191254
SAYI: 2009/12
DAH‹L) 15 Aral›k - 31 Aral›k 2009 5 TL (KDV
101 L A S Y O N A E N T E R N
fi A L A L A
DTP M‹LLETVEK‹L‹ GÜLTAN KIfiANAK
K›r›lma derin olacak KAMU ÇALIfiANLARININ 25 KASIM EYLEM‹
Sendika, yalanlar ve mücadele YEN‹ MEDYALARDA NEFRET SÖYLEM‹
Bizden olmayana bin tekme AMARG‹ EDEB‹YAT ATÖLYES‹
Kad›n kad›n› kad›nda tan›r ‹NAN TEMELKURAN’LA “BORNOVA BORNOVA”
Kameray› koymufl, konuflturmufl
MERAM 101
Solun ufku Aral›k Cumartesi günü ö¤le sular›nda, Ahmet Türk’ün tarihî bas›n aç›klamas›n› beklerken HaberTürk’ün Dev-Maden-Sen’e at›fla att›¤› manflet gözümüze çarpt›: “600 liraya köle düzeni”. Birkaç dakika sonra Ahmet Türk ekranlardayd›. “Bildi¤iniz gibi, evveli gün Bursa’da 19 maden iflçimizi kaybettik” diye söze bafllad›. Rahmet ve baflsa¤l›¤› dileklerinden sonra flöyle devam etti: “Evet, bu ülkede iflçiler, emekçiler, özellikle maden iflçileri, tersane iflçileri gerçekten sahipsiz kald›.” Bu flerden, DTP’nin kapat›lmas›ndan, bir hay›r ç›kabilirse, Ahmet Türk’ün o cümlesiyle Dev-Maden-Sen’in manflete ç›kan cümlesinin buluflmas›ndan ç›kabilir. 12 Aral›k’tan itibaren Kürt hareketinin önünde iki yol var: Ya Bar›fl ve Demokrasi Partisi –iki y›l önce ne olur ne olmaz diye kurulan ve bütün yasal zorunluluklar› yerine getirmifl olan “yedek parti”– ile devam etmek. Yani, eski hamam eski tas. Ya da BDP’yi, DTP’nin isteyip de bir türlü olamad›¤› “Türkiye Partisi” yapmak; epeydir konuflulan, son bir y›ld›r çeflitli toplant›lara konu olan “çat› partisi”nin temelini atmak. Bizim tercihimiz, birçok sosyalist gibi, elbette ikincisi. Peki nas›l bir “çat› partisi”? And›¤›m›z cümleler yan yana geldi¤inde cevap da beliriyor: Sol ufku olan bir çat›. Haliyle, öyle bir çat›n›n olabilmesi için öyle bir zemin gerekiyor. O zeminin ne oldu¤unu sosyalistim diyen herkes biliyor: “Köle düzeni”ni tarihe gömmenin ufku. O ufkun temel kavramlar› malûm: Kapitalizm, sömürü, s›n›f, s›n›f mücadelesi... Kapitalizmi, nam-› di¤er ücretli kölecili¤i tarihe gömecek olanlar›n kim oldu¤u da Marx’tan beri malûm: Bizzat o köleler –sadece “600 liral›k”lar de¤il, bahsetti¤imiz manfleti atan beyaz yakal›lar gibi, görece yüksek ücretliler. Kapitalizmi tarihe gömecek s›n›f bu. Bu s›n›f›n, ücretli emek olmas›n›n yan› s›ra tan›mlay›c› bir vasf› daha var: Ço¤ulluk. Ne kadar dil, din, ›rk, cinsiyet çeflidi varsa, o kadar çeflitli bir ço¤ulluk. Negri’nin Spinoza’dan ödünç ald›¤› kavramla, “çokluk”. Ya da Bektafli deyifliyle, 73 millet. Bu düzeni tarihe gömmek isteyenlerin, 73 millete nas›l bakmas› gerekti¤i yüzy›llard›r biliniyor: Bir nazarla... Temel bu. O halde çat› da bu temelin üzerinde yükselmeli.
12
Yeni sol parti giriflimi: 3 M ve “vs” 2007 seçimlerinden beri piflirilen, son günlerde iyice ›s›nan “yeni sol parti giriflimi”nin böyle bir temeli, böyle bir ufku oldu¤u söylenebilir mi? Giriflimin öncülerinden Ufak Uras’›n, SHP genel baflkan› Hüseyin Ergün’ün, 10 Aral›k Hareketi’nin sözcülerinden Erol Kat›rc›o¤lu’nun söy• Gültan K›flanak . . . . . . . . . . . . . . . . . . 4 • fiehir Hatlar› . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 6 • 25 Kas›m eylemi ve KESK . . . . . . . .10 • Y›ld›r›m Koç’la KESK tarihi . . . . . . . . 15 • Mavi Daktilo . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 17 • Dersim 1938 . . . . . . . . . . . . . . . . . 18 • Nefret söylemi . . . . . . . . . . . . . . . . . 20 • Radyo Express . . . . . . . . . . . . . . . . .24
lemlerine bak›l›rsa, söylenemez. Haklar›n› yemeyelim, ço¤ulculuklar›na bir diyecek yok. Ama kapitalizm, sömürü, s›n›f mücadelesi gibi solun temel kavramlar›n›n yer almad›¤› bir söylemde, demokratl›k da “liberal demokratl›k”tan öteye gidemiyor, sosyal demokratl›¤a bile te¤et geçiyor. Yeni sol parti girifliminin truva at› konumundaki SHP’nin baflkan› Hüseyin Ergün, nas›l bir ufka sahip oldu¤unu Nefle Düzel’e verdi¤i söyleflide (Taraf, 15-16 Haziran) kuflkuya yer b›rakmayacak netlikte dile getiriyor. Solun serbest piyasac›l›¤› içerdi¤inden giriyor, AKP’nin özgürlükçülü¤ünden ç›k›yor. “SHP, YDH’n›n görüfllerini mi savunacak, YDH diriliyor mu?” sorusuna flu özlü cevab› veriyor: “Baz› yönleriyle diriliyor. Daha do¤rusu Yeni Demokrasi Hareketi burada bir yans›ma buluyor.” Ergün’ün söylediklerinde flafl›rt›c› bir fley yok, kendi aç›s›ndan gayet tutarl›. YDH’n›n kurucular›ndan neticede. fiafl›rt›c› olan “Ufuk’çular” diye an›lan çevrenin –kendilerini “özgürlükçü sol” olarak tan›ml›yorlar– SHP’yle, SHP d›fl›ndaki kimi sosyal demokratlarla ve “serbest piyasaya karfl› olanlarla iflimiz olmaz” diyen 10 Aral›k Hareketi’yle bir araya gelerek “yeni sol parti” için kollar› s›vamas›, dahas› bu giriflimi solun silkinip kitleselleflmesine giden yol olarak sunmas›. “Ufuk’çular” bir yana, Ufuk Uras’›n böyle bir “bütünleflme”nin liderli¤ine soyunmas› flafl›rt›c› de¤il asl›nda. ÖDP’nin genel baflkan› oldu¤u dönemde yazd›¤› kitapta (“Kurtulufl Savafl›’nda Sol”, 2007, Alt›n Kitaplar) ortaya att›¤› “Üç M” formülünü (Marx, Mustafa Kemal, Muhammed) ba¤›ms›z aday olarak girdi¤i 2007 seçimlerinde birçok defa dile getirmiflti. Anlamak zor tabii, Mustafa Kemal ve Muhammed’in “özgürlükçü sol”la ne alâkas› var? Uras’›n izahatlar›ndan anl›yoruz ki, formülün ikinci M’si, “iyi Kemalistler”, yani darbeci ve/veya Ergenekon’cu olmayanlar. Özgürlükçülükleri ve solculuklar› nereden geliyor, o meçhul. Üçüncü M ise me¤er Alevilermifl. O zaman niye Ali de¤il de Muhammed? Bafl harfi M olmad›¤› için herhalde. Peki, birinci M’nin, Uras’›n anlad›¤› anlamda “özgürlükçü sol”la iliflkisi ne? Geçen hafta Taraf’ta iki gün üst üste (7-8 Aral›k) yay›nlanan “nehir söylefli”de kapitalizmi, sömürüyü, s›n›f mücadelesini bir kere bile a¤z›na almad›¤›na bak›l›rsa, birinci M’den kast› Marks & Spencer’›n Marks’›. Yeni sol parti, Uras’›n tarifiyle “ma¤durlar›n partisi”. CNN mikrofonuna bu tarifi yapt›ktan sonra, yeni partinin kimleri temsil edece¤ini flöyle s›ral›yor: “Aleviler, Kürtler, Çingeneler, emekçiler...” Taraf yazar› Erol Kat›rc›o¤lu cepheyi daha genifl tutuyor: “Hangi toplumsal
• K›raat & Duman› Üstünde . . . . . . . . . 28 • Ayflegül Devecio¤lu . . . . . . . . . . . . . 32 • Amargi’den edebiyat atölyesi . . . . . . 36 • A¤›r Çekim . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 40 • Meflin Yuvarlak . . . . . . . . . . . . . . . . 43 • Müzik Dolab› . . . . . . . . . . . . . . . . . . 44 • Claude Lévi-Strauss . . . . . . . . . . . . . 46 • Leke Oyunlar› . . . . . . . . . . . . . . . . . 50
kesimden gelirse gelsin, mevcut sistemin ma¤dur eti¤i insanlara dönük olarak adalet ve vicdan›n hareketi olmak istiyoruz. Aleviler, Kürtler, dindarlar, iflsizler, Çingeneler, vs...” (HaberTürk, 30 Kas›m). O “vs” içinde emekçiler de var herhalde. ‹nsan haliyle merak ediyor: Hangi Kürtler? DTP’nin taban› m›, di¤er partilere oy verenler mi? Emekçi Kürtler mi, “beyazlar” m›? “Hangi Aleviler?” sorusunun cevab› haz›r: “Ali Balk›z’›n temsil etti¤i Aleviler.” Peki, Alevi Bektafli Federasyonu Genel Baflkan› Balk›z’›n Milliyet’te yay›nlanan “yeni sol parti girifliminin içindeyiz” minvalindeki sözlerinin, söz konusu federasyonun çat› örgütü olan Avrupa Alevi Birlikleri Konfederasyonu’nun resmî sitesinde yay›nlanan yaz›larda topa tutulmas›na ne demeli? 2007 seçimlerinde kampanyas›n› “Meclise Ufuk gerek” slogan›yla yürüten Uras, Taraf’taki söyleflinin iki an›nda ufkunu çok güzel özetliyor. Biri, “81 ilde meclis kurduk” demesi. Kastetti¤i, 81 ildeki SHP tabelalar›. Di¤eri, “bu partinin ekonomi politikas› ne olacak, serbest piyasay› destekleyecek misiniz?” sorusuna cevab›: “Günümüz dünyas›n›n piyasas› küresel bir piyasa. Sal› pazar› de¤il ki, kald›r›yorum diyebilesin. Yap›lacak fley, insanlar› küresel piyasalar karfl›s›nda sosyal politikalarla korumak.” Bu ufuksuzlu¤u paylaflan kanaat önderleri, akademisyenler, siyaset esnaflar› ç›kar elbette, ç›k›yor da. Ama, kendilerine örnek ald›klar›n› söyledikleri Die Linke’nin (SPD’den kopan sol sosyal demokratlarla komünistlerin bafl›n› çekti¤i koalisyon) sözcüleri emekçileri “vs” kategorisinde anm›yor, “küresel piyasa” demiyor, “küresel kapitalizm” diyor. “Olabilir, buras› Türkiye” deniyorsa, sendikal mücadele bir yana, Kürt hareketine bakal›m. Onlar bu ufuksuzlu¤u paylafl›yor mu? “Demokrasi ‹çin Birlik” ve “olmazsa olmaz”lar DTP parti meclisinin 29 Mart seçimlerinden sonra yapt›¤› de¤erlendirmeye bakal›m: “Türkiye’nin bat›s›nda yaflayan Kürt emekçilerle kuraca¤›m›z iliflki yaln›zca kimlik ve ba¤›ms›zl›k söylemi ile kurulam›yor. Sosyal talepler var. Bu sosyal taleplere verilmeyen yan›tlar, bize hiç yak›n olmayan, bize karfl› olan partilere deste¤e dönüflüyor. Bunu geriye çekmek için yeni bir söyleme, yeni bir dile ihtiyaç var.” O yeni söylemi, dili kurmak için Kürt hareketinin bakaca¤› yer “sal› pazar›” muhabbeti ya da “YDH’n›n yans›mas›” olabilir mi? Kürt hareketine “milliyetçi”, taleplerine de “bölücülük” diyenlerle de yürünecek bir yol olmad›¤› aflikâr. Bak›lacak yer, günah›yla sevab›yla, Türkiye solunun devrimci miras› elbette. Kürt hareketinin çeflitli yay›nlar›nda giderek artan bir s›kl›kla Mahir Çayan’a, ‹brahim Kaypakkaya’ya, Deniz’lere at›fta bulunulmas›, DTP’li bele-
Ahmet Gürata, Asena Günal, Arslan Ero¤lu, Aykut K›l›ç, Ayfle Çavdar, Beyhan Demir, Bülent Somay, Cemil Cahit, Çi¤dem Öztürk, Didem Dan›fl, Doruk Yurdesin, Emre Metin, Ender Ergün, Erdir Zat, Ertan Keskinsoy, Ethemcan Turhan, Evrensel Belgin, Fevzican Abac›o¤lu, F›rat Genç, Foti Benlisoy, Funda Tosun, Göksun Yaz›c›, Hakan Lokano¤lu, Haziran Düzkan, ‹rfan Aktan, Koray Löker, Merve Erol, Muhsin Akgün, Murat Meriç, Öncel Seçgin, Özay Selmo, Pelin Özer, Pınar Uygun, Rafet Özen, Ragıp Duran, Saner fien, Sarkis Paçac›, Serkan Köybafl›, Selçuk Oktay, Serdar Ceritli, Siren ‹demen, fiahan Nuho¤lu, Turgut Yüksel, Ulus Atayurt, Yücel Göktürk, Bask›: Ezgi Matbaac›l›k, Sanayi Caddesi Altay Sok. No:10 Yenibosna / ‹stanbul Tel: 0.212.452 23 02 bas›m yeri ve tarihi ‹stanbul, Aral›k 2009 da¤›t›m Do¤an Da¤›t›m A.fi. yönetim yeri: Süslü Saks› Sok. no: 5/3 Beyo¤lu - ‹stanbul tel-faks: 0.212.251 87 67 e-mail expressroll@gmail.com abonelik expressroll@gmail.com y›l 6 say› 101 15 Aral›k 2009 imtiyaz hakk› Bilge Ceren fiekerciler sorumlu yaz›iflleri müdürü Merve Erol ilan irtibat Özay Selmo (0.533.514 90 49) YEREL SÜREL‹ YAYINDIR. 15 GÜNDE B‹R YAYINLANIR. ISSN 1307 - 461X
3
diye baflkanlar›n›n “Fatsa modeli”nden dem vurmas› bofluna m›? Ve ›srarla “çat› partisi” ça¤r›s› yap›lmas›, bu ça¤r›n›n öncelikli olarak –niceli¤e ald›rmadan– sosyalistlere yönelmesi, “o taraf”taki ufkun ne oldu¤una dair yeterli ipuçlar› vermiyor mu? Peki “bu taraf”ta ona tekabül eden bir ufuk var m›? Var elbette. Eflyan›n tabiat› gere¤i var. Herkes liberal ya da ulusalc› olmad› ki. Mesele o ufka birlikte nas›l yürünece¤i. Olmazsa olmazlardan biri, en son Refladiye’de hükmünü icra eden anlay›fl›n reddi. Sadece sözel reddi de¤il, hiçbir meflruiyeti olmayan, flovenizmin de¤irmenine su tafl›yan ve DTP’nin kapat›lmas›n› toplum nezdinde do¤allaflt›ran bu tür eylemlerin fiilen reddi. Bu reddin inand›r›c› olabilmesinin yolu, Refladiye’deki “savafl hukuku ihlâli”nin cezaland›r›lmas›ndan geçiyor. Olmazsa olmazlar›n ikincisini, “Çat› Partisi” girifliminin 27-28 Haziran’da Ankara’da düzenledi¤i “Demokrasi ‹çin Birlik Konferans›”nda söz alan Ertu¤rul Kürkçü’nün anlatt›¤› öykü resmediyor: “Ad›n› söylesem bilece¤iniz, gözalt›nda kaybedilmifl bir devrimcinin efli ve k›zlar› ‹stanbul’a göçtüler. Çocuklar bir trikotajc›n›n yan›nda; çok geç saatlere kadar çal›fl›yorlar. Bir gece eve gelmediler. Ertesi gece de gelmediler. Anneleri panik içinde temas kurmaya çal›fl›yor, telefon flarjlar› bitmifl, aç›lm›yor. Nihayet evlerine geldiklerinde anlatt›klar› hikâye flu: Bir gün sonra 29 Ekim’di. Bir Kürdün, bir ‘yurtsever’in trikotaj imalathanesinde Türk bayraklar› dikiliyordu. Bu çocuklar 48 saat uyumadan o bayraklar› diktiler ve evlerine geldiler.” K›ssan›n hissesi aç›k. Kimin taraf›nda olaca¤›z? O imalathanenin “yurtsever” sahibinin mi, köle gibi çal›flt›r›lan o k›zlar›n m›? Kürkçü flöyle devam ediyor: O iki iflçinin taraf›n› tutaca¤›z, hareketi bunun etraf›nda örece¤iz. Çünkü sadece kimliklerimizin, varl›¤›m›z›n ve bilincimizin de¤il, toplumsal hayat›m›z›n da kurtuluflu için çaba gösteriyoruz. Kürt devrimcilerin bu tarihsel hedeflerini unuttuklar›n› hiçbir zaman düflünmedim. S›n›rs›z, milliyetsiz, devletsiz, bayraks›z, birleflmifl bir dünya azminden baflka bir azim bizi bir araya getiremezdi. O yüzden baflkalar›n›n ça¤r›s›na de¤il, onlar›n ça¤r›s›na uyuyoruz. O yüzden de kuraca¤›m›z birlik bu temele, bu köke, bu tarihî hedefe, bu amaçlara, bu insanî de¤erlere ba¤l› olacakt›r. Böyle olursa, bunun alt›na girmeyen, daha önce de söyledik, namerttir.” “Olmazsa olmaz”larla birlikte “olursa olmaz”lar da var. fiimdi bir de onlara bakal›m:“Toplumda, bilinen nedenlerle, sosyalist bir parti için afla¤›dan yukar›ya bir talep gelmesinin koflullar› oluflmam›fl durumda. Ama ‘afla¤›dan yukar›ya kurulufl’ sözünün sosyal demokrasi içinde bile bir ayr›m çizgisi olarak sunuldu¤u bir dönemde, belirli ayd›n çevrelerinin kendi aralar›nda diyalog kurmaya çal›flmalar› ve diyaloga göre bir parti oluflumunu zorlamalar›nda bir terslik, en az›ndan bir yetersizlik var. Böyle bir partiye inananlar›n, nas›l bir sosyalizm ve nas›l bir parti düflündüklerini yaln›z kendi aralar›nda de¤il, toplumla konuflmaya baflla-
4
malar›n›n zaman› san›r›m geldi. Uluslararas› sosyalizmin sorunlar›n› nas›l de¤erlendiriyoruz, dünyada de¤iflik sosyalizm anlay›fllar›n›n temsilcilerine karfl› tavr›m›z nedir? Türkiye’nin sorunlar›n› nas›l analiz ediyoruz, s›n›flar›n ve politik temsilcilerinin konumlar›n› nas›l de¤erlendiriyoruz? Son olarak, ülkenin çok çeflitli düzeylerdeki sorunlar›na nas›l çözümler öneriyoruz? Türkiye sosyalizmi günübirlik taktik ittifaklardan, sa¤lam bir temele oturmayan h›zl› ç›k›fllardan çok çekti. ‹nisiyatifsiz b›rak›lm›fl tabanlar›, kadrolar› ad›na karar alan ‘demokratik’ merkeziyetçi yönetimlerden de. Ama yaflanan bütün deneylerden sonra bir baflka sosyalizm ve sosyalist politika anlay›fl› üstüne konuflmaya yeniden bafllayabiliriz. Bu tart›flmay› kitleler için ilginç, anlafl›l›r ve çekici k›lmay› baflarabiliyorsak, sosyalist bir partinin kuruluflu da gerçekten gündeme gelmifl demektir.” Geçenlerde, baflka bir konuyla ilgili arfliv kar›flt›r›rken tesadüfen elimize tak›lan bir yaz› bu. Sanki bugünlerde yaz›lm›fl gibi. Bugünlerde de¤il, ama bugünler için (de) yaz›lm›fl. Tarih 17 Mart 1986, yer Yeni Gündem dergisi, yazan Murat Belge, bafll›k “Sosyalist Parti”. Ne çok hakikat var içinde, hangi birinin alt›n› çizmeli? 2009’a, 27-28 Haziran’daki “Demokrasi ‹çin Birlik Konferans›”na dönelim, Ertu¤rul Kürkçü’nün dile getirdi¤i hakikatlere bakal›m: “Bütün insanl›k ad›na konuflmak hakk›n› kendimizde bulabilecek kadar bütün ezilenlerin hakk›n› savunan bir yerden konuflabilirsek, o zaman pekala Türkiye’de bütün farkl›l›klar›n, altta olanlar›n taraf› biz olabiliriz. O zaman bize aç›lan alan yayg›n, derin bir tarihsel ittifak olarak karfl›m›za ç›kar. Buna uygun bir yap› ar›yoruz. Çat› kavram›n›n kendisinin bir sorun olup olmayaca¤›n› tart›fl›yoruz. Bunun örgütsel biçiminin parti olup olmayaca¤›n› tart›fl›yoruz. Yukar›dan m›, afla¤›dan m› olaca¤›n› tart›fl›yoruz ve apaç›k ortaya ç›k›yor ki, Kürt halk hareketinin içinden gelen herkes afla¤›dan bafllaman›n ve yukar›dan tamamlaman›n zorunlu oldu¤una dikkat çekmeye bafllad›. Bir kere k›p›rdamaya, hareket etmeye bafllad›¤›nda ya da zaten hareket halinde olanlar birbirlerini bulmaya, birbirini s›namaya, birbirleriyle omuz omuza vererek karfl›lar›ndakilerin bile¤ini bükmeye bafllad›klar›nda neyi, nas›l ve hangi ad alt›nda yapacaklar›n› görecekler. Ama flimdiden görünen fley, bu tart›flmalar›n bitmesini beklemeksizin yerel alanlarda, her yerde Kürt ve Türk emekçilerinin, DTP’nin, bu sürece kat›lan bütün politik unsurlar›n, kat›lmayan; bunun ad›n›, flusunu ya da busunu be¤enmedi¤i için kat›lmayan unsurlar›n da kat›labilecekleri yerel yap›lar›n yolunu açmak zorunda oldu¤umuz. Bu yol aç›ld›¤› zaman, mücadele buradan akmaya bafllad›¤› zaman, onlar kendi kimliklerini, kendi kavramlar›n›, kendi durufllar›n› bulacakt›r.” Do¤rusu, “ad›n›, flusunu, busunu” be¤enmeyenlerdeniz. Ama, sola gerekti¤ini düflündü¤ümüz ufuk bu: Murat Belge’nin 1986’da, Ertu¤rul Kürkçü’nün 2009’da söyledikleri... 2010’da bunlar› çok konuflaca¤›z, çok tart›flaca¤›z. fiimdilik bu ›s›nma turuyla, bu düz kofluyla yetinelim. – Yücel Göktürk
DTP GRUP BAfiKAN VEK‹L‹ GÜLTAN KIfiANAK
K›r›lma derin olacak Askerlik yapanlar bilir, “alavere dalavere Kürt Osman nöbete” denir. “Batasuna” dediler, cezay› kestiler. Ayr›l›kç› partilerin yasal oldu¤u ‹spanya’dan ETA’yla do¤rudan ba¤lant›l› oldu¤u için kapat›lan partiyi örnek gösterip karar› “sa¤lam kaz›¤a” ba¤lad›lar. Hükümet-devlet elele, “demokratik aç›l›m”dan “millî birlik” vitesine. Express matbaaya giderken gelen kapatma karar› üzerine DTP Grup Baflkanvekili Gültan K›flanak’› arad›k, ayaküstü görüfllerini ald›k. Bundan sonra nas›l bir yol izleyeceksiniz? Gültan K›flanak: Tüm olanlara ra¤men, Kürtlerin demokratik alanda siyaset yapmaktan çekilmemesi gerekiyor. Kürtler bu alanda kendilerine yer bulmak zorunda, bu da tek bafl›na Kürtlerin baflarabilece¤i bir fley de¤il. Devlet ve hükümet Kürtleri sürekli siyaset sahnesinin d›fl›na iterse, Kürtler bütün ›srarlar›na ra¤men demokratik siyaset alan›nda tutunamazsa, bunun sorumlusu Kürtler olmayacak. Partimizin kapat›lmas› birkaç kifliye verilen bir ceza olarak okunamaz. Bu cezayla tüm Kürt siyaseti mahkûm edilmek istenmifltir. Dolay›s›yla, TBMM çat›s› alt›nda daha fazla bulunmam›z›n anlam› kalmad›. Biz “Bin Umut Adaylar›” ad›yla halktan oy istedik ve bu umutlar› tafl›mak üzere Meclis’e geldik. Bar›fl ve demokrasi mücadelemizi aktif olarak sürdürece¤iz. Ancak grup olarak çok kararl›y›z, bizi mahkûm etmek isteyenlerle Meclis’te ayn› kulvarda yer almayaca¤›z. DTP’nin kapat›lmas›n›n Kürtler üzerindeki etkisi k›sa sürede silinecek gibi de¤il. DEP’lilerin Meclis’ten yaka paça gözalt›na al›nmalar›ndan 14 y›l sonra, seçimlere girmemeleri için her türlü engel konmas›na ra¤men, Kürtler ilk defa ba¤›ms›z adaylarla Meclis’e girdi ve grup kurdu. Bu çok büyük bir çaba ve eme¤in ürünüydü, çünkü insanlar bu savafl›n bitmesi, Kürtlerin temel hak ve özgürlüklerine kavuflmas› umudunu tafl›yorlard›, Meclis’e gitmemize böyle bir anlam yüklemifllerdi. O nedenle, DTP’nin kapat›lmas›n›n Kürtlerde yarataca¤› k›r›lma derin olacakt›r. Daha önceki partileri kapat›ld›¤›nda Meclis’te vekilleri yoktu, Ankara’dan çözüm beklentisi bu kadar yüksek de¤ildi. Siyaset yasa¤›n›n Ahmet Türk ve Aysel Tu¤luk’a getirilmesine ne diyorsunuz? En kolay karar› verdiler: Parti odak haline gelmifltir, kurucu baflkanlar› da bundan dolay› cezaland›r›lm›flt›r. Delil olarak sunulan belgelerin tümü, bas›n yoluyla yap›lm›fl aç›klamalar, mitinglerde söylenmifl sözlerdir. Demokratik bir ülkede bir parti, görüflleri ayk›r› ve sars›c› da olsa, aç›klamalar›ndan dolay› kapat›lamaz. Tu¤luk ve Türk üzerinden illâ bir mesaj vermek istenmiflse, “sizin en ›l›ml›lar›n›zla bile konuflmay›z” mesaj› verilmifltir. Erdo¤an ‹zmir’de DTP konvoyuna yap›lan sald›r›n›n müsebbibi olarak yine DTP’yi göstermiflti. Cemil Çiçek ise, Anayasa Mahkemesi’nin karar›ndan iki gün önce “DTP, Batasuna örne¤ini iyi incelemelidir” diyerek asl›nda kapatman›n sinyalini verdi. Bu aç›klamalar› nas›l yorumluyorsunuz? AKP’nin özellikle son bir ayda, partimizi aç›kça itham eden, yer yer sald›rganlaflan aç›klamalar› vard›. Partimizi fliddetle ba¤lant›l› göstermeye çal›fl›p kapat›lmas› arzular›n› aç›kça ifade etmifl oldular. Erdo¤an ‹zmir’deki sald›rganlar› b›rak›n k›namay›, elefltirmedi¤i gibi, linç olay›ndan bizi sorumlu tutmaya kalkt›. Öyle görülüyor ki, hem devletin Kürt politikas› hem de AKP’nin iç dengeleri DTP’nin hedef tahtas›na oturtulmas›n› gerektiriyordu. Fakat genel kanaat, hükümetin aç›l›m politikas›nda DTP’ye önemli bir görev yüklendi¤i yönündeydi... Bu kanaatin sahipleri AKP’nin Kürt sorununu çözmeye niyetlendi¤ini düflünenlerdi. AKP Kürt sorununu çözmek isteseydi, DTP’yi bir tehdit de¤il, partner olarak görürdü. Oysa, DTP hükümetin tasfiye plan›na uymad›¤› için bir engel olarak görüldü. Sizce en bafltan beri mi DTP’siz bir çözüm tasarlanm›flt›, yoksa süreç iflledikçe mi DTP engel olarak görülür oldu?
‹nsanlar savafl›n bitmesi, temel hak ve özgürlüklerine kavuflma umudunu tafl›yorlard›. Kapat›lman›n yarataca¤› k›r›lma derin olacakt›r. Önceki partileri kapat›ld›¤›nda mecliste vekilleri yoktu, Ankara’dan çözüm beklentisi bu kadar yüksek de¤ildi. “yeni gruplar gelecek” diyordu? Kimden taahhüt alm›flt›, aç›klas›n. Kanaatimizce, PKK ile hükümet aras›nda böyle bir temas yoktu. Buna ra¤men, peyderpey gelecekleri izlenimi yaratt›, arkas› gelmeyece¤i ortaya ç›k›nca da bunu biz engellemifliz gibi suçu bize yükledi. Yayg›n medyan›n kanaat önderleri, Ertu¤rul Özkök de dahil, Öcalan’›n bu süreçte muhatap al›nmas› gerekti¤ini ima eden yaz›lar yazd›... Ne hikmetse, birçok kifli bunu söyledi, yazd›. Ama bu söylem gerekçe gösterilerek de DTP kapat›ld›. Tokat’ta yedi askerin öldürülmesini PKK üstlendi. Bu sald›r›y› bu tabloda nereye oturtuyorsunuz?
PKK’nin bu eylemi neden yapt›¤› konusunda fikir ve bilgi sahibi de¤iliz. Son bir ayda atmosfer o kadar gerilmiflti ki, bir yerden patlak verece¤ini herkes bekliyordu. Siyasî söylem sertleflmifl, sokaklar kar›flm›fl, Kürtlere yönelik linç giriflimleri bafllam›fl, Öcalan “beni ölüm çukuruna koydular” demiflti. Siyaset ve toplum kaynarken, elinde silah olanlar›n böyle bir eyleme yönelmesi sadece komplo teorileriyle aç›klanamaz. Baflta Gül ve Erdo¤an olmak üzere pek çok siyasetçi ve köfle yazar›, Tokat sald›r›s›n› PKK’nin üstlenmesine ra¤men, bu iflin alt›nda bir tertip oldu¤unu ima etti. Ertu¤rul Kürkçü ise bu sald›r›n›n politik aç›dan hakl› gösterilemeyece¤ini, bu “savafl hukuku ihlâli”ni PKK’nin cezaland›rmas› gerekti¤ini yazd›... HPG (Halk Savunma Güçleri) aç›klamas›nda, Öcalan’›n koflullar›n›n de¤ifltirilmesine ve Diyarbak›r’da bir gencin öldürülmesine misilleme olarak bu eylemi bir birimin ba¤›ms›z olarak gerçeklefltirdi¤i söylendi. Bunu kendi aralar›nda sorufltururlar m›, eylemi yapanlar› yarg›larlar m›, bu onlar›n meselesi. Benim aç›mdan önemli olan, hükümetin PKK’yi provoke eden giriflimleri. Aç›l›mla birlikte sürekli olarak an›lan flu iki argüman, aç›l›m›n Kürtlerin hayr›na olmayaca¤›n› ve PKK’nin böyle bir sürece s›cak bakmayaca¤›n› gösteriyordu. Bir: AKP bafl›ndan beri “bu bir devlet projesidir” diyor. Biz, devletin içinde Kürtler olmad›¤›n› çok iyi biliyoruz. ‹kincisi, AKP’nin her aç›klamas›nda ›srarla “aç›l›m›n amac› PKK’yi tasfiye etmektir” cümlesini kullanmas›. Aç›l›m yol alam›yorsa, sorumlusu aç›l›m› “PKK’yi tasfiye etmeye yönelik devlet projesi” olarak kurgulayanlard›r. ‹mral›’daki durum sürerse, Kürtler demokratik siyasetin d›fl›na itilirse, linç giriflimleri artarak sürerse, Kürt sorunu terör sorununa indirgenip bast›r›lmak istenirse, çat›flmalar derinleflebilir. Söylemsel düzeyde çat›flmal› sürece döndük zaten. Medya yine “teröristler”, “hainler”, “bölücübafl›”, “eli kanl›” sözlerini tedavüle koydu. AKP de Kürtlere “benim program›m bu, ister be¤en, ister be¤enme” demeye bafllad›. Çat›flmal› döneme tekrar girilmesi AKP’nin de aleyhine de¤il mi? Sürecin AKP’nin ifline gelip gelmedi¤ini de¤il, AKP’nin ideolojisini aç›k etti¤ini düflünüyorum. Devlet Kürt meselesinde “Kürtler vard›r” noktas›na geldi ve o noktadan bir milim öteye gitmeyece¤ini ilan etti. “Kürtler vard›r” diyen devlet, Kürtlerin haklar›n› katiyen dile getirmemeye kararl› görünüyor. Peki varolan bu Kürtler az›nl›k m›, mülteci mi, göçmen mi, diliyle, kültürüyle bir halk m›? AKP’nin bu soruya yan›t› “tek millet”. Tek milletten kas›t Türklerdir. Kürtlerin bu “tek”in bir parças› oldu¤unu, haklar›n›n da ancak bireysel olabilece¤ini ifade ediyor AKP. Aç›l›m Kürtlerin haklar› noktas›nda t›kanm›flt›r. ‹mral›’da yaflananlar, PKK’nin eylemleri, sokaktaki gösteriler, Habur’daki görüntüler iflin teferruat›n› oluflturuyor.
Söylefli: ‹rfan Aktan
toplant›s› düzenledi ve “anadilde e¤itim olmaz, Anayasa de¤iflikli¤i gündemimizde yok, amac›m›z PKK’y› tasfiyedir” dedi. Neredeyse PKK’ye ateflkesi uzatmamas› mesaj› verdi. Yine de Kürtler bar›fl ihtimalinden umudu kesmeyerek siyaset yapt›. Ancak, DTP’nin kapat›lmas›yla, hükümet aç›l›m› kapatt› diyebiliriz. Mahmur ve Kandil’den 37 kiflinin geliflinin ard›ndan, Erdo¤an bunu olumlu buldu¤unu, Beflir Atalay da gelifllerin devam edece¤ini söyledi. Hükümetle PKK’nin mutab›k oldu¤u bir proje var gibiydi. Tablo niye tersine döndü? AKP kand›rmaca konusunda inan›lmaz mahir. Süreci yak›ndan izleyenler, Kandil ve Mahmur kafilesinin Öcalan’›n ça¤r›s›yla geldi¤ini bilir. AKP bu süreci kendisi belirlemifl, her fleyi kontrol ediyormufl gibi politika güttü. Habur’daki karfl›lama AKP’nin istemedi¤i görüntüler yaratt›, çünkü o karfl›lamay› tertipleyen, bar›fl gruplar›n›n geliflini sa¤layan AKP de¤ildi. Atalay neye güvenerek Foto¤raf:Batur Gökçeer
DTP’nin süreç içinde engel olarak görülmeye baflland›¤› yorumuna kat›lm›yorum. “Millî birlik projesi” sürerken, hem siyasî hem de askerî alanda Kürt siyasetine yönelik tasfiye operasyonlar› artarak sürdürüldü. Gül’ün mart ay›ndaki “iyi fleyler olacak” sözünden k›sa süre sonra, 14 Nisan operasyonu yap›ld›. Partimizin baflkan yard›mc›lar› ve merkez yönetim kurulundan 57 kifli gözalt›na al›n›p tutukland›. Sonra da operasyonlar devam etti. Nisandan bu yana yaflananlar› de¤erlendirdi¤imizde, AKP’nin “aç›l›m›” anlafl›lm›fl olur. fiu sorulabilir: Hükümetin hiç mi akl› yoktu da, tüm Kürt siyasetini kendi istedi¤i noktaya çekebilece¤ini sand›? Kürtleri politik taleplerinden vazgeçirebileceklerini mi zannediyorlard›? Nedir o politik talepler? Bar›flç›l, demokratik çözüm için iki konuda paralel ilerleme sa¤lanmal›. Biri, Kürtlerin demokratik taleplerinin yasal güvenceye kavuflturulmas›; di¤eri, PKK’nin Kürt sorununun çözümüne ikna olarak silahs›zlanma sürecine girmesi. Oysa, hükümet Kürtlerin demokratik talepleri konusunda hiçbir fley yapmadan PKK’yi silahs›zland›rmay›, tasfiye etmeyi gündemine ald›. Bu plan›n gerçekleflmeyece¤ini görünce, demokratik çevreleri hedef tahtas›na oturtmay› ye¤lediler. 2007 seçimlerinin arefesinde, Erdo¤an ordudan gelen s›n›rötesi harekât talebini “önce içimizdeki terörü bitirmeliyiz” diyerek geri çevirmiflti. AKP’ye yak›n çevreler de DTP’nin Meclis’e girmesini bir flans olarak de¤erlendiriyordu. Seçimlerin hemen ertesinde ise DTP’ye kapatma davas› aç›ld›... AKP demokratik bir söylemle Kürtlerden oy almaya çal›flm›flt›. Fakat seçimden bir hafta sonra, Erdo¤an Meclis kürsüsünden bizi iflaret ederek “ya PKK’yi k›nay›n ya da buray› terk edin” dedi. Bir ay sonra da Meclis s›n›r ötesi operasyon karar› ç›kard›. AKP ifline geldi¤inde demokrat maskesini tak›yor, gelmeyince de maskeyi bir kenara b›rak›yor. ABD’nin deste¤iyle Irak, Suriye ve Türkiye “aç›l›m” politikas›n› gündeme getirirken neyi hedefliyor? Irak, Suriye ve Türkiye’nin nereye ulaflmak istedi¤i aç›k. Kürtlerin sorun yaratmad›¤› bir ortamda yol almak istiyorlar. ABD ve ‹srail Öcalan’› Türkiye’ye teslim etti¤inde bu sorunu çözümsüzlü¤e mahkûm etti. Bu, 1999’dan beri Türkiye’ye karfl› oynanan bir oyunun uzant›s›. Antiemperyalist oldu¤unu, ‹srail’in Müslümanlara zulüm yapt›¤›n›, ABD’nin bu zulme ortak oldu¤unu söyleyen AKP, kendi yurttafllar›na yaklafl›m›n› ABD’yle paralel politikalarla ortaya koyuyor. “Aç›l›m” döneminde, alt› ayda 500 DTP’li tutukland›, askerî operasyonlar h›z›n› sürdürdü, çok say›da Kürt gencinin cenazesi kald›r›ld›. Kamuoyuna Öcalan’›n tecrit koflullar›n›n hafifletilece¤i mesaj›n› verdiler; tam tersini yapt›lar. 1999’dan beri Öcalan’›n savunmalar› bas›l›p da¤›t›labiliyordu. ‹lk defa “aç›l›m” döneminde bu yasakland›. 1 Eylül’de, PKK’nin ateflkesi yenilemesinden bir gün önce, ‹çiflleri Bakan› Atalay bas›n
5
‹klim öfkesi KOPENHAG– Andersen’in masal›ndaki küçük deniz k›z›n›n hikâyesini bilirsiniz. Prense afl›k olan deniz k›z›, denizlerdeki hayat›ndan vazgeçip insan olmay› hayal ederek onun pefline düfler. Masal›n sonlar›na do¤ru, hayal k›r›kl›¤›na ra¤men prensin hayat›n› kendi hayat› pahas›na korumak için gövdesini bir geminin güvertesine atarak kendini feda eder. 7 Aral›k’ta Kopenhag’da bafllayan BM ‹klim De¤iflikli¤i Çerçeve Sözleflmesi 15. Taraflar Toplant›s›’nda, nam-› di¤er iklim zirvesinde bir araya gelen 192 ülke, baflka bir k›za afl›k bir prens yüzünden kendini feda eden deniz k›z› misali gezegeni küresel kapitalizme feda edip etmeyece¤imizin müzakeresini yap›yor. 2007’de Endonezya’n›n Bali adas›ndaki 13. Taraflar Toplant›s›’nda, “geliflmekte olan” ülkelerin ve sivil toplumun iklim krizine ortak bir çözüm bulunmas› yönündeki ça¤r›s› üzerine “Bali Eylem Plan›” ad› verilen müzakere sürecinin bafllamas›na karar verilmiflti. Kopenhag’daki 15. Taraflar Toplant›s› da var›lacak çözümün adresi olarak gösterilmiflti. Ancak olaylar o rotada geliflmedi. 1992’de Rio’da düzenlenen Dünya Zirvesi’nde imzaya aç›lan BM ‹klim De¤iflikli¤i Çerçeve Sözleflmesi, son 17 y›lda küresel seragaz› emisyonlar›n›n yap›lan projeksiyonlar›n bile çok üzerinde art›fl göstermesi ve baflta ABD olmak üzere, büyük emisyonlara yol açan geliflmifl ülkelerin ayak diremesi sebebiyle küresel gündemin bafll›ca konusu oldu. Sosyoekonomik boyutu a¤›r basan bir adalet meselesine dönüflen iklim de¤iflikli¤i sorunu, geliflmekte olan ülkelerle geliflmifl ülkeler aras›ndaki ayr›m› derinlefltirmeye devam ediyor. 7 Aral›k’ta Kopenhag’da bafllayan toplant›n›n aç›l›fl›nda, ev sahibi Danimarka’n›n baflbakan› Lars Rasmussen, müzakerecilere Kopenhag’a konuflmaya de¤il, harekete geçmeye geldiklerini hat›rlatt›. Bunun anlam›, tüm gezegenin Kopenhag’da olan bitene kulak kesilmesi ve çözüm haberini beklemesi gerekti¤i. Aç›l›fl›n hemen sonras›nda bafllayan Uzun Dönemli ‹flbirli¤i ‹lave Çal›flma Grubu’ndaki (Adhoc Working Group on Long-term Cooperative Action) hava, çözümün pek de yak›n oldu¤unu hissettirmiyordu. ABD, Kanada, Japonya gibi büyük kirleticileri içeren fiemsiye Grup ad›na söz alan Avustralya, IPCC’nin (Hükümetleraras› ‹klim De¤iflikli¤i Paneli) 4. De¤erlendirme Raporu’nda aç›kça belirtildi¤i üzere, geliflmifl ülkele-
6
fiEH‹R HATLARI
sine sahne olacak. Friends of the Earth International ve Oilwatch International gibi iklim adaleti talep eden sivil toplum kurulufllar›n›n zirve boyunca iklim de¤iflikli¤i meselesinde en kötü karfl› lobi yapan kuruluflu seçmek için bafllatt›klar› kampanyan›n ad› “Öfkeli Denizk›z› -1”. Anlafl›lan o ki, 11 Aral›k’tan itibaren eylemler için flehre ak›n eden kitleleri de hesaba katacak olursak, öfkeli olan sadece küçük denizk›z› de¤il. – Ethemcan Turhan
rin 2020 itibariyle 1990 seviyesine göre en az yüzde 25-40 aras›nda azalt›m› hedeflemesi gerekirken rakam vermekten kaç›nd›. Buna ek olarak iklim de¤iflikli¤inden ilk ve öncelikli zarar görecek en az geliflmifl ülkelere yap›lacak uyum yard›m› olarak 10 milyar dolarl›k (komik) bir yard›m taahhüt ettiklerini ve bunun küresel bir anlaflmaya var›lmas› için yeterli oldu¤unu ileri sürdü. Sürece dair en sert elefltiriler, bu sürecin sonuçlar›ndan en çok etkilenecek olan en az geliflmifl ülkeler, küçük ada devletleri ve sol iktidarl› Latin Amerika devletlerinin oluflturdu¤u ALBA bloklar›ndan gelmeye devam ediyor. ABD Kongresi’nin geliflmifl ülkelerin emisyonlar›n› s›n›rlayan Kyoto
l› konuflmas›n› Friends of the Earth International direktörü Nijeryal› Nnimo Bassey’nin iklim adaletinden bafllayarak karbon piyasalar›yla iklim meselesini çözmeye çal›flanlar›n derin çeliflkilerinden petrol ve kömürü toprak alt›nda tutmay› hedefleyen yeni giriflimlere uzanan konuflmas› izledi. Klimaforum’un aç›l›fltaki a¤›r topu Naomi Klein’d›. Küresel muhalefetin milad› say›lan Seattle’dan tam on y›l sonra Kopenhag’daki havada Seattle’› an›msatan pek çok fleyin oldu¤unu vurgulayan Klein, küresel seragaz› emisyonlar›n›n yüzde 75’inden sorumlu olan yüzde 20’lik dünya nüfusunun iklim borcunu ödeme-
Protokolü’nü onaylamamak konusunda gösterdi¤i tutum karfl›s›nda, ABD d›fl›ndaki geliflmifl ülkeler flimdi iklim de¤iflikli¤inde tarihsel ve güncel sorumlulu¤u bulunan ABD’yi var›lacak yeni bir uzlafl›ya çekmek için Kyoto’yu feda etmeye haz›r görünüyorlar.
Seattle havas› Bella Center adl› kongre merkezinde, son üç günü devlet baflkanlar› düzeyinde olmak üzere, 18 Aral›k’a kadar devam edecek olan bu zirve, iklim meselesinin konufluldu¤u tek yer de¤il. Kopenhag’›n iklim gündemiyle çalkaland›¤› bugünlerde, resmî zirveye paralel olarak yürüyen “halklar›n iklim zirvesi” Klimaforum ’09, meseleye iklim adaleti boyutuyla yaklaflan bir etkinlik. Bu etkinli¤in aç›l›fl› da içeri¤ini yans›tacak bir çeflitlili¤e sahne oldu. Uluslararas› köylü a¤› olan La Via Campesina’n›n genel koordinatörü Henry Saragih’in “Tarlalar›m›z› b›rak›p neden Kopenhag’a geldik” bafll›k-
si gerekti¤inin alt›n› çizdi. 9 Aral›k Çarflamba günü Kyoto Protokolü bafll›¤› alt›ndaki toplant›larda söz alan Tuvalu delegesi Ian Fury ise, ülkesi ve tüm insanl›k ad›na iklim adaleti talep etti. Pasifik’teki bu küçücük Pasifik ada ülkesi, kendisinden kat be kat büyük ülkelere “masada olan bizim ölüm kal›m meselemiz, dünyan›n öbür ucundan buraya ba¤lay›c›l›¤› olmayan kararlar alman›z› izlemeye gelmedik” diyerek toplant›n›n en etkili konuflmalar›ndan birini yapt›. Petrol ve karbon piyasas› sayesinde geliflmifl olan ülkelerin profesyonel müzakerecileriyle dolu Kopenhag zirvesi, önümüzdeki günlerde daha fazla iklim öfke-
Felsefî Elvis ‹STANBUL– Sözlerine kabaca “Siz Avrupa’ya kendinizi be¤endirmeye çal›flaca¤›n›za, Avrupa sizi elden kaç›rmamaya baks›n,” diye özetlenebilecek bir ifadeyle bafllad›. Daha sonra Do¤u/Bat› bölünmesinin ne kadar göreli, o yüzden de ifrat›na vard›r›ld›¤›nda ne denli komik oldu¤unu anlat›. Oradan bir Carpenter filmi üzerinden ideoloji elefltirisine, Hollwood’a ve devrimci fliddet sorununa atlad›. Sorular k›sm›nda bir yandan Lacan’›n Gerçek/‹mgesel/Simgesel üçlüsünü bafltan anlat›rken, bir yandan da “Kürt Sorunu” üzerine (eksik oldu¤unu önceden kabul etti¤i bilgisiyle) yorumlar yapt›. Sonunda da yorgunluktan bay›lmas›na az kalm›flken, seyirciler aras›ndaki bir dostunun müdahalesiyle apar topar sahneden indirilip dinlenmeye yolland›, çünkü gece de televizyonda naklen yay›na ç›kacakt›. Evet, Slavoj Zizek ‹stanbul’dayd›. 3-4 Aral›k’ta Bo¤aziçi Üniversitesi’nde bir konuflma yapt›, bir de ‹srailli yönetmen Udi Aloni ile uzun bir tart›flma/söylefli gerçeklefltirdi. 1980-90 aras›nda “bildi¤imiz sol” tarihe kar›fl›rken, yerine konabilecek pek bir fley b›rakmam›flt› (ço¤unu kendisi tahrip etti¤i için). O yüzden 1990’a kadar “sol” hareketlere ve ayd›nlara egemen olan da¤›n›kl›k ve kafa kar›fl›kl›¤›, 1990’dan sonra yerini pani¤e b›rakt›. Kafas› kar›fl›k ço¤unluk, “Sosyalist” rejimlerdeki h›zl› çözülme ve çürümenin, sosyalist teoride ise dünyay› kavrama ve anlamland›rma konusundaki giderek artan beceriksizli¤in hesab›n› Marx’a ve Marksizme ç›kard›, “teorinin sonu”, “tarihin sonu” ya da “uygarl›klar çarp›flmas›” gibi yeni görünen teoriciklere yaz›l›p vicdan›n› rahatlatarak sahneden çekildi. ‹fllerin de¤iflmekte oldu¤unu anlamamakta direnen bir az›nl›k yerinden k›p›rdamamakta direterek eski olan her fleyi korumaya çal›flt› (hâlâ da çal›fl›yor). Geri kalanlar ise umutsuz bir aray›fla girip yeni bir umut ›fl›¤›, bir teori, bir önder, bir Mesih peflinde koflar oldular.
Foto¤raf: fiahan Nuho¤lu
Slavoj Zizek
Slavoj Zizek iflte bu aray›fl›n mutsuz meyvelerinden biri, belki de en önde geleni. Gençli¤ini Tito Yugoslavya’s›n›n en “Avrupal›” bölgesinde, Slovenya’da geçiren, Slovenya’n›n ba¤›ms›zl›¤›n› kazanma sürecinde sol liberallerle ittifak içinde cumhurbaflkanl›¤›na aday olan, idealist Alman felsefesi ve Lacan’c› psikanaliz üzerine çal›flan, en “liberal” döneminde bile Marksist oldu¤unu söylemekten vazgeçmeyen, popüler sinemadan ve geç dönem klasik müzikten hofllanan ve bütün bu benzeflmez unsular› bir aflure k›vam›nda bir arada tutmay› beceren bir düflünür Zizek. Zaten yukar›da tarif edilen aray›fl›n baflka birini bulmas› da mümkün olamazd› herhalde. Kuflkusuz o 21. yüzy›l›n birçok sosyalist ayd›n›n›n kendisine atfetti¤i özelliklerden pek de hoflnut de¤il. Her fleyden önce bir “umut ›fl›¤›” olarak görülmeyi pek sevmiyor; zaten çok umutlu biri de say›lmaz. Önderlik ya da “Mesihlik” konusunda da fazla hevesli de¤il; tek iste¤i, köflesine çekilip Hegel üzerine birkaç bin sayfal›k büyük eserini yazmak (ufak ufak bafllam›fl asl›nda). Teorisyenlik ise onun için yemek içmek gibi bir fley (diyor Judith Butler); flakalafl›rken ya da yemek yerken bile teori yapmaktan kendini alam›yor. Kafas› konuflurkenki el kol hareketleri kadar kar›fl›k. Ancak bu kaosun kendi içinde bir düzeni var. Hiçbir zaman semptomun arkas›ndaki süreci, görünen ikili z›tl›¤›n içinde gizlenen üçüncü (ve flafl›rt›c›) unsuru aramaktan vazgeçmiyor. Hitchcock’u Lacan’la, Lacan’› Marx’la, Marx’› Wachowski’lerle birlikte okuyor, ço¤u zaman hepimizi, zaman zaman da kendisini bile flafl›rtmay› baflar›yor. En büyük derdi, düflündü¤ü h›zla ifade edememek; ustas› olarak gördü¤ü Lacan gibi anlafl›lmazl›¤a mahkûm olmay› da kabul etmedi¤i için, enerjisinin büyük k›sm›n› kendini yavafllatmaya, teoriyi hepimiz için anlafl›labilir bir öyküye dönüfltürmeye harc›yor.
O yüzden konuflmalar› ve yaz›lar› f›kralar, anekdotlar ve belden afla¤› esprilerle dolu. S›k s›k kendisiyle çelifliyor, tutars›zl›¤a düflüyor, ama bunun aya¤›na dolanmas›na da izin vermiyor. Çünkü 20. yüzy›l sosyalizminin ucuz bir tutarl›l›k u¤runa yarat›c› düflünceden ne kadar uzaklara düfltü¤üne birinci elden tan›kl›k etmifl. ‹stanbul’a bu geliflinde de her zamanki gibi girip ç›kmad›¤› konu b›rakmad›; Stalinizmden Hollywood’a, “simgesel düzen”den devrimci teröre kadar her fleyi birbirine katt›, kafalar› kar›flt›rd›, sonra da toparlamay› reddetti. Her zamanki gibi, “ben cevap vermem, yeni sorular sorar›m” diyerek bizi yard›ma ça¤›rd›. Belki de Zizek’in bu yard›m ça¤r›s›na kulak vermemizin, onda bir devrimci Mesih, felsefî Elvis ya da anlafl›lmam›fl önder aday› görmekten vazgeçmemizin, onu yoldafl›m›z olarak görüp sordu¤u sorulara kendi cevaplar›m›z› aramam›z›n vakti gelmifltir art›k. – Bülent Somay
Bankalara ve flirketlere de¤il, e¤itime destek V‹YANA– Her fley 18 Ekim 2009 günü Viyana Güzel Sanatlar Akademisi’nden küçük bir grup ö¤rencinin ça¤r›s›yla bafllad›. Grup, Bologna sürecinde Avrupa üniversitelerinde Anglo-Amerikan e¤itim anlay›fl›n› hâkim k›lmak için uygulamaya bafllanan bakalorya/master sistemini akademide de kabul ettirmeye çal›flan H›ristiyan Demokrat Avusturya Halk Partisi'nin (ÖVP) elindeki E¤itim Bakanl›¤›’n› protesto etmek için toplanm›flt›. Ayn› grup ertesi gün akademiyi iflgal etti. 19 Ekim sabah› say›lar› yüzü geçmeyen sanat ö¤rencilerinin hareketi gibi gözüken eylem, yeni bakalorya sisteminden –“üniversitelerin liselefltirilmesi” diye özetleniyor– rahats›zl›k duyan tüm ö¤renciler için bir iflaret fifle¤i oldu. 400 kadar Viyana Üniversitesi ö¤rencisi h›zla örgütlenip 22 Ekim’de akademiyle birleflti.
Ard›ndan üniversitenin devasa dersli¤i Audimax iflgal edildi. Bir biyoloji dersi s›ras›nda dersli¤e giren protestocular›n önayak olmas›yla yap›lan aç›k oylamada dersli¤in üçte ikisi iflgal yönünde karar verdi. Ayn› gün protestolar, bafllatanlar›n dahi tahmin etmedi¤i bir boyuta ulaflt›. Akflam ilk “ö¤renci genel kurulu” toplanarak talepleri ve eylem plan›n› tart›flt›. Toplant›n›n ard›ndan, eylemciler dersli¤e s›k› bir ses sistemi kurdu. Gönüllü müzisyenlerin kat›l›m›yla bafllayan ilk “iflgal partisi” ertesi gün ö¤lene kadar sürdü. Müteakip günlerde ö¤renciler çal›flma gruplar› kurarak tüm flehirde organize olmaya bafllad›. Hareket birkaç günde tüm yüksek ö¤renim kurumlar›na yay›ld›. ‹flin güzel yan›, tüm kararlar›n oylanmas› ve her gün yeniden seçilen alt› kiflilik bir yürütme kurulu taraf›ndan hayata geçirilmesi. Birkaç hafta içinde ülke s›n›rlar›n› aflan iflgaller önce Almanya’ya, ard›ndan ‹sviçre, ‹ngiltere ve Polonya’ya yay›ld›. Çeflitli Alman üniversitelerinden Viyana direnifline erzak yard›m› ya¤d›. 28 Ekim’de Viyana Üniversitesi önünde bafllayan ve 30 bin kiflinin kat›ld›¤› protesto yürüyüflünün slogan› netti: “Bankalara ve flirketlere de¤il, e¤itime destek.” Ertesi hafta düzenlenen “E¤itim Eylem Günü”ne ö¤retim görevlileri, krefl personeli ve lise ö¤rencilerini de içeren 15 bin kifli kat›ld›. Birçok üniversitenin rektör ve de-
Viyana Üniversitesi önünde bafllayan ve 30 bin kiflinin kat›ld›¤› protesto yürüyüflünün slogan› netti: “Bankalara ve flirketlere de¤il, e¤itime destek.”
kanlar› hareketi desteklerken, sadece küçük bir k›sm› tarafs›z kalmay› tercih etti. On y›ld›r Viyana’da yaflayan, etkisi s›n›rl› birçok ö¤renci protestosuna kat›lm›fl biri olarak, baflta pek umutlu de¤ildim. Ancak haftalar ilerledikçe bu hareketin öncekilerden çok önemli iki fark› oldu¤unu gördüm. Birincisi, eylemler herhangi bir siyasî parti, seçilmifl ö¤renci temsilcili¤i ya da politik grup taraf›ndan de¤il, gelecekleri ad›na kayg›lanan tüm politik bireyler taraf›ndan örgütleniyordu. Yani iflin içinde hiçbir hiyerarflik yap› yok. Hareketin ç›k›fl noktas›ndaki beyin tak›m› tabii ki sol e¤ilimli. Ancak eylemin herhangi bir “organ” taraf›ndan düzenlenmemifl oluflu, gündelik hayatlar›n› apolitik yaflayan insanlar› bile bir “dava” etraf›nda buluflturdu. ‹kinci önemli fark ise, bu sefer yeni teknolojilerin çok etkili bir flekilde kullan›lmas›yd›. Facebook, twitter, flickr, vimeo gibi
web 2.0 tabanl› platformlar olmadan hareketin böylesine serpilmesi ve büyük medyan›n ilgisinin yoklu¤unda halka ulaflabilmesi mümkün olamazd›. Fark›ndal›k, siber âlemden kampüslere ve sokaklara do¤ru yay›ld›. Talepler ise Bologna Plan›’na k›sa vadede karfl› ç›kmakla s›n›rl› de¤il. Befl maddeli talep listesi, ilkin farkl› cinsel tercihlere karfl› ayr›mc›l›¤›n önlenmesini, engelli, göçmen ve kad›n ö¤rencilere karfl› pozitif ayr›mc›l›¤› sa¤layacak kota sisteminin uygulanmas›n› istiyor. ‹kinci bafll›kta ise bakanl›k ve rektörlük sultas›na karfl› tüm üniversite bileflenlerinden oluflan bir temsil kurulu talep ediliyor. Ard›ndan yabanc› ö¤renciler için olanlar da dahil tüm harçlar›n kald›r›lmas›, üniversite çal›flanlar›n›n sözleflmelerinin iyilefltirilmesi geliyor. Dördüncü maddede ö¤rencilerin kendi e¤itimlerinin içeri¤ini flekillendirebilmeleri dillendiriliyor. Son talep ise sa¤›n yükselifle
geçti¤i Avusturya için çok manidar: Tarihî sorumluluklar›n tart›fl›lmas›. Yani Avusturya’n›n gölgede kalan nazi geçmiflinin ve kolonileflme s›ras›ndaki ahlâkî sorumlulu¤unun araflt›r›larak ortaya ç›kar›lmas› arzulan›yor. fiimdi muhafazakâr ÖVP yetkilileri “yeni sistemi ne diye flu sanat akademisine kabul ettirmeye çal›flt›k ki, bafl›m›za ald›¤›m›z belaya bak!” diye kara kara düflünüyor. Tüm taleplerin hükümet taraf›ndan kabul edilmesi henüz mümkün gözükmese de, yaflanan süreç her baflkald›r›da oldu¤u gibi de¤iflime gebe. Zaten baflka türlü bir fleyler elde etmek mümkün mü? – Öncel Seçgin
Perrikos’un büstü AT‹NA– Herhalde hepimizin hat›r›nda: Tam bir sene önce, 15 yafl›ndaki Aleksis Grigoropulos’un polis taraf›ndan katledilmesi Yunanistan’da kelimenin gerçek anlam›yla bir ayaklanmay› tetiklemiflti. Yayg›nl›¤›, kitleselli¤i, kendili¤indenli¤i, militanl›¤›, müesses nizam›n meflru kabul etti¤i siyasal kanallar› hiçe sayarak “afla¤›dan” bambaflka siyaset etme biçimlerini devreye sokmas›, bask› ayg›t›yla “do¤rudan” kafa kafaya gelmesi ve uluslararas› alanda yaratt›¤› etkiyle “olaylar”, otantik anlamda bir ayaklanmayd›. Peki bir sene sonra ayaklanmadan geriye kalan bir fley var m›? Her renkten sinikler için cevap apaç›k ve kesin bir “hay›r”.
Hakikaten, uzaktan bak›ld›¤›nda iki haftay› aflk›n bir zamana yay›lan eylemler pek bir de¤ifliklik yaratmam›fl gibi. Öyle ya, 4 Ekim milletvekili seçimlerinde Karamanlis ailesinden gelen “merkez sa¤” partiye mensup baflbakan yerini Papandreu ailesinden gelen “merkez sol” partinin liderine b›rakt›. Görünen, Yunan cephesinde yeni bir fley olmad›¤›, merkez sol ile merkez sa¤›n dönüflümlü olarak iktidara geldi¤i siyasal sistemin ayakta oldu¤u. Dahas›, solun toplam oylar›ndaki görece düflüfl ve hatta afl›r› sa¤›n etkisindeki art›fl› hesaba katt›¤›m›zda, ayaklanma sonras›nda tablonun daha da karard›¤› sonucuna varmak pekâlâ mümkün. 6 Aral›k yaklafl›rken cumhurbaflkan›ndan Yeni Demokrasi’nin yeni lideri Antonis Samaras’a, hemen herkes “talihsiz” Grigoropulos’u yay›nlad›klar› mesajlarla anmay› ihmal etmedi. Göstericilere de fliddetten uzak durma, “afl›r›ya kaçmama” ça¤r›s› yapt›. Anma etkinliklerini müesses nizam›n meflru kabul etti¤i s›n›rlar dahilinde tutma, y›ldönümünü ehlîlefltirme çabas›n›n ürünüydü elbette bu mesajlar. “Afl›r›ya kaçan” bir polisin neden oldu¤u ve “anormal” say›lmas› gereken bir hadisenin k›nanmas›n›n fazla da abart›lmamas› gerekliydi. “Düzen partisi”, sa¤›yla soluyla, Aral›k hadiselerinin kolektif haf›zaya bir “ayaklanma” olarak kaz›nmamas› için daha ilk günden büyük çaba sarfetmekte. Aral›k’›n en önemli miras›, ayaklanman›n mümkün oldu¤unu göstermesiydi. Dolay›s›yla bu yönü kolektif fluurdan silinip at›lmal›, Aral›k “talihsiz” bir olaya verilen “afl›r›” bir tepki olarak görülmeliydi. Aral›k, h›zla iyileflilen ateflli bir hastal›k, normdan bir sapma, bir toplumsal “anomali” olarak hat›rlanmal›yd›. Dolay›s›yla, anma etkinlikleri de bu çerçevede kalmal›, ayaklanman›n, yani toplumsal düzenin do¤rudan ve eylemli olumsuzlamas›n›n mümkünlü¤ünü hat›rlatacak herhangi bir eylemden uzak durulmal›yd›. Aksi takdirde, Grigoropulos’un hat›ras›na “sayg›s›zl›k” edilmifl olacakt›. Çiçe¤i burnunda “sosyalist” hükümet de daha bafltan bu hat›raya halel getirilmesine karfl› kat› bir tutum alaca¤›n›n iflaretlerini verdi. Zaten iktidara geldi¤i günden beri PASOK hükümeti polisin toplumsal muhalefet karfl›s›nda elini rahatlatan, daha “sert” tutum tak›nmas›na imkân tan›yan bir çizgi izliyor. Keyfî gözalt›lar, Atina’da muhalefetin merkezi say›labilecek Eksarhia semtinin abluka alt›na al›nmas› ve elbette göçmenlere yönelik fliddet kan›ksanan uygulamalar
halini ald›. Fakat, hakk›n› yemeyelim, yeni hükümet, içiflleri bakanl›¤›n›n ad›n› ancak Orwell’in hayal edebilece¤i flekilde “yurttafllar› koruma bakanl›¤›” olarak de¤ifltirdi. Y›ldönümüne dönelim. 6 Aral›k eylemi bir hayli kalabal›kt›. 10 bin kifliyi aflk›n bir kitleden bahsediliyor ki, Atina standartlar› ve medyan›n günler öncesinden yaratt›¤› korku iklimi akla getirildi¤inde küçümsenecek bir kalabal›k de¤il bu. 7 Aral›k Pazartesi günü ise lise ve ortaokul ö¤rencileri Atina’n›n birçok semtinde, polis karakollar›n› sembolik olarak kuflatma eylemleri yapt›. Üniversite ö¤rencileri de hayli kalabal›k bir yürüyüfl düzenledi, okullarda iflgaller gerçeklefltirildi. Çat›flmalar s›n›rl›yd› ama medya, eline geçen her “kareyi” polis fliddetini meflru göstermek için tekrar tekrar kullanmaktan imtina etmedi. Eylemler öncesinde polis “önleyici” bask›nlar düzenleyerek çok say›da “potansiyel” eylemciyi gözalt›na ald›. “Önleyici savafl”›n sadece sab›k baflkan Bush ile etraf›na toplanm›fl yeni muhafazakârlar›n benimsedi¤i bir doktrin olmad›¤› çok aç›k. “Önleyici savafl” çerçevesinde mesela, anti-otoriterlerin y›llard›r kulland›¤› bir sosyal merkez olan “Resalto”, daha cumartesi gününden bas›l›p içeridekiler gözalt›na al›nd›¤›nda bofl bira flifleleri de “potansiyel” molotof kokteylleri olarak suç aleti say›labiliyor. Bu yaz›n›n kaleme al›nd›¤› saatlerde gözalt› say›s› 800’e yaklaflm›flt›. PASOK hükümeti “aktif” bir güvenlik siyaseti izliyor, Atina’y› ve belli bafll› kentleri geçen seneki gibi “vandalizme” teslim etmemekle övünüyor. Anaak›m medya da hükümetin “aktif” ve “kararl›” tutumunu alk›fll›yor.
Geçen y›l›n mekanik bir tekrar›n› özleyenler yok de¤ildi elbette; ancak malûm, bir ayaklanman›n ›smarlanmas›, takvime ba¤lanmas›, laboratuar koflullar›nda tekrarlanmas› mümkün de¤il. An›lan bir ayaklanma da olsa, ad› üstünde “y›ldönümü”. Bir ayaklanmay› “zorlamak”, “çat›flmak için çat›flmak”, onu rutin haline getirme, tecrit etme tehlikesini bar›nd›r›r. Ama, Aral›k’›n geride b›rakt›¤› radikal tortuyu hafifsememeli. Pazartesi günü çeflitli karakollar önünde toplanan 15-16 yafl›ndaki gençler ayaklanman›n miras›n›n en aç›k deliliydi. Bu miras›n ne yönde kullan›laca¤› ise bir y›ldönümünün a¤›rl›¤›n› aflan bir tart›flma bafll›¤› ve tart›flma ancak önümüzdeki dönemin mücadelelerinin ›fl›¤›nda bir yere ba¤lanabilecek. Ana-babas›ndan daha beter bir hayat sürece¤ini gören, giderek daha ticarîleflen bir e¤itim sistemine, esnek çal›flma flartlar›na, “mezarda emeklili¤e” ve daha fazla polis fliddetine mahkûm oldu¤unu idrak eden gençler, Yunan toplumsal muhalefetinin itici gücü olmaya devam edece¤e benzer. Aslî mesele, bu dinami¤in baflka rezerv güçlerle birleflip bir-
BAYRAMPAfiA ‹Ç‹N ADALET 19 Aral›k 2000 günü, devlet taraf›ndan ad› ironik, sonuçlar› trajik bir operasyon düzenlendi. Ölüm oruçlar›na son vermek, hapishaneleri zapturapt alt›na almak için 20 hapishanede eflzamanl› bafllayan “Hayata Dönüfl” operasyonu, 30'u tutuklu 32 kiflinin hayat›na mal oldu. Operasyonu takiben gerçeklefltirilen tecrid koflullar›nda ard› ard›na intiharlar, a¤›r hastal›klardan ölümler yafland›. fiu ana kadar aç›lan davalarda operasyonun sorumlular› ve kolluk kuvvetleri hiçbir cezaya çarpt›r›lmad›. Alt›s› kad›n toplam 12 kiflinin öldürüldü¤ü, yak›ld›¤› Bayrampafla Cezaevi'nde kolluk kuvvetleri ilk kez mavi fosfor gaz›n› mahkûmlar üzerinde denediler. Bilirkifli raporlar›, operasyon s›ras›nda tüm kurflunlar›n kolluk güçleri taraf›ndan s›k›ld›¤›n› tespit etti... Operasyondan dokuz y›l sonra, sonuçlar› en a¤›r koflullarda ifllemeye devam ederken, Ça¤dafl Hukukçular Derne¤i bir dizi etkinlik
leflemeyece¤i, bu reaksiyonun yayg›nlaflarak, toplumsal hinterland›n› geniflleterek daha kapsaml› bir siyasal-toplumsal alternatife mi dönüflece¤i, yoksa yal›t›laca¤› m› sorular›nda dü¤ümleniyor. Y›ldönümleri tehlikeler bar›nd›r›r. An›lan hadise ne kadar radikal olsa da onun hat›ras› ehlîlefltirilmeye, konformizmin nesnesi haline getirilmeye aç›kt›r. Bellek bir mücadele alan›d›r –hele söz konusu olan bir ayaklanman›n hat›ras›na gösterilecek “sadakat” ise. Geçen seneki eylemler esnas›nda göstericilerin Nazi iflgaline karfl› mücadele vermifl bir direniflçinin, Kostas Perrikos’un büstünü “barikat” yapmak için kullanmas› çokça tart›fl›lm›flt›. Eylemciler apolitikle, geçmifl mücadelelere sayg›s›zl›kla, bu mücadelelerin kadrini bilmemekle suçlanm›fllard›. Meseleyi yerli yerine oturtabilmek için asl›nda flu soruyu sormak elzem: O direniflçinin hat›ras›na gerçekten sayg› gösterip sad›k kalanlar kimler? Onun büstünü dikip ehlîlefltirenler, konformizmin rehavetine teslim edenler mi, onun büstünü barikatlar›na kat›p saflara dahil edenler mi? – Foti Benlisoy
ve bir imza kampanyas›yla bize vicdanî sorumlulu¤umuzu hat›rlat›yor ve “Bayrampafla için Adalet” talep ediyor. Bas›n aç›klamas›nda flöyle deniyor: “Bilirkifli raporlar›na göre ko¤ufllarda öldürücü dozun çok üzerinde gaz bombas› at›lm›fl, içeri¤inin ne oldu¤u tespit edilemeyen bombalar kullan›lm›fl, silah at›fllar›n›n tümü idarî k›s›mdan yap›lm›flt›. Operasyon bitti¤inde yanarak ölen fiefinur Tezgel ile Seyhan Do¤an aileleri taraf›ndan teflhis edilemediler... En kalabal›k özel komando birlikleri Bayrampafla’da bulunuyordu. En çok insan Bayrampafla’da öldü. Devletin sorumlu¤unu ve suçunu gösteren en güçlü deliller Bayrampafla incelemesinde ortaya ç›kt›. Yüreklerimizi karartan, vicdanlar›m›z› yaralayan operasyonun aç›lmayan tek davas› Bayrampafla oldu. Bayrampafla’da ifllenen suçlar›n sorumlular› ortaya ç›kmal› ve yarg›lanmal›d›rlar. Bayrampafla için adalet istiyoruz...” (www.bayrampasaicinadalet.com)
9
Foto: KESK arflivi
KAMU ÇALIfiANLARININ 25 KASIM EYLEM‹ VE KESK SERÜVEN‹
Sendika, yalanlar ve mücadele 25 Kas›m’da Türkiye’nin dört bir yan›nda kamu çal›flanlar› toplu sözleflme ve grev hakk› için ayaktayd›. O gün tarihî bir and›, KESK’in yasallaflmas›n›n 14. y›ldönümünde geldi¤i noktay› temsil ediyordu. 1980’lerin ortalar›ndan bugünlere her türlü bask›ya gö¤üs gererek cansiperane mücadele veren KESK’in e¤risini do¤rusunu 6 no'lu flube denetim kurulu üyesi ve ‹stanbul Üniversitesi ö¤retim görevlisi Görkem Do¤an’dan dinliyoruz.... 25 Kas›m grevinin ana talebi neydi? Eylem sizce amac›na ulaflt› m›? Görkem Do¤an: Temel talep, toplu sözleflme ve grev hakk›yd›. KESK (Kamu Emekçileri Sendikalar› Konfederasyonu) toplu sözleflme ve grev hakk›n› kullanmak için, Kamu-Sen toplu sözleflme ve grev hakk› istedi¤i için soka¤a ç›kt›¤›n› söyledi. O gün ifl b›rakan ö¤retmenler ya da tren durduran makinistler bu nedenle mi ifl b›rakt›lar derseniz, tam olarak öyle oldu¤u söylenemez. Genel bir rahats›zl›kla alâkal›; yoksullaflma durumunda ücretli çal›flanlar›n her zaman bir tepkisi olur. Biz yüzde 2.5 zam al›yoruz, metrobüse yap›lan zam yüzde 30 civar›nda. Grev hakk›n›z›n olmamas›, çal›flt›¤›n›z yerlerdeki AKP kadrolaflmas›, baflbakan›n size köpek muamelesi yap›yor olmas› da yoksullaflmaya eklenen politik meseleler. Bunlar›n birikimi bir tepki yaratt›. AKP’ye yak›n E¤itim-Bir-Sen iki senedir okullarda ciddi bir a¤›rl›k oluflturmufl durumda. Türk E¤itim-Sen’in yükseliflinde böyle bir hegemonya yoktu. Sonuçta, herkes AKP’li de¤il, bütün ö¤retmenler “Cuma’ya gideyim” diye ayarlam›yor derslerini; dolay›s›yla, buna bir tepki oluyor. Y›llarca Kamu-Sen vas›tas›yla kamu çal›flanlar›na “Ankara’da lobimiz sa¤lam, istedi¤imizi alaca¤›z” denir, Türk-‹fl retori¤idir bu. Böyle bir fley olmad›¤› son iki toplu sözleflmede görülüyor, hele bu kriz ortam›nda bize bir fley vermeyecekleri ortada. Kamu-Sen üvey evlat haline geldi, Memur-Sen’in de istedi¤i hiçbir fleyi alamad›¤› görülüyor. Bütün bunlara duyu-
10
lan tepkinin üstbafll›¤› oldu “Grev ve toplu sözleflme istiyoruz”. Grevle ilgili metinler bizim standart KESK metinlerinden: En üstte bir bafll›k var, alt›nda Türkiye’nin demokratikleflmesine dair çeflitli politik talepler s›ralan›yor. KESK politize bir sendikal odakt›r, herkesin ayn› zamanda bir siyaseti, bir program› vard›r. Hele ki içinde bulundu¤umuz “aç›l›m” gibi dönemlerde, Kürt ulusal hareketinin talepleri metinlere yans›r. Bizim metinler hep böyle ç›kar: Anabafll›¤›n alt›nda yönetimdeki siyasetlerin önemli gördü¤ü ne varsa yazar›z. ‹yi bir fley de¤il belki
Hatam›z memur sendikas› olmay› kabul etmekti. 1990’lar›n bafl›nda bu hareket iflçi s›n›f›n›n eylemliliklerinin önderli¤ini yaparken kimse memur sendikac›l›¤› düflünmüyordu.Sonuçta kamu sendikalar› diye sendika olmayan bir statüye getirildik. ama, öyle çal›fl›r›z. Toplu sözleflme ve grev hakk›n›n kullan›m› A‹HM kararlar› üzerinden bile mümkün görünüyor. KESK kurulal› yak›nda 15 y›l olacak, bu kadar uzun sürede bu temel hakk›n hâlâ resmen kullan›lam›yor olmas›n›n nedeni ne? Daha önce de ifl b›rakma yapt›k. Dan›fltay 8. Dairesi’nin bunlara ceza verilmemesine dair karar› var. Uluslararas› hukuk bir yana, Dan›fltay “yasal olan sendika eylem karar› alm›fl, üyesi olan memur da eyleme kat›lm›flsa, bu durumda mazeretsiz ifle gelmemekten ceza veremezsin” diyor. Türk hukuku dahi bir günlük uyar› grevini kabul etmifl durumda. Grev, iflçi sendikalar› için de s›k›nt›l› bir mevzudur.
Grev mevzuat›m›z grev yap›lmamas›n› sa¤lamak üzeredir: Dayan›flma grevi yasakt›r, genel grev yasakt›r, uyar› grevi, ifl yavafllatma yasakt›r. Yasada yeri yoktur demiyorum, yasak oldu¤u yaz›lm›flt›r, cezas› vard›r. Tek bir koflulda, toplu sözleflme görüflmeleri uzlaflmazl›kla sonuçlan›rsa greve gidersiniz. Toplu sözleflme görüflmeleri lehinize gitsin diye ya da toplu sözleflme görüflmelerinde var›lan sözleflmeye iflveren uymazsa greve gidemezsiniz. ‹flveren sözleflmeye uymazsa, çözüm için ‹fl Mahkemesi’ne gitmeniz gerekir. KESK niye toplu sözleflme ve grev yapm›yor diye tart›flmak yanl›fl, Türkiye iflçi s›n›f› grev yapam›yor ki. Grev kanununun uluslararas› normlara uydurularak grevin yap›lmas›n› mümkün k›lacak flekilde yaz›lmas› gerekir. Bu da s›rf KESK’in omuzundaki bir ifl olamaz. Yine de KESK’in de bu konuda eksi¤i, hatas› yok mu? Bizim hatam›z memur sendikas› olmay› kabul etmekti, bu nedenle kaybettik. “4688’e s›¤may›z” dedik, s›¤d›k. Hangi eski KESK’liye sorsan›z, bunu söyler. 1986-87’de sendikalaflma tart›flmalar› bafllad›¤›nda, 1990’lar›n bafl›nda bu hareket Türkiye iflçi s›n›f›n›n eylemliliklerinin önderli¤ini yaparken kimse memur sendikac›l›¤› düflünmüyordu. Türk-‹fl ve D‹SK’in elefltirisi yap›l›yor, onlar›n d›fl›nda bir sendika kurmak için ortaya ç›k›l›yor. Çal›flma bakanl›¤› döneminde Mehmet Mo¤ultay’›n önerisidir kamu sendikalar› kurulmas› ve o zaman reddedilmifltir. Sol ufald›kça, en son 1991’deki büyük Zonguldak yürüyüflünün ard›ndan iflçi s›n›f› geri çekildikçe, 1990’lar›n sonlar›nda memur sendikac›l›¤› kötünün iyisi olarak ortaya ç›kt›. Niyetimiz bu de¤ildi. Ö¤retmen sendikas› kurmak istiyorduk, o ayr›, çünkü o zaman bu kadar dershane yoktu, özel okullar çok daha azd›. Ö¤retmen sendikas›n› da memur sendikas› olarak düflünmüyorduk, bizim düflündü¤ümüz ö¤retmen sendikas›n›n bugün çok yayg›n olan dershane ö¤retmenlerini, özel okul ö¤retmenlerini, vak›f üniversiteleri elemanlar›n› örgütleyebilmesi gerekirdi. fiimdi dershane ö¤retmenlerini, sözleflmeli ö¤retmenleri fahrî üye olarak kaydediyoruz, ama bunun bir gerçekli¤i yok, ifllemiyor. Sendikac›l›k yalan ifl kald›rmaz. Bir adam sendikaya üye oluyorsa, onun hakk›n› hakikaten savunman lâz›m. Sonuçta, biz kamu sendikalar› diye, asl›nda sendika olmayan bir statüye getirildik. Toplu sözleflme ve grev hakk›n›z yoksa sendika oldu¤unuz söylenemez, biz fiilen dernekçilik yap›yoruz asl›nda. Grev ve toplu sözleflme sadece bizim sorunumuz de¤il, Türkiye iflçi s›n›f›n›n sorunu. Bizim hatam›z ve sorunumuz memur sendikas› olmay› kabul etmifl olmam›z, 2001-2002’den beri memur sendikas› olarak mutlu mesut faaliyet gösteriyor olmam›zd›r. 25 Kas›m’da bunun etkisini gördük. 25 Kas›m eylemini maalesef KESK olarak tek bafl›m›za yapamad›k. Kamu-Sen olmasayd›, bu kadar baflar›l› bir eylem olmayacakt›. Tek bafl›n›za yapacak gücünüz olsayd› dahi eylemi di¤er konfederasyonlarla
birlikte yapmak, geniflletmek tercih edilecek bir durum de¤il mi? Nas›l ki iflyerindeki memura “bize üye de¤ilsin kardeflim, gelme benimle eyleme” demiyorsam, tam tersini söylüyorsam, baflka sendikaya da “benimle gelme” demem. Ama, 25 Kas›m’› bu boyutta yapabilmek için, eylemin meflruiyeti aç›s›ndan KESK’in, Kamu-Sen’in “evet, biz de geliyoruz” demesine ihtiyac› oldu¤unu gördük. Bu s›k›c› bir fley bizim aç›m›zdan. Meflruiyet sorunundan ne kastediyorsunuz? Say›sal konu ayr›. Biz ufald›k, üçüncü konfederasyonuz, bu elde var bir. Zaman›nda, meflhur K›z›lay eylemleri gibi büyük eylemleri tek bafl›m›za yap›yorduk. O zaman da asl›nda kamu çal›flanlar›n›n çok büyük bir k›sm›n› kapsam›yorduk, ama 2001’den beri, memur sendikac›l›¤› yapmaya bafllad›¤›m›zdan beri, gerçekli¤imiz kalmad›. Di¤erlerinden nerede farkl› oldu¤umuzu söyleyebiliriz ki? Gerçek bir fark yok. fiöyle bir fark var: Biz flovenist de¤iliz. Kamu çal›flanlar› aç›s›ndan flovenist olup olmaman›n karfl›l›¤› yoktur; memleket zaten flovenist. Sendikac›l›¤a dair, iflverenle iliflkiye dair gerçek bir fark›m›z yok. Politik tutumlar›m›za dair fark›m›z var. Ben E¤itim-Sen’liyim, örgütlenmeye gitti¤imizde iflçi sendikas› gibi davranmay›z biz. “Hocam, biz ilerici, demokratik e¤itimi savunuyoruz” derim, ö¤retmen üye olur, bir daha da sormaz “ne yap›yorsunuz” diye. Mesela, “maafllar›n›z az” demem bir profesöre gitti¤imde, maafl› azd›r belki, ama konu o de¤ildir. Ayr›ca, maaflla ilgili bir fley zaten yapam›yoruz ki, toplu sözleflmeye oturam›yoruz. O nedenle, “ça¤dafl e¤itimi savunuyoruz, karfl›m›zda sark›k b›y›kl›lar var, dinciler var” diyoruz. Muharrem’de dolafl›r›m iflyerlerini, aflureleri yerim, bu kültürel bir fleydir, memur Aleviyse, bizim sendikadad›r. Bu dernekçilik asl›nda, gerçek bir sendika çal›flmas› denemez. Bu da kamu çal›flan› için ne yaz›k ki çok bir anlam ifade etmiyor. Örgütlenme çal›flmas› yaparken “ama siz PKK’l›ym›fls›n›z” diye sorulmamas›n› ben de isterim. Ama soruluyor. Politik farkl›l›k kamu çal›flan› nezdinde gerçek bir farka tekabül etmiyor. ‹flverenle iliflkide di¤er sendikalarla aram›zda gerçek bir fark kalmad›. Üç konfederasyonun birbirlerinden temel farklar› neler? Bugün için fark›m›z temel politik meselelere yaklafl›mda. Biz demokratikleflme ad›na hakikaten bedel ödemifl ve bundan yüksünmeyen insanlar› temsil ediyoruz. Kamu-Sen CHP ve MHP’de cisimleflen fikriyat› temsil ediyor. Memur-Sen AKP’lidir. Tarihsel olarak bakt›¤›m›zda, KESK’i kuran unsurlar, memur-iflçi diye ayr›lmam›fl, hakiki bir iflçi s›n›f› hareketini, meflru, militan, kitlesel bir hareketi ortaya ç›karmak için yola ç›km›fllard›r. Kamu-Sen kontr-sendikad›r, biz sendikay› kurdu¤umuz için devlet eliyle kurulmufltur. ‹slâmc› hareketin ise temel devlet çizgisinden hep biraz fark› olagelmifltir. Onlar biraz d›flar›dayd›lar. 1978’de kurmufllard›r Hak-‹fl’i, 1980’lerin sonlar›na kadar
hiç grevi yoktur. Memur-Sen de öyledir. Namaz›nda niyaz›nda insanlar, devletin öz kurumlar›na, sendikalar›na pek girmezlerdi. Bugün, merkeze oturdu o sendikalar. Onlar›n eski üyelerinde de bir rahats›zl›k görüyorsunuz, al›flamad›lar yeni duruma. Ama art›k mesela e¤itimde en çok üyesi olan onlar ve flimdi bunu devlet deste¤iyle yap›yorlar. Onlar›n da tarihsel durumlar›yla flimdiki durumlar› farkl›. Sendikal çal›flma aç›s›ndan belirleyici olan AKP’nin ‹slâmî de¤erlere dayanan bir parti olmas› m›, neoliberal ekonomi politikalar› uygulayan, kapitalist ve otoriter bir sa¤ parti olmas› m›? ‹flveren sendikalar›n›n örgütü MÜS‹AD da AKP’yi desteklemiyor mu? Emekçilerin, çal›flanlar›n AKP’yi desteklemesinde solda duran sendikalar›n, siyasî hareketlerin AKP’ye yaklafl›mlar›n›n pay› yok mu? AKP, politikalar› itibariyle, ABD’deki Görkem Do¤an, E¤itim-Sen ve ÖDP üyesi, ‹stanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi, Kamu Yönetimi bölümünde araflt›rma görevlisi.
Fransa’da geçen sene dört genel uyar› eylemi yap›ld›. Latin Amerika’da da olumlu geliflmeler var. Bizim durumumuz o kadar iyi de¤il tabii, genelde flovenleflmeyle u¤raflt›¤›m›zdan bu olumlu hava bize bu kadar net yans›mayacakt›r. Cumhuriyetçi Parti’ye ya da Avustralya’daki Muhafazakâr Parti’ye ‹hvanil Müslimin’den daha yak›nd›r. Tabandaki insan›n buna dair bir rahats›zl›¤› olabilir, ama s›n›fsal mesele çok kolay ortaya ç›kan bir fley de¤il. ‹flyerinde, “Cuma’ya kaçan”la akflam rak› içmeye giden aras›nda görünür bir gerilim olabiliyor. Adam Alevinin verdi¤i yeme¤i yemiyor. Bunlar her gün a盤a ç›kan gerçek farklar. 2002’den beri AKP iktidarda. Din mühim bir fleydir. Bundan s›yr›l›p birdenbire “bunlar da liberalmifl” demesi zor insanlar›n. Bir TV program›nda ‹slâmc› yazar ‹hsan Eliaç›k, eski MÜS‹AD baflkan› Erol Yarar’la tart›flt›, herkes bunu konufluyor. Böyle bir s›k›nt› görüyoruz, ama bunun sonucunu bugünden yar›na beklemek gerçekçi de¤il. AKP hâlâ kent yoksullar›n›n oy verdi¤i bir parti. Yoksul s›n›flar›n, halk kesimlerinin sa¤ partilere oy vermesi AKP’yle bafllam›fl de¤il. Yoksullar AP’ye, DYP’ye de oy veriyordu. Farkl› olan, solda duranlar›n AKP’yi, anti-demokratik uygulamalar› ve ekonomi politikalar› nedeniyle de¤il, din ve dindarl›k üzerinden elefltirmesi.
Bu, s›radan dindar insanlar›, çal›flanlar›, yoksullar› AKP’nin kuca¤›na iten bir söylem de¤il mi? Bizim toplant›larda s›k s›k “s›n›fsal vurgu yapal›m” denir. Ama s›n›fsal vurgu yapmak için emekçilerin yönetti¤i devletin daha iyi bir devlet oldu¤una inanman›z gerekir. Solda kim buna inan›yor ki? Soral›m bugün kendisine solcu diyenlere: Venezüella’da m› yaflamak istersiniz, ‹sveç’te mi? Ne cevap verilecek? Eskiden, Sovyetler gibi olmaya çal›fl›l›yordu –Sovyetler’i iyi buldu¤um için söylemiyorum–, kimse mesela Fransa’y› örnek vermezdi. fiimdi, Chavez’i övmeye kalksan›z, ki elefltirilecek çok yan› vard›r, Türkiye solunda önemli isimlerin pek ço¤unun size yaklafl›m› olumsuz olacakt›r. S›n›fsal bir elefltiri getiriyor olman›z için “bu burjuva devletini y›kaca¤›z, emekçilerin yönetti¤i bir devlet kuraca¤›z”a sonuna kadar inan›yor olman›z lâz›m. Reel sosyalizmin çöküflünden sonra böyle bir inanç pek kalmad›. Mant›kî sonucuna inanm›yorsan›z, baflkalar›n› inand›r›r bir flekilde s›n›fsal bir elefltiri getirmeniz zor. Yapt›¤›n›z elefltirinin mant›kî sonucunu siz bile istemiyorsunuz. Böyle bir ortamda, bir yere kadar s›n›fsal elefltiri getirebilirsiniz. Durum böyleyse, s›n›fsal elefltiri, s›n›fsal perspektif yoksa, solun varl›¤›ndan söz etmek de zor de¤il mi? Söyledi¤im böyle “abese indirgeme”ye getirilebilir. Söylemek istedi¤im, bunun çok kolay olmad›¤›. Sendikada ya da partide (ÖDP) konufltu¤umuzda, “Böyle olmuyor, s›n›fsal elefltiriyi öne ç›karal›m” diyoruz, herkes diyor. Onur Öymen, Önder Sav öne ç›kar›ld›¤›nda CHP’nin oyu düflüyor, Çetin Soysal, Kemal K›l›çdaro¤lu öne ç›kt›¤›nda oylar› art›yor. Bu kadar net. Niye? Çünkü Çetin Soysal eski T‹KKO’cu, Sulukule’de yaflananlarla, bu tür konularla ilgileniyor, K›l›çdaro¤lu Tuncelili, SSK’dan geliyor. Di¤erleri üst-orta s›n›f›n yaflam tarz›n› konufluyor. Bunu görüyoruz ama, sahici bir s›n›fsal elefltiri için bu iflin sonundaki mevzuyu da savunuyor olman›z gerekir. O savunma 1991’den sonra bütün dünyada azald›. “Ekonomik kriz var, kapitalizm sorgulan›yor” diyoruz. Bu do¤ru olabilir, ama sosyalizmin yaflad›¤› itibars›zlaflma hâlâ devam ediyor. Sovyetler’i savunmadan, Venezüella’y› ‹sveç’e tercih etmek zorunda kalmadan da s›n›fsal bir perspektife sahip olunabilir herhalde. Kapitalizm elefltirisi, baflka bir hayat tahayyülü çal›flanlar›n örgütlenmesinde s›n›fsal bir bak›fl gelifltirmek için yeterli de¤il mi? K›smen yeterli olur. Ama KESK’in kadrolar› politik kadrolard›r. Ben tüzü¤ünü be¤endi¤im için de¤il, Devrimci Yol’cu abilerimden dolay› KESK’li oldum, çok net. E¤er Kürt ulusal hareketine mensupsan›z, hiç düflünmeden KESK’e üye olursunuz. U¤rad›¤›m›z bütün soruflturmalara, sürgünlere ra¤men bu ifle devam eden kadrolar›m›z böyle insanlard›r. Bu insanlar›n netli¤e ihtiyac› var. “Sosyalizmin genel sorunlar› çözülmeden sendikac›l›k yap›lmaz” gibi bir saçmal›ktan bahsetmiyorum. Önümüzdeki dönemde, solun
11
Foto: fiahan Nuho¤lu
genel olarak biraz daha rahatlayaca¤›n› düflünüyorum. “Daha çok mu vergi toplamak istiyorsun, o zaman vergileri düflür; daha çok ifl mi yaratmak istiyorsun, o zaman iflten atmay› kolaylaflt›r” deniyordu. Bunlar genel do¤rular olarak ders diye okutuluyordu. Bugün bunlar yanl›fllan›yor art›k. Fransa’da geçen sene dört genel uyar› eylemi yap›ld›; baya¤› baflar›l› eylemlerdi. Latin Amerika’da da olumlu geliflmeler var. Bizim durumumuz o kadar iyi de¤il tabii, genel olarak flovenleflmeyle u¤raflt›¤›m›zdan bu olumlu hava bize bu kadar net yans›mayacakt›r. Hangi KESK’liye “neden mustaripsin” diye sorsan›z, “ne kadar anlat›rsam anlatay›m, bana ‘sizin genel sekreter Roj TV’ye ç›km›fl’ diyorlar” diyecektir. Ç›kmas›n diyemezsiniz, bu bizim savundu¤umuz bir fley. Ama flu ortamda, bu toplumsal vasatta, bunu anlatmakta zorlan›yoruz. Ö¤retmenler biraz daha farkl›, daha ideolojik yaklafl›yorlar. Bizim üniversiteye (‹stanbul Üniversitesi) yeni kamu çal›flan› olarak ya yetifltirme yurdundan gelen çocuklar› ya da flehit yak›nlar›n› al›yorlar. fiehit yak›n› bir üyemiz var, ayda iki defa muhakkak yan›na gitmek zorunda kal›yorum, çünkü Türk E¤itim-Sen’liler dosyalar veriyorlar, PKK’l› oldu¤umuzu söylüyorlar. Gidip anlat›yoruz: “Bu adam Kürt diye onunla çal›flmayal›m m›, esas bölücülük bu de¤il mi?” Hoca oldu¤un için “hadi ordan, sen PKK’l›s›n” diyemiyor. Vergi dairesinde iki eflit memur olsak, onu o kadar kolayl›kla ikna edemeyece¤imi biliyorum. Ama, üye say›m›z› art›rd›k, ‹stanbul Üniversitesi’nde yetkiyi Türk E¤itim-Sen’den ald›k. Türkiye’nin konjonktürel siyasetinden dolay› s›n›fsal mevzuya girmemiz o kadar kolay olmayacakt›r. “Üretim araçlar›n›n sahipleri seni ezerler”, tamam, ama hayatta baflka politik saikler iflin içine giriyor, adam Kürt olman›n, Alevi olman›n yaratt›¤› s›k›nt›lar› yafl›yor. Bu durumda, insanlar›n Kürt olmak, Alevi olmak, Müslüman olmak gibi içine do¤duklar› kimlikleri veri alan bir
12
örgütlenme afl›lam›yor. Ve birbirine ba¤l› birkaç soru geliyor akla: S›n›fsal bak›fl di¤er d›fllanm›fll›klar›, ezilme biçimlerini yok sayman›n ya da talî görmenin aksine, bunlar›n nedenlerini yerli yerine oturtmuyor mu? S›n›fsal olarak ç›karlar›, konumlar› örtüflen çal›flanlar› beraber örgütlemedi¤imizde onlar› floven politikalara, ayr›mc›l›¤a itmifl olmuyor muyuz? Biz bir defa trenleri kaç›rd›k. Bunun etkilerini yaflad›¤›m›z› düflünüyorum. Bizim üye yafl ortalamam›z yüksektir, 40-45 aras›d›r. Esas kadrolar›m›z, 1979-80’de büyük kentlerde kenar mahallelerde yaflam›fl, devrimci abilerle tan›fl›p siyasete girmifl ve sonra bir flekilde kamu hizmetine girmifl ve sendikalaflm›fl insanlard›r. Onlar emekli oldukça zay›fl›yoruz. Kaç›rd›¤›m›z tren bu. 2001-2002’de sendikalar›m›z yasalaflt›¤›nda bir ak›m oldu, E¤itim-Sen üye say›s› 200 bini buldu; flimdikinin iki kat› yani. O zaman, yeni üye yapt›¤›m›z insanlarla tecrübeli kadrolar› buluflturmada hatalar›m›z oldu¤unu bugün görüyoruz. fiovenizm de say›y› h›zla düflürdü. Bu kadrolar›n emekli olmas›yla ara kuflak sorunlar› yafl›yoruz. 20012002’den itibaren kay›p y›llar var, arka arkaya çok hata yapt›k. Sizce bafll›ca hatalar nelerdi? 4688 say›l› yasaya do¤ru tav›r alamam›fl›z. Bir kez yanl›fl seçim yapt›¤›nda, sonra direksiyonu çevirmek o kadar kolay olmuyor. Fazla iyimser yaklafl›lm›fl. O s›rada büyük bir altüst olufl var Türkiye’de. Varolan siyasetlerin itibars›zlaflt›¤›, AKP’nin birdenbire yukar› ç›kt›¤› dönem. O dönemki esnaf eylemlerini hat›rlars›n›z. Onlar de¤erlendirilemedi. Bunun sebebini de s›rf KESK’lilerde aramamak gerekir. Kamu emekçilerinin sendikalaflma hareketi solun toplumla temel ba¤›d›r. Sorun birçok solcuya, ailesinden de¤ilse, ö¤retmeninden dolay› solcudur. Burada bir sorun olunca, toplumla iliflkinizi de etkiliyor. Baflka yerlerde, yöre derneklerinde, mahalle derneklerinde, iflçi sendikalar›nda böyle bir a¤›rl›¤›m›z
yok. A¤›rl›¤›m›z›n oldu¤u yer kamu çal›flanlar› hareketi, o da solda yap›lan hatalardan çok etkileniyor. Belki de temel hata demokratik-politik taleplerde bütünlüklü, ilkesel tavr› yakalamakta zorlanmaktan kaynaklan›yor. Örne¤in baflörtülülerin e¤itim hakk›n›, mesle¤ini icra etme hakk›n›, anadilde e¤itim hakk›n› savunurken, ayn› anda ve ayn› vurguyla zorunlu din dersine karfl› ç›kmak, ama bunu oportünist bir tav›rla, bir talebi di¤erleriyle nötralize etmek, daha hassas konular› di¤erlerinin arkas›na gizlemek için de¤il, tutarl› ve ilkeli olmak ad›na yapmak gerekmiyor mu? Baflörtüsü konusunda baz› arkadafllar›m›z› özgürlükçü yönelime sokmakta zorlan›yoruz. E¤itim-Sen hiçbir metninde yasak savunmam›flt›r. Ama o konunun biraz yan›ndan dolaflt›¤›m›z da do¤ru. Dedi¤iniz bir yöntem olabilir ama, biz bofl kaleye karfl› oynam›yoruz. Karfl›m›zdaki bir kontr-sendika; kuruldu¤undan beri bize karfl› faaliyet yürütüyor, PKK’l› oldu¤umuzun propagandas›n› yap›yor. Bizim bunlar› savunmam›z onlar› bu tür faaliyetlerden uzaklaflt›rmayacakt›r. ÖDP kuruldu¤u zaman da çok elveriflli bir ortam ve büyük bir toplumsal destek vard›. Ayn› fley, KESK’in kuruluflu için de geçerli. ‹ki yap› da bu süre içinde ciddi bir erime ve çeflitli kopufllar yaflad›. Siz temel dönemeçleri, temel hatalar› nerede görüyorsunuz? Ortada iki toplumsal hareket vard›: Bir, ‹stanbul ve Ankara’da üniversite ö¤rencileri koordinasyonu; ikincisi, kamu çal›flanlar›. Ben Koordinasyon’dayd›m o zaman. Partinin kurulmas› ve varoluflu Koordinasyon’a bir fayda sa¤lamad›, zarar verdi demiyorum, ama ö¤renci hareketini devam ettirmek, daha da yükseltmek gibi bir katk›s› olmad›. Nitekim o ö¤renci hareketi söndü... Ve arkas› gelmedi. ‘95-’96 KESK’in zirve y›llar›. Biz ö¤renciyken KESK önümüzü, ufkumuzu açm›flt›r. Bo¤aziçi Üniversitesi’nde ö¤renciyken, Gazi olaylar› oldu¤unda, E¤itim-Sen’le birlikte okuldan mahalleye kadar büyük bir yürüyüfl yapm›flt›k. fiimdi o mahallede her seçimde MHP bayra¤› as›l›yor. O alanda da bir iyileflme olmad›. Partinin kendine koydu¤u hedeflerden biri, toplumsal hareketleri gelifltirmek. ‹ki toplumsal hareketin yukarda oldu¤u bir dönemde kuruluyor, ikisini de gelifltiremiyor. Hem E¤itim-Sen’in ve KESK’in hem de ÖDP’nin içinde biri olarak sizce bu durumun nedenleri neler? Bir örnekle söyleyeyim, 2000’de partide bir tart›flmada devletlefltirmeyi savunamad›m. Niye? Devlet, devletlefltirme, bunlar kötü fleylerdi. fiimdi, “o zaman yeterince sosyalist de¤ilmifliz” denemez. O dönemin koflullar›nda, dünyay› alg›lay›fl öyleymifl. Kiflilerin hiçbir sorumlulu¤u, hatas› yok demiyorum. Kimsenin çok farkl› bir fley söylemedi¤i bir ortamda, bence toptan hata yap›lm›fl. O zaman devletlefltirmeyi savunan arkadafllar›n da genifl kitlesel bir partide sol kanat olmak ötesinde bir tahayyülleri yoktu. Herkes
geriledi. Toplamda bir gerileme var. DHKP-C bile Güler Zere olay›nda mesela ‹HD gibi çal›flt›. Bunu elefltirmek için söylemiyorum, toplamda bir gerileme oldu¤unu görmek lâz›m. En temel kavramlarda, alanlarda zafiyet gösterilmesi, sol bir partinin özellefltirmelere tav›r alamamas›, s›n›f kavram›n› neredeyse hiç dile getirmemesi varolma nedenine ayk›r› de¤il mi? Türkiye solu dünya soluyla karfl›laflt›r›labilecek bir birikime sahip de¤il. Solun Kemalizmle kendini ayr›flt›rmas› ‘70’leri buluyor. Bu kadar zay›f bir teorik birikimle, a¤›r bir darbe yemifl, ard›ndan reel sosyalizm çökmüfl. Bir savrulufl yaflanmas› normal. Bugün say›m›z çok az. Ciddi bir kadro sorunumuz var. Anadolu’nun her yerinde, en genifl anlam›yla oran›n solcu, demokrat oda¤› E¤itim-Sen’dir. Birisi sald›r›ya u¤rarsa, E¤itim-Sen’e s›¤›n›r. Ramazanda rahat yemek yiyebilece¤in yer E¤itim-Sen’in lokalidir, kültür hayat›nda nefes al›nabilecek yer varsa e¤er E¤itimSen’in lokalidir. Oralarda bütün bu çabay› sürdürenler 45-50 yafllar›nda dört-befl ö¤retmendir. Bu teorik savrulufl s›ras›nda gelene¤i devam ettirecek insanlar yaratamad›k. O nedenle, az say›da insan›n üzerinde büyük sorumluluklar var. Yüzbinlerce kamu çal›flan›n›n grev ve toplu sözleflme hakk›n› savunman lâz›m. Onun için de her yerde hayat› durdurman lâz›m, ama kadrolar budur. KESK’in büyük sorunlar› ve hatalar› oldu, bu sorun ve hatalar Türkiye solunun çok büyük sorunlar› ve hatalar› olmas›yla alâkal›. Son iki senede biraz daha olumlu bir yere geldi¤imizi düflünüyorum. Genel sa¤l›k sigortas›yla GSS) ilgili 14 Mart ifl b›rakmas› yabana at›lacak bir eylem de¤ildir. Öncesinde dörtbefl ayl›k ciddi bir çal›flma vard›r. ‹yimserli¤i korumak gerekir diye düflünüyorum. Eskiden yapt›¤›m›z hatalar› biliyor olmak önemlidir, tekrarlamamak için. Ama onun ötesinde, Katolik papazlar gibi sürekli kendini k›rbaçlamak da do¤ru de¤il. ‹yi jokeyler de söyler, ata az vurmak gerekir, çok vurursan›z koflmaz. Güçler budur, bu güçlerle ifl yapmak gerekiyor. Çal›flanlar›n ne kadar› 25 Kas›m eylemine kat›ld›? Kat›l›m çok yüksekti. En örgütlü kesim ö¤retmenler, yüzde 57 örgütlülük var. Kamu çal›flanlar›n›n toplam örgütlülü¤ü yüzde 50 civar›nda. Büyük flehirlerdeki okullar›n pek ço¤u durdu. Biz eylemi grev olarak adland›rd›k. Ama, sevk alarak ifle gitmeyen çok oldu. Korkunun nedenlerini de anl›yorsunuz. Üye olmayan ö¤retmenler aras›nda da derse girmeyen çok oldu. Eylemin tarihi iyi seçilmiflti, arefe öncesi oldu¤u için devams›zl›k çoktu. Siyasal Bilgiler fakültesinde mesela ders olmad›, ama ç›k›p da “o gün ders yapt›rmad›k, çok büyük örgütçüyüz” desem, yalan olur. Ertesi gün bayram tatili için flehir d›fl›na ç›kacaklar okula gelmemiflti. Normalde 60 kifliye ders yapan hocalar da bakt› ki 10-15 ö¤renci var, “grev var, ders yapm›yorum” dedi. Bunlar› da göz önünde tutmak lâz›m ama, e¤itim iflkolunda ciddi kat›l›m oldu. E¤itimden sonra, KESK’in en örgütlü oldu¤u iflkolu hangisi?
Sa¤l›k iflkolu ikinci s›rada. Neoliberal dönüflüm konusunda en tutarl› çal›flmay› sa¤l›kç›lar yürütüyor. Dünyan›n pek çok yerinde tabip örgütleri daha çok para kazanmalar›n› sa¤lad›¤› için bu dönüflümleri destekliyor. TTB (Türk Tabipleri Birli¤i) bu iflin karfl›s›nda yer ald›. Dev Sa¤l›k-‹fl ve SES’le (Sa¤l›k ve Sosyal Hizmet Emekçileri Sendikas›) de ciddi iliflkileri var. Sa¤l›kç›lar bir blok olarak durabiliyor. GSS’ye karfl› eylemlerde de sa¤l›kç›lar en öndeydi. Örgütlü sa¤l›kç›lar içinde hekimlerin oran› nas›l? SES’te hekim üyemiz çok de¤il. Doktorlar hemflirelerle ve di¤er sa¤l›k çal›flanlar›yla ayn› örgüte üye olmak istemiyor; onlar esas olarak TTB’de örgütlü, TTB’den gelen kararlara uyuyorlar. Çal›flanlar aras›ndaki statü fark›ndan do¤an ayr›mlar ne yaz›k ki kolayl›kla çözülemiyor. Adliyeler ve vergi dairelerinde KESK’e ba¤l› BES (Büro Emekçileri Sendikas›) var, BES çok fedakâr bir sendikad›r. Türk Büro-Sen’in de bu eyleme kat›lmas›yla, Ümraniye vergi dairesi, Kartal adliyesi gibi “kale” dedikleri baz› iflyerlerini durdurdular. Trenlerin kat›l›m› iyiydi, o da Kamu-Sen sayesinde oldu. Bizim BTS (Birleflik Tafl›mac›l›k Çal›flanlar› Sendikas›) büyük bir sendika de¤il, bir E¤itim-Sen flubesi boyutundad›r. Ama Türk Ulafl›m-Sen’in eyleme kat›lmas› etkili oldu. Kamu-Sen renkli, bas›na ç›kacak eylemi sever, ‹stanbul-Ankara trenini Geyve’de durdurursan›z, bas›na ç›kar, onu yapt›lar. Yap› Yol-Sen karayollar›nda etkili sendikad›r, onlar da gifleleri kapatt›lar. Ama, gifleler giderek insans›zlaflt›r›ld›¤› için çok fark edilmedi. Alan eylemine insanlar› ikna etmekte s›k›nt› oldu, o noktada bahsetti¤im meflruiyet sorunu ç›k›yor. Tek bafl›m›za bu kadar baflar›l› bir eylem yapt›¤›m›zda, 20 bine yak›n insan› Beyaz›t’a getirebiliyor olmam›z gerekirdi. San›r›m 10 bin civar›nda kifli vard›. Greve kat›lanlar›n ne kadar› iflyerlerinde grevde olduklar›n› aç›kça belirtti, ne kadar› sevk ald›? Biz grev dememize ra¤men, üye olmayanlar› ve Kamu-Sen’lileri sevk almadan greve ç›kmaya ikna edemedik, kendi üyelerimiz aras›nda da fire oldu¤u haberleri geliyor. Fakat devlet, sevk alanlar› da greve kat›lm›fl olarak hesapl›yor. Sevk alma 1989’dan beri çok yayg›n olarak yap›lan bir eylemdir. Disiplin soruflturmas›yla u¤raflmak istememekten kaynaklanan bir fley. Sevk almay› eylemin zay›fl›¤› olarak görmemek lâz›m. Kamu emekçileri hareketinde bu yerleflik bir formdur. Grev çal›flmas›n› da hakk›yla yapmamam›zdan ötürü, sevk alanlar›n oran› yar›dan fazlad›r. Eylemin öncesinde ciddi bir çal›flma olmamas›n›n, grev çal›flmas› yap›lmamas›n›n nedeni ne? Her y›l yapt›¤›m›z iki eylem vard›r: Bir, temmuz eylemi (flimdi toplu görüflmeden dolay› a¤ustosa kayd›); bir de bütçe zaman›, standart kas›m eylemi. Dolay›s›yla biz zaten kas›m eylemini bekliyorduk. Birdenbire Sami baflkan (KESK baflkan› Sami Evren) ile Kamu-Sen baflkan› birlikte grev aç›klad›lar. Grev karar› böyle al›nmaz, he-
14
Fatsa’da e¤itim emekçilerinin grev halay›. (25 Kas›m)
yoksa, ortaya bu sonuç ç›k›yor. Kamu çal›flanlar›n›n en genel sorunlar›, talepleri neler? Maafllar›m›z az tabii, ama esas sorun güvenceli çal›flman›n giderek yok olmas›. Kamuya esneklik dayat›l›yor. Sözleflmeli, ücretli ö¤retmenlik giderek yayg›nlaflt›r›l›yor. Ücretli ö¤retmenlerin sendika hakk› tart›flmal›. Esas savafl alan›nda olanlar sözleflmeli ve ücretli ö¤retmenler. fiubelerde a¤›rl›k sözleflmeli ö¤retmenlerde olursa bir hareketlenme olur. Kumanday› onlar almal›, alm›yorsa sendikalar›n kendisini aflacak gücü olamaz. Örgütlenmede kamu/özel sektör ya da iflçi/memur sendikas› ayr›mlar›n›n afl›lmas› gerekmiyor mu? Bu bilerek yap›lm›fl bir fley, bu kadar bölünme iflverenin iflini kolaylaflt›r›yor. Ayr›ca, örne¤in ö¤retim görevlilerini art›k özel sektör gibi çal›flt›rmaya niyetliler. YÖK baflkan› daha yeni “Maafllar› art›ra-
Konjonktürel siyasetten dolay› s›n›fsal mevzuya girmemiz kolay olmayacak. “Üretim araçlar›n›n sahipleri seni ezerler”, tamam, ama hayatta baflka politik saikler iflin içine giriyor, adam Kürt olman›n, Alevi olman›n s›k›nt›lar›n› yafl›yor. ca¤›z ama, yap›lan projeler üzerinden de¤erlendirece¤iz. Kim ne kadar üretim yap›yorsa, o kadar maafl almas› lâz›m” dedi. Üniversitelerin akademik kadrosunda doçentler ve profesörler d›fl›nda kimsenin çal›flma güvencesi kalmad›. Kamu/özel sektör ayr›m›n› aflmam›z flart. E¤itim-Sen’de 110 bin üyemiz var. Bu önemli bir güçtür, ama bu güç at›l durumda, kullanam›yoruz, çünkü bu 110 bin üyenin büyük ço¤unlu¤u güvenceli çal›flan ö¤retmenler. Oysa dershane ö¤retmenleri cang›l koflullar›nda çal›fl›yor: ‹lan da¤›tt›r›yorlar, telefonlara bakt›r›yorlar. Örgütsel olanaklar›m›z› oralar› örgütlemek için kullanabilmemiz lâz›m. SSK’s›z araflt›rma görevlisi çal›flt›ran üniversiteler var! Özel üniversiteler sigortas›z araflt›rma görevlisi çal›flt›rabiliyor, tekstil atölyesi gibi! Asistanlar› burslu ö¤renci olarak gösteriyorlar. Madem piyasa koflullar› bu kadar egemen, o zaman vak›f üniversitelerinin çal›flanlar›n›n da bizimle örgütlenebilmesinin önü aç›ls›n, toplu sözleflme, grev hakk› verilsin. Bun-
Söylefli: Siren ‹demen
le KESK’te hiç al›nmaz. Buras› Türk-‹fl de¤il ki. Üyeler flubelerde deli gibi çal›fl›rlar, maafl almazlar. Biz profesyonel sendikac›l›k yapm›yoruz. Bir üyeyi bir ifle ikna etmek istiyorsan, fikrini soracaks›n, adam yerine koyacaks›n. Kimseye dan›flmadan baflkan›n böyle bir aç›klama yapmas› hem yöntem olarak yanl›flt›r, hem de KESK’li buna tepki verir; yüksek sesle sesini ç›karmasa bile, o eylem için flevkle çal›flmaz. Al›flt›¤›m›z tarz bu de¤il, genel merkezden genelge gelecek, biz de ifl yapaca¤›z! Politik bir örgütlenmeden bahsediyoruz. Bizde kararlar flöyle al›n›r: Yurtseverler kendi aralar›nda konuflur, biz (ÖDP’liler) kendi aram›zda konufluruz, Emek Partililer kendi aralar›nda konuflur. Böyle yürür bu ifller. Bir tür partiler koalisyonu gibi... Partiler koalisyonu de¤il, partiden emir gelmez. Hatta çok elefltirilir, “dukal›k” derler E¤itim-Sen’e. Üyeler kendi aralar›nda konuflur, partiye sorduklar›n› zannetmiyorum. Sonuçta, kamu çal›flan› kendisi konuflur, tart›fl›r, kararlar öyle al›n›r. Bu defa öyle olmad›. Eylemin ad›ndan ötürü radikal olmas› benim ona flevkle as›lmam› getirmiyor. Karar alma sürecinin demokratik olmas› beni daha çok flevkle çal›flmaya yöneltir. Sami Evren’in böyle bir yol izlemesinin nedeninin KESK’teki bürokratikleflme oldu¤u söylenebilir mi? Memur sendikac›l›¤›n› kabul ediyorsan, kendini oraya s›k›flt›r›yorsan, bürokratik bir aparat haline geliyorsun. ‹kincisi, baflkan kiminle konuflup tart›flacak? Bir bölünme yaflad›k ve tart›flacak yap›lar› da kalmad›. Ayr›ca, 4688’de yazd›¤› flekilde çal›flmaya al›flt›k, bu da ciddi bürokratik bir yap›y› getiriyor. Siyasî partiler yasas› da öyledir, yasalar tüzü¤e ne yazaca¤›n› söyler; bir kez bunu kabul etti¤inde, bürokratik mekanizmay› kabul etmifl olursun. Bu kanundan önce, Dan›flma Kurulu’ndan karar ç›kar›l›rd›, flimdi öyle de¤il. Bir genel baflkan›m›z var, onun içinde oldu¤u yedi kiflilik yönetim kurulu var ve onlar profesyonel sendikac›l›k yap›yor. Yasal, kurumsal çerçeveye teslim olursan, onun mant›¤› zaman içinde sana hükmediyor. Yönetimdeki yap›lar›n da iflyerlerinde gerçek karfl›l›klar›, güçleri
lar› aflman›n yolu, fiilî, meflru mücadeledir. Bir vak›f üniversitesinde örgütlendi¤im zaman, o noktada görürüz, üniversite E¤itim-Sen’le toplu sözleflme yapacak m›, yapmayacak m›? Özel üniversite çal›flanlar›nda örgütlenme talebi var m›? Çok yayg›n de¤il tabii, ama bir istek var. Örgütlenme çal›flmas›na bafllamak için on kifli yeterli. Özel iflletmelerde yüzde 50 art› biri alana kadar, sendika çal›flmas› yapt›¤›n›n bilinmemesi gerekiyor, tek kelime etmemen lâz›m. Duyuldu¤u anda engellenmeye çal›fl›l›yor. Migros’un sendika olmayan tek birimi Kartal’daki depo, Kartal’daki arkadafllarla orada örgütlenme yap›yorduk, mevzu a盤a ç›kt›¤› anda milleti kovmaya bafllad›lar. Bir de, beyaz yakal›lar›n kendilerini “çal›flan” olarak, “emekçi” olarak görmemesi durumu var, ço¤u kendilerini imtiyazl› bir s›n›f›n üyeleri say›yor... Üniversitelerin sendikal›laflmas›n›n önündeki en büyük sorun zaten bu. Fabrika iflçisi de¤ilseniz, sendika üyesi olmak akl›n›za dahi gelmiyor. Beyaz yakal› dedi¤imiz insanlar› çok zor üye yazars›n. Ama, bizim üyelerimizin büyük ço¤unlu¤u kendisini iflçi olarak görür ve ondan dolay› üye olmufllard›r. Bunun bir-iki istisnas› var: Profesörler, doçentler, hatta araflt›rma görevlileri, sa¤l›kç›larda doktorlar›n bir k›sm›... Ama mesela vergi dairesi çal›flan›, ö¤retmen, hemflire, onlar emekçi olma bilinci olan insanlard›r. Yeni ç›kacak sendika yasas›yla iflkolu say›s› azalt›l›yor. Sendikalaflman›n iflkolu temelinde olmas› örgütlenmeyi k›s›tlayan, daraltan bir fley de¤il mi? Bence Fransa’daki gibi, olabildi¤ince az düzenlenmeli. Devlet bir fley dayatmamal›. Örgüt kendi statüsüne, kimi örgütleyece¤ine kendisi karar vererek tüzü¤üne yazmal›. ‹flkoluna göre örgütlenmek iyidir veya iflyeri sendikac›l›¤› kötüdür denemez. Bu konunun her zaman için geçerli bir reçetesi olamaz. Bugün Türkiye’de ne kadar serbest b›rak›l›rsa o kadar iyi, çünkü çok zor durumday›z. Normalde, iflyeri sendikac›l›¤› literatürde tutulan bir fley de¤ildir. Ama öyle bir durumday›z ki, iflyerini örgütleyebiliyorsan iflyerini, iflkolunu örgütleyebiliyorsan iflkolunu örgütle. Bizde iflkolu sistemi hiçbir yerde yok. fieker iflkolu diye iflkolu var! G›da iflkolu olur. Deri sanayii ayr›, gemi ayr›... Geminin ayr› olmas›, tersane sahiplerinin iste¤idir. Türk-Metal, ki bence sendika de¤ildir, ama Türk-Metal dahi olsa, Tuzla’da bu kadar kör gözüm parma¤›na ifl yapamazlard›. Bugün sendikac›l›kta temel sorun barajd›r, baraj›n kalkmas› gerekiyor. Sendika düzenimiz yalan içinde yafl›yor. ‹flkolunda yüzde 10 baraj›n› gerçekte neredeyse hiçbir sendika aflamaz. Ve bu bir tehdit unsurudur, sendikalar sesini yükseltti¤inde Çal›flma Bakanl›¤› bu durumu kullan›r. Bunda da sendikalar›n büyük suçu var. Türkiye sendikac›l›¤› bafl›ndan beri korporatist bir model savunmufltur. Gelene¤i budur. Baraj ne gerekli ne gerçekçi, sendikalar› yalan içinde yaflamaya itiyor.
“KESK TAR‹H‹”N‹N YAZARLARINDAN YILDIRIM KOÇ ANLATIYOR
Düzen karfl›tl›¤›ndan düzeniçili¤e Hayatlar›n› s›n›f mücadelesine ve sendikal harekete vakfetmifl iki ismin, Canan ve Y›ld›r›m Koç’un imzas›n› tafl›yan “KESK Tarihi -1” övgüyü hak eden bir çal›flma. Ne var ki, söz konusu yazarlar›n Kürt hareketine bak›fllar›n› paylaflmam›z, dahas›, Y›ld›r›m Koç’un Ayd›nl›k’ta yazmas›n› içimize sindirebilmemiz mümkün de¤il. Gelgelelim, bu durum “KESK Tarihi -1”in önemini azaltm›yor, zira yay›nevinin (Epos Yay›nlar›) sunufl yaz›s›nda vurgulad›¤› gibi, “sendikal alanla ilgilenen araflt›rmac›lar için eflsiz bir kaynak”. ‹lave edelim, yaln›z araflt›rmac›lar için de¤il, s›n›f mücadelesiyle ilgilenen herkes için bir baflvuru kitab›. Y›ld›r›m Koç’a teybimizi uzatt›k, KESK’in dününü ve bugününü konufltuk... “D‹SK Tarihi”nden sonra, yine Canan Koç’la birlikte “KESK Tarihi -1”i yazd›n›z. “KESK Tarihi -2” de yolda galiba. ‹kinci cildin ad› ne olacak? Y›ld›r›m Koç: ‹kinci cildin altbafll›¤› “Yerleflenler”. Sisteme uyum sa¤layanlar, düzen içine, düzenin kurallar›na uyarak ve hatta düzen karfl›tl›¤›n› birçok alanda ciddi biçimde k›s›tlayarak sendikal faaliyeti sürdürenler anlam›nda. Birinci cildin altbafll›¤› “Risk Alanlar / Yolu Açanlar”›n anlam› ne? Dünyada sosyalizmin çöktü¤ünün ileri sürüldü¤ü koflullarda, Türkiye’de iflçi s›n›f›n›n memur statüsünde çal›flt›r›lan beyaz yakal›lar kesimi, sosyalist-komünistlerin önderli¤inde bir kitle hareketi gelifltirdi. Bu durum, hem Türkiye aç›s›ndan hem de dünyada olup bitenlere ra¤men meydana gelen gayet ilginç bir özelliktir. Ve bu kitle hareketi hem düzend›fl› hem düzen karfl›t›yd›. Bir örgüt, düzend›fl› olup düzen karfl›t› olmayabilir, yani sistemin yasalar›n›n d›fl›nda faaliyet gösterip ayn› zamanda o sistemi savunuyor bile olabilir. Düzene karfl›d›r, ama ayn› zamanda da genel olarak kapitalizmden baz› nimetler elde etmeye çal›flan, kapitalizmi de¤ifltirmeye çal›flmayan denebilir. Düzeniçilik/d›fl›l›k ve düzen karfl›tl›¤›n› iki ayr› kategori halinde anlamak gerekiyor. Kamu Çal›flanlar› Sendikalar›, ortaya ç›kt›klar›nda düzend›fl›yd›lar –düzenin koydu¤u kurallara uymadan örgütleniyor ve faaliyet gösteriyorlard›–, ayn› zamanda da düzen karfl›t›yd›lar. Kapitalizmin ötesinde bir düzeni arzuluyorlard›; bu, çeflitli biçimlerde tezahür ediyordu. Ütopya m›yd› bu? O dönemde “ideolojiler bitti” propagandas› çok etkiliydi. Hay›r, çok gerçekçiydiler. Sosyalist-komünist kadrolar›n bir fleyler yapma çabas›yd›. Fakat iflçi sendikac›l›¤›nda etkili olunmad›. ‹flçi sendikac›l›¤›, özellikle 1989-91 sonras›nda kitlesinin gerçek gelirlerini art›rmada önemli baflar›lar elde etmiflti. Ama memur kitlesinde, iflçi ve memur gelirleri aras›ndaki fark›n aç›lmas›yla ba¤lant›l› olarak bir tepki ve dolay›s›yla aray›fl vard›. Bu aray›fl ve tepkiyi sosyalist-komünist kadrolar yönlendirdi. 1994-95 y›llar›nda memur ayl›klar›nda ciddi gerileme oldu, bunun getirdi¤i tepkiyi de sosyalist-komünist kadrolar örgütledi. Bu anlamda düzend›fl› ve düzen karfl›t› nitelikte bir yap›lanmayd›. Bu y›llarda kurulan sendikalara önderlik eden kadrolar ciddi özveride bulundular, büyük bedeller ödedi-
ler. Ama daha sonraki süreçte, özveride bulunanlar, bedel ödeyenler çeflitli biçimlerde tasfiye edildi. Yerlerine gelenler düzeniçilefltiler ve düzen karfl›t› niteliklerini büyük ölçüde yitirdiler. Örne¤in, anti-emperyalist olmaktan ç›kt›lar, küreselleflme karfl›t› oldular. Anti-kapitalist olmaktan vazgeçtiler, neo-liberalizme karfl› oldular. Geçmiflte s›n›f mücadelesini savunurlard›, sosyal diyalogdan yana oldular. Geçmiflte fiilî meflru sendikac›l›k derlerdi, onu yapamamaya bafllad›lar. Bütün bunlara ba¤l› olarak da bir düzeniçileflme ve düzen karfl›tl›¤› niteli¤ini yitirme süreci bafllad›. ‹kinci kitapta bunlar› anlamaya, ö¤renmeye ve belgelemeye çal›fl›yoruz. Y›ld›r›m Koç
Sendikac›l›kta soru fludur: Sonuç ald›n m›? Sendikac›l›kta ölçüt, ben çok iyi dayak yedim, çok iyi mücadele ettim de¤ildir. KESK’in 1995’te 500 bin olan üye say›s› bugün 224 bine indiyse, oturup düflünmek gerekmiyor mu? Bas›nda ve internet ortam›nda kitab›n›za yap›lan elefltirilerde “Bu kitab› yazmak bir Ayd›nl›k yazar›na m› kald›?” dendi, Türk-‹fl’teki dan›flmanl›¤›n›z nedeniyle düzeniçileflmeye katk›n›z oldu¤u söylendi. Ve tabii Kürt hareketini “Kürt milliyetçili¤i” olarak tan›mlaman›z bafll› bafl›na bir sorun. Bana sayfalar›n› açan herkese yaz› veriyorum. ‹flçi s›n›f› konusunda her kesime yaz› veririm. Bildiklerimi ve çal›flmalar›m› s›n›f hareketi için harekete geçirece¤im yerlere yazmaktan imtina etmiyorum. Kürt sorununu iflçi s›n›f› çerçevesinde, emek/sermaye çeliflkisi çerçevesinde, anti-emperyalizm çerçevesinde düflünüyorum. Ayr›ca, bu konuda örtüler alt›na gizlenerek davranm›yorum.
Aç›n bak›n sol-sosyalist bas›na, Kürt sorunu konusunda kimler nas›l elefltiriliyor. Ben k›v›rmadan, örtüler alt›na saklanmadan kendi Marksist bilgimle konufluyorum. Ben Marksistim, yafl›m 59, k›rk y›l› aflk›n süredir kendine Marksist diyen bir insan›m. ‹kincisi, 1972’den beri sendikalarla do¤rudan ilgileniyorum, sendikalarda çal›fl›yorum. Üçüncüsü, bu alan› çal›fl›yorum ve bu nedenle de biliyorum. Türkiye iflçi s›n›f› tarihine dair, memurlar dâhil olmak üzere, en büyük arfliv bizde. 37-38 y›ld›r sendikalardan arfliv topluyoruz. Eski D‹SK’çiyim, eflim de eski D‹SK’çi. D‹SK’e ba¤l› Maden-‹fl sendikas›nda çal›flt›k. 12 Eylül öncesinde Yeralt› Maden-‹fl’in e¤itim müdürlü¤ünü yapt›m. Daha sonra, Devrimci Metal‹fl sendikas›n›n Ankara flube baflkanl›¤›n› yapt›m. Yani sendikal faaliyetim Türk-‹fl’le s›n›rl› de¤il. ‹kincisi, Türk‹fl’in politikalar›n› ben belirlemedim. Keflke öyle bir gücüm olsa. Türk-‹fl’te çal›flt›m, çal›fl›rken yap›lan baz› olumlu ifllerin alt›nda benim de çabam var, onlar› sahiplenirim. Ama sendikac›l›kla u¤raflmayan baz› insanlar, sendikac›lar›n kolay güdülebilir koyun oldu¤unu zanneder. “Osmanl›’da oyun çoktur” denir, sendikac› Osmanl›y› suya götürür, susuz getirir. O elefltirileri yapanlar› da suya götürür, susuz getirir. Türk-‹fl’in içinde bulundu¤u durum nedeniyle orada çal›flm›fl biri olarak benim suçlanmam saçmasapan bir tav›r. Sosyalist, komünist sol ve di¤er kesimler Türkiye’nin analizi konusunda önceden verilmifl kararlar› meflrulaflt›r›c› çabalar içindeler. Ne olup bitti¤ini do¤ru dürüst bilmiyorlar. KESK’in içindekiler KESK tarihini bilmiyor. 1985-95 döneminin KESK tarihini tespit ettik, kimsenin elinde olmayan belgelerle. Nas›l oldu¤unu anlatt›k, niçin oldu¤unu anlamaya çal›flt›k. Bu zor bir ifl. Kimse böyle bir hamall›k yapm›yor ki. Bu ifller birikim, çal›flma, adanm›fll›k ve emek ister. ‹nat ve sebat ister. Bu insanlar bunu da yapmay›p elefltirebiliyorlar. Benim yafl›mdaki insan için kimin, nas›l ve neden elefltirdi¤i önemlidir. Yazar› sevmedikleri için ve günlük yaflam ideolojileri çerçevesinde elefltirenleri ciddiye alm›yorum aç›kças›. Marksistim dediniz. Marksizmi nas›l tan›ml›yorsunuz? Marksizmi en iyi tan›mlayan fley “Feuerbach Üzerine Tezler”in 11.’sidir. Dünyay› yorumlayacaks›n, ama onunla yetinmeyeceksin, dünyay› de¤ifltirmek için çaba içinde olacaks›n. Bunun temeli
15
16
de yükseltebilmifl midir? Kitab›m›z›n ilk bölümünde de gösterdi¤imiz gibi, 1990’l› ve 2000’li y›llarda kamu çal›flanlar› sendikalar›n›n gerçek gelirleri azald›. ‹kincisi, çal›flma koflullar›nda bir geliflme var m›? Haftal›k çal›flma süresi azald› m›, do¤um izinleri artt› m›, ifl sa¤l›¤› güvenli¤i konusunda yeni önlemler al›nd› m›, yönetime kat›lma konusunda yeni düzenlemeler yap›ld› m›? Bunlarda hiçbir geliflme yok, 657 say›l› Devlet Memurlar› Kanunu aynen geçerli. Üçüncüye gelelim, peki sendikal faaliyet sonucunda grev hakk› yasallaflt›r›ld› m›? Hay›r. 2004’te AKP’nin, AB’nin baflka bir amaçla istedi¤i bir de¤iflikli¤i yapmas› sonucunda bir yan ürün olarak grev hakk› yasallaflt›. Memurlar›n ve KESK’in mücadelesiyle olmad› bu. Toplu sözleflme masas›na oturabildiler mi, oturamad›lar. Tespit yap›lmas› gereken nokta flu: Yirmi y›ld›r büyük bedeller ödeyerek, büyük mücadelelerle sendikalar›n› meflrulaflt›rd›lar, örgütlendiler. Peki, örgütlü mücadele sonucunda ücretler artmad›ysa, koflullarda bir geliflme olmad›ysa, toplu sözleflme ve grev haklar› elde edilmediyse, KESK’in 1995’te 500 bin olan
Yirmi y›ll›k bir sendikal hareket dönemi var. Memur ayl›klar› millî gelirin üzerinde artt› m›, artmad› m›? Artmad›. Çal›flma süresi azald› m›, do¤um izinleri artt› m›, ifl güvenli¤i konusunda önlemler al›nd› m›? Bunlarda hiçbir geliflme yok. üye say›s› bugün 224 bine indiyse, oturup düflünmek gerekmiyor mu? Biz bunu yapmaya çal›fl›yoruz. Kitab›n›zda sosyalistler, komünistler olmasayd› KESK olmazd› diyorsunuz... Sosyalistler olmasa, b›rak›n KESK’i, Kamu-Sen ile Memur-Sen de olmazd›. Kamu çal›flanlar› sendikac›l›k hareketinin bafl›n› sosyalistler ve komünistler çekti¤i için ülkücüler ve ‹slâmc›lar bu alana girdiler. Daha önce ak›llar› neredeydi? Yoktu ki. Kamu-Sen’ciler 1989’da Kamu Çal›flanlar› Vakf›’n› kurdu. O zaman Kamu-Sen yok. Bafl›na gelen kifli bir MHP’li. 1992’de konfederasyonlar›n› kurduklar›nda ayn› kifli, Ali Ifl›klar, genel baflkan oldu. fiu anda MHP genel baflkan yard›mc›lar›ndan biri. Devletin icazetiyle kuruldular, ama büyümeleri devlet dahliyle olmad›, öyle de¤il mi? Olmad›, hay›r. Memur kitlesinin ço¤u zaten muhafazakâr. Türkiye toplumunun ço¤unlu¤u muhafazakâr, nereye gidecek? KESK’i kuranlar›n, “risk alanlar ve yol açanlar”›n bu muhafazakâr toplumda, solcu oldu¤u belli olan bir sendikay› bu kadar geniflletmeleri çok önemli bir fley de¤il mi? Çok ak›ll› davrand› ilk önder kadro. Çok önemli ifller yapt›lar ve önemli bedeller ödediler. Bask›lara gö¤üs gerdiler, geri çekilmediler, direndiler. Bu kadrolar, kendilerini nas›l tan›mlarlarsa tan›mlas›nlar, ‘90’lar›n bafllar›nda Marksist gibi davrand›lar. Memur kitlesinin iç dinamiklerinin örgütlenmeye
uygun oldu¤u koflullarda ortaya ç›kt›lar. ‘91 toplu sözleflmelerinde kamu sektöründeki iflçilerin ücretleri iki-üç kat›na ç›kt›. Memur kitlesinde bir örgütlenme e¤ilimi oldu. O e¤ilimin önünü açacak cesareti ve çabay› gösterdiler. Bir Marksist nas›l davranmas› gerekiyorsa öyle yapt›lar. Memur sendikalar›na önayak olanlar, vurgulad›¤›n›z gibi, sosyalist-komünistlerdi. Sendikalar›n kuruldu¤u zamanlarda bu örgütlerin etkin olmalar›n›n, flimdiyse daha etkisiz olmalar›n›n sendikal mücadelede etkisi yok mu? Öyle denebilir. O y›llarda kelle koltukta giden insanlar vard›. Sendika olanaklar›n› flahsî ç›karlar› için kullanma niyeti olmayan, aksine, elindeki her fleyi o mücadeleye verecek insanlar vard›. O insanlar›n tasfiye süreci KESK’in içinde bulundu¤u durumu da bir ölçüde aç›kl›yor. Elmas Yalç›n öldürüldü. Çok kifli tutukland›. Türkiye Cumhuriyeti, memurlar›n›n siyasal çizgisini çok yak›ndan izler. Ve tehlikeli buldu¤u unsurlar› tasfiye eder. Mesela Arçelik’teki iflçinin siyasal kimli¤i, iliflkileri devlet için çok önemli de¤ildir. Ama devlet ad›na hizmet götüren ve devlet ad›na belgelere eriflebilen bir insan tehdittir. 1946’da sendikalar kurulduktan sonra, solcu sendikalar tasfiye edildi ve devlet sendika örgütledi. Sabahattin Selek vard›, süvari üste¤meniydi. Emekliye ayr›ld›. O zaman›n CHP’si devlet demekti, ‹flçi Bürosu kurdu. ‹flçi Bürosu’nun baflkan yard›mc›s› Selek’ti. Selek fabrikalara gitti, ustabafllar›yla müdür odalar›nda toplant› yapt›. Halkevlerinden masa-sandalye, Çal›flma Bakanl›¤›’ndan para getirdi ve sendikalar› kurdu. Devlet kendi kontrolündeki iflyerlerinde kendi kontrolünde sendika istiyordu. Ortal›¤› bofl b›rakt›¤›nda sosyalist, komünist örgütlerin sendikalarda etkili olabilece¤ini görmüfltü. 1946 haziran›nda örgütlenme yasa¤› kalkar. TKP’nin legaldeki iki uzant›s›, Türkiye Sosyalist Partisi ile Türkiye Sosyalist Emekçi ve Köylü Partisi hemen sendika kurmaya bafllarlar. 16 Aral›k ‘46’da bu sendikalar kapat›l›r. ‘46 haziran›ndan 16 Aral›k’a kadarki süreçte düzend›fl› örgütlenmelerdir sendikalar. ‘47 flubat›nda yeni yasa ç›kar ve CHP’de ‹flçi Bürosu kurulur. KESK’in süreci de benzerdir. Kelle koltukta yürüyen sendikac›lar›n say›s› azald›, dolay›s›yla da sendikalar zay›flad›, öyle mi? Evet. Ufuk darald›. Kelle koltukta giden, sendika olanaklar›n› flahsî ç›karlar› için kullanma niyeti olmayan ve tabii Marksist gibi davranan insan say›s› azal›nca sendikalar zay›flad›. fiu andaki durum ne? KESK, üye say›s› azalmas›n›n ötesinde, sosyalist kimli¤ini büyük ölçüde yitirmifl durumda. Bunu demokrasi mücadelesinde görüyoruz. Mücadeleyi bir burjuva demokrat› gibi alg›l›yorlar. Düzen karfl›t› ve düzend›fl› mücadelenin arac› olarak de¤il, düzeniçileflmenin ve hatta düzen karfl›tl›¤›n› s›n›rland›rman›n bir arac› olarak kullan›l›yor flu andaki mücadele.
Söylefli: Rafet Özen
de d›fl›m›zdaki dünyan›n iflleyifl kurallar›n› do¤ru tespit edebilmek. Marksizmin en önemli katk›s› bu. Marx’› daha önceki düflünürlerden ay›ran en önemli noktalardan biri, “kapitalizmin kendi mezar kaz›c›lar›n› yarat›yor oldu¤u” tespiti. Yani iflçi s›n›f› ile sermayedar s›n›f› aras›ndaki temel ve uzlaflmaz çeliflki. Bu anlamda iflçi s›n›f› çok önemli. Son dönemlerde KESK’in belgelerinde iflçi s›n›f› kavram› kullan›lm›yor. Emek hareketi kavram› kullan›l›yor –çok yanl›fl bir fley. Bir sosyalist için emek hareketi kavram› yanl›flt›r. Emek hareketi, Amerikan sosyolojisinden esinlenen yak›n dönem Avrupal› sosyal demokrat kesimlerin s›n›f hareketi yerine ikame etti¤i kavramd›r. Marksist s›n›flar kavram›na sahip ç›kmak, bu kavram› anlamak gerekiyor. Marksizm dünyay› dönüfltürmede belirleyici gücün iflçi s›n›f› oldu¤unu kabul ediyor. Bu anlamda ben Marksistim. S›n›f mücadelesini ve toplumsal süreçleri bu flekilde aç›klamaya çal›fl›yorum. Tarihin s›n›flar aras› dengelerle iliflkili mücadelelerle ilerledi¤ini düflünüyorum. Leninizmi nas›l de¤erlendiriyorsunuz? Lenin, ilkeli tavr›n ve Marksist politika ustal›¤›n›n sembollerinden biridir. Marx’ta o inat yoktur. Marx 1848 devrimlerinden sonra siyasî yaflamdan çekildi. Alman sosyal demokrat partisini etkiledi, ama kendisinin do¤rudan siyasî faaliyeti yok. Lenin’i, Marksizmi bize aktaran ana kanal oldu¤u için çok ciddiye al›yorum. Alman sosyal demokrasisi emperyalizmle uzlaflt› ve Marx, Marksizm ortal›ktan silindi. Lenin ve Rus devrimi olmasayd› Marx’›n insanl›¤a b›rakt›¤› bu büyük mirastan yararlanan›yor olamayacakt›k. Öte yandan Leninist bir örgüt modeli olay› var, ona kat›lm›yorum. Rosa Luxemburg’un elefltirilerini hat›rlamak, tart›flmak önemli olmal›d›r. Rus ve Çin devrimleri son derece önemlidir. Ama bu, Leninizmin örgütlenme ve mücadele yöntemlerinin evrensel oldu¤u görüflünü sa¤lamlaflt›rmaz, çünkü Çin devrimi farkl› bir biçimde geliflmifltir. KESK’e dönelim. KESK demokratik kitle örgütlerinin temel tafl› olan ekonomik-demokratik mücadeleyi nas›l anl›yor? KESK’in çok önemli iflleri var. ‹flçi sendikalar›ndan çok daha ›srarl›, inatç› mücadele verdiler. 20 Aral›k ‘94 eylemi, 1718 Haziran ‘95 eylemi, 4 Mart ‘98 K›z›lay direnifli önemli eylemlerdir. Ama sendikac›l›kta sorulan soru fludur: Sonuç ald›n m›? Sendikac›l›kta ölçüt, ben çok iyi dayak yedim, çok iyi mücadele ettim de¤ildir. KESK’i ve Kamu-Sen’i de¤erlendirirken birkaç soru sorar›m. Sendikalaflma tart›flmalar› ‘85’te bafllad›. Sendikalar ’90’da kuruldu. Yani yirmi y›ll›k bir aktif sendikal hareket dönemi var kamu çal›flanlar› sendikalar›n›n. Memur ayl›klar› bu dönemde millî gelirin üzerinde artt› m›, artmad› m›? Artmad›. Bir sendikan›n baflar›s›n›n ilk ölçütü fludur: Ücretleri millî gelirden al›nan pay artacak biçim-
MAV‹
L‹CE-ANKARA-KAB‹L HATTINDA KIRIK B‹R FAY
Tak›m elbise, f›nd›k f›st›k, nato mato
DAKT‹LO
Konumuz aç›l›m. Açal›m: 1925’i tart›flmadan 2009’da Kürt aç›l›m› olur mu? Onur Öymen, Dersim’i anlatt›! Di¤er 28 isyana, tenkile ne demeli? Faili meçhuller, yak›l›p y›k›lan köyler ne olacak? Bir de Beyaz ya da Resmî Kürtler meselesi var. Geçti¤imiz günlerde Sar›gül hareketine kat›laca¤› söylenen Hikmet Çetin ya da Kâmuran ‹nan, Kürt meselesini nas›l çözebilir? aç y›l oldu tam hat›rlam›yorum. Bir gün evde oturuyorum. Telefon çald›. Cengiz (Aktar) ar›yor: - Sana kötü bir haberim var. - Hayrola? - Sovyet iflgalinden sonra Afganistan’›n bafl›na gelen en büyük felâket! Hikmet Çetin’i Nato Özel Temsilcisi olarak Kabil’e atam›fllar! Dünyaya karfl› siyasî ve kültürel bir eziklikten olsa gerek, bir Türk, uluslararas› alanda bir ifl yapsa, hemen manfletlere ç›kar: “Muhtar Kent, Coca’n›n Kral› oldu.” Ya da “Çevik Bir, Somali’deki Çokuluslu Birli¤in Komutanl›¤›na atand›”. Hikmet Çetin’in Kabil Sömürge Valili¤i de o zamanlar büyük bir baflar› olarak yans›t›lm›flt› Türk kamuoyuna. Biri 1979’da, ikincisi 1986’da, Sovyet iflgali alt›ndaki Afganistan’a gitmifltim. Bu nedenle Afganistan haberlerini hâlâ baflka bir gözle okurum. Son zamanlarda, Bat›’n›n itiraz›na ra¤men ikinci kez devlet baflkanl›¤› koltu¤una oturan Hamid Karzai de, Hikmet Çetin’in bir nevi Patan versiyonudur. Savafl ve iflgal y›llar›nda Almanya’da yaflayan bu fl›k giyimli zat, ABD’nin deste¤iyle Kabil’e getirilmifl ve devlet baflkan› olmufltur. Karzai’nin hakiki diplomasideki unvan› “dünyan›n en iyi korunan belediye baflkan›”d›r. Çünkü baflkent Kabil’in d›fl›na pek ç›kamamaktad›r. Taflran›n büyük bir bölümü uzun süreden beri Taliban kontrolüne geçmifltir.
K
Lice ilçesindendi, baflar›l› bir e¤itimden sonra baflar›l› bir bürokrat kariyeri vard›. D›fliflleri bakanl›¤› ve parti baflkanl›¤› gibi önemli görevlerde bulunmufltu. Dünya çap›nda bir siyasetçiydi asl›nda. Yoksa Amerikal›lar onu al›p kendileri için son derece stratejik olan Afganistan gibi bir ülkeye, Nato özel temsilcisi olarak gönderir miydi? Kimileri onun, SHP/CHP’den çok Demirel’e yak›n oldu¤unu söyler. Bir ara Çankaya’da dan›flmanl›k da yapm›flt› galiba. Türkiye, asl›nda k›ymeti bilinmemifl cevherler cennetidir. Bir tak›m flahsiyetler, ad› san› bilinmezken, kayda de¤er herhangi bir faaliyet göstermemifl olsalar da, “do¤ru zamanda do¤ru yerde bulunduklar›” için (bu bir Amerikan atasözüdür) bir anda aktüalitenin tepesine oturur. Bir süre orada kal›r, sonra unutulur.
Üç foto¤raf, sepya ve çürük Hikmet Çetin hakk›nda üç resim var belle¤imde: Yumuflak huylu, ince ve efendi bir flahsiyet oldu¤una hiç kuflku yok. Belle¤imdeki üç resim de Kürtlükle ilgili. Neden
Özel bir sohbette Hikmet Çetin sordu: “Bir Kürdün eline para geçti¤inde önce ne yapar, bilir misiniz?” Çok fley anlat›yordu bu yan›t›. Kürdün kimli¤inin inkâr›, Beyaz Kürtleflme, hatta Türkleflmenin pis modern ipuçlar› vard› yan›t›nda.
Türkse iyidir Hikmet Çetin, Kabil’de görevdeyken Türk bas›n›nda Türk-Afgan dostlu¤u hakk›nda çok güzel haberler, röportajlar, izlenim yaz›lar› ç›kt›. Hikmet Çetin, “Türk kimli¤i” sayesinde Kabil’de büyük sevgi ve sayg› kazanm›flt›. Sokakta elini kolunu sallay›p dolafl›yor, halk “Hikmet Baba”ya sevgi ve çoflku tezahüratlar›nda bulunuyordu. Gerçek durum tamamen farkl›yd›. Büyük bir ihtimalle yeteri kadar siyasî ve diplomatik bilgi ve kültürü olmayan (!) Taliban, Hikmet Çetin’in kim oldu¤unu bilmiyordu. Bu yüzden de Taliban, Hikmet Çetin’e ra¤men, Nato askerlerini öldürmeye, iflgale karfl› mücadeleye devam etti. Oysa ki Hikmet Çetin iyi bir insand›. Zaten kim de¤il ki? Kelimenin Türkî anlam›yla sosyal-demokrat bir politikac›yd›. Diyarbak›r’›n
acaba? Özel bir sohbette Hikmet Çetin sordu: “Bir Kürdün eline para geçti¤inde önce ne yapar, bilir misiniz?” Etraf›ndaki gazeteciler, dan›flmanlar ve siyasîlerden çeflitli yan›tlar geldi. Çetin, tümünü redetti. “Kürdün eline para geçince, gider önce bir tak›m elbise al›r ve yürüyüflünü de¤ifltirir” demiflti. Çok fley anlat›yordu bu yan›t. Kürdün kimli¤inin inkâr›, Beyaz Kürtleflme, hatta Türkleflmenin pis modern ipuçlar› vard› bu yan›tta. ‹kinci resim birinciyi tamaml›yor: D›fliflleri bakan› oldu¤u dönemde, Bakanlar Kurulu’nun en önemli tek Kürt (o zaman ona Kürt as›ll› diyorlard›) bakan›yd› ve hükümetin halkla iliflkiler vitrini aç›s›ndan önemli bir aktördü. Ancak anlafl›lan, bu flahsiyetin nadir varl›¤› herhalde biraz abart›lm›fl, hatta sömürülmüfl ki, kendisi itiraf etmiflti (mealen): “Yabanc› heyetlerin ço¤unu D›fliflleri bakan› olarak zaten ben a¤›rl›yordum. Hükümet ve resmî erkan, yabanc›larla her temasta ‘efendim, bak›n D›fliflleri bakan›m›z bile Kürttür, biz Kürtlere çok önem
Desen: Arslan Ero¤lu
veririz’ türünden bir söylem tutturmufl gidiyor. Sonunda dayanamad›m. Sa¤l›k Bakanl›¤› m›, ‹mar ‹skan Bakanl›¤› m›, hat›rlam›yorum, onlara gelen yabanc› bir heyete ille de benimle görüflmeleri tavsiye edilmifl. Konum de¤il, ilgi alan›m de¤il. Dedim ki o bakanl›¤›n yetkilisine: Yeter art›k, baflka bir Kürt bulun!..” Vatana millete, hatta Nato’ya hizmetin de bir s›n›r› var. “‹yi ki Kürdüz, bir tek f›st›k atmad›klar› kald›”demifltir içinden herhalde. Ama Çetin talihsiz. Çünkü resmî söyleme göre, Türk-Kürt ayr›m› yoktur. Kürtler isterlerse cumhurbaflkan› da olur, bakan da olur, ordu komutan› da olur. Turgut Özal, Hikmet Çetin ve Eflref Bitlis örnekleri var. Bu resmî söylemin bir tek noktas› eksik. O da bu Kürtlerin bu makamlara gelebilmeleri için Kürtlüklerini inkâr etme zorunlulu¤u. Kürtsün, ama Kürtlü¤ünü ya gizleyeceksin ya da inkâr edeceksin. Leyla Zana gibi Meclis kürsüsüne ç›k›p Kürtçe konuflursan... Zana’y› susturmaya çal›flan Meclis baflkan›n› hat›rl›yorsunuz, de¤il mi? O da Kürttü. Son resim en trajik olan›. Çetin’in ailesinde fieyh Said ayaklanmas› s›ras›nda devletle iflbirli¤i yapt›¤› öne sürülen kiflilerin varl›¤›ndan söz edilir. Bu tür ailevî temeldeki haberlere karfl›y›m. Çetin’in dedesi fieyh Said’e karfl› devlet ajanl›¤› yapm›fl ise, torun Çetin’in günah› ne? Bu ayr› mesele. Çetin, o zamanlar ailesinin de yaflad›¤› Lice ve köyleri devlet güçleri taraf›ndan bas›l›p yak›ld›¤›nda D›fliflleri bakan› s›fat›n› haiz idi ve hatta o dönemde baflbakan olan Tansu Çiller de Lice’ye gitmek istemifl, ancak kendilerine izin verilmemiflti. Bakan olmuflsun, kendi topra¤›nda, anan›n baban›n köyüne, kasabas›na giremiyorsun. Ve bundan da gocundu¤una dair en küçük bir flikâyette bulunam›yorsun. Ac›, hem de çok ac›. Hikmet Çetin’in bafl›na gelenler sadece bir örnek. Çok daha vahim, çok daha trajik, çok daha kanl› binbir örnek var. Bakan›n bafl›na bunlar geliyorsa, mevki makam sahibi olmayan yurttafllar› bir düflünsenize... Kürtler “Kürt kimli¤i resmî olarak tan›ns›n ve anayasal güvence alt›na al›ns›n” diye bofl yere mi ›srar ediyor? Rag›p Duran
17
“DERS‹M 1938 VE ZORUNLU ‹SKAN” K‹TABININ YAZARI HÜSEY‹N AYGÜN
1938 bizim milâd›m›zd›r CHP’nin a¤›r topu Onur Öymen tarih yazd›, fakat tabii yanl›fl yazd›. 10 Kas›m’da TBMM Genel Kurulu’nda Dersim isyan›n›n bast›r›lmas›na övgü düzüp malûm zihniyeti kay›tlara geçirdi geçirmesine de, 1938’de Dersim’de herhangi bir isyan olmam›flt›. Dersimlilerin lideri Seyit R›za 1937’de idam edilmiflti. Bast›r›lan –daha do¤rusu katledilen– Dersimliler ve Dersim kültürüydü. “Dersim 1938 ve Zorunlu ‹skân” kitab›yla binlerce insan›n hayat›n› kaybetti¤i katliama ›fl›k tutan Hüseyin Aygün’ü dinliyoruz... 1938 Dersim katliam› “Dersim isyan›n›n bast›r›lmas›” olarak bilinir. 1938 ve öncesinde orada neler yafland›? Hüseyin Aygün: Herhangi bir isyan söz konusu de¤ildi. “‹syanc›lar›n” çat›s› alt›nda birlefltikleri bir siyasal örgüt de yoktu. 1900’lerin bafl›ndan itibaren Anadolu’daki hemen hemen tüm etnik gruplar yo¤un bir hareket içindeyken, Dersim’de böyle bir hareketlilik göze çarpm›yor. Fakat, Dersim’in Osmanl›’dan devrald›¤› özerk yap›y› cumhuriyet yönetimi tasfiye etmekte kararl›yd›. Ancak, afliretlerin 500 y›ll›k merkezî otoriteye direnifli cumhuriyet yönetiminin bu meselenin hallini en sona b›rakmas›n› gerektirmiflti. O yüzden Dersim harekât› 1938’e sarkt›. Yoksa, Dersim’e yönelik harekât 1925’ten itibaren planlanmaya bafllanm›flt›. Askerî komutanlar›n katliam öngören raporlar› o tarihten itibaren düzenli olarak Ankara’ya gönderiliyordu. 1938’de de Dersim sorunu katliam ve tenkille çözülmek istendi. O dönemde Hoybun, Azadî gibi Kürt örgütleri A¤r› ve di¤er illerde örgütlenirken, Dersim’le bir iliflki kuram›yorlar. B›rak›n isyan›, cumhuriyetin ilan›ndan bile haberi olmayan köyler yak›l›p y›k›ld›, kad›n, çocuk, yafll› demeden insanlar öldürüldü 1938’de. fiunu da sormak lâz›m: Seyit R›za ve arkadafllar› 1937’de yakalan›p idam edildi. Madem bir isyan vard› ve liderleri idam edildi, neden ‘38 harekât› yap›ld› ve on binlerce insan öldürüldü? Katliamda kaç kifli öldürüldü? May›s ve eylül aral›¤›nda gerçeklefltirilen bir dizi askerî harekâtta tahminen 30 ila 70 bin insan katledildi. Kitab›n›zda, Osmanl› döneminde de merkezî iktidara iletilmek üzere Dersim hakk›nda onlarca rapor haz›rland›¤›n› aktar›yorsunuz. Raporlar›n hemen hepsinde tehcir veya k›y›m öngörülmesine ra¤men, neden Osmanl› döneminde 1938’dekine benzer bir katliam politikas› hayata geçirilmiyor? Osmanl› döneminde merkezî iktidar Dersim’de ciddi bir otorite sa¤layam›yor. O dönemde de askerî harekâtlar düzenleniyor. Ancak Dersim’i tamamen kontrol alt›na alma ihtiyac› esas olarak ulus-devlet düflüncesinin vazgeçilmezi. Osmanl›, Dersim otonomisini çok ciddiye alm›yor zaten. O dönemde do¤uda baz› beyliklere özerklik tan›nm›flt›. Bu beylikler d›fl ifllerinde ‹stanbul’a ba¤l›yd› ve saraya vergi verirdi. Dersim’deki afliretler Osmanl›’yla böyle bir ba¤›ml›l›k iliflkisine girmeye yanaflm›yor. Os-
18
Hüseyin Aygün
B›rak›n isyan›, cumhuriyetin ilan›ndan bile haberi olmayan köyler yak›l›p y›k›ld› 1938’de. Seyit R›za ve arkadafllar› 1937’de idam edildi. Madem isyan vard› ve liderleri idam edildi, neden ‘38 harekât› yap›ld› ve onca insan öldürüldü? manl›’n›n yap›s›yla bir kan uyuflmazl›¤› var. Ermenilere karfl› kurulan ve Kürtlerden oluflan Hamidiye Alaylar› Dersim’e de boyun e¤dirmeye çal›fl›yor. Dersim’in da¤l›k yap›s› d›flar›dan bir gücün kolay kolay girifline müsaade etmiyor. Özellikle Ermenilerin baflkald›r›s› ve Ruslar›n gelifli s›ras›nda Osmanl› hükümeti Dersimlilerden yard›m almaya çal›fl›yor. Baz› paflalar 19. yüzy›lda Dersimlilere Hamidiye Alaylar›’na kat›lmay› öneriyor. Fakat bu, hem Osmanl› yönetiminden hem de Dersimlilerden kabul görmüyor. Özgürlü¤ünü hiçbir fleye de¤iflmeme anlay›fl› Dersim’de hep hâkim oldu. Cumhuriyetten sonra devlet tekrar buraya geldi¤inde, Dersim afliretleri devleti hafife al›yor. Yeni devletin de Osmanl› gibi askerî harekât giriflimlerinde bulunup k›fl bast›r›nca da geri dönece¤ini san›yorlar. Bir afliret kad›n› ‘38 harekât›ndan önce Zazaca flöyle diyor: “Benim k›rk silahl› adam›mla bafl edebilece¤ini düflünen devlet, flafl›rm›fl olmal›!” 1938’de bu kadar büyük bir katliam›n yap›lma sebeplerinden biri de, Dersimlilerin devlet otoritesini küçümsemesidir. Yeni cumhuriyet gücünü ispat etmeye çal›fl›yor. Baflar›yor da. Seyit R›za’n›n fieyh Sait’le ba¤lant›s› var m›yd›? fieyh Sait’in temsilcilerinin 1925’teki isyan için Seyit R›za’dan destek istedi¤i, bu deste¤in verilmedi¤i bilinir. fiöyle bir söylence aktar›l›r: Destek almak için ge-
len fieyh Sait’in adamlar›na kurban kesilir. Ancak adamlar “Alevilerin kesti¤i et yenmez” inanc›yla kurban etini geri çeviriyor. Seyit R›za’n›n bu yüzden destek vermeyi reddetti¤i anlat›l›r. Rivayetler bir yana, Seyit R›za’n›n 1925 isyan›na destek vermedi¤i bilinir. Dersimliler için 1938 ne ifade ediyor? 1938, bizim milâd›m›zd›r. Dersimliler konuflmalar›na “1938’den önce” ve “1938’den sonra” diye bafllarlar. O tarih insanlar›n haf›zas›nda donmufl, ac›s› taptaze. Onur Öymen’in malûm sözlerinden dolay›, bulunduklar› her flehirde protestolar gerçeklefltiren Dersimlilerin tepkisi bunun kan›t›d›r. Kimse ac›m›z› unuttu¤umuzu sanmas›n. Ac›m›z tazedir ve hesap sormak istiyoruz. Tan›klar ‘38 katliam›n› nas›l anlat›yor? “Kara y›l” olarak an›l›r ‘38. Binlerce a¤›r trajedi yaflanm›fl. Asker takibindeki baz› kafilelerde anneler, a¤lay›p ses ç›karmas›n, yerlerini belli etmesin diye bebeklerinin nefesini tutup bo¤mak veya suya atmak zorunda kal›yor. Çocuklar›n› elleriyle öldüren annelerin hikâyeleriyle büyüdük biz. Katliamdan sa¤ kurtulan bebeklerin öldürülen annelerin memelerini emdi¤ine tan›k olanlar var. Benim ailem katliamdan kurtulan ender ailelerden. Dedemleri kurfluna dizmek için Erdo¤du köyündeki düzlükte topluyorlar. Herkes mitralyözlerin sesini ve ölümü bekliyor. Tam o s›rada, Osmanl› ordusuyla Yemen’e kadar gitmifl Alo Kaymakam isimli köy muhtar› komutana diyor ki, “biz Yemen’e kadar gidip savaflt›k, vatan için öldük, flimdi siz niye bizi öldürüyorsunuz?”... Bundan etkilenen komutan son iste¤ini soruyor. “Ölmeden önce kurban kesmek istiyorum” diyor. Getiriyorlar kurbanl›¤›. Alo Kaymakam, kurban› keserken gökyüzüne bak›yor ve Tanr›’ya flöyle sesleniyor: “Ey Tanr›, bu kurban› senin ölümüne ad›yorum. Bu senin meda¤›nd›r (ölü için kesilen kurban). E¤er ölmeseydin, flu an burada olurdun ve bu zulme dur derdin.” Bu s›rada bir atl› ç›k›p geliyor ufuktan. ‹lginçtir, farkl› köylerde, kasabalarda katliamdan kurtulan herkes bu atl›dan söz eder ve onu minnetle anar. Atl› bir k⤛t ç›kar›r ve komutana uzat›r. “Af ç›kt›, köylüleri serbest b›rak›n” der. Ailem bu flekilde kurtuluyor katliamdan. Her ailede çocuklar bu hikâyeleri dinleyerek büyür. O yüzden, öfke ve ac› kuflaktan kufla¤a aktar›l›yor. Kendimi bildim bileli bu hikâyeleri duyar›m. Dedem çok anlat›rd›. Kurtulan tan›klarla bir araya geldi¤inizde, evlerine misafir oldu¤unuzda, hal hat›r sorduktan sonra bafllar bu hikâyeler anlat›lmaya. Hâlâ böyledir. Onlarla 1938’in geçmedi¤i bir sohbet yapt›¤›m› hat›rlam›yorum. ‹nsanlarda nefret, öfke, merhamet, özür, suçluluk duygusu ayn› anda yer bulabiliyor. Yer yer Seyit R›za’y› suçlayanlar oluyor. Gariptir, herhalde katliam yaflam›fl bütün toplumlarda yaflanan çeliflkilerdir bunlar. Sosyal psikolojinin mutlaka e¤ilmesi gereken bir travman›n içindeyiz, ama bu konuda yap›lm›fl bir çal›flma yok. Normalde, toplumun bu kat-
‘38 katliam›nda yok edilen Çukura¤as› köyünden iki genç. 12 Eylül rejimi Erdal Eren’i yafl›n› büyütüp, tek parti rejimi ise Dersim afliretlerinin önderlerinden Seyit R›za’y› (sa¤da, üstte) yafl›n› küçültüp idam etti. Hukuk devleti böyle olur, kitab›na uydurur. Yanda, Uflak’ta Dersim sürgünleri kamp› (1939).
edildi¤i söylenir. Böylece katliamc›lar›n ac›mas›zl›¤› vurgulan›r. Ayn› flekilde, Seyit R›za’n›n, o¤lunun gözleri önünde as›ld›¤› söylenir. Seyit R›za’n›n o¤lunun yafl›n›n 16’dan 21’e ç›kar›l›p as›ld›¤› da rivayet edilir. Seyit R›za’n›n yafl›n›n küçültüldü¤ü ise do¤rudur. Muhundu köyünden Seyit Hüseyin bu olay›n tan›¤›yd› ve yak›n zamana kadar hayattayd›. Seyit Hüseyin mahkemenin nas›l bir
Demenanl›lar ve Haydaranl›lar afliretleri için “kökleri kaz›nacak” emri verilmiflti. Nitekim bu iki afliret büyük oranda yok edildi. Baz› köylerde önce Ermenileri, sonra Alevileri kurfluna dizdiler. kand›rmaca yapt›¤›n› 1970’lerin Tunceli belediye baflkan› Süleyman K›rm›z›tafl’a anlatm›flt›. K›rm›z›tafl da an›lar›n› toplad›¤› kitapta bu tan›kl›¤› aktar›yor. Dersimlilerin PKK ve baz› sol örgütlere yak›nl›¤›n› nas›l yorumluyorsunuz? 1984’e kadar sol harekete, daha sonra da PKK hareketine önemli destek verdi Dersimliler. Bunu ‘38 travmas›n›n baflka bir yans›mas› olarak de¤erlendiriyorum. Fakat son on y›lda, Dersimlilerin bir öze dönüfl hareketi içinde oldu¤u görülüyor. Mesela 13 Aral›k’ta Kad›köy’de yap›lacak mitingdeki taleplerin tümü, Dersimlilerin öz talepleridir. Nedir o talepler? Anadilini, Alevili¤i, ismini savunma, 500 y›ll›k tarihine sahip ç›kma, otantik kültürünün devam› için yaflam alanlar›n›n devaml›l›¤›n› sa¤lama talepleri... Oysa gerek sol, gerekse Kürt hareketi içinde kendi taleplerinden uzakta, ger-
çekli¤ini inkâr eden bir siyasal çizgide yer ald› Dersimliler. O nedenle, Dersimlilerin art›k öz taleplerini dile getirmelerini memnuniyetle izliyorum. Avukatl›¤›mdan biliyorum, hangi suçtan yakalan›rsa yakalans›n, Dersimliler her cezaevinde kendi ko¤ufllar›n› oluflturmaya çal›fl›rlar. Malatya’da, Elbistan’da, Ankara’da Dersimli mahpuslar kendi ko¤ufllar›n› oluflturmaya çal›fl›yor. Dersimlilerin aralar›nda böyle bir ba¤lar› vard›r. Bence sol, büyük ütopyas› içinde Dersimliler için ayr› bir alan açmal›; Dersim’in farkl›l›¤›n› ve özgünlü¤ünü kabul ederek, taleplerinin farkl›l›¤›n› sindirerek içine katmal›d›r. Her kesimin tektiplefltirildi¤i bir anlay›flla enternasyonalist olunamayaca¤›n› düflünüyorum. Dersimliler “biz öncelikle Aleviyiz” diyor ve kendilerini millî bir bütünlü¤ün parças› üzerinden de¤il, Alevilik üzerinden tan›ml›yor, çünkü yüzy›llard›r bu inançlar›ndan dolay› sald›r›ya u¤ruyorlar. Seyit R›za bile ipe giderken “biz Kerbelâ’n›n evlâd›y›z” diyor. 1938’de Dersim’deki Sünniler de katlediliyor mu? Sistematik olarak hay›r. Öte yandan, Demenanl›lar ve Haydaranl›lar afliretleri için “kökleri kaz›nacak” emri verilmiflti. Nitekim, bu iki afliret büyük oranda yok edildi. Baz› köylerde önce Ermenileri, sonra Alevileri kurfluna dizdiler. Sünni afliretlerin katledildi¤ine dair bir bilgim yok. Dönemin raporlar›nda Sünni afliretlerden övgüyle söz ediliyor. ‘38 genel olarak bir Alevi katliam›d›r.
Söylefli: ‹rfan Aktan
liam›n sorumlular›ndan hesap sormas› beklenir, de¤il mi? Ama garip ve yayg›n biçimde, “biz suçluyduk, rahat durmad›k, devleti tan›mad›k” diyenler de var. Üstelik bunu söyleyenler, vücudunda süngü izleri tafl›yan katliam tan›klar›. Kendini suçlayanlar›n ma¤durlar›n neredeyse yar›s›n› oluflturdu¤unu rahatl›kla söyleyebilirim. Katliamda yer alan askerlerle de iletiflim kurdunuz mu? Kendileriyle de¤il ama, çocuklar›yla görüflme flans›m oldu. Bu konu üzerinde çal›flt›¤›m› ö¤renenler bana ulaflt›. Onlar›n anlatt›klar›ndan biliyorum ki, burada görev yapm›fl askerlerde de benzer travmalar ortaya ç›km›fl. Hemen hiçbiri yapt›klar› zulmü çocuklar›na aktarmam›fl. Dün Adana’dan biri arad›, babas› Dersim katliam›nda asker olarak bulunmufl. Babas›n›n o dönemi hep gizledi¤ini, sadece birkaç olay anlatt›¤›n› söyledi. Beni Adana’ya davet etti, gidip kendisiyle görüflece¤im. Yak›nlar›n anlat›m›ndan biliyorum ki, katliama kat›lan askerler ömürlerinin sonlar›na do¤ru piflmanl›klar›n› ifade etmifl, günahlar›n›n aff›n› istemifller. 1938 tarihli Genelkurmay arflivlerinin aç›lmas›n› talep ediyorsunuz. Bu arflivlerden ne ç›kmas›n› bekliyorsunuz? Hakikat neyse, ortaya ç›ks›n. Arflivler aç›l›rsa, 1938’in soyk›r›m boyutunda oldu¤u anlafl›l›r. Küçücük çocuklara yap›lanlar ortaya ç›kar. Bu olaylar ortaya ç›kmad›¤› sürece, ac›, kin ve öfke kuflaktan kufla¤a aktar›l›yor. Ayr›ca, halk efsaneler üretiyor. Gelecekten korkmamak için, geçmifli bilmek istiyoruz. Halk nas›l efsaneler üretiyor? O dönemin yarg›lanan ve idam edilen afliret liderlerini u¤rad›klar› haks›zl›klardan dolay› aziz mertebesine ç›karanlar var. Tarihle yüzleflememenin yaratt›¤› hastal›klardan biri bu. Örne¤in, Seyit R›za’n›n ‹ngiltere d›flifllerine bir mektup yazd›¤›, bu mektupta isyanc› olduklar›n› anlatt›¤› rivayeti. Mesele enine boyuna tart›fl›lmad›¤› için bir süre sonra gerçekmifl gibi alg›lanmaya bafll›yor. Seyid R›za o mektubu yazmam›fl m›? Dilinden, yaklafl›m›ndan, alt›ndaki imzadan o mektubun Seyit R›za taraf›ndan yaz›lmad›¤›n› anl›yoruz zaten. Ama bu mektubun içeri¤inden ziyade kendisi Dersim isyan›n›n d›fl ba¤lant›l› oldu¤u propagandas› için kullan›l›yor. Oysa isyan filan olmad› Dersim’de. ‹çeri¤inde ne var mektubun? Millî bir lidermifl gibi gösteriyor Seyit R›za’y›. Oysa böyle bir bilinci de yok, konumu da. “Dersimliler ‹ngilizler taraf›ndan k›flk›rt›ld›” diyenlerin ekme¤ine ya¤ süren bir mektup. Böyle lânet bir tarihle yafl›yoruz ne yaz›k ki. Sünni Kürtler, fieyh Sait’in baz› Seyit arkadafllar› as›l›rken ipin üç defa koptu¤una dair rivayetler anlat›r. Seyit R›za için de böyle rivayetler var m›? Tabii, mesela Seyit R›za’n›n arkadafllar›ndan F›nd›k Haf›z’›n ipinin üç defa koptu¤u, buna ra¤men as›ld›¤› söylenir. ‹nanca göre, üç defa ip koparsa, idaml›k kifli affedilir. Haf›z’›n buna ra¤men idam
19
Haz›rlayan: Koray Löker
YEN‹ MEDYALARDA NEFRET SÖYLEM‹
Bizden olmayana bin tekme ‹nternet, haberin üretilmesinde ve paylafl›m›nda bir iletiflim devrimi yaratt›. Video sitelerinden haber portallar›na, facebook gibi paylafl›m sitelerinden Ekfli Sözlük gibi yap›lara, internetin bir demokrasi platformu oldu¤unu savunan da çok. Öyle mi acaba, yoksa her tür nefret söyleminin üredi¤i bir batakl›k m›? 21 Kas›m’da Alternatif Biliflim taraf›ndan düzenlenen panelde bunlar tart›fl›ld›... Sessizlik sarmal›nda nefret Asl› Tunç: (‹stanbul Bilgi Üniversitesi Medya ve ‹letiflim Sistemleri Fakültesi ö¤retim görevlisi) Türkiye bir süredir toplumun farkl› kesimleri aras›nda kutuplaflmalara sahne oluyor. Güneydo¤u’da neredeyse otuz y›ld›r süren çat›flmalar ve zorunlu yerinden etmeler nedeniyle yaflanan ani demografik de¤iflim ve ekonomik, sosyal ve kültürel çat›flmalar gerginli¤in artmas›na neden oluyor. AB’ye uyum sürecinde gündeme gelen liberal ekonomi, az›nl›k haklar› gibi demokratik aç›l›m çabalar› da kutuplaflmay› art›r›yor. Laiklik tart›flmalar› da yayg›n bir çat›flma alan› olarak art›yor. Hitler’in “Kavgam” kitab› en çok satan ilk 10 listesinden inmiyor. Hükümet yetkilileri, muhalefet partisi, din liderleri ve kamu görevlileri gibi kanaat önderleri bile bu tür ›rkç› ve ayr›mc› bir dil kullanmaktan çekinmiyor. Bizler, Türk, Müslüman, Sünni, heteroseksüel, erkek ve milliyetçi olmayan kimseyi sevmiyoruz. Asl›nda hadi itiraf edelim, hafif nefret ediyoruz. Nefret ne zaman böyle s›radanlaflt›? Medya bu dili s›radanlaflt›rd› m›, yoksa varolan› m› ortaya koydu? Yoksa farkl› bir dil kurarak milliyetçili¤i, ayr›mc›l›¤› ve tahammülsüzlü¤ü üretmeye mi bafllad›? Irkç› nefret, yabanc› düflmanl›¤›, anti-semitizm, sald›rgan milliyetçilik ve etnik merkeziyetçilik, az›nl›klara, göçmenlere ve eflcinsellere karfl› ayr›mc›l›k ve düflmanl›kla ifade edilen hoflgörüsüzlü¤ü de kapsayan ve buna dayanan her türlü nefreti yayan, meflrulaflt›ran, teflvik eden ve katk›da bulunan her türlü ifade biçimine nefret söylemi diyoruz. Türkiye’de yükselen milliyetçilikle birlikte
20
Asl› Tunç
nefret dili de yükseliyor. Medya s›k s›k önyarg›l› ve ayr›mc› bir dil kullan›yor. Özellikle az›nl›k haklar›, silahl› çat›flmalar ve AB’ye üyelik sürecinde bu dil kendini daha fazla gösteriyor. Manfletlerde kullan›lan provokatif, ›rkç› ve ayr›mc› dil, toplumda düflmanl›k ve ayr›mc› duygular› tetikleyen kal›p yarg›lar› güçlendiriyor. Geçti¤imiz y›llarda yaflanan baz› nefret suçlar› incelendi¤inde, medyan›n katk›s› daha anlafl›l›r hale geliyor. Hrant Dink cinayetinin azmettiricisi olarak yarg›lanmakta olan Yasin Hayal, ifadesinde Hrant Dink’i flahsen tan›mad›¤›n›, ama gazetelerden Türk düflman› oldu¤unu okudu¤unu belirtiyor. Aral›k 2007’de ‹zmir Ayasofya Kilisesi rahibine sald›ranlar, Ogün Samast gibi kahraman olmak için bu cinayeti ifllediklerini ifade etti. Gazete haberlerini, sivil toplum örgütlerinin raporlar›n› ve kampanyalar›n› taramak, Türkiye’de ciddi bir nefret suçu problemi oldu¤unu anlamaya yeter.
Türk, Müslüman, Sünni, heteroseksüel, erkek ve milliyetçi olmayan kimseyi sevmiyoruz. Asl›nda hadi itiraf edelim, hafif nefret ediyoruz. Nefret ne zaman böyle s›radanlaflt›? Medya bu dili s›radanlaflt›rd› m›, yoksa varolan› m› ortaya koydu? “Kürt aç›l›m›”, “dinsel az›nl›klar”, “eflcinsel haklar›” gibi konularda tart›flma ve gruplaflmalar› genel olarak takip etmek bile sözlü fliddet ve fiilî fliddet içeren nefret suçlar›n›n ülkemizde son derece yayg›nlaflt›¤›n› gösterir. 1990’larda ABD’de ve Avrupa’da nefret söylemleri ayr›mc›l›k çerçevesinde ele al›nmaya bafllad›. Bilerek ya da fark›nda olmaks›z›n farkl› etnik, dinsel, cinsel, kültürel kimlikleri ya da fiziksel
veya ruhsal özürlü gruplar› hedef alarak afla¤›lama ve nefret içeren söz ve deyifller yasaklanmaya baflland›. Nefret söylemi içinde de¤erlendirilen kavramlar, 20. yüzy›l›n sonlar›nda epeyce geniflledi. Kanada hükümeti, cinsel kimli¤i de nefret söylemini ortaya koyacak unsurlar listesine ekledi. Herkesin uzlaflamad›¤› nokta ise, klasik anlamdaki nefret söylemi ile sadece sayg›s›zl›k ya da densizlik olarak tan›mlanabilecek cinsel kullan›m aras›ndaki fark. Buna politik do¤ruculuk diyoruz. ABD’de nefret içeren ifadeler, hukukî olarak korunan bir de¤er için aç›k ve yak›n bir tehlike oluflturmad›klar› sürece cezaland›r›lm›yor. Yani siz her ne kadar ayr›mc›, homofobik ya da nefret içeren ›rkç› bir söz söyleseniz de, bunu fliddete dökmedi¤iniz sürece cezaland›r›lm›yorsunuz. Nefret söylemi tart›flmalar›n›n oda¤›nda kabul edilebilir ya da kabul edilemez olanlar, tarihsel ve kültürel olarak de¤ifliyor. Örne¤in dindar bir kiflinin homoseksüelli¤i ahlâk çöküntüsü olarak ele almas› ifade özgürlü¤ü say›labilirken, pek çok kifliye göre homofobi nefret söylemi kapsam›nda de¤erlendirilmelidir. Devletlerin d›fl›nda üniversiteler, sendikalar, sivil toplum örgütleri, iflyerleri ve kuflkusuz medya kurulufllar›n›n nefret yayan söylemler üzerinde yapt›r›mlar› giderek sertleflti. ABD’de baz› kelimeleri yasaklayan “aman kimseyi incitmeyeyim” mant›¤›, ›rkç› ve cinsiyetçi dili y›kmak için ortaya ç›kan hofl bir kavram. Ancak politik do¤ruculuk zihniyet polisli¤ine dönüfltü¤ünde düflünce özgürlü¤ü, ço¤ulculuk, yarat›c›l›k ve elefltirisellik aç›s›ndan ciddi sorunlar ortaya ç›kabiliyor. Avrupa’da nefret söylemine karfl› tek tip bir tav›r yok. ‹ngiltere, Almanya, Fransa ve Avusturya, ifade özgürlü¤üne daha fazla vurgu yap›yor. Bu ülkelerde Yahudi Soyk›r›m›’n›n inkâr› suç say›l›r. Avrupa’n›n ABD’ye oranla çok daha temkinli oldu¤unu söyleyebiliriz. Nefretin ve fliddetin körüklenmesinin önündeki yasal düzenlemeler Fransa, Hollanda, Almanya ve Danimarka’da çok ciddi davalara yol açmakta. E¤er bir göçmen suçlu bulunursa, s›n›rd›fl› ediliyor. ‹ngiltere’de son dönemde Müslümanlara karfl› nefreti körükleyen söylemlerin cezalar› art›r›lm›fl, ancak sonra ifade özgürlü¤ü tart›flmalar›yla indirimler yap›lm›flt›r. ‹ngiliz polisi, protestolarda “gerçek soyk›r›m neymifl göreceksiniz!”, “peygamberi afla¤›layan› öldür!”, “‹slâm’› küçük görenin kafas›n› kes!” ya da “Avrupa, senin 11 Eylül’ün de çok yak›nda” tarz› sloganlara karfl› sert bir durufl sergiliyor. Almanya’da yap›lan araflt›rmalar, özellikle yabanc›lara sald›r›lar›n, ilgili haber-
lerin kitle iletiflim araçlar›nda yo¤un olarak yer almas›ndan sonraki k›sa dönem içinde artt›¤›n›, haberlerden sonra da düfltü¤ünü gösteriyor. Bu, medyan›n etkisine dair iyi bir örnek. Türkiye’deki yaz›l› bas›nda Yeniça¤, Yeni fiafak, Vakit gibi gazeteler en vahim haber dilini kullan›yorlar. Yayg›n medya, nefret suçlar›nda faili koruyan ve cinayeti hakl› gösteren bir dille haber üretiyor. Böylesi bir dilin kullan›lmas›, toplumda savunmas›z gruplara karfl› yayg›n bir önyarg›n›n yerleflmesine sebep oluyor. Hedef al›nan kifli ya da gruplar tedirginlefliyor, sessizlefliyor, sosyal ve siyasal yaflama kat›l›m flanslar›ndan feragat ediyor. Bu dil, zaman zaman düflmanlaflt›r›lan ve marjinallefltirilen gruplara yönelik sald›r›larla sonuçlan›yor. Mesela 6-7 Eylül olaylar›nda veya Kardak Krizi döneminde gazete manfletleri hep ayn› zihniyetin ürünüydü. Nefret cinayetleri medyada “Gey cinayeti”, “Eflcinsel cinayeti”, “Ahlâks›z teklif” manfletleri at›larak, fliddet olaylar› magazinlefltirilerek sunuluyor. Medya bu haberleri verirken genellikle zanl›n›n savunmas› üzerinden haber haz›rl›yor. Kitle iletiflimi aç›s›ndan çok önemli bir kuram var: “Sessizlik sarmal›”. Asl›nda, bildi¤imiz mahalle bask›s›. Toplumdan gelebilecek tepkiden dolay› insanlarda oluflan güvensizli¤i ve izole oluflu ifade ediyor. Toplumun genelinin aksini düflündü¤üne inand›¤›nda kifli kendini korumak için gerçek fikirlerini aç›klayam›yor. Anaak›m medya, hedef gösterdi¤i gruplar› toplumun d›fl›na itiyor. Birkaç manfletle örneklendirelim: “Rahipler uçkuru kilisede çözüyor”, “Yunan oyunu”, “Sap›k Yunanl›ya bask›n”, “Natafla paralar› Rusya’ya”, “Ermeniye tav›r”, “Küstah Ruma haddini bildirdi”, “Eflcinsel terörü”, “‹liflki teklif etti, öldürüldü”, “Gey bardan ç›k›p gasp yapt›lar”... Ama asl›nda as›l tehlike, haber dilinin içine s›zan ve bizim norm olarak kabul etti¤imiz ve meflrulaflt›r›lm›fl olan ayr›mc› dil. Onlar› fark›nda olmadan tüketiyoruz.
Ay›ran ayr›mc›l›k yasalar› Ayfle Kaymak: (Alternatif Biliflim Hukuk Dan›flman›) En genel anlam›yla nefret suçlar›, insan›n objektif ve sübjektif kimli¤ine yönelik suçlard›r. Objektif kimlik, kiflinin do¤ufltan getirdi¤i, sübjektif kimlik ise daha sonradan edindi¤i kimliklerdir. Nefret suçunu bunlar›n tahribine yönelik eylemler olarak ifade edebiliriz. Avrupa Güvenlik ve ‹flbirli¤i Teflkilat›’na (AG‹T) göre nefret suçlar›n›n iki temel unsuru var. Biri, önyarg›yla ifllenmifl olmas›. ‹kincisi, ceza yasalar›nda suç olarak gösterilen bir eylemin yap›lmas›. Nefret suçlar›yla ilgili ilk giriflim 1960’l› y›llarda ABD’de gerçeklefliyor. Muhtemel sebep, ›rkç›l›¤›n ABD’de yayg›n olmas›. ABD’de 1985 y›l›nda nefret yasalar› düzenlenmeye baflland›, a¤›rlaflt›r›c› nedenler ilk defa o yasalarda karfl›m›za ç›kt›. 1990’lar›n sonunda nefret yasalar›, sadece ›rka yönelik olarak tan›mlamaktan ç›k›p cinsiyet, cinsel yönelim, fiziksel engel, yafl, renk gibi birçok içeri¤i kapsad›. Bugün Avrupa’da pek çok ülkede
özel nefret yasalar› mevcut. Türkiye’de de AG‹T raporlar›na yans›yan pek çok nefret suçu var, ancak Türkiye’de nefret suçlar›n› düzenleyen bir yasa mevcut de¤il. Nefret suçlar›n› takip eden ve veri sunabilecek bir kurum da yok... Türkiye’de karfl›m›za en fazla az›nl›k gruplara yönelik nefret suçlar› ç›k›yor. Trabzon’da Andrea Santoro’nun öldürülmesi, Hrant Dink cinayeti ve Malatya’da bir kitabevinde üç H›ristiyan›n öldürülmesinde oldu¤u gibi. Yine yerel medyan›n etkisiyle Kürtlere yönelik özellikle bat›da yo¤un linç eylemleri olmufltu... ‹kinci en fazla ifllenen nefret suçu ise, cinsel yönelim ve toplumsal cinsiyete dayal› nefret suçlar›. Her y›l onlarca insan cinsel yönelimleri sebebiyle öldürülüyor. Üçüncü s›rada ›rkç›l›k ve yabanc› düflmanl›¤›na dayal›
Ayfle Kaymak
TCK’n›n 216. maddesi ayr›mc›l›¤› yasakl›yor, ama madde uygulamada tam tersi yönde kullan›lm›fl. Ülkede Kürt sorunuyla ilgili bir fleyler söylemifl herkese 216. maddeden dava aç›lm›fl. nefret suçlar› geliyor. Buna örnek olarak Beyo¤lu ‹lçe Emniyet Müdürlü¤ü’ndeki Festus Okey cinayetini gösterebiliriz. Baflta ceza kanunu olmak üzere farkl› yasalarda, nefret suçu diyemeyece¤imiz, ama ayr›mc›l›¤› düzenleyen ve nefret suçunun da özünü oluflturan bir tak›m düzenlemeler var. ‹lki, anayasan›n 10. maddesi. Sonra 3. maddenin 2. f›kras› (yasalar önünde herkes eflittir) ve 76. madde (soyk›r›m suçu) geliyor. 122. madde ise, devletle birey aras›ndaki de¤il, bireyle birey aras›ndaki ayr›mc›l›¤› düzenleyen bir madde. Bu maddeyle ilgili çok tart›flma olmufltu. Örne¤in ‹zmir’de bir apartman yöneticisi, apartmandaki bir kad›n› s›rf türbanl› oldu¤u için atmaya yönelik bir imza kampanyas› düzenliyor. O dönemde Mazlum-Der, “burada ayr›mc›l›k suçu iflleniyor” diye
o kifli hakk›nda TCK’n›n 122. maddesine dayanarak bir dava açm›flt›. TCK’n›n nefret suçlar›yla ilgili en önemli maddesi 216. madde: “Halk› kin ve düflmanl›¤a tahrik etme veya afla¤›lama”. Nefret suçunu aç›kça düzenlemiyor, ama ayr›mc›l›¤› yasaklam›fl. Baz› hukukçular “bu maddeyi biraz de¤ifltirsek nefret suçu haline dönüflür mü?” tart›flmalar› yap›yor, ama madde uygulamada tam tersi yönde kullan›lm›fl. Ülkede Kürt sorunuyla ilgili bir fleyler söylemifl herkese 216. maddeden dava aç›lm›fl. Nefret söylemine, ›rkç›l›¤a ve ayr›mc›l›¤a karfl› haz›rlanan Az›nl›k Raporu’nu yazanlara 216. maddeden dava aç›ld›... 301. madde var bir de. “Türklü¤ü, cumhuriyeti, devletin kurum ve organlar›n› afla¤›lama.” Bu madde asl›nda nefret söylemini körüklüyor, resmî ideolojiyi destekliyor. Bu ideolojinin dayatt›¤› kimlik d›fl›ndakilerin sürekli olarak düflman gösterildi¤i, ötekilefltirildi¤i, bask› alt›nda tutuldu¤u bir ortamda 301. madde tek dil, tek ›rk söylemini garanti ediyor. 301. maddenin de¤ifltirilmesi gündemde, ama mahkemeler ve savc›lar›n kendilerince oluflturduklar› bir gelenekleri oldu¤u için tamamen kald›r›lmas› gerekiyor... Ankara’da travesti ve transseksüellere sald›ran dört kiflinin yarg›land›¤› davada, Ankara 11. A¤›r Ceza Mahkemesi’nin ifllenen suçu nefret suçu kapsam›nda de¤erlendirmesi önemli. ‹kinci bir örnek, ‹zmir’de bir derne¤in bafllatt›¤› “Kürtlerin üremesinin tehlikeli oldu¤u ve göç etmelerinin engellenmesi gerekti¤i”ne dair bir imza kampanyas›yd›. Bunun TCK 216. maddesine ayk›r› oldu¤una dair dava aç›ld›. ‹smail Türüt ve Ozan Arif hakk›nda Hrant Dink’in öldürülmesinden sonra yapt›klar› “Plan Yapmay›n Plan” flark›s›n›n klibi üzerine de dava aç›ld›. Savc›n›n kendi kendine soruflturma bafllatt›¤›na inanm›yorum. Bu-
21
nun, Hrant Dink cinayetinin oluflturdu¤u tepkiyle ilgili bir durum oldu¤unu düflünüyorum. Çünkü ‹zmir Barosu bu klibin 216. madde kapsam›nda de¤il, ifade özgürlü¤ü kapsam›nda de¤erlendirilmesi gerekti¤ine dair bir aç›klama yapt›. Mevcut yasalar›n nefret söylemlerini engellemeleri mümkün de¤il. Nefret suçu ile ayr›mc›l›k birbirinden farkl›. Ayr›mc›l›k daha çok medenî hukukla ilgilidir, baz› insanlar›n baz› haklar›n› kullanmay› engellemeye yönelik davran›fllard›r. Diyelim ki bir kad›n ve bir erkek iflçi ayn› ifli yap›yorken kad›na daha az ücret verilmesi ayr›mc›l›kt›r. Nefret suçlar›nda ise fliddet unsuru yo¤undur. Nefret yasas›n›n düzenlenmesiyle ilgili dikkat edilmesi gereken baz› noktalar var. Birincisi, Türkiye’de yasa yapma prati¤i çok olumsuz. Alelacele, konunun muhataplar›ndan fikir al›nmadan ç›kart›lan yasalarla hukuk icra etmeye çal›fl›yoruz. Oysa bu yasalar, insanl›¤›n kolektif bilincine ve onuruna at›f yaparak, belli gruplar›n haklar›n› gözeterek ç›kar›lmal›d›r. Özellikle uygulamada pozitif ayr›mc›l›k ilkesine dikkat etmek gerekiyor. “Türkler kötüdür” dedi¤inizde Türklere bir fley olmuyor, ama “Ermeniler kötüdür” dedi¤inizde, bu durum onlarda büyük bir korku ve panik yarat›yor. ‹kincisi, nefret suçlar›n›n ifllenmesi a¤›rlaflt›r›c› neden olarak uygulanmal›. A¤›rlaflt›r›c› nedenler toplumsal önyarg›lar›n meflrutiyetini ortadan kald›r›r. Üçüncüsü, nas›l bir insan› öldürmekle bir insan› planl› öldürmek aras›nda fark varsa, bu da onun gibidir. S›n›rlar› kesin flekilde çizmek ayr›ca önemlidir. Baz› suçlarda nefret ön plana ç›kabilir, ama her suç nefret suçu de¤ildir. Cinsel yönelimi farkl› olanlara uygulanan fliddet buraya al›nabilir, ama kad›nlara yönelik fliddet, namus ya da siyasî cinayetler buraya al›namaz. Yasa gerekiyor, ama önce 301. madde gibi yasalar›n ay›klanmas› lâz›m. Hâkimlerin, savc›lar›n ve hukukçular›n ciddi bir e¤itimden geçirilmesi gerekiyor.
Bir çocu¤un sütü bile... ‹lden Dirini: (Özgür Radyo) Althusser, devletin en temel ideolojik güç ayg›tlar› aras›nda medyay› da sayar. Althusser’e göre medya, iktidar sahiplerinin ideolojisinin kültürel pratiklerinin toplumda üretilmesinin ve bask›n hale gelmesinin yollar›n› açar. Van Dyke, “az›nl›klar ya da benzer unsurlar›n medyada temsil edilifl biçimleri genel olarak egemenler ve onlar taraf›ndan belirlenen dille yap›l›yor” diyor. Yayg›n medyadaki “Biz” tan›m›, kendili¤inden ötekilefltiren, ayr›mlaflt›ran bir hal al›yor. Bunu nefret söylemi olarak kabul etmesek bile, ayr›mc›l›¤› körükleyen dildir. “Biz” denince hepimizin akl›na gelen belli kurallar vard›r. “Bir Türk gitti, birilerini öldürdü” gibi bir habere rastlamazs›n›z. Bir Müslüman›n de¤il de, bir Yahudinin havaalan›nda ibadet yap›yor oluflu haberdir. Çünkü onlar ötekilerdir. “Biz” olmayanlar hep fliddetin oda¤›nda, belli bir ayr›mc› dilin, toplumsal nefret duygula-
22
r›n›n hedefinde kalabiliyorlar. 2009 yaz›n› aç›l›m tart›flmalar›yla açt›k. Medya dilinde ise son iki ayda özel bir dikkatin varoldu¤unu söylemek mümkün. Özellikle internet haber portallar›nda ajans haberlerinin oldu¤u gibi al›n›p konulmas› sebebiyle “içerik ayn›laflmas›” yüzünden nefret söylemini yaymak isteyenlere çok da f›rsat kalmad›¤›n› söylemek mümkün. Demokratikleflme çal›flmalar›n›n ve tart›flmalar›n yap›lmas›yla haberlerin yumuflad›¤›n› söylemek de mümkün. Ancak Bar›fl gruplar›n›n Habur s›n›r kap›s›nda karfl›land›¤› dönemde medyada hava bir anda de¤iflti. ‹nternet portallar›n›n ço¤unun bafll›¤›nda “‹flte gerilla k›yafetleriyle geldiler!” belirdi. Bunun birebir etkisini sokaklarda görmeye bafllad›k. 2006’dan itibaren Türkiye medyas› Avrupa’n›n müdahalesiyle nefret söylemlerine biraz daha dikkat etmeye bafllad›. “Gey flöyle yapt›” ya da “Kahrol Kürt!” denmiyor, fakat alt metinlerini okudu¤unuzda haberlerin k›flk›rtmak amaçl› yap›ld›¤›n› görebiliyorsunuz. Örne¤in Habur s›n›r kap›s›yla ilgili dehflete düfltü¤üm bir haber vard›. Gelenler aras›nda küçük çocuklar bulunuyor. Polis o çocuklara süt al›nca Milliyet, “Habur s›n›r kap›s›ndan 34 tane PKK’li geldi, polisin bu PKK’lilerin çocuklar›na süt verdi¤i a盤a ç›kt›” diye yazd›. Küçük bir çocu¤un sütü bile nefretin oda¤›na yerleflebiliyor... Portallarda en fazla yorum alan haberler, az›nl›klara, farkl› cinsel tercihi olan insanlara, kad›nlara dair haberler. Haldun Dormen Kürtçe bir oyun oynayacak bu sürece destek vermek için. Haberin alt›nda 200’e yak›n yorum yer al›‹lden Dirini yor. Geneli: “Dormen, benim için yok ar-
Facebook’ta homofobik, zenofobik, ›rkç› söyleme sahip çok örnek var. “Özür diliyoruz” kampanyas›na karfl› “Anti-Ermeniciler”, “fierefsiz Ermeniler”, “Soyk›r›m yapsak soyunuz kalmazd› köpekler” ve “Ermeni de¤iliz” gibi pek çok grup mesela. t›k”, “Türkiye’de tek dil vard›r, o da Türkçedir kardeflim. Sen nas›l böyle tiyatro yapars›n”, “Kürtçe diye bir lisan bile yok, Farsça-Arapça kar›fl›m› bir fley iflte”... Bar›fl grubundan dört kiflinin askere al›nmas› gündeme geldi. 300’e yak›n yorum ç›kt›. “E¤er onlar askere gidiyorsa ben gitmem”, “Bunlar› elime bir günlü¤üne vereceksiniz, as›l ben onlar›n komutan› olaca¤›m da görecekler”, “Bence may›n temizlesinler gece gündüz”.... Bafll›¤›ndan sonuna kadar kad›na yönelik nefret söylemlerinde ak›l s›n›rlar›n› zorlayan baflka bir haber: “Seks karfl›l›¤› PKK’ye bask›n istihbarat›.” Bir çoban PKK’li bir kad›nla iliflkiye giriyormufl ve bunun karfl›l›¤›nda bütün karakolun istihbarat›n› verebiliyormufl. Yorumlar ise flöyle: “Böyle afla¤›l›k eylem yapanlara, asker kan› dökenlere aç›l›mdan, aftan bahsediyorsunuz. Yaz›klar olsun.” Nefret söylemi konusuna Bas›n Konseyi, Gazeteciler Cemiyeti gibi, sendika gibi gazete meslek örgütlenmelerinden yapt›r›m uygulamalar›n› istemek gerekiyor. Serdar Turgut’un yaz›s›n› hepimiz biliyoruz. Rojin’e sald›ran, köfle
yaz›s› dahi diyemeyece¤imiz pornografik cümleler serisini...
Çevrimiçi kampanyalar Eser Aygül: (Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler yüksek lisans ö¤rencisi) Ankara Üniversitesi Kad›n Çal›flmalar› anabilim dal›nda Prof. Dr. Mutlu Bilal ve ö¤rencilerinin oluflturdu¤u “kolektif üretim” grubu, Facebook’u inceleme alan› olarak seçti. Facebook ortam›nda çeflitli toplumsal örgütlenme pratiklerini, mahremiyeti, teflhircili¤i ve gözetleme ve gözetlenme, denetim olgusunu, sanal arkadafll›klar›, iliflkileri, bireysel performans› ve ana medyada bu yeni iletiflim ortam›n›n kendisini inceledi. Araflt›rma “Toplumsal Paylafl›m A¤›: Görülüyorum, Öyleyse Var›m” ad› alt›nda yay›nland›. Toplumsal paylafl›m a¤lar›, bireylerin s›n›rl› ifade flans› olan bir sistem içerisinde aç›k veya yar› aç›k profil oluflturmalar›na olanak veren, farkl› kiflilerle paylafl›mda bulunan kiflilerin listesini gösteren web tabanl› yerler olarak tan›mlan›yor. Bu a¤lar ilk olarak 1990’l› y›llarda ortaya ç›k›p 2003 y›l›nda yayg›nl›k kazan›yor. En dikkat çekici olanlar› ise facebook ile myspace. Facebook, 2006 y›l›nda yay›na giriyor, 2008’de Türkçe kullan›ma aç›l›yor. Facebook’u dünyada 316.402.840, Türkiye’de ise 14.215.880 kifli kullan›yor. Türkiye, ABD ve ‹ngiltere’den sonra üçüncü s›rada yer al›yor. Türkiye’deki kullan›l›c›lar›n›n yüzde 64.8’i erkek, yüzde 35.2’si kad›n. En çok kullananlar, yüzde 37 ile 1824 yafl aral›¤›. Facebook’ta bireyler, siyasal görüfllerini ifade edip kendilerine benzer insanlara ulaflmay›, siyasal görüfllerine yandafl kazan›p hem çevrimiçi hem de çevrimd›fl›nda örgütlenmelerini geniflletmeyi hedefliyorlar. Facebook’ta bulunan 14 milyon grup sanal protestolar düzenliyor, bazen çevrimiçi eylemlerini çevrimd›fl› ortama tafl›yor. Bu aç›dan bak›nca, facebook bir çeflit sanal demokrasi platformu olarak görülebilir. Ancak bu gruplar›n söylemleriyle dolafl›ma soktuklar› önyarg›lara bak›ld›¤›nda asl›nda çoksesli bir ortam söz konusu de¤il. Geleneksel medya taraf›ndan üretilen nefret söylemlerinin yeni medya ortamlar›nda daha etkin bir flekilde dolafl›ma sokuldu¤unu ve s›radanlaflt›r›ld›¤›n› görüyoruz... Belirlenen anahtar sözcüklerle facebook ortam›nda tarama yapt›k. Saptanan örgütlenmelerin içine girdik, gruplarda neler konufluldu¤una, grup üyelerine bakt›k ve söylemsel pratiklerini inceledik. Cinsiyetçi, homofobik, zenofobik, ›rkç› ve militarist söylemler yayan örgütlenmeler facebook’u oldukça etkin bir flekilde kullan›yor. Toplumun az›nl›klar›n› ve eflcinselleri tehdit unsuru olarak nitelendirip hedef gösteriyorlar. Bu durum nefret suçlar› için de zemin oluflturuyor. Facebook ortam›nda heteroseksizmi ve erkekegemen cinsiyetçi rejimi üreten homofobik söyleme sahip gruplar›n yan›s›ra, bu söyleme sahip çeflitli kampanyalar›n yürütüldü¤ünü gördük. Asl›nda homofobik söylem içeren pek çok örnek var. Özellikle her taraftar grubu, karfl› gruba “ibne” bafll›¤›yla grup aç›yor. “‹b-
Eser Aygül
ra göre 3 milyonun üzerinde farkl› kifli taraf›ndan ziyaret edildi¤i iddia ediliyor. Dünyan›n en iyi on ibnesini seçmifller. Birinci s›rada Abdullah Öcalan. Facebook’ta yap›lan baz› kampanyalar millî hassasiyetlerimiz olarak tan›mlanarak kuruldu¤u zaman genifl bir kat›l›m a¤› oluflturuldu¤u görülüyor. Örne¤in “29 Ekim’e kadar 1 milyon Türk bayrakl› profil” kampanyas›. Bu kampanyalar›n baflar›s› ve kitleselleflmesi, gücünü gerçek yaflamdan almas›ndan kaynaklan›yor.
“Türküz, ibneleri sevmeyiz” Tu¤rul Çomu: (Ankara Üniversitesi Kad›n Çal›flmalar› anabilim dal› ö¤rencisi) Video paylafl›m a¤lar› iki temel geliflimin arkas›ndan ortaya ç›k›yor: ‹nternetin h›zlanmas› ve flash videolar›n kodlana-
Youtube videolar›nda en çok kullan›lan afla¤›lama, kad›n ya da eflcinsel etiketi. Youtube savafllar› yaln›z ›rk, ulus, etnik köken bak›m›ndan ötekilere de¤il, tüm “ötekilere” karfl› yap›l›yor. bilmesi arac›l›¤›yla küçülen videolar›n kolayl›kla dolafl›ma sokulabilmesi. Video paylafl›m a¤lar›, sitelere video dosyalar› yüklenmesine olanak tan›yor, kullan›c›lar›n çektikleri amatör videolar, televizyon yay›nlar› ya da DVD arac›l›¤›yla yap›lan kay›tlar paylafl›labiliyor. ‹lk video paylafl›m sitesi youtube fiubat 2005’te kuruluyor, 2006’da 1.65 milyar dolar de¤ere ulafl›yor. “Broadcast Yourself” (kendini yay›nla) slogan›yla iflliyor. Dünyadan metacafe, dailyTu¤rul Çomu motion, googlevideo, Türkiye’den “izlesene”, “trtube”, “timsah” gibi örnekler de var. Videonun sesi ve görüntüyü ayn› anda kullanabilmesi onu çok daha ak›lda kal›c› k›l›yor. Müzik üzerine yaz›yla milliyetçi bir video izleniyor, sonra ayn› videonun flehit foto¤raflar›yla, slow müzikle desteklenmifl ve hisli kad›n sesiyle okunan versiyonu görülü-
yor. Ayn› metin duygulara hitap eden detaylarla sunuldu¤unda yaratmak istedi¤i anlam kuvvetleniyor. Yaz›l› video 26.880 kere izlemifl, 92 kifli 3.5 y›ld›z ortalama vermifl ve 294 yorum alm›fl. Görüntülü konuflma versiyonu ise iki ay önce eklenmifl, buna karfl›n flimdiden 7 bin kifliye ulaflm›fl, 31 kiflinin yapt›¤› puanlamada 5 y›ld›z alm›fl ve 48 kifli yorum yapm›fl. Dolay›s›yla özellikle video paylafl›m a¤lar›nda sesin, görüntünün, efektlerin, müzi¤in bir arada kullan›lmas› etkiyi art›r›yor. Bu a¤larda kullan›c›lar birbirleriyle tart›fl›yorlar. Youtube savafllar› diyebilece¤imiz gerginlikler ortaya ç›kabiliyor. En çok kullan›lan afla¤›lama, kad›n ya da eflcinsel etiketi. Örne¤in Atatürk’ün eflcinsel oldu¤unu söyleyen Yunanl› kullan›c›lar taraf›ndan eklenmifl bir video üzerine youtube yasaklanm›flt›. Videolar flikâyetin ard›ndan kald›r›labiliyor, ama h›zla karfl› taraftan cevap videolar› geliyor. “Yunanistan geylerin diyar›d›r”, “As›l gey Yunanl›lard›r” fleklinde pek çok video cevap üretildi. Bu yönteme “kafa de¤ifltirme” deniyor. Kafa de¤ifltirme yönteminin en çok kullan›ld›¤› etiketlemeler eflcinsel, travesti ya da transseksüel etiketleri. Youtube savafllar› yaln›z ›rk, ulus, etnik köken bak›m›ndan ötekilere de¤il, tüm “ötekilere” karfl› yap›l›yor. ‹slâmofobik bir videonun yorumlar›nda biri AB’nin s›n›rlar›n› Müslümanlara kapatmas›n› söylüyor, baflka biri gururla “biz bunlara 500 y›l boyunca set çektik” diyor, “Avrupa’n›n baflka bir Hitler’e ihtiyac› var” diyen bir yorum da var. “K›zlar, beni sevmeniz için ibne olmam›z m› lâz›m?” diyen bir fliir okuyan adam›n videosu 2.250 kere izlenmifl youtube’da. Asl›nda bakarsan›z, saf niyetlerle, nefret söylemi yaratmak için de¤il, kendini ifade etmek için üretilmifl. Kendini ifade edebilmek için ötekine ihtiyaç duyuyor. Bir videoda Hrant Dink foto¤raf›, flash’la a¤z› oynatt›r›lm›fl ve seslendirilmifl: “Milliyetçi kesimin ne kadar yürekli olabilece¤i akl›ma gelmemiflti.. Fakat ben Sisi’nin gaz›na geldim. Hofl kar›yd›, beni bafltan ç›kartt›... Ancak gelen tehditler korkutuyordu beni. Ve Ermeni kardefllerime vasiyetimi yaz›yordum... Sisi’yle konuflurken akl›ma, Orhan’›n zenci fantezisi geldi. Sisi’yi anlatt›m, me¤ersem Orhan, zencilerden sonra travestilere dadanm›fl... Çok düflündüm ‘Acaba Türklere daha çok laf uzat›rsam, bana da Nobel ödülü verirler mi?’ diye... Bir sabah gazetenin önünde bir çocuk beni yan›na ça¤›rd›. ‘Biz Türküz, bu ülkede ibne ibne konuflanlar› sevmeyiz’ dedi ve silah›n› çekti, beni orac›kta vurdu...” “Beyler yapt›¤›n›z ay›p ya!”, “Siz nas›l Müslümans›n›z, ölmüfl birine bu kadar da yap›lmaz” gibi yorumlar da ç›kabiliyor youtube’da, ancak bunlar c›mb›zla bulunuyor. Paylafl›m sitelerinde herhangi bir nesnel kriter üzerinden yorum yap›lm›yor. Tart›flmalar düflünce temelli de¤il, afla¤›lama, hakaret, tehdit temelli oluyor.
Derleyen: Fevzican Abac›o¤lu
ne Fenerbahçeliler”, “‹bne Galatasarayl›lar” gibi... Zenofobik ve ›rkç› söyleme sahip pek çok grup bulunuyor. Bu gruplarda Atatürk foto¤raflar›, bayrak, harita gibi milliyetçi simgeler, ulus-devlete ya da ›rka yönelik tehdit kaynaklar›na ve düflmanlara yönelik nefret söylemleri üretmek ve bunu popülerlefltirmek amac›yla dolafl›ma sokuluyor. Facebook’ta Türk, Kürt, Ermeni, Çingene gibi etnik kökenler için tarama yapt›¤›m›zda 500’ün üzerinde grup ç›kt›. Bu gruplar›n duvarlar›nda radikal, etnik milliyetçi, ›rkç›, militarist nefret söylemiyle karfl›laflt›k. “Özür diliyoruz” kampanyas›na karfl› yürütülen “Anti-Ermeniciler”, “fierefsiz Ermeniler”, “Soyk›r›m yapsak soyunuz kalmazd› köpekler” ve “Ermeni de¤iliz” gibi pek çok grubu örnek verebiliriz. Bu gruplardan bir cümle: “Kardefl olabilmemiz için önce dinsiz, sonra kifliliksiz olmam›z gerekiyor.” Facebook ortam›nda “Çingeneler” ad›yla arama yapt›¤›m›zda 142 sonuç ç›kt›. Bu gruplar›n ço¤u Romanlar taraf›ndan kurulmufl gruplar. Ancak “Kad›köy’de Çingeneler yok olsun, gençler rahat etsin” gibi onlara karfl› gruplar da var. Kürtlerle ilgili gruplar›n tamam› Türk yurttafllar taraf›ndan oluflturuluyor. Büyük ço¤unlu¤u Kürt aç›l›m› ve PKK üzerinden Kürtlere yönelik nefret söylemi yay›yor. Her fley vatan için” grubunun duvar›ndan bir yaz›: “Da¤da üç befl domuz sürüsü / Tutturmufl bir Kürdistan türküsü / Eline alm›fl bayrak diye bir masa örtüsü / Satsan befl para etmez ne dirisi ne ölüsü / Soyu soysuz olan sensin / Toprak senin neyine? / ‹tsen itlik yap›p kafa tutma beyine / Anlasa dedi¤inizi sokaktaki köpek a¤lar halinize / Duy ulan soysuz, ne mutlu Türküm diyene!” Baflka ilginç bir grup da “Anti-PKK’l›lar resmî facebook grubu”. Bu grubun yayd›¤› nefret söylemleri flikâyet edilince bir link oluflturarak www.ibneyiz.biz diye bir internet sitesi yaratm›fllar. On günlük rapo-
23
Galiptir bu yolda ma¤lup
16 KASIM - 10 ARALIK 2009
HONDURAS Baflkan Manuel Zelaya’ya karfl› yap›lan askerî darbeden befl ay sonra Honduras, meflruiyeti flaibeli bir seçime giderek yaflad›¤› siyasî krizi derinlefltirdi. Hakk›ndaki tutuklama karar›na ra¤men ülkesine dönüp Brezilya konsoloslu¤una s›¤›nan Zelaya’n›n darbeci hükümetle sürdürdü¤ü görüflmeler seçim öncesinde baflar›s›zl›kla sonuçlanm›flt›. Seçimlere meflruiyeti uluslararas› düzeyde geçersiz olan fiilî hükümetin yönetiminde gidildi. Zelaya ve onu destekleyen sol kesimler seçimleri boykot etme kampanyas› bafllatt›. Durum böyle olunca seçimin sonucundan çok seçime kat›l›m oran› önem kazand› ve k›ya-
ABD Amerika’n›n dört hali Dünya üstündeki hegemonyas›n› kapt›rmamaya çal›flan ABD kendi içindeki çalkant›lardan kurtulam›yor. Amerikan muhafazakâr medyas›n›n ›rkç› sald›r›lar› dünyan›n pek be¤endi¤i “Obama ikonu”nu y›kmaya çal›fl›rken, sa¤l›k reformu sürecinde hortlayan ›rkç›l›k ve Afganistan bata¤› iç politikan›n ana eksenleri oldu... DAVID Bowie’nin flark›s›n›n nakarat› ile bafllayal›m: “Elimde de¤il, korkuyorum Amerikal›lardan, korkuyorum dünyadan.” Dogville filminin sonunda Amerikan toplumunun pek de iç aç›c› olmayan görüntüleri eflli¤inde akan bu parça, Obama seçildikten sonra dilimize yeniden yerleflmeyi hak ediyor. Halbuki tersinin olmas› beklenirdi. Siyah, hem de ad›nda “Hüseyin” olan bir baflkan›n seçilmesi, bambaflka toplumsal alg› kap›lar›n›n aç›lm›fl oldu¤unun teyidi olacakt›. Tüm dünya, seçimin sonuçlar›n› en az ABD’nin kendisi kadar heyecanla bekledi. Kurban keseni de oldu, yeni do¤an bebe¤ine Obama ad›n› vereni de. Obama’n›n seçim süreci, dört halden ilkinin Amerikan tarihindeki en berrak örne¤iydi: 1. Pazarlamac›l›k: Obama ikonu, dünyan›n dört bir yan›n› nas›l kaplad›? Bunun bir yan›, yukar›da belirtti¤imiz gibi, tüm dünyaya yay›lan umut ile aç›klanabilir. Ancak as›l önemli olan›, Obama’n›n “cool” imaj›n›n pazarlanabilirli¤iydi. ABD’nin dünyada dibe vuran kredibilitesinin kendini toparlamas›n›n iki yolu vard›: Ya özür dileyip “efendi olacak” bir Amerika, ya da kitle iletiflimi araçlar›n› kullan›p umudu pazarlayacak bir Amerika. ‹kincisi daha kolayd›. Öyle bir pazarlama kampanyas› yürütüldü ki, zaten teflne olan Nobel komitesi bile tongaya düfltü, Obama kendisinin bile flafl›rd›¤› bir Nobel Bar›fl Ödülü’nü kap›verdi. 2. Irkç›l›k: D›flar›da pazarlama kampanyas› devam ederken, içeride siyah bir baflkan›n yaratt›¤› muhafazakâr öfke dalgas›, özellikle sa¤l›k reformu tart›flmalar›yla birlikte tavan yap›yordu. Hofl, Obama’n›n adayl›¤›n›n kesinleflmesiyle ABD’deki ›rkç› sitelerdeki anonim yorumlarda “Bu adam› vurmak lâz›m” minvalinde hisler seslendirilmeye bafllam›flt›, ama ›rkç› ç›k›fllar›n muhafazakârlar taraf›ndan coflkuyla sahiplenilmesini kimse beklemiyordu. Birkaç örnek verelim: Idaho vali aday› Rex Rammell, “Baflkan› avlamak” yollu flakalar yaparken, Güney Carolina, Michelle Obama’n›n ecdad›n›n hayvanat bahçesinden kaçm›fl oldu¤unu söylüyordu. fiu anda Senato’da bekleyen –ayr›nt›lar›n›
24
önümüzdeki say›larda okuyaca¤›n›z– Sa¤l›k Reformu Yasa Tasar›s›’n›n Temsilciler Meclisi’ne gelifl süreci, ABD’deki içkin ›rkç›l›¤›n ve demagojik faflizanl›¤›n tüm haflmetiyle su yüzüne ç›kmas›na neden oldu. Muhafazakârlar, Obama’n›n baflkanl›¤›n›n Kenya’da do¤du¤u için geçersiz oldu¤undan, çocuklar›n beynini
BHOPAL KATL‹AMI 25 y›ld›r ölmek H‹ND‹STAN Bhopal, hem insan yaflam›n›n gezegenin muhtelif yerlerinde ayn› de¤erde olmad›¤›n›, hem de kapitalist üretimde kaza ile katliam aras›ndaki çizginin inceli¤ini gösteren en öfke verici örnek. Ancak aradan geçen 25 y›lda, kapitalizmin vurdumduymazl›¤›n›n da en beter örneklerinden biri oldu. 3 Aral›k 1984’te, Hindistan’›n Bhopal kentindeki Union Carbide kimya fabrikas›ndaki toksik s›z›nt›, 40 ton metil izosiyanat›n –tar›m ilac› ve yap›flt›r›c› yap›m›nda kullan›lan bir siyanür bilefleni– kasaban›n üzerine yay›lmas›na neden olmufl, hemen o gece 4 bin, üç gün içinde 8 bin olmak üzere, 20 bin kifli ölmüfltü. Uni-
met de o noktada koptu. Fiilî hükümetin seçime kat›l›m oran›n›n yüzde 60 oldu¤unu ve oylar›n yüzde 56’s›n› alan muhafazakâr aday Porfirio Lobo’nun baflkanl›¤› kazand›¤›n› aç›klamas›, daha önce darbeye karfl› ortak tav›r alan hükümetleri böldü. Zelaya kanad› kat›l›m oran›n›n yüzde 40’› bile bulmad›¤›n› öne sürdü. Uluslararas› tarafs›z gözlemcilerin bir k›sm› bu yönde rapor verdi. Fiilî hükümetin aç›klamas›n› yeterli bulan ABD, Peru, Kolombiya, Kosta Rika ve Panama seçim sonuçlar›n› tan›rken, önce Brezilya, Arjantin, Uruguay, Paraguay ve Venezüella, ard›ndan öteki Latin Amerika ülkeleri bu hükümeti tan›mayacaklar›n› aç›klad›.
Marksist ideolojiyle y›kayaca¤›, gençleri yeniden “e¤itim kamplar›”na dolduraca¤› gibi, ortalama bir insan zekâs›na hakaret say›labilecek iddialar› güneyli, beyaz, faflizme teflne nüfusa satmaya bafllad›lar. New Yorker’dan Hendrik Hertzberg’in yazd›¤› gibi, sözünü etti¤imiz muhafazakârlar, tam da yeni ça¤a yak›fl›r biçimde, paranoyay› nas›l körükleyece¤ini bilen, Fox News çevresinde örgütlenen bir medya ittifak›n›n aktörleri. Liderleri, radyo programc›s› Rush Limbaugh, flu anda Cumhuriyetçi Parti’nin lideri olmaya namzet herhangi bir isimden çok daha popüler. Obama’y› Amerikal›dan ziyade Afrikal› gibi davranmakla suçlayan, köleli¤e hakk›n›n teslim edilmesi gerekti¤ini savunan, Martin Luther King’i öldürdü¤ünü iti-
on Carbide, bir flirkete yak›fl›r biçimde, ilk birkaç günde olay›n bir “sabotaj” oldu¤unu ileri sürmüfl, ancak olay›n güvenlik önlemlerinin yetersizli¤inden kaynakland›¤› incelemeler sonucu kan›tlanm›flt›. Bhopal’in ölülerinin ve öleceklerinin kavgas› o gün bugündür sürüyor. 2001 y›l›nda Union Carbide’› sat›n alan ABD bazl› dünya kimya devi Dow, bir y›l sonra Bhopal ma¤durlar›na kifli bafl›na azamî 500 dolar ödemeyi önerdi. Dow’un sözcüsü Kathy Hunt, bu karar için “500 dolar bir Hintli için epey iyi para” diyordu. Ancak felâketin izleri kuflaktan kufla¤a tafl›n›yor: Her ay 15 ölüm, Bhopal’den kalan hastal›klar›n sonucu. Bölgede do¤an her 25 bebekten birinde, küçük kafa, perdeli ayak, düflük kilo gibi sorunlar gözleniyor. Deri lezyonlar›, anemi,
jinekolojik sorunlar gibi bir hastal›k y›¤›n›n›n, apar topar terkedilen fabrikada kalan varillerin içindeki kloroform ve karbontetrafloridin suya kar›flmas›ndan kaynaklan›yor oluflu, güçlü bir olas›l›k. Nitekim geçti¤imiz günlerde iki ayr› sa¤l›k örgütünün su analizi sonuçlar› aç›kland›: Hindistan’›n belirlemifl oldu¤u sa¤l›k standartlar›n›n 40 kat› pestisit, Dünya Sa¤l›k Örgütü’nün tehlike s›n›r›n›n 2400 kat› karbontetraflorid. Ancak eyalet yönetimi, kendi insanlar›yla alay edercesine, yirmi beflinci y›ldönümünün hemen öncesinde, Bhopal sitesinin ziyaretçilere aç›lmas› karar›n› ald›. Befl y›l önce Atlas’a yazd›¤›m, Bhopal katliam›yla ilgili yaz›n›n bafll›¤› “Yirmi Y›ld›r Ölmek”ti. Befl y›l sonra öyküde de¤iflen bir fley yok, bafll›ktaki ufak düzeltmeden baflka. E.K.
Bir ileri, iki geri
Wanted: Osama bin Ladin
Yarg›s›z infaz devleti
Brezilya’n›n evlad›
TÜRK‹YE Beklenen oldu ve Dan›fltay, GDO’lu ürünlerin üretimi ve ithalat›n› düzenleyen yönetmeli¤in baz› maddelerinin yürütmesini durdurdu. Bu durdurma, ilk yönetmelikten k›sa bir süre sonra ç›kan ikinci yönetmeli¤i de kadük hale getirdi. Böylece Türkiye’nin zaten çarp›k olan GDO politikas› adamak›ll› çarp›k bir rotaya girdi. Yönetmelik öncesi durum, daha da beterdi: s›f›r denetim, fleffaf olmayan üretim. fiimdi, Dan›fltay’›n son karar›yla birlikte, eski duruma geri dönülmüfl, kartlar hükümete teslim edilmifl oldu. Hükümet ise ifli a¤›rdan al›yor. Denetimsiz ürünleri tüketmeye devam...
AFGAN‹STAN Bölgedeki Amerikan birliklerinin komutan› Or. Stanley McChrystal, ABD Kongresi’nde yapt›¤› konuflmada “Usame bin Ladin yakalanmadan veya öldürülmeden El Kaide’yi yenilgiye u¤ratamayacaklar›n›” söyledi. “Bin Ladin, art›k simgeleflti. Hâlâ yakalanamamas›, dünyan›n her yerinde örgütlenebilen El Kaide’yi cesaretlendiriyor,” dedi. McChrystal, ayr›ca, Obama’n›n 30 bin takviye asker gönderme karar›yla Afganistan’da baflar›n›n mümkün oldu¤unu ve baflka askere ihtiyaçlar› olmayaca¤›n› belirtti. El Kaide liderinin Pakistan-Afganistan s›n›r›ndaki da¤larda sakland›¤› san›l›yor.
N‹JERYA Uluslararas› Af Örgütü, üç y›ld›r sürdürdü¤ü araflt›rmaya dayanarak, Nijerya’da her y›l yüzlerce kiflinin polis taraf›ndan öldürüldü¤ünü aç›klad› ve ülkede uygulanan polis talimatnamesinin de¤iflmesi istedi. Örgütün raporunda sert bir flekilde elefltirilen Nijerya polisi, yarg›s›z infaza baflvurarak “dehflet verici say›da” kifliyi öldürmekle suçland›. Ülkede polisin, “yedi y›la kadar hapis cezas› öngören ciddi bir suç iflledi¤i” gerekçesiyle gözalt›na al›n›rken kaçan sivillere atefl açma yetkisi var. Ayn› talimatname “gözalt›na al›n›rken kaçman›n” cezas›n›n yedi y›l hapis olabilece¤ini belirtiyor.
BREZ‹LYA Üçüncü dönem baflkanl›k yapabilmek için anayasa de¤iflikli¤ine gitmeyi kesin bir dille reddeden Baflkan Lula, 2010 seçimlerine PT’nin aday› olarak haz›rlad›¤› Baflbakan Dilma Rousseff’in sa¤l›k durumu yüzünden zor bir seçimle baflbafla kalabilir. Lula’n›n iktidar ortaklar›, bir süredir kanser tedavisi gören Rousseff’in sa¤l›k durumunun düzelmemesi halinde, B plan›n›n anayasay› baflkana “üçüncü dönem seçilebilme hakk›” verecek flekilde düzenlemek oldu¤unu söylüyor. “Lula: Brezilya’n›n Evlad›” filminin gösterime girmesinin ülkeyi seçim havas›na soktu¤u bildiriliyor.
raf eden “merhum” James Earl Ray’e madalya verilmesini isteyen Limbaugh, ABD’deki ›rkç›l›¤›n hem sonucu, hem katalizörü. 3. ‹stisnac›l›k: Pew Araflt›rma’n›n geçen hafta aç›klad›¤› sonuçlar, Amerikal›lar›n yal›t›mc› ve istisnac› perspektiflerini an›msad›klar›n› gösteriyor. Araflt›rmaya göre, ABD’nin on y›l sonra dünyada oynayaca¤› rolün flu ankinden daha az olaca¤›n› öngörenlerin oran›, 2004’ten bu yana, yüzde 20’den yüzde 41’e ç›km›fl. Gezegenin en güçlü ekonomik gücünün ABD oldu¤unu iddia edenler, bir buçuk y›l içinde yüzde 41’den yüzde 27’ye inmifl, bu rolü, tahmin edilebilece¤i üzere, yüzde 44 ile Çin alm›fl. Araflt›rman›n en çarp›c› sonucu ise, iflkenceye gösterilen hoflgörü düzeyindeki art›fl. Bilgi edinmek için iflkence bir yöntem olarak “s›k s›k kullan›labilir” diyenler yüzde 19, “bazen kullan›labilir” diyenler yüzde 35, “seyrek de olsa kullan›labilir” diyenler yüzde 16. Buna “ABD, uluslararas› iliflkilerde di¤er ülkelere ald›rmadan kendi bildi¤i do¤rultuda ilerlemeli” diyenlerdeki art›fl› eklerseniz –yedi y›l içinde yüzde 25’ten yüzde 44’e–, Obama’n›n Afganistan’da oynad›¤› kumar›n Amerikan toplumu nezdinde bir karfl›l›¤› oldu¤unu görebilirsiniz. 4. Emperyal hevesler: ABD içeriden kaynasa da emperyal hevesler söz konusu olunca “kardefl kavgas›” duruveriyor. Obama’n›n Afganistan’daki komutan› Stanley McChrystal’›n haz›rlad›¤› rapordaki tavsiyeye uyarak Afganistan’a 30 bin asker daha gönderme karar›, yukar›da sözünü etti¤imiz ›rkç› muhafazakârlar taraf›ndan daha sessizce karfl›land›. Obama, askerlerin tümünün 2011 temmuzuna kadar çekilmesi hedefini ayn› konuflmada belirttiyse de, bu hedefin inand›r›c›l›ktan uzak oldu¤unda bütün uzmanlar mutab›k. Raporu haz›rlayan general, neye karfl› savaflt›¤›ndan Usame bin Ladin öldürülürse El Kaide’nin da¤›laca¤›n› öne sürebilecek denli bihaber. Amerika’n›n birbiriyle çeliflik gibi görünüp birbirini tamamlayan dört hali, Bowie flark›s›n›n nakarat›na ikinci bir vokal gerektiriyor. Dünya ilk dizeyi söylüyor: “Amerikal›lardan korkuyorum.” Amerikal›lar ise ikinci dizeyi: “Dünyadan korkuyorum.” Hemen tüm geliflmifl ülkelerin sa¤a kayd›¤› do¤ru, ama dünyan›n –taht›ndan düflmekte olan– patronu Amerika’da olup biteni izlemek, daha bir ilginç. Ertan Keskinsoy
Obama’n›n ikon halleri ile ilgili bir video için: http://edition.cnn.com/2009/POLITICS/01/18/ obama.cool/#cnnSTCVideo
TÜRK‹YE Tayyip’in flu sihirli çak›s› Erdo¤an’›n son Amerika ziyareti, Türkiye’nin yürüttü¤ü “stratejik derinli¤ini kullanarak bölge lideri olma” politikas›n›n sa¤lamas›n› yapt›. Obama yönetimi, Irak ve Suriye’yi ›slah edip ‹ran’› ehlîlefltirmeyi vaat eden Türkiye’den çok fley bekliyor... ‹SV‹ÇRE’DE yap›lan “minare referandumu” ve peflinden kopan yaygara, ABD ziyareti öncesinde Erdo¤an’›n ekme¤ine ya¤ sürdü. Obama’yla yapt›¤› görüflmeden sonra yapt›¤› aç›klamada, “inanç özgürlü¤üne ayk›r› bir konuyu referanduma götüren” ‹sviçre’yi “totaliter” bir ülke olmakla suçlarken yak›n zamanda derin stratejik ba¤lar kurdu¤u “totaliter” ülkeler hususunda vicdan› rahat görünüyordu. Washington zirvesi öncesinde, devlet bakan› ve baflmüzakereci Egemen Ba¤›fl, ‹sviçre’deki referandumdan ç›kan “minare yasa¤›na” dünya müslümanlar›na yapt›¤› bir ça¤r›yla tepki verdi. Zengin müslümanlardan “‹sviçre bankalar›ndaki paralar›n› çekip Türk bankalar›na aktarmalar›n›” istedi. Ba¤›fl’a arka ç›kan Maliye bakan› Mehmet fiimflek de “inanç özgürlü¤üne tolerans tan›mayan bir ülkede müslamanlar›n ciddi oranda para tutmas›n› do¤ru bulmad›¤›n›” söyledi ve ekledi: “Türkiye’nin yeni teflvik sistemi çok iyi f›rsatlar sunuyor. Güvenli bir liman›z, bankac›l›k sistemimiz sapasa¤lam.” Böylece Türkiye, dünyadaki kara paran›n bekçili¤ini yapan ‹sviçre’yle finansal rekabete girmifl oldu. Telaffuz edilen rakam›n 50 milyar dolar›n üstünde seyretmesi, referandumun ekonomik sonuçlar›n› hesap edemeyen ‹sviçre’nin paçalar›n›n tutuflmas›na yol açt›. Uygun ortam› bulan Ba¤›fl, esas hedefini sortileme f›rsat›n› kaç›rmad›: “AB, 600 binlik K›br›s’›n keyfine 70 milyonluk Türkiye’yi d›fllama karar› alacaksa, enerji ihtiyac›n›n yüzde 70’i Türkiye’nin kuzeyinde ve güneyinde iken bunu görmeyecekse, 28 yafl ortalamal› genç nüfusu d›fllamay› tercih edecekse, AB’nin uyuflturucu ve terörle mücadelede en önemli destekçisi konumundaki, NATO’nun ikinci büyük ordusuna sahip müttefikini görmezden gelecekse, AB üyesi olmadan da yolumuza devam ederiz.” Avrupa’ya yüklenilirken ‹ran’a yap›lan
jest de not düflülmeli. BM Uluslararas› Atom Enerjisi Kurumu toplant›s›nda, Tahran’dan “geçti¤imiz aylarda ortaya ç›kan nükleer tesisindeki faaliyetleri acilen durdurmas›n›” isteyen k›nama bildirisinin oylanmas›nda Türkiye çekimser kald›. Obama-Erdo¤an görüflmesi öncesinde Ankara, Bat› ile Tahran aras›nda “dengeli bir pozisyon” ald›. Obama yönetiminin Afganistan’da 30 bin ilave asker konuflland›rma karar› ve stratejik ortak Türkiye’den “asker say›s›n› art›r›p daha aktif görevler almas›n›n” istenmesi, Beyaz Saray’daki s›k› pazarl›¤› riske sokabilecek bir faktör olarak ortaya ç›kt›. Afganistan’daki askerî personelin görev tan›m›nda de¤ifliklik yapmay› ›srarla reddeden Türkiye, asker say›s›n› art›rmay› kabul ederek bu iste¤e tezkere belas›na bulaflmadan “evet” demifl oldu. Görüflmede Kürt aç›l›m›na destek veren Obama, ilk kez El Kaide ile PKK’y› ayn› kefeye koydu. Türkiye ile ABD aras›ndaki “model ortakl›¤›n” içinin doldurulmas›na karar verildi: ‹ki ülke aras›nda Ekonomi ve Ticaret Komitesi kuruluyor. Türkiye’nin AB üyeli¤ine destek veren Obama, Sarkozy ve Merkel’i üstü kapal› uyard›. ABD’den Türkiye’nin ‹ran arabuluculu¤una destek geldi. Türkiye’nin Irak ve Suriye ile bafllatt›¤› giriflimlerin Ortado¤u’ya örnek olmas›n›n arzuland›¤› bildirildi ve Ermenistan ile imzalanan protokolün h›zla uygulamaya konmas› istendi. Obama-Erdo¤an görüflmesinden ç›kan kritik sonuçlar kabaca bunlar. Bat› medyas›nda baflgösteren “yeni-Osmanl›c›l›k tehlikesi” söyleminin aksine, Beyaz Saray Türkiye’nin d›fl politika aç›l›mlar›ndan son derece memnun görünüyor. Avrupa ve ‹srail’deki sa¤c› yönetimlerle kan uyuflmazl›¤› yaflayan Obama yönetimi, onlar›n burnunu “ortak” Türkiye ve yak›nlaflmaya bafllad›¤› Rusya üstünden sürtmek istiyor. Erdo¤an’›n flu meflhur “çok-fonksiyonlu ‹sviçre çak›s›” daha birçok ifle yarayacak gibi... Erdir Zat
25
EVO’NUN EZ‹C‹ ZAFER‹ Devrim s›nand› BOL‹VYA Aymara yerlisi devlet baflkan› Evo Morales ve Marksist kuramc› baflkan yard›mc›s› Alvaro Garcia, 6 Aral›k’taki genel seçimlerden ikinci kez zaferle ç›kt›. Yüzde 61’lik oy oran›yla muhafazakâr rakiplerini tereya¤›ndan k›l çeker gibi geride b›rakan Morales, 2005’te ald›¤› oyu da art›rd›. Seçmendeki bu e¤ilim parlamento seçimlerine de yans›d›. Morales’in liderli¤ini yapt›¤› Sosyalizme Do¤ru Hareket (MAS) partisi, hem senatoda hem de
temsilciler meclisinde ço¤unlu¤u elde etti. Böylece, Bolivya’n›n eski iktidar elitinin geçen dönemde Morales’in radikal yasalar›n› bloke etmek için kulland›¤› en önemli koz, senatodaki üstünlü¤ü, ortadan kalkm›fl oldu. MAS, ayr›ca, senatodaki 36 sandalyenin 24’ünü kazanarak anayasal düzenlemeler için gereken üçte ikilik ço¤unlu¤a ulaflt›. Ancak ayn› baflar›y› temsilciler meclisi seçiminde tekrar edemedi, az farkla kaç›rd›. Öte yandan, siyasî istikrars›zl›k ve askerî darbelerin ülkesi Bolivya’da, 1964’ten bu yana ilk defa görev bafl›ndaki bir devlet baflkan› ikinci dönem baflkanl›¤a devam
URUGUAY “Viva Pepe!” Geleneksel sa¤ partilerin “kutsal ittifak›” ifllemedi, sosyalist aday Jose “Pepe” Mujica ikinci turu kazand›. Uruguay eski gerillay› kendine baflkan yapt›. ‹ktidarda ikinci dönemine bafllayan Genifl Cephe parlamentoda da ço¤unlu¤u elde etmifl durumda. YÜZDE 89 gibi Bat› ülkelerine örnek olacak bir kat›l›m oran›yla yap›lan ikinci tur baflkanl›k seçimini sosyalist aday Jose “Pepe” Mujica (74) kazand›. Uruguay solunun flemsiye partisi Genifl Cephe (Frente Amplio, FA) iktidar› kaybetmemek için bütün gücüyle seferber oldu ve mutlu sona ulaflt›. Eski baflkan Luis Alberto Lacalle’yi destekleyen iki geleneksel sa¤ parti, gene FA’ya karfl› güçlerini birlefltirdi. Ama rakibini 52-43 ma¤lup eden Pepe, baflkanl›k makam›n› dava arkadafl› Tabare Vazquez’den devralma hakk›n› kazand›. Söz konusu iki parti Uruguay’› neredeyse bütün 20. yüzy›l boyunca yönetmifl ve 2004’te ilk turda kazanan Vazquez bu egemenli¤i y›kan ilk lider olarak tarihe geçmiflti. Latin Amerika’da solun yükselifliyle ortaya ç›kan bir olgu, Uruguay seçimlerinde tekrar belirdi: Solun bütün unsurlar›n› merkezde birlefltiren yeni partiler, geleneksel siyaseti püskürtmeye devam ediyor. Yak›nlarda bölge ülkelerinden Paraguay’da da benzer bir seçim yaflanm›fl, “k›z›l kardinal” Fernando Lugo sol seçmenin deste¤iyle iktidara gelmiflti. Lugo, 35 y›l diktatörlükten sonra 1989’da demokrasiye geçen Paraguay’› “ikipartili sistem” ile yönetmeye devam eden cunta oligarflisinin siyasî hegemonyas›n› bitiren lider oldu. Bu iki sa¤ partinin, iki ülkede de ayn› ad› tafl›mas› –Colorado ile Blanco; k›rm›z› ile beyaz– ve infla ettikleri talan düzeniyle nam salmas› tesadüf de¤ildi. 1830’larda bafllay›p yer yer Arjantin, Brezilya, Fransa ve Britanya’n›n askerî müdaha-
26
Alvaro-Evo
leleriyle yön de¤ifltiren Uruguay ‹çsavafl›’n› milliyetçi Blanco’yu alteden liberal Colorado kazanm›flt›. O dönemde Avrupa’da ortaya ç›kan pozitivizm ve sosyal Darwinizm ak›mlar›n›n ve kapitalist sanayileflmenin savunuculu¤unu üstlenen kurucu parti Colorado, 1865-1959 y›llar› aras›nda ülkeyi aral›ks›z olarak yönetti. 1959’da Blanco’nun (Millî Parti) iktidara gelmesiyle Amerikanvarî ikipartili parlamenter sistem bafllad›. Bu alternatifsizli¤i k›rmak isteyen FA, solun çeflitli ak›mlar›n› temsil eden ondan fazla parti ve hareketin oluflturdu¤u bir koalisyon olarak 1971’de kuruldu. Partinin taban›n›, Uruguay’›n en büyük iflçi sendikalar› konfederasyonu PIT-CNT ve yap› kooperatifleri hareketi oluflturuyordu. FA, 1973 darbesinde kapat›ld›. 1984’te parlamenter demokrasiye geçildi¤inde ayn› adla yeniden kuruldu. 1989’da ilk kez Pepe seçimlere giren FA, on y›lda statükocu partileri zorlayacak duruma geldi. Vazquez’in aday oldu¤u 1999 baflkanl›k seçimlerini kaybetse de, parlamentoda birinci parti olan FA, Porto Alegre’de uygulanan “kat›l›mc› belediyecilik” ak›m›n› sahiplenerek yerel seçim baflar›lar› kazanmaya bafllad›. Pepe’nin zaferi bu t›rman›fl trendi aç›s›ndan büyük önem tafl›yor. Öte yandan, askerî rejim taraf›ndan mahkûm edilip 15 y›l hapis yatan Pepe’nin, ad›n› ‹nkalar›n özgürlük savaflç›s› Tupac Amaru’dan alan Tupamoros gerillalar›n›n önderli¤ini yapt›¤›n› da kayda düflmek lâz›m. ‘90’larda neoliberalizmin “flua tedavisi” uygulad›¤› Güney Konisi ülkelerinde toplumsal eflitsizli¤i dengeleme sözü veren sol hükümetleri iktidara getiren yoksul s›n›flar, bu ülkelerin hiçbirinde henüz tatmin edici icraatlarla karfl›laflm›fl de¤il. Ancak bu hükümetler bir araya geldiklerinde, gerek AB’yi model alan bölgesel entegrasyon projesi Mercosur’da, gerekse Çin, Hindistan ve Güney Afrika ile oluflturduklar› “küresel güney” ittifak›nda gösterdikleri gibi, dünyan›n gidiflat›na müdahale edebildikleri de bir gerçek. IMF ve Dünya Bankas› bugün günah ç›kar›yorsa, bunda Latin Amerika’daki de¤iflimin pay› olmal›. Gene de beklentileri küçük tutmakta yarar var. E.Z.
AVRUPA Çingene fobisi s›n›r tan›m›yor Çekya’da Çingene kad›nlar›n k›s›rlaflt›r›ld›¤› gerçe¤inin ortaya ç›k›fl›, Çingenelere uygulanan ›rkç› uygulamalar› bir kez daha gözler önüne serdi. Uygarl›¤›yla övünen Avrupa’n›n birçok ülkesinde Çingene karfl›tl›¤› h›z kesmeden devam ediyor. KASIM sonlar›nda Çekya’da Çingene kad›nlar›n k›s›rlaflt›r›ld›¤›n›n ortaya ç›kmas›, insan haklar›n› savunan çevrelerde büyük infial yaratt›. Habere göre, Çekya’da Çingene kad›nlar, 1973-1991 y›llar› aras›nda Çingenelerin h›zl› nüfus art›fl›n› engellemek için k›s›rlaflt›r›l›yordu. Kaç Çingene kad›n›n›n bu ma¤duriyeti yaflad›¤›na iliflkin net bir rakam bulunmasa da, sadece Ostrava’da 80 kad›n›n k›s›rlaflt›r›ld›¤› belirtiliyor. Resmî kaynaklar bu ifllemlerin komünist parti rejiminin sona erdi¤i 1990’da durdu¤unu söylüyor. Fakat insan haklar› aktivistleri, bu yönde yap›lan uygulamalar›n 2003’e kadar sürdü¤ünü gösteren kan›tlar bulundu¤unu belirtiyor. Çekya’da Çingenelerin bafl›na gelen bu ›rkç› uygulamalara Avrupa’n›n birçok farkl› bölgesinde rastlamak mümkün. Son dönemde Britanya’n›n Dale Farm ve ‹talya’n›n Casilino 700 yerleflimlerinde görülen uygulamalar bu ›rkç› gidiflat›n en somut örneklerini oluflturuyor. Bunlar›n yan›nda Çingene nüfusunun yo¤un olarak yerleflti¤i Do¤u Avrupa ülkelerinde de Çingeneler ak›l almaz fliddet uygulamalar› ile karfl› karfl›ya kal›yor.
Y›k›mdan kâr etmek ‹ngiliz anarflistlerinin haber platformlar›ndan biri olan wombles.org.uk internet sitesinde yay›nlanan bir makale, kapitalizmin Çingene fobisi ile birleflince ne gibi “çarp›c›” ifl alanlar› yaratt›¤›n› ortaya koyuyor. Makalede “Britanya’n›n en naml› anti-Çingene flirketi” olarak tan›mlanan Constant & Co. firmas›n›n Çingeneleri temizleyerek milyonlarca avro kazand›¤› belirtiliyor. fiirketin kendi internet sitesine girip bakt›¤›n›zda, yapt›klar› ifli, do¤rudan Çingenelerin ve göçebelerin tasfiye edilmesi olarak tan›mlad›klar›n› görüyorsunuz. Kadrola-
edebilecek. Morales’in öncelikli hedeflerinin bafl›nda, geçti¤imiz ocak ay›nda gene yüzde 61.4 oyla halk taraf›ndan onaylanan yeni anayasan›n yürürlü¤e konmas› bulunuyor. Bu çerçevede yap›lmas› öngörülen en önemli de¤ifliklikler; yerli halk›n haklar›na sahip ç›kan ve siyasete kat›l›mlar›n› art›ran düzenlemelerin yap›lmas›, yarg›n›n yeniden yap›land›r›larak yarg›çlar›n parlamento taraf›ndan atanmak yerine seçimle ifl bafl›na gelmesi, merkezî iktidar›n flube, bölge, belediye ve yerli yönetimler olmak üzere dört özerk ölçekte da¤›t›lmas›. Morales’in zaferinin kilit noktas›n›, nüfu-
sun yüzde 65’ini oluflturan ve baflkan› “kendilerinden biri” olarak gören yerli halk oluflturuyor. Küresel hidrokarbon piyasas›ndaki fiyat art›fllar›n›n sa¤lad›¤› geliri ve yabanc› petrol flirketlerine koydu¤u ek vergileri kamu harcamalar›na yans›tan hükümet, bu kesimlerin güvenini kazanm›fl durumda. Bat› medyas›, devletin ekonomiye müdahalesinin gelir da¤›l›m›n› düzeltebilece¤ini, ancak yeni yat›r›mlar›n önünü kesece¤ini söylese de, hükümet yabanc› sermayeyi Bolivya’n›n lityum ve demir kaynaklar›n›n iflletilmesine davet etti. Fakat bir flartla: “Patron de¤il, ortak istiyoruz.”
r›nda eski polis memurlar› da bulunan flirket, 1973’ten beri “özel soruflturma ve nezaret” iflleri yap›yor. fiirketin yeni ifli, Britanya’daki Çingenelerin ve ‹rlandal› göçebelerin yerleflti¤i Essex kentindeki Dale Farm yerleflimini tümüyle y›kmak. Bu y›k›m iflinin flirkete 3 milyon avro kazand›raca¤› söyleniyor. Y›k›mlar›n para birimleri ile ölçülmesi ‹stanbul’dan tan›d›k geliyordur. fiirketin planlad›¤› bu y›k›m Britanya’da düpedüz etnik temizlik olarak tan›mlan›yor. K›s›m k›s›m y›k›mlar›n yap›lmaya baflland›¤› yerleflimde yaflayan Çingeneler, Dale Farm y›k›mlar› esnas›nda çektikleri amatör foto¤raflar› soyk›r›m sergilerinde kullanmak için baflvuru yapt›. Kendi bafllar›na gelenlerden bu derece rahats›z olan Çingeneler ve ‹rlandal› göçmenler seslerini duyurabilmek için “Evsiz Anneler” bafll›kl› bir bildiri yay›nlad›. Kamuoyunun dikkatini flu sözlerle çekmeye çal›fl›yorlar: “Biz istenmeyenler y›llar boyunca güvenli bir eve sahip olmak için çaresizce dolaflt›k durduk. Toplulu¤umuz ancak bu barakalarda bir yaflam kurabildi. fiimdi buran›n yeflil alan oldu¤unu ve evlerimizin plans›z oldu¤unu söylüyorlar. Çocuklar›m›z ve torunlar›m›z için kurdu¤umuz evlerimizi y›kmak istiyorlar. Zorunlu tahliyeler ve y›k›mlarla karfl›laflan anneler olarak protestomuza kat›lman›z› rica ediyoruz.”
Casilino 700 yan›yor Britanya’da Çingenelerin yaflad›klar›na benzer uygulamalar›, Avrupa Birli¤i’nin yeni eski birçok üye ülkesinde görmek mümkün. Zorla göç, y›k›m ya da yerlefltirme uygulamalar› h›z kesmeden devam ediyor. Londra University of College ö¤retim üyesi Prof. Michael Stewart, Avrupa’da yükselen yeni anti-Çingenecili¤in, Nazi Almanyas›’nda yaflananlar› hat›rlatt›¤›n› belirtiyor. Bu kapsamda Britanya’n›n Essex kentinde yaflananlar›n bir benzerinin de ‹talya’da yafland›¤› görülüyor. Özellikle Berlusconi’nin iktidara gelmesinden sonra yükselen zenofobik fliddet hareketlerinden Çingeneler de nasibini fazlas›yla al›yor. ‹talya’n›n baflkenti Roma yak›nlar›nda bulunan Casilino 700 isimli Çingene yerlefliminin zorla tahliye edilmesinden sonra, bölgedeki eski bir fabrikaya yerleflen Çingeneler buradan da zorla tahliye edildiler. 400 Çingenenin ak›beti belli de¤il. Guardian yazar› Tana de Zulueta, söz konusu yerleflimden “‹talya’n›n yeni gettosu” olarak bahsetti. Zulueta’n›n toplumsal ayr›m›n somut örne¤i olarak irdeledi¤i Casilino 700 yerleflimi, 1990’l› y›llar›n bafl›nda
Mapuçelere demir yumruk
Ayd›nl›k Yol seçime giriyor
fi‹L‹ Latin Amerika’da “demokratik geliflme modeli” olarak gösterilen fiili, Pinochet diktatörlü¤ünün art›klar›ndan kurtulam›yor. Sosyalist Parti’nin liderli¤indeki hükümet, son zamanlarda artan çat›flmalar› ve fliddet olaylar›n› bahane ederek 1984 tarihli Anti-Terör Yasas›’n› Mapuçe yerlilerine karfl› kullan›yor. Baflkan Bachelet seçim kampanyas›nda yasay› Mapuçelere karfl› kullanmayaca¤›n› taahhüt etse de, son üç y›lda en az yedi Mapuçe aktivisti bu yasayla yarg›land›. Mapuçe yerlileri fiili’nin orta ve güney kesimleri ile Arjantin’in güneyinde özerklik mücadelesi veriyor.
PERU Maocu çizginin dünyadaki öncülerinden Ayd›nl›k Yol hareketi, Af ve Temel Haklar Hareketi ad›n› tafl›yan yeni bir parti kurarak 2011 seçimlerine kat›laca¤›n› aç›klad›. 1992’de yakalan›p yarg›land›ktan sonra ömür boyu hapse mahkûm edilen lider Abimael Guzman’›n avukat› arac›l›¤›yla yap›lan duyuruda, partinin seçimlerde kendi adaylar›n› gösterece¤i gibi, öteki sol partilerle koalisyona girebilece¤i söylendi. Bu y›l yerli isyan› s›ras›nda güven kaybeden Baflkan Garcia, Guzman’›n affa dayanan siyasî aç›l›m önerisini reddetmiflti. Ayd›nl›k Yol’u izleyen Nepalli Maocular, ustalar›na örnek oluyor.
Bosna savafl›ndan kaçan insanlar için ‹talya’da devlet taraf›ndan kurulmufl bir yerleflim bölgesi. Daha sonraki y›llarda bölgedeki Çingene nüfusunun giderek artt›¤› gözlemleniyor. ‹talya’daki uygulamalarla 2008’e kadar varl›¤›n› sürdüren yerleflim bölgesinin alternatifi oluflturulmadan y›k›m›na karar verildi. Bölgede yaflayan 600 Çingenenin zorla yap›lan tahliyeden sonra sokakta kald›¤› belirtiliyor. Bunlardan yaklafl›k 200’ünün ‹talya’y› terk etti¤i tahmin edilirken, kalanlar ise yak›nlarda bulunan eski bir fabrikan›n etraf›na kurduklar› barakalarda yaflamaya çal›fl›yorlar. Roma Belediyesi, kas›m ay›nda fabrika çevresindeki barakalar›n da y›k›m›na bafllad›. Gene herhangi bir alternatif yerleflim alan› gösterilmeden yap›lan y›k›mlara bir polis ordusu gönderildi. Bulduklar› son yerleflim alan›n› da kaybeden Çingenelerden baz›lar› polisle çat›flt›. Ç›kan olaylar sonucunda 20 Çingene gözalt›na al›nd›. Y›k›mlar sonras›nda Roma Belediyesi, Çingenelere geçici olarak belediye misa-
firhanesinin aç›laca¤› yönünde bir aç›klama yapt›. Bu bilgileri kamuoyuna sunan Everyone isimli sivil toplum örgütünün konufltu¤u bir polis memuru ise, “içinde bulundu¤u y›k›m operasyonlar›n›n utanç verici oldu¤unu, zaten zor koflullarda yaflayan insanlara suçlu muamelesi yap›ld›¤›n›” söylerken, belediye yetkililerinden kal›c› yerleflim alan› hakk›nda bir aç›klama henüz gelmemiflti.
Avusturya’da Çingene olmak Britanya ve ‹talya’da kamu otoritelerinin ve hatta Britanya’da oldu¤u gibi özel flirketlerin Çingene yerleflimlerini y›kmas› operasyonlar›n›n yan›nda Avusturya ve birli¤e yeni üye olmufl Do¤u Avrupa ülkelerinde Çingenelere karfl› bizzat ›rkç› sald›r›lar›n ve ayr›mc› uygulamalar›n yap›ld›¤› görülüyor. Viyana’da faaliyet gösteren Romano Centro isimli sivil toplum örgütünün verdi¤i bilgiye göre, Frans›z göçebe Çingeneler, 2 A¤ustos 2009 gecesi Avusturya’n›n Tyrol eyaletinde sald›r›ya u¤rad›. Avusturya’n›n küçük bir flehri olan Ainet’e 13 karavanla gelen Çingeneler, flehirde bir gece konaklayabilmek için belediyenin iznini istediler. Belediye, gruba geceyi geçirebilmeleri için kentte bulunan spor salonu yak›n›ndaki alan› gösterdi. Ayn› gece Çingenelerin konaklad›¤› alan›n yak›n›ndaki spor salonunda, Foxcocks adl› ›rkç› bir rock grubu konser verdi. 1993’ten bu yana Romanca ve Almanca olmak üzere iki dilde yay›nlanan bir dergi ç›karan Romano Centro taraf›ndan verilen haberlere göre, konser sonras›nda bir grup genç coplarla karavanlara sald›rd›. Sald›r›, polis olay yerine gelene kadar devam etti. Olaylar sonras›nda Çingeneler, Lienz flehri yak›nlar›nda bir tren istasyonu yak›n›na yerlefltirildiler. Belediye yetkillileri ve polisin, karavanlarda hiçbir ize rastlanmad›¤›n› söyleyerek sald›r›y› örtbas etmeye çal›flt›¤› da iddia ediliyor. Fakat Romano Centro gönüllüleri arac›l›¤›yla Avusturya’daki Çingenelere uygulanan ›rkç› sald›r› dikkatimize sunulmufl oluyor. Geçen sene s›k s›k gündeme gelen Macaristan’daki Çingenelere uygulanan ›rkç› sald›r›lar ise geçti¤imiz günlerde de devam etti. Ekim ay›n›n bafl›nda bu tip sald›r›lara liderlik eden ›rkç› örgüt Magyar Garda yine ifl bafl›ndayd›. Macar www.politics.hu sitesi, yürüyüfl yapan örgüt üyelerinin Pest kentindeki bir Çingene mahallesine sald›rd›klar›n› haber verdi. Macaristan’da halen Magyar Garda’n›n ve ›rkç› Jobbik partisinin eylemleri Çingeneler için hayatî tehlike oluflturuyor. Selçuk Oktay
27
k›raat
o’nun yeni kiEduardo Galean l Yay›nc›l›k Se tab› “Aynalar”, a¤›na s›c › a¤ s›c le marifetiy vva’dan Ha ile Türkçede: Adem a¤ara m i), iyd m i (acaba zenc , ateflin yaz›n›n resimlerinden, eski tanr›lar, bulunuflundan , Roma’n›n an rd fla dan, filozo sektöründen, show business ‹bn-i Sina’dan, ve Muhammed BeethoShakespeare ve en, katliamrd ven’dan, keflifle lerden, Kafge ür m sö lardan ve ger’dan, Peka’dan ve Kissin en geçerek ’d le’den ve Fidel nsel bir tarih” re ev se “neredey kendine has yaz›yor Galeano, k›sa hikâyec› al as olgucu ve m na dizerek. lerini birbiri ard› gibi, bu da Baflka kitaplar› ap›t, ister fly ba r bi emsalsiz gidin, ister bafl›ndan sonuna aç›n... yfa sa rastgele bir
X - KÜTÜPHANE Aliflan Çapan Güle Güle ki Tarif Edemem (Adam) Boris Vian Generallerin ‹kindi Kahvalt›s› (Yaba) Claude Lévi-Strauss Hüzünlü Dönenceler (YKY) Eduardo Galeano Aynalar (Sel) Enis Batur Baflkalafl›mlar 21-30 (K›rm›z›) Etgar Keret - Samir El-Youssef Gazze Blues (Siren) Georg Simmel Bireysellik ve Kültür –Seçme Yaz›lar (Metis) Georges Perec Ücret Art›fl› Talebinde Bulunmak ‹çin Servis fiefine Yanaflma Sanat› ve Biçimi! (‹mge) Gülçiçek Gönül Tekin Beyaz Soyk›r›m –Türkiye’nin Asimilasyon ve Dilk›r›m Politikalar› (Belge) Hüseyin Aygün Dersim 1938 ve Zorunlu ‹skan (Dipnot) Julia Kristeva Kara Günefl –Depresyon ve Melankoli (Ba¤lam) Michel Bourse Melezli¤e Övgü (Ayr›nt›) Miguel Abensour Ütopya –Thomas More’dan Walter Benjamin’e (Versus) Richard Sennett Zanaatkâr (Ayr›nt›) S. Gerard - T.J. Kline - B. Sklarew Bernardo Bertolucci (Agora) Sevim Burak Beni Deliler Anlar (Hayykitap) Slavoj Zizek Sanat ya da Konuflan Kafalar (Encore) Spain Rodriguez Che –Biyografik Çizgi-Roman (Agora) Tom Robbins Geriye Uçan Yaban Ördekleri (Ayr›nt›) Ulus Baker Yüzeybilim - Fragmanlar (Birikim)
•
* * Sanat›n malzemesi tarih boyunca • hem hammadde hem de konu bak›m›ndan dönüflümlere elbette u¤ram›flt›r. Ama, bu durum, hatta sanat ürünlerinin eriflti¤i kitlenin genifllemesi sanat›n kendisinde ve dünya ile, toplum ile kurdu¤u iliflkiye do¤rudan yans›mam›fl, hiçbir zaman sanat›n ana ifllevlerinin ve evrensel niteli¤inin sorgulan›r hale gelmesine bugünkü kadar yol açmam›flt›r. Sözgelimi Microsoft yaz›l›m flirketinin Silikon Vadisi’ndeki dev iflletmesinde bir araya getirdi¤i önde gelen 25.000 beyin aras›nda büyük bir kesimi, “sanatsal” bir faaliyet içinde olduklar›na gerçekten inan›yor gibidirler: Patronlar› Bill Gates’in toptan sat›n ald›¤› Leonardo’nun Defterleri’nden desenleri dijital teknolojilerle iflleyerek bilgisayar kullan›c›lar›n›n görsel kullan›m›na sunmaktad›rlar. Böyle bir faaliyete yat›r›lan kaynaklar›n büyüklü¤ü flafl›rt›c›d›r. Uluslararas› kapitalizmin yeni deneylerinin “av sahas›” olarak tan›nan ‹talya’da büyük bas›n ve TV patronu Berlusconi’nin seçim ve iktidar deneyimi, bize ayn› zamanda gelecekteki iktidar ve yönetim biçimlerinin nas›l bir fley olabilece¤inin ilk örneklerini sunmaktad›r. (...) Böylece, günümüzde sanat, hâlâ yoluna devam edecek, geçmiflteki baflar›lar›n› an›msayarak ve tekrar yoluyla yeniden üreterek meflruiyetini garantilemeye devam etmeyecekse art›k, “imajlar›n” bu kadar topyekûn olarak, “yar›m kültürlenmifl” kalabal›klara pazarlanma tarzlar› aras›nda yer almaktan geri durabildi¤i ölçekte yeniden evrensel bir yaflant› haline gelmeyi ümit edebilir.
28
... siz kendisini görmeye gitti¤inizde mr x ender de olsa odada olabiliyor ve siz böylece koridorda beklemekten kurtuluyorsunuz mlle yolande’nin kendi odas›nda olmas›n›n do¤rulanmas› mlle yolande’nin keyfinin her zaman rastlant›lara ba¤l› olarak de¤erlendirilmesi ve bütünü sizi sömüren örgütlenmenin tümünü ya da bir parças›n› oluflturan servislerden baz›lar›n›n dolafl›lmas› dolay›s›yla mr x odas›ndad›r ve mr x sizin amiriniz oldu¤undan odas›na girmeden önce kap›ya vurman›z gerekir sonra da cevab›n› beklersiniz tabii cevap vermezse ifle bafltan bafllamaktan baflka çareniz kalmayacakt›r ve biz de soylu bir basite indirgeme arzusu içinde kabullenme durumunda kalaca¤›z bunu çünkü her zaman basite indirgemek gerekir ve ender olarak siz kap›ya vurdu¤unuzda kesinlikle odas›nda bulunan mr x kafas›n› kald›r›rsa bu kesinlikle flu anlama gelir ki sizin geldi¤inizi fark etmifltir ama sizi hemen kabul edece¤i anlam›na da gelmez kesinlikle asl›nda cevab›na efllik edecek olan genifl iflaret dolay›s›yla mesaj yelpazesi belli bafll› üç grupta örgütlenebilir ve bunlar sizin için üç özel strateji belirlemenize olanak verirler ki öncelikle sözgelimi bafl›n sa¤dan sola ve soldan sa¤a üç kez sallanmas› ya da iflbirli¤inin geri çevrilmesi anlam›na gelebilecek öfkeli bir bak›fl sizin için bir fleyler ifade edebilir ya da bunlar bir mesaj olabilir ki bu mesajdan da kesin ve münasebetsiz bir tav›rla sizinle ne o s›rada ne de yak›n ve uzak bir gelecekte görüflmeye kesinlikle niyeti olmad›¤› anlafl›labilir ama bu varsay›m›n çok fazla kötümser ve hatta aç›kça y›k›c› olmad›¤› da düflünülebilir hakl› olarak ...
“Zanaatkârl›k” sanayi toplumunun geliflmesiyle birlikte silinmekte olan bir hayat tarz›n› akla getirebilir; ancak bu do¤ru de¤ildir. Zanaatkârl›k sürekli, temel insan dürtüsüne, kendi iyili¤i için bir görevi güzel yapma arzusuna iflaret eder. Becerikli el eme¤ine k›yasla, zanaatkârl›k çok daha cakal›d›r; bilgisayar programc›s›n›n, doktorun ve ressam›n ifline yarar; yurttafll›k ve ebeveynlik dahi ustal›kl› bir hüner olarak yaflama geçirildi¤inde daha etkin olur. Her iyi zanaatkâr somut pratikler ve düflünme aras›nda bir diyalog kurar; bu diyalog birbirini besleyen al›flkanl›klara do¤ru evrilir ve bu al›flkanl›klar da sorun çözümü ve sorunu bulma aras›nda bir ritim oluflturur. El ve kafa aras›ndaki bu iliflki duvarc›l›k, aflç›l›k, oyun alan› tasar›m› ya da çello çalmak gibi farkl› görünen alanlarda ortaya ç›kar; fakat bütün bu pratikler, hedefi yanl›fl vurabilir ya da olgunlaflmaktan uzak kalabilir. T›pk› teknik söz konusu oldu¤unda düflüncesizce mekanik olmak gerekmedi¤i gibi becerikli olmak kaç›n›lmazd›r diye bir fley de yoktur. Motivasyon hünerden daha önemlidir ve bunun da belirli bir nedeni vard›r. Zanaatkâr›n nitelik için duydu¤u arzu, motivasyon bak›m›ndan tehlike yarat›r: Nesneleri mükemmel bir flekilde do¤ru elde etme tak›nt›s›, çal›flman›n kendisini bozabilir. fiunu iddia ediyorum ki, beceriden yoksun oluflumuzdan ziyade kendi tak›nt›m›z› düzenlemedeki beceriksizli¤imizden dolay›, bir zanaatkâr olarak hata yapmaya daha yatk›n›zd›r.
Metropole özgü bireysellik tipinin psikolojik temeli, sinirsel uyar›mlardaki yo¤unlaflmad›r ki bu da d›fl ve iç uyar›c›lar›n h›zl› ve kesintisiz de¤ifliminin ürünüdür. ‹nsan, ayr›flt›ran, farkl›laflt›ran bir yarat›kt›r. Zihni anl›k bir izlenimle ondan önceki izlenim aras›ndaki farkla uyar›l›r. Kal›c› izlenimler, birbirinden çok ufak farklar gösteren izlenimler, düzenli ve al›fl›ld›k bir seyir izleyen, düzenli ve al›fl›ld›k karfl›tl›klar sergileyen izlenimler –bütün bunlar, de¤iflen imgelerin h›zla toplaflmas›na, tek bir bak›fl›n kavray›fl›ndaki keskin süreksizli¤e ve ak›n ak›n gelen izlenimlerin beklenmedikli¤ine k›yasla, daha az bilinç tüketirler, tabiri caizse. Metropolün yaratt›¤› psikolojik koflullard›r bu ikinciler. fiehir, caddeden her geçiflle, ekonomik, meslekî ve toplumsal hayat›n tüm temposu ve çeflitlili¤iyle, ruhsal hayat›n duyusal temelleri konusunda kasaba ve taflra hayat›yla kendisi aras›nda derin bir karfl›tl›k kurar. Metropol farkl›l›klara ba¤›ml› bir mahluk olarak insan› taflra hayat›n›n gerektirdi¤inden daha çok bilinçlili¤e mecbur eder. (...) Metropol tipi insan, d›fl ortam›ndaki onu köklerinden koparacak tehditkâr ak›nt›lara ve uyumsuzluklara karfl› kendisini koruyacak bir organ gelifltirir. Tepkilerini kalbiyle de¤il, kafas›yla verir. Burada ruhsal ayr›cal›¤› artan bir fark›ndal›k üstlenir. Yani metropol insan›ndaki artan fark›ndal›¤›n ve zekâ/düflünsellik egemenli¤inin temelinde metropol hayat› vard›r.
Duman›
üstünde
cekten gelenlerin Connie’ye söylediklerini okurlar›na söylüyor Jameson: “Siz bizim aya¤›m›z› kayd›rabilirsiniz. Sen bireysel olarak bizi anlayamayabilirsin ya da kendi yaflam›nda ve zaman›nda mücadele edemeyebilirsin. Biz ise varolmak için, hayatta kalmak için, gelecek olmak için kavga vermeliyiz. Size gelmifl olmam›z›n nedeni bu.” (sf. 315) Sözün k›sas›, okur gelecek olmak için verilmesi gereken kavgaya davet ediliyor.
Savafl tamtam›
Arzu ve tahayyül Fredric Jameson - Ütopya Denen Arzu çev: Ferit Burak Aydanl (Metis)
ulio Cortazar “Seksek” roman›nda yal›n bir soru sorar: “Namuslu mülk sahibine güvence üstüne güvence veren gerçek bizim ne iflimize yarar?” Mülkün yan›na bir de kutsal aile ve devleti –ve her türlü iktidar›– eklersek, bu “gerçek”in pek bir ifle yaramayaca¤› –sorunun sorulma biçimi kadar– yal›n biçimde ortaya ç›kar ve baflka bir soruyla karfl›lafl›r›z: “Peki, bu ‘gerçekle’ ne yapaca¤›z?” Fakat “gerçek”le “biz”in de birbirinden tamam›yla ayr› olmad›¤›n›, “biz” ve “ben” öznesinin bu gerçek içinde kuruldu¤unu düflünürsek, bafltaki soru, bu gerçe¤e ve kendimize ne yapaca¤›m›za dönüflür. Gerçekle ve bu gerçe¤in içinde kurulmufl “biz”lerle ne yapaca¤›m›z çok eski bir soru; toplumsal dönüflüm tahayyüllerinin hepsinin ilham kayna¤› olmufl bir soru. Fredric Jameson, “toplumsal biçimlerin poetikas›” ismini verdi¤i projenin bir aya¤› olarak bu soruyu temel alan Ütopya’n›n ve Ütopyac›l›¤›n arkeolojisini yap›yor. More ve Campanella’dan günümüz Ütopyalar›na, bilimkurgu ve fantezi türünde birçok temel kitab› ele ald›¤› çal›flmas›nda amac› sadece bir “janr”›n dökümünü yapmak de¤il. “Bizi düflman›n varl›¤› de¤il, genel inan›fl elden ayaktan düflürüyor” diyen Jameson, kapitalizmin tarihsel alternatiflerinin gerçekleflemez oldu¤unu söylemekle yetinmeyip baflka bir dünyan›n tasavvur ve tahayyül edilemeyece¤ini vaaz eden bu genel inan›fla karfl› söz al›yor; baflka bir dünyay› mümkün k›lacak en önemli insan yetisi olan tahayyülü canland›rmak ve siyasî-poetik bir yeti olarak körelmesine izin vermemek için. Kapitalizmin “gerçeklik ilkesinin” s›n›rlar›na karfl› baflka “gerçeklikler”in yarat›lma potansiyelleriyle, yani devrimci bir potansiyelle karfl›laflt›r›yor okuru –bu potansiyellerin nas›l ilhak edildi¤ini de analiz ederek. Marge Piercy’nin “Zaman›n K›y›s›ndaki Kad›n” roman›nda gele-
J
Ütopya, hiçbir edebî türün olmad›¤› kadar siyasî bir türdür, fakat hem edebîli¤i hem de siyasîli¤i tart›flma konusu olmufltur. Birçok Marksist gelenek, ütopyac›lar› “siyasî strateji anlay›fl›na sahip olmad›¤› gerekçesiyle reddettiler ve Ütopyac›l›¤› gerçek olana, siyasal olana kökten ve yap›sal olarak ayk›r› bir idealizm olarak nitelendirdiler.” (sf. 10) Fakat Marx Proudhon’a küçük burjuva ütopyac› diye sald›r›rken, “Fourier, Owen vb.’nin ütopyalar›nda yeni bir dünya öngörüsü ve bunun yarat›-
yadan kopufl ân› üzerine yap›lan tefekkürü görüyor. “Kapitalizmin sonunu hayal etmek dünyan›n sonunu hayal etmekten daha zor oldu¤u için” diyor Jameson, birçok ütopik ve distopik eser topyekûn bir y›k›m›n ard›ndan –üçüncü dünya savafl› vb.– kurulan bir yaflam› anlatmaya koyulmufltur. Fakat Ütopya, post-fordist ya da geç kapitalizmin “baflka alternatif yok” söylemine yan›t olarak, gerçek içindeki süreksizlik deneyimine vurgu yapar: “Bunu kopufltan sonra ifllerin ne âlemde olaca¤›na dair geleneksel bir tablo sunarak de¤il, bizi kopufl üzerine düflünmeye zorlayarak öne sürer... Olanaks›z üzerine, bafll› bafl›na gerçeklefltirilemeyen üzerine tefekküre zorlar.” (sf. 312) ‹mkâns›za arzu duyan tahayyüldür ütopya ve bizzat devrim ân›n› tahayyül etmektedir. Ütopik tahayyüle efllik eden kayg›, gelece¤i kaybetme kayg›s›d›r: “Benjamin fatihler karfl›s›nda ‘geçmifl bile emniyette olmayacak’ diyordu, biz de buna ek olarak gelece¤in de emniyette olmad›¤›n› Frankfurt Okulu’nun bir nevi mirasç›s› say›labilecek Fredric Jameson, modernizmden postmodernizme uzanan zaman›m›z›n büyük serüvenini teoriyle anlay›p düflüncesini ayr›nt›larla desteklerken bu sefer “bir gelecek aray›fl› olarak ütopya tarihi ve gelene¤i”ne bak›yor. Afla¤›da özgün haritas›n› gördü¤ümüz Thomas More’un “Ütopya”s›ndan bafllayarak...
c› ifadesi vard›r” der (sf. 14, dipnot 10). Engels ise flöyle yazmaktad›r: “Alman teorik sosyalizmi, SaintSimon, Fourier ve Owen’›n omuzlar›nda yükseldi¤ini asla unutmayacakt›r... Bugün bilimsel olarak saptad›¤›m›z say›s›z meseleyi onlar dehalar› sayesinde öngörmüfllerdir.” (sf. 14, dipnot 10) Jameson da, ütopik tahayyülün en önemli özelli¤i olarak, yeni dünya öngörüsünde mevcut dün-
ve bunun arsa spekülatörlerinin ve inflaat yat›r›mc›lar›n›n tesviyesine benzedi¤ini söyleyebiliriz –zira onlar›n buldozerleri bir bölgeyi gelecekteki yat›r›m için temizlemek ve haz›r hale getirmek için bölgenin kendine özgü niteliklerini yok eder ve böylece Pazar ne talep ediyorsa onu infla edebilir.” (sf. 307) Fakat Jameson’›n önemle alt›n› çizdi¤i nokta, bu kayg›n›n “çocuklar›m›z” ya da “gelecek nesille-
re daha iyi bir dünya b›rakmak” gibi kayg›lardan oldukça farkl› olmas›. “Benli¤in mülk edinilmesi olarak çocuklar›m›z” anlay›fl›, gelece¤i de mülk ideolojisinin uzant›s› olarak ilhak eder. Kaç›fl alan› b›rakmayacak flekilde örgütlenen geç kapitalizm, More’un manast›rlar›n› ya da 1960’l› y›llar›n banliyösünü yok etmifl, Jameson’›n “bofl zaman sömürgecili¤i” olarak de¤erlendirdi¤i bofl zaman e¤lenceleri de insan›, ama en önemlisi tahayyül gücünü sömürgelefltirmifltir: “Modern dönemde toplumsal uzam›n, bütün boflluklar› kapatacak ve adac›k tarz› bir inzivay› olanaks›z k›lacak kadar sömürgelefltirildi¤i hissedilmez. Gerçekten de postmodernlik (ya da küreselleflme) ad› verilen ve Ütopyac› fantezinin türünün sonunu haber veren fley tam da tüm boflluklar›n kapat›lmas›d›r –ve somut dünya pazar› perspektifinin ortaya ç›k›fl›d›r.” (sf. 41) Bu anlamda, yeni bafltan düflünülen “gelecek kayg›s›” mevcut yaflam biçiminden “kopufl ân›n›” dile getiriyor. Jameson’›n Heideggerci ve Kierkegardc› olmadan sözünü etti¤i kayg›, “gelece¤in ve gelecekselli¤in, tarihselli¤in kayb›n› varoluflsal zaman boyutu içine, kendi içimize yerlefltiren” (sf. 313) bir kayg›. Mülk edinemedi¤imiz “kendili¤imizde” kaybetmekten korktu¤umuz fley, fatihlerin en çok fethetmek istedikleri tarihselli¤imiz ve gelece¤imiz olacakt›r. Jameson, bu kayg›y› tarihsellik içindeki “kendilik” içine yerlefltirerek, kopufl ân›n› –devrim ân›n›– bu kayg›yla tasvir ediyor. Çok mu Le Guinci? Evet ama, yaln›zca “Mülksüzler”in Le Guin’i de¤il, ayn› zamanda “Yerdeniz”in tarihsellikle örülmüfl co¤rafyas›. Jameson, ütopik tahayyülün ne oldu¤unu, ütopyan›n ne olmad›¤›n› anlatarak derinlefltiriyor: Olumlu beklentilerle, tatmin ve iflbirli¤i uzamlar› yaratan cennet ya da pastorale denk düflen temsiller ütopya de¤ildir: “Gerçekten de arzulanan toplumun pozitif k›staslar›n› oluflturma giriflimi, Locke’dan Rawls’a kadar liberal teorilerin temel niteli¤idir –burjuva rahatl›¤› için teferruatl› tasar›lar yani.” (sf. 30) “Mükemmel toplum”, “organik iflbölümü”, “herkesin hufluyla çal›fl›p huzur ba¤›ml›s› olarak yaflad›¤› s›k›c› cennetler” en çok “kopufl” ân›n› d›fllar. Di¤er bir deyiflle, “burjuva rahatl›¤›n›n teferruatl› tasar›lar›” tam da “devrimin yoklu¤u” üzerine kurulmufltur. Jameson’›n deyimiyle “liberallerin insan do¤as›na içkin oldu¤una inand›klar› tüm o ehveniflerler” ancak “kopufl”u tahayyül edemeyen insan›n körelmifl ve tarihsellikten uzak halinde insana yap›flan ehve-
29
niflerlerdir –ki ikinci do¤a haline gelirler. Jameson, siyasî bir proje olarak ütopyac›l›¤› yeniden canland›rma arzusuyla yazd›¤› bu kitapta, ütopyan›n nas›l bir ifllevi oldu¤unu “rahat› kaç›racak” biçimde ortaya koyuyor: “Ütopyac› çare öncelikle olumsuz olmal›d›r ve tüm di¤er kötülüklerin kayna¤› olan, sefaletler ve adaletsizliklerin kayna¤› olan kökü koparmak ve yok etmek için savafl tamtam› ifllevi görmelidir.” (sf. 30)
Le Guin’in büyüleri Savafl tamtamlar›ndan büyülere geçmek keskin bir geçifl gibi görünebilir, fakat kopufl ân›na –kendilik içindeki kayg›ya ve de¤ifltirme ân›na– çok yak›n duran Le Guin’in büyülerinden söz etmenin tam zaman›. Öncelikle belirtmek gerekiyor ki, Le Guin’in tüm eserleri yaln›zca bilim-kurgu ya da fantezi edebiyat›nda de¤il, ütopya edebiyat›nda da ayr›cal›kl› bir yere sahip. Jameson, Le Guin’in Ütopya –ya da distopya– olarak bilinen ve en çok söz edilen eseri “Mülksüzler”e de¤il, “Yerdeniz”e (son haliyle beflleme) vurgu yap›yor. “Mülksüzler”, mülkiyetin kald›r›lmas›yla ne kadar enerjinin sökün edece¤i ve bu enerjilerin toplumsal iliflkilere kanalize olmas›yla ilgili önemli bir fikir veriyor. Jameson’›n deyimiyle para ve mülkiyetin kald›r›lmas›, yani More’un “k›z›l ipli¤i” tüm ütopya edebiyat›n› kesiyor. Odo’nun günlükleri –“Gülün Günlü¤ü”– ise devrim haz›rl›¤› ve tefekkürü üzerine önemli içgörüler sunuyor. Fakat “Yerdeniz” co¤rafyas› ve Çevik Atmaca Ged’in büyüme hikâyesi, Jameson’a göre Le Guin’i, ç›ra¤› oldu¤u Tolkien’den çok farkl› bir yere koyuyor; Tolkien iyi ve kötünün d›fllay›c› karfl›tl›¤›yla yolunu ‹ngiliz kilisesine çevirmiflken, Le Guin yolu emperyalizmin siyaseti-
ne kayd›r›yor: “Ged’in gücünü yanl› kullanarak kötüyü uyand›rmas›, dünya çap›nda tarihsel bir krize sebep olur –büyü güçlerinin Yerdeniz’in her yerinde peyderpey yok oluflu–, böylece Le Guin etikle bafllar, tarihle bitirir.” (sf. 101) “Tehanu”daki kad›n düflman›, s›n›f kibri tafl›yan karakter Jaspers “felç edici bir kuvvet olarak ötekinin büyüsüne boyun e¤menin canl› bir resmini sunar, bizi yeniden yabanc›laflman›n ve s›n›f mücadelesinin, maduniyetin ve ezilmiflli¤in somut toplumsal dünyas›na yerlefltirir. Le Guin böylece fantezinin de elefltirel, hatta gizemsizlefltirici bir güce sahip olabilece¤ini göstermifl olur.” (sf. 102) Fantezi edebiyat›n›n da “iyi edebiyat” kadar elefltirel olabilece¤ini Le Guin’de görebiliriz, ama burada ütopya nerede? Jameson’›n “Mülksüzler”in yan›s›ra “Yerdeniz”i de ütopya edebiyat› ve bir savafl tamtam› olarak de¤erlendirmesi, “Yerdeniz”deki büyülerin kullan›m›na odaklan›yor. Le Guin büyü için tefekkür önerir; büyü, iflleri k›sa yoldan halletmenin bir yolu, araçsal akla hizmet eden “deus ex machina” de¤ildir. Sahip oldu¤u güçle ne yapaca¤›, bu gücün nas›l kullan›laca¤›, gücün olumsal sonuçlar› üzerine tefekkür eden sadece Çevik Atmaca de¤ildir; Le Guin’in “Bat› Sahilleri Y›ll›klar›” da böyle kahramanlarla doludur. Peki, bizlerin asla sahip olamayaca¤› “do¤aüstü” bir güç üzerine düflünen kahraman bizlere nas›l devrimci bir tahayyül ilham edebilir? Burada bizlere sirayet edecek devrimci ilham›n ne olabilece¤ini anlamak için Jameson’›n b›rakt›¤› bofllu¤u Arendt ile doldurmam›z gerekiyor.
Siyasî gücü kazanmak Kitle, Arendt’e göre, insan› kamusal yani siyasî güçlerinden mah-
rum ederek yarat›lm›flt›r. Burjuvazi siyaseti bir yük olarak görerek kendi özel alan›na çekilmifl, ekonomik faaliyetlerinin “özgürlü¤ü”nden baflka özgürlüklere pek de yüz vermemifltir. Siyasî ve özel alandaki kopukluk dolay›s›yla, kar›ncay› bile incitemeyecek insanlar, görev icab› kitlesel katliamlar yapabilmifltir. Arendt modern insan› –ki post-modern insan da farkl› bir durumda de¤il– karakterize eden fleyin siyasî güçsüzlük oldu¤unu söyler; insan dünya üzerinde de¤ildir sanki, ihtiyaçlar›yla örülmüfl özel alan›nda ilhak edilmifl gelece¤i için sigortalar yapt›r›r. Le Guin’in büyü güçleri üzerine tefekkür eden kahramanlar› ise kaybetti¤imiz siyasî güç üzerine bize öz-düflünüm deneyimi sunuyor. Büyü dünyay› de¤ifltirme gücüyse, siyaset gücü de dünyay› de¤ifltirme gücüdür. Dünyay› de¤ifltirme gücünden mahrum edilmifl insan›n ilk önce kaybetti¤i öz-düflünüm, yani kendini dünya içinde tahayyül edebilme gücüdür. Dolay›s›yla Le Guin’in büyüleri ve büyü gücü, insana dünyada olma hissini ve siyasî gücünü iade eder; bu yüzden devrimci bir ça¤r›d›r. Fakat Le Guin, ifllerin güç kazanmakla ya da güç üzerine tefekkür etmekle bitmedi¤ini de anlat›r; her siyasî güç gibi büyü gücü de eylemlerinin sonuçlar›n›n olumsall›¤›na karfl› k›r›lgand›r. Ve eylemin olumsall›¤›na hep birlikte tahammül edebilmek için bir cennet yaratt›¤›m›z› de¤il, hep birlikte bir dünya yaratt›¤›m›z› unutmam›z gerekmektedir. Jameson, anarflistleri, orta s›n›f liberterlerinden ay›rarak, “kitap ehli” (sf. 266) kabul ediyor. “Gerek Marksizmin gerekse anarflizmin sosyalist ya da sol hareketler oldu¤unu” (sf. 266) yani anarflistlerin, kapitalizmin fleylefltirmesine ve teferruatl› burjuva rahatl›¤›na Mark-
sistler kadar karfl› ç›kt›¤›n› söylüyor. Fakat anarflistleri “di¤er kitaplardan” ay›ran ise, Le Guin’de görüldü¤ü gibi sahip olunan büyü-siyaset gücünün ve gücün eylemlerinin olumsal sonuçlar›n›n yo¤un bir öz-düflünüm sürecine tâbi tutulmas› ve bu sürecin merkezî bir yer iflgal etmesidir.
Mülk edinilemeyen dünya Çevik Atmaca’n›n ad›m ad›m dolaflt›¤› Yerdeniz, her eyleme efllik eden öz-düflünümün dünyas› oldu¤u kadar, Ütopya’yla co¤rafyan›n fliirsel iliflkisini gösterir; her co¤rafya parças› baflbüyücü Çevik Atmaca’yla gitti¤imiz, hiyerarflinin bölmesini arzulamayaca¤›m›z, ama bu bölünmeyle karfl›laflt›¤›m›zda gücümüzden yitirece¤imiz ve tüm gücümüzü bu katliama karfl› kullanaca¤›m›z bir dünyad›r; sonunda baflbüyücü Çevik Atmaca tüm gücünü kaybeder, ama gücünü sonuna kadar kullanm›flt›r. Jameson buradaki gücün insan›n siyaset gücü oldu¤unun fark›nda ve devrimci bir ça¤r› olan öz-düflünümsel tahayyülle “ideal toplum” üreten tasavvur aras›nda keskin bir ayr›m yap›yor. Tasavvur bir cennet çizerek süreç anlay›fl›n› ve olumsall›klar› dondurur, zaman›n dondu¤u yerde mekân da mülk haline gelir. Jameson, tasavvurun ço¤u zaman kapitalizmi iyilefltirmekle u¤raflt›¤›n›n alt›n› çizerek, “donmufl zaman ve mülk mekân” ikilisinin daima el ele gitti¤ine dikkat çekiyor. Mülk edinilemeyen dünya Yerdeniz ise co¤rafyan›n tarihsellikle örüldü¤ünü, dünyan›n dünyalardan olufltu¤unu göstererek, ütopya anlay›fl›na baflbüyücü Çevik Atmaca kadar mütevaz› ve hayatî bir katk› yap›yor. Robert Nozick’in “Anarfli, Devlet ve Ütopya”daki sözleriyle söylersek: “Ütopya’da tek bir top-
luluk ve tek bir hayat tarz› yoktur. Ütopya ütopyalardan, insanlar›n farkl› kurumlar alt›nda farkl› hayatlar yaflad›¤› çeflit çeflit topluluklardan oluflacakt›r. Baz› topluluklar di¤erlerine göre daha çekici gelecektir; topluluklar büyüyüp küçülecektir. Kimileri bir toplulu¤u b›rak›p di¤erine geçerken, kimileri de tüm yaflamlar›n› tek bir topluluk içinde geçirecektir. Ütopya, ütopyalar için bir çerçevedir –insanlar›n ideal toplulukta iyi bir yaflam hayallerinin pefline düflüp bunu gerçeklefltirmeye çal›flmak için gönüllü olarak bir araya gelme özgürlü¤üne sahip olduklar›, ama hiç kimsenin kendi Ütopya hayalini di¤erine dayatamad›¤› bir yerdir. Ütopya toplumu, ütopyac›l›¤›n toplumudur... Ütopya, metaütopyad›r.” – Göksun Yaz›c›
Büyük kitlenin yükselifli ve düflüflü Canan Koç & Y›ld›r›m Koç KESK Tarihi 1 –Risk Alanlar / Yolu Açanlar (Epos)
anan ve Y›ld›r›m Koç, “KESK Tarihi 1 –Risk Alanlar / Yolu Açanlar” bafll›kl› çal›flmalar›nda, inceledikleri 1985-95 dönemini kronolojik bir çerçevede, zaman›n ruhunu da yans›tan biçimde ele al›yorlar: “Mitingler, yürüyüfller, bas›n aç›klamalar›, dilekçeler ve telgraf çekme eylemleri, pankartlarda yer alan sloganlar, eylemlerden sonraki gün gazete bafll›klar›, dergi haberleri-yorumlar›, aç›lan davalar, kapat›lan ve yeniden aç›lan sendikalar, sendika kurulufl baflvurular›, gözalt›na al›nan eylemciler ve sendikac›lar...” Koçlar›n “KESK Tarihi 1”i, “1000 operasyon günleri”nde kelle koltukta, büyük fedakârl›k, emek, ak›l ve duyguyla sendikal mücadeleyi örmeye çal›flanlar›n “serüvenini” anlat›yor. O serüvendekilerin bugünkü temsiliyetleri cüzî miktarda. Dolay›s›yla sendikal mücadele de öyle. Yazarlar›n ideolojik tutumlar›na bakmadan kitaptaki büyük araflt›rmac› emekten yararlanmak, tam anlam›yla ilgililere kal›yor. KESK’in mevcut durumunu bugünle geçmifl aras›nda bir yerlerde duran “17-18 Haziran 1995 Ankara K›z›lay Meydan› ‹flgali” aç›kl›yor. Yazarlar›n deyifliyle bu kitab›n konusu, 17-18 Haziran’da K›z›lay ‹flgali’ni gerçeklefltiren on binleri K›z›lay Meydan›’nda bir araya getirmeyi baflaranlar›n “öyküsü”... Çünkü onlardan sonra, onlar›n “risk alarak”/“bedel ödeyerek” kurdu¤u sendikalarda yirmi y›ld›r genel baflkanl›k yapan sendikac›lar oturuyor. Onlar risk alanlar ve yolu açanlard›, sonrakilerse yerleflenler oldu.
C
K›z›lay Eylemi’ni birçok benzerinden ay›ran unsur, eyleme kat›lanlar›n sosyolojisiydi. “Yolu açanlar” düzend›fl› olanlar, politikaya hiçbir zaman ilgi duymam›fl, çevresinde “sol” politik hiçbir tan›d›¤› olmayan insanlar› eyleme katmay› baflarabilmifllerdi. “Muhafazakâr halk›n” içinden, Türkiye’ye özgü devletçi laik ideolojinin içinde flekillenen ve de solun hiç tan›mad›¤› bu insanlar, K›z›lay’da risk ald›klar›n› bilerek beklediler. Sonra da da¤›t›ld›lar. 1995 17-18 Haziran’›nda Ankara K›z›lay Meydan›’n› iflgal eden kamu çal›flan› say›s› 120-150 bin dolaylar›ndayd›. Eylem fiilen 16 Haziran’da bafllam›flt›. Eylemciler iflgal ettikleri alana battaniyeleri, kilimleri, yiyecekleri ve flemsiyeleriyle gelmifllerdi. Geceleyeceklerini biliyorlard›.12 Eylül sonras›nda meydana gelen ilk büyük kitle eylemi. Nas›l dolmufltu bu kalabal›k meydana, hatta nas›l gecelemifllerdi K›z›lay Meydan›’nda? Ço¤u bildik, tan›d›k de¤ildi. Ço¤unun “elbisesi”, “parfümü”, “ayakkab›s›” tan›d›k de¤ildi. Ezcümle bu kitle bizden de¤ildi. fiayet bizden olsayd›lar, k›zl›-o¤lanl› “parfümlü halleri, fl›k›r fl›k›r elbiseleriyle” donanmazlard›. Onlar, “biz” kavram› kimi tan›ml›yorsa tan›mlanm›fl olan bizden de¤illerdi. Onlar sadece eyleme gelmifllerdi. Eyleme bile bile gelmifllerdi. Eylem oldu¤unu bile bile gelmifllerdi. Eyleme kat›lanlar›n bafl›na neler geldi¤ini, nas›l copland›klar›n›, nas›l tekmelendiklerini bildikleri, gördükleri halde K›z›lay Meydan›’ndaki eyleme bile bile kat›lm›fllard›. Ço¤unun yafl› “bizden olamayacak” kadar gençti. Ço¤u mesle¤e daha yeni bafllam›flt›. Ço¤u ailesiyle beraber oturuyordu. Ailelerine ra¤men eyleme kat›lm›fllard›. Ezcümle: K›z›lay Meydan›’ndaki eyleme kat›lanlar›n ço¤unun “babas›-annesi, day›s›teyzesi, ablas›-abisi, sevgilisi solcu de¤ildi”. Hayatlar›nda solcu tan›mam›fllard›. Kendilerine TV’lerden, gazetelerden anlat›lan, gösterilen teröristlerden baflka terörist/solcu tan›mam›fllard›. Bas›nda teflhir edilen teröristlerle de kendilerini ve kat›ld›klar› eylemi özdefllefltirmiyorlard›. Eyleme gelirken onlar›n kimler oldu¤unu bile düflünmemifllerdi, hesap etmemifllerdi. Eylemin kat›l›mc›lar›, sadece ey-
leme gelmifllerdi. Lâkin muhtemel bir hesap nedeniyle 18 Haziran akflam› da¤›t›ld›lar. ‹flgalin sona erdirilifli ve kitlenin meydandan da¤›t›l›fl biçimi asl›nda daha befl buçuk ay sonra, 8 Aral›k 1995 tarihinde kurulacak olan KESK’in fiilî kurulufl tarihi olmufltur. Ya da KESK’in fiilî tasfiyesinin de bafllang›c›... KESK’in kurulufluyla birlikte “yolu açanlar”›n sendikalardan tasfiyesi h›zland›. Sendikalardan tasfiye bafll›ca iki biçimde meydana geldi: 1) Düzeniçi mücadele anlay›fl›n› savunanlar›n sendika yönetimleri için yapt›¤› ittifak, 2) a- Ateflli silahlar›n gözetti¤i hedefler (Elmas Yalç›n örne¤i), b- Tutuklamalar, hapis cezalar›, sürgünler, meslekten men gibi cezalar, nihayet ard› arkas› kesilmeyen terörle mücadele yasas› salvolar›, 3) Ekonomik-demokratik mücadele yerine akademyadan devflirilen ve tam da bir post-Marksizm olan neo-liberalizm karfl›tl›¤›n›n kötü kopyas›n›n kötü icras›... Sendika yöneticilerinin KESK’in oluflmas›yla bafllatt›klar› hukukî süreç, temel argüman olan “ekonomik-demokratik” mücadeleyi safd›fl› k›ld›. Bafllat›lan hukukî “süreç”, memur hareketinin arac› olmaktan ziyade, 12 Eylül darbesinden kendisi de a¤›r zayiatla ç›kan devlet kurumunun kendi yeni-
den yap›lanmas›n› kolaylaflt›r›ps devleti tahkim eden sürece arac›l›k etti. T›pk› Avrupa Birli¤i’nin kendi anayasas›n› oluflturma momentindeki giriflimine “üçüncü dünya” ülkelerinden (Rusya da dahil) A‹HM baflvurusu kabul ederek baflvuru sahiplerini ülkeleri nezdinde Anayasas›n›n oluflturulmas›na (içtihatlar›yla) arac›l›k ettirmesi gibi, sendikalar›n mahkemelere yapt›¤› her baflvuru da, devletin memura, ücretliye karfl› tahkiminde ayn› ifllevi yerine getirdi. 18 Haziran akflam› kürsüden da¤›t›lan o kitle bir daha bir araya
gel(e)medi. Bizden olmayanlar, 1995 haziran›n› izleyen aylarda ve y›llarda sendikalar›ndan teker teker ve hatta küçük gruplar halinde istifa ettiler. Bizden olmay›p da istifa edenlerin önemli bir k›sm›, sonradan kurulan gayet muhafazakâr/devletlû sendikalara iltihak etti. Büyük kitlenin, yani soldan olmayan kitlenin KESK’ten kopuflunun nedeni Kürt Hareketi’nin yükselifli ve ard› arkas› kesilmeyen “flehit cenazeleri” de¤il, bir k›ble olan ekonomik-demokratik mücadele olgusu gibi bir hakikatin kendisinden vazgeçilmesiydi. Çünkü ampirik bir gerçek olarak yüz binlerin KESK’i oluflturan sendikalara akt›¤› zamanlarda da “flehit cenazeleri” gelmeye devam ediyordu. Sendikal hareketin k›blesi olan ekonomik-demokratik mücadelenin bizzat sendikac›lar taraf›ndan ilga edilmesi, zaten Türkiye’ye özgü olan o derin muhafazakârl›ktan gelen o büyük kitleyi muhafazakârl›¤›n saflar›na do¤ru radikal bir flekilde geri itti. Örne¤in KESK’in kaidesini oluflturan E¤itim-Sen’in ö¤retmenleri, ö¤rencileri, velileri kapsayan ciddi eylemlere ya giriflmedi ya da bu eylemleri etkili mekanizmalarla süreklilefltirmedi. Örne¤in KESK’in kaidesini oluflturan E¤itim-Sen’in e¤itimin özellefltirilmesi harekât›n›n ilk ad›mlar›ndan olan “dershanecili¤e” karfl› kay›tlara geçen ne etkili bir aç›klamas› ne de etkili bir eylemi var. Dershanelerin ›slah›na iliflkin etkili eylemleri de yok. Bu ifl TÜS‹AD’a kald›, aç›klamalar› her ne sebeple olursa olsun TÜS‹AD yapt›. Çünkü E¤itim-Sen’in üyelerinden bir k›sm›, hem ö¤retmeni hem ö¤renciyi sömüren bu mekanizmalar›n iflletmecisi; bir k›sm› da çaresizlikle ek ifl olarak dershanelerde çal›fl›yor. E¤itim-Sen ciddi bir alternatif müfredat haz›rlama ifline de giriflmedi. Oysa memlekette bu ifli paras›z yapacak onlarca gönüllü akademisyen var. Ezcümle, yazarlar kitap boyunca dönüp dolafl›p KESK’i oluflturan sendikalara önderlik edenlerin sosyalist-komünist hareketlerden geldi¤ine iflaret ediyorlar. Vurgulad›klar› di¤er nokta ise, KESK’i oluflturan sendikalar›n 1990-95 döneminde Türkiye iflçi s›n›f› sendikac›l›k hareketinin en militanca eylemlerini gerçeklefltirdikleri. Yaflad›¤›m›z zamanda, büyük fedakârl›k, emek, ak›l ve duyguyla bugünkü KESK’i oluflturan bireylerin önemli bir k›sm› ya meslek d›fl›na itildi ya da emekli oldu. “D›flar›da kalan” kurucular›n büyük ço¤unlu¤u bugün de ayn› dinamizmi tafl›yor. – Serdar Ceritli
31
Foto¤raflar: Muhsin Akgün
AYfiEGÜL DEVEC‹O⁄LU 12 EYLÜL SONRASINA ÖYKÜLERLE BAKIYOR: “KIfi UYKUSU”
Hakikatin biçim de¤ifltirmesi “Kufl Diline Öykünen”le ‘70’lerin devrimcilerine, “A¤layan Da¤ Susan Nehir”le Roman kültürüne bakan Ayflegül Devecio¤lu, bu kez bir öykü kitab›yla, “K›fl Uykusu”yla rotas›n› 12 Eylül’ün hemen sonras›na çeviriyor. Uçan Süpürge Film Festivali kapsam›nda haz›rlanan, 11. ‹stanbul Bienali’ne de dahil edilen “Kad›nlar Saçlar›n› Çözüyor -12 Eylül’e Mektuplar” sergisinin de düzenleyicilerinden biri olan Devecio¤lu’ndan edebiyat›n› besleyen kaynaklar› dinliyoruz... Toplumsal haf›zada yok edilen bir zaman› kafl›y›p kanatt›¤›n›z, bunun için de yeni bir dil var etmeye çal›flt›¤›n›z söylenebilir mi? Ayflegül Devecio¤lu: 12 Eylül’e dair epey düflünmüfl, konuflmufl, yazm›fl biriyim. “Kufl Diline Öykünen”i yazmaya bafllad›¤›mda da böyleydi. Ama, kitaba kadar yazd›klar›mda –daha çok makale türü fleylerdi bunlar– sanki bir çeflit güvence içinde, kurama ait bir alanda, korunakl› bir çerçevede kald›¤›m› fark ettim. Evinin penceresinden soka¤a bakan bir kad›n gibi, bu alan›n içinden, onun kelimeleriyle konufluyordum. ‹çinde kayboldu¤um ve belki yabanc›laflt›¤›m bir dille. Bu dilin bir fleyleri anlatt›¤›n›, ama olan bitenin kalbine de¤emeden, biraz kufl bak›fl› anlatt›¤›n› fark ettim. Kavramsal dilin bile ihtiyaç duydu¤u hakikat zemininin kaybolmufl oldu¤unu, bunun karanl›ktan da öte bir fley oldu¤unu fark ettim. “Kufl Diline Öykünen”i yazarken karanl›¤a nüfuz etmenin kendi kelimeleri oldu¤unu gördüm. Yazd›klar›m kay›p duygusundan, dilsizlikten ve kelimesizlikten türedi. Ben yaz›m› dilden de¤il, dilsizlikten çekip ç›kard›m. E¤ri bü¤rü, ecifl bücüfl de olsa, bu kelimeler ödünç al›nm›fl de¤ildi. “K›fl Uykusu”nda belki biraz daha oturdu bu dil. Ödünç dilden neyi kastediyorsunuz? Hakikat kolay incinir bir fley. Hapisha-
32
ne edebiyat› diye adland›r›lan 12 Eylül metinleri çok ac› veren, çok önemli fleyleri dile getirmeye çal›fl›rken, kulland›klar› ödünç dille hakikati incittiler, onu görünmez k›ld›lar. Solun, ‘80 öncesinde, varolufluna denk düflen bir dili vard›. Bu dil, mücadelenin belirledi¤i bir varolufl halinden türedi¤i ve onu temsil etti¤i için hakiki bir dildi. 12 Eylül’ü anlatmaya çal›flanlar, bu metinleri dümdüz tan›kl›klar halinde yazsalard›, belki çok daha etkili olacakt›, ama kendilerinin olmayan bir dille yazd›lar. Edebiyat olma kayg›s› güden ve kötü bir edebiyat haline gelen kitaplar ortaya ç›kt›. Öte yandan, 12 Eylül’ün insanî-toplumsal gerçekli¤ini iflkence ve hapishane anlat›lar›na indirgemek de görünmez k›lman›n bir yolu. Bu metinlerin haki-
Hakikat kolay incinir bir fley. Hapishane edebiyat› diye adland›r›lan 12 Eylül metinleri çok ac› veren, çok önemli fleyleri dile getirmeye çal›fl›rken, kulland›klar› ödünç dille hakikati incittiler, onu görünmez k›ld›lar. kati inciten di¤er bir özelli¤i de buydu. 12 Eylül’ün topyekûn bir sald›r› oldu¤u ve ne devrimci hareketler içinde yer alan bir avuç insana ne de cezaevindeki iflkencelere indirgenemeyece¤i hakikatinden söz ediyorum. Bu metinlere yönelik konufluyorum, çünkü onlar› yazanlar, ço¤uyla hiç karfl›laflmam›fl olsam da, çok iyi tan›d›¤›m ve kendim-
den ayr› görmedi¤im insanlar. Ancak bu metinlere ac›mas›zca uygulanan edebîlik kriterlerinin, yazar-ayd›n çevresinin 12 Eylül’ün zulmüne sessiz kalmas›n›n yolu haline geldi¤ini de eklemek gerek. “Yasakl› bir dilin ne demek oldu¤unu roman ya da öykü yazarken ö¤rendim” diyorsunuz. Bunu biraz açar m›s›n›z? Genç nesillerin pek çok kelimesini hiç bilmedi¤i, duymad›¤› eski dili çok iyi kullanan bir aileden geliyorum. Kula¤›m do¤du¤umdan beri bu dilin bütün ahengiyle, nüanslar›yla dolu. Ama bu denli hafl›r neflir oldu¤um bir dille, yaflad›¤›m bir dönemi anlat›rken dilsiz kald›¤›m› gördüm. Edebiyatla, roman ya da öykü yazmak üzerinden farkl› bir iliflkiye girdi¤imde, hâkim oldu¤umu zannetti¤im dilde yaflad›¤›m çaresizlik, dil dedi¤imiz fleyin anlam›n›, okudu¤um onlarca teorik metinden çok daha can yak›c› bir biçimde kavramam› sa¤lad›. Anadilin yasaklanmas›n›n gerçek anlam›n›, ben kendi hikâyelerimizi anlatmaya çal›fl›rken kavrad›m. Kap› arkalar›ndaki f›s›lt›lardan, kula¤a çarpan, küçük bak›fllara denk düflen fleylerden, hayat›n milyonlarca hecesinden söz ediyorum; akla hemen gelmeyen kelimelerden, deyifllerden, kullan›m biçimlerinden... Kürtçenin çeflitli lehçelerinin, bu dilleri kullanan insanlar›n hayatla-
r›ndan, tarihlerinden türemifl milyonlarca nüans›n›n yasak, sürgün ve zulümle zorla sökülüp al›nmas› söz konusu. Dili yasaklamak, zihni de karanl›¤a gömmek demek. Özellikle Türkiye’deki Kürtler aç›s›ndan, bu durum, yaz›ya dökme ve edebiyat konusunda büyük zorluklar yarat›yor. Kürtler dillerini konufltuklar› için zulüm gördüler, öldürüldüler; “Kürtler yoktur” demenin bir yoluydu bu. Çünkü egemenler, bugün hâlâ baz› solcular›n bilemedi¤i fleyi, dilin varl›¤›n evi oldu¤unu biliyorlard›. Ulusalc› olmayan, ama ulusalc› kesimle ister istemez ayn› çizgiye düflen baz› sosyalistler diyorlar ki, “yani Kürtler bunca zaman sadece dillerini konuflmak için mi mücadele ettiler?”... Kendilerine bir kurnazl›k yap›ld›¤›n› düflünüyorlar. Bu, politik aymazl›¤›n yan›s›ra, dil dedi¤imiz fley üzerine hiç düflünmemifl olmalar›ndan ileri geliyor. Neoliberal sald›r›ya karfl› insanlara de¤en bir sol siyasî dil oluflturulam›yor olmas›yla, dille kurulan bu yüzeysel, yapay iliflkinin de bir ba¤lant›s› vard›r belki. Tabii, dil bir varolufl halinin göstergesidir. Diyarbak›r’daki “Ac›m›z›n ve sevincimizin evine davet” bafll›kl› Kürtçe okumaya önayak olman›z nas›l gerçekleflti? Diyarbak›r’daki Lîs Yay›nevi’nin yay›n yönetmeni flair Lal Lalefl’le haziran ay›nda kad›n konferans› için Diyarbak›r’dayken bulufltu¤umuzda böyle bir hayal kurmufltuk. Lîs, dünyan›n birçok diline çevrilmifl Erebê fiemo’nun “fiivanê Kurmanca” (Kürt Çoban) adl› roman›n›n t›pk›bas›m›n› yapt›. fiemo, ayn› zamanda, 1930’larda Kürtçe Latin alfabesi düzenlenmesine katk›da bulunmufl bir yazar. Roman›n bir bölümünü anadili Türkçe olan yazarlar›n Kurmanca okumas›, dil üzerinden dolays›z bir temas kurulmas› fikrinin peflinden gittik. Ayfle Berktay’la bu okuma için Lîs Yay›nevi’ne destek verdik. Okumaya istedi¤imiz say›da Türkçe yap›t veren yazar katamad›k, ama, etkinli¤in Winternachten adl› uluslararas› bir edebiyat festivalinin Diyarbak›r aya¤›na eklenmesiyle Güney Afrika’dan, Antiller’den, Fas’tan, Hollanda’dan gelen yazarlar da bize kat›ld›. ‹nci Aral da yazar ve Pen Türkiye Merkezi Baflkan› s›fat›yla oradayd›. Metin, otuz yazar-sanatç› taraf›ndan Kurmanca okundu. Kürt yaz›l› ve sözlü edebiyat›, Türkiye’de sanatedebiyat çevrelerinde yeterince bilinmiyor ve bu, Kürtçenin geliflmemifl, sanatsal ifadeye aç›k olmayan bir dil olarak görülmesine, ikincillefltirilmesine, bask› alt›na al›nmas›na zemin oluflturuyor. Kürtçenin edebiyata, sanata elveriflli olmayan bir dil olarak konumland›r›lmas›yla Kürt halk›n›n yok edilmek istenmesi aras›nda dolays›z bir ba¤lant› var. Oysa, Türk edebiyat›n›n Tanzimat’tan itibaren bafllayan bir süreçte Bat›l›laflma hevesiyle birlikte reddetmeye çal›flt›¤› Do¤u’nun kadim edebiyat gelene¤inden beslenen Kürt yaz›n› çok genifl ve köklü bir külliyata sahip. Suriye’de, Irak ve ‹ran’da ise yine dönem dönem
yasaklamalar söz konusu olmakla birlikte, dünyayla iliflki içinde, edebiyat dergileriyle ve yayg›n bir kültür-sanat çevresiyle beslenen güçlü bir edebî-sanatsal üretim var. Türkiye’de ‘90’lardan itibaren Kürt halk›n›n politik mücadelesi Kürtçe edebiyat ve sanata güçlü bir ivme kazand›rd›. Dil politik mücadelenin önemli bir parças›, hatta ekseni haline geldi. Anlat›lar›n bize göre daha kendine özgü dinamiklerle geliflti¤i Kürt modern yaz›n örnekleriyle temas etmenin edebiyat›m›za çok önemli fleyler kataca¤›n› düflünüyorum. “K›fl Uykusu”yla da politikadan azade bir edebiyat olamayaca¤›n› gösteriyorsunuz bir anlamda... Yazar da, bütün insanlar gibi, bilincinde olsa da olmasa da, politikan›n ve ideolojilerin içinden konuflur. Politikadan azade edebiyat olamaz derken, sanat›, edebiyat› bir politik araç olarak kullanmaktan söz etmiyorum elbette. Tam tersine, birbirine indirgenemeyecek, ama birbirinden ayr›lmayacak iki alan politika ve edebiyat. Asl›nda, 12 Eylül sonras›nda oldu¤u gibi, politikayla sanat› kesin biçimde ay›rmak isteyenler, egemenlerin ifline gelen 12 Eylül zihniyetini yeniden üretiyorlar. ‹yi edebiyat›n politikayla ilgisi olmamas› gerekti¤ine iliflkin yarg›, yazar s›fat› tafl›yanlar›n 12 Eylül öncesinin ve sonras›n›n insanî-toplumsal gerçekli¤ine gözlerini kapayabilmesine zemin haz›rlad›. Daha do¤rusu, yazarlar›n politik ve insanî ifade biçimleri üzerindeki büyük bask›yla paralel olarak benimsedikleri bu görüfller, bizzat 12 Eylül taraf›ndan yarat›ld›. Peki, do¤rudan 12 Eylül’ü anlatmasalar bile bu dönemde yaz›lan öykülerin, romanlar›n her insanî iliflkinin içinden do¤du¤u, do¤mak zorunda oldu¤u o karanl›¤› bize hiç hissettirmeyen metinleri edebiyat s›fat›n› hak ediyor mu? Edebiyatla politika aras›nda çizilen ayr›mla, 12 Eylül’ün, edebiyat da dahil, toplumun bütün ifade biçimleri üzerinde kurdu¤u tahakküm sürerken, insandan ve toplumsal sorunlardan kaçan, kendi içine dönen, kendi üstüne kapanan m›r›lt›lara dönüflen metinlerin edebiyat diye yüceltilmesinin bir politik anlam› var. Öte yandan, oryantalist metinler nas›l Bat›-d›fl› dünyay› ikinci s›n›f göstermenin, tahakkümü, ya¤may› meflrulaflt›rman›n zemini haline geldiyse, Kürt diline ve Kürt edebiyat›na yönelik, ülkemizdeki yazarlar›n da görmezden gelerek katk›da bulundu¤u ya da bizzat üretti¤i, yok sayan, ikincillefltiren yaklafl›m ve söylemler ayn› ifllevi görüyor. “K›fl Uykusu”ndaki “Ziyaret” adl› öyküde, örne¤in, annenin k›z›na ördü¤ü kaza¤› katlarken kaza¤›n kollar›n› birlefltirmesini, bunun ölünün duruflunu ça¤r›flt›rmas›n› anlat›m›n›zda bir kad›n bak›fl›ndan söz edebilir miyiz? Kad›n dili üzerine ne düflünüyorsunuz? Dünyada kad›n olarak bulunmam›z›n kad›n bedeniyle, bu bedenin bütün deneyimleri ve bu deneyimin tarihselli¤i
içinde farkl› bir ifade tarz› oluflturabilece¤ine inan›yorum. Ama, diflil diyebilece¤imiz bu ifade tarz›n› sahiplenmek, kad›n dilidir diye kutsamak konusunda tereddütlerim var. Bu dili tahakküm-iktidar iliflkileri biçimlendirmedi mi? Kad›n dilinin, tarihsellik içinde oluflmufl olan› verili kabul etmeden, kad›n diye tan›mlanan› mutlaklaflt›rmadan yarat›labilece¤ini düflünüyorum. Diflil dile yak›flt›r›lan suskunluk, tutars›zl›k feministlerin ony›llard›r her veçhesini irdelemeye çal›flt›klar› o tarihsel deneyim sonucunda oluflmuflsa, feminizmin de yard›m›yla yarataca¤›m dil bütün bu verili ifade biçimlerini, özgür olan› yeniden yaratma sürecinde aflaca¤›m bir dil olamaz m›? Julia Kristeva’n›n savundu¤u, sözü bedene tafl›makta da, dili yaralayan, ama belki daha k›flk›rt›c› hale getiren bir yan var. Kad›n yaz›s›n›n bu suskunluktan, bedene dönüflmüfl dilden türedi¤ini savunan kad›n yazarlar var. Ben suskunlu¤u ve travmatik olan› sahiplenmek istemiyorum. Kad›nlar›n suskunlu¤unun, kendi suskunlu¤umun ve yaralar›m›n izini sürebilirim, ama hep bu izin üstünden yürümemeliyim. Düzenleyicileri aras›nda yer ald›¤›n›z “Kad›nlar Saçlar›n› Çözüyor –12 Eylül’e Mektuplar” sergisinde de, “K›fl Uykusu”nda “saçlar› tutuflan kad›nlar y›l›”, “saçlar› ya¤mur kad›nlar y›l›” örneklerinde oldu¤u gibi, bir kad›nlar›n saçlar› metaforu var... Her y›l kad›n filmleri festivali düzenleyen Uçan Süpürge, geçen y›l, kad›nlara 12 Eylül’e iliflkin an›lar›n›, duygular›n› anlatan bir mektup yazma ça¤r›s› yapt›. Bu çal›flmaya mektuplar› de¤erlendiren jürinin üyesi olarak dahil oldum. Sonra da Deniz Mukan’la ‹stanbul’daki serginin yükünü paylaflt›m. Saçlar›n çözülmesiyle dilin çözülmesi aras›nda bir ba¤lant› kurdum metni yazarken. Önce tereddüt ediyordum, ama metin Uçan Süpürgeciler ve jüri üyeleri taraf›ndan benimsenince serginin manifestosu haline geldi. Bu metin, 12 Eylül üzerine otuz y›ll›k düflünmenin, ac› çekmenin, hesaplaflman›n sa¤lad›¤› dille yaz›ld›. “Saçlar›n› çözmek”, bu dilin içinden geldi. “K›fl Uykusu”ndaki “Bir Öykü Yazmal›y›m”da, “kad›nlar›n bafllar›na ne gelirse saçlar›ndan gelir” diye bir cümle var. Bu topraklarda, bütün farkl› kültürlerden kad›nlar ac›lar›n›, sevinçlerini, yaslar›n› ifade ederken saçlar›n› iflin içine katarlar: Saçlar›n› örerler, açarlar, keserler, yolarlar, çözerler, ba¤larlar... Toplumsal rolün bir parças›, kad›nlar üstündeki tahakkümün yaratt›¤› yordamlar, gelenekler olsalar da, bunlar› bir ölçüde sahiplenebilece¤imizi düflündüm. Bedenin de konuflmas› gerekti¤ini, bu konuflman›n flifal› bir etkisi olaca¤›n› düflündüm. Kad›nlar›n darbeciler ve tecavüzcülerin yarg›lanmas› talebiyle saçlar›ndan bir parça kesmesi fikri böyle ortaya ç›kt›. Çünkü kad›nlar 12 Eylül’ün bütün zulmünü ve karanl›¤›n› bedenlerinde hâlâ tafl›yorlar. Saç kesme eylemini sergiyi ziyaret edenle-
34
Ölümden, k›y›mdan artakalan h›nçla doludur ya da korkmufltur, unutmak ister. Bizden artakalanlar nelerdi? Bu sorunun yan›t›, soruyu kimin sordu¤una ba¤l›. Belki flöyle sormal›: 12 Eylül’ü artakalanlar anlatabilir mi? rin kat›laca¤› bir eylem ve bienal etkinli¤inin parças› haline getirmenin sak›ncal› bir yan› da vard› bana göre, olan biteni “sanat” parantezine alm›fl oluyorduk. Sanatsal, siyasal, toplumsal olarak bu denli birbirine su s›zd›rmayan alanlara parçalanm›flken hâlâ konuflulamayan 12 Eylül’ü bienal kelimesinin hayal ettirdi¤i ölçüde de olsa, sanatsal dolay›mdan geçirmifl oluyorduk. Ama, göreni, dokunan›, ifliteni yakan bu sergiyi hijyenik sanata bir tür müdahale olarak da düflündüm. 12 Eylül’ü anlatan cezaevinden yaz›lm›fl mektuplar, el iflleri, di¤er objeler kanayan yaraya sesleniyordu. Saçlar›ndan bir tutam kesip cam fanusa atan kad›nlar, iflkenceciler ve tecavüzcülerden hesap sorulmas› için imzalar›n› da att›lar. Cezaevlerinde tecavüzün anlat›ld›¤› mektuplara hep birlikte a¤lad›k. Görünürde tehlikesiz, çok günlük, hatta komik fleylerin anlat›ld›¤› mektuplar› bile kimse yüksek sesle okuyamad›. Otuzuncu y›lda, bütün ülkede kad›nlar›n saçlar›ndan kestikleri bir tutam› Meclis’e yollayacaklar›, binlerce kad›n›n bunu yapaca¤›, “darbeciler ve tecavüzcüler yarg›lans›n” diye binlerce kad›n›n soka¤a dökülece¤i eylemler hayal ediyoruz. Bu hayalin sahibi de, bana göre, 12 Eylül dönemini bizzat yaflam›fl olsun olmas›n, kad›n hareketi içinde politikleflmifl kad›nlard›r. 12 Eylül herkese yönelik bir sindirme ve topyekûn susturma harekât›yd›, hâlâ da burada.
Bienal etraf›nda geliflen tart›flmay› nas›l yorumluyorsunuz? Bienal’in 12 Eylül konulu bir sergiyle bafllayaca¤›n› okuyunca, hiç olmazsa paralel etkinlikler kapsam›nda yer almay› önerdim Uçan Süpürge’ye. Bienal etraf›nda dönen tart›flmalardan haberdard›m. Siyasî içeri¤i öne ç›kar›lan bu bienalin, manifestosu d›fl›nda, siyasî bir yan› oldu¤unu düflünmüyorum. Otuz y›ld›r yaln›z politik ifadeye de¤il, sanatsal ifadeye de ket vurulmas›ndan sorumlu olan 12 Eylül’ün mimarlar›ndan olan Koç Holding’in kocaman logosunun yan›na de¤il Brecht’i, “Komünist Manifesto”yu da koysan›z, yalana dönüflür. Üstelik, Brecht’le ilgili biraz olsun fikri olanlar, Brecht tiyatrosunun özü olan, verili kimliklerin sanat yoluyla sökülmesiyle yeni bir insan yaratma hevesinin, niyetinin bieanaldeki ifllerle yak›ndan uzaktan ilgisi olmad›¤›n› da görmüfllerdir; olamaz da zaten. Bunun olabilmesi için toplumun, sanatç›lar›n soluk al›p verdi¤i insanî-kültürel-politik atmosferin de¤iflmesi gerek. Yine de bienal paralel etkinlikleri kapsam›nda yer alman›n, 12 Eylül’le yüzleflmenin yollar›ndan biri olan bu sergiye, farkl› toplumsal katmanlardan izleyici sa¤layaca¤› düflüncesiyle hareket ettik. Sanat ve sponsorluk iliflkisini nas›l de¤erlendiriyorsunuz? Konuyu, sponsorlu sanat-sponsorsuz sanat diye tart›flman›n hem as›l sorunu görünmez k›lan hem de düflünsel tembelli¤i körükleyen bir yan› var. As›l sorun, sanat, politika ve hayat›n birbiriyle ba¤lant›s›z, etkileflimi olmayan alanlara parçalanm›fl, hapsolmufl olmas›; mücadele iste¤ini, de¤ifltirme umudunu kaybetmifl zaman›n ruhunun, hiçbir yarat›c›l›¤›n filizlenmesine izin vermemesi. Bieanele gidip Lenin resimlerini falan görenler ne düflünüyor, ne yap›yor? ‹flyerlerinde 16 saatlik köleli¤e, sendikas›zl›¤a m› itiraz ediyorlar, hayat›n karfl›m›za ç›kard›¤› adaletsizli¤e ve zalimli¤e karfl› bir duygu mu uyan›yor içlerinde? Bu geçirimsizlik üzerine kafa yormak gerek. Devrim mücadelesini anlatan bir film izleyip sendikas›z iflçi çal›flt›rmak ya da devasa bir jiple dünyay› kirletmeye devam etmek, kuyulardan cesetler ç›karken sessiz kalmay› becerebilmek, ama bienalde Lenin resimlerine bak›p “çok güzel, çok politik ifller” demek... “Dünyan›n de¤iflece¤ine iman etmeli” diyorsunuz. Niye özellikle “iman” vurgusunu tercih ediyorsunuz? ‹man çok kifliye dini ça¤r›flt›r›yor. Ama ben böyle imandan söz etmiyorum. Tarih boyunca, ezilenlerin verdi¤i eflitlik, hak ve özgürlük savafllar› hep güçlü bir tinsellik üzerine kuruldu. Maneviyat dünyam›z dedi¤imiz fley, varl›k üstüne düflünme ihtiyac›n›n, onurlu, insanca yaflama ihtiyac›n›n, özgür ve eflit olma hevesinin, sanat›n, insan›n her türlü yarat›c›l›¤›n›n beslendi¤i ve türedi¤i yer. Dinle dünyay› aç›klama ihtiyac› da buradan kaynaklan›yor ve bugün maneviyat alan›n› din iflgal etmifl durumda.
li oldu¤una inan›yorum. Pakize Bar›flta “K›fl Uykusu”ndaki öykülerin ortak noktas›n›n “artakalm›fll›k” duygusu oldu¤unu söylüyor... Büyük ölçüde do¤ru, ama çok da tehlikeli bir durum bu... Ölümden, k›y›mdan artakalan h›nçla doludur ya da korkmufltur, unutmak ister. Bizden artakalanlar nelerdi? Bu sorunun yan›t›, soruyu kimin sordu¤una ba¤l›. Belki flöyle sormal›: 12 Eylül’ü artakalanlar anlatabilir mi? 12 Eylül’ü artakalanlar anlatabilir mi? Otuz y›l geçti. “Otuz” sözcü¤ünün kendisi, sanki olan biteni bizim yerimize anlamland›r›yor. ‹nsan› umutsuzlu¤a düflürüyor bu “otuz y›l geçti” cümlesi. Uzunca süre, kendi kufla¤›m›n 12 Eylül öncesinin ve sonras›n›n hakikatini bir ölçüde dile getirebilece¤ine inand›m. Oraya flefkatle ve cesaretle bakabilece¤imize inand›m. Ancak bu bak›fl, kaç›n›lmaz olarak yaflad›¤›m›z ân›n bak›fl›d›r. Yazarl›¤›n bana ö¤retti¤i en önemli fleylerden biri, an›msaman›n mekanizmas›. Otuz y›ld›r, yaflad›¤›m›z fleyi anlamland›rmaya u¤raflt›m. 12 Eylül üzerine düflünebilecek hale geldi¤im andan itibaren düflünüyorum. Son birkaç y›ld›r bir fleyleri gerçekten kavramaya bafllad›¤›m›, zaman geçtikçe hakikatin de biçim de¤ifltirdi¤ini ve orada bizi bekleyen otuz y›l öncesine ait hiçbir fley olmad›¤›n› fark ettim. An›msaman›n mekanizmas› üzerine düflünmek, an›msamak hem yaflamsal hem de politik bir ihtiyaç olarak zihnimi meflgul ediyordu, bellek ve an›msama ile ilgili elime geçen ne varsa okudum, okuyorum. Ancak yazmak, bir anlamda zaman› ve olan biteni yeniden infla etmek demek ve belki de an›msaman›n en zor biçimi. En çok da hayat› ve ölümü paylaflt›¤›m insanlara bakarak bu mekanizman›n nas›l bugünden kuruldu¤unu, belle¤in nas›l geçmifl zaman› yeniden yaratt›¤›n› görüyorum. 12 Eylül öncesinin hakikatine otuz y›l önce onu yaflam›fl kifliler üzerinden ulafl›labilece¤i beklentisinde metafizik bir tarih-bellek alg›s›n›n etkisi var. Adeta mitlefltirilen bir bellek anlay›fl›yla bak›nca, orada sand›kta bekleyen bir geçmifl zaman varm›fl gibi geliyor. Oysa iç içe geçen ve birbirini besleyen, birbirinden kaynaklanan an›msama ve mücadele pratiklerinin sonucunda kay›p zaman soluk al›p vermeye bafll›yor ve ancak o zaman tarihe dönüflüyor. Politikleflen, örgütlenen, dünyay› de¤ifltirmek için mücadele eden, edecek olan kad›nlar ve erkekler bu zamana benim kufla¤›m›n çoktan kaybetti¤i duyarl›k ve sezgilerle bakacaklar ve onu yeniden kuracaklar. “Dövüflenler ölenlerin yas›n› tutmaz.” Bizim çok sevdi¤imiz sözlerdi bunlar. Ama yas tutabilmenin yolunu da dövüflenler açacak. Zulme, adaletsizli¤e karfl›, kardefllik, eflitlik, yeni bir insan ve yeni bir dünya için mücadele edenler elbette politik ihtiyaçlar›ndan esinlenerek bak›yorlar, bakacaklar o günlere. O döneme en çok yak›flan hakikatin böyle ortaya ç›kaca¤›na inan›yorum.
Söylefli: Funda Tosun
1980 öncesi dönemde, sosyalist mücadelenin çok güçlü bir tinselli¤i vard›. Yenilginin sebeplerinden biri de, bu tinselli¤in de kaybedilmifl, biraz da bizim elimizle kaybedilmifl olmas›yd›. Öykülerinizin “umut bar›nd›rmad›¤›” yönündeki elefltirilere ne diyorsunuz? Burada biraz beleflçilik görüyorum. Kimsenin art›k kötü fleyler duymaya hali kalmad› tarz›nda bir tür televizyon esteti¤inden yola ç›k›ld›¤›n› düflünüyorum. “Baragan’›n Devedikenleri” (Panait Istirati) mesela ya da “Fontamara” (Ignazio Silone) dünyan›n en umutsuz öyküleridir belki. ‹nsan okuduktan sonra ancak ölmek isteyebilir. Ama biz bunlar› okuyup savaflmak istedik. Öyküler, adaletsizlikle, onursuzlukla savaflma gücünün türedi¤i fleyi besler ve onlarla ayn› kaynaktan do¤ar. Öykülere haks›zl›k etmemek lâz›m... Mesela, “Kufl Diline Öykünen”in Gülay’› evlenmemeyi, kendi bafl›na bir ev sahibi olmay› ve feministlerin yapt›¤› daya¤a karfl› yürüyüfle kat›lmay› baflar›yor. Y›llar sonra a¤z›ndan çocu¤un söylenmeyen ad› ç›k›yor. O ad›n Devrim olmas› ucuz bir devrimcilik yapma hevesinden kaynaklanm›yordu; böyle alg›layanlar oldu. O ad›n söylenebilmifl olmas›n›n anlam›, o âna kadar söylenememifl olmas›ndan geliyordu. O an, söylendi¤i an, elindeki oyuncakla oynayan, ad› Devrim olan çocukla Gülay aras›nda yeniden bir hukuk kuruldu. O çocuk ad›yla san›yla yeniden dünyaya ait oldu. Türkiye’de pek çok çocu¤un Devrim olan, Ulafl olan, Eylem olan isimleri 12 Eylül’den sonra aileleri taraf›ndan de¤ifltirildi. Gülay befl y›ld›r söylenemeyen bu kelimeyi telaffuz ederken dilsizlikten bir ölçüde s›yr›ld›. Bu bir direnmedir ve bana umut veriyor. Gülay’› çaresiz, zavall› ve umut vermeyen bir karakter olarak alg›layanlar oldu. Belki hakl›d›rlar. Ama ben böyle düflünmüyorum.12 Eylül öncesinde Gülay’lar›n, yani yoksul ailelerin, geleneksel toplumsal ideolojilerle yetiflmifl, evlilikten baflka bir gelecek düflünmeyen ailelerin k›zlar›n›n solculaflmas›n›n, politikleflmesinin döneme ait en anlat›las› fleylerden oldu¤unu düflünüyorum. Çok say›da kad›n vard› böyle. 12 Eylül öncesine iliflkin bir hakikat varsa, bu hakikatin kalbi oralarda at›yor. Bu kad›nlar büyük kahramanl›klar yapam›yor, kendi izini yavafl yavafl sürüyor; tecavüzü öncelikle bekâret kayb› olarak görebiliyor, kendini kirlenmifl hissediyor, ailesinin yaflad›¤› utanç onu kahrediyor, hayat›n tümüyle de¤iflmifl olmas›n› anlamland›racak hiçbir donan›m›, gücü yok... Ama yavafl yavafl buralardan baflka bir yere gidiyor. Gülay’›n çaresizli¤i nas›l gerçekse, onun küçük ad›mlarla karanl›ktan ç›kmaya çal›flmas›, yaflanan› anlamaya çal›flmas›, ayakta kalmas› da gerçek. Tarihi kahramanlar yazmaz. Kad›nlar flimdi de büyük çaresizliklere karfl›, yoksulluklar›na ve güçsüzlüklerine ra¤men ak›l almaz çözümler üreterek ayakta kal›yorlar. Bunlar› görüp görmemenin politik tercihlerimizle ilgi-
AMARG‹’DE “KÜÇÜK HANIMEFEND‹’N‹N EDEB‹YAT ATÖLYES‹”
Kad›n kendini kad›nda tan›r Edebiyatta kad›n›n ifllenifli baflka, kad›n›n edebiyat› okuyuflu baflka. Amargi bünyesinde kurulan Küçük Han›mefendi Edebiyat Atölyesi meseleye her iki cepheden bakt›, bir sene boyunca elefltirel okumalar yapt›, yirmi kad›n yaklafl›k yirmi yazar› mercek alt›na ald›. Bir senenin meyvas› makaleleler de “Kad›nlar Dile Gelince” adl› kitapta topland›. Atölyenin alt› kat›l›mc›s›yla Amargi’de bulufltuk... Atölyeyi nas›l duydunuz, kat›ld›n›z? Ayda Balo¤lu: Agos’ta ilan› gördüm, hemen telefon açt›m. Ben çal›flan bir kad›n de¤ilim, iki çocuklu bir ev kad›n›y›m. Atölyeye gelmek, oksijen almak gibiydi. Ayn› zamanda master ö¤rencisiyim. ‹stanbul Üniversitesi Alman Dili ve Edebiyat›’nda tez aflamas›nday›m. Bu atölyede dünya edebiyat›, ‹ngiliz edebiyat›, Türk edebiyat›n› ilk defa karfl›laflt›rmal› bir flekilde görmem de bir aç›l›m oldu benim için. Goethe’nin bir laf› var: ‹nsan kendini insanda tan›r. Çal›flan bir kad›n›n neler yaflad›¤›n› fark ettim. Bir kad›n›n feminist olmas› için önce çal›flmas› lâz›m. Bunu yeni fark ettim. Evde oturup sesinizi yükseltmek yeterli de¤il, ortaya bir fley koymal›s›n›z, bir mesle¤iniz olmal›. Özlem Denli: Amargi’yi tesadüfen keflfettim. Bir sürü konuyla ilgilendi¤im halde, feminist kuram bunun d›fl›nda kalm›fl. Sosyoloji okudum, siyaset bilimi okudum, master yapt›m. Doktora program›na bafllad›m, ahlâk felsefesi üzerine çal›fl›yorum, üniversitede ders veriyorum. Atölye benim için vahim bir eksikli¤in telâfisi anlam›n› tafl›d›. Bir kad›n olarak hayat›m hakk›nda düflünmedi¤imi fark ettirdi. Yurdagül Say›bafl: Ben edebiyat ö¤retmeniyim. Atölyeyi bir arkadafl›mdan duymufltum. Günlük hayat›n yo¤unlu¤unda okumay› ihmal ediyoruz. ‹nsanlarla birlikte okuyup tart›flman›n gelifltirici olaca¤›n› düflündüm. Edebî metni tematik aç›dan, kad›n aç›s›ndan de¤erlendirmek, baflkalar›n›n düflüncelerini duymak çok güzeldi.
36
Suzan Karaibrahimo¤lu: Ben Amargiliyim. Jeoloji mühendisli¤i okudum, mesle¤imi yap›yorum, bir yandan da Seyyar Sahne toplulu¤unda tiyatro yap›yorum. Feminist politika, üniversiteden beri üzerine düflündü¤üm bir fley. Ama burada farkl› deneyimlerden gelen kad›nlar olmas› baflka birçok düflünceyle besledi bu kuram›. Metne, metnin alg›s›na dair kendi düflündüklerinizden çok farkl› pek çok düflünceyle karfl›lafl›yorsunuz. Bu bir zenginlik. Edebiyat bizi birlefltirdi ve örgütledi. Ortaya bir ürün ç›karabildik. Yurdagül: 14 y›ll›k edebiyat ö¤retmeniyim. Bu atölye benim için edebî aç›dan tatmin olma anlam› da tafl›yordu. Bu tabii ki ö¤rencilerime de yans›d›. Ayr›ca, kad›nl›¤a dair çok fley fark ettirdi. Özlem: Bir metne, bir olaya bakarken, toplumsal cinsiyetle ilgili tahakküm iliflkisini görme hassasiyeti olarak tan›mla-
“Üç Befl Kifli”nin temel kahraman› K›smet’in Eskiflehir’deki darac›k hayat›, bütün taflral› kad›nlar›n yaflad›¤› hayat. “Baflkalar› ne der” sözüyle dile getirilen mahalle bask›s› ya da as›l ad›yla eril düzen... yabilece¤im bir fleyi kazand›rd› bana bu okuma süreci. Ben kendimi hep sosyalist olarak gördüm, bir olaya bakt›¤›mda s›n›f görürüm. Kendime de flafl›r›yorum, eflitlik, özgürlük gibi dertleri olan biri için bu kadar önemli bir taraf› görmezAyaktakiler: Asl› Günefl, den gelerek yaflayabilmifl olmak da hakiÖzlem Denli, Ayda Bakaten büyük beceriksizlik. Kad›nlararas› lo¤lu, oturanlar: ‹lkay tart›flman›n çok de¤iflik yürüdü¤üne daErtem, Suzan Karaibrahimo¤lu, Yurdagül Say›bafl ir de bir deneyim oldu benim için. Okudu¤umuz metinlerle hayat›m›z aras›nda (soldan sa¤a)
do¤rudan ba¤lant› kurarak, deneyimlerimizi yeniden anlamland›rarak ve bunlardan söz etmeyi severek bir tart›flma süreci yürüttük. Suzan: Toplumsal cinsiyet, fliddet gibi kavramlar› edebiyat›n içinden takip etmek ilginç oldu. Bu kavramlara dair kendi tan›mlar›m›z› bir daha düflündük. Ayda: Edebiyata kurgu diyoruz. Ama mesela annem çok okuyan bir kad›n ve hep der ki “ben hayat› kitaplardan ö¤rendim”. Demek ki edebiyat ayn› zamanda hayat›n kendisi. ‹stedi¤iniz kadar kurgu deyin, o hikâyelerdeki kad›nlar›n gerçek hayatta oldu¤unu biliyorsunuz. Kad›n olman›n ne oldu¤unu bu atölyede flekillendirebildim. Asl›nda, bir kad›n›n kad›n oldu¤unu alg›lamas› k›rk yafl›n› buluyor. Atölye bu anlamda da güzel zaman›ma denk geldi. Ben flu anda fiziksel ve ruhsal olarak kendime sahibim ve istemeyece¤im bir fleyi birilerinin bana yapt›rmas› çok zor. Yak›nlar›n›z atölyeye kat›lman›z›, yazman›z› nas›l karfl›lad›? Ayda: Çocuklar›m bunu bir hobi olarak görüyor, ben öyle düflünmüyorum. Henüz ortaya bir fley koyamad›¤›m için hobi olmad›¤›n› gösteremedim, ama bunun kendimi tamamlama sürecinin bir parças› oldu¤unu söyleyebilirim. Daha zaman var önümde. Kitab›m›z› götürüp bütün aileye gösterece¤im. Bir gün eflim Beyo¤lu’nda Amargi dergisini görmüfl, al›p getirdi. “Fark›nda m›s›n, feminist bir yere gidiyorsun” dedi bana. Atölye boyunca beni burada bekledi. Sonunda sokaktan birisi sormufl, “sen sivil polis misin abi?” diye. (gülüyor) Yeni yazarlar keflfetmek okumalar›n›z› etkiledi mi? Ayda: Atölyeden sonra Türk edebiyat›na daha dikkatli bak›yorum. Bunu hocalar›ma da söyledim. Böylece “Felsefe-i Zenan”› ald›lar listeye. Okulda “Tante Rosa”y› anlatt›m. Hocam›n da bak›fl aç›s› geniflliyor bu sayede. “Tante Rosa”y› tan›mak büyük bir fleydi benim için. Yurdagül: “Orlando”nun çözümlemesini yaparken ‹ngiliz edebiyat› okumak istedi¤imi fark ettim. Benim aç›mdan en büyük faydan›n, tek bir tema etraf›nda bu kadar çok yazara bakmak oldu¤unu düflünüyorum. Suzan: Türk edebiyat›n›, özellikle geçen yüzy›l bafl›n› bilmedi¤imi fark ettim. Bu atölyeden sonra, elefltiri yaz›lar›n› baflka bir gözle okur oldum. Annelik, cinsellik, delilik, aflk, kapat›lma, ölüm gibi konular, üzerinde s›k s›k konufltu¤umuz temalard›. Bu da bizi yeniden düflünmeye götürdü, halen de götürüyor, bitmifl bir süreç de¤il. Yurdagül: Farkl› yüzy›llardan seçilmifl eserler vard›. Tarihle, psikolojiyle, felsefeyle ba¤lant› kurarak okuduk. Çok kitap okuyoruz, unutuyoruz; üzerine konuflunca kal›c› oluyor. Kitaptaki yaz›n, kamusal alan üzerine; Fatma Aliye’nin “Refet”, Adalet A¤ao¤lu’nun “Üç Befl Kifli” romanlar›n› neden seçtin? Yurdagül: Gençlik y›llar›n› taflrada geçirmifl bir kad›n olarak, okudu¤um roman
Soldan sa¤a: Halide Edip Ad›var, Time kapa¤›nda Kate Millett (1970), Virginia Woolf, Sevgi Soysal
karakterleriyle ayn› süreçleri yaflam›fl olmam karar›mda etkili oldu. “Üç Befl Kifli”nin temel kahraman› K›smet’in Eskiflehir’deki darac›k hayat›, bütün taflral› kad›nlar›n yaflad›¤› hayat. Ailenin, eril toplum düzeninin dayatmalar› do¤rultusunda yaflamak, kendi varl›¤›n›n fark›na varamadan bir ömür sürmeyi de beraberinde getiriyor. K›smet’in parçalanm›fl, bütünleflemeyen bedeni, onun kendine ve yaflad›¤› hayata ne kadar yabanc› oldu¤unu gösteriyor. Roman› kad›n›n durumu yönünden okurken, ister istemez kendi yaflad›klar›mla karfl›laflt›rma yapma gere¤i duydum. Modern bir ailede büyümüfl olsam da, onun yaflad›¤› parçalanm›fll›¤›, özellikle gençlik y›llar›mda yaflad›¤›m›n fark›na vard›m. Benim flans›m, san›r›m, Türkan Kaymazl› gibi gelene¤in bekçili¤ini yapan bir annemin olmay›fl›yd›. Annemin okumam konusundaki ›srar›n›n beni bugün bu fark›ndal›¤a getirdi¤ini düflünüyorum. Çal›flmak isteyen K›smet’in önündeki en büyük engel, yaz›k ki annesi. Ekonomik durumlar›n›n iyi olmas›, Kaymazl› ailesine mensup olmalar›, Türkan Kaymazl›’y› ve K›smet’i “baflkalar› ne der” sözüyle dile getirilen mahalle bask›s› ya da as›l ad›yla eril düzenin kat› kurallar›na hapsediyor. “Üç Befl Kifli” Cumhuriyet Türkiyesi’nde kad›n›n nas›l bir yere geldi¤ini hem taflradan hem de flehirden anlatan bir roman. “Refet” ise 1896’da yay›nlanan bir roman olarak Osmanl› toplumunda kad›n›n yerini aç›k bir biçimde ortaya koyuyor. Kad›n›n özel alandan kamusal alana geçiflini, kendi varoluflunu gerçeklefltiriflini anlat›yor. Bu iki romanla, bir taraftan toplumsal hayatta yaflanan de¤iflimi izlerken, di¤er taraftan kad›n›n hayat›na bu de¤iflimin yans›mas›n› takip etmeye çal›flt›m. Romanlar›n seçiminde yazarlar›n›n nas›l bir etkisi oldu? Yurdagül: Kad›n olmalar› etkili oldu elbette. Karakterleri de¤erlendirirken, kad›n yazar›n da kad›n karakteri karfl›s›ndaki tutumunu de¤erlendirmifl olacakt›m. “Refet”te Fatma Aliye’nin anlat›s› boyunca inand›r›c› olmak için çaba göstermesi, roman›n konusunu gerçek hayattan ald›¤›n› söylemesi, kad›n yazar›n sat›rlar aras›na sinmifl tedirginli¤ini yans›t›yor. Adalet A¤o¤lu ise “Üç Befl Kifli”de cumhuriyet dönemi kad›n›n› anla-
t›rken gelene¤in ne kadar güçlü oldu¤unu bir kez daha ortaya koyuyor, çünkü bu romandaki kad›nlar, e¤itimli olanlar da dahil, gelene¤e yenilmifl kad›nlar. K›smet’in ç›k›fl yolu olarak intihar› seçmesi, Ankaral› modern kad›nlar›n modern olay›m derken gelenekle modernlik aras›nda bocalamalar›, yazar›n da gelenek karfl›s›ndaki duruflunu belirliyor. Osmanl› dönemi ve Cumhuriyet Türkiye’sinde kad›nlar›n kamusal alanda tan›mlan›fl› ve varolufllar› hakk›nda neler fark ettin? Yurdagül: Osmanl›’da kad›nlar 19. yüzy›l bafllar›nda kamusal alanda görülmeye bafll›yor. “Görülmek” sözcü¤ünü, erkeklerin kad›nlar› görmesi, fark›na varmas› anlam›nda kullan›yorum. Kendilerine ait olan sokak hayat›nda kad›nlar› görmek pek hofllar›na gitmiyor. Çeflitli fermanlarla kad›n› kontrol alt›na almaya çal›fl›yorlar. Baflar›l› olamay›nca, k›z mektepleri açarak yeni yetiflen nesillere kendi istedikleri gibi flekil vermeye bafll›yorlar. Bu okullarda, özel alanda yap›lan ifllere yönelik bir e¤itim veriliyor. Refet’in okulda ö¤rendikleri nak›fl ifllemek, dikifl dikmek, yemek piflirmek gibi kad›-
Sevgi Soysal’daki adalet duygusu Tante Rosa karakterinde cisimlefliyor. Diline hâkim olan ironi bir isyana dönüflüyor. Bütün yerleflik kurumlar›, anlay›fllar›, kad›nl›k, erkeklik hallerini ironisinin nesnesi haline getiriyor. n›n kocas›na daha iyi hizmet etmesine yönelik dersler. Modern erke¤in yan›nda, yine onun kontrolünde ve onun istedi¤i gibi modernleflen bir kad›n ç›k›yor karfl›m›za. Adalet A¤ao¤lu’nun 1984’te yay›nlanan “Üç Befl Kifli” roman›nda ise art›k kad›n ile erke¤in hayat›n› ay›ran duvarlar kalkm›flt›r. Kad›n kamusal alanda çal›flan olarak yerini alm›flt›r. Ancak toplumsal cinsiyet rollerinde de¤iflim yaflanmaz. Kad›n›n özel alandaki görevleri aynen devam eder. Ayr›ca, modern dedi¤imiz bu kad›nlar›n kafalar› da çok kar›fl›kt›r. Yetifltikleri geleneksel kurallar›n d›fl›na görünüflte ç›kabilirler. Modernleflmeyi, erke¤in ev ifli yapmas› olarak görürler. ‹ki romanda da dikkatimi çeken önemli bir nokta, kad›n›n s›n›fsal konumu yükseldikçe kamusal alandan uzaklaflmas›, çünkü varl›kl› ailelerin k›zlar›n›n çal›flmalar›na gerek yok. Onlar›n sokakta dolaflmalar›, çarfl›-pazar iflleri
yapmalar› bile ay›p. 1896’dan 1984’e, yaklafl›k yüz y›lda bu bak›fl aç›s›nda fazla de¤iflim olmam›fl. Refet, çirkin ve fakir oldu¤u için çal›flmak zorundad›r. K›smet ise güzel ve zengin oldu¤u için çal›flmas›na gerek yoktur, hatta çal›flmas› tuhaf karfl›lan›r. Modernleflmeyle birlikte, mahallelerin yerini çok katl› apartmanlarda kendi hayat›n›n içine kapanm›fl insanlar ald›. Modernleflmenin getirdi¤i yaln›zlaflma do¤al olarak kad›n›n hayat›n› da etkiledi. Kad›n bedeni ve mahrem kavramlar› yaz›nda önemli yer tutuyor... Yurdagül: Mahallede mahrem alanda yaflayan Osmanl› kad›n›, kendine ait bir kamusal alan yaratarak hayat›n› kad›nsal bir dayan›flmayla sürdürebilirken, modern kad›n bu dayan›flmadan mahrum. Eril otoritenin olmad›¤› mahrem alanda kad›nlar bir düzen kurup hayatlar›n› sürdürürler, ama erkeklerle birlikte yaflayan kad›n için durum de¤iflir. Modern flehirlerde kad›n kendi cinsiyle de rekabet halinde. Kad›n bedeni Osmanl› döneminde duvarlar›n arkas›nda ya da örtülerin alt›nda saklanarak erke¤in kontrolü alt›nda tutulmufl, bir kad›n›n güzel olmas› kaderinin tamamen de¤iflmesine neden olabilmifl. Refet “çirkin” oldu¤u için koca bulamayaca¤›n› bilir, bu nedenle meslek sahibi olmak ister. Kad›n›n bedeni erke¤in bak›fl›yla de¤erlendirilir ve afla¤›lan›r. Cumhuriyet döneminde de durum çok farkl› de¤il. Kad›n bedeni yine eril ölçütlere göre de¤erlendirilir. Güzellik, koca bulmak için önemini korur. Bugün, kad›n bedeni kapitalist sistemin malzemesine dönüflmüfl durumda. Bu dönüflümün temelinde ise eril düzen var, onun istekleri ve arzular› do¤rultusunda kullan›lan bir nesne art›k kad›n bedeni. Di¤er önemli bir nokta ise, kamusal alanda varolmak isteyen modern kad›n›n erkekleflmesi. Modern kad›n sokaktaki varl›¤›n› ortaya koymaya çal›fl›rken kad›nl›¤›na, bedenine, kendisine yabanc›laflt›. Asl› Günefl: 19. yüzy›l romanlar›nda, edebiyat salonlar› vard›r ya, orada bir edebî kamusal alan var. Bugün iletiflim, yay›nc›l›k, teknoloji bu kadar geliflkinken edebî kamusal alan var m› sorusu geliyor akla. Okur çok yaln›z, okumak çok tekil bir deneyim. Bu beni rahats›z ediyor. O romanlarda anlat›lan edebiyat
37
salonlar›n›n büyüsü, 19. yüzy›lda canh›rafl bir flekilde insanlar›n edebiyat tart›flmas›, edebiyat›n bu kadar hayat›n içinde olmas›... “Bir kitap okudum, hayat›m de¤iflti” sözü 19. yüzy›l için geçerli. Uzun y›llar akademide oyalan›nca, yavafl yavafl bütün sosyal bilimler alan›n›n içinin boflalt›ld›¤›n›, giderek depolitize oldu¤unu, di¤er toplumsal pratiklerden koptu¤unu da farkettirdi karfl›laflt›rmal› edebiyatta okumufl olmam. Burada, beklemedi¤imiz kadar güzel bir grup olufltu. Benim biraz akademiyi toplumsal prati¤e tafl›ma amac›m vard› ve bunu en iyi kad›nlarla yapabilece¤imi düflündüm. Neden? Asl›: Bir kere roman küçümsenen bir fley, özellikle erkeklerle buluflan bir fley de¤il. Akademide baz› alanlar kad›nlara terk ediliyor, erkekler finans, iflletme, mühendislik gibi bölümleri seçerken, sosyal bilimlerin “zarars›z” alanlar› da kad›nlara b›rak›l›yor; edebiyat da onlardan biri. ‹lkay Ertem: Farkl› kad›nlar›n bir kitap üzerine oturup tart›flmas› pek olan bir fley de¤il. Gecenin 11 buçu¤unda kap›n›n önünde kitap tart›flan kad›nlar› görünce, “bu kad›nlar s›y›rm›fl” diyorsun. Bu coflku, ürününü de verdi nitekim. fiimdi ikinci atölyeyle devam edece¤iz. Sadece kad›n yazarlar okunmad› de¤il mi atölyede? Asl›: Erkek yazarlara da yer verdik. Tolstoy’un “Savafl ve Bar›fl”›n› herkes bilir, ama “Aile Mutlulu¤u” pek bilinmez. Tolstoy gibi bir yazar›n aile üzerine söyledikleri hakikaten önemli. “Kad›n dili var m›?” sorusunu tart›fl›rken erkek yazarlarla karfl›laflt›rmal› gittik. O nedenle, farkl› ülkeler, farkl› yüzy›llar, kad›n ve erkek yazarlar gibi bir da¤›l›m önemli. Edebiyattaki cinsiyetçi söylem o zaman daha net ortaya ç›k›yor. Mesela anlat›c›y› nas›l konumland›r›yor, ahlâkî yönlendirmeler kad›nlar ve erkekler üzerinde nas›l iflliyor? Edebiyata ait stratejiler toplumsal bilinci de ortaya koyuyor; edebiyat stratejilerinin tarihinde toplumsal tarih görüyorsun. Teori tart›fl›yor: “Kad›n deneyimi tekildir.” Yok iflte, de¤il. O dene-
yimin içerisinde kad›n yazar da var, erkek yazar da var. Suzan: Jane Austen d›fl›nda bütün yazarlar›n tek kitab›n› okuduk. Yazarlar›n di¤er kitaplar›na dair de bir merak olufltu. Halide Edip’in “Mor Salk›ml› Ev”ini okudu¤umda, yazar› da tan›mak istedim. Halide Edip imgem de¤iflti. Ne de¤iflti mesela? Suzan: Halide Edip’in di¤er kitaplar›n› okumad›m. San›r›m flaflk›nl›¤›m biraz da Halide Edip cehaletimle ilgili. Di¤er kitaplar›n› okuyanlar, “Mor Salk›ml› Ev”in en hümanist metinlerinden biri oldu¤unu söylediler. “Mor Salk›ml› Ev” yazar›n kendi yazma serüvenine dair oldu¤u için, Osmanl›’n›n çok-kültürlülü¤ü içindeki çocuklu¤una, baflka birçok sanatç› ve ayd›n›n eserleri ve yaflant›s›na da Halide Edip üzerinden tan›k oluyoruz. Kitapta Halide Edip yazmam›fls›n... Suzan: “Yaz›nsal ‹roniden Adalete” bafll›kl› metni yazd›m. Barbara Pym’in “Ku-
Kerime Nadir romanlar›nda aflk d›fl›nda her fley var. Para pul, miras, aile... Aflk›n ekonomi-politi¤ini fark etti¤iniz zaman, aflkla ilgili hayal k›r›kl›¤›na u¤rayabiliyorsunuz. Kaba ekonomizm yapmak istemiyorum, ama aflk saf bir fley de¤il. sursuz Kad›nlar” ve Sevgi Soysal’›n “Tante Rosa”s› üzerinden ironi meselesini tart›flmaya çal›flt›m. Sevgi Soysal’da beni etkileyen, bak›fl›ndaki adalet duygusu. Tante Rosa karakterinde bu cisimlefliyor. Diline hâkim olan bu ironi, bir tür isyana da dönüflüyor. Sevgi Soysal “Tante Rosa”da bütün yerleflik kurumlar›, anlay›fllar›, kad›nl›k, erkeklik hallerini ironisinin nesnesi haline getiriyor. San›r›m bu bak›fl ve tav›r beni etkiledi. Ayda, Kate Millett’› neden seçtin? Ayda: “Edepsiz” bir kad›n, ama önemli bir fley yap›yor. Yalan söylemiyor kendisine. Yalan söylese de, yalanlar›n› biliyor. “Uçmak” kitab›n› okudum. Uçup duruyor. (gülüyorlar) Kendine göre bir hayat›, cinsel tercihleri var. “Edepsizliklerine” parmak bas›yor. Ben de kendi edepsizliklerimi, yalanlar›m› kendime söylemeye bafllad›m. Kitaptan etkilendim ve daha çok be¤endi¤im baflka kitaplar olma-
s›na ra¤men yaz›m› onun üzerine yazd›m. Feminizm de, lezbiyenlik de bana çok uzakt›. Bir sürü yeni fley ö¤rendim. Lûgat›m geniflledi. Sorgulamak çok güzel. Sordu¤unuz zaman gerçe¤i buluyorsunuz. Millett’›n “birlikte yaflayabilece¤im, yafllanabilece¤im bir karaktere do¤ru” sözü çok hofluma gitti, bunu hiç unutmayaca¤›m. Son dakika bütün günahlar›ndan ar›nmak yerine, ömür boyu günahlar›n› bilerek yaflayabilmek çok önemli. 47 yafl›nday›m. Dört yafll› var hayat›mda. Yafll›l›k ve yaln›zl›k çok zor, bir gün bu konuda kitap yazmak istiyorum. Bütün uzakl›¤›na ra¤men kitab›n kahraman›yla nas›l bir empati kurdun? Ayda: “Uçmak” Kate Millett’›n otobiyografik öyküsü. Öyküsünü kaleme ald›¤›nda 36 yafl›nda bir kad›n. Yeryüzünde binlerce insan, b›rak›n kendi ruhuna çekidüzen vermeyi, varoluflunun fark›na bile varmadan göçüp gidiyor. Bir insan›n karakterini gelifltirmesi ne demektir? Bunu nas›l baflarabilir? Önce kendi beninin fark›nda olmal›, kendini tan›mal›, kendini tüm ç›plakl›¤›yla kendine itiraf edebilmeli. Kate’in en etkileyici ve okurun empati kurdu¤u özelli¤i bu. Metin boyunca bütün ruhunu tarar, faflizan yönlerini iflaretler, zaaflar›n› belirler, kendini elefltirir. Kendini elefltirebilmek, karakter geliflim sürecinde en zor olan, tarafs›zl›k isteyen bir eylemdir. Kate Millett, kendi karakter gelifliminin devrimini cinsel maceralar›na, hissetti¤i duygulara, tutkular›na, k›zg›nl›klar›na sansür uygulamadan itiraf edebildi¤i, iç taramalarla çekilmez yanlar›n› belirleyip “e¤itme” yoluna gitti¤i için gerçeklefltirebilen insanlardan; bu usûl ile “beraber yaflayabilece¤i bir kiflili¤e do¤ru ilerleme” kaydetmeye çal›fl›yor. Az fley mi insan›n kendinden hoflnut olmas›, kendiyle bar›fl›k yaflayabilmesi? Yazma aflamas› zor oldu mu? Suzan: Evet. Konuflurken iyiydi, ama yazarken duvara toslam›fl gibi oldum. Yazmayla ilgili s›n›rlar›n›n ne kadar dar oldu¤unu görüyorsun. S›n›rlar›m›z› zorlamak güzeldi. Yurdagül: Yazma, kendimle yüzleflme
hikâyesi. Firdevs Han›m’›n ihaneti kocas›n›n ölümüne sebep olurken Bihter intihar ediyor ve yal›da onun geliflinden önceki düzen restore oluyor. Bir patriyark olarak Adnan Bey ve yal›n›n düzeni, günahkâr kad›n›n cinselli¤iyle sars›lsa da, yeniden aya¤a kalk›yor. Adnan Bey’in zenginli¤i ve bir k›smet olarak istenirli¤i yal› imgesi etraf›nda sunuluyor. Ev, mutlulu¤un metaforu bu anlamda. Ama aflk ve tutkunun yoklu¤unda h›zla bir mahrumiyetin mekân›na dönüflüyor. Roman›n, zengin kocas›n›n imkânlar›ndan vazgeçemeyen, cinselli¤i de baflkas›yla yaflayan hesapç› bir kad›n› anlatt›¤›n› düflünmedim. Bihter’in Adnan Bey’e duydu¤u flefkatli bir sevgi de var sonuçta. Roman›n o y›llarda yaflayan bir kad›n›n seçeneksizli¤inin, s›k›flm›fll›¤›n›n alt›n› çizdi¤ini de düflünmüyorum. Bunlar› dert etmemifl yazar, baflka bir fley anlat›yor; belki de yasak aflktan ziyade imkâns›z aflk, çünkü Bihter-Behlül aflk›n›n sonu yasaklardan dolay› gelmiyor. Aksine, Behlül’ün yasakl›l›k halinin getirmesini bekledi¤i heyecanlar›n yeterince güçlü ve sürekli olamamas›ndan geliyor. Behlül, Bihter’in cinselli¤i yaflay›fl›ndaki s›n›rs›zl›¤a bünyevî bir tepki gösteriyor. Kad›nlardan beklentisi ya el sürülmemifl bir masumiyet ya da erke¤in ilgisini canl› tutmak üzere yeri gelince k›flk›rtan, yeri gelince naz niyaz eden ve bu flekilde erke¤in arzusuna tâbi k›l›nm›fl bir cinsellik. Bihter bunu yapm›yor, hesaplar›n d›fl›nda bir tutkuyla yafl›yor ve bunun için ölümle cezaland›r›l›yor. Asl›: Kerime Nadir romanlar›nda filan bakars›n›z ki aflk d›fl›nda her fley var. Para pul, miras, aile... Aflk›n ekonomi-politi¤ini fark etti¤iniz zaman, aflkla ilgili hayal k›r›kl›¤›na u¤rayabiliyorsunuz. Kaba ekonomizm yapmak istemiyorum, ama aflk saf bir fley de¤il. Popüler aflk romanlar›n›n bir tür “Sinderella öyküsü” ya da tüm engelleri y›k›p geçen “Romantik Aflk”› anlatt›¤›n› söylemek mümkün de¤il. En “sentimental” hâliyle varolan romantik aflk imgesinin üstü kaz›nd›¤›nda, mülkiyet iliflkilerine s›k› s›k›ya ba¤l› “ekonomik evlilik” modeli görülüyor. Ekonomik evlili¤i romantik bir kimli¤e büründürmek için romanc› çeflitli önlemler almak zorunda. Endogamik evliliklerin geçerli oldu¤u bu romanlarda, romantik aflk, “çocukluk aflk›” imgesiyle yarat›l›r. Genellikle kuzen olan afl›klar, çocuk yafllarda iflah olmaz bir aflk›n pençesine düflmüfllerdir. Aflk›n karfl›l›kl› itiraf edilmesine kadar, kutsal kardefllik duygusuyla aç›klanan iliflki, iki insan›n birbirleri için yarat›ld›¤› düflüncesine dayand›r›l›r. Romantik aflk için vazgeçilmez bir koflul olan “özgür seçim” de bu ensest iliflkide yer bulur: Genellikle roman›n erkek kahraman›, kendisinden birkaç yafl küçük kad›n kahraman› daha çocukken “seçmifltir”. Romantik aflka uygun bir atmosfer yaratma kayg›s›, romanc›y› ensestten pedofiliye uzanan bir iliflkiler a¤› yaratmaya kadar götürür. Kad›nlar›n erkekler taraf›ndan çocuk denebilecek yafllarda seçilmeleri, eflleflmeyi rastlant›ya b›rakmamak için al›nan bir önlemdir. Bu romanlarda bütün kayg› s›n›fsal safl›¤›n ve mülkiyetin korunmas›d›r.
Söylefli: Beyhan Demir
süreci oldu. Yapt›¤›m›z konuflmalar yaz›ya dökülünce, her fley somutlaflt›. Özlem: Ben “Aflk-› Memnu” üzerine yazd›m. ‹lk defa böyle bir konu üzerinde sistematik olarak düflündüm. Yazd›klar›mdan çok daha fazla düflündüm. Bu konuyu seçmemin nedeni, san›r›m, daha önce yazd›¤›m, düflündü¤üm konulara çok uzak bir konu olmas›yd›. Aflk, atölyenin önemli bir noktas›yd›. Ve bütün okumalar da gösteriyor ki, bu kavrama yüklenen anlam› kald›rabilecek durumda de¤iliz. Karamsar diyebilece¤iniz noktalara da vard›m. Aflk›n, zincirinden boflanm›fl bir burjuva monad›n, o bencilli¤i yaflayabilece¤i etik söyleminin içine sokulmam›fl alanlar›ndan biri oldu¤unu düflünüyorum. O nedenle, belki daha genifl bir fleyin semptomu diye bakmak lâz›m aflka. Yaz›na “Yasak mekân yaflams›z aflk” sözüyle ve bir soruyla bafll›yorsun: “Aflk› Memnu” bir kad›n roman› m›d›r? Özlem: “Aflk-› Memnu” bir kad›n roman› bence. Bihter’in hikâyesini merkeze al›r, ancak Nihal’in hikâyesi de bir o kadar önemli. Yaz›m üzerinde çal›fl›rken, Nihal hikâyesinin ba¤›ms›z oldu¤u, Bihter’inkine dokunmadan geliflti¤i, hatta tamamen yok say›lsa Bihter anlat›s›n›n bir fley kaybetmeyece¤i yorumlar›na rastlad›m. Buna kat›lm›yorum. Bence Nihal, en az Firdevs Han›m kadar önemli Bihter karakterinin iflleniflinde. Yal›daki yaflam›n kurgulan›fl›yla Nihal’in ruh hali aras›nda bir iliflki görüyorum ve Bihter’in gelifli bu düzenin y›k›lmas› anlam›na geliyor. Nihal’in dünyas›, cinselli¤in flefkat hislerinden ayr›flmad›¤› bir duruma tekabül ediyor; Bihter’in geliflinden önceki yal› yaflam› da bu dünyan›n mekânda cisimleflmesi gibi. Nihal’in babas›yla ve kardefli Bülent’le iliflkisi, bu iliflkinin aç›k tutulan kap›larla ifadesi bir tür bütünlük metaforu. Bihter’in gelifli bu bütünlüklü dünyaya y›k›m getiriyor, aç›k kap›lar kapan›yor, s›n›rlar ve iliflkiler bütünüyle de¤ifliyor. Bihter’in cinselli¤i, bu çocuksu dünyan›n büyüsünü bozup yerle bir ediyor. Kad›n›n y›k›m getiren cinselli¤i Bihter’den önce annesi Firdevs Han›m’da ifade buluyor ve Bihter’e miras kal›yor. Geleneksel yaflam› seçmifl Peyker ve bakire-anne figürü Matmazel de Bihter karakterinin çizgilerini belirginlefltiren, onunla tezat oluflturan di¤er kad›nlar. Firdevs ve Adnan karakterinin simgelediklerini nas›l yorumluyorsun ? Özlem: Annenin simgeledi¤i fley günah, annenin günah›. Bihter’in yaflad›klar› bu kaderin aç›l›m› gibi, zaman içinde Firdevs Han›m’›n bir versiyonuna dönüflüyor. Peyker, Bihter’den fakl› olarak babas›na benziyor. Hem Bihter hem de Firdevs Han›m için zenginlik ve statü için yap›lan, ancak cinsel tutku ve aflk›n yoklu¤unda h›zla mutsuzlu¤a dönüflen evlilikler söz konusu. Firdevs Han›m bu hayal k›r›kl›¤›n› kocas› ve k›zlar›na karfl› sevgisizlik, hatta tiksinme olarak yaflarken, Bihter kendisinden beklenen rolleri oynamak için ciddi ve samimi bir çaba harc›yor bafllang›çta. Kocas›n› sevmeye, Nihal ve Bülent’e annelik yapmaya çal›fl›yor. Firdevs Han›m’la k›yasland›¤›nda onunki daha bir s›k›flm›fll›k
A
⁄
I
R
Ç
E
K
Haz›rlayan: Ahmet Gürata
‹
M
‹NAN TEMELKURAN’DAN B‹R ‹ZM‹R F‹LM‹: “BORNOVA BORNOVA”
Kameray› koymufl, konuflturmufl ‹lk filmi “Made In Europe”la dikkatleri üzerine çeken ‹nan Temelkuran, ikinci filmi “Bornova Bornova”yla da alk›fl› hak ediyor. Temelkuran’la, özenli ve titiz bir minimalist estetikle ördü¤ü sinema dilini, etkilendi¤i sinemac›lar› ve ‹zmir’i konufltuk... Film ‹zmir’de geçti¤ine göre, oradan bafllayal›m. ‹zmir’de neler oluyor? DTP konvoyuna sald›r›, “gâvur ‹zmir’den faflist ‹zmir’e” yorumlar›... ‹nan Temelkuran: Konvoya sald›r›, MHP teflkilât›n›n orada bafllad›. Bununla do¤rudan iliflkili oldu¤u görülüyor. Ama meseleye daha genifl bir boyuttan bakmak gerekiyor. Fakirleflmifl bir kent ‹zmir. Türkiye’nin pek çok yerine oldu¤u gibi ‹zmir’e de do¤udan göç oldu. Gelenler paras›z geldiler elbette. Ortalama zenginlik azald›. Kent fakirlefltikçe, entelektüel potansiyelini de ortaya koyamaz oldu. Entelektüel kesim ‹stanbul’a ya da yurtd›fl›na gitti. Bu flehrin en büyük sermayelerinden biri Yaflar Holding, yani P›nar’d›. O bile kaçt›, ‹stanbul’a gitti art›k. Alt› tane futbol tak›m› var, bir türlü 1. Lig’e ç›kam›yorlar. Futbolun içinde mafya var, ayr›ca iktidarlar›n da rolü var. ‹zmir tak›mlar›n›n 1. Lig’e ç›kamamas›n›, kentte mafya kalmamas›na ba¤larlar. ‹zmir’de mafya kalmamas›n›n baflka bir sonucu da var. Bu yanl›fl bir gözlem de olabilir, ama ak›l yürütmeye de¤er: Örne¤in ‹stanbul çeflitli bölgelerden göç alan bir kent. ‹lk göç eden gruplardan biri Karadenizliler. Sonra Güneydo¤u’dan göç bafllad›. Bunlar aras›nda zaman zaman güç savafllar› yaflan›yor. Göç eden kesimlerin bir k›sm›, kent rant› için mafyalar arac›l›¤›yla mücadele ediyor. Otopark mafyas›, bilmem ne mafyas› var. Bu gruplar mekân sat›n al›yorlar ve ifl yap›yorlar. ‹stanbul’da farkl› bölgesel gruplar aras›nda bir çat›flma ve denge durumu söz konusu. ‹zmir’deyse böyle bir mücadele söz konusu de¤il. Bir denge durumundan çok, belirli bir grubun a¤›rl›¤› söz konusu. Elbette, o kültürel de¤erleri ve haklar› savunmak gerekir. Öte yandan, vaktiyle kazan›lm›fl baz› fleyler yok olursa, o zamana kadar iktidar sahibi olarak görülen insanlar –hakikaten di¤erlerine göre daha “beyaz Türk”türler– kültürlerini yitirdikleri zaman canlar› ac›r. Ama, orta s›n›f ‹zmirlilerin di¤erlerine daha duyarl› olmas› gerekir. Çünkü, söz konusu olan y›llard›r ezdikleri taraf. Bunu atlad›lar, flimdi cezas›n› çekiyorlar. “Bunlar geldi, buralar bozuldu” deniyor, böyle bafll›yor. Oysa “bu insanlar buraya niye geldi” diye sormak gerekiyor önce. ‹zmir tepkisel bir flehir oldu. Asl›nda farkl› bir kenttir. O zaman biraz geçmifle dönelim. 1980’lerin ‹zmir’inde büyüdün, neler hat›rl›yorsun? 12 Eylül oldu¤unda dört yafl›ndayd›m.
40
‹nan Temelkuran
Orta s›n›f ‹zmirlilerin di¤erlerine daha duyarl› olmas› gerekir. “Bunlar geldi, buralar bozuldu” deniyor. Oysa y›llard›r ezdikleri bu insanlar buraya niye geldi diye sormak gerekiyor önce. ‹zmir tepkisel bir flehir oldu. Neler oldu¤unu sonra ö¤rendim. O zaman Türkiye henüz bir tüketim toplumu de¤ildi, s›n›f fark›n› belli edecek ürünler de fazla görünür de¤ildi. Herkes arkadaflt›, kap›c› çocu¤u, general çocu¤u, fabrikatör çocu¤u... Daha sonra o farklar ortaya ç›kmaya, özel okullar aç›lmaya bafllad›. 1985’lerin ortalar›nda ithalat serbest b›rak›l›nca geldi Adidas ayakkab› filan. Daha önce yoktu, o nedenle de güzel bir çocukluk geçirdim. Garip bir mahalledir bizimki. Orayla ilgili yirmi film daha yapar›m san›r›m. Siyasete dair bir fleyler alg›lamaya ne zaman bafllad›n? Aileden dolay› böyle bir bilinç sahibi miydin? San›r›m lisede alg›lamaya bafllad›m. Solcu bir aileden geliyorsun. Evde Devrimler Tarihi Ansiklopedisi var, Ça¤dafl Liderler Ansiklopedisi var. Onlar› okuyorsun ve bir fleyler ö¤reniyorsun haliyle. Tek tek olaylar konusunda bilinçlenmek meselesi baflka, ama 15-16 yafllar›nda s›n›fl› toplumu kavramaya bafll›yorsun bir flekilde. “Bornova Bornova”da anlatt›¤›n mahalle nas›l bir yer? Mahalle art›k “bask›”yla an›l›r oldu, de¤il mi? Do¤rusu, baflka mahalleleri bilmiyorum. Bornova dedi¤imiz bir milyon nüfuslu bir yer, sonuçta ben onun bir mahallesini ele ald›m. Halk mahallesi... Oras› çekim aç›s›ndan uygun olmad›¤› için baflka bir yere tafl›d›m. Mahallede de¤iflen fleyler var elbette. Örne¤in bisikletçiler art›k kalmad›. Yaln›zca mevsimlik olarak aç›ld›¤›n› söylediler. Sokakta oynama al›flkanl›¤› elbette azald›. Oynanacak yer de azald›. Korku artt›.
Okul bahçelerinde oynanan›yordur bugünlerde. Ben bu d›flar›da oynama meselesini çok önemsiyorum. Benim kufla¤›m, d›flar›da, sokakta büyüdük. Bu mahallede etkisini hissettiren bir fliddet var. Sen de bunu gösteriyorsun... Gündelik hayatta giderek artan oranda fliddetle karfl›lafl›yoruz. fiiddet bir tehdit olarak var filmde. Etkisini sürekli hissettiriyor, ancak sonunda uygulamaya dökülüyor. Psikopat diye adland›rabilece¤imiz tipler var asl›nda mahallede. Filmdeki Salih de bunlardan biri. Bu çocuklar› hep görürüz, korkar›z, yol de¤ifltiririz. Bir flekilde anlar›z, “bu çocuk tekin de¤il, psikopat” deriz. “Kendini kesmifl, kendini kesen beni haydi haydi keser” diyebilece¤in adamlar. Ve onlarla tak›lan, onlar›n korumas›nda olan çocuklar vard›r, Hakan gibi... fiiddet çok içimizde ve çok erkekli¤e dair bir fley. Ve o erkeklik dedi¤imiz fley, filmin bafl›nda Demet Akal›n’dan kulland›¤›m›z al›nt›da gayet iyi özetleniyor: “Sayg›, korkuyla eflde¤er yürür. Belki iki tokat atsayd› boflanmazd›k.” Bu al›nt› biraz yanl›fl da anlafl›ld› galiba. O söz, 12 Eylül sonras› orta s›n›f›n kültürel çöküflüyle, lumpenleflmeyle ilgili bir fley. Örne¤in, kahraman›m›z niye Cahit Arf de¤il de, bu politikac›lar? fiiddetin erkekli¤e dair bir fley oldu¤unu söyledin, bunu biraz açal›m m›? fiiddeti art›k kad›nlar da kan›ksad›. Ama bir yandan da, ekonomik olarak alt› doldurulsa, sa¤l›kl› bir fley olabilir fliddet. Böyle olmad›¤› için tehlikeli. Herkes art›k fliddete meyilli. ‹nsanlar ifllerini korkutarak çözmeye al›flt›. Patolojimiz bozuldu biraz. Bütün bunlar sonuçta erkeklerin içinde bulundu¤u bir krizle mi ba¤lant›l›? Elbette... Bunu “Dövüfl Kulübü” (David Fincher, 1999) güzel anlat›r. Erkek dedi¤in fley bitti. Giderek kad›ns›laflan bir erkek var. Evde kad›na yard›m edecek, çocu¤a da bakacak... Bir anda erke¤in sorumlulu¤u artt› ve kendini ifade edebildi¤i yer fliddet oldu. “Dövüfl Kulübü”ndeki kavga meselesi budur. Kültürel dönüflümün bir sonucu bu. Bir mesle¤i olmayan insanlar için de çok üzücü bir fley. Bu yüzden intihar vakalar› art›yor. Tar›mla geçinen bir ülkede tar›m bitmifl durumda. Erkeklerin evlenip çocuklar›na bakabilecek, eve ekmek getirecek bir durumu yok. Kriz iflte bu. Ve intihar ediyorlar. Ben farkl› olmak istiyorum diyorsan, bir mesle¤inin olmas› gerekiyor. Yoksa, kendini di¤er kimliklerle ispatlamaya çal›fl›yorsun. Erkeklik bir yerde kolay bir kimlik. Erkek olarak do¤man yeterli, ayr›ca u¤raflman gerekmiyor. Di¤er erkeklerden farkl› olmak için de “daha erkek” olman gerekiyor... Erkekler, çok temel fleylerini, onurlar›n› bile kaybettiklerini düflünüyorlar. Ülkücülük, din, taraftarl›k, hemflerilik... Bunlar›n hepsi kolay elde edilen kimlikler, hepsi birer sembol. Di¤er tarafta ise, diyelim bir ö¤retmen var. Çal›fl›yor, çal›fl›yor ve yoksul yafl›yor. Ve o lumpen, zincir çeviren insanlar› görüyor. “Çal›fl›yo-
rum da ne oluyor” diyor. Patolojik bozukluklar burada bafll›yor. ‹flin var, eflek gibi çal›fl›yorsun ve istedi¤in hayat› yaflayam›yorsun. Filmin kurdu¤u cümlelerden biri de buydu: O küçük hayatlar›n zor oldu¤u bir dönemdeyiz. Buradan fliddet ç›k›yor. Buradan her türlü sömürü ç›k›yor, ister dine dayal›, ister ›rka dayal›... Türkler için de böyle, Kürtler için de... Belgrad’dan Delhi’ye kadar çok farkl› görmüyorum durumu. Hepsinde erkeklik krizinin yol açt›¤› sorunlar var. Bunun devlet iktidar›yla ilgili bir sorun oldu¤unu da söyleyebiliriz. Engels bunu çok güzel aç›kl›yor: Aile kurumu ve dinden bafllayan sömürü, kad›n›n sahiplenilmesi. Sen kad›na sahipsin, kad›na bakacaks›n. Fakat kad›n çal›flmaya bafllad›¤› zaman, sen di¤er erkeklerle yar›fl›yorsun. Çünkü, kad›n›n elinden kaçaca¤›n› düflünüyorsun. O yar›flma halinde, elinde meslek, para vs. yoksa ne yapacaks›n? Öncelikle, kad›n d›flar› ç›kmas›n diye dövüp içeri alacaks›n. Ya da bafl›n› kapatacaks›n ki, di¤er erkeklerle yar›flmak durumunda kalmayas›n. Filmlerin a¤›rl›kl› olarak diyaloglara dayan›yor. Bu asl›nda riskli bir strateji. Hem buraya özgü bir dil kurmak aç›s›ndan hem de oyuncular›n performans›yla bunu inand›r›c› k›lmak aç›s›ndan. Bu konuda izledi¤in özel bir strateji var m›? Bu kadar iyi mizah dergilerinin, Orhan Kemal gibi iyi diyaloglar yazan yazarlar›n oldu¤u bir ülkede yaflarken, sinemaya bunun neden yans›mad›¤›n› anlayabilmifl de¤ilim. Diyaloglarda hep bir sakillikle karfl›lafl›yoruz. Tabii istisnalar› da var bu durumun, diyaloglar› baflar›l› olan bir dizi film s›ralayabiliriz: “Ara” (Ümit Ünal), “Tabutta Rövaflata” (Dervifl Zaim) ilk akl›ma gelenler... Ama ben böyle alg›l›yorum hayat›. Bir yerde otururken, örne¤in yan masada oturan iki kifli olsa, ben onlar› genellikle kaydediyorum. Ne söyledikleri de¤il, daha önemlisi nas›l söyledikleri, nas›l hareket ettikleri, nas›l tepkiler verdikleri, duygu halleri akl›mda kal›yor. O akl›mda kalanlar› kullanarak yaz›yorum diyaloglar›. Uzun bir süre çal›flt›k tabii. Ama özel diyaloglar› geçir-
mek için bir fley var m›? Yok. Baz› yerler için “buras›n›n flöyle söylenmesi gerekiyor, çünkü ‹zmir’de böyle söylenir” gibi aç›klamalar yap›yorum. Bir tür okuma provas› m› yap›yorsun? Tiyatro provas›na daha yak›n. Oyunculara önceden baflka metinler veriyorum. Canland›rd›klar› karakterlerin hayatlar›na dair küçük hikâyeler, bafllar›ndan geçmifl olaylar... Mesela Hakan karakterinin bafl›ndan flöyle bir olay geçiyor –tabii bu filmde yer alm›yor: Diyarbak›r’da askerlik yapm›fl. Otobüsten iner inmez bir korsan taksi bunu alm›fl, fakat yan›na baflka bir adam daha alm›fl. Adam buna “ne yap›yorsun?” diye sormufl. O da “askere gidece¤im” diye cevap vermifl. Öyle deyince adam buna bir bakm›fl. Ve birdenbire bu ‹zmirli çocuk Diyarbak›r’da bir korsan taksinin içinde oldu¤unu anlam›fl ve korkmufl. ‹flte metne girmeden önce bunlar› anlat›yorum. Bu çocuk nas›l konufluyor, oradan ç›karmaya çal›fl›yorum. O hikâye-
‹flin var, eflek gibi çal›fl›yorsun ve istedi¤in hayat› yaflayam›yorsun. Filmin kurdu¤u cümlelerden biri de bu: O küçük hayatlar›n zor oldu¤u bir dönemdeyiz. Buradan fliddet ç›k›yor, her türlü sömürü ç›k›yor. lerle de dedi¤ime inand›r›yorum. Oyuncular, Türkiye’de sinemada böyle prova görmediklerini söylüyorlar. Böyle çal›fl›lmas› gerekti¤ini düflünüyorum. Baflka türlü olabilece¤ini de sanm›yorum. Bu, çok kolay sosyolojisi yaz›lacak bir ifl de¤il. Filmini yapmak, sosyolojik olarak daha e¤itici olabilir gibi geliyor. Yaz›m süreci nas›l gelifliyor? Kafanda bafltan bir olay örgüsü oluyor mu, yoksa diyaloglardan hareket ederek mi ilerliyorsun? ‹ki türlü de oluyor. Bazen bafl› sonu belli oluyor, aras›n› dolduruyorum. San›r›m ço¤u insan da böyle çal›fl›yor. Onu oturup ifllemek gerekiyor. Ben daha çok mekânlar üzerinden gidiyorum diye düflünüyorum. Örne¤in, iki kifli konufltular ve buradan ayr›ld›lar. Bu çocuk nereye gider? Bu k›z nereye gider? K›z buraya gider. Burada kimle karfl›lafl›r? Tamam, bu mekân› çözdük, burada ko-
46. Antalya Film Festivali’nde “En iyi film” dahil birçok ödül kazanan “Bornova Bornova”, s›radan bir mahalle atmosferiyle bafllay›p korku dozunu art›rarak diyaloglarla ve fliddet duygusuyla tempoyu yükseltiyor... Yukar›da, ‹nan Temelkuran (sa¤da) filmin baflrol oyuncusu Öner Erkan’la...
göstermenin art›k çok bir anlam› yok diye düflünüyorum. Sanat yaparken, bunu bir flekilde dönüfltürmek gerekiyor. Renk konusunda izledi¤imiz yol da, bir dönüfltürme biçimi. Hikâye giderek sertlefliyor. Dura¤an bafll›yor, ana karaktere bilgiler gelmeye bafllad›kça ifl büyüyor, büyüyor ve en set yerinde art›k siyah-beyaza dönüflüyor. Ses de filmin önemli ögelerinden biri. Do¤al ses kullan›m› oldukça özenli. Fakat, biliyorsunuz, Türkiye’de bunun ilginç bir geçmifli var. 1930’larda sesli film çekimine bafllanmas›na karfl›n, 1943’te “Dertli P›nar” (Faruk Kenç) filmiyle dublaj modas› bafll›yor. 1990’lara kadar gidiyor bu ifl. Bu yüzden ses aç›s›ndan çok geri kal›nd›¤›n› düflünüyorum. Daha flimdi flimdi oturuyor. Çok zor bir fley de¤il teknik olarak: Bütün sesleri alacaks›n, oyuncular›n ifli bitti¤i zaman gezip ortamdaki
atmosfer seslerini alacaks›n ya da ses bankas›na baflvuracaks›n. Tarz olarak kendine yak›n buldu¤un ya da sana cesaret veren sinemac›lar kimler? 1990’larda, muhtemelen hikâyeler tükendi¤i için, baflka türlü filmler yap›lmaya baflland›. Daha içeriden, daha alttan filmler... Örne¤in, “Trainspotting” (Danny Boyle, 1996) ç›kt›. Ve herkes böyle bir kald›, ne oluyor diye. O dönem, müzikte Prodigy’nin ç›kt›¤› dönem ayn› zamanda. Bir fleyler beraber gidiyor. Lars von Trier “Budalalar”› (1998) yapt›. Ve “ben de sinema yapabilirim” hissini verdi. Punk da ayn› hissi veriyordu. Sex Pistols’› dinledi¤inde
Kara Tren: Ahmet Uluçay
(2 Aral›k 1954 - 30 Kas›m 2009)
Fareli köyün bal›kç›s›
C
hris Marker’›n “Son Bolflevik” olarak adland›rd›¤› Sovyet yönetmen Alexander Ivanovich Medvedkin’in çal›flma masas›n›n üzerinde, bir bal›k tutan adam biblosu yer al›r. Çin yap›m› biblo, Marker’a ünlü “aç adama bal›k vermektense, bal›k tutmay› ö¤ret” deyiflini hat›rlat›r. Asl›nda bu ifade, Medvedkin’in sinema tarihinde unutulmufl olan filmlerini de çok iyi anlatmaktad›r. Medvedkin, “seyircilere film vermez, onlara sinema sunar”... Uzun soluklu projesi “Bozk›rda Deniz Kabu¤u”nu tamamlayamadan, 55 yafl›nda bu dünyadan ayr›lan Ahmet Uluçay, gerçek bir “sinema insan›”yd›. Peki, bu s›radan ifade ne anlama geliyor? Uluçay, öncelikle “filmlerle” yetinmeyen bir izleyiciydi. Onun derdi “sinemayd›”. Bunun için icad›ndan neredeyse 100 y›l sonra, sinemay› yeniden keflfetmiflti. “Karpuz Kabu¤undan Gemiler Yapmak”ta anlatt›¤› gibi, çocukluk arkadafl› ‹smail Mutlu’yla projeksiyon makinas›n› “icat etmeleri” biraz zaman alm›flt›. Önlerinde yepyeni bir dünya aç›lm›flt›. Bundan sonraki hedefleri ise
42
sinema yapmakt›. ‹lk video kameralar›na kavuflmalar› için de yine beklemeleri gerekecekti. K›sa filmlerini çektiler ve gösterebilecekleri mecralar aramaya girifltiler. 1994’teki 6. Ankara Film Festivali’nde tan›flt›k “Optik Düfller” ve “Koltuk De¤neklerinden Kanat Yapmak” ile. ‹zleyen herkesi hayrete düflürüyordu bu filmler. 12 Eylül darbesinin hayalgücü üzerinde kurmaya çal›flt›¤› tahakkümün ard›ndan, sanki yeniden nefes al›p veriyor gibiydik. Uluçay’›n hayalgücü s›n›r tan›m›yordu. Minyatür kozmosta görülen rüyalar, denizin dibindeki inciler, bir türlü kovulamayan fleytan ve her köfle bafl›nda karfl›m›za ç›kan cinler... Koflullar ne olursa olsun, sinema aflk›yla yan›p tutuflan birinin engel tan›mayaca¤›n› gösterdi. ‹kinci uzun metraj›n› izlemeyi iple çekerken, ölüm haberi geldi. Ahmet Uluçay, bu ülkede giderek birbirine benzeyen filmlerden bo¤ulan izleyicileri sinemayla tan›flt›rd›. Bizlere hayaller satan de¤il, hayal kurmay› ö¤reten fareli köyün bal›kç›s›yd›. – A.G.
Söylefli: A.G.
Bu kadar iyi mizah dergilerinin, Orhan Kemal gibi iyi diyaloglar yazan yazarlar›n oldu¤u bir ülkede yaflarken, sinemaya bunun neden yans›mad›¤›n› anlayabilmifl de¤ilim. Adeta, yaz›l› bir metin olarak sunulsa farkl› olmayacak fleyler söyleniyor.
“bu müzi¤i ben de yapar›m” dersin... Kolay, bölük pörçük, biraz hatal›... Sanat eserinde aranan mükemellik yok içinde. Sistemin onu sergilemeye lay›k görmesi anlam›nda söylüyorum bunu. Sinema için çok önemli bu: “Teknik yetersizli¤inden dolay› reddedildi” denir festivallerde bazen... Hemen hemen ayn› tarihlerde, Eric Zonca “Meleklerin Düfl Yaflam›” (1998) diye bir film yapt›. Sonra üzerine “Küçük H›rs›z”› (1999) çekti, yine bana öyle bir his verdi. John Waters’›n “Cecil B. DeMented” (2000) filmini izledi¤imde art›k iyice karar›m› vermifltim. Arada Jim Jarmusch, Hal Hartley de var... Benim konufltu¤um gibi konufluyor adamlar. Benzer komik olaylardan, ac› fleylerden, garip durumlardan bahsediyorlar. Sonra ‹spanya’da, iki çocuk “Smoking Room” (Roger Gual ve Julio Wallovitz, 2002) diye bir film yapt›lar. Yap›mc›lar›n para vermekten kaç›nd›klar› bu filmle Goya Ödülü’nü kazand›lar. Jeremy Irons’›n Polonyal› bir inflaat iflçisini canland›rd›¤›, daha eski tarihli “Moonlighting” (Jerzy Skolimowski, 1982) filmi beni heyecanland›rd›. ‹çinde suç dünyas›n› bar›nd›rmayan, baflka türlü bir göçmen filmiydi. Bunlar cesaret veren ifller oldu, yap›labiliyormufl dedim. Yine de yapmas› zormufl. Dört y›l›m› ald› ilk filmim “Made in Europe”u yapmak. Çok ak›l kâr› bir ifl de¤ildi, nas›l yapt›¤›ma inanam›yorum. Göç meselesiyle ilgili temel fleyler yoktu “Made in Europe”un içinde: Küçük uyuflturucu mafyas›, geri dönelim mi, dönmeyelim mi tart›flmas›, kuflak çat›flmas›, geleneksel yap›y› bozmak isteyen k›z... Bunlar olsun istemedim ben. O yüzden böyle bir fley yapt›m. Benim filmlerim de umar›m birilerine ayn› flekilde cesaret verir. “Herif kameray› koymufl, konuflturmufl” desinler... Foto: Muhsin Akgün
nuflturay›m onlar›... Konuflurlar ve bunu ba¤lar›z. Bu biraz do¤al bir fley herhalde. Ama “bu karakter buradan nereye gider” önemli bir soru benim için. Sinemay› edebiyatla karfl›laflt›rd›¤›nda ne düflünüyorsun? Görsel anlat›m senin için ne ifade ediyor? Sinema, anlat›m dilinin verdi¤i olanaklar› kulanabildi¤in sürece bir sanat. Sineman›n verdi¤i olanaklar bugün sadece filmi pelikül üzerine kaydetmekten ibaret de¤il. Pek çok seçenek var. Örne¤in, sineman›n yak›n planla do¤du¤u söylenir. Bugün tabii bunun çok ilerisindeyiz. Ama sinema kimi zaman yaz›l› metne s›k›flm›fl durumda. Bu derdim, ayn› zamanda elefltiri mekanizmas›yla da ilgili. Çünkü yaz›lan elefltirilerin ço¤unda – ki dünyada da böyle– bu fazla dikkate al›nm›yor. Adeta, yaz›l› bir metin olarak sunulsa farkl› olmayacak fleyler söyleniyor. Çünkü, diyaloglar ya da olay›n sosyolojisi üzerinden giden bir elefltiri söz konusu. ‹flte bu yüzden bunu k›rmaya çal›fl›yorum. Ben yapt›¤›m fleyleri bazen yaramazl›k olsun diye yap›yorum. Mesela, hat›rlama sahnelerinde görüntüde bir pencere aç›lmas› gibi... Bunlar biraz da insanlar› flafl›rtmak için yap›lan fleyler. Yoksa, k›sa bir e¤itim alan herkes sahneleri kaba bir kurguyla bir araya getirebilir. “Bornova Bornova”y› da bu aç›dan yeterli görmüyorum. Sinema eninde sonunda bir görüntü sanat›d›r. Bundan yeterince faydalanam›yor belki de bu film. Nas›l bir görüntü rejimi izlemeye çal›flt›¤›n› konuflal›m. Giderek solan –hatta en sonunda mavi-beyaz olan– pastel renkler kullan›yorsun. Nas›l bir strateji izledin? Elimde oyuncular, senaryo, müzik gibi çeflitli imkânlar var, bunlardan biri de renk. Asl›nda sinemada fazla kullan›lan bir imkân de¤il. Gerçekli¤i oldu¤u gibi
Kütahya’n›n Tavflanl› ilçesinde, Tepecik köyünde do¤an, hayat› boyunca köyünde yaflayan Ahmet Uluçay, 12 yafl›nda arkadafl› ‹smail Mutlu’yla projeksiyon makinas› yapmaya çal›flm›fl, tek uzun metrajl› filmi, Türkiye sinemas›n›n yüzak› “Karpuz Kabu¤undan Gemiler Yapmak”› 2001’de tamamlayabilmiflti...
MA⁄LUP SAYILIR BU YOLDA GAL‹P
Henry’nin eli Maradona’n›nki “tanr›n›n eli”ydi, Henry’ninki ise “hilekârl›k”. Niye öyle oldu, o pilav çok su kald›r›r. fiu kadar›yla yetinelim, bizi as›l kahreden Henry’nin gol sonras› sevinciydi. Hepsi bir yana, Fransa halk› alk›fl› hak ediyor. Zira, anketler yüzde 80’inin maç›n tekrarlanmas›n› istedi¤ini söylüyor. Ayn› fley Türkiye’de olsayd›, nas›l bir yüzde olurdu? Aral›k 2009 Çarflamba... Sokaklar irili ufakl› taraftar gruplar›n›n tezahüratlar›yla s›k rastlanmayan bir cümbüfl içinde. Bayraklar neredeyse ayn› –yeflil, beyaz, k›rm›z› (ya da turuncu)–, fakat diller farkl›: ‹ngilizce ve Arapça. Halbuki maç ‹rlanda’yla Cezayir aras›nda de¤il. ‹rlanda Dünya Kupas›’na gidebilmek için oynanan baraj maçlar›nda 1-0’l›k ma¤lubiyetin rövanfl› için Fransa’yla Stade de France’da, Cezayir’se siyasî gerginlik içinde oldu¤u M›s›r’la tarafs›z saha Sudan’da kader maç› oynayacak. ‹kinci maç›n galibinin Güney Afrika’ya gidecek tek Arap ülkesini belirliyor olmas› gerilimi daha da art›r›yor. Paris’in kuzeyindeki has Cezayir mahallesi Barbès-Rochechouart sabah saatlerinden itibaren polis kordonu içinde flark›lar söyleyip dans eden bayrakl›, kaflkollu, k›zl› erkekli Cezayirli gençlerle t›kl›m t›kl›m. Günün slogan› “One, two, three, viva l’Algérie!” Rochechouart Bulvar›’n›n birkaç yüz metre bat›s›nda, Paris’in en turistik bölgesi Montmartre’›n Blanche Meydan›’nda, turistlerin üzerinde foto¤raf çektirmeyi pek sevdi¤i, alttan s›cak hava üfleyen metro havaland›rmas›na gerilmifl devasa ‹rlanda bayra¤›n›n etraf›nda toplanm›fl bir grup, ellerinde bira flifleleriyle tezahürat yap›yor. Ortal›kta polisten baflka pek Fransa temsilcisi yok. Ne bir bayrak, ne bir taraftar grubu. Cezayir-M›s›r maç› Cezayir’in 1-0’l›k galibiyetiyle sonuçlan›yor, Fransa-‹rlanda maç› daha oynanmadan ülkenin “yar›s›” bayrama bafll›yor. Fransa’ysa binbir güçlükle ‹rlanda kalesine yüklenmeye çal›fl›rken, Robbie Keane’in golü geliyor. Ribéry sakat, Real Madrid’li Benzema kenarda, Fransa’n›n gol umutlar› Toulouse’lu Gignac’la emektarlar Anelka ve kaptan Henry. Fakat ilk maçta da golü atan Anelka’n›n çal›nmayan bir penalt›s› ve bir-iki zorlama giriflimi d›fl›nda tek bir pozisyon yok, tam tersine, Fransa’n›n genç kalecisi Lloris üst üste kurtar›fllarla muhtemel bir felaketi önlüyor. 1-0’›n do¤al sonucu olan uzatma safhas›nda, devre aras›na bir dakika kala bir karambol ân›nda Henry dire¤in dibinden içeri ç›kar›yor ve Arsenal’in kaptan› Gallas topu bofl kaleye yolluyor. Maç› yay›nlayan TF1 kanal›n›n sunucular› “muhteflem, muhteflem!” diye ba¤›r›rken, ‹rlandal› oyuncular›n hakemi kuflatmas› önce flüpheler do¤uyor, ard›ndan Henry’nin basketbolda bile “top tafl›mak” olarak kurald›fl› say›lan hareketi dört farkl› aç›dan gösteriliyor. Spikerlerin de Frans›z izleyicilerin de sevinci kursa-
18
¤›nda kal›yor. Maç 1-1 bitiyor, Fransa Dünya Kupas›’na kat›lma hakk›n› kazan›yor, fakat ortal›k sessiz sedas›z (Cezayirli taraftarlar›n tezahüratlar› d›fl›nda). Saha içinde coflkulu bir sevinç içinde görünen tek kifli var: Fransa’n›n hocas› Domenech. Thierry Henry ise yere y›¤›l›p kalm›fl ‹rlandal› bir oyuncunun yan›na oturup onu teselli etmeye çal›fl›yor. Bu hareketi Eric Cantona flöyle yorumluyor: “Beni k›zd›ran elle oynamas› de¤il. Maç›n sonunda yüzsüzce gidip, birkaç dakika önce yapt›¤› pufltlukla elenmesine sebep oldu¤u ‹rlandal› futbolcunun yan›na oturup güya teselli etmesi...” Zidane, Thuram ve di¤er starlar›n yoklu¤uyla eski ihtiflam›ndan uzak Fransa’n›n kaptan› Henry ne yapsa temize ç›kamayacak ve Britanya gazetelerinin hemen hepsinde koskocaman harflerle yazd›¤› gibi, “cheater” damgas›n› muhtemelen hayat›n›n sonuna kadar tafl›yacak.
“En büyük hatam” Millî tak›mlar›n›n sürekli bir hayal k›r›kl›¤› sebebi haline gelmesinin de bir sonucu olarak ne Fransa medyas›, ne de Fransa halk› galibiyeti kutlad›. Genel kan›, ‹rlanda’n›n galibiyeti hak etti¤i ve bu flekilde kazan›lm›fl bir zaferin ma¤lubiyetten daha beter oldu¤u yönünde. Öyle ki Henry, “futbolu b›rakman›n efli¤ine geldi¤ini” belirtti¤i bir söyleflide “en adil çözüm maç›n tekrar oynanmas›d›r” dedi¤inde bir-
Henry, “futbolu b›rakman›n efli¤ine geldi¤ini” belirtti¤i bir söyleflide “en adil çözüm maç›n tekrar oynanmas›d›r” dedi. Ayn› söyleflide, yapt›¤› en büyük hatan›n gol sonras› sevinç gösterisinde bulunmak oldu¤unu da vurgulad›.
çok gazete ve özel flirket taraf›ndan yap›lan anketler Fransa halk›n›n yüzde 80’inin ayn› görüflte oldu¤unu ve maç›n tekrarlanmas›n› arzulad›¤›n› gösteriyordu. ‹rlanda Futbol Federasyonu da FIFA’ya yapt›¤› baflvuruda “kazanan tak›m›n kaptan›n›n dahi” bunu söyledi¤inin alt›n› çizdi, fakat FIFA hakem kararlar›n›n iptal edilemeyece¤ini hat›rlatarak bu talebi reddetti. Henry, ayn› söyleflide, yapt›¤› en büyük hatan›n gol sonras› sevinç gösterisinde bulunmak oldu¤unu da vurgulad›. Polemik giderek büyüdü. Kamuoyu ilk suçlu olarak Dünya Kupas› yolunu bu kadar zora sokan Domenech’i gösterirken, Domenech de Frans›z halk›n›n “kendini k›rbaçlamaya çok merakl›” olmas›n-
dan dert yan›yordu. ‹nternet kullan›m›n›n, hele de facebook ve twitter gibi iletiflim ortamlar›n›n son derece yayg›nlaflm›fl olmas›, anti-Henry propaganda ve flakalar›n bafl döndürücü bir h›zla yay›lmas›n› sa¤lad›. Maçtan birkaç dakika sonra Frans›zca Wikipedia’daki Henry maddesi flöyle bafll›yordu: “Profesyonel voleybolcu Thierry Henry...” Henry ‹rlanda maç› sonras›nda Barcelona’daki ilk antrenman›na ç›kmak için tesislere gelirken kendi yüzünün bulundu¤u, alt›nda da “I’m sorry” yazan kocaman posterlerle karfl›lan›yor ve Barça’n›n Bilbao’yla oynad›¤› maç›n sonlar›nda oyuna girerken Bask tak›m›n›n taraftarlar› taraf›ndan ›sl›klan›yordu. Hatta sponsoru olan Gillette markas›n›n Fransa’daki foto¤raflar›nda neden di¤er ülkelerde oldu¤u gibi Henry’nin elinde futbol topu tutarken de¤il de eli cebinde gözüktü¤ü onlarca ülkenin (Türkiye dahil) bilumum medyas›nda hararetle tart›fl›ld›. Henry’ye destek verenlerin say›s› da az de¤il. Arsenal’da forma giyen Sagna’n›n soyunma odas›na giden koridorda s›ca¤› s›ca¤›na söyledi¤i “k›rk y›l›n bafl›nda bizim lehimize bir hakem hatas› oldu!” cümlesi klifle koksa da, yanl›fl say›lmaz. Eylülde Fransa’n›n S›rbistan’la oynad›¤›, galibiyet halinde Dünya Kupas›’na gitmeye hak kazanaca¤› kader maç›n›n 10. dakikas›nda kaleci Lloris, Mijilas’a herhangi bir temasta bulunmad›¤› halde oyundan at›lm›fl ve S›rbistan o penalt› sayesinde 10 öne geçmifl, maç da 1-1 sonuçlanm›flt›. Sakin mizac›yla tan›nan Fransa Futbol Federasyonu baflkan› Jean-Pierre Escalettes de Sagna’nn›kine benzer bir aç›klama yapt›: “Niye bu kadar büyütülüyor, anlam›yorum. Hakem bir hata yapt›. Böyle bir fley ilk defa m› oluyor? Bir daha olmayacak m›? Ayn› maçta Shay Given Anelka’y› ceza sahas›nda indirdi¤inde penalt› çal›nmad›. Lloris Belgrad’da durduk yere at›ld› ve aleyhimize penalt› verildi. Futbolda video kullan›lm›yor. Bu durum bazen size yard›mc› olur, bazen de rakibinize...” Henry’ye destek veren futbolcular aras›nda Zidane, Beckham ve Vieira da var. Fakat en önemlisi, FIFA baflkan› Blatter’in aç›klamas›: “Thierry maçtan sonra bana ulaflmaya çal›flm›fl. Ben de onu arad›m. Gayet dürüst bir flekilde elle oynad›¤›n› söyledi. Fakat gidip bunu hakeme söylemek ona düflmez. Benim de gol atabilmek için rakip oyuncunun formas›n› çekmiflli¤im vard›r, tabii ki gidip de hakeme söylemedim hiçbir zaman...” Olay›n yank›lar› kolay kolay duraca¤a benzemiyor. fiimdiden baz› Frans›z taraftarlar internet üzerinden Fransa’n›n Dünya Kupas› maçlar›n› ‹rlandal›larla beraber seyredip her seferinde rakip tak›m› destekleyeceklerini söylüyor. Futbolda da rugby’deki gibi kritik anlarda videoya baflvurman›n iyi bir fikir olup olmad›¤› da yeniden gündemde. Kesin olan flu ki, millî tak›m› b›rakmaktan son anda vazgeçen Henry, üst üste dört Dünya Kupas›’nda oynama baflar›s›n› göstermifl ilk Frans›z olacak. Bir anl›k gaflet yüzünden kolayca unutulacak bir kariyer olmasa gerek... Alican Tayla
43
Eski sese do¤ru Rickie Lee Jones / Balm In Gilead (Fantasy) eat havalar›n›n, yeni folkun caz standard›yla, blues’larla birleflti¤i flark›yazarl›¤›n›n büyük isimlerinden Rickie Lee Jones, ilk albümünün (“Chuck E’s In Love” gibi bir büyük hitin) otuzuncu y›l›nda yeni albümü “Balm in Gilead”› yay›nlad›. ‹ki sene önce biraz kekre ve umutsuz konufluyordu, “The Sermon on Exposition Boulevard” albümünde kendini ruhanî âleme vermifl, bizzat ‹sa’n›n sözlerini flark›laflt›rm›flt›. Buradan ç›k›fl, tabii yine eski günlerde: Ben Harper, Alison Krauss gibi isimlerin de efllik etti¤i “Balm In Gilead”da y›llard›r el sürmedi¤i flark›lar, ‘80’lerden kopup gelmifl eskizler, babas›na ait bir balad (The Moon Is Made Of Gold”), ‹sa’ya bulaflmayan folk-cazlar, yine o flekerli, salafl ve duygulu ses var. Rickie Lee Jones, Amerikan bohemini postmodern zamanlara tafl›yan halkalar›n en irilerinden biriydi. Kendini hat›rlatmas› her zaman hepimizin lehine. – Merve Erol
Yedi tepeli rock
Müzik dolab›
B
10 albüm Boogie Balaban Lamentation Wallo Charlotte Gainsbourg IRM Julian Casablancas Phrazes For The Young Mari Boine Sterna Paradisea Mo¤ollar Umut Yolunu Bulur Nick Cave & Warren Ellis White Lunar Rachid Taha Bonjour Renaud Molly Malone - Balade irlandaise Sarah Jane Morris Where It Hurts The Very Best Warm Heart Of Africa
5 flark› Ara Dinkjian Urfa Divan Bob Dylan Must Be Santa Brigitte Fontaine & Khan Fine Mouche Selami fiahin Feen Raih Selda Ba¤can Maden ‹flçileri
Gitarl› Norah Norah Jones / The Fall (Blue Note / EMI) Eylül’ün hemen ertesinde, huzurlu, masumane, âfl›kane sesiyle milyonlar› kendine ba¤lam›flt› Norah Jones. Dördüncü albümündeyse piyanosunun meditatif tufllar›ndan bafl›n› al›p kendini Marc Ribot’nun ar›za gitar›na, Tom Waits, Kings Of Leon gibi isimlerle çal›flm›fl Jacquire King’in prodüksiyonuna b›rak›yor. Gitar-bas-davul üçlüsüyle sürüklenen baladlar›n b›rakt›¤› sonuç, bizce eski forma göre daha etkili. “The Fall”, bafl›ndan sonuna tutarl› sound’uyla, distorte sükûtunun aras›na gizlenmifl küçük ayr›nt›larla, Norah Jones âlemini çok daha iyi gözler önüne seren bir albüm... – Emre Metin
11
Bir de yetmez befl tane Yedi Kocal› Hürmüz (Kalan) yten Gökçer’li “7 Kocal› Hürmüz”, ‘80’lerin “müzikal kral›” Egemen Bostanc›’n›n ilk büyük ifliydi. Altan Erbulak, Adile Naflit, Erol Günayd›n, Cihan Ünal, Ayflen Gruda, ‹lyas Salman, Füsun Erbulak gibi isimleri sahnede bir araya getirmifl, flatafatl› bir devri açm›flt›. 12 Eylül sonras›n›n karanl›k günlerinde halk› tiyatro salonlar›na çeken müzikaller devri, Bostanc›’n›n erken ölümüyle kapand›. Ezel Akay sinemas›nda o devrin izleri var; bütün filmleri seyirlik bir flölen havas›nda. Nitekim son filmde yolu o zamanlarla kesiflti: Sad›k fiendil’in “7 Kocal› Hürmüz”ü bu kez Akay’›n dokunufluyla beyazperdeye aktar›ld›. Bostanc›’n›n “7 Kocal› Hürmüz”ü Attila Özdemiro¤lu’nun müzikleri, (Erkut Taçk›n’›n “Beyaz Ev”inin de sözlerini yazan) Sevgi Sanl›’n›n sözleriyle kotar›lm›flt›. Bu kez daha genifl bir kadro görev alm›fl. “Neredesin Firuze” ve “Hacivat Karagöz Neden Öldürüldü?” filmlerine de müzik yapan
A
44
Brazzaville / In Istanbul (Doublemoon) avid Arthur Brown, uzun y›llar Beck gibi isimlere efllik etmifl, nihayet kendi grubunu kurup Barcelona’ya yerleflmifl, daha do¤rusu bu flehri merkez üssü belleyip dünyaya aç›lm›fl bir flark›c›-flark›yazar›. Dingin, kendiyle bar›fl›k bir rock yap›yor. Grubun yolu son y›llarda ‹stanbul’a da epey düfltü, konserler verdiler, dostluklar kurdular, dinleyicileri ço¤ald›. Baz› eski Brazzaville flark›lar›yla ‹stanbul düflünülerek yaz›lm›fl birkaç flark›n›n Türkiyeli müzisyenler marifetiyle icras›ndan oluflan “In Istanbul”, o dostluklar›n, özellikle Bant dergisi yazarlar› ve albümün prodüktörlü¤ünü üstlenen Portecho üyesi Deniz Cuylan’›n girifliminin sonucu. Dandadadan, Tamburada, 123, ‹stanbul Blues Kumpanyas›, K›r›ka, Mira, Ricochet, Oak, Kim Ki O gibi gruplardan çeflitli isimlerin katk›s›yla haz›rlanan albüm, Los Angeles gibi yeni bir flehirde do¤an Brown aç›s›ndan, bu kadim flehre bir güzelleme niteli¤inde ayn› zamanda. Gerçi Türkiyeli sesleri albüme fazla katmak istememifller, dolay›s›yla Brazzaville flark›lar›n› bizim çocuklar onlar gibi çalm›fl olmufl ama, olsun, güzel albüm yine de. En az›ndan, hat›ras› var... – M.E.
D
Naif hippi Devendra Banhart / What Will We Be (Reprise) on on y›l›n folk rönesans›n›n önde gelen figürlerinden biri Devendra Banhart. Henüz 28 yafl›nda, yedinci albümünü geçti¤imiz günlerde –bu sefer büyük bir yap›m flirketinden– ç›kard›. Bir tür yeni-hippi olarak an›l›yor. Teksasl›, ama Venezüella’da büyümüfl. Belki o yüzden, müzi¤i bir tür Tropicalia yumuflakl›¤›n› da bar›nd›r›yor, ‘60’lara has bir ›fl›lt›l›, romantik okuyuflla birlikte. Yeni albümünde de belki 盤›r açmayacak, ama insan› iyi hissettiren, çiçekler içinde bir sevgili düflündüren flark›lar var. – E.M.
S
Sunay Özgür - Ender Akay ikilisi de yine ifl bafl›nda... “7 Kocal› Hürmüz” denince akla gelen flark›, “Yaln›z Kullar (Tanr›m)”. fiark›y› Sezen Aksu ve Nilüfer de yorumlam›fl, “ver Allah›m ver” k›sm› pek çok reklamda kullan›lm›flt›. Bu kadar popüler olmufl bir flark›n›n yeniden söylenmesi riskli bir ifl. fievval Sam, Müge Zümrütbel ve Nurgül Yeflilçay’›n da kat›l›m›yla bu iflin alt›ndan baflar›yla kalkm›fl... Kekeme türküsü “Kediyi Koydum Torbaya”, eski ve bildik bir rembetiko üzerine infla edilen “Ima Prezakias Çiftetellisi”, enstrümantal “7 Kocal› Longa” ve fantastik bir özlemi (“Derler ki bu gece yats›dan sonra / Gökten ya¤mur gibi herif ya¤acak”) dile getiren “El Hubb”, filmin ve albümün güzelleri. A-capella grubu Vokaliz’in seslendirdi¤i
“Yang›n Var” kanaatimizce en iyi flark›. Grubun kendi albümünden tan›d›¤›m›z “Ay Ay” ve (Cengiz Ünal, Tolga Gülen, Hamdi Akatay, Sunay Özgür taraf›ndan seslendirilen) bol vokalli “Ay Çiki Bum Bum” bu flark›y› takip ediyor. Enstrümanl› Vokaliz flark›s› (“Hacivat Karagöz Neden Öldürüldü?”den bildi¤imiz) “On Kere Demedim mi” ayn› hatt›n kötüsü olarak albümde yerini alm›fl (flahane vokalleri neredeyse yok eden ritm yüzünden). Tan›d›k gelecek bir baflka flark› “Bu Gece Lâz›m”, Ezginin Günlü¤ü’nün “Kanto”sunun farkl› bir yorumu: Nadir Göktürk’ün sözleri Gürsel Korat’›n ekleriyle bu kez Sunay Özgür - Ender Akay taraf›ndan müziklenmifl; flark›y› fievval Sam ve Sarp Apak söylemifl. “7 Kocal› Hürmüz”, sürprizli, flenlikli, nefleli bir albüm. Filmi be¤enmemiflseniz bile kulak verin: Sizi saran, çarpan bir flark› muhakkak ç›kacakt›r. – Murat Meriç
OTUZ YIL SONRA THE SLITS
Mükemmel ân›n peflinde Punk’›n k›z taraf› The Slits, ilk albümleri “Cut”tan otuz y›l sonra, kadrosunu revize ederek üçüncü albümleri “Trapped Animal”› yay›nlad›. Grubun sembol ismi Ari Up, Uncut, Prefixmag ve The Quietus’a yeni dönemi anlatm›fl...
Çamurlu y›llar he Slits’in 1979 tarihli ilk albümü “Cut”, çamurlara bulanm›fl üç vahfli Tve ç›plak grup üyesini kapa¤›na tafl›yarak ufak çapl› bir skandal yaratm›fl, reggae’ye en yatk›n punk pla¤› olarak da alk›fl alm›flt›. ‘80’lerin bafllar›na kadar karanl›k bir dans müzi¤ine meyleden The Slits, ancak 2006’da “Revenge of the Killer Slits” EP’siyle sahalara dönüfl yapt›, arada John Peel radyo program›ndaki kay›tlar yay›nland›. “Cut”, geçti¤imiz aylarda, prova ve canl› kay›tlar deste¤iyle, iri bir kitapç›kla yeniden bas›ld›. The Slits hakk›ndaki ilk kitap “Typical Girls? –The Story of The Slits” da Zoe Street Howe imzas›yla yay›nland›.
usûlü seksin meziyetleri pek çoklar›n›n dilindedir, ama hemencecik olup biten flahane bir seks ân› da yaflamak mümkün. ‹ki insan ayn› anda ayn› frekanstad›r, ayn› fleyi isterler, bu harika bir ând›r ve hemen de geçer. Müzikte de ayn› fley geçerli. The Slits hep o mükemmel ân›n peflinde oldu ve hemen sonra bir baflkas›n›n aray›fl›na girdi. The Slits da¤›lm›flken neler yap›yordunuz? Ben flahsen müzik ve seks maceralar›ma devam ettim. Uzun bir yolculuk oldu. The Slits'le veya solo olarak, ya da sadece hayat›m› yaflarken, s›n›rlar› zorlamaya devam ettim. Yeniden bir araya gelmeye nas›l karar verdiniz? Tamamlanmam›fl bir mesele vard› ortada, tamamlanmam›fl seks gibi. Her iki durumda da iflin ortas›nda durursan›z, sonuçland›rman›z gerekir. Her fley bir anda geliflti. Tesla (Pollitt) bir konserime geldi ve orac›kta devam etmemiz gerekti¤ini anlad›k. Biz para için eski grubu yeniden toparlayan erkekler gibi de¤iliz, biz eylem insanlar›y›z. Bizimkisi bir tür iliflki gibi. Gençlerde art›k aflk iliflkisi için hoflgörü veya flefkat yok. Sanki birbirlerinin düflman› gibiler. Onlar› birbirlerine rakip olmalar› için, sürekli savunma halinde olmalar› için öyle bir e¤ittik ki uzun zamand›r, koca bir kuflak art›k beraber ifl yapmaya, uzlaflmaya dair hiçbir fley bilmiyor. 1976'da niye "‹ngiltere'ye anarfli!" dedik? Çünkü büyük bir bask› vard›, sistem bafltan aya¤a boku yemiflti. Y›llar içinde daha da beter oldu. Ama biz bir de¤iflim yaratmay› da baflarabildik. fiimdi o y›llar› diriltmek için u¤raflanlar var, bizim yaflad›klar›m›z› ar›yorlar, çünkü onlar da kendi içlerinde bir devrim yaflaman›n peflindeler.
Çeviren: M.E.
‹lk albümden otuz y›l sonra The Slits bugün ne ifade ediyor sizce? Ari Up: The Slits, ihmal edilmifl bir grup. Sabote edildik, sürgün edildik, Sibiryalara gönderildik, bütün hayat›m›z boyunca asla kaale al›nmad›k. Bütün o¤lanlar cool'du, hepsine övgüler düzüldü, ama biz hep oyunun d›fl›ndayd›k, tarihe ad›m›z do¤ru dürüst yaz›lmad›. Ama hâlâ bizi görmek isteyenler var, eski hayranlar›m›z, Riot Grrrl kufla¤›, yeni gitaristimiz Hollie (Sex Pistols’›n Paul Cook’unun k›z›) gibi bir sürü genç insan... Punk zaman›nda da tam olarak bizden beklenen fleyi yapm›yorduk, zaten bu sayede y›llar sonra yeniden bir araya gelebiliyoruz. Punk, kimli¤ini bulmakla ilgili bir fleydi, özgürlük meselesiydi, bu nedenle bu kadar yüreklendiriciydi. Bizimki riyas›z bir devrimdi, masumdu hatta. The Slits de zaman›n›n epey ilerisinde bir gruptu. Bizden önce Suzi Quatro gibi kad›nlar vard› etrafta. Gerçi severdim onu, ama bize ilham verecek hiçbir fleyi yoktu, o deri k›yafetli seksî imaj beni bo¤uyordu. Bütün kad›nlar gitarlar›n› erkekler gibi çal›yordu. Mesela Jacqueline Du Pré çok daha büyük bir örnekti bizim için, s›rf çellosunu farkl› tutuyor diye. The Slits'in olay› da buydu: Gelecek kuflaklar için rol modeli olmak. ‘80’lerin bafl›nda da¤›ld›n›z ve bir araya gelmeniz 2006’y› buldu, bir de s›ca¤› s›ca¤›na bir EP ç›kard›n›z. fiimdi de “Trapped Animal”. Niye bu kadar uzun aralar oluyor? Pek çok kifli iyi bir seks için uzun süre geçirmek gerekti¤ini düflünür. Tantra
CLAUDE LEVI-STRAUSS’UN ARDINDAN
“Don Kiflot”tan bir sayfa açar, bir cümle okumaya bafllar ve ben ezberden devam›n› getirirdim. Üniversiteyi hem hukuk, hem felsefe okuyarak bitiriyorsunuz. Geliyoruz 1929’a... Simone de Beauvoir ve Merleau-Ponty ile tan›fl›yorum. Ö¤retmenlik staj›m›z› üçümüz beraber Eserleri ve yöntemi Althusser’den Lacan’a, Foucault’dan Derrida’ya ve Barthes’a yapt›k, sonra birbirimizden uzak düfltük. ve dahi Bourdieu’ya, düflünce dünyam›zda ufuk açan isimlerin esin perisiydi. Ekim 1932. 30 Ekim’de, 101 yafl›nda vefat eden Lévi-Strauss’u 1956, 1967, 1971 ve 1985’te Ö¤retmen olarak ilk derse giriflimi kastediyorsuverdi¤i dört mülakattan yapt›¤›m›z derlemeyle u¤urluyoruz... nuz herhalde. Ders vermek benim için kalabal›k içinde düflünmektir. Derslerimde kendi kendimle bafl bafla kal›r›m, karfl›mda kim oldu¤unun En bafltan bafllayal›m. Bir yer ve bir tarih: fark›na bile varmam. O tarihte asl›nda hayat›mBrüksel, 28 Kas›m 1908. da baflka bir olay oldu, evlendim. Ö¤retmenli¤e Claude Lévi-Strauss: (gülüyor) O günden hiçbir bafllamamdan birkaç gün önceydi. Mont-defley hat›rlamad›¤›ma sizi temin edebilirim. Ama, Marsan lisesine tayin edildi¤im için, bu yolculuk do¤du¤um odan›n penceresinden Brüksel mankar›m ve benim için balay› yerine geçti. zaras›n› gösteren babam›n yapt›¤› bir resim hâlâ Paris’ten ayr›lmak can›n›z› s›kt› m›? duvar›mda durur. O zamana dair hat›ram o reKesinlikle hay›r. Mont-de-Marson’a gelir gelmez simden ibaret. Babam profesyonel portre ressasiyasete girdim ve seçimlerde aday oldum. Ama m›yd›, Belçika’dan birkaç portre ifli alm›fl. Ankampanyam bafllad›¤› gün sona erdi. Ehliyetim nemle bir süre orada kalm›fllar. Ben iki ayl›kken olmad›¤› halde araba kullan›yordum, Citroën’i Paris’e dönmüfller. tepetaklak bir hende¤e yuvarlad›m. KampanBaban›z nas›l bir adamd›? yam orada son buldu, siyaset hevesimle birlikte. Ondan zihnimde kalan, son derece kültürlü, ilgi1935? si sadece resimle s›n›rl› olmayan, doymak bilDers vermekten zevk alm›yordum. Üniversite mez merak sahibi bir adam imgesi. Ayn› zamany›llar›mdan beri felsefeye karfl› baflkald›r› halinda edebiyat ve müzik tutkunuydu. Çok erken deydim. Sao Paulo’da bir ifl imkân› ç›k›nca kalyaflta operaya götürüldü¤ümü ve Wagner’in bük›p gittim. Nizan’›n Arabistan (“Aden, Arabistün repertuar›yla tan›flt›r›ld›¤›m› da hat›rl›yotan”, Paul Nizan, Kanat Kitap), Soustelle’in Meksirum. ka (“Aztekler”, Jacques Soustelle, Dost Kitabevi) tecMeslek seçiminize müdahale etti mi? rübeleri beni etkileyen örneklerdi. Hay›r, ressam olmaktan, daha do¤rusu genel Dolay›s›yla, Halk Cephesi’nde yer alolarak sanatç› olmaktan cayd›rmaya çal›flmak Entelektüel soya¤ac›m birkaç isimle özetlenebilir: mad›n›z. d›fl›nda müdahale etmedi. Rousseau, Chateaubriand, Marx, Freud, Proust... Benim Öyle oldu. Mamafih, olayla do¤rudan Anneniz? alâkal›yd›m. En az›ndan öyle sanm›flCefakâr bir kad›nd›, y›llarca evin bütün yükünü yapmaya çal›flt›¤›m fley, insan bilimlerini felsefenin t›m... Ö¤retmenli¤e kadar ve daha sons›rtlanarak büyük bir fedakârl›k gösterdi. vesayetinden ç›karmak. ras›nda da aktif olarak sosyalisttim ve Baflka bir tarih: 1914. mad›¤›m mektuplar al›yorum, zira pek bir fley Sosyalist Ö¤renciler Federasyonu sekreterli¤i giBabam silah alt›na al›nm›flt›, annemle ben Norhat›rlam›yorum. Biz kapitalist dünyan›n içinde bi çeflitli sorumluluklar üstlenmifltim. Bu arada, mandiya’ya s›¤›nd›k. Herkes Almanlar›n Paris’e sosyalist toplumu infla etmenin, onu büyütüp hayat›m› kazanmak mecburiyetinde de oldu¤um girece¤inden korkuyordu. Sonra Brest’e geçtik. geniflletti¤imizde de kapitalizmin y›k›lmas›n›n için birçok kiflinin kap›s›n› çalm›flt›m, bunlardan Ard›ndan, Versailles. Kocalar savaflta oldu¤u mümkün oldu¤unu düflünüyorduk. biri de daha sonra Léon Blum hükümetlerinde için, annem, teyzelerim –befl k›zkardefltiler–, çobakanl›k da yapan SFIO’dan Jules Moch’du. 1928 cuklar, haham olan dedemin büyük evine kapaYahudi oldu¤unuzu erken yaflta m› idrak etseçimlerinde, genç ve parlak biri olan Georges n›yoruz. Günler Almanlar›n top seslerinin gümtiniz? Monnet parlamentoya seçilmiflti, ancak parlabürtüsünün ritmiyle ak›p gidiyor, at›fllar› burnuYahudi gelene¤i ailemizde yaflat›l›yordu ve bumenterli¤i partide s›k›nt› yarat›yordu. Monmuzun dibinde hissediyoruz... Ve nihayet ateflnun tek nedeni dedemin haham olmas› de¤ildi. net’nin sosyalizme dair bilgisi yetersizdi; dolay›kes, bayram havas›, büyük nefle ve ard›ndan geEbeveynlerim inançl› olmasalar da, baba taras›yla, bu a盤›n› telâfi edecek bir sekretere ihtiyalen büyük rahatlama. f›mda baz› al›flkanl›klar muhafaza ediliyordu. c› vard›. Bununla ben görevlendirilmifltim. O neLisedeyken siyasetin içinde miydiniz? Babaannem Yom Kippur’da oruç tutard›. Ama denle benim kalemimden ç›km›fl birçok kanun Tam olarak angaje de¤ildim. Sosyalist fikirleri mesela, savafltan kaç›p Versailles’a s›¤›nd›¤›m›z teklifi vard›r. Benim için güzel bir tecrübeydi. keflfetmemle, SFIO’ya (Section française de l’Intergünlerde, annemin kocaman jambonlu sandviçSonra, Brezilya’ya gittim ve ummad›¤›m fley olnationale ouvrière, Uluslararas› ‹flçi Fransa Seksiyoler yapt›¤›n› ve dedemi k›zd›rmamak için parkdu. Sao Paulo’da büyük bir heyecanla seçim sonu, 1905’te kurulan sosyalist bir parti, 1969’da Sosta heykellerin arkas›na saklanarak gizlice midenuçlar›n› dinledi¤im Halk Cephesi hükümetinin yalist Parti’ye dönüfltü) girmem ayr› fleyler. ‹lki, ye indirdi¤imizi hat›rl›yorum. kuruluflunu ve Monnet’nin bakanl›¤a tayin ediliBelçika ‹flçi Partisi üyesi Arthur Wauters ile taAnti-semitizmden ma¤dur oldunuz mu? flini ö¤reniflim gözümün önüne geliyor. Monn›flmamla oldu. 16-17 yafl›ndayd›m, Marx’› bilDaha ilkokuldan itibaren “pis Yahudi” muamenet’nin beni mutlaka ça¤›raca¤›na inan›yordum, miyordum; ismini iflitmifltim, ama kitaplar›, tezlesine maruz kald›m. Lisede de devam etti bu. ilk gemiye binmeye haz›rd›m. Ama bir ça¤r› gelleri hakk›nda bir bilgim yoktu. Wauters’dan baNas›l tepki gösteriyordunuz? medi. na Marx’› anlatmas›n› rica ettim. Teorisyenlik Yumrukla. Neyse ki çok s›k olmad›. Daha sonra siyasetten uzak durman›z›n sebephevesi de oldu¤u için derhal e¤itimime vakfetti Felsefeye ilginizi belirleyen neydi? lerinden biri bu olabilir mi? kendini, Marx, Jaurès ve baflka pek çok ismi Felsefeye özel bir hevesim yoktu. Matematikte Öyle düflünmüyorum. Fakat Monnet beni ça¤›rokutarak ciddi ödevler haz›rlat›yordu. Böylece çok zay›ft›m ve beni neyin bekledi¤ini bilmeden sayd›, kaderim de¤iflirdi ve büyük ihtimalle siyasosyalist idealleri özümsemifl olarak Paris’e dönfelsefe s›n›f›na girdim. ‹lk baflta notlar›m sî bir kariyerim olurdu. dü¤ümde SFIO’ya girdim. berbatt›, ama y›l sonunda birincilik ödülünü alSonuçta, Halk Cephesi’ni kaç›rd›n›z. SFIO’da devrime mi inan›yordunuz? d›m. Tamamen de¤il. 1937’de, tatilde Fransa’ya dönDevrim kelimesiyle ne kastetti¤inize ba¤l›. LeniFelsefe s›n›f›nda sizi özellikle etkileyen bir kimüfltüm. Tabii hemen partiye gittim, her fley çok nist de¤ildim, dolay›s›yla toplumun ihtilâl yotap var m›yd›? de¤iflmiflti, bizim seksiyon sanki iktidara atlamaluyla de¤ifltirilmesi fikrini reddediyordum. KüÖzellikle öne ç›kan bir kitap yoktu. n›n efli¤i gibiydi, yükselme h›rs› ve kariyerizm çük bir militan grubu olarak “Yap›c› Devrim” Mutlaka bir ilk kitap vard›r ama. gözle görülüyordu. Orada hayal k›r›kl›¤›m›n artad›nda bir hareket kurmufltuk. Neden bilmiyoDo¤ru. Ama benimki çocuklu¤umdan: “Don Kit›¤›n› itiraf etmeliyim. rum, bu s›ralarda tez haz›rlayanlar›n çok ilgisini flot”. “Don Kiflot”u b›kmadan usanmadan tekrar O dönemde, savafl›n yaklaflt›¤›n› hissetmifl çekiyor bu konu; o hareketten hayatta kalan tek tekrar okurdum. Yedi-sekiz yafl›mdayken, ailece miydiniz? kifli ben oldu¤um için de durmadan cevaplayaoynad›¤›m›z bir oyun vard›; babam ya da annem Desen: Raymond Moretti
O fenere uzanmak
46
1948? Fransa’ya döndüm, CNRS’te araflt›rma bölümünün bafl›na getirildim, Etnoloji Enstitüsü’nde ders vermeye bafllad›m. 1949’da “Structures élémentaires” yay›nlan›yor. Kitapla ilgili ilk yaz›y› ve kimin yazd›¤›n› hat›rl›yor musunuz? Simone de Beauvoir, Les Temps Modernes’de yazm›flt›. Kitab› bas›lmadan önce okumufltu. O kitap ayn› zamanda sizin üniversitedeki tezinizdi. Evet, bu benim aç›mdan çok önemliydi. Tezimi vermifl olmak üniversitede ders vermenin önünü açmakla kalmam›fl, as›l önemlisi, bana art›k yetiflkin oldu¤umu hissettirmiflti. Musée de l’Homme’da ‹kinci Müdür oldunuz, 1950’de Ecole des Hautes Etudes’e atand›n›z. Siyasî angajmandan uzaklaflt›n›z. Ama olaylar da hiç eksik olmuyordu: So¤uk savafl, Gulag’lar, Hindiçin savafl›... ‘50’li y›llar›n bafl›nda ciddi bir kriz geçirdim: Siyasal inançlar›mla, giderek artan bir uzaklaflma duygusu aras›nda bocal›yordum. “Hüzünlü Dönenceler”in son sayfalar› bu iki pozisyonu ba¤daflt›rma gayretime taBiyolojide ya da fizikte bütün ihtiflam›yla kendini gösteren n›kl›k eder. Uzlaflmas› zor bir çeliflbilimsel düflünce benim için bir fener gibi. O fenere kiydi. O dönemde, de¤iflkenlerin bak›yorum ve asla tam ulaflamayaca¤›m› bilerek, mümkün düflüncenin hâkim olamayaca¤› oldu¤unca ona uzanmam gerekti¤ini geçiriyorum içimden. kadar ço¤ald›¤› bir dünya karfl›s›nda duydu¤um acizlik hissi hâkimdi üzerimde. Kültür ‹flleri Dairesi’nde görevliydim. Bir gün, Madem “Hüzünlü Dönenceler”e de¤indiniz, ö¤retmenlik staj›ndan beri görmedi¤im Merleaubu konuya girelim. Sene 1954. “Structures Ponty sürpriz bir ziyaret yapt›; ABD’ye gitmek élémentaires” gibi çetin bir kitaptan sonra, sizi istiyormufl. O zamanlar varoluflçuluk yeni ortaya böyle bir metin yazmaya yönelten ne oldu? ç›k›yordu, ziyaretinden istifade, varoluflçulu¤un Onun motivasyonlar› biraz karmafl›k. Birincisi, ne oldu¤unu bana izah etmesini rica ettim. Cevaüçüncü defa evlenmifltim ve hayat›m de¤iflmiflti. b› fluydu: “Bir yeniden felsefe yapma giriflimi, Sonra, Jean Malaurie yeni bafllataca¤› seri için bir Descartes, Leibniz ve Kant zaman›ndaki gibi”. kitap yazmam› rica etmiflti. Ve bir de tabii roman Siz ne düflündünüz? yazmaya heves ediyordum, hatta yirmi-otuz Hiçbir fley. Felsefe art›k ilgimi çekmiyordu. sayfa yazm›flt›m, ama yazd›klar›mdan hayal k›“Structures élémentaires de la parenté” (Temel r›kl›¤›na u¤ray›nca imha ettim onlar›. akrabal›k yap›lar›) üzerinde çal›flmaya bafllaRoman›n konusu neydi? m›fl m›yd›n›z? Gazetelerde okudu¤um bir haber, bir doland›r›1942’den beri o konu üzerinde çal›fl›yordum. Büc›l›k olay›. Adam›n biri Güney Amerika adalar›tün dünyadan etnoloji monografilerini taram›flna gidiyor, yan›nda götürdü¤ü gramofondan t›m. 1945’te Kültür Müsteflar› olarak New York’a yerlilerin dilinde kaydettirdi¤i uzun bir tirad› dönerken de D›fliflleri Bakanl›¤› ile ö¤lene kadar dinleterek onu yeni bir tanr› olarak takdim edibüro mesaisi yapmak, ö¤leden sonralar›m› yazyor ve herkesten adak olarak üç hindistan cevizi maya vakfetmek üzere anlaflm›flt›m. ¤unu iddia etmiyorum, ama bilinçalt›n›n bilinçli düflünce düzeyine tafl›nabilece¤ini, irrasyonel olan›n rasyonel düflünce için bir meyve olabilece¤ini göstermifl olmas›n› çok önemsiyorum. Sürrealistlerle görüflüyor muydunuz? Breton (André), Ernst (Max), Duchamp (Marcel), Masson (André), Tanguy (Yves) ile s›k s›k buluflur, sabaha kadar tart›fl›rd›k. “Hakikat oyunu” dönemiydi; sanat, müstehcenli¤e ya da baya¤›l›¤a düflmeden her fleyin itiraf edilmesiydi. Amerikan askerleri Fransa’ya ç›kt›¤›nda New York’ta m›yd›n›z? Unutulmaz bir gündü. Greenwich Village’daki küçük stüdyomdayd›m, radyoyu açt›¤›mda kula¤›ma çarpan kelimelerden hiçbir fley anlayamad›m. Tam bir gerçekd›fl›l›k hissine kap›ld›m. Spikerin biri heyecanl› bir sesle birbiriyle ba¤lant›s›z gözüken bir tak›m kelimeler, say›lar, isimler s›ralay›p duruyordu; sonra birden ›fl›k yand›. Ç›karma bafllam›flt›... Hüngür hüngür a¤lad›m. 1944? Fransa’ya döndüm. O zaman bunun alt› ayl›k geçici bir süre için oldu¤unu henüz bilmiyordum.
47
1938, Amazonlar. Aya¤›na tutunmufl olan Lucinda adl› maymunuyla kendi objektifinden Lévi-Strauss
Hay›r, nas›l ki Hitler tehlikesini ya da faflist tehdidi idrak edemediysek, savafl›n geldi¤ini de hissetmemifltik. Ben de hemen herkes gibi mutlak bir körlük içindeydim. ‹nsan örne¤ini bilmedi¤i bir fleyi öngöremiyor. Görünce tan›yor, ama tahayyül edemiyor. Peki 1939? Seferberlikten k›sa bir süre önce Brezilya’dan dönmüfl ve Henri IV Lisesi’ne tayin edilmifltim. Sonra savafl, ordu, yenilgi, terhis derken 1940’a geliyoruz ve ne yap›yorum, biliyor musunuz? Paris’teki görevime dönme müsaadesi almak için Vichy’ye gidiyorum! Görevli hayretle bana bakt›: “Bu isimle mi Paris’e gideceksiniz? Akl›n›zdan zorunuz mu var?” ‹flte o zaman olan biteni anlamaya bafllad›m. Ne hissettiniz? Hâlâ müthifl romantiktim. Ailemin Cévennes’de küçük bir evi vard›, gerekirse, çok iyi bildi¤im o bölgeye s›¤›n›p da¤da saklanarak, Brezilya’dayken yapt›¤›m gibi avc›l›k ve toplay›c›l›kla hayat›m› sürdürebilece¤imi düflünüyordum. Direnifle kat›lmak akl›n›zdan geçiyor muydu? Direniflin sonradan bürünece¤i hali düflünemiyorduk, ama direnme fikri kafalarda geziniyordu. Paris’e gidemeyece¤im belli olunca, görevlendirildi¤im Montpellier’de Brezilya’daki arkadafllar›mdan René Courtin’i –daha sonra Le Monde’un kurucular›ndan olacak– bulmufltum. Onun evinde direniflin ilk nüvesi olufluyordu. 1941? Tekrar Amerika k›tas›na yolculuk, bu sefer ABD’ye. I. Dünya Savafl›’ndan beri New York’ta yaflayan teyzem Aline Caro-Delvaille’›n ›srarl› giriflimleriyle, Nazi tehdidi alt›ndaki Avrupal› bilimadamlar›n›n kurtar›lmas› için Rockefeller Vakf›’n›n organize etti¤i projeden istifade ettim ve New York’taki New School For Social Research’te çal›flmaya bafllad›m. ABD’ye gelir gelmez yine ad›m› de¤ifltirmek durumunda kald›m; Claude Lévi-Strauss yerine Claude L.-Strauss ismini kullanmal›ym›fl›m, blucin markas› yüzünden ö¤rencilere komik gelirmifl. ‹ngilizce konuflabiliyor muydunuz? Çok kötü. Ama okuyordum. New York’a tam tatilin öncesinde gitmifltim ve flehirde teyzem, k›z› ve oraya s›¤›nm›fl Frans›z sürrealistlerden baflka kimseyi tan›m›yordum. Bütün yaz› çal›flarak geçirdim, ilk kitab›m “Nambikwaralar›n toplumsal ve aile hayatlar›”n› ‹ngilizce yazmaya zorlad›m kendimi. Böylece dile hâkim olmaya bafllad›m. Ne dersi veriyordunuz? Sosyoloji. Kuzey Amerika’n›n Güney Amerika’y› keflfetti¤i dönemdi. Daha önce Brezilya’da bulundu¤um için ö¤rencilerin “Güney Amerika’n›n güncel sosyolojisi” ile tan›flmas› için en uygun hoca olarak görülmüfltüm. Ama konu hakk›nda bilgisizdim tabii, dolay›s›yla derslere haz›rlanmak için her sabah erkenden New York Halk Kütüphanesi’ne gidip saatlerce etnoloji makalelerini, büyük Amerikal› antropologlar› hatmediyordum: Franz Boas, Alfred L. Kroeber, Paul Radin, Alexander Goldenweiner, Robert Lowie... Etnolojiyi esas olarak o y›llarda ö¤rendim. Okuduklar›n›z aras›nda Freud da var m›yd›? Onu çok daha önce keflfetmifltim. Marx’tan önce okudum Freud’u. Psikanaliz için ne düflünüyorsunuz? Bence iki fleyi birbirinden ay›rmak lâz›m. Biri, tedavi tekni¤i, ona flüpheyle bak›yorum. Ama Freud’un keflfi büyük: Zihinsel yaflamda bize tamamen rastlant›sal ve anlafl›lmaz gözüken fleyin analiz edilebilir ve rasyonel olarak anlafl›labilir oldu¤unu gösterdi. ‹zahatlar›n›n tatminkâr oldu-
“En yal›n halinde bir toplum ar›yordum. Nambikwaralar’da bunu buldum. “
vermesini istiyor. Böylece büyük bir servet elde ediyor. Tutunamam›fl bireylerin hikâyesini melez bir topluma yerlefltirmifltim. Bakt›m, fazla Conrad taklidiydi. Yani “Hüzünlü Dönenceler” romanc›l›k hevesinizden do¤du... Evet. Müthifl bir huzursuzluk ve rahats›zl›kla yazmaya koyuldum, zaman›m› hakiki bilimsel çal›flmama ay›rmam gerekirken yolumdan sapt›¤›m hissi vard›. O dönemde, bir önceki çal›flmam›n mant›kî sonucu olarak “Les Structures de parenté complexes”i (Karmafl›k Akrabal›klar›n Yap›lar›) yazaca¤›m› düflünüyordum. Ama bir yandan da s›rt›mda dolup taflm›fl bir yük vard›, onu boflaltmam lâz›md›. Sonuçta, dört ayda, alelacele ve her an büyük bir huzursuzluk ve gerginlik hissederek, zihnimden geçen ne varsa hiç sak›nmadan çiziktirdim. Bugün bir klasik haline gelen “Hüzünlü Dönenceler” için “çiziktirdim” mi diyorsunuz? Kabul edilemez kusurlar› var. Ne gibi? ‹çinde sinir bozacak kadar çok hece vezinli dize var. ‹yi yazarlar için nesirde bu bir kara lekedir. Kitap nas›l karfl›land›? ‹lk yay›nland›¤›nda pek bir ilgi uyand›rmad›, tepki gelmedi. Ama birçok övgü yay›nland›, Goncourt Akademisi jürisi kurgusal bir eser olmad›¤›ndan kitab› ödüllendiremedikleri için üzüntü duyduklar›n› aç›klad›; birçok ünlü yazar hayranl›klar›n› ifade eden coflkulu yaz›lar yazd›lar. Bütün bun-
LEV‹-STRAUSS VE YAPISALCILIK
Derin gramer il bir iflaretler sistemi. Haliyle, kültür de öyle. ‹flaret ya da im dedi¤imiz fley, iç içe iki unsurdan mürekkep: ‹mleyen ve imlenen. A¤z›m›zdan ç›kan ses ya da çizdi¤imiz flekil, imleyen. ‹mlenen ise o sesin ya da fleklin anlam›. Kelime dedi¤imiz im, a¤z›m›zdan ç›kan o ses (imleyen) ile o sesin anlam›n›n (imlenen) birlikteli¤i. O sesin o anlamla birleflmesi tamamen rastlant›sal bir durum. Yani, mesela “pipo” sesi pipo anlam›na gelen bir ses de¤il. Seslerden bir ses.
D
48
Yazmak sizin için ne ifade ediyor? S›k›lmamak için yaz›yorum. Yazmay› seviyorum, ama durmadan güzel cümleler bulma aray›fl›nda de¤ilim. Buna mukabil, biçimde, üslûpta baflar›l› olamazsam, fikirlerimi aktarmay› baflaramayaca¤›m› da biliyorum. Haf›zan›z nas›ld›r? Güçlü de¤il, öyle bir kusurum var. Hat›rlamak istedi¤im fleyleri fifllere not ediyorum, aksi takdirde unutuyorum. Böyle binlerce fiflim var. 1955-65 dönemine dair öne ç›kan hat›ralar›n›z neler? O döneme dair pek bir fley hat›rlamad›¤›m› itiraf edeyim. Çok fazla çal›fl›yordum, “Mythologiques”i kaleme almak için dünyadan elimi ete¤imi çekmifltim. Yirmi küsur y›l boyunca, zihnimi, zaman›m›, bütün enerjimi o dört cilde hasrettim. Her sabah saat 5’te kalk›yordum. Keflifl gibiydim. Bir yandan da yeni kitaplar yay›nl›yordunuz –”Yap›sal Antropoloji”, “Totemizm”, “Yaban Düflünce”– ve yap›salc›l›k tart›flmas›n›n içindeydiniz. Ayr›ca, Sartre’› fliddetle Durkheim bana felsefe yapan bir sosyolog gibi görünüyordu. elefltirerek yang›n› körüklemekten de kaç›nm›yordunuz... Avustralya’ya ad›m›n› atmad›¤› halde yerlilerin kültürünü Yap›salc›l›k tart›flmas›na dair söysahada çal›flan herkesten çok daha iyi anlad›¤›n› kabul leyeceklerimi defalarca söyledim. etmem için y›llar gerekti. Sartre’a gelince, “Diyalektik Akl›n Elefltirisi”ni –onun hakk›nda bir seminer de vermifltim– okudu¤umda yaban›l inlar kendinize bak›fl›n›z› de¤ifltirmedi mi? sanlara dair baz› ifadelerini fazlas›yla nahofl bulHay›r. Yazmaya devam etmem gerekti¤ine dair mufltum. Antropolojiye alan b›rakmayan bir inanc›m› güçlendirdi¤ini söyleyebiliriz daha ziyaklafl›m› vard›. Ben de tepki gösterdim. yade. Ama, o tarzda de¤il; “Hüzünlü DönenceSartre’la Foucault’yu karfl› karfl›ya getiren tarler” bilimsel bir kitap de¤il; okulu k›r›p serserit›flmaya müdahil olmad›n›z m›? lik yapmak gibi... Onu yay›nlayarak önümdeki bütün kap›lar› kapad›¤›m› düflünüyordum. Hay›r. Sartre- Foucault tart›flmas› son derece Dönüp de “Hüzünlü Dönenceler”den bölümsayg›de¤er olabilir, ama bence fazlas›yla felseler okudu¤unuz olur mu? fîydi. Benim yapmaya çal›flt›¤›m fley, insan biYazd›¤›m hiçbir fleyi sonradan okumam, okumalimlerini felsefenin vesayetinden ç›karmak. Deya kalkt›¤›mda da bazen ne yazd›¤›m› anlamakneysel düzlemde kontrol edilebilir araflt›rmalarta zorlan›yorum. dan hareketle yeni bir felsefenin gelifltirilmesine katk›da bulunmak gibi bir çabam kesinlikle yok. Mitlerin analizinden yola ç›karak, do¤rulu¤u s›nanabilir hipotezler ileri sürüyorum. Mitleri incelerken uygulad›¤›m yöntemin, e¤er ç›k›fl noktam do¤ruysa, flöyle flöyle özelliklere sahip bir mit varolmal›d›r diyebilmeme izin verYap›salc›l›¤›n kare as›: Foucault, Lacan, Levi-Strauss ve Barthes di¤ini düflünüyorum.
O sese pipo anlam›n› veren, içinde yaflad›¤›m›z kültür. Ayn› ses birçok anlama gelebilece¤i gibi, birçok ses de ayn› anlama gelebiliyor. O sesin hangi anlama geldi¤ini yer ald›¤› ba¤lam, di¤er ögelerle iliflkisi belirliyor. Örne¤in bir pipo resmini bir lokantan›n belli bir yerindeki kap›n›n üstünde gördü¤ümüzde, onun erkekler tuvaletinin “im”i oldu¤unu anl›yoruz. ‹mleyen ve imlenen ikilisinin temelinde, dilin yap›sal ikili¤i yat›yor: Dil ve Söz. Dil bir sistem ve bir umman. Söz, o ummandan çekip ald›¤›m›z ve dilin yap›s›na, gramerine uygun olarak yapt›¤›m›z icra. Buraya kadar söylediklerimiz, dilbilimin ba-
bas› say›lan Ferdinand de Saussure’ün “semiyoloji” teorisinin çok kabaca özeti. Bu teori, dilbilim aç›s›ndan bir devrimdi. Gelgelelim, LéviStrauss Saussure’ün teorisini antropolojiye uygulamasayd›, akademik bir önemle ve dilbilimle s›n›rl› kalacakt›. Darwin’in elindeki ampirik bulgular› Malthus’un nüfus teorisine yerlefltirmesine benzer bir flekilde, LéviStrauss da Amazon yerlileri üzerine yapt›¤› araflt›rmalar›n bulgular›n› semiyolojiyle buluflturdu¤unda, siyasetten edebiyata, psikanalizden popüler kültüre, hemen her alanda “yap›salc›l›k” adl› bir 盤›r aç›ld›. Lévi-Strauss’a göre insan zihninde “derin bir gra-
mer” vard› ve kültür (ve toplum) dedi¤imiz fley, o gramerin, o yap›n›n çeflitli tezahürleriydi. Dipteki “dil”le yüzeydeki “söz” nas›l ki mekanik bir belirleme / belirlenme iliflkisi içinde de¤ilse, toplumsal-kültürel iliflkiler de öyleydi. Lévi-Strauss’un mitolojiler, akrabal›k iliflkileri (ve ensest tabusu), yemek kültürü gibi alanlara dair “yap›salc›” çözümlemeleri, Althusser için Marksizme (“altyap› / üstyap›” iliflkisine), Lacan için psikanalize (“bilinç ve bilinçalt› / bilinçd›fl›” iliflkisine), Foucault için tarihi (bilgi / iktidar iliflkisine), Barthes içinse “ça¤dafl mitolojiler”e bambaflka bir gözle bakman›n yolunu açm›flt›. (Y.G.)
korktum ve “L’Homme nu”nün son cilt olmas›na karar verdim. Ve elimdeki bütün malzemeyi y›¤d›m; bu da metinde baz› k›sa devrelerin, kestirmelerin, yeterince geliflip derinleflmeyen bölümlerin olmas›na yol açt›, o bak›mdan kusurlu bir kitapt›r o. Entelektüel soya¤ac›n›z› nas›l çizersiniz? Entelektüel soya¤ac›m birkaç isimle özetlenebilir: Rousseau, Chateaubriand, Marx, Freud, Proust. Peki ya etnolojide? Baflta Boas ve Lowie olmak üzere, ‹ngiliz ve Amerikal› yazarlar› okuyarak etnolog oldum ve bu okumalar beni Durkheim’›n yaklafl›m›n› sorgulamaya yöneltti. Boas formasyon olarak fizikçi ve fizik biliminin keskinli¤ini muhafaza eden bir adam, bu yan› beni çok etkiliyordu. Amerikal› bilimadamlar› ayn› zamanda saha insanlar›, iyi donan›ml›, iyi gözlemciler, birinci elden bilgiden yola ç›k›yorlar. Onlar›n karfl›s›nda Durkheim bana felsefe yapan bir sosyolog gibi görünüyordu. Bu yarg›m› gözden geçirmem ve Avustralya topraklar›na hiç ad›m›n› atmad›¤› halde yerlilerin kültürünü sahada çal›flan herkesten çok daha iyi anlad›¤›n› kabul etmem için y›llar gerekti. Brezilya’dan sonra saha çal›flmas›n› ikinci plana m› ittiniz? Uzun süreli çal›flmalar yapmad›m. 1950’de, birkaç hafta Do¤u Pakistan’da, Birmanya s›n›r›nda Mogh köyünde kald›m. Daha sonra iki kez Kolombiya’ya gittim k›sa süreli saha çal›flmalar› için... Seyahat etmekle aran›z nas›l? Seyahat etmekten hiçbir zaman hofllanmad›m. Bugün de seyahate sonuçlar› için katlan›yorum. Uça¤a binmek, dünyan›n neresinde olursa olsun birbirinin ayn› havaalanlar›ndan birine inmek, bunun fikri bile beni dehflete düflürüyor. Benim için ideal olan, Rousseau gibi yürüyerek seyahat. Saha çal›flmas›na çok zaman ay›ramad›¤›n›za hay›flan›yor musunuz? Birkaç olguyla cevap vereyim. Birincisi, ben berbat bir saha araflt›rmac›s›y›m, bunu Brezilya’daki çal›flmalar›m s›ras›nda fark ettim. Bir toplulu¤un içinde üç y›l, dört y›l yaflay›p bilgi, gözlem biriktirebilen insanlardan de¤ilim. ‹kincisi, bu konudaki yeteneksizli¤ime ra¤men, savafl olmasayd›, belki de o yolda devam ederdim. Üçüncüsü ise, benim etnolojiye yöneldi¤im dönem, bu disiplinin geliflmeye bafllad›¤›, inan›lmaz derecede çok malzemenin birikti¤i dönemdi; öylesine kar›fl›k bir malzeme y›¤›n› vard› ki, kullan›lamaz durumdayd›. Dolay›s›yla, ortal›¤› biraz düzene koymak acil bir ihtiyaç olarak kendini dayat›yordu. ‹flte bu nedenle “Structures élémentaires”i yazmaya girifltim. Evlilik ve akrabal›k kurallar›na dair öylesine büyük bir veri hazinesi oluflmufltu ki, yeni bir aflamaya, yani bunlar› tasnif, tahlil ve rasyonalize etme aflamas›na geçmek gerekiyordu. Bugün eserinizin bütününe bakt›¤›n›zda, nas›l de¤erlendiriyorsunuz? “Structures élémentaires de la parenté” yay›nlanal› 40 küsur y›l geçti, hâlâ tart›fl›l›yor. “Mythologiques”e gelince, mitlerden art›k eskiden oldu¤u gibi söz edilebilece¤ini sanm›yorum. U¤raflt›¤›m iki alanda da fikirleri yerinden oynatt›¤›m› söyleyebiliriz.
Derleyen: Siren ‹demen
Deneysel çal›flma bu miti araflt›rmaktan, onu bulmaktan ibaret. Sartre-Foucault tart›flmas›nda yer almad›m, çünkü felsefe yapmak gibi bir niyetim yok. Benim iflim felsefe de¤il. Ama bafllang›ç noktan›z felsefeydi; felsefe dersleri verdiniz... Felsefe benim formasyonum. Ama hiçbir zaman felsefeye özel bir ilgi duymad›m. ‹lk baflta felsefe dersleri verdim, ama sonra felsefeye isyan ettim, flimdiyse belki belli bir olgunlu¤a eriflerek, dünyaya ve olup bitenlere dair fikir gelifltirmeye çal›flt›¤›m›z andan itibaren, flöyle ya da böyle hepimiz felsefe yap›yoruz diye düflünüyorum. Ben pozitif oldu¤unu düflündü¤üm araflt›rmaya yöneldim. Benim izledi¤im yol, pozitif araflt›rmalardan hareket edip bunlardan bir felsefe ç›karmaya çal›flan filozoflar›nkinin tersi. Bugün için benim meselem, felsefeden yana ya da felsefeye karfl› oldu¤umu dile getirmek de¤il; ancak, iki temel felsefe anlay›fl›na göre nerede durdu¤umu ifade etmek olabilir. Bu anlay›fllardan biri Sartre’›nki, felsefeyi bafll› bafl›na bir alan olarak de¤erlendiren ve bilimsel düflünceyi görmezden gelen yaklafl›m. Beni alâkadar eden di¤er yaklafl›m ise, insan zihninin, düflüncesinin, bilimde olsun, sanatta olsun, ürettiklerinin içerdi¤i bütün anlamlar› anlayabilme, elefltirel olarak düflünebilme çabas›. Biyolojideki ya da fizikteki geliflmelerin do¤urdu¤u dünyaya bak›fl› kaale alan ve bunu mesele eden bir felsefenin meflru oldu¤u kadar kaç›n›lmaz oldu¤unu düflünüyorum. Etnolojiyi pozitif bilim olarak m› tarif ediyorsunuz? Kelimenin gerçek anlam›yla, bilim yapt›¤›m› sanm›yorum, “insan bilimleri” ya da “sosyal bilimler” dediklerimizin bilim oldu¤una da inanm›yorum. Bu nedenle, örne¤in biyolojide ya da fizikte bütün ihtiflam›yla kendini gösteren bilimsel düflünce benim için bir fener gibi. O fenere bak›yorum, bedbaht sözde insanî bilimler uzman› olarak sonsuz yetersizli¤imin ölçüsünü al›yorum ve asla tam ulaflamayaca¤›m› bilerek, mümkün oldu¤unca o fenere do¤ru uzanmam gerekti¤ini geçiriyorum içimden. Psikoloji ile iliflkiniz nas›l? Bir yerlerde, etnolojinin bir psikoloji oldu¤unu yazm›flt›m. Dolay›s›yla, kendimi psikolojinin k›y›s›nda görüyorum. Gelelim 1982’ye. Ne oldu 1982’de? Emekliye ayr›ld›n›z. Ya, evet. Unutmufltum. Ayn› yo¤unlukta çal›flt›¤›m için pek bir de¤ifliklik olmad›. Eserleriniz içinde ayr›cal›kl› bir yeri olan, daha çok sevdi¤iniz biri var m›? “Mythologiques” dörtlüsünden “L’Origine des manières de table” (Sofra Adab›n›n Kökeni) alt›ndan en iyi kalkt›¤›m çal›flma. “L’Homme nu” (Ç›plak ‹nsan) de¤il mi? O cilde geldi¤imde, diziyi asla tamamlayamayaca¤›m› sand›m; elimde hâlâ üç kitapl›k malzeme vard›. Sonra akl›ma Saussure (Ferdinand de Saussure, ‹sviçreli dilbilimci) geldi; y›llar boyunca tek bir konu üzerinde çal›flm›fl ve bir türlü sonland›ramam›flt›, çünkü araflt›rmalar›n›n içinde bo¤ulup kalm›flt›. Ayn› ac› duruma düflmekten
Foto¤raf: Muhsin Akgün
Ahmet Uluçay (1954 – 2009) Hiçbir alanda kötü bir ifl yapmad›m. Vallahi bir kamyon kullan›rd›m, görenler hayran kal›rd›. Kamyonun egzost sesiyle fliirler yazard›m. Diyecekseniz ki, kamyon egzostuyla fliir yaz›l›r m›? Yaz›l›r... Bir de klasik olur. Ama bunu hissedecek ve hissettirecek bir ruha sahip olman›z gerekiyor. Yazl›k sinemalar gece faaliyette olmalar›na ra¤men gündüz gider, oradan ç›kmazd›m. Çingene bir çocuk vard›; yanl›fl hat›rlam›yorsam, ad› Horatay'd›. Bana atalar›n› anlat›rd›. Yazl›k sinemada yatard›. Ben de ona imrenirdim. “Keflke burada kalsam” derdim kendi kendime. Ifl›klar söner, herkes da¤›l›r ve afifller inerdi. Sinemada gördü¤üm karakterlerin tekrar afiflin içine girdi¤ini zannederdim. Burada (Kütahya’n›n Tepecik köyünde) benim gibi sinemaya ilgi duyan biri olsayd› y›llar önce, inan›n bafllar›ndan ayr›lmazd›m. Buraya film çekmeye gelmifllerdi de, yanlar›na yaklaflmaya korkmufltum. Onlar sanki baflka bir dünyan›n insan› gibiydiler benim için. ‹nanmayacaks›n›z, ama ben hayat›m boyunca bir kez bile film seti görmüfl de¤ilim. Orada neler döner, neler yap›l›r, kim yönetmenle ne konuflur, yönetmen oyuncuya neler anlat›r, görmedim. Bir film nas›l çekilir, bilmem. Nas›l çekiliyor sahi? Bir laf vard›r buralarda: Ne gezer Hac› Ahmet'te kav çakma¤›! 10 yafl›nda bafllad›m bu ifle, o zamanlar 8 mm’lik bir kameram olsayd› neler vermezdim. fiimdi herkesin elinde kamera... Bana deli dediler köyde. Kimse o¤lunu benimle oynat-
mazd›. Ama flunu söyleyeyim, film çekmesem delirirdim. Zaten ben normal olmak istemiyorum. Babam beni böyle ifllerle u¤raflt›¤›m için hep hakir görürdü. Az›c›k destek verseydi, böyle olmazd›. fiimdi bile onun deste¤ini ar›yorum. Babamla ilgili yaflad›¤›m her fley içimi s›zlat›yor. Kafam›, gönlümü hep annem besledi. Güzel bir sesim vard›. Bir arka fon, müzik tuttururdum, devaml› m›r›ldanarak senaryolar› öyle ç›kar›yordum. Ve o kula¤›mda devam eden müzikle birlikte kahramanlar›m yan›mda yürürlerdi. Ben nereye gidersem onlar da gelirlerdi. Hatta belki de çay bile içerlerdi bu masamda. Sürekli onlarla yaflard›m... Da¤lar›n arkas›nda neler olup bitti¤ini ve oralar›n nas›l oldu¤unu hep merak ederdim. Bunu paylaflmak istedim seyirciyle. Allah ömür verirse birkaç film daha yapmak istiyorum. Gerçi bende senaryo çok. Bir TIR dolusu film senaryosu ç›kar. Benim bütün oyunca¤›m gölgelerdir. Gölgeler varl›¤›n süsüdür. Gölgeleri filmlerimde hep kulland›m. Yeni filmlerimde de bol bol kullanaca¤›m. Gölgenin olmad›¤› bir dünya ne kadar yavan olurdu. Çocuklu¤umun en güzel dönemi, o gölgelerin terk edip gidifliyle son buldu. Elektrikler geldi, köyün tad› tuzu kalmad›. O zaman köydü, gerçek bir köydü. Daha mutluyduk. Gerçekten flimdi köyün tad› tuzu yok. Ben sürekli onlarla gezdim. Hâlâ öyle. Belki bu bir rahats›zl›k. Olsun. Sürekli o dö-
nemde u¤rafl›yorum. Zaman, parmaklar›m›z›n aras›ndan s›z›p geçen bir fley, bir su. Bunu durduram›yoruz. ‹nsanlarda beka duygusu vard›r. Acaba diyorum, bunu sinema ile durdurabilir miyim? Bundan bir fleyler daha çalabilir, kurtarabilir miyim? Her fley gidiyor, her fley eskiyor. Nas›l edebiyatla siyaset aras›nda ba¤lant› varsa, sineman›n geliflimi de siyasetle ba¤lant›l›d›r. Reagan zaman›nda yap›lan filmle Clinton zaman›nda yap›lan filmlere bakt›¤›n›zda bunu daha ehil flekilde görebilirsiniz. Sanat dallar›n› hiç ay›rmam. Malzeme farkl›d›r o kadar. Bir m›sra ile bir kare foto¤raf›n aras›nda bir fark bulman›z imkans›zd›r. Ya da güzel yaz›lm›fl bir cümlenin trenle yar›fl eden taylar› gösteren karelerden fark› yoktur. Dünyada alt› milyar hayvanla ayn› anda yaflad›¤›m› düflünüyorum. Alt› milyar hayvan aras›nda insan kalmaya çal›flan baz›lar›ndan biriyim. Ben daha güzel bir yer ar›yordum. Ama beni buraya getirip koydular. Ben yetmifl milyon için sinema yapm›yorum. Fakat yetmifl milyonun diliyle yap›yorum. Onlar›n diliyle konufluyorum. Onlar›n diliyle konuflmaktan sadece Türkçeyi kastetmiyorum. Birçok yerde “Karpuz Kabu¤undan Gemiler Yapmak”› “evrensel bir dili var” diye tan›mlamalar› çok hofluma gitti. Demek ki ben dünya insan›y›m.
(Çeflitli söyleflilerinden derleme)