191254
SAYI: 2007/09
DAH‹L) 25 Eylül - 25 Ekim 2007 5 YTL (KDV
RES‹ML‹ 12 EYLÜL TAR‹H‹ S‹V‹L ANAYASA TARTIfiMASI AKP DEMOKRAS‹N‹N NERES‹NDE? KÜRT AfiURES‹NDE YEN‹ TAR‹FLER “PLAN YAPMAYIN PLAN”IN ARKA PLANI TERSANE C‹NAYETLER‹ NOVAMED GREV‹ B‹R YAfiINDA KEYNES YEN‹DEN KEfiFED‹L‹YOR TOPRAKSIZLAR AYAKLANDI RAD‹KAL’‹N CHOMSKY’S‹ NAOMI KLEIN’IN YEN‹ K‹TABI SHOPP‹NG TV VAKASI
76
L A S Y O N A E N T E R N
fi A L A L A
ÖLÜMCÜL D‹YET
Foto¤raf: fiahan Nuho¤lu
Türkiye ‹flletmesi
Na
demokratik laik sosyal hukuk
flirketidir
12 EYLÜL’ÜN 27. YILDÖNÜMÜNDE “D‹YARBAKIR GERÇE⁄‹”
Safiye Ana’lar ve o¤ullar›
iyimserlikle karfl›laflt›ran bir yaklafl›mla gündemini oluflturuyor. Sanat bugün tragedyan›n içinde yafl›yor, ama trajik olana elini uzatam›yor. Zülfikâr Tak’›n gerçekli¤i bize flunu getiriyor: Kufla¤›m›z›n bir sözü vard›, “günefl balç›kla s›vanmaz” diye. Tak, öyle bir sanat diliyle konufluyor ki, tam da bunun cevab›n› veriyor. Ekspresyonist bir dili yok, ama çok güzel bir d›flavurumu var. Her fleyden önce müthifl bir sakinlikle, öykü fleklinde anlat›yor. 27 y›l boyunca bu kufla¤›n hayat› gasp edildi. Buna ra¤men de hâlâ konuflulmufl, hesaplafl›lm›fl de¤il. Onun için de edebiyattan, fliirden, resimden nereden ne bulursa s›z›yor ve ak›yor. Zülfikâr Tak gibi, bu travmay› direkt yaflayanlar do¤al d›flavurma alg›s›n›, iste¤ini tafl›yorlar. Çünkü bu kuflak hâlâ hesaplaflamaman›n, adaleti yerine getiremenin huzursuzlu¤u içinde. Ve bir sonraki kufla¤a sorumlulu¤unu devretme arzusunu yafl›yor. Sergi haz›rl›¤› öncesinde bir tak›m kitaplar arad›m; Elhamra Pasaj›’nda kitap dükkân› olan Selahattin diye bir arkadafl›m›z var, o da 12 Eylül’de Diyarbak›r Cezaevi’nde yatm›fl. Selahattin, kitapevinde gayet sakin, gayet d›flar›dan, yaflad›klar›na dair hiçbir ipucu vermeyen bir sukûnetle iflini yapmaya çal›flan, bu yaflad›¤› topluma adapte olmaya çal›flan bir insan. Di¤er insanlar da benzer flekilde. Diyarbak›r Cezaevi’nde o gün, o vahfleti yaflam›fl insanlar varlar ve yafl›yorlar. 12 Eylül günü Diyarbak›r’da aç›lan serginin Diyarbak›rl›lar üzerindeki etkisini nas›l gözlemlediniz? Yaman: O gün bas›n aç›klamam›z› yapt›ktan sonra bir masa açt›k ve orada bulunan Diyarbak›rl›lara dedik ki, “tan›kl›k yapmak isteyenler baflvursun...” An›nda masan›n etra-
Tutuklular üst üste ç›kart›larak piramit oluflturulur. Tutuklulardan oluflturulan piramidi, gardiyanlar cop ve kalaslarla y›kmaya çal›fl›r, tutuklular üst üste beton zemine çak›l›r.
Tutuklular üst üste y›¤›n gibi at›larak Atatürk’ün Kocatepe’ye ç›k›fl› canland›r›l›r.
f›na y›¤›nla insan doldu. ‹ki o¤lunu ölüm orucunda kaybetmifl bir anne geldi, yaflad›klar›n› anlatt›. ‹nsanlar mikrofonu sahiplendi, hiçMesele bir sorumluluktan kaçmadan, utanma duyguDiyarbak›r lar›n› kenara iterek tan›kl›klar›n› dile getirdiCezaevi’nde ler. Daha sonra sergiyi beraber gezdik. Gün yatan boyunca, sanatla insanlar›n, politikan›n bir 500 kiflinin araya gelmesi çok özel ve ayr›ks› bir hal ald›. hesaplaflmas› Toplamda 500 bin kifli izledi sergiyi. O günlede¤il. ri yaflayanlar tekrar tekrar gelip izledi. D›flar›daki Can:12 Eylül günü Diyarbak›r’da bir araya insanlar da geldi¤imizde iki gruba ayr›ld›k. Bir grup Diflu ya da bu yarbak›r Cezaevi’nde evlad› yatm›fl aileleri ziölçüde ayn› yaret etti. Di¤eri de mezarl›¤a gitti. Mezarl›kgerçekli¤i ta ilk sözü ailelere verdik. Diyarbak›r Cezayaflad›. evi’nde 1984’te yap›lan ve 54 gün süren ölüm orucuna kat›lan Cemal Arat’›n annesi Sakine Diyarbak›r Ana ald› sözü. Sakine Ana, ölüm orucundaki Cezaevi tan›m›, o¤luna ziyarete gidiyor, o¤lunun son günleri, o süreyi, o dört tabii anne yüre¤i yan›yor, “o¤lum baflka yolu duvar› tarif yok mu” diyor. Cemal Arat’›n verdi¤i yan›t etmiyor. flöyle oluyor: “Ana! Art›k, her gün baflkas›n›n Bugünü de bokunu yemek a¤›r geliyor.” Diyarbak›r Ceiçine alan zaevi anlafl›l›rsa, Türkiye bunu anlarsa, bu inçok genifl sanlar niye da¤a ç›kt›lar, neden bu kadar sert bir dönemi bir mücadale verdiler, veriyorlar anlafl›lacaktarif ediyor. t›r. Eller bir kere birbirine uzat›lmaya baflland›¤› zaman, bar›fl gelir, demokrasi gelir. Yaman: Mesele Diyarbak›r Cezaevi’nde yatan 500 kiflinin hesaplaflmas› de¤il. D›flar›daki insanlar da flu ya da bu ölçüde ayn› gerçekli¤i yaflad›. Diyarbak›r Cezaevi tan›m›, o süreyi, o dört duvar› tarif etmiyor. Resimler ve resim altlar› Bugünü de içine alan çok genifl bir döneZülfikâr Tak. mi tarif ediyor. Bu hâlâ içinde oldu¤umuz (Zülfikâr Tak’la yapt›¤›m›z 12 Eylül sürecidir. Bugün 12 Eylül’le hesöylefli ve “Büyük Kapatma”n›n di¤er resim- saplaflmayan hiçbir düflünce hakl›l›¤›n› leri 53. sayfada) savunamaz.
Söylefli: Ayflegül O¤uz
Karfl› Sanat, 12 Eylül – Diyarbak›r 5 No’lu Askeri Cezaevi’ni sergileyen “Büyük Kapatma” adl› sergiye ev sahipli¤i yapt›. Zülfikâr Tak’›n çizgisiyle izledi¤imiz bu sergi nas›l gerçekleflti? Celalettin Can: 78’liler Vakf› Giriflimi olarak “Diyarbak›r Gerçe¤ini Araflt›rma ve Adalet Komisyonu” ad›n› verdi¤imiz bir çal›flma bafllatt›k. Zülfikâr Tak’›n resimlerinden haberdard›k. Diyarbak›r Cezaevi’nde yaflananlar› Türkiye kamuoyuna daha iyi duyarabilmek ad›na bu sergiyi gerçeklefltirdik. “Büyük Kapatma” ‹ngiltere’de ve Diyarbak›r’da da sergilendi. Bu sergi bütün ç›plakl›¤›yla Diyarbak›r Cezaevi’ndeki vahfleti anlat›yor. Feyyaz Yaman: Geçen y›llarda, geriye bakmak, do¤ruyu söylemek temas› etraf›nda gerçeklefltirdi¤imiz 6-7 Eylül, F Tipleri, ölüm orucu sergilerine paralel bir sergi bu. Ama esas 78’lilerle birlikte 12 Eylül etkinlikleri kapsam›nda düzenledi¤imiz bir sergi. Bizim aç›m›zdan önemi flu: Sanat günümüzde bir tür ideolojik çarp›tma tahakkümü alt›nda varl›¤›n› sürdürüyor. Bunu 2010 çal›flmalar›nda da, kentsel dönüflümün soylulaflt›rma projelerinde de, bienalin içeri¤inde de görebiliriz. ‹çinde bulundu¤umuz hal ve gerçeklikle karfl›laflt›rma ihtiyac›ndan do¤du bu sergi. Sanata katk›s› nedir, ne de¤ildir diye tart›fl›rsak ortada çok ciddi bir ayr›m var. Bu resimler herhangi bir akademik e¤itim almam›fl Zülfikâr Tak’›n tamamen yaflad›klar›n›, gördüklerini dile getirme ihtiyac›ndan kaynaklan›yor. O yüzden de samimiyet içeriyor. Günümüz sanat›na çok ciddi bir sorgulayac› karfl› ses oluflturuyor. Mesela bienalin konusunu düflünelim: ‹çinde yaflad›¤›m›z dünyay› savafl diye tan›mlay›p sonra yine bir oksimoronlukla,
Feyyaz Yaman ve Celalettin Can
78’liler Vakf› Giriflimi öncülü¤ünde kurulan “Diyarbak›r Gerçe¤ini Araflt›rma ve Adalet Komisyonu” ilk ad›m›n› Karfl› Sanat Çal›flmalar›y’la birlikte düzenledi¤i sergiyle att›. “Büyük Kapatma”y› 78’lilerin sözcülerinden Celalettin Can ve Karfl› Sanat’›n kurucular›ndan Feyyaz Yaman’dan dinliyoruz.
Boyunlar›ndan ayn› zincirle ba¤lanm›fl iki tutuklu ters yönlere koflturulur. Tutuklular zincirin gerilmesiyle birlikle s›rt üstü beton zemine çak›l›r.
MERAM 76
ÖLÜMCÜL D‹YET
Tina rejimi oam Chomsky’nin Le Monde Diplomatique’de yay›nlanan söyleflisinde, sorulardan biri “Tina totalitarizmi” üzerine. Türkiye, Thatcher’la birlikte neoliberalizmin fliar› olan “Tina”yla (“There is No Alternative”: Baflka Alternatif Yok) Özal döneminde tan›flt›. Yafl› müsait olmayanlara ve haf›zas› zay›flayanlara hat›rlatal›m: Özal 12 Eylül cuntas›n›n Baflbakan Yard›mc›s›’yd›. 12 Eylül öncesinde Erbakan’›n MSP’sinden ‹zmir milletvekili aday› olmas›na ve 12 Eylül’de MSP’nin (AP, MHP ve CHP’yle birlikte) kapat›lmas›na, yöneticilerine siyaset yasa¤› getirilmesine ra¤men, Özal’›n 12 Eylül rejimi taraf›ndan Ekonomiden Sorumlu Baflbakan Yard›mc›l›¤›’na getirilmesi flafl›rt›c› de¤ildi. Zira, 12 Eylül 1980’den sekiz ay önce, Demirel’in az›nl›k hükümeti döneminde yürürlü¤e giren “24 Ocak kararlar›”n›n mimar› oydu. 24 Ocak liberalizmi için Bülent Ecevit (o günlerde “Halkç› Ecevit”) flu öngörüyü yapm›flt›: “Bu Latin Amerika modelidir, demokrasi içinde uygulanamaz.” Aynen öyle oldu, 1970’lerde fiili ve Arjantin’de ne olduysa, 12 Eylül 1980’den itibaren Türkiye’de de o oldu, olmaya da devam ediyor. Olan›n ne oldu¤unu, darbenin hemen ertesinde dönemin T‹SK (Türkiye ‹flveren Sendikalar› Konfederasyonu) Baflkan› Halit Narin, veciz bir flekilde söylemiflti: “fiimdiye kadar iflçiler güldü, flimdi gülme s›ras› bizde.” Devam› Özalc› korodan geliyordu: “Baflka alternatif yok.” Bu Tina rejimini, Naomi Klein gayet güzel özetliyor: “Sa¤c› bir s›n›f taaruzu. Sonuç, felâket kapitalizmi.” Türkiye hâlâ o taaruzun alt›nda ve hâlâ “baflka alternatif yok”. Latin Amerika ise Tina girdab›ndan ç›kmakla kalmad›, “baflka bir dünya mümkün”ü gezegenin dört bir yan›nda yank›lan›r k›ld›. Gelgelelim, AKP’nin muhalif isimlerinden Ertu¤rul Yalç›nbay›r’›n ifadesiyle, “Türkiye sadece Davos’a bak›yor; iktidar partisi de, kendisine sosyal demokrat oldu¤unu söyleyen parti de Davos’a bak›yor.” CHP kendisine ne derse desin, ne oldu¤u malûm. Ancak, her nas›lsa, AKP’nin yaln›z demokrat de¤il, solda oldu¤u da iddia ediliyor. Bu iddiaya, Yalç›nbay›r iki basit soruyla karfl›l›k veriyor: “Düflünce özgürlü¤ünde neredeyiz? Emekçinin eline geçen ne?”
N
1969’un Tina adl› çizgi roman dergisinden.
• fiehir Hatlar› . . . . . . . . . . . . . . . . . . 5 • Turgut Tarhanl› . . . . . . . . . . . . . . . . 8 • Ertu¤rul Yalç›nbay›r . . . . . . . . . . . . 12 • Kürt afluresi . . . . . . . . . . . . . . . . . 15 • Tersane cinayetleri . . . . . . . . . . . 18 • Novamed grevi . . . . . . . . . . . . . . . 20 • Radyo Express . . . . . . . . . . . . . . . 25 • Naomi Klein . . . . . . . . . . . . . . . . . 32 • Festus Okey cinayeti ve ötesi . . . . 34 • K›raat . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 38 • Noam Chomsky . . . . . . . . . . . . . . 40 • Ronald Wright . . . . . . . . . . . . . . . . 43 • Sopping TV vakas› . . . . . . . . . . . . 46 • Müzik Dolab› . . . . . . . . . . . . . . . . . 50 • “Plan Yapmay›n Plan”›n arka plan› . 51 • Zülfikâr Tak . . . . . . . . . . . . . . . . . 53 Abdurrahim So¤an, Ahmet Eken, Ahmet fi›k, Ali Kesgin, Alican Tayla, Arslan Ero¤lu, Asena Günal, Ayflegül O¤uz, Balkan Talu, Batu Boran, Bilge Ceren fiekerciler, Çi¤dem Öztürk, Derya Say›n, Didem Dan›fl, Ender Ergün, Eray Aytimur, Erdir Zat, Hakan Lokano¤lu, Halit Karl›, Handan Koç, Haziran, HknKrtsh, Hüseyin Ustao¤lu, ‹lker Aksoy, ‹rfan Aktan, K›vanç Koçak, Merve Erol, Murat Meriç, Murat Toklucu, Nilgün Yurdalan, Ogan Güner, Özay Selmo, Özgür Eren, Pelin Özer, P›nar Ö¤ünç, Reha Öztunal›, Saner fien, Serkan Seymen, Sinan Yusufo¤lu, Siren ‹demen, Sungu Çapan, Süleyman Bilgi, fiahan Nuho¤lu, Tora Pekin, Tuncer Erdem, Ulafl Özdemir, Ümit Bayazo¤lu, Yasemin Avdan, Yücel Göktürk, Zeynep Nuho¤lu baskı Mikado Matbaac›l›k ve Tic. Ltd. fiti. ‹mam Çeflme Cd. G/47 Sk. No:6 Seyrantepe 80660 ‹stanbul Tel: 0.212.289 27 93 basım yeri ve tarihi ‹stanbul Eylül 2007 dağıtım Do¤an Da¤›t›m A.fi. yönetim yeri: Abdullah Sok. No. 9 Beyo¤lu - ‹stanbul tel-faks: 0.212.251 87 67 e-mail expressdergisi@yahoo.com abonelik expressroll@gmail.com yıl 6 sayı 76 25 Eylül - 25 Ekim 2007 imtiyaz hakkı Bilge Ceren fiekerciler sorumlu yazıişleri müdürü fiahan Nuho¤lu ilan irtibat Özay Selmo (0.533.514 90 49) YEREL SÜRELİ YAYINDIR. AYDA BİR YAYINLANIR. ISSN 1307 - 461X
üflünce özgürlü¤ünde nerede oldu¤umuzun göstergelerinden biri, AKP’nin mührünü tafl›yan Türk Ceza Kanunu’nun 301. maddesi. Hrant Dink’in boy hedefi gösterilmesine yol açan bu maddenin, Dink’in katledilmesinin ard›ndan yaratt›¤› tart›flmay› ve yasadan ç›kar›lmas› / de¤ifltirilmesi talebini hat›rlayal›m. Adalet Bakan› ve Hükümet Sözcüsü Cemil Çiçek, 301’i hararetle savunmuyor muydu? Bir baflka gösterge, ayn› kanunun 216. maddesi. Bask›n Oran ve ‹brahim Kabo¤lu, o maddeden, yani “kin ve nefret uyand›rmak”tan yarg›land›lar, yeniden yarg›lanacaklar. Üstelik Baflbakanl›¤a ba¤l› ‹nsan Haklar› Dan›flma Kurulu ad›na haz›rlad›klar› Az›nl›klar Raporu nedeniyle. Anayasay› de¤ifltirebilecek say›sal güce sahip olan AKP, 301 ve 216 gibi maddelere dokunmuyor ama, antidemokratikli¤in sittin senedir tescilli olan Polis Vazife ve Selâhiyetleri Kanunu’nunda, yaflam hakk›n›n ihlâlini kolaylaflt›ran düzenlemelere gitmekten geri kalm›yor. “Emekçinin eline geçen ne?” sorusunu ise resmî rakamlar cevapl›yor: 20 milyon insan yoksulluk, bir milyon insan açl›k s›n›r›nda. BM’nin insanî geliflmifllik liginde Türkiye 96. s›rada. Türkiye’nin “baflka alternatif yok”la geldi¤i nokta bu. Kürt sorunu da cabas›. fiimdi, yeni anayasa tart›flmalar› dolay›s›yla, devletin niteli¤ini –daha do¤rusu sözde niteli¤ini– daha da s›k duyaca¤›z: “Türkiye
D
Cumhuriyeti demokratik, laik, sosyal bir hukuk devletidir.” George Orwell’in “1984”ündeki “newspeak” türünden bir Türkçe bu. Resmen ne söyleniyorsa, gerçek onun z›dd› oluyor genellikle. Anayasa’n›n bafllang›ç bölümüne bak›ld›¤›nda, “Türkiye Cumhuriyeti demokratik, laik, sosyal bir hukuk devletidir.” Öyle olmad›¤› ortada. Her s›fat okunmayan, söylenmeyen bir “na” tafl›yor önünde. O cümlenin tamam› “na” parantezine al›nabilir: Türkiye Cumhuriyeti, Na(demokratik, laik, sosyal bir hukuk) devletidir. Demokratik mi? Na: Örnek çok, ama yüzde 10 baraj› ve Siyasî Partiler Kanunu yeterli. Laik mi? Na: Diyanet ‹flleri Baflkanl›¤› gibi bir kurumun varl›¤›, bu kurumun baflta nüfusun üçte birini oluflturan Aleviler olmak üzere, di¤er inançlar› yok saymas›, din dersinin mecburi olmas› ve daha say›s›z örnek. 2002 Ramazan’› itibar›yla son örnek, Emniyet Müdürlü¤ü’nün “oruç tutmayan personelin” listesini ç›karmas›. (Gerekçe, ö¤le yeme¤i israf›n›n önüne geçmek. Ramazan’da ne kadar ö¤le yeme¤i gerekti¤i baflka türlü anlafl›lamazm›fl gibi!) Sosyal devlet mi? Na: Anayasa’n›n kendisi itiraf ediyor: “Devlet, sosyal ve ekonomik alanlarda Anayasa ile belirlenen görevlerini, bu görevlerin amaçlar›na uygun öncelikleri gözeterek malî kaynaklar›n›n yeterlili¤i ölçüsünde yerine getirir.” Yani getirmez, çünkü öncelikleri baflka oldu¤u için “malî kaynaklar yetmez”. Örne¤in, bir Özal buluflu olarak, K‹T’ler’in kamu bankalar›ndan kredi kullanmas› yasakt›r, yüksek faizle özel bankalardan kredi kullan›rlar. Özel sektör ise, kamu bankalar›ndan düflük faizli kredi kullan›r. Sadece bu örnek bile yeter, yoksa sendikal örgütlenmeye getirilen engellemeler, lokavt›n bir hak say›lmas›, grevlerin “kamu yarar›” ad›na ertelenebilmesi, asgari ücret düzeyi diye liste uzay›p gider. Hukuk devleti mi? Na: 367 meselesi, 301, 12 Eylül cuntas›n›n yarg›lanmas›n› önleyen Geçici 15. madde gibi örnekler bir yana, Anayasa’s› “Türk devletine vatandafll›k ba¤›yla ba¤l› olan herkes Türktür” diyen bir devlet hukuk devleti olabilir mi? akat asl›nda, bu “devlet”e devlet denebilir mi? Mâlum, 1980’den beri “flirket devlet” sürecindeyiz. Bir Yönetim Kurulu var, ad› MGK. Bir ‹cra Kurulu var, ad› hükümet. Hissedarlar›n kimler oldu¤u malûm, borsada kay›tlar› var. Bir de çal›flanlar var, onlar da malûm. Velhas›l, bir cumhuriyetten ziyade, bir iflletme. Öyle olunca, devlet de “flirket devlet” olacak elbette. Haliyle “tüccar Baflbakan” da “Türkiye’yi pazarl›yor.” Yeni Anayasa’n›n tasla¤› da “flirket devlet”e tekabül ediyor zaten. Tasla¤› haz›rlayan Tina zihniyeti, nihai metne damgas›n› vurursa, Anayasa’n›n girifl bölümünde, “newspeak” ne derse desin, tercümesi flu olacak: “Türkiye ‹flletmesi Na demokratik, nalaik, nasosyal bir nahukuk flirketidir.” Gelelim kadim soruya: Ne yapmal›? Gönlümüze göre olan› bir yana, kerhen evet diyebilece¤imiz bir Anayasa henüz ufukta görünmüyor. Dolay›s›yla, o istikâmette ne kadar h›zl› mesafe al›rsak, o kadar iyi. Bu bak›mdan, örne¤in “301 Kald›r›ls›n, Irkç›lar Yarg›lans›n” kampanyas› çok yerinde bir hamle. Benzeri hamleler, genifl bir alana yay›lan somut hedefli kampanyalar, önemli kilometre tafllar› olacakt›r. Peki, Tina rejimine alternatifimiz ne? Bu saatten sonra ulus-devlete dönüfl olamayaca¤›na göre, flirket devlete, herhangi bir flirkete ne yap›lmas› gerekiyorsa, o yap›lmal›: Kamulaflt›r›lmal›. “Devletin sönmesi” baflka türlü olabilir mi?
F
Türkiye’nin Auschwitz’i D‹YARBAKIR– “Günün her saatinde iflkence vardı. Bazı günler elektrik, bazı günler askı vardı. Çok afedersin ama, kötü fleyler de yapılıyordu, cop, sopa kullanma gibi. (....) Baflka iflkenceler de vardı. Mesela bit, serum, tuvalet gibi. Kafana zeytinya¤ı döküp bit atıyorlardı. Veya seni sıkıca ba¤lar, tepene de bir serum takarlardı. Bazen günlerce o serum kafanda dururdu. Her üç saniyede bir damla düflerdi kafana, aynı noktaya! (...) ‹flkencelerde kendini inkâr etmen isteniyordu. Piflmanlık duymanı, ‘ben Kürt de¤ilim, köpe¤im’ demeni istiyorlardı. (...) Bize sıradan askerler iflkence etmezdi, psikiyatristler, insan ruhunu bilenler iflkence ederdi. (...) Aynı iflkenceye ba¤ıflıklık kazanmaman için, haftada bir iflkence yöntemini de¤ifltirirlerdi. Bir hafta la¤ıma sokarlardı mesela, ‘bu sizin hamamınız, tertemiz olmadan çıkmayacaksınız’ derler, öbür hafta sürekli pislik yedirirlerdi.” Bu sözler Expres’in 53. sayısında, 12 Eylül döneminde Diyarbakır Cezaevi vahfletini yaflayan Ekrem To¤an’ın anlattıklarından alınma. Korkunç iflkencelerin yaflandı¤ı Diyarbakır Cezaevi’nde 1981-1984 yılları arasında 34 tutuklu öldü, yüzlerce tutuklu sakat kaldı. Yirmi tutuklunun aldı¤ı a¤ır darbelerle, befl tutuklunun da açlık grevinde öldü¤ü, koflulları protesto eden befl tutuklunun kendini asarak, dördünün de kendini yakarak yaflamına son verdi¤i cezaevinde yaflanan vahflet, hayal gücünü o kadar aflıyordu ki, 1987’de Aziz Nesin’e anlatıldı¤ında “yahu çocuklar, kendi hayal dünyamı çok genifl biliyordum. Ama Kürtlerinki daha çok geniflmifl” dedirtmiflti. 78’liler Vakf› Giriflimi’nin sözcülerinden Celalettin Can’›n bas›n aç›klamas›ndan sonra 78’liler, sivil toplum kurulufllarının temsilcileri ve Diyarbak›r halk› cezaevinden 12 Eylül parkına kadar bir kilometrelik sessiz bir yürüyüfl yapt›. Eylemin ard›ndan en çok konuflulan, Diyarbak›r Cezaevi’nin vahfletini yaflam›fl bir tutuklunun söyledikleriydi: “Türk basını Geceyarısı Ekspresi filmine gösterdi¤i tepkinin binde birini Diyarbakır Cezaevi'ne gösterse, gerçekleri ortaya çıkarmaya çalıflsa, nasıl bir ülkede yaflıyor olurduk acaba?”
fiEH‹R HATLARI 1980 darbesi ve Diyarbakır Cezaevi’nde yaflananlar 12 Eylül günü Diyarbakır Cezaevi önünde yapılan bir açıklama ile protesto edildi. Polisin sıkı önlemler aldı¤ı eyleme 78'liler Vakfı Giriflimi’nin sözcülerinden Celalettin Can, kapatılan DEP’in eski milletvekili Selim Sadak, DTP Diyarbakır milletvekilleri Selahattin Demirtafl, Gültan Kıflanak, DTP Mardin milletvekili Emine Ayna, eski Devlet Bakanı Ziya Halis, Tarık Ziya Ekinci, fianar Yurdatapan, Celal Bafllangıç, Suavi, Ahmet Kaya’nın efli Gülten Kaya’nın da aralarında bulundu¤u yaklaflık 200 kifli katıldı. Katılımcıların yakasında Emile Zola’nın Dreyfus Davası sırasında söyledi¤i “gerçek yürüyor ve onu hiçbir fley durduramayacaktır” yazıyordu. Grup adına bir basın açıklaması yapan 78'liler Vakf› Giriflimi sözcüsü Celalettin Can flunlar› söyledi: “Darbeden tam 27 yıl sonra darbe-
cilerin, iflkencenin en karanlık odalarında insan onurunun insanlar tarafından yok edildi¤i cezaevine gelebildik. Diyarbakır Cezaevi ölümün, iflkencenin, ırkçılı¤ın düfltü¤ü yana, aflkların, sevdaların, yaflamın aslında hukuk devletinin bitti¤i yere düfler. Diyarbak›r’a gelme amacımız, Gerçekleri Arafltırma ve Adalet Komisyonu’nu kurup çalıflmaya bafllamak. Diyarbakır Cezaevi, 12 Eylül darbesinin en karanlık cezaeviydi. Bu nedenle buradan bafllıyoruz. Kuraca¤ımız komisyon bir sivil toplum hareketidir. Hiçbir parti ile ilgisi yoktur ve asla bir yargı organı de¤ildir. Amaç, öç almak de¤il, gerçeklerin ortaya çıkmasını sa¤lamaktır. 12 Eylül öncesi ve sonrasında Diyarbakır cezaevinde yatan, iflkence gören, yakınları kaybolanları tanıklı¤a ça¤ırıyoruz.” Basın açıklamasından sonra 78’liler Vakfı üyeleri ve Diyarbakır’daki sivil toplum kurulufllarının
temsilcileri cezaevinden Kofluyolu parkına kadar yürüdüler. Diyarbakır halkının ve Barıfl Anneleri’nin de gruba katılımıyla 12 Eylül parkına kadar bir kilometrelik sessiz bir yürüyüfl gerçeklefltirildi. Parkta Diyarbakır Cezaevi’nde iflkence görmüfl eski tutsaklar hoparlörler aracılı¤ıyla halka yafladıklarını anlattılar. Anlatılanlar, eyleme katılanları bir kez daha dehflete düflürürken, eylemden sonra en çok konuflulan Diyarbak›r Cezaevi’nin vahfletini yaflam›fl bir tutuklunun söyledikleriydi:”Türk basını Geceyarısı Ekspresi filmine gösterdi¤i tepkinin binde birini Diyarbakır Cezaevi'ne gösterse, gerçekleri ortaya çıkarmaya çalıflsa, nasıl bir ülkede yaflıyor olurduk acaba? Bence çok daha iyi bir ülkede yaflıyor olurduk.” – Kader Günay
Michael Moore buradayd›! ANKARA– Evet, yanl›fl okumad›n›z. Michael Moore geçenlerde Ankara sokaklar›ndayd›. Uykumun neresindeydim, hangi REM dönemime denk geldi, bilemiyorum ama çok canl›, çok etkileyici bir rüyayd›. Michael Moore yine siyahlar giymifl, beysbol kepi de bafl›nda. Gelirken filmlerinden birer kopya getirmifl. Me¤er “Bowling for Columbine” için bir toplant›da söylediklerim kula¤›na gitmifl; ondan üç tane getirmifl, jest olsun diye. Oturup “Fahrenheit 9/11”deki Bush’lu sahneleri izliyoruz. Bir sonraki an, Kurtulufl Park›’ndan Orman Çiftli¤i’ne uzanan bulvarday›z. Akflam›n geç saatleri. Bulvar eski Ankaral›lar için yeni say›l›r; bol fleritli. Önümüzde her fleritte yavafl giden araçlar var, 6-7 araba, iki taksi, bir de minibüs; hepsi de korna çal›yor. Her araçta en az›ndan bir tane bayrak, birkaç tane de d›flar› sarkm›fl erkek var. Michael bafllad› soru sormaya. “Neden korna çalarak gidiyorlar? Neden sarkanlar aras›nda kad›nlar yok? Bunu daha önce gördün mü?” Dilim döndü¤ünce anlatmaya çal›fl›yorum. Tarihsel bilgilerden giriyorum; “Ben Ankaral›y›m, eskiden böyle fleyler olmazd›.” Michael en öndeki minibüsün cam›ndan ç›km›fl adam› gösteriyor bana. Film yönetmeni demek ki, böyle keskin gözlü oluyor. Adam havaya atefl etmeye bafllay›nca anl›yorum ki, elinde silah› varm›fl. Pattadanak, otogar›n oraya gelmifliz. Direksiyonda bu kez ben oturuyorum. Michael yan›mda, elinde kamera, “Aflti, faflti, fiflti” diye tekerleme yap›yor. Buram buram terliyorum. Hava çok s›cak, ama beni as›l terleten, o minibüsteki adam gibi biri kameray› görürse nas›l bir durum ortaya ç›kaca¤›. Minibüslü-bayrakl›-silahl› konvoylar›n ortas›nday›z. Güzelim filmlerin yönetmeni demezler, bu koca adama hiç mi hiç ac›mazlar. Michael bir yandan soru sormaya devam edi-
5
Michael soru üstüne soru soruyor, Ankara emniyet müdürüne, valiye... “Yolu kapayanlar sendikal› olduklar› için iflten at›lan iflçiler olsayd› ne olurdu? Ya da haklar› için yürüyen ö¤renciler... Ya da Cumartesi Anneleri... Yine izlemekle yetinir miydiniz?”
yor. “Bu her sene olan bir fleyse, polis nerede? Yolu nas›l oluyor da kap›yorlar? Burada isteyen istedi¤ini yapabilir mi?” Bir de “otogara girelim” diye tutturmaz m›? Ben dinler miyim? Üç de¤iflik kentte gördüm içeride neler oldu¤unu. Girmedim. Girmedim de ne oldu? 100 metre gitmedik; arabalar yine yavafllad›. Yerde bir adam var. Michael kameray› kapt›¤› gibi indi. Ben arabay› b›rak›p inemiyorum. Michael gitti. Hangi konvoydan düfltü ki bu adam? Ak›fl kesiliyor. Tam nerdeyiz, ç›karmak zor. Kamera ortada görünmüyor. Galiba filmin içindeyiz. Film fleridinin sesi geliyor arkadan. Michael soru üstüne soru soruyor –ama sakin sakin, Michael usulü. Otogara en yak›n trafik polisi arac›ndan bafllayarak Ankara emniyet müdürüne, valiye dek herkese bana sordu¤u sorular›n hepsini tek tek, aksatmadan soruyor. Sonra birkaç yeni soru ekliyor. “Yolu kapayanlar sendikal› olduklar› için iflten at›lan iflçiler olsayd› ne olurdu? Ya da haklar› için yürüyen ö¤renciler... Ya da Cumartesi Anneleri... Yine izlemekle yetinir miydiniz?” Rüya tümüyle Michael’›n filmine dönüfltü. fiimdi E-5’teyiz. Yol camlardan taflm›fl, f›rlam›fl, bö¤üren erkeklerle dolu araçlarla, daha do¤rusu bu araçlardan oluflan konvoylarca kapat›lm›fl. Kenarda bir polis otosu; içindeki polisler durumu izlemekle yetiniyor. Yolun öteki yakas›nda bir tane daha var; oradaki polisler de geçide gelmifller sanki, bak›p duruyorlar. Michael soraca¤› sorular› sormazsa duramayacak, belli. Polis otosundan bafllayarak bir dizi kamu görevlisine Ankara’da sordu¤u sorulardan sormaya bafll›yor. Gitti¤imiz makam yükseldikçe, sordu¤u sorular zorlafl›yor. “Bu araçlar yollar› kap›yor, havaya atefl edenler var, ama kar›flm›yorsunuz. Ya bu kurflunlar birilerine denk gelse? 1 Ma-
6
y›s’ta ise bütün kenti ablukaya alm›flt›n›z. Bunu aç›klar m›s›n›z?”. En sonunda “hani bir otel yak›lm›flt›, içinde insanlar varken. Güvenlik güçleri izlemiflti. Bu oteli yakmak isteyenler muhalifler olsayd›, ne olurdu?” sorusunu bile soruyor. Soracak o kadar çok soru ve hesap var ki, sorular ne kadar devam edecek kestiremiyorum. Film tam burada kesiliyor. Michael bana el sall›yor. “Film çok iyi oldu, bu konuda daha yap›lacak çok fley var!” diyor. Uzaklaflt›kça ses daha az geliyor. Bana uzaktan elindeki foto¤raf› gösteriyor; Türk Tarih Kurumu Baflkan› Yusuf Halaço¤lu’nun foto¤raf› galiba. “Kolay gele” diye m›r›ldan›yorum. ‹nan›r m›s›n›z, ondan sonra m›fl›l m›fl›l uyumuflum – Serdar M. De¤irmencio¤lu
cek. Fevzi amca sonradan dindar olmufl, uzun bir sakal b›rakm›fl. Gezici müzisyenmifl bir zamanlar. Ba¤lamas›ndan, kemençesinden dem vururken yüzü ayd›nlan›yor, az›c›k hüzünlendikten sonra a¤açlar›n› ifllemeye gidiyor. Mevlüt okurken yolunu sapt›r›p uzatt›¤›, do¤açlamaya dald›¤›, ‹stanbul’da folklor ö¤retmeni olan k›z›yla içten içe gururland›¤› anlat›l›yor. Artvin’in Borçka kasabas›na ba¤l› Megrel köyü Çxala’n›n Türkçelefltirilmifl ad› F›nd›kl›. Ardeflen’e arabayla bir buçuk saatlik mesafede. Müzisyen arkadafl›m›z Mircan Kaya’n›n dedesinin köyü buras›, da¤lar› onunla aflt›k. Otobanda k›vr›l›p dönerek ulafl›yoruz Çxala’ya. Birbirine uzak evler ve ilk baflta terkedilmifl izlenimi veren dilsiz bir köy. O saatte herkes tarlada, sadece yafll›lar ve köpekler... Daha önce da¤ köyü görmeyenler için tam bir sürpriz, çukurda m›y›z yoksa arada bir yerde as›l› m› kald›k diye düflünüyoruz önce. Elimize bir sopa al›p yürümeye bafllad›¤›m›zda, hemen uyum sa¤layabilece¤imizi anlay›p rahatl›yoruz. Daha sonra görece¤iz; buran›n insanlar› da, do¤as› da konuksever. Törensiz, beklentisiz bir konukseverlik bu, flehirde nadir bulunan türden. Köylüler Megrel kökleri üzerine s›r vermiyorlar, sanki geçmiflin üzerine bir inkâr örtüsü at›lm›fl. Megrelce pek bilmediklerini iddia ediyorlar ama zaman zaman aralar›nda, duymaya pek de al›fl›k olmad›¤›m›z ak›c› bir dil konufluyorlar. O dil beden ritimlerine, onlar› çevreleyen do¤aya daha bir yak›fl›yor. Türkçede yapt›klar› hatalara tan›k olmaktansa o bilmedi¤imiz dilin müzi¤ini dinlemek istiyoruz, ama onlar sayg›s›zl›k etmemek için ad›mlar›n› bizim sözlerimize uyduruyorlar. Oysa o konuflmalardan
sonra att›klar› kahkahalar kula¤›m›zda çok daha canl› ç›nl›yor. “Kahkahalara altyaz› gerekmez” deyip tulumun ezgisinde birlefliyoruz. Bütün gün tarlada çal›flt›ktan sonra akflamlar› tulum çal›p danseden, arada maniler okuyan gençler bizi de halaya kat›yor. Önce kertenkelelerle karfl›laflt›k, tafllar›n aras›ndaki oyuklara k›vr›larak girip ç›k›yorlar; suyun sesini takip edip dereyi buluyor, tepelere t›rman›p köyün her aç›dan de¤iflen büyülü manzaras›na kapt›r›yoruz kendimizi. Ancak sessizlik efllik eder bize, burada sessizlik do¤ay› dinlemek anlam›na geliyor. Rüzgâr›n sesi yaprak h›fl›rt›s›na kar›flm›fl, ya¤muru and›r›yor, günün her vaktinin ayr› bir sesi var. “Suyun gözü” derlermifl, Metin abinin kulübesine ç›karken orada durup solukland›k. Bir oyuktan buz gibi akan incecik suyu yaprakla içmeyi köyün gençlerinden Ender ö¤retti. Metin abi, f›nd›k tarlalar›n›n üstündeki kulübeyi iki ayda tek bafl›na yapm›fl. Bu bölgenin insanlar› yorulmak nedir bilmiyor, yafl› soruldu¤unda 80 diyen, ama asl›nda 88 olan annesi Fadime teyzenin, kulübeye günde üç kez t›rmand›¤› oluyormufl. Yeme¤e o da yetiflti. Köye bir saatlik mesafeden söz ediyoruz ama tek bir yorgunluk belirtisi yok bedeninde. Terasta kuzine yan›yor, üstünde her zaman bir fleyler pifliyor, kayn›yor; m›s›r, minci, m›hlama, çay... Masada hep f›nd›k oluyor. Dürbün sayesinde köyün bütün havadisleri canl›yay›nla hizmetinizde. Bizim önceki gün hangi a¤ac›n alt›nda ne kadar oturdu¤umuzu, kimlerle sohbet etti¤imizi, hangi köpe¤in ete¤imize atlad›¤›n› bir bir anlat›yor Metin abi. O gün f›nd›k toplayanlar, torunlar› ona emanet etmifl. ‹ki yafl›ndaki torun kuzinenin kenar›nda k›vr›l›p uyuyor, abisi dürbünle oynuyor. F›nd›k toplayanlar
Da¤lar›n gevflek dü¤ümü ARTV‹N/ ÇXALA– Y›lan gördük ama, ay›ya rastlamad›k. Önümüzden k›vr›larak h›zla geçen çelimsiz sar› sürüngen, o bölgede yaflayan en zehirli y›lanlardanm›fl, ciddiye almad›k pek. Siyah y›lanlar zehirsizmifl, ama heybetli olduklar›ndan daha çok korkuturlarm›fl. Köyde Emine teyzeye görünen y›lan›n hikâyesi günlerdir anlat›l›yormufl. Birden burnunun dibinde dimdik bir y›lanla karfl›laflm›fl, “Sanki iki metre boyunda, 20 yafl›nda bir delikanl›” diyor, dehfletini hat›rlad›kça gözleri parl›yor. Az sonra, hiç tereddüt etmeden dönüp, onunla karfl›laflt›¤› m›s›r tarlas›na ora¤›yla dald›. Çok güçlü bir kad›n, istese rahatl›kla meydan okuyabilir kara delikanl›ya, ama ona karfl› âcizmifl gibi görünmeyi seçiyor. F›nd›klar› toplay›p gelmifl, teri so¤umadan ineklere yem biçmek için yukar› ç›km›fl. Kartal›n arkas›n› t›kabasa doldurduktan sonra o yemek yapacak, efli Fevzi amca da serender inflaat›na girifle-
Çxala’da (Türkçelefltirilmifl ad› F›nd›kl›) efsaneler günlük hayat›n içinde, her an birkaç gün önce yaflanm›fl yeni bir masal ekleniyor dev kitaba. Mesela, 2000 metre yüksekli¤indeki bir yayla köyünde, da¤a yanaflan bulutu deniz san›p, atlayan bir köylüden söz ediliyor. Ya da bir ay›n›n kaç›rd›¤› kad›n› 15 gün ma¤aras›nda konuk edip balla besledikten sonra serbest b›rakt›¤› anlat›l›yor...
geldi¤inde befl dakikada bereketli bir sofra kuruldu. Bu sene f›nd›k pek yokmufl, bir sene bol, bir sene k›t olurmufl mahsul. Ekonomilerini bu do¤a bilgisine uydurmaya al›flm›fllar. Da¤lar bizi paketlemifl, ama gevflek bir dü¤üm atm›fl, aralarda baflka uzak da¤lara z›playabilece¤imiz geçitler b›rakm›fl, yükseklik ayarlar›n› da öylesine incelikle yapm›fl ki, sanki o da¤lar› afl›p düzlüklere ulaflma ihtimalini hep an›msatmak istemifl. Uzaktan kufl seslerini taklit eden çocuklar›n sesleri geliyor, karanl›k indi¤inde yarasalar›n dans› bafll›yor, fosforlu izler b›rak›yorlar havada, çoban atefllerinin ç›t›rt›s› ve her befl dakikada bir at›lan tüfek sesi... “Bir mermi sarhofllu¤u mu acaba” diye sorup, “silah› bu kadar da çok seviyor olamazlar” demifltik, gerçekten de bir sebebi varm›fl. Ay›lar f›nd›k tarlalar›na ve kovanlara zarar verdiklerinden, onlar› kaç›rmak için tüpgaz marifetiyle böyle bir düzenek kurulmufl da¤larda. Ay›lar bir giriflte koca tarlay› talan ediyor, tek bir f›nd›k bile b›rakm›yormufl. Yine de buna pek güven olmaz, her an sistem çökebilir, zira insanlar› kand›rma konusunda uzmanlaflm›fl ay›lar yaflarm›fl bu da¤larda. Öyle hikâyeler anlat›l›yor ki ay›lar üzerine, baflta yad›rgad›k ama, bir süre sonra onlar› da aileden görmeye bafllad›k. Geldi¤imiz gün Ardeflenli arkadafl›m›z bize bir ay›n›n bir kad›n› kaç›rd›¤›n› ve on befl gün ma¤aras›nda konuk edip balla besledikten sonra serbest b›rakt›¤›n› anlatm›flt›. Öyle güldük ki, inanmad›¤›m›z› düflünüp al›nd›. ‹nand›¤›m›za ikna etmek için epey dil dökmek zorunda kald›k. Karadeniz vizesi almak için böyle bir anlaflmaya varmal›s›n›z. Burada efsaneler günlük hayat›n içinde, geçmifle do¤ru uzun an›msama yolculuklar›na ç›kmaya gerek yok, her an birkaç gün önce yaflanm›fl yeni bir masal ekleniyor dev kitaba. Mesela, 2000 metre yüksekli¤indeki bir yayla köyünde, da¤a yanaflan bulutu deniz san›p, atlayan bir köylüden söz ediliyor. Bunun bir f›kra m›, yoksa bir fliir mi oldu¤unu tart›flmaya bafllad›¤›m›zda, biri bizi kolumuzdan tutup ay›n beyaza boyad›¤› çimenleri göstermek üzere evin öteki ucuna sürüklüyor. Hiç çimen mehtab› görmemifltik daha önce, ya da eylül bafl›nda kar manzaras›... Dilimiz tutuluyor. Gerçe¤i do¤an›n oyunlar›ndan, masal› gündelik hayattan ay›ramayaca¤›m›z› anl›yoruz, bunda ›srarl› olanlar› do¤a ay›klar zaten, ya mideleri bozulur ya bas›nç çarpar. Ne kadar uyum sa¤lam›fl olsa da, bizim gibi yeflil derinliklerin içinden yürüyüp geçen her yabanc› ayk›r› bir f›rça darbesini and›r›yor. Tabloya nüfuz etmek için do¤an›n damgas›na ihtiyaç var. Rüzgâr›n, suyun, da¤lar›n izi yüzümüze, derimizdeki haritaya ifllendi¤inde biz de bu köyün insanlar› gibi do¤aya kar›flm›fl olaca¤›z. –Pelin Özer
“Kendimiz” nedir? fiAM– Piyano Perküsyon Grubu olarak Suriye Caz festivaline kat›ld›k. Daha önceleri bilmiyordum, orada bir caz festivali düzenlendi¤ini, bu seneki üçüncüsüymüfl, ama biz zaten oralardaki hayat ve hayatlar üstüne ne biliyoruz ki! Sanki merak ve ö¤renme iste¤imizin oklar› hep bat› ve kuzey yönümüzde at›lm›fl da, do¤u ve güney yönünde ilerlemiyorlar, o yönlerimiz t›kanm›fl. Buralardan oralara gitmeye kalkt›¤›n›zda ise t›kal› olan yönler tam da öbürleri; Londra’ya, Hollanda’ya gitmeye kalkt›¤›n›zda giderek bir tez çal›flmas› halini alan bir vize alma süreci yaflarken Suriye’ye yar›m günde vize al›yorsunuz. Uçakla fiam’a indi¤imizde Büyükelçili¤in floförü bizi ald›. Tabii yolda hemen sormaya bafllad›k, cevaplar ard› arkas›na... Mesela Suriye’de yolda diyelim kaza yap›ld›, küfür sallamak yerine “kusura bakma gözüm” deniyor ve zaten sokaklarda sinirli korna sesleri de yok, çünkü iliflkilerde genelde bir sald›rganl›k eksikli¤i var, onun yerine bir yumuflakl›k, flefkat ve anlay›fl hissediliyor. Kad›nlar gecenin üçünde, dördünde kendi bafllar›na güvenle sokakta dolafl›yorlar. Bizlere pek güzel sahip ç›kan elçilik mensuplar› hem gezdirip yedirip içirdiler, hem de her tür acil ihtiyaç için haz›r ve naz›r bulundular. Gerçi insan Türkiye’den gelen biri olarak Suriye’de kendini zaten pek hofl hissediyor, nas›l bir sevgi, ilgi, dostluk ve kolayl›klar silsilesinin içinde sürükleniyorsunuz anlatamam, yol sordu¤unuzda gidece¤iniz yere kadar götürüvermeler; herkese 10 lira, size iki lira olmalar... Konserden önceki gün fiam’da gezindik, yemeklerini tatt›k, sokaklar›n›, birkaç mahalleyi, evleri cepheden ve eskiden ev/konak olmufl olan lokantalar›n içini gördük, bazen soka¤›n sa¤› Müslüman, solu H›ristiyan mahallesi oluyor veya bir sokak boyunca ilerlerken, bir cami, bir Ermeni kilisesi, sonra bir sinagog peflpefle geliveriyorlar, öyle içiçe, yanyana, dirsek dirse¤e duruyorlar yüzy›llard›r. Bu bize de yabanc› de¤il asl›nda ya... O gün birkaç saat de piyano çalmak istedi¤im için beni konservatuara (klasik bat› müzi¤i) götürüp b›rakt›lar. Çok enteresan bir his yaflad›m, bize hem çok benzer, hem de farkl› olan fleylerin kar›fl›m›. Piyano çald›¤›m odan›n penceresinden bak›yorum, çok s›cak, ama kuru s›cak, ora a¤açlar› pencereden içeri e¤iliyorlar ve içeri tozlu bir ›fl›k seli giriyor, sicim gibi ter dökerek çalmaya devam ediyorum. Yan odada konservatuar ö¤rencileri “caz tak›l›yorlar”, aynen bizdeki gibi, acaba diyorum bu burada da illegal bir durum mu? 1970’li y›llarda ‹stanbul’da konservatuarda caz çalarken yakalan›rsan›z disipline verilirdiniz... Disiplini “bozan” hangi-
siydi acaba, caz›n klasik müzik disiplinine yabanc› olmas› m›, yoksa o y›llarda Türkiye’ye ve müzi¤i hissediflimize yabanc› olmas› m›yd› bilemiyorum. Ara verip koridora ç›k›yorum; simsiyah, k›v›rc›k saçl› bir trompet ö¤retmeni ile iki çift laf ediyorum, üstüme sanki ben Avrupa’l›ym›fl›m gibi bir hal geliyor, bir trompetçinin Arap olmas›n› handiyse yad›rgayaca¤›m. “‹deolojik düflünme” bu olsa gerek. Evet, fiam kalesindeki konserimizin bafl›nda seyirciyle üç cümle kadar Arapça konufltum, “komfluyuz, ama yine de ancak ‹ngilizce konuflup anlaflabiliyoruz, Arapça bilmeyi isterdim” dedim. Bir “aaa” ve dalgalanma oldu Arapça konufltum diye. Birisi k›r›k bir Türkçeyle “çok güzel söyledin” diye ba¤›rd›, ki Suriye’de zaten ço¤unluk biraz Türkçe konufluyor. Seyirciler Arap, Kürt, Filistinli ve Ermenilerden olufluyordu. S›ra geldi “Kap›lar” parçam›za, biz sondaki “Bar›fl istiyorum/ Huzur/ Birliktelik/ Kardefllik/ Bütünlenmek istiyorum…” sözlerini Ladino, Kürtçe, Ermenice, Rumca s›ralarken Kürtçede seyircilerin sa¤ taraf› “yaflaaa” diye aya¤a f›rlarken, Ermenicede sol taraf› galeyana geldi, öbek öbek oturup kalkt›lar. Bir çeflitlili¤e hitap etti¤imizi hiç bu kadar dolays›zca yaflamam›flt›m. S›ra geldi sürprizimize, yani benim geçen sene eylülde Bar›fl Günlerinde Feyruz’dan ö¤renip Arapça söyledi¤im parçaya. (Anlam›fls›n›zd›r Arapçaya bay›lmaktay›m, o sesleri ç›karmak için a¤z›m›, g›rtla¤›m› flekilden flekile sokmak ve benzetebildikçe pek sevindirik olmak…) “Baadek ala beeli” ilk sözleri, tabii yaz›l›fl› bu de¤il... Aram›zda önceden konu olmufltu, “aman baltay› tafla vurmayal›m, bakal›m Feyruz Suriye’de seviliyor mu, kad›n Lübnan’da yafl›yor, so¤ukluk olmas›n flimdi” diye, me¤erse, aaa ne demek Araplar sabahtan ö¤lene kadar
Feyruz, ö¤leden akflama kadar da Ümmü Gülsüm dinlermifl. ‹yi o zaman, anons ettim, “flimdi korku içindeyim çünkü size bir parça söyliyece¤im, ama siz onun âlâs›n› binlerce kere dinlediniz.” Parçan›n serbest giriflini çald›k, yine bir dalgalanma oldu Arapça oldu¤u için, ama pek de de¤il, ammaa parçan›n ritmi ve esas melodisi oturdu¤u anda anlad›lar ki bu Feyruzdur, bir 盤l›k silsilesi, bir feryat figand›r koptu gitti... ‹yi çald›k, çok güzel bir konser oldu, ama daha çok hat›rlad›¤›m konserin sonunda seyircinin kucaklamak için üzerimize koflup bizi hasretle bir kuflatmas› vard› ki, o zaman Türkiye’den gelenler olarak oralarda ne kadar çok izlenip düflünülüp sevildi¤imizi, zihinlerinde adeta tahtlarda oturdu¤umuzu ve buna karfl›l›k bizlerin de ne kadar onlar› unutup s›rt çevirdi¤imizi, kendimiz olmak için y›llar önce nas›l kaçarcas›na ruhumuzu onlardan ay›rd›¤›m›z› hissettim. Ki, bu “kendimiz” nedir? First Lady ve Araplar, Türkler ve ‹sviçrelilerce düzenlenen bu festivalde Suriyeli, Kanadal› ve çeflitli Avrupal› ekipler vard›, CD sat›fl tezgâh›nda duran genç, konserden sonra bana: “Seyirciyi çok ciddiye ald›¤›n›z› onlara hissettirdiniz, bu onlar için çok önemliydi” dedi. Halep kalesi muhteflem bir yerdi. Kebab› da Yee Yee Yee! Organizatörlere, elçilik ve konsoloslu¤umuza çok teflekkür ettik – ve Büyükelçimizin bize mektubundan sat›rlar: “Çeflitli otantik enstrümanlar›n kullan›m› sayesinde caz müzi¤ine getirmifl oldu¤unuz farkl› bak›fl aç›s› ile Bat› ve Do¤u ritmlerinin kaynaflmas›n›n eserlerinizde ortaya ç›kard›¤› kompozisyon, iki kültür aras›nda önemli bir ba¤ olan ülkemizin benzersiz yap›s›n›n Suriye halk›na da sergilenmesi f›rsat›n› vermifltir...” Yine gidelim. –Ayfle Tütüncü
Piyano Perküsyon Grubu, Haziran 2007’de Hayal Kahvesi konserinde. Yahya Dai(saksofon), Cengiz Baysal (davul), Timuçin Gürer (perküsyon), Ayfle Tütüncü (piyano)
7
TURGUT TARHANLI’YLA 301 VE ANAYASA TARTIfiMASI ÜZER‹NE
Mühim olan k›lcal damarlar Hrant Dink’in katledilmesinin yolunu döfleyen 301 yerli yerinde, hukuk adamlar› Dink’in katillerini öven türküyü savunuyor, Yarg›tay Bask›n Oran ve ‹brahim Kabo¤lu’nun “halk› kin ve düflmanl›¤a tahrik etmek”ten yarg›lanmas›n› istiyor... Türkiye, yeni anayasa tart›flmas›na bu ortamda bafllad›. “301 kald›r›ls›n, ›rkç›lar yarg›lans›n” kampanyas›n›n kat›l›mc›lar›ndan Bilgi Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dekan› Prof. Turgut Tarhanl›’yla kulak veriyoruz. “301 kald›r›ls›n, ›rkç›lar yarg›lans›n!” slogan›yla bir kampanya yürütülüyor. Siz de bu çerçevede “301. madde niçin kald›r›lmal›d›r?” bafll›kl› panele kat›ld›n›z. Ne düflünüyorsunuz kampanya hakk›nda? Turgut Tarhanl›: Çok pozitif, ümit verici bir giriflim, ama bundan sonra kampanyan›n nas›l yürütülece¤i çok önemli. Sorun sadece Ceza Kanunu’nun 301. maddesiyle s›n›rl› de¤il. Ceza Kanunu’nun baflka maddelerinde, baflka yasal düzenlemelerde, mesela Bas›n Kanunu’nda da sorunlu hükümler var. Uygulamada pek çok sorunlu örnek var. Yasal düzenlemelerdeki bir çok maddede çok önemli sorunlar var, ama uygulamay› ve toplumsal iliflkilerimizi de gözönüne almak laz›m. Bu çerçevede 301. madde kampanyas› bofla kürek çekmek mi? Hay›r, de¤il. 301 art›k bir arketip oldu; bunun Ceza Kanunu’ndan ç›kart›lmas›n› mutlaka sa¤lamak gerekiyor. Bu bir inatlaflma da de¤il, Ceza Kanunu’nda o maddeye ihtiyac›m›z yok. “Türklü¤ü korumak” istiyorsan›z, bütün etnik kimliklerle birlikte, 216. madde sayesinde koruyabilirsiniz. Yarg›tay’›n Bask›n Oran ve ‹brahim Kabo¤lu hakk›ndaki 216. maddeyle ilgili karar› bir uygulama sorunu mu? Ceza Kanunu’nun 216. maddesi, demokraside ihtiyaç duyulan, toplumun belli bir kesiminin etnik, dinsel, dilsel, sosyal mensubiyet gibi nedenlerle, bir di¤eri aleyhine k›flk›rt›c›, husumete teflvik edici davran›fllar içinde olmas›n› önlemeye yönelik bir madde. Irkç›l›k veya ayr›mc›l›¤a karfl› temel sigortalardan biri. Yeni Ceza Kanunu’nda, “aç›k ve yak›n tehlike olmas› halinde” denerek, keyfî karar al›nmas›n› önleyen bir filtreyle bu madde desteklendi. Madde, demokrasiye uygundu. Ama uy-
8
Anayasa tart›flmas›, Türkiye’nin yak›n geçmifliyle, 12 Eylül’le hesaplaflmas› meselesidir. Türkiye’nin yo¤un, fledit, askerî bir müdahalenin, Diyarbak›r cezaevi olaylar›n›n, çocuk yaflta insanlar›n idam edildi¤i o karanl›k dönemin ürünü bu güdümlü metinle art›k kendini ba¤l› görmedi¤inin ferahl›¤›n› hissetmesi önemli.
gulamada Yarg›tay, Baflbakanl›k ‹nsan Haklar› Dan›flma Kurulu gibi bir heyetin iç çal›flmas› ve Baflbakanl›¤a sunaca¤› insan haklar›na iliflkin raporun, “aç›k ve yak›n tehlike” oluflturdu¤u sonucuna ulaflt›. Buradaki neden-sonuç iliflkisini bir demokrasi ba¤lam›nda anlamak mümkün de¤il. ‹smail Türüt ve Ozan Arif’e de Türklü¤e ve Karadenizlili¤e hakaretten dava aç›labilir... (Gülüyor) O konuda öyle bir duruma yol aç›l›yor ki, “Karadeniz halk› Türklü¤e, Türkiye’ye hasmane davrand›¤› ima edilen kiflilerin hakk›ndan fliddet yoluyla gelebilecek bir topululuktur” deniyor. Bu, demokrasi içinde olacak fley de¤il, birilerinin yaflam hakk›n› fliddet yoluyla ortadan kald›rabilece¤inizi söyleme hakk›na sahip de¤ilsiniz. Dolay›s›yla, 216. maddenin de kapsam›na giren bir durum; etnik temelde k›flk›rt›c› oldu¤u, suça teflvik etti¤i için. Hrant Dink cinayetini ve cinayetin faillerini aç›k aç›k övüyor... Kesinlikle, çok aç›k. Türüt o görüntüleri bizzat o klibe yerlefltirmifl olmayabilir, ama türkünün güftesi de ifade özgürlü¤ü kapsam›nda de¤il. Bir vakayla karfl› karfl›ya kald›¤›n›zda, söz konusu durumun insan haklar› perspektifinden ifade özgürlü¤ü kapsam›nda m›, yoksa s›n›rlanabilir mi oldu¤una, hangi ba¤lamda, hangi tarihî zaman dilimi içerisinde, hangi sosyal iliflkilerde, nas›l ortaya ç›kt›¤›na bakarak karar veriyorsunuz. Bu türkünün Ocak 2007’de ifllenen cinayetten bu yana kendine bir yol bulmufl olmas›, o cinayetin nas›l sunuldu¤unu ve nas›l bir alg› yaratt›¤›n› ortaya koyuyor. Sözünü etti¤iniz tarihsel, sosyal, kültürel vs. ba¤lam›n da kesin bir çerçevesinin olmas› laz›m de¤il mi? Yoksa, örne¤in, Ermeni meselesini tart›flan-
lara ya da vicdani redçilere karfl› giriflilen sald›r›lar da “tarihsel, kültürel, sosyal hassasiyetlerle” hoflgörülebiliyor. ‹fade özgürlü¤ünün tan›m›n›n, kapsam›n›n mu¤lakl›ktan ç›kar›lmas› mümkün herhalde. Freemuse (Freedom of Musical Expression) adl› Danimarka merkezli, dünyan›n her ülkesindeki müzisyenlerin, sanatç›lar›n ifade özgürlü¤ünü savunan uluslararas› bir sivil toplum örgütü var. Onlar da ayr›mc›l›¤› veya savafl› teflvik eden sözlere sahip flark›lar› özgürlük kapsam›nda kabul etmiyor. Bu asl›nda, uluslararas› bir standart. BM’nin 1966 tarihli Medenî ve Siyasî Haklara Dair Uluslararas› Sözleflme adl› bir anlaflmas› var; Türkiye de 2003’ten beri bu anlaflman›n taraf› ve yükümlülük alt›nda. Bu anlaflman›n 19. maddesi ifade özgürlü¤ünü düzenler; 20. maddesi ise, ulusal, ›rksal veya dinsel nefretin ayr›mc›l›k, düflmanl›k ya da fliddete k›flk›rtma fleklini alabilecek biçimde savunulmas›n› yasaklar. ‹kinci s›n›rlama, her türlü savafl propagandas›n›n yasaklanmas›d›r. Avrupa ‹nsan Haklar› Mahkemesi (A‹HM) de ifade özgürlü¤ünün s›n›rlar›n› somut olarak çizdi. Bir s›n›rlamada bulunmak için, öncelikle yasal bir dayana¤›n olmas› ve bunun aç›k, berrak, eriflilebilir olmas› laz›m. ‹kincisi, özgürlü¤ünüzün s›n›rland›rmaya maruz kalabilmesi için meflru amaçlar›n olmas› laz›m. Birbiriyle çat›flan iki menfaat durumunda, birine a¤›rl›k verilmesi söz konusu olabilir. Mesela, ülke askerî iflgale u¤ram›flt›r, bas›n özgürlü¤ü ile ulusal güvenlik parametresi karfl› karfl›ya gelir. Bas›n özgürlü¤ü, ifade özgürlü¤ü mutlak bir hak de¤il, s›n›rland›r›labilir bir hakt›r. Ulusal güvenli¤in tarifi de bizde çok genifl ve mu¤lak de¤il mi? Hukuken, “Bizim co¤rafî konumumuz o kadar stratejik, o kadar kötü bir mahallede oturuyoruz ki, her an teyakkuz durumunda olmam›z gerekir” temelinde bir anlay›fl savunulamaz. Savafl, iflgal gibi durumlarda ya da kamu düzeni, genel sa¤l›k gibi gerekçelerle s›n›rlama mümkündür. ‹nsan haklar› anlaflmalar›nda “meflru amaçlar” kapsam›nda bunlar s›ralanm›flt›r. Bask›n Oran, ‹brahim Kabo¤lu vakas›na dönersek, yasall›k ve kamu düzenini koruma parametreleriyle hareket ediliyor gördü¤ümüz kadar›yla. Ancak, bir demokraside, neden-sonuç iliflkisini titizlikle ölçmeniz gerekiyor. Bu raporu kim haz›rlam›fl? Ne için haz›rlam›fl? fiiddete baflvuran bir örgütün stratejik bir merhale katetmesine destek olmak için haz›rlanmam›fl. “Türk milleti tan›m›, alt kimlikleri yok sayan, onlar›n üstünü örten bir sonuç do¤urabilir, dolay›s›yla toplumsal huzursuzluklara, gerginliklere yol aç›c› olabilir. Bu nedenle alt kimlikleri de görebilecek bir kimlik politikas› tercihi flayand›r” denmifl. fiiddete teflvik yok, husumete yöneltici bir ifade yok. Mahkeme bu aç›klamada kamu düzeninin bozulmas› konusunda aç›k ve yak›n tehlike görüyor ve “Kamu düzeni kavram› ülkelere ve toplumlara göre yorumlan›r” diyor. Kamu düzeninin bozulup bozulmad›¤›n›n her vakada ayr›ca de¤erlendirilmesi tabii ki gerekir, ama belli uluslararas› standartlar da vard›r. Ülkelere göre de¤iflen mu¤lak bir kavram de¤ildir. Bu vakada, problem bu noktada ortaya ç›k›yor. Bu vahim bir durumdur, çünkü kamu düzeni kavram›n› muhayyel, somutlaflma-
m›fl, ölçülmekten yoksun, sübjektif bir kavram haline sokuyor. Yarg›tay’›n karar›n›n aç›kland›¤› zamanlamaya, siyasal ba¤lama bakt›¤›m›zda da durum düflündürücü. Yeni anayasa tart›flmalar› gündemdeyken Yarg›tay’›n bu karar› karfl›s›nda yarg›n›n güdümlü olmad›¤›n› söylemek pek mümkün de¤il... Kendi ad›ma, karar› alanlar›n neyi hedefledikleri hakk›nda bir fley söylemek zor. Ama, hukukî çerçevede bakt›¤›n›zda, bu karar hukukî yorum sorunlar› tafl›yor. Yarg› siyasî gerilimler içinde taraf olmamas› gereken bir organd›r. Bu herhalde yarg› mensuplar›n›n tarafs›zl›k ilkesine ba¤l›l›k göstermeleri beklenerek sa¤lanamaz. Yarg›da bu kadar s›k uygulama sorunu yaflan›yorsa, yarg›çlar kararlar›nda “yorum” s›n›rlar›n› bu kadar zorlayabiliyorsa, sisteme dair temel bir sorun var demektir. Örne¤in, Hrant Dink’in mahkûm oldu¤u davada da gayet aç›k olan ifadesi (“Türk kan›”) mahkeme taraf›ndan ak›ld›fl› bir flekilde “yorumland›”. Elefltiriler karfl›s›nda hükümet de hep “uygulama sorunu” diye geçifltiriyor. Bu sorunun çözülmesi için sizce ne yap›lmas› gerekiyor? Bir kere, meslekiçi e¤itim gerekiyor. Yarg› ba¤›ms›z ve tarafs›z olmal›d›r, fakat yarg›n›n performans›n›n da ölçülmesi gerekir. Bu, onun ba¤›ms›zl›¤› ya da tarafs›zl›¤›na gölge düflürür diye yorumlanmamal›. Bir demokraside bütün kurumlar, belli kurumlar ad›na yetki kullanan herkes hesap verebilir durumda olmal›. Bunu önce kendi içinde, meslekî etik anlay›fl›yla gerçeklefltirmeli. E¤itim önemli, bu bir girdi çal›flmas›d›r. Ama ç›kt› de¤erlendirmesi de yap›lmal›. Türkiye’de, kamu yönetiminde ç›kt› de¤erlendirmesi yap›lmaz. Mesela, hakim ve savc›lara, kad›nlara yönelik fliddetin önlenmesi konusunda e¤itimler veriliyor. Peki o hakim ve savc›lar karfl›lar›na bu türden vakalar geldi¤inde ne yap›yor? Bilmiyoruz. Bunun s›nanmas› için mesela pilot davalar aç›labilir. Toplumun örgütlü bir biçimde bunlar› takip edebilmesi laz›m. Bu konuya iliflkin istatistiksel veriler konusunda bilgi edinme hakk›ndan da yararlan›labilir. Kanallar› sonuna kadar götürerek bu duyarl›l›¤›n takibi çok önemli. Yasa metinlerinde sorunlar yok de¤il, ama uygulamadaki sorunlar daha büyük. Metinde de¤ifliklik yapmak da yeterli de¤il; 301. maddeyi kald›rd›¤›n›zda sorun bitmeyebilir. Onu o flekilde uygulayan zihniyete sahip aktörler o icraati yine sürdürebilir. Yarg› kendisini adeta bir ulusal mücadele içinde görebilir. 301. madde ve tart›fl›lan pek çok maddedeki temel sorun, Anayasa’da yap›lan “Türklük” tan›m›na ve kamu düzeni tarifine dayanm›yor mu? Ondan da ötede, Türkiye’deki tart›flmalarda hukukun araçsallaflt›r›ld›¤›n› görüyoruz. Siyasî aktörler için de geçerli bu. Örne¤in Oran-Kabo¤lu davas›ndaki Yarg›tay karar› Yeni fiafak’ta befl sat›rl›k bir haberdi. Yeni fiafak ifade özgürlü¤ünü savunan birçok yazar›n da oldu¤u, hükümete yak›n bir gazete. Baflbakan›n kendisi ifade özgürlü¤ünden hüküm giymifl, cezaevinde yatm›fl bir kifli. Ama, herkes hukuku araçsallaflt›r›yor. Hukukun böyle bir anlay›flla uygulanmas›n›, yorumlanmas›n› takip etmek ve elefltir-
mek çok önemli. Baflbakan ifade özgürlü¤ü çerçevesinde cezaevinde yatm›fl bir kifli ama, Türkiye’de gazetecilere, mizahç›lara, kendisini elefltirenlere en çok dava açan siyasetçi de ayn› zamanda... Türkiye’nin çeliflkisi bu iflte. Hukukun araçsallaflt›r›lmas›n›n çok tipik bir örne¤i. Ceza yasas›nda “demokratiklefltirme”ye gidilirken, 301 gibi maddelerin ›srarla savunulmas›, anayasay› “sivillefltirme” girifliminin hemen öncesinde polisin yetkilerini ak›lalmaz biçimde geniflleten Polis Vazife ve Salâhiyet Kanunu’nda De¤ifliklikler Yap›lmas›na Dair Kanun... Demokratikleflme ya da sivilleflme ad›na herhangi bir prensipten söz etmek mümkün de¤il. Bu tabloda, Anayasa tart›flmalar›n› nas›l görüyorsunuz? Anayasa tart›flmas› önemli. Turgut Tarhanl› Çünkü bu, asl›nda Türkiye’nin yak›n geçmifliyle, 12 Eylül dönemiyle hesaplaflmas› ve çok gecikmifl bir s›navdan ç›kmas› meselesidir. 12 Eylül’le elbette sadece bu flekilde hesaplaflm›fl olmuyorsunuz. Bu önemlidir, ama yeterli de¤ildir. Anayasalar sonuçta sihirli metinler de¤il, tamam, en üstteki normu belli ilkelere uygun bir flekilde yeniden infla etti¤inizi söylüyorsunuz. Ama, önemli olan asl›nda bundan sonras›. Bireyleraras› iliflkilerde, devlet yetkilerine sahip kiflilerle buna sahip olmayan kifliler aras›ndaki uygulama. Bunlar sadece anayasayla belirlenmiyor, çok daha alttaki düzenlemelerle ifller yap›l›yor. Onlar›n da bafltan düzenlenmesine ihtiyaç var. Mesela, Polis Vazife ve Salâhiyet Kanunu’nda, polise yaflama hakk›na müdahale edebilme yetkisi veriliyor. ‹flkenceyle mücadele aç›s›ndan da kuflku uyand›racak de¤ifliklikler yap›l›yor. ‹flimiz anayasayla bitmeyecek, bu çeliflkileri de ortaya ç›karmak gerekecek. Mesele Türkiye hukuk düzeninin bütün dikenlerinden ar›nd›r›lmas›d›r. Anayasan›n nötrlü¤ünün, ideolojilerden ar›nmas›n›n önemli oldu¤u söyleniyor. Öyle bir fley mümkün mü? ‹deolojiden ar›nm›fll›k mümkün de¤ildir. Kastedilenin, anayasan›n belli hukukî ilkeler, insan haklar› ve demokrasi anlay›fl› d›fl›nda infla edilmemesi oldu¤unu düflünüyorum. ‹nsan haklar› ve demokrasinin yap›sal unsurlar›n› güçlendirici, bunlar›n uyumlu biçimde biraradal›¤›n› sa¤layan bir metin olmas› d›fl›nda, anayasay› ekonomik, siyasî, dinî veya toplumsal etkilerden ar›nd›rmak gerekiyor. Anayasan›n giriflindeki “sosyal devlet” ifadesi de ideoloji de¤il mi? Ve sahip ç›k›lmas› gereken bir ideoloji... Tabii, bunu sosyo-ekonomik eflitsizliklerin giderilmesine yönelik bir güçlendirme mekanizmas› olarak okumak gerekir. Oysa Türkiye’nin ekonomik, sosyal haklar cephesi bir fecaattir. Anayasada, “Devlet, sosyal ve ekonomik alanlarda Anayasa ile belirlenen görevlerini, bu görevlerin amaçlar›na uygun öncelikleri gözeterek malî kay-
Çal›flma hayat›ndaki kolektif özgürlükler bireysel iliflki haline getiriliyor. “Sosyal güvence mi? Özel sigorta yapt›r›n, bireysel emekli olun...” Kolektif özgürlüklerin özünde, ayn› menfaati paylaflan kiflilerin bir araya gelmesinin yaratt›¤› güçlendirme motifi yatar. Bütün bu suland›rma çabalar›n›n›n nedeni o güçlendirme efektini ortadan kald›rmak.
naklar›n›n yeterlili¤i ölçüsünde yerine getirir” deniyor. Bu tart›fl›labilir bir ifadedir. Örne¤in Ayfle Bu¤ra ile Ça¤lar Keyder’in, “Vatandafll›k Gelirine Do¤ru” bafll›kl› kitaplar›nda savunduklar› sorumluluk anlay›fl› bu ba¤lamda önemli bir tart›flma aç›yor. Bunun ciddi biçimde tart›fl›lmas› gerekir. Bence bu, örne¤in baflörtüsü konusundan daha büyük bir sorundur. As›l sorunlar bu alandad›r diyebiliriz. Anayasa tart›flmas›nda bireysel özgürlükler vurgulan›yor, ama örgütlenme ve sendikalaflma gibi kolektif hak ve özgürlüklerden bahsedilmiyor. Maalesef, çal›flma hayat›ndaki kolektif özgürlükler özellikle bireysel iliflki haline dönüfltürülüyor, kolektif olma kimli¤inden uzaklaflt›r›lmaya çal›fl›l›yor. Neoliberal anlay›fl böyle: “Sosyal güvence mi? Özel sigorta yapt›r›n, bireysel emekli olun.” Temel mesele, kolektif özgürlüklerin temelindeki biraradal›¤›n yaratt›¤› etkidir; birey olarak bir iflletme karfl›s›nda ya da idare karfl›s›nda tek bafl›n›za güçsüz olabilirsiniz, ama kolektif özgürlüklerin özünde, ayn› menfaati paylaflan kiflilerin biraraya gelmesinin yaratt›¤› güçlendirme motifi yatar. Bütün bu suland›rma çabalar›n›n›n nedeni o güçlendirme etkisini ortadan kald›rmak. “Birey”, “bireyi güçlendirmek” dillerden düflmüyor, ama bireyin güçlendirilmesinin temeli örgütlenme, sendikalaflma haklar› de¤il mi? Bir de tabii, devlete karfl› korunaca¤› söylenen bireyin flirketlere karfl› korunmas›ndan hiç söz edilmiyor... O tamamen karanl›k nokta. ‹nsan haklar› terminolojisinde, devlet yetkilerine sahip olmayan kifliler aras›ndaki iliflkilerde haklar›n ihlâl edilmesine “yatay ihlâl” deniyor. Dünyada da son çeyrek yüzy›ld›r, neoliberal anlay›flla birlikte, flirketler karfl›s›nda bu çok s›k ortaya ç›k›yor. Özellefltirmelerin yo¤unlu¤u, art›k büyük ölçüde, devlet iktidar›ndan baflka, özel sahada da güçlü iktidarlar›n ortaya ç›kmas› sonucunu do¤urdu. O güç karfl›s›nda, o gücün ihlâlleri karfl›s›nda yapabilece¤iniz bir fley yok. fiirketlerin insan kaynaklar› birimlerinin politikalar› mesela, ço¤u gizli kodlarla çal›fl›yor. ‹nsan haklar› aktivizminde giderek gündeme gelen bir konu bu. Tabii hemen verimlilik, kârl›l›k esas› gibi konulara getiriliyor ifl. Çal›flan›n kendini güçlendirici bir yap› içerisinde o iliflkide yer almas› laz›m; birey olarak o güce sahip olamazs›n›z, hakk›n›z› koruyabilecek bir örgüt içinde olman›z gerekir. Bu sayede, iliflkilerdeki bu asimetriyi olabildi¤ince simetrik bir biçime sokma çabas› söz konusu olabilir. “‹flkenceye s›f›r tolerans” diyorsan›z, ekonomik iliflkilerde de böyle bir asimetriye izin vermemeniz laz›m. Bunlar birbirinden farkl› fleyler de¤il, aradaki mant›k ba¤› ayn›d›r, bu gücün belirleyici olmas›n› önleme mant›¤›d›r. ‹nsan haklar› bütüncüldür, bileflik kaplar gibidir. Sendikal örgütlenme zorlaflt›r›l›rken, asl›nda ne zorlaflt›r›l›yor? Bireyi ekonomik iktidar karfl›s›nda haklar›n› koruma bak›m›ndan güçlendirmekten uzak duran, onu güçsüz k›l-
9
Anayasada, “Devlet, sosyal ve ekonomik alanlarda Anayasa ile belirlenen görevlerini, malî kaynaklar›n›n yeterlili¤i ölçüsünde yerine getirir” deniyor. Bu tart›fl›labilir bir ifadedir. Ayfle Bu¤ra ile Ça¤lar Keyder’in, “Vatandafll›k Gelirine Do¤ru” bafll›kl› kitaplar›nda savunduklar› sorumluluk anlay›fl› bu ba¤lamda önemli bir tart›flma aç›yor. Bunun ciddi biçimde tart›fl›lmas› gerekir. Bu, örne¤in baflörtüsü konusundan daha büyük bir sorundur.
önemli. Anayasa metninin demokrasiye uygun olmas› önemli, ama topluma maledemezseniz, benimsenmeyebilir... Anayasalar, büyük toplumsal çalkant›lar sonucunda yap›l›yor genellikle. fiimdi gündemde olan yeni anayasa, bu aç›dan istisnai bir durum gibi. ‹stisnai durum hem var, hem yok asl›nda. Belki de istisnai olan, yeni anayasan›n toplumun çok depolitize oldu¤u bir dönemde gündeme gelmesi. Gerçi cumhuriyet mitingleri, cumhurbaflkanl›¤› seçimi, muht›ra, genel seçim, bir politizasyon yaratt› ama, geçmifl anayasalar›n do¤du¤u ortamla k›yasland›¤›nda, baya¤› süt liman say›l›r. Anayasa tart›flmas› bu k›sa dönemin siyasî ortam›na hapsolmamal›, AKP iktidar›n›n baz› devlet ayg›tlar›yla yaflad›¤› s›k›nt›lar›n üstesinden gelmenin arac› olmamal›. Siyasî taraflar aras›ndaki tart›flma üslûbu “AKP anayasas› ve onun karfl›s›ndakiler” ayr›flmas›na yol açabilir. Bu, anayasan›n haz›rlanma çabas›n›n bafllang›c›ndaki sivil olma konseptine tamamen ayk›r› bir sonuç do¤urur. ‹ktidar›n bunu önlemesi, anayasay› AKP’ye maledecek bir yaklafl›mdan kaç›nmas› laz›m. Herkesin aktif biçimde kat›l›m›n›n ve mutabakat›n›n al›nabilece¤i bir düzlemde yürütmek ve sonuçland›rmak gerekiyor. Demokrasi, insan haklar› ilkeleri aç›s›ndan bir dirençle karfl›lafl›yorsa, buna da aç›kl›kla, yal›nl›kla sak›nmadan iflaret etmek, vurgu yapmak gerekiyor. Bu, kampanyalar bak›m›ndan da geçerli. Rotay› hem ilkesel olarak bozmamak, hem gemiye olabildi¤ince çok yolcu almak, hem de batmamay› sa¤layacak biçimde sürdürebilmek kolay de¤il, fakat gerekli. Meclis kompozisyonuna bakt›¤›m›zda, CHP’nin ve MHP’nin 12 Eylül Anayasas›yla temelde bir meselesi yok. AKP’ninse k›smî olarak var. Toplumun genelinin de yeni anayasa talebi, bu yönde bir bask›s› yok. “AKP anayasas›” alg›lamas›yla sand›¤a gidildi¤inde, yüzde 60’a 40 gibi, anayasalar aç›s›ndan tart›flmal› bir sonuç da ç›kabilir. Dolay›s›yla yeni Anayasa k›sa ömürlü olmaya mahkûm gibi. AKP’nin anayasa de¤iflikli¤ini dillendirmedeki temel argüman› 12 Eylül olmak zorunda. Türkiye’nin yak›n geçmiflindeki bu leke-
yi onunla hesaplaflarak giderme çabas›n›, bir ola¤anüstülü¤e ba¤l› olmaks›z›n kendi anayasas›n› infla edebilece¤ini dile getiren sivil bir söylem gelifltirilmeli. Geçti¤imiz dört-befl ay›n, çat›flma, gerilim söyleminin ötesinde bir fleydir bu. Onun nedenleri de bu anayasan›n içinde yer al›yor, onu inkâr etmiyorum, ama buna hapsolmamak zorunda. Toplumsal örgütlenme aç›s›ndan da ana vurgulardan biri yak›n geçmiflimizle hesaplaflma olmal›. Bugünkü sorunlar›m›z› ihmal etmek anlam›na gelmiyor bu. Böyle bir hesaplaflma onun da kap›s›n› açacakt›r. Bunu bir ölçüde kolaylaflt›r›c› bir gerçek de var. 12 Eylül Türkiye’deki bütün siyasî yelpazeyi ma¤dur eden bir dönemdi. Bu yelpazeyi anayasal tart›flma ve seferberlik zeminine çekebilecek bir yönetim gerekiyor. Toplumsal örgütlenmenin ve buna iliflkin çabalar›n böyle bir haf›zay› dikkate almas› bence çok önemli. Siyasî sahan›n da bu toplumsal çabalar› dikkate almas› ve onlara yer vermesi, hem sivil bir anayasa olma karakterinin do¤al sonucu, hem de meflruiyetinin bir gere¤i. Benim endiflem, bunun AKP’ye maledilecek bir metin olarak ortaya ç›kmas›. Destek veren unsurlar›n da o partinin yardakç›lar›, iflbirlikçileri olarak damgalanmas›, bir anlamda yaflad›¤›m›z son dört ay›n yeniden sahnelenmesi... Bunu aflamamak bir girdaba girmektir. Bunu aflman›n yolu da belki, karfl›s›nda olunan, de¤ifltirilmesi gereken metnin kayna¤›nda olan askerî dönemin gözden uzak tutulmamas› olabilir. Haz›rlanacak metin çok mükemmel olmayabilir. Ama insan haklar›na dayanan bir demokrasinin temel parametelerine sahip olmas› önemlidir. Devletin yap›sal unsurlar›n› oluflturan organlar aras›nda dengeli bir koordinasyonun olmas› önemlidir. Bireysel özerklik alan›na sayg› gösterilmesi önemlidir. Temel noktalarda, demokrasiyi güçlendirme vanalar›n›n aç›k oldu¤unu görüyorsak, bu flebekeyi iflletir, buradan su akar gider, katlara da da¤›l›r denebiliyorsa, bence yeterlidir. Türkiye’nin yo¤un, fledit, askerî bir müdahalenin, Diyarbak›r cezaevi olaylar›n›n, gözalt›nda üçyüz gün tutulan insanlar›n, idamlar›n, çocuklar›n idam edildi¤i o karanl›k dönemin ürünü bu güdümlü metinle art›k kendini ba¤l› görmedi¤inin ferahl›¤›n› hissetmesi önemli bence.
Söylefli: Siren ‹demen - Yücel Göktürk
may› tercih eden bir anlay›fl› güçlendirmektir bu. Sivil iliflkileri güce ba¤l› m› belirleyeceksiniz, yoksa taraflar›n varl›¤›na sayg› duydu¤unuz, eflit iliflkiler içinde mi belirleyeceksiniz? Bu alanda güç ön plana ç›k›yor. Bu durumda, sivil bir uygulamadan söz etmek mümkün de¤il. “Sivil anayasa”da, “Türk devletine vatandafll›k ba¤›yla ba¤l› herkes Türktür” tan›m› kalacak m›? San›yorum, o flekilde olacak yine. Ancak, “etnik, dinsel, dilsel fark gözetilmeksizin” ifadesinin eklenece¤i söyleniyor. Anayasada de¤ifltirilmesi gereken en temel unsurlar neler sizce? Her tür devlet ayg›t›n›n hesap verebilir olmas› çok önemli. Mevcut Anayasa’da bundan muaf tutulan kara delikler var. Muaf tutulanlar askerî merciler mi? Sadece askerî de de¤il, Hakimler ve Savc›lar Üst Kurulu mesela, ola¤anüstü dönemde ç›kar›lan kararnameler, Cumhurbaflkan›n›n yapt›¤› ifllemler... 12 Eylül cuntac›lar›n› koruma alt›na alan “Geçici 15. madde” ne olacak? Geçici 15. madde 12 Eylül’le gerçek anlamda hesaplaflman›n engelidir ve yeni anayasa çal›flmalar›nda buna karfl› nas›l bir formül bulunacak bilmiyoruz. Vatandafll›k tan›m› sizce anayasan›n temel meselelerinden biri mi? “Etnik, dinî, dilsel vs. ayr›m gözetilmeksizin” ifadesiyle yürürlükteki tan›m›n yumuflat›ld›¤› söylenebilir. Türk kavram›n›n etnik, dilsel aidiyetten ar›nm›fl teknik uyrukluk ba¤›n›, tâbiyet iliflkisini tan›mlad›¤› vurgusu, alt-kimlikler bak›m›ndan rahats›z edici bulunmayabilir. Ancak bu ba¤lamda önem tafl›yan husus di¤er yasalar. Anayasada öngörülen ilkelere hayatiyet kazand›racak düzenlemelere ihtiyaç var. Ana gövdeyi belirliyorsunuz ama, k›lcal damarlar›n nas›l geliflece¤i çok önemli, dolafl›m sistemini iyi infla etmezseniz, felç olursunuz. Mevcut anayasan›n en temel sorunu askerin konumu, asker-sivil iliflkisinin dengesizli¤i mi? Nisan ay›ndan bu yana yaflad›klar›m›z bu vurguyu çok güçlendirdi. 1982 Anayasas›’n›n 12 Eylül’ün ürünü olmas› itibariyle de bu çok önemli. Kampanya ya da tart›flma, topluma maledilmeli, toplumun kendi örgütlenmesiyle bu tart›flmaya girmesi çok
ERTU⁄RUL YALÇINBAYIR’LA AKPN‹N DEMOKRATLI⁄I ÜZER‹NE
Düflünce özgürlü¤ünde neredeyiz, emekçinin eline ne geçiyor? AKP’nin kurucular›ndand›, Abdullah Gül kabinesinde baflbakan yard›mc›l›¤› ve devlet bakanl›¤› yapt›. Parti içi muhalefeti ve 1 Mart tezkeresine karfl› duruflu nedeniyle Tayyip Erdo¤an’›n 22 Temmuz’da üstünü çizdi¤i isimlerden biri oldu. Memleketi Bursa’da kap›s›n› çald›¤›m›z Ertu¤rul Yalç›nbay›r’la AKP’nin demokratl›¤›n› ve yeni anayasa çal›flmalar›n› konufltuk. 1970’lerde Bursa’da CHP’li bir avukatt›n›z, sonra ANAP’ta siyaset yapt›n›z, sonra da AKP’nin kurucular›ndan biri oldunuz. AKP’de sizi çeken neydi? Ertu¤rul Yalç›nbay›r: Ben partinin kurucu genel sekreteriyim. Tüzü¤ün ve program›n yaz›l›fl›nda bulundum. AKP’yi demokrat bir parti olarak tasarlam›flt›k. Baflbakan, zaman zaman “AKP muhafazakâr demokrat bir partidir” dese de, partinin hiçbir yaz›l› metninde bu tan›m yoktur, demokrat bir parti olarak kurulmufltur. Beni en çok, kurulacak partinin demokrat olma iddias› çekmifltir. Yola ç›karken, demokrat bir parti olman›n sözde kalmamas›n›, bireyin hukukunu koruyan ve düflüncelerin ifade edilmesine imkân verecek bir parti olunmas› gerekti¤ini söyledik. Parti içinde hizipler de olacakt›r, sonuçta bir kitle partisidir. Parti ortak ak›l ve ortak emekle kurulmufltur, bu anlamda lider sultas› olmayacakt›r dedik. Partiler sürekli bölünüyor, yenileri kuruluyor. 1876’dan bu yana 305 parti kurulmufl. ‹nsanlar düflüncelerini kendi partileri içinde ifade edebilselerdi, yar›flma haklar› olabilseydi, hukuklar› korunabilseydi bu kadar ayr›l›k olur muydu? “O zaman gelin parti içi muhalefetin de, hiziplerin de hukukunu koruyal›m, program›m›z› parti içi demokrasi üzerinde flekillendirelim” dedik. AKP’de parti içi demokrasi vard›r diyebilece¤iniz bir dönem oldu mu? Bafllang›çta yeni bir partiydi, bugünkünden çok daha demokratik bir çal›flma vard›. Daha demokratik derken, demokrasinin tüm kurallar›n›n uyguland›¤›n› söylemiyorum, ay›pl› bir demokratik sistem vard›. Biz ondaki ay›plardan ar›nal›m, ortak akl› daha fazla çal›flt›ral›m, ortak eme¤i daha fazla kullanal›m derken, tek akla ve birkaç kiflinin yönlendirmesine tâbî olan bir konuma geldik. Maalesef, Türkiye’de kayda al›nm›fl hususlarla uygulama çok farkl›d›r. Bu kanunlar itibar›yla da böyledir, tüzükler, yönetmelikler, parti programlar› itibar›yla da böyledir. Bence çeliflkili davranma, hayat›n en önemli yasa¤› olmal›d›r, ama siyaset dün söyledi¤ini veya dün yazd›¤›n› ihmal eder, hatta bazen tersi davran›fllar›n içine girer. Bafllang›çta düflüncelerimizi aç›klayabiliyorduk. Tayyip bey de ilk grup toplant›lar›nda “Milletvekilleri grup baflkanvekillerine bak›p oy kullanmayacaklard›r, emme basma tulumba gibi ellerini indirip kald›rmayacaklard›r” demiflti. Hatta MYK’da Tayyip beyin baz› talepleri reddedilebiliyordu. Sonra yavafl yavafl parti bugünkü görünümüne do¤ru ilerlemeye bafllad›. fiu anda di¤er partilerin üyeleriyle iliflkisi nas›lsa, AKP’nin de öyle. Daha iyi de¤il. Maalesef afla¤›dan yukar› do¤ru bir yap›lanma yok, yukar›dan afla¤› yap›lanma var. Partinin yönetim kademelerinin karar alma sürecinde demokratik kat›l›m yeterince yok; olmay›nca hem partideki, hem toplumdaki bar›fl zay›fl›yor. Devletle partiler aras›ndaki iliflkiye bakt›-
12
¤›m›zda, bugüne kadar 18 partinin kapat›ld›¤›n› görüyoruz. Bunlar fliddete bulaflm›fl partiler de¤illerdi, programlar›nda yaz›l› söylemleri nedeniyle kapat›lm›fllard›r. Partilerle devlet aras›ndaki iliflki sa¤l›kl› de¤il, ama partilerin üyeleriyle iliflkileri de sa¤l›kl› de¤il. Bir tarafta devlet partilerin a¤z›n› kapat›rken, partiler de bireylerin a¤z›n› kapat›yor. Disiplin tehditleriyle, yar›flma haklar›n›n elinden al›nmas›yla, sindirmeyle parti üyelerinin hukuku zedeleniyor. Birey kesinlikle özgürleflecek demifltik. Herkes özgürleflmedikçe hiç kimse özgürleflmifl olmaz. Bireylerin özgürleflmesine f›rsat vermek gerekir. Bunlar› söyleyince partiye muhalefet ediyor dediler. Siz Anayasa Komisyonu baflkan›yken de devlet bakan›yken de öncelikle 1982 anayasas›n›n de¤ifltirilece¤ini söylemifltiniz. Bu neden yap›lamad›? 82 anayasas›, ç›kar›ld›¤›ndan bu yana tart›fl›lan bir anayasad›r. Öncekilerde bu çapta bir tart›flma göremezsiniz. Zaman zaman baz› de¤ifliklikler yap›ld›, 1995 de¤ifliklikleri de önemlidir, ama en önemli de¤ifliklik, arkas›nda 1999 Kopenhag Zirvesi olan ve 2001’de yap›lan de¤iflikliklerdir. Üstelik bu de¤ifliklik alt› parçal› mecliste yap›labilmifltir. Geçen dönem AKP ve CHP vard› mecliste, sonra ANAP da kat›ld›, ama anayasa konusunda bir irade oluflturulamad›. Neye ba¤l›yorsunuz bunu? Birincisi iradenin zafiyetine ba¤l›yorum, ikincisi muhalefetin ve sosyal katmanlar›n yeterince aktif olmamalar›na ba¤l›yorum. CHP dokunulmazl›klar konusunu, anayasa de¤iflikliklerine destek vermek için önflart olarak koydu. Ben daha 2002 seçimlerinden önce, milletvekili adaylar›n› belirledi¤imiz MYK toplant›s›nda, “fiu kifliler aday olmamal›, yar›n öbür gün bunlar›n dokunulmazl›klar› söz konusu oldu¤unda CHP itiraz edecektir, bu itiraz nedeniyle anayasa de¤ifliklikleri yap›lamayacakt›r, biz Ak Parti’yiz, s›f›r kilometreyiz. S›rt›m›zda herhangi bir yük tafl›mamam›z gerekir” dedim. Maalesef öngörümüz tuttu
Konuflmaya gelince en solcudan, en sosyal demokrattan daha istekli gibi say›n baflbakan. Yüzde 15-20’lere varan iflsizlik varsa, 20 milyon insan yoksulluk, bir milyon insan açl›k s›n›r›ndaysa, insanî geliflmifllikte 96. s›radaysak, durup düflünmemiz gerekir. Özellefltirmenin amac› neydi, yap›lanlar ne? Çok tuhaft›r, bunlar muhalefetin gündeminde de yok.
ve CHP dokunulmazl›klar›n kald›r›lmas› flart›n› kofltu. Bu yüzden, anayasa de¤iflikli¤iyle ilgili bir uzlaflma komisyonu kurulamad›. Türkiye geçen dönemde bu flans›n› kaybetti. Yeni bir anayasa yapaca¤›z dedik, yeni anayasa yerine bölük pörçük bir iki düzenleme yap›labildi. fiimdi de yeni anayasa çal›flmalar› yap›l›yor, fakat tasla¤›n kapal› kap›lar ard›nda ve toplum katmanlar›n›n görüflü al›nmadan haz›rlanmas› elefltiriliyor. Anayasalar›n yap›m›nda flekil çok önemlidir. Usûl ve adap anayasan›n metni kadar, hatta ondan daha önemlidir. Önce bu fleklin belirlenmesi gerekir. Tüm sivil toplum örgütlerinin, üniversitelerin, kamu kurumu niteli¤indeki meslek odalar›n›n çal›flmalara dahil edilmesi gerekir. Uluslararas› sempozyumlar düzenlenmeli, anayasalar›n karfl›laflt›rmalar› yap›lmal›. Biz Bursa’da baro ve üniversite iflbirli¤iyle bir anayasa çal›flmas› yapaca¤›z. Elde etti¤imiz sonuçlar› Ankara’ya iletece¤iz. Bütün flehirler böyle bir çal›flma yapsa, hem anayasam›z daha genifl kesimlerin savunaca¤› bir anayasa olur, hem de siyasî partiler bu süreçte kendilerine yeni isimler, yeni kadrolar bulabilir. Çok önemli bir de¤iflikli¤in efli¤indeyiz, bu siyasî partilere, iktidara b›rak›lmayacak kadar ciddi bir olayd›r. AKP’de “Türkiye’ye komünizm gerekiyorsa, onu da biz getiririz” misali, “demokratik anayasa gerekiyorsa onu da biz ç›kar›r›z” anlay›fl› var galiba. Bu anlay›fl devam ederse, 82 Anayasas› gibi tart›fl›lacak bir anayasa olur. Anayasa, yasaman›n, yürütmenin, yarg›n›n, biz vatandafllar›n ba¤l› olmak durumunda oldu¤u bir metindir. Ama bir fleklen ba¤lanmak var, bir de kalben ba¤lanmak var. Kalite olursa biz bu anayasaya kalben ba¤lan›r›z. Demin CHP’nin dokunulmazl›klara iliflkin tavr›ndan söz ettiniz. Partiniz dokunulmazl›klar› savunurken, CHP’nin dedi¤i gibi, AKP milletvekillerinin yarg›lanmas›n› engellemeye mi çal›fl›yor?
Hukuk devletinde kanun önünde eflitlik esast›r, ne milletvekilline, ne cumhurbaflkan›na, ne de devlet memurlar›na imtiyaz tan›nabilir. Bunun istisnas› milletvekillerinin kürsü sorumsuzlu¤udur. Kürsüdeki konuflmalar› ya da bu konufltuklar›n› baflka platformlarda tekrarlamas› halinde vekil sorumsuzdur. Ama milletvekili seçilmeden önce iflledi¤i suçlardan ya da milletvekiliyken konumuyla ba¤daflmayacak suçlar nedeniyle dokunulmazl›klar›n kald›r›lmas› ve yarg›lanmalar› gerekir. 2001 de¤iflikliklerinde bu gündeme geldi, teklifin alt›ndaki say› yeterli oy say›s›ndan çok daha fazlayd›, 384’tü, ama dokunulmazl›klar›n s›n›rland›r›lmas› geçmedi. Çünkü gizli oylama yap›ld›. Milletvekilleri dokunulmazl›klar› kalks›n istemiyor. Çünkü milletvekilleri hem fevkalade yanl›fl bilgilendirilip korkutuluyor, hem de yarg›ya olan güvensizlikleri nedeniyle çekiniyor. Meclis dokunulmazl›klar› kald›r›rsa cezaevine gireriz diyor. Belli bir bölgenin milletvekillerinde daha çok hissediliyor bu. Vekil dokunulmazl›klar›n›n s›n›rland›r›lmas› oylamas›n›n mutlak surette aç›k yap›lmas› gerekir. Bir de suçlu oldu¤u için dokunulmazl›¤›n kalkmamas›n› isteyenler var. RP’nin kay›p trilyon davas›nda yarg›lanan 80’den fazla kifli hakk›nda dava aç›ld›. Bunlardan sadece befli yarg›lanamad›. Abdullah Gül, Abdülkadir Aksu, Bursa milletvekili Mehmet Emin Tutan, Konya milletvekili Özkan Öksüz ve Giresun milletvekili Ali Temur. Abdullah Gül ve Aksu’nun durumu beraat eden di¤er genel baflkan yard›mc›lar› gibiydi. Partinin üst düzeyde görev yapan elemanlar›ndan sadece say›n Erbakan’la R›za Ulucak sorumlu görüldü, di¤er genel baflkan yard›mc›lar›n›n sorumlulu¤u olmad›¤›na karar verildi. Ama di¤er üç milletvekilinin durumu böyle de¤il. Bu kiflilerle ayn› konumdaki il baflkanlar› ve muhasip üyeler evrakta sahtecilik iddias›yla yarg›land›lar, hüküm giyenler oldu. Ama bu üç kifli hem geçen dönem hem bu dönem korundu. Onlar yarg›lanam›yor. Dokunulmazl›klar› var. fiimdi bu üç kifliyi özel olarak koruman›n bir anlam› var m›? Say›n Aksu da say›n Gül de yarg›lanmak istediklerini söylediler, ama komisyon “prensip olarak kald›rm›yoruz” diyerek dokunulmazl›klar›n› kald›rmad›. Oysa bir milletvekili dokunulmazl›¤›n›n kald›r›lmas›n› istiyorsa kald›rmak gerekir. Kald›rmazsan›z aklanma hakk›n› engellemifl olursunuz. Yeni anayasa tasla¤›nda da dokunulmazl›klar›n kald›r›lmas› meclis ço¤unlu¤una b›rak›l›yor. Yani her fley ço¤unluk partisinin elinde olacak. Bu durumda AKP, hem kendi vekillerini koruyabilir, hem di¤er partilere karfl› koz olarak kullanabilir dokunulmazl›¤›. Dokunulmazl›k belki tutuklanmaya engel olabilir. Yani “Bu kiflinin bir yere kaçaca¤› yok, yeri yurdu belli” diye milletvekiliyken kimse tutuklanmas›n diyebilirsiniz. Ama adam öyle bir suç ifller ki, meclis toplan›p tutuklanma karar›na onay verebilir. ‹stisnai hallerdir bunlar. Ama her durumda dokunulmazl›¤› meclis karar›na b›rak›r, yarg›y› engellerseniz olmaz. Kay›p trilyon davas› örne¤inde, 76 kifli hüküm giydi, iki kifli istemelerine ra¤men dokunulmazl›klar› kald›r›lmad›¤› için, üç kifli de milletvekili olduklar› için yarg›lanamad›. Bunun vicdanla ba¤dafl›r bir yan› var m›? AKP bu üç kifliyi geçen dönem vefa ad›na aday gösterdi, bu dönem de gösterdi, belli ki gelecek dönem de gösterecek. Böylece ne olu-
“Köksal Toptan, sen meclis baflkan›s›n. Say›n Gül, sen de cumhurbaflkan› aday›m›zs›n” dediniz mi, olmaz, anayasayla ba¤daflmaz. Baflbakan yasamaya hakim, yürütmenin bafl›nda, cumhurbaflkan›n› belirliyor, özerk kurumlar› denetliyor, yarg›da bütçesiyle etkili oluyor. Bunun ad› baflkanl›k sisteminin de ötesinde baflbakanl›kç› sistemdir.
yor? Bir suçu iflle, sonra milletvekili olup cezadan kurtul. ‹ktidar milletvekili olmak bir ayr›cal›k olamaz. Abdullah Gül cumhurbaflkan› oldu, yine istese bile yarg›lanamayacak. Hay›r, baz› hukukçular›n söyledi¤inin aksine cumhurbaflkanlar› da yarg›lanabilir. Geçmiflteki suçlar› nedeniyle dokunulmaz de¤ildir cumhurbaflkan›. Bu konuda dosyan›n has›ralt› edilmesi kabul edilemez. ‹srail’de cumhurbaflkanlar›n›n nas›l yarg›land›klar›n› görüyoruz. Türkiye’de de olmal›. Hukuk devletiysek olacakt›r. Cumhurbaflkan› seçildikten sonra say›n Gül’e yarg›lan›p aklanmas› gerekti¤ini söyledim, kendileri de yarg›lanmak istediklerini söylediler. Bas›nda, Süleyman Gündüz ve Faruk Ünsal’la birlikte “Müslüman solcu” olarak an›l›yordunuz. Belki Mehmet Elkatm›fl da bu isimlere dahil edilebilir. Hiçbiriniz 22 Temmuz’da aday gösterilmediniz. Sizin yerinize baflta Ertu¤rul Günay olmak üzere sosyal demokrat kökenli yeni isimler geldi. Bunu nas›l de¤erlendiriyorsunuz? Bunlar köklü aç›l›mlar de¤il, konjonktür gere¤idir. Say›n Gül’e hem bakanl›¤› döneminde hem cumhurbaflkan› aday› oldu¤u dönemde görüfllerimi söyledim. Partiler baz› kiflilerin parlamentoya tafl›nmas›nda yarar umabilirler. Bunlar o partinin felsefesini benimsememifl kifliler de olabilir. Bunlar›n parlamentoya tafl›nmas›na f›rsat vermek gerekir. Mesela Murat Karayalç›n son derece de¤erli birisidir. Baflbakan yard›mc›l›¤›, d›fliflleri bakanl›¤› yapm›flt›r. A veya B partisi ya da AKP Karayalç›n’› meclise tafl›makla topluma hizmet etmifl, kaliteyi yükseltmifl olur. Gidilir denir ki, “Say›n Karayalç›n bizim listemizden ba¤›ms›z olarak aday olmay› düflünür müsünüz? Kendi de¤erlerinizi reddetmeden, bu birikim ve tecrübelerinizle millete hizmet etmenizi istiyoruz. Sizden istedi¤imiz sadece bizim listemizden girmenizdir, karfl›s›na da ba¤›ms›z yazaca¤›z. Çünkü siz bizim partimizin tüzü¤ünü ve program›n› benimsemifl insanlar de¤ilsiniz. Dün bizi en fliddetli flekilde elefltiriyordunuz, biz bu hakk›n›za sayg› duyuyoruz ve sizin parlamentoda olman›z› diliyoruz.” Bu bütün toplumu kucaklamay›, yetiflmifl insanlar›n seçilmesinin önünü açmay› savunan bir anlay›flt›r. E¤er partilerimiz bu anlay›fla varabilse, bu de¤erler meclise de tafl›n›r ve önemli bir yumuflama mesaj› verilir. Yani mesele say›n Günay’›n eski kimlikle-
rini bir yana b›rak›p AKP’li olmas› de¤ildir, o kimlikleriyle beraber yürümesidir. Eski kimli¤i bir yana b›rak›p gelince o kifli bir tak›m düflüncelerini ihmal ediyor. Vatandafl›n, eskiden tan›d›¤› Ertu¤rul Günay’a olan sayg›s› azal›yor. Asl›ndan sapmayan Ertu¤rul Günay bir de¤erdir. DSP’den gelen Haluk Özdalga parti içi demokrasi üzerine çal›flmalar› olan bir isimdir. Peki, AKP’yi tercih ederken parti içi demokrasi oldu¤u için mi tercih etti, yoksa siyasete ad›m atmak için mi? Günay, AKP programlar›n› be¤endi¤i için mi aday oldu, yoksa siyasete döneyim diye mi? Bu isimlerin daha düne kadar AKP’yi fliddetle elefltirdiklerini de biliyoruz. Zafer Üskül’ün, Ertu¤rul Günay’›n yazd›¤› makaleleri biliyoruz. Oturup düflünmeleri gerekir. AKP soldaki bofllu¤u gördü¤ü için mi böyle bir hamle yapt›? AKP yönetimi de bu karar›ndan sonra kendisiyle yüzleflmelidir. Bu partinin içinde Elkatm›fl gibi, Turan Çömez gibi, bizler gibi, ayr›ca ihraç edilen Fuat Geçen gibi, yine ihraç edilen Koçak gibi de¤erli arkadafllar›m›z vard›. Partinin kuruluflunda, programlar›n yaz›l›fl›nda vard›, felsefesinde vard› onlar. Bu çerçevede s›nanm›fllard›, ne zaman ne yapacaklar›n› bilirdiniz. Yani bir Ertu¤rul Yalç›nbay›r ortada anayasaya ayk›r› bir durum varsa aleyhte oy kullan›rd›, düflüncesini özgürce söylerdi. Fuat Geçen yolsuzlu¤a hiçbir flekilde prim vermezdi. Turan Çömez çal›flkand›, Elkatm›fl durufllar›yla söylemleriyle sayg›n birisiydi. fiimdi ne oldu da bunlar› b›rak›p onlar› ald›n›z? Onlar›n yerine mi ald›n›z, onlardan daha de¤erli oldu¤u için mi ald›n›z, oy almaya veya vitrini düzenlemeye yönelik bir çal›flma m›yd›? Bence sonuncusu. Baflbakan kendisine yak›n bir sendikan›n toplant›s›nda emekçi haklar›n› vurgulad›¤› bir konuflma yapt›. Gazeteler Erdo¤an’› solcu liderlere benzettiler. Madem sendikadan bahsettiniz, o zaman Türkiye’deki sendikal harekete de bakmak laz›m. Örgütlü topluma bakmak laz›m. Türkiye’de bir sendikas›zlaflt›rma süreci var. Özel sektör ve kamuda belli sendikalara yönlendirme gibi çal›flmalar oldu¤unu hepimiz biliyoruz. AKP’nin kendilerine yak›n sendikalar›n iflyerleri ve belediyelerde yerleflmesine yönelik çal›flmalar›d›r bunlar. Türkiye’de bu derece sendikas›zlaflt›rma varken sosyal demokrat gibi davranmak samimi de¤il. O zaman Türkiye’de sosyal demokratl›¤›n da ne oldu¤una bakmak laz›m. Düflünce özgürlü¤ünde
13
14
Gül ifle AKP’nin aday› olarak, baflbakan taraf›ndan “sevgili kardeflim” diye takdim edilerek bafllad›. Tarafs›z olaca¤›n› beklemek ne kadar gerçekçi olur? Say›n Gül’ün adayl›¤›n› önerenlerden biri bendim. Ama ben cumhurbaflkanl›¤› seçimlerinin partilerin ifli olmad›¤›n› söyleyerek verdim dilekçemi. Cumhurbaflkan› gizli oyla seçilir. Gizli oyla yap›lan ifller parti gruplar›n›n ifli de¤ildir, bu nedenle bu öneriler partiler ad›na de¤il milletvekilleri ad›na verilir. Tersi durum olur da, bir baflbakan cumhurbaflkan›n›, meclis baflkan›n› kendi belirlerse bu kuvvetler ayr›m› de¤il, kuvvetin tekli¤i olur. Say›n baflbakan görüfllerini yak›nlar›yla istiflâre etmifl de olabilir, ama iradeyi koyan kendisidir. “Köksal Toptan, sen meclis baflkan›s›n. Say›n Gül, sen de cumhurbaflkan› aday›m›zs›n” dediniz mi, olmaz. Bunlar anayasayla ba¤daflmaz. Gizli oyla yap›lan ifllerde ne grup karar› al›nabilir, ne grubun birlikte hareket etti¤ine dair kuvvetli bir alg›lama yarat›labilir. Bu usullere uyulmay›nca, sistem baflbakanl›k sistemi oluyor. Baflbakan yasamaya hakim, yürütmenin bafl›nda, cumhurbaflkan›n› belirliyor, özerk kurumlar› denetliyor, yarg›da bütçesiyle etkili oluyor. Bunun ad› baflkanl›k sisteminin de ötesinde bir baflbakanl›kç› sistemdir. Baflkanl›k sisteminde bile güç parlamenter sistemdeki gibi üçe ayr›lm›flt›r. Bir tarafta yürütme baflkan ve ekibi taraf›ndan temsil edilir. Bir tarafta tam ba¤›ms›z bir yarg› ve tam ba¤›ms›z bir yasama vard›r. Kuvvetlerin dengesi meselesidir bu. Bizde yasama, yürütme, yarg› ayr› güçlerdir; hiçbir gücün di¤erine üstünlü¤ü yoktur gibi görünse de baflbakan›n fiilen üstünlü¤ü vard›r. O zaman bu sistemin ad› parlamenter sistem midir, de¤il midir, tart›flmam›z laz›m. Bunlarla da yetinilmiyor, dördüncü güç dedi¤imiz medya üzerinde de etki yarat›l›yor. Bas›n özgürlü¤ü ihmal edilemez bir özgürlüktür. Çünkü bas›n›n görevi iktidar› halk ad›na denetlemektir. ‹ktidarlar eliyle, TMSF eliyle bas›n yay›n haklar›na özgürlüklerine sahip olunamaz. Ama bunlara ra¤men Abdullah Gül’den gerçekten tarafs›z bir cumhurbaflkan› olaca¤›na inan›yorum. O da geçmifl cumhurbaflkanlar› gibi zaman zaman kanunlar›, anayasa de¤iflikliklerini geri gönderecektir. Kararnameleri imzalama yetkisi devam ederse, baz›lar›n› imzalamayacakt›r. Say›n Gül’ün cumhurbaflkan› olmas›n›n iyi taraflar›ndan biri de fludur: Bundan sonra AKP yönetiminin say›n Sezer’in zaman›ndaki gibi “Cumhurbaflkan› önümüzü kesiyor” diyebilme hakk› yoktur. Sizinle söylefliye gelmeden önce u¤rad›¤›m›z AKP Bursa ‹l Merkezi’nde türbanl› ö¤rencilerin temsilcileriyle karfl›laflt›k. Ö¤rencilerden biri “AKP türban sorununu çözece¤ini vaat etti, ama hâlâ okula al›nm›yoruz” diye sitem ediyordu. Bu konuda neden bir ilerleme sa¤lanam›yor? 2002’de seçim bildirgesini ve program› haz›rlarken bunlar›n çözüm önerilerini koymad›k. Türban› kullanmak suretiyle siyaset yapmad›k, öyle bir vaadimiz de olmad›. 2007’de de böyle bir vaat olmad›. Böyle bir vaat olmamakla beraber halk›n “Bunu AKP çözer” alg›lamas› var. Bu alg›lamay› “Bunu parlamento çözer”e dönüfltürmek gerekir. Bir partinin lehine ya da aleyhine yaz›lacak ifl de¤ildir bu. Bu baz› insanlar›m›z›n sorunudur, siyasi düflünceleri de aflan bir sorundur. Bunu elbirli¤iyle yapmak gerekir.
Nas›l bir yöntem öneriyorsunuz? fiimdi bu iflin ma¤durlar› da var, bunu siyasette kullananlar var. Bir dönem gelmifltir “‹mam Hatipler bizim arka bahçemizdir” denmifltir. Bir dönem gelmifltir, türbanl›lar siyasilerle birlikte insan zincirleri oluflturup eylem yapm›fllard›r. Bir kere siyasiler bu iflten elini ete¤ini çekmeli. Dinin siyasette ve ticarette belirleyici ve etkili rol oynamas›n›n ortadan kald›r›lmas› lâz›m. En az›ndan toplumda böyle bir alg›laman›n ve kabûlün yerleflmesi gerekir. Gerçekten samimiyetle türban takanlar vard›r, ki bu tek bir kifli bile olsa onun hukukunun korunmas› gerekir. Burada belki hizmet alan hizmet veren anlay›fl›n›n tart›fl›lmas› gerekir önce. Hizmet veren kamu görevlisi türban takamaz. Çünkü bir kamu görevlisi görevini yaparken bir dini simgeyle karfl›s›ndakine mesaj vermemelidir. Ama hizmet alan›n özgürlü¤ünü tan›mak gerekir. Din tabii etkili bir unsur. ‹nanç sahipleri dinlerinin gere¤ini yerine getireceklerdir, ama kurallar›n o esaslara göre düzenlenmesini isteyemezler. Tabii ki böyle bir sorun vard›r. Baz› k›z ö¤renciler e¤itim alma hakk›n› gidip baflka ülkelerde kullan›yorlar bu yüzden. Onlar da zengin ailelerin çocuklar› ve küçük bir az›nl›k durumundalar. Evet, imkan› olanlar kullan›yor bu hakk›, zenginler yani. Güçlü kesimdir bu. Güçsüz kesimin onlar taraf›ndan kullan›lmas›n› engellemek gibi bir sorumluluk da var. Bask›larla bu ifl yürümüyor, bakal›m görece¤iz. Futbol Federasyonu’nda Ceza Kurulu üyeli¤i yapt›n›z, hâlâ da futbolun içindesiniz. AKP’yle federasyonun aras› bir türlü düzelmedi. Bunun sebebi neydi? Futbolun ve di¤er federasyonlar›n siyasetten ar›nd›r›lmas› gerekir. Federasyon baflkan›na siyasetçinin mücadele etmemesi gerekir. Siyasetçiler halk›n büyük ilgi duydu¤u alanlar› kullanmak istiyor. Özellikle belediye baflkanlar›n›n bulunduklar› ilin tak›mlar›n›n bafl›nda olmalar› veya onlar› desteklemeleri hep karfl›laflt›¤›m›z fleyler. Bu, futbola ve evrensel standartlara hizmet etmez. Yunanistan’›n fedeSay›n Sezer çok rasyonuna siyasetçilerin kar›flmas› karfl›s›nda iyi ifller yapt›, UEFA onlar›n dikkatini çekti, “UEFA turnuvaad›n› bu konuda lar›na kat›lamazs›n›z” dedi. Ayn› sebepten tarihe yazd›ran FIFA ‹ran’› uyarm›flt›r. Türkiye için de böyle bir kiflidir. bir risk vard›. Ayr›ca futbolun bu kadar soruSezer çap›nda nu varken federasyonla iktidar mücadelesine olmasa bile say›n girmek do¤ru de¤ildir. Gül’ün de Nedir futbolun en önemli sorunlar›? yasalar›n Birincisi fliddetle mücadeledir, ama bunu saanayasaya, insan dece yasaklarla çözemezsiniz. fiiddet bizim haklar›na, toplumumuzda vard›r; evde, iflyerinde, okululuslararas› da vard›r. Zay›fa, güçsüze karfl› vard›r. Müsözleflmelere cadele buradan bafllamal›. Bir de baz› siyasetçilerin kulland›¤› nezaket d›fl› sözleri duuygun olmas› yuyorsunuz, üstelik bu sözler en üst makonusunda kamdan ç›k›yor. Bunlar› engellemeliyiz önçal›flmalar ce. Siyasetçi nezaket d›fl› davran›rsa vatanyapaca¤›n› dafltan nezaket beklemek gibi bir hakk› yokdüflünüyorum. tur. Futbolun di¤er önemli meselesi de kaSay›n Gül’ün y›td›fl›l›kt›r. Hatta kay›td›fl›l›¤›n en çok döncumhurbaflkan› dü¤ü alan oldu¤unu söyleyebilirim. Futbololmas›n›n iyi taraflar›ndan biri cuyla yap›lan mukavele karfl›l›¤› ödenen para federasyon ve maliyede ayr›, kulüp kade fludur: sas›nda ayr›, futbolcunun cebinde ayr›d›r. Bundan sonra Aç›k aç›k vergi kaç›r›l›r. Denetimi de yap›lAKP yönetiminin maz. Üstelik ifllerin böyle döndü¤ünü ma“Cumhurbaflkan› liye de, devletin en üst makamlar›, hatta önümüzü kesiyor” taraftarlar da bilir. Kay›td›fl›l›k her alanda diyebilme hakk› en önemli sorunumuz zaten. Ekonomide yoktur. böyle bu, futbolda da. Hatta bizde siyaset bile kay›td›fl›.
Söylefli:Murat Toklucu
neredeyiz, emekçinin eline ne geçiyor? Söylemleri de¤il, uygulamay› esas almal›y›z. Uygulamada bir fley yok, ama konuflmaya gelince en solcudan, en sosyal demokrattan daha istekli gibi say›n baflbakan. Türkiye’de söylenmemifl hiçbir fley yok. Yani sosyal adalet, sosyal devlet, bunlar birbirinin içine girmifltir, baz› durumlarda maalesef içleri boflalt›lm›flt›r. Yüzde 15-20’lere varan iflsizlik varsa, 20 milyon insan yoksulluk, bir milyon insan açl›k s›n›r›ndaysa, temel hak ve özgürlükler dünya standartlar› bak›m›ndan orta düzeydeyse bunlar›n sorgulanmas› laz›m. ‹nsani geliflmifllikte 96. s›radaysak, durup düflünmemiz gerekir. Özellefltirmenin amac› neydi, yap›lanlar ne? Bunlar› hep birlikte de¤erlendirmek gerekir. Çok tuhaft›r, bunlar muhalefetin gündeminde de yok. Bizim gibi ülkeler sadece Davos’a bakan ülkeler olmamal›. Ama bizde iktidar partisi de sosyal demokrat oldu¤unu söyleyen parti de Davos’a bak›yor. Ertu¤rul Özkök, Güneydo¤u’da may›nl› sald›r›lar›n iyice artt›¤› nisan ay›ndaki bir yaz›s›nda baflbakan›n özel bir konuflmada, kendisine “Bugün bölgede ne çekiyorsak 1 Mart tezkeresinin reddedilmesi yüzündendir” dedi¤ini yazd›. Tezkereye AKP’de en çok karfl› ç›kan sizdiniz. Baflbakan›n sözlerini üstünüze al›nd›n›z m›? (Gülüyor) Baflbakan, Özkök’e söylediklerini bir de say›n Gül’e söylesin. Kamuoyunun pek bilmedi¤i, kendisini de pek memnun etmeyecek bir yan›t alacakt›r. Baflbakan›n tam aksine 1 Mart tezkeresinin reddedilmesinin Türkiye’nin onuru oldu¤unu düflünüyorum. Milyonlarca insan savafla karfl› ç›k›yor dünyada, ama hiçbir ülke parlamentosu Türkiye gibi direnemedi. Bu, uluslararas› hukuka sayg›n›n da göstergesiydi. ABD kendi insanlar›na tan›d›¤› özgürlükleri dünya halklar›na tan›m›yor. Milyonlarca insan yer de¤ifltirdi, bir milyon insan öldü, yüzbinlerce insan sakat kald›. Ne u¤runa? Para, petrol ve gücün üstünlü¤ünü kabul ettirme u¤runa. Bu suça ortak olmam›z› engelledi¤i için tezkerenin ç›kmamas› onurlu bir tav›rd›r. Bu tavr› nedeniyle Türkiye büyük sayg›nl›k kazand›. Türkiye, ‹slam Konferans› Örgütü genel sekreterli¤ini kazand›. Üstelik 52 ülkenin 48’inin oyunu ald›. Bu çok önemlidir. Sezer’in ismini cumhurbaflkanl›¤› için ilk sizin telaffuz etti¤iniz do¤ru mu? Evet. Ben anayasa komisyonu baflkan›yken kendileri de Anayasa Mahkemesi üyesiydi. O dönemde birkaç kez kendisini ziyaret etmifl, konuflma f›rsat› bulmufltum. Kararlar›n› da biliyordum, hukuka inanm›fl birisiydi. Ad›n› ilk defa Eylül 1999’da, ikinci kez de nisan 2000’de televizyonda telaffuz ettim. Hatta kendileri de beni televizyonda izleyince “Say›n Yalç›nbay›r bizi siyasete bulaflt›rmak istiyor” diye tepki göstermifl. ‹yi ki seçildi. Çok iyi ifller yapt›, ad›n› bu konuda tarihe yazd›ran bir kiflidir. Abdullah Gül’ün yak›n çal›flma arkadafl›yd›n›z. Benzer bir performans› ondan da bekliyor musunuz? Ben zaten cumhurbaflkan›n›n görev ve yetkilerinin, sorumlulu¤unun bunlar› gerektirdi¤ini düflünüyorum. Say›n Sezer çap›nda olmasa bile say›n Gül’ün de yasalar›n anayasaya, insan haklar›na, uluslararas› sözleflmelere uygun olmas› konusunda çal›flmalar yapaca¤›n› düflünüyorum. Kendileri art›k AKP üyesi de¤ildir, ba¤›ms›zd›r, tarafs›zd›r, yans›zd›r, herkesi kucaklamal›d›r.
YEN‹ DENGELER, KARMAfiIK ‹L‹fiK‹LER: ABD-PJAK-PKK- KDP-TSK-DTP-AKP
Kürt afluresinde yeni tarifler Temmuz bafl›nda Kuzey Irak’a askerî müdahale en millî meseleydi. fiimdi mevzu de¤il. Neden acaba? ‹ran’›n Kuzey Irak’taki PJAK kamplar›n› bombalamas›yla, Türkiye’nin PKK kamplar›n› bombalamamas› aras›nda nas›l bir iliflki var? Kürt meselesindeki yeni dengelere, giderek karmafl›klaflan iliflkilere yak›ndan bakal›m...
22
Temmuz seçimlerinden iki hafta kadar önce "eylemleri azaltma" karar› alan PKK, seçimin ard›ndan eylemlerine h›z verirken, bölgedeki askerî operasyonlar da geniflletilerek sürdürülüyor. Özellikle fi›rnak, Siirt, Tunceli ve Hakkâri’de yaflanan yo¤un çat›flmalarda hem TSK, hem de PKK a¤›r kay›plar veriyor. PKK’nin yay›n organlar› da, TSK da, say›lar› abartarak sunsa da, Ankara Kocatepe Camii’nde k›l›nan cenaze namazlar›n›n s›kl›¤› bir fikir edinmeye yetiyor. Fakat seçim öncesinde gündeme oturan harp haz›rl›¤› ve her asker cenazesinde manfletlere ç›kar›lan Kürdistan Özerk Yönetimi’ne yönelik milliyetçi tepkilerin seçim sonras›nda b›çak gibikesilmesi hayli düflündürücü. Bu arada, PKK’nin tepkilerinin hedefinin TSK’dan AKP’ye çevrilmesi de flafl›rt›c›. Gerek Kuzey Irak’a operasyon, gerekse Türkiye’deki Kürt sorununun "kabulü" konusunda eski anlay›fl›n› sürdürmeye ve yayg›nlaflt›rmaya çabalayan TSK’n›n, PKK’nin yay›n organlar›ndaki tehdit ve gözda¤› metinlerinde hedef tahtas›na oturtulmamas›, buna karfl›l›k Kuzey Irak operasyonuna yanaflmayan AKP’nin "esas düflman" ilân edilmesi, PKK’nin seçim sonras›nda yeni bir politikaya yöneldi¤ine iflaret ediyor. Di¤er taraftan, ‹ran’›n son iki y›ld›r PKK’ye ve Kürtlere yönelik sald›rgan tavr›n› daha da yükselterek PKK’nin ‹ran kolu olan ve halihaz›rda üç bin silahl› militan› bulunan PJAK’a (Özgür Yaflam Partisi) sald›rmas›, Kuzey Irak s›n›rlar›n› da aflarak PKK karfl›t› harekât› sürdürmesi, Kandil Da¤›’n› bombard›mana tutmas› (17 A¤ustos); Türkiye’nin de "el alt›ndan" bu operasyona destek verdi¤i iddias› (8 Haziran’da TSK’n›n Kuzey Irak’a girdi¤i haberlerinden bir gün sonra ‹ran uçaklar› PJAK kamplar›n› bombalad›); Irak Anayasas›nda, 2007’nin sonlar›na do¤ru yap›lmas› öngörülen Kerkük referandumunun Barzani yönetimine ra¤men, May›s 2008’e ertelenmesi; Irak Cumhurbaflkan› Celal Talabani’nin PKK ve PJAK’a si-
Türkiye’nin orta vadede PKK’ye yönelik politikas›nda radikal bir de¤iflikli¤e gitmesi, AKP hükümetinin de, 22 Temmuz’da Kürtlerden ald›¤› deste¤i sürekli k›lma ve DTP’nin bölgedeki gücünü k›rma gayesiyle Kürt sorunu konusunda “ezber bozucu” ad›mlar atmas› ihtimal dahilinde görünüyor.
lahlar› b›rakarak ülkelerine (Türkiye ve ‹ran) dönme ça¤r›s› yapmas› (6 Eylül); ABD’nin ‹ran’a yönelik politikalar›n› sürdürmesi ve nihayet PKK komutanlar›ndan Murat Karay›lan’›n ‹ngiliz Daily Telegraph’ta yay›nlanan [‹ran karfl›s›nda] "ABD’nin yan›nday›z" fleklindeki demeci (9 Eylül), k›fl aylar›na do¤ru bölgede yeni bir hareketlenmenin ve saflar›n netleflmesinin iflaretleri olarak görülebilir. "Makro" düzeydeki bu geliflmelere bak›ld›¤›nda, Ocak 2007’de düzenlenen Türkiye Bar›fl›n› Ar›yor Konferans›’n›n sonuç bildirgesinde kurulmas› öngörülen ve 1 Eylül’de Ankara’da gerçeklefltirilen Türkiye Bar›fl Buluflmas›’yla ilân edilen Türkiye Bar›fl Meclisi’nin (TBM) hükümsüz kalaca¤›na yönelik de¤erlendirmelere de hak vermemek elde de¤il. Türkiye Bar›fl›n› Ar›yor Konferans› yap›ld›¤›nda henüz DTP’nin ba¤›ms›z adaylarla meclise girece¤i öngörülmüyordu. TBM’nin oluflturulmak istenmesinin en temel nedeni de buydu. Bugünse DTP’nin TBMM’de grubu var, ama bu bile "bar›fl çabalar›n›" güçlendirmifl de¤il.
Demokratik özerklik Yeni yasama y›l›n›n bafllamas›yla birlikte, PKK’yle ilgili aç›klamalar›ndan dolay› DTP’li milletvekilleri Bengi Y›ld›z, Ahmet Türk ve Sebahat Tuncel hakk›nda soruflturma aç›l›rken, DTP’li vekiller, Temmuz say›m›zdaki "Art›lar, Eksiler, Çarp›lar" bafll›kl› haberde de öngördü¤ümüz gibi, PKK konusunda "kendilerini zor durumda b›rakacak" aç›klamalar yapmaya bafllad›. Abdullah Öcalan ise ‹mral›’dan DTP’nin politikas›n› sert bir dille elefltiriyor ve DTP’den "deste¤ini" çekebilece¤ini aç›k bir dille belirtiyor. Bu tepki, her ne kadar avukatlar› arac›l›¤›yla "ben PKK’nin komutan› de¤ilim" dese de, Öcalan’›n asl›nda DTP ve PKK üzerinde hâkimiyetini sürdürme/sa¤lama çabas›n›n bir sonucu. Dolay›s›yla, Kürt sorunu ba¤lam›nda Ortado¤u’daki geliflmeler hakk›ndaki de¤erlendirmeleri "tafllar› yeniden dizerek"
gözden geçirmek gerekiyor. Militanlar›n›n yar›ya yak›n› ‹ran ve Suriyeli Kürtlerden oluflan PKK’nin, ABD’nin Irak iflgali sürerken, Türkiye ve ‹ran’a yönelik politikas›nda radikal de¤iflikliklere gitti¤ini, bu yüzden de DTP’li milletvekillerinin meclise girmelerinin büyük bir aç›l›ma iflaret etmeyebilece¤ine önceki say›lar›m›zda dikkat çekmifltik. Geçti¤imiz günlerde, Washington Post’un sorular›n› yan›tlayan PKK liderlerinden Murat Karay›lan’›n sözleri ve örgütün yay›n organ› Özgür Halk’›n A¤ustos say›s›nda M.Avrefl imzas›yla yay›nlanan "Demokratik Özerklik" bafll›kl› yaz› bu öngörümüzü do¤rulad›. Karay›lan, uzun vadede Türkiye ve ‹ran’da, Kuzey Irak’takine benzer bir "demokratik özerklik" sa¤lama gayesinde olduklar›n› söylerken, Özgür Halk dergisinde bu proje flu sözlerle özetleniyordu: "Demokratik özerklik, demokratik komünizmin de en iyi kurumlaflaca¤› zemindir. Bu zemin iyi de¤erlendirildi¤inde, Kürtler söz konusu devlet s›n›rlar› içinde [Suriye, Türkiye, ‹ran ve Irak], devlet-demokrasi formülünün Kürdistan’da pratikleflmesiyle devlet d›fl› özgür yaflam› istedi¤i gibi kurumlaflt›r›p yaflayacakt›r." Buradan flu anlam› ç›karabiliriz: "Suriye, ‹ran, Irak ve Türkiye’deki Kürtler, bulunduklar› devlet s›n›rlar›n›n içinde kalarak, ancak içifllerinde ba¤›ms›zlaflarak demokratik bir sistem kurabilirler". Öcalan da, 12 Eylül’de yapt›¤› aç›klamada flöyle dedi: "fiimdi yeni bir sivil Anayasa tart›flmas› var, bu Anayasa halkoyuna sunulacak. fiimdiden söyleyeyim, demokratik özerklik sa¤lanmazsa benim oyum hay›rd›r. Anayasa’da yapmaya çal›flt›klar› de¤ifliklikler fleklîdir. Demokratik özerkli¤e iliflkin tutumlar›nda de¤ifliklik olmazsa, benim Kürtlere önerim budur. Ne ulusalc› faflist politikalar, ne de siyasal ‹slam Kürt sorununu çözebilir. Demokratik özerklik olabilecek en makûl ve uygulanabilir yegâne çözümdür. Federerasyonun da bir çözüm olamayaca¤›n› biliyorum." Öcalan’›n sözünü etti¤i "demokratik özerklik" tasar›s›, bundan bir y›l kadar önce, ABD’li Ralph Peters’in Temmuz 2006’da Amerika’da yay›mlanan "Never Quit the Fight" isimli kitab›nda aktard›¤›, ABD yönetimininse haberdar olmad›¤›n› aç›klad›¤›, ‹ran, Irak, Türkiye, Suriye s›n›rlar› içindeki Kürt bölgelerini ortak s›n›rlar alt›nda resmeden "öngörüsünün" bir uzant›s›. Nisan 2006 tarihli say›m›zdaki "Buras› Türkiye, ‹srail de¤il" bafll›kl› haberimizi bu ba¤lamda hat›rlamakta fayda var: "PKK’yi ‹ran’a karfl› kullanma projesinden dolay› Türkiye’nin PKK’ye müdahale talebini geri çeviren ABD’yle, Barzani ve Talabani de hemfikir. Barzani’nin çeflitli vesilelerle, PKK’yi terör örgütü olarak gördüklerini, ancak müdahalede bulunmayacaklar›n› ifade etti¤i biliniyor. 23 Mart’ta [2006] Ankara’da düzenlenen ‘Küresel Terör ve Uluslararas› ‹flbirli¤i’ sempozyumuna kat›lan ABD Genelkurmay Baflkan› Peter Pace, Baflbakan Erdo¤an’la, PKK müdahalesi konusunda da konufltu. Ancak ‘PKK terör örgütüdür’ demesine karfl›n, Pace’in de, bir y›ld›r, özellikle ‹ran’a müdahale konusunu görüflmek üzere Ankara’y› s›k s›k ziyaret eden di¤er ABD’li yetkililer gibi, örgüte yönelik silahl› müdahaleye s›cak bakmad›¤› bas›na yans›d›…" Öte yandan, 11 Eylül’de Irak D›fliflleri
15
Bakan› Hoflyar Zebari, Baflbakan Nuri El Maliki’nin Ankara ziyareti s›ras›nda kendilerine Türkiye hükümeti taraf›ndan sunulan "PKK’ye karfl› iflbirli¤i" anlaflma metnini, "metin iyi haz›rlanmad›¤› için" reddettiklerini aç›klad›. Dolay›s›yla, son bir y›ld›r ABD ve Kürdistan Özerk Yönetimi, Türkiye’nin PKK’ye karfl› plan ve projelerini reddetmekte hemfikir görünüyor. Türkiye’de ise seçim sonras›nda AKP’nin güdümüne daha da fazla giren medyan›n da etkisiyle, Kuzey Irak’a yönelik operasyon talepleri neredeyse tamamen rafa kald›r›ld›. Ne Genelkurmay böyle bir operasyonun gereklili¤inden dem vuruyor, ne de hükümet. Geliflmeleri dikkatle takip edenlerin görebilece¤i gibi, Türkiye’nin orta vadede PKK’ye yönelik politikas›nda radikal bir de¤iflikli¤e gitmesi, AKP’nin de, 22 Temmuz’da Kürtlerden ald›¤› deste¤i sürekli k›lma ve DTP’nin bölgedeki gücünü k›rma gayesiyle Kürt sorunu konusunda "ezber bozucu" ad›mlar atmas› ihtimal dahilinde görünüyor.
ABD ve ‹ran Kürtleri ‹ran’›n PKK’ye yönelik genifl çapl› operasyonlar› karfl›s›nda TSK’n›n tak›naca¤› tavr›n, ABD’nin ç›karlar›n› zedelemeyecek biçimde belirlenip belirlenmeyece¤ini zaman gösterecek, ama olas› ‹ran sald›r›s› öncesinde PKK’ye örtük destek veren ABD’nin (Türkiye’nin PKK’lilerin üzerinde ele geçirdi¤i silahlarla ABD’nin Irak ordusuna verdi¤i baz› silahlar›n ayn› oldu¤u Pentagon sözcüsü Geoff Morell taraf›ndan do¤ruland›. Morell, silahlar›n PKK’nin eline nas›l geçti¤ini bilmediklerini aç›klad› –30 A¤ustos) TSK’ya karfl› PKK’yi desteklemesi ve hatta daha da ileri giderek TSK ve PKK’yi ‹ran plan› için yan yana getirme çabas›na girmesi o kadar da ihtimal d›fl› de¤il. ‹ran’a sald›r›y› rafa kald›rsa dahi, ABD’nin Ortado¤u’da ve esas olarak vazgeçilmez petrol rezervlerine sahip olan Irak’ta yerini sa¤lamlaflt›rmas›n›n yolu, fiii ‹ran yönetiminin bölgedeki ve Irakl› fiiiler üzerindeki etkinli¤inin azalt›lmas›ndan geçiyor. Bu da ‹ran’daki tek muhalif kesim olan Kürtleri, dolay›s›yla PKK’nin ‹ran kolu olan PJAK’› güçlendirmek ve yönetimi taciz etmelerini sa¤lamakla mümkün olabilir. Ayr›ca, iflin içinde ‹srail varken ABD’nin ‹ran tasar›lar›n› bir kenara b›rakmas›, Bush’un Eylül ay› ortalar›nda aç›klad›¤› gibi Irak’taki askerleri k›smen geri çekme karar›n›n ard›ndan tamamen bölgeyi terketmesi, en baflta ABD’li flirketlerin, Yahudi lobisinin ve bir yandan da Kürdistan Özerk Yönetimi’nin itiraz›yla karfl›laflacakt›r. Dolay›s›yla, ABD’nin, silah deste¤i verdi¤ini dolayl› da olsa kabul etti¤i PKK’ye yönelik bir imha çabas›na destek/izin vermeyece¤i çok aç›k. Ama bir yandan da PKK-TSK çat›flmas›n› minimize etmek ve "ortak düflman" ‹ran’a karfl› bu iki hasm› bir araya olmasa bile yan yana getirmek gibi bir plan› oldu¤unu iddia etmek mümkün. Her ne kadar Türkiye, böyle bir yol ayr›m›nda ABD’ye, PKK’yi ekarte etmesi flart›yla ‹ran sald›r›s›nda destek verece¤ini söyleyebilecek olsa da, ABD’nin ‹ran’a girmesinin esas yolu, ‹ran Kürtleri. Türkiye, PKK’nin imhas›nda ›srar eder ve aba alt›ndan ABD’ye "Türkiye, Çin, Rusya ve ‹ran ittifak›" kart›n› gösterirse, sürecin nas›l bir seyir izleyece¤ini kestirmek güç. Di¤er yandan, PKK’nin yay›n organlar›nda TSK’ya yönelik neredeyse hiçbir tep-
16
"2006 Transatlantik E¤ilimler" anketine göre, Türklerin yüzde 43’ü ‹ran’la ilgili olumlu düflünceler ifade ederken, ancak yüzde 20’lik bir kesim ABD’ye olumlu bak›yor. ABD’ye "so¤uk bakmayan" bu yüzde 20’nin içinde, Irak iflgaliyle birlikte Kuzey Irak Kürtlerinin özerklik kazanmas›ndan hoflnut olan Türkiyeli Kürtlerin de bulundu¤unu tahmin etmek güç de¤il. Anket sonuçlar›n›n yay›nland›¤› sitede (transatlantictrends.org) flu ifadeler yer al›yor: "Türkiye, ABD ve Avrupa’dan so¤umufl, buna karfl›l›k ‹ran’a yak›nl›k duymaya bafllam›flt›r. 100 ölçekli bir ‘termometre’ üzerinde, ABD’ye yönelik s›cakl›¤› 2004’te 28 derece iken 2006’da 20 dereceye düflmüfl, AB’ye duyulan yak›nl›k ise 52 dereceden 45 dereceye düflerek ‘so¤umufltur’. Ayn› dönemde Türkiye’nin ‹ran’a duydu¤u s›cakl›k 34 dereceden 43 dereceye ç›km›flt›r." kinin olmamas›, hemen tüm elefltiri ve tepkilerin AKP hükümeti üzerinden yürütülmesini, bu senaryolardan ilkine, yani ‹ran’a karfl› ortak hareket teorisine ba¤layanlar var. Fakat gerek Özgür Halk, gerekse baflka yay›n organlar›nda, PKK’nin ve Abdullah Gül’e deste¤ini son anda çeken ve bu nedenle parti içinde çeflitli görüfl ayr›l›klar›n›n yafland›¤› DTP’nin yerel seçimlerle ilgili kayg›lar›n› gözard› etmek de yanl›fl olur.
E¤ilimler termometresi DTP’nin genel seçimlerde AKP’ye fazlas›yla oy kapt›rmas›n›n yerel seçim öncesinde ne tür dengelerin oluflmas›na yol açabilece¤ini sesli düflünmeye çal›flaca¤›z. Ancak ondan önce, ‹ran’›n Türkiye kamuoyu üzerindeki etkisine dair bir hat›rlatma yapmakta fayda var. 1990’larda Türkiye medyas›nda "karanl›k ülke" olarak tarif edilen ‹ran, o s›rada PKK’ye neredeyse alenî biçimde destek veriyordu. Türkiye D›fliflleri, ‹ran temaslar› s›ras›nda, "sürprizler yap›p" ceplerinden ‹ran’daki PKK kamplar›n›n krokilerini ç›kar›r ve hemen operasyon yap›lmas› talebinde bulunurdu. ‹ranl› yetkililer de bu talebi geri çevirmez ve bazen Türk yetkililerle birlikte kamplara bask›nlar düzenlerdi. Ne var ki, PKK kamplar› ço¤unlukla terk edilmifl olurdu… ABD’nin 2003’teki Irak iflgaliyle birlikte ‹ran, tehdidin kendisine ne kadar yaklaflt›¤›n› ve ABD’nin Irak’a girifl biletini Kürtlerden ald›¤›n› görünce, kendi s›n›rlar› içindeki Kürdistan Eyaleti üzerinde bask›lar›n› yo¤unlaflt›rd›. Bunun üzerine PKK’nin, ‹ran’da faaliyet göstermesi için kurdu¤u PJAK, ‹ran askerleriyle karfl› karfl›ya geldi. ‹ran hastaneleri PKK’li yaral›lar› almamaya, polis de PKK’li tutuklular› Türkiye’ye teslim etmeye bafllad›. Bu asl›nda ‹ran’›n Türkiye’ye yönelik yeni bir "halkla iliflkiler" çal›flmas›n›n parças›yd›. Nitekim, fiubat 2005’te Condoleezza Rice’›n, ABD’nin PKK’ye karfl› Türkiye’ye yard›m sözü ile ilgili konular› görüflmek üzere Ankara’y› ziyaret etti¤i gün, ‹ran PKK kamplar›n› bombalad›. O s›rada Türkiye medyas›, ABD’nin PKK’yle ilgili sadece konufltu¤unu, ‹ran’›n ise dostça davran›p harekete geçti¤ini yazd›. 1990’larda fleriat ihraç etme emelleri besledi¤i gerekçesiyle kötülenen ‹ran, PKK’ye karfl› politika de¤ifltirerek, Ortado¤u’da ABD’ye karfl› yaln›z kalmama ve Türkiye hükümeti ve ordusunu olmasa bile kamuoyunu kendi yan›na çekme çal›flmalar›n› bu yolla sürdürüyor. Nitekim,
PKK’ye örtük destek veren ABD’nin TSK’ya karfl› PKK’yi desteklemesi ve hatta daha da ileri giderek TSK ve PKK’yi ‹ran plan› için yan yana getirme çabas›na girmesi o kadar da ihtimal d›fl› de¤il.
PJAK faktörü Hal böyleyken, TSK’n›n ve asl›nda devletin ya ‹ran ya da ABD saf›nda yer almak zorunda kalaca¤› yol ayr›m› yaklafl›rken, Türkiye’nin Ortado¤u politikas›nda "tafllar› yeniden dizmek" durumunda kalaca¤› aç›k. Baflta OYAK olmak üzere, Türkiye’nin büyük sermaye gruplar›n›n Kuzey Irak’ta elde ettikleri pastadan vaz geçmek istemeyece¤ini; Kuzey Irak operasyonuna onay vermedi¤i için Kürtlerden destek alan AKP’nin yerel seçimlerde Diyarbak›r’› da "ele geçirme" niyetini; TSK’n›n ABD’yle iliflkileri gözden ç›karmaya yanaflmayaca¤›n› düflünürsek, Türkiye devletinin önümüzdeki dönemde Barzani ve Talabani’yle daha iyi iliflkiler kurabilece¤ini ve PKK konusunda bir "aç›l›m" yapabilece¤ini tahmin edebiliriz. 14 Eylül tarihli Milliyet flu manfletle ç›km›flt›: "Kuzey Irak’taki Türk firmalar› geri dönüyor". Serpil Y›lmaz imzal› haberde, seçim öncesi operasyon söylentilerinin ve Erbil’de patlamaya bafllayan bombalar›n, Türk firmalar›n ifl yapmas›n› engelledi¤ine dikkat çekiliyordu. Erbil’de patlayan bombalardan zaman zaman Türkiye’nin sorumlu tutuldu¤u biliniyor. Milliyet’in haberinde Kuzey Irak’ta Türk mallar›n›n boykot edildi¤i de belirtiliyordu. Dolay›s›yla, Türkiye yak›n zamanda Kuzey Irak’taki ekonomik politikas›n› düzenlemek ve Kürdistan Bölgesel Yönetimi’ni tan›mak zorunda kalacak. Aksi takdirde, Türk sermayesi de t›pk› TSK gibi, Kuzey Irak’ta hükümsüz kalacak. Yeni gelen haberlerden biri, PKK-Türkiye iliflkilerine dair tahminlerimizin gerçekleflmesini daha fazla muhtemel k›l›yor: Eski ABD büyükelçisi Peter Galbraith, Türkiye’nin kapsaml› bir genel af ilan›yla PKK sorununu çözebilece¤ini ileri sürdü. Newsweek’e demeç veren Galbraith, ‹ran’›n Türkiye, Irak ve ABD için büyük bir tehdit oluflturdu¤u vurgusunu da yapt›. Eski büyükelçi, ABD’nin PKK ve PJAK’› Kandil’den ç›karabilecek askerî güce sahip oldu¤unu, fakat yeni bir cephe açmak istemedi¤ini söyleyerek Bush yönetiminin Türkiye’nin kayg›lar›n› anlay›flla karfl›lad›¤›n›, ancak PKK’yi vurmak için gerekli kaynaklar›n›n olmad›¤›n› Ankara’ya söyledi¤ini aktard›. Galbraith, yukar›daki de¤erlendirmemizi güçlü k›lan flu aç›klamalar› da yapt›: "Türkiye, büyük bir farkla Irak Kürdistan›’nda en büyük yat›r›mc›d›r ve daha önemlisi ba¤›ms›z bir Kürdistan gerçe¤ini kabul etmifl görünüyor. PKK’ye karfl› savafl› yürüten es-
ki cumhurbaflkan› Kenan Evren bile Irak’ta bir ‘Kürt devleti’nin oldu¤unu ve Türkiye’nin buna al›flmas› gerekti¤ini kabul etti." Türkiye’nin temel hedefinin PKK de¤il, Irak’taki olas› bir Kürt kopuflunu engellemek oldu¤unu, bu yüzden de Kürt özerk yönetiminin elini güçlendirecek olan Kerkük referandumunun ertelenmesi için yo¤un bir çaba içine girdi¤ini önceki say›lar›m›zda belirtmifltik. Nitekim, Türkiye’nin iste¤i, 22 Temmuz seçimlerinden AKP’nin galip ç›kmas›yla beraber gerçekleflti ve Kerkük referandumu May›s 2008’e ertelendi. Böylece, Türkiye’nin "Ba¤›ms›z Kürdistan"la ilgili kayg›lar› da ertelenmifl oldu. Bu, seçimlerden büyük bir galibiyetle ç›kan ve Talabani ile Barzani’den övgüler alan AKP’ye TSK karfl›s›nda zaman kazand›rm›fl oldu. Ankara kulislerinde, Cumhurbaflkan› Abdullah Gül’ün önümüzdeki dönemde bir sürpriz yaparak Celal Talabani’yi Türkiye’ye davet edebilece¤i konufluluyor. Kürtlere yönelik so¤uklu¤uyla bilinen Ahmet Necdet Sezer’den sonra Gül’ün böyle bir jest için, örtük de olsa, Genelkurmay’dan icazet almas› gerekecektir. Talabani Türkiye’ye davet edilirse, bu önümüzdeki dönemde Türkiye’nin ‹ran politikas›n›n nas›l flekillenece¤ini de gösterecek. Ama ayn› zamanda bu davet, AKP’nin yerel seçimlerde Güneydo¤u’da daha fazla oy toplamas›n›n zeminini açacak. Bir dönem PKK’ye karfl› Hizbullah’› destekleyen ordunun da Diyarbak›r belediyesini AKP’nin DTP’den almas›na s›cak bakmas› kuvvetle muhtemel. K›ssadan hisse; önümüzdeki dönemde Türkiye’nin ‹ran ve Irak’la iliflkileri konusunda yeni hareketlenmeler beklenirken, PKK’nin, daha do¤rusu örgütün ‹ran kolu olan PJAK’›n TSK’n›n "esas düflman" listesinden ç›kar›lmas›, ama marjinallefltirilmesi için çabalar›n AKP üzerinden sürmesi, ABD ve ‹srail’in diplomatik faaliyetleri neticesinde söz konusu olabilir. Bir yandan da 10 Eylül’de Urumiye’den Hakkâri’ye gelen ‹ran heyeti ile Hakkâri valisi Ayhan Nasuhbeyo¤lu’nun baflkanl›¤›ndaki Türk heyeti, "s›n›r güvenli¤i" konusunda bir toplant› yapt›. Nasuhbeyo¤lu toplant› öncesinde ‹ran’la ortak hareket edeceklerini belirterek, Türkiye’nin PKK ve PJAK konusunda ‹ran’›n yan›nda oldu¤u mesaj›n› verdi. PJAK yetkililerinden Amin Karimi ise ABD Pittsburg Tribune gazetesine verdi¤i demeçte, ABD’den destek ald›klar› haberlerinin "ucuz ‹ran propagandas›" oldu¤unu söylerken, ABD’yle temaslar›n›n oldu¤unu flu sözlerle do¤rulad›: "fiu anda Irak’ta bulunduklar› ve bize komflu olduklar› için Amerikal›larla baz› iliflkilerimiz oldu. PJAK’›n ne oldu¤unu, ne yapt›¤›n› ö¤renmek istiyorlar. Ancak aram›zda her hangi bir iflbirli¤i yok. Bizim buna ihtiyac›m›z yok. Ortado¤u’daki ço¤u örgütün aksine, seküler bir partiyiz. Güçlerimizin yar›s›n› kad›nlar oluflturuyor. Daha iyi bir yaflam ve demokrasi için Kürt kad›n›nda büyük bir dinamizm var. Onlar bizden daha iyi savafl›yor, daha iyi politika yap›yor." Yeni Anayasa tasla¤›n›n, Ahmet Türk’ün deyifliyle Kürt sorununu pozitif olarak te¤et geçen ifadeler ihtiva etmesi; ABD’nin "genel af" ça¤r›s›n›n Türkiye taraf›ndan yap›lmas›, PKK’nin Türkiye’ye yönelik faaliyetlerini en az›ndan orta vadede daha "bar›flç›l" hale getirebilir. Zira PKK’nin faaliyetlerinin hedefini flu s›ralar esas ola-
rak, ABD’den veya baflka bir uluslararas› güçten icazet almadan s›n›r ötesi operasyonlar yapabilen ‹ran oluflturuyor. PKK’nin ‹ran, Türkiye, Suriye ve Irak için tasarlad›¤› "demokratik özerklik" projesinin, ‹ran’daki Kürdistan Eyaleti’nin Kuzey Irak’takine benzer bir özerkli¤e kavuflmas›yla gerçekleflebilece¤i, Türkiye’nin bu yüzden öncelikli hedef olmad›¤› düflünülüyor. Ancak, y›llard›r Kürt sorununun çözümü konusunda tek muhatap oldu¤unu söyleyen PKK’nin veya DTP’nin, Türkiye’deki olas› "çözüm" aray›fllar›nda AKP taraf›ndan muhatap al›nmayaca¤›, AKP’nin DTP’li vekillere karfl› tutumundan, DTP’nin Gül’e oy vermemesinden, belediyelerle ilgili didiflmeden ve geçen say›m›zda DTP milletvekili Hasip Kaplan’›n AKP’nin Kürt sorununa yaklafl›m› konusundaki "O ümmetçi bak›yor, biz eflit, özgür yurttafl ideali ba¤lam›nda yaklafl›yoruz" sözlerinden de anlafl›labilir. Bu genel manzarada, Kürt sorununun çözümünde muhatap olmak için önümüzdeki günlerde "‹slamc›demokrat" Kürtlerin yeni oluflumlara gitmesi muhtemel görülüyor. Bundan kayg›lanm›fl olacak ki Öcalan, avukatlar› arac›l›¤›yla 12 Eylül’de yapt›¤› aç›klamada, Türkiye Bar›fl›n› Ar›yor Konferans›’n›n da ça¤›r›c›s›, PKK muhalifi ‹slamc› Kürt siyasetçi Altan Tan’› aç›k bir dille "iflbirlikçi" ilan etti. Hükümetin AB müzakereleri çerçevesinde de olsa Kürt sorununu gündemine almas›yla birlikte, Kürt cenah›nda "muhatap" tart›flmas›n›n k›z›flaca¤› ve PKK’nin muhalif gruplara yönelik sert aç›klamalar yapaca¤› tahmin ediliyor.
DTP ve AKP’nin “kale savafl›” 22 Temmuz’da, baflta Hakkâri, Kars, Bingöl olmak üzere çeflitli illerde DTP’nin taban›ndan büyük oranda oy alan AKP, yerel seçimlerle birlikte, Türkiye’de hâkimiyet kuramad›¤› hiçbir bölge b›rakmamay› hedefliyor. AKP karfl›t› devlet birimlerinin bile, AKP’nin bu hedefine s›cak bakt›¤› ve yerel seçimlerde Diyarbak›r Büyükflehir Belediyesi’nin AKP’nin eline geçmesini arzulad›¤› biliniyor. Gerek PKK, gerek DTP ve gerekse Öcalan, AKP’nin Kürt siyasî hareketine yönelik tehdit oluflturdu¤unun fark›ndalar, zira "devletçi" partilerin d›fl›nda bir söylemle Kürtlere ve Kürt sorununa yaklaflan AKP, ald›¤› Kürt oylar›n› art›raca¤a benziyor. A¤ustos say›m›zda, Hasip Kaplan, Kürtlerin, Kuzey Irak operasyonuna karfl› ç›kt›¤› için AKP’ye oy verdiklerini söylemifl ve Kürt oylar›n›n ödünç oldu¤unu vurgulam›flt›. Peki Kürtler, hangi durumda bu ödünç oylar›n› geri al›r? Kaplan’›n de¤erlendirmesinden hareketle bak›lacak olursa, Kuzey Irak’a operasyon olursa, Kürtler oylar›n› geri al›r. Fakat k›sa vadede, yerel seçimler öncesinde, ola¤anüstü bir kar›fl›kl›k olmaz ve ABD’nin ‹ran emellerinde bir gerileme olmazsa, yani ABD, ‹ran ve Türkiye’yle anlafl›p Kürtleri kaderlerine terk etmezse –ki bu pek ihtimal dahilinde de¤il– Türkiye’nin Kuzey Irak operasyonunu ger-
Murat Karay›lan, uzun vadede Türkiye ve ‹ran’da, Kuzey Irak’takine benzer bir “demokratik özerklik” sa¤lama gayesinde olduklar›n› söylerken, Özgür Halk dergisinde bu proje flu sözlerle özetleniyordu: “Demokratik özerklik, demokratik komünizmin de en iyi kurumlaflaca¤› zemindir. Bu zemin iyi de¤erlendirilirse Kürtler devlet d›fl› özgür yaflam› istedi¤i gibi kurumlaflt›r›p yaflayacakt›r.”
çeklefltirmesi mümkün görünmüyor. Di¤er yandan AKP, Osman Baydemir’in de aç›klad›¤› gibi, bir yandan DTP’li belediyelerin projelerine tafl koyarken, di¤er yandan da DTP’lilerin halka hizmet yapamad›klar› propagandas› yap›yor. Hükümet, fiemdinli’nin Irak s›n›r›ndaki Derecik beldesine bile cumhuriyet tarihinde ilk defa asfalt yol döflüyor, yaz aylar›nda kömür da¤›t›yor. Yoksulluktan beli k›r›lm›fl, y›llard›r süren savafltan dolay› darmaduman olmufl Kürt toplumunu bu flekilde yan›na çekmeye çal›flan AKP’nin yerel seçimlerde "Kürt kalelerini" fethetmesi sadece AKP’nin de¤il, ordunun da zaferi olacak. Bu yüzden, Kürt hareketi son günlerde neredeyse tüm mesaisini AKP’nin Kürtlere karfl› yapt›klar›n› anlatmaya vakfediyor. Geliflmeleri yak›ndan takip etti¤i anlafl›lan Öcalan da, son görüflmesinde avukatlar›na bu konuyla ilgili flu aç›klamalarda bulundu: "AKP çok sistemli çal›fl›yor. Devletin bütün imkânlar›n› kullanarak Kürtlerin üzerine gidecekler. DTP’li belediyelere yönelik siyasetleri görülüyor. Buna karfl› siyaseten gerekli ciddiyet ve durufl gösterilmezse, AKP onlar› afl›p geçer. Baykal’›n kalelerini birer birer düflürdüler. Kürtlerin kalelerini de düflürürler. AKP’nin arkas›nda ABD dahil uluslararas› güçler var. Ordunun bir k›sm› da AKP’nin karfl›s›nda duramad›. AKP sizin bütün ekonomik olanaklar›n›z› kesecek. Sonra da halk›m›za gidip, bunlar çal›flam›yor, bunlar beceriksiz diyecektir, bunun propagandas›n› yapamaya da bafllad›. Siz halk›n›z› bafl›n›za toplayacak, AKP’nin Kürtlere yönelik politikalar›n› deflifre edeceksiniz, siyasal ‹slam’›n Hizbullah prati¤ini unutturmayacaks›n›z. DTP do¤ru siyaset yapmal›, halkla iç içe olmal›. Karfl›n›zdakiler çok ac›mas›zd›r, canlar›n›za da yönelebilirler. Hatta burada bana da yönelebilirler. fiikâyetle, a¤layarak siyaset olmaz. Böyle ciddiyetsiz siyasetiniz devam ederse beni sevenlere, taraftarlar›ma art›k sizi desteklemedi¤imi söylerim. Belediye baflkanlar›n› da, DTP yi de tasfiye edebilirler. Ben onlar›n tasfiyesine de¤il, halk›n onlara verdi¤i deste¤e, eme¤ine, binlerce öldürülen yurtseverin dökülen kanlar›na ac›yorum." PKK liderlerinden Cemil Bay›k da Azadîya Welat’a yazd›¤› makalede (10 Eylül) AKP’nin devletin özel savafl gücü oldu¤unu ve ‹slami tarikatlar ve devlet kurulufllar› üzerinden Kürt bölgesini "iflgal" etmeye çal›flt›¤›n› ifade etti. Bay›k, AKP’ye karfl› topyekûn mücadele ça¤r›s› da yapt›. TBMM’nin aç›l›fl›yla birlikte DTP milletvekillerinin, bir yandan haklar›nda aç›lan soruflturmalarla u¤rafl›rken, di¤er yandan da Kürtlerin yoksullu¤unu, DTP’li belediyelerin sorunlar›n›, ciddi çal›flmalarla tespit edilen mevsimlik iflçilerin ma¤duriyetlerini meclis gündemine tafl›mas› bekleniyor. Velhas›l yerel seçimler öncesinde Türkiye’deki Kürt sorununun seyrinin bir yönünü bölgesel dengeler, ABD ve Türkiye’nin ‹ran ve Irak politikas›, PKK ve PJAK’›n durumu, bir yönünü de AKP ve DTP’nin "kale savafllar›" belirleyece¤e benziyor. ‹rfan Aktan
17
L‹MAN VE TERSANE ‹fiÇ‹LER‹ SEND‹KASI GENEL BAfiKANI CEM D‹NÇ
‹flçinin kaza sonucu ölümü Gemi infla sanayiinde alt›n ça¤›n› yaflayan Türkiye’de, 2002 yılında 32 olan tersane sayısı 2007’de 62'ye çıkt›, 2009 hedefi 123. ‹fl kazalar›nda yaflam›n› yitiren tersane iflçilerinin say›s› da ayn› h›zla art›yor. 1985’ten 2000’e 15 y›lda 27 iflçi ölürken, 2000-2007’de bu say› 41’e ç›kt›. Gemi sanayi büyüyor, kâr yükseliyor, bu arada hayatlar sönüyor. 21 A¤ustos-3 Eylül 2007 tarihleri aras›nda, befl iflçinin ifl kazas› sonucunda hayat›n› kaybetti¤i Tuzla tersanelerinde yaflananlar› Liman ve Tersane ‹flçileri Sendikas› Genel Baflkan› Cem Dinç’ten dinliyoruz. Ölümcül ifl kazalar›n›n son günlerde bu kadar artmas›n›n sebebi ne? Cem Dinç: 2003-2004 y›llar›nda, uluslararas› standart olarak, tankerlerin çift cidarl› olmas› ve 10 yafl s›n›r› zorunlulu¤u getirildi. 2000’lere kadar yap›lan tankerler genelde tek cidarl›yd›. Bunun üzerine, armatörler gemilerini de¤ifltirmek zorunda kald›lar. Piyasa genifllerken Türkiye de yar›fla kat›ld›. Zonguldak, Samsun, Ordu’da yeni tersaneler aç›l›yor. Geliboluda’da yeni bir proje var. Piyasadaki bu büyümeye paralel ifl güvenli¤i önlemleri al›nmad›¤› için ölümcül kazalar artt›. Sipariflleri yetifltirmek için iflçiler köle gibi kullan›l›yor. Ve tabii ki tafleronluk sistemi tersanelerde o kadar çok yayg›nlaflt› ki, çal›flanlar›n neredeyse yüzde 5’i kadrolu, di¤erleri tafleron çal›flan›. Ayr›ca, ifl kazalar›yla ilgili rakamlar sadece bizim ulaflabildiklerimiz. Sakatlanmalar›n haddi hesab› yok. Hemen her gün her tersanede kaza oluyor. Gizlenen ölüm ve kazalar var m›? Tersane patronlar› s›rf biz bilmeyelim, bas›n duymas›n diye kazalar› sakl›yor, iflçileri tehdit ediyor. Ulaflabildi¤imiz vakalarda, ailelere gidiyoruz, yasal haklar›n› anlat›yoruz. Ama, maalesef insanlar patronlar›n verdi¤i paraya raz› olmak zorunda kal›yor. Mahkemeye verse, iki-üç sene sürecek dava. Ayr›ca, bu konudaki yasal boflluklar› unutmamak gerekir. Tafleronluk sistemi tersanelerde hep mi yayg›nd›? 1985’ten beri tersanelerde tafleronluk sistemi uygulan›yor. Tuzla civar›nda irili ufakl› 100 küsur tersane var, ancak toplam çal›flan iflçi say›s›na dair net bir rakam yok. Çal›flma ve Sosyal Güvenlik Bakanl›¤›’na (ÇSGB) göre, gemi sektöründe çal›flan say›s› 15 bin 900. Ama, Gemi ‹nflaa Sanayicileri Birli¤i, (G‹SB‹R) son aç›klamas›nda “Tuzla ‹çmeler bölgesinde 45 bin iflçi istihdam ediyoruz, yan sanayi ile 200 bin kifliyi buluyor” diyor. Sadece Tuzla’y› baz al›rsak, ÇSGB’nin rakamlar›yla arada 29 bin 100 kiflilik bir aç›k kal›yor. Tafleronluk sistemi nas›l yürüyor?
18
Cem Dinç
Armatör ifli al›r, tersaneye verir, tersane taflerona verir, tafleron da geminin büyüklü¤üne göre, iki-üç taflerona birden verir. Taflerondan sonra bir de götürücüler var. Anlayaca¤›n›z durum vahim, bir iflçiye para 5-6 el de¤ifltirdikten sonra gelir. Tafleronlu¤un yasal durumu nedir? 4857 say›l› ifl yasas›n›n ikinci maddesinde tafleronluk aç›kça belirtilmifl. Firma as›l ifli de¤il, uzmanl›k gerektiren ve geçici iflleri alt iflverene verebilir deniliyor. Burada as›l ifli, yani gemi yap›m›n› veremez. Ancak bilgisayar donan›m›, radar gibi iflleri verebilir. Gemi iflinin kayna¤›n›, montaj›n›, boyas›n›, elektri¤ini, marangoz iflini veremez. Elektrik kablosunun çekimini dahi veremez. Bu geminin as›l iflidir. Ama bunun da yolunu, yöntemini bulmufllar. Tafleron armatörle anlafl›yor, tersaneyi kiralam›fl görünüyor. Denetim yok mu? Ücret, dinlenme, çal›flma koflullar› yasada belirtilmifl, ama uygulamada tafleronun insaf›na kal›yorsun. Denetimler yetersiz, olsa da yapt›r›m› yok. Örne¤in 2006’da, on tersanede, s›rf iflçilerin ücretleri verilmedi¤i için direnifl yapt›k. ‹hbar tazminat›, sigorta ödemedikleri gibi, çal›flan›n ücretini de vermiyorlar. Tafleron çekti gitti, ortada bir bü-
Sigortas›z, güvencesiz, ölümle her an burun burunas›n. Gemi Sanayicileri Birli¤i Baflkan› Murat Bayrak AA’ya yapt›¤› aç›klamada flöyle diyor: “Türkiye’de iflçi maliyetleri düflük, biz buradan kazan›yoruz. ‹flçi maliyetleri yükselirse, uluslararas› piyasayla rekabet edemeyiz.”
rosu bile yok. Genelde ne tür kazalar oluyor? Düflme sonucu kolunu, baca¤›n› k›rma, göze çapak kaçmas› en fazlad›r, bafla ya da s›rta bir fley düflmesi, parmaklar›n k›r›lmas›... Ölümlerin nedeniyse, patlama, ambara ya da denize düflme, elektrik çarpmas›, üstüne a¤›r parçalar›n düflmesi olarak s›ralayabiliriz. Kazalar› önlemek için al›nmas› gereken tedbirler neler? Birincisi, iflçinin güvenlik malzemelerini eksiksiz vereceksin. Ve hepsi TSE damgal› olacak. ‹flçilere, ifl güvenli¤i dersi verilmeli, bu e¤itimler denetlenmeli. Ayr›ca, çal›flma saatlerini düflürmek lâz›m. Yo¤un mesai konsantrasyon eksikli¤ine ve kazalara neden oluyor. Saptad›¤›n›z yasad›fl› uygulamalar› ilgili kurumlara bildiriyor musunuz? Çal›flma ve Sosyal Güvenlik Bakan› geldi¤inde, “burada yasalar uygulanm›yor, insanlar teker teker ölüme gidiyor” dedik. Defaatle flikayetlerde bulunduk, ama ülkemizde yasalar da ne yaz›k ki patronlar›n istedi¤i gibi iflliyor. Örne¤in, sendikam›z›n baflkan vekili Hakk› Demiral’›n o¤lu Sezai Demiral 20 metreden düflüp hayat›n› kaybetti. Kamu davas› aç›ld› ve sonuçta as›l patrona de¤il de taflerona iki y›l hapis cezas› verildi, o da 14 bin YTL cezaya çevrildi. Yasalar›n kimlerden yana iflledi¤ini bir kere daha gördük. Bu kadar kaza vakas› olan sektörde, ceza alan bir tek tersane patronu duymad›k. Ceza verilse dahi paraya çevriliyor, o da erteleniyor. Çal›flanlar›n ücretleri nas›l? Ustalar 45-50, yard›mc›lar 25-35 YTL civar›nda gündelik al›yor. Türkiye ortalamas›na göre biraz fazla gelebilir, ama yap›lan iflin kaza riski, a¤›rl›¤›, dayat›lan uzun mesailerle k›yasland›¤›nda rakamlar çok düflük. Sigortas›z, güvencesiz, ölümle her an burun burunas›n. G‹SB‹R Baflkan› Murat Bayrak, Anadolu Ajans›’na yapt›¤› aç›klamada flöyle diyor: “Türkiye’de iflçi maliyetleri düflük, biz buradan kazan›yoruz. ‹flçi maliyetleri yükselirse, uluslararas› piyasayla rekabet edemeyiz”. Teknolojik aç›dan Türkiye’nin bu alandaki durumu nas›l? Son dönemde, vinçleri, kaynak motorlar›n› güçlendiriyorlar. Teknolojinin tüm nimetlerinden faydalan›yorlar. Ama, emek yo¤un bu sektörde, eme¤e, insana yat›r›m yok. Tersanelerin 2015’e kadar kapasiteleri dolu. Bu yo¤unlukta bazen makinelerin bak›m› ihmal edilebiliyor. En son, Torlak tersanesinde vincin bak›m› yap›lmam›flt›, ortadan ikiye k›r›ld› ve vinç operatörünü öldürdü. Makinelerin periyodik bak›mlar› çok maliyetli de¤il. Ama ifl güvenli¤inden daha ziyade ifl yetifltirmeye yöneldiklerdi için bu bak›mlar da aksat›l›yor. Nispeten olumlu örnekler yok mu? Hidrodinamik tersanesinde, sigortalar asgari ücret üzerinden de olsa yatar. Gemak tersanesi, ifl güvenli¤i konusunda di¤erlerine göre daha iyidir diyebiliriz. Gemak, ifl kazalar›n›n en çok yafland›¤› tersaneydi. 2002’de ambar kapaklar›n›n aç›lmas› s›ras›nda iki iflçi hayat›n› kaybetti. Bir iflçinin vücudu belinden koptu, di¤erinin kolu koptu. 2002’den sonra s›k› denetimler ve güvenlik önlemlerini almalar› sonucunda ölümlü kazalar azald›. Demek ki ifl güvenli¤ine önem verilirse, kazalar›n önüne geçilebiliyor. ‹flçilerin meslekî e¤itimi ne düzeyde? ‹flçilerin büyük ço¤unlu¤u yapt›klara ifle dair bir e¤itim alm›fl de¤il. Eskiden bakkal, manav olan, tekstilde çal›flan, veya hiçbir ifli olmayan insanlar, bir e¤itim almadan tersane-
üyesi yapsan da yetmiyor. Yine de biz, tafleron iflçileri sendika üyesi yapmaya çal›fl›yoruz, ama bunun yapt›r›m› yok. Yetki almak için yasal yollar› s›ralarsak; Bakanl›¤a baflvurcaks›n, yetki gelecek, sonra iflverenle anlaflacaks›n. Zaten bunu yapana kadar, ya tafleron firman›n ifli bitiyor ya da sendikal› iflçinin sözleflmesi feshediliyor. 1999’da Yonca tersanesinde kadrolu iflçilerin yüzde 80’ini üye yapt›k, ÇSGB’ye baflvurduk. Tersane itiraz etti. Mahkeme ikibuçuk y›l sürdü. “Limter-‹fl yetkilidir” karar› ç›kt› ve yetkimizi ald›k. Yeniden iflçilerle görüfltük, yeniden sendikam›za üye yapt›k, ama iflçilerimiz iflten
at›ld›. Yedi ay grev yapt›k. Yarg›tay verdi¤i karar› daha sonra bozdu. Ne de olsa Yonca tersanesi askeriyeye çal›fl›yordu... O zamanki emniyet müdürünün “siz hakl›s›n›z, ama bana gelen emir bu, iflçileri içeriye sokup çal›flt›raca¤›m” dedi¤ini de biliyorum. Ayn› zamanda G‹SB‹R yönetiminin “bir tersanenin zarar› ne olursa olsun biz karfl›layaca¤›z, ama Limter-‹fl buradaki hiçbir ifl yerine girmeyecek. Çok mu zorland›k, Türk-‹fl’e ba¤l› DokGemi ‹fl’i getiririz” dediklerini ve böyle bir kararlar›n›n oldu¤unu biliyoruz Bizim her yapt›¤›m›z eylem sonras›, ifl yerlerinde Dok-Gemi ‹fl sendikas› örgütlenmifltir. 2001’de, ekonomik krize karfl› binlerce kifliyle yapt›¤›m›z eylemde, Dok-Gemi ‹fl sendikas› yeni yeni ifl yerlerine girdi. 2003’te Yonca grevi s›ras›nda, yeni tersanelere girdiler, 14 tersanede örgütlüler flu anda. G‹SB‹R, flunu iyi biliyor, Limter-‹fl sendikas› bir tersaneye girdi¤i zaman, tüm tersaneleri alacak. O yüzden, hakk›m›zda terörist diye propaganda yap›yorlar. Yöneticilerimiz hep tehdit ediliyor. Son olarak, Desan tersanesinde, iflçilerin ücreti verilmedi¤i için direnifl yapt›k. Bunun üzerine tutukland›k, genel sekreterimiz Kamber Sayg›l› ile 40 gün Kartal cezaevinde yatt›k. ‹fl yerinin düzenini bozmufluz, polisi dövmüflüz. Kafamda befl tane k›r›k var, ama suçlanan biziz.
LEVENT ERKAN – MONTAJ YARDIMCISI
MUSTAFA KARAO⁄LAN – MONTAJ USTASI
A SINIFI ‹fiGÜVENL‹⁄‹ UZMANI SERKAN KÜÇÜK
Resmen cinayet
Bu yük bir yerde patlar
Kifli bafl›na maliyet 250 lira
aha önce tekstildeydim, iki senedir tersanelerde montaj yard›mc›s› olarak çal›fl›yorum. ‹fle girerken 45 dakikal›k bir e¤itim verdiler. ‹lk iflim çok k›sa sürdü. Çiçek tersanesinde, Kavi Gemi’de (tafleron firma) çal›flmaya bafllad›ktan on gün sonra, bir ifl kazas› oldu, yüksekten düflen bir arkadafl›m›z› kaybettik. Ertesi gün protesto yürüyüflüne kat›ld›k diye beni ve üç kifliyi iflten ç›kard›lar. Sonra, fiahin Çelik tersanesine girdim; orada, geçtim servisi, mesaiyi, sigortay›, çal›flt›¤›m›z saatlerin ücretini vermiyorlard›. Y›rt›k eldiven, içi bofl baret veriyorlard›. S›rf kafanda baret gözüksün, müfettifller gelirse ceza yemesinler diye. Türkter tersanesinde, titreflimden dolay› sac düfltü ve bir arkadafl›m›z›n hayat›na maloldu. Baflsa¤l›¤› için ailesini ziyaret etti¤imizde, sendikadan geldi¤imizi söyledik, tersaneyle anlaflt›klar›n›, dava açmayacaklar›n› söylediler. Togrem tersanesinde ölen arkadafl›m›z 24 voltluk bir ampulu 220 voltluk prize tak›yor ve elektrik çarpmas›ndan ölüyor. Panonun üzerinde 220 veya 24 volt yazm›yor. Bu da görünmez kaza diye sunuluyor. Görünmez kaza ya da cahillik de¤il, resmen cinayet. Verdikleri e¤itimde, oksijen ve kaynak borular› yanyana durmayacak deniyor, ama gidin bak›n, hepsi yanyana, çünkü verilen hortum k›sa kal›yor, hatlar doluyor, ifl yürüsün diye görmezden geliniyor. ‹tiraz edersen de “çal›flmak istemiyorsan, ç›k” deniyor. Kadromuz yok, çal›flt›¤›m›z süre üzerinden para al›yoruz. Haftan›n yedi günü, sigortas›z, güvencesiz çal›fl›yoruz. ‹fli yetifltirmek için akflam mesaiye b›rak›rlar, kalmazsan iflten ç›kar›rlar. Yeri gelir, siparifli yetifltirmek için kesintisiz 2432 saat çal›flt›r›rlar.
emi ‹nfla Sanayiciler Birli¤i (G‹SB‹R) eski yönetim kurulu baflkan› Erkan Selah, kendisi ayn› zamanda Selah tersanesinin patronudur, yaralanan ve ölen iflçiler için “bunlar Anadolu’dan gelmifl cahil insanlar” dedi. Ya ifle uygun adam alacaks›n›z ya da iflçiye ifle uygun e¤itim vereceksiniz. ‹kisini de yapm›yorsunuz, sonra çal›flanlara cahil diyorsunuz. ‹fle girerken verilen e¤itim o kadar göstermelik ki, e¤itimi verenin e¤itimi yok. Yar›m saatlik bir sinevizyon gösterisiyle e¤itim mi olur? Ald›¤›m›z ücretler tamamen kiflinin pazarl›k yetene¤ine ba¤l›. ‹ki sene önce, günlük 50 liraya çal›fl›yordum, bugün ayn› ifli 45 liraya yap›yorum. Ayn› iskelede, ayn› ifli yapan iki iflçi farkl› yevmiye alabilir. Biri 8.5 saat çal›fl›rken, di¤eri 10 saat çal›fl›r. Birinin sigortas› hiç yatmaz, di¤erininki eksik yatar... Sigorta zaten pazarl›k konusu, ço¤u tafleron daha bafltan “sigortan› eksik yat›r›r›m” diye pazarl›¤a bafllar. Sigortas› yatanlar›n tamam›n›n sigortas› asgari ücret üzerinden yatar. Kazalar›n hepsini ifl e¤itimiyle ba¤daflt›rmak saçma olur. Tersane ifli emek yo¤un bir alan. Bir montaj ustas›n›n omuzundan günde 700-800 kilo çelik geçer ve 10 saat çekiç sallayarak iflini yapar. Bu durumda insanda konsantrasyon kal›r m›? Bu artan ölümler biraz dönemsel. AKP’den milletvekili olan Kemal Yard›mc›’n›n (Yard›mc› tersanesinin sahibi) G‹SB‹R’in dergisinde bir aç›klamas› var “son zamanlarda yo¤un bir ifl yükü var, bu yük bir yerde patlayacak” diyor. O ifl yükünün cefas›n› iflçi, sefas›n› patron çekiyor maalesef.
Niye bu kadar çok ölümcül ifl kazas› oluyor? Serkan Küçük: Tersanelerde meydana gelen ölümler, bas›na da yans›d›¤› gibi iflgüvenli¤i önlemlerinin eksikli¤inden kaynaklan›yor. Sektör yo¤un olarak alt iflveren ve tafleron firmalarla çal›flmay› tercih ediyor. Bunun bafll›ca sebeplerii ana iflverenin maliyetlerini düflürme politikas› oldu¤u gibi, yasal yapt›r›mlardan en az düzeyde etkilenme çabas›. ‹fl Sa¤l›¤› ve Güvenli¤ine (‹SG) yönelik yasal yükümlülükler de bu alanda önemli bir yer kapl›yor. ‹SG önlemlerinin gözle görülür, ölçülebilir faydalar›na karfl›n, iflveren taraf›ndan önlem al›nmamas› iflverenin ufkuyla ilgili bir sorun oldu¤u gibi, kurals›z ve bedelsiz para kazanma al›flkanl›¤›n›n ulaflt›¤› boyutu göstermesi aç›s›ndan ise tek kelimeyle ürkütücüdür. ‹SG önlemleri iflveren aç›s›ndan masraf kalemi olarak görülmektedir. Oysa ifl kazalar› ve meslek hastal›klar› sonucu, iflverene yans›yan maddi boyut al›nacak önlemler yan›nda düflük kalmaktad›r. 2004’te iflverenlere ‹SG hükümlerine uymad›klar› için 27 trilyon lira ceza uygulanm›fl, 33 iflyeri kapat›lm›flt›r. Kiflisel Koruyucu Donan›mlar pahal› önlemler mi? Kiflisel Koruyucu Donan›mlar (KKD) ‹SG önlemlerinin en ufak boyutudur. Bir iflçinin çal›flt›¤› ortamdaki risklerine göre kullanmas› gereken bafll›ca KKD’ler baret, gözlük, eldiven, ifl ayakkab›s›, ifl k›yafeti, emniyet kemeri, kulakl›k. Bir iflçi bu donan›mlar›m hepsini ayn› anda kullanmamaktad›r. Ayn› anda hepsini kulland›¤›n› ve bunlar›n en kaliteli malzemeler oldu¤u düflünüldü¤ünde, kifli bafl›na yaklafl›k 250 YTL gibi bir maliyeti olmaktad›r.
D
G
19
Söylefliler: Ender Ergün
ye giriyor. Bilerek ölüme davetiye ç›kar›l›yor. Kendi yaflad›¤›m› anlatay›m: 2005’te Türkter tersanesinde ifle girdim ve oran›n e¤itim çal›flmas›na kat›ld›m. E¤itim bir-birbuçuk saat sürüyor, içeri¤i aynen flöyle: “Arkadafllar, çal›flt›¤›n›z sektör tehlikeli ve zor bir sektör, her zaman tehlikeyle karfl› karfl›yas›n›z. Tehlikeli bir durum görürseniz, bize haber vereceksiniz. Taflerondan tulum, baret, emniyet kemeri isteyeceksiniz. Tafleron bu malzemeleri vermezse bize söyleceksiniz.” Bunlar› anlat›p gidiyor. O esnada, tafleronun adamlar› kap›da bekliyor ki, seni bir an önce ifl yerine götürsün. Taflerona soruyorsun, “tulum, demir uclu ayakkab› verecekmiflsiniz”. Cevap “hele bir ifle bafllay›n veririz”. ‹kinci Foto¤raf: fiahan Nuho¤lu gün, üçüncü gün derken, bir yerden uyduruk bir baret bulup, tulumsuz, demir uclu ayakkab›s›z, eldivensiz çal›fl›yorsun... ‹tiraz edince de “çal›fl›yor musun, çal›flm›yor musun? Çal›flm›yorsan, yerine elaman bulal›m” diyorlar. Ayr›ca, bu malzemeler seni bir yere kadar koruyabilir, kafana yirmi tonluk çelik levha düflse, baret nas›l korusun? Üstelik, verilen koruyucu malzemelerin ço¤u ifllevsiz. Y›rt›k eldivenle aç›k elektrik kablosunu tutarsan, ölürsün... Sendika olarak ne gibi zorluklarla karfl›lafl›yorsunuz? Sendikal örgütlenmenin önündeki engelleri ve tafleroluk sisteminden kaynakl› zorluklar› da görmek gerekiyor. Bir yerde örgütlenmeye bafllay›nca, çal›flanlar›n neredeyse tamam›n› sendika
NOVAMED GREV‹ B‹R YAfiINDA!
Kölecili¤e direnifl Antalya Serbest Bölge’de çokuluslu Fresenius Medikal’e ba¤l› Novamed firmas›n›n diyaliz ürünleri üreten fabrikas›nda, hemen hepsi kad›n olan iflçilerin, çal›flma koflullar›n›n iyilefltirilmesi ve sendikan›n tan›nmas› için bafllatt›¤› grev birinci y›l›n› doldurdu. Express, bu manidar y›ldönümünde grevci kad›nlarla birlikteydi. abrikada ücretler çok düflük, çal›flma koflullar› çok zordu. Kad›n iflçiler evlenmek için izin almak, yönetimin belirledi¤i zamanlarda çocuk do¤urmak zorundayd›. Sekiz saat boyunca sadece 15 dakikal›k (sigaran›n yasak oldu¤u) tek bir mola ve 25 dakika yemek aras› veriliyordu. Çal›flma saatlerinde iflçilerin birbiriyle konuflmas› yasakt›. Antalya Serbest Bölge’de çokuluslu Fresenius Medikal’e ba¤l› Novamed firmas›n›n diyaliz ürünleri üreten fabrikas›nda, hemen hepsi kad›n olan iflçiler bask›dan y›ld›klar› için üç y›l önce sendikan›n yolunu tuttular. 26 Eylül 2006’da toplu ifl sözleflmesi sürecinde iflverenle anlaflma sa¤lanamay›nca, çal›flma koflullar›n›n iyilefltirilmesi ve sendikan›n tan›nmas› için bafllayan grev 26 Eylül 2007’de birinci y›l›n› doldurdu. Grevde evli, boflanm›fl, bekâr, çocuklu, çocuksuz, tek bafl›na yaflayan 81 kad›n, 2 erkek iflçi var. Kad›nlar gülerek “erkekler korkak ç›kt›” diyor. Fabrikada toplam 320 iflçi çal›fl›yor. 15 erkek iflçi d›fl›nda hepsi kad›n. Line’larda yaln›zca kad›nlar çal›fl›yor. Zaten üretim de orada oluyor. “Babalar›, kocalar› bak›yor diye greve dayan›yorlar” laflar›n›n hiçbir hükmü yok. Sendikalaflmayla gelen ve gelecek olan haklar›n›n fark›ndalar.
F
Serbest bölgelerin yasaklar› Serbest bölgeler y›llar önce ilk Singapur, Hong Kong, Panama, Güney Kore gibi yoksul ülkelerde kuruldu. Yüksek kazançlar elde edilince Suriye, Lübnan, M›s›r, Türkiye de bu ülkeler aras›na kat›ld›. Serbest bölgelerin çokuluslu sermayeyi çeken yan›, vergi ve ticarî faaliyetlerde genifl muafiyet ve teflviklerle birlikte, iflçi ücretlerinin geliflmifl kapitalist ülkelerdekilere göre kat be kat düflük olmas›. Kazançlardaki patlaman›n nedeni sudan ucuza çal›flt›r›lan kad›nlar›n el becerileri. Serbest bölgelerde grev, “normal bölgeler”dekinden az, daha do¤rusu, neredeyse hiç yok. Sendikalaflma iflverenin en büyük korkusu. Serbest bölgeler yerliyabanc› sermayenin mührünü tafl›yan ifl yasas› ve sendikalar›n olmamas› gibi nedenlerle en ac›mas›z sömürünün yap›ld›¤› fabrikalarla dolu. Özellikle kad›nlar›n çal›flt›r›lmas›n›n nedeni, vas›fs›z iflgücü olarak görülmeleri ve haklar›n› arayamayacaklar› önkabulü. Antalya’daki serbest bölge deniz kena-
20
Ümmühan ve Döndü ‹nce kardefller.
r›nda çok genifl bir alana yay›lm›fl. Yeflilli¤i az, etraf› çevrili, k›flla görünümlü. Sokaklarda hayat yok. Düzenli yollar etraf›nda dizilmifl, bak›ml›, ama terkedilmifl hissi veren binalar. Fakat insanlar o binalarda haftan›n alt› günü, ço¤unlukla üç vardiya çal›fl›yoryafl›yor ve hayat hiç kolay de¤il. Novamed’in Alman ve ‹talyan ortaklar› ülkelerinde sosyal haklar, toplu sözleflme düzeni ve sendikal haklar kural›na uyuyorlar, ama ayn› kurallara burada tahammül edemiyorlar.
Korku yollar› bekler
Evdekilere, grevi anlatm›yorum. Anlam›yorlar çünkü. ‘Kad›n bafl›na bir ifl bulmuflsun, sigortan da var. Daha ne istiyorsun? Neymifl grev?’ deyip duruyorlar. Bir türlü insan gibi yaflamak istedi¤imi anlam›yorlar.
Grev bafllad›¤›nda kurulan grev çad›r›n›n yerini daha kullan›fll› ve güvenli bir kulübe alm›flt›. Sabah gözcüsü iki kad›n güneflten kaçabilmek için bir duvar›n dibine s›¤›nm›fllar. Yan› bafllar›ndaki denizin bir faydas› yok. Bunalm›fllar. K›sa bir hoflbeflten sonra, gitmek istiyorlar. Gözlerinden yorgunluk ak›yor. Sabah gözcüleri gittikten sonra, nöbeti Ümmühan ve Döndü ‹nce kardefller al›yor. ‹kifler çocuklar› var. Novamed’e Ümmühan yedi y›l önce, Döndü befl y›l önce girmifl. Evde fliflede dondurduklar› suyu getirmifller, d›flar›daki ›l›ktan da ›l›k suya kat›flt›r›p içiliyorlar. Evden getirdikleri akflamdan kalma börek ve kabak tatl›s›, koca bir paket ayçekirde¤i tüm grevciler için iyi bir e¤lencelik oluyor. Örgü ve okuma da vazgeçilmezlerin aras›nda. Daha önceleri, polis düzenli olarak bafllar›nda beklerken, art›k arada bir geliyor. Grev kulübesinin küçücük gölgesine s›¤›flarak yapt›¤›m›z “hayat nas›l gidiyor” minvalindeki sohbetimiz sürerken fabrikadan genç kad›nlar ç›kmaya bafll›yor. Sohbet hemen dönüyor. Fabrikada olup biten her fleyle çok ilgililer. Bir y›ld›r gece gündüz demeden, oturduklar› yerden fabrikay›, ifle devam edenleri seyrederek grevin sonucunu düflünüp duruyorlar. ‹çeriden ç›kanlar sabah vardiyas›ndan. Biz onlar› görüyoruz, ama onlar bizi görmüyor. Tek bir kifli bile bafl›n› çevirip
bakm›yor. Tam karfl›lar›nday›z, arada sadece dar bir yol var. Bizim yerimizde duvar olsa, duvardaki bir gölgeye gözü tak›l›r insan›n diye düflünerek isyan ediyorum. “Bu kadar› utanç ve vicdan azab›ndan olmal›” dedi¤imde, “onlarda vicdan ne gezer, korkudan!” diyorlar. Y›llarca birlikte çal›flt›klar› arkadafllar› selamlar›n› bile esirgiyor. Nas›l bir güç bu kadar korku salan? Yaln›zca iflsiz kalma korkusu mu? Herkesin çal›flmaya ihtiyac› var, d›flar›dakilerin de içerdekilerin de. D›flar›dakiler “sendikalaflaca¤›z dedik, sendikalaflana kadar buraday›z” diyorlar. Üstelik, grevi kendileri seçmemiflti. Sendikal›lar kapal› grev oylamas›nda o aflamada grevin gerekli olmad›¤›n› düflündükleri için hay›r oyu vermiflti, ama sendikas›zlar iflverenle iflbirli¤i yaparak evet oyu verdikleri için sendikal›lar greve ç›km›flt›. Bunu birkaç kez anlatt›klar›nda anca anlad›m. ‹flveren oyunu haz›rlam›flt›. Bask› ve tehdit. Nitekim, 320 iflçinin 159’u sendikal›yken flu anda 83 kifli grevde. Greve ç›kmayan sendikal›larsa sendikadan istifa etmifl. Sonradan baz›lar› iflten de ayr›lm›fl. Aylarca greve ç›kan iki-üç iflçi dönmüfl. “Mecburlard›” diyorlar, ama nedenini anlatm›yorlar. Zamanla, bas›n›n ilgisi ve dayan›flma ziyaretleri de çok azalm›fl. Grevin ilk günlerinde her fley bütün ayr›nt›lar›yla yaz›l›rken art›k yaz›lm›yor. Ziyaretlerin azalmas›na çok üzülüyorlar. Onlar için zaman çok h›zl› geçiyor ya da bir türlü geçmek bilmiyor. ‹stanbul’da Novamed Greviyle Dayan›flma Kad›n Platformu’nun birinci y›l için güçlü bir kampanya haz›rl›¤› içinde oldu¤unu söyleyince, çok memnun oluyorlar. “Keflke ses getirse” diyerek selam yolluyorlar. Önümüzden ço¤u kad›n olan flefler, müdürler gelip geçiyor. Ne selam, ne sabah. 15.00-23.00 vardiyas› boyunca yan›m›za sadece yemek flirketinin bir kad›n eleman› geliyor. Buyur ediyoruz, ama ifli var. Ümmü-
han ve Döndü de karfl›laflt›¤›m di¤er kad›nlar gibi, “akraba de¤ilsen, yak›n arkadafl de¤ilsen (bu da çok yokmufl, sendikalaflt›ktan sonra oluflmufl) kimse kimsenin sigara içti¤ini bile bilmezdi” diyorlar. Sigara içen de, içmeyen de en çok bunu ve hep hüzünlü bir gülüflle söylüyor. Yan yana çal›fl›rken bile birbirlerinden ne kadar yal›t›ld›klar›na en iyi örneklerden biri bu. Umutla umutsuzluk aras›nda gidip gelen sohbetin ana konular›ndan biri sa¤l›k. Bant sisteminin ve çal›flma haklar›n›n ihlâli nedeniyle, Ümmühan’›n kolu hâlâ biraz ifl yapsa a¤r›yor. Zor ifllerde dönüflüm olmas› gerekirken, sendikal›lar sürekli çal›flt›r›l›yormufl. Bu nedenle ço¤unda kas s›k›flmas› olmufl. Bir de yana yak›la “Biz sendikalaflt›k, fabrikada koflullar iyileflti. Biz faydalanam›yoruz, çal›flanlarsa böyle de¤ilmifl gibi davran›yor” diyorlar.
O kadar çok haks›zl›k var ki... Yemek fabrikadan geliyor. Giriflteki tuvaletin kullan›lmas›na izin var, ama ortada flefler, müdürler varken gidemiyorlar, çünkü çok kötü bak›yorlarm›fl. Ben de korkudan, 17 saat boyunca bir kez tuvalete gidiyorum. Bu nedenle, üçüncü vardiyaya kalam›yorum. Gece 11’de Zeynep Ak ve Ülkü Çetin gece vardiyas› için geliyorlar. Gidenleri u¤urluyoruz, b›rakt›¤›m›z yerden, kalan ay çekirdekleriyle geceye devam ediyoruz. Hava çok nemli ve kocaman sivri sineklerle dolu ortal›k. Zeynep tedarikli. ‹laç veriyor, sürünüyoruz. Fabrikada da vardiya de¤iflimi. Ülkü’nün bölümden arkadafllar› u¤ruyor. “Oh!” diyorum. Nihayet! Ülkü eflinden ayr›lm›fl. ‹ki çocukla ailesinin yan›na tafl›nm›fl. Adam nafaka ödememek için adresini sakl›yor. Anne-babas› ifle dönmesi için sürekli bask› yap›yor. Onlar da yoksul. Ev küçücük. “Dul kad›ns›n” diyerek hayat› konusunda da bask› yap›yorlar. Ülkü’nün morali çok bozuk, ama habire komik fleyler de buluyor yaflad›klar›nda. Hem kad›n hem iflçi olmaktan kaynaklanan sorunlar› konufluyoruz. Zeynep anlat›yor: “Ben madem ekmek yiyorum diyerek iflimi iyi yapard›m. Olup bitenlerle ilgilenmezdim. Söylenenleri yapard›m. Bir gün yan›mda çal›flan arkadafl›m bay›ld›. Yan gözle bakabiliyordum. Bir fley yapam›yordum. ‹lgilenmek yasakt›. Ancak flefler ilgilenebilirdi. Bundan çok etkilendim. O kadar çok haks›zl›k var ki, sendikaya üye oldum. Ben eskiden az konuflurdum. Zaten çal›fl›rken konuflmak yasakt›. D›flar›da da sessizdim. Ama greve ç›kt›¤›mdan beri çok konufluyorum. Grevde ailemden çok destek gördüm. Herkese grevi anlat›yorum. Her konuda anlataca¤›m fleyler var art›k. Haklar›m›z› alaca¤›z.” Ülkü “ ben evdekilere grevi anlatm›yorum” diyor. “Anlam›yorlar çünkü. ‘Kad›n bafl›na bir ifl bulmuflsun, sigortan da var. Daha ne istiyorsun? Neymifl grev?’ deyip duruyorlar. Bir türlü insan gibi yaflamak istedi¤imi anlam›yorlar.” Sabah› ediyoruz. Dudu Bayraktar ile Serap Y›ld›r›m ve gülüflerek “grev bebe¤i” diye tan›tt›klar› minik Eda sabah gözcülü¤ü yapacaklar. Hava yine çok s›cak. Kucaklafl›yoruz. Novamed grevindeki kad›n iflçiler hepimizden ses bekliyor. Nilgün Yurdalan
22
GREVC‹ KADINLAR ANLATIYOR
Biz olmasak fabrika m› olurdu? Niye çal›flmak istedin? Niye grevdesin? Fadime Horto¤lu: Eflime muhtaç olmamak için. Çal›flt›¤›ma çok memnunum, ama koflullar› çok a¤›rd›. Robot gibi olmam›z› istiyorlard›. Ben sab›rl› bir insan oldu¤um için sabrettim. Ama sinirlerim çok bozulmufltu. fiefler iflçileri birbirine düflürüyordu. Sendikalaflmadan önce, do¤um izni de süt izni de yoktu. Ben de daha iyi flartlarda çal›flmak, çocu¤uma daha iyi bir gelecek sa¤lamak için sendika istiyorum. Krefl olmad›¤› için k›z›m uzaktayd›. Konya’da annemlerin yan›nda kal›yordu. fiimdi birlikteyiz. Çal›fl›rken evin sorumlulu¤u da bendeydi. Zor oluyor tabii. Ben gene iyiyim. Komflum çal›flmaya girince, efliyle kavga etmeye bafllam›fllard›. Efli demifl ki “çal›flmazken böyle de¤ildin, para görünce art›k görevini unuttun.” Kad›nlar›n s›rt›ndaki yük a¤›rlafl›yor yani. Huzursuzluk oldu çal›flmaya bafllay›nca. Efline karfl› daha dik durmaya bafllad›, önceden hep ezikti. Nerdeyse boflanma efli¤ine geldiler. ‹flten eve eflleriyle ayn› saatte girseler de yeme¤i yine kad›nlar yap›yor. Derya Tuna: Ben ilkokuldan ç›kt›m, 12 yafl›nda çal›flmaya bafllad›m. Birçok yerde çal›flt›m. Ayaklar›n›n üzerinde kendin durabiliyorsun ve bir süre sonra “ben her fleyi yapabilirim” diyorsun. Burada 31. iflçiyim. Fabrika kurulurken deneme süresi oldu. Bakt›lar iflçiler iyi, h›zl›, fabrikay› kurdular. Biz ne kadar verimli olduysak, onlar bizim iflimizden o kadar geçinmeye bafllad›lar. Biz olmasak fabrika m› olurdu? ‹lk befl y›l neredeyse hiç zam yap›lmad›. fiefim bir keresinde, “sigaray› b›rakmazsan, ifli b›rak›rs›n” demiflti. Bask› çoktu. Sendikadan bir arkadafl›m›z söz etti. Sonra, evlerde toplan-
Burada düzen köle düzeni gibi. ‹flsizlik çok, baflvuran çok oluyor. Onu kullan›yor patronlar. “‹flçi çok, ister çal›fl›n, ister çal›flmay›n.” Sendikay› istemiyorlar, ama Almanya’daki fabrikada sendika var.
maya, sendikay› konuflmaya bafllad›k. D›flar›daki iflyerlerinde de az kazan›yorduk, flartlar zordu, ama insan muamelesi görüyorduk. Büyük fabrikalarda insan muamelesi görmüyorsun. Eskiden, haklar›m konusunda pek bir fley bilmezdim. ‹flçi olunca de¤ifltim, hakk›m› aramaya bafllad›m. Sendika bizi çok e¤itti. Sendikac›lar›n verdi¤i kitaptan ifl kanununu ö¤rendik. Sendikalaflma ve grev olunca, iflyerinde flartlar iyileflti. fiimdi çal›flanlar daha iyi durumda. Gerçekten bu sendika çok faydal› bir fley, ama insanlar›n bunu alg›lamas› çok zor. Ailelerin, efllerin deste¤i olmasayd›, sendikalaflma zor olurdu, ne de olsa babalar biraz sendika görmüfl. Fakat çevreden iflte “sen kad›ns›n, niye kad›n eliyle böyle bir ifle kalk›flt›n›z, yapamazs›n›z” diyorlard›. Neslihan Topak: Baz› efller istemedi, “Bununla u¤rafl›rsan, evle ilgilenemezsin” dedi. Ama kad›nlar “ben çal›fl›yorum orda, o eziyeti ben çekiyorum ben greve ç›kaca¤›m” dedi. “Benim karar›m” dedi Fadime: Sendikaya üye olurken sordum. Karfl› ç›kmad›. Belki ç›ksa da yine olurdum. Serbest bölgede çal›flman›n d›flar›da çal›flmaktan farklar› neler? Fatma Özüm: Burada düzen köle düzeni gibi. ‹flsizlik çok, baflvuran çok oluyor. Bu sefer onu kullan›yor patronlar. “‹flçi çok, ister çal›fl›n, ister çal›flmay›n.” Mesela bir flirket var; serbest bölgedeki fabrikas› sendikas›z, oradaki fabrikas› sendikal›. Bizde sendikay› istemiyorlar, ama Almanya’daki fabrikada sendika var. “Paraya ihtiyac›m var” deyip iflin zorlu¤una katland›k hepimiz. El becerileri daha yüksek oldu¤u için kad›nlar› ifle al›yorlar. Kad›nlar› daha kolay idare ederiz, daha kolay yönetiriz diye düNeslihan Topak, DeryaTuna, Fatma Özüm, Fadime Horto¤lu destek ziyaretine gelen arkadafllar›yla.
serbest bölgeye girifl ç›k›fllar izinli oldu¤u için gelemiyor. Aysel: Sonuçta herkes sendikal› olsun, tek patron yönetimiyle olmas›n. Patron istedi¤i zaman zam versin, istedi¤i zaman flunu yaps›n olmas›n. ‹flçinin söz sahibi olmas› için sendikalaflma flart. fiefler de üstünden korkaraktan bize bask› yap›yor. ‹çinden o da istiyor asl›nda sendika gelmesini. Çünkü o da bask› alt›nda. D›flar›da “valla siz greve kad›nlar olarak ç›kt›n›z” dendi¤i zaman, koltuklar›m›z kabar›yor. Hele de kad›n oldu¤umuz için, kad›nlar bu konulara fazla girmez gözüyle bak›ld›¤› için. Ben sendika toplant›lar›nda da tek tük kad›n görüyorum. Sendikalaflmay›, örgütlenmeyi kad›nlar yapamaz gözüyle bak›l›yor. Her yerde, sendikalarda bile hâlâ ço¤u erkek. Mesela baflkanlar hep erkek. Sendika bile olsa erkeklerin üstünlü¤ü var. Biz böyle bir fleye girince de “aa kad›n temsilci!” diyorlar. fiafl›r›yorlar. Fatma: Grevde kazan›rsak, bu alanda herkese örnek olacak. Kad›nlar da iflte sendika baflkan› olur, yönetimine girer, yani böyle fleylerde kad›nlar belki daha aktif olacak. Daha da ço¤alacak. Neslihan: Bu ifli baflaraca¤›z, gitti¤i yere kadar götürece¤iz. Derya: Maddî ve manevî çok büyük deste¤e ihtiyac›m›z var. Tamam maddî yönden sendika destek olmaya çal›fl›yor ama, manevî yönden birilerinin bizi düflündü¤ünü, sahip ç›kt›¤›n› bilmek bize büyük cesaret veriyor. Fadime: “Bak›n iflte bu insanlar bizi anlayabiliyor” demek bile, “unutulmad›k” demek bile çok güzel. Bir kiflinin gelmesi bile, duyarl› insanlar›n olmas› gerçekten bizim için çok de¤erli. Di¤er kad›nlara ne söylemek istersiniz? Neslihan: Valla, inand›klar› fleyin peflinden gitsinler. Ezilmesinler. Fatma: Ezdirmesinler kendilerini. Derya: “A ben bunu yapamam, bu ifl olmaz” demeyecek, hep içinde bir inanç olacak yani. Fadime: Dayan›flma olmas›, kad›n›n kad›na sahip ç›kmas› gerekiyor. Nas›l bir elin nesi var, iki elin sesi var; dayan›flma olunca istekleriniz yerine gelebiliyor. Fatma: ‹çerideki kad›nlar destek verseydi, grevimiz bu kadar uzamayacakt› belki de. Sesimizi duyurmak istiyoruz. Ne kadar çok destek olursa, ne kadar duyulursa gücümüz artacak. Neslihan: E¤er bu grevi baflaramazsak, ailelerimiz, çocuklar›m›z, bir daha sendikalaflmakm›fl, birliktelikmifl gibi bir fleye kalk›flmaz gibi geliyor bana. Fatma: Yani düflün, Antalya’daki bütün kad›nlar, ev kad›n› olsun, çal›flan kad›n olsun, bize destek verse, hakk›m›z› böyle arasak, bence baflar›r›z. Böylece örnek oluruz. Söylefli: N.Y.
flünüyorlar. Bizim iflyerinde, boflanm›fllar›, evine bakmakla yükümlü olan kad›nlar› tercih ediyorlar. Akrabal›k da dayan›flmay› zay›flat›yor. fief akrabansa seni ifle de ald›ysa, “sana ekmek verdim” diye bask› yap›yor. Komflumu, kardeflini ifle almak için sendikadan istifa ettirdiler. Sürekli klima alt›nda yüz felci yaflan›yor. Befl saniyede bir montaj yapmaktan belde, ellerde, boyunda f›t›k oluyor. Sekiz saat boyunca ayn› hareketi yap›nca bileklerimiz sakatlan›yor. Tuvalete gidince dakika tutuyorlar. Kaç dakika kald›¤›m›z› yaz›yorduk, alt›na imza at›yorduk. Özel durumlar› da yazmaya bafllad›k. Onlar utanm›yorsa biz niye utanal›m ki! “Pedimi flu kadar dakikada de¤ifltirdim”. Tuvalete az giden bölüm 15’er Euro ödül al›yordu. (gülüyor) Do¤um s›ras› vard› bir de... K›yafetimizi be¤enmeyince flefler bizi afla¤›lard›. En büyük ihtiyaçlardan biri krefl. Y›llarca, her toplant›da krefl istedik, ama olmad›. Sendikalaflt›ktan sonra, 20 Euro çocuk yard›m› yapt›lar. O da 0-6 yafl aras› için. Grip oldu¤umuzda, ürünlere zarar veririz diye maske tak›yorduk. Bu solüsyonlar da bize zarar veriyor. Sendikalafl›rken, “konufluyorsunuz” diyerekten maskeyi kald›rd›lar. Biz Sa¤l›k Bakanl›¤›na baflvurunca, sanayide kullan›lan maskelerden getirdiler. Çok a¤›rd›. “Bunu kullanman›z gerekiyor” dendi. “Kullanamay›z” dedik. Maske kalkt›. Mesela deride ufac›k bir yara olsa ve o madde girse, daha çok ac›yor ve yak›yor. Greve ç›kmadan önce ya grev olursa diye, yeni adla bir yer aç›ld›, 70 iflçi al›nd›. Biz de dava açt›k, ama kaybettik. Neslihan: Sendikalafl›rken herkes korkuyordu. Bask›lardan, iflten ç›kar›lma korkusu. Bir de insan çok yak›n arkadafllar›na bile güvenemiyordu. ‹lk baflta, kimse kimseye üye oldu¤unu söylemiyordu. Asl›nda, sendikal› olman›n büyük cesaret oldu¤unu söylüyorlar. Kad›nlardan beklemiyorlar. Bir yandan da “sizin yerinizde erkekler olsayd›, bu grev bu kadar uzamazd›. Bayan oldu¤unuzdan, aile size bakt›¤› için uzad›” diyorlar. Ama ço¤umuz ev geçindiriyoruz. Hem kad›nlar bir fley istedikten sonra yaparlar. Kad›nlar›n fabrikada verdikleri mücadele eve de yans›yor. “Bak iflte grevdeyim, evde de grev yapar›m” diyorum. Abimin sendikalaflmada büyük rolü oldu. Sonra onu iflten att›lar. S›rf insanlar korksun, “bak›n iflten at›yoruz” diyerekten. Dava açt›. ‹fle iadeyi kazand›. Ama Türkiye’deki kanunlar “ya paras›n› verirsin, ya ifle al›rs›n” dedi¤i için paray› vermeyi tercih ettiler. Biz greve ç›kt›¤›m›zda, kalan iflçilere “greve kendi iste¤imle kat›lm›yorum” diyerekten o gün imza att›rd›lar. Sonradan kat›lmak isteyenler oldu. Ama kat›lma hakk› yoktu. E¤er bu grev d›flar›da olsayd›, belki bütün halk gelirdi dayan›flmaya. Ama
Aron Aji ile söyleşi ve Bilge Karasu’nun Uzun Sürmüş Bir Günün Akşamı kitabından bir bölüm, Aron Aji’nin henüz yayımlanmamış çevirisiyle... Sylvia Plath ve Nilgün Marmara’nın Şiiri Üzerine Bir Analiz Burgaz Ada’da Bir Hayalperest: Sait Faik ...ve Yaşar Kemal, Ferit Edgü, İlhan Berk, Turgut Cansever, İlber Ortaylı gibi 40’tan fazla yazarın kitaplarının tanıtımı.
meşrutiyet c. kıblelizade s. tepe han 1/6 şişhane 80050 istanbul tel: (0212) 251 4023 fax: (0212) 251 4024 e-mail: info@planb.com.tr www.planb.com.tr
19 A⁄USTOS - 22 EYLÜL 2007 Haz›rlayan: Erdir Zat
Siyah hareket sessizli¤ine son verdi
‹RAN-IRAK Arap saçı Irak’ta ölenlerin sayısının 1 milyon 200 bin kifliyi buldu¤u açıklanırken Fransa yeni bir aktör olarak oyuna katıldı. fiahinler korosu, flimdi de Irak sorununu çözmenin en iyi yolunun ‹ran’a saldırmak oldu¤u sav›n› iflliyor. ORB adlı ‹ngiliz arafltırma flirketinin, Irak’ta 1700’den fazla denekle yüzyüze görüflerek yaptı¤ı kamuoyu yoklamasına göre, savaflın baflladı¤ı 2003’ten beri ölen Iraklıların tahmini sayısı 1.2 milyona ulafltı. Ankete katılan her dört Iraklıdan biri ailesinden birini kaybetmifl. Baflkent Ba¤dat’ta bu olgu “her iki kifliden biri” olarak beliriyor. Bu can kayıplarının yüzde 48’i ateflli silahlarda, yüzde 20’si bombalı saldırılarda, yüzde 9’u da uçakların yaptı¤ı bombardımanlarda verilmifl. Geçen kasımda Johns Hopkins Üniversitesi’nin yayınladı¤ı arafltırma, sadece fliddete maruz kalanları de¤il, açlık, salgın hastalık gibi ölüm gerekçelerini de hesaba katarak ölü sayısının 650 bini geçti¤ini saptamıfltı. Gerek bu arafltırma, gerekse savafl karflıtı örgütler tarafından öne sürülen “1 milyonu geçti” iddiaları, ABD ve Britanya makamları tarafından reddedildi. Alanında saygın bir kurum olan ORB’un anket sonuçları, dünya kamuoyuna yanlıfl bilgi verdikleri defaten saptanan iflgâlcileri yine köfleye sıkıfltırdı. fiöyle ya da böyle, Irak Savaflı’nın yol açtı¤ı can kaybı, 1994’te 800 binden fazla insanın ölümüyle sonuçlanan Ruanda soykırımını geride bıraktı, 70’lerde Kamboçya’da Kızıl Khmerler’in “ölüm tarlaları”nda can verenlerin sayısına (1.7 milyon) yaklafltı. Nihayetinde insan yaflamına dayanan bu rakamları böyle anmak oldukça sevimsiz, ancak bir o kadar da gerekli. Zira, baflta Washington Post olmak üzere bütün batı medyası, iflgâl süresince çıkan haberleri esas alarak, 75-80 bin dolayında bir tahminle yayınlarına devam ediyor. Sanki Irak’ta olan biten her fleyi biliyorlarmıfl gibi, sanki en fliddetli çatıflmaların yaflandı¤ı Kerbela’ya, Anbar’a giremediklerini söyleyen onlar de¤ilmifl gibi... Pen-
tagon ise medyadaki rakamları bile abartılı buluyor. IPS, Amerikan iflgaline karflı direniflin en yo¤un yaflandı¤ı Ba¤dat’ın Samarra bölgesinde, ABD askerlerinin son birkaç hafta içinde halka karflı iflledi¤i savafl suçlarını dünya kamuoyuna duyurdu. Bunların arasında bir hastanenin bombayla imhası ve yedi çocuklu bir ailenin “yanlıfllıkla” katledilmesi yer alıyordu. Ne garip tesadüf ki, bu fiiller ifllendi¤i sırada bir sosyalist doktor, Fransa’nın yeni Dıfliflleri Bakanı Bernard Kouchner, Irak’la iliflkilerde yeni bir sayfa açmak üzere Ba¤dat’ta bulunuyordu. Amerikan iflgâline karflı muhalif bir tutum sergileyen Fransa’nın Irak politikasındaki de¤iflim bu ziyaretle birlikte belirginleflti. Elinde çözüme iliflkin hiçbir önerisi bulunmayan Kouchner, ülkedeki kaostan birincil olarak “zayıf Irak hükümetinin sorumlu oldu¤unu” münasip bir dille beyan etti. Suçu “beceriksiz Iraklılara” atmak isteyen Washington ile a¤ızbirli¤i böylece sa¤lanmıfl, yeni cumhurbaflkanı Nicolas Sarkozy’nin Amerikan-yanlısı vizyonuna dayanan dıfl politika nihayet uygulamaya girmiflti. Savafl bölgelerindeki ma¤durlara gönüllü sa¤lık hizmeti götürmeyi amaç edinen Sınır Tanımayan Doktorlar örgütünün kurucularından sosyalist Kouchner, bu göreve dünyaya flirin görünmeye çalıflan Sarkozy tarafından özellikle getirilmiflti. ‹ktidar, pis iflleri temiz yüzlü adamlara yaptırmayı sever. Anlaflılan Kouchner de savafl karflıtı geçmiflini ve sosyalist kimli¤ini bir kenara atmaya karar vermifl. ‹ran konusunda takındı¤ı flahin tavrı bunun göstergesi: “En kötüsüne hazırlıklı olmalıyız, en kötüsü de savafl.” Patronu Sarkozy de ‹ran’ın nükleer programını “zamanımızın en büyük krizi”
ABD 1965’te, Alabama’nın Selma kasabasında, Martin Luther King Jr.’ın önderli¤inde yapılan ilk yurttafllık hakları yürüflüne katılanlar, bu sefer torunlarıyla birlikte yürüdü. Irkçı uygulamalarıyla nam salan Louisiana eyaletinin 3 bin nüfuslu kasabası Jena’da, ülkenin dört bir yanından gelen 60 bin gösterici, siyah gençlerin bir okul kavgası yüzünden a¤ır ceza mahkemesinde yargılanmasını protesto etti. Altı siyah lise ö¤rencisi, bir beyaz ö¤rencinin dövüldü¤ü kavgadan dolayı cinayete teflebbüs ve cinayet amaçlı komplo suçlarından tutuklanmıfltı. “Free Jena 6” eylemi, 1 milyon kat›l›mc›yla Washington’da yapılması planlanan ırkçılık karflıtı gösterinin start’› oldu.
21 Eylül’ün polis devletine karfl›! F‹L‹P‹NLER Toplumsal hareketler, 21 Eylül’de, ülkeye acılı bir tarih bırakan Marcos diktatörlü¤ünün iktidarı aldı¤ı darbenin 35. yıldönümünde, hâlâ sürmekte olan siyasi baskıları protesto etmek için büyük bir yürüyüfl düzenledi. Bush’un “terörle mücadele” kampanyasında Okyanusya’daki en büyük müttefiki olan devlet baflkanı Gloria Arroyo’nun çıkardı¤ı anti-terör yasası protestoların oda¤ındaydı. Radikal ‹slâmcı terörü bahane ederek yürütülen polis devleti uygulamaları, esas olarak ülkenin çeflitli adalarında uzun yıllardır ba¤ımsızlık mücadelesi veren Marksist-Leninist gerilla örgütlerini ve onların genifl kitle tabanını hedef alıyor.
Budist rahipler askeri diktatörlü¤e baflkald›rd› BURMA Benzin fiyatlarının ikiye katlanmasından sonra yaflanan fliddetli protestoların etkisi geçmeden, Burma yeni bir protesto dalgasıyla sarsıldı. Bu defa budist rahipler, askeri rejime karflı soka¤a döküldü. Baflkent Rangoon’da ülkenin gördü¤ü en büyük budist gösterisi için biraraya gelen 1500 rahip, da¤ıttıkları bildiride, “halk düflmanı” olarak tanımladıkları askeri cunta “Burma topra¤ından süpürülene kadar” barıflçıl protestolarına devam edeceklerini duyurdu. Muhaliflere uyguladı¤ı fliddetten dolayı özür dilemesi için rahipler tarafından hükümete verilen sürenin doldu¤u 17 Eylül günü bafllayan eylemler zinciri günübirlik devam ediyor.
25
Maocular çekildi
144 sendikacı öldürüldü
Chavez arabulucu oldu
Kuzey deniz yolu açıldı
NEPAL Maocular, monarfliden parlamenter demokrasiye geçifl sürecini yürüten geçici hükümetten çekildi. Nepal Kralı Gyanendra’nın alafla¤ı edildi¤i Nisan Devrimi’nde öncü rol oynayan NKP-Maocu, demokratik güçlerle ittifakını silah bırakarak sürdürmüfl, devrimin birinci yıldönümünde hükümete katılmıfltı. Ancak monarflinin kaldırılması ve seçimlerde nisbi temsil sisteminin benimsenmemesi konusunda hükümetteki di¤er yedi partiyle anlaflamadıları için bu karar› aldılar. 21 Kasım’da yapılacak kurucu meclis seçimleri de riske girdi. Ülkenin di¤er komünist partileri, Maocuları ikna etmeye çalıflıyor.
ULUSLARARASI Sendikalar Konfederasyonu, sendikal hak ihlallerine yer verilen yıllık raporunda, 2006’da dünyada 144 sendikacının öldürüldü¤ünü açıkladı. 2005’te 115 olan bu sayının arttı¤ına dikkat çekildi. 78 sendikacının öldürüldü¤ü Kolombiya, dünyada sendikacılar için en tehlikeli ülke olmaya devam ediyor. Asya’da ise 33 sendikacının öldürüldü¤ü Filipinler baflta geliyor. 138 ülkede sendikacıların fliddete maruz kaldı¤ı ya da tutuklandı¤ı saptandı. Raporda Suudi Arabistan ve Birleflik Arap Emirlikleri’nin yanı sıra Çin, Burma ve Küba’da sendikal faaliyetlerin yasak oldu¤u ifade edildi.
KOLOMB‹YA Devlet baflkanı Alvaro Uribe’nin yardım talebini kabul eden Chavez, FARC gerillalarıyla hükümet arasındaki müzakerelerin arabuluculu¤unu üstlendi. FARC’ın elindeki rehinelerle (aralarında politikacılar, subaylar ve üç ABD vatandaflı bulunuyor) hapisteki 500 kadar gerilların de¤ifl tokufluna dayanan anlaflmanın sa¤lanması barıfl sürecinin önündeki en büyük pürüzü ortadan kaldıracak. FARC lideri Raul Reyes, Chavez ile 8 Ekim’de, Caracas’ta görüflecek. Bu tarih aynı zamanda efsanevi gerilla lideri Ernesto Che Guevara’nın Bolivya’da yakalanıp öldürülüflünün 40. yıldönümüne denk geliyor.
AVRUPA Uzay Ajansı (ESA), Kuzey Buz Denizi’ndeki erime sonucu buzulların kapladı¤ı alanın en alt seviyesine indi¤ini ve Avrupa’dan Büyük Okyanus’a kutup üzerinden kestirme deniz yolunun açıldı¤ını duyurdu. Denizcilik flirketlerinin yıllardır açılmasını umdu¤u rotanın uydu foto¤raflarını yayımlayan ESA, bölgenin artık “denizcili¤e tamamen elveriflli oldu¤unu” açıkladı. Ayrıca, kutupların küresel ısınmaya karflı hassasiyetinin, dünyanın di¤er bölgelerinin iki katı oldu¤u ve bazı bilimcilerin 2040 yılında Kuzey Kutbu’nda hiç buz kalmayaca¤ını tahmin etti¤i de kaydedildi. BM’nin tahmini 2070’ti.
olarak nitelemiflti. Sarkozy-Kouchner ikilisinin savafl bezirgânlı¤ına karflı bir açıklama yapma gere¤i duyan UIuslararası Atom Enerjisi Kurumu baflkanı Muhammed Baradey, “güç kullanmanın belirli kuralları vardır, Irak’taki durumdan ders alınmalıdır” dedi. Baradey, ayrıca ‹ran’daki denetçilerin raporlarına dayanarak halihazırda böyle bir tehlike bulunmadı¤ını bildirdi. 41 yıl önce General de Gaulle’ün kararıyla çıkılan NATO’ya geri dönmek, Sarkozy hükümetinin gündeminin ön sıralarında yer alıyor. Fransa’nın oyuna girme arzusu, Afganistan’dan sonra Irak’ın da NATO’ya terkedilece¤ine iliflkin görüflleri kuvvetlendiriyor. Ama Bush yönetimi ‹ran’da NATO’yu kullanmaya pek niyetli görünmüyor. Londra Sunday Times, yakınlarda Pentagon’un ‹ran’daki 1200 hedefe karflı üç gün sürecek a¤ır bombardıman harekatı hazırlı¤ı içinde oldu¤unu yazdı. Bu harekat planı, daha önce medyaya sızdı¤ı gibi ‹ran’ın nükleer tesisleriyle sınırlı de¤il, ülkenin bütün ordusunu imha etmeyi amaçlıyor. Bush son yaptı¤ı konuflmalardan birinde ‹ran’ın “dünyada terörizmi destekleyen ülkelere liderlik etti¤ini ve Tahran’ın ölümcül faaliyetlerine karflı koyulması gerekti¤ini” söyledi. ‹flin tuhaf yanı, demokratların “savafl karflıtı” baflkan adayı Barack Obama da “Tahran’ı durdurmak için bir hava operasyonunun kabul edilebilir” oldu¤unu düflünüyor. Bush ile prensipte hemfikir yani... Alexander Cockburn, New Left Review dergisinin son sayısında, ABD’deki savafl karflıtı hareketin, sanki savafl sona ermifl gibi geri çekilmesinin ardındaki tuhaflıkları inceliyor. Son kamuoyu yoklamalarına göre Amerikan halkının üçte ikisi savafla karflı oldu¤u halde, savafl karflıtı hareketin kabarmak yerine sünmesi, 60’lar ve 70’lerdeki barıfl hareketinde ve 80’lerde Reagan’ın yürüttü¤ü Orta Amerika savafllarına karflı verilen kitlesel mücadelede görülmeyen yeni bir olguyu ortaya koyuyor. Cockburn’a göre, ara seçimlerde Irak Savaflı’nı bitirmek için bastıran demokratlara Kongre’yi veren seçmenin savafl karflıtı hareketle alıp verece¤i hiçbir fley yok, tam tersine onun kitle tabanını eritiyor. Önümüzdeki yıl yapılacak baflkanlık seçimleri için ortaya çıkan demokrat adayların (özellikle Ertu¤rul Özkök’e “kovboyluk bitti” diyen Hillary Clinton ve Barack Obama) oluflturdu¤u yeni vizyona kapılan Amerikan kamuoyunun sadece “Irak tarzı iflgâllere” karflı oldu¤u ya da “nükleer tehdidi bertaraf etmek için” ‹ran’a yöneltilecek bir hi-tech saldırıya hayır demeyece¤i düflünülebilir. Bu da fazlasıyla ürkütücü bir baflka kabus manzarası...
26
PAK‹STAN Tarihin geri dönüflüm kutusu Benazir Butto alkıfllarla yurduna geri dönüyor. Parlamenter demokrasiye geçerken kontrolü kaybetmek istemeyen diktatör Müflerref’in can simidi olacak. Pakistan’ın seçeneksiz siyaseti, bir kez daha tarihi “geri dönüfltürmeye” hazırlanıyor... BU kez “demokrasiye geçifl” ülke için çok daha zor koflullarda gerçekleflecek. Koltu¤unu korumak için bir “oldu bitti” hamlesi uygulayan Pervez Müflerref’in, cumhurbaflkanlı¤ı seçiminin tarihini 6 Ekim olarak açıklamasının hemen ardından, El Kaide usülü bir video ile boy gösteren Usama bin Ladin rejime karflı cihad ilân etti. Afganistan’da NATO’ya stratejik destek veren Müflerref’in baskı rejimi altında giderek büyüyen radikal ‹slâm, seçeneksizli¤i tarihsel bir yazgı gibi yaflayan ülkede halkın bir bölümü için “ciddi bir seçenek” haline gelmifl durumda. Siyaseten marjinalleflen Müflerref’in acilen kitle tabanına ihtiyacı var. Bunu sa¤layacak tek kifli de Benazir Butto: Müslüman, muhafazakâr, milliyetçi ve neoliberal. Pakistan’ın eski baflbakanlarından Benazir Butto, Dubai’de yafladı¤ı sürgün hayatına son verip 18 Ekim’de yurduna geri dönüyor. Bu tarih, Pakistan’ın alkıfllarla tekrar demokrasiye geçti¤i gün olarak kayda geçece¤e benzer. Gerçekte olan ise tarihin ve siyasetin tekrar tekrar geri dönüfltürülmesi... Tansu ile Benazir Bacı’nın maceraları Türkiye’de Pakistan’a yönelik yo¤un bir sempati vardır. Pakistan’la ilgili bir fleyler duydu¤umuzda veya okudu¤umuzda baya¤ı aflina gelir bizlere. Benazir Butto, meselâ, bizim Tansu Çiller’i andırır bir miktar. ‹kisi de kendi derin devletlerini kurmaya çalıfltılar. Tansu, A¤arlar, Çatlılar, Bucaklarla teflriki mesaideyken, Benazir de kendi özel ordusunu kurarak bölgedeki ayrılıkçı afliretleri temizlemeye çalıflıyordu. Magazinlere flayan bir dostluk kuran bu iki kadın arasındaki benzerlikler ço¤altılabilir. Meselâ, ikisi de gerekti¤inde ‹slâmcılarla ittifaka girebilece¤ini gösterdi. Özellikle Ziya Ül Hak’ın son zamanlarında asker vesayetine karflı çıkan demokrat politikacı izlenimi veren Benazir, Afganistan’da Taliban rejimini ilk tanıyan dünya liderlerinden biri oldu. O sıralarda Tansu, Refah Partisi ile koalisyon hükümeti kuruyordu. Bu benzerlikler yazgılarına da yansıdı. Her ikisinin de baflı, “gölgede kalan kocaları” üstünde odaklanan yolsuzluk skandalları yüzünden belâya girdi. Di¤er taraftan, bu olaylar iki ülkede de halkın hafızasına “kadını kocası yaktı” fleklinde yerleflti. Bu yüzden “kocanın kula¤ını çekip” gönül rahatlı¤ıyla geri dönmeleri mümkün. Aslında iki ülke arasındaki benzerliklerden söz etmek daha do¤ru. Askerler belki de sivillerden daha fazla benzefliyor.
Benazir Butto taraftarlar› dönüfl müjdesini kutluyor
Bir laik diktatörün profili Pakistan Devlet Baflkanı, General Pervez Müflerref, tıpkı 12 Eylül döneminin Kenan Evren’i gibi, iflbaflına bir darbeyle gelmiflti. Tek fark, Müflerref’in 1999’daki darbesi “kadife”ydi. Ama daha ilk demeçlerinde radikal ‹slâm’a savafl ilan etmiflti. 11 Eylül 2001 saldırılarından sonra, ABD, Afganistan’nın Tora Bora bölgesinde, Pakistan’ın da yardımlarıyla büyük bir askeri harekat düzenleyerek El Kaide ve Taliban kamplarını temizledi. Afganistan’da Taliban rejimi sona ermifl oldu. Bu operasyondan sonra ABD bölgedeki terörle mücadele ifllerini Müflerref’e havale etti. Müflerref’in en çok etkilendi¤i siyasi lider Mustafa Kemal Atatürk’tü. Bu durumda bizler, zamanında dinci diktatör Ziya Ül Hak’ı sevebildiysek, laikçi Pervez ile müflerref olabilirdik pekâlâ. “‹slâmî aflırılıkçılarla” mücadelede karalı olan Müflerref, aynı zamanda ülkedeki en büyük siyasal ‹slâmî koalisyonlarından birine bel ba¤lamıfltı. Hem laik hem müslüman olunabilece¤ini gösterme gayretindeydi. Kenan Evren’in de 12 Eylül’ü yaparken öne sürdü-
Borneo da tehdit altında
Ma¤durların tavuk zaferi
Fijumori yargılanıyor
AKP de¤il CHP kazandı
ENDONEZYA Amazonlar kadar büyük olmasa da “dünyanın akci¤erleri” kategorisine giren cangıl adası Borneo, biyoyakıtın hıflmına u¤radı. Atmosfere saldı¤ı sera gazını azaltmak isteyen AB’nin, 2020’ye kadar biyoyakıtlı taflıt kullanımını en az yüzde 10’a çıkarma kararı, Uzakdo¤u’daki palmiye ya¤ı üretimini tetikledi. Pazar payını artıran Endonezya geçen yıl komflusu Malezya’yı geçerek dünyanın en büyük palmiye ya¤ı üreticisi oldu. Bunun faturası da Borneo adasının Batı Kalimantan bölgesinde ciddi bir cangıl katliamı olarak çıktı. Cangıllar küresel ısınmaya karflı mücadelede yaflamsal önem taflıyor.
KAMERUN Tavuk denince Avrupalılar “sadece gö¤üs” diyor, onlara öteki parçaları satmak imkânsız. Ulusaflırı gıda tröstleri artan parçaları düflük fiyatla Afrika’ya pazarlıyor. Bu da öteki küresel kapitalist deneyimler gibi, eflitsiz rekabete maruz kalan yerli üreticinin ma¤duriyeti demek. Ama neoliberal maya Kamerun’da tutmadı. Çiftçi önderi Bernard Njonga çevresinde etkin bir politik güç oluflturan yerli tavukçular, piyasanın yüzde 70’ini tutan Hollandalı Kühne & Heitz flirketine karflı verdi¤i savaflı kazandı. Tavu¤un geleneksel olarak canlı satıldı¤ı Kamerun’a genetik ürünün girmesini engellediler.
fi‹L‹ Eski Peru devlet baflkanı Alberto Fijumori, sürgünde bulundu¤u fiili tarafından, insan hakları ihlâlleri ve yolsuzluk suçlarından yargılanmak üzere ülkesine iade edildi. Hakkındaki yedi dava arasında, toplam 25 kiflinin öldü¤ü iki kontrgerilla katliamının yanı sıra 15 milyon doları zimmetine geçirmek ve parlamenterlere rüflvet vermek de bulunuyor. Aynı zamanda Japon vatandaflı olan Fijumori, geçen yıl yapılan baflkanlık seçimlerinde aday olmak için lobi faaliyetleri yürütmek üzere fiili’ye gitmifl ve hükümetçe alıkonmufltu. Yüksek Mahkeme’nin kararı birkaç saat içinde uygulandı.
FAS Seçimlerde birinci parti çıkması beklenen Adalet ve Kalkınma Partisi, parlamentodaki 325 sandalyenin sadece 47’sini kazanabildi. Birincili¤i, daha çok bizim CHP’yi andıran iktidar partisi ‹stiklâl, 52 vekillik kazanarak aldı. ‹stiklâl ile befl partili koalisyonda yeralan sosyalistler sandalye kaybederek 36’ya düflerken, çeflitli sol grupların da yeraldı¤ı ba¤ımsızlar blo¤u 38 vekil kazandı. Katılım oranının yüzde 37’lerde seyretmesi halkın kral tarafından kontrol edilen siyasetten fazla umutlu olmadı¤ını gösteriyordu. Hüsrana u¤rayan AKP, iktidar blo¤unun para karflılı¤ında oy satın aldı¤ını iddia etti.
¤ü mazeretlerinden biri laikli¤in elden gidiyor olufluydu. Ama sonraları, çok sevdi¤i, pek anlafltı¤ı Ziya Ül Hak sayesinde, özellikle taflra konuflmalarında bol bol Kuran-ı Kerim alıntıları yapmaya baflladı. Ankara’da Ziya Ül Hak ile Kenan Evren’in yan yana afifllerini hatırladınız mı? Kenan Evren, Atatürkçü ve laikti. Ne tesadüftür ki, Pervez Müflerref de öyle. Müflerref’in iktidar pani¤i 2003 yılına kadar, Müflerref’in iflleri yolunda gitti, ama bundan sonra Pakistan merkez üssünde problemler baflladı. Müflerref, normalde 2002 yılında seçimlere gitme sözü vermiflti. Bu sözünü tutmak yerine Müttehide Meclisi Amel’in (MMA) de deste¤ini alarak görev süresini uzattırmayı uygun gördü. Ama siyasi etkisini yitirmeye baflladı. Sonunda, 1999 darbesi sırasında ana muhalefette olan Benazir Butto’nun kapısını çaldı. Detayları henüz bilinmeyen bu geliflme, “denize düflen yılana sarılır” atasözünü fazlaca andırıyordu; ama küçük bir eklemeyle, “ve sarılacak birkaç yılan varsa en az zararlısını seçer.” Ülkeye parlamenter demokrasiyi getiren tarihsel lider Zülfikâr Ali Butto’nun kızı Benazir Butto’nun babasının yaptı¤ını tekrarlamak üzere geri dönüflü, Pakistan’ın geçmiflinde derin yankılar bu-
GUATEMALA Denemeli... Latin Amerika’daki sol dalgaya Guatemala da katkısını yaptı. Ama bu iktidara gelmeye yetmeyecek gibi görünüyor... TOPLAM 20 kiflinin öldü¤ü fliddetli çatıflmalara sahne olan bir kampanyadan sonra yapılan baflkanlık seçimlerinin ilk turunu, toplumsal hareketlerin destekledi¤i sosyaldemokrat Umudun Ulusal Birli¤i (UNE) partisinin adayı Alvaro Colom (%28) kazandı. Onu sa¤ın en güçlü adayı eski general Otto Perez Molina (%23) izledi. ‹kinci tur, öteki sa¤ partilerinin deste¤ini alan Molina’ya daha fazla flans tanıyor. Sa¤ ve sol oyların aritmeti¤i yüzde 51-49 gibi bir sonuç veriyor. Bu da 2003 seçimlerindeki sürecin tekrar yaflanaca¤ını gösteriyor. Colom, dört yıl önce de ilk turu alıp ikinci turu burun farkıyla kaybetmiflti. Aslında bu manzara, 30 yılda 200 bin-
luyor. Bu yüzden Müflerref ile Butto’nun nasıl bir ikili olaca¤ı çok tartıflılan konulardan biri. Butto’nun Müflerref’in devlet içindeki müttefikleriyle çatıflmalar yaflamasından korkuluyor. Burada biraz durmak gerekiyor. Çünkü, Müflerref’in devlet içinde ne kadar müttefikinin olabildi¤i konusu gerçek bir muamma olarak duruyor. Hem ordunun hem de istihbarat teflkilatı ISI’ın içinde aklı Ziya Ül Hak döneminde kalmıfl çok sayıda subay var. Bu yüzden Müflerref hem MMA’ya hem de Benazir Butto’ya güvenmek durumunda. Anayasa Mahkemesi Baflyargıcı Muhammed ‹ftihar Çaudri ile yafladı¤ı kriz sayesinde de anlaflıldı ki, Müflerref devlet baflkanı oldu¤u ülkenin hukuk adamlarına güvenemez. Çaudri’nin dedi¤i fley aslında gayet basitti: “Aynı zamanda hem Genelkurmay Baflkanı hem de Cumhurbaflkanı olamazsın.” Etrafında çok da fazla dostu olmayan Müflerref’in, terörle nasıl mücadele etti¤ini anlamak için, 13 Ocak 2006 günü Bajor bölgesinde yaflananlara bakmak yeterli. 11 Eylül’ün üzerinden befl yıl geçmiflti ve ABD artık sabırsızlanmaya bafllamıfltı. El Kaide sözcüsü Eymen Zevahiri, 11 Eylül’ün 2006’daki yıldönümünde artık ABD’nin Irak’ta yenildi¤ini kabul etmesi gerekti¤ini söylüyordu. CIA, Zevahiri’nin Bajor’daki sınır köyü Damadola’da ol-
du¤una iliflkin bir istihbarat aldı. CIA’in pilotsuz uçakları, köye ondan fazla füze atarak en az 18 kifliyi öldürdü. Ölenlerin hepsi sivil köylülerdi. Zevahiri köyde yoktu. Duvarların arkasında gölgeler Pervez Müflerref tekrar baflladı¤ı yere geri dönmüfl oldu. ISI’ın merkez binasının hemen yanında yer alan Lâl Mescidi’nde geçen ay yaflanan katliamdan sonra iyice gözden düfltü. Dolayısıyla bir yanında Benazir Butto var. Di¤er yanda da ‹slamcılardan oluflan MMA ittifakı. Butto’nın dönüflünün ardından gerçekleflecek genel seçimlerden sonra, büyük ihtimalle dünya kamuoyuna Pakistan’a artık demokrasi geldi¤i müjdelenecek. Ne yolsuzluk iddialarının bir önemi olacak, ne de bir dönem Keflmir’de Taliban milislerinin kullanıldı¤ının… Gerçekten de Independent gazetesinin yazmıfl oldu¤u gibi, duvarların arkasında, gölgelerin içinde bir fleyler olup bitiyor. Birileri yine fazlaca derinlerdeki çöplüklerden bir fleyleri açı¤a çıkarmaya, eflelemeye çalıflıyor. Kimseler neler oldu¤unu bilemiyor. Sonra yine birdenbire bombalar, silahlar patlıyor. Butto ve Müflerref’in bu sefer neye “geri dönüflece¤ini” hâlen anlayabilmifl de¤iliz. Balkan Talu
likte en çok kızılderili nüfusun yafladı¤ı befl ülke arasına giriyor. Günümüzde ulusal burjuvaziye dönüflen ‹spanyol fatihlere ve hem Pasifik hem Atlantik’e açılan topraklarının stratejik konumundan yararlanan emperyalistlere kaptırdıkları zenginli¤i geri alamadıkları için tarihsel olarak yoksul kalmıfl kızılderili yı¤ınlar yaflıyor burada. Tam da bu yüzden, Guatemala eliti, solu kafesin içinde tutmak için büyük çaba sarfediyor, iktidarı UNE gibi ılımlı bir partiye kaptırmayı bile göze alamıyor. ‹lk turu kaybeden Nobel ödüllü kızılderili eylemci Rigoberto Menchu (ortada) Colom’u destekliyor Gene de 4 Kasım’daki ikinci den fazla cana kıymıfl içsavaflı bitiren hington’ın CAFTA (Orta Amerika Serbest turdan bu karanlık manzarayı da¤ıtacak barıfltan sonra (1996) Guatemala’ya tama- Ticaret Bölgesi) projesine destek veren geliflmeler beklenebilir. UNE da¤dan inen men hâkim olan sa¤ iktidarların kemiklefl- Guatemala’yı biyoyakıt anlaflmasıyla ihyâ marksist gerillaların bir kısmının sosyaldeti¤inin göstergesi. Geçmiflte marksist ge- etti. ABD pazarı için büyük ölçekli etanol mokrasi projesi oldu¤u kadar, bu tür durillalara karflı ABD destekli bir kirli savafl üretimi, iflbirlikçi sermayeyi daha da güç- rumlarda kapsay›c› bir çatı hâline gelebiveren militarist oligarfli, neoliberalizmle lendirirken, bırakın istihdam yaratmayı da- len bir parti. Colom’un stratejisi, yüzde 60 kurdu¤u uyumlu iliflkide evrilerek flu an ül- ha fazla iflsizli¤e mal olacak. dolayında seyreden düflük katılımı, özellikkeyi yöneten iktidar blo¤una dönüfltü. MoKuzey yarımküredeki en berbat gelir le yoksul kızılderilileri harekete geçirerek lina’yı aday yapan Vatansever Parti (PP) bu da¤ılımı profillerinden birini gösteren Gu- kendi lehinde artırmak. 51 ile 49’un yer bloktan ayrılmasına ra¤men sola karflı bir atemala, 13 milyonluk nüfusuyla en kala- de¤ifltirmesi, CAFTA üstünden yürüyen sa¤ cephe oluflturmakta zorlanmıyor. balık Orta Amerika ülkesi kimli¤i taflıyor. neoliberal projede açılmıfl bir gedik deBush, mayıs ayındaki ziyaretinde, Was- Meksika, Ekvador, Peru ve Bolivya ile bir- mek. Bu da u¤ur tutmaya de¤er...
27
BREZ‹LYA Dönüm noktası Tropikal aflure kaynamaya baflladı. Topraksızlar, neoliberal hegemonyaya karflı istihdamı esas alan yeni bir tarım reformu projesiyle harekete geçti. Brezilya’nın bütün toplumsal hareketleri istim üstünde...
BREZ‹LYA’DA siyaset giderek ısınıyor. Sırada bekleyen sosyal reformların vakti yaklafltıkça gerilim artıyor. Ülkenin toplumsal hareketleri büyük bir mobilizasyona hazırlanıyor. Latin Amerika’nın en genifl toplumsal hareketi olarak 1984’den beri faaliyet gösteren Movimento Sem Terra (MST, Topraksız Kırsal ‹flçiler Hareketi, kısaca Topraksızlar) bu sıcak ortamda beflinci kongresini yaptı. 24 eyaletten gelen binlerce delegenin katıldı¤ı kongrede, örgüt içinde iki yıldır tartıflılan Tarım Programı sonuçlandırıldı ve MST’nin Brezilya’ya önerdi¤i “tarım reformu tasla¤ı” olarak kamuoyuna sunuldu. Programa göre, MST yıllardır savunageldi¤i toprak reformuna dayalı klasik tarımsal kalkınma modelini terk etti. Lula hükümetinin bafllattı¤ı ve flu ana kadar 150 bin aileye istihdam sa¤layan toprak reformunun artık yetersiz oldu¤unu söyleyen Topraksızlar, ülkeyi sefalete sürükleyen neoliberalizmin tarım politikalarına karflı somut alternatifler getiren yeni bir ajandayı benimsedi. MST’nin öncü lideri ve bir çiftçi enternasyonali hâline gelen La Via Campasina’nın kurucu teorisyeni oldu¤u kadar bir “sınıf savaflı pratisyeni” olarak da anılan ekonomist João Pedro Stédile ile Rio de Jenairo’da yayınlanan Tribuna da Imprensa gazetesinin yaptı¤ı söylefliyi aktarıyoruz. MST’nin savundu¤u tarım reformu modelinin tükendi¤ini açıkladınız. Öyleyse ne yapmalı? 20. yüzyıl boyunca, Latin Amerika’daki çiftçi hareketleri klasik tarım reformu için mücadele verdi. Topra¤ın yeniden da¤ılımı ile iç pazarı ve gelir da¤ılımını güçlendirecek bir ulusal endüstri gelifltirme projesinin kombinasyonu olan bir modeldi bu. Çiftçileri yoksulluktan kurtarabilir, daha adil bir kalkınmaya önayak olabilirdi. Kuzey yarımkürenin bütün ülkelerinde tarihsel olarak durum buydu. Ama Brezilya eliti neoliberalizme yapıfltı. Uluslararası finans kapitale dayanan bu model tarım reformunu bitirdi. Elit tarafından bitirildi. Biz böyle olsun istemedik. Öte yandan, tarım sorunu çözülmedi; 150 bin ailemiz MST kamplarında ve ülkede 4 milyon topraksız aile daha var. Ancak flu bilinmeli, MST yeni bir tarım reformu için, üretimin yeniden düzenlenmesiyle birarada yürüyen bir toprak demokratikleflmesi için, ulusafl›r› flirketlerin bugünkü kontrolünden çıkıp iç pazardaki gıdaya öncelik verilmesi için mücadele edecek. Çevreye saygılı yeni bir tarımsal teknolojiyi esas alan, kırsal alanlara koorperatiflerle yapılanmıfl zıraat endüstrileri götürecek, okul ve e¤itim olanakları sunacak bir tarım reformuna ihtiyacımız var. Brezilya’nın bu yeni tarım modeli nedir? Ülkenin ihtiyacı küçük ve orta ölçekli kırsal arazileri esas alan yeni bir tarım modelidir. Bunu yapmak için, ifl alanları yaratmayı önceliklerin baflına koyan yeni bir ulusal kalkınma modeli infla ederek neoliberalizmi bozguna u¤ratmamız lazım. ‹lk adım toprak mülkiyetini demokratiklefltirmektir. Bu talep kırsal arazilere büyüklük limiti koyarak sa¤lanabilir. Bir flirketin, sadece parası var diye, 100 bin veya 1 milyon hektar araziye sahip olması kabul edilemez. Gerçek çiftçiler, kapitalist olanlar bile, 1000 hektar
28
toprakla dünyanın parasını kazanabilece¤ini bilir. MST’nin kamplarını nasıl tanımlamalıyız? Üretimin düzenlenmesi, her fleyden önce, iç pa- Kamplar, Brezilya toplumunda en düflük ücreti alan zarın ihtiyaçlarını karflılamalıdır. Avrupa ve ABD ve topra¤ın onu bir yatırıma çevirenlere veya dıfl tarımsal ürünlerin en genifl pazarı de¤ildir, daha pazar için üretenlere de¤il iflleyenlere ait oldu¤una genifl pazar Brezilya’nın kendi yoksuludur. Burada inanan yoksul kırsal iflçiler tarafından kuruluyor. nüfusun yüzde 60’ı yetersiz beslenme sorunu Onlar ürettikleri üründen verdikleri pay karflılı¤ında yaflıyor. Baflka bir deyiflle, tüketmek isteyen 120 toprak kiralayan günlük iflçiler ve artık kendi topmilyon Brezilyalı var, ama gelirleri raklarında ekim yapmak istiyorlar. yok. Son zamanlarda ulusafl›r› flirBunun yanı sıra taflradan büyük Ülkenin ketler geliyor ve üretimi, pazarlakentlerin çevresine sürülmüfl ve geri ihtiyacı mayı ve fiyatlandırmayı kontrol dönmek isteyen çok sayıda yoksul küçük altına alıyor. Yanlıfl bu. Gıda üretiaile var. MST’nin kamplarını harekeve orta mi ve ifllenmesini kontrol edecek ti, yaflam koflullarını düzeltebilecek, ölçekli bir alternatif olarak, kırsal kesimde kendilerine ait bir ev, çalıflacak topkırsal küçük zıraat endüstrileri kurmak, rak sa¤layan, e¤itim ve sa¤lık hizarazileri ifl ve gelir olanakları yaratmak dumetlerine kavuflabilecekleri bir alteresas alan yeni bir rumundayız. natif olarak görüyorlar. tarım modelidir. Ayrıca, taflrada kimyasal maddeMST’yi yeniden politize olmaya Bunu yapmak için, lerden arınmıfl sa¤lıklı gıda üretve yeni talepler öne sürmeye ifl alanları yaratmayı mek için ekolojik açıdan do¤ru tekiten tarımsal sermayenin taflraönceliklerin baflına nikler kullanan yeni bir üretim sisdaki zaferi midir? koyan yeni bir ulusal temine ihtiyacımız var. Tarımda Tarımsal sermayenin veya neoliberakalkınma modeli infla kullanılan kimyasal maddeler kalizmin zaferine inanmıyoruz. Halk, ederek neoliberalizmi mu sa¤lı¤ını olumsuz etkiliyor. Baflkan Lula’nın kazandı¤ı iki seçimbozguna u¤ratmamız Böyle konularla hiçbir ilgisi olde de, toprak, servet ve geliri elinde lazım. ‹lk adım toprak madı¤ını düflünen kentsel nüfus da toplayan, daha çok yoksulluk ve iflmülkiyetini demokradahil buna. Ama onlar bu bilgi eksizlik yaratan, toplumun sorunlarına tiklefltirmektir. sikli¤inin bedelini daha sonra hasçözüm getiremeyen bir model olan tane faturası olarak ödüyor. neoliberalizme karflı oy kullandı. Son olarak, kırsal kesime kamu hizmetlerini götür- Tarımsal sermayenin bizi politize etti¤i do¤ru, çünmek gerekiyor; özellikle formal e¤itime ve çiftçi kü toprak reformu için vermekte oldu¤umuz mücayurttaflları e¤itecek bilgi birikimine büyük ihtiyaç deleye, neoliberal ekonomik modelin siyasi yenilgivar. E¤itimsiz bir çiftçi sadece karflısındaki topra¤ı si ve topra¤ın yeniden da¤ılımı için gerekli koflulları görür, onunla neler yapabilece¤ini bilemez. Brezil- sa¤layıp Brezilya halkının sorunlarını çözecek yeni ya toplumunun ve sınıf savaflının karmaflıklı¤ını da bir projenin inflası eklendi. anlayamaz. Kongremizde, Kübalıların “evet yapabi- ‹fl yasası reformu tartıflılıyor. Sizin bu konulirim” yöntemine dayanan bir okuma yazma kam- daki pozisyonunuz nedir? panyası bafllattık. Bitirenler ilk, orta ve yüksek ö¤- 20. yüzyıl boyunca iflçilerin verdi¤i zorlu mücaderetim düzeylerinde ilerleyebilecek. Bunları tamam- leyle kazanılmıfl tarihsel hakların ellerinden layıcı bir ilke de belirledik: E¤er topraksızlar hare- alınmasına karflı duruyoruz. Sendikalar, halk ve ö¤ketinde aktivist olmak istiyorsan, bir yandan da renci hareketleriyle birlikte güya sosyal yardım reokumayı sürdürmen gerekiyor. formlarına karflı büyük bir kampanya bafllattık.
FOTO KOLAJ: BARBAROS GIRITLI
Haklarımızı geri almaya çalıflan bütün reformlara karflıyız. Hükümetin, adil bir maafl ve konut güvencesi sa¤layan ifller yaratacak, böylece tarım reformunu hayata geçirecek bir projeye ihtiyacı var. Yüksek faize ve borçların geri ödenmesine dayanan ekonomik politikalar, iflçi sınıfına ve ülkenin ba¤ımsızlı¤ına zarar vermekle kalmayıp bankacıları ve zengin giriflimcileri daha da zenginlefltiriyor. Bu, sosyal politikalara yönelik her türlü yatırım olasılı¤ını ortadan kaldıran ve eflitsiz bir gelir yo¤unlaflması yaratan bir faktör. Tarım Bakanı elefltirilerinizi geri çeviriyor. Bafllıca argümanlarınızı “ortaça¤a ait” diye niteliyor. Ne diyorsunuz? Tarım reformunu gerçeklefltirmeye yardımcı olmayan ikincil sorunlarla zaman kaybetmek istemiyoruz. Biz, iç pazara ve ülkenin yoksullarına yönlendirilmifl aile tarımına öncelik veren bu yeni modeli toplumla tartıflmak istiyoruz, buna hükümet de dahil tabii. Reform süreci flu anda otoyolların kıyısındaki kamplarda üretim yapan 150 bin ailenin kendilerine tahsis edilen topraklara yerlefltirilmesiyle bafllamalı. Tarımsal sermayenin sundu¤u modelin, topraklarımızı çokuluslu flirketlerin eline bırakan, insanların taflradan göç etmesine yol açan, çevreyi imha eden, genetik olarak modifiye edilmifl bitkilere ve zıraat zehirlerine dayanan bir modelin peflinden gidemeyiz. Asıl mesele flu; Baflkan Lula’nın MST’ye ve Brezilya’nın bütün çiftçilerine bir borcu var, çünkü hükümet tarım reformunu çıkaramadı. Tam tersine sermayenin toprak üstündeki yo¤unflmas› arttı. Ülkedeki gelir eflitsizli¤i hakkında ne düflünüyorsunuz? Zengin ile yoksul arasındaki eflitsizlik Brezilya elitinin geçmiflte ve günümüzde yaptı¤ı tercihlerin utanç verici sonucudur. Prof. Marcio Pochmann’ın arafltırmalarına göre, 5 bin aile milli gelirin yüzde 40’ını kontrolü altında tutuyor. Toplam nüfusun yüzde 10’unu oluflturan zenginler toplam milli gelirin yüzde 75’ini alırken kalan yüzde 90 gelirin yüzde 25’iyle yetiniyor. 90’ların ortasından beri yürütü-
Yoldafllarımızın ölümü, toprak mülkiyetinin adaletsiz yapısının ve büyük toprak sahiplerinin gerici mantı¤ının bir sonucudur. Aynı zamanda yurttafllarının sorunlarını çözmeyen Brezilya devletinin “anti-sosyal” karakterini de gösterir. Zengini koruyan, halkın hakları söz konusu olunca sıvıflan bir Yargı’ya sahibiz. Yasama, köle eme¤i kullanan çiftçilerin topraklarına tazminatsız el koyulmasına iliflkin bir yasayı on yıldır çıkaramıyor. Yürütme’nin, “toplumsal bir iflleve hizmet etmeyen bütün büyük gayrimenkullere el konmalı” diyen anayasayı uygulama cesareti yok. Lula flimdi tarım reformunun düflmanı mı? Bizim düflmanlarımız tarımsal sermaye, ulusafl›r› flirketler, bankalar ve finansal market. Ayrıca Yasama, Yürütme ve Yargı güçlerini de büyük toprak sahiplerini korumak, tarımsal sermayeyi desteklemek ve tarım reformunu engellemekle itham ediyoruz. Hükümetle iliflkilere gelince... Biz halihazırda tasla¤ımızı onlara sunduk. Taflradaki yoksullukla mücadele etmek ve tarım reformunu hayata geçirmek için, hükümetle Brezilya tarımının orta ve uzun vadeli planlarını tartıflmak istiyoruz. Özyönetimimizi koruyaca¤ız ve ekonomik politikaları elefltirece¤iz. Büyük tarım flirketlerinin ihracat vergilerinden muaf tutulmas›na ve kamu bankalarından kredi deste¤i almasına seyirci kalmayaca¤ız. Brezilya solunu nasıl görüyorsunuz? Brezilya solu bir ö¤renme sürecinden geçiyor ve toplumsal de¤iflimin, seçilmelerine yardım etti¤imiz dostlarımız olsalar bile, bir baflkan, bir parti veya bir hükümetin iradesiyle gerçekleflmeyece¤ini idrak ediyor. Ülkenin dönüflümü, Brezilya halkının bir ulusal kalkınma projesinin çevresinde toplanarak eyleme geçmesiyle bafllayacaktır. Bu Brezilya len neoliberal politikalar bu eflitsizli¤i artırdı. Brezil- toplumunun yapısını de¤ifltirecek bir proje olyalılar, vergileriyle, kamu borçlarının taksidi olarak malıdır; istihdama dayanan ekonomik büyüme, yılda 75 milyar dolar ödüyor. Bankacılar ve spekü- tarım reformu, e¤itime, sa¤lı¤a ve di¤er kamu hizlatörlerin oluflturdu¤u 20 bin aileye giden bu trans- metlerine yatırım, gelir da¤ılımının yeniden düzenfer, Baflkan Yardımcısı Alencar tarafından bile saç- lenmesi gibi meseleleri kapsamalıdır. 80’lerde ülke ma bulunuyor. Egemen sınıfların yaptı¤ı tercihler özel bir dönem yafladı, kitle hareketi askeri rejime yüzünden klasik tarım reformunu üstlenecek dört karflı yükselifle geçti ve demokrasiyi baflarıyla kutarihsel fırsatı kaçırdık. ‹lki köleli¤in kaldırılması sü- rup Brezilya toplumunda derin de¤ifliklikler yarattı. recinde, siyah tarım iflçilerinin taflrada çalıflma tale- Ama solun kitlesel hareketleri 1989’dan beri bir çebinin 1850 Toprak Yasası ile engellenmesiydi. kilme yaflıyor. 90’larda bu çekilmeye, neoliberalizArdından, 1930’lardaki milli endüstri hamlesi min yol açtı¤ı iflsizlik furyasında büyük bir taban sırasında bu fırsat kaçırıldı. kaybına u¤rayan sendikaların güç kay1960’ların baflında, Baflkan betmesi de eklendi. Avrupa ve ABD João Goulart’ın tarım reformuÜlkedeki seri skandalları nasıl detarımsal ürünlerin en nu özellikle öne çıkaran ta¤erlendiriyorsunuz? genifl pazarı de¤ildir, sarılarının etrafında büyük bir Brezilya devleti tarihsel olarak patrimondaha genifl pazar kitlesel hareket oluflmufltu. (Bu yalizmin üstüne infla edilmifltir. Bu da Brezilya’nın kendi süreç darbeyle sonuçlandı.) bürokrasiyle ifladamları arasında sıkı yoksuludur. Burada Son olarak, “Haklar flimdi!” ba¤ların oldu¤u bir yolsuzluk sistemidir. nüfusun yüzde 60’ı kampanyası sırasında, Brezilya Skandallar yeni de¤il. Yüzeyselli¤in öteyetersiz beslenme Demokratik Hareket Partisi’nin sine geçip, senatörler ve milletvekilleri sorunu yaflıyor. Baflka (PMDB) ulusal kalkınma projesi ile ifladamları, ihaleciler ve finansal marbir deyiflle, tüketmek tarım reformuna uygun bir ikket arasındaki sıkı iliflkilere dayanan bu isteyen 120 lim yaratmıfltı. Bundan sonra sapmanın köklerini bulmalıyız. Vale do milyon da Brezilya eliti ulusal projeden Rio Doce Corporation’ın 47, Aracruz’un Brezilyalı vazgeçti. Ekonomiyi uluslara16, Itau Bankası’nın 27 ve Gerdau var, ama rası finans kapitale tâbi kılan, Grup’un 27 milletvekilinin bulundu¤u bu gelirleri toplumsal eflitsizli¤i ve yoksulsistem de¤iflmedikçe demokratik reyok. lu¤u artıran neoliberalizmi ülformlar yapmak bir ifle yaramaz. Brezilkeye dayatmaya baflladı. ya demokrasisinin sorunu gazete ve teTaflrada karflılafltı¤ınız flidlevizyonlarda görünenden çok daha dedetle nasıl mücadele ederin. Evet, bir siyaset reformuna ihticeksiniz? yacımız var. Ama daha önce, gerçek Kırsal iflçilere yönelik cinayetlerin sona ermesi, katılım ve temsili sa¤lamak için kurumları ve güçtarım reformunun uygulamaya konmasına ve taflra- leri insanların hizmetine sunmalıyız. Anayasanın daki toplumsal hareketlerin fliddete direnme gücü- 14. maddesi, halkoylamasını, referandumu ve topne ba¤lı, son raporların belirledi¤i gibi. Ölümler ve lumsal konuları halkla istiflare etmeyi amaçlayan bunların sorumlusu büyük toprak sahiplerinin tetik- örgütlenmeleri güvence altına alıyor. Buradan yola çileriyle birlikte serbestçe dolaflmasını sa¤layan ce- çıkarak, demokrasiyi savunmak için Barolar Birli¤i zasızlık, egemen sınıfların Brezilya’nın toplumsal ve Ulusal Piskoposlar Konferansı gibi örgütler ve sorunlarına yaklaflımını bir kez daha gösterdi. Onlar öteki toplumsal hareketlerle birlikte yeni bir kamsorunları daima fliddet ve ölümle “çözmeye” çalıfltı. panya bafllattık.
29
AD‹L B‹R KÜRESEL T‹CARET ORTAMI YARATMAK MÜMKÜN
Tarihsel alternatif Küresel kapitalizmin ma¤duru güney ülkelerinin bafllattı¤ı isyan, ekonomik eflitsizli¤i azaltacak yeni arayıflları beraberinde getirdi. ‹stihdama dayal› sosyal refah ekonomisinin filozofu Keynes’in bir zamanlar uluslararası ticaret için önerdi¤i devrimci fikirler, 21. yüzyılın dünya ekonomisine alternatif oluflturmak üzere yeniden keflfediliyor. SUSAN GEORGE Le Monde Diplomatique, Ocak 2007
2001’DE Katar’ın baflkentinde yapılan Dünya Ticaret Örgütü (DTÖ) bakanlar toplantısında açılan Doha müzakere süreci baflarısızlı¤a u¤radı ve sonuçlanamadı. Her ne kadar DTÖ Genel Direktörü Pascal Lamy süreci canlandırmak için umutsuzca çabalasa da, Doha muhalifleri müzakereler boyunca, kötü bir anlaflma yapmaktansa, hiç anlaflmaya varılmamasının daha iyi oldu¤una kanaat getirdiler. En baflından, 2006’daki sonuçsuz kalan görüflmelere kadar bu raund, dünyanın en büyük tarımsal iflletmelerinin kârlarını daha da artırmaya, Güney’in kırılgan ve yeni yeni ortaya çıkan sanayilerini zayıflatmaya, hatta yok etmeye ve Hizmet Ticareti Genel Anlaflması (HTGA) yoluyla kamu hizmetlerinin kontrolunun özel sektöre geçmesini sa¤lamaya yönelikti. Doha’nın baflarısızlı¤a u¤raması 1995’te oluflturulan DTÖ’nün kurucu metinlerinin la¤vedildi¤i anlamına gelmiyor. Tarım Anlaflması, Ticaret Genel Anlaflması (GTTGA) ve sanayi mallarına dair Gümrük Tarifeleri, HTGA ve DTÖ flemsiyesi altındaki yirmi küsur di¤er “enstrüman” hâlâ yürürlükte. Ancak, bunların uygulamaları ciddi bir flekilde yavafllamıfl durumda. Dolayısıyla, bu duraklamadan, bir tür askıda olma durumundan faydalanabilme fırsatı var önümüzde. Bu dönem yeni bir olasılı¤a kapı açabilir. Bu raundun baflarısızlı¤a u¤raması karflısında pek çok kifli flu soruyu soruyor: “Doha’nın yerine ne koyabiliriz?” Elbette bu, “kanserin yerine ne koyabiliriz?” diye sormaya benziyor diyebilirsiniz. ‹çgüdüsel cevap “hiçbir fley” olacaktır. Ancak, uluslararası ticaret söz konusu oldu¤unda, “hiçbir fley” aklı baflında bir cevap sayılmaz. Kanserin olmaması elbette hiç tereddütsüz arzu edilecek bir fleyken, bir uluslararası ticaret rejiminin olmaması, meydanı çok daha istilacı ikili, üçlü karflılıklı anlaflmalara bırakır ki, bu da zayıf ülkeler için DTÖ’den daha tehlikeli olur. Ticarî iliflkilerin gelece¤ini düzenlemeyi ola¤an flüphelilere (ulusaflırı flirketlerin pefline takılan güçlü devletler) bırakmak yerine, ‹kinci Dünya Savaflı ertesinde oldu¤u gibi, uluslararası iliflkilerin yeniden inflasına kalkıflmanın zamanı geldi. Savafl sonrasında, Dünya Bankası ve Uluslararası Para Fonu (IMF) dahi olumlu karflılanmıfl, Güney için oldu¤u gibi, savaflın yıkımına u¤ramıfl Kuzey için de oldukça faydalı olmufllardı; ancak son 25 yıldır bu kuruluflların ifllevleri kökten ve dramatik bir biçimde de¤iflti. Henüz barıfl sa¤lanmadan önce, Britanyalı ekonomist John Maynard Keynes dünya ticaretinin kurallarını bafltan afla¤ı yenileyen bir proje ortaya atmıfltı. Keynes, International Clearing Union (ICU) adını verdi¤i uluslararası merkez bankasının destekledi¤i bir Uluslararası Ticaret Örgütü (UTÖ) kurulmasını öneriyordu. Bu öneriye göre, ICU uluslararası ticarette geçerli olmak üzere “bancor” adında bir dünya parası basacaktı. UTÖ ve ICU hayata geçirilebilmifl olsaydı, nasıl bir dünya olurdu üzerine düflünmek ufuk açıcı olacaktır. Böyle bir giriflim hiç flüphesiz, Kuzey ve Güney’in halklarının ihtiyaç-
30
larına hizmet eden bir ticaret sisteminin geçerli oldu¤u daha rasyonel bir dünyaya imkân verecekti. UTÖ ve ICU olsaydı, hiçbir ülke bugün ABD gibi devasa bir ticari açık (2005 rakamlarıyla 716 milyar dolar) ya da Çin’inki gibi aflırı ticaret fazlası vermeyecekti. Üçüncü dünyanın ezici borçları ve Dünya Bankası ile IMF’nin yapısal uyum programları söz konusu dahi olmayacaktı. Elbette bu plan kapitalizmi ortadan kaldıracak de¤ildi ve kenarından köflesinden düzeltilmesi gerekecekti, ama Keynes’in mefhumunu yeniden canlandırabilirsek, baflka bir dünya hakikaten mümkün olabilir. UTÖ niçin gerçekleflemedi? Getirecek oldu¤u kuralların ayrıntılarına girmeden önce, UTÖ’nün niçin hayata geçirilmedi¤ine bakmakta fayda var. Genellikle gösterilen gerekçe ABD’nin bu kuruma karflı çıktı¤ıdır. Bu do¤ru, ama yeterli bir açıklama de¤il; baflka siyasal sebepler de var. ABD ve Britanya savaflın bitmesinden epey önce, UTÖ anlaflmasını müzakere etmeye baflladılar; Keynes önerisini 1942’de ortaya atmıfltı. Britanyalılar 1944 temmuzunda Bretton Woods konferansında (Keynes’in baflkanlı¤ında) bu fikri resmî olarak savundular. Ancak, daha o zamandan, Amerikalılar, büyük sanayicilerinin hislerine tercüman olarak, bu öneriye pek sıcak bakmıyordu. ABD heyetinin bafl müzakerecisi Harry Dexter White bu-
William Robert’in tablosunda John Maynard Keynes ve karısı Rus balerin Lydia Lopokova (1932)
nun yerine, Dünya Bankası ve IMF’nin oluflturulmasında ısrarlıydı. (1) Sonuçta, Amerikan Kongresi, “Bretton Woods kuruluflları” diye de anılan bu iki kurumun kurulmasını onayladı. UTÖ bekleyebilirdi. Birleflmifl Milletler Örgütü (BM) 1945 yılında do¤du. BM’nin ekonomik bilefleni Ekonomik ve Sosyal Konsey (Economic and Social Council, Ecosoc), ABD ve Britanya’nın savafl sonrasında bir UTÖ kurulması önerilerini incelemeye aldı. 1946’da Ecosoc, ticaret ve istihdam konularını ele almak üzere bir BM konferansı (UN Conference on Trade and Employment) düzenledi. (2) Bu konferans toplanmadan önce, ABD uluslararası ticarette ikili bir düzenleme uygulamaya baflladı. Ticaretin serbestlefltirilmesini Washington kadar arzu eden 22 BM ülkesinin katıldı¤ı sınırlı bir toplantı düzenlediler. Bu ülkeler paralel bir forumda
bir araya gelerek, geçici bir düzenleme olarak –ya da en azından o zaman öyle söyleniyordu– GATT’ı (Genel Gümrük ve Ticaret Anlaflması) hazırladılar. 1947’de imzalanan GATT ertesi yıl yürürlü¤e girdi. Bütün katılımcılar GATT’ın kalıcı bir örgütlenme olacak olan UTÖ fiartı’nın bir parçası olaca¤ını bekledi¤inden, GATT çok sınırlı bir kurumsal yapıyla donatıldı. Kısa bir süre sonra, UTÖ fiartı nihayet tamamlandı ve 1948’de Havana Konferansı’nda onaylandı. Peki ne oldu da UTÖ gerçekleflemedi? Kısa sürede siyasal deste¤inin önemli bir kısmını kaybetti. 1946’da Keynes vefat etti; UTÖ’nün ateflli savunucularından ABD Dıfliflleri Bakanı Cordell Hull savaflın sona ermesinden kısa süre önce sa¤lık nedenleriyle görevinden ayrıldı; Bretton Woods öncesinde hakim olan, “dünyayı yeniden biçimlendirelim” coflkusu kayboldu. Amerikalıların ço¤unlu¤unun ve Kongre’deki temsilcilerinin izolasyonizm yanlısı tutumları da bu do¤rultuda etki etti, ifl dünyası da bazı açılardan fazla korumacı, bazı açılardansa yeterince korumacı olmamakla elefltirdikleri UTÖ’ye karflıydı zaten. ABD’nin Dıfliflleri ve Hazine bakanlıkları ise Marshall planı ve çeflitli karflılıklı ikili ticarî anlaflmalarla meflguldü. Ve bütün bu sürecin sonunda, zorlu geçece¤i aflikâr olan 1948 Amerikan Baflkanlık seçimleri vardı ve her iki parti de tartıflmalı bir uluslararası anlaflmayla ortalı¤ı karıfltırmaktan kaçınıyordu. Daha genel ölçekte, so¤uk savafl bafllamıfltı ve Amerikalı siyasetçilerle bürokratlar için UTÖ’nün aciliyeti ve önemi tâlî hale gelmiflti. Kasım 1948’de ikinci kez seçildikten sonra, Baflkan Harry Truman, (“Havana fiartı” olarak da adlandırılan) UTÖ fiartı’nı gönülsüzce Kongre’ye sundu, ancak yasama organı bunu oylama zahmetine dahi katlanmadı. Buna karflılık, geçici olaca¤ı söylenen ve pratikte hiçbir kurumsal düzenleme içermeyen GATT kalıcı oldu. Kendi çapında baflarılı da oldu: Bu süre içinde gümrük tarifelerini ortalama yüzde 50’lerden yüzde 5’lere düflürdü –pek çok ülkede aflırı yüksek tarifeler zorla yürürlükte tutulurken. GATT ticaretin liberallefltirilmesi do¤rultusunda sekiz müzakere raundu düzenledi, bunların sonuncusu Uruguay raundu, daha da ileri ve iddialı bir aflamaya geçerek Dünya Ticaret Örgütü’nün (DTÖ) kurulmasıyla sonuçlandı. Bu ticarî anlaflmaların Keynes’in umut etti¤i çerçeveyle alâkası yoktu. DTÖ ile bu konseptten daha da uzaklaflıldı. Havana fiartı BM ile hiçbir ba¤ı olmayan ve dolayısıyla ‹nsan Hakları Evrensel Beyannamesi (1948) de dahil BM’nin hiçbir yasal enstrümanını tanımayan DTÖ’ye karflılık, UTÖ fiartı, BM’ye referansla bafllıyor, çalıflma güvencesi, tam istihdam, toplumsal ilerleme ve geliflme öncelikli hedefleri arasında yer alıyor. ‹kinci bölümünün tamamı iflsizli¤i önleyici tedbirlere ayrılmıfl. Bu konularda adeta sa¤ırdilsiz olan DTÖ’nün aksine, UTÖ adil çalıflma normlarının oluflturulması ve ücretlerin iyilefltirilmesine vurgu yapıyor; Uluslararası Çalıflma Örgütü (ILO) ile iflbirli¤ini zorunlu kılıyor. Bu arada, uluslararası sendikal hareketin, DTÖ’nün kuruluflunu izleyen altı yıl boyunca bir “toplumsal flart” elde etmeye çalıfltı¤ını ve UTÖ’de yeralan prensiplerin fazlasıyla sulandırılmıfl bir versiyonunun ortaya çıktı¤ını da hatırlatmakta fayda var. Sonuçta, 2001’deki Doha Bakanlar Konferansı’nın ardından sendikalar bu çabayı toptan bıraktı. UTÖ fiartı teknoloji ve uzmanlık paylaflımını öngörüyordu; yabancı yatırımların “üye devletlerin iç ifllerine karıflmanın temeli olarak kullanılamayaca¤ını” belirtiyordu. Yoksul ve güçsüz ülkelerin imarlarını ve geliflmelerini sa¤layabilmelerine imkân vermek amacıyla müdahalecili¤e ya da koru-
Bir 20. yüzyıl klasi¤inden detay: “Modern Endüstri”, Diego Rivera, New Workers School için duvar resmi, New York (1933)
macılı¤a baflvurabilecekleri açıkça ifade ediliyordu: “Koruyucu önlemler çerçevesinde yardımlar haklı görülür.” UTÖ fiartı’nın di¤er pek çok hükmü temel ürünleri ele alıyor ve küçük üreticilerin gözetilmesini öne çıkarıyordu. Hükümet fonlarının temel ürünlerin fiyatlarını her yıl bir önceki yıla göre stabilize edebilece¤i belirtiliyor ve dahası “tükenebilir do¤al kaynakların korunması” tavsiye ediliyordu. Ürünlere ve bu ürünleri üreten ülkeler arasındaki görüflmelere iliflkin bu hükümler birlikte ele alındı¤ında, ortaya flaflırtıcı sonuçlar çıkıyor. UTÖ, açıkça beyan etmemekle birlikte, temel ihtiyaç maddeleri ve yerel üretim konusunda OPEC benzeri bir düzenlemeyi –üretici kartellerini– öngörüyordu. Bu kuralların yarar sa¤laması beklenirken, ürün fiyatlarında merhametsiz bir düflüfl oldu. BM’nin Ticaret ve Kalkınma Konferansı’nın (UNCTAD) verilerine göre, 1997-2001 arasında, yıllık ortalama düflüfl gıda maddelerinde yüzde 2.6, tropikal meflrubatlarda yüzde 5.6, ya¤ tohumu ve ya¤larda yüzde 3.5 olarak gerçekleflti. Gıda ve meflrubatların aksine, küçük üreticilerin harcı olmayan metal üretiminde ise yılık ortalama düflüfl 1.9’da kaldı. Ancak bu oran, üretici ülkelerin gelirlerinde azımsanmayacak bir gerilemeye sebep oldu. Havana fiartı, sübvansiyon ve kamusal üretim vasıtasıyla ulusal sanayilerin desteklenmesine izin veriyordu. Hatta ulusal sinema sanayileri için bile koruyucu bir kota öngörüyordu. Ülkelerin yerel tarımı ve balıkçılı¤ı korumak için önlemler almasını kabul ediyordu. Doha raundunda en büyük çatıflmaların ve görüflmelerin kesilmesinin temel sebebi, tarım ürünleri ihracatının sübvansiyonu konusuydu. UTÖ, dıfl piyasalara ihraç edilen ürünlerin “yerli tüketicinin ödedi¤i fiyatın altında” satılmasını sa¤layan sübvansiyonu yasaklamıfltı. Mali sıkıntı içindeki ülkelerin ithalatlarını sınırlandırmasına izin veriyor, ancak bunun ihracatçı firmalar arasında adil bir oranlamayla yapılmasını talep ediyordu. UTÖ’nün kurumsal düzenlemeleri basit ve demokratikti. UNCAD konferansa davet edilen ülkelerin her biri üye sayılıyordu, müstakbel üyeler de bu yapı tarafından onaylanıyordu. Dünya Bankası ve
IMF’nin aksine her üyenin bir oyu vardı. (Dünya Bankası ve IMF’de, oylar mali katkı oranında ve dolayısıyla ABD önemli kararları bloke edebiliyor.) Yönetim biçimine gelince, UTÖ üyelerinin seçti¤i 18 üye yönetim kurulunu oluflturuyordu, bu kurulun 8 üyesi “dünya ticaretinde majör önemi ve payı olan” ülkeleri, geri kalan 10 üye ise farklı bölgeleri ve ekonomi türlerini temsil ediyordu. Kararlar salt ço¤unlukla veya bazı durumlarda üçte iki ço¤unlukla alınıyordu. Ticaretin finansmanı Yeni bir ticaret düzeni kurmak için yapılan bu hamleler, büyük savaflın enkazından kurtulmaya çalıflan bir dünyada cereyan ediyordu. ABD’den baflka kimsede para yoktu. Marshall Planı’nın onda biri hayırseverlikse, onda dokuzu çıkarcılıktı. ABD ve Avrupa arasında ticareti yeniden bafllatmanın en münasip yoluydu. Aksi takdirde, ABD tüketebilece¤inden daha fazla üretmeye ve ürünlerini kimseye satamama tehlikesiyle karflı karflıyaydı. Bu flartlarda, herkesin ayakları üstüne dikilmesi, üretmeye ve ticarete bafllaması nasıl gerçekleflebilirdi? Keynes, 1940’ların baflında kendi çözümünü formüle etmiflti. Savaflın kısmi nedeni, aynı pazarlar için herkesin gırtlak gırtla¤a mücadele etmesi oldu¤una göre, kimsenin bütün pazarlara egemen olamayaca¤ı ve büyük ticaret kârları biriktiremeyece¤i bir düzen kurmak gerekiyordu. Keynes’in çözümü ICU idi: Bütün merkez bankalarının merkez bankası. Bu banka, dünya ticaretinde kullanılacak bir para birimini, “bancor”u basacaktı. Bu sistemde, ihracattan kazanılan bancor’lar, ithalata harcanacaktı. Önemli nokta, bu ikisinin dengede olmasıydı. Yıl sonunda, bir ülkenin ICU’daki hesabı ne artı, ne eksi, “temiz” olacaktı, yani sıfıra yakın bir düzeyde kalacaktı. Her ülkenin para biriminin, bancor’a ba¤lı sabit, ancak ayarlanabilir bir kuru olacaktı. Keynes’e göre, çok fazla bancor’u olan ülkeler, tıpkı çok az bancor’u olan ülkeler gibi, sisteme zararlıydı. Kredi veren ülkeler de, borçlu ülkeler kadar istikrar ve refah için tehlike arzediyordu. Peki, ülkeler “neredeyse sıfır” ticaret dengesini tutturmaya ve bunu sürdürmeye nasıl mecbur
bırakılabilirdi? Keynes’in yöntemi dahiyaneydi. ICU, tıpkı sıradan bir bankanın müflterilerine yaptı¤ı gibi, ülkelere bir kredi hesabı açacaktı. Bu hesabın limiti, o ülkenin son befl yıldaki ortalama ticaret de¤erinin yarısına denk olacaktı. Bu limiti geçen her ülke, ICU’ya aradaki fark kadar faiz ödeyecekti. Borçlu ülkeler verdikleri açı¤ın bedelini ödemek zorunda kalacaklardı, ama asıl yenilik, kredi veren ülkelerin (yani ticaret fazlası olanların) ticaret fazlaları için faiz ödemeleriydi. Açık ya da fazla ne kadar büyükse, ödenecek faiz de o kadar büyük olacaktı. Açık veren ülkeler, para birimlerinde devalüasyon yapmak ve ihracaat mallarını ucuzlatıp cazip kılmak zorunda kalacaklardı. Ticaret fazlası olan ülkelerse, para birimlerinde revalüasyon yapmak ve ihracaat mallarını pahalılafltırıp daha az cazip kılmak zorunda kalacaklardı. Ticaret fazlası olan ülkeler, bu fazlayı azaltmadıklarında, ICU söz konusu limiti aflan mebla¤a el koyacak ve bunu bir rezerv fonuna aktaracaktı. Keynes, bu fonu global bir polis gücü, afetlere yardım ve bütün üye ülkelerin yararına olacak di¤er önlemler için kullanılmasını öngörüyordu. Düzgün bir düzenleme Keynes’in sistemi düzgün bir düzenlemeydi. Ticaret fazlasına sahip ülkeler, faiz ödemekten ya da limiti aflan gelirlerine el konulmasından kaçınmak isteyecek ve borçlu ülkelerden ithalat yapmaya yöneleceklerdi. Açık veren ülkeler de daha fazla ihrcaat yaparak denge noktasına yaklaflma imkanı bulabileceklerdi. Sistem herkesin yararına iflleyecekti. Ticaret hacmi artacak, dünya daha müreffeh ve barıflçıl olacak, azgeliflmifl ülkeler kalkınma yatırımları için daha fazla kayna¤a sahip olacak, bugünkü gibi borçların katlanarak büyümesi imkansız hale gelecekti. Bilindi¤i gibi, Keynes’in sistemi ve savafl sonrası vizyon gerçekleflemedi. Dünya Bankası ve IMF, yapısal uyum programlarıyla facialar yarattı, üçüncü dünyanın borçları ödenemez oldu. Ve flimdi Wall Street, demokratik yollarla iflbaflına gelen hükümetlerin politikalarını belirliyor. Brezilya cumhurbaflkanı Lula’nın ve birçok borçlu ülke liderinin durumu bunu kanıtlıyor. Dünya ticaret kuralları, DTÖ’nün yoksul üyelerinin aleyhine ifllerken zengin ülkeler daha zengin ve daha bencil hale geliyor. DTÖ ve onun felaket yaratan kuralları yürürlükte oldukça, global adalet hareketi, adil ticaretin gerçekleflmesine nasıl yardımcı olabilir? George Monbiot, ICU’nun kurulmasının gerçekleflmemesi halinde, güney ülkelerinin 26.000 milyar dolarlık borçlarını, dünya finans sistemine karflı bir “nükleer tehdit” olarak kullanabilecekleri kanısında. Güney ülkeleri kendi küçük “temizleme sistemleri”ni kurarak ifle bafllayabilirler. Belki de Latin Amerika böyle bir planı yürürlü¤e sokabilir. Belki de Fransa’da ifl baflına gelecek yeni bir hükümet bunu gündemine alabilir. fiimdiye kadar çok daha tuhaf fleyler oldu. Asıl önemlisi flu: Ticaret tekerle¤ini yeniden keflfetmemize gerek yok. Keynes bunu 60 yıl önce yapmıfltı. 1. George Monbiot’nun “Age of Consent”ini okuyana kadar, konuyla ilgilenen hemen herkes gibi ben de Dünya Bankası ve IMF’yi Keynes’in tasarladı¤ını zannediyordum. Monbiot, tarihçi Armand von Dormael’in “Bretton Woods: Birth of A Monetary System” (Bretton Woods: Parasal Bir Sistemin Do¤uflu, 1978) adlı çalıflmasına atıfta bulunarak, Keynes’in ABD’den birtakım tavizler koparmayı baflardı¤ını, ancak IMF’nin ödenemez borçlara sebep olaca¤ını öngördü¤ünü, fakat neticede ABD’nin önerilerini kabul etmek zorunda kaldı¤ını, zira kurallı bir sistemi kuralsızlı¤a tercih etti¤ini, ne var ki ortaya çıkan durumdan memnun olmadı¤ını anlatıyor. 2. DTÖ, istihdamla ilgilenmeyi daima reddetmifltir. Çeviri: Siren ‹demen - Yücel Göktürk
31
NAOMI KLEIN’LA YEN‹ K‹TABI “fiOK DOKTR‹N‹” ÜZER‹NE
Sa¤c› bir s›n›f taaruzu Küresel kapitalizm karfl›t› mücadelenin etkili isimlerinden Naomi Klein’›n yeni kitab› “The Shock Doctrine: The Rise of Disaster Capitalism” (fiok Doktrini: Felâket Kapitalizminin Yükselifli) epey tart›flma yarataca¤a benziyor. Neoliberalizme karfl› Keynes modelini savunan Klein’a kulak veriyoruz... Serbest piyasayla demokrasinin el ele yürüdü¤ünü, bu birlikteli¤in özgürlük ve refah getirdi¤ini ileri süren bir düflünce sistemi var. Sizse, serbest piyasa ideolojisinin dünyan›n dört bir yan›nda egemen olmas›n›n sebebinin insanlar›n piyasay› benimsemeleri olmad›¤›n›, bu ideolojinin toplumlara dayat›ld›¤›n› söylüyorsunuz. Naomi Klein: Kitab›m farkl› kapitalizmlerin aras›ndaki savafl›, Keynesçilik –yani karma ekonomi– ile köktenci kapitalizm aras›ndaki savafl› inceliyor. Köktenciler iktidar olunca, korporatizmin borusu ötüyor. Köktenci kapitalizmin nitelikleri neler sizce? Her türden köktencili¤in niteliklerinden pek farkl› de¤il: Ar›nma arzusu, mükemmel bir dengeye inanma, karfl›lafl›lan sorunlar› sapk›nl›klar, yozlaflmalar olarak görmek. Bu kökten dincilerden tutun, kökten marksistlere ve Friedrich Hayek-Milton Friedman liberalizmine kadar bütün köktencilerin ortak özellikleri. Hayek ve Friedman kusursuz, kat›fl›ks›z bir sistem hülyas›n› paylafl›yordu. Bu adamlar büyük matematikçi, kurduklar› model ka¤›t üzerinde mükemmel görünüyor. Ama bence bir sisteme afl›k olmak tehlikeli bir fley, çünkü dünya sistemlere s›¤m›yor. S›¤d›rmak isteyenler de dünyaya öfkeleniyor. Biraz fiili’den konuflal›m. 1973’te seçimle ifl bafl›na gelen sosyalist Allende hükümetine ABD yönetimi tahammül edemedi. Kitab›m› Kissinger’›n Nixon’a yazd›¤› bir mektuptan al›nt›yla bitiriyorum. O mektupta, Kissinger Allende’nin temsil etti¤i tehdidin, o dönemde kamuoyuna söylediklerinden –Allende’nin SSCB’yle yak›nlaflt›¤›, demokrat kisvesinin alt›nda fiili’de totaliter bir sistem kurmak istedi¤i– farkl› oldu¤unu yaz›yor. “As›l tehlike toplumsal demokrasinin yay›lmas›d›r” diyor. Sovyetler elveriflli bir hedefti, Stalin’den nefret etmek kolayd›. ABD için as›l tehlike, totaliter komünizmle kapitalizm d›fl›ndaki üçüncü yol fikri, yani demokratik sosyalizm fikriydi. Sovyetler Birli¤i’nden ziyade demokratik sosyalizmden mi korkuyorlard›? Darbelere bak›ld›¤›nda bu görülüyor. ‹ran’da Musadd›k’›n, Guetamala’da Arbenz’in devrilmesi –bunlar 1950’lerdeki ilk iki CIA darbesiydi… Bu liderler ulusal demokrat çizgideydi, ama SSCB’nin kuklalar› olarak gösterildi. O darbeler, sistematik olarak demokratik rejimleri ortadan kald›rmay› hedefliyordu, çünkü o rejimler ABD yat›r›mlar›na tehdit olarak görülüyordu. Allende’yi deviren Pinochet, ABD yönetiminden ve Friedman’c› Chicago Okulu’ndan büyük destek ald›. Kitlesel katliamlar ve çeflitli vahflet biçimleriyle toplumsal muhalefetin ezilmesini, fiili’de yeni bir ekonomik düzeni uygulamaya koymay› hedefleyen
32
Naomi Klein, Meksikal› yönetmen Alfonso Quaron’la Venedik Film Festivali’nde silahlanmay› protesto eyleminde. (8 Eylül 2007)
program›n bir parças› olarak m› görüyorsunuz? fiili’yi Chicago Okulu ekonomisinin laboratuar› haline getirmek, Beverly Hills’de kapitalizme karfl› bir devrim yapmaya kalk›flmaktan bir fark› yoktu. fiili, Chicago Okulu’nun fikirlerine temelden karfl› bir ortamd›. ABD devlet bursuyla Chicago Üniversitesi’nde e¤itilen fiilili ekonomistler ve Pinochet, ülkelerini Chicago Okulu’nun laboratuar› haline getirdiler. Friedman’›n manifestosunu yasa yapt›lar. Tarihin o noktas›nda, ulusal kalk›nma fikrinin arkas›nda büyük bir toplumsal destek vard›. fiiddete baflvurmadan fiili’yi aksi istikamete sokmalar› mümkün de¤ildi. Kitab›n›zda, Çin’i de fiili tarz› bir laboratuar olarak görüyorsunuz. Bask›c› bir devlet ve fleffaf olmayan bir ekonomi var. Ama, bunlara ra¤men özgürlükler ve hayat standard›nda görmezden gelinemeyecek iyileflmeler de söz konusu. Çinliler ayn› kan›da de¤il. Çin’de, kendilerine “yeni sol” diyen bir entelektüel ekol var, onlar partiyi elefltiriyor. Hükümet ve parti de, k›rsalda ve kentlerde büyüyen eflitsizlikten büyük kayg› duyuyor. Hiper zenginler ve hiper yoksullar yan yana yafl›yor. Buna çare olarak, yeni bir bölüflüm modeli gelifltiriliyor, ki bu Chicago Okulu modelinden farkl› bir fley. K›rsala yeni yat›r›mlar yap›yorlar, dokuz y›ll›k temel e¤itimi ücretsiz hale getiriyorlar. Geçti¤imiz y›l, Çin’de 87.000 protesto gösterisi oldu. Bu inan›lmaz bir istatistik. Dolay›s›yla, Çin’de gidiflattan memnun olmayan kitleler var. Ayn› zamanda, Çin yeni teknolojilerin s›ra-
Kitab›m› Kissinger’›n Nixon’a yazd›¤› bir mektuptan al›nt›yla bitiriyorum. O mektupta, Kissinger “As›l tehlike toplumsal demokrasinin yay›lmas›d›r” diyor. ABD için as›l tehlike, totaliter komünizmle kapitalizm d›fl›ndaki üçüncü yol fikri, yani demokratik sosyalizm fikriydi.
d›fl› kullan›m› aç›s›ndan bir laboratuar olma yolunda. ‹nsanlar, Mao döneminde mümkün olmayacak bir gözetlenme-denetlenme alt›ndalar. New York Times’da, Shenzen –ihracat odakl› üretim modelinin baflkenti olan liman kenti– hakk›nda bir makale okudum. ‹nan›lmaz bir Mobese flebekesi var, 200 bin adet. Ve polis GPS’lerle (Küresel Yer Belirleme Sistemi) teçhizatland›r›lm›fl durumda. Baya¤› bilimkurgu vaziyetleri söz konusu. Bu ola¤and›fl› gözetlenme-denetlenme düzeyi, varl›¤›n› Microsoft’la yap›lan iflbirli¤ine borçlu. 1989’da, büyük telekomünikasyon flirketleri, televizyonun –uydu kanallar›n›n– Çin’e özgürlük ve demokrasi getirece¤ini iddia ediyordu. Ayn› flirketlerin marifetiyle iletiflim araçlar› hiper gözetlenme-denetlenme araçlar› haline geldi. Dolay›s›yla Çin’de olup bitenlere pek vak›f olmad›¤›m›z› düflünüyorum. Çin bize flunu gösteriyor: Kapitalizmle, serbest piyasayla özgürlük aras›nda do¤al bir korelasyon yok. Oradaki sistem korporatizm. Ama bu Çin’e özgü bir sistem de¤il. Rusya’da da, ABD’de de, Pinochet fiili’sinde de olan fley. Hepsinin ortak özelli¤i, müdahaleci devletler olmas›. Ekonomiye flirketler lehine, iflçiler aleyhine müdahale ediyorlar. ABD’yi nas›l görüyorsunuz? Gördü¤üm, Friedman’c›l›¤›n New Deal’e (Yeni Anlaflma) karfl› yürüttü¤ü siyasî kampanya. Friedman, tarihin 1930’larda yanl›fl istikamete girdi¤ini yazm›flt›. 1929 krizinden sonra bir konsensüs oluflmufltu: “Piyasay› kendi haline b›rakmak vahfli sonuçlar do¤uruyor.” Ve New Deal’le birlikte baflka bir kapitalizm, bölüflümü yeniden düzenleyen bir kapitalizm benimsenmiflti. Bunun sebebi insanlar›n iyilikseverli¤i de¤ildi. Komünizmle kapitalizm aras›nda bir fikir savafl› vard›. Kapitalist modele sosyalist unsurlar fl›r›nga edildi ve böylece radikal bir sosyalist versiyonun daha az cazip k›l›nmas› sa¤lanmaya çal›fl›ld›. Bunlar› ben söylemiyorum, Roosvelt ve Keynes’ten al›nt› yap›yorum. New Deal modelinin uyguland›¤› dönem, ekonomik büyümenin en h›zl› oldu¤u dönemdi. Bölüflüm daha adildi. O dönemde orta s›n›f gerçekten kalk›nd›, yaln›z ABD’de de¤il, fiili ve Arjantin gibi ülkelerde de. Sonra bir s›n›f taaruzu bafllat›ld›, sa¤c› bir s›n›f taaruzu. Ne zaman oldu bu? ABD’de Reagan yönetimiyle bafllad›. Ve bu büyük ölçüde Wall Street taraf›ndan finanse edildi. Keynesçili¤e karfl› bafllat›lan bu karfl› devrimin sebebi, ABD elitlerinin Amerikal› iflçilerle refah› paylaflmak istememeleriydi. 1980’de büyük flirketlerin genel müdürleriyle iflçiler aras›ndaki gelir fark› 43’e 1’di. fiimdi 422’ye 1. Ama karfl› devrimin çok baflar›l› oldu¤u da söylenemez. ABD hâlâ karma ekonomi. Sa¤l›k harcamalar›na ve kamu harcamalar›n›n GSMH’ya oran›na bakt›¤›n›zda, rakamlar›n karfl› devrimin bafllad›¤› tarihtekinden daha iyi oldu¤u görülüyor. Ama sözünü etti¤iniz harcamalar halka gitmiyor ki. Sa¤l›k harcamalar› HMO’ya (Bir nevi özellefltilimifl SSK) gidiyor. Forbes’in en baflar›l› flirketler listesinde yedinci s›radaki HMO, Irak’tan dönen askerlerin travma tedavileriyle zenginleflti. Çünkü, Rumsfeld askerlere verilen sa¤l›k hizmetlerini özellefltirdi. Bush yönetimi, felaket kapitalistleridir! Çünkü felâketlerden do¤rudan
Size kat›lm›yorum. O istatistiklerin büyük bölümü Çin ve Hindistan gibi h›zla kentleflen ülkelere dair. Günde bir dolar›n, kendi yiyece¤ini üretti¤in, suya eriflti¤in bir çiftlikte yafl›yorsan baflka bir de¤eri var, Delhi’de bir gecekonduda yafl›yorsan baflka bir de¤eri var. Elbette kapitalizmin önemli baflar›lar› oldu. Siz de, ben de bu baflar›lardan yararlan›yoruz. Bizler, piyasa sisteminin nimetlerinden yararlanmam›z›n koflulunun baflka insanlar›n da ayn› imkanlara kavuflmas›n› sa¤layacak köprülerin berhava edilmesi oldu¤una inand›r›l›yoruz. Ve e¤itim harçlar›n› 1990’lar boyunca üçe katlayarak, sa¤l›k hizmetlerini özellefltirerek s›n›flar aras›ndaki köprüleri at›yoruz. Çok vahfli bir ekonomi hukukumuz var. Sa¤l›k hizmetleri özellefltirilmedi! Ama gündemde. Ve epey erozyona u¤rad›. Zenginlik daha iyi bölüflülse, piyasa ekonomisine itiraz›n›z olmayacak m›? Kesinlikle. Siyasi tavr›n›z› anlamaya çal›fl›yorum, ama anlayam›yorum. San›r›m radikal solcular›n birço¤u, kitab›m›n ne denli Keynesçi oldu¤unu görüp hayal k›r›kl›¤›na u¤rayacak. Siz karma ekonomi yanl›s› bir Keynesçi misiniz? Ben sadece realistim.
ABD’de Reagan yönetimiyle sa¤c› bir s›n›f taaruzu bafllat›ld›. Ve büyük ölçüde Wall Street taraf›ndan finanse edildi. Keynesçili¤e karfl› bafllat›lan karfl› devrimin sebebi, ABD elitlerinin Amerikal› iflçilerle refah› paylaflmak istememeleriydi. 1980’de büyük flirketlerin genel müdürleriyle iflçiler aras›ndaki gelir fark› 43’e 1’di. fiimdi 422’ye 1.
Çeviren: Yücel Göktürk
nemalan›yorlar. Karfl› devrim baflar›l› olmufltur, eflitsizli¤i katlam›flt›r. ‹flçilerin durumu New Deal öncesinden daha kötü. Hay›r, iflçi s›n›f›n›n durumu New Deal öncesinden daha iyi. ABD’deki asgari ücret yoksulluk s›n›r›n›n yan›na bile yaklaflm›yor. Ücretlerin yeterli oldu¤unu söylemiyorum. Ama kifli bafl›na düflen milli gelire bakt›¤›m›zda, iflçi s›n›f›n›n durumu daha iyi. Toplamlar yan›lt›c›d›r, çünkü mesele eflitsizliktir. Milli geliri toplay›p kifli bafl›na böldü¤ümüzde, son 30 y›lda büyüyen uçurumun üstünü örtmüfl oluruz. Clinton yönetimiyle Bush yönetimi aras›nda bir fark görüyor musunuz? Bush yönetiminin çok özgün bir ç›plakl›¤› var. Clinton yönetimi, flimdiki politikay› gelifltirmek için elinden geleni ard›na koymad›. Devletin kollar›n› kestiler ve geriye sadece temel çekirdek kald›. Bush yönetimi de o çekirde¤i temizledi ve devleti bofl bir kabuk haline getirdi. Orduyu özellefltirip Blackwater flirketine verdiler. Orada burada birbiri ard›na çöken köprüler durumun özeti. Devlet acz içinde. Bu kitab›, tarihimizi birazc›k daha iyi bilmemiz gerekti¤ini düflündü¤üm için yazd›m. Daha da fazla felâket var önümüzde. Bütün veriler daha fazla do¤al afete ve terörist sald›r›ya hedef olaca¤›m›z› gösteriyor. Bunu söylemek hofluma gitmiyor, ama flok edici bir zamanda yafl›yoruz. Bu kitab› insanlar› floklara daha dayan›kl› k›lmak için yazd›m. Tarihimizi bildi¤imizde istismara daha az aç›k olaca¤›m›z› düflünüyorum. Kapitalizmin belliri ülkelerde baflar›l› oldu¤unu kabul etmiyor musunuz? Son 10 ya da 20 y›l›n dünya nüfusuna bakt›¤›m›zda, geçmifle k›yasla çok daha az say›da insan›n afl›r› yoksulluk içinde yaflad›¤› görülüyor.
FESTUS OKEY C‹NAYET‹ VE ÖTES‹
Aç›kça teneffüs edilen ›rkç›l›k 20 A¤ustos akflam› uyuflturucu madde tafl›d›¤› iddias›yla Beyo¤lu Emniyeti’nde gözalt›na al›nan Nijeryal› Festus Okey polis kurflununa kurban gitti. Yaklafl›k bir ay sonra da Polonyal› Dariusz Witek’in göçmen misafirhanesinde can›na k›yd›¤› haberi geldi. Yeni polis yasas›yla resmi fliddetin dozu t›rman›rken, toplumdaki en korunmas›z topluluk mültecilerin haklar› da gündeme geldi... S›¤›nmac› ve göçmenlere destek olan Helsinki Yurttafllar Derne¤i’nden Oktay Durukan ve Özlem Dalk›ran’dan meselenin yerel ve evrensel boyutlar›n› dinliyoruz... Festus Okey hakk›nda elinizde ne gibi bilgiler var? Oktay Durukan: Festus Okey, flubat 2007’de Türkiye’de izinsiz olarak bulunmaktan gözalt›na al›nm›fl ve Kumkap›’daki yabanc›lar misafirhanesine konmufl. Orada kendisi Birleflmifl Milletler Mülteciler Yüksek Komiserli¤i’ne (BMMYK) ulaflm›fl ve “zulüm korkusu tafl›d›¤›n›, ülkesine geri dönmekten korktu¤unu ve Türkiye’den s›¤›nma talebinde bulunmak istedi¤ini” ifade etmifl. Yabanc›lar, özellikle gözalt›nda böyle bir s›¤›nma talebinde bulundu¤unda, befl-alt› aya kadar varan bekleme süreleri yafl›yorlar. Baflvuru ve bekleme süresi bu insanlar›n hayat›nda görece bir ferahlama yarat›yor mu? Ad› misafirhane olan, esasen gözalt› merkezlerinde tutulmaya devam ediliyorlar. Nezarethanede insanlar üç-befl gün kal›r. Buraya 300 kifli koydu¤unuzu, ortalama alt› ay tuttu¤unuzu düflünün. Beslenme sorun, temizlik sorun, inan›lmaz bir izolasyon var, aileleriyle, arkadafllar›yla konuflam›yorlar. Hasta olduklar›nda ciddi sa¤l›k sorunlar› yafl›yorlar, t›bbî yard›ma, hukukî yard›ma eriflimleri sorun. Bizim genel olarak yabanc›lar›n gözalt›nda tutuldu¤u bu mekânlar›n koflullar›, uygulamalar› ve özellikle de s›¤›nma prosedürüne eriflimlerine dair bir takibimiz var. Tablo içaç›c› de¤il. Özellikle s›¤›nma talebinde bulunmak isteyenlerin talepleri sistematik olarak geri çevriliyor. Festus Okey bize o süreçte ulaflt›. BMMYK’n›n ve ofisimizin yürüttü¤ü ortak gayretler sonucunda, aylar sonra, a¤ustosta serbest b›rak›ld›. Nas›l serbest b›rak›ld›¤› da çok önemli. ‹stanbul Yabanc› fiube yetkilileri kendisine yaz›l› bir tebli¤le, “sen Mersin’e git; Türkiye’ye Mersin’den girifl yapm›fls›n, oradan resmen s›¤›nma talebinde bulun” diyorlar. Yani Festus Okey’in s›¤›nma talebi
34
Yetkililer Festus Okey’e yaz›l› bir tebli¤le, “Türkiye’ye Mersin’den girifl yapm›fls›n, oradan resmen s›¤›nma talebinde bulun” diyorlar. Festus Okey ‹stanbul’a da, 15 günlü¤üne resmî izin alarak gelmifl; baz› eflyalar›n› al›p Mersin’e dönecekmifl. O gece ‹stanbul’daki son günüymüfl. Devletten resmen s›¤›nma talebinde bulunmufl, ama yine de bir devlet yetkilisi taraf›ndan öldürülüyor.
BMMYK’yla ‹çiflleri Bakanl›¤› aras›nda resmî bir yaz›flman›n konusu oluyor. Özlem Dalk›ran: ‹stanbul’a da, 15 günlü¤üne resmî izin alarak gelmifl; baz› eflyalar›n› al›p tekrar Mersin’e geri dönecekmifl ve o gece ‹stanbul’daki son günüymüfl. Durukan: Festus’un haberini veren Moritanyal› bir s›¤›nmac›yd›. Sonra biz kendi temaslar›m›zla Nijerya cemaatinden insanlarla konufltuk. Önce ne oldu¤unu anlamaya çal›flt›k. Sonra müdahil olmam›z› gerektirecek kadar ciddi bir ifl oldu¤una karar verdik. ‹ltica baflvuru süreci Türkiye’de nas›l iflliyor? Durukan: Türkiye’de iltica/s›¤›nma sisteminin çal›flmas› oldukça kar›fl›k. Türkiye, devletlerin mültecileri korumas›yla ilgili taahhütlerini belirleyen, 1951 Cenevre Sözleflmesi’ne bir co¤rafî s›n›rlamayla imza atm›fl. Bu, o anlaflmay› imzalayan devletlere tan›nan bir imkân. Türkiye de bunu kullanm›fl. Bunun anlam›, Türkiye devleti, Avrupa ülkelerinden gelen kiflilere iltica korumas› sa¤lamay› taahhüt etmifl durumda, ama e¤er Avrupa d›fl›ndan geliyorsa mülteciler, onlarla ilgili 1951 sözleflmesinden gelen uluslararas› koruma yükümlülüklerini kabul etmiyor. Bugün Türkiye’ye kimler geliyor? ‹ranl›lar, Irakl›lar ve say›lar› giderek artan ölçüde Afrikal›lar, Avrupal› olmayanlar... Türkiye de diyor ki, “iltica, koruma talebinde olan kifliler buyursunlar, BMMYK’n›n Ankara’daki ofisine baflvursunlar ve BMMYK onlar›n mültecilik iddias›n› mesnetli bulursa, yine BMMYK’n›n arac›l›¤›yla üçüncü bir ülkeye yerlefltirilebilirler.” Ama flunu da diyor: “BMMYK haklar›nda karar verene kadar, ülkeyi mülteci olarak terkedinceye kadar Türkiye’de yasal olarak kalabilmeleri için bir taraftan da Türk makamlar›na ikinci bir baflvuru yaps›nlar.” Bunun ad› da geçici s›¤›nma baflvurusu. Ülkeye ister ya-
sal yollarla, ister yasal olmayan yollarla girmifl olsunlar, Türkiye’de geçici s›¤›nma baflvurusu yapma haklar› var. Ama bu, geçici s›¤›nma rejiminin çal›flmayan bir sürü taraf› var. Mersin hikâyesi de flöyle: Türkiye devleti diyor ki, buyursunlar yaps›nlar baflvuruyu, ama kimse ‹stanbul, Ankara, ‹zmir gibi büyük flehirlerde kalmas›n, baflvurular›n› benim tayin edece¤im iç flehirlerden birine gidip yaps›n ve BMMYK hakklar›nda karar verene kadar da orada ikâmet etsinler. Resmen, ka¤›t üzerinde bir çal›flma hakk›n var; bulabiliyorsan bir ifl bul, çal›fl, hasta olursan doktora git, bunun ücretini sen karfl›la. Bunun istisnas›, valilikler alt›ndaki sosyal yard›mlaflma vak›flar›na mu¤lak bir görev verilmifl, imkânlar ölçüsünde yard›m edilsin deniyor. Bir sürü kentte bu destek sisteminin çal›flmad›¤›n› biliyoruz. Türkiye’nin s›¤›nma rejimine göre, ülkeye yasal olmayan yollardan girmifl olanlar›n ilk baflvurular›n› girdikleri ilk ilden yapmalar› gerekiyor. Festus Okey’i Mersin’e yönlendirmelerinin sebebi de buydu. Dalk›ran: Muhtemelen Festus Okey de Mersin’de bar›nmayacakt›, baflka bir ile göndereceklerdi. 27 il oldu¤u söyleniyor, ama Mersin o uydu kentler aras›nda de¤il henüz. Mersin’e bu statünün verilece¤i söyleniyor. Durukan: Festus Okey bir s›¤›nmac›yd›. Ofimizin davaya müdahil olma arzusu da buradan kaynaklan›yor. Devletten resmen s›¤›nma talebinde bulunmufl, ama yine de bir devlet yetkilisi taraf›ndan öldürülüyor. Helsinki Yurttafllar Derne¤i’yle s›¤›nmac›lar nas›l iletiflime geçiyor? Durukan: 2003’ten beri Türkiye’de olup da mültecilik baflvurusu yapmak isteyenlere ücretsiz hukukî yard›m sa¤l›yoruz. Enformel bir flekilde bafllad›k, ama 2004’ten beri Mülteci Destek Program› (MDP) ad› alt›nda bir hukukî yard›m projesi yürütüyoruz. Bu dönem içinde mülteci gruplar›yla kurdu¤umuz bir güven iliflkisi var. ‹stanbul’da böyle bir ofis oldu¤unu, kap›s›n›n her zaman aç›k oldu¤unu, gizlilik ilkesi çerçevesinde iyi niyetle destek verilmeye çal›fl›ld›¤›n› biliyorlar. Festus’un da bize ulaflmas› bu flekilde oldu. Bizi gözalt›na al›nd›klar› yerlerden sürekli ar›yorlar. Sadece ‹stanbul’dan de¤il, Edirne’den, K›rklareli’nden, ‹zmir’den sürekli telefonlar al›yoruz. En çok ne tür flikayetlerle kap›n›z› çal›yorlar? Dalk›ran: ‹stanbul’da, özellikle de Tarlabafl› bölgesinde yaflayan Afrika kökenli yabanc›lar ev bask›nlar›na, sokakta polisin kötü muamelesine maruz kal›yor. Yabanc›lar fiubesi’nden de¤il, asayiflten gelen bir bask› var. Son olay doruk noktas› oldu. Biz de bir açmaz yafl›yoruz, çünkü flikayetler var, ama bunlar› ancak birer iddia olarak de¤erlendirebiliyoruz. Çünkü soruflturma aç›lmas› için bu insanlar›n ifade vermesi gerekiyor, kimse de ifade vermek istemiyor. Son dönemde Beyo¤lu Emniyeti’nde ayyuka ç›kan kötü muamele uygulamalar› birbirinin üzerine oturunca, yetkililerin Festus Okey olay›n›n üzerine gitmekten baflka çaresi kalmad›. Büyük illere göçmenleri sokmama politikas›ndan bahsettiniz. ‹stanbul’daki Afrikal›lar›n hepsi kaçak m›?
Durukan: ‹stanbul’dakileri büyük ölçüde “düzensiz göçmen” ya da “transit göçmen” olarak tan›mlamak daha do¤ru. Düzensiz göçmen ya da kaçak tabir edilen Afrikal›lar için minimal korunma da söz konusu de¤il. Festus olay›ndan sonra bize gelen Nijeryal›lardan biri flöyle dedi: “Senin evine h›rs›z girse, polis gelir, sonra da h›rs›z› yakalamaya gider. Ama benim evime h›rs›z girince polis beni yakal›yor, h›rs›zla ilgilenmiyor.” Emniyetin Festus Okey’le ilgili aç›klamalar›n› nas›l de¤erlendiriyorsunuz? Durukan: Üzerinden ç›kt›¤› söylenen o kimlikler Emniyet’in web sitesine kondu. Photoshop’la haz›rland›¤› belli bir ‹spanyol kimli¤i, bir de Somali kimli¤i görünüyor. Bu bir s›r de¤il. Bu insanlar s›¤›nma baflvurusunda bulunduklar› zaman da bunu aç›kça ifade ediyorlar. Devletiniz size zulüm ediyorsa, bir takibat alt›ndaysan›z, ülkenizi pasaportla, vizeyle terketmiyorsunuz zaten. Bugün mülteci durumunda olan insanlar zaten illegal bir flekilde ülkelerini terketmenin yollar›n› buluyorlar. Geçtikleri, geldikleri ülkelerde de otoritelerle sorun yaflamamak için geçerli olmayan bir tak›m belgeler edindikleri biliniyor. Ama 1951 Cenevre Sözleflmesi’ne bakt›¤›n›z zaman, bir mülteciyi, s›¤›nma talebinde bulunan bir kifliyi, s›rf geçerli bir seyahat belgesi olmad›¤› için geri çeviremezsiniz. Yani bu durum, kiflinin s›¤›nma, iltica korunmas›ndan yararlanma hakk›na halel getirmiyor. Somali kimli¤i ilginç; birçok Afrikal›’n›n üzerinden buna benzer uydurma belgeler ç›kabilir. Somali, bugün hem pratik olarak hem de uluslararas› insan haklar› yükümlülüklerinden dolay› kimsenin s›n›rd›fl› edilemedi¤i, gönderilemedi¤i bir ülke. Dolay›s›yla, polis taraf›ndan gözalt›na al›nan kaçak durumundaki Afrikal›lar rutin olarak Somalili olduklar›n› söylüyor. Festus Okey’in s›¤›nma talebi olmam›fl olsayd› dahi, uluslararas› hukuk düzeninde tan›mlanm›fl temel insan haklar› güvenceleri var. Türkiye’nin de taahhüt etti¤i standartlar bunlar. Örne¤in bir kifli en a¤›r suçu ifllemifl olsun, bu suçtan dolay› uyru¤unu tafl›d›¤› ülke, sizden bu kiflinin geri gönderilmesini talep etmifl olsun, o ülkede iflkence görme riski varsa, o kifliyi geri gönderemezsiniz. Bugün Türkiye’nin de parças›n›n bulundu¤u Avrupa ‹nsan Haklar› Sözleflmesi koruma rejiminin üçüncü maddesi bunu gerektirir. Dalk›ran: ‹stanbul valisi Muammer Güler’in yapt›¤› aç›klama korkunçtu: “Zaten üstünden sahte kimlik ç›kt›, uyuflturucu da ç›kt›.” Bir insan›n üzerinden uyuflturucu da ç›km›fl olabilir, sahte kimlik de. O baflka adlî bir mesele. Bu, o insan›n bir devlet binas›nda öldürülmesinin hakl› sebebi olamaz, ayr›ca bu davayla da bir iliflkisi yok. ‹statistiklere bakal›m, Türkiye’de yakalanan büyük uyuflturucu tacirlerinin yüzde kaç› acaba yabanc›? Elbette buradaki yabanc›lar aras›nda uyuflturucu satan, adî suçlara bulaflan insanlar vard›r, ama uyuflturucu ticareti Afrikal›lara mahsus bir ifl de¤il. Afrikal›lar çok homojen bir toplulukmufl gibi alg›lan›yor de¤il mi? Dalk›ran: Tabii, nas›l bütün Kürtler PKK’l›d›r, bütün Afrikal›lar da uyuflturucu sat›c›s›d›r. Bu basmakal›plaflt›rma ifli çok basit. Durukan: Bu tür aç›klamalar, mülteci-s›¤›nmac› kategorisinin toplumdaki s›n›rl› meflruiyetini afl›nd›rmaya yönelik. Zaten kamuoyunda kâfi derecede varolan bir önyarg›y› birazc›k daha kafl›y›p iflin içini boflaltmakt›r bu. Bir taraftan s›¤›nmac›lara destek çal›flma-
‹stanbul valisi Muammer Güler’in yapt›¤› aç›klama da korkunçtu: “Zaten üstünden sahte kimlik ç›kt›, uyuflturucu da ç›kt›.” Bir insan›n üzerinden uyuflturucu da ç›km›fl olabilir sahte kimlik de. O baflka adlî bir mesele. Bu, o insan›n bir devlet binas›nda öldürülmesinin hakl› sebebi olamaz.
Helsinki Yurttafllar Derne¤i’nden Oktay Durukan ve Özlem Dalk›ran
s› yürütürken, di¤er yandan da iflin ideoloji taraf›nda da kavramlara ve tart›flmaya sahip ç›kmaya çal›fl›yoruz. Anaak›m medyan›n sansasyon merak› ve üstüne valilik ve emniyetten gelen aç›klamalar Tarlabafl›’nda, Kumkap›’da göçmenlerle beraber yaflayan insanlar›n bak›fl›n› hemen de¤ifltiriyor. Empati düflmeye bafll›yor. Medyan›n hak habercili¤i meselesini tekrar düflünmesi gerekiyor. Durukan: Aç›kça teneffüs edilen bir ›rkç›l›k var. Türkiye’de ›rkç›l›k meselesi Güney Afrika’da, Amerika’da beyazlar›n siyahlara yapt›¤›, uzaklarda olan bir fleymifl gibi görülüyor. Ffilmlerde gördü¤ümüz bir olaym›fl gibi düflünülüyor. Halbuki siyah insanlar buraya geldi¤i zaman bir turnusol ka¤›d› gibi, ›rkç›l›k var m›, yok mu, görüyoruz. Ama bundan da öte, ten renginden baflka, vatandafl›n vatandafla yapt›¤› çok ciddi bir ›rkç›l›k var. Bugün Kürtler de ciddi bir ›rkç›l›¤›n muhatab›. Dalk›ran: Bizim için dava kapanmad›. Festus Okey morgta özellikle tutuluyor. Nijeryal›lar›n talebi bu. ‹flin içinde Nijerya elçili¤i de var, ba¤›ms›z ve detayl› bir otopsi raporunun gelmesini bekliyorlar. Darp var m›yd›, yok muydu bilmiyoruz. Arkadafl›n›n ifadesine göre dövülmüfl, daha yolda bafllanm›fl dövülmeye. fiu anda do¤rudan müdahil de¤iliz. Festus Okey’in ailesinden vekâletname bekliyoruz. Vekâletname geldi¤i anda, davaya müdahil olmak isteyen, takip etmek isteyen avukatlar var. Dernek olarak da davay› sonuna kadar izleyece¤iz. ‹ki nedenden dolay› davaya müdahil olmak çok önemli: Birincisi, bu insanlar›n sahipsiz olmad›¤›n› göstermek ve bu ülkede yasal haklar› oldu¤unun alt›n› çizmek gerekiyor. ‹kincisi, Festus Okey’in öldürülmesiyle Türkiye’de mültecilik yaz›l›r çizilir olmaya bafllad›. Mülteci ne demek, kaçak göçmen ne demek, kaçak göçmen dedikleri insanlar asl›nda neden kaçak say›lm›yor gibi kavramlar› anlatabiliyoruz. Türkiye’deki göçmen ve s›¤›nmac›lar›n nüfusu ne kadar? Dalk›ran: Kay›td›fl› yabanc›lar›n say›s›n› bilmemizin imkân› yok. Ama sistemle bir noktada iliflkiye geçmifl olan yabanc›lar›n istatis-
tikleri Emniyet ve BMMYK’da mevcut. Durukan: Emniyet’in aç›klad›¤› baz› genel istatistikler var. Senede 70-80 bin civar›nda yabanc›n›n, ülkede yasad›fl› bulunmaktan tutukland›¤› yönünde. Tabii ayn› kifli birkaç kez yakalanm›fl olabilir. Bu rakam›n içinde Do¤u Avrupa’dan, eski Sovyet ülkelerinden gelen insanlar da var. Dolay›s›yla, rakam vermek zor. Birini s›n›rd›fl› etmek, hele de uzak ülkeden geldiyse, s›n›rd›fl› etmek hiç kolay de¤il. Asl›nda, y›llard›r devam eden flöyle tuhaf bir uygulama var: Polisler bu kiflileri s›n›rd›fl› etmek üzere al›koyuyorlar, aradan aylar geçi-
yor, bu kiflinin s›n›rd›fl› edilmesinin pratik nedenlerden mümkün olmad›¤› ve çok pahal› oldu¤una kanaat getiriliyor ve bu kifliye 23 Belgesi denen bir belge verilerek serbest b›rak›l›yor. Pasaport kanunun 23. maddesine bir at›f var. Söylenen flu: Bu kiflinin pasaport kanunun 23. maddesi alt›ndaki ifllemleri devam etmektedir. Yani s›n›rd›fl› edilmesiyle ilgili ifllemler devam etmektedir, bu ifllemler sonuçlanana kadar afla¤›daki adreste ikâmet edecektir. Yani size bir ka¤›t veriyorlar, “git flu otelde otur, biz s›n›rd›fl› edilece¤in zaman seni ça¤›raca¤›z ve geri gönderece¤iz” diyorlar. Bu asl›nda flu demek: “Biz seninle gerçekte ne yapaca¤›m›z› bilmiyoruz, al bu ka¤›d› git!” Düzensiz göçmenler bu belgeyi al›yorlar, fotokopiyle küçültüp PVC kaplat›p kimlik gibi kullan›yorlar. “Benim kimli¤im bu, polise kay›tl›y›m” diyorlar. ‹ki ayl›k bir geçerlili¤i var bu belgenin, o iki ay›n sonunda da yeniden kaçak durumuna düflüyorlar. Yabanc›lar flubesi d›fl›ndaki emniyet yetkilileri de çok bilgili de¤iller; s›¤›nmac› ne, mülteci ne bilmiyorlar. Sadece bir güvenlik sorunu olarak bak›yorlar. Türkiye devletinin bu anlamda bir rejim oluflturmas›, bir prosedür oluflturmas› çok yeni. Yabanc›lar flubesi de yeni yeni, neyi, nas›l yapmalar› gerekti¤ini ö¤reniyor. BMMYK asl›nda devletin yapmas› gereken ifli yap›yor. Korunma ihtiyac› olan bu insanlara Türkiye’de kalmalar› mümkün olmad›¤› için üçüncü ülkeler aran›yor, bu ülkeler de ABD, Kanada gibi yerler oluyor. Dünyada 14 milyon mülteci var. San›lmas›n bu insanlar böyle zengin bat›l› ülkelere s›¤›nma imkân› buluyor. Bir senede BMMYK arac›l›¤›yla üçüncü ülkelere yerlefltirilenlerin say›s› en fazla 80-90 bin. Kimin kabul edilip edilmeyece¤i de o ülkelerin göç politikalar›yla alâkal›. Örne¤in 11 Eylül sald›r›s›ndan sonra ABD’ye Müslüman, genç erkek yerlefltirmek oldukça zorlaflt›. Bu yüzden mültecili¤i tan›nm›fl, ama befl-alt› senedir üçüncü ülkelere yerlefltirilmeyi bekleyen insanlar var. Türkiye’de 2006 sonu itibariyle BMMYK’ya kay›tl› 2633 mülteci tan›ml› kifli var, üçüncü bir ülkeye yerlefltirilmeyi bekliyorlar. 6219 kifli de BMMYK’n›n karar vermesini bekliyor. BMMYK’da ifller nas›l yürüyor? Durukan: Son derece zor, uzun süren bürokratik bir sürecin ard›ndan haklar›nda karar veriliyor. Ülkesinde yaflad›¤› zulmü kan›tlamas› için bir belgesi de yok ki elinde, zaten yanlar›na hiçbir fley alamadan, apar topar ülkelerini terketmek zorunda kal›yorlar. Kapal› bir odada bir görüflmecinin karfl›s›na ç›k›yorsunuz, üç-dört saat içinde bütün hayat›n›z boyunca yaflad›¤›n›z sorunlar› ve niçin korktu¤unuzu anlatmak zorundas›n›z. Bir sürü ma¤duriyet yaflam›fls›n›z, travma yaflam›fls›n›z.... Nisan 2003’ten, Irak’›n “kurtar›ld›¤›”ndan beri, 2 milyon Irakl›n›n çevre ülkelere kaçmak suretiyle yerinden edildi¤i hesaplan›yor. Suriye’de bir milyon civar›nda Irakl› var, Ürdün’de 750 bin civar›nda. Lübnan, M›s›r, Türkiye’de ciddi say›larda Irakl› var ve bunlar›n ço¤u H›ristiyan. Irakl›larla ilgili bir parantez aç›lmal›. Bir kere flunu görmek gerekiyor: Irak 2003 Nisan’›nda kurtar›ld› m›, kurtar›lmad› m›? BMMYK’n›n verilerine göre 2 milyon kifli ülke içinde yerinden olmufl, 2 milyon kifli de komflu ülkelere kaçm›fl. Ayda 50 bin kiflinin evini terketmek zorunda kald›¤›n› biliyoruz. Bu kiflilerin bir k›sm› da Türkiye’de s›¤›nma ar›yor. BMMYK dedi¤iniz zaman, buras› BM’nin örgütü. Dolay›s›yla politikalar›n› ve ald›¤› inisiyatifleri de devletler
35
Avrupa’ya gitmeye haz›rlanan Pakistanl›lar. (Ad Van Denderen)
siz ve savafllar›n bafllad›¤› ülkeler b›rakarak gittiler. Kendi yaratt›klar› bu ucube yönetimlerin sorumlulu¤unu almak zorundalar. Bugün dünyadaki ölüm nedenlerinin bafl›nda yoksulluk geliyor, savafllar de¤il. Dünyada bir-iki tane nedeni ekonomik alg›lanan iltica baflvurusu kabul edilmifl örnek var. Asl›nda, iflin özünde yine zulüm korkusu var. Taliban döneminde bir televizyon tamircisinin yaflama hakk› kalmad›¤› için iltica baflvurusu kabul edildi. ‹lk bak›flta mesle¤ini icra edemedi¤i gibi bir durum var, ama televizyon tamir etti¤i için ölüm tehdidiyle yafl›yor. Çünkü televizyon bir gavur icad›. Küresel ›s›nmayla birlikte yeni mültecilik durumlar› da ortaya ç›kt›. ‹nsanlar iklim de¤iflikli¤inden kaynaklanan yaflam koflullar›n›n de¤iflmesi nedeniyle yaflad›klar› bölgelerden kaçmak zorunda kal›yor. Bu, hareket halinde bir insan kitlesi ortaya ç›kart›yor, bugün 25 milyon civar›nda insandan bahsediliyor. Devletler için bu kavram çok yeni ve bu insanlar› mülteci olarak kabul etmeyecekleri belli. Ama nesnel olarak yaflama koflullar› ortadan kalkm›fl insanlar söz konusu. Denizlerin yükselmesi nedeniyle yaflama bölgeleri sular alt›nda kalm›fl ya da kalacak, kurakl›k yüzünden hiçbir flekilde ürün vermeyen topraklardan bahsediyoruz. Bu ekonomik göç de¤il. Bu yaflam alan›n›z›n olmay›fl› demek. Devletler iklim de¤iflikli¤iyle ilgilenmiyorlar, ama kendi yaratt›klar› bu felâketin sonucu olan mülteci sorununa derhal bir çözüm üretmek zorundalar. ‹skandinav ülkeleri “iklim mültecileri” kavram›n› kullanmaya bafllad›, çünkü giderek görünür hale gelmeye bafllad›. Kavram› kullan›yolar, ama bununla ilgili politika belirlemek anlam›nda de¤il; böyle bir sorun olacak anlam›nda. Van ‹HD baflkanl›¤› yapm›fl Abdülvahap Ertan bir söyleflimizde flöyle demiflti: “Kazananlarla kaybedenlerin oldu¤u bir dünyada, kaybedenler ortadan kaybolmaz; gidecek baflka bir yer ararlar.” Dünya ölçe¤inde mülteci nüfus hangi co¤rafyalarda yo¤unlafl›yor? Durukan: Dünyada 14 milyon mülteci varsa, bunlar›n yaklafl›k bir milyonu 2006’da ülkesini terketmek zorunda kalm›fl kifliler. AB ülkelerinde 200 bin civar›nda, ABD’de 150 bin civar›nda mülteci var. Ard›ndan 15-45 binlik rakamlarla Kanada ve Avustralya geliyor. Bir taraftan bak›yorsunuz, Pakistan’da iki milyonun üzerinde Afgan var. Suriye’de bir buçuk milyon civar›nda Irakl› ve Filistinli var. ‹ran’da bir milyon civar›nda Afgan var. Dolay›s›y-
Türkiye’de ›rkç›l›k meselesi Güney Afrika’da, Amerika’da beyazlar›n siyahlara yapt›¤›, uzakta olup biten bir fleymifl gibi görülüyor. Halbuki siyah insanlar buraya geldi¤i zaman bir turnusol ka¤›d› gibi, ›rkç›l›k var m›, yok mu, görüyoruz. Ama, ten renginden baflka, vatandafl›n vatandafla yapt›¤› çok ciddi bir ›rkç›l›k var.
la, kimler, hangi ülkeler mülteci üretmifl, hangi ülkelerde bu insanlar çorba bulabilmifller diye bak›nca, tamamen dünyan›n fakir k›s›m›nda gözüküyor sorumluluk. Ma¤dur insanlar, ma¤dur b›rak›lm›fl bölgelerde s›k›fl›p kal›yorlar. Kale Avrupas› olarak tabir edilen, AB’nin son 15 y›l içindeki s›¤›nma ve iltica politikalar›n›n seyrini, genel olarak da göç politikalar›n› tarif eden bir kavram var. Bu bir göç kontrolü yaklafl›m›. Çünkü çok say›da insan daha iyi bir hayat için AB ülkelerine gitmeye çal›fl›yor. “Bu insanlar bir kere gelince geri göndermek zor oluyor, sorunlar yaflan›yor, dolay›s›yla s›n›rlar›m›za hiç ulaflmamalar›n› sa¤layabilir miyiz?” diye politikalar oluflturuyorlar. Göçmenlerin ve s›¤›nmac›lar›n geldi¤i ülkelerde AB görevlilerinin seyahat belgelerini kontrol etmesinden tutun, Senegal, Moritanya gibi Bat› Afrika ülkeleriyle yine göç kontrolüne, yasad›fl› tabir edilen göçü engellemeye yönelik ikili iflbirli¤i antlaflmalar›na kadar türlü türlü araçla, olabildi¤ince az insan›n AB kap›lar›na dayanmas›na çal›fl›yorlar. AB sürecindeki Türkiye’nin de bir yandan s›n›rlar›n› kontrol etmesi, bir yandan da AB ülkelerinin “yük” dedikleri o koruma sorumlulu¤unu paylaflmas› isteniyor. Son seçimle meclisteki kompozisyon de¤iflti. Konuyu gündemde tutmak için çal›flmalar›n›z olacak m›? Dalk›ran: Türkiye’deki mültecilik meselesiyle ilgili olarak Ufuk Uras’a bir brifing yollad›k. 1 Ekim’de meclis aç›ld›¤›nda hâlâ herhangi bir aflama kaydedilmemiflse bir soru önergesi verilecek. Bunun takibi iki nedenden dolay› önemli; ‹çiflleri Bakanl›¤›’n›n bir biriminin koruma alt›na ald›¤›, sonuçta Hudut ‹ltica Daire Baflkanl›¤›’n›n korumas› alt›nda olan bir kifli, Beyo¤lu Emniyeti’nin Asayifli’nde öldürülebiliyor. Narkotik’te çal›fl›yorsun diye sadece narkoti¤i bilemezsin, mültecilikle ilgili olarak da bilgi sahibi olman gerekir. Bu her gün daha çok gündeme gelen bir konu. Bütün polis memurlar›na bir meslek içi ders olarak mültecilik ve iltica prosedürü anlat›lmal›. Polis okullar›nda bu bilgilerin verilmesi laz›m. Daha da önemlisi, hukuk fakültelerinde mülteci hukuku bölümünün aç›lmas›nda sonsuz fayda var. Bir mülteci gidip barodan yard›m istese konunun muhatab› yok. fiimdi ‹nsan Haklar› Evrensel Bildirgesi’nden bafllayan bir hak ve özgürlükler temelinde Anayasa yap›ld›¤› iddia ediliyorsa, iltica hakk›n›n da mutlaka dahil edilmesi gerekiyor.
37
Söylefli: Ayflegül O¤uz - fiahan Nuho¤lu
belirliyor. Nisan 2003’te Saddam yönetimi düfltükten sonra BMMYK, Irakl›lar›n mültecilik baflvurular›n› ask›ya ald›, çünkü flartlar›n süratle düzelece¤ine dair bir beklenti içindeydi. Bu beklentinin nesnel bir beklenti olmad›¤›n› anlamalar› için aradan üç y›l›n geçmesi gerekti. Bu, Türkiye’deki Irakl›lar için de geçerli. 2006’n›n Aral›k ay›na kadar, “Irak düzelmiyor galiba” de¤erlendirmesine kadar, Irakl›lara ne olaca¤› belli de¤ildi. Türkiye’deki say›lar›n›n 10 bin civar›nda oldu¤u tahmin ediliyor. Çok büyük ölçüde Keldani ve Asuri H›ristiyanlar. Daha önceki dönemde Irak’tan gelenler Kürtlerdi, flimdi o tablo tamamen de¤iflti. Aral›k 2006’dan sonra BMMYK yeni bir politika belirledi ve dendi ki, “kuzeydeki üç eyalet, Süleymaniye, Dohuk, Erbil d›fl›ndan gelen Irakl›lar› mülteci olarak kabul edece¤im.” Yani onlarla bireysel görüflme yapmayacak. ‹flte Türkiye’deki Irakl›lar flimdi BMMYK’dan mülteci statülerini al›p, üçüncü bir ülkeye gitmek için bekliyorlar. Sorun flu ki; BMMYK’n›n bu 10 bin kifliyi yerlefltirecek kotas› yok. Ak›n ve kaç›fl devam ediyor. 1951 Cenevre Sözleflmesi’ndeki mülteci tarifi ›rk, din, siyasi görüfller nedeniyle vatandafl› oldu¤unuz devletin korumas›ndan yararlan›lamad›¤› ve zulüm korkusu duyuldu¤u halleri kapsarken, ekonomik nedenleri geçersiz buluyor. Ekonomik zulüm esasen çok temel bir ma¤duriyet oluflturmuyor mu? Bu sözleflmeye güncellemeler yap›l›yor mu? Durukan: 1951 sözleflmesi 2. Dünya Savafl› ertesi Avrupa koflullar›nda, bir sürü insan›n yerinden oldu¤u, s›n›rlar›n yeniden çizildi¤i flartlarda flekillenmifl. 1951’deki orijinal tan›m, “1951 öncesi Avrupa’daki olaylar yüzünden bu duruma düflmüfl kiflilerin korunmas›na yöneliktir” diyor. Tamamen Avrupa’n›n mülteci sorununu çözmek üzere imzalanm›fl bir antlaflma. Ama ilerleyen y›llar içinde mültecilik durumlar› çok de¤iflti. Sömürgelerin özgürleflmesi, Afrika ve Asya’da yaflanan bir sürü iç savafl var. Bir süre sonra anlafl›l›yor ki, art›k 1951 sözleflmesi yaz›l›rken düflünülenden çok farkl› mültecilik halleri var dünyada. 1951 sözleflmesi esasen so¤uk savafl koflullar›n›n ürünüydü, o zaman ak›llardaki mülteci tipi ideolojik mücadelenin parças›yd›. Bu resim sonra çok de¤iflti. Dalk›ran: Dünyan›n flu anki konjonktorüne bak›ld›¤›nda, mülteci tan›m›yla ve devletlerin taahütleriyle ilgili böyle bir geniflletme söz konusu de¤il. Tam tersine, kapsam daralt›lmaya çal›fl›l›yor. Ama ülkelerin kendi kriterleri farkl›laflabiliyor. Mesela Amerika ve Avrupa’da baz› ülkeler namus ad›na öldürülme tehdidi alt›nda bulunan kad›nlar› mülteci olarak kabul edebiliyor. ‹nsan haklar› savuncular› yaklafl›k 15-20 y›ld›r mültecilik tan›m›n›n geniflletilmesi için çok aktif olarak kavga veriyor, öte yandan mülteci odakl› çal›flan hak savunucular› da “aman ha, dokunmay›n” diyor. fiu anda devletler, bana dokunmayan mülteci, istedi¤i yerde yaflas›n politikas› güdüyor. Biz kalk›p “yoksulluk da bir insan hakk› ihlalidir, yoksul insanlar› da al›n” dedi¤imizde kayaya çarpm›fl oluyoruz asl›nda. ‹nsanlar›n mülteci k›l›nmas›n›n sebebi, yine o kendini mülteci kabul etmeyi istemeyen bat› ülkeleri, yani sömürge devletleri. En büyük yoksullu¤un yafland›¤› ülkeler Afrika’da. Y›llarca Hollanda, ‹spanya, ‹ngiltere, Fransa’n›n sömürgesi olarak yaflad›lar. Bütün yerüstü ve yeralt› kaynaklar› bu sömürge devletleri taraf›ndan tüketildi. Arkalar›nda yoksul, e¤itim-
k›raat
X - KÜTÜPHANE
karikatürler: Sarkis Paçacı& Vartan Paçacı
*
A.Bu¤ra - Ç.Keyder (der.) Vatandafll›k Gelirine Do¤ru (‹letiflim) Antonio Negri ‹mparatorluktaki Hareketler (Otonom Politika) Daniel Bensaid Köstebek ve Lokomotif (Yaz›n Yay›nc›l›k) Ergun Ayd›no¤lu Türkiye Solu 1960-1980 (Versus) Ernesto Laclau Popülist Ak›l Üzerine (Epos) Fatih Özgüven Hiç Niyetim Yoktu (Metis) Gülten Ak›n Celâliler Destan› (YKY) Italo Calvino Bütün Kozmokomik Öyküler (YKY) ‹zzet Yasar Asla Yazamayacaks›n O fiiiri (Yasakmeyve) Jelto Drenth Dünyan›n Kökeni: Vajina (Agora) John Berger Sanat ve Devrim (Agora) Jürgen Habermas Bölünmüfl Bat› (YKY) Küçük ‹skender Lucifer’in Bisikleti (Sel) Mithat Sancar (haz.) 19. Yüzy›lda Bir Aile Cinayeti (Ayr›nt›) M.K. Matossian- S.H.Villa 1914 Öncesi Ermeni Köy Hayat› (Aras) Noam Chomsky Demokrasi ve E¤itim (BGST) Nicolas Dessaux Irak’ta Sol Muhalefet (Versus) Oscar Wilde fiu Bizim Hortlak (‹mge) Ronald Wright ‹lerlemenin K›sa Tarihi (Versus) Sarkis Paçac› & Vartan Paçac› Kalpler Birleflmez Hat›ralarda (Aras) Virgini Hamilton, Paul Robeson Paul Robeson (Pencere Yay›nlar›)
* Ruslar, bir resim ya da heykelden bahsederken, eserin içindeki yaflant›dan, konusunun ilk yaflanmas›ndan, resim yap›larak korunan yaflant›dan duyguyla, coflkuyla söz ederler; ama ifl, eserle iliflkili kendi yaflant›lar›na, sanatç›n›n yapt›¤›na gelince, kulland›klar› sözcükler ço¤unlukla basmakal›plafl›r. Bu tutumun eski dinsel tutumla ortak bir yan› vard›r ve belki de onun etkisi alt›nda kalm›flt›r. (Tarihsel olarak ara yerden bir örnek de, Tolstoy’un Anna Karenina’da sanatç› Mihailov’u ele al›fl fleklidir.) ‹kon, gözle görülen dünyay› inan›l›r k›lar. Ça¤dafl resim, seyircisinin daha önce belirlenmifl dünya yaflant›s›n› bir üst düzeye ç›kartarak, yani ulusal kültür gelene¤i çerçevesi içine yerlefltirerek, de¤erini bir kez daha do¤rular, böylelikle bu yaflant›y› kutsal k›lar. ‹flte, Rus sanat anlay›fl›ndaki ruhsal çoflkunun kayna¤› budur. Yavan bir eser karfl›s›nda bile duyulan bu coflku, Bat› sanat “anlay›fl›”n›n sinik, hedonist, heyecan ve yenilik düflkünü tutumuyla taban tabana karfl›tt›r. Ama içine düflülen ç›kmaz›n, yani geliflememenin kayna¤› da iflte budur. Bir “üst düzeye yükseltilirken” yaflant›n›n en küçük bir de¤iflime u¤rat›lmas› beklenmez. Kutsallaflt›r›lmas› bir anda ve adeta görülmeyecek flekilde olmal›d›r. Üstünde hiç düflünülmeden, sanat süreci var say›l›r; seyircinin yaflant›s›n›n daima d›fl›nda kal›r. Bir vas›tad›r ancak sanatsal süreç; yaflant›, bir çeflit kültürel son dura¤a sa¤l›cakla vars›n diye, özenle içine yerlefltirilmifltir. Sanat sürecini sanatç› nezdinde bir ayg›t durumuna indirgeyen akademizm, onu seyirci gözünde de bir vas›ta durumuna indirger. Yaflant› ile o yaflant›n›n dile getirilmesi, deney ile o deneyin formule edilmesi aras›nda en küçük bir diyalektik ba¤ yoktur. Oysa bir kültür geliflip karmafl›klaflt›kça, bireysel yaflant› da o oranda sürekli de¤iflim içinde olmal›d›r ki, baflka yaflant›larla karfl›laflt›r›labilsin, ayn› zamanda onlarla ba¤›n› koparmas›n.
38
Devrimciler neden büyük melankoliklerdir? Robespierre’in kabullenilmifl yenilgi fleklindeki sonul melankolisi: “Adaletin olmad›¤› bir düzende neden daha fazla kal›ns›n? Ölüm, ölümsüzlü¤ün bafllang›c›d›r.” Son mücadelesinde “bitlerin sosyalizmi alt edece¤ine” kanaat getirmifl bir di¤er “eylem düflünürü”nün melankolisi. May›s 1918: “Felaket eli kula¤›nda.” Temmuz 1918: “Halk bay›lt›lm›fl bir adama benziyor.” Ocak 1919: “Umutsuz bir krizden geçiyoruz.” Aral›k 1920: “Durum dehflet verici.” Nisan 1921: “Bu durum ç›k›fls›z görünüyor.” Haziran 1921: “Ülkenin y›k›m› ola¤anüstü düzeyde.” Tabii ki Benjamin’in intiharc› melankolisi. Tucholsky’nin uzgörülü ve yine intiharc› melankolisi: Varolmad›¤›nda kazanacak bir sosyal demokrasi görüyorum –yaln›z alçak, gevflek ve ç›karc› olmas›ndan ileri gelmez bu. Muharebeyi kaybetti, çünkü ö¤retisinin hiçbir de¤eri yok. S›f›rdan bafllamak gerekiyor. S›f›rdan. Ta bafl›ndan. Biz bunu göremeyece¤iz. Cesaretim mi k›r›l›yor acaba? Ama yanl›fl ve yan›lt›c› umutlar› ortadan kald›rmak da az buz fley de¤ildir. ‹çi bofl flekillerin ve esas›nda art›k var olamayan fleylerin s›k›ca tutundu¤u bir ça¤ bu. Tüm bunlar bitti –hissetmiyor musunuz? Burjuva ça¤› gidiyor ve neyin geldi¤ini kimse bilmiyor.” Guevera’n›n ironik melankolisi. Ve son olarak Marcos’un melankolik mizah›. Nezaketle gülümser Marcos. Her fleye ra¤men gülümser. Ya Troçki’nin titizce saklanm›fl, edeplice uysallaflt›r›lm›fl melankolisi? Her daim aktif olan, umutsuzlu¤un efli¤inde pes etmeyen, silahlar›n› b›rakmayan bir melankolidir. 25 Mart 1935: “Lenin ile (ya da daha do¤rusu Turgenyev ile 55 yafl›n›n geçmekten daha büyük bir kusur olmad›¤› konusunda hemfikirim. Benim, miras›n devredilmesini sa¤lamak için en az bir befl y›l daha aral›ks›z çal›flmam gerekiyor.” Tabii bir de yaln›zl›k melankolisi: “Rakovski benim eski devrimci kuflakla son ba¤›md›. Eski mücadele arkadafllar›yla bir çeflit sembolik ba¤. fiimdi art›k kimse yok.”
Geçmifl, karanl›k odada durmaz Mithat Sancar Geçmiflle Hesaplaflma (‹letiflim) al›flmas›na “hikâye” sözcü¤ünü izah leksin de gösterildi¤i malûm. Ancak Mitetmekle bafllayan Mithat Sancar, hat Sancar’a göre asl›nda geçmiflin gizy›llard›r kafa yordu¤u “geçmiflle hesap- lenmesi konusundaki reflekslerin hiçbiri laflma” meselesine, bu sözcü¤ü defle- “onulmaz” de¤il. Geçmifl, gelece¤i takip rek girifl yap›yor. Sancar, tek tek birey- eder. T›pk› tek tek bireylerin bafl›ndan lerin oldu¤u gibi toplumlar›n da hikâye- geçen olaylar›n yaratt›¤› izler gibi, topleri oldu¤unu hat›rlat›rken, bu hikâye- lumlar›n da haf›zalar›na çeflitli olaylar dolerden kimsenin kaçamayaca¤›n› vur- lay›s›yla izler kaz›n›r ve o izler, siyasi erk guluyor. Daha önce muhtelif zamanlar- taraf›ndan silinmek istense de, bir biçimda Express’e de “geçmiflle hesaplafl- de nükseder; ac›ysa ac›, travmaysa travma” konusunun önemini aç›klayan San- ma, buhransa buhran olarak o toplumun car, Türkiye’de bu alandaki ilk yay›na karfl›s›na duvar gibi dikilir. Onun için de imzas›n› atarken, Türkiyeli okurlar›, toplumlar, geçmiflin duvarlar›n› y›kmadünyan›n çeflitli yerlerindeki “hikâye- dan gelece¤e do¤ru yol alamazlar. Geçler” ve “yüzleflme” örnekleriyle miflte yaflatt›klar› ac›lar›n hesab›n› vertan›flt›r›yor. Bunu yaparken de Türkiye meyen toplumlar, devletler, iktidarlar, toplumunun yüzleflmedi¤i, yüzleflmek- s›rtlar›ndaki bu kamburla gelece¤e baten kaçt›¤›, korktu¤u “eski” hikâyeleri- kar; o yüzden de bizim toplumumuz gibi nin oldu¤unu hat›rlat›yor ve geçmiflten hep yorgun, asabi, ürkek ve bittabi faflizkaç›lamayaca¤›n›, çünkü geçmiflin as- me aç›k, “pir u pak”l›¤a teflne olurlar. la “geride” kalmad›¤›n› çok güzel örNeyse ki art›k Türkiye’de “geçmiflle neklerle gözler önüne sürüyor. San- hesaplaflma” konusunda hem akademik car’›n flu ifadesi, flu s›ralar içinde bu- alanda çal›flmalar yürütülüyor; Mithat lundu¤umuz toplumsal halet-i ruhiyenin Sancar gibi öncü isimler bize baflka topçok iyi bir tercümesi de¤il mi: “Geçmi- lumlar›n, karfl›laflt›klar› ac› geçmiflleriyle fli görmezden gelme tutumunda diretil- nas›l yüzlefltiklerini anlat›rken, bir yandikçe, geçmiflin bugün üzerindeki etki- dan da Ocak 2006’da Ankara’da gersi artar; bir süre sonra bugün, korku- çeklefltirilen “Türkiye Bar›fl›n› Ar›yor Konlan ve kaç›lan geçmiflin bir ürünü hali- ferans›”, fiubat 2007’de ‹stanbul Bilgi ne gelir. Bizde de böyle oluyor; geç- Üniversitesi’nde gerçeklefltirilen “Uluslamifl yakam›z› b›rakm›yor; biz onu yok raras› Geçmiflle Hesaplaflma Konferansayd›kça, o giderek daha asi ve inatç› s›” veya “Türkiye Bar›fl Meclisi” gibi oroluyor. Oysa geçmifle uysal bir hizmet- ganizasyonlarla, bu hadisenin siyasî alakâr muamelesi yapmaya çok al›flm›fl- na da tercüme edilmesinin yolu t›k; onu istedi¤imiz zaman ça¤›r›r, iste- aç›lmaya çal›fl›l›yor. di¤imiz gibi kullan›r, iflimiz bitince de Mithat Sancar’›n “Geçmiflle Hesapkaranl›k odaya hapsederdik…” laflma” kitab›, toplumumuzun en karmaOsmanl› “miras›”, 1915 Ermeni teh- fl›k hikâyelerini bar›nd›ran son yüzy›l›ndaciri s›ras›nda yap›lan k›r›m, 6–7 Eylül ki “duvarlar›n” yaratt›¤› kamburu, “geçolaylar› s›ras›nda gayrimüslimlere yöne- miflin baflkald›r›s›”n›, “haf›zan›n patlamalik “sivil” sald›r›lar, Kürt kimli¤inin inkâr›, s›” veya infilak etmesi tehlikesini yak›nbaflta kanl› 12 Eylül olmak üzere dan anlamak ve dünyadaki geçmiflle he1960’tan bu yana hemen her on y›lda bir saplaflma örneklerine vak›f olmak isteorduda nükseden darbeci gelene¤in fail- yen ve geçmiflin karanl›k odaya hapsedilerinin an›s› bir biçimde hapsedilen ka- lemeyece¤ini bilen-bilmeyen herkes için ranl›k odalardan ç›kt›¤›nda, o geçmifli Türkiye’deki tek kaynak olma özelli¤ini tekrar içeri t›kmak için “onulmaz” bir ref- tafl›yor. – ‹rfan Aktan
Ç
Görsel antropoloji John Berger- Jean Mohr Anlatman›n Baflka Bir Biçimi (Agora) ir süredir foto¤raf›n plasti¤ine,
Bçerçevenin yüzeyindeki lekele-
Üstünde
Duman›
re ve görünümlere, geride sakl› duran içeri¤inin önünde bir önem atfediliyor. Oysa Roland Barthes’›n deyifliyle “foto¤raf, her iki yapra¤›n› birbirinden ay›ramayaca¤›m›z katmanl› nesneler s›n›f›na girer: pencere ve görünüm ya da iyi ve kötü, tutku ve nesnesi; kavrayabildi¤imiz ancak alg›layamad›¤›m›z ikilikler...” Susan Sontag’›n meflhur “biçim, içeri¤in faaliyet alan›d›r” deyifli de foto¤raf›n temsil etti¤i fleyden hiç ay›rt edilemezli¤ini ifade etmiyor mu? Barthes’dan devam edelim: “Göze nas›l görünürse görünsün, ne türden olursa olsun, foto¤raf görünmez: Gördü¤ümüz fley asl›nda o de¤ildir. Bu efline az rastlan›r ba¤l›l›k foto¤raf üzerinde yo¤unlaflmay› zorlaflt›r›r. Bütün öteki sanatlar için yaz›lm›fl olanlara oranla say›lar› çok az olan foto¤raf kitaplar› bu zorlu¤un kurbanlar›d›r.” Yay›nland›¤› tarihten çeyrek as›r sonra Türkçe’ye kazand›r›lan, John Berger ve ‹sviçreli foto¤rafç› Jean Mohr’un dördüncü ortak çal›flmas› “Anlatman›n Bir Baflka Biçimi”, Berger’in BBC için derledi¤i “Görme Biçimleri”nin devam› niteli¤inde; görünümlerin anlamlar›na dair bir foto¤raf teorisi kurmaya çal›flan bir görsel antropoloji kitab›. Foto¤raf ve foto¤raf makinesi art›k çok yak›ndan tan›nan fleyler. 1826’da Niepce’in dondurdu¤u ilk andan bu yana, pek çok kafay› meflgul etmifl, tam cevaplar bulamam›fl “foto¤raf nedir, neyi anlat›r, nas›l kullan›l›r” gibi sorulara yöneliyor Berger, Benjamin, Barthes ve Sontag’›n b›rakt›¤› yerden. “Görünümlerden çeviri de¤il, al›nt› yapan” foto¤raf›n gücünün ve zay›fl›¤›n›n nereden kaynakland›¤›n›, nas›l bir ifade arac› oldu¤unu ve ne menem bir belirsizlik tafl›d›¤›n›, bir dil olarak foto¤raf›n pozitivist ve popüler kullan›m biçimlerini tarihsel bir bak›flla de¤erlendiren eserde, Mohr’un görmüfl geçirmifl prati¤i, Berger’in rafine kriti¤iyle harman olmufl. Hat›ralar, anektodlar ve nefis foto¤raflar da cabas›... – fiahan Nuho¤lu
NOAM CHOMSKY’LE KAP‹TAL‹ZM‹N DEMOKRAS‹S‹ ÜZER‹NE
Tina totalitarizmi Le Monde Diplomatique’in A¤ustos say›s›nda yer alan Chomsky söyleflisini çevirmifl, yay›na haz›rl›yorduk ki, Radikal’in erken davrand›¤›n› gördük. Az kals›n yap›lm›fl sayfay› çöpe at›yorduk, ama Radikal’in yapt›¤› “k›saltmalar”a bak›nca, Express çevirisini yay›nlamak farz oldu. Zira, Radikal’in d›flarda b›rakt›¤› ifadeler, gazetelerin k›saltma/ özetleme mecburiyetinin ötesinde: Chomsky’nin sözünü etti¤i medya manipülasyonunun timsali. ‹flaretledi¤imiz sat›rlar, Radikal’in “atlad›¤›” sat›rlar. Buyrun “orjinal demokrasi”ye... Medya meselesinden bafllayal›m. 2005 may›s›ndaki Avrupa Anayasas› metni referandumunda, Fransa’da medya organlar›n›n büyük ço¤unlu¤u “evet” taraftar›yd›, ama yüzde 55 “hay›r” oyu verdi. Medyan›n manipülasyon gücü de mutlak de¤il anlafl›lan. Vatandafllar›n bu oyu sizce medyaya karfl› da bir “hay›r” olarak yorumlanabilir mi? Noam Chomsky: Bu çok karmafl›k bir konu, bu çerçevede yap›lm›fl baz› derinlemesine araflt›rmalar, medyalar›n asl›nda toplumun en e¤itimli kesimleri üzerinde daha fazla etkili oldu¤unu gösteriyor. Kitlesel kamuoyu medyalar›n çizgisine daha az ba¤›ml› gözüküyor. Muhtemel ‹ran savafl› örne¤ine bakal›m, Amerikal›lar›n yüzde 75’i ABD’nin askerî tehditlere son verip diplomatik yollardan bir anlaflmaya varmas›n› istiyor. Bat›l› kurulufllar taraf›ndan yap›lan anket çal›flmalar› nükleer sorun konusunun bir çok boyutunda ‹ran ve Amerikan halklar›n›n benzer düflündü¤ünü ortaya koyuyor: Her iki ülkede de ezici ço¤unluk ‹srail’den ‹ran’a uzanan alan›n bütününün, bölgedeki ABD kuvvetlerinin elinde bulunanlar da dahil olmak üzere, nükleer silahlardan tamamen ar›nd›r›lmas› gerekti¤i görüflünde. Halbuki bu türden haberleri medyalarda kolay kolay bulamazs›n›z. Her iki ülkedeki belli bafll› siyasî partilere gelince, hiçbiri bu bak›fl aç›s›n› savunmuyor. E¤er ‹ran ve ABD, ço¤unlu¤un gerçekten kamusal politikalar› belirledi¤i hakiki demokrasiler olsayd›, bugün yaflad›¤›m›z nükleer konusundaki ihtilaf kesinlikle çözülmüfl olurdu. Bu türden daha pek çok örnek var. Örne¤in ABD’nin federal bütçesi hakk›nda, Amerikal›lar›n büyük ço¤unlu¤u askerî harcamalar›n azalt›lmas›n›, buna karfl›l›k toplumsal harcamalar›n, BM’ye verilen kredilerin, uluslararas› ekonomik ve insanî yard›m›n art›r›lmas›n› ve Bush yönetiminin zenginlerin yarar›na ç›kard›¤› vergi indirimlerinin iptal edilmesi gerekti¤ini düflünüyor. Bütün bu konularda Beyaz Saray’›n politikalar› kamuoyunun taleplerinin tamamen z›tt› yönde. Ama toplumun bu ›srarl› muhalafetini ortaya koyan kamuoyu araflt›rmalar› çok ender olarak yay›nlan›yor. Bu durumda, vatandafllar sadece siyasal karar alma merkezlerinden uzaklaflt›r›lm›fl olmakla kalm›yor, ayn› zamanda kamuoyunun gerçek durumundan da bihaber k›l›n›yorlar. ABD’nin devâsâ “çifte a盤›”, yani ticaret ve bütçe a盤›, uluslararas› düzeyde ciddi bir endifle kayna¤›. Oysa bu aç›klar bir üçüncü aç›kla s›k› s›k›ya ba¤lant›l›: Giderek büyüyen demokrasi a盤›. Üstelik, bu aç›k sadece ABD’de de¤il, genel olarak bütün Bat› dünyas›nda derinlefliyor. Ünlü gazetecilere, televizyonculara siyasal bask›yla, sansürle karfl›lafl›p karfl›laflmad›klar› soruldu¤unda, hep son derece serbest olduklar›, vicdanlar›n›n sesine göre haber yapt›klar› cevab› al›n›r. Diktatörlüklerde düflünce ve ifade
40
Chomsky, Aram Yay›nc›l›k taraf›ndan yay›nlanan “R›zan›n ‹malat›” adl› kitab› hakk›nda aç›lan davada, yay›nc›s› Fatih Tafl’a destek olmak için Türkiye’ye geldi¤inde Diyarbak›r’› da ziyaret etmiflti. (Ekim 2006)
ABD’nin devâsâ “çifte a盤›”, yani ticaret ve bütçe a盤›, uluslararas› düzeyde ciddi bir endifle kayna¤›. Oysa bu aç›klar bir üçüncü aç›kla s›k› s›k›ya ba¤lant›l›: Giderek büyüyen demokrasi a盤›. Üstelik, bu aç›k sadece ABD’de de¤il, genel olarak bütün Bat› dünyas›nda derinlefliyor.
özgürlü¤ünün nas›l kontrol alt›nda tutuldu¤unu biliyoruz; bu denetim demokratik toplumlarda nas›l iflliyor? Evet, gazetecilere sordu¤unuz zaman, hep ayn› cevab› al›rs›n›z: “Hiç kimseden bask› görmüyorum, ne düflünüyorsam onu yaz›yorum.” Do¤rudur. Ancak, hakim normlar›n tersine tav›r almaya kalkt›klar› zaman, köflelerini kaybedeceklerini bilirler. Mutlak bir kural yok elbette, Amerikan bas›n›nda benim yaz›lar›m›n yay›nland›¤› da oluyor, ABD totaliter bir ülke de de¤il. Ancak, baz› asgari flartlar› yerine getirmedi¤in anda köfleni baflkas›na kapt›r›rs›n. Totaliter bir devletteki propaganda sistemiyle demokratik toplumlardaki iflleyifl aras›ndaki en büyük farkl›l›klardan biri budur. Ufak bir mübala¤a ile söylersek, totaliter ülkelerde s›n›rlar› devlet çizer ve herkes buna uymak zorundad›r. Demokratik toplumlarda iflleyifl daha farkl›. “S›n›rlar” hiçbir zaman aç›kça söylenmez, imâ edilir. Bir anlamda “özgürce beyin y›kama” yöntemi uygulan›r. Büyük bas›ndaki en “ateflli” tart›flmalar dahi ortak olarak r›za gösterilen s›n›rlar ve z›mnî kurallar çerçevesinde, pek çok karfl›t görüflü d›flar›da b›rakarak yap›l›r. Demokratik toplumlarda denetleme sistemi mükemmelen ifller; çizilen s›n›rlar› göremeyiz, t›pk› soludu¤umuz hava gibi
içimize ifller. Zaman zaman keskin tart›flmalar yürüttü¤ümüz hissine kap›l›r›z sadece. Temelde, denetleme sistemi totaliter sistemlerden çok daha güçlüdür. 1930’lar›n bafl›ndaki Almanya’s›na bakal›m. Daha ziyade unutmaya meyilliyiz ama, o dönemde Almanya Avrupa’n›n en ileri ülkesiydi, sanatta, bilimde, teknolojide, edebiyatta ve felsefede öncü konumdayd›. Sonra, çok k›sa bir süre içinde tam bir altüst olufl yafland› ve Almanya insanl›k tarihinin en k›y›c›, cani ve barbar devleti haline geldi. Bu, insanlar›n üzerine korkunun sal›nmas›yla gerçekleflti: Bolflevik korkusu, Yahudi korkusu, Amerikal›, Çingene korkusu... K›sacas›, Nazilere göre, Avrupa medeniyetinin, yani “Yunan uygarl›¤›n›n do¤rudan mirasç›lar›n›n” özünü tehdit eden herkese karfl› duyulan korku. Sonuçta, Martin Heidegger’in 1935’te yazd›¤› buydu. Öte yandan, halk› bu tür mesajlar›n bombard›man›na tutan Alman bas›n›n›n kulland›¤› pazarlama teknikleriyse Amerikal› reklamc›lar›n gelifltirdikleri tekniklerdi. Bir ideolojinin dayat›l›p benimsetilmesinde her zaman ayn› yöntem kullan›l›r. Halk›n üzerinde hakimiyet kurmak için fliddet yeterli de¤ildir, mutlaka meflrulaflt›r›c› bir gerekçe gerekir. Bir kifli bir di¤eri üzerinde iktidar kurdu¤unda –ister diktatör, ister sömürgeci, ister bürokrat ya da koca veya patron olsun- her zaman eylemini geçerli k›lacak bir ideolojiye ihtiyac› vard›r; bu “güç” hep üzerinde hakimiyet kurulan›n iyili¤i içindir. Bir baflka deyiflle, iktidardakiler kendilerini her zaman di¤erkâm, ç›kar gütmeyen, âlicenap, yüce gönüllü olarak gösterir. 1930’larda Nazi propagandas›n›n temel kurallar› basit kelimeler seçmeye, bu kelimeleri duygularla, kayg›larla, korkularla içiçe geçirerek sürekli tekrar etmeye dayan›yordu. 1938’de Hitler Südet bölgesini iflgal etti¤inde, en asil, en hay›rsever gerekçeleri öne sürmüfltü: Almanca konuflan toplulu¤un “etnik temizli¤e” u¤ramas›n› engellemek için “insanî müdahale” zaruî hale gelmiflti. Bundan böyle herkes, sanat ve kültürde dünyan›n en ileri ülkesinin deste¤inde, Almanya’n›n koruyucu kanatlar› alt›nda yaflayabilecekti. Propaganda alan›nda Atina’dan bu yana bir anlamda pek fley de¤iflmediyse de, bir yetkinleflmeden söz edebiliriz. Bir kere, kullan›lan araçlar çok daha rafineleflti, özellikle ve paradoksal bir flekilde, dünyan›n yurttafll›k haklar›n›n en fazla geliflti¤i, en özgür ülkeleri Britanya ve ABD’de. Günümüzün halkla iliflkiler endüstrisinin ya da bir baflka deyiflle, kanaat belirleme, r›za üretme ya da propaganda sektörünün 1920’lerde baflka bir yerde de¤il de bu ülkelerde ortaya ç›kt›¤›n› unutmay›n. Her iki ülke de demokratik haklar (kad›nlar›n oy kullanmas›, ifade özgürlü¤ü vb.) aç›s›ndan, özgürlük arzusunun devlet fliddetiyle dizginlenemeyece¤i kadar ileri bir noktaya gelmiflti. Dolay›s›yla, iktidarlar yeni “r›za üretimi” teknolojilerinin gelifltirilmesine yöneldiler. Halkla iliflkiler sektörü kelimenin gerçek anlam›yla r›za, itaat, teslimiyet üretiyor; fikirleri, düflünceleri, zihinleri denetliyor. Totalitarizme k›yasla büyük geliflme: Reklamlara maruz kalmak, iflkence odas›nda sorgulanmaya göre ehveni flerdir herhalde. ABD’de ifade özgürlü¤ü, öyle san›yorum ki baflka ülkelerde efli görülmeyen bir düzeyde korunuyor. Bu oldukça yeni bir de¤ifliklik say›l›r. 1960’larda, Yüksek Mahkeme ifade özgürlü¤ü normlar›n› 18. yüzy›lda Ayd›nlanma ile temeli at›lan prensiplerin düzeyine
Kâr ve demokrasi öylesine karfl›t fleyler ki, bu konuda yorumda bulunmak dahi mümkün de¤il. Demokrasinin ere¤i, insanlar›n kendi hayatlar› hakk›nda karar alabilmeleri ve kendilerini ilgilendiren siyasal tercihlerde bulunabilmeleridir. Kâr etmekse, toplumlar›m›z›n bir patolojisidir.
yor. 1980’li, 90’l› y›llarda ABD taraf›ndan zorla dayat›lan neoliberal ekonomik programa bugün bütün k›ta karfl› ç›k›yor. Küresel piyasaya muhalefeti bütün dünyada görüyoruz. Dünya Sosyal Forumlar› (DSF) s›ras›nda medyalar›n ilgisini çeken Küresel Adalet Hareketi (Global Justice Movement) asl›nda y›l boyunca çal›fl›yor. Bu çok yeni bir hareket ve bir bafllang›ç belki de gerçek bir Enternasyonal’in bafllang›c› olabilir. Bunun birinci hedefi baflka bir çözüm yolunun, bir alternatifin mümkün oldu¤unu kan›tlamak olmal›. Gerçi, Dünya Sosyal Forumu’nun kendisinden daha iyi bir baflka küreselleflme örne¤i olabilir mi? Has›m medya organlar› neoliberal küreselleflmeye karfl› ç›kanlara “antiküreselleflmeciler” diyor, oysa muhalifler baflka bir küreselleflme için, yoksullar›n küreselleflmesi için mücadele ediyor. ‹ki küreselleflme aras›ndaki karfl›tl›¤› gözlemlemek çok kolay, çünkü DSF ile ayn› anda, Davos’ta, dünya çap›nda ekonomik entegrasyonu gerçeklefltirmek için çal›flan, ancak sadece finans, banka ve sigorta kesiminin ç›karlar›n› gözeten Dünya Ekonomik Forumu toplan›yor. Ayn› zamanda medyalar›n kontrolunu da elinde tutan bu güçlerin savundu¤u entegrasyon yat›r›mc›lar›n ç›karlar›n›n hizmetinde. Egemen medya, bu entegrasyon biçimine küreselleflme ad›n› veriyor. Demokratik toplumlarda ideolojik propagandan›n iflleyifline Davos çok iyi bir örnek. Öyle ki, DSF kat›l›mc›lar›n›n bile bu kötü niyetli “antiküreselleflme” adland›rmas›n› kabul ettikleri oluyor. Porto Alegre’de Sosyal Forum’a ve Via Campesina Konferans›’na kat›ld›m; s›rf onlar dünya nüfusunun ço¤unlu¤unu oluflturuyorlar. Siz anarflist ya da liberter sosyalist olarak görülüyorsunuz. Sizin benimsedi¤iniz demokrasi anlay›fl›nda devletin rolü nedir? fiimdi ve burada yafl›yoruz, hayalî bir dünyada de¤il. Ve bu dünyada, tiranik, zorba örgütlenmeler var, bunlar büyük flirketler. Totaliter oluflumlara en fazla benzeyen yap›lar bunlar. Hiçbir flekilde halka ya da topluma
Desen: Rogelio Naranjo (1978)
hesap verme durumunda de¤iller; daha küçük flirketleri kurban ederek ya¤mac›lar gibi hareket diyorlar. Onlara karfl› halklar›n kendilerini savunabilecekleri tek bir araç var, o da devlet. Oysa, devlet de etkili bir kalkan de¤il, zira ço¤u durumda ya¤mac›larla içiçe. Ama yine de gözard› edilemeyecek bir fark var: Örne¤in, General Motors hiçbir hesap verme durumunda de¤il, oysa devlet zaman zaman yapt›klar›n› halka izah etme durumunda. Demokrasi, vatandafllar›n üretim ve bölüflüm araçlar›n›n kontrolüne sahip olduklar›, içinde yaflad›klar› çevrenin iflleyifline ve yönetimine kat›ld›klar› düzeyde geniflledi¤i zaman, devlet de yavafl yavafl ortadan kalkabilecektir. Onun yerini, insanlar›n yaflad›klar› ve çal›flt›klar› yerlerde oluflturacaklar› gönüllü örgütlenmeler alacakt›r. Sovyetler tipi örgütlenmeleri mi kastediyorsunuz? Vaktiyle sovyetler idi. Fakat, Ekim devriminden hemen sonra, Lenin ve Troçki’nin ilk y›kt›klar› fley sovyetler, iflçi konseyleri ve bütün demokratik kurumlar oldu. Bu anlamda, Lenin ve Troçki 20. yüzy›l sosyalizminin en büyük düflmanlar›d›r. Ortodoks marksistler olarak, o dönemin Rusyas› gibi geri kalm›fl bir ülkenin, acilen ve zorla sanayileflmeden, do¤rudan sosyalizme geçemeyece¤ini düflünüyorlard›. 1989’da, komünist sistem çöktü¤ünde, paradoksal gözükse de, bunun sosyalizm aç›s›ndan bir zafer oldu¤unu düflünmüfltüm. Çünkü benim sosyalizm anlay›fl›m, en az›ndan, üretimin, bölüflümün ve insanlar›n varoluflunun di¤er alanlar›n›n demokratik kontrolünü içeriyor. ‹ki ana propaganda sistemi de, Lenin ve Troçki taraf›ndan kurulan, daha sonra Stalin taraf›ndan politik bir canavara dönüfltürülen tiranl›k sisteminin “sosyalizm” oldu¤unda anlaflt›. Sosyalizm kelimesinin bu absürd ve utanç verici kullan›m›ndan gayet hoflnut olan Bat›l› yöneticiler bu sayede ony›llar boyunca hakiki sosyalizme çamur atabildiler. Sovyet propaganda sistemiyse hakiki sosyalist ideallerin emekçilerde uyand›rd›¤› sempati ve angajman› ayn› flevk ve gayretle, ama z›t yönde, istismar etmeye çal›flt›. Anarflist ilkelere dayanan bütün otonom örgütlenme biçimleri de sonuçta y›k›ld›, öyle de¤il mi? “Anarflist ilkeler” diye sabit bir fley, hepimizin ba¤l›l›k and› içece¤imiz bir tür libeter din yok. Anarflizm –en az›ndan benim anlad›¤›m flekliyle– otorite ve tahakküm yap›lar›n› teflhis etmeyi, bunlardan hakl›l›klar›n›, geçerliliklerini ve do¤ruluklar›n› kan›tlamalar›n› ve e¤er kendilerini “aklayam›yorlarsa”, ki ço¤unlukla öyledir, onlar› aflmay› amaçlayan bir düflünce ve eylem hareketidir. Y›k›lmak bir yana, anarflizm ve liberter düflünce tersine gayet iyi durumda. Pek çok alanda çok önemli gerçek ilerlemelere anarflizm kaynakl›k etti. Yak›n zamana kadar bask› ve adaletsizlik olarak görülmeyen, kesinlikle tart›fl›lmayan pek çok adaletsizlik biçimi bugün art›k kabul görmüyor. Bafll›bafl›na bu bile baflar›s›zl›k de¤il, bir baflar›, insanl›¤›n bütünü için bir ilerlemedir.
Çeviren: Siren idemen
yükseltti. Mahkeme, ifade özgürlü¤ünün tek s›n›r›n› bir suç fiiline kat›lmak olarak belirliyor. Mesela, soygun maksad›yla bir dükkâna girersem ve elinde silah bulunan suç arkadafl›ma “atefl et” dersem, bu sözüm Anayasa taraf›ndan koruma alt›nda de¤ildir. Ama bunun d›fl›nda, ifade özgürlü¤ünün s›n›rlanmas› için çok ciddi bir gerekçe gerekir. Yüksek Mahkeme bu ilkeyi Ku Klux Klan üyelerinin dahi lehine uygulad›. Fransa ve Britanya’da, san›yorum Avrupa’n›n di¤er ülkelerinde de, ifade özgürlü¤ü daha k›s›tl› bir flekilde tan›mlan›yor. Benim kanaatime göre, esas mesele flu: Tarihsel hakikatin ne oldu¤unu belirlemeye ve bu hakikate karfl› ç›kanlar› cezaland›rmaya devletin hakk› var m›d›r? E¤er devlete böyle bir güç atfediyorsak, Stalinist yöntemleri kabul ediyoruz demektir. Bu yaklafl›m› reddetti¤iniz zaman da istisnalar getirmemelisiniz. Devlet hiçbir flekilde, güneflin dünya etraf›nda döndü¤ünü iddia eden birini cezaland›ramaz. ‹fade özgürlü¤ünün temel bir ilkesi vard›r: Ya en nefret etti¤iniz görüfller için de bu hakk› savunursunuz ya da hiç savunmazs›n›z. Hitler ve Stalin de fikirlerini paylaflt›klar› insanlar›n ifade özgürlü¤ünü tan›yordu. “Fikirlerimi ömrümün sonuna kadar savunaca¤›m, ama sizin fikirlerinizi savunabilmeniz için hayat›m› vermeye haz›r›m” diyen Voltaire’den iki yüz y›l sonra bunlar› konuflmay› ac›kl›, hatta utanç verici buluyorum. Kitaplar›n›zdan birinde Milton Friedman’›n “Kâr etmek demokrasinin özüdür” cümlesine gönderme yap›yorsunuz... Kâr ve demokrasi öylesine karfl›t fleyler ki, bu konuda yorumda bulunmak dahi mümkün de¤il. Demokrasinin ere¤i, insanlar›n kendi hayatlar› hakk›nda karar alabilmeleri ve kendilerini ilgilendiren siyasal tercihlerde bulunabilmeleridir. Kâr etmekse, toplumlar›m›z›n bir tak›m özgün yap›lara dayanan bir patolojisi, bir hastal›¤›d›r. Do¤ru dürüst, etik bir toplumda kâr kayg›s› ancak marjinal bir yer tutabilir. Üniversitedeki bölümüme [Massachusetts Institute of Technology] bak›n: Çok para kazanmak için gece gündüz çal›flan birkaç bilimadam› var, ama onlar istisnai, biraz sapk›n, rahats›z, hatta hastal›kl› kifliler olarak görülüyorlar. Akademik camian›n ço¤unlu¤unu harekete geçirense entelektüel kayg›larla ya da herkesin iyili¤i yarar›na yeni alanlar açmak, bulufllar yapmakt›r. Size ithafen haz›rlanan bir kitapta Jean Ziegler flöyle diyor: “Üç totalitarizm biçimi gördük: Stalinizm, Nazizm ve flimdi de Tina [Margaret Thatcher’›n neoliberal kapitalizm ve serbest piyasaya dayanan küreselleflmenin kaç›n›lmazl›¤›n› anlatmak için kulland›¤› “There is no alternative” sözünün bafl haflerinden oluflan k›saltma].” Bu üçünün k›yaslanabilir oldu¤unu düflünüyor musunuz? Ayn› düzlemde ele al›nabileceklerini düflünmüyorum. “Tina”ya karfl› mücadele etmek, temerküz kamplar›yla ya da gulag’la k›yaslanamaz bir entelektüel denetim sistemiyle karfl› kafl›ya gelmek ve çat›flmak demek. ABD politikalar› dünyan›n her yerinde kitlesel bir muhalefete yol aç›yor. Latin Amerika’da, Arjantin ve Venezüela Uluslararas› Para Fonu’nu (IMF) kap› d›flar› ettiler. Washington art›k, bundan yirmi-otuz y›l öncesine kadar adeti oldu¤u üzere askerî darbelerle Latin Amerika’y› kontrolu alt›nda tutam›-
41
RONALD WRIGHT’LA “‹LERLEMEN‹N KISA TAR‹H‹ ÜZER‹NE”
O kadar az vaktimiz var ki! K›yamet tellâll›¤›n›n elbette alemi yok, ama mevcut uygarl›¤›n yaln›z kendi mezar›n› de¤il, insanl›¤›n gelece¤inin de mezar›n› kazd›¤›n› görmek için de alim olmaya gerek yok. Geçti¤imiz günlerde “‹lerlemenin K›sa Tarihi” bafll›kl› çal›flmas› Türkçeye kazand›r›lan Kanadal› yazar Ronald Wright’a ba¤lan›yoruz... “‹lerlemenin K›sa Tarihi”nde, uygarl›klar› de¤iflimlere karfl› çok savunmas›z k›ld›¤› için uzmanlaflmay› uygarl›klar› tehdit eden temel risklerden biri olarak tarif ediyorsunuz. fiöyle diyorsunuz: “Giderek daha az fley hakk›nda, daha çok fley ö¤rene ö¤rene sonunda hiçbir fleye dair her fleyi bilmeye varan insanlar.” Sizce uzmanlaflma uygarl›¤›m›z› niye savunmas›z k›l›yor? Daha güçlü k›lmas› gerekmez mi? Ronald Wright: Ben esas olarak insan beyninin uzmanlaflmas›n› kastediyorum. Bugün varl›¤›m›z› tehdit eden ola¤anüstü fleyleri, nükleer ve biyolojik silahlar›, iklim de¤iflimini, geneti¤i de¤ifltirilmifl organizmalar›, zeki insan›n keflfetti¤i tüm di¤er teknolojileri yaratan bu uzmanlaflma. “‹lerleme tuzaklar›” dedi¤iniz fleyden çöküp gitmifl pek çok uygarl›k örne¤i var. Bu uygarl›klar, bundan nas›l kaç›nabileceklerini bilmelerine ra¤men çöktüler. Çöküflten kaçabilmifl baz› örnekler de veriyorsunuz kitab›n›zda. Uygarl›klar temel güçlüklerle, onlar› çöküfle götürecek olas› durumlarla karfl›laflt›klar›nda, bunlar› çözüp çözememelerini belirleyen temel etkenler neler? ‹lerleme tuzaklar›n›n baz›lar› aç›s›ndan durum fluydu: Problem fark edildi¤inde ifl iflten geçmiflti. Örne¤in Sümerler, yüzlerce y›l sulama yapt›ktan sonra topraklar›n›n tuzla zehirlendi¤ini gördüler, bunu önceden görme flanslar› pek yoktu. Öte yandan, uygarl›klar›n›n sonuna yak›n askerî maceralara girerek ve imara çok fazla harcama
yaparak çöküfllerini h›zland›rd›lar. Mayalar›n yapt›¤› da buydu, keza bizim yapt›¤›m›z da. Uzun süre yaflam›fl olan Çin ve M›s›r uygarl›klar› ile tar›m alanlar›n› imara açmayacak kadar ak›ll› olan ve elde etti¤i fazla enerjinin ço¤unu topra¤› tar›ma elveriflli hale getirmek için kullanan ‹nkalar, do¤adan “sübvansiyon” ald›lar, baflka bir deyiflle Nil, alüvyon, löslü toprak, guano gibi ekstra kaynaklardan faydaland›lar. Uzun dönemli ak›ll›ca planlar›yla krediyi hak ettiler. Böyle planlar›n etkili olmas› için kuflaklar boyunca do¤ru siyasi ve ekonomik tercihlerin yap›lmas› gerekli. Bizim kültürümüzde eksik olan bu. Siyasî ve ekonomik güdülerimiz k›sa dönemli. Asl›nda çocuklar›m›z›n ve torunlar›m›z›n gelece¤inden çal›yoruz. Üstüne bir de nüfusun ve tüketimin afl›r› derecede h›zl› art›fl› eklenince, durum iyice kötülefliyor. Mayalar ve ‹nkalar co¤rafî aç›dan birbirine yak›n alanlarda yaflad›lar, ama “kaderleri” çok farkl› oldu. Yukar›da bahsettikleriniz d›fl›nda, ‹nka uygarl›¤›n› daha dayan›kl› k›lan örgütsel ve siyasi özellikler var m›yd›? ‹nkalar varl›klar›n› sürdürürken Mayalar niçin böyle bir çöküfl yaflad›lar? Bu konuda bir kitap yaz›labilir! Benim gördü¤üm farkl›l›klar k›saca flöyle: 1) Maya ekosistemi daha az çeflitlili¤e sahipti ve ormans›zlaflmaya, iklim dalgalanmalar›na, afl›r› nüfus art›fl›na karfl› daha savunmas›zd›. ‹nka ‹mparatorlu¤u oldukça büyük bir merkezî devletti, mükemmel yollarla ve lama katarlar›yla birbirine ba¤lanan birçok farkl› ekolojik bölgeyi –çölleri, cang›llar› teraslanm›fl da¤lar›, yaylalar›– kontrol ediyor-
‹ktisatç›lar dünyan›n küçük ve sonlu bir yer oldu¤unu anlamak zorundalar. S›n›rs›z büyüme art›k bir seçenek olamaz; olsa olsa intihara giden bir yan›lsama olur. Gelece¤imizi kurtarmak için san›r›m en fazla bir on y›l›m›z daha var. Büyük uygarl›k tecrübemizin sürmesini sa¤lamak için bu son flans›m›z, emin olabilirsiniz.
du. 2) Mayalar kent-devletlerinde yafl›yorlard›. Bu model bin y›ldan fazla gayet iyi ifllemiflti, ama klasik dönemin sonuna do¤ru bu kent devletleri azalan kaynaklar nedeniyle birbirleriyle savaflmaya bafllad›lar. 3) ‹nkalar›n guano avantaj› vard›. Deniz kufllar›n›n fosilleflmifl at›klar›ndan oluflan bu do¤al gübreyi kullan›yor ve böylece do¤adan ciddi bir destek al›yorlard›. 4) Merkezî planlama yapmaya al›flk›n olan ‹nkalar ekilebilir topraklara inflaat yapmaktan kaç›nmak gerekti¤ini ö¤renmifllerdi. Ellerindeki büyük ifl gücünü teraslama ve sulamayla tar›m alanlar›n› artt›rmak için kullan›yorlard›. Çiçek virüsünün ve ‹spanyollar›n eline düfltü¤ünde ‹nka ‹mparatorlu¤u henüz sadece yüz yafl›ndayd›, ama e¤er kendi halinde kalsayd› daha ne kadar sürerdi, bunu bilemeyiz. Kitab›n›zda insan›n yaratt›¤› her uygarl›kta hiyerarflinin ortaya ç›kt›¤›n› söylüyorsunuz. “‹ktidar piramidi”nin tepesindekiler, ortak ç›karlar› bir kenara at›p kendi ç›karlar›n› gözetmeye bafll›yor. Nas›l bir sosyo-ekonomik model bunu engelleyebilir? Bunu yapabilmeyi gerçekten çok isterdim! Thomas More’dan Alexis de Tocqueville’e, Karl Marx’a dek siyaset filozoflar›n›n yapmaya çal›flt›¤› da bu de¤il mi? 20. yüzy›l bize, sa¤›n da solun da tüm yan›tlara sahip olmad›¤›n› gösterdi. Fakirle zenginin, güçlüyle zay›f›n aras›ndaki uçurumu daraltmal›y›z. Bunu demokratik kurumlarla, art›kde¤eri hem ülke içinde, hem de ülkeler aras›nda adil bir flekilde da¤›tarak yapmal›y›z. Bunu ‹kinci Dünya Savafl›’ndan sonra “refah devleti” döneminde yapmaya bafllam›flt›k. Fakat 1919-1945 y›llar› aras›nda büyük bedeller pahas›na ö¤renilmifl dersler, Margaret Thatcher ve Ronald Reagan taraf›ndan, Viktorya döneminin “b›rak›n›z yaps›nlar” ekonomilerini yeni bir fikirmifl gibi ›s›t›p yeniden önümüze koyan “Chicago Okulu” ekonomistleri taraf›ndan yerle bir edildi. Zenginlik bugün yukar›da toplan›yor ve bu durum flunu garanti ediyor: Toplumun tüm kesimlerine yay›lacak yeterli varl›¤›m›z olmayacak. Devrim için, savafl için, ekolojik y›k›m ve (flehirlerdeki yoksulluk, kalabal›k sebebiyle ortaya ç›kabilecek) salg›n hastal›klar için gerçekten iyi bir reçete bu! Keynesçi refah devletini uygarl›¤›m›z›n çöküflünü engelleyebilecek bir çözüm olarak görüyor musunuz? Bu ba¤lamda kat›l›mc› ekonomiler hakk›nda, örne¤in Michael Albert’in modeli hakk›nda ne düflünüyorsunuz? Kat›l›mc› ekonomilerde harika fikirler olabilir, fakat “buradan” “oraya” sa¤ salim varman›n çok fazla zaman alaca¤›ndan korkuyorum. Ayr›ca, kat›l›mc› modellerin bir bütün olarak insanlar›n iyi niyetini ve akl›n› abart›yor olabilece¤ini de hissediyorum. Keynesçi sisteme dönmek, ekonomimizi ve toplumumuzu daha radikal bir flekilde yeniden yap›land›rmak için bize zaman sa¤layacakt›r. Bunu yapan politik ve ekonomik kurumlar zaten mevcut –özellikle Avrupa’da. Ne yap›lmas› ve ne yap›lmamas› gerekti¤ine dair yak›n geçmiflimizi rehber olarak kullanabiliriz. Kat›l›mc› ekonomileri daha sonra kullanabiliriz, Keynesçi reformlara hemen bafllamak daha uygun görünüyor. O kadar az vaktimiz var ki! “Half Gone” isimli kitab›nda Jeremy Legget bize bir senaryo sunuyor. Bu
43
senaryoda, dünya uygarl›¤› petrolün ve do¤al gaz›n tükenmesinden ve akabinde gelen ekolojik y›k›mdan dolay› k›smî bir çöküfl yafl›yor. Çöküflün ard›ndan insanlar alternatif enerji kaynaklar› kullanman›n düflündüklerinden çok daha kolay oldu¤unu ö¤reniyorlar. Böylece, giderek kendi enerjilerini üretiyorlar ve ekonomide bir yerelleflme yaflan›yor. Örne¤in, dünyan›n dört bir yan›nda ucuz emek kullanman›n ve tüm kaynaklar›n ulusötesi flirketlere aktar›lmas›n›n yerini yerel dinamiklerin denetimindeki yerel ekonomi al›yor. ‹letiflimin giderek küreselleflmesiyle birlikte bu yerelleflme ideal demokrasi olarak görülebilecek fleye yol aç›yor. Bu senaryoya ne diyorsunuz? O kitab› bilmiyorum. Ama çöküflün “k›smî” olmas› için afl›r› derecede flansl› olmam›z gerekir. Bence yaflanacak bir çöküfl alternatif teknolojiler gelifltirme ve ihtiyaçlar›m›z› karfl›layacak ölçekte onlar› uygulama yetene¤imize zarar verecektir, bu daha muhtemel. Tarih, uygarl›klar›n ço¤unun san›ld›¤›ndan çok daha k›r›lgan oldu¤unu gösteriyor. ‹stikrars›zl›k korkuyu ve militarizmi k›flk›rt›r. Kek kabarmay› kesti¤inde, h›zla ve çabucak söner. Tim Flannery “The Weather Makers”adl› kitab›nda, hükümetlerin sürdürülebilir politikalar izlemeleri sorununu ele al›yor. Bahsetti¤i örneklerden biri de “Daralma ve Uyum” tasar›s›; bu tasar›ya göre bütün dünya için maksimum bir karbondioksit emisyon kotas› konuyor, kifli bafl›na düflen emisyon miktar› buna göre belirleniyor. Bunun sonucunda daha endüstriyel ülkeler, geliflmekte olan ülkelerden karbondioksit kredisi sat›n almak zorunda kal›yor. Böylece, hem karbondioksit emisyonu s›n›rland›r›lm›fl, hem de zenginli¤in da¤›l›m› sa¤lanm›fl oluyor. Bu kula¤a harika bir proje gibi geliyor, fakat ne yaz›k ki öngörülebilir bir gelecekte çok mümkün görünmüyor. Bu proje ve uygulanabilirli¤i hakk›ndaki fikirleriniz nelerdir? Kat›l›mc› ekonomilerin gerektirdi¤i genifl kapsaml› de¤iflimlerle k›yasland›¤›nda, Flannery’nin önerisinin dünya çap›nda uygulanmas› çok daha kolayd›r. George Monbiot’nun “Heat” adl› kitab›nda savundu¤u önlemlerle bir araya getirildi¤inde iklim de¤iflimini h›zla kontrol alt›na almam›za yard›mc› olabilir. Elbette ki, karbon mevcut krizin sadece bir yan›. Ben buna “onda bir kural›” dedi¤im bir fleyi de eklemek istiyorum. ‹lk ad›m olarak, zenginle fakir aras›ndaki uçurumun hem ülke içinde, hem ülkeler aras›nda 1’e 10 oran›na düflürülmesi hedeflenmeli. Bu göründü¤ü kadar zor olmayabilir: Sadece bir kuflak önce, bir fabrika iflçisiyle büyük bir Amerikan flirketindeki yöneticinin maafl› aras›ndaki oran 1’e 39’du. fiimdi bu oran 1’e 1000’den bile fazla. Bu tehlikeli e¤ilim tersine çevrilebilir ve de çevrilmeli. Sistemimizi bir “intihar makinesi” olarak adland›r›yorsunuz. Uygarl›¤›m›z›n gelece¤i için temel tehlikeler sizce neler? fiu anda beni en çok endiflelendiren tehlikeler flunlar: 1) ‹klim de¤iflimi. Zira, çok k›sa bir süre içinde dünya çap›nda büyük mahsul kay›plar› olabilir. 2) Yoksul ülkelerdeki kalabal›k, yoksulluk ve salg›n hastal›klar. Bu durum, feci boyutlarda yeni salg›n hastal›klar›n görülmesine zemin haz›rlayabilir. 3) Kirlilik, ayr›ca dünyadaki topra¤›n, suyun, havan›n tükenmesi. Afl›r› nüfus art›fl› da çok ciddi bir tehdit. Bu konuda ne düflünüyorsunuz? 1998’de Birleflmifl Milletler, dünyadaki en yoksul 1.5 milyar kifliye temel sa¤l›k hizmeti, e¤itim ve su sa¤laman›n tahmi-
Ronald Wright
1919 – 1945 aras›nda büyük bedeller pahas›na ö¤renilmifl dersler, Viktorya döneminin “b›rak›n›z yaps›nlar” ekonomilerini yeni bir fikirmifl gibi ›s›t›p yeniden önümüze koyan “Chicago Okulu” ekonomistleri taraf›ndan yerle bir edildi. Keynesçi sisteme dönmek, ekonomimizi ve toplumumuzu daha radikal bir flekilde yeniden yap›land›rmak için bize zaman sa¤layacakt›r.
Söylefli: Amy Spangler-Zarife Biliz
Sadece bir kuflak önce, bir fabrika iflçisiyle büyük bir Amerikan flirketindeki yöneticinin maafl› aras›ndaki oran 1’e 39’du. fiimdi bu oran 1’e 1000’den bile fazla. Bu tehlikeli e¤ilim tersine çevrilmeli. 1998’de BM, dünyadaki en yoksul 1.5 milyar kifliye temel sa¤l›k hizmeti, e¤itim ve su sa¤laman›n maliyetini y›ll›k 40 milyar dolar olarak aç›klad›. Irak Savafl› için harcanandan çok daha az bir miktar bu.
ni maliyetini y›ll›k 40 milyar dolar olarak aç›klad›. Irak Savafl› için harcanandan çok daha az bir miktar bu. E¤er bu temel “güvenlik a¤›” do¤um kontrolü programlar›yla birlefltirilirse, genellikle yoksullu¤un ve belirsizli¤in yol açt›¤› nüfus art›fl› oran›, flu anda en yüksek oldu¤u yerlerde muhtemelen h›zla düflecektir. Uzun vadede dünya nüfusunu flu andakinin yar›s›na (örne¤in 1960’lardaki orana) düflürmeyi hedeflememiz gerekiyor. Yirmi otuz y›l önce Tayland’daki gibi gönüllü projelerle bu hedefe varmam›z mümkün olabilir. Daha da önemlisi, özellikle zengin ülkelerde her bireyin ekolojiye yapt›¤› yükü, ekoloji üzerindeki etkisini azaltmakt›r. Politik aç›dan, tasarruf uygulamak yasayla do¤um kontrolü uygulamaktan daha kolayd›r ve daha ivedi etkileri olacakt›r. BM, ‹nsan Haklar› Beyannamesi’nde, aileyi toplumun do¤al ve temel birimi olarak tan›ml›yor. Bunu, ailenin büyüklü¤üne ancak ve ancak ailenin kendisinin karar verebilece¤i, baflkas›n›n bu karar› veremeyece¤i aç›klamas› izliyor. Öte yandan, BM üyelerinin bir k›sm›, besin kaynaklar›n›n yetersizli¤i gibi faktörlere ra¤men nüfus art›fl›n› destekliyor. Örne¤in Türkiye Baflbakan› geçenlerde, ülke nüfusunun olabildi¤ince artmas› gerekti¤ini, böylece nüfusu azalan ülkelere üstünlük sa¤lanaca¤›n› söyledi. Bu felakete davetiye ç›karan bir bak›fl aç›s› de¤il mi? Siz bu konuda ne düflünüyorsunuz? Nüfus art›fl›n› desteklemenin ç›lg›nl›k oldu¤unu düflünüyorum. Bunun arkas›nda ya etnik veya milliyetçi güdüler ya da k›sa dönemli ekonomik sebepler vard›r, örne¤in genç iflçilerin giderek artmas› emekli ayl›¤› ödemeyi gereksiz k›lar vb. Fakat rasyonel ve aflamal› vergilendirme oranlar›na dönerek “kontrolden ç›km›fl bu tren” durdurulabilir. ‹ktisatç›lar dünyan›n küçük ve sonlu bir yer oldu¤unu anlamak zorundalar. S›n›rs›z büyüme art›k bir seçenek olamaz; olsa olsa intihara giden bir yan›lsama olur. Ço¤u bilimsel araflt›rma ve yay›n, iklim de¤ifliminin daha hafif önlemlerle, tabii ki mevcut sosyo-ekonomik modelin esaslar›n› de¤ifltirmeksizin, kontrol edilebilece¤ini iddia ediyor. Sizce mümkün mü bu? Bilim insanlar›, yönetilebilir olan durumdan en korkunç duruma dek genifl bir yelpazedeki olas› sonuçlar› sunuyorlar. Gün geçmiyor ki durumun zaten ne kadar ciddi oldu¤unu gösteren yeni bir kan›t ortaya ç›kmas›n. San›r›m her gün daha fazla insan k›sa zamanda çok kat› önlemlerin al›nmas› gere¤inin fark›na var›yor. Bu konuda George Monbiot’nun yeni kitab› “Heat”i okuman›z› öneririm. Gözüpek, ama uygulanabilir bir eylem plan› sunuyor. Uygun iklim politikas›yla ilgili tart›flmalara egemen ekonomik anlay›fl damgas›n› vuruyor, maliyet ve kâr analizleri yap›l›yor. Böyle bir bak›flla bu sorun çözülebilir mi? Hay›r. Uzun dönemdeki gerçek maliyeti ve gerçek kâr› bugünden bilemeyebiliriz. Burada ihtiyata dayal› prensiplere ba¤l› kalmak zorunday›z: En kötüsüne haz›rlan›p plan› ona göre yapaca¤›z, en iyiyi umut etmeyece¤iz. E¤er durum korktu¤umuz kadar vahim geliflmezse, kendimizi fazlas›yla güvenceye alm›fl oluruz, bundan bir zarar gelmez. Tam tersine, sadece daha sa¤l›kl›, daha tutumlu bir hayat yaflam›fl oluruz ve topra¤›n alt›nda daha fazla petrolümüz kalm›fl olur. Ama di¤er yola sapar da yan›l›rsak, gerekeni yapmazsak, endüstri uygarl›¤›m›z çöker ve milyarlarca insan açl›ktan ölür. Son on bin y›ld›r, yani son Buz Ça¤›’ndan beri dünyan›n iklimi istisnai derecede sabit. Uygarl›¤›m›z bu iklim sayesinde do¤du ve geliflti. Hedefimiz her fleyi, bu do¤al s›n›rlar içinde tutmak olmal›d›r. E¤er bunu biz yapmazsak, do¤a bizim yerimize yapacak, hem de en korkunç flekilde! San›r›m olaylar›n kontrolümüzden ç›kaca¤› o geri dönüflsüz noktaya baya¤› bir yak›n›z. Ama e¤er siyasi irademizi do¤ru kullan›rsak, özellikle “do¤al sermaye”de k›sa dönemli maliyet hesab›ndan uzun dönemli maliyet hesab›na geçerek ekonomik önceliklerimizi de¤ifltirirsek, hâlâ bir flans›m›z var. Bush rejiminin korkunç politikalar› nedeniyle iklim de¤iflikli¤i ve di¤er ekolojik önlemler konusunda yaklafl›k bir on y›l kaybettik. Gelece¤imizi kurtarmak için san›r›m en fazla bir on y›l›m›z daha var. Büyük uygarl›k tecrübemizin sürmesini sa¤lamak için bu son flans›m›z, emin olabilirsiniz.
B‹R ALIfiVER‹fi fiAH‹KASI: SHOPP‹NG TV VAKASI
‹çimizdeki kelepir avc›s› Shopping TV, sunucular›n canl› yay›nda ürün satt›¤› bir al›flverifl kanal›. ‹ki y›l önce ev kad›nlar›na yönelik mutfak eflyalar›, ev tekstili ve kozmetik ürünleri satarak yay›n hayat›na bafllayan kanalda, bugün pirinçten tak›m elbiseye, bilgisayardan p›rlanta yüzü¤e, akla gelebilecek her fley sat›l›yor. Müflterilerinin koklamadan parfüm, denemeden ayakkab› ald›¤› Shopping TV’yi, gecenin 3’ünde fön makinesi sat›ld›¤›na tan›k olduktan sonra mercek alt›na ald›k. saati canl› yay›n olmak üzere 24 saat yay›n yapan Shopping TV’de a¤›rl›kl› olarak, aç›k art›rman›n tersi mant›kla yürüyen, patenti kendilerine ait “aç›k eksiltme” dedikleri müzayede yöntemiyle sat›fl yap›l›yor. Yani sat›lan ürünün fiyat› en üstten aç›l›yor, sat›n alan oldukça fiyat düflüyor. Bütün al›c›lar kapan›fltaki en düflük fiyat› ödüyor. Ekran›n sol taraf›nda fiyat›n düflüflünü gösteren grafik var, alttaki banttan da ürünün özellikleri ve “ürünü almay› baflaranlar›n” isimleri geçiyor. Bu s›rada sunucular “Bitmek üzere, acele edin” diye, mezatç› gibi feryat etmekle meflgul. Örne¤in, 239 YTL aç›l›fl fiyat›yla sat›fla sunulan elli adet makyaj seti, önce “flok indirimle” 135 YTL’ye düflürülüp müzayede bafllat›l›yor. Ürünü alan oldukça fiyat düflüyor, on dakika süren sat›flta kapan›fl fiyat› 116 YTL. Aç›l›fl fiyat› ve indirimler elbette kanal›n inisiyatifinde. Kanal›n tan›t›mlar›nda “Trafik olmadan, kalabal›¤a yakalanmadan al›flverifl etmenin adresi biziz” deniyor. Ama incelemeden, dokunmadan, koklamadan (parfüm de sat›l›yor), karfl›laflt›rma flans› olmadan yap›lan bir al›flverifl bu. Di¤er taraftan, o anda neyin sat›ld›¤›n›n ya da bizim o ürüne ihtiyac›m›z olup olmad›¤›n›n önemi yok, sürekli vurgulanan, piyasa fiyat›n›n alt›ndan sat›lan ürünü ucuza kapatmam›z. Kanal›n yay›n yönetmeninin deyifliyle, seyircinin içindeki kelepir avc›s›n› harekete geçirmeye çal›fl›l›yor. Saat 00.30 sular›. Sunucu, otuz çift kramponu sat›fla ç›karm›fl, “Bu flahane
18
46
kramponlarla hal› sahada birbirinden güzel gollere imza atacaks›n›z” diyor, hal› sahada krampon giyilmedi¤ini bilmiyormufl gibi davran›yor. Maçta giyilse insan› madara edecek sapsar› yald›zl› kramponlar yedi dakika içinde tükeniyor. Bir süre sonra sunucular›n o ay›n en çok al›flverifl yapan müflterisini evinde ziyaret etti¤i “Al›flverifl Casusu” adl› mini programa rastl›yoruz. Rekortmen müflteri Cemalettin bey, kanaldan ald›¤› ürünleri gösteriyor. Gerçekten inan›l›r gibi de¤il, ev neredeyse Shopping TV’den döflenmifl. Çal›flma masas›, bilgisayar, elektrikli ev aletleri, koltuklar... Kullanmad›¤› ürünler de sat›n alm›fl Cemalettin bey. Yata¤›n üzerinde gururla sergiledi¤i bu ürünleri –yatak örtüsünü de Shopping TV’den ald›¤›n› vurgulad›ktan sonra– tek tek anlat›yor. Paketi aç›lmam›fl çok say›da gömle¤in aras›ndan p›r›l p›r›l parlayan sar› kramponlara tak›l›yor gözümüz. Cemalettin bey pek inan›lmaz gollere imza atacak birine benzemiyor, zira 60’l› yafllar›nda. Sunucu da soruyor zaten “futbol oynar m›s›n›z?” diye. Cemalettin bey oynamad›¤›n›, ama hep hayalini kurdu¤unu söylüyor. Kanal›n en büyük “marifeti” bu: Ayakkab›c›larla dolu bir al›flverifl merkezini on kez dolaflsa krampon almak akl›na gelmeyecek insanlara krampon satmak. Yar›m saatlik sürelerle canl› yay›na ç›kan sat›c›-sunucular ellerindeki ürünü bitirene kadar hiç durmadan konufluyor; reklam›n› yapt›klar› ürünü müflterilere düflünme f›rsat› b›rakmadan ilk etkinin gücüyle sat›yorlar. Aceleci ve afallat›c› bir iletiflim bu.
Paketi aç›lmam›fl çok say›da gömle¤in aras›ndan p›r›l p›r›l parlayan sar› kramponlara tak›l›yor gözümüz. Cemalettin bey inan›lmaz gollere imza atacak birine benzemiyor, zira 60’l› yafllarda. Sunucu da soruyor zaten “futbol oynar m›s›n›z?” diye. Cemalettin bey oynamad›¤›n›, ama hep hayalini kurdu¤unu söylüyor.
Bir an önce telefona sar›lmak zorundas›n›z, yetiflen al›yor çünkü. Kral TV’nin VJ’leri gibi izleyiciyle “samimi” bir iliflki kurmaya çal›flan sunucular›n hiçbiri ünlü de¤il, fakat zamanla hepsinin hayranlar› oluflmufl. Sunuculara gelen “size afl›k oldum” mektuplar›, Türkçe hatalar›n› düzelten dil polisleri, sevdi¤i sunucuya di¤er sunucuyla ilgili dedikodu mail’i yollayanlar, bir sunucunun diflindeki bir problemi yay›nda söylemesi üzerine difl hekimi tavsiye edenler ve hatta ilaç gönderenler... ‹zleyiciler hayran olduklar› televizyon kahramanlar›ndan al›flverifl yap›yorlar yani. Kanal› di¤er al›flverifl televizyonlar›ndan ay›ran en önemli özellik, sunucular›n izleyici-müflteriyle kurdu¤u bu iliflki. Sunucular için canl› yay›n›n riski, sat›fl süresinin uzamas› ihtimali. Sözgelimi alt› dakika sürece¤i düflünülen bir sat›fl on dakikaya uzay›p söylenecek laf kalmay›nca, “Bu kare desenli yatak örtüsünün bir avantaj› da, isterseniz çocuklar›n›zla seksek oynayabilirsiniz. Küçükken ne çok seksek oynard›m bir bilseniz, eve girmek istemezdim”, “Su ›s›t›c›m›z›n en önemli özelli¤i, dü¤mesini kapat›nca ›s›tmay› derhal kesmesi ve içindeki suyun h›zla so¤umaya bafllamas›. So¤uk su laz›msa ›s›t›c›y› ne yapay›m diye düflünen zeki izleyicilerimiz olabilir, ama uzmanlar suyumuzu kaynat›p içmemiz gerekti¤ini söylüyorlar”, “Benim evimde mutfak robotu var demeyin, k›z›n›z›n çeyizi için al›n. K›z›n›z yoksa o¤lunuza verirsiniz. Maalesef çocu¤umuz olmuyor diyorsan›z, yeni evlenecek bir çifte ne güzel bir hediye olur. Herkes senede birkaç kez dü¤üne gider de¤il mi” örneklerinde oldu¤u gibi z›rvalama olas›l›¤› art›yor. Bazen sat›fla ek rekabet getirmek için çeflitli yar›flmalar düzenleniyor. K›rkar adet Roberto Carlos ve Lincoln formas›n›n sat›fla ç›kar›ld›¤› müzayede bunun bir örne¤iydi. Fenerbahçeliler Carlos formalar›n› 10 dakika 23 saniyede, Galatasarayl›lar Lincoln formalar›n› 8 dakika 5 saniyede tüketti. Spor bas›n›na “Ekran derbisini Galatasaray kazand›” diye haber olan bu müzayede ertesi hafta tekrarland›. Kanalda sürekli “ikinci derbiyi kaç›rmay›n” tan›t›mlar› döndü. Biraz flaibe kokan ikinci müzayedeyi Fenerbahçeliler “kazand›.” fiaibe kokuyor diyoruz, çünkü kanal›n ça¤r› merkezinde çal›flanlar, gazetelerde sonucu okuyan Fenerbahçelilerden gelen ve al›flverifl amaçl› olmayan, sitem yüklü “Bizim haberimiz yoktu, neden önceden ilan etmediniz? Böyle tarafs›z yay›nc›l›k olur mu?” telefonlar›ndan b›km›fllar. “Yine Galatasarayl›lar kazansa arkas›n› getirmek gerekirdi, bafl edemezdik. Beraberlik en iyisi” diyen kanal yöneticileri, bir daha da böyle bir ifle giriflmedi zaten. ‹lk kuruldu¤unda yaln›zca uydudan yay›n yapan kanal, 2006’da kabloluda, bu y›l›n mart ay›nda da Digitürk ve D-Smart’ta yay›na geçti. 420 bin kay›tl› müflterisi olan Shopping TV’nin ayl›k ortalama ürün sat›fl› 50 bin parça. Kanal›n bir anda bu kadar büyümesi baflka gruplar›n da ifltah›n› kabartt›. Do¤an Grubu Frans›z TF1 ile ortak bir televizyondan pazarlama flirketi kurdu, flimdilik D-Smart'ta D-Shopping ad›yla test yay›n›ndalar. ‹nternetin büyük al›flverifl sitelerinden altivi.com da benzer bir al›flverifl kanal› kurmaya haz›rlan›yor. Murat Toklucu
SHOPPING TV GENEL YAYIN YÖNETMEN‹ BARIfi TEK‹N
Mezraya Akmerkez’i götürüyoruz Uzun y›llar fiansal Büyüka ve Can Tanr›yar’la birlikte Televole’nin çekirdek ekibinde çal›flan Bar›fl Tekin, bir y›ld›r Shopping TV’nin bafl›nda. Yo¤un mesaisi nedeniyle sabah›n çok erken bir saatinde görüfltü¤ümüz Tekin, bafll›ktaki sözünden de anlafl›laca¤› gibi, çok önemli bir hizmet sunduklar›n› düflünüyor. Shopping TV’nin sahipleri kim? Bar›fl Tekin: Kanal›n sahipleri ‹ngiltere’de ticaretle u¤raflan üç Türk kardefl. Pek ön plana ç›kmay› seven insanlar de¤iller, o yüzden pek kimse tan›maz. Proje onlar›n ak›llar›na gelmifl, zaten ‹ngiltere televizyonlar›nda 42 tane al›flverifl kanal› var. Oradan görüp Türkiye’de bu ifli yapmaya karar veriyorlar. Bafllay›nca da pazar›n sand›klar›ndan da büyük oldu¤unu anl›yorlar. ‹nan›lmaz bir ilgi var çünkü. Bu ilgiyi neye ba¤l›yorsunuz? Shopping TV'deki en büyük olay›m›z, bir mal› en ucuz fiyata satmak. Geçenlerde bir yerde okudum, her insan›n içinde bir kelepir avc›s› yatar diyordu. Buna oynuyoruz biz. Bizim ekran›n solundaki üçgenler hep fiyatlar›n düfltü¤ünü gösterir, bu da insanlarda psikolojik etki yarat›r. Ama zaten piyasan›n çok alt›nda fiyatlarla sat›fl yapt›¤›m›z belli, bu da iflimizi kolaylaflt›r›yor. Bir ürünü dedi¤iniz kadar ucuza nas›l satabiliyorsunuz? Perakendecilerin yer s›n›rlamas› vard›r, bizim böyle bir durumumuz yok. Ço¤u mal›n sadece numunesi geliyor bize, gönderme iflini bile biz yapm›yoruz. Öncelikle depolama derdimiz, ma¤aza derdimiz yok. Ürünleri ya do¤rudan üreticiden ya da spotçulardan al›yoruz. Türkiye'de spotçuluk Do¤ubank zihniyetiyle s›n›rl›d›r, ama dünyada çok büyük spotçular var. Miami'den Çin'e kadar ba¤lant›lar› olan spotçu bize geliyor diyor ki, flu Amerikan giyim markas›n›n sezon sonu pantolonlar›n› sana etiketin yüzde 20'si fiyata vereyim. Sezon sonu oldu¤u için ma¤azalarda tutmak istemiyorlar, biz sat›yoruz. Böyle yürüyor ifller. Ürünler ayn› yolla elimize geçse bile, biz sürüm sayesinde yine daha ucuza satar›z. Yaz sezonunda ayda 30-40 bin parça mal sat›yoruz; eylül, ekim aylar›nda 60 bine ç›kaca¤›m›z› düflünüyorum. Bu sürümde normal perakendeci bizimle rekabet edemez. Ayakkab›, parfüm, günefl gözlü¤ü gibi insanlar›n denemeden almayaca¤› düflünülen fleyler de sat›yorsunuz ve epey ilgi gördü¤ü anlafl›l›yor. Bu durum size de tuhaf gelmiyor mu? Valla bazen ben de flafl›r›yorum, ama al›yorlar iflte. Asl›nda düflününce o kadar da mant›ks›z de¤il. Çünkü mesela Nike ayakkab› sat›yoruz. Zaten merakl›s› Nike'ta kaç numara giydi¤ini bilir. Parfüm al›p kokusunu be¤enmedi diyelim, o zaman da ürünü iade edebilir. Ama o parfümü baflka yerden o fiyata alamaz. Baflka bir örnek vereyim, bir süredir pirinç sat›yoruz. ‹nsanlar›n televizyondan pirinç alabilece¤i akl›n›za gelir miydi? Aflure mevsiminde de aflure seti satt›k, kap›fl kap›fl gitti. Aç›kças› biz de böyle bir fley beklemiyorduk. Buradaki mesele, güven yaratma meselesi. Asl›nda tüketici derneklerine bak›l›rsa, televizyondan al›flveriflle ilgili ekranda gösterilen ürünün gelmemesi,
Bar›fl Tekin
ürünün vaat etti¤i ifllevleri yapamamas›, iadeden sonra paran›n geri ödenmesinin geciktirilmesi gibi epey flikâyet baflvurusu varm›fl. Bunlar›n hepsine kat›l›yorum, ama flikâyetler daha çok baz› kanallarda gecenin geç
saatlerinde yay›nlanan birkaç dakikal›k ürün tan›t›mlar›yla ilgili. fiimdi ürünün ismini vermeyeyim, birkaç y›l önce bir egzersiz aleti satt›lar televizyondan. Ekranda 1-1.5 metre görünen aletten evlere 20-30 santimlik minyatürü gitti. Hem de yüz binden fazla satt›lar. Bu daha çok ithalatç›lar›n yapt›¤› bir ifl. Sadece televizyondan sat›lmak için üretilmifl ürünler pazarl›yorlar. Zaten o tan›t›mlar da genelde yabanc› yap›mlard›r, berbat bir dublaj yap›l›r, alttan orijinal ses duyulmaya devam eder. Gelip geçici ifller bunlar. Burada sadece bu ifl için kurulu 24 saat yay›n yapan bir kanal var, bizim böyle fleylere tenezzül etmemiz mümkün de¤il. Burada kilit nokta flu, ithalatç› bir tur ifl yapar, kamyonla para kazan›r, gider. Güven kazanma gibi bir derdi yoktur. Biz güven vermezsek, müflteri bir daha gelmez. Bu kadar basit. Bizde bir üründen diyelim ki 50 tane sat›fla ç›km›fl. Bu üründen herkes sadece bir tane alabilir. Mesela bizi izleyen bir perakendeci ürünümüzü ucuz bulsa ve hepsini bir anda almak istese befl dakikal›k sat›fl› on saniyede yapar›z. Ama bizim derdimiz bu de¤il. Tüketim al›flkanl›klar›yla ilgili bilgilere sahip oldu¤umuz için daha çok müflteri kazanmak istiyoruz. As›l amac›m›z da bir üyeye bir dahaki hafta, bir dahaki ay baflka bir ürün daha satmak. Böyle bir derdiniz varsa kimseyi kand›ramazs›n›z. Az önce verdi¤im egzersiz aleti örne¤ini düflünün. Sadece bir kerede televizyondan al›flverifl yapmaya haz›r yüz bin insan kand›r›lm›fl. Daha kafadan as›l hedef kitlemizden yüz bin kifliyi kaybetmifliz. Kaz›kland›¤›n› düflünen insanlar bir daha televizyondan al›flverifl yapmaz çünkü. Yani tüketicinin kand›r›lmas›n›n büyük ma¤duru biziz asl›nda. ‹maj› pek düzgün bir fley de¤il bu, yavafl yavafl bunu da afl›yoruz. Geçen y›l, hedef kitlenizin televizyon
‹nsanlar›n televizyondan pirinç alabilece¤i akl›n›za gelir miydi? Aflure mevsiminde de aflure seti satt›k, kap›fl kap›fl gitti. Aç›kças› biz de böyle bir fley beklemiyorduk.
Yar›m saatlik sürelerle canl› yay›na ç›kan sat›c›-sunucular ellerindeki ürünü bitirene kadar hiç durmadan konufluyor.
47
ANKARA ÜN‹VERS‹TES‹ Ö⁄RET‹M ÜYES‹ SEV‹LAY ÇELENK ÖZEN
Bir tür reality show Shopping TV vakas›n›, televizyon program türleri üzerine çal›flmalar› olan Doç. Dr. Sevilay Çelenk Özen’e sorduk. TV izleyicisinin TV müflterisine dönüfltü¤ü görüflüne kat›l›yor musunuz? Sevilay Çelenk Özen: TV izleyicisine bir tür al›flverifl ortam› sunan programlar›n yay›n› ve hatta bu amaçla kurulan TV kanallar› Türkiye’de ticarî televizyon dönemi ile bafllad›. Bu anlamda, çok yeni de¤il. Özal döneminde bafllayan ticarî TV yay›nc›l›¤›, dönemin liberal ekonomi politikalar› ile uyumlu bir biçimde izleyicinin konumunu zaten bir tür “müflteri” olarak belirlemiflti. 1990’larla birlikte TV programc›l›¤› “bizden ayr›lmay›n” diyen bir pazarlama sesleniflinin içine yerleflti. Daha dolays›z bir biçimde ürün tan›t›mlar›na yer veren, sat›fl ve pazarlama yapan programlar da ilk kez o dönem ekranlarda görüldü. Flash TV’deki “Tükenmeden Tüketelim” ve “Pazarlama Kufla¤›”, TGRT’deki “Tür-Pa” ve HBB’deki “Tüketici Dosyas›” bu programlara örnek gösterilebilir. Dahas›, 1992’nin Ekim ay›nda Kanal 6’y› kuran Ahmet Özal’›n kardefli Efe Özal’la Kanal Market ad›yla yeni bir kanal› devreye soktu¤u ve bunun da Türkiye’de TV arac›l›¤›yla pazarlama tekni¤ini kullanan ilk kanal oldu¤u hat›rlanmal›d›r. K›sacas›, al›flverifl yapmay› ve TV izlemeyi birlefltiren –ve zaten bizden önce keflfedilmifl olan- bu sistem, Türkiye’de de ilk f›rsatta hayata geçirilmiflti. Bugün bir tür “showroom” hizmeti veren TV ekran› bu keflfin günümüzdeki görünümüdür. Haberimize konu olan Shopping TV’nin 420 bin kay›tl› müflterisi var. Bu büyük ilginin sebebi ne olabilir? Bir araflt›rma yapmad›m, ancak baz› ürünlerin sadece ekranda duyurulan telefon numaralar› ya da internet adresleri arac›l›¤›yla sat›l›yor olmas› talebi artt›r›yordur diye düflünüyorum. Bu ürünler aras›nda kozmetik ürünlerinin, fitness malzemelerinin, pasif egzersiz aletlerinin ve pratik-küçük ev aletlerinin yayg›n olmas› da anlaml›. Daha çok, evde oturan kad›n kitlesine dönük programlar bunlar. Evine sinema, konser, mahalle gazinosu vs. zaten çoktan tafl›nm›fl olan bir izler kitleye, al›flverifl mekânlar›, vitrinler, ürün seçenekleri de sunulmufl oluyor. Üstelik TV ya da internetten bir fleyler siparifl veriyor olman›n yaflatt›¤› bir tür “dönüflmüfl, geliflmifl, kültürlenmifl” olma duygusu var ki –ya da ben öyle san›yorum- bu da haz veriyor olsa gerek. Ben Amazon’dan, Idéefixe’den kitap siparifl vermeyi, yeni yay›nlardan haberdar olmay› ne kadar seviyorsam, bir baflkas› da bir telefonla ayakkab› veya mikser siparifl vermeyi seviyor olabilir. ‹nternetten kitap siparifli vermek, bir kitapç›da yeni kitaplar›n kokusunu içime çekerek dolaflma, kar›flt›rma, dokunma flans›m› ne kadar azalt›yorsa, di¤eri de evinde oturan izleyicinin soka¤a ç›kma, baflkalar›yla temas etme flans›n› o kadar azalt›yordur. Fakat oturdu¤umuz yerden kitap siparifli verebilmenin avantajlar› da yok mu? Bence var. TV’nin yeni bir al›flverifl kültürü üretmeye bafllad›¤› söylenebilir mi? TV’yi fazla ciddiye ald›¤›m›z› düflünmeye
Al›flverifli bireysel, sessiz bir etkileflim olmaktan ç›kararak bir tür “reality show”a dönüfltürmek muhtemelen ilgiyi birkaç kat›na ç›kar›yordur. ‹zleyici ayn› zamanda belirli bir gruba aidiyeti deneyimliyor, oturdu¤u yerden sosyallefliyor. Hatta bir ürünün fiyat›na etki ediyor. ‹zleyici, TV program› gibi “önemli bir fleyin” seyrini etkiliyor.
bafllad›m. TV, Türkiye’de ciddi bir fley. ‹zleyici taraf›ndan ciddiye al›nan, belki de al›nmas› gereken bir fley. Fakat biz, televizyon üzerine de düflünenler olarak –gazeteci, elefltirmen, akademisyen– bu kadar ciddiye almal› m›y›z? Bundan emin olam›yorum. Devasa al›flverifl merkezleri, raflar dolusu p›r›lt›l› ürün... Bunlarla ilgili meselemiz her neyse, TV’yle ilgili meselemiz de ayn› yerden kurulmal›. “Sokakta olabilir, ama TV ekran› baflka bir fley” demeye devam etmeli miyiz, kuflkuluyum. ‹zleyici TV’ye bak›yor, biz hem TV’ye hem izleyiciye bak›p duruyoruz. Bakmaya devam edeceksek, TV’nin de izleyicinin de içine yerleflti¤i siyasal-toplumsal-kültürel-endüstriyel ba¤lama, buralardaki dönüflüme, dönüflümün yönüne de dikkatle bakmal›y›z. Bu ikincisinin epeyce ihmal edildi¤i kanaatindeyim. Shopping TV bir tür müzayede yöntemiyle sat›fl yap›yor. ‹zleyici bu s›rada telefonuyla al›flverifle, daha da önemlisi bir TV program›na müdâhil olabiliyor. ‹lgi çekmelerinin en büyük sebeplerinden biri bu galiba. Tabii “aç›k eksiltme” dedikleri müzayede yöntemiyle sat›fl di¤erlerinden farkl›. Yine “dahiyane” bir televizyon buluflu. Demek ki bu konuda da abartman›n s›n›r› yok. TV’den al›flverifli bireysel, sessiz bir etkileflim olmaktan ç›kararak böyle kitlesellefltirmek, bir tür “kuflak program›” ya da “reality show”a dönüfltürmek muhtemelen ilgiyi birkaç kat›na ç›kar›yordur. ‹zleyici ayn› zamanda belirli bir gruba aidiyeti deneyimliyor, oturdu¤u yerden sosyallefliyor. Hatta bir ürünün fiyat›na etki ediyor. ‹zleyici, TV program› gibi “önemli bir fleyin” seyrini etkiliyor. Oradaki bir ürünün kimlere gidece¤ini ve ne kadardan gidece¤ini belirliyor. Buna dahil olmak için u¤rafl veriyor. Bu durum, izleyicinin “Biri Bizi Gözetliyor” tarz› programlarla kurdu¤u iliflkiye benziyor mu? Evet, reality programlar›na da çok benziyor asl›nda. Kim gitsin, kim kals›n, o paray› kim kazans›n... ‹zleyici TV’ye do¤rudan ya da dolayl› dahil olmay›, ona müdahale etmeyi zaten çok seviyor. Üstelik shopping programlar›nda, TV izleyicinin eline somut, dokunabilece¤i, kullanabilece¤i, yararlanabilece¤i bir fley de vermifl oluyor sonunda. “Dahiyane” demem bundand›, t›rnak içinde yani. Bu durum evindeki izleyiciye, sunucu ve di¤er izleyicilerle bir a¤ oluflturmak gibi geliyor olmal›. ‹zleyicilerin radyodan, televizyondan gelen sesleri, orada görünen yüzleri afl›r› önemsemek gibi bir e¤ilimi her yerde var. Birço¤umuzun ad›n› san›n› bilmedi¤i bir radyo programc›s› belirli bir grubun, cemaatin, kufla¤›n “idol””ü olabiliyor. TV’de iflin içine görüntü de girince sunucular ve onlarla kurulan iliflki daha bir önem kazan›yor. Bir tür oyun asl›nda. ‹ster ayakkab› sat›yor olsun, ister birilerini birileriyle baflgöz etmeye çal›fl›yor olsun. Ekrandaki kifliyle bir temas kuruyor olmak çok önemseniyor.
Söylefliler: M.T.
jargonunda “C grubu” diye adland›r›lan, e¤itim düzeyi ve al›m gücü düflük kesimler oldu¤u söylenebilirdi. Taksitli sat›fla bafllaman›zdan sonra bilgisayar, p›rlanta yüzük, kamera gibi pahal› ürünler de satmaya bafllad›n›z. Hedef kitleniz mi de¤iflti, yoksa müflterilerinizin lüks tüketim yapma arzusunu mu keflfettiniz? Kitle de¤iflti, daha do¤rusu geniflledi. Ama ürün yelpazesinin çeflitlenmesinin sadece taksitli sat›flla ilgisi yok. Evet, uydu ve kabloludan yay›n yapt›¤›m›z zaman C demeyeyim de, BC grubu bir kitleye hitap etti¤imiz do¤ru. Ama Digitürk'te de yay›na geçtikten sonra seyirci bir anda s›n›f atlad›. (gülüyor) Ben de hayret ettim. fiimdi eski izleyicilerimizin yan›na AB grubunu da ekledik diyebilirim. Bunun sonucunda dedi¤iniz türden ürünlerin sat›fl› artt›. Asl›nda mesela kamera ve bilgisayar› biz önceden de sat›yorduk, genelde ucuzlu¤u ön planda olan eski modellerdi bunlar. Ama flimdi en pahal› cep telefonunu satabiliyoruz. Bunlar›n yan›nda Gucci, Prada gibi lüks markalar› da satmaya bafllad›k. ‹nternet sitenizdeki sunucu özgeçmifllerinde, birço¤unun üniversite mezunu oldu¤u görülüyor. Bir k›sm› konservatuar mezunu, genelde televizyonla ba¤lant›l› ifllerden geliyorlar. Ancak, baz› kad›n sunucular “mahallenin k›z›” tav›rlar› içindeler. Müflteri çekmek için mi özellikle öyle davran›yorlar? Sunucular›m›z›n hepsinin ayr› karakteri var. Mesela kad›n sunucular›m›zdan biri 1.90'a yak›n boyu olan, çok düzgün fizikli, al›ml› biri. Onun iletiflim kurdu¤u müflteri ve satt›¤› ürün ayr›. Bir de Hülya diye bir arkadafl›m›z var. Onu da mesela anneniz güne ça¤›rsa hiç yabanc›l›k çekmez, ortamdaki herkesle ahbap olur. Onun kitlesi de daha baflka tabii. Daha çok evde vakit geçiren kad›nlara hitap etti¤i için öyle davranmas› laz›m. Pazarlama art›k eskisi gibi de¤il, tamamen psikoloji ifli. De¤iflik yollar bulmak laz›m, daha çok bunu zorluyoruz. Ben arkadafllar›m›za “sunucu kökenli sat›c›lar” diyorum. Akmerkez’de falan dolafl›rken iyi bir tezgahtar bulsam onu da alaca¤›m, ama flimdiye kadar rastlamad›m böyle birine. Siz senelerce Televole ekibinde çal›flt›n›z. Oradaki tecrübelerinizin faydas› oldu mu flimdiki iflinize? Asl›nda ikisinin çok farkl› olmad›¤›n› düflünüyorum. Sadece Televole de¤il, televizyonun baflka alan›nda çal›flsam da böyle bu. Çünkü Televole'de haber ambalajlay›p sat›yordum, flimdi baflka bir fley sat›yorum. Buras› daha zor tabii, seyircinin cebinden para da al›yoruz. Ama yapt›¤›m›z kesinlikle çok önemli bir hizmet. (Türkiye haritas›n›n güneydo¤u ucunu gösteriyor) Bak›n flurada mezrada yaflayan Hatice han›m var mesela. Biz Hatice han›m›n aya¤›na Akmerkez'i götürüyoruz. Hiçbir zaman rastlayamayaca¤› ürünleri bizden alabilir Hatice han›m. Roberto Carlos formas› alabilir, cep telefonu alabilir. Gucci çanta alabilir, Prada alabilir. fiafl›rmay›n, bunlar› örnek diye söylüyorum. ‹stiyorsa saklama kab› als›n. Herkese uygun ürün var bizde.
49
Çeyrek as›r flerefine 25 defa... Ezginin Günlü¤ü Çeyrek (Seyhan Müzik)
10 albüm Atom Heart Mother Pink Floyd Çar Newa Zîz Çeyrek Ezginin Günlü¤ü Fuat Kalbüm Happy Mondays Uncle Dysfunktional Krefl Zaman Yok Manic Street Preachers Send Away The Tigers The Good, The Bad & The Queen The Good, The Bad & The Queen 21st Century Schizoid Man King Crimson Patti Smith Twelve
5 flark› Cavalry Quicksilver Messenger Service If 6 Was 9 Jimi Hendrix Kül Vakti Ezginin Günlü¤ü Olmal› m›, Olmamal› m› Bülent Ortaçgil Smack My Bitch Up Prodigy
Kara Tren “Dün yine seni and›k / Cümbür cemaat cümbür / And›k ayazda kald›k / Cümbür cemaat cümbür”: Memleket müzi¤ine 500’e yak›n flark› kazand›ran ustalar›n ustas› Özer fienay, 9 Eylül günü, ‹stanbul’da, 63 yafl›nda akci¤er kanserine ma¤lup oldu. ‘60’lardan bugüne Arif Sa¤ ve Orhan Gencebay’la birlikte yeni bir ba¤lama ekolü yaratan, Gencebay’›n yan› s›ra Erkin Koray, Müslüm Gürses, Ferdi Tayfur, Biricik, Esengül, Nefle Karaböcek, Huri Sapan, Derdiyoklar gibi isimlerle çal›flan, ‘70’lerde Almanya’da Ensemble Orientale’la deneysel ifller ç›karan Egeli emektar müzisyenin “Arapsaç›”, “Cümbür Cemaat”, “Benim Meselem”, “Sen Kalem Ol Ben Ka¤›t”, “‹ki Gözüm ‹ki Çeflme” gibi flark›lar› dillerden düflmedi, düflmeyecek...
“Tuna nehri akmam diyor”: Tufllu çalg›lar üstad› Joe Zawinul, 11 Eylül günü do¤du¤u flehir Viyana’da, 75 yafl›nda cilt kanseri sonucu hayata veda etti. Ailesinden genetik olarak devrald›¤› Çingene ve Do¤u Avrupal› müzikal miras› dünya caz›na afl›layan, yaln›z “Stories of the Danube” senfonisine de¤il, tüm çal›flmalar›na Tuna nehrinin ruhunu katan müzisyen 50’lerin sonunda yerleflti¤i ABD’de, y›llar içinde Miles Davis’ten Arto Tunçboyac›yan’a pek çok isimle çal›flt›, saksofoncu Wayne Shorter’la son caz efsanesi Weather Report’u oluflturdu, Sendika adl› ekibiyle çald›¤› caz-rock’u üç kez ‹stanbullularla paylaflt›. “In A Silent Way”in bu dervifl takkeli bestekâr›na Brian Eno “Zawinul/Lava”, John McLaughlin “Jozy”yi adam›flt›.
50
zginin Günlü¤ü, 1980 sonras›n›n yüz ak› gruplar›n biri oldu hep. Eksildiler, ço¤ald›lar, ama çeyrek as›rd›r ayaktalar. Y›rt›k bir afifl görüp de hülyalara dald›¤›m›zda flark›lar›n› m›r›ldand›¤›m›z gruptur Ezginin Günlü¤ü. Darbeler, sürgünler, mahpuslar derken 25 y›l geçmifl aradan. 25 A¤ustos’ta ç›kan “Çeyrek” isimli tribute albümle bu çeyrek asr› yadetme flans›na sahibiz flimdi. Tribute albüm denince, bünyeyi hafiften bir korku sarm›yor de¤il. Cem Karaca ve Bar›fl ManVassiliki ço için haz›rlanm›fl olan faPapageorgiou cia albümler hala zihinlerimizde. “Çeyrek”te, 25 y›l için iki cd’ye 25 parça kaydedilmifl. Albüm, Sezen Aksu’nun “1980”i yorumlay›fl›yla aç›l›yor. Bülent Ortaçgil’in “Teninle Konuflmak”›yla devam ediyor. ‹ç ferahlat›c› bir aç›l›fl. Arkadan gelen Candan Erçetin’in “Gelmiyorsun” yorumu için ayn› fleyleri söylemek pek mümkün de¤il. Heba edilmifl parçalardan biri de “Küçük Han›m›n fiark›s›” maalesef. Feyza Eren, Ezginin Günlü¤ü’nün iyi kad›n vokalistlerinden biri olmufltur, ama “Küçük Han›m›n fiark›s›”na caz aranjman› pek uymam›fl. Albümdeki deneysel aranjmanlar aras›nda baflar›l› örnekler de var. Sabahat Akkiraz taraf›ndan yorumlanan “Gemi” mesela. Eski zamanlardan güzel bir rebetika dinler gibi oluyor insan. Feridun Düza¤aç’›n yorumlad›¤› “Mutlu Olmak Varken”, Gürol A¤›rbafl taraf›ndan bir caz parças›
E
olarak yeniden aranje edilmifl olan “Yaprak” da di¤er güzel örnekler. “Çeyrek”, Haluk Levent (kanbersiz dü¤ün Haluk Levent’siz tribute neden olam›yor) Yaflar, Bulutsuzluk Özlemi gibi popüler isimleri de bar›nd›r›yor. Ama “Çeyrek”i de¤erli k›lan fley sürprizleri asl›nda: Yüksek Sadakat (“Ayr›l›fl”), Modern Folk Üçlüsü, (“Düfller Soka¤›”) Levent Yüksel (“Selluka”). Bu anlamda en hofl (erken ölümüyle de hüzünlü) sürprizlerden biri Bar›fl Akarsu’nun “Leyla”s›. Bir de Sunay Ak›n gibi hofl olmayan sürprizler var. fiöyle ifade edelim Sunay Ak›n hikayesini anlatmas›na anlatsayd› yine de, biz “Seni Düflünmek”i iyi bir kad›n vokalden dinleseydik. Ayten Alpman’dan veya Hümeyra’dan mesela. “‹stersen Hiç Bafllamas›n” ve “Dönmek”in tad› hâlâ dama¤›m›zda ne de olsa. Eksiklerine, gediklerine ra¤men “Çeyrek”, güzel ve dengeli bir albüm. En fazla alk›fl› ve ilgiyi “Leyla” ile Bar›fl Akarsu alacak gibi duruyor. Bunun duygusal sebepleri de var elbette, ama “Leyla” da albümdeki en kaliteli yorumlardan biri. Yine de Sezen Aksu ve Bülent Ortaçgil’e flapka ç›karmamak olmaz. Levent Yüksel’in “Selluka” ve Sabahat Akkiraz’›n “Gemi” yorumu için de ayn› fley geçerli. Ama, bize kal›rsa albümün en güzel sürprizi Vassiliki Papageorgiou’nin söyledi¤i “Kül Vakti”. Onu Papageorgiou’dan, 27 A¤ustos’ta Kuruçeflme Arena’daki 25. y›l konserinde dinleyeler allah›n flansl› – Balkan Talu kullar›yd›.
Güneflli Pazartesiler Happy Mondays / Unkle Dysfunktional (Sequel) appy Mondays! Ad› illa bir yerden çal›nm›flt›r kula¤›n›za. Hatta bir-iki flark›s›n› dinlemiflinizdir bir yerlerde… Mesela bir “24 Hour Party People”, “Kinky Afro” ya da müthifl “Stayin’ Alive” cover’lar›… 1980’lerde efsanevi gece kulübü Haçienda’daki bir yar›flmada keflfediliyorlar. 10 A¤ustos’ta kaybetti¤imiz –”Manchester Sound”un babas›- Tony Wilson, bizimkileri görür görmez sözleflmeyi koyuyor önlerine. Wikipedia’ya bakacak olursak, hem de yar›flmada sonuncu olduklar› halde! (Rahmetli bir tek The Smiths’i es geçerken yan›lm›flt›!) O tarihten itibaren de Happy Mondays bir dizi çok klâs dans pla¤›na imzas›n› at›yor. Rave kültürünün en karanl›k yerlerinden, bol uyuflturuculu, bol seksli sert hikâyeler anlat›yor, ama neflesini de hiç kaybetmiyor. Müzik ciddiye ald›klar› bir fley de¤il zaten. ‘90’lar›n bafl›nda, grubun baflyap›t› olarak kabul edilen “Pills ‘n’ Thrills and Bellyaches”›n ard›ndan, yay›nlanan “Yes, Please” bir fiyasko olarak kabul edilmiflti. Shaun Ryder’›n eroin ba¤›ml›l›¤› da art›kça artm›flt›. Günün birinde, bol kârl› bir plak anlaflmas›n›n ortas›nda “Kentucky Fried Chicken”›n› almak için odadan ç›kt›. Ç›k›fl o ç›k›fl. Happy Mondays de o gün uzun süreli¤ine tarihe kar›flt›. Tavu¤u çok mu seviyordu? Yoo! “Kentucky Fried Chicken” kendi aralar›nda “nane”ye verdikleri isimdi. Ryder bir süre sonra, grubun dansörü Bez ile rap’çi Kermit’i yan›na al›p Black Grapes’i kurdu… E¤lencenin gene tam gaz oldu¤u, daha karanl›k, daha seksi albümler yay›nlad›. Grup olarak olmasa da,
H
birey olarak popüler kültürün göbe¤inde oldular. Ryder, Gorilaz ile çal›flt›, bir ara “reality show” bile yapt›. Ancak durmadan “fuck” kelimesini kullan›nca, kanala ç›kmas› yasakland›. Y›llar içinde Happy Mondays de birkaç sefer bir araya geldi, festivallerde, konserlerde birlikte çald› söyledi… Bu yo¤unlukta, “Unkle Dysfunktional” ekibin 14 seneden beri kollar› s›vay›p ç›karabildi¤i ilk Happy Mondays albümü oldu. Hiç k›sa süre de¤il. Art›k iyice göbekli, sesi resmen Tom Waits olmufl bir Shaun Ryder, saçlar›na k›r düflmüfl bir Bez var karfl›m›zda. Ancak muhabbette hiç bir eksilme yok. Funk, rock, tekno, hip hop gene kol kola, gene diz dize. Prodüktör koltu¤unda Quincy Jones’un o¤lu Sunny Levine ile elektronikac› Howie B’nin oldu¤u gayet e¤lenceli, k›p›r k›p›r bir albüm olmufl “Unkle Dysfunktional”. Galiba bir tek genç k›zlar›n sevgilisi olamayacaklar, onu da dert edeceklerini hiç sanmay›z. – ‹lker Aksoy Happy Mondays
FAfi‹ST Z‹HN‹YET‹N YEN‹ PESPAYEL‹⁄‹: “PLAN YAPMAYIN PLAN”
Sizde varken bu durufl! Magazin müsveddesi ‹smail Türüt'le, ülkücülerin “ulu ozan” dedi¤i Ozan Arif'i tencere kapak haline getiren, Hrant Dink'in katillerine övgü düzen 'Plan Yapmayın Plan' adlı flarkı midemizi bulandırdı, insanlı¤ımızdan utandırdı. Ama, her anlamda pespayeli¤in dip noktalarında gezinen bu flarkı ülkücü müzi¤in ilk vukuatı de¤il. Irkçılık, fliddet ve nefretten beslenen, saz aflı¤ı gelene¤iyle ülkücü ajitasyonu harmanlayan bu müzik türü neredeyse 30 yıldır var ve Türüt'ün söyledi¤i flarkıyı gölgede bırakacak sayısız örnekle dolu.
özlerini Ozan Arif'in yazd›¤›, ‹smail Türüt'ün söyledi¤i “Plan Yapmay›n Plan” flark›s›na yap›lan ve youtube’da yay›nlanan amatör bir klibin ortaya ç›kmas›yla ülkücü flark›c›lar›n sözlerindeki ›rkç›l›k su yüzüne ç›kt›. Hrant Dink cinayetinin övüldü¤ü flark›n›n sözleri flöyleydi: “Plan yapmay›n plan / Gitmez Karadeniz’de / Kahpelik yalan dolan / Tutmaz Karadeniz’de / Ne Coni’si ne Rus’u / Pusu kurmas›n pusu / Bölücülük borusu / Ötmez Karadeniz’de / B›rak›n çan çalmay› / Ermenici olmay› / Millet böyle dolmay› / Yutmaz Karadeniz’de / O gün öyle desinler / Bugün böyle desinler / Fatihalar, Yasinler / bitmez Karadeniz’de / fierefini flan›n› / Ortaya kor can›n› / Hiç kimse vatan›n› / Satmaz Karadeniz’de / Vatan satsa bir kifli / An›nda biter ifli / Türk ve ‹slam günefli / Batmaz Karadeniz’de / Bizde varken bu durufl / Amcam›z olsa Bush / Alay›n›z befl kurufl / Etmez Karadeniz’de / Anlad›k var öcünüz / Belli kuyruk ac›n›z / Kargaflaya gücünüz / Yetmez Karadeniz’de.”
S
“Çak›c›’lar, Peker’ler bitmez” fiark›da geçen “o gün”le Hrant Dink'in katili Ogün Samast’›n, “Yasinler bitmez Karadeniz’de” derken de cinayeti organize eden Yasin Hayal'in kast edildi¤i belli, ama olay›n kahramanlar› mahkeme yolu gözükünce k›v›rma yolunu seçtiler: “fiark›n›n sözlerinde ‘Ogün ve Yasin’ isimlerinin geçti¤ini
söylüyorlar. ‘O gün’ derken geçmiflte söylenen laflardan, Yasin derken de Kuran’da geçen ayetten bahsettik, ‘Bizim a¤z›m›z dua yapar’ dedik. E¤er bu parçada bir kabaday›l›ktan bahsetme gibi bir niyetim olsayd›, ‘Ogün, Yasin’ de¤il, ‘Çak›c›lar ve Pekerler bitmez’ derdim.”(‹smail Türüt, 17 Eylül Star ana haber bülteni)
“Ermeniye yumuflak kalay” Asl›nda medyan›n yeni keflfetti¤i ülkücü flark› sözleri y›llardan beri ›rkç› afla¤›lamalarla, tehditlerle, fliddete teflvik edici sözlerle dolu. Mesela Ermeni afla¤›lamas› o kadar net ki, hiç klip yap›lmas›na falan gerek yok. Ozan Nihat’›n “Susurluk Yolu” albümündeki, “Ermeni'ye Yumuflak Kalay” adl› eserinin sözleri bunun bir örne¤i: “Ermeni ulan Ermeni / Koynumda beslenen y›lan Ermeni / Bu¤day›mla karn› fliflen Ermeni/ E be heey, ecdad›n› boyunu senin/ Kalaylad›m ulan soyunu senin / As›rlard›r Türk'e nefret beslersin / Nerede bir Türk görsen donuna pislersin.” Ayn› albümdeki “Aç Be Milletim” eserinde Ermeni düflmanl›¤›yla kalmam›fl, orduyu da göreve ça¤›rm›fl Ozan Nihat: “S›rp ile Yunan’a insand›r demem / Ermeni’yi zaten kefeye koymam / Vallahi iflleri befl günde tamam / Türk askeri sana bir çift sözüm var/ Hele kula¤›n› ver be Mehmedim/ Önce bir gecede Ermeni’nin iflini bitir/ Sonra Atina’n›n ba¤r›na otur/ Ozan Nihat'› da beraber götür / Nihat
‹smail Türüt: “Bu parçada bir kabaday›l›ktan bahsetme gibi bir niyetim olsayd›, ‘Ogün, Yasin’ de¤il, ‘Çak›c›lar ve Pekerler bitmez’ derdim.”
der insanca uyard›k sizi/ Söz dinlemezseniz bekleyin bizi / Erivan'da çalaca¤›z bu saz› / fiölen yeri seçtik köyünü senin / Kalaylad›››m/ Kalaylad›››m / Kalaylad›m ulan soyunu senin!”
kimlik Türklüktür efendiler.” Ozan Nihat da “El Ele” parças›nda “Türk yurdu Türkiye büyük merkezdir / Alevi, Türk, Sünni, Türk'tür herkes bir / Hepsi Türk kökünden Kürt, Laz, Çerkez'dir” diye insan› bir muammadan öbür muammaya sürüklüyor. Bu kadarla da kalm›yor Ozan Nihat, “Vatan Bizim Yurt Bizim”de kimlik konusunda flüphesi olanlara bir de müracaat adresi gösteriyor: “Nihat'›m ayr›l›k kalmas›n bitsin / fiüpheliler tarihe müracaat etsin/ ‹stemeyen varsa defolsun gitsin /Türkmen bizim Çerkez bizim Kürt bizim...”
Bu laflar?
Komünist Mofle Dayan
Ozan Nihat
Ülkücü flark› sözleri y›llardan beri ›rkç› afla¤›lamalarla, fliddete teflvik edici sözlerle dolu. Ozan Nihat’›n “Susurluk Yolu” albümündeki, “Ermeni'ye Yumuflak Kalay”› bunun bir örne¤i.
joe strummer
Ermeniler kadar olmasa da Yunanl›lar da hedeftedir. Ozan Nihat, “Yunan'a ‹kaz” adl› trajikomik eserinde “Yunan”› son kez uyarmakla kalmam›fl, Kardak, k›ta sahanl›¤› ve K›br›s gibi üç önemli soruna tek flark›da de¤inmeyi de baflarm›fl: “Uslu uslu otur fazla kafl›nma/ Gözüne yumru¤u çakar›z Yunan/ On iki mil falan filan düflünme / Yurdunu bafl›na y›kar›z Yunan/ Kardak'a gönderdin pis kefliflini/ Serdirme oraya murdar leflini / Tek tek sakal›n›, bir bir diflini/ Küflü kerpetenle sökeriz Yunan / Tarih dersi fayda etmez dersen/ Bu kuyruk ac›s› bitmez dersen/ ‹zmir'in körfezi yetmez dersen/ fiimdi seni Akdeniz'e dökeriz Yunan / fiimdi okyanusa dökeriz Yunan / K›br›s üzerine koyarsak tavr›/ Mum yak›p arars›n bugünkü devri / Zaten K›br›s'›n da bir ucu sivri / Çevirip gözüne sokar›z Yunan.” Ozan Nihat, flark›n›n son bölümünde Yunanistan iflgalinin Mora üzerinden yap›lmas›n› istedi¤inin iflaretlerini de veriyor: “Ozan Nihat der ki, sar›l›p lafa / Verdi¤in sözleri kald›rma rafa/ Gece yar›s›nda eserse kafa / Mora’ya bayra¤› dikeriz Yunan/ Sabah Atina'ya ç›kar›z Yunan.” Ozan Arif de kendine hem Yahudi, hem
julien Temple’›n belgeseli Filmekimi’nde
Ötüken yolu Genç ülkücü müzisyenlerin “Reis” diye hitap etti¤i Ahmet Y›lmaz ise ülkücülere faflist diyenlere flöyle seslenmifl: “Ötüken yolu yokufltur / Kafalar› tokufltur / Bize faflist diyenler / Ya haindir ya puflttur / Ya öyledir ya böyle!” Tuhaf flekilde kafay› Bulgarlara takan da olmufl. Ozan Alim’in “Bilesin Bulgar” adl› parças› bunlardan biri: “Kan›n aks›n, deryalar dem olsun/ Kor atefller a¤z›n›za gem olsun/ Cesediniz çakallara yem olsun / Leflini köpekler yalas›n Bulgar.” Ozan Arif’le bafllad›k, onunla bitirelim. Kendisinin katillere övgü düzdü¤ü tek flark›, Türüt’e verdi¤i Ogün’lü Yasin’li flark› de¤ildir. 1980'li y›llarda yazd›¤› “Sus Yavrum” flark›s›n›n sözleri flöyledir örne¤in: “Ülkücüyüm deme sak›n/ Suçlu yaparlar seni / Bir kahpeye rastgelirsin / Kör ederler yavrum seni / Arif sözü dinle sabi / Ülkü demir bir leblebi / Fikri gibi, Cengiz gibi / Yerler yavrum sonra seni.” fiark›da geçen Fikri, iki devrimci ö¤rencinin katili Fikri Ar›kan’d›r ve 27 Mart 1982'de Ankara’da idam edilmifltir. Cengiz ise, 12 Eylül öncesinde “seyyar tetikçi” olarak an›lan, Ankara, ‹stanbul ve Adana’da çok say›da cinayetten sorumlu tutulan meflhur faflist katil Cengiz Ayhan’d›r.
joh p nn aco yc p leg eñ g• a• rog car er la b luc ru ey ni • • be bren rt j na an m sc ac h • cri tin mm ari on we n
Ozan Arif “Ak m› Kara m›” adl› son albümündeki “Kör müsün?” adl› eserinde, Türüt’e verdi¤i flark›da oldu¤u gibi yine “Ermeniciler”den söz ediyor. fiark›da geçen “pamuk”un Orhan Pamuk oldu¤unu ve Ozan Arif'in bu tip atraksiyonlar› çok sevdi¤ini de söyleyelim: “AB dediklerin Kürt'ü Türk'ten ay›r›p/ Karpuz gibi dilim dilim diliyor, kör müsün? / Frenk k›ç› yalayanlar, boynundan haç ç›kanlar / Bunlar›n içinde kim yok ki ooff of/ Kimisi medyatör kimisi prof / Pamuklar, yamuklar, baz› kavatlar / Ermenici oluyorlar, kör müsün? / Bak›n yankilerle verince el ele / Çakalken it oldu iki hergele / Talabani bile, Barzani bile, paçam›za dal›yorlar kör müsün? / Zaten PKK’y› kuran da Bat›/ Kurup arkas›nda duran da Bat›/ Bizi s›rt›m›zdan vuran da Bat› / Ensemizde soluyorlar kör müsün?/ Bitsin art›k dostuz mostuz maval› / Gördük iflte en dost olan düveli/ Bafl›m›za kim geçirdi çuval›? / Bir de k›s k›s gülüyorlar, kör müsün? / Washington, Brüksel, Strasbourg, Roma / Arif bunlar dost mu olur adama?” Ozan Arif'in son albümündeki “Kimlik” adl› parças›ndan aktaraca¤›m›z bölümse, ülkücü müzik alemindeki Kürt alg›s›na iyi bir örnek: “fiu alt kimlik üst kimlik laflar› nas›l laflar?/ Bunlar Bat›’'n›n a¤z›/ Bunlar gavur efendiler / Türkiye’de tek kimlik Türklüktür efendiler/ Ne Kürt, ne Laz, ne Çerkez/ Bunlar ayr› ›rk de¤il/ Türklükten ayr› bir kimlik / Gerektiren fark de¤il/ fiimdi kimi soracak / Kürtler Türk müdür yani?/ Türk’tür tabii, ne sand›n, ayr› ›rk m›d›r yani?/ Hasan Haso olmuflsa bu bir fark m›d›r yani/ Bakmay›n, Apo gibi piçlerle kirlendiler/ Türkiye' de tek
mason, hem de “komünist” bir av bulmufl ve f›rsat› kaç›rmam›fl: “Yahudi'nin bitmez ‹slam’a kini/ Masonlar farkl› m› k›z›ldan yani/ Tek gözlü bir domuz vard› ya hani / Geberen o Mofle Dayan da komünist.” Ülkücü camiada, Devlet Bahçeli'yle papaz olana kadar “Ulu Ozan” diye an›lan Ozan Arif hedef gösterme konusunda da pek maharetlidir. U¤ur Mumcu'nun Papa Suikastini araflt›rd›¤› ve Mehmet Ali A¤ca'n›n MHP ba¤lant›lar›n› yazd›¤› 1981'de, “Bilmek ‹stiyorum” adl› bir flark› yapar. fiark› bafltan sona kadar U¤ur Mumcu’ya hakaretle doludur. Fikir vermesi aç›s›ndan bir bölümünü aktaral›m: “Yedi nice ülkücünün etini / buna ra¤men oynat›yor at›n› / daha hâlâ U¤ur Mumcu itini / yazd›ran kuvveti bilmek istiyorum.”
the good, the bad and the queen melankolik sesli, favorili bir adam
derdiyoklar
türkiye’nin size ihtiyac› var
krefl
ROLL
122 Ekim Eylül- 7 ‘0
pop dylan
anton corbjin ölü canlar
fuat
organize kafa kar›fl›kl›¤›
marjane satrapi bir garip gurbete gitse
abonelik: expressroll@gmail.com
Murat Toklucu
Derin bir yara 12 Eylül döneminde Diyarbak›r Cezaevi’nde yap›lan dehflet verici zulmü anlatan resimleri, eylül ay›nda ‹stanbul’da, Diyarbak›r’da ve Londra’da sergilenen Zülfikâr Tak, “Büyük Kapatma”y› anlat›yor... Diyarbak›r Cezaevi’ne ne zaman girdiniz, ne kadar yatt›n›z? Zülfikâr Tak: A¤ustos 1980’de girdim. Daha iflkencedeki yaralar›m›z iyileflmeden 12 Eylül geldi. Ocak 1981’de hücreye al›nd›m. 12 Eylül’ün getirdi¤i askeri kurallar vard›: “Türküm” diyeceksiniz, marfllar okuyacaks›n›z, kendinizi inkâr edeceksiniz, zaten Kürt diye bir fley yok; “herkes Türktür.” Bunu kabullenmeyince hücreye al›nd›k ve yo¤un iflkence süreci bafllad›. O çizimlerdeki iflkencelerin ço¤u hücrede yap›lan iflkenceler de¤il, daha çok ko¤ufllarda, teslim olup ko¤ufllara al›nanlar›n itirafç›laflt›r›lmas› için uygulanan iflkencelerdir. Asl›nda kurallara uyan, “Türküm” diyen, marfl okuyan, askeri düzene geçen, bu çerçevede hem ko¤ufl içinde, hem havaland›rmada askeri e¤itim yapan insanlard›r. Hücrede kalan insanlar birkaç karede var. Ya ölüm orucundaki insanlar ya da kendini asan insanlard›r onlar. Di¤erlerinin hepsi ko¤ufllardaki arkadafllara yap›lan iflkenceler. O resimleri ne zaman, nas›l yapt›n›z? Toplu direnifller bafllay›nca ko¤ufltan yan›m›za gelen arkadafllar›n anlat›mlar›ndan yola ç›kt›m. Vahflet dönemi bittikten sonra, ko¤ufllarda uygulanan iflkence yöntemlerine dair bir araflt›rmaya girdim. 20 y›l içeride kald›m.20 y›l›n 8’i Diyarbak›r’da geçti. Sekiz y›l›n hemem hemen tamam›nda hücredeydim. Direnifllerden sonra elde edilen kazan›mlar›n devreye girece¤i s›rada baflka cezaevlerine sürgün edildim. 1989’da Ceyhan’da bu çal›flmalar› yapma imkân› buldum. Orada da açl›k grevleri, ölüm oruçlar› oldu ama, Diyarbak›r’daki gibi vahfli iflkencelerle karfl›laflmad›k. Resme ilginiz ne zaman bafllad›? Her çocuk hayaller kurar. Dünyay›, objeleri kendine göre yorumlamak, yaratmak ister. Benimki de o dönemden kalma. Akademik e¤itimi olmayan biriyim, köylü çocu¤uydum. Köyümüzde okul yoktu, baflka köye giderdik. Köyünüz neresi? Siverek’e ba¤l› Çatok köyü. Sedat Bucak’›n köyü. ‹lkokuldan sonra okuma flans›m olmad›.
Türk ayd›n› flimdiye kadar Diyarbak›r vahfletini lanetledi, hiçbir zaman kabul etmedi, ama ilk kez sorumlulu¤unu üstleniyor. Bu büyük bir ad›md›r, büyük yüzleflmedir. 78’lilerin giriflimi çok onurludur. Ama sadece belgeler düzeyinde a盤a ç›karmalarla olmaz. Orada iflkence yapan cellat da bir kurband›r, sistemin kurban›d›r. Onlar›n da yüzleflmesi gerekiyor. Bu derin bir yarad›r, toplumsal anlamda derin bir yarad›r.
dikten sonra da, o vahflet koflullar› bafllay›p elimizden defter kalem al›n›ncaya kadar çizdim. Duvarlara ordunun tespit etti¤i resimleri çizdiriyorlard›. Yetene¤im olmas›na ra¤men en sonuncu geldim ve cezaland›r›ld›m. Ne tür resimler istiyorlard›? Atatürk portreleri, ordunun kahramanl›¤›... Hücredeki duvarlara yap›yorduk, d›flar›daki duvarlara özel seçilmifl insanlar yap›yorlard›. Öyle ki, Diyarbak›r Cezaevi’de hücrelerden ko¤ufllara, koridorlara kadar her taraf tutuklulara yapt›r›lan resim ve yaz›larla doluydu. “Mazlum Do¤an’›n Newrozu” ve “Dörtlerin Eylemi” resimlerinin öyküsü ne? Mazlum Do¤an’›n resmi yer olarak, eylem biçimi olarak soyutlamad›r. Mazlum, hücresinin tuvalet bölümünde, ki çat› biçiminde, insan›n aya¤a kalkabilecek pozisyonu yoktur, orada kendisini ast›. O eylemi gösterebilmek için böyle bir kompozisyon uygun gördüm, “Dörtlerin Eylemi” ise soyutlama de¤il. Üzerilerine tiner ve boya döküp yakt›lar kendilerini. O tiner ve boya demin sözünü etti¤im resim çiziminde kullan›lan malzemeydi. Sevdi¤iniz ressamlar kimler? Picasso’nun muhteflem çizgileri var, ama beni en çok etkileyen “Guernica”. O çal›flmaya afl›¤›m. Bizi anlat›yor. Öyle bir süreçten geçtik ki, pek çok duyguyu öldürdü. Eskiden bir çiçe¤e bakarken haz al›yorduk. O sürecin en büyük tahribat› bu. Bir resme bakarken, eskisi gibi, “ben de bunu bu flekilde yapmal›yd›m” gibi bir duygu uyanm›yor, çünkü kalem ac›lar›n› gösterme noktas›na gidiyor. Hani insan›n bir yeri yaral› oldu¤u zaman, eli hep o yaraya gider ya, biraz o durumday›z. O yaram›z iyileflmeden dünyaya, olaylara, çiçeklere normal bir insan gibi bakam›yoruz. Haz alam›yorsun, onunla bütünleflemiyorsun, onunla ilgili bir tasar›m yapam›yorsun, çünkü kafan yüre¤in, düflüncelerin hücrede hâlâ. Bundan kurtulmak için de yap›lmas› gereken unutmak de¤il. Oras› unutulamaz. Yap›lmas› gereken yüzleflmektir. Cellat ve kurbanlar›n, zalim ve mazlumlar›n o gerçeklikle yüzleflmesi lâz›m. Bu yap›l›rsa belki o yük, iflkence görenlerin üzerinden kalkar. 78’lilerin öncülü¤ünde kurulan Diyarbak›r Gerçe¤ini Araflt›rma ve Adalet Komisyonu o yüzleflmeyi sa¤layabilir mi? Destek verirsek yapabilirler. Türk ayd›n› flimdiye kadar Diyarbak›r vahfletini lanetledi, hiçbir zaman kabul etmedi, ama ilk kez sorumlulu¤unu üstleniyor. Bu büyük bir ad›md›r, büyük yüzleflmedir. 78’lilerin giriflimi çok anlaml›d›r, onurludur. Ama sadece belgeler düzeyinde a盤a ç›karmalarla olmaz. Orada iflkence yapan cellat da bir kurband›r, sistemin kurban›d›r. Onlar›n da yüzleflmesi gerekiyor. Bu derin bir yarad›r, toplumsal anlamda derin bir yarad›r. O yaray› kabullenip birlikte derman olmaya çal›fl›rsak o yara kapan›r. Ç›kt›ktan beri neler yap›yorsunuz? Roman, öykü çal›flmalar›m var. Araflt›rma, inceleme yaz›lar›m çeflitli dergilerde yay›nlan›yor. Yaz›nsal ve çizimsel faaliyetler içindeyim. Ama cezaevinden sonra tempom baya¤› düfltü. D›flar›ya kendimizi uyarlayamad›k. Severek okudu¤unuz kitaplar neler? “Gülün Ad›”n› severek okudum. Fevzi Yetkin’in “fiah Köyünde Yaflam›n Örülüflü” beni çok etkiledi. Kapa¤›n› da ben çizmifltim. Bizi anlat›yor. Fevzi, Hilvan Türklerinden, 24 y›l yatm›fl PKK davas›ndan. O kitab› beni çok sarst›. Keflke okumasayd›m, çünkü ondan beri kitap okuyam›yorum, o tad› bulam›yorum.
53
Söylefli: Yücel Göktürk - fiahan Nuho¤lu
Foto¤raf: Arslan Ero¤lu
D‹YARBAKIR CEZAEV‹ VAHfiET‹N‹N RESSAMI ZÜLF‹KAR TAK ANLATIYOR
Üçüncü s›n›ftayken çizdi¤im resim, ben yakalan›ncaya kadar okulda as›l›ym›fl. Yakaland›ktan sonra hoca korkusundan indirmifl. Ne resmiydi? Bir lamba. Ev ödeviydi. Köylerde o zaman elektrik filan yok. Gaz lambas›n› ekmek tahkas›n›n üstüne koyar o flekilde dersimizi yapard›k. O resmim birinci geldi ve s›n›fa ast›lar. Sonra da devam ettim. Evin ekonomik ifllerini üstüme ald›¤›m için okuyamad›m, abimi okutmaya çal›flt›k. “Ailede bir kifli okusun” yaklafl›m› oldu. Siyasete ilgi duyman›z nas›l bafllad›? Köyde iki radyo vard›, biri bizimdi. Sosyalist sisteme yak›n rejimlerin Türkçe yay›nlar›n› takip ediyorduk. Çünkü TRT devletin propagandas›n› yapard›. Hem Türkiye’yi, hem dünyay› anlamaya çal›fl›yorduk. Sonra Deniz Gezmifl’lerin durumu oldu. Ad›m ad›m izlemeye çal›flt›k, gerek radyodan, gerek gazeteden. Feodallerin, Deniz’lere karfl› durufllar› bizi heyecanland›rd›. Müthifl bir karfl› durufllar› vard›. Bu kadar fliddetle karfl› duruyorlarsa, bunda mutlaka bizim ç›kar›m›za bir fley var dedik. Bir sempati geliflti ve kendimizi taraf olarak görmeye bafllad›k. Hatta köyde Deniz’cilerle Deniz’e karfl› olanlar biçiminde iki grup vard›. Deniz’e karfl› olanlar›n grubunu feodallerin çocuklar› oluflturmufltu. Serfler, yar›c›lar, köylüler de Deniz’i savunuyordu. Öyle bir ayr›flma oldu. Daha sonra Türkiye’deki devrimci hareketin geliflimi, PKK’nin grup olarak ortaya ç›k›fl›, belirtti¤im eksende bizi de kendi içerisine almaya bafllad›. Bu flekilde mücadeleye kat›ld›m. Yarg›land›¤›n›z dava neydi? Üç olay s›ralan›yordu. Bir asker ölmüfltü. ‹kincisi, feodallerin, Bucak’lar›n kamulaflt›r›lan ürünleri vard› –yoksul halka da¤›t›lm›flt›. Bir de, bir ö¤retmenle okul müdürünün öldürülmesi olay› vard›. Bunlar dava konusuydu. Cezas›n› da çektik, fakat askeri alan benim çal›flma alan›m de¤il. “Hakim bey, biz suçsuzuz” pozisyonuna girmedik. “Biz yapmam›fl›z, arkadafllar›m›z yapm›fl, bize de ceza verebilirsiniz, onlara da. Biz de yapabilirdik, ama yapmam›fl›z” gibi bir söylemimiz oldu. Benim çal›flma alan›m örgütlenmeydi: Köylüler aras›nda yaflanan sorunlar, köydeki gençlerin e¤itimi, ayd›nlat›lmas›... Askeri alana girmek çok istedim, fakat abim dört arkadafl›yla birlikte flehit düflünce, örgütün o yönde bir karar› ç›kt›. Bir aileden iki flehit olamas›n diye, örgütlenme ve ayd›nlanma alan›nda görevlendirildim. Yakalan›ncaya kadar bu alanda çal›flt›m. Fakat mahkeme, iflkence yap›lan insanlar›n ya da itirafç›lar›n verdi¤i ifadeleri esas alarak ceza verdi. Resime ilginiz siyasî mücadele döneminde de sürüyor muydu? Resimden hiç ayr›lamad›m. Köydeyken de, Antakya’da iflçilik yaparken de çizdim. Ne iflçili¤i yapt›n›z? Sondaj iflçili¤i. Üç y›l Antakya’da kald›m, çünkü feodallerin dayatt›¤› yaflam› kald›rabilcek güç yoktu bende. Kaçt›m. Daha çocuktum, 13-14 yafllar›ndayd›m. Orada da resme ilgim devam etti. Hatta patronumuz, “masraflar›n› karfl›layay›m, Güzel Sanatlar’a git” dedi. “Yok” dedim, “buraya çal›flmaya geldim.” “Masraflar›n› karfl›lamam› gururuna yediremiyorsan, burada çal›fl›yor gibi görün, ama sadece resim yap” demiflti. Ayl›¤›m› da 900 liradan 1250 liraya yükseltmiflti. Ayd›n bir insand›. Hem ifli, hem resmi bir arada götürmeye çal›flt›m. Daha sonra devrimci hareket s›ras›nda da devam ettim. Cezaevine gir-
Büyük Kapatma
Polis sorgusundan sonra tutuklan›p cezaevine getirilen tutuklular›n iradelerini k›r›p teslim almak için Diyarbak›r cezaevinde yap›lan ilk uygulama: “Hoflgeldin Töreni”.
Banyo için haz›rlanan tutuklular soyulur, d›flar› ç›kart›l›r, dövülür ve yere çarp›l›r (ezilir).
Banyo k›sm›na al›nan tutuklulara k›fl›n ortas›nda hortumla so¤uk su püskürtülür, yerlerde süründürülür.
Banyodan ç›kar›lan tutuklular, ana koridordan ko¤ufla kadar süründürülür, en iri cüseli olan gardiyan tutulular›n s›rt›na ç›karak iflkence yapar.
Havaland›rmaya ç›kar›lan tutuklulardan en iri ve güçlüsü gardiyan taraf›ndan kantar olmakla görevlendirilir. Kantar görevini yapan tutuklu, s›rayla gelip önünde s›rt üstü uzanan tutuklular› cinsel organ›ndan tutarak havaya kald›rmaya çal›fl›r ve o kald›rma esnas›nda gardiyana dönerek “falan kifli bu kadar kiloyla emir ve görüfllerinize haz›rd›r komutan›m” diye tekmil verir.
Askeri e¤itim için havaland›rmaya ç›kar›lan tutuklulardan kervan oluflturulur. Kervan dört kategoriye bölünür a)Deve, b)insan, c)eflek, d)köpek.
S›v› ya¤la ya¤lanm›fl cop, tutuklunun makat›na sokulur. Copun d›flar›da kalan k›sm›n›n kuyru¤u and›rmas› nedeniyle bu tecavüz ya da iflkence biçimine, iflkencecilerin verdi¤i isim “Kuyruklu Kürt”tür. (Resmin alt köflesinde görülen kifli Diyarbak›r Cezaevi’nde vahflet mimar› olarak tarihe geçen Esat Oktay Y›ld›ran’d›r)
“Ya bok ya da kuzu” iflkencesi en çarp›c› iflkence yöntemlerinden biridir. Havaland›rmaya ç›kar›lan tutuklar, ellerine birer servis taba¤› verilerek kapa¤› aç›lan foseptik çukurunun önünde s›raya sokulur. Bütün tutuklular foseptik çukurunda birikmifl insan d›flk›s›n› tabaklar›na koyup yemek zorundad›r. Bunu yapmayanlar gardiyanlar›n üstüne “kuzu” yazd›klar› kalas ve sopalarla dövülür.
K›çtan sigara içirme: Havaland›rmaya ç›kar›lan tutuklular›n elbiselerinin alt k›sm› ç›kart›larak bellerini bükerek ileriye do¤ru uzanmalar› emir edilir. O pozisyonda tutuklular›n makat›na birer sigara yerlefltirilerek yak›l›r, sigara bitinceye kadar o pozisyonda tutuklulara havaland›rma turu att›r›l›r.
Hücrede bulunan tutuklulara dayak düzeni ald›r›l›r. Hücre parmakl›klar›ndan ayaklar›n› d›flar› uzatan tutuklulara ellerinde kalas bulunan gardiyanlar gün boyu iflkence eder.
Onlarca metre uzunlu¤undaki ana maltada kilolarca deterjan, suyla kar›flt›r›larak köpük haline getirilir ve dört tutuklu s›rt üstü bu köpü¤ün içinde yere yat›r›l›r. Dört tutuklu da yere uzanan tutuklular›n ayaklar›ndan çekerek maltay› bafltan bafla dolaflt›r›p temizlik yapmaya çal›fl›r.
Tutuklular baflafla¤› pozisyonda ayaklar›ndan biri merdiven parmakl›klar›na di¤eri de kap› mazgal›na zincirlerle ba¤lanarak gerdirilir, gerdirilen tutukluya gardiyanlar taraf›ndan üzerinde “okfla beni” yaz›s› olan kalaslarla iflkence yap›l›r.
54
Gece yar›s› yataklar›ndan kald›r›lan tutuklular teker teker kap› dibinde kurulan masan›n önüne getirilir. Tutukluya PKK iddianamesinde yaz›l› olan suçu okunduktan sonra merdiven parmakl›klar›na ba¤lad›klar› ipi boyunlar›na geçirmek için bofl meyve sand›klar›n›n üstüne ç›kar›l›r, gardiyanlardan biri bofl kasalar› tekmelemesiyle birlikte tutuklu ipte as›l› kal›r. Kap› mazgal›nda bakan “Minik Aste¤men” in iflaretiyle as›l› olan tutuklu ipten kurtar›l›r.
Görüfl s›ras›nda hem tutuklular, hem de ziyarete gelen aileler, her iki taraftan gardiyanlar taraf›ndan denetlenir ve tartaklan›r. Kürtçe konuflmak kesinlikle yasakt›r. Yan duvarda “Türkçe Konufl, Çok Konufl” yaz›s› vard›r.
Duruflmaya ç›kar›lan tutuklular mahkemeye götürülmeden önce ana maltada toplan›rlar. Elleri arkadan kelepçelenen tutuklular, mahkeme salonunda iflkenceyi anlatmamalar› için önce tembihlenirler, daha sonra dövülerek askeri marfllar eflli¤inde ringlere dolduruluncaya kadar askeri e¤itim yapmak zorunda b›rak›l›rlar.
Mahkeme salonunun cezaevi ko¤uflu ya da havaland›rmas›ndan tek fark› tutuklular›n mahkeme salonunda oturarak iflkence görmesidir.
1981 ölüm orucu, 43 gün sürdü. Ali Erek bu eylemde iflkence edilerek katledildi.
Ellerinden kelepçelenip elleri ve ayaklar›ndan zincirlerle birbirine ba¤lanan tutuklular s›ralar halinde mahkemeye gitmek üzere iflkence eflli¤inde ringe bindirilirler.
1983 Eylül direnifli
Dörtlerin eylemi. (18 May›s 1982’de Ferhat Kurtay, Necmi Öner, Mahmut Zengin ve Eflref Any›k kendilerini yakarak Diyarbak›r Cezaevi’ndeki zulümden “kurtuldular”.
1984 Ocak direnifli ve sinema salonunda tektip elbise giydirme iflkencesi.
Mazlum Do¤an’›n Newrozu.
1984 Ocak direnifli. Kap›dan giremedikleri için çat›dan sald›ran askerlere direnen Necmettin Büyükkaya, Orhan Keskin, Cemal Arat, Y›lmaz Demir, Remzi Aytürk yaflamlar›n› yitirdi.
35. ko¤uflta, 1984 Ocak direnifli ve bu direnifle tazyikli suyla yap›lan müdahale.
55
R
f›rsattan istifade ederek Filistinlilere karfl› fliddetli sald›r›lara giriflece¤inden korkuyordum, flu anda buna tan›k oluyoruz. Terörizmle böyle mücadele edilmez. Frans›zlar Cezayir’de bunun ac› tecrübesini yaflad›. Terörizm bir ruh hali, bir zihin halidir. ‹ntihar sald›r›s›nda ölmeyi göze alan insanlar bütün umutlar›n› yitirmifl, insanlard›r. Bu noktaya nas›l geldi¤imizi görmek için insanlarla diyalog içinde olmam›z, konuflmam›z gerekiyor. Bugün, Bush’u defetmek gerekiyor, bu aflikâr. Milliyetçi olmadan da yurtsever olunabilir. ***** Y›llar boyunca Gandhi’nin eserlerini tekrar tekrar okudum. fiimdi, ülkesini özgürlü¤e kavuflturmak için milyonlarca insan› nas›l seferber etti¤ini hat›rlatmak istiyorum. ‹nsanlar kalabal›klar›n harekete geçmesinin gücünü unuttu. Vietnam için insanlar kitlesel gösteriler yapt›lar. Ama Irak için herkes evinde oturuyor! Halbuki bizim ülkemizde her fley yurttafllar›n seferberli¤i sonucu elde edildi: Kad›nlar›n oy hakk›, yurttafll›k haklar›, Vietnam savafl›n›n sona erdirilmesi... Bugünün gençleri tüketim ve televizyon için yafl›yor; onlar›n gözlerini sanata, müzi¤e, edebiyata açmal›y›z, dünyay› deflifre edebilecek araçlar› onlara sunmal›y›z. fiirketlerin ve hükümetin elinde pasif araçlar olmamal›lar art›k. Yar›n›n dünyas›n› onlar yönetecek. Onlara pozitif, bilimsel, manevî ve fliirsel düflüncenin yap›lar›n› sunmam›z, onlar› uyand›rmam›z gerekiyor. Bu aç›dan, “Trampin” benim en evrensel albümüm. “Horses” marjinallere, toplumdan d›fllanm›fllara yönelikti. Bu albüm herkes için, her anneyle çocu¤u, sabahleyin ifle giden her aile babas› için. Ço¤unlukla hakk›mda düflünüldü¤ünün aksine, nihilist de¤ilim. ‹lk zamanlar›mdan beri ba¤daflt›r›ld›¤›m punk-rock’un a盤a ç›kard›¤› o enerjiye kat›l›yorum belki. Ama, “No future” slogan› benim için bir fley ifade etmiyor. ***** CIA operasyonlar› s›ras›nda, El Kaide’yle iliflkisi oldu¤u gerekçesiyle Pakistan’da tutuklan›p befl y›la yak›n bir süre Küba’daki Guantanamo üssünde yarg›s›z tutsak edildikten sonra Almanya’ya iade edilen Türk as›ll› terör zanl›s› Murat Kurnaz hakk›nda "Without Chains" (Zincirsiz) adl› bir flark› yapt›m. Neden tutukland›¤›n› ve hapsedildi¤ini bilmiyorum, ama bu flark›y› onun hikâyesine duydu¤um tepkinin ifadesi olarak yazd›m. Bu genç adama bakt›¤›m zaman kendime soruyorum: Benim o¤lum tatil için gitti¤i bir yerde, onun hakk›nda sadece keyfi kuflkular› olan bir baflka hükümet taraf›ndan al›n›p befl y›l esir tutulsa ne yapard›m?
25-26 Eylül’de ‹stanbul’dan Patti Smith geçti.
Patti Smith, (Roll’un 87 ve 118. say›lar›ndan derleme)
Foto¤raf: fiahan Nuho¤lu
ock’n’roll resim gibidir. O muhteflem klasik resimler bugün yap›labilir mi? F›rçay› kimin tuttu¤una ba¤l›. “Rock’n’roll bir zamanlar güzeldi, flimdiyse boktan” demem, hiç demedim. Rock’n’roll benim için her zaman devrimciydi. fiark›lar birer silaht›r. Rock, de¤iflimin, birli¤in, coflkunlu¤un sesi olabilen bir halk sanat›d›r. ‹nsanlar rock’n’roll’dan korktular, ona fleytan›n müzi¤i dediler. Evet, do¤ru, çünkü devrimin müzi¤i rock’n’roll. Rock’n’roll tarihi de bunu gösterir zaten. 1974’te insanlar› ateflleyebilece¤imizi düflünüyorduk. Bu müzi¤in temelleri toprakta yatar. ‹yi ya da kötü olmas›na biz karar veririz. T›pk› Beyaz Saray’da oturacak adama karar verdi¤imiz gibi... ***** Soho’da, Dünya Ticaret Merkezi’ne yürüyerek yirmi dakika mesafede oturuyorum. O sabah, her gün oldu¤u gibi, k›z›m› öpüp okula yollad›m, bir tarafta Ticaret Merkezi’nin, di¤er tarafta Empire State Building’in kulelerine bakt›m. Sonra dönüp yatt›m. Uça¤›n gürültüsüyle uyand›m. Telefon çald›, bir tan›d›k “hemen giyin, sald›r›ya u¤rad›k!” dedi. Dehflete kap›lm›flt›m, ama önce anne olarak davrand›m: Soka¤a f›rlay›p k›z›m› arad›m ve ancak onu kollar›ma ald›¤›mda içim rahatlad›. ‹nsan›n içinden flöyle geçiyordu: ‹flte savafl böyle bir fley demek ki. Amerikal›lar ve bütün insanl›k aç›s›ndan trajedinin boyutlar›n›n fark›ndayd›m. Ama bu dehflet duygusu geçtikten sonra, düflünmeye koyuldum: Tabii ki çok korkunç bir fley bu, ama baz› ülkelerde insanlar bunu, yani açl›¤›, savafl›, terörizmi her gün yafl›yor. Ve baz›lar› için mümkün olan tek mukabele yolu terörizm. Sonuçta, Amerikan ba¤›ms›zl›k savafl› s›ras›nda, Thomas Paine de bir anlamda teröristti. Amerika kitle imha silahlar›na sahip, ama baflkalar› basit, el yap›m› bombalar kulland›¤›nda floka u¤ruyoruz. Suçlayarak Davud’a iflaret parma¤›n› sallayan Golyat’›z biz. Hiç flüphesiz 11 Eylül bir trajediydi, ama uluslararas› camiay› bir araya getirerek bu sorunlar› beraber düflünmek ve baz› insanlar›n niçin bu tür eylemlere baflvurmaya mecbur kalacak denli kendilerini k›st›r›lm›fl ve mahrum hissettiklerini kendi kendimize sormak için f›rsat› ve zaman› kullanmad›¤›m›za da yan›yorum. 11 Eylül bir diyalog ça¤›n› açabilirdi. Halbuki, tersine, bugün durum hiçbir zaman olmad›¤› kadar kötü. ***** 11 Eylül’den sonra, dünyan›n baflka yerlerinde kaç masum insan bu sald›r›y› hayatlar›yla ödeyecek diye geçirmifltim içimden. Maalesef korktu¤um her fley gerçekleflti. Afganistan’a sald›r›lmas›ndan korkuyordum, oldu. Ariel Sharon’un