2544 1912 199 254 1191
/ 1 SA YI: 200 9/1
( DAH‹L)) TL (KDV 200009 6 TL ›k 2009 l›k al›k Aral Ar 20 Ara as›mm - 20 Kas 20 20 Kas
100 N A L N A S Y O E N T E R
fi A L A L A
B‹R "AÇILIM" F‹LM‹: “NEFES / VATAN SA⁄OLSUN”
Bir millet “uyan›yor”
AKP - EL BEfi‹R MÜNASEBETLER‹
Müslüman, ifl ba¤lar! B‹ENAL‹N F‹K‹R BABASI BRIAN HOLMES
Yönetici s›n›f›n flebekesi SANAL DÜNYADA YE EN‹ ÜRET‹M B‹Ç‹MLER‹
Çarp› de¤er, çarp› sömürü
MERAM 100: DALYA
15:35 Katar›
B
kapak: Turgut Yüksel
• fiehir Hatlar› . . . . . . . . . . . . . . . . . 4 • GDO yönetmeli¤i . . . . . . . . . . . . . .10 • “Nefes / Vatan Sa¤olsun” . . . . . . .12 • Nusaybin modeli . . . . . . . . . . . . . 19 • Türkiye’de Ermeni olmak . . . . . . . . 22 • Radyo Express . . . . . . . . . . . . . . .28 • K›raat & Duman› Üstünde . . . . . . . 34 • Brian Holmes . . . . . . . . . . . . . . . . 37 • Ünsal Oskay’›n ard›ndan . . . . . . . . . 41 • Mavi Daktilo . . . . . . . . . . . . . . . . . 42 • Radyo Brecht . . . . . . . . . . . . . . . 44 • A¤›r Çekim . . . . . . . . . . . . . . . . . 46 • Müzik Dolab› . . . . . . . . . . . . . . . . 50 • Berlin Duvar› . . . . . . . . . . . . . . . . 52 Ahmet Gürata, Ali K. Saysel, Alican Tayla, Asena Günal, Arslan Ero¤lu, Aydan Çelik, Aykut K›l›ç, Ayfle Çavdar, Balkan Talu, Bar›fl Çakan, Cemil Cahit, Çi¤dem Öztürk, türk, Deniz Akkol, Didem Dan›fl, Doruk Yurdesin, sin, Eda Özdek, Ender E Ergün, Erdir Zat, Ertan Keskinsoy, oy, Evrensel Belgin Belgin, Fevzican an Abac›o¤lu, F›rat Genç, Funda Tosun, Göksun Göksu Yaz›c›, Gülflin Keten Ketenci, Hakan Lokano¤lu, Haziran Dü Düzkan, ‹rfan Aktan, Koray Löker, Marion Denis, Merve Er Erol, Murat Meriç, Nalan Y›rtmaç, Özay Selmo, Pelin Ö Özer, Pelin Tan, Pınar Uygun, Ragıp Duran, Saner fien, Sarkis Paçac›, Sedaa Zobaro¤lu, Selçuk Oktay, Ser Serkan Köybafl›, Serra Tosun, un, Siren ‹demen, fiahan Nuho Nuho¤lu, Turgut Yüksel, Ulus Atayurt,, Vartan Estukyan, Yüce Yücel Göktürk, Baskı: Ezgi Matbaac›l›k, k, Sanayi Caddesi Altay S Sok. No:10 Yenibosna / ‹stanbul ul Tel: 0.212.452 23 02 bas as›m yeri ve tarihi ‹stanbul, ul, Kas›m K 2009 da¤›t›m a Do¤an Da Da¤›t›m A.fi. yönetim yeri: Süslü Saks›› Sok. no: 5/3 Beyo yer Beyo¤lu - ‹stanbul telfaks: 0.212.251 fa 51 87 7 67 e-mail express essroll@gmail.com abonelik expressroll@gmail. expressroll@gmail.com y›l 8 say› sa 100 20 Kas›m - 2 20 Aral›k 2009 imtiya imtiyaz hakk› Bilge ge Ceren fiekerciler sorumlu yaz›iflleri müdür müdürü Merve Ero rol ilan irtibat ibat Özay Selmo (0.533.514 90 49) YEREL SÜREL‹ YAYINDIR. AYDA B‹R YAYINLANI YAYINLANIR. ISSN 1307 - 461X
di¤inde daha zevkli oldu¤u da malûm. fieytan›n dürttü¤ü de. Uyar m›y›z, uymaz m›y›z, belli olmaz. Yine de, 2010 bafl›nda, Godard’›n yeni filminin, “Sosyalizm”in vizyona girece¤ine bak›l›rsa, tafl› yeniden yüklenmek zevkli olabilir. “Kötü haber” diye bafllad›k, ama görüldü¤ü gibi, laf›n gelifli öyleydi, haber asl›nda iyi. fiimdi gelelim iyi habere. Bu da laf›n gelifli mi iyi, yoksa asl›nda kötü mü, zaman gösterir. Express’le Roll aras›nda flöyle bir fark var: En kestirme izah›yla, Roll’da belirleyici olan Camus faktörü ve zevk ilkesi. Express’teki belirleyici ise Gramsci-Sartre faktörü ve organik-angajman meselesi. “Mr. Peters’›n Ba¤lant›lar›”nda Arthur Miller’›n özetledi¤i mesele: “Bir söz a¤z›ndan ç›kana kadar sana aittir, a¤z›ndan ç›kt›ktan sonra sen ona aitsindir.” 16 y›l önce a¤z›m›zdan bir söz ç›kt›. 16 y›ld›r o söze aitiz. Ocak 1994’ten Ocak 1997’ye dek, üç y›l boyunca her hafta o sözü tafl›y›p durduk. Her seferinde zevk ald›¤›m›z söylenemez, ama yolun kendisi, karanl›k tüneller bir yana, zevkliydi. Haftal›k Express’i ekonomi bitirdi. Noktay› koydu¤umuzda, mecalimiz kalmam›flt›. Ama, Vedat Okyar’›n dedi¤i gibi, deli gömle¤i ütü tutmuyor, 2001’de yeniden yola düzüldük, bu sefer ayl›k olarak ve bir türlü isim bulamad›¤›m›z için Postexpress olarak. Zamanla “Post” ekinden vazgeçtik, ama o vazgeçmedi, Express’e yap›flt› kald›. Ama zaten mühim olan isim de¤il, unvan. X’i gören anl›yor, X-Ray’i. Kas›m 2009 itibariyle, 100. “post” say›m›z› idrak ediyoruz. Öncesindeki 154’le, 254 Express oldu. fiimdi makas de¤ifltirme zaman›. 101. say›, Express’in üçüncü döneminin ilk say›s›. Haftal›k, ayl›k derken, Express bundan böyle 15:35 Katar›. Yani 15 günlük. Nâz›m’›n 15:45 Katar›’na (“geçti 盤l›klarla 15:45 katar›”) nazire, sars›la sars›la ilerliyor 15:35 Katar›. Her ay›n 15’inde ve 35’inde bayilerde, kitapç›larda olmak üzere. 35’i rötar pay›, yoksa var›fl› 31’i veya 32’si. Bilemediniz ay›n üçü, dördü... Peki, ne zaman ç›k›yor sefere? Mant›ken 15 Aral›k’ta, ama bakars›n›z, Enki Bilal’e ve Pete Doherty’ye nazire “32 Aral›k”ta ç›kagelir. Ama hayat bu, Lennon’›n dedi¤i gibi, “sen baflka bir tak›m fleyler planlarken olan fleydir”. Öyle bir “fley” olursa, 15:35 Katar›’n› “mor perflembe”ye erteleriz ya da “k›rm›z› pazartesi”ye, sars›la sars›la ilerler. Haber iyi mi, kötü mü? Öyle ya da böyle, 100. say› flerefine, Lennon demlenelim. “Starting Over”dan bafllayarak...
desen: T.Y.
ir iyi, bir kötü haber. Önce kötüsü: Duymuflsunuzdur, Roll’la vedalaflt›k, Léo Ferré’ye selam ederek: “Tenk yu fleytan, bize Roll’u verdi¤in için.” Vedam›z› krize, ekonomik s›k›nt›lara ba¤layan yorumlar oldu. Do¤rusunu bizden duyun: Sebep ekonomi de¤il. Öyle olsa, Roll’un hiç ç›kmamas› gerekirdi. Hadi ç›kt›, birkaç say›da tas› tara¤› toplard›. Sebep ekonomi de¤il, zevk ilkesi. Ya da Sisyphos meselesi –Camus’nün yorumlad›¤› flekliyle. Malûm, Sisyphos tafl› s›rt›na al›r, tepeye tafl›r, sonra da afla¤›ya yuvarlar. Sonra tekrar s›rtlar, tekrar tepeye ç›kar, tekrar yuvarlar. Böyle sürer gider. Bir zorunluluk de¤ildir bu, bir zevk meselesidir. O tafl› yukar› ç›karman›n, yuvarlaman›n, yuvarlan›fl›n› seyretmenin zevki. Hele, kolektif bir faaliyetse. Birlikte tafl›man›n, yuvarlaman›n, yuvarlan›fl› seyretmenin zevki... Kas›m 1996’da, bundan 13 y›l önce, fleytana ve Camus’ye uyup o tafl› tafl›maya bafllad›k. 144 defa periyodik, alt› defa da özel vesilelerle tepeye ç›kard›k, yaz›p çizip yuvarlad›k. Üç-befl kifliydik, upuzun bir künye olduk. Gelgelelim, öyle bir noktaya geldik ki, tafl›d›¤›m›z tafl da, üzerine yaz›p çizdiklerimiz de, onu yuvarlan›rken seyretmek de eski zevki vermez oldu. Bunda, giderek artan maddî yükün, aleyhimize iflleyen ekonominin pay› var elbette. Ama, belirleyici olan o de¤il, fikrî-ruhî boyut. Baflka bir tafl, baflka flekiller arzusu. Joe Strummer & The Mescaleros’un “Rock Art and The X-Ray Style”›ndaki türden fleyler. Ama baflka türlüsü. Turgut Uyar’›n, Roll’un veda mektubumuzda al›nt›lad›¤›m›z deyiflindeki gibi: “Efendimiz acemilik. Bir tafl alacaks›n›z, yontmaya bafllayacaks›n›z. fiekillenmeye yüz tutmuflken atacaks›n›z elinizden. Bir baflka tafl, bir baflka daha. Sonunda bir y›¤›n yar›m yamalak biçimler b›rakacaks›n›z. Belki baflkalar› sever, tamamlar. Ama her tafla sar›l›rken gücünüz, aflk›n›z, korkunuz yenidir, tazedir. Baflaramamak endiflenizin zevkiyle çal›flacaks›n›z.” ‹ki Tuncel Kurtiz an›s› bütün hikâyeyi özetliyor asl›nda. Büyükparmakkap›’daki büromuzda “blind-test” yap›yoruz, flark›lar dinletiyoruz ona, her flark› bir kap› aç›yor. Mevzu her neyse, coflkuyla anlat›rken birden durdu. “Kaç sat›yor sizin dergi?” dedi. “Üç-befl” dedik. “Bofl ver abi” dedi, “üç-befl olsun, bizim olsun. Mesela benim için Amerika Tom Waits dinleyenlerden ibarettir.” Tom Waits dinleyenlerin baflka neler dinlediklerini tahmin etmek zor de¤il. Kimlerin Tom Waits sevdi¤i ise sürprizli bir hadise. John Berger mesela. Asl›nda baflka türlüsü de olamazd›: John Berger “bulufltu¤umuz yer” de¤il mi? Peki, Roll’dan sonra? Sisyphos zevkinden vazgeçecek de¤iliz elbette. Tafl, baflka bir tafl olacak, baflka türlü yontulup baflka türlü flekillenecek. Peki, tepeye nas›l tafl›nacak? Buyrun ikinci Tuncel Kurtiz an›s›na. Bir Express söyleflisi için Kallavi Sokak’ta befl kat t›rmanmaya bafllam›flt›k. O önde, biz arkada. ‹lk ad›m›n› att›, atmad›, Nâz›m okumaya bafllad›, derken Can Yücel’e geçti. Beki de tersi. Ve o arada dedi ki, “çocuklar, merdiven t›rman›rken, yokufl ç›karken fliir okuyunca insan hem yorulmuyor, hem s›k›lm›yor”. O fliirleri dinleye dinleye, o dizelerin ça¤r›flt›rd›¤› resimleri seyrede seyrede t›rmand›k. Tuncel Kurtiz’in flahs›nda Bedreddin, Y›lmaz Güney, “Mahabharata” ve “Otobüs” cabas›. Ve ne yorulduk, ne s›k›ld›k. fiark› söyleyerek ç›ksayd›k da s›k›lmazd›k, ama yorulurduk, nefesimiz daral›r, flark› tavsar, can›m›z s›k›l›rd›. Roll flark›l› bir t›rman›flt›. Yoruldu¤umuzu hissedince flark› tavsamas›n, zevk azab olmas›n dedik, durduk. Bundan böyle, flark›lar› t›rman›rken de¤il, tafl› yontarken, üzerine yaz›p çizerken, yuvarlarken, yuvarlan›fl›n› seyrederken söylemek daha iyi olacak. Daha zevkli anlam›nda daha iyi. T›rman›rken ise Tuncel Kurtiz gibi yapmakta fayda var. Telâfl etmeyin, fliir dergisi gibi bir niyetimiz yok. X-Ray’den bahsediyoruz ve X-Ray tarz› “rock art”tan. Ya da Godard’›n denklemiyle, “Bir Art› Bir”den. Herkesin kendi kendine yapabilece¤i bir fley bu. Ama birlikte yap›ld›¤›nda ve neflredil-
3
Tarifsiz bir ruh hali
Foto¤raf: Figen Ekti / NarPhotos / Stringer
S‹LOP‹– 13 yafl›ndaki Agit, iki gündür Habur S›n›r Kap›s›’nda sabahl›yordu. Bir a¤abeyi da¤da. Cizreli. Ailesine haber vermeden, yoldan geçen bir kamyonetin arkas›na tutunarak Silopi’ye kadar gelmifl. Sonra da Habur’a kadar yürümüfl. Cebinde metelik olmad›¤› için iki gün boyunca arkadafllar›yla, s›n›r boyundaki m›s›rlara talim etmifller. Kar›nlar›n› iyice doyurduktan sonra, artakalan m›s›r taneleriyle asfalt yol boyunca “Bar›fl”, “Apo”, “DTP” yazm›fllar. Agit’le sekizi PKK militan› 34 kiflinin s›n›rdan geçip Diyarbak›r’a do¤ru hareket ediflinden sonra tan›flt›k. Habur’la Diyarbak›r aras›ndaki yaklafl›k 300 kilometrelik yol boyunca her köyün, her dinlenme tesisinin bulundu¤u yerde, insanlar dizilmifl, kafileyi bekliyor. Binlerce araçl›k konvoyla beraber santim santim ilerlerken, yol boyunca dizilmifl insanlara sürekli zafer iflareti göstermek gerekiyor. Kad›nlar aç›k camdan içeriye renkli fularlar at›yor, çocuklar araban›n tepesine ç›k›yor. Y›llard›r bölgedeki mitinglere, cenaze törenlerine, eylemlere tan›kl›k etmifl biri olarak ilk defa böylesine “tarifsiz” bir ruh haliyle karfl›laflt›m. Hüzün de¤il. Mutluluk da de¤il. fiaflk›nl›k da var, hüzün de, mutluluk da, öfke de. Haziran 2007’de, DEP’li Orhan Do¤an’›n cenazesi için Cizre’ye geldi¤imde de kalabal›k ayn›yd›. Yine yüzlerce kilometrelik yol üzerinde ne kadar yerleflim bölgesi varsa, herkes caddelere dökülmüfl, cenaze arabas›n› z›lg›tlarla karfl›lam›fl, a¤lam›fl, halaylar çekmifl, kendinden geçmiflti. Kürtler yaslar›n› da, sevinçlerini
4
dan usulca otobüse girdim; kap› Silopi’nin ç›k›fl›nda aç›lmak üzere kapand›...
“Halk bar›fla haz›r, ya siz?”
de ayn› z›lg›tlarla ifade ediyor. 19 Ekim’de ise cenaze töreni veya seçim mitinginden farkl› bir ruh hali hâkimdi caddelere dökülen insanlarda. Bir kad›n arac›m›za yaklafl›p 34 kiflinin bulundu¤u otobüsün kaç dakika sonra Nusaybin’e ulaflaca¤›n› sordu. Sonra da “Gelsinler art›k. Ba¤r›m›z yand›. Telef olduk. Biji bar›fl o¤lum, biji Apo. Gelsin bar›fl güvercinleri” dedi ve hüngür hüngür a¤lamaya bafllad›. Yafll›s›yla, genciyle, çocu¤uyla, herkes a¤l›yordu. Halay çeken de a¤l›yordu, gülüp kendinden geçen de! Nusaybin’in giriflinden ç›k›fl›na kadar her befl metrede bir yak›lm›fl kamyon tekerlerinden ç›kan kapkara is ortal›¤› sarm›flt›. ‹s, domuz gribi, açl›k, yorgunluk kimin umurunda! Habur-Diyarbak›r güzergâh›nda ne kadar insan varsa, günün erken saatlerinden itibaren caddelere dökülmüfl, kafileyi kaç›rmamak ad›na ö¤le yeme¤i için evine bile dönmemiflti. Kandil ve Mahmur’dan gelen 34 kifli, bölgede bugüne kadar görülmemifl bir etki yaratt›. Y›llard›r gizli gizli gidip ekmek al-
d›klar› köylerden ilk defa ellerini kollar›n› sallayarak geçen PKK militanlar› flaflk›nl›k içindeydi. Benzer bir flaflk›nl›¤› güvenlik güçleri de yafl›yordu. Hatta as›l çarp›c› görüntü onlar›nkiydi. DTP’nin seçim otobüsüne bindirilerek Habur’dan ç›kan kafile, iki kilometre berideki polis barikat›na yaklaflt›¤›nda, aniden bir asker arac›ndan f›rlayan alt› kiflilik özel harekât timi, omuzlar›na uzun namlulu silahlar›n› alarak caddeyi kapatt›. Yola çevrilen onlarca kamera ve foto¤raf makinesine “biz de var›z” mesaj› veren özel harekâtç›lar, kafllar›n› çatarak kalabal›¤a bak›yordu. Bedenlerine sard›klar› yüzlerce mermi, batmak üzere olan günefl ›fl›nlar›yla par›ld›yordu. Ancak otobüs barikata yaklafl›nca amirleri sert bir kol hareketiyle yoldan çekilmelerini emretti. Özel harekâtç›lar çekildi, polis barikat› aç›ld› ve yüz bine yak›n insan, ayn› anda dalgalanarak otobüse koflmaya bafllad›. Tam o s›rada, otobüste bulunan DTP milletvekili Hamit Geylani’yle göz göze geldik. Gazeteciler otobüse girmek için ba¤›r›p ça¤›r›rken, Geylani beni kap›ya do¤ru ça¤›rd›. Aç›lan kap›-
PKK militanlar›ndan Gülbahar Çiçek’le o inan›lmaz atmosferde sohbet etmeye çal›fl›yoruz. Kandil’deki arkadafllar›n› flimdiden özlemeye bafllad›¤›n› söyleyen Çiçek, uzun uzad›ya Kürt kad›n hareketinden söz ediyor. On y›l boyunca Kandil’de bulunan Çiçek, örgütün bas›n ifllerini yürütmüfl. Dolay›s›yla, Türkiye’deki demokratik aç›l›m sürecini ilk elden izleme ve de¤erlendirme imkân› bulmufl. Befl gecedir gözüne uyku girmedi¤ini söyleyen Çiçek, d›flar›daki coflkulu kutlamaya gülücüklerle karfl›l›k vermekten f›rsat buldukça sorular›m›z› yan›tl›yor: “E¤er örgütümüz beni göndermeseydi, böyle tarihî bir olay›n içinde yer alamad›¤›m için üzülecektim. Taleplerimizi cumhurbaflkanl›¤›, baflbakanl›k ve meclis baflkanl›¤›na iletmek istiyoruz. Taleplerimizden biri, Öcalan’›n yol haritas›n›n aç›klanmas›. Daha sonra operasyonlar›n durmas›n› istiyoruz. Ayr›ca, Kürtler anadilde sanat›n›, edebiyat›n› gelifltirebilmelidir. Faili meçhuller, Ceylan Önkol vakalar› son bulsun istiyoruz. Taleplerimiz yerine getirilse dünya y›k›lmaz, Türkiye de bölünmez. Sadece mutlu bir beraberlik yaflar›z, o kadar.” Otobüsün camlar›n› öpmeye çal›flan kad›nlar, yafll›lar, içeridekilere zor anlar yaflat›yor. 34 kifli daha fazla dayanamay›p otobüsün üzerine ç›k›yor; halk› selaml›yor. Silopi ayakta. Sanayi sitesinden ç›kan iflçiler, bir reklam panosunun üzerinde, üstlerini ç›kararak ç›plak pozlar veriyor gazetecilere. Bir yandan da otobüstekilere sesleniyorlar. Silopi giriflindeki askerî karakolun nöbetçileri ise olup biteni görmezden gelmeye çal›fl›yor. Ve dev bir pankart geçiyor kalabal›¤›n önüne: “Halk bar›fla haz›r, ya siz?” 20 Ekim günü Diyarbak›r’›n tüm sokaklar› bofltu. Miting alan›nda ise ancak 10 bin kifli toplanabilmiflti. Diyarbak›r ahalisi Mardin yoluna dökülmüfl, geceyi Nusaybin’de geçiren kafileyi bekliyordu. Biz de miting alan›nda kurulan sahnenin arkas›nda plastik sandalyelere çökmüfl Mahmur ve Kandil’dekilerin akrabalar›yla görüflüyoruz. PKK militan› Vilayet Yakut’un amcas› mutlu haberi al›nca hastalanm›fl. Yo¤un bak›mda oldu¤u için bu âna tan›kl›k edememifl. Annesi Vesile ise televizyondan ald›¤› haber üzerine heyecanlan›p fenal›k geçirmifl: “Te-
Sekiz Yakut Vilayet’in amcao¤lu Y›lmaz Yakut da buruk bir sevinç içinde. Kardefli Nihat’›n 18 militanla birlikte Kulp’ta öldürüldü¤ünü, ancak mezar›n› dahi bilmediklerini söyleyen Y›lmaz anlat›yor: “Vilayet’in geliflini duydu¤umuz zaman, babam hastaneye kald›r›ld›. A¤lad›. Dedi ki, hiç de¤ilse ölmeden, k›z›m›n yaflad›¤›n› görmüfl oldum. Annem de, ‘Niho’nun mezar›n› bilsem, gidip baflucunda a¤lar ve Vilayet’in geliflini müjdelerdim’ dedi. Annem hâlâ inanam›yor bar›fl›n, Vilayet’in gelece¤ine. Ben bir daha çocuklar›n polise tafl at›p zindanda kalmas›n›, sonra da ç›k›p da¤a gitmesini, orada ölmesini, sonra da mezar›n›n bulunmamas›n› istemiyorum. Gördünüz, birbirini öldüren ge-
rilla ve askerler birbirlerinin yan›ndan geçtiler. Demek ki savafl saçmaym›fl. Demek ki tek seçenek teti¤e basmak de¤ilmifl.” Vilayet, Yakut ailesinden da¤a ç›kan onuncu kifli. Nihat, Hikmet, Resul, Emre, Yahya, Siyabend, ‹hsan ve ‹shak, da¤da hayatlar›n› kaybetmifl. Beyaz Yakut ise yakalan›p hapse at›lm›fl. Ölen sekiz Yakut’tan sadece Hikmet ve ‹hsan’›n mezar› biliniyor. ‹ki günlük seyahatimiz bitip dönüfl uça¤›na binerken DTP milletvekili S›rr› Sak›k’la karfl›lafl›yoruz. Sak›k, “inflallah bu ifl iyiye gidecek, umutluyum” diyor ve fi›rnak’tan dönen Baflbakan Yard›mc›s› Bülent Ar›nç ile Ahmet Özal’›n yan›na oturuyor. Bölgede yaflanan bu tarihî günler boyunca ülkenin bat›s›nda herhangi bir olumsuz tepki görülmüyor. Ancak ertesi gün televizyon kanallar›ndan yükselen “flov”, “zafer gösterileri”, “utanç görüntüleri” haberleri, umudun üstüne kara bir perde indiriyor. Linçler bafll›yor, bayraklar as›l›yor, yeni gelifller erteleniyor. – ‹rfan Aktan
Derin Katalonya BARCELONA– Bir kentte yabanc›l›¤›n ötesine bir nebze geçebilmek, müdavimi olabilece¤iniz mekânlar› keflfederek bafll›yor herhalde. Ço¤unlu¤u ‹spanyol göçmenlerden oluflan ve bir turistik sirke dönen flehir merkezine komflu olmas›na ra¤men, turizmden pek nasibini almayan iflçi mahallesi Barceloneta’da nerede yemek yenir, nerede demlenilir, kolay nüfuz edilecek bir mesele de¤il. Salafl görünümü, tilt makineleri, mekân›n sahibesinin fötr flapkal› portresi ve 1950’lerden fo-
the beatles
walrus’un kalbine seyahat
arctic monkeys kaktüs ve nane flekeri
justin adams afro-arap rock’n’roll’u
brian eno
baflka dine ait bir flamdan
fethi taner
s›f›rla seksen metre aras›nda
cumhur canbazo¤lu “kentin türküsü”nün hikâyesi
vic chesnutt
bilinçalt›ma müteflekkirim
to¤raflarla bezeli duvarlar›yla Elo’nun Yeri’ni gözünüze kestirip Elo teyzenin tapaslar›ndan ›smarlama hatas›na pekâlâ düflebilirsiniz. Ve üç günlük ya¤da k›zart›lm›fl croqueta’lar›, tortilla dilimlerini ya da bayatlam›fl pan tomaca’lar› Madam Elo’nun kalbini k›rmamak için mideye indirmek zorunda kal›rs›n›z. Oysa, ev yap›m› vermutuyla meflhur Electricitat meyhanesi ya da piyangodan ç›kan yüklü ikramiyeye ra¤men patronunun aç›k tuttu¤u aile yadigâr› La Cova Fumada lokantas›, nemrut garsonlar›na ra¤men ucuza demlenilecek ideal lokantalar. K›ssadan hisse: Madam Elo’nun yerinde ucuz Katalan biras› eflli¤inde müzik dinlenir, zinhar bir fley yenmez.
fiizo-kapitalist durumlar “Barcelona modeli”, bütün dünyaya yay›lm›fl bir turizm kenti imgesi. Senede sekiz milyon turist paketler halinde kentin merkezine, tematik parklar› and›ran 120 sene önce infla edilmifl sahte Gotik semtleri gezmeye gelirken Barcelonal›lar illallah ederek kenar mahallelere çekiliyor. Sosyal merkezler ve befl y›ld›zl› otellerin kuflatmas› alt›ndaki Gracia mahallesi ya da “Paki” dükkânlar›yla dolup taflan Ravalde, anarkokomünist kitapç› El Lokal gibi mekânlar› biraz el yordam›yla, biraz da Barcelonal› arkadafllar›n k›lavuzlu¤uyla keflfedebiliyoruz. Üç milyonluk nüfusuyla Katalan “baflkenti”, Türkiye’den giden biri için Katalonya özerk bölgesinin kent denebilecek ebattaki tek merkezi. Bask’la beraber krall›¤›n en zengin bölgesinin (‹spanya nüfusunun, millî gelirin beflte birine sahip olan yedide birlik di-
im am mi ba ka ild •hi• op birs e s en an te do zer val • • o eda s m ka uta rayt nte u¤ s •z • e ard mi an lie ad sim am on
levizyonda görünce oturup a¤lad›m. Bir insan ne kadar a¤layabiliyorsa, o kadar a¤lad›m. Bay›l›p kalm›fl›m. Ona kurban olay›m. Umar›m Allah di¤erlerinin de yolunu açar. ‹ster yaz ister yazma, ama Kürt anneleri bar›fl istiyor. Türk anneleri de istesin.” Yafll› bir kad›n söze girip “benim o¤lumu yaz. 18 y›ld›r da¤a gitmifl, ne bir haber ald›m ne bir ses duydum” diyor. Kocas›n›n da iflkencede hayat›n› kaybetti¤ini söyleyen Bedia E¤ilmez, arkadafl› Vesile’nin k›z› Vilayet’in gelece¤ini duyunca koflup gelmifl Diyarbak›r’daki miting alan›na: “O¤lumun ad› Kerem. Da¤daki ismi ise D›lgefl. 18 y›ld›r da¤a ç›km›fl. Köyümüzün ismi ‹ncesu’dur, Silvan’a ba¤l›. Telefonumu al; yaz o¤lumun ad›n› gazeteye. Bir ses ç›karsa haber ver bana. O¤lumu görmek istiyorum. Öldüyse ölüsünü, kald›ysa yüzünü göreyim.”
ROLL
144 Kas›m ‘09
limi burada yafl›yor) merkezi Barna’da, her an mütecaviz bir kapitalizmin ve ümit vaat eden toplumsal hareketlerin bir kar›fl›m›yla karfl›lafl›yoruz. Turist cennetinden uzakta, Poble Sic mahallesinde yar› komünal bir evde kal›yoruz. Her haftasonu toplumsal bir meselenin tart›fl›ld›¤› toplant›lar düzenlenen Anna, Nuria ve Monica’n›n müflterek evi, alt› katl› yüz senelik bir apartman›n üçüncü kat›nda. Balkondan ba¤r›fl 盤r›fl top koflturan çocuklar› seyrederken, Monica binan›n asansör meselesini anlat›yor. Afall›yoruz. En üstteki iki katta oturan ev sahiplerinin kirac›lar›n asansörü kullanmas›n› yasaklamas› nedeniyle, dördüncü katta yaflayan 90 yafl›ndaki teyzenin bitiflikteki bakkala gidip gelmesi 45 dakika sürüyor. Bizim arkadafllar›n belediyeye yapt›¤› baflvuru ise “mülkiyet hakk›” gerekçesiyle geri çevrilmifl. Ayn› belediye, Barceloneta mahallesinde, ço¤u 1983’ten önceki yasaya göre ömür boyu kirac› olma hakk›na sahip yafll› insanlar› çeflitli gerekçelerle yerlerinden etmeye ve lüks konut üretmeye çal›fl›yor. ‹flin ayd›nl›k yüzünde ise, mafyadan belediyeye yafll› insanlar› yerinden etmeye çal›flan tüm yap›lara direnen gruplar var. El Observatorio del Mobbing gibi örgütler yafll›lara destek olup yard›m için yanlar›na gençleri yerlefltirirken, Miles De Vivienda gibi iflgal evleri ve sosyal merkezler mahalle örgütlenmelerinde ön s›rada yer al›yor, ileri yafltaki evsizlere bar›nma imkân› veriyor. ‹flgal evi sald›r›lar›na karfl› ön saflarda 85 yafl›ndaki iflgalcilerin olmas› vakay› adiyeden say›l›yor. Son y›llarda gide-
rek artan polis fliddetiyle Miles De Vivienda dahil birçok sosyal merkez tarumar edilirken, 20’li yafllar›n bafl›nda genç eylemcilerin p›trak gibi yeni iflgal evleri açt›¤›n› görmek umutsuzlu¤a kap›lmay› engelliyor. AB sath›nda e¤itime tasallut eden Bologna plan›, özel üniversitelerin ço¤almas›, yüksek lisans›n pahal› olmas› karamsarl›k yarat›rken, Barcelona Üniversitesi iflgalleri ve terk edilmifl mekânlarda sol ö¤retim görevlilerinin de deste¤iyle özgür üniversitenin faaliyete geçmesi insan›n içine su serpiyor. fiizo-kapitalist bir ortamda yaln›zlaflan kad›nlar›n ciddi paralar ödeyerek özel sperm bankalar›ndan ald›klar› “tohumlarla” anne olmalar›n› garipserken, çocuklar›n müflterek bak›ld›¤› evlerin, komünlerin oluflmaya bafllad›¤›n› görüp seviniyorsunuz. Sokakta içki içme yasa¤› ite kaka hayata geçirilmeye çal›fl›l›rken, sigara yasa¤›n› kimsenin kaale almamas›, her lokantada içenler ve içmeyenlerden yükselen kahkahalar insana bir sigara tüttürtüyor.
Katalan ruhu Tüm glokal sorunlar›n, mücadelelerin kesiflme noktas›nda ise bir “Katalan ruhu” hissediliyor. Zaman zaman yak›n arkadafllar›m›zda dahi fark etti¤imiz kültürel milliyetçilik vurgusu garibimize gitse de, Barcelona milliyetçili¤ini idrak etmek özen istiyor. Barcelona nüfusunun yaklafl›k yüzde 30’unu oluflturan “‹spanyollar”, sanayide çal›flmaya gelen ailelerin ikinci kuflaklar› kendilerini “Katalan” addediyor, hemen hepsi Katalanca biliyor. ‹spanyolcu parti PP’nin (Partit Popular de Catalunya) oylar›n›n yüzde 10’da kalmas›n›n, icraatlar› tart›fl›lsa da üçlü sol koalisyonun yüzde 50 oy almas›n›n hikmetini de buralarda aramak lâz›m. Sol koalisyon, Zapatero’nun Sosyalist Halk Partisi’nin (PSOE) Katalonya’daki uzant›s› olan Katalonya Sosyalist Partisi (PSC, yüzde 26.8), ayr›l›kç› sol parti Ka-
‹flçi mahallesi Barcelonata’n›n ihtiyarlar›, bir bir hat›rlamakta geçen sonbaharlar›...
talonya Cumhuriyetçi Sol Partisi (ERC, yüzde 14) ve eko-sosyalistler-radikal sol konfederasyonu Katalonya Yeflil Giriflimi-Birleflik Alternatif Sol’dan (yüzde 9.5) olufluyor. Peki, buralardan sadece zengin oldu¤u kula¤›m›za çal›nan, befl milyonluk “Derin Katalonya” nas›l bir yer? Biraz bu soruyu eflelemek, biraz da 1932-39 aras›nda, Franco demir yumru¤uyla ezene kadar liberter bir komünizmin hayata geçirildi¤i, paran›n ve mülkiyetin ortadan kald›r›ld›¤› Alto Llobregat ve Cardoner gibi köyleri görmek amac›yla Karl› Pirenelere do¤ru yola ç›k›yoruz.
Da¤bafl›nda Niflantafl› K›saca u¤rad›¤›m›z Vic flehrinde, kozmopolit Barcelona yerini derin bir monokültüre b›rak›yor. Art›k kula¤›m›za tek kelime ‹spanyolca çal›nm›yor. Kuzeye gittikçe, konuflulan lisan›n bizdeki “‹stanbul Türkçesi” misali taltif edilen “esas” Katalanca oldu¤u-
nu ö¤reniyoruz. Tabelalarda kent ve kasaba isimleri sadece Katalanca yaz›l›. Tar›msal üretimin hemen hiç bulunmad›¤› (tar›m›n Katalan ekonomisindeki yeri yüzde 1.5 civar›nda) düzlükleri terk etmeye ve Pireneus’larda yükselmeye bafllad›kça liberter komünist köylerin yerinde yeller esti¤ini görüyoruz. Arkadafl›m›z Anna’n›n müteveffa dedesinin küçük çikolata imalathanesinin bulundu¤u Campradon kasabas›nda dedenin köy evine, daha do¤rusu mimar Vedat Tek’in Niflantafl› apartmanlar›n› aratmayan “köy apartman›n›n” ikinci kat›na yerlefliyoruz. Yemek yedi¤imiz köy bar› Sevilla-Real Madrid maç› hasebiyle h›ncah›nç. Sevilla’n›n galibiyeti Katalanlar taraf›nda mutedil bir flekilde kutlan›rken, mükemmel Katalanca konuflan iki Çinli göçmenin havalara s›çramas› pek de tuhaf›m›za gitmiyor. Sabah erkenden, Teflvikiye benzeri köyün d›fl›nda, ormanda bir yürüyüfl için yola ç›k›yoruz.
Ancak, Kemerburgaz villalar›n›n yanlar›nda oyuncak gibi kalaca¤› devasa yazl›k konutlar ve Ortaça¤ flatolar›ndan Los Angeles malikanelerine zengin bir çeflitlilik gösteren lüks yap›lar› afl›p ormana ulaflmak kolay olmuyor. Hemen hepsi bofl olan malikanelerin bahçesinde çimleri biçen, a¤açlar› budayan tek tük bahç›vanlar rehavet içinde çal›fl›yor. Yaklafl›k 200 kiflinin çal›flt›¤› bisküvi fabrikas›n›n d›fl›nda köy bu yazl›k inflaat faaliyetinden nemalan›yor. ‹nflaat temelli kriz tüm ülkeyi sallarken, orta s›n›flar› hedefleyen toplu konutlar orman›n yak›nlar›nda yükselmeye devam ediyor. Orman ise gerçek bir orman: Telli kavaklar, ulu ç›narlar, yafll› ladinler sarmafl dolafl. ‹ki gün boyunca bir düzine köyü arfl›nlamam›za ra¤men, ne bir koyun, ne bir inek, ne bir domuz, ne de baflka bir hayvan görüyoruz; turistlere kiralanan atlar› saymazsak tabii. Barna’ya do¤ru yola ç›kmadan, vaktiyle anarko sendi-
kalist gerillalar›n Fransa’ya ve Andora’ya geçifl yapt›¤›, 2000 metre rak›mdaki patikalar›n birinin bafl›nda, “Derin Katalonya”da gördü¤ümüz tek öküze rastl›yoruz. – Ulus Atayurt
Krizin korudu¤u flehir BERL‹N– Krizin enerjisini tüketti¤i sermayenin gölgesinin bir flehirden bir süre için bile olsa çekilmesinin, en az›ndan mevcut siyaset alanlar›n›n iflletilmesi için nas›l bir f›rsata dönüfltürülebilece¤ine mânâl› bir örnek Berlin. Çünkü sermayenin soluk ald›rmayan h›z›n›n yerini, refah devletinin son nefesleri anlam›na da gelebilecek bir yavafll›k alm›fl. Gökdelenler, büyük inflaat projeleri rafa kald›r›lm›fl, hayata geçirilenler ise orta s›n›f›n referandumlarla onay verdi¤i türden ad›mlar... Berlin’e yapt›¤›m›z gezinin sebebi, Berlin’le ‹stanbul’un yirmi y›l önce, yani duvar›n y›k›ld›¤› tarihte “kardefl flehir” ilan edilmifl olmalar›. 6-10 Ekim’de Berlin’de yap›lan toplant›n›n amac›, iki flehrin birbirini daha yak›ndan tan›malar›n› sa¤lamakt›. Bu amaçla iki flehirden benzer alanlarda çal›flan sivil toplum örgütlerinin bir araya gelece¤i bir dizi etkinlik programlanm›flt›. Berlin, 1970’lerin sonundan bu yana dönüflüyor, duvar›n y›k›lmas›ndan sonra ise bu dönüflümün “Bat›’n›n Do¤u’yu iflgali” fleklinde devam etti¤i söyleniyor. Birleflmeden sonra yap›lan projeksiyonlarda 2010’da kent nüfusunun 6.5 milyonu bulabilece¤i düflünülmüfl, geliflim planlar› da buna göre yap›lm›fl. Bu planlamadan en fazla etkilenen bölge, Türkiyelilerin yo¤un olarak yaflad›¤› Kreuzberg ve eskiden duvar›n bulundu¤u, flehrin tam ortas›ndaki uzun, genifl bofl alan olmufl. Ancak üst üste gelen krizler, sanayinin Hamburg’a, finans›n Frankfurt’a göçmesi, flehrin öngörüldü¤ü kadar büyümesini engellemifl. fiehir geliflmekten vazgeçmifl. Sermaye de Berlin’e büyük bir teveccüh göster(e)memifl. Devletin sosyal konut yapmay› b›rakmas›yla özel sermaye baz› giriflimlerde bulunmufl, ama her plan de¤iflikli¤i ve yeni inflaat önerisi referandumlardan “hay›r” cevab›yla dönmüfl. Dolay›s›yla, kimse Berlin’i helikopter gezilerinden ilham alarak verdi¤i kararlarla yönetememifl.
Mulack ya da Tarlabafl› ‹lk ziyaretgâh›m›z Mulack Caddesi. Berlin Senatosu’nun 19. yüzy›ldan kalma bu caddeyi ortadan kald›r›p yerine modern bir yerleflim infla etme plan›, Tarlabafl›’n›
hat›rlat›yor. Binalar›n halinden ve mülkiyet yap›lar›ndaki çeflitlilikten hofllanmayan Senato’nun caddeyi yenileme plan› gerçekleflememifl, çünkü bizzat caddede yaflayanlar ve onlara destek olan Berlinliler caddeyi iflgal ederek korumay› baflarm›fllar. E¤er dönüflüm gerçekleflseydi olabilecekleri, mihmandar›m›z Thomas Knorr-Siedow, kendisinin de küçük bir pay› olan cadde üzerindeki bir binayla hemen bitifli¤indeki bir baflka binay› karfl›laflt›rarak anlat›yor: Thomas’›n pay› bulunan apartman, çoklu ve özel statüsü olan bir mülkiyet yap›s›na sahip, çünkü II. Dünya Savafl› esnas›nda flehri terk eden Yahudilerden kalm›fl. Thomas di¤er mülk sahiplerini ve kirac›lar› harekete geçirerek binan›n restore edilmesini sa¤lam›fl, böylece y›k›m›na mâni olmufl. fiimdi apartmanda en az alt› aile ucuz kirayla yaflayabiliyor. Hemen yandaki apartman ise tek bir aileye ait. Güvenlik kameralar› ve bembeyaz cephesiyle d›flar›ya kapal› olan bu bina, cadde üzerinde benzersiz de de¤il. ‹lk mücadele kazan›lm›fl, ancak sermayenin peyderpey s›zmas›na engel olunamam›fl. En büyük mücadelelerden biri ise, y›k›lm›fl bir apartmandan kalan bofl arazi için verilmifl. Mahalleliler çocuklar›n›n oyun bahçesi olan bu küçük arsa için neredeyse bir haftay› iflgalde geçirmifller. Üzerine bina yap›lmas›n› engellemifl, belediyeyi arsay› sahibinden sat›n al›p kamulaflt›rmak durumunda b›rakm›fllar.
Marx’ın başyapıtı Kapital’in çizgi romanı Türkçede!
Japoncadan çeviren: H. Can Erkin, 12x16,8 cm, 192 sf., 10 TL.
Japon yayınevi East Press’in Aralık 2008’da yayınladığı, dünya çapında yankılar uyandıran eser Yordam Kitap’ta!
Komünist Manifesto’nun Çizgilerle Yorumu
MediaSpree ya da Güneflli Sürekli bahsini duydu¤umuz MediaSpree ise tam bir efsane. Berlin Duvar›’ndan kalan, flehrin merkezindeki bofl alan›n de¤erlendirilmesi için sermaye büyük bir giriflim bafllatm›fl. Söz konusu alanda medya kurulufllar›n›n yerleflece¤i konut ve ofis projeleri hayata geçirilecekmifl. Bir dönem ‹stanbul’da planlanan, ama sonra bambaflka fleylere dönüflen Güneflli-Ba¤c›lar hatt›n› an›yoruz. Ne var ki, Berlinlilerin bafllatt›¤› “MediaSpree’yi bat›ral›m” kampanyas› baflar›ya ulaflm›fl, proje referanduma kat›lan 35 bin kiflinin yüzde 87’sinin “hay›r”›na toslam›fl. Asl›na bakarsan›z, Berlin’in yönetimini sol parti die Linke ile paylaflan SPD’nin de teflvikiyle referandum yöntemi flehrin idaresiyle ilgili her kararda devreye sokuluyor. Bunun için de mahalle derneklerinden ve bütçesi AB, Berlin Belediyesi ve merkezî hükümetten sa¤lanan mahalle merkezlerinden yararlan›l›yor. Mahalle merkezinin yapaca¤›
Çeviri: Nail Satlıgan 16.5x24 cm, 104 sf., 10 TL.
Çatalçeflme Soka¤›. Gendafl Han No: 19 Kat: 3 Ca¤alo¤lu-‹stanbul T: 0212 528 19 10 F: 0212 528 19 09 W: www.yordamkitap.com
tüm ifller, mahallelilerin seçti¤i mahalle jürisi taraf›ndan belirleniyor. Ne var ki, seçimlere ve mahalledeki ifllerlerle ilgili referandumlara kat›l›m düflük. Bu nedenle 350 bin Euro’luk bütçeyle yap›labilenler belli bir hedefe yönelik olam›yor.
Mimarlar örgütlenince... Gezi boyunca s›k s›k duydu¤umuz bir baflka hikâye de iflgal evleri. Kula¤a “gayr›hukukî” bir durum gibi gelse de, Berlin’de iflgal evi denilen hadise bir hayli yayg›nm›fl (art›k o kadar de¤il). Kabaca, kimsenin kullanmad›¤› binalara evsizlerin el koymas› olarak özetlenebilecek bu durum, Berlin’in nezihlefltirilmesi esnas›nda sermayenin dikkatini çekmifl ve bu durumun ortadan kald›r›lmas› için Senato üzerinde bask› oluflturulmufl. Ancak Senato bunu sermayenin istekleri do¤rultusunda yapmay› göze alamam›fl, çünkü Berlin yasalar› iflgal evlerine pseudo-hukukî bir çerçeve sa¤l›yor. Senato ara bir yöntem olarak yüz kadar iflgal evini yasallaflt›rm›fl. Bu ifllem, konut ihtiyac› olmad›¤›ndan, sermayenin Berlin’deki bofl binalara el koyabilmesini de imkâns›z hale getirmifl. Bunun üzerine, genç mimarlar›n oluflturdu¤u “yap›gruplar›” (Baugruppen) devreye girmifl. Buna göre, bar›nacak bir yere ihti-
yac› olan birden fazla aile ya da kifli, iki mimarla anlafl›p uygun bulduklar› bofl bir binay› kamunun izniyle kooperatiflefltiriyor, kamu bankalar›ndan yap›gruplar› için ayr›lan ucuz krediyle restore ediyor ve yerlefliyorlar. Bu çözümün özgünlü¤ü, yap›gruplar›yla yap›lan evlerin mülkiyet haklar›na iliflkin s›n›rlamalar. Bofl binan›n konutlaflt›r›lmas›n›n kamu aç›s›ndan meflrulaflt›r›labilmesi için restore edilen evlerin sat›fl yoluyla devri neredeyse imkâns›zlaflt›r›l›yor. Bir tür kullan›m hakk› çerçevesinde yap›grubuna dahil olan kullan›c›, kullan›m haklar›n› çocuklar›na devredebiliyor, ancak sat›fl karmafl›k ve kâr beklentisi yaratamayacak flekilde planlan›yor. Bugün Berlin’de bu flekilde iflleyen yaklafl›k 200 yap›grubu bulunuyor. Ne var ki, ilk bak›flta kula¤a hofl gelen bu çözüm de sorunsuz de¤il. Çünkü yap›grubu oluflturan gruplar›n çok büyük bir bölümünü asl›nda konut sorunu bulunmayan, ama kendi seçtikleri komflularla yaflamak isteyen orta s›n›f aileler ya da bireyler oluflturuyor. Dolay›s›yla, yap›gruplar› da bir bak›ma nezihlefltirmenin araçlar›ndan biri haline gelmifl durumda. Ziyaret etti¤imiz yap›gruplar›ndan birinin, hemen yan›ndaki iflgal eviyle bahçe yüzünden sürekli kavgal› oluflu, birinin d›fl cephesinin olan-
ca s›k›c›l›¤›na karfl›n iflgal evinin rengarenk bir itiraz gibi içini d›fl›na yans›tmas› bu sorunlar›n nas›l vücut buldu¤unu da görmemizi sa¤l›yor.
Türkiyelilerin tapu tak›nt›s› Bu geziyi kentsel dönüflüme maruz kalan mahallelerin temsilcileriyle yapman›n ö¤retici bir yan› da var. Akla gelen sorular, kentsel dönüflümün taraflar› aras›ndaki çat›flmalar çözümlenirken mülkiyet konumland›rmas›na yönelik. ‹flgal evleri ve yap›gruplar› arac›l›¤›yla tan›mlanan kooperatifli ve kullan›m hakl› çözüm ise bizim gruptaki ‹stanbullu mahalle temsilcilerinin en akl›na yatmayan›. Bunun yaln›zca Türkiye’de de¤il, Berlin’de de Türkiyeli yerleflimcilerin ak›llar›na yatmad›¤›n›, yap›gruplar› ve kooperatifler için bir tür kolaylaflt›r›c›l›k yapan Theo Killewald’un 1970’lerin sonunda Kreuzberg’de yaflad›¤› bir tecrübeyle aktarmas›yla daha iyi anl›yoruz. Türkiyeli göçmenlerin ço¤unlu¤unun mülkiyet anlam›nda belirsiz binalara yerlefltirilmek suretiyle bar›nd›r›ld›¤› Kreuzberg “çöküntü alan›” ilan edilip sermayeye aç›ld›¤›nda, Theo ve bir grup arkadafl› bugün yap›gruplar› için ürettikleri çözümün bir benzeriyle göçmenlerin kap›lar›n› çalm›fllar. Ancak, Türkiyeliler, bu çözümün
onlara tapu sa¤lamayaca¤›n› anlad›klar›nda iflbirli¤i yapmay› reddetmifller ve pek ço¤u Berlin’in periferisindeki prefabrik apartmanlara yerleflmifl, bir grup için ise kat mülkiyetini de içeren bir kooperatif çözümü bulunmufl.
Berlin’in “flans›” Berlin Senatosu’nda ve belediyesinde görüfltü¤ümüz hemen herkes, ‹stanbul’la karfl›laflt›r›ld›¤›nda Berlin’in çok flansl› bir flehir oldu¤unu söylüyor. Çünkü flehir büyümüyor. Sermayenin taleplerine flehrin bu kadar net cevap verebilmesinin sebeplerine bakt›¤›m›zda, refah devletinin parlak y›llar›nda açt›¤› siyaset alanlar›, referandumlar, sivil toplum ve canl› bir kamuoyu ç›k›yor karfl›m›za. Ne var ki, Berlin’in hiçbir zaman teslim olmayaca¤› anlam›na da gelmiyor bu. Belediye binas›nda gördü¤ümüz büyük Berlin maketi üzerinde yap›m› halk taraf›ndan engellenmifl bol miktarda devasa yap›yla bir gelecek tasavvuru görünüyor. Kriz bu tasavvurun flimdilik pusuya yatmas›n› sa¤lam›fl. Zaten, yap›gruplar›na destek konusunda nazlanan belediyenin krizin ortaya ç›kmas›ndan ve sermayenin geriye çekilmesinden sonra bu ifle h›z vermesinin ard›nda da böyle bir mant›k var. – Ayfle Çavdar
Desen: Turgut Yüksel
SORUNUN ADI N‹HAYET RESM‹YETE DÖKÜLDÜ: GDO YÖNETMEL‹⁄‹ RESM‹ GAZETE’DE YAYINLANDI
Ne yedi¤imizi bilme hakk› 26 Ekim 2009 itibariyle art›k bir GDO yönetmeli¤imiz var; bir de tart›flma zeminimiz. Barda¤›n yar›s› dolu: Kamuoyu GDO'lu ürünlerden pek hazzetmiyor. Barda¤›n yar›s› bofl: Halihaz›rda Türkiye’ye kangren gibi yay›lm›fl bir illeti temizlemeye ne yönetmelik y y yeter ne de yasa. y O zaman ne yapmal›? ürkiye, 26 Ekim 2009’a kadar, genetik yap›s› de¤ifltirilmifl ürünlerin herhangi bir yasal düzenlemeye tâbi tutulmadan serbestçe cirit att›¤› ülkelerden biriydi. O gün Resmî Gazete’de sessiz sedas›z yay›nlanan bir yönetmelik sayesinde, hükümet kontrollü serbestlik taraftar› oldu¤unu ilan etmifl oldu. Resmî Gazete’nin web sitesinden (rega.basbakanlik.gov.tr) ulafl›labilecek yönetmelik, üç yönden elefltiri ya¤muruna tutuldu: 1. Genetik yap›s› de¤ifltirilmifl organizmalarla ilgili düzenlemelerin yasayla de¤il, yönetmelikle yap›lm›fl olmas›: Tar›m Bakan› Mehdi Eker, 3 Kas›m’da Meclis’te yapt›¤› konuflmada, bu yönetmeli¤in yak›nda komisyonlara sunulacak olan Biyogüvenlik Yasas› tasar›s›n›n bir öncülü olarak alg›lanmas› gerekti¤ini söyledi. Bu usûlen tuhaf, çünkü yönetmelikler, yasalar›n uygulanmas›n› sa¤lamak için ç›kar›l›r. Böyle hassas bir konuda takip edilen ters do¤um stratejisinin tek bir anlam› var: Bakanl›k, AB Uyum Süreci’nde Tar›m bafll›¤›nda bir maddeye daha y›l bitmeden çentik atmak istiyor. Ancak bu da flu anlama gelir: Bakanl›k, kendi haz›rlad›¤› yasa tasar›s›n›n y›l sonuna kadar Meclis Genel Kurulu’ndan geçece¤inden ümitli de¤il. 2. Yönetmeli¤in aceleyle ç›kar›lm›fl olmas›: Tüm ülkenin tar›m siyasetini etkileyecek bir konudaki, hem de ilk yönetmeli¤in Resmî Gazete’ye saman alt›ndan akm›fl olmas›, AKP’nin böyle hassas bir konuda bile demokratik teamüllere uymayabilece¤ini gösteriyor. Tar›m Bakan› Mehdi Eker’in 3 Kas›m’da Meclis’te yapt›¤› k›sa konuflmada da, bir gün sonra düzenledi¤i bas›n toplan-
T
10
t›s›nda da d›flavurdu¤u mesaj, “biz böyle olsun istememifltik” idi. Nitekim, yönetmeli¤i ç›karan bakanl›¤›n en bafl›ndaki adam olarak, GDO’lu ürünleri tüketmeyece¤ini aç›kça beyan etti.
‹htiyat, flüphe, itiraf Yönetmeli¤in afifle olmas› sayesinde GDO’lu ürünler, kamuoyunda ilk kez böylesine yayg›nca tart›fl›ld›. Hofl, bas›n-yay›n organlar›n›n önemli bir bölümü, ya muhtelif reklam kayg›lar› ya da patronlar›n›n bir gün bu alana dalabilece¤i endiflesiyle, konuya “ihtiyatl›” yaklaflt›. Yine de, medyadaki ana duygunun “flüphe” oldu¤u not düflülebilir. Bu flüphenin bir bölümünün AKP’nin “laik” medya, özelde Do¤an Grubu’yla olan kavgas›yla ilintili oldu¤u aç›k, ancak bu kavgan›n çöpü ay›kland›¤›nda, bir avuç tekno-fetiflist ve lobici “biliminsan›” d›fl›nda, kamuoyunun GDO’ya flüpheyle yaklaflt›¤› muhakkak. 3. Yönetmeli¤in içeri¤i: Yukar›da sözünü etti¤imiz iki hususun en büyük
Yamuk yumuk da olsaa, bu yönetmeli¤in varl›¤› yoklu¤undan iyi. Bir ay önce, GDO’llu ürünler ellerini kollar›n› sallayarak girebiliyorlard›. fiimdi,, ne kadar zay›f da olsa s›f›r etkisinde olmayan bir yönetmelik ve bir yasa tasar›s› tasla¤› var. nedeni, yönetmeli¤in muhtelif maddeleri olsa gerek. Yönetmeli¤in en çok itiraz edilen maddelerine bir göz atal›m: Madde 5/3: “GDO’lu ürünlerin, bebek mamalar› ve bebek formülleri, devam mamalar› ve devam formülleri ile bebek ve küçük çocuk ek besinlerinde kullan›lmas› yasakt›r.” GDO’lu ürünlere bebekler/çocuklar ile yetiflkinlerin farkl› reaksiyonlar vere-
bilece¤ini söyleyen bir bilimsel çal›flma yok. Buna ra¤men bebekleri korumaya almak, GDO’lu ürünlerin zarar potansiyellerine iliflkin, z›mnî falan de¤il, apaç›k bir itiraf. Ayr›ca, e¤er amaç bebekleri GDO’dan uzak tutmaksa, süt veren annenin yedi¤i GDO’lu ürünler ne olacak? Madde 5/6: “G›da veya yem, GDO’lardan biri ya da birkaç›n› toplamda en az yüzde 0.9 oran›nda içeriyor ise, GDO’lu olarak kabul edilir.” Böylece binde 9’un alt›ndaki oranlar için yurttafllar›n bilgi edinme hakk› ortadan kalk›yor. Bakanl›¤›n örnek ald›¤›n› iddia etti¤i Avrupa Birli¤i ülkelerinde de bu oran ayn› (Avrupa Komisyonu ‹zleme ve Etiketleme Yönergesi, 1830/2003). Ancak unutmamak gerekir ki, komisyon, ürünlerde tolerans efli¤i olarak önerilen binde 3 ve binde 7 oranlar›n›n tavsiye niteli¤inde oldu¤unu, son karar›n üye ülkelerin inisiyatiflerine b›rak›lmas› karar›na varm›flt› (ilginçtir, Avrupa Parlamentosu ayn› y›l içinde ald›¤› bir kararda bu oranlar›n çok yüksek oldu¤unun alt›n› çizmiflti). Avrupa’daki birçok hükümet, bu konuda komisyonun öngördü¤ünden daha ödünsüz bir siyaset izledi. Örne¤in Fransa, fiubat 2008’de ülkedeki tek izinli ürün olan Monsanto’nun MON810 m›s›r›n›n üretimini, hem de tedbirlilik ilkesi –ürünün insan ve kamu sa¤l›¤›na etkilerinin tam olarak belirlenmesinin sa¤lanmas›– nedeniyle yasaklad›. Ancak Avrupa Birli¤i’nin bu tutumu, ABD ve AB aras›nda Dünya Ticaret Örgütü üzerinden yürüyen bir kavgaya vesile oldu. DTÖ, 2006’da AB’nin uygulad›¤› moratoryumun uluslararas› ticareti ihlal etti¤ine dair karar alm›flt›. Ancak aleyhine karar al›nan moratoryu-
mun uygulama süresi 2004’te bitti¤i için, bu karar›n, AB ile ABD aras›ndaki tutum farkl›l›¤›n› perçinlemek d›fl›nda yasal bir sonucu olmad›. Madde 5/8: Yönetmelik maddelerinin en tuhaf›. “GDO’suz ürünlerin etiketinde ürünün GDO’suz oldu¤una dair ifadeler bulunamaz.” Nereden bafllasak ki: Yönetmeli¤in kapsam›, “G›da ve Yem Amaçl› Genetik Yap›s› De¤ifltirilmifl Organizmalar ve Ürünleri”ni kaps›yor. Peki bu yönetmeli¤in, kapsam› d›fl›ndaki ürünlere bir yapt›r›m uygulamas›n›n nedeni nedir? Eker’in yapt›¤› “üründe ne olmad›¤› ürüne yaz›lmaz ki” mealindeki aç›klama, ne kadar pespaye de olsa, bir gerçekli¤e iflaret ediyor. Bakanl›k, bu tür bir ürün aç›klamas›n›n getirece¤i bürokratik yükten kurtulmak, bir yandan da bu tür bir aç›klama için gerekli bilimsel ve bürokratik hamleleri yapmaya gücü yetmeyecek küçük üreticiyi korumak istiyor. Ancak o zaman da flu soru meflrulafl›yor: Bakanl›k, “ürünlerimizde domuz ya¤› bulunmamaktad›r” ibaresini tafl›yan her ürünü tek tek analiz ediyor mu acaba? Velhas›l, bu hayli iyi niyetli düflünce bile, yönetmeli¤in bu maddesinin yaratt›¤› flüpheyi da¤›tmaya yetmiyor. Bakan Eker’in sözünü etti¤i yasa tasar›s› tasla¤›, AB mevzuat›ndan örneklenmifl. Aç›kças›, iyi noktalar› da var. Örne¤in Madde 3/10, risk de¤erlendirme ve sosyo-ekonomik de¤erlendirme raporlar›n›n, kamu istiflaresi yap›lmak üzere halk›n görüflüne aç›lmas›n› ve bu görüfllerin tavsiye raporunun oluflturulmas›nda dikkate al›nmas›n› öngörüyor. Türkiye’nin siyaset yapma kültüründe bunun ne denli dikkate al›naca¤› malûm, ancak bir yandan da bu, kamuoyunun baflvuru hakk› sonucunda bilgilenme olanaklar›na sahip olaca¤› anlam›na geliyor. Bir di¤er önemli madde, bir baflvuru sonucunun di¤eri için emsal teflkil etmeyece¤i (3/4). Bu, baflvuru yapacak olan büyük flirketleri bürokratik sarmallarda bezdirebilir ya da çok büyük ölçekli baflvurular yapmaya teflvik edebilir. Yani, sonuçlar› olumlu da, olumsuz da olabilecek bir madde. En kritik maddelerden biri olan etiketleme maddesi (7/2), inad›na mu¤lak b›rak›lm›fl: “Bakanl›k taraf›ndan belirlenen eflik seviyelerinin üzerinde GDO ve ürünlerini içeren g›da, yem ve iflleme amaçl› GDO ve ürünlerinin etiketinde, ürünün GDO içerdi¤i veya GDO ürünü oldu¤u aç›kça belirtilir.” Tüketici Mahkemesi’nin defaten ald›¤› “okunurluk” karar›n›n esamesi okunmuyor: Ambalajlardaki minicik harfleri okumaya kimse zahmet etmedi¤ine göre, bir köfleye yaz gitsin. Anlafl›lan, yasan›n bu hükmünün net biçimde uygulanabilmesi için, bir Tüketici Mahkemesi karar› daha gerekecek. Hem yasan›n hem yönetmeli¤in genel noksan›, besin zinciri kavram›n› yok saymas›. GDO’lu yemi yiyen büyükbafl hayvandan elde edilen ürünler ne olacak, yönetmelik bunu yan›tlam›yor. Ya
da, yukar›da sözünü etti¤imiz bebek mamas› örne¤i, bebeklerin sa¤l›kl› beslenmesini sa¤lam›yor.
“Öde, kurtul” Ancak yasan›n en tart›flmal› bölümü, cezaî hükümler: Oluflturulacak olan Biyogüvenlik Kurulu’nun izni d›fl›nda yap›lacak ekim/üretim etkinlikleri için hayli a¤›r cezalar öngörülüyor. Ancak kurulun izin verdi¤i durumlarda ortaya ç›kan sorunlar›n sorumlulu¤unu kimin üstlenece¤i konusunda bir sessizlik var. Bu sessizli¤in nedeni de, kurulun üyelerinde aranabilir: Tar›m ve Köyiflleri Bakanl›¤›’ndan dört, Çevre ve Orman Bakanl›¤›’ndan iki, Sa¤l›k Bakanl›¤›, Sanayi ve Ticaret Bakanl›¤› ve D›fl Ticaret Müsteflarl›¤›’ndan birer üye. Kurulun önüne gelen baflvuruya izin vermesi durumunda karfl› karfl›ya kalaca¤› tek risk, görevi ihmal suçlamas›, bunun da kamu görevlisini kollamay› öncelikli bilen yarg› taraf›ndan asla kovuflturulmayaca¤›n› söylemek için biraz yak›n tarih bilmek yeterli. Kamu görevlilerini geçtik, yasa, bir kez izin al›nd›ktan sonra, GDO’lu ürün üreticisini de Ceza Yasas›’n›n tekinsiz sular›ndan Borçlar Yasa-
Yasa ve yönetmelik, besin zinciri kavram m›n› yok say›yor. GDO’lu yemi yiyen büyükbafl hayvandann elde edilen ürünler ne yap›lacak? Amaç bebekleri GDO’dann uzak tutmaksa, süt veren annenin yedi¤i GDO’lu ürünler nee olacak? s›’n›n “öde, kurtul” zihniyetine yönlendiriyor (Madde 15). Yani, bir kez kuruldan izin ald›ktan sonra kimsenin s›rt› yere gelmeyecek biçimde düzenlenmifl bir taslaktan söz ediyoruz.
Yamuk yumuk da olsa... Yönetmelik ç›kt›ktan sonra dört önemli geliflme oldu: 1) ABD Senatosu Finans Komitesi üyesi, GDO lobicisi Chuck Grassley, Komite’de ABD hükümetinin Türkiye’ye karfl› nas›l bir tav›r tak›naca¤›n› sordu. (Anadolu Ajans›’n›n geçti¤i bu haberi baflka hiçbir yerde görmedik.) 2) Bakanl›k 30 Ekim’de il müdürlüklerine bir yaz› göndererek 27 adet üründe GDO testi yapt›r›lmas›n›, analiz sonucunda GDO belirlenen ürünlerin ithalat›n›n durdurulmas›n› istedi. 3) Türkiye G›da ‹flverenleri Sendikas› (TÜG‹S) Baflkan› Necdet Buzbafl, bu yönetmelikle yürüyen sistemin alt-
üst olaca¤›n› iddia etti ve bisküviden çikolataya, glikozdan turfluya kadar, g›da sanayiinde üretimin yavafllayaca¤›n› öne sürdü. 4) Sa¤l›k-Sen, Dan›fltay’a yönetmeli¤in iptali için dava açt›, TEMA da ayn› fleyi yapaca¤›n› duyurdu. Tüketici Örgütleri Federasyonu ise, milletvekillerine bir mektup göndererek, GDO’lu ürünlerin ülkeye sokulmamas› yönünde ça¤r› yapt›. ‹lk ikisi, bakanl›¤›n AB Uyum Süreci’nde bir ad›m daha atmak istedi¤inin di¤er kan›tlar› olarak okunabilir. Üçüncü ve dördüncü ad›mlar ise, GDO karfl›tlar›n›n izlemesi gereken strateji hakk›nda bir paragraf aç›lmas›n› zorunlu k›l›yor. Yamuk yumuk da olsa, bu yönetmeli¤in varl›¤›n›n yoklu¤undan iyi oldu¤unu teslim etmek gerekir. Bir ay önce, GDO’lu ürünler bu ülkeye ellerini kollar›n› sallayarak girebiliyorlard›. fiimdi, ne kadar zay›f da olsa s›f›r etkisinde olmayan bir yönetmelik ve yak›nda Meclis’e sunulacak olan yasa tasar›s› tasla¤› var. Bunun da ötesinde, Türkiye geçti¤imiz y›llarda Kartagena Biyogüvenlik Protokolu’nü imzalayarak kendini bu protokolü imzalamayan genetikçi ülkelerden (Arjantin, Kanada, ABD, fiili ve ‹srail) ay›rd›. Bu yönetmeli¤in tamam›n›n iptalini istemek yerine, örne¤in yukar›da sözü edilen tart›flmal› maddelerin iptalini istemek daha dikkatli ve verimli bir strateji olur. Genetik yap›s› de¤ifltirilmifl organizmalar›n ülkeden tamamen kovulmas›, tabii ki en istenen sonuç. Ancak bu sonuca ulaflmak için izlenecek yol, az buçuk denetim getiren bir yönetmeli¤in iptalini istemek olmasa gerekir. Keza yasa tasar›s› tasla¤›nda da kavga verilecek birçok madde var, ancak tümden iptal talebinin GDO’lu ürünlere karfl› mücadelede ancak sahte bir zafer olaca¤›n› belirtmek gerekir. Yasama düzeyinde verilecek mücadelenin efllikçisi ne olabilir sorusuna ise, TÜG‹S Baflkan›, kamuoyu nezdinde hayli çam devirerek, sözünü etti¤i kalemlerde GDO’lu ürün kullan›ld›¤›n› z›mnen itiraf ederek yan›t verdi. Buzbafl’›n bu aç›klamas› üzerine sorulmas› gereken sorular›n hiçbiri henüz sorulmad›. Hangi ürünlerden söz ediyoruz? Türkiye’de Buzbafl’›n sözünü etti¤i kalemlerde “hay›r, benim ürünümde GDO’lu ürün yoktur” garantisini verebilecek bir büyük firma var m›? Acaba yedi¤imiz yerli üretim çikolatalarda kullan›lan m›s›r flurubu tatland›r›c›s›, genetik yap›s› de¤ifltirilmifl m›s›rdan m› elde ediliyor, yoksa “temiz” m›s›rdan m›? AKP’nin GDO karfl›t› mücadeleye en büyük iyili¤i, bu konuyu hiç olmad›¤› kadar yo¤un biçimde kamuoyu gündemine tafl›mas› oldu. fiimdi, belki de kendi dinamiklerimizle elde edemeyece¤imiz bir kamuoyu bilgilenme talebinin ortas›nday›z. Bir yandan yasama kavgas›n› kamuoyu önünde vermek, bir yandan da Türkiye’nin büyük g›da üreticilerini aç›klama yapmaya, “temizlenmeye” zorlamak, Türkiye’yi AB standartlar›n›n da üzerine tafl›yabilir. Ertan Keskinsoy
11
B‹R “AÇILIM”F‹LM‹: “NEFES / VATAN SA⁄OLSUN”
Götürme beni gitti¤in yere Gifle rekorlar› k›ran “Nefes” “atma beni ölümlere, atma beni zulümlere” nakaratl› Emrah flark›s› “Götür Beni Gitti¤in Yere”yle, bitiyor. Gelgelelim, TSK destekli “Nefes”in götürdü¤ü yerde ne ölüm eksik olur, ne zulüm. 1993’te bölgede üste¤men rütbesiyle çarp›flan Hakan Evrensel’in “Güneydo¤udan Öyküler” kitab›ndan yola ç›kan filmin Baflbu¤ ve Baykal’dan aferin almas› bofluna de¤il. üneydo¤u. 1993. “Nefes” böyle bafll›yor. Nas›l bir zamand› ‘93? Hat›rlamaya çal›fl›yoruz. Baflbakan Çiller, Genelkurmay Baflkan› Do¤an Gürefl... Baflbakan›n a¤z›ndan “PKK Meclis’te” ve “‹flte PKK’ya yard›m eden Kürt ifladamlar›n›n listesi” manfletlerinin at›ld›¤› zamanlar. DEP milletvekillerinin Meclis’ten al›n›p hapse at›ld›¤›, faili meçhul cinayetler serisinin bafllad›¤› günler. Köy boflaltma, köy yakma, zorla göç ettirme zamanlar›. “Kahramanlar” zaman›. A¤ar’lar, Çatl›’lar, Yeflil’ler zaman›. Çiller’in, Mümtazer Türköne’nin dan›flmanl›¤›nda, “devlet için kurflun atan flerefliler”i ba¤r›na bast›¤› zaman. 1993’ün nas›l bir zaman oldu¤unu, “Nefes”in yasland›¤› “Güneydo¤udan Öyküler”in yazar›, müstafî üstte¤men Hakan Evrensel’in flu sözleri güzel özetliyor: “Eve geldi¤imizde anne-babalar›m›z kahraman gibi karfl›lar ama, bir yandan da ‘oralarda köy yak›yormuflsunuz’ derlerdi.” (Vatan, 24 Nisan 1995) 1993, “kirli savafl” deyiflinin ç›kt›¤› zaman. “Nefes”in senaryosunda da imzas› olan Hakan Evrensel, 1994’e dek fiilen o savafl›n içinde. Sonras›n› “Güneydo¤udan Öyküler”deki özgeçmiflinden okuyal›m: “ (...) ‘Bir yerlerde yanl›fl var, ama nerede?’ diye sormaya bafllad›. Yanl›fl›n ne oldu¤unu ordu içinde bulamayaca¤›n› anlay›nca çok sevdi¤i askerlik mesle¤inden kendi iste¤iyle ayr›ld›.” “Nefes”te “kirli savafl”tan bahis yok, aksine “temiz temiz” yürütülen bir savafl var. Öyle ki, “yaral› ele geçirilen kad›n terörist” helikopterle hastaneye naklediliyor. Fakat temizli¤in bu kadar› kahraman›m›z›, yüzbafl› Mete Horozo¤lu’nu isyan ettiriyor. “Da¤lar›n kendi kanunu var.” Çoktand›r “da¤ kanunu”na bel ba¤lam›fl olmal› ki, “bu savafltan sonra bizi yarg›layacaks›n›z” diyor. Herhalde vicdanen yarg›lanmay› kastediyor, o “kahramanlar”› hukuken yarg›lamak ne mümkün? Kahraman›m›z “vicdan” da yap›yor zaten: “Savafl›n hakl› taraf› yoktur. Her savaflta katiller ve kurbanlar vard›r.” O günlerde afla¤› yukar› ayn› fleyi söyleyenler DGM’de yarg›lan›yordu. Haftal›k Express’in pay›na da üç sene-
G
12
karakoluna götürüldükten sonra “kaybolan” HADEP ilçe baflkan› Serdar Tan›fl ve ilçe yöneticisi Ebubekir Deniz’le ilgili haberde, fi›rnak Jandarma Alay Komutan› Levent Ersöz’ü hedef göstermekten yarg›land›k, hüküm giydik, kendi ölçülerimizde yüklü bir para cezas› ödedik. Mete Horozo¤lu, Levent Ersöz’ün 16 sene önceki hali gibi. 2009 itibariyle ‘93 modeller devre d›fl›. Yaln›z Ersöz gibi ipli¤i pazara ç›kanlar de¤il, Osman Pamuko¤lu gibi “sicili temiz” kalanlar da. Ne diyor Horozo¤lu: “Ben aptal m›y›m! Bu savafl›n böyle kazan›lmayaca¤›n› bilmiyor muyum!”
“Son”dan sonras›
de alt› toplatma ve yarg›lanma düfltü. Devede kulak bile de¤il, ama bunlardan biri “Nefes” ba¤lam›nda nakledilmeye de¤er. Filmde, “yaral› ele geçirilen kad›n terörist”, ad› Gulan (May›s), karakola getirilip tedavi ediliyor. Bir yandan da Horozo¤lu taraf›ndan sorguya çekiliyor. Konu, Doktor lâkapl› PKK komutan›. Serdar Turgut fantezisinin k›y›s›ndan geçiliyor: “Sikiyo mu seni?” Horozo¤lu giderek celâlleniyor, Gulan’›n g›rtla¤›n› öldüresiye s›kmaya bafll›yor. Neyse ki tabip aste¤men cinayete mâni oluyor, Gulan’› Horozo¤lu’nun elinden al›yor, helikopter ça¤›r›p hastaneye naklettiriyor. Gerçekte de böyle olmufl mudur? Olmas› gerekir, yasa öyle diyor. Ama yüzbafl›ya göre “da¤lar›n kendi kanunu var”. Magazin yazar› fienay Düdek’in,
“Nefes”in Azer Bülbül’ün “Ben Babay›m m”, Küçük Ceylan’›n “Ben Anay›m” ad›yla okudu¤u “Üç o¤lum var, biri da¤da / Biri asker, biri zorda”s›yla bitmesi bekleenemezdi. Halbuki Kürt aç›l›m› “Üç o¤lum var” tonunda bafllam›flt›. öldürdükleri gerillalar›n kulaklar›n› kesip kolye yapan “Mehmetçik”lere methiye düzen yaz›lar› arflivlerde duruyor. DTP milletvekili Gültan K›flanak, Gulan’l› sahneyi flöyle yorumluyor: “Savafl› kirletmediklerini, yaral› PKK’liyi helikopterle hastaneye göndererek göstermeye çal›fl›yorlar. Oysa hakikatin ne oldu¤unu o y›llarda gazetecilik yapt›¤›m için çok iyi biliyorum. Paramparça edilmifl cesetlerin üzerine aya¤›n› koyarak çektirdi¤i foto¤raf› gazetelere gönderen askerler vard›. Helikopterden at›lan köy muhtarlar›n›n haberini bizzat ben yapt›m o dönemde.” O foto¤raflardan Express’e de gelmiflti. Vücudu paramparça edilmifl bir kad›n gerillan›n etraf›nda poz veren bir grup komandonun foto¤raf›n› yay›nlad›k ve DGM’de yarg›land›k. En rahat geçen davam›zd›. ‹lk celsede düz mahkemeye havale, oradaki ilk celsede beraat. Halbuki en çok o davada bafl›m›z›n a¤r›yaca¤›n› san›yorduk. As›l bafl›m›z› a¤r›tan, Express’e 2007’de aç›lan dava oldu. Silopi’de, 2001’de jandarma
Peki, nas›l kazan›l›r? ’93 A¤ar modeliyle mi, Pamuko¤lu versiyonuyla m›? Yoksa 2007 A¤ar modeliyle mi? Horozo¤lu Doktor’a –Hacettepe’yi terkedip da¤a ç›kt›¤› için lâkab› öyle– telsizle sesleniyor: “Da¤da domuz gibi yaflayaca¤›na gelip doktorlu¤unu yapsana.” Konuflmay› duyan askerlerden biri, “bir muayenehane açsa, paran›n a.›na koyar” diyor. Doktor’dan gelen karfl›l›k flöyle: “Senin üniversitende olmaktansa kendi da¤lar›mda özgür yaflar›m. Halk›m› yoksullu¤a mahkûm ettin. Dilini yasaklad›n. Kendi topra¤›nda sürgün ettin.” Horozo¤lu’nun buna bir cevab› yok, “eli kanl› terörist” söyleminin küfürlü varyasyonlar›ndan baflka. “Millî birlik” edebiyat› da eksik de¤il tabii: “Bu bayrakta senin de kan›n var.” Bekliyoruz, “bu vatan› beraber kurtard›k / kurduk” da diyecek mi? Demiyor. Doktor, “madem beraber kurduk, niye eflit de¤iliz?” derse ne diyecek? ‹lker Baflbu¤ ve Deniz Baykal “Nefes”i pek be¤enmifller. Niye be¤enmesinler? Aptal de¤iller, bu savafl›n böyle kazan›lamayaca¤›n› biliyorlar. 2009’da ’93 modelinin mümkün olmad›¤›n› da biliyorlar. Zaten maksat kazanmak de¤il, kaybetmemek. Horozo¤lu “kaybetmemek için savafl›yoruz” diyor ve seyirciye dikkat çekiyor: “Biz kaybedersek, siz de kaybedersiniz, ‹stanbul’dakiler de kaybeder, Ankara’dakiler de...” Horozo¤lu’lar kaybederse “biz” ne kaybedece¤iz? “Biz”in kim oldu¤unu flimdilik bir yana b›rakal›m, Hakan Evrensel’in, Hakimiyeti Milliye’deki (May›s 2005) söyleflisinde söylediklerine bakal›m. “Otuz bin insanla bedel ödedik, karfl›l›¤›nda ülkenin bir bölümünün ana parçadan kopmas›n› engelledik. Her fley bu kadar basit.” Filmde, Horozo¤lu Evrensel’i yank›l›yor: “Vatan›n bir parças›n› kaybetmemek için savafl›yoruz.” ‹llâ öyle bir bedel mi gerekiyordu? Ayr›ca o otuz bin insan›n alt›da biri, Horozo¤lu’nun “biz”inden, gerisi “onlar”dan. “Kaybetmemek”in baflka yolu yok muydu? Dahas›, Horozo¤lu’lar›n kaybetmesi niye illâ “vatan›n bir parças›n› kaybetmemiz” anlam›na geliyor? Aç›l›m tam da burada dü¤ümleniyor. Onun için “Nefes”, Gültan K›fl›nak’›n dedi¤i gibi, “tam bir aç›l›m” fil-
mi: Hem “aç›lmak” istiyor, hem aç›l›m› dü¤ümlüyor. Ve tabii ki Baflbu¤-Baykal çiftinden alk›fl al›yor. Filmin final sahnesine bakal›m: Terör örgütünün sald›r›s›na u¤rayan karakol, kahramanca çarp›fl›yor, büyük zayiat veriyor –komutan dahil, tak›m›n tamam›na yak›n› “flehit” oluyor– ve ayakta kal›yor. Ona ayakta kalmak denirse. Karakol yerle bir, Atatürk büstü tepetaklak, bayrak y›rt›k p›rt›k. Hayatta kalan komandolardan biri, sürünerek gidiyor, Atatürk’ü yerden kald›r›p kuca¤›na al›yor. Filmin sonunday›z. Bu “son”dan sonra neler olaca¤›n› filmin bafllar›nda seyretmifltik. Takviye kuvvet geliyor, vatan-millet nutku çekiliyor, Atatürk büstü parlat›l›yor, “Ne mutlu Türküm diyene” yeniden yaz›l›yor, bayra¤›n y›rt›klar› dikiliyor. Ve yeniden göndere çekiliyor, bir Kürt “Mehmetçi¤in” söyledi¤i Kürtçe türküyle. Bafl› da, sonu da Baflbu¤-Baykal çiftinin gözyafllar›n› tutamayaca¤› sahneler. Mecazen tabii, muhtemelen bafllar›n› sallamakla yetinmifllerdir. Bayra¤›n dikilmesi, Atatürk büstünün kaidesi üzerinde durmas›, Kürtçe türkünün bayra¤a adanmas›... Daha ne olsun? Daha ötesi, da¤da kaybedilmeyeni ovada kaybetmeye götürür. Aç›l›m›n dü¤ümü bu. “Nefes”in sonunda bafla dönüyoruz. Her fley eskisi gibi, savafltan önceki gibi. Kürtçe istisnas›yla. Ve “bireysel haklar” s›n›rlamas›yla: Anadilde e¤itim hakk› haricinde, “öyle bir taviz verilemez”. “Nefes”in sonunda savafl›n sonras›na de¤il, öncesine gidiyoruz, orduyu temize ç›kararak tabii: Hem savafl suçlar›ndan (“da¤›n kendi kanunu var”) hem de savafl› kazanamaman›n sorumlulu¤undan. “Nefes”, Horozo¤lu’nun a¤z›ndan kabahati askerden baflka herkese yüklüyor. Siyasetçiden sermayeye, medyadan sokaktaki vatandafla, kimse üzerine düfleni yapmad›¤› için kazan›lam›yor bu savafl. Hakan Evrensel, “Nefes”ten dört sene önce, Tempo’nun “Sizin güneydo¤u gerçe¤iniz ne?” sorusuna flu cevab› veriyordu: “Terörle ulusal mücadele yapamad›k. Örgütle güvenlik güçleri karfl› karfl›ya b›rak›ld›. Televizyon haberlerinde flehit say›s›n›n çetelesinin tutulmas› ve üzerine kuru kuruya gözyafl› dökülmesi tercih edildi. Belki de Türk ayd›n›yla Türk halk› aras›ndaki uçurum yüzünden bu kopukluk yafland›. Soyut bir kavram olan devlete toptan karfl› ç›kmak, o devletin vatandafllar›n›n hatalar›n› ortaya koyarak somut çözümler üretmekten daha kolay geldi.” Baflbu¤-Baykal çifti “Nefes”i alk›fllarken “damardan” milliyetçiler atefl püskürüyor. “Hayatta kalan iki askerden birinin ad› niye Bar›fl?”, “Son sahnede gerillan›n cesedi niye heykel gibi?” ve nicesi. K›zacaklar tabii, “Nefes” bir aç›l›m filmi, “bu savafl böyle kazan›lamaz”›n filmi. Vurulunca dizlerinin üstünde donup kalan o gerilla, hem “terörist”in kaç›n›lmaz kaderini, hem de PKK’n›n bitirilemezli¤ini imliyor. Baflbu¤ ve Büyükan›t birkaç gün arayla
“bütün orduyu y›¤sak PKK’y› oradan indiremeyiz” dememifller miydi? Bu savafl “böyle” kazan›lamayaca¤›na göre, çözüm ne? Çözüm, PKK’ya silah b›rakt›rmak. Zorla olmad›, o halde r›zayla. Konjonktür de müsait. Peki, ne yapmal› da örgütü raz› etmeli? Asgarî taviz - azamî sonuç denklemi nas›l kurulabilir? “Azamî sonuç”un ne oldu¤u malûm. Kürt askerin ay-y›ld›zl› bayra¤› anadilinde türkü söyleyerek göndere çekmesi, Doktor’un üniversiteye devam etmesi, Gulan’›n köyüne dönüp evinin kad›n› olmas›. Ortal›k süt liman, Türkiye “take off”ta. O sonuca götürecek asgarî taviz ne olmal›? “Aç›l›m”da ç›ngar buradan ç›k›yor.
Hangi “vatan”? “Biz kaybedersek siz de kaybedersiniz” derken kastedilen “vatan”sa, TSK’n›n kaybetmesi niye vatan›n kaybedilmesi anlam›na geliyor? Sene 2009, PKK’n›n
“Son”dan sonra neleer olaca¤›n› filmin bafl›nda seyretmifltik. Takviye kuvvet geliyoor, Atatürk büstü parlat›l›yor, “Ne mutlu Türküm diyene” yenidden yaz›l›yor, bayra¤›n y›rt›klar› dikiliyor. Ve yenidenn göndere çekiliyor. da, Kürt halk›n›n Meclis’e yans›yan iradesinin de talepleri ortada. “Vatan”› al›p gitmek isteyen yok. Yaflan›r k›lmak, talep bu. Hakan Evrensel’in kula¤› ç›nlas›n, bu kadar basit. Peki, CHP ve MHP’nin yaygaras› niçin? AKP niye ayak sürüyor? “Biz”in kaybetmekten korktu¤u vatan topra¤› de¤il, “hâkim millet” konumu. Eflitli¤e gelemiyorlar, kaybetmekten korktuklar› “vatan”, hâkimiyetleri. “Kardefllik” dediklerinde abili¤i, hamili¤i ve buyurganl›¤›, “beraber yaflama” dediklerinde evin reisi olmay› kastediyorlar. Sever de, döver de, icab›nda da affeder. “Bafl›bozuk paflas›” bile yapar. Boyun e¤erse tabii. Muzaffer kahraman gibi gelirse, o olmaz iflte, “en bafla döneriz”. “Nefes”in son sahnesinde, Bar›fl, a¤›r yaral› PKK’l›ya silah›n› do¤rultuyor, teti¤i çekecekken vazgeçiyor. Ba¤›fll›yor. Ba¤›fllanana düflen, nedamet getirmek. “Nefes”in ilk sahnesi Hollywood yap›m› bir Vietnam filmi gibi. Devam› da öyle, Vietkong’lular› sadece çarp›-
fl›rken veya ölü ya da yaral› ele geçtiklerinde görüyoruz. Hikâye “bizim çocuklar”›n hikâyesi. Ve bol bol Vietnam sendromu. Sineman›n cilvesi iflte: Haber metninde “ (...) ç›kan çat›flmada sekiz terörist ölü, iki terörist yaral› ele geçirildi, befl er flehit oldu” diye geçen cümle perdede baflka bir anlam kazan›yor. O “nokta nokta” yer, o çat›flma, o ölü teröristlerin cesetleri, o yaral› teröristlerin ac› içinde k›vran›fllar›, o flehit erlerin son nefesleri perdeye aksetti¤inde, filmi yapanlar›n murad› ne olursa olsun, seyirci savaflla yüz yüze geliyor. Savafl›n “gerçekli¤i”nin içine giriyor. Yaz›n›n kolay kolay yapamayaca¤› bir fley bu. “Güneydo¤udan Öyküler”de, Hakan Evrensel’in “çat›flma nas›l bir fley, bize anlatabilir misiniz” sorusuna üst düzey rütbeli subay flu karfl›l›¤› veriyor: “‹flte bu imkâns›z. Belki anlatabilirim ama, tahayyül edemezsiniz. Bunda
sizin ya da benim suçum yok. Yaflamayan bilmez. Çat›flma sahneleri olan filmler bile o anlar› tam anlatam›yor. Ben flimdi bir havan mermisinin ya da RPG-7’nin sesini nas›l tarif ederim? Ama hakk›n› yememek lâz›m, bir-iki film var. Bunlar çok gerçekçiydi. Mesela ‘Müfreze’, birkaç kez seyrettim. Sineman›n ses düzeni iyiyse o ân› yafl›yorsunuz. Ama ilginçtir, ‘Müfreze’yi seyrederken, sinemadaki di¤er insanlar›n baz› sahnelerde kahkahalar atarak gülmesini anlayamad›m. Komik sahneler de de¤ildi ki bunlar. Mesela kriz geçiren bir asker, bir Vietkonglunun kafas›n› dipçikle parçal›yordu. ‹nsanlar bu sahnede niye güler, anlamam.” “Nefes”te komik sahnelerde bile gülen olmuyor. A¤layana da rastlamad›k. Hamaset o boyutta ve o maksatta de¤il çünkü. Fatih Özgüven’in dedi¤i gibi: “Filmi yapanlar›n pefline düfltükleri ‘gerçekçilik’, bu savafl için vaaz edilen resmî ‘gerçe¤e’ denk düflmüyor, ‘senkron kay›yor’. Çünkü onlar da, sonuçta, anlafl›lan ayn› kökeni paylaflt›klar› filmdeki yüzbafl›, doktor, bankac› gibi, bu konuda yüzde 100 hamasi bir filme gerçekten inanm›yorlar. Konu filmse, filmdeki karakterler de sivil hayatlar›nda Schwarzenegger filmlerini de¤il de, evlerindeki Kubrick setinin
13
“Üç o¤lum var...” “Nefes”i flimdiye kadar üç milyon kifli seyretmifl, herkes durdu¤u yere göre yorumluyor. Gültan K›flanak, “sebepsonuç iliflkisi kurmuyor, çözüm önermiyor” diyor. Bir filmin illâ bir sebepsonuç iliflkisi kurmas›, bir çözüm önermesi gerekmez denebilir. “Nefes”in böyle bir iddias› olmasa, öyle denebilir, ama var. Ve, tam sebep-sonuç iliflkisini kuracak gibiyken yar›m b›rak›yor, tam bir yol önerecek gibiyken bafllad›¤› yere dönüyor. Tayyip Erdo¤an’›n “döneriz” dedi¤i yere. “Nefes” bir aç›l›m filmi ve dolay›s›yla Fatih Özgüven’in deyifliyle “turnusol k⤛d› ifllevi görüyor”: “Kafas› kar›fl›k, flecaat arz ederken dili dolan›yor” ve çok kararl› ve gür bir sesle bafllamas›na ra¤men, “bir bekleyiflin, y›pranman›n hikâyesi oluyor, isteyerek ya da istemeyerek”. Film, Emrah’›n “Götür Beni Gitti¤in Yere”siyle bitiyor, Azer Bülbül’ün “Ben Babay›m”, Küçük Ceylan’›n “Ben Anay›m” ad›yla okudu¤u “Üç o¤lum var, biri da¤da / Biri asker, biri zorda”s›yla bitmesi beklenemezdi. Halbuki Kürt aç›l›m› “üç o¤lum var” tonunda bafllam›flt›. Önce “demokratik aç›l›m”, sonra da “millî birlik aç›l›m›” olurken, Emrah’›n flark›s›n›n mu¤lakl›¤›na büründü. “Nefes”i yapanlar›n Kubrick’in “Full Metal Jacket”›n›, Oliver Stone’un “Müfrezesi”ni seyrettiklerine flüphe yok. Peki, neler dinliyorlar? White Stripes’›n “You Don’t Know What Love Is”ini, (“Aflk nedir bilmiyorsun / Sana söyleneni yap›yorsun / Onca yafl›n var / Fark›n yok on yafl›ndaki çocuktan”) dinlemifller midir? “Nefes”te, Horozo¤lu’nun vatan ve aflk üzerine tiradlar›n› dinlerken White Stripes geliyor kula¤›m›za. “Vatan nedir bilmiyorsun, sana ezberletileni söylüyorsun.” O ezber de bir yerde bitiyor, aç›k oturumda, gazete sayfalar›nda, okul bahçesinde de¤iliz çünkü, “savafl›n gerçekli¤i”ndeyiz. Bir ara kendisi de itiraf ediyor: “Her fley mânâs›zlafl›yor.” Ve telefonda flöyle diyor kar›s›na: “Vatan sa¤olsun diyece¤im ama, vatan sensin!” Vatan› da, aflk› da böyle biliyor kahraman›m›z. Finaldeki çat›flma sahnesinde, son nefesini vermeden önce bir gölge düflüyor üzerine. Doktor’un gölgesi bu, “Halk›m› yoksullu¤a mahkûm ettiniz, dilini yasaklad›n›z, kendi topra¤›nda sürgün yapt›n›z” diyen PKK’l›n›n. “Nefes” de, aç›l›m da tam burada dü¤ümleniyor. Yücel Göktürk
14
“NEFES” YA DA B‹R M‹LLET “UYANIYOR”
Milliyetçi uyku sürdürülemiyor Baflbu¤ ve Baykal alk›fl tutuyor, tabandaki milliyetçiler atefl püskürüyor, Radikal’de genel yay›n yönetmeninin eliyle “baflyap›t” diye selamlan›yor, NTV gibi serinkanl› bir kanalda, Hakk› Devrim ve Mirgün Cabas taraf›ndan hararetle övülüyor, ayn› programda iletiflim hocas› Hülya Tanr›över “cinsiyetçi, militarist, ayr›ca teknik olarak kötü” teflhisini koyuyor. Nas›l oluyor da bir film birbiriyle bu kadar çeliflen yorumlara konu oluyor? DTP Diyarbak›r milletvekili Gültan K›flanak, Ankara Üniversitesi ‹letiflim Fakültesi ö¤retim üyeleri Sevilay Çelenk ve Tümay Arslan’› “Nefes”e davet ettik, sonra da s›ca¤› s›ca¤›na görüfllerini ald›k. Filmden ç›karken “ordu, ‘biz bu savafl› kazanamad›k çünkü sivillerden yeteri kadar destek alamad›k’ mesaj› veriyor” dediniz... Gültan K›flanak: Evet, sivillere “bizi buraya siz gönderdiniz, ama arkam›zda yoktunuz” serzeniflinde bulunuluyor. Bu yak›nma, sadece halka de¤il, siyasetçilere, medyaya ve sermayedarlara da yöneltiliyor. Karakol komutan› Mete yüzbafl›, PKK bask›n›ndan hemen önce, tabip astte¤meni uyand›r›p uzun bir izahat yap›yor. Ve ona “bu savafl bitti¤inde bizleri yarg›layacaks›n›z” diye ç›k›fl›yor. Bu flekilde halka, entelektüellere, siyasetçilere sitem ediyor asl›nda. Ayr›ca, filmin birkaç yerinde komutan telsizden konufltu¤u PKK’liye, “buralar ya sana mezar olacak ya bana” diyor. Ölüm d›fl›nda bir ihtimalden söz etmiyor yani. Ancak o astte¤mene çekti¤i nutukta yüzbafl›, e¤er baflaramazlarsa, bunun müsebbibinin kendileri olmad›¤›n› ima ediyor. Ve asl›nda Türk izleyiciye seslenerek “bizim arkam›zda durmad›n›z” diyor. Ancak
Filmin hiçbir yerinde “neden” sorusu sorulmuyor. O yüzden bu film, sistemin ezberini bozan bir film olamaz. Neden yap›ldd› bu savafl? Niye bu insanlar öldü? Bir doktor niye üniversiteyi b›rak›p da¤a ç›kt›? Gültan K›flanak
Foto¤raflar: Batur Gökçeer
içinde bulunan ‘Full Metal Jacket’› tercih ederler muhtemelen. Yani bir tereddüdün filmini. ‘Nefes / Vatan Sa¤olsun’un da iki nefes aras›nda olmaya çal›flt›¤› gibi.” (Radikal, 22 Ekim 2009) Damardan milliyetçiler o tereddüde öfkeleniyor, ama “Nefes”, genel toplamda, kararl›l›k bahsinde Baflbu¤Baykal’dan aferin al›yor. Bir de tabii o tereddütten umutlananlar var.
filmin hiçbir yerinde “neden” sorusu sorulmuyor. O yüzden bu film, sistemin ezberinin bozuldu¤u bir film olamaz. Neden yap›ld› bu savafl? Niye bu insanlar öldü? PKK komutan› bir doktor. Ama bir doktor niye üniversiteyi b›rak›p da¤a ç›kt›? Sevilay Çelenk: Filmde pek çok katman var, tek bir okuma yap›lmas› güç. Bir yandan, evet, Türk izleyiciye “arkam›zdan ‘en büyük asker bizim asker’ diye ba¤›rd›n›z, ‘flehitler ölmez’ dediniz, ama arkam›zda durmad›n›z” deniyor. Bir yandan sermayeye de elefltiri var. Komutan, sivil hayat›nda bankac› olan askerine s›k s›k nas›l kredi alabilece¤ini soruyor. Asker de “teminat vermeniz lâz›m” diyor. O da, “bu da¤lar›n teminat› benim, ama kredi alam›yorum” diyerek sermayeye mesaj veriyor. Asl›nda genel olarak bir devlet elefltirisi var, ama bu daha ziyade “Kurtlar Vadisi” dizisindekinin rafine bir biçimi olarak tezahür ediyor. Yani suça bulaflm›fl bir devlet ima ediliyor, bundan ar›nd›r›labilse, bir sorun kalmayacak sanki. Devlet içindeki iyi ve kötü adamlar ayr›m› yap›l›yor. K›flanak: Ben böyle bir izlenim edinmedim. Siz hangi sahnelerde bunu hissettiniz? Çelenk: Komutan›n konuflmalar›nda hep bir karars›zl›k hali var. Savafla ve devlete karfl› kesin bir kanaati yok. Mesela aste¤mene konuflurken, “ben aptal m›y›m, ben de bu savafl›n böyle kazan›lamayaca¤›n› biliyorum” diyor. “Savafl›n hakl› taraf› yoktur” diye de ekliyor. “Savaflta katiller ve kurbanlar vard›r” diye devam ediyor... Çelenk: Evet, s›k s›k bu tür elefltiriler yans›yor filmden. Sanki özellikle bu tür mesajlar her yere s›k›flt›r›lm›fl ve her kesimin farkl› bir okuma yapmas›n›n önü aç›lmaya çal›fl›lm›fl gibi. Bu filme militarist diyemiyorum. Filmi elefltirirken bir sorumluluk hissediyorum üzerimde. Çok kritik bir konjonktürdeyiz; filmi militarist olarak s›n›fland›r›p bir kenara b›rakmak kimin ifline yarar ki? Sonuçta, bu film bölgede olup bitenleri anlatt›¤› için, herhangi bir film muamelesi de görmemeli. Filme anti-militarist diyemiyorum, ama epeyce anti-militarist ö¤e var. Sonuçta, komutan›n “savafl›n hakl› taraf› yoktur”, “bu savafl›n böyle kazan›lamayaca¤›n› biliyorum” cümleleri, bu savafla dair net bir kanaati olanlar› iki kez düflünmeye itiyor. Böyle bir alan açmas› bende pozitif etkiler yaratt›.
Tümay Arslan: Bence film militarizm veya anti-militarizm karfl›tl›¤› üzerinden düflünülmemeli. Bana kal›rsa filmin farz etti¤i seyirci ya da hayalî müflterisi, bu savafla çok inanm›fl ve savafl› desteklemifl insanlar. Gülten han›m söylefliden önce Michael Ryan ve Douglas Kellner’›n “Politik Kamera” kitab›ndan söz etti. Bence “Politik Kamera”dan çok rahat gidebiliriz: Film, devlet ideolojisinin açmazlar›n› çok aç›k ediyor. Ve devasa bir enkazla bitiyor. Çok gür ve otoriter bir sesle, güçlü bir eril libidoyla aç›l›yor. Fakat o ses film boyunca düflüyor; yorgunluk, hayal k›r›kl›¤›, karars›zl›k ve korku hüküm sürmeye bafll›yor. K›r›k bir Atatürk büstü, iki taraftan cenazeler ve yamulmufl bir “Ne mutlu Türküm diyene” levhas›n› görüyoruz final sahnesinde. Film, sanki, “bu enkazdan sonra ne yapaca¤›z” sorusuyla bitiyor. Dolay›s›yla, bir yandan bu otuz y›ll›k savaflla ilgili bugüne kadar üretilmifl egemen söylemi diri tutmaya çal›fl›rken, ayn› söylemin çatlaklar›n› ve yar›klar›n› da aç›k etmek zorunda kal›yor. Gülten han›m, söylefliden önce askerlerin kesik kafalarla, kulaklarla verdikleri pozlardan söz etti. Evet, film bunlardan hiç söz etmiyor, ama sonuçta bütün bunlardan hiç söz etmemifl bir de toplum var karfl›m›zda. Üstelik, savafl›n hakl›l›¤›na çokça inanm›fl bir toplum bu. Film, tam da bu kesime sesleniyor: “Nefes - Vatan sa¤olsun” yerine “Nefes ya da Vatan sa¤olsun” diye okuyabiliriz filmi. Militarist ve milliyetçi niyetlerle, gür bir sesle, güçlü bir eril libidoyla bafllayan film, yorgunluk ve karars›zl›kla ilerleyip bir tür eril histeriyle bitiyor. Uyku ile uyan›kl›k, vatan ile sevgilinin bedeni, d›fl ses ile iç ses, vatan sa¤olsun ile nefes, ölüm ile hayat aras›nda bir yerlerde as›l› kalarak. Bu karars›zl›¤› çok önemsedim. Milliyetçi ideoloji art›k kendini idame ettiremiyor ve film de bunu görünür k›l›yor. Filmin çok militarist, eril bir söylemi var ama, ayn› zamanda bu söylemi besleyen halet-i ruhiyenin devaml›l›k sa¤layamad›¤›n› da aç›k ediyor. Çelenk: Ayr›ca yaflanan›n bir savafl oldu¤u kabul ediliyor. Arslan: Bu bile önemli. Çarp›c› unsurlardan biri de, komutan›n psikolojik bunal›ma girdi¤inin gösterilmesi. ‹nternetteki yorumlarda milliyetçi, militarist kesim bundan çok rahats›z olmufl. “Bu nas›l saçmal›k, komutan ç›ld›r›r m›?” gibi yorumlar yap›lm›fl. Komutan›n çocu¤unun olmay›fl› da büyük öfke yaratm›fl. Erillikle milliyetçili¤in iç içe geçti¤ini düflününce flafl›rmamak gerek. Serdar Turgut’un da¤daki Kürtlerle ilgili yazd›klar›na benzer bir fantezinin filmde geçmesi de ilginç. Yaral› yakalanan PKK’l› k›za komutan, “sikiyo muydu seni” diye soruyor. Fantezi de dile düflmüfl durumda. E¤er film kararl› bir ses tonunun filmi olsayd›, daha “terbiyeli” bir komutanla karfl›lafl›rd›k, öyle de¤il mi? Seyirciyi ters köfleye yat›ran numaralar da var. Mesela mevzideki askerler gözlerini kapatm›fl, hayaller kurarken, gerillalar›n geliflini görüyoruz. Seyirci, askerlerin öldürülece¤ini san›rken, tam tersine, pusuya yatm›fl ko-
mutan gerillay› öldürüyor. Asker öldürülse, izleyicinin “beklentisi” karfl›lanm›fl olacakt›. Ama bunun yerine, izleyiciyi floke eden bir fley oluyor; gerilla feci flekilde öldürülüyor. Bu karars›zl›k hakikaten çok önemli. Tam da “Politik Kamera”n›n anlatt›¤› gibi, kendi kusurlar›n› yamamaya çal›fl›rken aç›k eden bir film. Filmin niyeti tam da bu olamaz m›, yani yönetmen savaflta askerlerin yaflad›¤› korkular›, s›k›nt›lar›, duygusall›¤› aktarmaya niyetlenmifl olamaz m›? Arslan: Bir niyet meselesi olarak düflünsek bile, “flimdi nereden ç›kt› bu niyet, neden baflka niyetler de¤il de bu niyet” diye sormak gerekmez mi? Baflta söyledi¤ime döneyim, bu filmin hayalî müflterisi milliyetçi bir savafla çok inanm›fl insanlar. Film, bilinciyle ve bilinçd›fl›yla bu insanlar› anlatm›fl gibi. Sineman›n gücü biraz da burada. O karakolda da, sinema salonunda da uykuyla uyan›kl›k hali bir arada. O yüzden o fanteziler, erkeklerin problemleri ortaya ç›k›yor. Çelenk: Tüm bunlar›n niyet edilerek a盤a ç›kar›ld›¤›n› düflünüyorum. Çatlak dedi¤in k›s›mlar da niyetsiz say›lmaz. Film tek bir hedef kitle düflünülerek çekilmemifl. Asl›nda bizlerin de be¤enmesi istenmifl. Arslan: Filmin niyetini tam anlamayabiliriz, ama bir milliyetçinin bu filmi izledikten sonra nelerden daha az emin olmaya bafllad›¤›na bakmak lâz›m. Çelenk: Film solcu, demokrat veya entelektüel kesime de mesaj›n› iletmeye çal›fl›yor ama. Belki yönetmeni reklamc› oldu¤u içindir, bilemiyorum. Asl›nda bir film sadece içeri¤iyle de¤il, biçimiyle de politik oluyor. “Nefes” biçim olarak çok
Tümay Arslan
“Nefes” devasa bir enkazla bitiyor. Güççlü bir eril libidoyla aç›l›yor. Fakat, hayal k›r›kl›¤›, karars›zl›kk ve korku hüküm sürmeye bafll›yor. K›r›k bir Atatürk büstü ve yamulmufl bir “Ne mutlu Türküm diyene” levhas›n› görüyoruz finalde. Sevilay Çelenk
apolitik. Çok sekansal bir yap›s› var ve her sekans bir reklam gibi vurucu olmaya çal›fl›yor. Bunu hem simgelerle yap›yor –y›rt›k bayrak, k›r›k Atatürk büstü, at üzerinde düflmanla savaflan Osmanl› tablosu– hem de temalarla yap›yor; mesela bankadan kredi çekmenin veya organ ba¤›fl›n›n müzakere edildi¤i sekanslar var. Elbette en bafl›ndan “sen uyursan herkes ölür” mesaj›n›n verildi¤i ve filmin teaser’› olarak da kullan›lan sekans bu yap›ya baflka bir örnek oluflturuyor. Erlerin aileleri veya sevgilileriyle yapt›klar› telefon görüflmelerinin arka arkaya eklendi¤i sekans, kar›s›yla konuflan komutan›n görüflmesine PKK komutan› Doktor’un girdi¤i sekans vs... Son olarak, Komutan Mete Horozo¤lu’nun flehit edildi¤i haberinin kar›s›na ulaflt›r›ld›¤› sekans... Elbette her filmde sekansal bir yap› vard›r. Burada dikkat çeken fley, her sekans›n görselli¤i ve diyaloglar›yla bir reklam filminin, odaklanm›fl ve vurucu yap›s›na, titizli¤ine sahip olmas›. Bu, farkl› durumlara odaklanmaya imkân veren bütünlüklü bir temadan çok, farkl› söylemlerin eklemlenmesine imkân veren bir tür kopuklukla sonuçlan›yor. Üstelik film dilinin stratejik titizli¤i, filmin konusu düflünüldü¤ünde, bir samimiyet kayb›n› da getiriyor. Arslan: Komutan, yakalad›klar› kad›n PKK’l›y› sorgularken boynunu s›k›yor, tam o s›rada kamera, at üstündeki Osmanl›lara yöneliyor... Burada bile acayip bir kafa kar›fl›kl›¤›, karars›zl›k var. Çelenk: Yaflanana bu toplumda savafl denmiyor, medya PKK’l›lar› hiçbir zaman insanî bir fleyle özdefllefltirmiyor. Fakat ilginç bir fley daha var: 2005’te “Televizyon Temsil Kültür” kitab›n› yazd›¤›mda, haber veya tart›flma programlar›nda yo¤un biçimde flehit aileleri gösterildi¤ine, ama askerlere de insanî bir özellik atfedilmedi¤ine de¤inmifltim. ‹flin bu boyutu hem TRT’den hem de
15
özel televizyonlardan, baflka bir deyiflle temsil alan›ndan d›flland›. Tek bafl›na bir askerin veya flehit ailesinin hikâyesi hiçbir dramatik yap›m›n konusu olmad› mesela. Çünkü dramatik ya da kurmaca yap›mlar realiteden, haberden farkl›d›r. ‹flin içine hikâye etme giriyor. Siz hikâyelefltirmeye bafllad›¤›n›z anda da konu, elden kaç›rmaya ve anlam taflmalar›na daha aç›k hale geliyor. Anlam› sabitleme garantiniz olmuyor. “Nefes”te ilk defa böyle bir odaklanmay›, askerlerin birer “insan” olarak hissedilmesine imkân tan›yan temsilleri görüyoruz. Bu “insanlaflman›n” da elefltirilecek yanlar› olabilir elbette. Ama onlar›n sevgilileri ve anneleriyle konuflmalar›n›, en önemlisi de k›r›lganl›klar›n› ve korkular›n› görüyoruz. Daha önce ne görüyorduk; “flehitler ölmez”, ölmedi¤ine göre yas› da tutulmaz. Yas›n› tutamama, “askerin bir insan olarak kayb›na”, belki kay›ts›zl›¤› de¤ilse de, belirli ölçülerde duyars›z kal›nmas›n› getiriyordu. fiu anda televizyonda, savafl halinde olmayan bir birlikte, askerlerin s›radan hayat›n› iflleyen “Emret Komutan›m” dizisi yay›nlan›yor... Çelenk: O tür diziler k›sa bir zaman öncesine kadar yoktu. Tüm bunlar, üç-dört y›ld›r parça parça yer verilmeye bafllanan hikâyeler. Sonuçta bu dizilerde de, “Nefes”te de anlam, o anlam› oluflturmaya çal›flanlar›n elinden kaç›yor. Tümay’›n de¤indi¤i gibi, “vatan sa¤olsun” diyor ama, vatandan kast› sevgilisi. Bu anlam kaçmas› çok önemli. Judith Butler “K›r›lgan Hayat” kitab›nda “hangi ölülerin yas› tutulur, hangi ölüler medyada temsil olana¤› bulur” diye sorar. Ölen askerin de “bir insan”, “bir hayat” olarak medyada hiç temsil edilmemifl oldu¤unu görüyoruz. “Nefes”e dönecek olursak, bu tespitten yola ç›karak yönetmene büyük cesaret atfetmek yanl›fl olabilir. Çünkü flu soruyu sormal›y›z: Bu niye bugün yap›labiliyor? Bence art›k bu türden anlam taflmalar›na yan›t üretebilecek bir konjonktür oldu¤u için, böyle farkl› okumalara aç›k bir film de yap›labiliyor. Arslan: Bu, bar›fl taleplerinin cazibesine kap›lman›n bir sonucu da olabilir. TSK asl›nda bir sünger gibi, bazen kendisi aleyhine kullan›labilecek tüm görüflleri emen ve kendi görüflüne uyarlayan bir kurum. Baflbu¤ ve Büyükan›t e¤er bu filmi be¤endiyse, bu, filmde ifllenen anti-militarist ö¤elerde bir sorun oldu¤u anlam›na gelmez mi? Çelenk: Olabilir tabii. Fakat Büyükan›t ve Baflbu¤ 2000’lerin bafl›nda böyle bir filmi be¤enirler miydi? Sanm›yorum. Arslan: Kesinlikle. Çelenk: Baflbu¤ ve Büyükan›t’›n be¤endi¤i bir filmi, ben de fazla rahats›z olmadan izleyebiliyorum. fiimdi burada, bir bar›fl arzusunun filmin diline s›zd›¤›n› ima etti¤ime göre, askerler birer insanîî k›r›lganl›k içinde temsil edilirken, PKK militanlar›n›n filmde, insan taraflar›yla ve insanî çeliflkileriyle hiç temsil edilmemifl olmalar›na nas›l bakt›¤›m da sorulabilir. Bu da ayr› bir sorun tabii. Fakat
16
Güneydo¤udaki savaflla iliflkili olarak dizi ve filmlere konulan temsil yasa¤›n›n birdenbire bir s›çramayla son bulaca¤›n› umamay›z. Bu geçifl, bu türden müzakereci bir anlat›m, o kadar da kolay olmayacak elbette. Final sahnesinde militan cenazelerinin birer an›t gibi durmas›n› nas›l de¤erlendiriyorsunuz? Arslan: Milliyetçi ve militaristlerin filme yönelik öfkeli ifadelerinde hep o sahne ön plana ç›k›yor. Hepsi öfkeyle soruyor: “Neden terörist cenazeleri heykel gibi dururken, asker cenazeleri yerlerde yat›yor? Bir ima m› var burada?” Çelenk: Hakikaten özellikle finaldeki, ellerinden destek alarak oturmufl ve yüzünü gö¤e çevirmifl kad›n militan›n cesedi bir an›t gibi duruyor. Çok ilginç bu. K›flanak: Filmin geçti¤i 1990’lar› bir gazeteci olarak çok yak›ndan takip etti¤im için, o simgesel ö¤eleri belli bir yere oturtabiliyorum. Filmde, komutan yeni birli¤iyle karakola gitti¤inde gönderdeki bayrak y›rt›kt›, ama komutan geldikten sonra bayrak yenileniyor. Yani diyorlar ki, biz 1993’teki topyekûn savafl konseptini uygulamasayd›k, e¤er askerExtramücadele, “Bir Millet Uyan›yor”
Filmin geçti¤i ‘93 y›l› çok simgeseldir. Filmde, binlerce köyün yak›l›p y›k›lmas›, milyoonlarca yurttafl›n göçe zorlanmas›, faili meçhul cinayetlerle soonuçlanan bu özel savafl yürütülmese, ülkenin elden gidece¤ii mesaj› verilmek isteniyor. ler sürece müdahale etmeseydi, ülke elden gidiyordu. Film, neden 1993’te geçiyor? Çünkü ‹nönü hükümeti, ‘92 savafl konseptine direndi ve hükümet de¤iflti. Karayalç›n ve Çiller, askerlerin masaya koydu¤u konsepti kabul etti. MGK’da bu ifl konufluldu ve karara ba¤land›. 1993 y›l› çok simgeseldir. Filmde, devletin/ordunun o dönem yürüttü¤ü topyekûn savafl konseptinin özelefltirisi anlam›na gelebilecek tek kare yok. Tam tersine, bayrak sembolü üzerinden, binlerce köyün yak›l›p y›k›lmas›, milyonlarca yurttafl›n göçe zorlanmas›, faili meçhul cinayetlerin ifllenmesiyle sonuçlanan bu özel savafl yürütülmese, ülkenin elden gidece¤i mesaj› verilmek isteniyor. Komutan o yüzden mi büyük çat›flmadan hemen önce askerine “savafl bitti¤inde beni yarg›layacaks›n›z” diyor? K›flanak: Tabii, flimdiki J‹TEM davalar›na gönderme yap›l›yor asl›nda. Film, bu ülkenin yurttafllar›n›n neden birbirini
öldürdü¤ünü hiç sormuyor. Sürekli cumhuriyetin sembolü olarak Atatürk büstü ve vatan›n temsili olarak bayrak görüyoruz. Film de zaten y›rt›k bayra¤›n onar›lm›fl hali ve k›r›k da olsa Atatürk büstünün “kurtar›l›fl›yla” bitiyor. “E¤er savafl olmasa, cumhuriyet y›k›l›r ve vatan bölünürdü” mesaj› veriliyor. Komutan›n karars›zl›klar›n› nas›l yorumluyorsunuz? K›flanak: O karars›zl›klar, bugünden o döneme bak›larak yap›lan bir yorum. O dönemi elefltirenlere, “biz de çok karars›z kald›k, ama savaflmasak olmayacakt›” deniyor. S›k s›k medyan›n bu savafl›n arkas›nda yeteri kadar durmad›¤› elefltirisi yap›l›yor. Komutan askerlerine diyor ki, “flehit oldu¤unuzda 47 saniyelik haber olursunuz”. Sermaye de pay›n› al›yor bu elefltiriden. Hükümete, sermayeye, siyasete, halka, k›saca herkese sitem ediliyor. Oysa OHAL Bölge Valili¤i vas›tas›yla, tüm kamu kurumlar› ordunun emrine verilmiflti. Dönemin baflbakan› Çiller komando k›yafeti giyerek askere moral gezileri düzenliyordu. Medya and›çlarda pay›na düflen rolü eksiksiz oynamak için ç›rp›n›p duruyordu. Sermaye y›llarca a¤z›n› açmad›, konuflmaya teflebbüs edenler “çizmeyi aflmakla” suçland› ve bedelini ödedi. Arslan: Bir sitem var ama, tuhaf bir yaln›zl›k hissi de var. K›flanak: Sitemin nedeni tam da bu. “Yaln›z b›rak›ld›k” demek istiyorlar. Ve her fleye ra¤men, savafl› kirletmediklerini, yaral› PKK’liyi helikopterle hastaneye göndererek göstermeye çal›fl›yorlar. Oysa hakikatin ne oldu¤unu o y›llarda gazetecilik yapt›¤›m için çok iyi biliyorum. Paramparça edilmifl cesetlerin üzerine aya¤›n› koyarak çektirdi¤i foto¤raf› gazetelere gönderen askerler vard›. Helikopterden at›lan köy muhtarlar›n›n haberini bizzat yapt›m o dönemde. Çelenk: Nadire Mater’in “Mehmedin Kitab›”nda bölgede görev yapan askerler de bu hikâyeleri anlat›yor. K›flanak: Komutan›n yaral› gerillan›n bo¤az›n› s›kmas›, öldürmeye çal›flmas› gösteriliyor. Demek ki gelinen aflamada hakikat, ancak bu kadar gösterilebiliyor. Arslan: Bence ortada bir enkaz var ve öbür taraf›n yaflad›klar› da yavafl yavafl anlat›lacak. “‹ki Dil Bir Bavul” bunun bir yönünü iflliyor mesela. K›flanak: Karakol komutan›n›n ismi Mete. Arslan: Sald›r›da sa¤ kalan askerin ismi ise Bar›fl. K›flanak: Ama kim bu Mete? Mete Sayar, fi›rnak Tugay Komutan›. 1993 konseptini en ac›mas›zca uygulayan komutanlar›ndan biri. O dönemde gerillayla yapt›¤› telsiz konuflmalar› bas›na yans›m›flt›. Filmdeki Mete de s›k s›k gerilla komutan› Doktor’la telsizde konufluyor. Çelenk: Komutan bir tür acizlik, karars›zl›k içinde gösteriliyor ama. “Vatan sa¤olsun demiyorum” diyen bir asker annesinin nas›l susturuldu¤unu hepimiz biliyoruz. Öyle bir noktadan “Nefes”e gelmifl olmak önemli. Yönetmenin bir yüzleflme veya savaflta yaflanan enkaz›
ortaya ç›karmak gibi bir derdinin olmad›¤›n› düflünüyorum. Böyle bir hikâyeye, klifleleri ve hamaseti mümkün oldu¤unca azaltarak odakland›¤›n›z zaman, karars›zl›klar› gösterdi¤iniz zaman, bu hikâye bir tür yüzleflme olarak okunmaya da aç›k oluyor zaten. Arslan: Net görüfllü milliyetçilere, bekledikleri, hatta istedikleri görüntüleri sunmamas› bile önemli de¤il mi? Komutan›n ölümüyle eflinin ölüm haberini almas› paralel kurguyla anlat›l›yor ve efline “vatan sa¤olsun” dedirtilmiyor. Çelenk: “Uyursan, ölürsün” diyor komutan. Daha iki-üç ay önce bir te¤menin, emrindeki askerin eline, uyudu¤u için pimi çekilmifl bomba verdi¤ini ve dört askerin bu yüzden öldü¤ünü hat›rlayal›m. Film, belki elinde olmadan, o olay› ve oradaki zihin yap›s›n› da aç›k ediyor. Kimileri bu sahnenin di¤er olay›n meflrulaflt›r›lmas› oldu¤unu da söylüyor, ama sonuç olarak bu kodu çözebiliyorsak, bu sahne de karfl› okumaya, deflifre edilmeye aç›k demektir. K›flanak: Sinema sektörü ayn› zamanda para kazan›lan bir alan. Yönetmenin her kesime seslenme çabas›, ekonomik kayg›dan kaynaklan›yor olamaz m›? Yoksa hakikaten sistemin art›k gizleyemedi¤i baz› gerçekler, ellerinde olmadan beyazperdeye yans›m›fl m› oldu? Arslan: Yönetmen Levent Semerci ayn› zamanda bir reklamc›. O yüzden de her ikisini birlikte düflünmek lâz›m. ‹kisi de de¤ilse? Gifle kayg›s› ya da ordunun aczini kapatamamak, filmdeki “çok boyutlulu¤u” izaha yetiyor mu? Arslan: Di¤er ihtimal ne olabilir? Ordunun bu savafltaki zaaflar›n› gerekçelendiren, halk› “yaln›z b›rak›lm›fl” ordunun yan›na çekmeye çal›flan bir filme de benzemiyor mu? Sermayeye, entelektüellere, tabip te¤men üzerinden “tarafs›zlara” verilen mesajlar bunu düflündürmüyor mu? Orduyu acz içinde gösteren bir film olsa, Baflbu¤ ve Büyükan›t’›n övgülerine nail olur muydu? Arslan: E¤er öyle olsayd›, film kararl› bir biçimde, bizi de cezbeden pek çok soruyu sormadan ilerleyebilirdi. K›flanak: “Nefes”, “bu savafl hakl›yd›, bundan sonra da böyle gitmeli” diyen bir film de¤il. Baflta da söyledim, yenme-yenilme siyasetinin bitti¤i bir noktada olundu¤u kabul ediliyor. Komutan, ölmeden önce efline yazd›¤› mektubu Bar›fl isimli askerine veriyor mesela. Arslan: Milliyetçi izleyici Bar›fl ismine çok takm›fl. “Neden bu askerin ad› Bar›fl ve neden çat›flmada ölmüyor?” Çelenk: Araya girip bir spekülasyon yapabilir miyim? Atatürk büstünün yere düflüp yuvarland›¤› sahnede, asker büstü yerden kald›rd›ktan sonra bir bebek gibi kuca¤›na al›yor. Biz akademisyenler simge okumaya çok teflneyizdir, ama yine de bu spekülasyonu yapmak istiyorum. Askerin Atatürk büstünü bir bebe¤i tutar gibi kuca¤›na al›p eliyle yüzünü silmesi, o flefkat baflka bir fley anlat›yor asl›nda. Baba, kurtar›c›, kurucu Atatürk figürünü baflka bir yere yerlefltiri-
yor. Tamam, Atatürk’ü seviyoruz ama, bu sevginin de art›k ezberini terk etmesi, Atatürk’ün “insanî” yönlerine, zaaflar›na da yer veren bir sevgiye dönüflmesi gerekir der gibi... Arslan: Millî metaforlar gerçeklikle temasa zorland›klar›nda metaforlar›n alt›n› oyan maddî ba¤lar, gündelik, s›radan haller de yüzeye ç›k›yor. Karakolun çat›s›ndaki “Cesuruz, Güçlüyüz, Haz›r›z” yaz›s›n›n “haz›r›z” k›sm› bir süre sonra kadrajdan ç›k›yor. Çat›flma akflam› iki asker o çat›ya ç›k›p atefl ediyor, ama afla¤›ya yuvarlan›yorlar. Bu yaz› da dahil olmak üzere filmdeki bütün millî semboller flayet bir metafor ise, film boyunca metaforun alt› oyulmufl durumda. K›flanak: Filmdeki acz halinin bir realite olarak kabul edilmesini ben de önemsedim. Tart›flmalarda zaman zaman, “bir mecburiyetten” bahsediliyor. Bar›fla mecbur olmak kötü de¤il ki! Bu, ölme öldürme yaklafl›m›n›n bitti¤i yerdir. Ve Extramücadele, “Bir Gün Öldürecek Kimse Kalmay›nca”
Savafl› kirletmediklerini, yaral› PKK’liyi hhelikopterle hastaneye göndererek göstermeye çal›flfl›yorlar. Oysa, paramparça edilmifl cesetlerin üzerine aaya¤›n› koyarak çektirdi¤i foto¤raf› gazetelere gönderenn askerler vard›. iyi bir fleydir. Arslan: Filmin seslerinden biri de bu belki: Lanet olsun ama bar›fla mecburuz! Milliyetçiler, PKK komutan› Doktor’un film boyunca yüzünün gösterilmeyifline çok tepki göstermifller. Belli ki kötü, çirkin bir yüz görmek istemifller. Doktor’u heybetli k›lan da film boyunca sadece karizmatik sesinin duyulmas› de¤il mi? Arslan: O çok acayip. Sesinde hiç karars›zl›k olmuyor. Hatta bir an, k›sac›k bir an, neredeyse bu sesin cazibesine kap›l›yoruz: “Dilimi yasaklad›n, kendi topra¤›mda beni sürgün ettin” dedi¤i an. K›flanak: Yani “devletin Kürtlerle bir sorunu yok, örgütle sorunu var” deniyor. Kürtlerin varl›¤› kabul ediliyor ama, Kürt sorunu kabul edilmiyor. TSK içinde Kürtçe konuflmak yasak de¤il zaten. Çelenk: Bunu hiç bilmiyordum. Hiç Türkçe bilmeyen askerler var. Onlara askerlik boyunca Türkçe ö¤retiliyor. Dolay›s›yla Kürtçenin inkâr edilmesi fiilen mümkün de¤il. Çelenk: Nas›l yani, komutan›n yan›nda Kürtçe konuflabiliyor mu bir asker? Benim askerlik yapt›¤›m yerde böyle
bir yasak yoktu. K›flanak: Son dönemde yaflanan bir geliflme olabilir mi? Hay›r. TSK, iç iflleyiflince, pek çok farkl›l›¤› emen, kendi potas›nda eriten bir yap›. Aktütün sald›r›s› oldu¤unda bizim k›flla komutan› tüm askerlere hitaben “benim birli¤imde kimse kimseye milliyetçilik yapmayacak, TürkKürt ayr›m› yapmaya kimse cüret etmesin” diye konuflma yapt›. Böylece Aktütün sald›r›s›ndan kaynaklanan milliyetçi tepkilerin Kürt askerlere yönelmesine mâni oldu. Bu, TSK’n›n mecburiyeti. Aksi halde kendi içinde çat›flmalar, kutuplaflmalar yaflan›r. K›flanak: Baflka türlü herkesi asker yapamaz. Kürtlü¤ü reddetmiyor, Kürt sorununu reddediyor. Mesela komutan, Doktor’a “da¤da domuz gibi yaflayaca¤›na, gelip flehirde doktorlu¤unu yap” diyor. Bu zaten devletin temel politikas›. Herkes evine gelsin, eskisi gibi hayat›na devam etsin. ‹yi de zaten insanlar eski hayatlar›na isyan ettikleri için ç›kmad›lar m› da¤a? Demirel de Kürt realitesini tan›yordu, ama savafl konseptini de uyguluyordu. Mesaj flu: Türk de olsak, Kürt de olsak, askeriz! Komutan Doktor’a diyor ki, “ay-y›ld›zl› bayrakta senin de kan›n var”. Doktor da “ama siz y›ld›z›n yan›na hilâl koydunuz” diyor. Böylece sanki PKK tek y›ld›z›, yani komünizmi savunuyor mesaj› veriliyor. Burada da muhafazakâr Türklere mesaj veriliyor: Bak›n bunlar komünistti, biz komünizmle de mücadele ettik. AKP’nin “demokratik aç›l›m” projesi, asl›nda Mahsun K›rm›z›gül’ün “Günefli Gördüm”üyle bafllad›. O filmde de PKK militanlar›yla askerlerin “insanî” yönlerine dikkat çekiliyor ve savafl›n anlams›zl›¤› vurgulan›yor. K›rm›z›gül’ün, filmi çekmeden önce hükümet yetkilileriyle görüflmeler yapt›¤› biliniyor. “Nefes” ise aç›l›m sürecinin daha somut olarak tart›fl›lmaya baflland›¤› bir dönemde gösterime girdi. Bu filmi de TSK kanad› aç›kça destekledi. Bu iki filmin gösterimi aras›nda geçen sürede Türkiye siyasetinde yaflanan geliflmeler ilginç de¤il mi? Arslan: “Günefli Gördüm” de bir karars›zl›¤›n filmiydi. Ancak orada da medyada veya Türklerdeki Kürtlere dair tüm imgeler tekrar üretiliyordu. Bir Kürt olarak K›rm›z›gül’den, meseleye daha farkl› yaklaflmas›n› beklerken, Türklü¤ün aynas›ndan bakt›¤›n› gördük. “Günefli Gördüm”ün Kürtleri Türkçe konufluyor, k›zlar›n› da “Haydi K›zlar Okula!” diyerek devlet anaya emanet etmeye gönüllü. Savafl›n kötülü¤ü gösteriliyor, ama sebepleri irdelenmiyor. Fakat bundan hareketle, AKP’nin destekledi¤i filmle TSK’n›n destekledi¤i film karfl›laflt›rmas› yap›p her iki taraf›n da Kürt sorununu irdelemedikleri sonucuna gitmek yanl›fl olur. Eninde sonunda iki filmden söz ediyoruz. Tamam, her iki film de çözüme iflaret etmiyor. Ama üçüncü bir yolumuz var, o da “‹ki Dil, Bir Bavul”. (gülüyor) K›flanak: “Nefes”te, art›k bu iflin savafl-
17
18
sürece çok denk düflüyor. Devlet, af yasas›na bile gerek duymad›¤›n›, gelen gerillalar›n sessizce evlerine gitmesi gerekti¤ini söylüyor. Bu yaklafl›mla Kürt sorunu çözülmez. “Nefes”te askerler hiç teslim ol ça¤r›s› yapm›yor. Tam tersine, PKK’liler askerlere teslim ol diyor... K›flanak: Ayn› hikâye iflte: “1990’larda örgüt bizi teslim almaya çal›flt›, ama biz buna direndik” deniyor. Fakat filmde pusuya yatan askerler, iki gerillay› yakalayabilecekken vuruyor. Teslim ol ça¤r›s›n› orada bile yapm›yorlar. Bu da belki Sevilay ve Tümay hocan›n söyledi¤i anlam taflmas›ndan kaynaklan›yor. Fark›nda olmadan, bu savafl›n temiz olmad›¤›n› gösteriyorlar. Filmde a¤lad›n›z m›? Çelenk: Filmlerde çok kolay a¤lar›m. Bu kadar kan, ölüm ve duygusall›¤›n oldu¤u “Nefes”te ise hiç a¤lamad›m. K›flanak: Ben de a¤lamad›m. Bu, filmin baflar›s›zl›¤› m›? Çelenk: Asl›nda filmde a¤latmak hiç zor de¤il. Bence bu film özellikle a¤latm›yor, ki bu da iyi bir fley. K›flanak: Filmin a¤latamamas›, baflar›s›zl›¤›n› gösteriyor. Komutan›n ilk sahnedeki ajitasyonu, sevgilisinin ölüm haberini almamak için kap›y› kilitlemesi... Çelenk: A¤latmay› baflaramamak duru-
Filmde sürekli askerlere “uyursan ölürsün” deniyor. Ama asl›nda zaten uykuya devam edememe hali var. Uykunun kâbuslarla bölündü¤ü bir atmosfer var. Milliyetçi uyku zaten sürdürülemiyor. Film bunu itiraf ediyor. mu oldu¤unu düflünmüyorum. Filmde öyle bir niyet yok bence. Hikâyeyi a¤latarak bitirmek, tüketmek istemiyor yönetmen. ‹zleyiciyi kendi rahats›zl›¤› ile bafl bafla b›rakmak istiyor. Rahatlatm›yor yani. Bu nedenle olumlu bir fley bu. Arslan: Filmden ç›kan insanlara dikkat ettim, inan›lmaz bir sessizlik hâkim. Kimse rahatlayarak filmden ç›km›yor. K›flanak: Milliyetçilik, militarizm ve cinsiyetçilik, filmin pek çok yerine yay›lm›fl. Asker ölümlerini veren spikerlere “boyal› kar›” deniyor... Çelenk: Komutan PKK’l› kad›n›n bo¤az›n› s›karken, arkadaki televizyonda da güzellik yar›flmas› yap›l›yor. Astte¤men doktor, komutandan televizyonu kapatmas›n› istiyor, ameliyata adapte olamad›¤›n› söylüyor. Komutan onun da bo¤az›n› s›k›p yere yat›r›yor. “Kahraman asker” imaj›n›n yerle bir edilmesini nas›l yorumluyorsunuz? Çelenk: Askerlerin hiçbirinde “vatan sa¤olsun” duygusu yok. Acayip bir kay›ts›zl›k, bir an önce eve dönme iste¤i d›fl›nda hiçbir duygu yok. “Vatan sa¤olsun”un yalan taraf› orada ortaya ç›k›yor. Hiçbir anne o¤lunu askere gönderirken flehit olma ihtimali karfl›s›nda gerçek bir samimiyetle “vatan sa¤olsun” diyemez. Sadece, evlad› flehit olmufl olan anneler söyleyebilir bunu, elinde kalan tek teselli odur çünkü. Böylece kayb›na bir anlam atfeder. Askerlerin de 25 y›la yay›lm›fl bir savaflta “vatan
sa¤olsun”u kararl›l›k ve çeliflkisizlikle söyleyebileceklerine inanm›yorum. Arslan: Filmin bafllar›nda bir asker komutan›na yalvar›yor; “sivilde kimse beni iplemiyor, çat›flma bölgesine götürün de dönünce anlataca¤›m bir hikâyem olsun” diyor. Vatan için de¤il de, anlatacak bir hikâye için, önemsenmek için operasyona gitmek istiyor. K›flanak: Hiçbir askerde “ben kahraman Türk askeriyim” hissiyat› olmamas› benim de dikkatimi çekti. Filmde savafl elefltirisi yap›ld›¤›n› düflünüyor musunuz? Çelenk: Bir Mozambikli izleseydim, “savafl kötüdür” mesaj› alm›fl olurdum. Ancak “özel olarak bu savafl kötüdür” gibi bir mesaj› yok filmin. Tek tek mesajlar›n yorumundan ziyade, bir bütün olarak filmden nas›l birr sonuç ç›kar›yorsunuz? Arslan: Y›ld›z› düflmüfl bir ideoloji. Bu ideoloji bir enkaz yaratm›fl durumda. “Uyursan ölürsün” laf› önemli, ama tersinden okunmal› galiba. Nazilerin slogan› “Almanya uyan!”d›. Adorno bu slogan› tersinden okumay› öneriyor: “Uykuya devam!” Filmde de sürekli “uyuma” deniyor, askerlere “uyursan ölürsün” deniyor. Ama asl›nda zaten uykuya devam edememe hali var. Uykunun kâbuslarla bölündü¤ü bir atmosfer var. Milliyetçi uyku zaten sürdürülemiyor. Film bunu itiraf ediyor. Astte¤men doktor, komutan›na “dün gece uyuyamad›m” diyor. Sevgilisi taraf›ndan terk edilen asker uykudayken bir anda gözlerini aç›yor. Yani bütün bu savafl süreci, milliyetçi histeri “huzurlu” bir uykuysa flayet, o uyku art›k devam edemiyor. Ayr›ca fluna da dikkat çekmek istiyorum: Extramücadele’nin milliyetçi grafiklerle alay etti¤i iki çal›flmas›yla “Nefes”teki birkaç mesaj birbirine çok benziyor. Filmin afiflinde, hilâlin üzerindeki y›ld›z dökülüyor. Extramücadele’nin “Bir Millet Uyan›yor” çal›flmas›yla neredeyse ayn›. Yine Extramücadele’nin “Bir Gün Öldürecek Kimse Kalmay›nca” çal›flmas›ndaki y›rt›k bayra¤›n alt›nda oturan asker görüntüsüyle “Nefes”teki y›rt›k bayrak ve alt›nda oturan asker karesi t›pat›p ayn›. Çelenk: ‹smet Berkan baflyap›t demifl, okuyunca inanamad›m. Sinemayla özel bir iliflkisi olmad›¤› çok belli. Arslan: “Nefes” iyi bir sinema örne¤i olarak de¤erlendirilemez bana kal›rsa. K›flanak: Tam bir “aç›l›m” filmi oldu¤unu düflünüyorum. Her karesine, mutlaka siyasî bir mesaj yüklenmek için çok çaba sarf edilmifl. Semboller ve kliflelerle dolu. “Art›k eskisi gibi gitmiyor” diyen, gelinen noktay› pek içine sindirmeden, çözüm yolu da önermeyen bir film. Arslan: Milliyetçilerin filme yapt›¤› bir elefltiri daha var: “Ne bu, karfl›m›zdaki Amerikan askeri mi, bu kadar büyük bir savafl m› oldu?” Dolay›s›yla, film yaflad›¤›m›z fleyin patolojileriyle, bunal›mlar›yla büyük bir savafl oldu¤unu ortaya koyuyor. Ama, Gülten han›m›n dedi¤i gibi, bu savafl›n sebepleri irdelenmiyor.
Söylefli: ‹rfan Aktan
la gitmeyece¤i mesaj› var, peki ama nas›l olmal›? Buna dair ipucu yok. Çünkü yeni oluflturulacak çözüm yolunu da resmî ideolojiye göre flekillendirme hevesi var devletin. O yüzden ne hükümet ne de ordu savafl›n sebeplerini dillendiriyor. Fakat Kürtler ne istediklerini çok iyi biliyor. Sorunun bir güvenlik sorunu de¤il, hak ve özgürlük sorunu oldu¤unun fark›ndalar. Dolay›s›yla devletin yeni konseptinin hak ve özgürlük alan›n› geniflletme yönünde olmamas›, bizi yeni ç›kmazlara sürükleyebilir. PKK komutan›n›n doktor olmas›, birr çapulcu veya cahil köylü olarak resmedilmemesi önemli de¤il mi? K›flanak: Psikolojik savafl söylemi da¤a ç›kanlar›n cahillerden, iflsiz ve çaresizlerden olufltu¤unu vurguluyordu. Filmde, bunun aksine, gerilla komutan›n›n bir doktor olmas›, belki de Kürt sorununa iflaret eden bir imge olarak düflünülmüfl olabilir. Çelenk: Filme köpüren çok fazla milliyetçi var. Karakol komutan›n›n çat›flma süresince d›flar› hiç ç›kmamas›, karakola sinip kalmas› da büyük tepki yaratm›fl. K›flanak: 1990’larda asker sürekli operasyon halindeydi, özellikle bahar ve yaz aylar›nda yüz binlerce asker, sürekli arazide operasyon halinde olur, köy bask›nlar› düzenlerdi. Filmde ise askerler karakolda bekliyor, PKK’liler sald›r› düzenliyor. Askerin savunma pozisyonunda oldu¤u ima ediliyor. Sizce devlet neden Silopi’deki görüntülere o kadar tepki gösterdi? K›flanak: Bence t›pk› bu filmin baz› yerlerinde oldu¤u gibi, orada da devletin hükmedemedi¤i bir anlam kaymas› yafland›. Devlet bu insanlar›n sessiz sedas›z inip evlerine dönmesini bekliyordu. Devletin mant›¤› fluydu: Biz tutuklamazsak, gruplar halinde gelip evlerine dönecekler. Ee, bu insanlar zaten evlerindeydi. Devlet neye güvendi de Silopi’deki görüntülerin yaflanmayaca¤›n› düflündü, anlam›yorum. O insanlar, gerilla k›yafeti yerine sivil k›yafet giyse, dönüp evlerine gitse, bunun ne gibi bir politik de¤eri olacakt› ki! Gerillan›n k›yafetleriyle gelmesinin ve demokratik siyaset kanallar›n›n aç›lmas› halinde silah kullanman›n anlams›z oldu¤unu vurgulayan deklarasyonu yay›nlamas›n›n, “bar›fla haz›r›z” demesinin politik bir sonucu var. E¤er bu savafl›n bitmesini istiyorsak, o insanlar›n kendi k›yafetleriyle gelmesi süreci geriletmemeli, ilerletmeli. Çünkü simgesel olarak gerilla k›yafetiyle geliyor ve sonra sivil k›yafetler giyiyor. Bak›n, kendili¤inden örgütten ayr›larak gelip teslim olanlar da var. Onlar evlerine gidiyor, ama çözümün tart›fl›lmas›na vesile olmuyorlar. Devletin son aç›klamas›na göre 620 kifli gelip teslim olmufl. Peki, bu bir politik sonuç do¤urdu mu? Bar›fla ve çözüme bir katk› sa¤lad› m›? “Nefes”te de Doktor’a diyor ki, “gel, evine git”. Ee, o evine gitti¤inde sen de konuyu kapatacak m›s›n, yoksa bir daha kimse da¤a ç›kmas›n diye çözümü mü sa¤layacaks›n? “Nefes”in çözüm öngörmeyen anlat›s›,
Foto¤raflar: Gülflin fl Ketenci / NarPhotos
NUSAYB‹N BELED‹YE BAfiKANI AYfiE GÖKKAN’LA KADIN FEST‹VAL‹ VE ÖTES‹
Nusaybin modeli Baflka türlü bir Türkiye isteyenler, buyrun Nusaybin’e. Express 23-25 Ekim’de oradayd›, Demokratik Özgür Kad›n Hareketi’nin bu sene Nusaybin’de düzenledi¤i –geçen seneki Silvan’dayd›– Kad›n Festivali’nin davetlisi olarak. Gördüklerimiz bir yana, belediye baflkan› bafl a Ayfle yfle Gö Gökkan’dan a da d dinlediklerimiz, ed e , buy buyrun u “Nusaybin usayb modeli”ne ode dedirtiyor. Yüzde 82.4 oyla Nusaybin belediye baflkan› seçilerek toplam 2948 belediye baflkan› içindeki 27 kad›ndan biri oldunuz. Bir kad›n olarak, üstelik bu kadar yüksek bir oy oran›yla seçilmifl olman›z› nas›l yorumluyorsunuz? Ayfle Gökkan: Nusaybin’de bundan elli y›l önce üç kad›n muhtar vard›. 1950’lerin ortas›nda Midyat’›n belediye baflkan› kad›nd›. Buralarda kad›nlar siyasî yaflama uzak de¤il. Bunda çok-kültürlü bir toplumda yaflaman›n da etkisi olmal›. HEP, DEP, HADEP, DEHAP sürecinde de kad›nlar parti üyesi oluyor, yönetimlerde, mahalle komisyonlar›nda yer al›yordu. Siyasî faaliyetlerde, eylemlerde öncülük eden çok kad›n var. 1992 Newroz’unda 70 yafl›ndaki kad›ndan tutun 12 yafl›ndaki çocu¤a, onlarca kifli panzerlerin alt›nda ezildi; yani tüm toplum yaflam›n ve siyasetin içinde, dolay›s›yla da potansiyel suçlu olarak görülüyor. Bu “suçun” içinde yer alan kad›n da do¤al olarak sorguluyor, sorgulad›kça tepkisini gösteriyor, tepkisini gösterdikçe politiklefliyor. Gerillan›n da çok etkisi var. Gözalt›na al›nmak, taciz, gözalt›ndaki bask›lar da¤lar› kad›nlara aç›yor, kad›nlar oraya gidince onlar›n etkisi buraya yans›yor. Da¤a ç›kan kad›n buraya bir moral veriyor. Kendine güvenmenin morali bu. Nusaybin’de, kad›nlar belediye meclisi üyeliklerinde, yard›mc›l›klar›nda yer alm›fllar, vekâleten belediye baflkanl›¤› yapm›fllard›. Dolay›s›yla, “Nusaybin’de kad›n belediye baflkan›” ola¤anüstü bir durum de¤il.
DTP’nin kad›n kotas› uygulamas›n›n da bunda etkisi var herhalde... Kad›n kotas› etkili tabii. Bu oran HADEP döneminde yüzde 25, DEHAP’ta yüzde 33’tü. DTP’ye geldi¤imizde yüzde 40’a ç›kt›. Kad›n kotas› milletvekilli¤inde de uyguland› ve art›k gelenek haline geldi¤i Ayfle Gökkan
için “kota olsun-olmas›n” tart›flmalar› pek yaflanmad›. Kota, kad›nlar› sorumluluk almaya yöneltiyor, sorumluluk alan kad›nlar di¤er kad›nlara karfl› daha duyarl› hale geliyor. Belediye baflkan›n›n kad›n olmas› toplumsal iliflkilerde ne gibi farkl›l›klarr yarat›yor? Öncelikle, kad›nlar daha çok sorumluluk üstleniyor. Mesela, seçim döneminde neredeyse tüm propaganday› kad›nlar üstlendi, broflürleri kad›nlar da¤›tt›, afifllemeleri kad›nlar yapt›, mitingleri kad›nlar organize etti. Seçim sonras›nda tabii ki belediye baflkan› genelden sorumludur. Ama baflkan kad›n olunca kad›nlar daha rahat davran›yor. Politik kad›nlarda zaten problem yoktu, ama flimdi her kesimden kad›nlar çok rahat iletiflim kuruyor, isteklerini daha rahat belirtiyor. Tabii bazen “baflkan bey”, “reis bey” gibi söylemler de oluyor. Y›llarca “baflkan bey” diyen orta yafl›n üstü müdürler “baflkan bey” diyor. (gülüyor) Eskiden, soka¤› için, kanalizasyonu için erkekler toplan›p gelirken flimdi kad›nlar geliyor. Kad›na yönelik fliddet konusunda daha rahat gelip flikâyette bulunuyorlar. Yard›m talebinde bulundu¤unda karfl›s›nda kad›n›n olmas› önemli oluyor, çünkü özellikle de yoksulluk söz konusu oldu¤unda kad›nlar taleplerini direkt söyleyemiyor. Kad›n›n kad›n› sahiplenmesi duygusu daha geliflmifl. Belediyenin mahalle çal›flmalar›na gidildi¤inde, kad›nlar hemen toplan›r, kucaklar, öper, s›cak bir iliflki kurar. Daha önce de talepler belirtiliyordu, ama yerine gelmedi¤inde, sorgulama pek yap›lm›yordu. Bu sefer sorunu bildiriyor ve takipçisi oluyorlar; sosyal sorunlara da müdahil oluyorlar. Belediye hizmetlerinin Kürtçe de veriliyor olmas› kad›nlar›n iliflki kurmas›n› kolaylaflt›r›yor, öyle de¤il mi? Belediyede rahatça Kürtçe konufluluyor. Anonslar› Kürtçe ve Türkçe yap›yoruz. Hizmetleri Kürtçe verdi¤imiz için bir sahiplenme de oluyor. Mesela daha önceleri çöp kutular› hep al›n›rd›, flimdi kutular›n üstünde Kürtçe yazd›¤› için daha çok korunuyor, kendisine ait hissediyor insanlar. Festivalin aç›l›fl›nda s›n›rdaki telörgülere dört dilde dövizler asmak anlaml› oldu. Süryani bir kad›n “ilk kez bana bir davetiye geldi, çok heyecanland›m” diyor. Süryaniler flehir merkezinde yaflam›yor art›k, köylerde yafl›yorlar, Yezidiler de öyle, merkezde Yezidilerin yaflad›¤› üç-befl ev kald›. Etnik kimlik fliddetini en çok yaflayanlardan›z. Hem kad›n olman›n hem de Süryani, Arap, Yezidi olman›n zorluklar›n› biliriz. Çok-kültürlülü¤ü canland›rmak, yaflama katmak bu nedenle biz kad›nlar için çok önemlidir. Nusaybin’de do¤rudan kad›nlarla ilgili sorunlar neler; bu konularda neler yap›yorsunuz? Kad›n›n maruz kald›¤› fliddet çok derin bir sorun. Bunun yükünü hafifletmek için kad›n evi aç›ld›. Asl›nda kad›n›n kendi sorunlar›n› tart›fl›p çözme ve e¤itim evi demek daha do¤ru olur. Kad›n festivalleriyle, kültür-sanatla, atölye çal›flmalar›yla görünmez olan› görünür k›l-
19
maya, fark›ndal›k yaratmaya çal›fl›yoruz. Belediyede kad›n sorunlar›na iliflkin özel bütçe oluflturma çal›flmalar› var, kad›n komisyonu kuruldu, eflitlik komisyonu oluflturuldu. Stratejik planda ayr› bir kad›n bölümü oluflturuldu. Stratejik planla ilgili anketlerde görüflülenlerin yüzde 50’sinin kad›n olmas›na dikkat edildi. Kad›nlar için ne yap›lmas› isteniyor sorusuna, “maruz kald›¤› fliddetin engellenmesi” cevab› ç›kt›. Ayr›ca, iki efllilik önemli bir sorun. Buras› DTP’nin yüzde 82.4 oy ald›¤› bir yer. DTP iki eflli olan› partiden ihraç eder. Bu nedenle, iki efllilik k›smen engellendi. Art›k erkekler ikinci efli Suriye’den getiriyor, çünkü buradaki kad›nlar ikinci efl olmay› kabul etmiyor. Bu sorun da kad›n baflkan olunca daha kolay dile getiriliyor ve çözüm isteniyor. Erkeklerden cinsiyetçi tepkiler geldi¤i olmuyor mu? Baflkan kad›n olunca erkeklerin de daha rahat davrand›¤›n› düflünüyorum. “Kad›nd›r iflte” diye düflünüyorlar herhalde. (gülüyor) Baflkan erkek oldu¤unda, onu bir otorite olarak görüyorlar, baflkan kad›n olunca o otorite ortadan kalk›yor, sorunlar›n› daha rahat ifade ediyorlar. Bu da olumlu bir fley. Çünkü erkek sadece kad›n üzerinde egemenlik kurmuyor, kendinden güçsüz sayd›¤› bir kesim erke¤i ve gençleri de iradesizlefltiriyor. Kad›n, iradesi k›r›lm›fl, kendini ifade edemeyen erke¤in de kendini daha rahat ifade etmesine yol aç›yor. Kad›n festivali fikri nas›l do¤du, nas›l gelifltirildi? Türkiye genelinde sanatla u¤raflan kad›nlar›n, mücadele içinde bulunmufl, yaflam›n› kaybetmifl kad›nlar›n an›s›na yap›lan bir festival bu. Her y›l farkl› bir yerde yap›l›r ve organizasyonu benim de içinde bulundu¤um Demokratik Özgür Kad›n Hareketi (DÖKH) üstlenir. Her y›l bir kad›na ithaf edilir, bu y›l Mizgîn’e ithaf edildi. Mizgîn, müzikle u¤raflan, ayn› zamanda kad›n mücadelesinde yaflam›n› yitirmifl bir kad›nd›. Geçen y›lki festivalse yine
20
“Festivalin bafllama noktas›n›n s›n›r olmas› ayr› bir anlam kat›yordu, çünkü burada s›n›rdan ötürü çok ma¤duriyet yaflan›yor. Nusaybin’de 1500 engelli var; ço¤u may›ndan dolay› sakatlanmalar. Kad›n üzerindeki fliddetle ilgili, politik, toplumsal taleplerin yaz›ld›¤› dövizlerin s›n›ra as›lmas› çok anlaml›yd›.”
müzikle u¤raflan bir kad›n olan Delila an›s›na yap›lm›flt›. Bu y›l festival çok heyecanl› geçti, Bar›fl Grubu’nun buradan geçmesinin heyecan› da yans›d›. Tüm sanatç›lar›n kad›n olmas›, tüm etkinliklerin kad›nlar taraf›ndan organize edilmesi, kat›l›mda kad›n oran›n›n çok yüksek olmas› ilgiyle karfl›land›. Müzikten folklora, tiyatrodan sinemaya, foto¤rafa, sanat›n de¤iflik dallar›nda kad›nlar› görmek, kad›n konulu paneller kad›nlara yarat›c›l›klar›n› gösterdi. Festivalin dengbejler bölümü çok ilgi çekti. Nusaybin’de cezaevlerinde çok say›da kad›n var; onlar›n yapt›¤› ebru çal›flmalar›ndan “Sessiz Ç›¤l›k” adl› bir sergi aç›ld›. Bu sergi cezaevindeki kad›nlar da aram›zdaym›fl duygusu uyand›rd›. Ceylan için uçurtma flenli¤i yap›ld›. Sadece kad›nlar›n yer ald›¤› bir tiyatro fikri ortaya ç›kt›. Daha önce yazarl›k atölyesi açm›flt›k, 53 kifli baflvurmufltu, 26’s› kad›nd›. Sonuçta, büyük bir ilgi, istek, heyecan, coflku var. Buras› sanat konusunda eskiden daha geliflkin-
Burada tüm toplum yaaflam›n ve siyasetin içinde, dolay›s›yla da potansiyel suçlu olarak görülüyor. Bu “suçun” içinde yer alan kad›n da do¤al olarak sorguluyor, sorgulad›kça tepkisini gösteriyor, tepkisini gösterdikçe politiklefliyor. di, mesela 1960’larda aç›khava sinemalar› vard›. 12 Eylül’le birlikte, her yerde oldu¤u gibi, burada da sanat ortam› ortadan kalkt›. fiimdi yeniden bir canlanma yaflan›yor. Festivalin bafllama noktas›n›n s›n›r olmas› da ayr› bir anlam kat›yordu, çünkü burada s›n›rdan ötürü çok fazla ma¤duriyet yaflan›yor. Nusaybin’de 1500 engelli var; ço¤u may›ndan dolay› sakatlanmalar. Kad›n üzerindeki fliddetle ilgili, politik, toplumsal taleplerin yaz›ld›¤› dövizlerin s›n›ra as›lmas› çok anlaml›yd›. Arapça burada konuflulan bir dil olmas›na ra¤men, en fazla flaflk›nl›kla karfl›lanan Arapça dövizlerdi, çünkü Arapçaya hep dinî bir anlam yüklenmifl. Süryanice dövizler de vard›. Herkes “Süryani alfa-
besi böyle mi?” diye soruyordu. Uzun y›llar buralarda sosyal yaflam›n içinde olan kültürler beyinlerden silinmifl. “Festivale, Bar›fl Grubu’nun buradan geçmesinin de heyecan› yans›d›” dediniz. Bar›fl Grubu Nusaybinliler için ne ifade ediyor? Nusaybin bu savaflta çok ac› yaflayan bir yer. Hemen her ailede bir faili meçhul cinayet var. Neredeyse her aileden bir kifli cezaevinde, neredeyse her aileden bir kifli da¤da. Buran›n halk› hep ac›yla karfl›laflm›fl, hep cenaze karfl›lam›fl. Bar›fl Grubu’ndakilere herkes gelen amcas›, day›s›, ablas›, teyzesi, halas›, kardefliymifl gibi, o sevgiyle bakt›. Kendi yak›nlar›na ulaflmak için onlar› karfl›lamaya gitti herkes. Sanki karfl›lamaya giderse, kendi yak›n› da bir süre sonra gelecekmifl gibi ya da büyüyen çocuklar›n savafla gitmeyece¤inin garantisi olacak gibi... Bar›fl Grubu Mahmur’dan yola ç›kt›¤›nda herkes ‹pek Yolu’na ç›km›flt›. Üç gün üç gece tüm kent ayaktayd›. Sabaha karfl› yafll› bir ana bana sar›l›p diyor ki “buradan geçerlerken, sen onlar› durduracaks›n, ben onlara sar›laca¤›m, de¤il mi?” Onlara dokunmak, kendi çocu¤una ve bar›fla dokunmak gibi. Hep cenazeleri karfl›lam›fl, ilk kez canl› olarak geleni karfl›layacak. Her aile kendi çocu¤unu ve bar›fl› kucaklad›¤›n› hayal ediyor. O heyecan› tarif etmek, o duygular› anlatabilmek çok zor. O nedenle, devlet, hükümet, yarg›, hepsi bunu do¤ru görmeli. Karfl›lamalara “flov” denmesine ne diyorsunuz? Bu karfl›lamay› kimse organize etmedi ki. Kimsenin gücü yetmezdi zaten böyle bir organizasyona. Buralarda Newrozlar, 1 Eylül ve 8 Mart mitingleri de çok coflkulu geçer. Onlar organizedir, haftalar öncesinden haz›rl›klar yap›l›r, bildiriler da¤›t›l›r. Ama bugüne kadar hiçbirinde böyle bir coflku, böyle bir kat›l›m olmam›flt›. Bunu baflka bir olay olarak de¤erlendirmek lâz›m: ‹nsanlar›n otuz y›ll›k ac›lar›n›n, üzüntülerinin bir umuda dönüflmesi. “Ya geçerler de görmezsem” korkusuyla, bar›fl› kaç›rman›n korkusuyla üç gün üst üste sokakta yatanlar vard›. Herkesin beklentisi, di¤erlerinin de gelmesi ve savafl›n durmas›yd›. Sak›n bir taflk›nl›k olmas›n, yoksa gelifller engellenir diye “sakin olun” diye uyaranlar vard›. Grup sabah›n üç buçu¤unda vard› Nusaybin’e, o saate kadar herkes ‹pek Yolu’nda bekledi. ‹pek Yolu, ‹pek Yolu olal› böyle karfl›lama görmemifltir. Bu halk›n sevincinin, coflkusunun ne anlama geldi¤ini, neyi talep etti¤ini do¤ru okumak lâz›m. Kürt kad›n hareketinin geliflimini, geldi¤i noktay› nas›l de¤erlendiriyorsunuz? Biz uzun y›llar, yo¤un çat›flmalar›n oldu¤u dönemlerde her alanda mücadele ettik. Özgün kad›n örgütlenmesi olmasa da, kad›nlar›n siyasal etkinliklerde yer almas›n›n önemi biliniyordu. Hasan Cemal flöyle diyor: “PKK Diyarbak›r cezaevinde kazand›, oysa Diyarbak›r cezaevinin önünde kad›nlar eylem yapt›.” Bundan çok söz edilmez. Kad›nlar günlerce
ye’deki kad›nlar bunu önemli bir geliflme olarak görmede çok yak›nl›k göstermedi. Tabii ki bütün kad›nlar için söylemiyorum. Dayan›flma içinde oldu¤umuz, birlikte ciddi çabalar sarfetti¤imiz kad›nlar da vard›, ama “bat›l› kad›n - do¤ulu kad›n” ayr›m›yla bakan kad›nlar a¤›rl›ktayd›. Mesela, büyük kentlerde metres hayat› s›k görülürken, küçük yerlerde kuma daha fazla. Metres konusunda hiçbir çal›flma yap›lmam›flt›r, ama çantay› s›rtlayan, gidip kumayla ilgili araflt›rma yapar, buna da Kürt toplumuna özgüymüfl gibi bakar. Mesela, topra¤a dayal› yaflamda toprak bölünmesin diye evlilikler yap›l›r, bat›da da flirketler parçalanmas›n
Benim anadilde kendimi ifade edemiyorr olmam›n bir fliddet oldu¤unu görmeyen bir bat›l› kad›n bilinnci var. Anadilin kullan›lamamas› kad›n üzerinde bir flidddettir, psikolojik bask›d›r. S›rf Kürtçe konufltu¤um için bir sürü dava aç›ld›. diye yap›l›r. ‹stanbul’da da kad›nlar öldürülür; onlar aflk, k›skançl›k, flört cinayetleri olur, buradakiler töre, namus cinayeti. Asl›nda bu, kad›n sorununun k›l›ff de¤ifltirerek baflka bir isimle devam etti¤ini görmeyen oryantalist bir bak›flt›r. Bu da do¤al olarak iletiflimi kopar›yor. Nas›l erkek kad›n›, baflar›s›n›, yarat›c›l›¤›n› görmez, yok sayar; bat›l› kad›n da buradaki geliflmeyi küçümseyen bir yaklafl›mdayd›. Bir de eylem ve etkinliklerde mutlaka Kürt kad›nlar› olmal› düflüncesi vard›; onlar olmazsa eylem kitleselleflmez diye. Erkekler de bize öyle yap›yordu. Onlar da etkinliklerde kitleselleflmeyi Kürt kad›nlar› sa¤lar diye düflünüyordu. “Örgütlemede kad›n her kap›y› açar” diyorlard›. Kad›nlar sadece “kap›y› açmak” içindi. Bizim içimizdeki demokrat erkekler bize nas›l egemen bir bak›flla yaklafl›yorsa, bat›l› kad›nlar da öyle yaklafl›yordu. Mesela, benim anadilde kendimi ifade edemiyor olmam›n bir fliddet oldu¤unu görmeyen bir bat›l› kad›n bilinci var.
Anadilin kullan›lamamas› kad›n üzerinde bir fliddettir, psikolojik bask›d›r. S›rff Kürtçe konufltu¤um için bana bir sürü dava aç›ld›. Duygu dili olarak, sosyal yaflam dili olarak kendimi Kürtçe daha rahat ifade etti¤im ve seçmen de Kürtçeye daha hâkim oldu¤u için Kürtçe konufltum. fiimdi Kürtçe konuflmaktan sab›kal›y›m. Bir insan›n anadilini konuflmaktan sab›kal› olmas› büyük bir fliddettir. Ama baz› kad›nlar bu sorunu dile getirdi¤imizde “ulusal mücadele veriyorsunuz, bu kad›n sorunu de¤ildir” diye yorumlad›lar. Yaflanan tecrübeler itibariyle belki de, Türkiyeli kad›nlarla aram›zda önemli bir farkl›l›k daha var. Biz iktidar› çok daha fazla sorguluyoruz. Mesela, belediye baflkanl›¤›na iktidara gelmek olarak bak›l›yor. Biz bu konumu sorguluyoruz, nas›l bir kad›n bak›fl aç›s› yarat›laca¤›n› tart›fl›yoruz. Silahlar›n susmas›, bar›fl›n gelmesi kad›n hareketini nas›l etkiler? Kad›n üzerinde iki egemen dinamik var, biri devlet, di¤eri erkek. Kürt sorunu çözüldü¤ünde kad›n sorunu çözülmüfl olmayacak. Ama kad›nlar ba¤›ms›z örgütleniyor, sorunlar›n›n çözümleri için kafa yoruyor. De¤iflim çok h›zl›. Ama toplumlar›n tarihine bak›ld›¤›nda, ulusal taleplerde, demokratik taleplerde, s›n›fsal taleplerde belirli noktalara gelinse de cinsiyetle ilgili taleplerin çok daha geri kald›¤›n› görüyoruz. Er ya da geç, Kürt sorunu çözülecektir, ama kad›n sorunu farkl› k›l›flarla devam edecek. Kürt sorunu çözüldü¤ünde, Türkiye’de önemli bir kad›n dinami¤inin yakalanaca¤›n› düflünüyorum. Kad›n sorunu alan›nda mücade veren kad›nlar, art›k Van’daki, Hakkâri’deki, Batman’daki kad›nlar›n durumunu iyi biliyor. Ama örne¤in, Yozgat’taki, Çorum’daki kad›n›n nas›l yaflad›¤›n› bilmiyoruz. Önümüzdeki dönem bunlar› tart›flaca¤›z, deneyimlerimizi birlefltirece¤iz.
Dosya: Bedenimizz bizimdir Cinsellik, do¤urganl›k, görüntü “Vajinismus”,, “Simone de Beauvoir’›n cinselli¤e daair düflündürdükleri”, “Nas›l fley ediyorsun nuz?” ve baflka yaz›larr... “Eviçi hizmetlerde çal›flan göçmen kad›nlaar” “Kad›nlar› ‘gören’ politikalar›yla IMF ve DB” “Travesti cezalar›n›n ekonomi politi¤i” “Berçelan’da kad›nlar” “Hangi tecavüz? Esmeray’›n son oyunu” Ve her say›da oldu¤u gibi, yuvarlak masa, “hiç flafl›rmad›k”, bellek, kitap tan›t›m›, “nas›l feminist oldum?” köfleleri...
Söylefli: Gülflin fl Ketenci
cezaevi kap›s›nda protestolar yapt›lar, cezaevindeki açl›k grevlerine destek verdiler. Metropollerdeki birçok kad›n bu direnifli fark etmiyordu. ‘90’larda, faili meçhul cinayetler, köy boflaltmalar, gözalt›lar, süresiz iflkence, tüm bunlar arada bir duvar örüyordu. Bu arada, Kürt kad›nlar› örgütlendi, kendi sorunlar›yla u¤rafl›rken politikleflti; erkekegemen zihniyetle, devletle, yoldafl olarak bildi¤i erkekle yo¤un bir mücadele verdi. Kad›nlar› eve geri götüren anlay›fllar örgüt içinde de yaflanabiliyordu. Erkekegemen zihniyet, örgüt içinde ilk kad›na müdahale ediyordu. Kad›nlar ba¤›ms›z örgütlendiler, müdahaleye u¤rad›kça tepkilerini yükselttiler. Ataerkil toplum flunu farketti: Kendisinden büyük bir güç var ve o güç karfl›s›nda kad›n› koruyam›yor. Ataerkil zihniyette, “kad›n› koruyabilirim” düflüncesi vard›, özgüven fazlayd›. Ama bu sefer karfl›s›nda korkunç bir devlet gücü vard› ve hem erke¤e hem kad›na sald›r›yordu. Devletin yap›s› da ataerkil oldu¤u için, erkekler gözalt›na al›nd›¤›nda “konuflmazsan eflini, k›z›n›, k›zkardeflini getiririm” denirdi. Erkekler kendilerinden daha sald›rgan olan bu büyük güç karfl›s›nda kad›n› koruyamayaca¤›n› böyle anlad›. “Art›k ben seni koruyam›yorum, git kendini da¤larda koru” dedi. 1999’da önemli bir geliflme oldu: Kürt hareketinin üzerinde kara bulutlar›n dolaflt›¤› korkunç bir dönemdi. Kad›nlar h›zla bar›fl için örgütlendiler. Bar›fl analar› inisiyatifi olufltu. “Metropollerdeki birçok kad›n direnifli farketmiyordu” dediniz. Feminist hareketin Kürt kad›n hareketiyle iliflkisini nas›l görüyorsunuz? Kürt kad›nlar› kad›n kimli¤inden ve etnik kimli¤inden dolay› üzerinde hem devlet bask›s›n›n hem de ataerkil toplum bask›s›n›n oldu¤unun fark›na varm›flt›. Ve örgütlenmeye çal›flt›. “Örgütlü olamazsan özgür olmazs›n, örgütlenmezsen baflaramazs›n” deniyordu. Ama Türki-
“HRANT ‹Ç‹N ADALET NÖBET‹” TUTANLARIN GÖZÜYLE “ERMEN‹ AÇILIMI” VE TÜRK‹YE’DE ERMEN‹ OLMAK
Türkiye Türklerin de¤il, Türkiyelilerindir O dört günde ne çok fley oldu: 10 Ekim'de Gül’le Sarkisyan “yumuflama protokolü”nü imzalad›, 12 Ekim’de Hrant Dink cinayeti davas›n›n 11. duruflmas› yap›ld›, 14 Ekim’de de Türkiye-Ermenistan maç› oynand›. Bütün bunlar Türkiyeli Ermenilerde nas›l yank›land›? “Hrant için adalet nöbeti” tutan Sayat Tekir, Tabita Toparlak ve Niflan Güreh’e kulak veriyoruz. öldürece¤im” gibi korkunç tehditlerini gördük. Dink cinayetinin gündemde kalmas› için çeflitli gruplar önemli etkinlikler yapt›, bunlara da kat›ld›k. ‹nsanlar›n bu davaya duyarl›l›¤›n› art›rmam›z gerekiyor. 10 Ekim cumartesi akflam› Taksim meydan›nda “uzat›n elinizi, kald›ral›m Hrant’› yatt›¤› kald›r›mdan” pankart›yla bir eylem gerçeklefltirdik. Duruflma günü ise iskele meydan›ndaki eyleme kat›ld›ktan sonra, adalet talebimizin peflini b›rakmayaca¤›m›z› belirtmek için tiflörtlerimizle “adalet nöbeti” tuttuk. Davan›n
Foto¤raf: fiahan Nuho¤lu
Hrant Dink cinayeti davas›n›n 11. duruflmas›nda, “Hrant için adalet nöbeti” yaz›l› siyah tiflörtlerle oturum sonuna kadar mahkemenin önünde 25-30 kiflilik bir grup olarak beklediniz. Bu dava size ne ifade ediyor? Sayat Tekir: Hrant Dink davas›nda sadece tetikçiler yarg›lan›yor, azmettiriciler ve cinayetin ifllenece¤ini bildikleri halde önlem almayan kamu görevlileri hakk›nda yarg› yolu aç›lm›fl de¤il. Katil zanl›lar›n›n Hrant Dink’in kardefline “befl y›l sonra nas›l olsa ç›kaca¤›m, bu sefer seni
Sayat Tekir, Niflan Güreh ve Tabita Toparlak
sonucuna dair umudumuz giderek azal›yor, ama orada olmak önemliydi. O grupta sadece Ermeniler yoktu. Farkl› etnik kesimlerden insanlar bir aradayd›. En önemlisi, birbirimizin ac›lar›n› paylaflmak. Üzerinizdeki tiflörtlerle kendinizi görünür k›lman›zla, sesinizi yükseltmenizle bu cinayetin sizi sindirmedi¤ini göstermek, siyasal olarak müdahil olmak gibi, davay› takip etmenin ötesinde birr anlam› yok muydu o eylemin? Tabita Toparlak: Kesinlikle. Sayat: Farkl› etnik kesimlerden, farkl› gelir düzeylerinden insanlar›n bu davay› sahiplenmesi k›ymetli. Orada genç Ermenilerin olmas› da çok önemli –bu, bir efli¤i aflmakt›r. Hrant Dink öldürüldükten sonra Ermenilerin alana ç›kmalar›, soka¤a dökülmeleriyle önemli bir eflik atland›. Tabita: Ürün verebilmesi için bu¤day tanesinin yere düflmesi gerekir ya, Hrant Dink’in ölümü bana bunu ça¤r›flt›r›yor. Çok ac› bir olay, ama insanlar›n uyan›fl› gibi iyi bir sonuç verdi. Kendi çevremden görüyorum, Hrant Dink’in öldürülmesi Türkiye’deki halk› daha birlefltirdi. Kürdün, Alevinin, Türkün bizimle beraber olmas› çok önemli. Sadece Ermenilerin bu davaya sahip ç›kmas›n› devlet “bak›n, biz ne kadar demokratik bir toplumuz, Ermeniler ç›k›p tav›r sergileyebiliyor” diye gösterebiliyor. Ama, daha kalabal›k, daha öfkeli bir toplulu¤un bir arada durmas› bunun ötesine geçiyor.
TÜRK‹YE-ERMEN‹STAN YAKINLAfiMASI
Devletler için büyük, halklar için küçük bir ad›m rant Dink’in cenazesine Ermenistan’›
Htemsilen kat›lan dönemin D›fliflleri
bakan yard›mc›s› Arman Kirakosyan, “Türkiye’yle önkoflulsuz diplomatik iliflkiye haz›r›z” demiflti. O s›rada Ankara’n›n kulak arkas› etti¤i bu aç›klama, aradan üç y›l geçmeden gerçeklikteki karfl›l›¤›n› buldu. Birbirine küs olan iki toplum aras›ndaki kangren haline gelmifl sorunlar›n çözülmesi için yaflam› boyunca didinen Hrant Dink, her fleyden önce, Türkiye ile Ermenistan aras›nda diplomatik, ekonomik ve kültürel iliflkilerin yeniden kurularak bir normalleflme sürecine girilmesi gerekti¤ini düflünüyordu. Geçen ay Türkiye ile Ermenistan aras›nda imzalanan ve diplomatik iliflkilerin bafllat›lmas›n›, s›n›rlar›n aç›lmas›n› öngören protokoller, Sarkisyan’›n Gül’ün Erivan’a yapt›¤› ziyarete
22
cevaben millî maç› izlemek üzere Bursa’ya gelmesi ve s›n›r›n sembolik olarak aç›lmas›, bu ba¤lamda, Hrant Dink’in düflledi¤i bar›fl projesine dönük bir ad›m olarak kabul edilebilir. Bu protokoller, her iki ülkenin yasama organlar› taraf›ndan onaylanmadan ba¤lay›c› olmasalar da, harekete geçirdi¤i say›s›z dinamikle tarihsel bir dönüm noktas›na iflaret ediyor. Ancak, alternatifsizli¤in hüküm sürdü¤ü bir co¤rafyada, a¤›r bir tarihin yüküyle yafl›yoruz. Millî maç s›ras›nda kopan histeri f›rt›nas›, bugünden yar›na bir çözüm oluflmayaca¤›n› göstermeye yetti. Türk, Azerî ve Ermeni milliyetçileri Karaba¤ için soka¤a döküldü. Di¤er yanda, Ermeni diasporas›n›n içinde, Sarkisyan’› “soyk›r›m davas›na ihanet etmekle” suçlayan Taflnak milliyetçilerine karfl› bar›fl
yanl›s› bir muhalefetin olufltu¤u belirginleflti. Bütün bunlar, Ankara’n›n bu defa “önkoflulsuz” masaya oturmay› kabul etmesinden kaynaklanan flokun etkisiydi. Ermenistan, “önkoflulsuz diplomatik iliflki kurmaya haz›r oldu¤unu” 2005’ten beri dile getiriyordu. Ama Türkiye bugüne kadar diplomatik iliflkiyi ›srarla üç koflula ba¤lad›: Karaba¤ sorununun çözülmesi, soyk›r›m›n tan›nmas› çabalar›ndan vazgeçilmesi, Kars Antlaflmas›’n›n teyit edilmesi... Ahmet Davuto¤lu’nun D›fliflleri Bakanl›¤›’na gelmesiyle h›zla uygulamaya giren yeni d›fl politika anlay›fl›, “komflularla s›f›r sorun” ilkesine dayan›yor. Komflular›yla “en iyi çözümün çözümsüzlük oldu¤u” kronik sorunlar yaflamay› esas alan bir d›fl politika gelene¤inden gelen Türkiye, geçti¤imiz aylarda bunun art›k de¤iflti¤ini
uluslararas› camiaya göstermek için daha önce benzerine rastlanmam›fl bir diplomatik performans gösterdi. De¤iflimi inand›r›c› k›labilecek en önemli unsur elbette Ermenistan’d›. Öyle ya, “Ermenistan’la bile bar›flan” Türkiye, üstelik BM Güvenlik Konseyi ve NATO üyesi büyük bir ülke olarak, “bölgesine istikrar getirecek projelere” liderlik edebilirdi. Davuto¤lu’nun imzalad›¤› protokoller, götürüsünden çok getirisi olan bir hamle olarak tasarland›: 1. Karaba¤ önkoflulunu dayatmayarak Azerbaycan’la dostlu¤unu sözde “riske atan” Türkiye, Ermenistan üstündeki yapt›r›m gücünü art›rarak Karaba¤ konusunda eskisinden çok daha fazla söz sahibi oldu¤u bir konuma geldi. 2. Ermeni diasporas›n›n Türkiye aleyhine kulland›¤› soyk›r›m kart› olabildi¤ince etkisizlefltirildi. 3. Ermenis-
tan imza att›¤› protokolle Kars Antlaflmas›’nda belirlenen Türkiye’nin do¤u s›n›rlar›n› z›mnen tan›m›fl oldu. Bu süreçte Ermeni politikas›n›n aktörleri aras›nda oluflan k›r›lma dikkat çekiciydi. Diaspora Ermenileri soyk›r›m›n tan›nmas› yönündeki politikalar›n› sürdürürken, Ermenistan’da yaflayan Ermeniler önceliklerinin Karaba¤ sorunu oldu¤unu aç›kça gösterdi. En güçlü Ermeni diasporas›n›n ABD ve Fransa’da de¤il, Rusya’da bulundu¤u düflünülürse, yaflad›¤› ülkeye göre politika belirleyen diaspora Ermenilerinin aralar›nda yeni anlaflmazl›klar ç›kmas› kaç›n›lmaz görünüyor. ABD ve Fransa’daki Ermeniler küresel kapitalizme entegre olmufl Bat› yanl›s› bir anavatan düfllerken, Putin’in Avrasyac› politikalar›na destek veren Rusya diasporas› devlet kapitalizmini ve SSCB’den miras kalan bölgesel statükoyu korumaktan yana tav›r al›yor. Karaba¤’› Rusya’n›n deste¤iyle iflgal eden ve oradaki askerî varl›¤›n› Ermenistan’daki Rus üssü sayesinde sürdüren Erivan hükümetleri, Bat›’yla yak›nlafl›rken Moskova’y›
Foto¤raf: Vartan Estukyan
Niflan Güreh: Her ezilenin sadece kendi davas›n› sahiplenmesi de¤il, di¤er ezilenlerin yan›nda olmak çok önemli. As›l mesele birbirine destek olmak, dayan›flmak. Bir Ermeninin ya da bir eflcinselin kendi davas› için sesini ç›karmas›n›n ötesinde, bütün ezilmifllik durumlar›na karfl› birlikte ses ç›karabilmek önemli. Sayat: Herhalde kilit kelime “dayan›flma”. Türkiye’nin farkl› kesimleriyle birlikte Adalet ‹çin Dayan›flma inisiyatifini oluflturarak bu eylemlilik sürecini koordine ettik. Hrant Dink’in davas›n› izlemeye gelen Ermeni olmayan halklar oldu¤u gibi, cinsel kimli¤i, mezhepsel, dinsel ya da s›n›fsal farkl›l›klar› yüzünden ezilenlerin davalar›na, u¤rad›klar› adaletsizli¤e karfl› Ermenilerin de onlarla dayan›flmaya gitmeleri gerekiyor; o taraf biraz eksik kald› gibi görülüyor. Ermeni toplumu içinde, sizin kufla¤›n›zda bir politikleflme, siyasî eylemlere kat›lma, sesini yükseltme e¤ilimi görüyor musunuz? Sayat: Di¤er halklar gibi, Ermeni toplumu bu topraklar›n yerlileri oldu¤u için, tarihsel olarak ülke gündemine politik anlamda müdahil olmak istemifllerdir. Bu, 1908’de de böyleydi, 1968’de de, 1978’de de böyleydi. Ermeni toplumunun politizasyonu, Türkiye toplumunun genelinin politizasyonundan ba¤›ms›z de¤il. 1980 askerî darbesinin toplumsal muhalefeti ezmesiyle, Ermeni toplumunun siyasall›¤›nda da bir yavafllama oldu. Solun, muhalif hareketin güç kaybetmesiyle Ermeni toplumunda da muhalifler azald›. Ama, Hrant’›n katledilmesi Ermeni gençler ad›na bir politizasyon sürecini yeniden bafllatt›. Tabita: Bir uyan›fl oldu. Sayat: Asl›nda, olay s›ca¤› s›ca¤›nayken daha fazla bir bilinçlenme, harekete geçme vard›. Devam eden süreçte, tekrar eski korkular hat›rland›. Bu politizasyon sürecinin grafi¤i önce bir anda yukar›
ç›kt›, sonra biraz afla¤› düflüp yatay bir seyir izledi ve giderek düflmeye bafllad›. Ama, art›k tan›mad›¤›m›z, bilmedi¤imiz genç Ermeniler, özellikle de Hrant’la ilgili konularda alanlara ç›kabiliyorlar, bu
Hrant’›n katledilmesi Ermeni gençler ad›na bir politizasyon sürecini bafllatt›. Konufluyoruz, hak istiyoruz, sesimizi yükseltiyoruz, bu ülkeede bir fleylerin de¤iflmesini istiyoruz, hem kendimiz için hem m de baflka ezilen gruplar için. da az de¤il. Türkiye toplumunun geneli haklar›n› ne kadar ararsa, adaletsizli¤e karfl› ne kadar ba¤›r›rsa, Ermeni toplumu da o kadar ba¤›racakt›r. Tabita: Hrant Dink öldürüldükten sonra Ermeni toplumunun, o cinayetle istendi¤i gibi sindirildi¤ini düflünmüyorum. Aç›kças›, çok öfkeli insanlar vard›. Öfkelenmekte hakl›yd›lar da. Ac›lar›n unutulmas› kötü bir fley. Hrant Dink’in öldürül-
k›zd›rmamaya özen gösterdi. Ama bu öteleme politikas› art›k sürdürülemez duruma geldi. Küresel bloklar aras›nda s›k›fl›p kalan Ermenistan, bir seçim yapmaya zorlanmaktan bunald›. Genifl Ortado¤u co¤rafyas›nda bütün dengelerin alt-üst oldu¤u bir dönemden geçiyoruz ve Kafkaslar bundan fazlas›yla nasibini al›yor. Protokol aflamas›na gelmeden önce, Türkiye, Kars Antlaflmas›’na taraf olan öteki iki ülke, Gürcistan ve Azerbaycan ile birlikte, Ermenistan’›n çevresini enerji koridorlar›, ulafl›m a¤lar› ve 21. yüzy›l›n ‹pek Yolu’nu kurma hülyâs›yla kuflatt›. ABD, AB ve NATO’nun deste¤iyle yap›lan Bakü-Tiflis-Ceyhan boru hatt› ve entegre projeler, ayn› zamanda Rusya’n›n karakolu olmay› sürdüren Ermenistan’›n burnunu sürtmeyi amaçl›yordu. “Uslu” bir Ermenistan, çokuluslu sermayenin Kafkaslar ve Orta Asya enerji pazar›na girmesine yard›mc› olur, böylece boru hatt›n›n kendi topraklar›ndan geçmesini sa¤layabilirdi. Kendine özgü açmazlar› olan Ermenistan’›n izolasyona itildi¤i bu süreçte,
dü¤ü gün burada kaç yüz bin kifli topland›ysa, dava on y›l da devam etse, o kadar insan›n toplanmas›n› beklerdim. ‹nsanlar›n haklar›n› aramalar›, varolduklar›n› duyurmalar›, yaflad›klar›n› baflka insanlar›n bilmesini istemeleri için bu kadar ac› olaylar›n olmas› gerekmiyor. Bir dava oldu¤unda, yirmi kiflilik bir genç grubu olaca¤›na, seksen kiflilik hem yafll› hem gencin olmas› önemli. “Öldü, art›k yap›labilecek bir fley yok” tavr›n› do¤ru bulmuyorum. Gençler daha çok öne ç›k›yor. Ben Getronaganl›y›m, kendi okulumda böyle bir tav›r görüyorum: Konufluyoruz, hak istiyoruz, sesimizi yükseltiyoruz, bu ülkede bir fleylerin de¤iflmesini istiyoruz, hem kendimiz için hem de baflka ezilen gruplar için. Niflan: Bir cesaretlenme, hak arama durumu var. Ama, çekinme de var. Baz› kesimlerden gelen çeflitli tehditler, okullara karfl› bombal› tehditler do¤al olarak in-
benzer bir kaderi yaflayan ‹ran’la yak›nlaflmas› ilginç bir geliflmeydi. fiii ‹ran, Tebriz’de ço¤unlu¤u elinde tutan Azerî ayr›l›kç›lara destek veren fiii Azerbaycan’a karfl› H›ristiyan Ermenistan’la iflbirli¤i yap›yordu. Tebriz, Karaba¤, Güney Osetya, Abhazya, Çeçenistan... Güneyden kuzeye Kafkaslar’›n bütün kriz noktalar› gergin durumda. Yeni dengeleri, bu krizlerin nas›l çözüldü¤ü belirleyecek. Türkiye-Ermenistan iliflkilerinin resmen bafllamas›, sadece Bat›’n›n de¤il, Rusya’n›n da deste¤ini ald›. Ermenistan’›n Kafkaslar’da gerçeklefltirilen projelerde yer almak istedi¤ini her yerde tekrarlayan
Sarkisyan’a, Putin, Türkiye’nin do¤u illerinde kurulacak fabrikalarda üretilen tekstil ürünlerinin Ermenistan üstünden Rusya’ya pazarlanmas›n› öngören bir ticaret köprüsü projesiyle arka ç›kt›. Ayn› Rusya, geçen ay kendi enerji hegemonyas›na karfl› kurulan BTC boru hatt›na petrol verebilece¤ini aç›klam›flt›. Herkesin ikiyüzlü oldu¤u bu oyunda, bayra¤›n›n stada al›nmamas›na k›zan Azerbaycan’›n canh›rafl biçimde Bakü’deki flehitlikteki Türk bayraklar›n› kald›r›p bayrak direklerini söktürmesi, baflka bir deyiflle metaforik bir ölçüsüz fliddet uygulamas›, ister istemez Aliyev’in duruma göre yüzünü tekrar Rusya’ya dönebilece¤ini düflündürdü. Velhas›l, tamamen tekinsiz, puslu günlerden geçiyoruz. Hrant Dink, “tarih, devletlere de¤il, halklara aittir” diyordu. Bu sürecin getirece¤i en büyük kazan›m, halklar aras›ndaki örselenmifl iliflkileri yeniden kurmak olacakt›r. Aksi takdirde iki devletin att›¤› bu büyük ad›m, insanl›k için küçük bir ad›m olarak kal›r. – Erdir Zat
23
sanlarda gerginli¤e, tedirginli¤e, korkuya sebep oldu. ‹nsanlarda, birliktelik ve politizasyon güçlü olmad›¤› için de geri çekilme oluyor. Bu anlafl›l›r bir fley. Tabita: Cesaret, kendini ölüme atmak de¤ildir. Niflan: Evet, kendini ölüme atmak de¤il, ama onurlu bir durufl sergilemek gerek. Esas mesele flu: Bir kifli ya da bir grup kendi kültürünü, kendi varl›¤›n› sürdürmek için tek bafl›na bir fley yapamaz, art›k birlikte tav›r almak gerek; bu, dayan›flmayla olacak bir fley. Hem düflünsel anlamda, hem yaflamsal anlamda herkese yönelik bir sald›r› var. Bu sald›r›ya karfl› birlikte bir fley yapamazsak, fluursuz varl›klar olaca¤›z. Sayat: Ermeni toplumunun hepsi düflüncelerini be¤ense de, be¤enmese de, Hrant Dink bir ses olmufltu, o ç›kt›¤› zaman hepimiz televizyonlar› aç›yorduk, ne dedi¤ine kulak veriyorduk. O sesin susturulmas› insanlarda “yeter” duygusu uyand›rd›. Apolitik insanlar, büyükanneler, büyükbabalar o gün Agos’un önüne ak›n etti. Herkesin orada oldu¤unu görmek onlara cesaret verdi. Ama, Ermeni toplumu da sadece muhaliflerden, ayd›n insanlardan oluflmuyor, Ermeni toplumunun muhafazakâr kesimleri de var. Hrant Dink’in öldürülmesinden sonra, “bir an önce gündem de¤iflsin” diyenler, hatta “isterse deprem olsun da gündem bizden ç›ks›n” diyecek kadar tedirginlik duyanlar da vard›. Cenaze günü toplanan efli görülmemifl kalabal›¤›n giderek sönmesi bir hayal k›r›kl›¤› yarat›yor mu? Sayat: fiüphesiz hayal k›r›kl›¤› yarat›yor, ama 23 Ocak’›n verdi¤i umut da kolay kolay yok olmaz. O gün toplanan insanlar›n zamanla azalmas› ›rkç›, faflizan, flovenist “hepimiz Mehmediz”, “hepimiz Türküz” karfl› ata¤›yla oldu. Medya da bu manipülasyonu çok güzel uyguluyor. Hrant Dink öldürüldükten sonra, neredeyse bütün gazeteler “aman Avrupa Birli¤i’nin gözünde Türkiye’nin prestiji gitti” derken, baz› gazetelerin, özellikle sosyalist solun gazetelerinin “kardeflimizi kaybettik” demeleri önemliydi. Ama a¤›r basan bak›fl, “prestijimiz sars›l›yor”du. Dolay›s›yla, insanlar›n say›s›n›n, tepkinin azalmas› do¤ald›r. Belki bu kadar h›zla azalmas› beklenmezdi; duruflma günleri daha kalabal›k olmas› beklenebilirdi. Anne-babalar›n›z›n kufla¤›yla karfl›laflt›rd›¤›n›zda, bugün Türkiye’de Ermeni olarak yaflamak sizce daha m› kolay, olumlu bir gidifl var m›? Sayat: Türkiye Ermeni toplumu aç›s›ndan daha rahat bir dönemde oldu¤umuzu düflünüyorum, çünkü Türkiye’de art›k daha çok fley konuflulabiliyor. Bizim kufla¤›m›z, tarihsel bir tedirginlik olarak sadece Hrant Dink’in öldürülmesini gördü. Ama, bizden önceki nesil hem kendisi daha çok fley gördü, hem de kendisinden öncekilerin birebir yaflad›klar› daha tazeydi. Biz üçüncü nesiliz, bir sürü tabumuzu art›k konuflabiliyoruz. ‹nsanlar Ermeni olduklar›n› aç›klayabiliyorlar. Tedirginlik hiç yok de¤il tabii, ama geli-
nen bir nokta da var. Ama bu iyiye gidifller dönemsel olarak de¤iflebiliyor. Kapitalizmin ilk büyük krizinde ne olaca¤›n› hiçbirimiz bilemeyiz. Sonuçta, 1980 askerî darbesinin 24 Ocak kararlar› uygulans›n diye yap›ld›¤›n› da biliyoruz; o süreçte bütün özgürlükçü seslerin k›s›ld›¤›n›, sendikalar›n, derneklerin kapat›ld›¤›n› biliyoruz. Kapat›lan dernekler aras›nda Ermeni dernekleri de var. Yine geriye dönüp bafla sarmak da mümkün olabilir. Tabita: Benim aksan›mdan anl›yorlar Türk olmad›¤›m›. “Nerelisin” diye soruyorlar. ‹nsanlar›n gözlerinin içine baka baka Ermeni oldu¤umu söylüyorum. “Türkiye’de yaflayan herkes Türktür, hepimiz Türküz” diye bir inan›fl var ya, onu y›k›yorsun; epey bir flafl›r›yorlar. Ama flimdi üniversitede haz›rl›kta, s›n›ff temsilcisi bile seçildim, o kadar da kabullenebiliyorlar yani. Ermeni olmak, “yabanc›” olmak, baflka bir yerden, sonradan gelmifl olmak olarak m› görülüyor genelde? Tabita: Tabii can›m. Bizi Ermenistan’dan
Bizi Ermenistan’dan buraya gelmifl “yabbanc›lar” olarak görüyorlar. Babam Bitlisli, anam Kastam monulu... Kuyruk muyruk hikâyelerine inan›yor insanlar. G Geçen y›l dersanede bir arkadafl›m “siz adet görüyor musunuuz?” diye sormufltu! buraya gelmifl “yabanc›lar” olarak görüyorlar. Geçenlerde, Çanakkale savafl› hakk›nda konufluyorduk s›n›fta, “bütün Galatasaray Liseliler savafla gitti, 15-16 yafl›nda çocuklar öldü” diye anlat›yordu birisi coflkuyla. Ben de “bir toprak parças› için insanlar ölüyor, yaz›k” dedim, öylesine geyik yap›yorduk. “Liseyi b›rak›p da hayatta savafla gitmem kardeflim” dedim. Arkadafl›m hayret etti: “Onlar vatanlar› için gittiler, sen Ermenistan için gitmez misin?!” “Hay›r” dedim, “niye gideyim Ermenistan için savafla, benim babam Bitlisli, anam Kastamonulu...” Niye ben Ermenistan için savafla gideyim ya! ‹nanmazs›n, kuyruk muyruk hikâyelerine inan›yor insanlar. Daha geçen y›l dersanede bir arkadafl›m “siz adet görüyor musunuz?” diye sormufltu. Gerçekten! Çok komik, ama böyle... Sayat: Bitlis ve Kastamonu da süper ikili! (gülüyor) Tabita: Evet ya, sorma! Sizin aileleriniz ne taraftan? Sayat: Benim baba taraf› Sinop, anne taraf› ‹zmit. Niflan: Benim baba taraf› Yozgat, Kayseri, anne taraf› Sinop, Boyabat. Sayat: Toplumun içinde kendini gizleme gere¤i duyan, ismini de¤ifltiren, Ermenice ad›na benzeyen Türkçe ad varsa onu kullananlar flüphesiz var. Bunun nedeni daha çok ekonomik olabiliyor. Ermeni toplumunun bugün etnik konulardan ziyade ekonomik mevzulara öncelik verdi¤ini düflünüyorum. ‹nsanlar günlük hayatlar›n› idame ettirecek gereksinimlerini karfl›layamay›nca, kimlik konusu geride kal›yor. Türkiyeli Ermenilerin zengin oldu¤u önyarg›s› vard›r ya, ama birço¤u orta s›n›f ve orta s›n›f›n alt›d›r. Tabita: Kesinlikle böyle bir önyarg› var.
Sayat: Çünkü Osmanl› burjuvazisinin içinde birçok Ermeni var. Ama o dönemde de Ermenilerin birço¤u köylüdür, marabad›r, zanaatkârd›r. Yine de böyle bir zenginlik alg›s› oluflmufl ve hâlâ devam ediyor. Ermeni denince ilk akla gelen “hain”dir, “arkadan vuran”d›r, bir di¤eri de “zengin”dir. “Zengin” de, genellikle oldu¤u gibi hayranl›k duyulan, övülen bir zenginlik de¤il, h›nç duyulan bir zenginlik, öyle de¤il mi? Tabita: “Bizim param›zla zengin olmufllar” gibisinden... Sayat: Esas›nda Türkiye toplumu ekmek derdinde olan ve bu konularda pek bilgisi olmayan insanlardan olufluyor; milliyetçili¤i gazetelerden, televizyonlardan ö¤reniyorlar. Okuduklar›n›, duyduklar›n› sorgulayacak imkânlar› yok. Asl›nda bu da 1980’e ba¤lan›yor, sonuçta bir toplum mühendisli¤inin ürünü. Bu hatta Osmanl› döneminden beri devam eden bir fley, fakat arada k›r›lmalar yaflanm›fl. ‘80’den sonraki ezbercilik, verilenle yetinme, araflt›rmama gibi özelliklere dayanan e¤itimin sonuçlar›yla karfl›lafl›yoruz. Bas›n›n a¤›rl›¤› da buradan geliyor, insanlar bas›ndan edindikleri önyarg›larla konuflup tart›fl›yor. Ermenilerin y›lan ya da kuyruklu oldu¤u gibi inan›fllar daha uç noktalar tabii, karikatürize boyutlar... Ama en yayg›n kan›, Ermenilerin “yabanc›” oldu¤u. Bunun da nedeni, gerek Osmanl›’n›n son dönemlerinde, gerek cumhuriyetin ilk dönemlerinde Anadolu’daki Ermeni kültürüyle ilgili miras›n yok edilmesi. Siz o miras› silince, birçok insan Ermenilerin bural› olmad›¤›n› düflünebilir tabii. Ermenilere yönelik bir de tipik “övgü” sözleri var: “Ah eskiden ne güzel Ermeni komflumuz vard›, ne flahane meze yaparlar, topi¤e bay›l›r›m...” Bu övgülerde sinir bozucu bir yan yok mu? Tabita: Bunlar bana pozitif ›rkç›l›k gibi geliyor: “Siz topi¤i iyi yapars›n›z, topik yapan insanlar olarak kal›n... Dolma yap›n, topik yap›n, susun oturun...” O nedenle bu iltifatlar hiç s›cak gelmiyor. Sayat: Topik yapman›n, kuyumcu olman›n, zanaatkâr olman›n, “ah eskiden Ermeni komflular›m›z vard›”n›n romantizmi güzeldir. Ama bu insanlar›n flu anda burada olmamas›n›n realist bir yan› da var. Hatta bazen “misafirimizsiniz” gibi sözler duyuyoruz. Bunlar› iyi niyetle söylediklerini düflünüyoruz, ama bu insanlar›n niye burada misafir olmad›¤›n› ve niye flu anda burada bu kadar az olduklar›n› da realist bir flekilde anlatmak gerekiyor. O romantikli¤in içinde kaybolmamak lâz›m. ‹nsanlar genel olarak yaflad›klar› topraklara yabanc›laflt›r›lm›fl durumda. Bu Ermeniler için de geçerli. Ermeni toplumunda da ciddi bir ‹stanbullu-Anadolulu ayr›m›, s›n›fsal bir ayr›m, baz› küçük burjuva refleksleri görebiliyoruz. Küçük burjuva refleksinden ne kastediyorsun? Sayat: Daha Bat›l›, Avrupaî olma arzusu, Anadolu’dan gelen insanlar› küçümseme, onlar›n konufltu¤u Ermeniceyi be-
25
¤enmeme gibi... Türkiye’de flu anda Bat› Ermenicesi olarak ‹stanbul Ermenicesi var. 1915 öncesinde ise 200’e yak›n farkl› lehçe vard›. Bunlar› kaybettik, bunun pek bilincinde de¤il insanlar. Toplumun içinde, özellikle de yöneten elitlerden kaynaklanan baz› s›n›fsal çeliflkiler var flüphesiz. Bunda Türkiye Ermeni toplumunun kendi vak›flar›na, kilisesine, gazetesine, okullar›na yeterince sahip ç›kmamas›n›n da pay› var. Tabita: Evet, Ermeniler kendi kurumlar›yla ilgilenmiyorlar, umurlar›nda de¤il. Umursam›yorlar m›, sahip ç›kacak imkânlardan m› yoksunlar? Tabita: Bence ikisi de eflit derecede. Sayat: Umursamaman›n nedenini düflünmek lâz›m. Toplumun içinde de¤iflmezlik alg›s› çok güçlü. Osmanl› döneminde, Ermeniler iç iliflkilerinde özerkti. Müslüman eflraf “padiflah›m çok yafla” derdi, Ermeniler “padiflah›m çok yafla”n›n yan›nda, patri¤e de “patri¤im çok yafla!” derdi. Osmanl›’n›n son döneminde Ermeni devrimci hareketleri ortaya ç›k›nca, bir bilinçlenme ve bu hareketlere destek artt› ama, tarihsel olarak yaflananlar insanlar› bir fleyin de¤ifltirilemeyece¤i duygusuna itmifl olabilir. Niflan: Bence Ermenilerin kurumlar›na sahip ç›k›p ç›kmamas›, destek olup olmamas› Türkiye’deki demokrasi hareketiyle paralel bir süreç. Kendi kurumlar›na, bunlar›n yönetimlerine ne kadar hesap sorabildi¤in, ülkedeki di¤er yöneticilere hesap sorabilmenle paralel. Kurumlar›n yönetimleri demokratik bir flekilde seçilmiyor; bu, Türkiye’deki her yer için geçerli. Ayn› insanlar k›rk y›l ayn› vak›flar› ya da sendikalar› yönetiyor ve kendi ç›karlar›n› gözetiyor sadece. Bu da güvensizlik yarat›yor, muhalif bir çaba olunca da susturuluyor. Sayat: Türkiye toplumunun geneli bu gidiflin de¤iflmeyece¤ine inan›yor, Ermeni toplumu da öyle. Bu biraz da sürekli vurulan, dayak yiyen olmakla alakal›. Sadece Ermeniler için geçerli de¤il bu, bir Türk iflçi için de böyle, Kürt için, Alevi ya da farkl› cinsel kimlikte olan biri için de böyle. Niflan: Ermeni toplumunun temsiliyeti patrik üzerinden kuruluyor. Bu asl›nda bir sorun. Sayat: Ermeni kilisesi çok eski kiliselerden biri, flüphesiz kültürün çok önemli bir parças›. Ama sonuçta, dogmalar›n oldu¤u bir alandan, dinden bahsediyoruz. Türkiye Ermeni toplumu, dayak yiyen bir boksör gibi. Tarihsel süreçte sürekli trajedilere u¤ram›fl, bu trajedilerden dolay› dayak yiyen boksör gibi gard›n› al›yor. Gard›n› alan boksör kapan›r, küçülmeye çal›fl›r ki, daha az hedef haline gelsin. Ermeni toplumu kapand›kça muhafazakârlaflm›flt›r. Bu muhafazakârl›k da iyi bir fley de¤il. Muhafazakârl›¤› en çok besleyen de kilisedir sonuçta. Medyan›n etkisinden söz ediyordunuz, Türkiye-Ermenistan futbol maç›n› medyan›n yans›t›fl› nas›l geldi? Sayat: Yine “Türkiye’nin prestiji” devreye girdi. Anaak›m medya “aman bir olay olmas›n, prestijimiz zedelenmesin” üslû-
26
Sayat Tekir ve arkadafllar› Bursa’da, Türkiye - Ermenistan maç›nda
bundayd›. Maçta olan›, olmayan› gördük: “Aya¤a kalkmayan Ermeni olsun” gibi tezahüratlarla da karfl›laflt›k. Gerçi, Türkiye’de futbol maçlar›na giden biri için do¤al bir fleydi bu. Türkiye’de maalesef Ermeni kelimesi belli bölgelerde küfür olarak kullan›l›yor; eskiden Ermenilerin yaflad›¤› bölgelerde küfür olarak kullan›lmas› da baflka bir ironi. Grup halinde iki otobüs olarak Bursa’ya maça gittiniz. Bu maç simgesel olarak nas›l bir önem tafl›yordu? Bu tür karfl›laflmalar sizce toplumdaki yarg›lar›n de¤iflmesinde fayda sa¤lar m›?
Türkiye Ermeni toplum mu u¤rad›¤› trajedilerden dolay› dayak yiyen boksör gibi gard›n› al›yor. Gard›n› alan boksör kapan›r, küçülmeye çal›fl›r ki, daha az hedef haline gelsin. Ermeni toplumu kapand›kça muhafazakârlaflm›flt›r. Niflan: Teknik aç›dan, alt taraf› iddias›z bir futbol maç›yd›. Ama duygusal aç›dan bakarsak, ilk defa Türkiye’ye bir Ermeni tak›m› geliyor. Biraz duygusall›k iflte. Birkaç defa daha Ermenistan maç› olsa, o flartlar alt›nda bir daha gitmem. Tabita: ‹lk defa Türkiye’de böyle bir karfl›laflma olmas› ister istemez bir heyecan yarat›yor. Sayat: Bir bar›fl ortam› duygusu veriyor. Bursa’daki maça gitmek için küçük bir organizasyon yapt›k. Maça gidece¤imiz Bursa’daki Emniyet’e, Futbol Federasyonu yetkililerine bildirilmiflti. Tabiri caizse, stattayken yan›m›zda kufl uçurtulmad›. Tribünlerde “elit” bir ortam vard›, stada girenlerin büyük ço¤unlu¤u seçilmiflti. O seçilmiflli¤e ra¤men, Ermenistan millî marfl›n›n yuhaland›¤›n› gördük. Sonuçta, bunun bir futbol müsabakas› oldu¤unu unutmamak gerek. Maç›n sonucu ne olursa olsun, bence bu sefer dostluk kazand›.
10 Ekim’de Zürih’te imzalanan Türkiye-Ermenistan protokolü hakk›nda ne düflünüyorsunuz? Sayat: Enerji yollar›yla ilgili sorunlar›n giderilmesi ad›na bu protokolün mutlaka imzalanmas›, Ermenistan-Türkiye s›n›r›n›n aç›k olmas› gerekiyordu. “Büyük abiler” bunu istiyordu. Daha pragmatik, faydac› ülkelerin anlay›fllar›n›n bir sonucu protokol. Ermenistan için mühim olan, ki bence de öyle, s›n›r›n aç›lmas›. Çok büyük iflsizlik ve ekonomik kriz var. ‹ki tarafta da protokolü protesto edenlerin say›s› çok de¤ildi. Bu da bize halklar›n asl›nda bu sorunun art›k çözülmesini istedi¤ini gösteriyor. Tabita: ‹ki halk da hak etmiyor bu durumu. Bence her s›n›r› açs›nlar, siyasî harita görmek istemiyorum ben. Dünya hepimizin. Aç›ls›n s›n›rlar, millet mutlu mesut yaflas›n. Niflan: Ermenistan’da çok iyi yaflayan küçük bir kesim var, ama ço¤unluk çok fakir. Protokolün imzalanmas›ndan bir gün önce Ermenistan’dayd›m, bir karfl› yürüyüfl olmufltu, ama insanlar›n ço¤unlu¤u s›n›r›n aç›lmas› ve iliflkilerin normalleflmesinden yanayd›. Sayat: S›n›rlar›n aç›lmas› ekonomik aç›dan çok da umurumda de¤il, as›l önemli olan, s›n›rlar›n aç›lmas› sayesinde insanlar›n rahatça buraya gelebilmeleri, buradan oraya gidebilmeleri ve önyarg›lar›n› k›rabilmeleri. ‹stanbul’un belli semtlerinde yaflam›yorsan›z, bir Ermeniyle karfl›laflma flans›n›z yok Türkiye’de. Normal insanî muhabbete geçebildikten sonra, tarihsel problemlerimizi de çözebilece¤imizi düflünüyorum. Bar›fl sürecine bakt›¤›m›zda, uzun zamand›r AB’nin Türkiye’den komflular›yla istikrar ve sorunsuzluk arad›¤›n›, Rusya’n›n ve ABD’nin de bu konuda bast›rd›¤›n› görüyoruz. ‹stikrar kavram›n› bizim alg›lamam›zla kapitalistlerin alg›lamas› çok farkl›. ‹stikrar, onlar için, mallar›n ve emek gücünün rahat rahat tafl›nmas›d›r. Tarihten de biliyoruz ki, kapitalizmin bar›flt›rd›¤› halklar, kapitalizmin ilk krizinde birbirine girmifltir. O bak›mdan, bundan sonra bu iliflkileri nas›l kopmayacak flekilde bir araya getirmeliyiz, ona bakmal›y›z. Türklerle Ermenilerin tarihi bin y›ld›r kesifliyor, bin y›ld›r birlikteler, ama son yüz y›ld›r iliflki b›çak gibi kesildi. Tekrar o günlere dönmemek için yapmam›z gereken, iki taraf› önyarg›lardan ar›nd›rmak olmal›. Siz Ermenistan’a gittiniz mi? Tabita: Geçen temmuz-a¤ustosta biz Sayat’la beraber Ermenistan’dayd›k. Gitmeden önce Ermenistan’› nas›l tahayyül ediyordunuz, orada ilginizi çeken en çok ne oldu? Tabita: Valla gitmeden önce benim için Ermenistan herhangi bir ülkeydi. Özel bir ilgi yoktu. Ama flu anda çok özlüyorum, oradaki iliflkileri, yan›nda kald›¤›m aileyi... Çok güzeldi! Ama, “ay benim yerim, evim” gibi de olmad›m. Her yerde Ermenice duymak güzeldi, ama orada Do¤u Ermenicesiyle konufluyorlar, bizim buradaki Ermeniceyle konufluldu¤unu duydu¤umda çok mutlu oldum. Yine de
nuçta, farkl› bir kültür, farkl› tarihsel ve ideolojik geçmifller. Evet, hofl bir yer, dilini biliyorsun... Ama ben gerçekten Türkiyeli olman›n ne oldu¤unu orada anlad›m. Burada birileri sürekli size “git” diyor, “ya sev ya terk et” diyor, “defolun buradan” diyor... Bunlar› duydukça bir mu¤lakl›k yaflayabiliyorsun, ama orada anl›yorsun ki, bural›s›n. Ermenistan Türkiye iliflkisinin kopmas›n›n sebebi de 1915’te yaflanan soyk›r›m. ‹mzalanan protokol, 1915 olaylar›n›n araflt›r›lmas›n› tarih komisyonuna havale ediyor. Toplumlar›n ne düflünece¤ini tabii ki komisyonun karar› belirlemeyecektir, ama yine de bu komisyo-
Ben gerçekten Türkiyeli olman›n ne oldu¤unu Ermenistan’da anlad›m. Burada birileri sürekli “ya sev ya terk et” diyor, “defolun buradan” diyor... Bunlar› duydukça bir mu¤lakl›k yaflayabiliyorsun, ama orada anl›yorsunn ki, bural›s›n. nun kurulmas›n› rencide edici bulanlarr var. 1915 bugün sizin için ne anlam ifade ediyor? Bu konuda ne yap›lmal›? Sayat: Bir taraf için Karaba¤ var, di¤er taraf için 1915... Komisyondan esas olarak rahats›zl›k duyan, diasporan›n afl›r› milliyetçileri. Konuflabilmek önemli, bence bu olgunlu¤a sahibiz. Tarih komisyonu bir karar alabilir ya da almayabilir; bazen, biliyoruz, öyle kararlar al›n›r ki, karar almamaya eflde¤erdir. Esas olan, halk›n ne söyledi¤idir. S›n›rlar›n aç›larak insanlar›n birbirlerini tan›mas›d›r önemli olan. Politikac›lar ucuz milliyetçi politikalarla burada oradakilere, orada da buradakilere küfrederek oy kazanabiliyorlar. Ermenilerle Türklerin kötü yanlar› da birbirine benziyor. Bundan dolay›, birbirimizle konuflabilmemiz lâz›m. Hrant Dink’in dedi¤i gibi, bizim panzehirimiz yine biziz. Tabita: Ben geçmiflte yaflananlar› unutal›m diye düflünmüyorum. O anlar› yaflam›fl insanlar› tan›d›m. Önünde annesinin bo¤az› kesilen bir kad›nla tan›flt›m mesela. Bunlar zaten unutulmaz. Ama zaman ileriye ak›yor, geriye dönüp de kaybedilenleri geri getirme, olanlar› olmad› yap-
ma imkân› yok. Biz flunlar oldu, bunlar oldu diyoruz, ba¤›r›yoruz, anlat›yoruz, kendimizi y›rt›yoruz. ‹stiyorum ki, gelip de omzumuza dokunsular, “ya kardeflim ne oldu sana, gel otural›m, beraber konuflal›m, ben seni anl›yorum” desinler. Ben iki taraf›n da birbirini anlamas›n› istiyorum. Sayat: fiüphesiz tarihle hesaplaflmam›z gerek, tarihle hesaplaflmad›¤›m›z sürece benzer fleyleri hep yafl›yoruz. Ama kendimizi sadece tarihle de var etmememiz gerekli. “Tarihi tarihçilere b›rakal›m” diyen, sonra da tarihçileri 301’le yarg›layan zihniyet var ya, ben o görüflte de¤ilim. Tarihi insanlara b›rak›n, insanlar onu nas›l ele alacaklar›n› bilir. Önemli olan, insanlar›n tarihle hesaplaflmas›. Niflan: Esas›nda, iki halk aralar›ndaki iliflkiyi normallefltirebilir, ama bu normalleflmeyi engelleyecek bir hadise her zaman ç›kar. Bizim onurlu bir davran›fl sergileyerek, Türkiyeli ya da bir Ermeni olarak iliflkilerin normalleflmesi için elimizden geleni yapmam›z önemli. Bunu yapamazsak daha beter olur durum, ya da tamamen birbirinden kopar. Bu topraklarda yaflayan nüfusun üçte biri Ermeniydi, bugün 50 bin civar›nda Ermeni kalm›fl durumda. Merkezî olarak al›nm›fl bir karar, bir nüfus politikas›, sistematik bir uygulama ve bir sonuç var ortada... Olanlar›n ad›n› koymak önemli de¤il mi? Sayat: Tarihle hesaplaflmak ad›na isim vermek belki önemli, ama flu anda o insanlar›n burada olmamas› daha önemli. O dönemin Türklefltirici, teklefltirici, ›rkç› düflüncesi devam etti¤i ya da tekrarland›¤› sürece verdi¤iniz ad›n bir anlam› ya da faydas› olmayacak ki. Aslolan, ac›lar›n tekrarlanmamas›d›r. “Türkiye Türklerindir” anlay›fl› yerine, Türkiye Ermenilerindir de, Lazlar›nd›r da, Kürtlerindir de, Alevilerindir de diyebilmekle, Anayasadaki Türklük kavram›n›n ne kadar mu¤lak oldu¤unu anlay›p onu de¤ifltirmekle afl›labilir bu. Milliyetçi bir anlay›fltan, enternasyonalist bir anlay›fla geçmek gerekiyor.
Söylefli: Siren ‹demen
güzel tabii, köpe¤e mesela git derken Ermenice söylemek! (gülüyor) Onun d›fl›nda, normal Do¤u insanlar›, burada Do¤u kültürüyle yetiflmifl insanlar nas›lsa, öyle, çok cana yak›n, yard›msever insanlar. Sayat: UNESCO’nun da aç›klad›¤› gibi ‹stanbul Ermenicesi, yani Ermenicenin Bat› lehçesi, kaybolan diller aras›nda ilk yirminin içinde. Türkiye’de yaflayan ve asimilasyon sürecinin içinde olan bir toplulu¤un üyesi olarak Ermenicenin yaflayan bir dil oldu¤unu görmek, reklamlar›n, yol iflaretlerinin, duvarlardaki yaz›lamalar›n Ermenice olmas›, onlar› okumaya çal›flmak de¤iflik bir duygu. Onun d›fl›nda, gerçekten birbirimize benziyoruz, Do¤u toplumu olmak belki, belki de bin y›ld›r bir arada yaflaman›n getirdi¤i bir fley. Benzemememiz garip olurdu zaten. Ermenistan tarih müzelerine gitti¤inde, Anadolu’yu görüyorsun, TRT-GAP’› izler gibi... Do¤u Ermenicesi çok farkl› geldi mi? Sayat: Kelime hazneleri bize göre çok zengin. Bizim burada gündelik hayatta kelime da¤arc›¤›m›z çok dar. Dilin sesi de çok farkl›, onlarda kal›n t, kal›n r gerçekten kal›n. Biz daha Türkçeye benzer bir fonetikle konufluyoruz. Tabita: Bizimki daha düz, vurgusuz. Sayat: Kelimelerin anlamlar›yla ilgili farkl›l›klardan kaynaklanan baz› komik fleyler de geldi bafl›m›za tabii. Tabita: ‹lk toplu bir yeme¤e gitmifltik, oradakilerden biri bana “masay› kald›r” diyor. Anlam›yorum, niye masay› kald›raca¤›m, “sofradakileri ye” demek istiyormufl me¤er... (gülüyor) Sayat: Bir fley “ye” demek için “kald›r”, “faydalan” diyorlar, bizde “götür” denmesi gibi... (gülüyor) Tabita: Burada topluluk içinde anlafl›lmas›n› istemedi¤imiz bir fley oldu¤unda Ermenice konufluyoruz, orada herkesin ortas›nda ba¤›ra ba¤›ra Türkçe konufluyorduk anlafl›lmamak için. (gülüyor) Sayat: Esas›nda, ne kadar Türkiyeli oldu¤unuzu Ermenistan’a gidince anl›yorsunuz. Ne kadar benziyorsan da, ayn› dili konufluyorsan da, orada fark ediyorsun ki, senin için memleket oras› de¤il. So-
27
6 EK‹M - 15 KASIM 2009 Haz›rlayan: Erdir Zat
Demokrasi maya tutmuyor
Karfl›l›kl› bombalar
AFGAN‹STAN Tacik kökenli aday Abdullah Abdullah’›n “özgür ve adil bir seçim olamayaca¤›” gerekçesiyle ikinci turdan çekilmesinden sonra, Hamid Karzai otomatikman yeniden devlet baflkan› oldu. Karzai’nin seçim doland›r›c›l›¤›n›n ortaya ç›kmas›n›n üstüne düzenlenen bu ikinci tur seçimde, yolsuzluk bata¤›ndaki Karzai rejimini “demokratik” olarak uzaklaflt›rmak amac›yla Abdullah’› destekleyen ABD’nin plan› böylece suya düflmüfl oldu. Obama yönetimi Afganistan’a takviye kuvvetler göndermek için Amerikan kamuoyuna baflka bir bahane uydurmak zorunda kalacak.
PAK‹STAN Ordunun Güney Veziristan’daki Taliban güçlerine karfl› sürdürdü¤ü harekât›n fliddeti artt›kça Pakistan’›n yo¤un nüfuslu kentlerinde daha fazla intihar bombas› patl›yor. Son olarak, Peflavar’da, bir hafta içinde düzenlenen bombal› sald›r›larda yüzden fazla insan öldü. Sald›r›lar›n biri Pakistan istihbarat servisi ISI binas›n›na düzenlendi. Bajaur’da hükümet kuvvetleriyle iflbirli¤i yapan afliret fleyhi Malik fiir Zaman, Taliban militanlar›nca öldürüldü. Taliban, Pakistan ve Afganistan’da baflvurdu¤u kanl› eylemlerde, yabanc› personeli özellikle hedef almaya bafllad›.
TÜRK‹YE “Müslüman, soyk›r›m yapmaz”
dey’in, Türkiye’nin arabuluculu¤unu ABD ve Avrupa’n›n ‹ran’›n nükleer faaliyetleri konusundaki kayg›lar›n› azaltacak bir faktör olarak önermesi önemli bir s›cak geliflmeydi. Erdo¤an, El-Beflir’i böyle savundu. Ve Bat›’n›n sert tepkisiyle karfl›laflt›. “Bizden Darfurî soyk›r›m› s›ras›nda iflledi¤i suçlar uzaklafl›yorsunuz” dediler. Genifl Ortado¤u’daki “stratejik derinli¤ini” ortaya koyan yüzünden hakk›nda tutuklama karar› bulunan Türkiye, geçti¤imiz günlerde AB’ye onsuz olman›n kâbusunu tatt›rd›, ‹srail’i çileden Sudan devlet baflkan› Ömer El Beflir’in ‹SEç›kard›. Bar›fl adam› Obama’n›n “büyük aç›l›fl›” yaklafl›yor olmal›... DAK toplant›s›na kat›laca¤›n›n duyurulmas› ise, Bat›l›lar›n sabr›n› tafl›rd›. Ankara’ya dört ARTIK ok yaydan ç›kt›. Bölgesinin süper gücü ile toplam 48 mutabakat imzalad›. Davuto¤lu, koldan “tutuklamak zorundas›n” bask›s› yapolmay› hedefleyen Türkiye, Gazze sald›r›s›ndan s›n›r kap›s›n›n üçe ç›kar›laca¤›n› ve ‹stanbul- maya bafllad›lar. Erdo¤an’›n ç›k›p El Beflir’i saberi restleflti¤i ‹srail’e karfl› ›srarl› bir sertleflme Ba¤dat aras›na demiryolu infla edilece¤ini aç›k- vunmas› bu esnada gerçekleflti. Fakat Medenipolitikas› izlerken nükleer program› yüzünden lad›. Pek yak›nda Suriye’nin de kat›l›m›yla üç yetler ‹ttifak› toplant›lar›nda tutturdu¤u postBat› taraf›ndan abluka alt›na al›nan ‹ran’a des- ülke aras›nda sürdürülecek bu entegrasyon sü- 911 retori¤ini bu kez Sudan için kullan›nca teptek vererek, hem Türk d›fl politikas›n›n gelenek- reci, flimdiden çevredeki öteki müslüman ülke- ki çekti. “Müslüman soyk›r›m yapmaz” dedi sel seyrini, hem de Ortado¤u’nun dengelerini lerin de potansiyel üye kabul edildi¤i “Ba¤dat Erdo¤an; egosantrik ruh hâlini yans›tarak, de¤ifltirdi. Geçti¤imiz haftalarda Bat› bas›n›, ar- Pakt›” olarak an›lmaya baflland›. Darfur’a gitti¤ini, orada soyk›r›m izine rastlaKendi topraklar›ndaki Kürt sorununu çöz- mad›¤›n› anlatt›, yetmedi, Darfur ile Gazze’yi t›k Avrupa Birli¤i’nden çok Ortado¤u Birli¤i’nden söz eden Türkiye’nin yeni rotas›yla ilgi- mek için bir aç›l›m bafllatan Türkiye, Irak’›n ku- k›yaslad›. Konufltukça bat›yordu. li kayg›lar› anlatan yaz›larla doldu. D›fliflleri Ba- zeyindeki ve ‹ran’›n kuzeydo¤usundaki eyaletDavuto¤lu’nun ideolojik farkl›l›klar› dikkan› Ahmet Davuto¤lu’nun getirdi¤i yeni Os- lerin resmi ad›n›n “Kürdistan” oldu¤unu kabul kate almadan Osmanl› miras› stratejik derinlik manl›c› vizyonun Bat›’y› d›fllad›¤›na, Türkiye’yi etmifl görünüyor. Hariciyenin IKBY (Irak Kür- alanlar›na nüfuz etme politikas›n›n ince karn›, AB çizgisinden uzaklaflt›r›p “fler eksenine” yak- distan Bölgesel Yönetimi) k›saltmas›n› içyaz›fl- ç›karc›l›¤›n kendi ç›kar›na zarar vermeye bafllaflt›rd›¤›na iliflkin görüfllerin ard› arkas› kesil- malarda kullanmaya bafllad›¤› yaz›ld›. Ülkeye lad›¤› bu k›r›lma noktas› olmal›. Erdo¤an’›n medi. Geliflmeler, köklü tarihsel dönüflümlerle yapt›¤› son ziyarette Basra ve Musul’dan sonra sözleri Sudan’da, ulusalc› diktatörler taraf›nk›yasland›. Sözgelimi, Türkiye ve Suriye’nin IKBY’nin fiilî baflkenti Erbil’e giden Davuto¤lu, dan yönetilen öteki Afrika ülkelerinde ve genel Öncüp›nar’daki s›n›r bariyerini sembolik olarak burada Irak Kürtlerini tan›ma anlam›na gelen olarak ‹slâm co¤rafyas›nda bir kahramanl›k kald›rmas›, Bat›’ya, 1989’da Avusturya-Maca- tarihî bir görüflme yapt›¤› Barzani’ye Türki- destan› k›vam›nda okunuyor. Bu ülkeler ayn› ye’nin Erbil’de baflkonsolosluk açaca¤›n› müjde- zamanda Türkiye’yi BM Güvenlik Konseyi’ne ristan s›n›r›n›n aç›lmas›n› hat›rlatt›. Öte yandan AB’ye tam üyelik sürecinin tav- ledi. Ard›ndan Türkiye ile IKBY aras›nda “ser- sokan oylar›n bir k›sm›n›n sahibi. Ancak Türsamas›ndan s›k›lan Türkiye, Bat›’n›n bu ruh hâ- best ticaret bölgesi” kurulaca¤› aç›kland›. kiye’nin bu role NATO üyesi bir müslüman ülErdo¤an’›n enerji iflbirli¤i antlaflmalar› ke oldu¤u için soyunabildi¤ini gözden kaç›r›lini deprefltirecek hamleleri art arda s›ralamaktan çekinmedi. On y›l önce PKK’ya yatakl›k et- yapt›¤› ‹ran ziyareti ve peflinden Ahmedine- yorlar. Afrika Birli¤i ve BM Güvenlik Konseti¤i gerekçesiyle savafl tehdidinde bulundu¤u cad’›n ‹SEDAK toplant›s› için ‹stanbul’a gel- yi’nde veto hakk› bulunan Çin ve Rusya, NASuriye ile sorunlar›n› çözmekle kalmad›, bölge- mesiyle h›zlanan Türkiye-‹ran yak›nlaflmas›, TO’nun Darfur bahanesiyle Afrika’ya girmesisel entegrasyonu hedefleyen bir stratejik yak›n- Kum kentindeki ikinci uranyum zenginlefltir- ni engellemeye çal›fl›rken, Türkiye bu ifli kolayl›k kurdu. Ama fiam yönetimini as›l sevindiren, me tesisinin ortaya ç›kmas›yla gerilen Bat› ta- ca halledebilece¤ini gösterdi. Türkiye’nin bütün bunlar› yaparken ayn› za- raf›ndan dikkatle izlendi. Uluslararas› Atom Türkiye’nin Avrupa’dan uzaklaflt›¤› söylemanda ‹srail’e posta koymas›yd›. ‹srail’in bu y›l Enerjisi Kurumu baflkan› Muhammed El Bara- nebilir, ama ‹ran ve Sudan ile kurdu¤u iliflkilere Anadolu Kartal› tatbikat›ndan ç›kar›lmas› bak›p ABD’den uzaklaflt›¤› söylenemez. ve TRT’de yay›nlanan “Ayr›l›k” dizisindeNew York Times son olarak “Türkiye’nin ki “bebek katili” görüntüleri, Türkiye-‹sraYükselifli ve Yükselifli” bafll›kl› bir makale il iliflkilerini ivmeyle t›rmanan bir krize yay›nlayarak bütün bu hamleleri övdü, Basoktu. TSK tatbikat›n “teknik gerekçelerle” t›’n›n yüre¤ine su serpti. Davuto¤lu’nun ortak yap›lamayaca¤›n› aç›klasa da, ErdoD›fliflleri Bakan› olmadan önce ABD’de tam ¤an sonradan bunun gerçek sebebini söyiki ay kald›¤›n›, görüflmedik yetkili, thinkledi: “Gazze’deki Filistinlilere karfl› kullatank veya ç›kar çevresi b›rakmad›¤›n› unutn›lan savafl uçaklar›n›n Türk hava sahas›nmayal›m. Henüz dünyaya bir bar›fl gösterda uçmas›na izin veremeyiz.” medi¤i halde, sadece “bar›fl sözü” verip “One Minute” dizisinin yeni bölümünavans olarak Nobel Bar›fl Ödülü alm›fl siyah de Türkiye’nin “komflularla s›f›r problem” bir ABD baflkan› Beyaz Saray’dayken, Türesasl› d›fl politika aç›l›mlar› devam etti. kiye bafl›na buyruk davranamaz. Tam tersiDokuz bakan, çok say›da milletvekili, büne, Türkiye özenle Obama’n›n Ortado¤u rokrat, teknokrat ve elli kadar ifladam›yla projesinin uygulanabilece¤i siyasal zemini Ahmedinecad ile Erdo¤an, ‹stanbul haz›rl›yor. ‹srail’in as›l sorunu Obama... E.Z. Ba¤dat’a ç›karma yapan Erdo¤an, Maliki
28
Uygur isyanc›lara infaz
Lugo darbecileri affetmedi
Netanyahu “uyard›”
Nijer Deltas›’nda bar›fl
Ç‹N Geçen yaz Uygur özerk bölgesi fiincan’da (Do¤u Türkistan) ç›kan ayaklanmalara kar›flt›¤› gerekçesiyle yarg›lanan 21 Uygur eylemciden dokuzu hakk›nda verilen idam cezas› süratle infaz edildi. Çin yönetimi infazlar› bölge halk›na cep telefonlar›na gönderilen SMS mesajlar›yla duyurdu. Uygurlar ile Han kökenli Çinlilerin kanl› çat›flmalara girdi¤i olaylar s›ras›nda en az 197 kifli ölmüfl, 1700 kifli yaralanm›flt›. Çin, zengin hidrokarbon ve mineral yataklar›n›n yan›s›ra Orta Asya’n›n enerji koridorlar›yla ba¤lant›s› bulunan fiincan’›n özerkli¤ine son vermek için demografik bask› politikalar› uyguluyor.
PARAGUAY “K›z›l rahip” devlet baflkan› Fernando Lugo, kendisine karfl› darbe haz›rl›klar› yürüten genelkurmay baflkan› ve ordu komutanlar›n› görevden ald›. Karar, generallerin muhalif sa¤c› politikac›larla düzenli toplant›lar yapt›¤›na iliflkin söylentilerin kan›tlanmas›n›n ard›ndan geldi. Muhalifler daha önce Lugo’nun rahiplik yapt›¤› dönemde üç kad›n› hamile b›rakt›¤› iddias›n› ortaya atm›flt›. 35 y›l diktatörlükten sonra 1989’da demokrasiye geçen Paraguay’› “iki-partili sistem” ile yönetmeye devam eden cuntac› oligarflinin siyasî hegemonyas›na geçen y›l Lugo son vermiflti.
‹SRA‹L Filistinli baflmüzakereci Saib Erekat, bar›fl sürecinin yeniden bafllamas› konusunda herhangi bir ilerleme sa¤lanamad›¤› için BM Güvenlik Konseyi’nden ba¤›ms›z bir Filistin devletini tan›mas›n› isteyeceklerini bildirdi. Bunun üstüne Netanyahu, Filistinlileri “ba¤›ms›zl›k yolunda tek tarafl› ad›m atmamalar›” konusunda uyard› ve “böyle bir ad›m, ‹srail ile Filistinliler aras›nda geçmiflte imzalanan antlaflmalar› geçersiz k›lar” dedi. Altyap› Bakan› Uzi Landau ise tek tarafl› bir ad›m at›lmas› hâlinde Bat› fieria’da Yahudi yerleflimlerinin bulundu¤u bölgeleri ilhâk etmekle tehdit etti.
N‹JERYA Çokuluslu petrol flirketlerinin iflletti¤i zengin petrol yataklar› bulunan Nijer Deltas›’nda yaflayan yerli halklar›n›n ba¤›ms›zl›k mücadelesini simgeleyen en büyük gerilla örgütü MEND, son bildirisinde devlet baflkan› Umaru Yar’Adua ile sürdürdükleri bar›fl sürecinin “olumlu geçti¤ini ve umut vaat etti¤ini” aç›klad›. Nobel ödüllü romanc› Wole Soyinka’n›n da arabuluculuk yapt›¤› bar›fl süreci, geçen haziranda gerillalar›n genel af karfl›l›¤›nda silah b›rakmas›yla ciddileflmiflti. Görüflmelerde petrol gelirinin adil paylafl›m›, e¤itim, sa¤l›k ve istihdam konular› ana ekseni oluflturuyor.
El-Beflir tutuklama emrinden sonra Darfur’da yapt›¤› mitingte soyk›r›m› yürüten atl› Cancavid milislerini selaml›yor
SUDAN “Müslüman, ifl ba¤lar!” Darfur’da iflledi¤i insanl›k ve savafl suçlar› yüzünden hakk›nda tutuklama karar› bulunan Sudan devlet baflkan› Ömer El-Beflir’in son iki y›lda Türkiye’ye yapaca¤› üçüncü ziyaret son anda engellendi. Peki Türkiye’nin neoliberal ‹slâmc›lar› u¤runda Bat›’yla çat›flmay› dahi göze ald›klar› El-Beflir’i neden bu kadar seviyor? ASLINDA tart›flmalar ekim ay›n›n sonunda bafllam›flt›. AKP hükümetinin baflbakan önderli¤inde Türkiye’nin do¤usuna yapt›¤› ç›karmalar, özellikle ‹ran Baflbakan› Ahmedinecad’dan “dostum” diye söz etmesi, Bat› medyas›nda “Türkiye Bat›’dan uzaklafl›yor mu?” temal› yaz›lar›n ard› ard›na s›ralanmas›na yol açm›flt›. 5 Kas›m Perflembe günü Reuters’in Hartum muhabirinin geçti¤i bir haber, bu yaz›lar›n toplam›n›n koparabilece¤i k›yametten kat kat fazlas›n› kopard›. Avrupa’n›n dört bir yan›ndan diplomatlar, Türkiye’deki meslektafllar›na Sudan devlet baflkan› Ömer El-Beflir’in Türkiye’ye gerçekten davet edilip edilmedi¤ini sordular. D›fliflleri Bakanl›¤› ayn› gün bilgiyi do¤rulad›, El-Beflir Türkiye’ye ‹slâm Konferans› Örgütü’nün davetlisi olarak üçüncü kez geliyordu. Yaln›z, bu geliflin di¤erlerinden hukuksal bir fark› vard›: El-Beflir, Uluslararas› Ceza Mahkemesi hakk›nda insanl›¤a karfl› suçlar ve savafl suçlar›ndan dava aç›p tutuklama karar› ç›kard›¤› mart ay›ndan beri, dünyan›n yar›s›nda yakalan›r yakalanmaz tutuklanacak bir kanun kaça¤›. Türkiye bu ülkelerden biri de¤il, çünkü henüz Uluslararas› Ceza Mahkemesi’ne taraf de¤il, ki bu da Afrika liderlerine arma¤anlar da¤›tarak Birleflmifl Milletler Güvenlik Konseyi’nin geçici üyelik koltuklar›ndan birini kapan
bir ülke için utanç hanesine at›lm›fl bir çentik. AKP hükümeti kopacak olan k›yametin büyüklü¤ünü öngörebilecek siyasî yetene¤e sahip olmad›¤› için, iki gün boyunca tepkiler büyüdü, büyüdü ve D›fliflleri Bakanl›¤› kuca¤›nda patlamaya haz›r bir bomba buldu. Henüz birkaç hafta önce bafllayan “Türkiye’nin Bat›’dan uzaklaflt›¤›” yorumlar› üzerine bir de El-Beflir’in Türkiye’ye gelmesinin yarataca¤› görüntüyü hesaplayamayan D›fliflleri bürokrasisi, Reuters’in haberinin yaratt›¤› flok etkisinden 48 saat sonra ancak uyanabildi. D›fliflleri bürokrasisi El-Beflir’in Türkiye’ye gelmesini engellemek için Sudanl› yetkililere nazikçe dil dökerken, cumhurbaflkan› Avrupa Birli¤i’ne f›rça atmakla, baflbakan da “Müslüman dedi¤in soyk›r›m yapmaz” demekle meflguldü. Sonuçta El-Beflir’in gelifli engellendi, ancak Türkiye’nin dünyada kendini nerede konumland›rd›¤›na dair sorular, bundan sonra çok daha fazla sorulacak. AKP hükümetinin El-Beflir’e karfl› bu kadar nazik olmas›n›n ard›nda iki neden var. ‹lki, ElBeflir’in aleyhine aç›lan davan›n ard›nda Bat›’n›n Sudan’daki petrole el koyma çabalar›n›n bulundu¤una dair samimi kan›. Bunun argüman› ise, ayn› mahkemenin ‹srail gibi ABD taraf›ndan kollanan bir ülke söz konusu oldu-
¤unda elinin kolunun ba¤lanmas›. Bunda hakl›l›k pay› yok de¤il, sonuçta tüm uluslararas› yap›larda Hobbes’çu bir anlay›fl›n iyice yerleflti¤i bir dönemden geçiyoruz: Birleflmifl Milletler bir flaka, Avrupa Birli¤i darmada¤›n, amac› neoliberal düzeni korumak olan Dünya Ticaret Örgütü çat›rd›yor, IMF bugüne kadar bir kere bile tutturamad›¤› reçeteler yüzünden alay konusu. Ancak El-Beflir’in küresel paylafl›m kavgas›nda zurnan›n son deliklerinden biri oldu¤unu söylemek baflka, sütten ç›km›fl ak kafl›k oldu¤unu söylemek bambaflka. ‹kinci neden ise en az ilki kadar güçlü. Türkiye’nin neoliberal ‹slâmc›lar›, özellikle Gülen cemaati, “stratejik derinlik” çerçevesinde Sudan’la ifl ba¤lant›lar›n› alabildi¤ine art›rd›. Cemaatin Sudan’da iki okulu var, etkinlik alan› ise yaln›zca “e¤itim”le s›n›rl› de¤il. Gülen cemaati üyelerinin ifladam› derne¤i TUSKON’un Sudan ‹fladamlar› ve ‹flverenleri Federasyonu ile ikili iflbirli¤i anlaflmas› var. Ayn› örgüt, daha geçti¤imiz ay 150 ifladam› ile Sudan’› ziyaret etti (Birgün, 7 Kas›m 2009). Bunun da ötesinde, Sudan’›n otoyollar›n› “ba¤lamay›” becermifl bir isim, Tayyip Erdo¤an’›n dan›flmanlar›ndan birinin milletvekili / müteahhit babas›. Ayr›ca, Türkiye’de 28 fiubat sürecinden sonra çan›na ot t›kanan Kombassan Holding, Sudan’da faaliyet göstermeye devam ediyor. ‹slâmc› bas›n›n El-Beflir’in ziyaretini ve yaratabilece¤i f›rt›nay› görmezden gelmesi, bu “duygusal” nedenlerden dolay› anlafl›labilir. Örne¤in Zaman gazetesinde El-Beflir’in ziyareti belli olduktan sonra dahi, üç gün boyunca ziyaretle ilgili tek sat›r ç›kmad›. Daha da ilginci var: ‹slâmc›lar›n baflvurdu¤u haber sitelerinden biri olan Aktif Haber’de yay›nlanan bir analizde, Ömer El-Beflir, emperyalizme ve siyonizme karfl› kahramanca direnen bir lider olarak sunuldu. El-Beflir’in bu ziyarete önem vermesi anlafl›l›r: Tutuklama karar› ç›kt›ktan sonra ziyaret etti¤i ülkelerin hiçbiri (Eritre, M›s›r, Libya, Katar, Suudi Arabistan, Etiyopya ve Zimbabve), Bat› dünyas›na Türkiye kadar yak›n de¤il. Meydan okumay› seven bir liderin –kendisi Uluslararas› Ceza Mahkemesi’ne kararlar›n› “yemelerini” söylemiflti– AB aday› ve komflusu bir ülkeye gelip Ahmedinecad ve Beflar Esad’la kol kola foto¤raf çektirmesinin simgesel anlam› büyük olacakt›. Yaln›z El-Beflir için de¤il, Türkiye için de. AKP’nin basiretsiz d›fl yönetimi, son anda bir krizi daha, ancak bu kez epey hasar görerek, atlatt›. Olsun, para ak›yorsa sorun yok, de¤il mi? Ertan Keskinsoy
29
‹LK RAAUND PEPE’N‹N Solun yeni s›nav› URUGUAY Baflkanl›k seçimlerinin ilk turunu Uruguay solunu bir araya getiren iktidardaki Genifl Cephe (Frente Amplio) partisi kazand›. Geçen seçimde tarihî bir baflar› elde ederek ülkenin geleneksel iki sa¤ partisinin egemenli¤ine son veren Genifl Cephe’nin sosyalist baflkan Tabare Vazquez’in yerine aday gösterdi¤i “Pepe” lâkapl› eski gerilla lideri Jose Mujica, oylar›n yüzde 47.5’ini toplad›. Ancak Pepe yüzde 50’nin alt›nda kald›¤› için baflkan›
29 Kas›m’da yap›lacak ikinci tur belirleyecek. Seçimlere Ulusal Parti aday› olarak kat›lan eski baflkan Luis Alberto Lacalle, ald›¤› yüzde 28.5 oyla Pepe’nin ikinci turdaki rakibi olmaya hak kazand›. Yorumcular, yüzde 16.6 oyla üçüncü gelen sa¤c› Colorado Partisi’nin daha önce oldu¤u gibi sola karfl› birleflerek Lacalle’yi desteleyece¤ini öne sürüyor. Bu da Pepe’nin zaferinin kolay olmad›¤›n› ortaya koyuyor. Parlamentoda istedi¤i ço¤unlu¤u tekrar yakalayan Genifl Cephe’nin iktidarda bulundu¤u sürede sosyal programlar ve ABD ile iliflkiler konusunda ürkek davranmas› sol kesimlerin elefltirilerine hedef oldu.
Montevideo
KOPENHAG Atmosfer: Ortak mülkümüz BM ‹klim Konferans›, 7-18 Aral›k’ta, Kopenhag’ta toplanacak. Bir anlamda Kyoto Protokolü’nün karnesi ç›kar›lacak. Ama taraf ülkelerin notlar›n›n k›r›k oldu¤unu flimdiden biliyoruz. Sera gaz› sal›mlar›n›n azalt›lmas› flöyle dursun, art›fl söz konusu. Konferans öncesinin verileri ürkütücü bir tablo çiziyor... PEK ço¤u Avrupa ülkesi olan baz› geliflmifl devletlerin sera gaz› sal›mlar› üzerinde yetersiz s›n›rlamalar getiren Kyoto Protokolü’nün birinci taahhüt dönemi art›k ömrünü tamaml›yor. 1992 tarihli BM ‹klim De¤iflimi Çerçeve Antlaflmas› üzerine infla edilen 1997 tarihli protokol 2005’te yapt›r›m gücü kazanm›flt› ve antlaflmaya taraf geliflmifl ülke sal›mlar›n›n 20082012 taahhüt dönemi içerisinde, 1990 seviyelerine göre yüzde 5.2 azalt›lmas›n› öngörüyordu. Kyoto’nun ifllerlikte oldu¤u dünyada, 1990 temel al›nd›¤›nda küresel sal›mlar 2006 y›l› itibariyle yaklafl›k yüzde 25 artt›. Kyoto’nun birinci taahhüt döneminin sonuna geldi¤imizde bu art›fl yüzde 30’lara varacak. ‹klim de¤iflimi, fosil yak›t ekonomisinin sistemik bir sonucu oldu¤u için, konu hakk›ndaki bilimsel bilgi ve öngörüler geçti¤imiz yüzy›l boyunca ›srarla gözard› edilmiflti. 20. yüzy›l kalk›nma ekonomisinin bu “kirli s›rr›” ancak 1992 tarihli Çerçeve Antlaflma ile güncel siyasetin zorunlu bir bileflenine dönüfltü. Çerçeve Antlaflma’n›n temel hareket noktas›, (1) sorunun kabulüne, (2) erken sanayileflen ülkelerin öncelikli sorumlulu¤una dayan›yordu. Kyoto Protokolü, o günlerin bafl kirleticisi ABD’nin (art›k bafl kirletici Çin) oyunbozanl›¤› da iflin içine girince, en baflta kapsam› itibariyle c›l›z bir anlaflmaya dönüfltü. Küresel sal›mlar›n sadece yüzde 40’›n› kapsayabildi, di¤er yüzde 60 ise gönlünce artmaya devam etti. Örne¤in Türkiye, 1990 temel al›nd›¤›nda küresel sal›mlar›n› 2006 itibariyle yüzde 95 art›rd›. Sonuçta Kyoto bugün, küresel sal›mlar›n yüzde 40’tan da az›n› kapsar hale geldi. Bu durumun taahhüt veren taraflar aras›nda gönülsüzlü¤e yol açt›¤›n› görmek zor de¤il. Kyoto’nun yürürlükte oldu¤u dönemde, taahhüt alt›ndaki taraflar›n toplam sal›mlar›n›n antlaflman›n ›l›ml› flartlar›n› sa¤layaca¤› görülüyor, fakat sahte bir gerekçeyle: Taahhüt alt›ndaki eski Do¤u Bloku ülkeleri (eski geçifl ekonomileri) sal›mlar›n›n yar›s›n› post-sosyalist dönemde içine
30
düfltükleri ekonomik buhran nedeniyle yitirdikleri için. Merkez kapitalist ekonomiler ise Kyoto’nun temel ald›¤› 1990 sonras›nda sal›mlar›n› ortalama yüzde 10 art›rd›lar. Yani Kyoto’nun yürürlükte oldu¤u dünyada, sadece kapsam d›fl› olanlar de¤il, kapsam içinde olanlar da pek iyi bir ifl ç›karamad›lar.
Kyoto’nun tahripkâr zaaflar› Yüzde 5.2 indirece¤im deyip yüzde 10 art›rmak, buna karfl›n –birkaç ülke hariç– yapt›r›m riskine girmemek nas›l mümkün olabiliyor? Kyoto enstrümanlar› denen “sal›m ticareti” ve “temiz kalk›nma” mekanizmalar›n›n suiistimale aç›k uygulamalar› sayesinde. Küresel adalet veya yeryüzü demokrasisi perspektifinden bak›ld›¤›nda insanl›¤›n ortak mülkü olan atmosferin az say›da flirkete peflkefl çekilmesi sonucunda. Ayr›ca, sal›m indirimi muafiyeti sa¤layan ve taahhüt vermemifl taraf ülkelere Widnes, Kuzey ‹ngiltere
yap›lan temiz kalk›nma yat›r›mlar› nedeniyle. BM iklim de¤iflimi gündeminin tüm tantanas› alt›nda son on y›ld›r yap›lanlar, iklim de¤iflimi gerçe¤ini kavramaktan çok uzak. Üstelik bilimin öngörüleri sürekli de¤iflip sundu¤u reçeteler giderek daha ac› bir tat al›rken, BM Çerçeve Antlaflmas› alt›nda yap›lanlar insanl›¤›n sorumsuz geçmiflini hat›rlatmaya devam ediyor. Örne¤in, çerçeve antlaflma imzaland›¤›nda küresel ekosistemi geri dönüflsüz bir çöküflten koruyabilecek atmosfer-karbon istikrar seviyesini 450-500 ppm band›nda görüyorduk. Günümüzde özellikle iklim geribeslemelerini de içeren modeller sayesinde (buzullar›n erimesi sonucu yerküre yans›tmas›n›n azalmas›, Sibirya gibi ülkelerdeki permafrostun erimesi sonucu toplu metan ç›k›fl›, karasal ve okyanussal karbon yutaklar›n›n doymas› vb.) hem bu istikrar seviyelerinin hem de bu seviyeleri yakalamak için gerekli olan sal›m indirimlerinin yetersiz oldu¤unu anl›yoruz. ‹klim de¤ifliminden söz edildi¤inde ad› s›kça zikredilen James Hansen’in görüflleri dikkate al›nd›¤›nda, 400 ppm’in alt›nda bir istikrar band› zorunlu ve bunu yakalamak için yüzy›l ortas›nda sera gaz› sal›mlar›n›n yüzde 80 azalt›lmas›, daha sonra da yaklafl›k tümüyle tasfiyesi gerekli. Dikkate al›nmayan yaln›zca do¤abilimsel öngörüler de¤il. Kyoto’dan beri köprünün alt›ndan ne sular akt› diye düflündü¤ümüzde, 2007 tarihli Stern Raporu ve yine 2007 tarihli BM Kalk›nma Teflkilat› raporlar› önemli bir yerde duruyor: ‹klim de¤ifliminin, ciddi önlem al›nmamas› halinde oluflacak maliyetlerini, geciktikçe maliyetlerin de artmakta oldu¤unu ve bu maliyetlerin özellikle yoksullar›n aleyhine eflitsiz da¤›l›m›n› hat›rlatt›klar› için. Kopenhag’da, 2012-2020 y›llar› için geçerli taahhütlere karar verilirken, bilimin öngörülerini ciddiye almak ve Kyoto’nun zaaflar›ndan ders ç›karmak durumunday›z. Sürdürülebilir bir dünya ve sürdürülebilir bir iklim anlaflmas› için, (1) ölçülebilir, küresel, yeterli sal›m indirim hedefleri ortaya koyan, (2) bu indirim hedeflerini tüm dünya toplulu¤una hakkaniyetle paylaflt›ran, (3) maliyetleri azaltmak için önerilen malî /yönetsel enstrümanlar›, bu hedefleri suland›rmak üzere kullanamayacak fleffaf idarî mekanizmalar ve yapt›r›mlar getiren bir antlaflmaya ihtiyac›m›z var. Reel politika bizlere bu ifllerin daha uzun süre kör topal yürüyece¤ini gösteriyor. Fakat böylesi bir antlaflmaya yar›n, bugün oldu¤undan çok daha fazla ihtiyaç duyaca¤›z. Ali K. Saysel
Gayrimeflru meflruiyet
Ya kabul et ya da çekil
Suu Kyi diyalog ar›yor
Kirli polis mahkûm edildi
HONDURAS Ülkesine dönüp Brezilya Konsoloslu¤u’na s›¤›nan devrik baflkan Manuel Zelaya’n›n siyasî krizi çözmek için darbe hükümetiyle sürdürdü¤ü görüflmeler baflar›s›zl›kla sonuçland›. Asl›nda taraflar ülkeyi seçime götürecek ortak bir hükümet kurma konusunda anlaflm›flt›. Ama Zelaya, Kongre’nin baflkanl›k makam›na dönmesini oylamamas› durumunda anlaflmadan çekilece¤ini, aksi takdirde 29 Kas›m’da yap›lacak seçimlerin meflruiyet kazanamayaca¤›n› bildirdi. Ard›ndan fiilî devlet baflkan› Roberto Micheletti geçici hükümette Zelaya’n›n vekillerinin bulunmayaca¤›n› aç›klad›.
FRANSA Fanatik biçimde uygulanan “Ermeni Soyk›r›m› Yasas›” anti-demokratik bir uygulamaya dönüfltü. Bask›n Oran’›n k›z› S›rma Oran Martz, kendisine 2008 seçimlerinde yap›lan “ya soyk›r›m› kabul et ya da adayl›ktan çekil” bask›s›n› adalete tafl›d›. Lyon kentinin Villeurbanne kasabas›ndaki yerel seçimlerde sosyalist ve Yeflillerin meclis üyeli¤i için aday gösterdi¤i, ancak 1915 olaylar›yla ilgili Ermeni iddialar›n› tan›mad›¤› için sosyalist belediye baflkan› taraf›ndan adayl›ktan çekilmeye zorlanan Martz’›n “ay›r›mc›l›k” suçlamas›yla açt›¤› dava Lyon mahkemesinde bafllad›.
BURMA Ev hapsindeki muhalif lider Aung San Suu Kyi, cunta lideri General Than Shwe’ye gönderdi¤i mektupta ikili görüflme ça¤r›s›nda bulundu. Halk›n ç›kar›na olan konularda askerî yönetimle iflbirli¤i yapmak istedi¤ini söyleyen Suu Kyi’ye, ASEAN zirvesine kat›lan Obama’dan destek geldi. Burma temsilcilerinin de bulundu¤u zirvede konuflan Obama, Suu Kyi ve öteki siyasî tutuklular›n serbest b›rak›lmas› ve az›nl›k üstündeki bask›lara son verilmesini istedi. Ayr›ca zirvenin sonuç bildirgesinde, Burma’da 2010’da yap›lacak seçimlerin hür, adil ve kat›l›mc› olmas› gerekti¤i vurguland›.
ABD 2004’te Bush taraf›ndan ‹çgüvenlik Bakanl›¤›’na aday gösterilen eski New York polis flefi Bernard Kerik, Beyaz Saray’a yalan beyânat vermek, vergi kaçakç›l›¤› ve çeflitli yolsuzluk suçlar›ndan suçlu bulundu. 61 y›la kadar ç›kabilecek cezas› bir sonraki duruflmada verilecek. 11 Eylül s›ras›nda ulusal kahraman hâline gelen Kerik’in kabine adayl›¤›, evinde Meksikal› bir illegal göçmeni dad› olarak çal›flt›rd›¤› ve vergi kaç›rd›¤› New York Times taraf›ndan ortaya ç›kar›l›nca düflmüfltü. Kerik’in bu s›rada Beyaz Saray’a kendiyle ilgili yanl›fl bilgiler verdi¤i tespit edildi.
BREZ‹LYA Rio’ya da geçmifl olsun Lula ve ekibi büyük bir diplomatik efor sarfederek 2016 Olimpiyat Oyunlar›’na Rio’nun evsahipli¤i yapmas›n› sa¤lad›. Ancak geçmiflteki olimpiyat deneyimleri, Rio’nun seçilmesini sevinç gösterileriyle kutlayan yoksul y›¤›nlar›n beklentilerini bofla ç›karacak gibi görünüyor. Olimpiyat yap›ld›¤› kenti silindir gibi ezip geçiyor... “B‹Z daha çok istedi¤imiz için kazand›k” diyor Brezilya Olimpiyat Komitesi Baflkan› Carlos Roberto Osório. Uluslararas› Olimpiyat Komitesi’nce 2 Ekim’de yap›lan oylamada, 12 milyonluk Rio de Janerio metropolünün 2016 y›l›n›n olimpiyat flehri seçilmesinde en çok pay sahibi olanlardan biri de Brezilya devlet baflkan› Luiz Inácio Lula da Silva. En güçlü rakip fiikago için ABD baflkan› Barack Obama sadece iki dakikas›n› ay›r›rken, yan›na efsanevî futbolcu Pele, dünyaca ünlü yazar Paulo Coelho gibi starlar› alan Lula, seçimin yap›laca¤› Kopenhag kentine iki gün önceden gitmekle kalmad›, ayn› zamanda komitenin 106 üyesinin her birine özel mektup göndermeyi de ihmal etmedi. Bu diplomatik zaferin ard›ndan Brezilya cephesinden gelen aç›klamalar ise, Olimpiyat Oyunlar› tarihinde benzerlerine çok rastlad›¤›m›z türdendi: Baflkentli¤i Brazil’e kapt›rd›¤›ndan beri düflüflte olan Rio’nun y›ld›z› parlayacakt›, flehrin altyap›s›nda önemli iyilefltirmeler yap›lacak, turistik yatak kapasitesi ikiye katlanacak, yeni konut alanlar› oluflturulacak, k›saca devlet taraf›ndan öngörülen 14 milyar dolarl›k bütçeye, beklenen 50 milyar dolarl›k dolayl› yat›r›m da ekledi¤inde Rio’nun gençleflmesinin yolu aç›lacakt›. Oysa yak›n zaman olimpiyat tarihinde yap›lan k›sa bir gezinti, bu süslü laflar›n flehirlerin yaflam›nda neye tekabül etti¤ini görmeye yetiyor da art›yor. Gelin, Konut Hakk› ve Tahliyeler Merkezi COHRE’nin dünya olimpiyat flehirleri hakk›nda yerel araflt›rmac›lara yapt›rd›¤› bir dizi rapora göz atal›m.
Olimpiyat = Toplumsal y›k›m Diktatörlü¤ün sultas›nda bafllay›p 1987’de demokrasi talebiyle gerçekleflen ayaklanmalar›n gölgesinde devam eden 1988 Seul Olimpiyatlar› haz›rl›klar›, Güney Kore’nin en büyük kentini bir finans merkezi yapmak için maharetle kullan›ld›. 1983-88 y›llar› aras›nda 48 bin bina y›k›l›p yaklafl›k 270 bin kifli zorla evlerinden tahliye edilirken, toplamda ortadan kald›r›lan mahalle say›s› 95’e ulaflt›. Altyap› nam›na üç metro hatt› devreye girerken, bu hatlar›n orta-üst s›n›f mahallelere uzanmas› ve yeni infla edilen olimpiyat
Lula, Osório ve Pele
köylerinin orta-üst s›n›flar için genifl otoyollarla donat›lmas› flehrin ulafl›m al›flkanl›klar›nda köklü de¤ifliklikler yaratt›. 1992’de Barselona’n›n bir dizi semtini tekrar tasarlayan “olimpiyat ruhu”, do¤rudan tahliyelere pek soyunamasa da, kent kültüründe köklü de¤iflikliklere neden oldu. 600 aile günümüzde bile al›flamad›klar› çeper mahallelere tafl›n›rken, esas sorun haz›rl›k sürecinde ev fiyatlar›n›n yüzde 240, kiralar›n ise yüzde 145 artmas›ndan kaynakland›. Olimpiyat sonunda 59 bin aile bar›nma giderlerini karfl›layamad›¤› için flehri terk etmek zorunda kal›rken, kamu-özel ortakl›¤›yla infla edilen olimpiyat konutlar› sonradan inflaat flirketlerine devredildi¤inden emlâk spekülasyonu tetiklendi. Olimpiyat köyü etraf›na yap›lan ring yollar trafi¤e ayr›ca yük getirdi. 1996 Atlanta Olimpiyatlar› kentin yoksul kesimini ay›klamak için bir f›rsat olarak kullan›ld›. 2000 sosyal konut yerini özel sitelere b›rak›rken, ço¤u fakir siyahlardan oluflan 30 bin kifli konut hakk›n› kaybetti. 1990’da ABD’nin en ayr›mc› dördüncü flehri seçilen Atlanta’da, ç›kan özel yasalar sayesinde güvenlik güçleri fazladan yetkilerle donat›ld›. Sadece 1996’da 9 bin evsiz tecrit edilirken, Olimpik Vicdan Grubu gibi aktivist örgütlenmelerin giriflimleriyle yaklafl›k 2 bin evsiz özgürlü¤üne kavuflabildi.
Rio’yu neler bekliyor? Yumuflak soylulaflt›rman›n yafland›¤› 2000 Sydney Olimpiyatlar› ise flehrin 26 bin 676 evsizine kâbus yaflatt›. Bofl alanlar ve parklar özellefltirilirken, kamu alanlar›nda uyumak ya da uzun süre dinlenmek yasakland›. Yüzde 53’ü kirac› olan 4 milyonluk kentin New South Wales
bölgesinde mukimlerin yüzde 59’u bar›nma giderlerini karfl›layamaz hale gelirken, haz›rl›klar›n sürdü¤ü alt› y›lda ev fiyatlar› ikiye katland›. Sonuçta 160 bin aile flehir merkezinden ayr›lmak zorunda kald›. Bu arada toplumsal örgütlerin önceki olimpiyatlar›n fledit sonuçlar›n› fark edip sürüyle protesto düzenlemesi anti-olimpiyatç›l›¤›n mihenk tafllar›ndan biri olarak tarihe geçti. 2004 Atina Olimpiyatlar›’n›n baflat ma¤durlar› ise Romanlard›. 2700 Roman evsiz kal›rken, asl›nda olimpiyatla alâkas› olmad›¤› sonradan anlafl›lacak Asypropyrgos gibi Roman mahalleleri oyunlar bahane edilerek y›k›ld›. Dünya emlâk stokunun fliflmesinin yans›malar› Atina’da da yank› bulurken, spekülatörler ev fiyatlar›n› ancak yüzde 62 art›rabildi. ‹flçi Bar›nma Örgütü’nün çabalar›yla olimpiyat köyünün 3 bin dairesi sübvanse edilen iflçi konutlar›na çevrildi. ‹lk aflamada 17.800 yoksul aile bu konutlara baflvursa da, oyunlar sonras› ulafl›m zay›flat›ld›¤›, çöp hizmetleri verilmedi¤i ve gündelik al›flverifl imkânlar› sa¤lanmad›¤› için kuray› kazanan aileler haklar›ndan feragat etmeye bafllad›. 2008 Çin Olimpiyatlar› ise, her alanda oldu¤u gibi evsizlefltirme konusunda da Çin ölçe¤ini dünyaya tan›tt›. 3.6 milyonu sözleflmeli göçmen olan 16 milyonluk megapolde Olimpiyatlar bahanesiyle 1.5 milyon kiflinin evi y›k›ld›. fiehir nüfusunun yüzde 10’u toplu ulafl›m›n zay›f oldu¤u ücra köflelere aktar›l›rken, bütçenin bir k›sm› zengin mahallelere 150 kilometre hafif metro hatt› döflenmesine harcand›. Rio’nun geçmiflten ders al›p almayaca¤›n›, nüfusunun alt›da biri yoksulluk s›n›r›n›n alt›nda bulunan, yüzde 40’› altyap› yat›r›mlar›na muhtaç favelalarda yaflayan Cariocas’lar›n (Rio’lulara verilen ad) 2016 Olimpiyat Oyunlar› yüzünden cefa çekip çekmeyece¤ini zaman gösterecek. Ancak karineler olumlu yönde de¤il. Olimpiyat kompleksinin yap›lmas› düflünülen, son yirmi y›l›n yükselen de¤eri al›flverifl merkezleriyle dolup taflan Barra Da Tijuca üst s›n›f mahallesini, turist cenneti ‹panema’ya ba¤lamak için bir metro ve 13.5 kilometrelik bir otoyolun planlar› aç›kland› bile. Yolda hangi mahallelerin “temizlenece¤i” ise meçhul. Ayr›ca senede 2 bin cinayetin ifllendi¤i megapolü daha güvenli bir olimpiyat köyü haline getirmek için ekim sonunda güvenlik bütçesinin art›r›lmas›na karar verildi. Zaten yar› yar›ya bofl duran turistik yatak kapasitesi iki kat›na ç›kar›l›rken, söz verdi¤i toprak reformunu hayata geçiremeyen Lula hükümetine mahallelerin tepkisi merakla bekleniyor. Ancak öyle gözüküyor ki, “oyunlar” devam ediyor. Ulus Atayurt
31
SLOVAKYA Milliyetçi oy pompalar› Macaristan’da faflistlerin Romanlar ve öteki az›nl›klara uygulad›¤› bask›lar henüz gündemdeyken, Slovakya’daki Macar az›nl›k benzer duruma düfltü. Seçim arifesinde ibretlik nasyonalizm manzaralar›: Slovakyal›laflt›ramad›klar›m›zdan m›s›n›z? Slovakya hükümeti yaz aylar›nda Az›nl›k Dilleri Yasas›’nda yapt›¤› de¤ifliklikle kamusal alanlarda ve kamu hizmetlerinde az›nl›k dillerinin kullan›lmas›n› yasaklad›. 5.4 milyonluk ülkedeki 500 bin kiflilik Macar az›nl›k ve temsilcileri de¤iflikli¤e tepki gösterdi. Ancak hem de¤iflikli¤in içeri¤i, hem de gösterilen tepkiler konusunda halk›n kafas› kar›fl›k. Avrupa’n›n federasyona dönüflmesini savunan ve bu amaçla kültürel de¤iflim programlar› düzenleyen Slovak Dream Team ekibinden Ivana Hucíková’ya ba¤lan›yoruz. Anlafl›lan Slovakya gibi küçük say›labilecek bir ülkede bile kültürel farkl›l›klar sorun olabiliyor. Kamusal alanda az›nl›k dillerinin kullan›m›n› yasaklayan bu yeni yasayla ilgili ne düflünüyorsun? Ivana Hucíková: ‹lk olarak bir-iki noktay› düzelterek bafllayay›m: Slovakya’daki az›nl›klar›n dillerini kullanmas›n› yasaklayan yeni bir yasa söz konusu de¤il. Söz konusu olan, mevcut bir yasada de¤ifliklik yap›lmas›. 1999’da ç›kart›lan az›nl›k dilleriyle ilgili yasada flunlar yaz›yor: “Devlet kurumlar›, belediye idaresi kurumlar›, kamu idaresinin di¤er organlar›, söz konusu kamu otoritelerinin kurdu¤u tüzel kifliler ve kanunla kurulan tüzel kifliler resmî iletiflimlerinde devlet dilini kullan›r; söz konusu hüküm, resmî iletiflimde az›nl›k dillerinin kullan›m›na halel getirmeksizin ayr› bir yönetmelikle uygulan›r.” Buna dayanarak ç›kart›lan yönetmelikte yazd›¤›na göre de, “az›nl›k halk›n›n yaflad›¤› yerdeki oran› yüzde 20 veya daha yüksekse, kamusal ifllerde az›nl›k dilinin kullan›m› serbesttir”. Bunu daha insanî kelimelerle ifade edersek, az›nl›kta bulunan halklar, gerekli flartlar yerine getirilirse kendi dilini kullanabiliyor... O zaman sorun nerede? Kan›mca, yasada veya de¤ifliklikte çok önemli bir sorun yok. Yasa az›nl›klar› ne s›n›rl›yor, ne de onlara ayr›mc›l›k uyguluyor. Sorun, politikac›lar “sahneye ç›k›nca” bafll›yor. Gelecek y›l Slovakya’da genel seçimler var ve siyasal partiler yeni seçmenler kazanmak ve mevcut seçmenlerini kaybetmemek için yeni bir f›rsat yakalad›¤›n› hissediyor. Medya da bu sürece yard›mc› olmuyor. Sürekli olarak gazetelerde ve televizyonda yasa de¤iflikli¤iyle ilgili, insanlar›n kafalar›n› kar›flt›ran yanl›fl aç›klamalar yay›nlan›yor. Yasay› ve de¤iflikli¤ini düzgün anlatmad›klar› için halk›n ve özellikle az›nl›klar›n kafas›nda yasan›n ayr›mc› oldu¤una dair bir düflünce do¤uyor. Yasan›n gerçekte neden bahsetti¤i bilinmiyor. Ancak bu tam da politikac›lar›n istedi¤i bir durum. Çünkü daha sonra onlar›n haklar›n› ve adaleti savunan büyük kurtar›c›lar olarak ortaya ç›kacaklar. Bu küçük tiyatronun az›nl›klar›n haklar›n› savunmakla uzaktan yak›ndan alâkas› yok. Olan, yeni genel seçimlerde oy için savaflacak politikac›lar›n yasay› kendi ç›karlar› do¤rultusunda sunmalar›ndan baflka bir fley de¤il. Yasa de¤iflikli¤iyle ortaya ç›kabilecek en büyük problem, yasan›n ihlâl edilmesi hâlinde verilecek cezalar. ‹hlâl cezalar› 1999’da iptal edilmiflti, ancak flimdi
32
Ivana Hucíková
yeniden yürürlü¤e girdi. Kiflisel olarak, yasay› ihlâl edenlerin nas›l cezaland›r›labilece¤ini tahmin etmekte zorlan›yorum. Yasa de¤iflikli¤inin içeri¤i ne? Hedef yaln›zca güneydeki Macarlar m›, yoksa baflka hedefler de var m›? Yasa de¤iflikli¤inin hedefi Macarca de¤ildi; tabii Macaristan’daki baz› radikaller aksini düflünüyor olabilir. De¤ifliklik, bütün az›nl›klar› ilgilendiren az›nl›k dilinin kullan›m›yla ilgili yasada yap›ld›, ama yaln›zca Macar politikac›lar buna tepki gösterdi. Slovakya’daki tek az›nl›k Macar halk› de¤il. Ülkedeki en büyük az›nl›k toplulu¤unu oluflturduklar› do¤ru (yüzde 9.7 – 520 bin kifli), ancak yaln›z de¤iller. Romanlar› (yüzde 7), Çekleri (yüzde 0.8), Ruslar› (yüzde 0.4) ve Ukraynal›lar› (yüzde 0.2) da saymak gerekir. Bu nedenle, kan›mca yasa medyada sunuldu¤u kadar tart›flmal› ve ahlâkd›fl› de¤il. Bunun yan›nda, yasan›n medya taraf›ndan görmezden gelinen k›s›mlar› da var. Örne¤in yasa de¤iflikli¤inin ard›ndan, art›k az›nl›klar, resmî dile çeviri zorunlulu¤u olmadan anadillerinde yay›n yapabilecek. De¤ifliklikten önce böyle bir haklar› yoktu. Az›nl›klarla aram›zdaki iliflkide geçmiflten gelen korku ve gerilimin daha da artmas› için halk›n dikkati gereksiz yere böyle konulara çekiliyor. Bundan her iki taraf da sorumlu. Slovakya’da az›nl›klara karfl› nas›l bir siyasal atmosfer var? Madem fark getirmeyecekti, neden hükümet tepki toplamas› muhtemel bir de¤iflikli¤e gitti? Slovaklarla Macarlar aras›nda her zaman bir gerilim yarat›lm›flt›r. Gazetelerde veya televizyonda her zaman bu gerilimle ilgili bir fleyler bulmak mümkündür. Ama her defas›nda kendime sorar›m: Bunlar neden bahsediyor? Ne gerilimi? Kiflisel olarak Slovakya’da veya bu güzel dünyan›n herhangi bir yerinde yaflayan
hiçbir Macarla hiçbir problemim yok. Çevremde tan›d›¤›m kimseler de böyle. Gerçekten bu sorun, parlamentoda oturan ve bizi temsil etti¤i söylenen baz› i¤renç politikac›lar›n yaratt›¤› kirli bir balondan baflka bir fley de¤il. Medyan›n SNS (Slovak Milliyetçi Partisi) lideri Ján Slota’ya genifl yer verdi¤ini görünce i¤reniyorum. Bu adam sayg›s›z›n teki, ne zaman rastlasam Macarlara sald›r›yor. ‹nan›n, onlar için sarfetti¤i kelimeler ancak batakhanelere yak›fl›r, parlamentoya de¤il. Ülkemin politikac›lar›ndan utan›yorum. Bu sadece SNS ile ilgili de¤il. SMK (Macar Koalisyonu Partisi) de bünyesinde baz› fanatikleri bar›nd›r›yor. Bu iki parti, az›nl›klarla ilgili konulardaki radikal düflüncelerini medyada tart›fl›yor! Ve bizler, sokaktaki vatandafl, nas›l olup halklar aras›nda sorun olmad›¤›n› anlayamad›klar›na flafl›r›yoruz... Güzel bir örnek vereyim: Lisede, s›n›f›m›zda, Slovakya’n›n güneyinden gelen bir arkadafl›m›z vard›. K›z›n babas› Macar, annesi Slovakt› ve her iki dili de konuflabiliyordu. Birlikte geçirdi¤imiz befl y›l boyunca hiç kimsenin kendisiyle yar›-Macar olmas›ndan kaynaklanan bir sorunu olmad›. Hiçbir s›n›f arkadafl›m ona bu nedenle sald›rmad› veya arkadafl grubundan d›fllamad›. O da iki ulus aras›nda herhangi bir nefret veya gerilim hissetmiyor. Günlük hayatta kimse hükümetin ne yapmaya çal›flt›¤›n› anlam›yor. Herkes hayat›n› Macarlarla bar›fl içinde geçiriyor. Elbette her iki tarafta da radikal milliyetçiler var. Neyse ki halk›n ço¤unlu¤u onlar gibi düflünmüyor. Son genel seçimlerden sosyal demokrat SMER partisi zaferle ç›kt›. Ama hükümeti kurabilmek için afl›r› milliyetçi SNS ile koalisyon kurmak zorunda kald›. Bu yasa de¤iflikli¤i SNS’in hükümetteki etkisiyle aç›klanabilir mi? Hay›r. 2006’daki erken seçimlerde SMER oylar›n yüzde 29.14’ünü, SNS ise sadece yüzde 11.73’ünü ald›. Rakamlara bakt›¤›m›zda hükümette kimin bask›n oldu¤u çok aç›k. SMER’in hükümette genifl bir egemenli¤i var. Parlamentoya gelen her fleyin SMER’in onay›ndan geçmesi gerekiyor. Üstelik bu de¤ifliklikten sorumlu olan Kültür Bakanl›¤› da SMER’in kontrolünde. Bence yasa de¤iflikli¤inde SNS’in etkisi yok. Bu olaya 2006’daki sonuçlar üzerinden de¤il, 2010’daki genel seçimler üzerinden bakmak gerekiyor. Ortaya at›lan baz› fikirlere göre, SMER, seçim kampanyas› döneminde SNS’in de¤ifliklikle ilgili düflüncelerini savunacak ve böylece onun oylar›n› çalacak. Tam bir tiyatro oyunu. Peki yasa de¤iflikli¤ine halk nas›l bir tepki gösterdi? Macar az›nl›¤›n güçlü oldu¤u baz› bölgelerde gösteriler yap›ld›¤›n› biliyoruz. Bu gösteriler SMK taraf›ndan m› örgütleniyor, yoksa Slovaklarda da bir tepki var m›? Gösterilerle ilgili çok fazla bilgim yok. Kald› ki, bize aksettirildi¤i kadar büyük ve radikal olduklar› konusunda da flüphelerim var. Yak›nlarda Dunajská Streda’da Macar Koalisyonu taraf›ndan oldukça büyük bir miting yap›ld›. Ancak bu mitingin provokatif oldu¤unu düflünüyorum. Çünkü gerçekten Macar az›nl›¤›n haklar› için yap›lm›fl olsayd›, Macarlar›n ikinci partisine de söz verirlerdi, ama ça¤›rmad›lar bile. Bence, SNS ve SMK birbirlerine muhtaç iki milliyetçi parti. Sürekli görünür olmaya çal›fl›yorlar. Bunun için, ikisi de baz› problemleri büyüterek kendilerine siyasal rant ve kredi sa¤lamak peflinde. Söylefli: Serkan Köybafl›
FRANSA E¤itim piyasas›na karfl› Geçen y›l ö¤renci eylemlerinden sonra çark eden Sarkozy, e¤itim reformunu ç›kartma ›srar›ndan vazgeçmifl de¤il. Ama üniversitelere “finansal özerklik” sa¤layarak e¤itimi özellefltirme plan› gene direniflle karfl›laflacak. Eylemler yeniden bafll›yor... GEÇEN y›l, Frans›z hükümetinin yapmay› planlad›¤› ve e¤itimin özellefltirilmesinin yolunu açan reform büyük tepkiyle karfl›lanm›flt›. Ülke genelinde liselerde bafllayan, ard›ndan üniversitelere yay›lan, Yunanistan’daki olaylarla iyice kuvvetlenen ö¤renci hareketinin eylemlerini unutmak mümkün de¤il. Baz› bölgelerdeki liselerde neredeyse y›l boyunca ders yap›lamad›, üniversite iflgal ve grevleri aylarca sürdü, yap›lan yürüyüfllerde polisle fliddetli çat›flmalara girildi. Yunanistan’daki gençlik ayaklanmas›n›n Fransa’ya s›çramas›ndan korkan hükümetin reformu erteledi¤ini aç›klamas› ve ö¤retim döneminin sona ermesiyle ö¤renci hareketi duruldu. Ancak yeni ö¤retim dönemi bafllarken Sarkozy’nin reformlar› baflka k›l›flarla aç›klamas›, hareketi yeniden ateflledi. Asl›nda ö¤rencilerin eyleme her an haz›r olmas›n›n temel sebebi hükümetin planlad›¤› reformlar de¤il. Yeniden harekete geçmek için yap›lan toplant›larda reform tasar›lar›n›n yan›s›ra ekonomik kriz ve bunun ö¤rencilerin hayat›na etkileri, iflsizlik ve gelece¤in belirsizli¤i de konufluluyor.
“Her fley piyasa için” Sarkozy, 2007’de e¤itim reformunu ilk kez duyururken “ana eksenimiz üniversitelerin özerkli¤i” diyordu. Kula¤a ilk baflta hofl gelen bu söz, reformun asl› astar› ortaya ç›k›nca mücadelenin bafllang›ç sebeplerinden biri oldu. Sarkozy özerklik derken “finansal özerkli¤i” kastediyordu. Varolan yasal çerçevede devlet bir üniversiteye ay›raca¤› bütçeyi ö¤renci say›s›na göre hesapl›yor. Bahsi geçen reform ise devletin üniversiteye ay›raca¤› bütçeyi yaln›zca baflar›l› ö¤renci say›s› üzerinden hesaplamas›n› öngörüyor. Ö¤renci baflar›s›z oldu¤u zaman tekrar okuyor, ama bu sefer devlet onu kelimenin tam anlam›yla “adamdan saym›yor” ve ay›rd›¤› bütçeye onu katm›yor. Ama üniversitenin o ö¤rencinin e¤itimini sa¤layacak paraya olan ihtiyac› devam ediyor. Üniversite bu durumda birkaç fley yapabilir: Kay›t ücretlerini yükseltmek, ba¤›fl toplamaya bafllamak, okulun belli yerlerini flirketlere kiralamak... Böylece, üniversitelerin özellefltirilmesine kap› aç›lm›fl oluyor. Belki sermaye aç›kça buyur edilmiyor, ama arka kap›dan içeri al›n›yor. Hükümet yetkilileri, “üniversitelere destek olmak isteyen çok ifladam› oldu¤una eminiz” diyor. Ö¤renciler, “ülke genelinde eflit e¤itim ilkenize ne oldu” diye soruyor. Çünkü anlat›lan durum hayata geçerse, e¤itimde eflitlikten söz edilemeyece¤inin herkes fark›nda. ‹lk aflamada flehirler ve üniversiteler aras›nda eflitsizlik do¤aca¤› aflikâr. ‹fladamlar› hangi üniversitelere yard›m edeceklerini seçerken, bu yard›m›n nas›l bir geri dönüflü olaca¤›na bakacaklard›r muhakkak. Modern ekonominin prensipleri bunu öngörür. Ard›ndan bölümleraras› eflitsizlikler ortaya ç›kacak. ‹fladamlar›n›n “ifllerine yarayacak” bölümlere yard›m edece¤ini tahmin etmek zor de¤il. Yasa, üniversiteye yard›m yapan flirket-
lere, üniversite yönetim kurulunda bir de yer ayr›lmas›n› öngörüyor. Yani, üniversiteye ö¤renci kabul kriterleri, ö¤retim görevlilerinin seçimi, ders programlar›n›n oluflturulmas› gibi meselelerin tart›fl›ld›¤› ve karara ba¤land›¤› odada bir de paray› veren flirketin yetkilisi bulunacak... Ö¤rencilerin dilinde olan söz flu: “Yard›m diyerek kendimizi kand›rmayal›m, bahsi geçen fley aç›k bir yat›r›md›r. Bu, paras›z eflit e¤itim hakk›n›n sonudur.”
Büyük bal›k ile küçük bal›k Ancak ö¤renci sendikalar› meseleyi bu yönden görmüyor, “özerklik” sözcü¤ünün güzelli¤ine kap›l›yor. Bu yüzden ö¤renciler taraf›ndan sermayeyle iflbirli¤i yapmakla, temsil görevlerini yerine getirmemekle suçlan›yorlar. Sendikalar› destekleyen ö¤renciler de bu sistemin iyi olaca¤›n›, baflar› oran›n› art›raca¤›n› ve flirket ba¤lant›lar› sayesinde ifl bulman›n kolaylaflaca¤›n› savunuyor. “Baflar› oran›na göre bütçelendirme ö¤rencileri baflar› için motive edebilir” diyorlar. Öte yandan, bu durum ö¤renciler aras›nda yeni rekabetlerin do¤mas› demek. Ö¤rencileri bölmek için her yönüyle uygun bir reçete: Üniversiteleraras›, ö¤rencileraras›, profesörleraras› k›yas›ya rekabet... Kapitalizm en temel haklar›m›z› dahi ancak “rakip”lerimizi alt ederek almam›za izin veriyor. Herkes “hak etti¤ini” al›r diyor, hak etmek içinse hep birilerini yenmemiz, ezmemiz gerekti¤ini söylüyor. “Büyük bal›k küçük bal›¤› yer” diye kahkaha at›yor. En temel mücadele, insan›n bencilli¤ine ve de¤iflmezli¤ine inanan bu zihniyete karfl› veriliyor. Hükümet 2007’den beri reform yönünde ad›mlar at›yor, yasalar ç›kar›yor, ö¤renciler ayaklan›yor, sözler geri al›n›yor, “düflünece¤iz” deniyor, ama asla vazgeçilmiyor. Kazanç büyük olacak çünkü. Bütçeden oldukça büyük bir parça “kurtar›lm›fl” olacak, büyük sermaye sahiplerine yeni yat›r›m alanlar› aç›lacak, flirketler gelecekteki çal›flanlar›n› istedikleri gibi Nicoleon
yetifltirme flans›na sahip olacak. Sözde “özerk” üniversiteler maddî ba¤›ml›l›klar› sebebiyle her yönden ba¤›ml› hale gelecek; ders programlar›n› belirleme, ö¤retim görevlilerini seçme vb. gibi birçok alana flirketler dâhil olacak. Sonuçta e¤itim de sermayenin kontrolüne girmifl, kapitalizm hofluna gitmeyen sesleri k›sabilmenin baflka bir yolunu daha bulmufl olacak.
Çokyönlü mücadele ajandas› Ancak ö¤renciler bunun peflini b›rakacak gibi görünmüyor. Geçen y›l yap›lan eylemlere ra¤men hükümetin vazgeçmemesi birçok ö¤renciyi hayal k›r›kl›¤›na u¤ratm›fl olsa da, bir o kadar›n› daha çok mücadele etmenin gereklili¤ine inand›rd›. Hareketin etkinli¤i, yayg›nl›¤› ve süreklili¤i aç›s›ndan çok faydal› bir sistem oturtmufllar. Her üniversite, istedi¤i s›kl›kta, istedi¤i konu hakk›nda genel kurul düzenliyor. Üniversitenin tüm ö¤rencileri, ö¤retim üyeleri ve di¤er çal›flanlar›n›n genel kurula kat›lmaya ve genel kurul için ça¤r› yapmaya hakk› var. Genel kurulda seçilen üç-dört delege, her ay düzenlenen il genel kuruluna gidip üniversiteleraras› iletiflimi sa¤l›yor. ‹l genel kurullar› da di¤er illerle temasa geçiyor, böylelikle sürekli iletiflim halinde olan gruplar›n yürüttü¤ü süreç daha kolay ve paralel ilerleyebiliyor. Bu sistemi gördükten sonra, geçen y›l yap›lan eylemlerin süreklili¤ini ve etkisini anlamak daha kolaylafl›yor. fiu günlerde, hangi fraksiyondan olursa olsun sol gençlik hareketleri birlikte mücadeleyi yeniden bafllatmaya çal›fl›yor. Arada anlaflmazl›klar ç›ksa da, hem zorunluluktan, hem de kimse “meydan”› di¤erlerine b›rakmak istemedi¤inden ortak bir noktada bulufluyorlar. Örne¤in Maocular “hiçbir fley de¤iflmedi, reform yürürlükte” diyerek geçen y›l yap›lan eylemlerin baflar›s›zl›¤›ndan dem vursalar da aktif olarak hareketin içindeler. Troçkistler ise baflar›s›zl›¤›n söz konusu olmad›¤›n›, anl›k kazançlar›n de¤il, süreklili¤in önemli oldu¤unu öne sürerek vazgeçmeye meyledenleri yeniden mücadeleye katmaya çal›fl›yorlar. En kalabal›k ö¤renci sendikas› UNEF, hareketten çekilmese de, bahsi geçen özerkli¤in güzel bir fley oldu¤unu düflünen üyeleri yüzünden epey s›k›nt› çekiyor. fiimdilik gruplararas› anlaflmazl›klar gözard› edilmifl vaziyette, herkes birlikte mücadele etmenin öneminden bahsediyor. Ayr›ca iflçi s›n›f›yla kurulacak birli¤in gereklili¤i dile getiriliyor. Yak›nlarda ö¤renci ve ö¤retmen sendikalar›, siyasî parti ve gruplardan oluflan bir platform taraf›ndan ülke genelinde iki eylem ça¤r›s› yap›ld›. ‹lki 17 Kas›m’da yap›lacak üniversite eylemi. Ard›ndan, 24 Kas›m’da anaokulundan üniversiteye kadar bütün e¤itim basamaklar›n›n üyelerini kapsayacak ikinci eylem yap›lacak. Öte yandan Avrupa’n›n çeflitli ülkelerinde de benzer ö¤renci eylemlerinin bafllamas› bekleniyor. Nitekim ekim ay›n›n son günlerinde Avusturya’da ö¤renci iflgalleri yafland›. Kapitalizmin yap›sal krizi her hayata ayr› temas ediyor, yaflamay› her geçen gün zorlaflt›r›yor. Krizle birlikte artan emek sömürüsü, iflten ç›karma, maafllar› ödememe, sigortas›z çal›flt›rma, fliddet, ayr›mc›l›k, kad›n sömürüsü, iflsizlik ve açl›k toplumsal hareketlerin dünya çap›nda direnifle geçmesine yol açt›. Fransa’da ö¤renciler tarihe seyirci kalmay› reddetmifl görünüyor. Ancak alternatiflerinin ne oldu¤u ve bunun için hangi yollar› izleyecekleri henüz tam olarak bilinmiyor. Serra Torun
33
k›raat
X - KÜTÜPHANE Alex Callinicos Tarih Yapmak –Toplum Kuram›nda uram›nda Etkinlik, Etkin Yap› ve De¤iflim (Doruk) Aliflan Çapan Güle Güle ki Tarif Edemem mem (Adam) Ayfle Gül Alt›nay t›nay - Fethiye Çetin (der (der.) Torunlar ar (Metis) Cemal Bali A Akal Spinoza Günleri (Bilgi (B Ün.) Claude Lévi évi-Strauss Hüzünlü Dönenceler (YKY (YKY) Elsa Morant nte Ve Tarih Devam Ediyor (Can) Etgar Keret - Samir El-Youssef El-Yous Gazze Blues Bl (Siren) Haruki Murakam akami Sahilde Kafka (Do¤an) n) Korkut Boratav v Bir Krizin K›sa Hikâyes Hikâyesi (Arkadafl) Lale Müldür - Seyha yhan Özdamar M Medine ve Kavun Likörü (Artshop) Max Horkheimerr Alacakaranl›k (K›rm m›z›) Melinee Manou uchian Bir Özgürlük Tut utsa¤›: Manuflyan (Aras) Murat Mentefl efl Korkma Ben n Var›m (‹letiflim (‹letiflim) Ömer Özgüne üner Baflkas›n› Seviyorum (Do¤an (Do¤an) Robert Musi usil Üç Kad›n n (Helikopter) (Helikopter Sevilay Kaygalak Kay Kentin Mültecileri Mülteciler –Neoliberalizm oliberalizm Koflullar›nda Zorunlu G Göç ve Kentleflme (Dipnot) Slavoj Zizek ek Hitc tchcock (Encore) Tar›k Ali Ayna yna Korkusu (Agora) Umberto Eco Çirkinli¤in Tarihi (Do¤an) Yusuf At›lgan Aylak Adam (YKY)
•
lik çizim: Aydan Çe
*
• * “Louis Louis Bonaparte Bonaparte’›n ›n 18 BrumaiBrumai re”i ya da “Ekonomi-politi¤in Elefltrisi”nden birkaç sayfa okuyarak zihnimi açmadan, bir sosyoloji ya da etnoloji problemi ile u¤raflmaya pek ender giriflirim. Ayr›ca, önemli olan, Marx'›n tarihin flu ya da bu geliflimini do¤ru öngörmüfl olup olmas› de¤ildir. Rousseau’nun ard›ndan Marx, nas›l fizik duyumsal veriler üzerine kurulam›yorsa, toplumsal bilimin de olaylar düzleminde kurulamayaca¤›n› bence kesin biçimde göstermifltir. Amaç bir model kurmak, özellikleri ve laboratuarda ne türden tepkiler gösterdi¤ini incelemek ve sonra bu gözlemleri, önkestirimlerden çok farkl› olabilen görgül olaylara uygulamakt›r. Marksizm, bir baflka gerçeklik düzleminde jeoloji ve kurucusunun kendisine verdi¤i anlamda, psikanaliz ile ayn› yoldan gitmektedir: Üçü de anlaman›n, bir iliflki türünü bir baflka iliflki türüne indirgemek oldu¤unu kan›tlamakt›r. Do¤ru gerçekli¤in hiçbir zaman en kolay görünen gerçeklik olmad›¤›n›, hatta do¤rulu¤un kendini gizleme e¤iliminde varoldu¤unu ortaya koymaktad›r. Hepsinde ayn› sorun ortaya ç›kmaktad›r: Duyulur olanla ussal olan aras›ndaki iliflki. “Modern antropolojinin babas›” lâkab›n› hakk›yla edinen Claude Lévi-Strauss, 30 Ekim’de, 100 yafl›nda dünyaya gözlerini yumdu. Sayg›yla, sevgiyle u¤urluyoruz...
34
Evde oturuyorduk. Anneannem o s›ra ‹stanbul’dayd›. Annem odama geldi, masamda “Anneannem” kitab›n› gördü. “Aa, bu bizde vard›” dedi. Anneanneme alm›fl me¤er, anneannemdeymifl. Annemin göbek ismi Nadire, anneannesinin ismi. Nefret eder bu isimden. Ona Nadire denirse tüyleri diken diken olur. “Anneannemin ad› Nadire de¤il, Agavni’ymifl” dedi. Ben de “nas›l yani?” dedim. Oturdu, anlatmaya bafllad›. Anneannemin annesi Nadire ismiyle yaflam›fl, ama gerçek ismi bu de¤ilmifl. Annem de me¤er bu yüzden Nadire ismini sevmiyormufl. Bunlar› ö¤renince flafl›rd›m, “bunu bana neden söylemediniz y›llarca?” diye... 21 yafl›nday›m, 21 y›l boyunca bilmiyordum bunu. Ki dedem Ermenileri hiç sevmez, soyad›m›z tam bir Türk soyad›. Tamamen Türküz diye düflünüyordum. Hiç öyle de¤ilmifl. Ben daha önce köklerimizi araflt›rmaya çal›flt›m, sordum onlara, “biz nereden geliyoruz, nereliyiz?” diye. Ama hiçbir fley söylenmiyordu. Anne taraf›m da Amasyal›, baba taraf›m da. Ben de soyad›m›zdan dolay› Türküz diye düflünüyordum. Lisede edebiyat dersinde hocam tek Türke benzeyen, kemik yap›s› Türke benzeyen olarak beni örnek göstermiflti. En Türk surat benim surat›mm›fl. (gülüyor) (...) Sonra iflte anneannemle konufltum; gözleri doluyor zaten anlat›rken... O akflam çok fley ö¤rendim. Anneannem de zaten on yafl›na kadar tan›m›fl annesini. Çok erken kaybetmifl. Çok kalabal›k bir aileymifl, en küçü¤ü benim anneannem. Kaybettikleriyle beraber beflalt› kardefller. Anneannemin iki çocu¤u olmufl, annem ve teyzem. Ailedeki tek torunum, baya¤› flansl› bir çocu¤um...
“Ooooo” diyor Naci abi kap›n›n efli¤inde, “ye¤enim gelmifl”. Bailey’s’i görünce, “hemen içelim flunu” diyor. “Lale, herife bak, Noel baba gibi geldi” diyor. “Nobel olmas›n da abi!” diyorum. Makaralar› koyveriyoruz. Üçümüzün aras›nda Bailey’s fazla dayanm›yor, viskiye dönüyoruz. Naci abi iyice kafay› bulmufl, Giresun türküleri kasetini koyuyor. Efllik etmeye bafllay›nca, “ne olur abi” diyorum, “bize ac›m›yorsan, flu güzelim türkülere ac›”. Oral› bile olmuyor, kafas›nda çoktan Giresun’a varm›fl bile. Orhan Çuflaz, Naim Tirali ve ‹dris Küçükömer Giresun’dan arkadafllar›. “‹dris’in evini ellerimizle yapt›k” diyor, “Nuri de vard›. ‹dris ne yaman çocuktu, hep sefalet içinde geçti hayat›. Ak›l al›r fley de¤il o kadar parlak bir adam›n o kadar sürünmesi!” Hayat›mda bir kere Büyükada iskelesinde gördü¤üm ‹dris Küçükömer’in lacivert gözleri geliyor gözümün önüne, sivri beyaz b›y›klar›. Olanca ciddiyetiyle “paras›zl›ktan belimizi do¤rultamad›k be Cevatç›m” dedi¤ini hat›rl›yorum, “hâlâ sürünüyoruz”. Y›llar sonra bir ö¤renci dergisini kar›flt›r›rken flu sat›rlara rastl›yorum: “De¤erli ö¤renci arkadafllar›m, bugünlerde a¤z›n›zdan devrimci mücadele, iflçi s›n›f›yla dayan›flma gibi laflar eksik olmuyor. Unutmay›n›z ki bahsetti¤iniz laflar ancak sizler gerçekten ö¤renci oldu¤unuz takdirde bir anlam ifade eder. Ö¤renci olman›z içinse, gerçek bir üniversiteniz olmal›d›r. Bugün üniversite diye bildi¤iniz yerin asl›nda üniversiteyle uzaktan yak›ndan iliflkisi yoktur. Bugün yapabilece¤iniz en devrimci ifl üniversitenize sahip ç›karak, onu gerçek bir halk üniversitesine dönüfltürmektir. Gerisi bofl laft›r.”
Etap Marmara’n›n Taksim’e bakan spor salonunday›m, bir y›ll›k aboneli¤in sadece on gününü kulland›¤›m salonda. Buraya üye olmak duygusu yetiyordu. Her seferinde bulmay› becerdi¤im bahanelerle kaçm›flt›m spora gitmekten. Asl›nda spor sonras› kendimi iyi hissediyordum. Önce buldu¤um bütün a¤›rl›klar› filan kald›r›yordum. Sonra bir hocadan, belli bir ritmde k›rk dakika yürümem gerekti¤ini ö¤rendim. K›rk dakika h›zl› tempoda, befl dakika da hafif tempoda. Tek sorun s›k›lmamd›. Bir-iki defa yürürken kitap okumaya çal›flt›m, olmad›. Gözüm sürekli zaman› gösteren elektronik aletteydi. Zorla olmuyordu, gelenlerin ço¤unun vücudu defoluydu. Salonun müdavimleri de vard›, defolular›n aras›nda. Herkese yaram›yordu demek ki. Bir de spora bafllay›nca, bütün hayat›n› de¤ifltirmen gerekiyordu, yeflil salataya dayanman yani. (...) Zulme dönmüfltü spor bizim için. Eminim, Taksim Meydan›’n› geçenler aras›nda, taflak kebab› yaparak spor salonunda vakit harcayanlara bir a¤›z dolusu küfredenler vard›. Onlar›n spor yaparak sa¤l›kl› ve uzun bir ömrü düflünecek halleri yoktu. Eski Yavuz geçseydi meydandan, camlar›n arkas›nda zinde biçimde yürüyüfl band›nda gezinenlere basard› küfrü, oradan biliyorum...
Duman›
üstünde
Modernli¤in yazar› Robert Musil - Niteliksiz Adam çev: Ahmet Cemal (YKY)
lman yazar Thomas Mann, bir günlük notunda o s›ralar Robert Musil’in “entelektüel roman›n›” okumakta oldu¤unu dile getirir. 20. yüzy›l›n en büyük romanlar›ndan say›lan, kimilerine göre “Ulysses” ve “Kay›p Zaman›n Peflinde”yle beraber an›lmas› gereken “Niteliksiz Adam”, böylelikle bir baflka büyük yazar›n kaleminde ilginç bir tarife kavuflur: “Entelektüel” roman. Mann bununla bir tak›m düflüncelerin roman› bafltan sona kuflatt›¤›n› ve imgelere, karakterlere ya da olaylara göre daha büyük bir a¤›rl›¤a sahip oldu¤unu vurgulamak ister gibidir. Gerçekten, “Niteliksiz Adam”›n ilk birkaç sayfas›n› okumak bu roman›n baflrolünde insanlar›n de¤il, fikirlerin bulundu¤u hissini uyand›rabilir bizde. Ancak burada fikirlerin nas›l ifle kofluldu¤u ve hangi “romansal” etkilere hizmet etti¤ini görmek büyük önem tafl›r. “Niteliksiz Adam”da fikirlerin merkezde olmas›, yazar›n bu roman› kendi fikriyat›n› aktarmak üzere yazd›¤›, karakterlerin de bu fikirlerin “temsilcisi” olarak orada bulundu¤u anlam›na gelmez. ‹flin do¤rusu, böylesi fikriyat
A
romanlar›na genelde “entelektüel” de¤il, basitçe “kötü” ya da “acemice” s›fatlar› yak›flt›r›l›r. Böyle eserlerde kendi düflünsel konumlar›na dair neredeyse insanüstü bir bilinçle donat›lm›fl temsilî karakterler, büyük bir tutarl›l›kla yazar›n iletmek istedi¤i flu veya bu fikri dillendirmek üzere bir araya gelirler. Ancak “Niteliksiz Adam”da olup biten bambaflka bir fleydir. Roman›n ana örgüsünü oluflturan fikirler hiçbir flekilde egemen bir “Fikriyat”›n unsurlar›na indirgenemez. Bu fikirler çok daha dinamik ve canl›d›rlar, zira her fleyden önce flu veya bu kiflinin flu veya bu verili durumdaki mücadelesini yans›t›rlar. Böyle bak›ld›¤›nda, “Niteliksiz Adam”da fikirlerin ön planda oldu¤u, olaylar›n ise onlara vesile olmak üzere kurguland›¤› kesinlikle söylenemez. Hatta bu romanda fikirlerle olaylar aras›nda net bir ayr›m yapmak dahi zordur. Zira “Niteliksiz Adam”da her fikir ayn› zamanda bir olayd›r. Roman, Birinci Dünya Savafl›’ndan önce, Robert Musil’in memleketi Avusturya-Macaristan ‹mparatorlu¤u’nda (karmafl›k yönetim sistemi nedeniyle Musil’in “‹mpkralya” ad›n› verdi¤i ülkede) geçer. Roman›n (daha do¤rusu, roman›n flu ana kadar Türkçede yay›nlanm›fl olan ilk iki cildinin) ana gövdesini, derin siyasî ve toplumsal boyutlara sahip bir mesele oluflturur: ‹mparator Franz Ferdinand’›n tahta ç›k›fl›n›n 70. y›ldönümü için kapsaml› bir kutlama gerçeklefltirilecektir. Viyana sosyetesinin gözdelerinden Diotima’n›n evi, toplumun önde gelen simalar›n›n kutlamalara iliflkin fikir al›flverifli yapt›klar› toplant›lara sahne olur: Romana ad›n› veren “niteliksiz adam” Ulrich baflta olmak üzere, Alman entelektüel ifladam› Arnheim, muhafazakâr asilzade Kont Leinsdorf ve general Stumm von Bord-
wehr gibi çok say›da seçkin insan bu toplant›larda bir araya gelir ve fikirlerini ortaya dökerler. Ancak tart›flmalar›n kapsam› elbette ki kutlama etkinliklerine dair fikir al›flveriflinin ötesine geçer. Hem bu toplant›lara kat›lanlar, hem de roman›n di¤er temel karakterleri (Ulrich’in metresi Bonadea, Nietzsche düflkünü Clarisse ile kocas› Walter, hatta hapiste idam edilmeyi bekleyen katil Moosbrugger) el yordam›yla yaflad›klar› zaman› anlamland›rmaya ve bu yolla hayatta kalmaya çal›fl›rlar. Bir bak›ma, roman›n merkezinde Foucault’nun büyük felsefî önem atfetti¤i flu ele avuca s›¤maz soru vard›r: “fiimdi nedir?” Baflta Ulrich olmak üzere tüm karakterler yo¤un bir ironinin gölgesi alt›nda bu sorunun ve bundan türeyen binlerce baflka sorunun cevab›n› bulmaya çal›fl›rlar. Düflünceler birbiriyle çat›fl›p da¤›l›r, dallara ayr›l›p yeniden birleflir, ç›kmaz sokaklara girip geri döner. Belki de “Niteliksiz Adam”da aslolan karakterlerin ne düflündü¤ü de¤il, nas›l olup da bu düflüncelere kap›l›p gittikleridir. Onlar›n yaflad›¤› “flimdi” –ki genellikle “modernite” ad›yla an›lagelmifltir– onlar› belki de örne¤ine zor rastlanacak türden bir düflünce anaforuna çekivermifltir. Niteliksiz adam Ulrich ve di¤erleri hayat› sil bafltan anlamland›rmaya çabalamakta, bu yolla “nitelikli” adamlar ve kad›nlar olarak yaflamay› ummaktad›rlar. ‹flte bütün bu düflünce olaylar›, bu çaban›n ürünü olarak ortaya ç›kar. Robert Musil’in “fikriyat›” diye bir fley varsa e¤er, onu tek tek kahramanlar›n düflüncelerinde de¤il, bütün bu düflünce maceras›n›n kendisinde aramak gerekir. ‹flte bu nedenle Robert Musil sadece modern bir romanc› de¤il, belki de di¤er tüm yazarlardan farkl› bir anlamda “modernli¤in yazar›”d›r. – Kerem Eksen
Kurtar›c› öyküler Nadine Gordimer (der.) - Dile Kolay –Oyunlar / Masallar (Pan)
ugüne dek pek çok dilde bas›-
lan “Dile Kolay” (Telling TaB les) nihayet Türkçeye de kazand›r›ld›. Apartheid karfl›t› mücadelede çok etkin olan, son zamanlarda özellikle Afrika’y› k›r›p geçiren AIDS’le mücadeleye kendini adayan, 1991’de Nobel Edebiyat Ödülü’ne lây›k görülen romanc› ve hikâyeci Nadine Gordimer’in giriflimiyle haz›rlanan ve onun eliyle derlenen hikâyelerden oluflan kitaptan sa¤lanan gelir, bütün dünyada oldu¤u gibi Türkiye’de de AIDS’le Savafl›m Derne¤i’ne ve çeflitli etkinliklere aktar›lacak. Kitab›n Türkçesini Beril Eyübo¤lu haz›rlam›fl, Kitap Çevirmenleri Meslek Birli¤i’ne ba¤l› çevirmenler de her bir hikâyeye el atm›fl. Kimler yok ki derlemeye katk›da bulunanlar aras›nda: Art›k aram›zda olmayan Susan Sontag, Arthur Miller, Es’kia Mphahlele ve John Updike baflta, Woody Allen’dan Margaret Atwood’a, Günter Grass’tan Amos Oz’a, Hanif Kureishi’den Michel Tournier’ye, Marquez’den Saramago’ya tam yirmi usta, yirmi usta ifli hikâye. Güzel okuma, faydal› hediye... – M.E.
F Fesuphanallah! h ll h! ‹llallah! –Ajanda 2010 (Metis)
oktan klasikleflmifl bulunan
Ç Metis ajandalar›n›n 2010 mahsulü, kabaca, din ifllerine ayr›lm›fl, “kendisine dinsel kimlik dayat›lmas›ndan illallah diyenlere” sunulmufl. Bol miktarda al›nt›yla, inanma ve inanmama hakk›na yönelik tecavüzlerin yüzy›llara yay›lan dökümüyle Metis Ajanda’ya yaz›p çizmeye k›yamazsan›z, bizim gibi iki tane al›n›z...
B‹ENAL‹N F‹K‹R BABALARINDAN BRIAN HOLMES’LA SANAT VE MUHALEFET ÜZER‹NE
Yönetici s›n›f›n flebekesi 11. ‹stanbul Bienali, 9 Kas›m itibariyle bir ibret vesikas› olarak tarihteki yerini ald›. Dikkatli okurlar hat›rlar, “Kapitalizm Neyle Yaflar?” kapakl› eylül say›m›zdaki söyleflide, bienalin küratörleri esin kaynaklar›n›n sanat teorisyeni Brian Holmes oldu¤unu söylüyordu. ‹flte o Brian Holmes, geçti¤imiz günlerde, yeni kitab› “Afl›r› Kodlamadan Kaç›fl: Denetim Toplumunda Aktivist Sanat”› bafll›k yapan bir panele kat›lmak üzere WHW’nin davetlisi olarak ‹stanbul’dayd›. Merak ettik, Holmes bir bak›ma fikir babas› oldu¤u bienal hakk›nda ne düflünüyordu? Bu, sadece bu bienale dair bir merak de¤ildi, eylül say›m›zda WHW üyeleriyle yapt›¤›m›z söyleflinin aç›l›fl sorusu, “Sanat neyle yaflar?”a ve Holmes’un bu konuda yaz›p çizdiklerine dairdi ayn› zamanda... “DIY Geopolitics” (Do It Yourself / Kendi Göbe¤ini Kendin Kes Jeopoliti¤i) adl› kitab›n›zda, “kurumsal sanat ortam›n›n d›fl›ndaki toplumsal a¤lar içinde serpilecek kolektif estetik pratiklerin, yeni dünya haritas›n› hem anlamak, hem de de¤ifltirmek isteyen iki yönlü arzunun ana istikametlerinden olabilece¤ini” söylüyorsunuz. Bunu da “DIY jeopoliti¤i” olarak tan›ml›yorsunuz. Ancak, 1990’lardan beri DIY prati¤ini sürdürenler hep fluna tan›k oluyor: Tam da otonom bir a¤ ve alan kuruldu¤u anda, h›zla normalize olup kurumsallaflma tehlikesi beliriyor. Otonom, kolektif sanatsal etkinlikler, piyasa kurumsal yap›lar - devlet girdab›na kap›lmadan varolufllar›n› nas›l sürdürebilir? Brian Holmes: Al›nt› yapt›¤›n›z metin, hararetli toplumsal a¤lar döneminin sonunda, 2003 civar›nda, karfl› küreselleflme hareketinin tepe noktas›nda hissetti¤imiz çoflkuyu özetlemek için yaz›ld›. O dönemde birçok önemli deneyim yaflanm›flt›, ben de bunlar›n baz›lar›n› “Unleashing The Collective Phantoms” (Müflterek Hayaletleri Sal›vermek, 2007) adl› kitapta toplanan makalelerde ve daha yak›n tarihli “DIY Geopolitics” isimli kitab›mda kayda geçirmeye çal›flt›m. Tabii bunu, eylemcili¤in oportünist taklitlerinden geçilmeyen sanat ortamlar›nda ve müzelerde yapamazs›n›z. Öte yandan, örne¤in, 1990’lar boyunca sanat› ve muhalif eylemcili¤i bir araya getiren, ‹ngilte-
re’den dünyaya yay›lan Reclaim The Streets (Sokaklar› Geri Alal›m) adl› sokak iflgal gruplar›n›n örgütleyicilerinden biri olan John Jordan’a bakal›m. Jordan, bir yandan “sanatç›” kimli¤ine bürünüp ders vermeye ve sergiler yapmaya soyunuyor, di¤er yandan da CIRCA (Gizli ‹htilalci Asi Palyaço Ordusu) gibi virütik ve kalabal›k protestolarla yeni estetik teknikler yaratmay› sürdürüyor. Alex Foti gibi aslen sanatç› olmayan birinin de, Avrupa çap›nda 500 bin güvencesiz hizmet sektörü iflçisini bir araya getiren
‹stanbul Bienal› serüveninden mahcubiyyet duyuyorum. Bizim d›fl›m›zdaki güçler taraf›ndan beliirlenen ve Koç Grubu taraf›ndan eklenen ulusalc›-faflist unsurlarla flekillenen çerçevesi kat›ks›z bir neoliberalizmden baflka bir fley de¤il.
Bri Bri Bria rian an Hol Ho H olmes mess
EuroMayday hareketinde benzer bir etkisi olmufltu. Yani sanatm›fl, de¤ilmifl, kimin umurunda? Mühim olan flu: Daha önceki bulufllar formatlanm›fl, amac›ndan sapt›r›lm›fl ve afl›r› kodlanm›fl olarak geri döndü¤ünde, yeni deneylere giriflmek. Yeni kitab›m “Afl›r› Kodlamadan Kaç›fl”ta bunu anlat›yorum. Asla eski hamura tak›l› kalamazs›n, sistem onu elinden al›r. Yine de, sanat ortam›n›n radikal ve sofistike estetik pratikler ve kuramlar gelifltirmek için elveriflli bir alan oldu¤unu düflünüyorum. Yay›nlar›ma ücretsiz ulafl›l›yor, kolektif çal›flmalarda yer al›yorum, protestolara kat›l›yorum ve elimden geldi¤ince düzeni h›rpalamaya çal›fl›yorum. Makalelerinizde, kitaplar›n›zda otonomi meselesine, kolektif sanat pratiklerine odaklan›yorsunuz. Bir sanat elefltirmeni olarak pozisyonunuzu nas›l tarif ediyorsunuz? Elefltirmenli¤e, 1994’te, küreselleflmenin en güncel Marksist yorumlar›n› irdeledi¤imiz ve neoliberal yeniden yap›lanma sürecindeki krizleri, iflgücü kayb›n›, açgözlü flirketleri ve küresel oligopolleri tart›flmak için toplumun her kesiminden insanlar› ça¤›rd›¤›m›z Beaux-Arts’da (Paris Güzel Sanatlar Fakültesi) JeanFrançois Chevrier taraf›ndan düzenlenen kamuya aç›k seminerlere kat›larak bafllad›m. 1995’te ‘68 May›s’›ndan beri gerçekleflen en uzun ve genifl kat›l›ml› grevlerle Fransa’da kriz iyice su yüzüne ç›kt›. Yani e¤ilimin bir nebze önünde gidiyorduk, çal›flmam›z do¤rudan gündemle alâkal›yd›. Beaux-Arts’daki seminerler, 20. yüzy›l›n ikinci yar›s›na dair retrospektif bir bak›fl sunan 10. Documenta sergisinin kitab›yla sonuçland›. David Harvey’le yapt›¤›m uzun bir söyleflinin de yer ald›¤› o kitap iktisada özel bir vurgu yap›yordu. O çal›flman›n sanat›n toplumsal dönüflümlerle ilgili birçok araflt›rmayla melezleflmesinin önünü açt›¤›n› söylebilirim. Beaux-Arts döneminde, Paris’in k›z›l banliyölerinden Ivrysur-Seine’de yer alan komünist grafik sanatlar grubu Ne Pas Plier’ye dahil oldum. Ne Pas Plier’de aktivist sanatç›lar›n yan›s›ra sosyologlar, iflsizler ve Ivry mahallesinin sakinleri de vard›. Ne Pas Plier, 2001’deki Amerika zirvesine giden süreçte çok etkili müdahaleler gerçeklefltirdi. Beaux-Arts da, Ne Pas Plier de otonom pratiklerdi. Ancak ikisinde de hem sanat dünyas›, hem de komünist ideoloji aç›s›ndan otonominin bir s›n›r› vard›. Documenta’dan hemen sonra BeauxArts’› b›rakt›m. Ard›ndan, 2001’de, Ne Pas Plier’den ayr›ld›m. 2005’ten beri New Yorklu sanatç› kollektifi 16 Beaver’la beraberim. “Continental Drift” (K›tasal Cereyan) bafll›kl› bir faaliyet yürütüyoruz. Continental Drift, 1990’larda Beaux-Arts’da gelifltirilen özgürlükçü modeli alarak, onu daha kat›l›mc›, kente aç›k, sanat-aktivizm-sosyal kurama odaklanm›fl, elefltirel ve muhalif, tüm hiyerarflik saçmal›klar›n d›fl›nda ve alengirli kurumsal basamaklardan muaf bir hale dönüfltürüyor. Frans›z kuramc› Jacques Rancière, sa-
37
a¤›n› da tetikleyen, Doina Petrescu ve Constantin Petcou’nun kurdu¤u Atelier d’Architecture Autogérée’yi (Özyönetimli Mimarl›k Stüdyosu) sayabiliriz. Paris’in kentsel boflluklar›nda hayata geçirdikleri deneyler çok önemliydi. 2001’deki Ecobox projesi, Paris’in bir mahallesinde, mahalle sakinleriyle birlikte, bofl bir arazinin iflgal edilip müflterek gündelik faaliyetler için ekolojik bir ortak alana dönüfltürülmesiydi. Öte yandan, 1960’lara duyulan afl›r› nostalji de mide buland›r›c›. fi›k tak›m elbiseli bir tak›m mimarlar ve akademideki sahte sitüasyonist kent bilimcileri, cesaretlerini ve hayal güçlerini kaybettikleri için modeller kurmaya tak›l› kal›p eski günleri hasretle yadediyorlar. Günümüz sanatç›lar› alternatif yay›n-
John Jordan’›n fikir babas› oldu¤u Gizli ‹htilalci Asi Palyaço Ordusu polisle yüzleflmekten fl çekinmiç yor. ‹ngiltere’deki do¤rudan eylem örgütlerinde yer alan Jordan, 2001 krizi s›ras›nda Arjantin’deki fabrika iflgallerini konu olan “The Take” belgeselini Naomi Klein’la birlikte çekti.
‘90’lar›n devrimci web giriflimleri, kitle yan›lsamas›n›n yeni bir türü olan Facebook’a dönüfltü. ‹‹nsanlar› gerçekten öfkelendirecek araflt›rmalar gerekiyor. A A¤ toplumunu art›k anl›yoruz. S›ra yönetici s›n›f›n flebekesinne sald›rmaya geldi. lar haz›rlayarak, kartografiler yaparak, daha çok araflt›rmac› ya da aktivist gibi davran›yor. Bu, geçen yüzy›l›n modern sanatç› imgesinden biraz farkl›. Bu türr pratikler, neoliberal ideoloji taraf›ndan kolayl›kla asimile edilme tehlikesine aç›k de¤il mi? Kartografiye ve haritalara duyulan tüm heyecan, internetle ortaya ç›kan yeni topolojilerle ve mimarîden esinlenen ba¤lama dayal› araflt›rma modeliyle yak›ndan ilgili. 1989 sonras›nda toplumsal de¤iflim o kadar h›z kazand› ki, bunlar yeni dünyada yön tayin edebilmemiz için gerekli bir araçt›. Favorilerim aras›nda bulunan Bureau d’Etudes ile beraber bir sürü kartografi haz›rla-
y›p gösterilerde da¤›tt›k. Bureau d’Etudes, 1998’de Léonore Bonaccini ve Xavier Fourt taraf›ndan kurulan bir medya kolektifi. ‹nternet için düflünülmüfl karmafl›k grafik tablolar kullanarak finans ve dünya yönetifliminin gizli küresel yap›lar›n› ortaya ç›kar›yorlar. Sonra yinelenen bu yap› ve ba¤lant›lar› bilimsel ve biliflsel bir hassasiyetle kartografilere döküyorlar. Birkaç y›l önce, ‹srail yerleflimlerinin yaratt›¤› egemenlik alanlar›n›n topografyas›n› üreterek, ‹srail mimarî - kent modelini ortaya ç›karan mimar Eyal Weizman ile beraber kartografi alan›nda bir kilometre tafl› olan “Territories” (Bölgeler) sergisini yapt›lar. Yine de diyagram üretme ve haritaland›rma faaliyetine fazla sayg›nl›k atfedildi¤ini göz önünde bulundurmam›z lâz›m. Co¤rafya, bu yeni sanat/araflt›rma modas›na hemen kancay› takt›. Bütün bu yeni ç›kan toplumsala¤lar grafiklerini düflününce, flirketlerin bu yöntemi çok kolay asimile edebilece¤ini görüyorsunuz. 1990’lar›n devrimci web giriflimleri, kitle yan›lsamas›n›n yeni bir türü olan Facebook’a dönüfltü. Bu yüzden sistemi gerçekten öfkelendirecek potansiyele sahip s›n›fsal meselelere, baflta güvencesizleflme politikalar›na dair araflt›rmalara yönelmek gerekiyor. A¤ toplumunu art›k anl›yoruz. fiimdi s›ra yönetici s›n›f›n flebekesine sald›rmaya geldi. Nas›l bir eylem plan› öneriyorsunuz? Kiflisel anlamda cevab›m net. Bundan böyle, neoliberal toplumun anahtar kurumlar›ndan biri olan üniversiteler içinde daha radikal elefltirel ve kurucu sol pratikler için yer aç›lmas›na katk›da bulunmak istiyorum. Claire Pentecost’la birlikte “Disiplinlerd›fl› Soruflturmalar” (Extradisciplinary Investigations) dedi¤imiz bir program tasla¤› haz›rlad›k. Fikir flu: Kendi bilim dal›n›n d›fl›nda bir alanla, sadece kuramsal olarak de¤il, iktidar›n bir vektörü olarak irtibata geçmek. Yani, bir akademisyen baflka bir bilim dal›na girerek o dal› elefltiriyor, hatta yaratt›¤› etkilere müdahale ediyor, sonra da bu deneyimi, kendi dal›n› dönüfltürmek için kullan›yor. Yak›nda bu amaçla Northern Illinois Üniversitesi’nden baz› bölümlerle bir araya gelece¤iz. 2002’de yazd›¤›m “Esnek Kiflilik” adl› metinde dile getirdi¤im ve bir tür “Truva at›” olarak düflündü¤üm, bir anlamda Troçkist “antrizm”e denk gelen bir strateji izliyorum. Troçkist entelektüeller kim olduklar›n› aç›k etmeden bir kuruma yerleflip oray› ele geçirmeye çal›fl›rlar. “Esnek Kiflilik”, Frankfurt Okulu’nun argümanlar›n› ve tonunu benimseyen bir metin. Akademide en üst düzeyde meflruiyete sahip Frankfurt Okulu’nun –müteveffa, beyaz, erkek teorisyenler– miras›n› devral›p bilgiyi, bilginin iktidar›n›, ekonomisini elefltirmeyi ve Habermas’›n “iletiflimsel eylemcilik” kavram›n› prati¤e dökmeyi öneriyor. Çünkü bir devrime ihtiyac›m›z var ve bunun için gerekli olan devrimci analiz ve praksisten yoksunuz.
Söylefli: Pelin Tan / Çeviren: Ulus Atayurt
natsal faaliyetin do¤as› gere¤i ayn› zamanda politik bir faaliyet oldu¤unu öne sürüyor. Siz de, Claire Pentecost’la birlikte yazd›¤›n›z “The Politics of Perception”da (Alg›n›n Siyaseti) sanata Rancière tarz› bir rol biçiyorsunuz. Hakl›s›n›z, o yaz›da Merleau-Ponty’den Castoriadis’e uzanan, sanat›n siyasetten ayr› olmad›¤› bir çizginin izlerini sürdük. “Alg›n›n Siyaseti”nde ötekileflmenin uyand›rd›¤› tepkiyle, yaratt›¤› tesirle ilgileniyoruz. Bu tesir sadece soka¤› atefle verip ortal›¤› altüst etmekten ibaret de¤il. Daha uzun vadeli, gündelik hayat› dönüfltürmeyi hedefleyen projeler gelifltirilebilir –özellikle de gündelik hayat›n feministlerin vurgulad›¤› veçhelerine daha fazla ilgi, alâka gösteren projeler. Bu projeler, bilgi ve hissiyat boyutlar›n›n fiiliyat ve iflbirli¤i boyutlar›yla bulufltu¤u projeler olmal›. Son zamanlarda dikkat çekici sanatsal ifllerin ço¤u siyaset, co¤rafya ve sosyolojiyle ilgili olanlar. Bu da önemli ve memnuniyet verici bir fley. Ancak bu durum sanat meselesinin tam merkezinde koca bir delik b›rak›yor. Sorun flu: Hissiyat›m›z› ifade etmek için bir dile sahip de¤iliz. Dolay›s›yla o dili yaratmak zorunday›z. “Alg›n›n Siyaseti” 11. ‹stanbul Bienali’nin küratörlü¤ünü yapan WHW kolektifinin temel referanslar›ndan. ‹stanbul Bienali’nin çerçevesini ve içeri¤ini nas›l buluyorsunuz? ‹stanbul Bienali serüveninden ötürü mahcubiyet duyuyorum. Asl›nda bu tür tavizler vermeye al›fl›k de¤ilim. Yine de, 11. ‹stanbul Bienali’nin içeri¤i ve e¤ilimi, geçmiflteki bienallere k›yasla büyük bir ilerlemeydi. Ne var ki, bizim d›fl›m›zdaki güçler taraf›ndan belirlenen ve Koç Grubu taraf›ndan eklenen ulusalc›-faflist unsurlarla flekillenen çerçevesi kat›ks›z bir neoliberalizmdi. Afla¤› yukar› ayn› fleyleri Avrupa’n›n en önemli sergilerinden olan Documenta 10 ve 11 için de söyleyebiliriz. Ancak aradaki büyük farkl›l›k –‹stanbullulara flapka ç›karmak lâz›m– ‹stanbul’da ciddi protestolar›n yükselmesiydi. Güncel sanat pratiklerinin önemli rol oynad›¤› 1960’lardaki ve 1990’lardaki kentsel muhalif hareketler aras›ndaki farkl›l›klar› nas›l yorumluyorsunuz? Birkaç nesildir kamusal tahayyülde bu pratiklere daha fazla yer aç›ld›. Ayn› zamanda, neoliberal sald›r›n›n kamusal hizmetleri felç etmesiyle mebzul miktarda terkedilmifl alan ortaya ç›kt›. Ancak giderek artan polis fliddeti ve güvenlik endiflesi bütün enformel pratiklere ket vuruyor. Öte yandan, söz konusu dönemler aras›nda önemli bir fark var: 1970’lerden itibaren, cafcafl› kuramsal modellere yönelmek yerine, toplumsal muhalefetin nabz›n›n att›¤› kentsel alanlarda faaliyet göstermeyi tercih edenlerin, burjuva yüksek sanat›ndan ve mimarl›k çevrelerinden uzaklaflma mecburiyeti do¤du. Olumlu bir örnek olarak, mimarî söylemde marjinal kalmas›na ra¤men flehirde ciddi bir mevcudiyeti bulunan ve Avrupa’da eylemciler aras›nda bir iletiflim
39
KARA TREN: ÜNSAL OSKAY (1939 - 2009)
meyi de kabul etmezdi. “Unabomber”in manifestosuna merak sal›fl› da o zamanlardayd› galiba, ‘90’lar›n sonlar›nda.
Omuzunda melek klerle
Corruptio optimi pessima
Bas›n-yay›n âleminde çal›flan pek çok insana, birçok ak kademisyene, Express’in de üç kufla¤›na hocal›k yapm›fl olan Ünsal Oskay’› yitirdik. Hep denildi¤i gibi Türkiye’de iletiflim bilimlerinin babas›, siyaset biliminin vicdan›yd d›. Ac›m›z büyük... ou Reed’in Delmore Schwartz ve Andy Warhol’u anarak yapt›¤› güzel bir tarif var: “‹nsan› büyük bir hoca yapan fley, tutku ve bu tutkuyu iletebilme, paylaflabilme kabiliyetidir. Ö¤renciyken insan› gelifltiren, ilham veren fley budur.” Ünsal Hoca’n›n bunca sevgiye mazhar olmas›na ve derslerinin daha yaflarken efsaneleflmesine sebep tam da böyle bir fleydi. Tutkuyla anlat›r, tutkuyu vazederdi. Bazen kendini kaybederdi, ya da siz öyle san›rd›n›z, tarihin ve teorinin bir tak›m dehlizlerinde yolunuzu bulamayaca¤›n›zdan korkard›n›z, yahut Veblen’den laf nas›l Hülya Avflar’›n bacaklar›na geldi diye flafl›p kal›rd›n›z. Sonra o bacaklar›n gölgesinde arzular›m›z, iliflki biçimlerimiz, ihtiyaçlar›m›z, kayg›lar›m›z, bütün bir hayat›m›z Marx’a ba¤lan›nca, flafl›p hayran olurdunuz, dersten de sarhofl gibi ç›kard›n›z. Büyük teorilerden bir senfoni hazz› al›r, küçük gündelik fleyleri dahi bir tarihsellik içinde görmeyi bilirdi Ünsal Hoca. Bugünün kitle kültürünü anlamak için saban›n icad›na kadar gider, toplumsal iflbölümünün ve hiyerarflinin nas›l olufltu¤unu, insanla insan›n efendi / köle iliflkisinin nas›l boyut de¤ifltirerek sürdü¤ünü bu tarihsellik içinde göstermeye çal›fl›rd›. Osmanl›caya, öztürkçeye yabanc› kelimeleri de kar›flt›rarak kurdu¤u upuzun cümleleri hayli u¤raflt›r›rd›; çevirileriyle nas›l bo¤ufltu¤unu siz de bo¤uflarak anlard›n›z, o kendi yaz›s›na, çevirdi¤i isimlere nas›l sayg› duyarsa siz de onun eme¤ine öyle sayg› duyard›n›z. Baudelaire için kurdu¤u flu uzun soru, belki kendisi için de geçerliydi: “Ölümüne kadar çözümleyemedi¤i sorunu kendinden sonrakilere b›rakm›flt›r. Bu sorun fludur: E¤er insan’›n kendi yaflam›n› kendisince idraki, yaflanan toplum insanlar›n egemen insan ve ba¤›ml› insan kategorileri biçiminde karfl›l›kl› varl›klar› birbirlerine ba¤l› bir ikileflme biçimi içinde tutulmalar›n› gerektirdi¤i için olanaks›z, insan’›n kendisinin d›fl›nda tek bir ikinci insan ile bile iletiflim kurabilmesi toplumun ona d›fl›ndan empoze etti¤i bu egemen ve ba¤›ml› insan iliflkilerinin yaratt›¤› iletiflim blokajlar› yüzünden çok zor ise, insan’›n tüm insanlar›n da özgürleflmesiyle gerçeklefltirilebilecek olan özgürleflmesi için ne yapmak gerekmektedir?” Bütün hayat› bu soruya cevap aramakla, insan›n nas›l kendi hayat›n›n öznesi olabilece¤ine dair kafa yormakla geçti. Zaman zaman hayal k›r›kl›¤›yla iyi bir insan olamad›¤›n› söylese de, tesellimiz kendi hayat›n›n öznesi olmay› baflarabildi¤ini görmemiz, yaflama çabas›n› ve sevincini de miras b›rakabilmesi...
L
Desen: Arslan Ero¤lu
“Uzun sürece¤e benzeeyen zor dönemlerde iyimserli¤in yolu, yaflanan hayat›n ‘sahihh’ halini görebilmekten geçiyor. Marx’›n yapt›¤› güzel bir al›nt›yy› yineleyeyim: Corruptio optimi pessima. Türkçesi, ‘aldat›c›, i¤va edici iyimserlik gerçek kötümserliktir’...” Moby Dick’ten Unabomber’e Herman Melville’in “Moby Dick”ini çok sever, “hür düflünebilmek için köle ayaklar›n›n çi¤nedi¤i kuzey yar›küresinin gökkubbesinden uzaklafl›p yaflanan dünyaya uzaklardan bakmak gerekir” diyerek bu an›t romana s›k s›k gönderme yapar, düflüncesini böyle bir uzakl›ktan kurmaya çal›fl›rd›. Ama “Voltaire’ci bir tepeden bakma yerine herkesle birlikte düflünmeye, hayat› herkesle birlikte de¤erlendirmeye çal›flan Rousseau’cu bir yaklafl›m›” esas bellemiflti. Toplumun en alt katmanlar›yla –belki esnaf lokantalar›, seyyar pilavc›lar, çayhaneler d›fl›nda– ortak zevki yoktu pek, ama bir toplumsal olay› kurcalarken onlar›n cephesinden bakmay› hiç ihmal etmedi. ‘70’lerde Ankara SBF’de derslerine giren büyüklerimiz, hep sa¤dan soldan duyduklar› Marx’›, birinci s›n›fta karfl›lar›nda ders kitab› olarak gördüklerinde nas›l flafl›rd›klar›n› anlat›yorlar. Dekanl›¤›n› yaparken Niflantafl›’ndaki de¤erli arazisinin Koç’a sat›lmas›na ayak diremesi gibi sebeplerle uzaklaflt›¤› Marmara ‹letiflim’den sonra gitti¤i Beykent Üniversitesi’nde bir ö¤rencinin kalk›p “hocam, bu Marks, Marks & Spencer’›n Marks’› m›” dedi¤ini daha gençler anlat›yor. “‹letiflim fakültelerinde mesle¤e düflman yetifltiriyorlar” derken Ertu¤rul Özkök, biraz da onu kastediyordu. Ünsal Hoca’ysa s›k s›k “biz size yar›n öbür gün girece¤iniz batakl›kta insanl›¤›n›z› kaybetmeden nas›l ayakta kalabilece¤inizi ö¤retiyoruz” derdi. Ve o ö¤rencilerle derslikte sigara yakar, sonra yemekhanede onlarla beraber s›raya girer, öne geç-
Sevdi¤i kad›nlar›n, teknesiyle aç›l›p ç›r›lç›plak günefle yatt›¤› anlar›n d›fl›nda, hayat›n›n en özlemle and›¤› dönemi de kendi üniversite ö¤rencili¤iydi. Adapazarl› bir ailenin o¤lu, baba matematikçi. Urfa’da do¤uyor, sonra Ayd›n, derken Bal›kesir’de yat›l› lise. Milliyetçi romanlarla, Do¤an Kardefl’lerle bafllayan okuma merak› Istrati’lere, Dostoyevski’lere dönecek, ama as›l dönüm noktas› Mülkiye. Daha do¤rusu, Cemal Süreya, Ece Ayhan, Ercüment Gençer, Ergin Günçe gibi isimlerin oluflturdu¤u bir küçük çevre, bir kantin hayat›, fliir, klasik müzik konserleri, Marx’larla tan›flma, Pazar Postas›’nda ilk yaz›lar›n›n yay›nlanmas›... K›sa bir gazetecilik dönemi de var (çiçe¤i burnunda baflbakan Demirel’in peflinden kofltururmufl), ama allahtan ABD’de bursla geçirdi¤i bir sene memlekete iletiflim bilimlerini bütün kuramsal a¤›rl›¤›yla getirmesini de sa¤lam›fl. O zamana kadar ancak Marcuse’le yar›m yamalak bilinen Frankfurt Okulu’nu Türkiye’nin sol ufkuna kazand›r›fl› daha sonralar›... 1982’de yay›nlanan “Müzik ve Yabanc›laflma”n›n önsözünde Murat Belge flöyle yazm›fl: “Sanki Adorno Ünsal Oskay’›n sol omzunda oturan kötümserlik mele¤i, Benjamin de sa¤ omzundaki iyimserlik mele¤i. Kendine özgü dürüstlü¤ü ve içtenli¤iyle ça¤dafl dünyayla hesaplafl›rken, bir yandan Benjamin ve Adorno ile de hesaplafl›yor, onlar›n ters düflen tutumlar›n› ba¤daflt›ran bir sentez kurmaya çal›fl›yor. Zaman›n› kestirmek kolay de¤il ama, Ünsal Oskay’›n böyle bir senteze varaca¤›na ve o sentezin hepimiz için önem tafl›yaca¤›na inananlardan›m ben...” Y›llar sonra Ünsal Oskay da, “Y›kanmak ‹stemeyen Çocuklar Olal›m” derlemesinin önsözünü flu cümlelerle bitiriyordu: “Yazd›klar›mda ‘kötümserli¤in’ a¤›r bast›¤›n› sanm›yorum. Uzun sürece¤e benzeyen zor dönemlerde iyimserli¤in yolu, yaflanan hayat›n ‘sahih’ halini görebilmekten geçiyor. Marx’›n yapt›¤› güzel bir al›nt›y› yineleyeyim: Corruptio optimi pessima. Türkçesi, ‘aldat›c›, i¤va edici iyimserlik gerçek kötümserliktir’...” Mülkiye kantininde geçen günlerinden elli y›l sonra Türkiye’nin dönüflümünü kederle izlerken de, hep maruz kald›¤› popüler kültür sorular›n› cevaplarken de, zaman›m›z›n ürünlerinde, iliflkilerinde ve en önemlisi, düfllerinde bir direnifl çekirde¤i, “insan›n prehistoryas›”na –efendili¤in de, köleli¤in de olmad›¤› zamanlara– dair bir özlem, bir hat›rlay›fl aramaktan vazgeçmedi. Barthes usûlü kurdu¤u “mitolojik” denemelerinde de, kallavî tezlerinde de “flen bilim” ç›tas›n›, Huizinga’yen oyunculu¤unu korudu. Nur içinde yats›n –“geliflme” taraf›ndan hiç hazzetmedi¤i, ama “özgürleflme” aç›s›ndan s›k› s›k›ya tutundu¤u Ayd›nlanma nurunun içinde... Kadehlerimizi Ünsal Hoca’ya kald›r›yoruz... Merve Erol
41
MAV‹ Ç‹N HALK CUMHUR‹YET‹ 60 YAfiINDA
Maocu olunca dönek olmak flart m›?
DAKT‹LO
Pink Floyd’un “Watching TV” flark›s›nda Roger Waters, Tien An Men Meydan›’nda güvenlik kuvvetleri taraf›ndan vurularak öldürülen genç bir k›z›n a¤›t›n› yakarken, Çin Halk Cumhuriyeti’nin kurulufl öyküsünü anlat›r ve Mao’ya gönderme yapar. 1949 öncesinde diktatör Çan Kay fiek’in halka atefl açt›rd›¤›n› söyler ve “düflünebiliyor musunuz, kalabal›¤a hedef alarak atefl ettiler” der. T›pk› Tien An Men meydan›nda oldu¤u gibi... Bu aralar Çin Halk Cumhuriyeti’nin 60. y›ldönümü nedeniyle özellikle Bat› bas›n›nda dizi yaz›lar, incelemeler ç›k›yor, çok say›da kitap yay›nlan›yor. Biz de bizim eski Maoculara bakal›m... imdi biraz içeriden konuflmak durumunday›m, ama günah ç›karma seans› de¤il. Maoculuk ya da resmîî ad›yla Marksizm-Leninizm-Mao Zedung Düflüncesi, ‘60’lardan itibaren birçok ülkede oldu¤u gibi Türkiye’de de karfl›l›¤›n› buldu. Türkiye’nin de o zamanlar hem siyasî topografya aç›s›ndan hem de ruhen köylü olmas›, baz› solcular›n Mao’yu kolay benimsemesini sa¤lad›. Mao’nun bir baflka meziyeti de, Sovyetler Birli¤i’ne (resmî ad›yla revizyonizme ya da Sovyet sosyal-emperyalizmine) karfl› olmas›yd›. Bu memlekette komünizm Rus ajanl›¤›yla özdefltirildi¤i için, Sovyet karfl›t› bir Marksizm popüler taban bulabilirdi. Charles Bettelheim, “SSCB’de S›n›ff Savafllar›” bafll›kl› üç ciltlik (1917-23, 1923-30 ve 1930-41) flaheserinde revizyonizmin ekonomik politikas›n› ve burjuvazinin yeniden do¤umunu Marksist bir bak›flla tahlil ediyor, ayn› yöntem bugün Çin için de uygulanabilir. Maoculu¤un bir ihtilâl ve muhalefet ideolojisi olarak herhalde en büyük zaaf› ya da eksikli¤i iktidar›, eline geçirdi¤inde ne yapaca¤›n› bilememek olsa gerek. Çünkü sonuç olarak en önemli iktidar mekanizmas› olan devlet Maocu olunca, yani Maoculuk iktidara geçicince, halk aç›s›ndan, muhalefet aç›s›ndan vahim fleyler oluyor, oldu. Leninist ve Stalinist gelene¤in bir devam› olarak Maoculukta da, devlet iktidar› ile ihtilâlci ideolojinin di¤er devletlerdeki taraftarlar› aras›nda uzlaflmaz bir çeliflki bafl göstermesi kaç›n›lmazd›. Komünist Enternasyonal gelene¤ini öyle çok fazla göze batmadan, gizlice sürdüren Pekin, Hindistan’dan Latin Amerika’ya, Ortado¤u’dan Bat› Avrupa’ya kadar Maoculuk ihracaat› yapt› uzun süre. Uzlaflmaz çeliflkinin iflaret fifle¤i: 1973’de fiili’de faflist Pinochet diktatörlü¤ünün seçimle iflbafl›na gelmifl sosyalist Allende hükümetini darbeyle devirdi¤i gün, fiilili Maocular Santiago’daki Çin Büyükelçi-
fi
li¤i’ne s›¤›nmaya çal›flm›fllar, ne var ki K›z›l Bayrakl› büyükelçili¤in kap›s› flraak diye fiilili devrimcilerin yüzüne kapanm›flt›. Bilâhare, Pekin’in ve Mao’nun resmî d›fl politika stratejisi olan Üç Dünya Teorisi de sorun yaratt›. Mesela T‹KKO’cu bir arkadafl›m, “bu neymifl ya, Üç Dünya Teorisi, benim bildi¤im bir bu dünya var, bir de öteki dünya!” demiflti. Bu Üç Dünya Teorisi, mesela Türkiye’deki Maocular›n da 12 Eylül öncesinde darbe haz›rlamakta olan Kenan Evren’i övmelerine ve “Millî Birlik Hükümeti” gibi safsatalar üretmelerine yol açm›flt›.
K›ble flafl›nca cemaat ne yapar? Gelelim flimdi baflka bir soruya: Maoculukla döneklik aras›nda organik bir ba¤ var m›d›r? Yani Maocu olmak dönekli¤in kaç›n›lmaz önkoflulu mudur? ‘60’lar, ‘70’ler, hatta ‘80’lerin ortas›na kadar yerkürede sosyalizmin far› (Arnavutluk da o zamanlar sosyalizmin sinyal lambas›yd›) olarak nitelenen Çin, bugün kapitalist ekonominin en büyük aktörü olduysa, dönekli¤in kitab›n› Pekin’den bafllatmakta yarar var, de¤il mi?
‹ki günde ceket de¤iflttirenlerin ortaya ç›kmaya bafllad›¤› ‘90’larda, bizim eski Maocular›n Özalca konuflmaya bafllad›¤›n› duyduk. Akl›m›za flu soru geldi: Bu arkadafllar Maocu iken içten miyydiler? Yoksa flimdi mi içtenler? Vakti zaman›nda Maocu Partinin uluslararas› iliflkiler seksiyonunda görev yapm›fl biri olarak, özellikle Bat› Avrupa’daki Marksist-Leninist Komünist Partilerdeki yöneticilerin ‘80 sonras› siyasîî güzergâhlar›n› izlemeye çal›flt›m. Özellikle Fransa, Belçika, Portekiz, Almanya, Norveç gibi ülkelerdeki Maocular, Maoculuk gözden düflünce, solcu kökenlerine sad›k kalarak Yeflillere, sosyalist ya da sosyal-demokrat partilere kayd›lar. Bizdeki Mao’dan Ergenekon’a uzanan hat ise gerçekten orijinal ve trajik. Dönekli-
¤in tam tarifidir bu dönüfl: T‹KP’den MHP’ye... Mesele dergisinin temmuz say›s›nda (ve geçenlerde Agora’dan yay›nlanan New Left Review derlemesinde), Alain Badiou’nun Frans›z Maocular›n dönekli¤ini tahlil etti¤i ilginç bir makale vard›. Jean Birnbaum’un kitab› da, bir k›s›m May›s ‘68 devrimcisinin k›rk y›l sonra nas›l Sarkozy’ci olduklar›n› siyasî tarih, Bat› kültü ve iktidar perspektifleriyle aç›ml›yor.
Dönmeden önce, dönmeden sonra Bugün Türkiye siyaset, ama özellikle medya manzaras›nda ad› san› bilinen, kendi çap›nda baflar›l› isimlere bak›yorum. Birço¤unun 1960-80 döneminde Ayd›nl›k dergisi/gazetesi ve Türkiye ‹flçi Köylü Partisi saflar›nda oldu¤unu görüyorum. Birço¤u bugün siyasî, ama özellikle medyatik iktidar›n kilit noktalar›nda bulunuyor. Viraj› h›zl›ca dönenlerin, iki günde ceket de¤ifltirenlerin ortaya ç›kmaya bafllad›¤› ilk y›llarda, ‘90’larda, bizim eski Maocular›n Özalca konuflmaya bafllad›¤›n› duyduk. O zaman akl›m›za flu soru geldi: Bu arkadafllar Maocu iken içten miydiler? Yoksa flimdi mi içtenler? Bir baflka flekilde sormak gerekirse, o zaman m› hakiki idi, yoksa flimdi mi? Neden ve nas›l de¤ifltiler? Yan›tlar› girift ve kapsaml› sorular bunlar. Ama mesela Türkiye’ye Bat› Avrupa kampüslerinden Maoculu¤u getiren bir arkadafl›m›z, halen Fethullah Gülen cemaatinin bir gazetesinde köfle yazarl›¤› yap›yor ve son olarak Baflbakan Erdo¤an’a Nobel Bar›fl Ödülü verilmesini önerdi. Tek tek örnekleri siyasî, ekonomik, kültürel, ideolojik ve psikolojik olarak irdelesek, büyük bir ihtimalle Michel Foucault’ya sayg›lar›m›z› sunmam›z gerekecek. Çünkü ‘60’l› y›llarda Maoculu¤un yükseldi¤i dönemlerde Maocu olmak modayd›, üstelik de arkanda kap› gibi Çin Halk Cumhuriyeti vard›. Devrim yapacakt›n ve bir ihtimal sonras›nda da okumufl-yazm›fl biri olarak sana bir mevki-makam vereceklerdi. Bugün solculuk pek revaçta de¤il. Liberal, hatta neo-liberal olmak bir sürü kap›y› aç›yor. “Hayat›n temel felsefesi de¤iflimdir, de¤iflmeyen tek fley de¤iflimdir” cinsinden siyasî-felsefî reklam sloganlar›n› tekrar ederek k›rd›klar› rotay› aklamaya çal›flanlar olabilir. Ama biz onlara “60’larda ne idiyseniz öyle kal›n!” demedik ki... Rag›p Duran
42
fiirketler “download”a karfl› örgütleniyor Sahtecili¤e Karfl› Ticaret Antlaflmas› (ACTA) üzerindeki görüflmeler sürüyor. Antlaflman›n büyük ölçekteki korsanl›k ve organize suçlarla ilgili oldu¤u yorumlar› yap›lsa da, bütün ticaret antlaflmalar›nda oldu¤u gibi, kapal› kap›lar ard›nda yap›lan görüflmeler flüpheci zihinlerde birçok soru uyand›racak nitelikte. Zira müzik, sinema ve yaz›l›m endüstrisinin yan›s›ra internet ve donan›m dünyas› devlerinin de görüflmelere kat›ld›¤› ACTA’n›n bilhassa müzik endüstrisinin talepleri do¤rultusunda onaylanmas›, beraberinde,
bofl CD ve DVD’lerin üretim ve ithaline s›n›rlama getirilmesi, hatta bunlara takip kodu eklenmesi, bilgisayarlara kullan›c›n›n haberi olmadan casus yaz›l›m yüklenmesigibi tüyler ürpertici uygulamalar› getirebilir. Ticarî amaç d›fl›nda yap›lan paylafl›mlar›n, yani bir arkadafla bir flark› yollaman›n bile internet kullan›c›s›n›n bafl›n› belaya sokabilece¤i bu antlaflmaya taraf olan ülkelerin gümrük polislerine, flüpheli flah›slar›n bilgisayar, cep telefonu ve mp3 çalarlar›n› arama, el koyma ve içeri¤i kopyalama yetkisi verilmesi de
SANAL DÜNYADA YEN‹ ÜRET‹M B‹Ç‹MLER‹ VE KULLANICI EME⁄‹
Çarp› de¤er, çarp› sömürü ‹nternet hayat›m›zda giderek daha fazla yer kapl›yor. Ve bu a¤da b›rakt›¤›m›z her iz, baflkas› için bir de¤er haline dönüflüyor, birilerinin hanesine kâr yaz›l›yor. ‹nternetle iliflki yeni tip bir emekçi konumu yarat›rken, örgütlenmenin biçimi de sanal sahada de¤iflime u¤ruyor. “Hem Oyun Alan› Hem Fabrika Olarak ‹nternet” adl› konferansta Kullan›c› Eme¤i üzerine bir sunum yapan sanatç› ve akade akademisyen syen Burak Ar›kan yeni tart›flmalara ›fl›k tutuyor... “Hem Oyun Alan› Hem Fabrika Olarak ‹nternet” konferans›n›n alt bafll›klar›ndan biri olan gayr›maddîî emek, en kapsay›c› kavram herhalde... Burak Ar›kan: Evet, ama konferanstaki e¤ilim, konunun web’le s›n›rl› olmad›¤› yönünde. ‹nternet hayat›n içinde daha çok gömülüyor. Pazar sabah› yataktan bilgisayara giriyoruz, 3G cebimizde, her iki kifliden biri Facebook’ta, haritalarda iflaretleniyoruz, sokaklarda takipteyiz, her an foto¤raf ve video çekip yükleyebiliyoruz, iflte, evde, ofiste, sokakta, gece gündüz a¤l› ve ba¤l› bir hayat yafl›yoruz. Kredi kart›n› kulland›¤›m›z bankalar nereden ne zaman ne ald›¤›m›z›n kayd›n› tutuyor, “tüketici davran›fl› budur” diye paketleyip pazarlama flirketlerine satabiliyor... Gayr›maddî emek, Marx’tan beri tart›fl›lan bir kavram. Tart›flmaya bugün eklenen, sosyal iliflkilerin say›sal olarak kaydedilebilir olmas› ve bu durumun do¤urdu¤u sonuçlar. Daha önce, yolda yürürken, al›flverifl yaparken, arkadafllar›m›zla konuflurken de bir etkileflim oluyordu. fiimdi bunlar ayn› zamanda kaydedilebiliyor, tekrar tekrar kullan›labilir bilgiler haline geliyor. Bu kay›tlar küresel ekonomide sermaye birikimine dönüfltürülme potansiyeli fark edildi¤inden beri önem kazand›. Sadece tekrar kullan›m de¤il, kullan›m›n katma ya da art›-de¤eri ön plana ç›k›yor demek mümkün mü? Evet, mesela Facebook’ta seni arkadafl olarak eklemifl olmam bir de¤er yarat›yor. Foto¤raf yüklemem, etiketlemem, arkadafl›ma göndermem, gruplara, etkinliklere kat›lmam, k›sacas› sosyal hayat›m› dijital yöntemlerle toparlamam sonucunda oluflan tercihlerimle dijital bir iz b›rak›yorum, bu da bilgi, reklam gibi yöntemlerle paraya dönüfltürülüyor. Bir flirket için tüketicinin davran›fllar›n› tahmin etmek alt›n de¤erinde. Facebook ve türevi siteler, nam-› di¤err web 2.0, asl›nda bu de¤eri somutlaflt›-
44
ran, organize eden bir altyap›dan ibaret de¤il mi? Yani Facebook bir araç sunuyor, bu arac› kullanarak bilgi kaydetmeye bafllayan kullan›c›lar o kay›tlarla art›-de¤eri yarat›yor... Buna art›-de¤er de¤il, “çarp›-de¤er” diyorum. Facebook’a dört y›l içinde 1.5 milyar dolar paha biçildi. Tarihte hiçbir flirket bu kadar h›zl› büyümemifltir. Bunun ad› hiper-kapitalizm; art›-de¤erle de¤il, çarp›-de¤erle iflliyor. Bu etkileflim, gayr›maddî eme¤e dairr yeni dönem tart›flmalar›n›n da temeli gibi görünüyor. Lazzarato, Fordist üretimin tüketim ve sermayenin yeniden üretim döngüsü aras›ndaki iliflkiyi tan›mlad›¤›n›, post-Fordist anlay›fl›n bunun içine iletiflim kavram›n› da dahil etti¤ini söylüyordu. Emekçinin kullan›c› olarak tan›mlanmas›n›n anlam› ne? Kullan›c› eme¤i, bir fley kullan›rken üretim yapmak anlam›na geliyor. Üretimle tüketim aras›nda eskisi kadar net s›n›rlar yok art›k. Kullan›c› Eme¤i ‹flaretleme Dili (ULML: “User Labor Markup Language”) bir servisi kullan›rken olan biteni iflaretleyen, verilen eme¤i toparlayan bir veri yap›s› öneriyor. Örne¤in “120 foto¤-
olas›. 2010’da yürürlü¤e girmesi hedeflenen tasar› için ABD bask› yapmaya devam ederken, AB’de tart›flma yaratan “Teknoloji Paketi” adl› bir yasa ç›kt›. Tart›flman›n kalbinde, yeni yasayla ACTA’n›n talep etti¤i en karanl›k uygulamalardan biri olan “üçüncü taraf çarpar” yönergesinin (three strikes policies) önlenip önlenmedi¤i yer al›yor. ACTA, bu yönergeye göre, internet hizmeti sa¤lay›c›lar›n›n müflterilerinin telif haklar›n› ihlal edip etmediklerini izlemelerini ve ihlal tespit ettiklerinde iki uyar› sonras›nda, mahkeme karar› olmaks›z›n internet ba¤lant›s›n› kesmelerini talep ediyor. Ayr›ca evinizde
raf yüklemek”, “15 etiket yap›flt›rmak”, “17 arkadafl eklemek”, “24 kifli davet etmek”... Bugün hemen her servisin sosyal a¤l› olmas›n›, iletiflimin yaratt›¤› ve de¤ifltirdi¤i güç iliflkilerini de göz önüne ald›¤›m›zda, bu yap› üç bölümden olufluyor: “Eylemler” - bir kullan›c› olarak kendi yapt›klar›m, “tepkiler” - arkadafllar›m›n benim yapt›klar›ma tepkileri, “a¤” - sosyal a¤›m›n potansiyeli... ULML ne yapt›¤›n›n de¤il, ne kadar yapt›¤›n›n hesab›n› tutuyor, eme¤i ölçmek için bir çerçeve, bir standart sa¤l›yor. Veri standartlaflt›rmas›, hiper-kapitalizmin en temel arac›. Biz de standartlaflt›rmay›, gayr›maddî eme¤i görünür k›lmak için kullanmay› öneriyoruz. Bu tart›flmada iki önemli nokta var: Birincisi, politikmifl gibi olma sorunu. Web’de arkadafl›na göndererek, y›ld›z vererek, imleyerek, yorum yazarak, sanal kampanyaya imza atarak sanki politik bir eyleme kat›lm›fl gibi hissetme durumu, ufak tatminler. Sonucunda, gerçek mücadele ve örgütlenmeye enerji ve istek kalmamas›... ‹kincisi, daha zor bir konu, emekle oyun aras›ndaki fark. Arkadafllar›m›zla bir kafede otururken o ortamdaki sosyal al›flverifllerin kafe sahibine ne kazand›rd›¤›n› düflünmeyiz. Böyle bir fleyin sürekli fark›nda olmak keyfimizi kaç›r›r. Oyunla emek aras›nda bilinçli ayr›m yapam›yoruz. ‹nsan do¤as›ndaki bu k›r›lgan durum, maalesef sömürülmeye müsait. Kafede otururken yapt›klar›m›zla web 2.0 gibi durumlarda bizatihi sermayeyi oluflturuyor olmam›z aras›nda bir fark yok mu?
Burak Ar›kan, “Ergenekon.tc” (2009)
Haz›rlayan: Koray Löker
herhangi biri bir flark› indirmiflse, tüm ev halk›n›n internetten mahrum b›rak›lmas› gibi detaylar da söz konusu. AB’deki yeni yasa ise kullan›c›lar›n internete erifliminin k›s›tlanmas›na dair uygulamalar›n “suçu ispatlanana kadar herkes masumdur” ilkesine dayanaca¤›n› ve bireysel mahremiyet hakk›n› gözetece¤ini söylüyor. Ancak ayn› zamanda eriflimin engellenmesi öncesi “adil ve tarafs›z bir prosedür”den bahserken, bu prosedürün “yarg› karar›” olup olmad›¤›n› aç›k etmiyor. Yeni yasan›n “üçüncü taraf çarpar” yönergesini önleyip önlenmedi¤ini anlamak için A‹HM ve üye ülke mahkemelerinin kararlar›n› beklemek gerekiyor.
Ortaya ç›kan de¤erin çarp›larak, geometrik olarak artmas› gibi bir fark var. Sosyal iliflkilerin ortaya ç›kard›¤› enerjiyi a¤›rlayan (“host” eden) ve bu enerjiden fazlas›yla faydalananlar, kafe iflletmecileri veya Facebook’un ortaklar›... Kullan›c› yaratt›¤› de¤erden yeteri kadar pay alam›yor. ‹nsan do¤as› gere¤i, emekle oyun aras›ndaki geçiflmenin fark›na varmad›¤› için hakk›n› aramas› da mümkün olmuyor. Bu sorun belki pazar/kamu ayr›m›yla çözülebilir, yani nas›l sosyal devlet vatandafla belli güvenceler veriyor, belli haklar› herkes için temel kabul ediyorsa, sanal dünyaya iliflkin benzer bir düzenleme kullan›c› eme¤ini sömürülmekten kurtarabilir. Fakat emek-oyun ayr›flmas›, pek fark›na var›lmayan bir fley; kolay kolay temelden, halktan tepki geliflmesi mümkün de¤il. Bu projeyle u¤rafl›yor olmama ra¤men, ben de en azg›n sosyal web kullan›c›lar›ndan›m, ço¤u zaman umursam›yorum eme¤im sömürülmüfl mü, sömürülmemifl mi... Peki bir çeflit “kullan›c› örgütü” tart›flmas› var m›? Mesela, kurucu yazar› oldu¤un Dü¤ümküme blo¤unda Last.fm’in ticarî kayg›lar› karfl›s›nda bir sendikal örgütlenme tart›flmas› yürütüldü. Üretim iliflkileri ve kavramlar›n temel anlamlar› bu kadar de¤iflirken, sendikadan anlayaca¤›m›z fley de ayn› olmayacak herhalde... Kullan›c› sendikas› tart›fl›l›yor, ama bu bildi¤imiz sendika olur mu, bilemiyorum. Hibrid bir örgütlenme üzerine konufluyoruz. Sanal ortamlar›n sa¤lad›¤› h›z› ve kontrol edilemezli¤i fiziksel ortam›n kanl› canl› yo¤unlu¤uyla götürmek istiyoruz. Di¤er yandan, u¤rafl›lan konular›n karmaflas›n› düzenli olarak görünür k›lmak gerekiyor. Örgütlenme ile karmaflay› ifade etme aras›nda bir geri besleme yapmak, içinde bulundu¤umuz ahval ve fleraitin karmafl›kl›¤›n› anlamak, problemleri iflaretlemek durumunday›z. Bu alanda bilgi görsellefltirme tekni¤i ile karmaflay› anlamland›rmak ve sorunlar› elle tutulur hale getirmek mümkün olabiliyor. Medya teorisyeni Brian Holmes’un son kitab›nda yazd›¤› gibi, çok-disiplinli-araflt›rma (“extra-disciplinary investigation”) yapmal›, bir problemi farkl› aç›lardan gösterebilmeli, dahas› disiplinsiz-soruflturmaya (“non-disciplinary interrogation”) giriflmeliyiz.
Bir ACTA karfl›t› propaganda resmi: “ACTA, IPod’lar›n›z›n pefline düflmeyecek.”
Bu da bizi talepleri, kayg›lar› kendi içinde ortaklaflan yeni bir emekçi s›n›f tan›m›na götürüyor. Yani bir sanal emekçi toplulu¤u var, ama bu bildi¤imiz emekçi s›n›fla ba¤›nt›s›z bir yap›. Ve fiziksel emek mücadelesiyle do¤rudan iliflki kurmaya kendisini zorunlu hissetmeyecek galiba... ‹nternet yayg›nlaflt›kça fiziksel emekçi / sanal emekçi ayr›m› ortadan kalk›yor. Ancak tabii ki flu anda bildi¤imiz bir sendika üyesi emekçi online hayata dair bir sorunsallaflt›rma yap›yor de¤il. Ama o sanal dünyay› var eden araçlar›n üretiminde tipik üretim iliflkileri devam ediyor. Yani bilgisayarlar Tay-
Facebook’a dört y›l içinde 1.5 milyar dolar paha biçildi. Tarihte hiçbir flirket bu kadar h›zl› büyüm memifltir. Bunun ad› hiper-kapitalizm; art›-de¤erle de¤il, çarpp›-de¤erle iflliyor. van’da, Çin’de üretilirken, Avrupa ya da Hindistan’a geçince, a¤a ba¤lan›p emek sunmaya bafllay›nca baflka bir üretim iliflkisi varoluyor. Bu iki üretim iliflkisi ayn› ekonomiyi besliyor, ama örgütlenme biçimleri birbirinden izole ve ayr› emek dünyalar› halinde varl›klar›n› sürdürüyorlar... Çin’in bir fabrikas›nda çip takan adamla ayn› flehirde World of Warcraft oyununda bölüm atlay›p üyelik satan çocuk birbiriyle iletiflim halinde de¤il muhtemelen. Ama ikisi de benzer yerlerden sömürülüyor. Fiziksel eme¤in problemleri belli ve zaten mücadele sürüyor. Ancak dijital ortamlarla gelen yeni konular›n öncelikle sorunsallaflt›r›lmas› gerekiyor. Bu konferans da bu yönde bir ad›m. Bu ad›m› hibrid örgütlenmelerin art›fl› takip edecek. Türkiye’de Hrant Dink suikasti sonras› gerçekleflen toplanma böyle bir hibrid örgütlenme örne¤iydi. SMS, e-posta gruplar› üzerinden bir anda çok h›zl› bir toplanma oldu. Akflama dev bir kalabal›k vard›. Bu olayda sorunsallaflma zaten vard›, hibrid örgütlenme kendili¤inden çal›flt›. Hibrid olmayan, yani sokaklara inmeyen, ama politikmifl gibi olmaktan kurtulup politik olabilen, dönüfltürme gücüne sahip tamam›yla sanal bir örgütlenme örne¤i var m›? Olsa görürdük san›r›m. ‹nsanlar bloglar›na bir fley koyarak, imza atarak bir politik tatmin yafl›yor, ama esas mücadele
Teknolojik imkânlarla oluflturdu¤u sanatsal çal›flmalar›n› ve akademik faaliyetlerini New York ve ‹stanbul’da sürdüren Burak Ar›kan, Dü¤ümküme adl› internet sitesinin de yazarlar›ndan.
ve örgütlenmeye enerji aktaram›yorlar. Kritik ço¤unluk için YouTube henüz “girilemeyen” bir web sitesi, halbuki Türkiye devleti “kitlesel ifade özgürlü¤ü engellemesi” yap›yor. Devlet yöneticileri bize çocuk gibi davranma gelene¤ini sürdürüyor. Web 2.0 siteleri kapat›ld›¤›nda insanlar yaln›zca bir tüketimden de¤il, ürettikleri fleyle aralar›ndaki iliflkiden de men ediliyorlar... Evet. fiu anda internet yasaklar›, sigara yasa¤› gibi alg›lan›yor. “Arzulad›¤›m bir fleye eriflim engellendi” diye bak›l›yor. Halbuki yüzbinlerce yazar-çizerin kitab›n›n yasaklanmas›na eflde¤er bir engelleme bu. Ve eme¤in dolafl›m özgürlü¤ü de k›s›tlanm›fl oluyor. Youtube, Facebook ya da last.fm’e içerik sa¤layarak, emek harcayarak varolmay› seçemiyorum, buna devlet karar veriyor. Ulaflt›rma Bakan›, “elâlemin sitesine girmesek ne olacak, kendimizinkini yapal›m” diyerek bu durumu milliyetçi bir kulvara da çekmeye çal›flt›... Evet, internet cahili yöneticiler hâkim flu anda, internet üzerine uzmanlaflm›fl bir ihtisas mahkemesi da yok. Bizler küresel çerçevede gayr›maddî eme¤i tart›fl›rken, yerelde internet yasaklar›yla u¤raflman›n yaratt›¤› dayan›lmaz hafiflik, mecburî naiflik, ba¤lams›z kalma söz konusu. Bununla mücadele etmek için iki geliflmenin bir arada olmas› gerekiyor: Birincisi, internet yasaklar›n›n bir “kitlesel ifade özgürlü¤ü engellemesi” oldu¤unu gösterecek çal›flmalar; ikincisi, hibrid örgütlenmeler, online toplanmalar› fiziksel hale de getirmek. YouTube gibi, üretilen içerik türünün önceki yap›lar› dönüfltürdü¤ü örnekler baflka kavramlar› da tart›flmaya aç›yor. Sinema, video gibi her tür hareketli görüntünün mecras›na yönelik bu de¤iflim, içeri¤i de yeniden flekillendirilmeye muhtaç hale getiriyor. Bir roman›n yazar› ve okuyucusu aras›ndaki fark›n çok ötesinde, çok daha geçiflken s›n›rlarla tart›fl›yoruz kültürr alan›n›. Kültür dünyas› bu de¤iflimden nas›l etkileniyor? Bu karmafl›k dünya, klasik sanatsal anlat›m ve temsiliyet tekniklerini etkisiz k›labiliyor. Okuman›n izleyicilere, ziyaretçilere b›rak›ld›¤› ifller pasif kalabiliyor. Hepimiz zaten bir bilgi-alg› türbülans› içindeyiz, bir hikâyeden di¤erine, bir sergiden öbürüne, uzaktan kumandayla kanal atlar gibi dolafl›yoruz. Hal böyleyken sanat sadece okuma de¤il, okuma ve yazma eylemlerinin beraber yürüdü¤ü bir deneyime dönüflebilir. ‹zleyici dedi¤imiz kimseler de, aç›k bir diyalogla kat›l›mc›lara dönüflebilir. Sanatç› sanat ürünü olarak araç yaratabilir, araçlar insanlara kendi hikâyelerini kurma imkân› sa¤layabilir. Dahas›, sanatç› s›n›rl› bir alan yarat›p bu alan içine davet edebilir kat›l›mc›lar›, burada art›k sanatç›yla kat›l›mc› aras›nda ayr›m kalmaz, herkes sanatç› olur. Daha aktif bir deneyim, fikir dönüflümü, ö¤renme, inançlar›m›zda gerçek yaralanmalar yaflanabilir.
45
A
⁄
I
R
Ç
E
K
Haz›rlayan: y Ahmet Gürata
‹
M
YARIM ASIRLIK YEN‹ DALGA
Söz, yetki, karar, iktidar gençlere 1959’da gösterime art arda giren dört film, anlat›mlar›ndaki yenilikle elefltirmenleri etkileyecek ve yeni bir ak›m› bafllatacakt›: “400 Darbe” (Les Quatre cent coups / François Truffaut), “Kuzenler” (Les Cousins / Claude Chabrol), “Paris Bizimdir” (Paris nous appartient / Jacques Rivette), “Serseri Afl›klar” (A Bout de Souffle / Jean-Luc Godard). “Yeni Dalga”n›n elli y› y›l önceki bafllang›c› asl›nda sl›nda tesadüfî say›lmamal›yd›... eni Dalgac› genç sinemaseverler, daha 1950’lerin bafl›nda Cahiers du cinéma dergisi çevresinde bir araya gelmifl ve sinema kariyerlerine elefltirmenlikle bafllam›fllard›. André Bazin öncülü¤ünde yay›nlanan dergide yazanlar aras›nda Rohmer, Rivette, Chabrol ve Godard bulunuyordu. Daha sonra bu ekibe Truffaut da kat›ld›. Dünyaya ve sinemaya bak›fllar› ‹kinci Dünya Savafl› sonras› Fransa’ya gelen Amerikan filmleriyle flekillenen ekip, dergide sinema tarihini de yeniden yazd›. Auteur kavram›n› gündeme getirerek, bir yandan baz› unutulmufl yönetmenlere dikkat çektiler, di¤er yandan da belirli yönetmenlere ait filmlerin bir arada de¤erlendirilmesi için sistematik bir yöntem oluflturdular. Ancak, ekip elefltirmenli¤i geçici bir aflama olarak de¤erlendiriyor, elefltirdikleri geleneksel yap›y› sarsmay› ana hedeff olarak görüyordu. Sonunda, elefltirmenin de¤il, film yapman›n zaman›n›n geldi¤ine karar verdiler. Ama Yeni Dalga bir anlamda yetim do¤du. Ekibin “babas›” André Bazin “400 Darbe”nin çekimlerinin bafllad›¤› gün vefat etti. Bu sinemasever g genççler tam bir dayan›flma ruhuyla çal›fl›yorlard›. Birbirlerinin filmlerinde rol al›yor, yap›mc›l›k yap›yor, teknik anlamda birbirlerine destek oluyorlard›. Omuzda tafl›nmaya uygun, hafif Ariflex ve Cameflex kameralar›yla
Y
Yeni Dalga’n›n önemli isimlerinden Jean-Pierre Léaud (solda), Truffaut’yla
Yeni Dalga grubu da¤¤›ld›, ama atefli elli y›ld›r hiç sönmedi, Güney Amerika’dan Tayvan’a pek çok bölgeyi etkiledi. Dünyan›n çeflitli yerlerinde farkl› yönetmenler, Yeni Dalga’dan ilham ald›laar. soka¤a ç›k›p gündelik yaflam›n içine girdiler. Sinemada kamera ve öznesi aras›nda yeni bir yak›nl›k do¤mas›na neden oldular. Küstah, oyunbaz, ama bir o kadar da yarat›c›yd›lar. Yeni Dalga yönetmenleri, 1959-66 aras›nda, 32 uzun metrajl› film çekti. Ancak, siyasal ve toplumsal ortam›n de¤iflmesi, ekibi kaç›n›lmaz olarak ayr› yollara itti. Daha 1960’lar›n ortas›na
AGNES VARDA ANLATIYOR
Gerçeküstücülere sayg› Yeni Dalga’n›n en önemli ve en çok hakk› yenen isimlerinden Agnès Varda, çok ses getiren “Toplay›c›lar ve Ben”in (2000) ard›ndan, geçti¤imiz aylarda önemli bir belgesele daha imza att›: “Agnès’in Plajlar›”. Hollywood Interview’den naklen... “Agnès’in Plajlar›” nas›l do¤du? Agnès Varda: 80 yafl›ma girmeye haz›rlan›rken, Noirmoutier’deki bir plajda birden bu rakam gözümün önüne geldi. Yaflam›m› etkileyen ne kadar çok plaj oldu¤unu fark ettim. Bu plajlar› bahane ederek, arkadafllar›m›, ailemi ve di¤erlerini, baz› ifllerimi ve hayat›mdaki olaylar› anlatmaya karar verdim. Belirli bir yafla gelince, insanlar›n ço¤u hayat hikâyesini anlat-
46
maya karar veriyor. Fikirler suyun üstündeki köpükler gibi geldi. Yaln›zca hayat›m hakk›nda de¤il, baz› filmleri nas›l yapt›¤›m hakk›nda da sahih olmak istiyordum. Bu nedenle de, beflalt› kez durup bir filmi nas›l gerçeklefltirdi¤imi ve bunun o tarihlerde hayat›m› nas›l etkiledi¤ini anlat›yorum. Bu, bir hikâye anlatmak için yeterli de¤il. Bunu sinemasal bir biçimde sunman›n bir yolunu bulmal›s›n›z. Sonuçta gerçeklikle fanteziyi baflar›yla harmanl›yorsunuz... Bunu gerçeküstücülere ve onlar›n yap›tlar›na olan sayg›ma borçluyum. T›pk› balinan›n karn›nda göründü¤üm sahne gibi. Ve her zaman kendime bir fleyden baflka bir fleye geçme özgürlü¤ünü tan›d›m: Belgeselden kurmaca-
gelmeden Yeni Dalga grubu da¤›ld›, genç yönetmenler daha farkl› birer sinema aray›fl›na yöneldiler. Ama Yeni Dalga atefli elli y›ld›r hiç sönmedi, Güney Amerika’dan Tayvan’a pek çok bölgeyi etkiledi. Dünyan›n çeflitli yerlerinde farkl› yönetmenler, Yeni Dalga’dan ilham ald›lar.
Truffaut: Gençli¤in gücü “Kendime hâlâ otuz y›l önce kafam› kurcalayan soruyu soruyorum: Sinema hayattan daha m› önemli?” Bu sorunun sahibi ve Yeni Dalga ekibinin en genci François Truffaut, Can Yücel deyimiyle, onun en h›zl› ve en güzel yüz metresini kofltu. 14 yafl›nda, t›pk› “400 Darbe”de oldu¤u gibi okulu k›r›p çal›flmaya bafllad›. 15’inde bir sinema kulübü kurdu ve André Bazin’le tan›flt›. Onun arac›l›¤›yla Cahiers du cinéma’ya ad›m att›. Askere gitmeyi reddetti. 1953’te ak›m›n manifestosu say›lacak “Frans›z Sinemas›nda Belirli Bir E¤ilim” yaz›s›n› kaleme ald›¤›nda henüz 21 yafl›ndayd› ve “nitelikli” olarak tan›mlanan Frans›z sinemas›na savafl aç›yordu. Madeleine Morgenstern’le yapt›¤› evlilik, sinema dünyas›na giriflini h›zland›rd›. Film da¤›t›mc›s› olan kay›npederinin yard›m›yla bir yap›m flirketi kurarak ilk filmi “Serseriler”i (Les Mistons, 1957) çekti. ‹kinci filmi “400 Darbe”yi çekti¤i s›ralarda, “Serseri Afl›klar”›n sinopsisini Godard’a verdi. 22 Ekim 1984’te henüz 52 yafl›ndayken öldü. Elefltirmen Serge Daney’in deyimiyle her zaman “asi ve cesurdu”. Ölümünün 25. y›ldönümü vesilesiyle Le Figaro’da yay›nlanan bir söyleflisiyle anal›m Truffaut’yu: “Sinema, ortaya ç›kt›¤› dönemde, a¤›rl›kl› olarak gençlerin ilgisini çekti. Abel Gance, D.W. Griffith gibi yönetmenler, mesle¤e ad›m att›klar›nda henüz 18-20 yafllar›ndayd›lar. Sonralar›, belki de sesin devreye girmesiyle, film pahal› bir etkinlik haline geldi ve yap›mc›lar bu kadar paray› gençlere vermenin ak›l kâr› olmad›¤›na kanaat getirdiler. Sineman›n iflte bu nedenle giderek daha resmîî bir hale geldi¤ini düflünüyorum. Cahiers
ya, k›sadan uzun metraja, gerçeklikten fanteziye... Bu nedenle de bütün bu yönlerimi filme yans›tmaya çal›flt›m. Hepsini de ciddiye almamak gerekir. Sonuçta bu benim hayat›m, bazen
“Agnès’in Plajlar›”nda Varda
gülmeden, ama kendime gülümseyerek e¤leniyorum. Filmi tamamlamak zordu, zira çok farkl› fleyleri katmam ve ard›ndan bunlar› kurguda yeniden keflfetmem gerekiyordu.
du cinéma’daki tart›flmalar›m›z›n yegâne ortak noktas› buydu: Raymond Radiguet nas›l 16 yafl›nda ‘Le Diable au Corps’u yazd›ysa, biz de 20 yafl›nda film çekebilirdik... Mükemmel fleyler yapan (Alain) Resnais’ye bak›n. Keflke daha erken bafllasayd›. ‘Hiroflima (mon amour)’ gibi usta ifli bir filmle bafllayaca¤›na 20’sinde sinemaya girseydi, daha kusurlu, fakat son derece tutkulu fleyler çekebilirdi... ‘Serseri Afl›klar’da ilk filmin tazeli¤i oldu¤u kadar, gençli¤in gücü de var. O tarz bir filmi k›rk yafl›nda yapabilece¤inizi sanm›yorum, bu imkâns›z...”
Godard: Sosyalizm gemisiyle yolculuk Yeni Dalga’n›n 80 yafl›na merdiven dayayan ustas› Jean-Luc Godard ise, flu s›ralar yeni filminin son dokunufllar›yla meflgul. 2010’da gösterime girecek olan “Sosyalizm”in (Le socialisme) 4 dakika 15 saniyelik tan›t›m görüntüleri, Vimeo gibi video paylafl›m kanallar›ndan izlenebiliyor. Asl›nda, “Sosyalizm”le ilgili olarak, bu görüntüler ve yap›mc› Vega Film’in sitesinde yer alan “resmî”’ özet d›fl›nda bilgi sahibi de¤iliz. Süprizleri seven Godard filmle ilgili sessizli¤ini koruyor. “Sosyalizm” dijital kamerayla çekilmifl. Ayr› hikâyelerden oluflan filmde, bir yolcu gemisi Napoli ve Barcelona limanlar›ndan geçip M›s›r ve Filistin’e u¤ruyor. Ege’den süzülüp “Potemkin Z›rhl›s›”n›n mekân› Odesa’ya demir at›yor. Ve insana, bu kadar yak›ndan geçmiflken keflke ‹stanbul’a da u¤rasayd› diye düflündürtüyor. Filmde Elisabeth Vitali gibi oyuncular›n yan›s›ra farkl› mesleklerden isimler de yer al›yor: filozof Alain Badiou, müzisyen Patti Smith, iktisatç› Bernard Maris... John Berger, kapitalizmin yaratt›¤› onca y›k›ma karfl›n, insanlar›n bunu çok önceden öngören Marx’a kulak vermemelerine, “siyasal yönelimlerini tamamen kaybetmifl olmalar›na”, “pusulas›z, hangi yöne gittiklerini bilmemelerine” ba¤l›yordu. Godard’›n sosyalizm gemisi bir pusula olacak gibi görünüyor.
Agnès Varda: Yeni Dalga’n›n cad›s› Godard, sinema tarihinin kad›nlar› filme alan erkeklerin tarihi oldu¤unu söyler. Buna, tarihin de kad›nlar›n çal›flmalar›n› görmezden gelen erkekler taraf›ndan kaleme al›nd›¤›n› eklemek gerek. Bunun en canl› örneklerinden biri de Agnès Varda. Yeni
Kazaklar› ve sigara içifliyle gönlümüzü fetheden Anna Karina
Dalga’n›n iki kült ismiyle, Anna Karina ve Jean-Luc Godard’la çekti¤i k›sa filmi “Mac Donald Köprüsü Afl›klar›”ndan (1961) sonra, bizce ak›m›n en önemli filmlerinden biri olan “Saat 5’den 7’ye Cleo”ya (1962) imza att›. Buna karfl›n, tarihçelerde ad›na çok az yer veriliyor.
Ve di¤erleri... Yeni Dalga’n›n di¤er ihtiyar delikanl›lar› da film yapmaya devam ediyor. Ekibin en yafll›s› olan Eric Rohmer (89), son filmini 2007’de tamamlad›: “Les amours d’Astrée et de Céladon”. Ustan›n, geçti¤imiz y›llarda “Lady ve Dük” (2001) filmiyle sinemada dijital teknolojinin olanaklar›ndan yarat›c› biçimde yararlanarak öncülük yapt›¤›n› hat›rlatal›m. Claude Chabrol (79), ak›m›n en üretkenlerinden. Hemen hemen her y›l bir film çekiyor. Polisiye bir hikâye anlat›yor gibi görünse de, toplumsal ve politik konulara e¤iliyor. Baflrolünde sevdi¤i oyuncusu Isabelle Huppert’in rol ald›¤› “Seremoni” (1995) için “son Marksist film” tan›mlamas›n› bofluna yapmam›flt›. Chabrol’un son filmi “Bellamy” (2009) ise elefltirmenlerden yeterli ilgi görmedi. Jacques Rivette (1928) ise, filmlerinin ticarî gösterim a¤›nda yeterince yer bulmamas› nedeniyle gölgede kalan isim olarak nitelendirilebilir. Düflünceleriyle ve filmleriyle pek çok sinemac›y› etkilemesine karfl›n, hiçbir zaman di¤er yönetmenler kadar ön planda olmad›. 60 y›lda çekti¤i film say›s› ise 32. Son filminin ad›ysa, “Saint Loup Tepesi’nin 36 Manzaras›” (36 vues du Pic Saint Loup, 2009)... Kazand›rd›¤› iyi filmler ve yönetmenler bir yana, sinemaya bak›fl› kökten de¤ifltiren Yeni Dalga tazeli¤ini koruyor, koruyacak...
GEZ‹C‹ FEST‹VAL BU YIL ANKARA, ARTV‹N VE ÜSKÜP’TE
Uzun metraj yolculuklar Türkiye’nin içinde bulundu¤u genifl co¤rafyan›n önde gelen festivallerinden biri haline gelen Gezici Festival, 15. senesinde Artvin ve Üsküp yollar›na düflüyor. Dünden bugüne, yerli yabanc› bir sürü filmi, söylefliyi, atölye çal›flmas›n› da heybesine at›yor... am 15 y›ld›r yollarda olan Gezici Festival, bu y›l aral›k ay›nda Ankara, Artvin ve Üsküp’te izleyicileriyle bulufluyor. Hat›rlayacaks›n›z, Gezici Festival, Kars dura¤›ndaki Uluslararas› Alt›n Kaz Film Yar›flmas› ile yaln›zca Türkiye’nin de¤il, bölgenin en önemli “butik festivallerinden” biri durumuna gelmiflti. Ancak, 2009 yerel seçimlerinde kent yönetiminin el de¤ifltirmesi, bu büyüleyici mekân› festivalden kopard›. “Kader” (Zeki Demirkubuz, 2006) ve “Kozmos” (Reha Erdem, 2009) filmleriyle önemli bir sinemasal kent olma yolunda ilerleyen Kars, yaln›zl›¤a ve sessizli¤e gömülmüfl durumda. Anadolu Kültür gibi önemli kurumlar›n ve kentin s›n›rl› say›daki e¤lence mekânlar›n›n kap›s›na kilit vurulurken, kentin simgesi durumuna gelmifl heykeller de s›rra kadem basmakta. Ancak, bu engele ve ekonomik s›k›nt›lara ra¤men, Gezici Festival bir kez daha yeni duraklar belirleyerek izleyicilerine son derece keyifli bir program sunuyor. Festival tarihlerinden bafllayal›m. ‹lk durak, 4-10 Aral›k tarihleri aras›nda An-
kara. Bir süredir tadilat nedeniyle kapal› olan Bat› Sinemas›, izleyicilere kap›lar›n› Gezici Festival’le açacak. 11-16 Aral›k’ta ise, belediyenin evsahipli¤inde geçen y›l güzel an›larla ayr›ld›¤›m›z Artvin’e tafl›naca¤›z. Alt›n Bo¤a ad›n› tafl›yan Uluslaras› Film Yar›flmas›, geleneksel festival heyecan›n› yaflatacak. Tüm dünyadan sinemaseverler, bu kez bu güzel Karadeniz kentinde buluflacak. Festivalde son durak ise, 18-20 Aral›k aras›nda Üsküp.
T
“Sessizlik” (K›sa ‹yidir filmlerinden)
“Aral” (K›sa ‹yidir filmlerinden)
Karfl› filmler Gezici Festival’in sinemaseverleri heyecanland›ran bölümlerinden biri de “Karfl›”. Çarfl› grubunun unutulmaz slogan›n› an›msatan bu bölümde, çeflitli konulardaki karfl› filmleri izleyece¤iz izleyece¤iz... Kapitalizme Karfl›: “Evet Efendim” (The Yes Men / Chris Smith, Dan Olman, Sarah Price) ve “Evet Efendim Dünyay› Kurtar›yor” (The Yes Men Fix The World / Andy Bichlbaum, Mike Bonanno)
48
Makedonya Büyükelçili¤i Tan›tma Müflavirli¤i’nin katk›lar›yla gerçekleflecek buluflmada, a¤›rl›k Türkiye’den filmlerde. Gezici Festival bu filmlerin yönetmen ve oyuncular›n› da Makedon sinemaseverle buluflturacak. Gelelim filmlere ve di¤er etkinliklere... En iyi filme 10 bin avro de¤erinde ödül verecek olan Alt›n Bo¤a Uluslararas› Film Yar›flmas›, 2009’un yank› uyand›ran filmlerinden oluflan bir seçki içeriyor. ‹çinde bulundu¤umuz y›l, Türkiye’de de sinema aç›s›ndan bereketli bir dönem oldu. Aralar›nda “11’e 10 Kala” (Pelin Esmer) ve “Uzak ‹htimal” (Mustafa Faz›l Coflkun) gibi yap›mlar›n da yer ald›¤› bir dizi yeni film, yönetmen ve oyuncular›n›n da kat›l›m›yla festival seyircisinin karfl›s›nda olacak. Festivalin bir di¤er bölümü ise, “30 Y›l Önce, 30 Y›l Sonra Almanya” ad›n› tafl›yor. Almanya’da 1970’ler ve 2000’lerdeki politik ve sosyal sorunlar› de¤erlendiren yönetmenlerin çekti¤i iki film, faflizmden Merkel’e, ülkenin zengin bir panaromas›n› sunuyor: “Almanya’da Sonbahar” (Deutschland im Herbst) ve “Almanya 09” (Deutschland 09). Festivalin “Keflif” bafll›kl› bölümünün konu¤u ise, Litvanya’dan bir yönetmen: Audrius Stonys. 1992’de “Körlerin Dünyas›” filmiyle Avrupa Film Akademisi’nin En ‹yi Belgesel Ödülü Felix’i kazanan yönetmenin k›sa ve orta metraj belgeselleri gösterilecek. Her y›l bir ülke sinemas›na özel yer ayr›lan “K›sa ‹yidir”in konu¤u bu y›l Brezilya olacak. “K›saca Brezilya” bölümünde bu ülkenin sinemas›na dair ipuçlar› veren k›sa filmler yer alacak. Gezici Festival bu y›l çocuklara özel haz›rlad›¤› programda Polonya ve Almanya’dan filmlere yer verecek. “Sinema Konuflal›m” buluflmalar› ise Ankara ve Artvin’de gerçekleflecek. Kendi alanlar›nda profesyonel isimler taraf›ndan verilen sinema dersleri, sinema ö¤rencilerine ve merakl›lar›na hitap ediyor. Gezici Festival ve Bilkent Üniversitesi iflbirli¤iyle gerçekleflen Belgeseyir uluslararas› belgesel yap›m atölyesi ise Türkiye ve Gürcistan’dan sinema ö¤rencilerini buluflturacak. Atölye çerçevesinde festivalin uluslararas› dura¤› Artvin konulu filmler çekilecek. NISI MASA Türkiye iflbirli¤iyle düzenlenecek film yazarl›¤› atölyesi s›ras›nda festivalin günlük gazetesi Nisimazine Artvin ç›kar›lacak. Ahmet Gürata
Savafla Karfl›: “Denizin Sessizli¤i” (Le Silence de La Mer / Jean-Pierre Melville) Militarizme Karfl›: “Z 32” (Avi Mograbi) ve
“Buras› ‹ngiltere”
“Renk Korkusu” (Chromophobia / Raoul Servais) Burjuvaziye Karfl›: “Burjuvazinin Gizli Çekicili¤i” (Le Charme Discret de la Bourgeoisie / Luis Bunuel) E¤itime Karfl›: “Hal ve Gidifl S›f›r” (Zero de Conduite / Jean Vigo) ve “En Rachachant” (Daniele Huillet, Jean-Marie Straub) Cinsiyetçili¤e Karfl›: “Sitcom” (François Ozon) Milliyetçili¤e Karfl›: “Buras› ‹ngiltere” (This Is England / Shane Meadows) Sömürüye Karfl›: “Ekmek ve Güller” (Bread and Roses / Ken Loach).
Moz’un arka yüzü
Müzik dolab›
Morrissey / Swords (Polydor) orrissey 2009’daki baz› konserlerini iptal etti¤i günlerde, internet sitesinden özür dilerken, yeni bir albüm müjdesi de vermiflti: Son üç albümü için kaydetti¤i B yüzü parçalar›n› bir albümde toplayacakt›. The Smiths tarihine biraz aflinaysan›z, B yüzü laf› yüzünüzde gülücükler açt›rabilir. Grubun single’lar› kadar arka yüzdeki flark›lar› da her daim alk›fl al›r, “Hatful of Hollow”, “The World Won’t Listen”, “Louder Than Bombs” gibi baz›lar› befl y›ld›zl›k toplama albümleri pek çok B yüzü flark›y› da ihtiva ederdi. Söz konusu üç Morrissey albümü, “You Are The Quarry”(2004), “Ringleader Of The Tormentors” (2006) ve bu sene ç›kan “Years Of Refusal”. Tony Visconti, Gustavo Santaolalla ve Jerry Finn gibi usta prodüktörler eflli¤inde kaydedilen plaklar, Morrissey’in en iyi iflleri aras›nda yer al›yorlar. Yani “Swords” yüksek beklentilerimizi gayet iyi karfl›l›yor. “Good Looking Man About Town” ile göbek att›ra att›ra aç›lan albüm, “If You Don’t Like Me, Don’t Look At Me”, Chrissie Hynde’la birlikte söyledikleri “Shame Is The Name”, “It’s Hard To Walk Tall When You’re Small”, “My Life Is A Succession Of People Saying Goodbye” gibi sadece isminden bile kimin flark›s› oldu¤u anlafl›labilecek Morrissey iflleriyle devam ediyor. Sonlara do¤ru gelen “Drive-In Saturday” ise
M
10 albüm m Arctic rctic Monkeys Humbug Brazzaville zzaville In Istanbul Brenna MacCrimmon MacCrimm Kulak Mi Misafiri Brigitte Fontaine nt Prohibit bition Buika El Último Trag ago Echo o & The Bunnymen Th The Fountain Gordon Gano ano and The Ryan Ryans Under The Sun Norah Jones The he Fall Tom om Waits Glitter and Do Doom Live Yasmin n Levy Sentir tir
5 flark flark› Birsen en Tezer Ç›¤l› Ç›¤l›k Ç›¤l›¤a CAN Vitamin amin C Devendra Banhart Devend Banhar Baby Mas assive Attack Splitting g The Atom Vic Chessnut Coward ard
Moz’un liriklerini New York Dolls hakk›ndaki bir hikâyeye devflirdi¤i bir David Bowie cover’›. 18 parças›yla ve neredeyse iki albümlük uzunlu¤uyla, y›l›n sonunda flahane bir sürpriz “Swords”... – ‹lker Aksoy
Herkes kendi yoluna
Zeplin in hâlâ havada Them Crooked Vultures / Them Crooked Vultures (Interscope / Sony) on y›llar›n en çok konuflulacak “süper grup”lar›ndan birinin ilk albümü gün yüzü gördü. Dört senedir konufluluyordu, nihayet geçen sene çal›flmalar›na Los Angeles’ta bafllam›fllard›. Üç tane “akbaba”: Nirvana ve Foo Fighters’›n Dave Grohl’u y›llar sonra ye-
S
niden davulunun bafl›nda, Queens Of The Stone Age’in Josh Homme’u vokal ve gitarda, Led Zeppelin’in efsanevî –ama di¤er Zeplincilere göre daha kenarda kalm›fl– üyesi John Paul Jones bas ve klavyede. Sonuç, gayet tempolu, sertlik dozu k›vam›nda, incelikli süslemelerle bezeli, heyecanl›, gürül gürül bir ilk albüm. Tahmin edebilece¤iniz gibi, bir defa ritm seksiyonu müthifl. Grohl’un dakik ve sert davulu Bonzo’yu neredeyse aratm›yor, Jones’un son otuz senede –mesela Diamanda Galas gibi isimlerle– yapt›¤› az ama öz ifl de formunu korumas›na vesile olmufl belli ki. Ama bu gruptan en çok QOTHA sevenler memnun olacak belki, hafif Led Zep’e bulaflm›fl havalarla, metale meyyal bir modern rock hissiyat›yla... – Merve Erol
Bafl› dumanl› havalar Behçet Gülas / Fora (Anadolu Müzik) ora, Hemflin horonlar›nda horonu vuran kiflinin, türkü söylenece¤i s›rada verdi¤i bir duraklama komutu. Hemflinli genç müzisyen Behçet Gülas da, albüme yetiflti¤i kültürün içinden bir isim vermeyi uygun görmüfl. Behçet Gülas’›n dedesi, “Garip” lâkapl›, naml› bir tulumcu. Ailesinde de kendi gibi müzisyenler var. Gülas, daha önce Volkan Konak gibi müzisyenlere de beste vermifl biri. “Fora”daysa on flark› bulunuyor ve bu flark›lar›n sekizinin sözü ve bestesi kendine ait. Gülas’a ait olmayan parçalardan biri, eski bir Hemflin destan› olan Avc› Ahmet destan›. Gülas, bu destan› al›fl›lm›fl›n d›fl›nda, biraz h›zl› yorumlamay› tercih etmifl. Di¤eriyse Mustafa S›rtl›’n›n “Yine A¤layaca¤›m” çal›flmas›... “Trablus”, öyküsüyle s›rad›fl› bir flark›: Libya’ya çal›flmaya giden Hemflinli bir gencin trafik kazas›nda ölmesinin ard›ndan
F
50
annesinin yakt›¤› a¤›t› Gülas çocukken duymufl ve bir gün yolu o köye düfltü¤ünde dilinden flu sözler dökülmüfl: “Oy Trablus Trablus / Sende ya¤mur ya¤ar mi / Duman almifl da¤lari / Daha günefl do¤ar mi?..” Albümdeki flark›lar›n her birinin öyküsü gayet ilginç, ama yerimiz dar: “Fora”, Marsis, Karmate gibi son dönem gruplar›n üstüne iyi gidecek... – U¤ur Biryol
Ian Brown / My Way (Polydor) tone Roses’›n 1989 tarihli ilk albümü “The Stone Roses” bu sene 20. yafl›n› kutluyor. Albümün yeni bask›lar› piyasaya sürülürken, sevenlerin ak›llar›nda bir soru var: Tek albümle –di¤eri befl sene sonra ç›kan “Second Coming” olmak üzere zaten hepi topu iki stüdyo kayd› yay›nlam›fllard›– ‹ngiliz rock’unun yönünü de¤ifltiren Stone Roses yeniden bir araya gelir mi? Cevap solist Ian Brown’›n yeni solosunun kapa¤›nda yaz›l› galiba: Herkes kendi yoluna... Geçimsizlik sebebiyle da¤›lan gruptan uzakta, Ian Brown’›n keyfi belli ki yerinde –Brown’›n huysuzlu¤u da meflhur zaten. Y›ldönümü filan dinlemiyor, kendi müzi¤ini icraya devam ediyor. Alt› numaral› albümü “My Way”i Stone Roses’›n ilk albümünü kaydetti¤i stüdyoda, “Golden Greats” ve “Music of The Spheres” gibi albümlerinde birlikte çal›flt›¤› Dave McCracken ile birlikte kaydetmifl... ‹çinde Zager & Evans’›n 1967 tarihli distopik hiti “In The Year 2525”› ihtiva etse de, aç›l›fl› yapan “Stellify” asl›nda pop müzisyeni Rihanna için yaz›lsa da, “My Way” ad› gibi otobiyografik bir albüm... “My Way”, “For The Glory” ve “So High”, isminin anagram› “Own Brain” gibi flark›larda Ian Brown hayat›n›n önemli noktalar›na dönüyor, hesaplaflmalara giriyor. Müzikse, o her zamanki Ian Brown... Michael Jackson’›n “Thriller”› misali, her parças› ayr› vuracak, “büyük” bir plak yapmak istemifller dedi¤ine göre. Oysa hiç de öyle bir adam de¤il. “My Way”de de sonuç itibariyle o çok sevdi¤i eflofmanlar› gibi rahat flark›lar var. Biraz pop, biraz rock’n’roll, biraz elektronik, biraz reggae, biraz rap, Mariachi gitarlar ve tabii bolca punk duruflu... Sonuç da her zamanki gibi hiç fena de¤il hani... – ‹.A.
S
YIKILIfiININ 20. YILDÖNÜMÜNDE BERL‹N DUVARI
Marx heykeli, Comman ndante flark›s› Yirmi y›l önceki 10 Kas›m’da so¤uk savafl›n sembolü, Almanya’y› ve Avrupa’y› –ve mecazen hatta dünyay›– kapitalist ve sosyalist rejim mler olarak ikiye ay›ran Berlin Duvar›’n›n y›k›l›fl›yla 20. yüzy›l fiilen sona erdi, baflka bir ça¤, yeni bir tarih bafllad›. Biten neydi, niye ve nas›l öyle bitti, bafllayan neydi, bu ugün nas›l bir noktaya gelindi? Duvar›n y›k›l›fl›n›n 20. y›ldönümü dolay›s›yla Paris’te dü üzenlenen “Duvar›n ‹çinde” bafll›kl› paneller dizisinin düzenleyicilerinden, Helsinki Yurttafllar Meclisi’nin kurucu üyesi ve Uluslararas› Dayan›flma ‹nisiyatifi ve E¤itim Merkezi’nin (CEDETIM) baflkan› Bernard Dreano’yu Dreano yu dinliyoruz dinliyoruz. Dreano o gün oradayd› oradayd›... Duvar›n y›k›ld›¤› s›rada Berlin’de olman›z tesadüf müydü? Bernard Dreano: ‘89 ekiminin bafl›nda Do¤u Berlin ciddi bir hareketlilik içindeydi. Gittikçe büyüyen gösteriler vard›. Alman arkadafllar›m aray›p “bir fleyler oluyor, mutlaka gelmen lâz›m” demifllerdi. Biraz a¤›rdan alm›flt›m. 10 Kas›m’da bir arkadafl aray›p “duvar aç›lal› 15 dakika oluyor!” deyince hemen gittim. Duvar›n y›k›l›fl›n›n tuhaf bir hikâyesi vard›r. Do¤u Alman Komünist Partisi’nin (resmî ad›yla Almanya Sosyalist Birlik Partisi) bir yöneticisi (Günter Schabowski) bir bas›n toplant›s›nda Bat›’ya geçmek için art›k vize gerekmedi¤ini söylemiflti. Bu yasa de¤iflikli¤inin ne zaman yürürlü¤e girece¤i soruldu¤unda da “flu andan itibaren” diye cevap vermiflti. Bunun üzerine, yüzlerce kifli s›n›r kap›s›na koflufltu, fakat kap›n›n kapal› oldu¤unu gördüler. Kontrol noktas›ndaki polislerin haberi bile yoktu! Ayn› günün gecesinde halk›n bir k›sm› duvar› y›kmaya bafllad›. Ben ertesi sabah geldi¤imde ortada kimsecikler kalmam›flt›. Polis tekrar duvar›n etraf›nda mevzilenmiflti. Esas y›k›m daha sonra bafllad›. Ama Bat›’dan Do¤u’ya geçifl yap›labiliyordu. Ben Bat›’dan Do¤u’ya geçti¤im için vizemi gösterdim, pasaportumda duvar›n y›k›ld›¤› günün damgas› hâlâ duruyor. Do¤u Berlin’de ortam nas›ld›?
52
Ortal›k flafl›rt›c› derecede sakindi. Do¤u Almanlar Bat›’ya geçilebildi¤ini ö¤renir ö¤renmez Bat› Berlin’e koflmufllard›. Do¤u Berlin’deki arkadafllar›m›n hepsi Bat›’dayd›, flehir terkedilmifl gibiydi. Bat›’dan gelen merakl›lar yok muydu? Vard› tabii. Zaten birkaç haftad›r televizBernard Dreano
yonlarda sadece bu olay konufluluyordu. Son dönemde Bat›’dan Do¤u’ya geçmek yasak de¤ildi. Birçok Bat› Alman Do¤u’daki gösterilere kat›lmak için öteki tarafa geçmiflti. Do¤u’dan Bat›’ya geçifl de serbest b›rak›ld›¤›nda tam bir bayram havas› vard›. Fakat hiç taflk›nl›k olmad›. Bu hareketlenme yaflan›rken duvar›n birkaç hafta içinde y›k›laca¤› bekleniyor muydu? Ben 1986-87’den itibaren duvar›n yak›n gelecekte y›k›laca¤›n› savunan az›nl›ktayd›m. Hatta bunun için haz›rlad›¤›m›z broflürler bile vard›. Dolay›s›yla, çok flafl›rmad›m. So¤uk Savafl dinamikleri art›k ifllemiyordu. Bu süreç Gorbaçov’un Sovyetler Birli¤i’nde iktidara gelmesinden önce bafllam›flt›. Hatta, Gorbaçov’un iktidara gelmesi, o dinamiklerin art›k ifllememesinin bir sonucuydu. Bunun birçok sebebi var, ama en önemlisi, “halk demokrasisi” rejimlerinin derin meflruiyet ve iflleyifl kriziydi. Her ülkede durum farkl›yd›, ama genel olarak muhalif hareketler çok yayg›nd›. Polonya’da 1980-82 aras›nda çok ciddi bir halk hareketi oluflmufltu. S›k›yönetim ilan edilip bast›r›lsa da, o kadar sert bir çat›flma olmam›flt›. Ayn› dönemde Türkiye’deki askerî darbe Polonya’dakinden çok daha fliddetliydi. Polonya’daki süreç ‘89 bahar›nda Komünist Parti’nin “yar›-serbest” seçimleri kabul etmesiyle sonuçland›. Komünist Parti’nin kazanaca¤› yine kesindi, fakat muhalefetin temsiliyetinin de önü aç›lm›fl oluyordu. Polonya’y› Macaristan izledi. Do¤u Almanya’da da geliflmeler ayn› yöndeydi, fakat esas olarak ‘89 eylülünde ciddi bir görünürlük kazand›. So¤uk Savafl dinamiklerinin ifllemedi¤i ve Do¤u Bloku’ndaki gerginli¤in giderek artt›¤› dönemde, Bat› Avrupa’daki komünist partilerin tutumu nas›ld›? Belli bir tutumlar› yoktu, çünkü hakiki bir kopufl beklemiyorlard›. Duvar›n y›k›ld›¤› gün eski Frans›z Komünist Partisi’nin (FKP) kurucular›ndan Pierre Juquin’le beraberdim. Juquin reformist kanattand›, 1987’de partiden ihraç edildi. 10 Kas›m’da, flimdi büyük ticaret merkezlerinin bulundu¤u Potsdamer Platz’da Do¤u ve Bat› Berlin belediye baflkanlar›n›n kucaklaflmas›yla ilk resmî geçifl noktas› aç›ld›¤›nda bana flöyle demiflti: “Kadere bak, 1953’te iflçi hareketinin bast›r›ld›¤› gün buradayd›m, 1961’de duvar infla edilirken buradayd›m ve bugün duvar›n y›k›l›fl›na yine ayn› noktadan flahit oluyorum.” Duvar›n y›k›lmas› ayn› zamanda reform çabalar›n›n baflar›s›z oldu¤unu da gösteriyordu. So¤uk Savafl dinamiklerinin “iflledi¤i” günlerde, mesela ‘68 olaylar› s›ras›nda Berlin Duvar› neyi temsil ediyordu? ‘68 olaylar› Do¤u Avrupa’y› da içine al›yordu. Çekoslovakya’da büyük bir hareket vard›. Polonya’da önemli bir ö¤renci hareketi ve Yugoslavya’da ö¤renci ve iflçilerin beraber mücadelesi vard›. Bu hareketlerin ço¤u Fransa’daki ‘68 may›s›yla irtibatl›yd›. ‘68’de Do¤u Bloku ülkelerindeki rejimlerin demokratik olmad›¤› bizim için aflikârd›, büyük çapl› bir de¤iflim gerekti¤ini düflünüyorduk; bir yan-
ar Kafad l a m e C imifl
r n Kim va ada yo¤ ikeR, DERV‹fi VE HATUN r CA biz bu LI: YEN‹ÇER‹, TÜC kça
N u yfa OSMA an old 200 sa DÖRT yas›nd nl› tarihi lsefe, n e ü F d m l› a man Toplu Osm Tarih üflünzy›l Os acaks›n›z. 17. yü fltan d y a e u b v k i . o n 6 i et , ye a, 1 Kitapt › dört flahsiy izi bozarak rim az v le r e t e ü b m i ez kitap. undak konus vet eden bir da meye v
latono P y e r And
ayfa , 168 s ›rmak ›l ›z K okG. Ç. dern y Çeviri: de mo erinden küler, in y iç Ö , t a lar›m en d Edebiy kuduk oldu¤unu Metis y rger. enim o
Dönüfl
Be ir fle ar b —John nas›l b ne kad ük dev "Bugü yaflaman›n tonov'dur." r, büy ›l› yale ü k y la u t ö P ¤ n i bu lka sullu n hikâyec geçen min ça a ›s›nda ufl bir döne r kavray a y k il zy›l›n n›k olm 20. yü avafllara ta s e r rim v › yans›t›yo . ›n flant›s stein
n Wittge g i w d Lu stüne
lik Ü Kesin ve De¤er 64 sayfa n ha,2 Kültüerviri: Do¤an fiahiner iltte: Wittgenstneöinn'›cesine
c ü tek bir en bir kaç g stüne ile Ü kitab› d n k in ü li e t m in s Kes tgen a, ölü an der ‹ki Wit on iki y›l›nd an derlenen azmalar›nd ¤inis de rd ely yat›n›n ttu¤u notla akt›¤› ›ndaki ide b›r ltür konular u t r önemli e r n g a e a d r ›n ü n ka ›l k o y s e z v ü n nat 0. y sa¤lar nde ölümü e felsefe, sa ve De¤er. 2 tan›mam›z› i il g il v n la ür lenmifl oluflan Kült aha yak›nda ünce tarz›y fl d ü n e lerind ›ndan birini enlere de d en lar filozof efesiyle ilgil kitap. ls ir e b f , n a n ke sun ipucu birçok
,Ç Felsefe
aid d W. S r a w d E çlar
NTEM VE YÖ T E ‹Y yfa N 416 sa
ar, nemli ak Ayd ng› Bafllleafltiri, Çeviri: Ferit Bur fltirisi alan›ndakiibeünyüök flair-
i roat ele ins gib edebiy ilton, Hopk , Proust gib ve n 'i id r. M ann d Sa ach Edwar › Bafllang›çla , Conrad, M ico, Auerb uy s V d a r gün k m a z fl le çal› ens, H zellik i kendine ö zmaya k ö ic i, D , ler ile ›n eserlerin gelifltirdi¤ bir eser ya l boar , tle tarihse manc›l 'dan hareke n okuyarak jik ve lo e lt o d u ik a in s c if p Fou efi, pekt k, fels l pers ramsa a"n›n filoloji aid. rS m "baflla analiz ediyo › ›n r la t yu
E Metis
el Simm Georg ik
ell BireyAsZILAR
tür ve Kül
yfa bir 368 sa p›lm›fl irkan, B y a den ya übadec r n e u s T e i: ir ,m y›da m, Çev çok sa üm, çat›flma yoksul, Toplu ald›¤› ›, k
EY SEÇM
leme tahak an, yabanc özgün l'in ka ültür, y Simme syolojinin k r›n› aç›mla r" hakk›nda aflk, , o la le S m la "tip uyu r rüavra seçki. yolojik özgürlük, d mel k s e gö t o s it i i a ib , le g efeye ac› gib bireysellik r ls e e f c r gea k le m l olara dürücü fikir tiren, e fl cimri, s li k e e g ler elen flün gözlem e din gibi g fl›rt›c› ve dü v a fl k l› e d ›n aflk erin alar üz erildi. len tem az›lara yer v y n e lifltir
MET‹S AJANDA 2010
‹LLALLAH! TÜM K‹TAPÇILARDA.. www.metiskitap.com’dan yapaca¤›n›z tüm al›flverifllerinizde arma¤an
metis
dan da kapitalizm ve ABD emperyalizmiyle mücadele etmek gerekiyordu. Do¤u Bloku ülkeleriyle ‘68 s›ras›nda çok yak›n temas halindeydik. Do¤u Berlin’deki muhaliflerle ba¤lant› halinde oldu¤umdan Do¤u Alman polisi taraf›ndan fifllenmifl ve tutuklanm›flt›m. Sonra, Çekoslovakya’da bafllayan normalleflme sürecinden itibaren duvar›n öteki taraf› k›smen unutuldu ve gündemden düfltü. Polonya’daki Dayan›flma hareketiyle tekrar öne ç›kt›. Dayan›flma, her ne kadar kendine has, k›smen katolik ve milliyetçi bir iflçi hareketi olsa da, Fransa ve ‹talya gibi ülkelerden büyük destek ald›. Duvar sizin için bafl›ndan beri y›k›lmas› gereken bir duvar m›yd›? Y›k›lmas› gerekti¤i, varolmas›n›n aç›klanamayaca¤› anlam›na gelmiyor. Bat› Almanya’n›n zenginlik ve refah düzeyi öyle bir seviyedeydi ki, duvar olmasayd›, Do¤u Almanya ayakta kalamazd›. Duvar bir tür ekonomik korunak olarak infla edildi. Tabii reel sosyalizm taraftarlar›n›n da oturup sistemlerinin neden baflka türlü ifllemedi¤i üzerine kendilerini sorgulamas› gerekirdi. Duvar›n getirdi¤i özgürlük k›s›tlamalar›n› aç›klamak mümkün de¤ildi, hele de gençlere... Duvar›n y›k›l›fl› üzerine, Prag Bahar› s›ras›ndaki iyimser ortamda oldu¤u gibi, bunun reel sosyalizmin sonu ve “insan yüzlü sosyalizm”in bafllang›c› olaca¤›n› düflündünüz mü? ‘68’de çok iyimserdim, çünkü gerçekten özgürlükçü ve sürekli geniflleyen bir toplumsal hareket vard›. Prag da bunun bir parças›yd›. Do¤u Bloku’ndaki otoriter yönetimlerin yerine özgürlükçü sosyalizmin gelece¤ini umuyorduk. Prag Bahar›’n›n yöneticilerinin de söylemi bu yöndeydi. Baz›lar› kendilerini reformist olarak tan›ml›yordu, ama ço¤u hakiki devrimcilerdi. 1989’daysa her fley tamamen farkl›yd›. Bar›fl ve insan haklar› arzulan›yordu, devrim de¤il. Sonuç olarak, en az›ndan eskisinden daha iyi olaca¤›n› düflünüyorduk. Biraz ‹sveç tipi bir sosyal demokrasi olaca¤›n› bekliyorduk. Tam tersi oldu, ibre ultra-liberalizme kayd›. Ve ultra-liberalizmin ideolojik zaferi, Do¤u Bloku ülkelerinin global kapitalizme geçifl sürecine yans›d›, bu ülkelerde zenginlerin ço¤u da eski komünist yöneticilerden olufluyor. ‹ktidardakiler özellefltirmeleri kendi ç›karlar›na göre yapt›. Y›llar›n› hapiste geçiren muhaliflerin ço¤u kenara itildi. Özellikle Rusya’da küçük bir grup kamu servetini resmen zimmetine geçirdi. Rusya’n›n durumu içler ac›s›. Berlin Duvar›’n›n y›k›lmas›n›n ABD’nin tart›flmas›z üstünlü¤ünü kabul ettirmesinde nas›l bir rolü oldu? 1970’lerin sonu, sömürgelikten kurtulan ülkeleri de düflünürsek, 1945’ten itibaren ortaya ç›kan devrimci hareketlerin hemen hemen bütün ülkelerde söndü¤ü döneme tekabül ediyor. Bu tükenifl haliyle Reagan ve Thatcher’›n bafl›n› çekti¤i liberal ideolojinin karfl› sald›r›ya geçmesinin de önünü açt›. Berlin Duvar›’n›n y›k›ld›¤› dönemde Bat› ülkelerinin sembolik liderleri de onlard› zaten, Roosevelt
54
gibi Keynesyen sosyal demokratlar de¤il. Bu yüzden ultra-liberalizm Do¤u Avrupa ülkelerinde bu kadar kolay yayg›nlaflt›. Bat›’n›n sundu¤u zihniyet, sosyal devlet de¤il, barbar kapitalizmdi. Sosyal devlet, ‹kinci Dünya Savafl›’n›n ard›ndan iflçi s›n›f›na verilen baz› tavizler sonucunda oluflmufltu. Bu aç›dan duvar›n y›k›l›fl›n›n sonuçlar› korkunç oldu. Reel sosyalizm ‹kinci Dünya Savafl›’n›n ard›ndan Bat› ülkelerini baz› reformlara zorlam›flt› ama, ‘68’den itibaren ölü bir ideoloji haline gelmiflti. Reel sosyalizm sizin gözünüzde ‘89’a do¤ru mu ömrünü tamamlad›, yoksa ‘68’de zaten “bitmifl” bir ideoloji miydi?
Duvar›n y›k›lmas› gereekti¤i, varolmas›n›n aç›klanamayaca¤› anlam›na gelmiyor. Duuvar bir ekonomik korunak olarak infla edildi. Tabii reel sosyaalizm taraftarlar›n›n sistemlerinin neden baflka türlü iflleemedi¤ini sorgulamas› gerekirdi. ‹deolojik olarak ‘68’de bitmiflti, fakat ekonomik olarak iflliyordu. Do¤u Avrupa ülkelerine, daha da önemlisi Sovyetler’den ayr›lan ülkelere bakt›¤›n›zda o dönemden kalma müthifl bir altyap› görüyorsunuz, e¤itim seviyesinin doruk noktas›nda oldu¤u y›llard›. Ama politik olarak ‘68’de ideoloji tükenmiflti. Öyle bir direnifl vard› ki, ancak bask›yla cevap verebiliyorlard›, Çin’le yaflanan kopufl da bunun bir parças›. Esas olarak bir model oluflturmaktan ç›km›flt›, insanlar›n zihinlerinde art›k ifllemeyen bir sistemdi. Sonra da reel sosyalizmin ekonomik krizi bafllad›, Brejnev’in iktidarda oldu¤u
durgunluk dönemi. 1989’da bu ülkeler ekonomik olarak da tükenmifl durumdayd›. Bugün, Latin Amerika istisnas› d›fl›nda, sol dünya çap›nda bir kriz yafl›yor. Bunun temel sebebinin solun 1989 sonras›ndaki koflullara uyum sa¤layamamas› oldu¤u söylenebilir mi? Kesinlikle. Sosyal demokrasinin baflar›l› olmas›n›n sebebi, Stalinist komünizme bir alternatif olarak görülmesiydi. Program›n›n bir k›sm›n› da –sosyal güvenlik, refah devleti– uygulayabilmiflti. H›ristiyan demokratlar› de¤il, ‹skandinav modeli sosyal demokrasileri kastediyorum. Yads›namaz geliflmeler oldu. Bu süreci kolaylaflt›ran bir etken de, Sovyetler’den ödü kopan burjuva s›n›f›n›n verilen tavizleri kabul etmesiydi. Bütün bunlara ra¤men sosyal demokrasiler, sömürgelerin sona erdi¤i ba¤›ms›zlaflma y›llar›nda nas›l bir tutum sergileyeceklerini bilemediler ve baflta ‹ngilizler ve Frans›zlar olmak üzere, duvara toslad›lar. Bat› Avrupa’daki komünist sol ise tabii ki Sovyet yanl›s›yd›. ‹talyan komünistler Sovyet sistemini elefltirdiklerinde ortaya sosyal demokrat bir parti ç›kt›, baflka bir fley de¤il. Solun soluna gelince, Troçkistler, anarflistler, Maocular kendi modellerini bir alternatif olarak görüyorlard›. Ama bu düflünce de uzun sürmedi. Zaten duvar y›k›ld›¤›nda, bunlar üzerine gerçekten kafa yoruldu¤unu söyleyemeyiz. Solun solunun söylemi, tabandan gelen demokrasi olsun, özyönetim kavramlar› olsun, 1981’in Dayan›flma’s›n›n program›n› hat›rlat›yordu. Solun bu flaflk›n ve yönünü kaybetmifl hali o zamandan beri sürüyor, hâlâ ideolojik olarak kendine gelebilmifl de¤il, en az›ndan Avrupa’da. Latin Amerika ve Hindistan’da durum epey farkl›. Berlin Duvar›’n›n y›k›l›fl›n›n 20. y›l› kutlan›rken birçok yeni duvar›n ortaya ç›kt›¤›na tan›k oluyoruz. “Avrupa Kalesi”nden bahsediliyor; AB nas›l kapal› bir kaleye dönüfltü? Bugünkü anlam›yla “Avrupa Kalesi” Berlin Duvar›’n›n y›k›lmas›ndan sonra olufltu. Ayr›ca, duvarlar infla etmek küreselleflmenin bir parças›! Bu AB’ye has de¤il, hatta yaln›zca mecazî anlamda da de¤il, ABD’yle Meksika aras›ndaki duvar mesela. Ya da ‹srail ve Filistin topraklar› aras›nda... Zaten ‹srail-Filistin meselesi genel tablonun özeti gibi. Berlin Duvar›’ndan on kat büyük bir duvar örüldü. Bu olaylar geçmiflin de¤il, bugünün olaylar›! 2000’de AB resmî olarak “çeflitlilik içinde birlik” slogan›n› benimsedi. Fakat AB kurumlar›nda bu söylem ile pratik aras›nda bir uçurum görülüyor. Siyasî partilerin, sosyal hareketlerin AB kurumlar› içinde a¤›rl›klar›n› art›rmalar› lâz›m. AB kurumlar› dönemin geçer akçe söylemlerini yans›t›yor, fakat daha ›l›ml› ve sempatiklefltirilmifl bir flekilde yap›yor bunu. “Çeflitlilik içinde birlik”, evet, güzel bir söz, ama yapt›klar› tam tersi, tutukevleri infla edip yeni “boat people”lar yarat›yorlar. Avrupa’n›n tamam›nda bununla mücadele etmeye
¤unu söyleyebiliriz, ama ‹spanya ve ‹talya’da çok daha marjinal, ayr›ca sa¤c› çevreci hareketler de var. K›sacas›, Avrupa’n›n genelini kapsayan bir durum de¤il Yeflillerin yükselifli. Baz› Yeflil partilerin merkez sa¤la ittifak yapt›klar› do¤ru, fakat bu bize ideolojik temelin ne oldu¤unu ya da onca insan›n neden onlara oy verdi¤ini göstermiyor. Fransa’da baz› belediyelerde komünistler Yeflillerle ittifak yapt›, bu da böyle bir toplumsal talep oldu¤una iflaret ediyor.
Duvar infla etmek küreselleflmenin bir parças›! AB’ye has de¤il. Yaln›zca mecaz da de¤il. ABD’yle Meksika aras›ndaki duvar mesela. Ya da ‹srail ve Filistin toppraklar› aras›nda... Zaten ‹srail-Filistin meselesi genel tabloonun özeti gibi. Yefliller bu talebe cevap verebilir mi, bu ayr› bir soru ve cevab› henüz verilmifl de¤il. Zor gözüküyor, çünkü küçük bir parti ve yöneticileri kolayca sistem taraf›na kayabilir. Almanya’da k›smen böyle oldu. Fakat bir hareketlenme oldu¤u aç›k ve her halükârda ekolojik sorunlar bugünün en önemli sorunlar›ndan biri, hatta belki de en önemlisi. Sol partilerin ekoloji konusunda samimi ve etkili giriflimlerde bulunamamas›n› nas›l aç›kl›yorsunuz? Bunun cevab› da 1989’a uzan›yor. Sovyetler’in ve Do¤u Avrupa’daki komünist rejimlerin diktatoryal yap›s› bir yana, buralarda üretimin sözde ak›lc› ve planl› bir flekilde organize edildi¤ini, geliflme sürecinde korkunç sonuçlar do¤uran bir sistem oldu¤unu görüyoruz; üretmek için üretmek zihniyetinin bir parças›. Sosyal demokratlar›n üretimci yaklafl›mlar› bunun ayn›s›yd›, ayn› zamanda üretimle gelen kalk›nman›n sosyal adaleti sa¤layaca¤› iddia ediliyordu. Hatta k›smen eski sanayileflmeci liberallerin de görüflü buydu. Ekolojik ideoloji, üretim ve kalk›nman›n eflanlaml› oldu¤u fikrinin tamamen yanl›fl oldu¤unu kan›tl›yor. Üretim sorunu ‘68’de tart›fl›l›yordu, ‘89’da da tart›fl›lmas› gerekirdi, ama bu yap›lmad›. Solun içinde bulundu¤u krizin temel sebebi de bu. Almanya’n›n iki dünya savafl›ndan
ma¤lup ç›kmas›na, nazizmin travmas›n› yaflamas›na, 20. yüzy›l›n neredeyse yar›s›n› ikiye ayr›lm›fl biçimde geçirmesine ra¤men, iktisadî ve siyasî olarak dünya çap›nda söz sahibi bir konuma gelebilmesi flafl›rt›c› de¤il mi? Almanya ilginç bir ülke. Alman halk› Avrupa’da Ruslardan sonra en kalabal›k halk. Bu çok önemli bir faktör. Ayr›ca, çok zengin bir tarih ve kültüre sahip. Macar siyasetbilimci Istvan Bibo’nun dedi¤i gibi, Frans›z Devrimi’nden beri bir afla¤›l›k kompleksi ve siyasî histeri içinde yafl›yorlar. Bu histeriden daha yeni ç›kt›lar. Bu kompleks ilk baflta Almanya’da tak›nt›l› bir milliyetçili¤i do¤urdu. Bu da çok ilginç, çünkü Almanya 1910’da dünyadaki birinci güç olmak için her fleye sahipti, ama militarizm yüzünden bunu baflaramad›, istediklerini yaln›zca savafl yoluyla elde edebilece¤ini düflünerek ciddi bir hata yapt›. Ayn› histeri daha sonra patolojik bir örnek olan Hitler’i getirdi. ‹kinci Dünya Savafl› felâketinden sonra Almanlar yitik vaziyetteydi. Siyasî olarak pek bir hareket alanlar› yoktu. Kültürel olarak da yitik vaziyetteydiler, bu çok s›k unutuluyor. Kültürel olarak ‹kinci Dünya Savafl› öncesinin Almanyas›yla ‹kinci Dünya Savafl› sonras› Almanyas›n› karfl›laflt›r›rsak, arada korkunç bir fark var. Savafl öncesi Almanya bugünün ABD’si gibiydi kültürel olarak. Duvar›n y›k›lmas› bir aç›dan ‹kinci Dünya Savafl›’n›n sonuçlar›n›n sona ermesi anlam›na geliyor. Sonras›nda da Almanya yine çabukça toparland›. Avrupa’da yabanc› düflmanl›¤›n›n en tehlikeli boyutlarda oldu¤u ülkelerden biri de¤il, Hollanda’da ve Danimarka’da durum çok daha vahim. Almanya’da en ufak yabanc› düflmanl›¤› görüldü¤ünde büyük haber olur, “neo-naziler geliyor” denir. Mesela Dünya Kupas›’na yans›yan Alman taraftarl›¤› çok daha sempatik ve ›l›ml›. Akl›ma Brecht’in 1950’lerde Birleflik Almanya’ya millî marfl önerisi olarak yazd›¤› fliir geliyor: “Oder ve Ren nehirleri aras›ndaki ülkemizi sevece¤iz / Di¤er halklar›n kendi ülkelerini sevdikleri gibi.” Duvar›n y›k›ld›¤› gün nas›l bir ruh halindeydiniz? Berlin’de bugün hâlâ ayakta olan bir Marx ve Engels heykeli vard›r. Duvar y›k›ld›ktan birkaç gün sonra heykelin üzerine birileri flöyle yazm›flt›: “Denedik, ama olmad›.” (gülüyor) Biz de biraz o ruh halindeydik. Yenilgi duygusuyla kar›fl›k bir karamsarl›k de¤ildi bu. Ama, bir nostalji vard› tabii, ne de olsa Ekim Devrimi’yle bafllayan bir sürecin sonuna gelinmiflti. 10 Kas›m günü, Do¤u Alman tan›d›klar›m›n hepsi Bat› Berlin’deyken, ›ss›z Do¤u Berlin’de Frans›z bir arkadafl›mla yaln›z kalm›flt›k. Bir süre duvar›n önünde gezindikten sonra, bombofl bir kafeye oturduk. Birkaç dakika sonra Kübal› bir sokak grubu gelip çalmaya bafllad›. Bizim için “Commandante Che Guevara”y› söylemelerini istedik onlardan. Sanki son defa dinliyormufluz gibiydi. (gülüyor)
Söylefli: Alican Tayla
çal›flan sivil toplum örgütleri var. Ama siyasî alanda kendilerini yeteri kadar gösteremiyorlar. AB Parlamentosu seçimlerindeki düflük kat›l›ma, Lizbon Antlaflmas›’n›n göz göre göre anti-demokratik bir flekilde kabul ettirilmesine, lokomotif ülkelerde sa¤c› hükümetlerin iktidarda olmas›na bak›ld›¤›nda, AB’nin sistemin ve kurumlar›n›n içinden demokratiklefltirilebilmesi pek mümkün görünmüyor. Ne dersiniz? Öncelikle ülkelerin kendilerini demokratiklefltirmeleri lâz›m. AB kurumlar› ya da Lizbon Antlaflmas› bizatihi o kadar büyük önem tafl›m›yor, yabanc› düflmanl›¤›n› yaratan onlar de¤il. Ama yabanc› düflmanl›¤› Lizbon Antlaflmas›’n›n getirdi¤i sistemde kendine yer bulabilir. Geçenlerde, eski sosyalist ve flimdi Sarkozy hükümetinin Millî Kimlik ve Göç bakan› Eric Besson, Frans›z kimli¤i üzerine genifl bir tart›flma bafllatmak istedi¤ini aç›klad›. Avrupal›l›k kimli¤inin d›fllay›c› bir kimlik haline gelmesi ülkelerin içindeki bu tür söylemlerle bafllam›yor mu? Asl›nda kimse Avrupal›l›k kimli¤inden bahsetmiyor ki. Bahsettikleri, ötekilere karfl› “bizim” kimli¤imiz. H›ristiyan muhafazakârlar›n gözünde Avrupal›l›k, fakirlere karfl› zenginlerin, siyahlara karfl› beyazlar›n, Müslümanlara karfl› H›ristiyanlar›n, “sahte” Avrupal›lara karfl› “sahici” Avrupal›lar›n kimli¤i. Asl›nda, bir kimlik sorunsal› yok, bunun konuflulmas›n›n sebebi d›fllama politikas›n› gerekçelendirmeye çal›flmak. Bu aç›dan bak›ld›¤›nda Eric Besson klifle bir örnek: Al›fl›lm›fl afl›r› sa¤c› bir faflist de¤il ama, bugünün neoliberal yabanc› düflmanl›¤›n›n tafl›y›c›s›. Yabanc› düflmanl›¤›yla afl›r› sa¤›n yükselifli elele gidiyor. Afl›r› sa¤ ‹talya’da iktidarda, Fransa’daki iktidar›n üzerinde büyük etkiye sahip, Danimarka ve Hollanda’da iktidarda. Bu durum Avrupa’n›n yak›n gelece¤i için ciddi bir tehlike. AB’yi yabanc›lardan nefret eden bir temel üzerine kurarsan›z, k›sa sürede Avrupa içi yabanc› düflmanl›¤› da artacakt›r; Almanlar ve Polonyal›lar aras›nda, hatta bu gidiflle yeniden Almanlar ve Frans›zlar aras›nda... Milliyetçilik AB’yi ortadan kald›rabilecek güce sahip bir zehir. Milliyetçilikle beraber din de tekrar ön plana ç›k›yor. Avrupa’n›n büyük bir k›sm›, uzun süre, k›smen “post-H›ristiyan” bir düzende yaflam›flt›. Bugün AB’nin kurucusu alt› ülkenin dördünde iktidardaki partinin ad›nda H›ristiyan kelimesi geçiyor. Son Avrupa Parlamentosu seçimlerinde Yeflil partiler önemli bir baflar› elde etti. Yeflilleri bir sol hareket olarak görebilir miyiz bugün? Öncelikle, Yeflillerin baflar›s›n›n sadece baz› Avrupa ülkeleriyle s›n›rl› oldu¤unu hat›rlamak gerek. Avrupa ülkelerinin ço¤unda çevreci partiler ya hiçbir önem tafl›m›yor ya da solda de¤iller. Fransa, Belçika, Hollanda ve Almanya’da nispeten solcu bir hareket oldu-
55
Anti-pop, "Nasyonal Co造rafya" Evrensel Belgin