü kısıtlayan, grev ve toplu sözleşme hakkını tanımayan bu yasa 25 Haziran 7
SENDİKA
İşçi–memur-sözleşmeli–ücretli ayrımına son
İşçi sınıfını, başta yasalar aracılığıyla çeşitli kesimlere bölen sermayenin amacı, işçilerin örgütlü gücünün önüne geçmektir. Devlet 657 sayılı ‘devlet memurları kanunu’ ve 1475 sayılı ‘iş kanunu’ ile eşitsiz uygulamalar getirmekte, işçi sınıfının gücünü yapay olarak bölmektedir. Son olarak kamu hizmetlerinin yürütülmesinde sözleşmeli personel uygulamasına geçilmesiyle durum daha da karışık bir hal almıştır. Örnek vermek gerekirse bir okulda aynı işi yapmalarına karşın farklı ücretler alan dört farklı kategoride öğretmen ‘çeşidi’ görüyoruz. 4688 sayılı yasa ile sadece 657 sayılı yasaya bağlı kamu emekçileri sendikalı olabilmektedir. KESK bu olumsuzluğu aşmak için bir çabaya girişmeli aynı iş kolunda çalışan farklı statüdeki tüm emekçileri sendikalaştırmalıdır. KESK sendikasız emekçilerin de iş güvencesine kavuşması için çaba göstermeli, yapay yasal ayrımlarla bölünmüşlüğü fiili birliklerle aşmalıdır. KESK işyerlerinde taşeron çalışanlar dahil tüm emekçilerle ortak mücadele platformu oluşturmalı ortak komisyonlar kurarak tüm çalışanların mücadele örgütü olmalıdır.
Sendikalar devletten bağımsız olmalıdır
KESK kamu emekçilerinin sendikasıdır. Kamu çalışanlarının işvereni devlettir. Dolayısıyla KESK işveren-devlete karşı temsil ettiği üyelerinin çıkarlarını korumalıdır. Oysa ülkemize özgü garip bir uygulamaya gidilmiştir. İşveren, işçilerinin sendika aidatlarını ödemektedir. KESK derhal bu uygulamaya karşı çıkmalıdır. 4688 sayılı yasa ile oluşturulması ortadan kaldırılan grev fonunu tekrar oluşturmalıdır. KESK kamu hizmetlerinin yürütülmesinde devletin temsilciliğini yapmamalı aksine devleti hizmet götürmesi için zorlamalıdır.
Sermayenin Avrupa’sına karşı sosyalist Avrupa
Bugün sendikalarımızda, AB’ye katılımın ülkedeki rejimi demokratik dönüşüme uğratacağını hayal edenler var. Aksine biz bu hayallerin emekçiler arasında yaygınlaşmaması için mücadele etmeliyiz. Avrupa sermayesi kendi işçi sınıfına yönelik ekonomik ve sosyal bir saldırı kampanyası sürdürmektedir. Bu mücadelede sendikalarımızın yeri AB sermayesinin geliştirdiği planların değil, Avrupa işçi sınıfının yanı olmalıdır. İşçi sınıfının özelleştirmelere, işten atılmalara, sendikasızlaştırmaya, sosyal güvenlik sisteminin yok edilmesine karşı mücadelesi, Avrupalı emekçilerin aynı doğrultudaki mücadeleleriyle birleştirilmelidir.
kitlelerle aralarındaki ilişkilerin demokratik olarak gelişmesine önem vermelidir. Platformlarımız sendikal iş ve sorunlara ilginin artması; işçi ve emekçilerin sendika ve yöneticilerden taleplerde bulunması; tüzükten yasaya, günlük sendikal işlerden seçimler ve eğitim vb. sorunlara, sendikanın gelirlerinden ücretlere dâhil harcama kalemlerine, her şeyin kitleler tarafından öğrenilmesi için uğraşmalıdır. Ayrıca, yasa ve tüzüklerin incelenmesi ve değişimi için üye kitlesinin aydınlatılması ve harekete geçirilmesi özel bir önem taşımaktadır.
Muhalefeti örgütleyelim
Özelleştirme saldırılarına karşı etkin mücadele
İçinde bulunduğumuz durum tüm devrimci Marksistlere ve mücadele etmeye niyetli unsurlara büyük sorumluluklar yüklüyor. Var olan uzlaşmacı sendikal anlayışa, taşlaşmış sendika bürokrasilerine ve yönetici kliklere karşı sendikalarımızı sınıfın mücadele örgütleri haline getirmek için, bir sendikal muhalefet hareketi örgütlemek kaçınılmaz görevdir. Bu doğrultuda atılması gereken ilk adım sınıf temelli bir mücadele programını ve bunun hayattaki karşılığını yaratmaktır. Emekçilerin ekonomik, siyasal ve toplumsal çıkarlarını bir bütün olarak algılayan ve bu doğrultuda sendikaları emekçilerin kitlesel seferberliklerinin bir aracı olarak gören tüm emekçilerle mücadeleci sınıf sendikacılığı uğraşımızda yan yana olmak istiyoruz…
90’lı yıllardan bu yana artan özelleştirme ve taşeronlaştırma saldırısı karşısında KESK etkin bir karşı koyuş gerçekleştirememiştir. Kamu fabrikalarının özelleştirilmesinin ardından, süreç KESK’in örgütlü bulunduğu alanlara taşınmıştır. Belediyelerde işler taşerona devredilirken, sağlık, eğitim ve güvenlik alanında özelleştirmeler artarak devam etmektedir. Özelleştirme sonucunda sendikalı olabilecek emekçiler sendikasızlaştırılmakta, örgütsüz hale gelmektedir. KESK tüm özelleştirme saldırıları karşısında işkolu ayrımcılığına gitmeden, tüm emek örgütleriyle bir cephe oluşturmalı ve bu saldırılara dur demelidir. Aksi, sendikalarımızı yok oluşa sürükleyecektir. 8
MÜCADELE
Tersanede direniş
T
uzla tersaneler bölgesinde faaliyet gösteren Desan tersanesine bağlı Montesan taşeronunda çalışan işçiler birikmiş ücretlerini alamadıkları için direnişe geçti. İşçiler yol kesme eyleminin ardından tersaneyi işgal etti. Birçok tersanede direnişe destek eylemleri gerçekleştirildi. Direnişe katılan ve destek olan işçilere polisin tepkisi biber gazı ve cop oldu. İşçilerin direnişine destek oldukları için DİSK- Limter-İş genel başkanı Cem Dinç ve eğitim uzmanı Kamber Saygılı polise mukavemet suçundan tutuklandı. Bizim de destek olduğumuz direniş çadırı, sürekli olarak GİSBİR’in (Gemi İnşa Sanayicileri Birliği) müdahalelerine maruz kaldı. Fakat buna rağmen, İstanbul’un birçok bölgesinden gelen emekçiler, direniş alanını patronlara bırakmadı. Desan direnişi bir kez daha birleşik mücadele hattının örülmesinin, emek cephesinin oluşturulmasının zorunluluğunu ortaya çıkarmıştır. Farklı sektörlerden işçilerin ortak direnişini örgütlemek için görev başına.
‘Sürgünlere hayır!’ K
adrolaşma operasyonu ile Milli Eğitim Bakanlığı’nı ele geçiren AKP hükümeti, sendikacı eğitim çalışanlarını, laik-bilimsel eğitimden yana olanları görevden alıyor ya da sürgüne gönderiyor. Eğitim-Sen 5 nolu şubenin örgütlü bulunduğu Kartal ve Samandra bölgesinde de sürgünler ve görevden almalar gerçekleşti. Özellikle 25 Kasım Ankara eylemine katılan eğitim çalışanları bu sürgün ve baskı operasyonundan payını aldı. Eğitim-Sen 5 nolu şube üyeleri olarak, 2 nolu şubenin de desteğiyle Kartal İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü önünde sürgünlere ve kadrolaşmaya karşı 21 Haziran’da bir basın açıklaması gerçekleştirdik. Ahmet Şimşek Koleji önünde buluşan yaklaşık 400 eğitim emekçisi, yolu kapatarak ilçe M.E.M. önüne kadar sloganlarla yürüdü, soruşturmacı ve sürgüncü ilçe milli eğitim müdürünün istifasını istedi. Devrimci İşçi olarak bizlerin eğitim yönetimindeki siyasal kadrolaşma ve kayırmacı politikalar karşısında, bilimsel, laik ve özgür eğitimi savunmaktaki ısrarımız sürecektir. Eğitim yönetiminde siyasal kadrolaşma değil, demokratik seçim istiyoruz!
KESK’ten ücret adaletsizliğine karşı eylem A
nkara’da SES, BES ve Eğitim-Sen eylemlerinin ardından KESK emekçilerin ek zam talebi için yürüdü. Kızılay Meydanı’nda toplanan yaklaşık 300 kamu emekçisi yoğun polis ablukası altında Güven Park’ın yanındaki Başbakanlık binasına bir yürüyüş gerçekleştirdi. Ellerinde “Ücret Adaletsizliğine Son! Ek Zam İstiyoruz” dövizleri taşıyan KESK üyeleri, yol boyunca ek zam ve toplu sözleşme taleplerini dile getiren, devlet güdümlü sendikacılığı kınayan çeşitli sloganlar attı. Başbakanlığın önüne gelindiğinde KESK Genel Sekreteri Abdurahman Daşdemir tarafından bir konuşma yapıldı. Daşdemir “KESK, İsrail’in Filistin’de yaptığı katliamı kınamadan kendi gündemine geçmeyi uygun bulmamaktadır” diyerek İsrail’in Filistin’de yaptıklarını protesto etti. Bu konuşma ardından Daşdemir tarafından bir önceki günkü Eğitim-Sen eyleminde okunan basın açıklaması okundu. Kamu çalışanlarının Ek Zam taleplerinin dile getirildiği basın açıklamasında AKP Hükümeti uyarılarak, “Bu talebin karşılanmaması durumunda meydanlara çıkacağız” denildi. Açıklamanın sonunda diğer kamu çalışanları da mücadeleye çağırılarak, “Tüm kamu emekçileri ek zam talebine sahip çıkmalı, hakları için mücadeleye devam etmelidir” ifadeleri kullanıldı. 9
DÜNYA
Küba’dan farklı bir ses yükseliyor Kübalı Troçkist Celia Hart, Küba’daki bürokratikleşmeye ve kapitalist restorasyona karşı işçi sınıfının kendi organları aracılığıyla iktidarın gerçek sahibi olması gerektiğini savunuyor...
K
üba devriminin tarihsel liderlerinden Haydée Santamaria ve Armando Hart’ın kızı olan Celia Hart, Küba’dan bir konferans için Londra’ya giderek, Michael Löwy ve Eduardo Diago ile birlikte Latin Amerika konulu konferansta bir konuşma yaptı. Celia Hart bir tıp doktoru, yazar, ve Küba Komünist partisinin eski bir üyesi. Kendisini Troçkist olarak tanımlıyor. Aşağıda Celia Hart’ın konuşmasından bazı bölümler yer alıyor: l Benim görüşüme gore, Latin Amerikanın her ülkesinde halk kendi hükümetlerinin solunda yer alıyor. Geniş kitlelerin neo-liberalizme karşı tepkilerine şahit oluyoruz. Bu çerceve içinde Küba, Venezüella ve Bolivya hükümetlerinin entegrasyon için attlkları adımları görmemiz gerekiyor. Bu yılın 29 Nisan’ında üç hükümet ALBA anlaşmasını imzaladı. Fidel Castro ve Hugo Chavez, Brezilya ve Şili’yi de ALBA anlaşmasını imzalamaya davet etti ancak bu hükümetlerin bu yönde bir adım atacaklarını düşünmüyorum. l ALBA’nın sağladığı faydalar ortadadır. Bir yıl içinde Venezüella’da okuma yazma bilmeyen kalmadı. Ayrıca, gecekondu bölgelerinde Küba’lı doktorların ücretsiz tedavi sağladığı yüzlerce klinik açıldı. l Che Guevara, Latin Amerika burjuvazisi emperyalizme karşı direnme kapasitelerini yitirdi, emperyalizm kervanının son vagonu haline geldi, demişti. l Günümüzde yeniden piyasaya sürülen neo-reformist politikaların hiç bir yeni yanı yoktur, eski reçeteleri yeni imiş gibi yeniden piyasaya sürüyorlar. l Entegrasyon süreci ikili bir süreç. Binlerce Kübalı doktor, öğretmen ve teknisyen Venezüella’ya çalışmaya gitti. Bildiğiniz gibi, Küba’da Komünist Partisi dışında bir parti, işçi kontrolü ya da konseyleri, kendi kendini yönetim ve grev hakkı yok. Entegrasyon süreci sonucu Küba’da yeni bir açılım başlıyor. İşçi Katılımı ve demokrasi kavramları tartışılmaya başlandı. Ben demokrasi olmadan sosyalizm olmayacağına inanıyorum. Mevcut gelişmelerden umutluyum. l Che Guevara’nın daha önce basılmamış olan ekonomi politik yazıları yeni basıldı. Che Guevera 1964’de yazdığı yazılarda Sovyet ekonomik modelini eleştirerek, sendikaların
bağımsızlığı meselesini tartışmaya açmıştı. l Küba’da kapitalist restorasyon tehlikesi halen mevcut. Küba’da sağ eğilimli 300 yasadışı parti var. ABD bu partilere her türlü desteği sağlamaya çalışıyor. Ayrıca, Komünist parti içinde bir kanat, Çin’in izlediği yolu izleyip kapitalistleşmeyi önermişti ancak Fidel Castro bu gruba karşı tavır aldı, etkili olamadılar. l Sovyetler Birliği’nin çöküşünden sonra özel bir dönemden geçtik: elektrik kesintileri, kamu taşımacılığında yaşanan problemler ve gıda dağıtımında kısıtlamalara rağmen Küba halkı devrimi savunmaktan vazgeçmedi. l Bu dönem sırasında uygulamaya sokulan tedbirleri Sovyetler Birliğinde 1920’lerin NEP dönemi ile karşılaştırabiliriz. Ticaretin serbest bırakılması ve doların kullanılmaya başlaması sosyal faklılaşmalara yol açtı ve bazılarının yeni zenginler diye isimlendirdiği bir tabaka oluştu. Fidel Castro geçtiğimiz Kasım ayında bir konuşma yaparak, “ABD emperyalizmi devrimimizi tahrip etmeyi başaramaz, bunu başaracak olan yalnızca bizleriz…. binlerce parazit hiç bir şey üretmeden çok fazla kazanç sağlıyorlar” dedi. l Ayrıca, teknokrat-bürokrat kesimin hiç bir denetime tabi olmaksızın ayrı bir zümre gibi yaşadığını belirtmek gerekiyor. l Fidel Castro’nun 2005 yılında yaptığı bir belirlemeyi not etmek gerekiyor: Fidel, “Küba devrimi 1953’de meydana gelmediği için şanslıyız, eğer devrimimiz 1953’de meydana gelseydi Stalin buna izin vermezdi” dedi. Yukarıdaki çeviri, Latin Amerikan Haber Yorum adlı web sitesinden alınmıştır. Celia Hart, geçtiğimiz günlerde Brezilya’da Uluslararası İşçi Birliği - Dördüncü Enternasyonal’in Brezilya partisi PSTU liderliğinde kurulan CONLUTAS adlı sendikal konfederasyonun kuruluş kongresine katılmıştı...
DEVRİMCİ İŞÇİ’nin Küba’ya ilişkin tutumu:
Küba emperyalizme karşı koşulsuz savunulmalıdır! Ama Küba’nın gerçek savunusu, işçi iktidarının organlarının yaratılmasıyla, işçi sınıfının bürokrasiye ve ülkede kapitalizmi iyice yerleştirmeye çalışan eğilimlere karşı seferber edilmesiyle mümkündür. Çünkü Küba’daki bürokrasi, adayı emperyalist sermayeye açarak, piyasa kurallarını her geçen gün daha fazla uygulayarak, Latin Amerika’daki gerici iktidarlarla anlaşmalar imzalayarak devrime darbe vurmaktadır. Devrim Küba’da sınırlı kaldıkça, emperyalist abluka da, bürokrasinin arsız çabaları da güçlenecektir. Devrim tüm Latin Amerika’ya yayılmalıdır; Küba da bunun en önemli merkez karargahı haline gelmelidir. 10
ENTERNASYONAL
Kosta Rikalı işçi lideri Orlando Barrantes’le dayanışmaya!
Kosta Rika’da işçi lideri Orlando Barrantes, bir devlet komplosuyla zindana atılmaya çalışılıyor. Uluslararası İşçi Birliği - Dördüncü Enternasyonal’in (UİB-DE) Kosta Rika örgütü Sosyalizme Doğru Hareket’in (MAS) -eski İşçi Köylü Hareketi (MTC)- lideri ve Muz İşçileri Ulusal Birliği’nin (CONATRAB) Genel Sekreteri olan Orlando, polisin bir işçi gösterisine saldırmasıyla başlayan çatışma sonrası, dört polisin rehin alınması ve darp edilmesi olayından sorumlu tutuluyor. Orlando’nun en az 10 yıl hapsi isteniyor. Muz bahçelerini elinde bulunduran çokuluslu şirketlere karşı mücadelenin sembol ismi olan Orlando Barrantes, iki yıl önce de bir kiralık katil tarafından vurularak ciddi biçimde yaralanmıştı. Orlando’nun liderlik ettiği CONATRAB, 70’li yıllardan bu yana yürüttüğü mücadeleler sonucunda binlerce muz işçisinin örgütlendiği bir sendikal birlik haline geldi. UİB-DE’nin Kosta Rika partisi MAS ise, geçtiğimiz aylarda seçimlere katılma yetkisini kazandı. Kosta Rika Ulusal Üniversitesi’nde öğrenci birliği seçimlerini kazanan MAS militanı öğrenciler geçen ay üniversite işgali gerçekleştirdi. İşçilerin ve MAS’ın yürüttüğü mücadeleyi engellemeye çalışan çokuluslu şirketler ve Kosta Rika hükümeti her türlü komploya başvuruyor. Öldürmeyi başaramadıkları Orlando yoldaşı şimdi düzmece suçlamalarla ağır hapis cezasına mahkum etmek istiyor. Ancak bu hevesleri yine kursaklarında kalacaktır. Patron uşakları karşılarında yine enternasyonalist dayanışmayı buluyor. Kosta Rika hükümetine ve mahkemelerine karşı dünyanın pek çok farklı ülkesinden tepki yükseliyor.
Tepki ve dayanışma mesajı göndermek isteyenler, www.devrimci.org sitesinden iletişim adresleri ve İspanyolca metinlere ulaşabilir.
Devrimci lider Tomas Zayas’ın yanındayız! Paraguay’daki gerici burjuva iktidarı, kitle hareketine ve Uluslar arası İşçi Birliği’nin Paraguay seksiyonu olan İşçi Partisi’ne (PT) saldırmak için her yolu deniyor. Ulusal Köylü, Yerli ve Halk Örgütleri Birliği’nin (CNOCIP) Genel Sekreteri ve PT liderlik mensubu Tomas Zayas’ın kırsalda gerilla örgütleri kurduğu, Kolombiya’daki Kolombiya Devrimci Silahlı Kuvvetleri (FARC) ile bağlantısı olduğu yönünde iddialar ortaya atan hükümet, mücadele örgütlerinin liderliğiyle halkın ilişkisini zayıflatmayı hedefliyor. Son olarak hükümet güçleri, bir PT militanı olan ve Alto Parana Köylü Derneği liderliğini yürüten Ciriaco Rotela’yı satın almaya kalktı ve Tomas Zayas aleyhine ifade vermeye zorladı. Bu münferit bir olay değildir. Hükümet, sistematik olarak toplumsal mücadeleleri provoke etmeye, liderlerine kara çalmaya çalışıyor. Daha önce silahlı saldırıya uğrayan ve yanında iki yoldaşı vurulan kitle lideri Tomas Zayas’ı polisiye bir vaka haline getirmeye çalışıyor. Ancak hiçbir yoldaşımızı satın alamayacağını bilmiyor! PT, yaptığı açıklamada, bu türden komplolara karşı kararlılıkla mücadele edeceğini, Tomas Zayas ve Ciriaco Rotela’yı sonuna kadar savunacağını açıkladı. Tüm emekçi ve halk örgütlerini devlet komplosuna ve hükümetin halk düşmanı politikalarına karşı mücadeleye çağırdı.
Avrupalı işçilerin göçmenlerle enternasyonalist dayanışması ABD’de ‘kaçak’ sayılan göçmenlerin yasal haklarını elde etmek için verdiği mücadele, Avrupa’daki pek çok ülkeye de yayıldı. Uluslararası İşçi Birliği - Dördüncü Enternasyonal’in Avrupa örgütlerinin aktif olarak yer aldığı mücadelelerde, ‘Yerli ya da yabancı, hepimiz işçi sınıfının parçasıyız’ sloganıyla, göçmenlerin ikinci sınıf insan muamelesi görmesine karşı çeşitli eylemler düzenleniyor. Yerli-yabancı işçi ayrımına karşı koymak aynı zamanda tüm Avrupa’da kışkırtılmaya çalışılan ırkçı ve faşist hareketlerin önüne set çekebilmek için son derece büyük önem taşıyor. İşsizliğin ve artan yoksullaşmanın sorumlusu olarak göçmen işçileri gösteren bu hareketler, hükümetlerin demogojilerine de zemin hazırlıyor. Bu çerçevede, UİB-DE’nin İspanya, Fransa ve Belçika örgütleri göçmen hareketi içinde örgütlenmeye başladı. Göçmenlerin her türlü güvenceden yoksun olarak çalıştırılmasına karşı çıkan UİB-DE, ‘göçmen’ statüsünün, ayrı yasalar ve ayrı muameleyle derinleştirildiğini, bu ayrımcılığın aynı zamanda tüm işçi sınıfının yaşam koşullarını geriletmek için kullanıldığını savunuyor: İşçi sınıfının vatanı olmadığını, tüm dünya işçilerinin kaderinin ortak olduğunu yüksek sesle dile getiriyor. 11
UİB-DE İspanya partisi PRT-IR’nin (Devrimci İşçi Partisi - Devrimci Sol) de yer aldığı Corriente Roja’nın İspanya’da düzenlediği eyleme çok sayıda göçmen de katıldı.
ARKA SAYFA
Brezilya’da mücadeleci bir sınıf sendikası doğdu! Brezilya’da Uluslararası İşçi Birliği - Dördüncü Enternasyonal militanlarının liderliğinde yeni bir sendikal konfederasyon kuruldu: CONLUTAS! 529 sendikadan 1 milyon 770 bin işçiyi temsil eden 2 bin 729 delegenin katıldığı kuruluş kongresinde, İşçi Partisi (PT) lideri Lula’nın devlet başkanlığına seçilmesinden sonra IMF’ye bağlılığını ilan ettiği ve işçi sınıfına yönelik saldırıların daha da arttığı vurgulanarak, işçi sınıfının mücadeleci bir sendikal aygıta ihtiyacı olduğu sonucuna varıldı. PT ve Lula’nın denetimindeki CUT adlı sendikal konfederasyondan kopan sendikalardan delegeler, Ulusal Mücadele Koordinasyonu CONLUTAS’ın bir sendikal konfederasyona dönüştürülmesi kararı aldı. Gözlemciler ve James Petras, Celia Hart, Valerio Arcary gibi önemli aydınlar ile Bolivya, Fransa, ABD, Rusya, Kosta Rika, Arjantina, Paraguay gibi pek çok ülkeden davetlilerle birlikte 3 bin 550 kişiyi bulan katılımcılar, CONLUTAS’ın kuruluş kongresinde büyük bir coşkuyla emperyalizme ve kapitalizme karşı mücadele kararlılığını ilan etti. CONLUTAS, Uluslararası İşçi Birliği – Dördüncü Enternasyonal’in (UİB-DE) Brezilya partisi PSTU (Birleşik Sosyalist İşçi Partisi) liderliğinde emperyalizme, patronlara ve sahtekar Lula iktidarına karşı mücadele içinde şekillendi. Metal İşçileri Sendikası başta olmak üzere pek çok sendikanın CUT’tan kopmaya başlamasıyla temelleri atılan CONLUTAS, kısa zamanda Brezilya işçi sınıfının mücadele aygıtı haline geldi. Aynı zamanda mücadeleci sınıf sendikacılığının dünyadaki en önemli temsilcisi haline gelen CONLUTAS deneyimi, sadece Brezilya açısından değil, başta Latin Amerika olmak üzere tüm dünya açısından büyük önem taşıyor. Son çeyrek yüzyılda, tam anlamıyla savaşçı ve işçi sınıfının çıkarlarını esas alan, bu boyutta bir sendikal hareket ortaya çıkmamıştı. Brezilya işçi sınıfı, şimdi açıkça emperyalist ekonomik planlara ve patronlara karşı koyacağını ilan eden, kendisini işçi sınıfı iktidarı için bir mücadele aracı olarak tarif eden bir sendika konfederasyonuna sahip. Önümüzdeki dönemde CONLUTAS’ın yürüteceği mücadeleler, tüm Latin Amerika’ya ilham verecektir. Bu, devrimci kalkışmaların yaygın olarak yaşandığı kıta açısından tarihi bir fırsat ve gelişmedir. CONLUTAS’ı ve UİB-DE’nin Brezilya partisi PSTU’yu selamlıyoruz! Yaşasın işçi sınıfının uluslararası dayanışması! İşçilerin birliği sermayeyi yenecek!
Devrimci İşçi, bir internet yayınıdır. Yazıları ve yayını herkes çoğaltıp kullanabilir...