Foto¤raf: fiahan Nuho¤lu
191254
SAYI: 2007/11
(KDV DAH‹L) 25 Kas›m - 25 Aral›k 2007 5 YTL
78 S Y O N A L E N T E R N A
fi A L A L A
YAfiAR BÜYÜKANIT’IN YAYINLANMAMIfi HATIRATI
TSK realitesi DTP EfiBAfiKANI NURETT‹N DEM‹RTAfi
Bir aya¤› frende olan›n öbür aya¤› gazdad›r 10 KASIM’IN ARDINDAN
“Sevgili Atatürkçü¤üm” araflt›rmas› HAFR‹YAT’IN ALLAH KORKUSU SERG‹S‹
Linç korkusu, polis korkusu, suskunluk korkusu SLAVOJ Z‹ZEK
‹stanbul konuflmas› ve “Türk Marfl›”n›n tam metni (Ay›pt›r söylemesi, dünya bas›n›nda ilk defa)
MEHMET YAfiIN
Her hat›ra bir seçimdir HEL‹M YÛS‹V
Bir Kürt için güzel ülke yok RADYO EXPRESS
Pakistan: Duble doz antibiyotik KARA TREN
Norman Mailer
at Toklucu Haz›rl›yan: Mur
Erol Büyükburç sinirlenince fiark›c› Erol Büyükburç, 20 Aral›k 1969’da turne kazançlar›n› kendi hesab›na yat›r›p orkestra elemanlar›n› paras›z b›rakan a¤abeyi R›fat Büyükburç’u dövmüfl ve silahla kovalam›fl. ‹ki kardefl aras›nda daha önce de sorun yaflanm›fl. Büyükburç, 16 Haziran 1967’de de sesi k›s›ld›ktan sonra sinirleri bozuldu¤u için abisi R›fat’› gazetenin tabiriyle ‘çok fena’ dövmüfl. Büyükburç’un ar›zalar› abisiyle s›n›rl› de¤il. 7 Ocak 1973’te de Teflvikiye’de ters yola girip karfl›dan gelen floförlerle tart›flan Büyükburç, 26 yafl›nda bir genci “Sen kim oluyorsun da beni uyar›yorsun” diyerek odunla dövmüfl ve kolunu k›rm›fl.
Helal, Adanal› Celal 15 Aral›k 1966’da ‹ncirlik Üssü’nde görevli yedi Amerikal› asker ve bir polisin kent merkezindeki bir sineman›n ç›k›fl›nda kad›nlara sark›nt›l›k etmeleri üzerine ç›kan ve befl bin kiflinin kat›ld›¤› olaylar sabaha kadar sürmüfl. 13 Amerikal› toplam 47 kiflinin gözalt›na al›nd›¤› olaylar s›ras›nda ‹ncirlik Üssü’nde alarm verilmifl. Amerikan askerlerini protesto edenler Amerikan Konsoloslu¤u, K›z›lhaç Merkezi, Amerikal› askerlerin gitti¤i Marmara Bar› ve Emniyet Müdürlü¤ü’nü tafla tutmufllar. Amerikal›lar ayn› gece flikayetçi bulunamad›¤› için serbest b›rak›lm›fl, protestoculardan 14’ü ise Toplant› ve Gösteri Yürüyüflleri Yasas›’na muhalefet, haneye tecavüz, motorlu vas›talar› tahrip ve polise karfl› gelmek suçlar›ndan tutuklanm›fl. Baflbakan Süleyman Demirel olaylar› “Anarflistlerin gayeleri dostluklar›m›z› bozmakt›r, ald›rmay›n›z. Memleketimizdeki komünistler 1961 Anayasas›’n›n hürriyetçi anlay›fl› yüzünden yeralt›ndan yer üstüne ç›km›fllard›r(…) Marks ve Lenin afl›klar›n›n yeri ülkemiz de¤ildir.Bunlar yerine göre ilerici, yerine göre reformcu, yerine göre devrimci, daha ne akla geliyorsa yerine göre onun taraftar›. Ama hepsi de yalanc›, hepsi de sahtekar, hepsi de fesat ve bölücü.” diye de¤erlendirmifl. ‹çiflleri Bakan› Faruk Sükan ise Amerikal›lara ait yüzlerce arac›n atefle verildi¤i olaylar›n komünistlerin ve d›fl güçlerin tahriki sonucu ç›kt›¤›n›, perde arkas›nda. sosyalizm maskesi alt›na gizlenen ihtilalci komünistlerin oldu¤unu söylemifl. Hürriyet gazetesinin, tutuk-
lananlar aras›nda olan T‹P üyesi ilkokul ö¤retmeni ‹sa S.’yi tahrikçilerin bafl› ilan etti¤ini de es geçmeyelim. Ama iki gün sonra olaylar Türkiye çap›nda sempati toplay›p Amerikal›lara tepkiler art›nca hükümet birkaç gün önce komünist marifeti dedi¤i olaylara sahip ç›kmaya bafllam›fl. Devlet Bakan› Refet Sezgin, nereden gelirse gelsin Türk milletinin namus ve iffetine müteveccih her hareketin karfl›l›k görece¤ini, Adana olaylar›na kat›lanlar›n kat›ks›z Türk milliyetçisi oldu¤unu söylemifl. AP’li Mehmet Özgünefl de olaylar›n komünist tertibi gibi gösterilmesine karfl› ç›km›fl ve “Olaylara birkaç kötü niyetli komünist de halk› galeyana getirmek için kat›lm›fl olabilir. Ancak gerçek fludur ki, olaylar namusuna düflkün Türk milletinin bir flahlan›fl›d›r. Bu komünistlerin oyunudur kulpunu takmakta bir fayda yoktur…”
(21 Aral›k 1969-Hafta Sonu, 17 Haziran 1967- Hürriyet, 8 Ocak 1973-Cumhuriyet)
Milli maç 14 Aral›k 1956’da üç gün sonra oynanacak Türkiye Polonya maç› öncesinde, Galatasaray ve Fenerbahçe kulübü yönetimi federasyondan baz› taleplerde bulunmufl, taleplerin kabul edilmemesi durumunda milli maça futbolcu vermeyeceklerini aç›klam›fllar. ‹ki kulübün talepleri aras›nda milli maç için 500’er adet kapal› tribün bileti ve önceki milli maçlarda federasyonun ödemesi gereken futbolcu yevmiyelerinin bir an evvel ödenmesi de bulunuyor. Federasyon bu ültimatoma “E¤er milli maça futbolcu vermezseniz, birer sene ligden uzaklaflt›r›lacaks›n›z” karfl›l›¤› verse de, kulüplerin tan›d›¤› sürenin dolmas›na bir saat kala talepler kabul edilmifl. Dolmabahçe Stad›’nda oynanan maçta milli tak›m Polonya’yla 1-1 berabere kal›rken, golü Galatasarayl› Metin Oktay atm›fl. (15 Aral›k 1956-Cumhuriyet)
‹stanbul’un ad› Mehmet olsun! ‹stanbul’un fethinin 500 . y›ldönümüne iki y›l kala Safi Dümer adl› bir vatandafl, ‹stanbul’un ad›n›n de¤ifltirilmesi için dilekçeyle valili¤e baflvurmufl. ‹stanbul’un tarihini uzun uzun anlatt›¤› dilekçesinde ‹stanbul ad› n›n Grekçe kökenli oldu¤unu söyleyen Dümer, “500. feti h y›ldönümü gelmeden flehrimizin bu isminin de¤iflmesi gerekmektedi r. Türkçe olmayan bir isim le fetih y›ldönümü kutlamak abes olacakt›r. Nas›l ki yabanc› komutanlar›n isim leri Washington, Stalingrad, Leningrad gib i flehirlere veriliyorsa ‹stanbul isminin de Fatih Sultan Mehmet, uzun olaca¤› düflünülürse de k›saca Mehmet diye düzeltilmesini istiyorum ” demifl. (23 Aral›k 1951 – Vatan)
2
MERAM 78
YAfiAR BÜYÜKANIT’IN YAYINLANMAMIfi HATIRATI
TSK realitesi vren, “bir hatam›z da oydu” diyerek bafll›yor Fikret Bila’n›n “Kürtçeyi neden yasaklad›n›z?” sorusunu cevaplamaya. Ve “hata oldu¤unu sonradan anlad›m” diyerek devam ediyor: “Güneydo¤u’da hizmet verecek memurun Kürtçe de bilmesi laz›m.” Evren “Kürtçe yasa¤›”ndan Kürtçenin ö¤retilmesine kadar gelmifl. Ama, o oraya gelene kadar çok can yand›. DTP Mardin milletvekili Emine Ayna’n›n 11 Kas›m’da Nusaybin’deki mitingde söyledi¤ine nas›l itiraz edilebilir? “Ben bir Kürt k›z› olarak kendi anadilimi bilmiyorum ve konuflam›yorum. 1984’te PKK kendisini ilân etti. Bugün ‘Kürtçe diye bir dil vard›r’ deniyorsa, silahl› ve silahs›z bir mücadelenin sonucundad›r. Bu gerçe¤i yads›yamay›z. Bu, Türkiye’nin bir gerçe¤idir.” Bu gerçe¤in bedeli 30 bini aflk›n can kayb›, di¤er kay›plar da cabas›. Evren’in sonradan anlad›¤› hatan›n maliyeti bu. Fikret Bila’n›n çeflitli bölümleri kas›m bafl›nda Milliyet’te yaz› dizisi olan kitab› “Komutanlar Cephesi”nde, komutanlar›n “hata”lar›ndan geçilmiyor. (Milliyet’teki dizinin ard›ndan TSK’n›n emekli komutanlara “konuflma yasa¤›” koymas› tesadüf de¤il). Ve insan sormadan edemiyor: Bu kadar çok hata nas›l yap›l›r, niçin yap›l›r? Emekli Orgeneral Aytaç Yalman bir ipucu veriyor: “Türkiye’nin sorunu henüz sosyal boyuttayken görmesi ve do¤ru okumas› gerekirdi. Bu yap›labilseydi, sorun belki sosyal aflamadayken çözülebilirdi. O aflamada sorunun ‘kendini ifade’ olarak tarif edildi¤ini görüyoruz. Dilini konuflmak, flark›s›n›, türküsünü dinlemek, kültürünü yaflamak istiyor. Oysa bizler o dönemde ‘Kürt yoktur’ diye e¤itilmifliz.” Yalman’›n teflhisi, yanl›fl e¤itim ve sosyal körlük. Peki sorumlusu kim? Yalman’lar› 14 yafl›ndan itibaren e¤iten Türk Silahl› Kuvvetleri de¤il mi? Demek ki yap›sal bir sorun söz konusu. “TSK realitesi” de bu zaten: Mevcut yap›s›yla, hata üstüne hata üreten bir kurum. Herhangi bir kurum olmad›¤› için de, hatalar›n›n bedeli a¤›r. Ama bedeli ödeyen TSK de¤il, Türkiye toplumu; her kesimiyle, her bireyiyle. Aste¤men Zeki Burak Okay’›n annesi Neriman Okay’›n cenaze törenindeki (Eylül 2006) sözleri ekranlara da yans›m›flt›: “O¤lum flehit de¤il, pisipisine öldü. Hakk›m› helâl etmiyorum.” Buna ac›l› bir annenin ölçüp biçmeden söyledi¤i sözler denebilir. Peki, Ertu¤rul Özkök’ün Da¤l›ca bask›n› üzerine yazd›klar›na ne demeli? “O bölgede art arda çok vahim iki büyük stratejik hata yap›ld›. Her ikisinde de çok say›da genç insan hayat›n› kaybetti. Onlar canlar›n› kaybederken bitme noktas›na gelmifl bir örgüt psikolojik moral buldu. Bir de uluslararas› alanda yine dikkatleri çekti. Yani, bu iki stratejik hatan›n maliyeti hepimiz için a¤›r oldu. E¤er bu teflhiste birlefliyorsak, bununla yüzleflmeyi de bilmeliyiz. ‘Mücadelenin ortas›nda bunun hesab› sorulmaz’ diyemeyiz.” Hesab› sorulmas› gereken sadece “stratejik” hatalar de¤il, “mücadele”nin kendisi. ‹lker Baflbu¤’un flu sözlerine mim koyal›m: “PKK’ya kat›l›m› engelleyemedik.” Peki hata kimin? DTP’nin kapat›lmas› için kollar›n s›vanmas›na Erdo¤an’›n “parti kapat›l›rsa da¤a ç›karlar” diyerek karfl› ç›kmas› bofluna de¤il. PKK’ya kat›l›m›n en yüksek düzeyde oldu¤u dönemi, 1990’lar›n bafl›n› hat›rlayal›m: Önce HEP vard›, o kapat›ld›, DEP kuruldu, SHP’nin deste¤iyle meclise girdi, sonra “PKK mecliste” nidalar›yla kapat›ld›, milletvekilleri hapse at›ld›. Ve Susurluk skandal›yla ayan beyan olan “kirli savafl” bafllad›, faili meçhul cinayetler, köy boflaltmalar, köy yakmalar... Dönemin Genelkurmay Baflkan› Do¤an Gürefl, bu “operasyon”lar› yürüten “Özel Kuvvetler” için “Komutanlar Cephesi”nde çarp›c› bir benzetme yap›yor: “Bir nevi Türk PKK’s›.” Zaten dönemin fliar›, “PKK’yla PKK yöntemleriyle savaflmak”t›. “Özel Kuvvetler”in kurulmas› gündeme geldi¤inde, Demirel, “yeni bir Yeflil Ordu yarat›rs›n›z” demiflti, Kur-
E
Foto¤raf: Şahan Nuhoğlu
• fiehir Hatlar› . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 5 • Kürt sorununda yol ayr›m› . . . . . . . . 10 • DTP Eflbaflkan› Nurettin Demirtafl . . 14 • “Sevgili Atatürkçü¤üm” araflt›rmas› . 19 • Anima, Animus, Atatürk . . . . . . . . . 23 • Radyo Express . . . . . . . . . . . . . . . 25 • Norman Mailer . . . . . . . . . . . . . . . . 33 • K›raat . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 36 • Helim Yusiv . . . . . . . . . . . . . . . . . . 38 • Mehmet Yafl›n . . . . . . . . . . . . . . . . 40 • Allah Korkusu sergisi . . . . . . . . . . . 43 • Bienal’in ard›ndan . . . . . . . . . . . . . . 46 • Meflin Yuvarlak . . . . . . . . . . . . . . . . 48 • Müzik Dolab› . . . . . . . . . . . . . . . . . 50 • Slavoj Zizek . . . . . . . . . . . . . . . . . . 53 Abdurrahim So¤an, Ahmet Eken, Alaz Kuseyri, Ali Kesgin, Ali Murat Hamarat, Alican Tayla, Arslan Ero¤lu, Asena Günal, Aykan Safo¤lu, Ayflegül O¤uz, Balkan Talu, Batu Boran, Bilge Ceren fiekerciler, Çi¤dem Öztürk, Derya Say›n, Didem Dan›fl, Ender Ergün, Eray Aytimur, Erdir Zat, Esra ‹pekçi, Hakan Lokano¤lu, Haziran, HknKrtsh, Hüseyin Ustao¤lu, ‹lker Aksoy, ‹rfan Aktan, Mehmet ‹ren, Merve Erol, Murat Meriç, Murat Toklucu, Mustafa Y›lmazçelik, Nilgün Yurdalan, Ogan Güner, Onat Yücel, Onur Yaz›c›o¤lu, Özay Selmo, Özgür Eren, Pelin Özer, P›nar Ö¤ünç, P›nar Uygun, Reha Öztunal›, Saner fien, Serhan Mersin, Serkan Seymen, Sinan Yusufo¤lu, Siren ‹demen, Sungu Çapan, Süleyman Bilgi, fiahan Nuho¤lu, Tora Pekin, Tuncer Erdem, Ulafl Özdemir, Ümit Bayazo¤lu, Yasemin Avdan, Yasin Kokarca, Yücel Göktürk, Zeynep Nuho¤lu baskı Mikado Matbaac›l›k ve Tic. Ltd. fiti. ‹mam Çeflme Cd. G/47 Sk. No:6 Seyrantepe 80660 ‹stanbul Tel: 0.212.289 27 93 basım yeri ve tarihi ‹stanbul Kas›m 2007 dağıtım Do¤an Da¤›t›m A.fi. yönetim yeri: Abdullah Sok. No. 9 Beyo¤lu - ‹stanbul tel-faks: 0.212.251 87 67 e-mail expressdergisi@yahoo.com abonelik expressroll@gmail.com yıl 6 sayı 78 25 Kasım 25 Aralık 2007 imtiyaz hakkı Bilge Ceren fiekerciler sorumlu yazıişleri müdürü fiahan Nuho¤lu ilan irtibat Özay Selmo (0.533.514 90 49) YEREL SÜRELİ YAYINDIR. AYDA BİR YAYINLANIR. ISSN 1307 - 461X
tulufl Savafl›’ndaki Çerkez Ethem kuvvetlerine gönderme yaparak. Tarihin cilvesine bak›n ki, 1990’lar›n ikinci yar›s›nda tart›flmalar›n odak noktas› J‹TEM ve “Yeflil”di. TSK’n›n sicili hata dolu. Ama bu hatalar›n hesab› sorulam›yor. Siyaseten sorulam›yor (“askerî vesayet demokrasisi”nde nas›l sorulabilir?), hukuken sorulam›yor (TSK mührünü tafl›yan bir anayasayla nas›l sorulabilir?). Askeri, ancak askerî yarg› yarg›layabiliyor, TSK’n›n icraatlar› sivil yarg›n›n alan›na girmiyor. Hesap sorulamad›¤› için de hatalar›n tekerrürü engellenemiyor. “TSK realitesi”nin özü bu. Hata dedi¤imiz fleylerin birço¤u düpedüz suç asl›nda. Kimisi mevcut yasalara göre bile suç, kimisi burada de¤ilse de TSK’n›n dilinden düflürmedi¤i “ça¤dafl uygarl›k seviyesi”ndeki ülkelerde suç. En alenî ve en a¤›r suç olan darbecili¤i bir tarafa b›rakal›m, emekli Albay Erdal Sar›zeybek’in yazd›klar›na bakal›m: “Plan›m fluydu: ‹ki gecede bir, havan ayd›nlatma mermisini ilçe merkezi üzerine atacakt›m. Sonra, önceden belirlenmifl hedeflere makinal› tüfekle atefl açacak, sonra da roketleri ateflleyip flehir üzerinde tam bir çat›flma havas› yaratacakt›k. Ertesi sabah halk› flehir meydan›nda toplay›p muhtemel bir çat›flmada flehrin ve halk›n ne denli zarar görece¤ini, bu nedenle teröristlerin flehre girmesine izin vermemeleri gerekti¤ini anlatacakt›k. Dedi¤imiz gibi yapt›k, haftada en az bir kere bu uygulama fiemdinli’de yap›l›r oldu, hem de uzun bir süre.” Albay Sar›zeybek, 1992’de fiemdinli’de Jandarma Hudut Tabur Komutan›yd›. “‹haneti Gördüm” adl› kitab›ndaki ifflaat› bas›na yans›d›¤› halde hakk›nda soruflturma aç›lmad›. Emekli Korgeneral Altay Tokat’›n Yeni Aktüel’e anlatt›klar› da Sar›zeybek’in ifflaat›ndan afla¤› kalm›yor: “Ben de bir-iki kritik noktaya bomba att›rd›m. Benim meselem mesaj vermekti. Bat›dan gelen memurlar, hakimler iflin ciddiyetini anlam›yor. Hizaya gelsinler diye evlerine yak›n iki yere (bomba) att›rd›m.” Tokat’›n, fiemdinli olay›n›n ertesinde söyledi¤i bu sözler üzerine aç›lan dava, askerî yarg›da takipsizlik karar›yla sonuçland›. fiemdinli’yi hat›rlayal›m: 9 Kas›m 2005’te güpegündüz bir kitabevi bombaland›, bir kifli hayat›n› kaybetti. Ve Büyükan›t, olaydan birkaç saat sonra, zanl› Ali Kaya için, “tan›r›m iyi çocuktur” demekte sak›nca görmedi. ‹ddianamede ad› geçince, savc›ya ne oldu¤u herkesin malûmu. Evren’in günün birinde “hata ettik” diyece¤i akla gelir miydi? Kim bilir, belki Büyükan›t da, mesela 2017’de, bir hat›rat yay›nlar ve bakars›n›z Evren’i sollayan fleyler söyler. Mesela: “PKK’ya, DTP’ye ‘etnik-milliyetçi’ diyorduk ama, as›l etnik milliyetçili¤i biz yap›yorduk. 27 Nisan muht›ras›nda ‘Ne mutlu türküm diyene’ anlay›fl›na karfl› ç›kan herkes Türkiye Cumhuriyeti’nin düflman›d›r ve öyle kalacakt›r’ dememiz hatayd›. Bir Kürt, niçin ‘Ne mutlu Türküm diyene’ desin? Ama biz öyle e¤itildik.” Ve mesela: “Amerikal›lar Apo’yu ‘asmay›n, kullan›n’ diyerek bize verdiler. Biz ne yapt›k? ‘Bebek katili’ deyip durduk. Halbuki, adam daha yakaland›¤› andan itibaren ‘iflbirli¤ine haz›r›m’ diyordu. ‹mral›’dan, sorunun misak-› milli s›n›rlar› içinde çözülmesi için mesajlar gönderiyor, silahl› mücadeleyi de¤il, ‘demokratik cumhuriyet’i savunuyordu.” Büyükan›t sözlerini flöyle sürdürebilir: “DTP’nin kapat›lmas› için dü¤meye basmam›z da hatayd›. PKK’ya ‘terörist’ dememeleri do¤ald›, neticede tabanlar› ayn› taban. Demokratik özerklik dedikleri fley de dünyan›n birçok yerinde var. Bulgaristan Türklerine tan›nan haklar› biz de Kürtlere tan›sayd›k bu noktaya gelinmezdi.” Ama inflallah flöyle sat›rlar okumay›z: “2007 sonbahar›nda gaza basmam›z hatayd›. Sonra frene basmaya çal›flt›k, ama art›k çok geçti. fiehit cenazeleriyle körüklenen milliyetçi histeri ve s›n›rötesi harekât inad›m›z Türkiye’yi geri dönülmez bir noktaya getirdi. O nokta, u¤rad›¤›m›z felâketin bafllang›c›yd›.”
Foto¤raflar: Saner fien
fiEH‹R HATLARI
Bar›fl mitingini yok saymak ANKARA– “fiimdi tam da; karanl›¤a karfl› ayd›nl›¤›; bask›c›, otoriter yönetim anlay›fl›na karfl›, özgürlük ve demokrasiyi; ›rkç› ve milliyetçi anlay›fl›n besledi¤i linç kültürüne karfl›, bir arada kardeflçe ve bar›fl içinde yaflamay›; her fleyin para-kâr oldu¤u piyasa anlay›fl›na karfl› eflitli¤i savunma zaman›d›r. fiimdi tam da, eflit, özgür, demokratik bir Türkiye'de bir arada yaflam› savunma, bunun için mücadele etme zaman›d›r. fiimdi tam da geri ad›m atmadan temel hak ve özgürlüklere sahip ç›kma zaman›d›r.” 3 Kas›m’da Ankara’da, KESK, TMMOB ve TTB’nin öncülü¤ünde düzenlenen “Özgür, Demokratik ve Eflitlikçi bir Türkiye” mitingine ça¤r› metni böyle diyordu. Bu ça¤r›y› yan›ts›z b›rakmamak için 2 Kas›m akflam› Haydarpafla’dan organizasyon komitesinin miting için tuttu¤u trene biniyoruz. Ankara Gar›’na indi¤imizde, otobüslerle gelen eylemcilerle bulufluyoruz. Yürüyüflün bafllama saatini beklerken çaylar içiliyor, yavafl yavafl pankartlar aç›l›yor, gençler kortejlerini oluflturup sloganlar›n› dizmeye bafll›yor. P›r›l p›r›l bir günefl, tam eylem havas›. Hipodromla gar aras›nda bir afla¤› bir yukar› gidip kortejlere bak›yoruz. Mitingi düzenleyen demokratik kitle örgütleri, mitingin ana fikrini halktan kopuk bir flekilde yürütülen anayasa tart›flmalar›na üçüncü bir seçenek sunmak, sosyal güvenlik ve kamu personeli yasa taslaklar›n›n emekçilere yapt›¤› haks›zl›klara itiraz etmek ve sürece müdahil olmak olarak belirlemiflti. Ancak memlekette son iki haftada oluflturulan savafl ortam›, do¤al olarak bar›fl talebini her fleyin önüne geçirmifl ve kat›l›mc›lar daha çok bir
arada kardeflçe yaflamak iste¤ini dile getiren pankartlar haz›rlam›fllar. En çok hoflumuza giden pankart, mitingde de en gür at›lan slogan›n sözlerini tafl›yordu: “Türk Kürt Ermeni, Yaflas›n Halklar›n Kardeflli¤i”. Yürüyüflün bafllama saati yaklaflt›kça kat›l›m›n tahmin etti¤imizden çok olmas› moralimizi düzeltiyor, umudumuz tazeleniyor. Sokaklarda linççi kalabal›klar kol geziyorken, güney s›n›r›n›n yeniden çizilmesini isteyenler savafl 盤›rtkanl›¤›na soyunmuflken, her zamankinden daha çok ihtiyac›m›z var ayd›nl›k yüzler görmeye. Yürüyüfl bafllad›ktan sonra E¤itim-Sen korteji bu ihtiyac› hem nitelik, hem nicelik olarak gideriyor. Bir süre sakin devam eden yürüyüfl, meydana yaklaflt›kça ve etraftaki Ankaral›lar ço¤ald›kça k›vam›n› buluyor. Meydana giriflte polisle ufak bir itiflme yaflan›yor, ancak mesele büyümüyor. Rengarenk bayraklar ve pankartlar›n içinde hiç Türk bayra¤› yok diye düflünürken, genç bir adam›n elinde görüyoruz. Di¤er elinde de Mahir Çayan’l› bir bayrak var. ‹kisini birden sall›yor. Yafll›ca bir amca ise kendi haz›rlad›¤› “252 asgari ücretlinin paras›n› al›rs›n, Fatih Terim sen ne ifl yapars›n” döviziyle yüzümüze bir tebessüm yerlefltiriyor. Kürsüden yap›lan konuflmalarda a¤›rl›kl› olarak bar›fl ve kardefllik vurgusu var. “Baflka bir Türkiye için ne AKP’nin anayasas›, ne de 12 Eylül anayasas›, demokratik bir halk anayasas› elzemdir” deniyor. Konuflmalar faflizme karfl› at›lan Türkçe ve Kürtçe sloganlarla kesiliyor. Mitingin sonlar›na do¤ru ‹lkay Akkaya flark›lar söylemeye bafllarken halaylar h›z kazan›yor, biz de solu¤u bir kebapç›da al›yoruz. Baflkente gitmeyeli çok olmufltu.
Ankara, bir altgeçitler flehrine dönüflmüfl, yerin alt› da üstü kadar hareketli. Metrodan gara uzanan birkaç kilometrelik altgeçit asker malzemeleri satan bir çarfl› olmufl, eylem alan›ndaki havan›n tam z›dd› bir ortamda buluyoruz kendimizi. Epey de dikkat çekiyoruz, çünkü uzad›kça uzayan geçit boyunca bizim grubumuzdaki iki kad›ndan baflka kad›na rastlanm›yor ortal›kta. Bu arada bizim ekipteki erkeklerin hepsi uzun saçl›. Dönüfl yolculu¤unu otobüsle yap›yoruz. Mola yerinde TV haberlerine kilitleniyoruz, ama büyük kanallar 25-30 bin kiflinin kat›ld›¤› bir bar›fl mitingi hiç olmam›fl gibi davran›yor. Ertesi gün, gazeteler de bir-iki küçük haber d›fl›nda TV’lerle ayn› tavr› gösteriyor. ‹stanbul’a yaklaflt›kça, “bir günde mi özletir bir flehir kendini” derken köprü trafi¤i laf› a¤z›m›za t›k›yor. – Özgür Eren
Mezarlar ve yabangülleri YÜKSEKOVA – Van’dan Yüksekova’ya do¤ru yola ç›k›yoruz. Ö¤leden sonra üç sular›. Güneflli, kuru, so¤uk bir gün. ekim ay›n›n son günü. Yüksekova’da, bir Avrupa televizyonu için da¤da ve askerde yak›n› olan birkaç aileyle görüflece¤iz. ‹stanbul’dan telefonla randevulaflt›¤›m›z Seyhan’›n abisi Reflat ve kardefli Kerem bizi karfl›l›yor. Bir arkadafl›ndan ödünç ald›¤› yeni ve konforlu arabay› Reflat kullan›yor. Ortam genel olarak güvenli say›l›r, ama yine de yaln›z bafl›na yola ç›kmay› göze alamam›fl. Reflat, kumral, hafif yan›k tenli, güler yüzlü, fazlas›yla sakin edal›, 31 yafl›nda, dört çocuk babas›; belediyede çal›fl›yor. Kerem 24 yafl›nda, konuflkan, esprili, s›cak kanl›, saç›na bafl›na,
giyimine kuflam›na ihtimam gösterdi¤i belli; aç›k ö¤retim ö¤rencisi. Ülkenin bat›s›nda esen savafl ve teyakkuz halinin yans›malar› onlarda pek yok. Büyük bir savafl hali beklemiyorlar. Ama, elbette gerginler, tedirginler. Onlar› as›l, medyan›n dili, tavr›, Kürt-Türk karfl›tl›¤›n›n t›rmand›r›lmas› endiflelendiriyor. Ömürlerinin tamam› savafl koflullar›nda geçmifl, art›k savafl›n bitmesini, ama hakikaten bitmesini istiyorlar. “Af ve demokratik bir Türkiye’den baflka bir fley istemediklerini” anlat›yorlar. Örgütün son dönemdeki eylemlerini meflru müdafaa olarak yorumluyorlar. “Operasyonlar sürerken, onlar›n eli armut mu toplayacak?” Ayr›ca, her olay›n “Türk” bas›n›nda aktar›ld›¤› gibi olmad›¤›n› hat›rlat›yorlar. Da¤l›ca olay›n›n ertesi günü dü¤ün konvoyunun u¤rad›¤› sald›r› mesela... Van-Yüksekova arabayla üç buçuk-dört saat sürüyor. 21 Ekim’de 12 askerin yaflam›n› yitirdi¤i, sekizinin de PKK taraf›ndan kaç›r›ld›¤› Da¤l›ca olay›ndan, kaç›r›lan askerlerden, genel ruh halinden, hayat flartlar›ndan, son seçimlerden, örgütün durumundan, halk›n deste¤inden, Öcalan’›n konumundan konufluyoruz. Kerem “üç buçuk milyon kiflinin resmen noter tasdikli Öcalan irademdir beyan› verdi¤ini” söylüyor. AKP oylar›n› halka verilen “rüflvetler”e ve savafl›n bitirilmesi arzusuna ba¤l›yor. Esir al›nan askerlerin bir ya da ikisinin örgüte kat›labilece¤i söylentisi çocukça gururunu okfluyor, “askerler, gerillalar›n düflündüklerinden ne kadar farkl› olduklar›n›, onlar›n kulaklar›n› kesmediklerini, iyi insanlar olduklar›n› görecekler”. Söz, Serhat’a geliyor. Serhat, Seyhan, Reflat ve Kerem’in kardefli. 1994’te, 14 yafl›ndayken “gerilla saflar›na kat›lm›fl”. fiu anda nerede oldu¤unu tam olarak bilmiyorlar, ama yaflad›¤›n› tahmin ediyorlar. Kerem “ben onun kadar cesur ç›kamad›m, o cesareti gösteremedim” diyor. Sesinden mahcubiyet, eziklik hissediliyor. Kerem, DTP’nin çal›flmalar›na kat›l›yor. Seçim öncesinde Ayd›n’da kampanyada yer alm›fl. Geçen y›l bir internet kafe açm›fl, ifllek bir yerde olmad›¤›ndan ifl yapamam›fl, kap›ya kilit vurmufl. Yeni Köprü’ye kadar sadece bir kere, trafik kontrolü nedeniyle durduruluyoruz. Yeni Köprü’deyse kimliklerimizi kontrol eden jandarma, arabadan inmemizi, komutanl›¤a gitmemizi söylüyor. Komutan kimlik bilgilerimizi, nereden gelip nereye gitti¤imizi, ne yapaca¤›m›z›, kaç gün kalaca¤›m›z› önündeki k⤛tlara kendi el yaz›s›yla not al›yor. Dönüflte tekrar u¤ramak zorunday›z. OHAL zaman›nda olsa, bu andan itibaren, Yüksekova’dan ayr›lana kadar, vardiyayla de¤iflerek iki sivil polis 24 saat ensemizden ayr›l-
5
maz, s›k s›k karakola çekilir, üstümüz, eflyalar›m›z, s›k› s›k›ya aran›rd›. Bu sefer, ne sürekli izleniyoruz, ne de eflyalar›m›z aran›yor. Hakkâri’nin Çukurca ve fiemdinli ile beraber üç ilçesinin en büyü¤ü ve geliflmifli olan Yüksekova’n›n nüfusu h›zla artarak 100 bini geçmifl. ‹lçeye vard›¤›m›zda hava tamamen kararm›fl durumda. Ama çarfl› kalabal›k, bütün dükkânlar aç›k. Ço¤unlu¤u iki katl› binalar aras›nda, ad›n›n nereden geldi¤ini ö¤renemedi¤imiz, alt› y›l önce aç›lan üç y›ld›zl› Oslo oteli ve üç kere sald›r›ya u¤rayan Zagros ifl merkezi hemen dikkat çekiyor. Atefl eder miydim? Seyhan’›n ifl merkezindeki kafeteryas›na gidiyoruz. Alçak masa ve taburelerde k›zl› erkekli gençler sohbet ediyor, gazete okuyor, müzik çalardan Koma Amed’in sesi hafif hafif yükseliyor. Seyhan 28 yafl›nda, bak›fllar›yla, ifadesiyle, konuflmas›yla, daha ilk anda güven uyand›ran insanlardan. Kendisinden bir yafl küçük kardefli Serhat “da¤da”yken, Seyhan da bölgede askerli¤ini yapm›fl. Hayat›n›n en zor dönemi olarak hat›rl›yor o günleri. “Elimde silah nöbet tutuyorum. Hep akl›mda flu soru: fiimdi PKK gelse, ne yapar›m, kendimi savunmak için atefl eder miyim? Kardeflim orada, en yak›n befl-alt› arkadafl›m orada. Nas›l atefl ederim? Kardeflim sar›fl›n, yeflil gözlüydü; belki onu ay›rt edebilirim diye düflünüyordum. Peki, diyelim kardeflim aralar›nda yok, ama o zaman da onun arkadafllar›... Ayr›ca, o kadar çok kifliyi tan›yorum ki orada, sanki hepsini tan›yormuflum gibi geliyor. Karfl› karfl›ya kalsak atefl eder miyim? Bu soru hep kafam› kemiriyordu. Sonuçta, ölürüm, ama atefl etmem herhalde diye kanaat getirdim. Yine de emin olamazs›n.” Bu soru aradan geçen zamana ra¤men, hâlâ ara ara Seyhan’›n akl›na tak›l›yor. Bu nedenle askerde ciddi psikolojik s›k›nt›lar yaflam›fl. Sonunda, askeriyenin psikiyatr›na gitmifl. “Kardeflim orada, dayanam›yorum, s›k›nt›lar›m ondan” diye anlatm›fl. Sakinlefltiriciler vermifller, ama nöbetler yine devam. Tek farkla, daha önce cephanelik nöbeti tutuyormufl, oradan al›nm›fl. ‹fl Merkezi’nde çal›flan ‹hsan’›n durumu da benzer. ‹hsan, Serhat’›n en yak›n arkadafl›ym›fl. Serhat’›n 14’ünde da¤a ç›kt›¤›n› söylerken, gözlerinde özlemle kar›fl›k bir hayranl›k okunuyor. ‹hsan da askerli¤ini “çat›flmal›” dönemde bölgede yapanlardan. O askerdeyken, en yak›n arkadafl› ve day›s›n›n o¤lu da¤da. Ayn› soru –”karfl› karfl›ya kalsak atefl eder miydim?” onu da kahretmifl. Hâlâ da kesin bir cevap veremiyor. Askerli¤ini yapm›fl oldu¤u için utanç duydu¤unu anlat›yor. Hüzünlü bak›fll› çak›r gözleriyle tezat oluflturan s›cak gülümsemesiyle
6
“O¤lum PKK’ye kat›ld›¤›nda çok küçüktü, 15 yafl›ndayd›. Bir süre sonra abisi askere gitti. Allah›m diyordum, ne yapt›k biz sana? ‹ki o¤lum var, biri askerde, biri da¤da. Bu iki kardefl nas›l karfl› karfl›ya gelir?” Tahir kardefliyle karfl› karfl›ya gelmeden askerden dönmüfl. Ama, birkaç y›l sonra, Veli’nin ölüm haberi gelmifl.
‹hsan’›n yüzü, sanki Serhat’›nkiymifl gibi zihnimizde yer ediyor. Belki saç›n›n, gözünün renginden, belki de en yak›n arkadafl› oldu¤u için. Kerem askerlik ça¤r›s› alm›fl. Aç›k ö¤retim fakültesine kay›tl›, s›rf askerli¤i tecil etmek için. Ama uykular› kaç›yor, daha ne kadar erteletebilir? “Vicdani redçi olmak istiyorum” diyor. “Ama tek bafl›na çok zor, böyle bir fleyi toplu olarak örgütlemeliyiz.” Türkiye’de vicdani redçilere yaflat›lan sonsuz eziyeti göze alabilecek bir “kalabal›k” oluflturman›n kolay olmad›¤›n›n fark›nda; askerlik konusu aç›l›nca darallar geliyor. ‹ki o¤lum var, biri askerde, biri da¤da Ertesi sabah, Seyhan’la birlikte Cemal fiahin’in televizyon tamir atölyesine gidiyoruz. Cemal fiahin’in o¤lu Tahir, babas›yla beraber çal›fl›yor; herkes gibi gazetecilere flüpheyle, hatta k›zg›nl›kla bak›yor. Babas›yla söylefli yapmak istedi¤imizi söyledi¤imizde, Seyhan’› bir köfleye çekip, güvenilir olup olmad›¤›m›z› soruyor. “Ben seni tan›r›m, anlamam!” diyor. Seyhan bize kefil oluyor. K›sa bir süre sonra, bembeyaz saçl›, bembeyaz b›y›kl›, yaflad›¤› ac›lar yüz hatlar›na ifllemifl Cemal geliyor. 60’lar›n›n bafllar›nda gibi görünüyor, yorgun ama dinç. Cemal’le birlikte, iki o¤lundan birinin yatt›¤›, ilçenin eski mezarl›¤›na gidiyoruz. Kâh iyice fliddetlenerek, kâh hafifleyerek ya¤mur ya¤›yor. Buradaki pek çok mezar gibi, Veli fiahin’in de mezartafl› yok, ama üzerinde k›rm›z› bir yaban gülü yükseliyor. O¤lunun mezar›n›n bafl›na çömelen Cemal anlat›yor. “O¤lum PKK’ye kat›ld›¤›nda çok küçüktü, 15 yafl›ndayd›. Bir süre sonra abisi askere gitti. Allah›m diyordum, ne yapt›k biz sana? ‹ki o¤lum var, biri askerde, biri da¤da. Bu iki
kardefl nas›l karfl› karfl›ya gelir?” Tahir kardefliyle karfl› karfl›ya gelmeden askerden dönmüfl. Ama, birkaç y›l sonra, Veli’nin ölüm haberi gelmifl. “O zamanlar bizim evde Roj TV yoktu, geç haberim oldu. Ramazan bayram›ndan sonra, dükkâna gittim, çarfl›dakiler ‘sen eve dön’ dediler. Hemen anlad›m. Me¤er o¤lum öleli on gün olmufl. Savc›l›¤a dilekçe verdim cenazesini almak için. ‹zin geldi. Dargeçit’e gittim. O çat›flmada 15 kifli ölmüfltü. Askerler foto¤raflar›n› çektikten sonra hepsini gömmüfl, mezarlar›na da numara koymufl. Subay bana “hangisi senin o¤lun?” diye sordu. Düflündüm, tan›yabilir miyim acaba o¤lumu? Gitti¤inde onbefl yafl›ndayd›, flimdi 25, rengi de¤iflmifltir, flekli de¤iflmifltir... Bana foto¤raflar› gösterdiler. Bilemiyorum art›k, kan m› çekiyor, nedir? O¤lumu tan›d›m, daha do¤rusu tahmin ettim. Ald›m cenazeyi getirdim. Buraya gömdük.” Seyhan cenazeye birkaç bin kiflinin kat›ld›¤›n› söylüyor. “Yüksekova’da çocu¤unun cenazesini almak için baflvuran ilk aile biziz” diyor Cemal. Biraz ötede, askerdeyken hayat›n› kaybeden bir gencin mezar› var. Mezar mermerden, devlet yapt›rm›fl, üzerinde “flehit asker”in ad› yaz›yor. Kürt Memetçikler ‹hsan ve Seyhan’la flehir merkezinden biraz uzaklafl›p tepelere ç›k›yoruz. Zaten her taraf da¤larla çevrili. Arkada s›ra s›ra da¤lar yükseliyor. Bölgenin en yüksek da¤lar› Cilo’lar. Bütün Yüksekova afla¤›da. “Bizim çocuklu¤umuz bu da¤larda geçti” diyor ‹hsan, “size tuhaf gelebilir ama, biz buralarda top bile oynard›k”. Seyhan “da¤›n koflullar› zordur, ‹stanbul’dan, ‹zmir’den, Bursa’dan gelen biri burada nas›l hareket edilir, nas›l nefes al›n›r bilemez,
zorlan›r” diye araya giriyor. Son y›llarda bölgede askerlik yapan Kürtlerin say›s›n›n art›p artmad›¤›n› soruyoruz. “Eskiden Kürtçe bilen bir üniformal› gördü¤ümüzde çok flafl›r›rd›k, o kadar nadirdi burada Kürt asker. fiimdi her karakolda, her bölükte en az birkaç Kürt asker var?” Bu de¤iflimin 1990’lar›n sonlar›ndan, 2000’lerin bafl›ndan itibaren oldu¤unu söylüyor Seyhan. Ona göre sebep: “Ölen askerler aras›nda Kürtler de olsun ki, halk PKK’ye antipati duysun.” ‹hsan da kat›l›yor: “Ayr›ca, askerlerin aras›nda Kürtlerin de oldu¤u bilinince, PKK’nin atefl etmekte daha tedirgin olaca¤› düflünülüyor olabilir”. Tepeden iniyoruz, çarfl› her zamanki gibi kalabal›k. Nüfusa oranla ak›l almaz derecede çok araba var. Akl›m›za, on küsur y›l önce geldi¤imizde iflitti¤imiz “bir kilo toz, bir Toros” laf› geliyor. Ortal›kta pek Toros marka otomobil yok; toz ticaretindeki durumsa konumuz de¤il. Tek bir trafik lambas› yok. ‹steyen arabas›n› istedi¤i yere park ediyor. Kald›r›m kenarlar›nda iki, üç s›ra park etmifl araba oluyor. Bir baflka araba gelince kay›p yer aç›yorlar; t›pk› iki kifli bankta otururken, üçüncü birinin gelmesi gibi. Sabah ve akflam saatlerinde bütün arabalar birbirine giriyor, neredeyse dü¤üm oluyorlar. Korna sesinden geçilmiyor. Yayalar da çok rahat, trafi¤in göbe¤inde yolun ortas›nda durup konuflan iki-üç kifli kimseyi yad›rgatm›yor. Trafik nedeniyle ç›kan bir kavgaya, ba¤›r›fl ça¤›r›fla hiç rastlamad›k; pek kaza da olmuyormufl. Politizasyonla gelen kentlilik Çarfl›da en dikkat çekici fleylerden biri de dershanelerin çoklu¤u. Liseyi bitiren ö¤renciler –içlerinde epey k›z da var– pes etmiyorlar; iki, üç, dört defa üniversite s›nav›nda flans-
lar›n› deniyorlar. ‹lkokul, lise ya da dershane olsun, her yafltan k›z ö¤rencinin çoklu¤u hemen fark ediliyor. Sokaklarda kad›nlar› tedirgin edecek, tacizkâr bir erkek havas› yok. Gitti¤imiz kafelerde genç k›zlar az›nl›kta olsa da, genç erkekler baflka hiçbir yerde görmedi¤imiz kadar maçoluktan uzak. Erkekler aras›nda özenle flekil verilmifl sakallar, hafif uzun saçlar çok yayg›n, k›zlar ço¤unlukla kot pantolonlu, saçlar omuzlara dökülmüfl, gözleri hafif makyajl›. Lise, üniversite ça¤›ndaki k›z ve erkekler sadece giyim, kuflamlar›yla de¤il, edalar›, konuflmalar›, bak›fllar›, yürüyüflleriyle de taflral›l›ktan kopmufllar. Büyük kentli gibiler, politikli¤iyle ünlü Avrupa kentlerinin sakinlerinden pek farklar› yok. Politize olmalar›, Berlinli, Parisli, Barcelonal› akranlar›na yak›nlaflt›rm›fl Yüksekoval› gençleri. Onlarla sohbet ederken, 1960’l›70’li y›llarda Dublin’de geçen romanlar ya da Ken Loach filmlerinin verdi¤i his uyan›yor. Bir gece önce, 15-16 kiflinin gözalt›na al›nd›¤›n› ö¤reniyoruz. “‹çlerinde 65 yafl›nda bir anne bile var. Neymifl? Yard›m yatakl›k yap›yorlarm›fl; maksat eziyet etmek” diye isyan ediyor Kerem. Serhat’›n kaza¤› Akflam, Seyhan’›n anne babas›n›n evindeyiz. Baba ‹brahim 52 yafl›nda, ince, zarif, avurtlar› çökmüfl, dikifl makinesi tamircisi. Anne Zahide 49 yafl›nda, en büyü¤ü 31 yafl›ndaki Reflat, en küçü¤ü 12 yafl›ndaki Erdem olan, alt›s› erkek, ikisi k›z, sekiz çocuk annesi. Yüksek tansiyonu var, buradaki hemen hemen bütün kad›nlar gibi vücudunda a¤r›lar eksik olmuyor. Pür dikkat Roj TV’deki haberler seyrediliyor. Ölen bir militan oldu¤unda, akflam haberlerinde Roj TV’de ad› ve foto¤raf› yay›nlan›yor. Zahide, gitmeden önce Serhat’›n giydi¤i kaza¤› tülbende sarm›fl, getiriyor. “Bu kaza¤› ellerimle örmüfltüm, çok sevmiflti Serhat, ama sadece üç gün giydi.” Kazak kirlenmesin diye tülbende sar›yor, y›kam›yor ki Serhat’›n kokusu ak›p gitmesin. Serhat’tan iki foto¤raf kalm›fl. Biri 9-10 yafllar›ndayken çekilmifl, üzerinde mavi okul önlü¤ü, muzip muzip gülüyor, di¤eriyse da¤a gitmeden k›sa bir süre önceye ait. Ayn› bak›fllar, zaten 14 yafl›nda. Aileden hiç kimse 27 yafl›ndaki halini tahayyül edemiyor, hepsinin gözünün önünde ortaokul ça¤›ndaki hali. “fiehit er” ve “terörist” Ertesi sabah, Da¤l›ca taraf›ndaki bir korucu köyüne gidiyoruz. 1993’te askerli¤ini yaparken hayat›n› kaybeden Lezgin Han’›n ailesiyle görüflmeye. Evin önünde orta yafll› bir kad›nla, 15-16 yafllar›nda bir o¤lan bizi bekliyor. Annenin evde olmad›¤›n›, Yüksekova’ya gitti¤ini söylüyorlar. Muhtemelen içeride anne, ama
görüflemeyece¤imiz kesin; telefonda kabul ederken de isteksizdi zaten. Köyde sanki bir tek küçük çocuklar ve bir-iki ihtiyar var. Mezarl›¤a do¤ru yürürken rastlad›¤›m›z bir ihtiyar “sabahleyin askerler korucular› otobüslerle Hakkâri’ye yürüyüfle götürdü” deyince ortal›kta kimselerin olmamas›n›n sebebi anlafl›l›yor. Yürüyüflten kaytarm›fl iki orta yafll› erkekle karfl›lafl›yoruz. Lezgin’i hat›rl›yorlar tabii. “Kendi halinde bir çoband›, babas› yoktu. ‹ki kardefli vard›, onlar korucu oldu. Devlet annesine yard›m ediyor, mezar›n› da askerler yapt›rd›.” Peki Lezgin köyün bir “kahraman›” m›, s›k s›k an›l›r m›, “flehit asker” olmak burada ne ifade ediyor? “Valla pek konuflulmaz, askere gitti iflte, teröristlerle çat›flmada ölmüfl.” Terörist laf›n› duyunca Kerem’e atefl bas›yor. Siyaseten do¤ruluk, yanl›fll›k, kulland›¤›n dilin hangi taraftan bakt›¤›n›n iflareti olmas›... Hepsi bir yana, “terörist” laf› can›n› ac›t›yor, kan›na dokunuyor da¤da bir yak›n› olanlar›n. Küçücük mezarl›kta Lezgin’in mezar›n› bulam›yoruz. Genç bir kad›n uzaktan ne arad›¤›m›z› soruyor. Muhtar›n k›z›ym›fl. Gelip Lezgin’in mezar›n› gösteriyor. Mezar tafl› k›r›lm›fl. Nas›l, neden k›r›ld›¤›n› bilmedi¤ini söylüyor. Hemen karfl›daki ilkö¤retim okuluna da askerler törenle fiehit Er Lezgin Han’›n ad›n› vermifl. “Gerilla flehitli¤i” ve “terörü lanet” mitingi Ö¤leden sonra polis karakolunun hemen yan›ndaki Yüksekova’n›n büyük mezarl›¤›nday›z. Perflembe günleri, ölülerin yak›nlar› mezarl›k ziyaretine geliyorlar, hava kararana kadar kal›yorlar. Bisküviler, flekerler da¤›t›l›yor. Bir sürü küçük çocuk kofluflturuyor. Yamaçtaki mezarlar›n uza¤›nda, militanlar›n mezarlar› yanyana, bir arada. Üç-dört gri tu¤lay› üst üste koyarak onalt› mezar› alacak dikdörtgen bir alan yap›lm›fl. Kerem buraya “gerilla flehitli¤i” diyor. Dikdörtgen alandaki 16 mezar›n d›fl›nda üç kiflinin daha mezar› var. ‹kisi çok taze. Ramazan’da ölen biri kad›n, iki militan›n mezarlar› bunlar. Taze at›lm›fl topra¤›n oluflturdu¤u iki kümbetin bafl›nda, ellerinde Arapça dua kitaplar›, baflörtülü iki genç k›z yanyana oturmufl dua ediyorlar. Orada yatanlarla tan›flm›yorlarm›fl, ama kim olduklar›n› biliyorlar. Uzun uzun dua okuduktan sonra, kol kola girip uzaklafl›yorlar. O gün militanlar›n mezar›n› ziyarete baflka kimse gelmiyor. 1984’ten bu yana, Yüksekova ve köylerinden afla¤› yukar› 5000 kiflinin da¤a ç›kt›¤›, 700’ünün hayat›n› kaybetti¤i söyleniyor. Hayatta kalanlar›n hepsi flu anda da¤da de¤il elbette, evine dönenler, Avrupa’ya gidenler, Irak’a yerleflenler ve hapishanede olanlar da var. Çat›flmalarda ölen Yüksekoval› asker say›s› da üç olarak biliniyor.
Akflamüstü, oteldeki Yüksekova ölçülerinde hayli apolitik, kalender meflrep garson öfkeyle isyan ediyor: “Gündüz Hakkâri’deydim, gözlerimle gördüm, iki bin kifli ya vard›, ya yoktu, flu televizyonlar›n dedi¤ine bakar m›s›n!” Gitti¤imiz korucu köyündeki köylülerin otobüslerle götürülmüfl oldu¤unu hat›rl›yoruz. Bir lise ö¤rencisi, “bizi de götüreceklerdi de, ben kaçt›m” diyor. ‹stisnas›z bütün televizyonlar, ertesi gün de bütün gazeteler, Hakkâri’de “20 bin kiflinin terörü lanetledi¤i” haberini veriyor. Ertesi sabah ilçeden ayr›l›rken gördü¤ümüz son sahne: Hükümet Kona¤›’n›n (mahkeme de ayn› binada) önünde koca bir tank, avluda baflka z›rhl› araçlar, panzerler, kald›r›ma dizilmifl askerlerin elleri tetikte... Yolun karfl›s›ndaysa, 40-50 kifli sessiz, k›m›lt›s›z, gözlerini binadan ve askerlerden ay›rmadan bekliyor. ‹ki gün önce gözalt›na al›nanlar›n yak›nlar›… – Siren ‹demen
Tarih bilincinin hareket hali KOPENHAG– Mart ay› bafllar›nda Kopenhag’›n tek iflgal evi olan Ungdomshuset (Gençlik Evi)’in tahliye ifllemleri için hükümet taraf›ndan görevlendirilen Kopenhag polis teflkilat›n›n neredeyse tümünün hava destekli sald›r›s› ve 1982’den beri canla baflla çal›flarak yaratt›klar› bu özgürlük alan›n› vermek istemeyen anarflist ve otonomlar›n direnmesiyle bafllayan meydan savafl›, iflgal evinin de bulundu¤u flehrin getto semti Norrebro’da ola¤anüstü hale ve polisin yetkilerinin ülkede daha önceden efli görülmedik biçimde art›r›lmas›na kadar varm›fl, çat›flmalarda pek çok gösterici ve polis yaralanm›fl, yüzlerce gösterici tutuklanm›fl, mamafih bina y›k›lm›flt›. Danimarkal› yoldafllar›na destek amac›yla Avrupa’n›n pek çok yerinden gelen yabanc› eylemci-
ler ise hemen derdest edilerek sorgusuz sualsiz evlerine postalanm›flt›. Heyecandan uzakta oldukça sakin ve düzenli bir hayat sürdüren Danimarkal›lar için pek de al›fl›k olmad›k olaylard› bunlar. Clara Zetkin’den “Baba Evi”ne Gençler için daha çok bir toplanma merkezi olan ve son zamanlarda s›kl›kla konserler ve çeflitli atölye çal›flmalar› için kullan›lan Ungdomshuset’in ülkenin gündemine bu kadar yo¤un bir flekilde oturmas› bir ilk de¤ildi. 1910’da, Clara Zetkin’in, dünya kad›nlar günü düzenlenmesi fikrini ortaya att›¤› ‹kinci Enternasyonal’in Kad›nlar Konferans› burada düzenlenmifl, tarihi boyunca da sendikalar›n merkezi konumunda olmufltu. Bina, anarflistlerin ve kendilerine otonom diyen radikallerin eline, belediyenin buray› bir gençlik merkezi haline getirmeye karar verdi¤i 1982 y›l›nda geçmifl, uzun bir süre sorunsuzca kullan›lm›flt›. Belediyenin binay› 2000 y›l›nda Human A/S ad›nda bir flirkete satmas›yla yeni bir döneme girilmifl, flirket binay› Faderhuset (Baba Evi) ad›nda radikal H›ristiyan bir tarikata devretmiflti. O günden sonra Ungdomshuset’in tahliyesi için tarikat ve buray› kullanan grup aras›nda mahkeme süreci bafllam›fl, mahkemenin geçen Aral›k ay›nda binay› tarikata vermesiyle son olaylara neden olan tahliye ve y›k›lma sürecine girilmiflti. Aktion G13’ün eylemlili¤i Ungdomshuset tüm müdahalelere ra¤men y›k›lm›flt›, ama yeni bir mekân için yap›lan mücadele bitmiyordu. Bitmedi¤ini geçen yedi ay boyunca yap›lan çabalar gösteriyor. Farkl› grup ve organizasyonlar›n anarflist ve otonomlarla biraraya gelmesiyle oluflturdu¤u yeni bir inisiyatif bu çabalar›n bir ürünü. Aktion G13 ad›ndaki inisiyatifin tek amac› tüm gençlerin Kopenhag’da eskisi
1982’den beri anarflistlerin ve kendilerine otonom diyen radikallerin üssü haline gelen Gençlik Evi’nin Kopenhag belediyesi taraf›ndan y›kt›r›lmas› aleyhine yap›lan gösterilere, Danimarka polisi Türk polisini aratmayacak flekilde müdahale etmifl ve pek çok gösterici yaralanm›fl, yüzlercesi tutuklanm›flt›.
7
gibi kullanabilecekleri yeni bir mekân yaratmak. Ad›n›, muhtelif yerlerde yap›lan araflt›rmalar sonucunda bulunan yeni binan›n adresinden alan G13 (Grondalsvaenge Alle 13) ‹nisiyatifi, 6 Ekim tarihinde toplumun çeflitli kesimlerinin de deste¤ini alarak ülkedeki bu tarz eylemler için yap›lan en büyük gösteriyi düzenledi. 10 bine yak›n eylemcinin kat›ld›¤› bu bar›flç›l gösteri Danimarka polisinin Türk polisini aratmad›¤› fliddeti, polis köpeklerinin sald›r›lar›, gözyaflart›c› bombalar›, keyfî gözalt›lar ve gözalt›na al›nanlara iflkenceleriyle sona erdi. Gün sonunda ülke tarihinde görülmedik biçimde ayn› gün içerisinde 436 göstericinin gözalt›na al›nd›¤› bir tablo ortaya ç›km›flt›. ‹ç kar›fl›kl›¤a do¤ru giden bu olaylar sonucunda hükümetin gözü korkmufl olmal› ki, gösteriden birkaç gün sonra Kopenhag Belediye Baflkan› Ritt Bjerregaard, G13 ‹nisiyatifi’nin isteklerini görüflmeye karar verdi¤ini aç›klad›. Y›kt›klar› binan›n yerine belediyeden yeni bir yer sözü alan, ama geçen onca zaman içerisinde istekleri yerine getirilmeyen G13 ise görüflme öncesinde flartlar›n› flöyle belirledi: “Yeni ev, eski iflgal evinin bulundu¤u semtte olacak, ba¤›ms›z yönetilecek, eski Ungdomshuset ile ayn› tür aktivitelerin düzenlenmesine izin verilecek ve bir krona bile mal olmayacak.” Geçen dönem içerisinde yeni mekân için gönüllülerden toplad›klar› para 13 milyon krona (yaklafl›k 3 milyon YTL) ulaflan G13 ‹nisiyatifi, bu paray› hakettikleri mekân› sat›n alarak de¤il, yapacaklar› aktiviteler için kullanmay›
düflünüyor ve talepleri gerçekleflene kadar mücadeleye devam etmeye kararl› gözüküyor. Devletsiz mahalle Ungdomsguset, hiç kuflkusuz Christiania ile birlikte Kopenhag’daki radikal cemaatin en önemli merkezlerinden birisiydi. Ne var ki, 1970’lerin sonlar›nda terkedilmifl askerî barakalara yerleflerek devletsiz özerk bir yap› kuran anarflistlerin, hippilerin ve komünistlerin alternatif sosyal deneyimlerini yaflad›¤› Christiania da ayn› türden bir bask›n›n alt›nda. Hükümetin, flehrin merkezine yürüme mesafesinde olan ve emlak de¤erinin oldukça yüksek oldu¤u söylenegelen bu bölgeye ifl merkezleri kurma fikrinde olmas› sadece bu bölgede yaflayan 900 kadar Christianial›y› ilgilendirmiyor. Zira, Christiania’n›n da kaybedilmesi ayn› zamanda tüm ‹skandinavya’da özgürlükler alan›nda mutlak bir yenilgi anlam›na geliyor. Asl›n› söylemek gerekirse de¤iflen dünya koflullar› alt›nda Christiania’da politik miras›ntan arta kalanlar da sorgulanmakta. Christiania son zamanlarda ekseriyetle gündeme, medyan›n da manipülasyonuyla, uyuflturucu haberleriyle geldi. Kendi kendini yönetme gelene¤i, hoflgörü ve diyalo¤a dayal› radikal demokrasi anlay›fl› ve kazan›mlar› arka plana itildi. Tüm yaflananlar kapitalist sistem içersinde en geliflmifl sosyal devlet anlay›fl›na sahip oldu¤u iddia edilen toplumlarda bile özgürlüklerin asl›nda kumdan kaleler üzerinde yükseldi¤ini gösteriyor. Sistemin farkl›l›klara tahammülsüzlük, karfl›
kültürlerin ve alternatif özgür alanlar›n ortadan kald›r›lmas› ve kollektif yaflam formlar›n› d›fllamay› hedefleyen bu anlay›fl› kendisi d›fl›nda kalan herfleyi yok etme niyetinde oldu¤unu kan›tl›yor. Ne var ki, son olaylarla hükümetin baltay› tafla vurdu¤u, Danimarka gençli¤ini uyand›rd›¤›n› da eklemek gerekiyor. Sistemin alternatif her türlü düflünceye tahammülsüzlü¤ü ve artan devlet bask›s› geçmiflte elde edilen özgürlüklerin art›k bir kenarda oturarak korunamayaca¤›na dair inanc› pekifltiriyor. Geçen ay yay›nlad›klar› manifestoda G13 ‹nisiyatifi bu farkl›l›klara tahammülsüzlü¤ü ve de¤iflimi flöyle anlat›yord›: “Normlar›n d›fl›nda kalan herkes politik sistemin, mahkemelerin ve polisin denetimlerinin ve iktidar kullan›m›n›n yo¤unlaflt›¤›n› görmektedir. Göçmen gençlik olsun, uyuflturucu ba¤›ml›lar› olsun, grafitti ressamlar›, esrar içicileri, raverlar ya da anti-›rkç› punklar olsun, günlük hayatta hepimiz ayn› polis bask›s›n›, fliddetini, yasal olmayan tutuklamalar›, gözetim ve tacizleri yafl›yoruz. Polis bask›s›n› ve haklar›m›za sald›r›lar› sorgulamayan medya ve politikac›lar taraf›nda yo¤un bir suçlu kategorisine itilme ile karfl› karfl›yay›z. Geçen alt› ayda hareketimiz daha önce hiç olmad›¤› kadar bask›ya maruz kald›. Art›k norm, kitlesel tutuklamalar, ola¤anüstü haller, yasal olmayan ev bask›nlar› ile toplanma ve gösteri yapma özgürlü¤ümüze sald›r›lar oldu.” Manifesto’nun tümüne http://aktiong13.dk/ adresinden ulaflabilirsiniz. –Serhan Mersin
Kopenhag belediyesi taraf›ndan y›kt›r›lan Gençlik Evi, 1910’da, Clara Zetkin’in dünya kad›nlar günü düzenlenmesi fikrini ortaya att›¤› ‹kinci Enternasyonal’in Kad›nlar Konferans›’na ev sahipli¤i yapan ve tarihi boyunca da sendikalar›n merkezi konumunda olmufltu. Aktion G13 hareketi, Gençlik Evi’nin tarihsel kimli¤ini sürdürmek için belediyeden yeni bir yer talep ediyor.
Seyit Mohsen (ney), Ulafl Özdemir (ba¤lama), Ali Akbar Moradi (setar), Ferzad Samseray (def)
Bektaflinin demi… TAHRAN– Önce manzaray› özetleyeyim: Ramazan ay›nda Tahran’day›m, gökten düflmüfl üç farkl› Kürtle, birkaç gün sonra verece¤imiz konser için prova yapmaya çal›fl›yoruz. Nas›l m› farkl› bu Kürtler? Üçü de Kirmanflahl› olan bu Kürtlerin ilki, neyzen Seyit Mohsen fiii, di¤eri def ustas› Ferzad Samseray Sünni, üçüncüsü tanburi Ali Akbar Moradi ise Ehl-i Hak (bizdeki AleviBektaflili¤e çok benzer, heterodoks bir inanç) kökenli. Sünni olan dinle iliflkisini çoktan b›rakm›fl, Ehl-i Hak zaten Ramazan’daki orucu tutmuyor, fiii ise üç vakit namaz› ve tam tuttu¤u orucu ile s›ms›k› bir fiii. Onlar›n yan›nda ise Türkiye’den gelen bir Alevi! Asl›na bakarsan›z, oruç tutsan›z da tutmasan›z da Ramazan ay›nda ‹ran’da olmak, zaten sevap kazan›lacak bir durum. Evler d›fl›nda herhangi bir flekilde d›flar›da yemek bulma, yeme flans›n›z yok. Dolay›s›yla, ço¤u zaman açl›¤a talim etme mecburiyetindesiniz. Bizim ekip gibi bütün günü sadece müzik yemekle geçirince sevaplar›n›z daha da art›yor... ‹çkinin helâli, haram› ‹ran’›n tan›nm›fl Ehl-i Hak müzisyenlerinden Ali Akbar Moradi ile Tahran’da, Razaman’›n hemen bitiminde verece¤imiz iki konser için çal›fl›yoruz. Ba¤lama ve Ehl-i Haklar’›n kutsal saz› tanbur ile haz›rlad›¤›m›z ilk bölümün ard›ndan, konserin ikinci k›sm›nda bize efllik edecek iki Kürt dostumuzla saatler süren provalar›n aras›nda ço¤u zaman dinî konular hakk›nda flakalar yap›yoruz birbirimize. Kimsenin durumdan incindi¤i yok, hele ki çay içmeyen ve 40 günlük riyazette (dünya zevklerinden kaç›nma ve nefsin isteklerini yenmeye çal›flma) olan fiii dostumuza Ramazan’› konu alan Bektafli f›kralar› anlatt›kça hepimiz daha da keyifleniyoruz. Bektafli’nin, Ramazan’da içki içmesine
sinirlenen sofuya verdi¤i cevap karfl›s›nda küçük dilini yutuyor Seyit Mohsen. fiöyle diyor Bektafli: “E¤er sen bu içkiyi içersen her zaman helâldir, ama bu içki seni içerse iflte o zaman haramd›r”! F›kralar hofluna gitse de, fiiilikle onca ortak noktas› olmas›na ra¤men, dini hayat› bu kadar farkl› yorumlayan Anadolu’daki Alevi-Bektaflili¤i bir türlü anlayam›yor Mohsen. Hatta herhangi bir Bektafli cemine kat›labilmesi için dem almas› gerekti¤ini söyledi¤imde cevap vermiyor. Birlikte verece¤imiz konserlerin son gününe kadar kendisiyle her göz göze geliflimizde bunun flaflk›nl›¤› yüzüne yans›yor. Az›nl›k içinde az›nl›k olmak Seyit Mohsen’in namaz molalar› ve Ferzad dostumuzun uyku aralar›nda, Ali Akbar Moradi ile ‹ran Kürtleri’nin genel sorunlar›ndan konufluyoruz. Moradi, ‹ran’da Kürt ve Ehl-i Hak kimli¤i ön plana ç›km›fl bir müzisyen. Verece¤imiz konserler için bürokratik ifllemleri nas›l halletti¤ini anlat›rken hem Kürt hem de Ehl-i Hak olmas›n› “az›nl›k içinde az›nl›k” olarak tan›ml›yor. Bu yüzden, konserde söyleyece¤i eserlerin sözlerinden müzisyenlerin kimliklerine kadar herfleyi Müzik Dairesi’ne onaylatmas› gerekiyor. ‹ran’da etnik gruplar›n kendi dillerinde yay›n ç›karmas› ya da konser vermesi önünde bir engel yok. Ancak Moradi gibi dinî kimli¤i de olan müzisyenlerin söyleyecekleri sözler konusunda çok daha dikkatli olmalar› gerekiyor. 11. yüzy›ldan bu yana, t›pk› Türk edebiyat›n›n köklü fliir geleneklerinden biri olan AleviBektafli fliiri gibi oldukça s›k› bir fliir gelene¤ine sahip olan Ehl-i Hak fliiri de bat›nî yap›s›n›n yan› s›ra sözünü sak›nmayan bir fliir gelene¤i. Dinin zahirî k›sm›yla ilgilenenlere pek de hofl gelmeyen bu gelenek, ‹ran’da ortal›¤a ç›kmay› pek tercih etmeyen, kendi içine kapal› bir Ehl-i Hak toplumu yaratm›fl bulunuyor. Moradi, ‹ran içinde ve d›fl›nda yapt›¤› tüm
çal›flmalarda, bu inanç ve kültürü d›fl dünyaya tan›tma görevini de üstlenmifl. Ancak bu durumda, hem d›flar›yla (‹ran hükümeti ve bürokrasisi) hem de içeriyle (Ehl-i Hak toplumu ve dinî önderleri) iliflkilerini belli bir seviyede tutmak zorunda oldu¤unu anlat›yor. Ba¤laman›n tanburla buluflmas› 2002’de Fransa’da, Ehl-i Hak müzi¤inin kutsal makamlar›n› dört CD’lik bir kutuda “The 72 Rituel Maqam of the Yarsan” ad›yla, dinî liderlerinin izniyle dünyada ilk kez yay›nlayan Moradi, bu CD’nin geliri ile yapmay› planlad›¤› tanburhane için giriflimlere geçti¤imiz sene bafllad›¤›n› söylüyor. Tabii öncelikle bürokratik izinleri halletmesi gerekiyor. Kirmanflah’a ba¤l› Guran bölgesindeki köyünde bafllatt›¤› bu inflaatta, dünyan›n dört bir yan›ndaki tanbur ö¤rencilerinin hem bu saz›, hem de sazla icra edilen inanc›n tüm özelliklerini ö¤renmek üzere kurulacak tanbur okuluna dönüfltürmek için gece gündüz tu¤la tafl›d›¤›n› söylerken gözleri doluyor Moradi’nin. Son günlerde devlet yetkilileri ile yaflad›¤› sorunlar daha da artm›fl. T›pk› konserler için gerekli izinler gibi tanburhane için de çeflitli devlet dairelerinden izin almak zorunda, ancak henüz bir cevap alabilmifl de¤il. Devlet yetkilileri, Moradi’nin bu okulun paras›n› nereden buldu¤unu, bunun bir cemevi olup olmad›¤›n›, tanbur e¤itiminin neye hizmet edece¤ini ö¤renmek istiyorlar. Bu yüzden, henüz dört duvar› çat›lm›fl binan›n çat›s›n›n yap›lmas›n›n izni ç›km›fl de¤il. ‹zinler ç›kmasa da, Tahran’da verece¤imiz iki konserin ve ileriki aylarda ‹ran’›n de¤iflik flehirlerinde yapaca¤›m›z di¤er konserlerin gelirlerinin belli bir bölümünü Moradi’nin tanburhanesi için ay›rmay› di¤er müzisyen arkadafllar›m›z›n da onay›yla kararlaflt›r›yoruz. Ramazan’›n son günlerine denk düflen iki gecelik konserlerimizi,
‹ran’›n dini lideri Ayetullah Ali Hamaney’in sahibi oldu¤u bir kültür kompeksine ba¤l› konser salonu olan Andesheh Hall’de veriyoruz. Hamaney’in her zaman rehber olarak gördü¤ü ve büyük sayg›yla and›¤› Humeyni’nin sözleriyle süslenmifl duvarlar aras›nda, oldukça fl›k, Barok tarzda, balkonlu genifl bir salon Andesheh. Küçük hal›lar ve kilimlerin yan› s›ra çiçeklerle bezenmifl sahnede, sanki bir kutlama yap›yor edas›yla çal›yoruz iki gece üst üste. Konserin ev sahibi Moradi, bir yandan dinleyicilere k›sa anekdotlar anlat›p onlarla hofl bir temas kuruyor, di¤er yandan her flark›daki ayr› neflesiyle bizleri de keyiflendiriyor. ‹zleyiciler aras›nda Kürt ve Fars kökenliler ço¤unlukta olmas›na ra¤men, az say›daki Türkler de konserlere ilgi gösteriyor. Her konser sonunda bizleri bekleyen yo¤un kalabal›kla uzun uzun sohbet etme flans›m›z oluyor. Hepsinin ortak dile¤i, bu kardefllik ortam›n› uzun süre tafl›mam›z; ba¤lama ve tanburun dünyadaki bu ilk buluflmas›n›n Türkiye ve ‹ran halklar›n›n da yak›nlaflmas›na bir vesile olmas›... Tabii bunlar›n yan› s›ra Seyit Mohsen’in flaflk›nl›¤› halen geçmifl de¤il. Mohsen, tez zamanda Türkiye’ye gelmek ve mutlaka bir Alevi-Bektafli cemine kat›lmak iste¤ini söylüyor ayr›lmadan önce. Ben de ona dem mevzusunu hat›rlat›yorum, “helâlinden içkiye haz›rlan” diyorum. Konserlerin ard›ndan Türkiye’ye dönüfle haz›rlan›rken, havaalan›na gitmek için taksiye bindi¤imde, önce Türkiye’de olan biteni duyuyorum, meclisteki tezkere hezeyan›n› ö¤reniyorum. Bafl›mdan kaynar sular dökülüyor. Ard›ndan Putin’in olayl› bafllayan Tahran maceras›n› dinliyorum. Üzerimde Kürt dostlar›mla geçirdi¤im keyifli saatlerin mestli¤i, önümde savafl 盤›rtkanl›¤›n›n hüküm sürdü¤ü bir ortam›n ürküntüsüyle ‹stanbul’a merhaba diyorum .–Ulafl Özdemir
9
Erdo¤an’›n “Hamdolsun istedi¤imizi ald›k” dedi¤i Washington zirvesinden on gün sonra, 15 Kas›m akflam›, HaberTürk’ün anahaber bülteni: “Diyarbak›r’da bir ilk: Atatürk’ün Diyarbak›r’a gidiflinin 70. y›ldönümünde yap›lan törenlerde askerler slogan atarak yürüdü.” Polislerin “kahrolsun insan haklar›” diye slogan atarak yürüdükleri bir ülkede, askerler hangi sloganlar› atabilirdi? HaberTürk’te izliyoruz: “Tek dil, tek bayrak, tek millet, tek vatan”, “En büyük Türk, Atatürk”, “Bayrak inmez, vatan bölünmez”... (“fiehitler ölmez” yerine “bayrak inmez”in tercih edilmesi dikkat çekici tabii.) Arkas›ndan Onuncu Y›l marfl› geliyor. Reklam aras›ndan sonra, sunucu Saynur Tezel’in ifadesiyle “kafa kar›flt›r›c›” bir haber geliyor: “Baflbakan Erdo¤an, Prag’a giderken yapt›¤› aç›klamada ‘önce silahlar b›rakt›r›lmal›’ derken ne demek istedi?” Baflbakan›n görüntüsü geliyor ekrana, ama söyledi¤i farkl›: “Tavr›m›z her fleyden önce silahlar›n b›rak›lmas›na yönelik.” Bu cümleyi Erdo¤an’›n a¤z›ndan birkaç kere duymam›za ra¤men, sunucu “önce silahlar b›rakt›r›lmal›”da ›srar ediyor. Haberin, HaberTürk’ün “kafas›n› kar›flt›rmas›” do¤al. “Silahlar›n b›rak›lmas›” ifadesi “taraflara” örtülü bir ateflkes ça¤r›s›n›, “silahlar›n b›rakt›r›lmas›” ise PKK’ya pes ettirmeyi imliyor. Elbette, birinci ihtimal tahayyül ötesi. Kamuoyu aya¤a kalkm›flken, asker tezkereyi cebine koymuflken... Ama, Prag dönüflünde Erdo¤an, A¤ar’›n “ovada siyaset yaps›nlar” sözünü neredeyse aynen tekrarl›yor. Ve böylece, 5 Kas›m’da ne oldu¤u ayan beyan oluyor. ‹mparatorlu¤un baflka planlar› var, o planlar içinde TSK’n›n Kuzey Irak’a girmesi yok. Sadece ve sadece TSK’n›n zevahiri kurtaraca¤› kapsamda bir müdahaleye müsaade var. TSK flimdilik bununla yetinmek zorunda. Seçim öncesinde, s›n›rötesi harekâta “öfkeyle kalkan zararla oturur” diyerek karfl› ç›kan, ancak yukar›dan ve afla¤›dan gelen bask›lara daha fazla direnemeyip 17 Ekim’de TSK’ya tezkereyi veren AKP ise, kendine biçti¤i Yeni Osmanl› rolüne uygun olarak hem ABD’yle, hem Kuzey Irak’la iyi iliflkiler kurmak istiyor. “‹yi” iliflkinin Türkçesi Sam Amca’yla ortakl›k, Kürtlere patronluk. Sahnede bir de DTP var: Büyükan›t’›n “ad›n› a¤z›ma almak bile istemedi¤im parti” diye bahsetti¤i, Ali Babacan’›n muhalefet partilerini 5 Kas›m zirvesi hakk›nda bilgilendirme ziyaretlerine dahil edilmeyen, genel baflkan›n›n meclisteki partilere “terör zirvesi de¤il, demokrasi zirvesi yapal›m” ça¤r›s› yapt›¤› günün ertesinde Yarg›tay’›n kapat›lmas› için dava açt›¤› DTP... Büyükan›t’›n s›n›rötesi harekât› resmen talep etti¤i 12 Nisan 2007’den bugüne, Kürt sorununun seyrini kilometre tafllar›na ve sahnedeki aktörlerin tutumlar›na bakarak izlemek üzere, ‹rfan Aktan’›n kay›t defterine ba¤lan›yoruz.
10
ABD - TSK - AKP VE KÜRT SORUNUNDA YOL AYRIMI
Silahlar b›rak›ls›n m›, b›rakt›r›ls›n m›?
22
Temmuz seçimlerinden sonra, artan operasyonlara karfl›l›k eylemlerine h›z veren PKK, 7 Ekim’de fi›rnak’ta Gabar Da¤›’nda, operasyondan dönen Bolu Da¤ ve Komando Tugay›’na ba¤l› askerleri pusuya düflürerek biri astsubay 13 askeri öldürmüfltü. Seçim sonras›nda ne hükümetin ne de TSK’n›n gündeme getirdi¤i s›n›rötesi harekât›n, bu sald›r›dan sonra gündeme geldi¤i, ama AKP hükümetinin operasyona izin veren tezkereyi meclise getirmemeye çal›flt›¤› biliniyor. 17 Ekim tezkeresi Baflbakan Erdo¤an, seçim öncesinde yapt›¤› aç›klamalarda s›n›rötesi harekâta gerek olmad›¤›n›, öncelikle s›n›r içindeki PKK’lilerin etkisizlefltirilmesi gerekti¤ini söylerken, TSK’n›n s›n›rötesi harekât talebinin, seçimlerde CHP’nin ifline yarayacak AKP karfl›t› bir tasar› oldu¤unu düflünüyor olmal›yd›. Bu yüzden de seçim kampanyas› ve sonras›ndaki dönemde, hükümet s›n›rötesi operasyondan söz etmemeye ve ettirmemeye gayret gösterdi. Hatta Ankara’daki diplomasi muhabirleri, Cumhurbaflkan› Abdullah Gül’ün Irak Cumhurbaflkan› Celal Talabani’yi Türkiye’ye davet edebilece¤ini ifade ediyordu. Böylece, hem Türkiye Irak konusunda daha bar›flç›l bir d›fl politika izleyecek, hem de AKP 22 Temmuz’da büyük destek ald›¤› Kürtlere “teflekkür” etmifl olacakt›. Türk d›fl politikas›n›n bar›flç›l bir evreye girmesi de hiç de¤ilse yerel seçimlere kadar ekonomide göreli istikrar›n sürdürülebilmesi, AKP’nin Kürt bölgelerinde belediyeleri DTP’nin elinden almas› anlam›na gelebilecekti. Bunun tedirginli¤ini yaflayan DTP’nin seçim sonras› temel çal›flmas›n›n, önümüzdeki y›l yap›lacak olan yerel seçimlere yönelik olaca¤› herkesin malûmuydu. “Seçimlerden yenik ç›kan” TSK da s›n›r ötesi harekât›n gereklili¤ini, 22 Temmuz öncesindeki kadar gündeme getirmezken, bu dönemde PKK, s›n›rötesi harekât›n koflullar›n› oluflturmak için elinden geleni ard›na koy-
Türkiye, bölgesel düzeyde belki de ilk defa bu kadar desteksiz kald›. Kürtlerle her kriz döneminde hemfikir olan bölge ülkeleri, hem ABD’yle iliflkilerini daha da germemek, hem de Kuzey Irak emelleri “mu¤lâk” görünen Türkiye’nin politikas›na dahil olmamak için itidal ça¤r›s› yap›nca, geriye Bush’un “s›n›rötesi harekât Türkiye’nin zarar›nad›r” aç›klamas›n› 5 Kas›m’da tekrarlamas› kald›…
mad›. PKK’nin eylemleri sonucunda, medya ve TSK’n›n bask›lar›na daha fazla direnemeyen hükümet, 17 Ekim’de tezkereyi meclise getirdi ve 507 milletvekilinin onay›n› alarak kabul ettirdi. Tezkerenin kabulü, PKK’nin yeni bir operasyonla karfl› karfl›ya gelece¤i anlam› tafl›mas›na ra¤men PKK eylemlerine ara vermedi. TSK’n›n kendisini s›k›flt›rmak için s›k s›k kamuoyuna “hükümet icazet verirse biz haz›r›z” fleklindeki aç›klamalar›n› önceleri duymazdan gelen AKP hükümeti, bu düellodan kârl› ç›kman›n tek yolunun, TSK’yla ayn› dili konuflmaktan geçti¤ini düflünerek Kuzey Irak yönetimine karfl› söylemini sertlefltirdi. Hükümetin önde gelen isimleri, Barzani ve Talabani hakk›nda hakarete varan aç›klamalar yapmaya, Erbil’deki yap›ya müdahalenin farz oldu¤unu söylemeye bafllad›. Böylece, AKP’nin Barzani’yi korudu¤una dair alg› büyük ölçüde de¤ifltirilmifl oldu. AKP’deki söylem de¤iflikli¤i CHP’nin de ezberini bozdu. 5 Kas›m’da ABD’den eli bofl dönen Erdo¤an’›n yan›nda Genelkurmay ‹kinci Baflkan› Orgeneral Ergin Saygun’un da bulunmas› CHP’ye pek bir hareket alan› b›rakmam›fl oldu. ABD-Türkiye görüflmesinden “olumlu” sonuç ç›kmamas›, buna TSK’n›n da itiraz etmemesi CHP’nin söylem de¤iflikli¤ine sebep oldu. Fakat, 9 Kas›m 2005’te fiemdinli’deki Umut Kitabevi’ne yap›lan sald›r›dan, 5 Kas›m 2007’deki ABDTürkiye görüflmesine kadar Türkiye’nin ç›karlar›n›n Kuzey Irak’a müdahaleden geçti¤ini ›srarla dile getiren Deniz Baykal’›n, bu tarihten sonra Kuzey Irak’la daha bar›flç›l bir diyalogun kurulmas› gerekti¤ini söylemesinin esas nedeni, Türkiye’de h›zla yükselifle geçen ve devlet yap›s›n› da tehlikeye sokabilece¤i düflünülen Kürt-Türk ayr›flmas› olmas› daha muhtemel. Nitekim, Gabar Da¤›’nda 13 askerin yaflam›n› yitirmesi, CHP’nin de ajitasyonuyla ‹stanbul, ‹zmir, Bursa ve Mersin gibi yo¤un Kürt göçü alan illerde ›rkç› sald›r›lar› art›rm›fl, “PKK terörü” sözü art›k “Kürt terörü” olarak medyada yer bulmaya bafllam›flt›.
21 Ekim eylemi ve 5 Kas›m zirvesi PKK’nin, bölgesel düzeyde “Kürt birli¤i” alg›s›n› yaratmak, Türkiye’yi ABD’yle karfl› karfl›ya getirmek ve TSK’ya a¤›r kay›plar verdirerek Türkiye ve dünya kamuoyuna gücünü göstermek için tezkereyi meclisten geçirtmeye çal›flt›¤›n› söylemek mümkün. Bölgedeki dengeleri yak›ndan takip eden analistlerin, kullan›laca¤›n› pek muhtemel görmedikleri tezkerenin kabulünden sadece dört gün sonra, Yüksekova’n›n Da¤l›ca m›nt›kas›nda PKK’lilerin sald›r›s› sonucu resmî rakamlara göre 12 asker yaflam›n› yitirdi, flu anda tutuklu bulunan sekiz asker ise kaç›r›ld›. Irak s›n›r›ndaki bu hareketlilik gündemdeyken, Bingöl ve Tunceli gibi daha iç bölgelerde yaflanan çat›flma ve ölümler medya ve TSK taraf›ndan gündeme dahil edilmedi. Bir yandan PKK, Türkiye’yi Kuzey Irak’a çekmeye çal›fl›rken, TSK da AKP hükümetini zor durumda b›rakmak için s›n›rötesi harekâta icazet talebinde bulunuyordu. Ancak, gerek TSK’n›n gerekse CHP’nin kurgulad›¤› denklem, 5 Kas›m’daki Bush-Erdo¤an görüflmesiyle bozulmufl oldu. Ba¤dat’taki fiii hükümet, Bölgesel Kürt Hükümeti karfl›s›nda Türkiye’nin taleplerini karfl›lamaya hevesli görünürken, Barzani peflmerge güçlerini olas› bir s›n›rötesi harekâta karfl› koymak için s›n›r boylar›nda konuflland›rd› ve ABD’nin Irak iflgalinden bu yana sürdürdü¤ü milliyetçi pozisyonunu PKK lehine sürdürdü. Barzani’nin tutumu, ABD’nin Türkiye’ye icazet vermesini iyice imkâns›z k›larken, Türkiye’de yükselifle geçen anti-Kürt alg› karfl›s›nda PKK, Kürt-Türk ayr›flmas›n›n yaflanabilece¤ini ima ederek Ekim ay› sonunda flu aç›klamay› yapt›: “Bugün art›k ulusal demokratik bilinç ve iradeye kavuflmufl; siyasî, diplomatik, toplumsal, kültürel, ideolojik, felsefî ve meflru savunma güçleriyle bir Kürt ulusal gerçe¤i a盤a ç›km›fl bulunmaktad›r. Biz Kürt özgürlük hareketi olarak, bir kez daha, Cumhuriyetin demokratikleflmesine ba¤l› olarak, demokratik özerklik temelinde halk›m›z›n Türk halk›yla eflitlik, özgürlük ve kardefllik içerisinde yaflayaca¤›na inan›yoruz. Halk›m›z›n ve hareketimizin bu yönlü çözümleyici ve bar›fl› gelifltiren yaklafl›mlar›na karfl›, inkârimha siyasetinin devam etmesi halinde, birlikte yaflaman›n koflullar›n›n büyük zarar görece¤inin bilinmesi gerekir.” Barzani, Ahmedinejad, Esad Türkiye’nin ABD ve Barzani’ye ra¤men s›n›rötesi harekât› gerçeklefltiremeyece¤ine, bunun Türkiye’ye tahmin edilenden çok daha a¤›r askerî, siyasî ve ekonomik kayba mâl olabilece¤ine önceki say›lar›m›zda de¤inmifltik. Yan› s›ra, bölgesel dengeler de Türkiye’nin flu ana kadarki Irak stratejisini hükümsüz k›lmaya bafllad›. Federal Kürdistan Bölge Baflkan› Barzani, 27 Ekim’de El Cezire televizyonuna yapt›¤› aç›klamada, “KürtKürt savafl›na asla izin vermem” dedi. Erdo¤an’›n ABD’ye gitmeye haz›rland›¤› günlerde ‹ran Cumhurbaflkan› Mahmud Ahmedinejad’›n Irak Baflbakan› Nuri El Maliki’yle yapt›¤› telefon görüflmesinde, “PKK-Türkiye krizinin” diplomasi yoluyla çözülmesi gerekti¤ini söyledi¤i, Ba¤dat yönetimi taraf›ndan aç›kland›. ABD taraf›ndan terörist ilan edilmeyen ve s›k s›k Washington yönetimiyle görüfltü¤ü bilinen PKK’nin uzant›s› PJAK’la savaflan ‹ran yönetiminden böyle bir aç›klama gelmesi, Türkiye’nin elini iyiden iyiye zay›flatt›. 1999’da Abdullah Öcalan’› fiam’dan
Rusya’n›n eski D›fliflleri Bakan› Primakov, Moskovskiye Novasti gazetesindeki köflesinde önemli sorular sordu: “Irakl›lar›n ço¤u ve tüm komflu ülkeler ve birçok dünya ülkesi Irak’›n toprak bütünlü¤ünün korunmas› ça¤r›s›n› yapmaktad›r. Ancak, Irak Kürtlerini de içine alacak flekilde Türkiye, ‹ran ve Suriye Kürtlerinin bir Kürt devleti kurulmas›ndan bahsedenler de vard›r, ki bu taraf da a¤›r basabilir. Acaba milyonlarca nüfusu olan Kürt halk›n›n kendilerine ait bir devlet kurma çabas›na itiraz etmek gerekir mi?
ç›karan ve o tarihten sonra Türkiye’yle s›cak iliflkileri doru¤a ç›kan Suriye de ‹ran’la benzer bir yaklafl›m içinde oldu. Tezkerenin meclis gündemine geldi¤i günlerde Türkiye’yi ziyaret eden Beflar Esad, s›n›rötesi harekât›n Türkiye’nin hakk› oldu¤unu söyledi, ama ülkesine döndükten hemen sonra, sözlerinin yanl›fl anlafl›ld›¤›n› ve sorunun diplomatik yollardan çözülmesi gerekti¤ini aç›klad›. Bush’un 2003’te ‹ran, Irak ve Kuzey Kore’yle birlikte Suriye’yi de “fler ekseni”ne katmas›ndan sonra ABD’ye “kafa tutmaktan” vazgeçen Esad, Talabani ve Barzani taraf›ndan da sert sözlerle elefltirilince, ABD’yi tekrar karfl›s›na alma riskini de hesaba katarak Türkiye lehine aç›klamalar yapmaktan vaz geçti. 17 Ekim’de Türkiye’yi ziyaret eden Esad’›n, ‹srail’in 6 Eylül’deki hava sald›r›s›n› da Türk yetkililerle görüfltü¤ü biliniyor. Esad’›n ziyaretinden bir hafta önce Suriye’de bulunan D›fliflleri Bakan› Ali Babacan, ‹srail’in Suriye’ye yönelik sald›r›lar› için Türk hava sahas›n›n kulland›r›lmayaca¤›n› aç›klam›flt›. Bu, Türkiye’nin Irak politikas› konusunda Suriye’yi yan›na çekmek için yapt›¤› bir “jest” olarak yorumland›. Ancak, Babacan’›n bu aç›klamas› üzerine Türkiye’ye gelip Kuzey Irak harekât›na destek veren Esad, dedi¤imiz gibi, geri ad›m atmak zorunda kald›. 28 Ekim’de Tahran’› ziyaret eden Ali Babacan’a “silah d›fl›nda baflka çözüm yollar› da var” diyen ‹ran D›fliflleri Bakan› Manuflehr Muttaki, ertesi gün Suriye’ye giderek ‹ran’›n geliflmeler karfl›s›ndaki tutumunu aktard›. Muttaki ve Suriye D›fliflleri Bakan› Welid Muallim, düzenledikleri ortak bas›n toplant›s›nda PKK sorununu diplomatik yollardan çözmek için iki ülkenin iflbirli¤i yapaca¤›n› duyurdu. Türkiye, 5 Kas›m’daki Bush görüflmesi öncesinde, bölgesel düzeyde belki de ilk defa bu kadar desteksiz kald›. Kürtlerle her kriz döneminde, hemfikir olan bölge ülkeleri, hem ABD’yle iliflkilerini daha da germemek hem de Kuzey Irak emelleri “mu¤lâk” görünen Türkiye’nin politikas›na dahil olmamak için itidal ça¤r›s› yap›nca, geriye Bush’un “s›n›rötesi harekât Türkiye’nin zarar›nad›r” aç›klamas›n› 5 Kas›m’da tekrarlamas› kald›…
Primakov’un sorular› Di¤er yandan, Rus istihbarat servisi yetkililerinden ve eski d›fliflleri bakan› Yevgeny Primakov, Türkiye’nin s›n›rötesi harekât plan› konusunda, Bush-Erdo¤an görüflmesinden önce, tezkerenin kabulünden hemen sonra, Moskovskiye Novasti gazetesindeki köflesinde önemli sorular sordu: “Türkiye, Türk topraklar› d›fl›ndaki militanlara karfl› askerî operasyon düzenleme hakk›na sahip midir? Ankara, Kürtleri ba¤›ms›zl›k noktas›nda cesaretlendirebilir gerekçesiyle Kürtlere hiçbir flekilde özerk yönetim vermeyi kabul etmemektedir. Bu flartlarda, Ankara’n›n tavr›n› desteklemek mümkün müdür? Irak topraklar›n›n toprak bütünlü¤ünden söz edilmektedir. Do¤ru, Irakl›lar›n ço¤u ve tüm komflu ülkeler ve di¤er birçok dünya ülkesi Irak’›n toprak bütünlü¤ünün korunmas› ça¤r›s›n› yapmaktad›r. Ancak di¤er tarafta Irak Kürtlerini de içine alacak flekilde Türkiye, ‹ran ve Suriye Kürtlerinin bir Kürt devleti kurulmas›ndan bahsedenler de vard›r ki bu taraf da a¤›r basabilir. Acaba milyonlarca nüfusu olan Kürt halk›n›n kendilerine ait bir devlet kurma çabas›na itiraz etmek gerekir mi? Amerikan kuvvetlerinin Irak’a yapt›¤› nakliyat›n yüzde 70’i Türkiye üzerindendir. ABD’nin olan bitenden duydu¤u kayg› da bu yüzdendir. Amerikal› yetkililer Ankara’y› ziyaret etmifltir. Ancak Türk güçlerinin Irak’› iflgali meselesi gündemdedir. Tüm bunlar Washington’u ABD güçlerinin Irak’tan çekilme takvimini ilan etmeye sevk edebilir... Ancak bu ihtimal Türkiye’nin muhtemel operasyonunu desteklemek için bir gerekçe olabilir mi? Bence tüm bu sorulara cevap vermek oldukça zordur.” PKK-PJAK-ABD üçgeni PKK liderlerinden Murat Karay›lan’›n, ABD’nin olas› bir ‹ran sald›r›s›nda ABD’nin yan›nda yer alacaklar›n› ima etti¤ini Express’in Eylül-Ekim say›s›nda aktarm›flt›k. Türkiye-ABD iliflkilerini yak›ndan takip eden gazeteci Yasemin Çongar’a göre, ABD yönetimi PKK’nin silahs›zland›r›lmas›n› ve PKK krizinin bar›flç›l yolla çözülmesini isterken, PJAK’la iliflkisini de sürdürüyor. Sorular›m›z› yan›tlayan Çongar’a göre ABD, Türkiye’nin PKK’ye
5 Kas›m zirvesinin yap›ld›¤› saatlerde Washington’da “Türkiye Kürdistan’› terk et” gösterileri yap›l›yordu.
11
yönelik silahl› mücadelesini meflru görmesine karfl›n, bunun sorunu çözmeyece¤ini düflünüyor: “Amerika, tek tarafl› büyük bir operasyon istemiyor. ABD, PKK’l›lar›n ‘eve dönüflünü’ istiyor. PJAK’l›lar s›k s›k Washington’a gelip ABD’li yetkililerle görüflmeler yap›yor ve ABD PJAK’› terör örgütü olarak görmüyor. Ama ayn› fleyi PKK için düflündü¤ünü söyleyemeyiz. Çünkü PJAK’› PKK’n›n bir uzant›s› olarak görmüyorlar. PKK, uluslararas› bir aktör oldu¤unu göstermek için ABD’yle iliflkisi oldu¤unu ima ediyor, ama esasen iliflki PJAK’la kuruluyor. ABD, PKK’y› terörist say›yor, ama örgütü hedef almamas›, PKK’yla mücadelenin ABD aç›s›ndan öncelikli olmad›¤›n› gösteriyor.” Çongar’a göre, 5 Kas›m’da gerçekleflen Bush-Erdo¤an görüflmesinden sonra, bölge ülkelerinin onay›n› alan s›n›rl› bir hava sald›r›s› olabilir. Bu sald›r›n›n da hem Irak ve Kürt yönetimini, hem ABD’yi, hem TSK ve hükümeti hem de PKK’yi rahatlataca¤›n› düflünen Çongar flu görüflü savunuyor: “Türkiye’de PKK’ya karfl› oluflan kamuoyu tepkisi, böyle bir hava harekât›ndan sonra dindirilebilir. Böylece muhalefet taraf›ndan elefltirilen AKP ve bence s›n›rötesi operasyonu AKP’yi köfleye s›k›flt›rmak için isteyen TSK rahatlar. Çünkü böyle bir operasyon, TSK aç›s›ndan da olumlu sonuçlar do¤urmaz. ABD ve Irakl› yöneticiler de rahatlar. Hava harekât›yla çok fazla y›pranmayacak olan PKK da rahatlar. Fakat, tam böyle bir süreçte, diyelim ki ‹zmir’de bir patlama yafland› ve siviller öldü. O zaman neler yaflanaca¤›n› tahmin etmek güç olur. Burada AKP hükümetine çok ifl düflüyor. Kürt sorununun çözümü için aç›l›m yapmak, flu anda tart›fl›lamayan sivil anayasa konusunda diretmek AKP’nin ödevidir. Bas›n›n tiraj sa¤lamak için sömürdü¤ü duygusal havaya hükümetin kap›lmamas› gerekiyor. Do¤rusu Washington ile Ankara’n›n bölgeye bak›fl› ayn› de¤il. O yüzden de tam bir ortakl›ktan söz etmek zor. Türkiye’de baz› kesimlerin hedefi sadece PKK de¤il, esas olarak Barzani. Bu, Türkiye’yle ABD’nin karfl› karfl›ya gelmesine neden olabilecek bir bak›fl.” Çongar’›n dikkat çekti¤i WashingtonAnkara “çat›flmas›”n› CIA’nin Türkiye masas› eski flefi Graham Fuller de Los Angeles Times gazetesine yazd›¤› makalede irdeledi. 19 Ekim tarihli yaz›s›nda Fuller flu analizi yapt›: “Türk-Amerikan iliflkileri asl›nda y›llard›r giderek kötüleflen bir seyir izliyor. Bunun temel izah› son derece basit: Washington’›n politikalar› pek çok alanda Türkiye d›fl politikas›n›n ç›karlar›yla derin bir uyumsuzluk gösteriyor. ø Kürtler: Son 16 y›lda ABD’nin Irak politikas› Türkiye için tam anlam›yla bir felâket oldu. 1991 Körfez savafl›ndan bu yana Irakl› Kürtler daha da özerk hale geldi ve flimdi de fiili bir ba¤›ms›zl›¤›n efli¤indeler. Böylesi bir Kürt varl›¤› Türkiye içinde Kürt ayr›l›kç›l›¤›n› tetikliyor. Dahas›, Washington, ‹ran’a karfl› Kürt teröristleri destekliyor. ø ‹ran: ‹ran Türkiye’nin en güçlü komflusu ve önemli bir petrol ve do¤algaz kayna¤›. Türkiye’nin enerji ihtiyac›n›n karfl›lanmas›nda Rusya’n›n hemen ard›ndan geliyor. Washington, ‹ran’da ABD yapt›r›m rejimini uygulayabilmek ad›na, Türkiye’ye ‹ran ile kurdu¤u derin ve kapsaml› iliflkileri sonland›rmas› konusunda bask› uyguluyor. Türkiye ve ‹ran aras›nda ‘sevgi’ denebilecek türden bir iliflki olmasa da, iki ülke aras›nda yüzy›llard›r cid-
12
di bir silahl› çat›flma yaflanmad›. Ankara, ABD’nin politikalar›n› Tahran’› radikallefltirme ve daha da soyutlama çabas› olarak görüyor. Bu da Türkiye’nin istemedi¤i bir fley. ø Suriye: Ankara’n›n Suriye ile iliflkileri son 10 y›l içinde 180 derece de¤iflti ve iki ülke iliflkileri gittikçe daha da gelifliyor. Hem Suriyeliler hem de di¤er Araplar Türkiye’nin hem NATO üyesi olup AB’ye girmeye çal›fl›rken hem de ABD’nin Irak’› iflgal etmesi için Türk topraklar›n› kulland›rmay› reddetmesi, kendi ‹slam de¤erlerine ve miras›na sahip ç›kmas›, Arap dünyas› ile iliflkilerini gelifltirmesi ve Filistin sorununda gerçekten dengeli bir konum benimsemesinden çok etkileniyor. Ankara, Washington’›n fiam yönetimini soyutlama bask›lar›na direniyor. ø Rusya: Rusya bugün Almanya’dan sonra Türk mallar›n› ithal eden ikinci büyük ülke. Türkiye Rusya’da inflaat sektörüne 12 milyar dolarl›k yat›r›m yapm›fl durumda. Rusya Türkiye’nin birincil enerji kayna¤› ve Ankara ekonomik gelece¤inin önemli bir parças› olarak gözünü Avrasya’ya çevirmifl durumda. Washington’a öfke duyan Türk generaller, e¤er Bat›’da elleri kollar› ba¤lan›rsa, Rusya’n›n stratejik ortakl›kta bir alternatif olabilece¤ini bile gündeme getiriyor. ø Filistin: Türkler, Osmanl› döneminde denetimlerinde bulunan Filistin konusuna büyük önem atfediyor. 40 y›ld›r ‹srail iflgali alt›nda yaflayan Filistin halk›n›n çekti¤i ac›y› da anl›yor. Ankara, Hamas’›, Filistin siyasetinin meflru ve önemli bir unsuru olarak görüyor ve orta yol bulmak istiyor. Washington ise reddediyor. Ankara’n›n ‹srail’le de iyi bir ba¤› bulunuyor, ancak ‹srail’e karfl› sert elefltiriler de yok de¤il. Türkiye, Washington’›n ortal›¤› kar›flt›ran ‘kötüleyici’ yaklafl›m›na karfl›, sab›rl› bir diplomasi yoluyla radikalleri ana çizgiye çekmek ve Ortado¤u’da önemli bir aktör ve arabulucu olmak istiyor.” Fuller’in dikkat çekti¤i gibi, Türkiye Ortado¤u’da önemli bir aktör oldu¤unu göstermek için Filistin sorunu konusunda ad›mlar at›yor. 13 Kas›m’da Ankara’da gerçeklefltirilen ‹srail Baflbakan› fiimon Peres ve Filistin lideri Mahmud Abbas görüflmesi, bunun en yak›n tarihli örne¤i. Bir yandan Suriye ve ‹ran’la da s›cak iliflkilerini sürdürmeye çal›flan Türkiye’nin, herkesin herkesle ç›kar çat›flmas› içinde oldu¤u Ortado¤u’da bu denge politikas›n› daha ne kadar sürdürebilece¤i meçhul. Fakat buna karfl›n, Türkiye Fuller’in iddia etti¤i gibi Washington’a arkas›n› dönebilece¤inin “güçlü iflaretleri”ni vermifl de¤il. Express’in Eylül-Ekim say›s›ndaki “Kürt afluresinde yeni tarifler” haberimizde de belirtti¤imiz gibi, ABD, Ortado¤u politikas› icab› ‹ran’a karfl› PKK (daha do¤rusu PJAK) ve Türkiye’yi yan yana getirmeye çal›flabilir. Bu çaba, Türkiye’yle ABD iliflkilerinin netleflmesinin bafllang›c› da olabilir. Çünkü pek ihtimal d›fl› görünmeyen bu çaba, Türkiye’yi ya Kürt sorununu çözüp PKK’nin bar›flç›l yollardan bitirilmesine veya Türkiye’nin ABD’yle karfl› karfl›ya gelmesine yol açacak gibi görünüyor. ABD’nin “PKK koordinatörü” Raltson’un Ekim ay› bafl›nda görevinden istifa etmek durumunda kalmas› ve koordinatörlük masas›n›n da¤›lmas›, ikinci ihtimali güçlendiren bir sinyal olarak okunabilir. Di¤er
yandan, ABD’nin istedi¤i zaman “yola” getiremeyece¤i bir örgüt olan PKK de ciddi bir “kazan›m” olmadan Türkiye’ye dönmeyece¤ini ve “demokratik özerklik” talebini ilân etmifl durumda.
CIA’nin Türkiye masas› eski flefi Graham Fuller: “Son 16 y›lda ABD’nin Irak politikas› Türkiye için tam anlam›yla bir felâket oldu. 1991 Körfez savafl›ndan bu yana Irakl› Kürtler daha da özerk hale geldi ve flimdi de fiili bir ba¤›ms›zl›¤›n efli¤indeler. Böylesi bir Kürt varl›¤› Türkiye içinde Kürt ayr›l›kç›l›¤›n› tetikliyor. Dahas›, Washington, ‹ran’a karfl› Kürt teröristleri destekliyor.”
Geronimo ve Ho fii Min 1800’lerin ikinci yar›s›nda Amerikan hükümetine karfl› silahl› mücadele veren Apaçilerin önderli¤ini yapan Geronimo’nun hayat›n›n anlat›ld›¤› film, Türkiye’de PKK’nin ortadan kald›r›lmas› yöntemlerinin tart›fl›ld›¤› günlerde, 11 Kas›m’da TRT’de yay›nland›. Teçhizatlar› tükenmek üzere olan Apache savaflç›lar› Geronimo’ya, teslim olmak d›fl›nda flanslar›n›n kalmad›¤›n› söyleyince, mealen flöyle bir yan›t al›yorlar: “Biz onlardan daha güçsüz olabiliriz, ama bu savafl Apaçilerin en uzun savafl› olacak. Savafl uzad›kça, Amerikan halk› da hükümete baflkald›racak ve bizim hakl› oldu¤umuz anlafl›lacak. O zaman, bay Washington buraya gelip bar›fl anlaflmas› imzalamak zorunda kalacak.” 1990’larda, Türkiye’den giden gazetecilerin sorular›n› yan›tlayan PKK lideri Abdullah Öcalan da Geronimo’nunkine benzer bir strateji kuruyordu. Öcalan’a göre PKK silahl› sald›r›lar›n› sürdürdü¤ü müddetçe, baflta çocuklar›n› yitiren asker aileleri olmak üzere, Türkiye kamuoyu bu savafl›n çözümsüzlü¤ünü dile getirecek ve hükümeti, orduyu, PKK’yle masaya oturmaya zorlayacakt›! Öcalan s›k s›k, Vietnam savafl›na Amerikan kamuoyunun tepkisini örnek gösteriyor, bazen de kendisini Ho fii Min’e benzetiyordu. Ayn› görüflü geçti¤imiz 9 Kas›m’da DEP eski milletvekili Hatip Dicle de dile getirmifl ve Özgür Gündem’deki bir yaz›s›nda, art›k flehit asker ailelerini örgütleyerek mücadelenin sürdürülmesi gerekti¤ine dikkat çekmiflti. Dicle’nin yaz›s›, o dönemde yaflam›n› yitiren aste¤men Zeki Burak Okay’›n annesi Neriman Okay’›n cenaze töreni s›ras›ndaki flu sözlerine dayan›yordu: “Ben o¤lumu asker olsun diye okutmad›m. Yavrumu en iyi okullarda okuttum. Zorla askere ald›lar. O¤lum sinek bile öldüremezken, insan öldürsün diye da¤a ç›kard›lar. O¤lum flehit de¤il, pisipisine öldü. Hakk›m› helâl etmiyorum.” Hatip Dicle’nin yaz›s› ve Neriman Okay’›n isyan›ndan sonra, yo¤un bir kampanyayla flehit ailelerinin bu tür “talihsiz” aç›klamalar yapmas›n›n önüne geçilmiflti, ama zaten Öcalan’›n öngörüsünü gerçeklefltirecek kadar yo¤un bir aile tepkisi de hiçbir zaman meydan bulmad› Türkiye’de. Dolay›s›yla, PKK Türkiye kamuoyundan bekledi¤i deste¤i veya Türk halk›n›n kendi hükümetine tepki göstermesini hiçbir zaman göremedi. Express’in Eylül-Ekim say›s›nda, PKK’nin “demokratik özerklik” projesinden söz etmifl, PKK’nin art›k bölgesel emelleri oldu¤unu, ‹ran’da PJAK, bölgesel düzeyde de ABD ve Barzani yönetiminin “moral deste¤i” ile daha “köklü” çözümlerin peflinde oldu¤unu belirtmifltik. 8 Kas›m’da gerçeklefltirilen DTP kongresinde de demokratik özerklik projesi gündeme geldi ve bu say›da Nurettin Demirtafl’la yapt›¤›m›z söylefliden de anlafl›ld›¤› kadar›yla, DTP bundan böyle PKK’nin bu projesini meclis gündemine tafl›maya kararl›. Abdullah Öcalan’›n ça¤r›s›yla 1999’dan itibaren Türkiye s›n›rlar› d›fl›na ç›kan PKK militanlar›, herhangi
bir flekilde muhatap al›nmay›p, ABD yanl›s› Osman Öcalan ve Nizamettin Tafl gibi önemli komutanlar›n›n ayr›lmas› sonucunda örgüt bölünmeye çal›fl›l›nca, PKK tekrar silahl› fliddete bafllam›flt›. Osman Öcalan ve ekibi, PKK’nin s›rt›n› tamamen ABD’ye vererek bu sayede Türkiye’yi daha köklü çözümlere zorlamas› gerekti¤ini dile getirince örgütten kovulmufl, PKK’ye nazaran daha milliyetçi bir yap› olan PWD’yi (Yurtsever Demokratlar Partisi) kurmufllard›. Fakat yeteri kadar güce eriflemeyen, Türkiye’deki Kürtlerin deste¤ini alamad›¤› gibi, ABD ve Barzani taraf›ndan da muhatap kabul edilmeyen PWD izole edildi. PWD’nin baz› mensuplar› peflmerge birimlerinde paral› asker olarak çal›flmaya bafllad›lar. Örgüt içindeki bu fikir ayr›flmas›na ra¤men, ABD’nin flu anki PKK yöneticileri üzerinde etkisi oldu¤unu söylemek mümkün. Zira pek çok aç›klamas›nda PKK, ABD’nin uygulamalar›na s›cak bakt›¤›n› belirtiyor. Irak iflgalinden sonra güç kazan Kuzey Irak yönetimini ilk bafllarda Kürtler için bir tehlike olarak görerek örgütüne “Ortado¤u’da yeni bir ‹srail oluflturulmas›na izin vermeyin” mesaj› yollayan Abdullah Öcalan ise, hem örgütten hem de Kürtlerden tepki al›nca, bu tutumunu de¤ifltirip Barzani yanl›s› bir söylem gelifltirmeye bafllad›. Barzani’nin PKK’yle iliflkileri bundan sonra h›zla iyileflme yoluna girdi. Washington-Ankara-Erbil hatt› Süreç böyle ifllerken, PKK art›k Türkiye’ye bir genel afla dönmeyece¤ini ve muhatap al›nmad›kça eylemlerini sürdürece¤ini ifade etmeye bafllad›. Nihayet, TSK, biraz da AKP’yi y›pratma stratejisinin parças› olarak, s›n›rötesi harekât talebinde ›srar edince, örgüt iyiden iyiye radikalleflti; TSK’y› Kuzey Irak’a çekerek Türkiye’yi hem komflular›yla hem Irak’la hem de ABD’yle karfl› karfl›ya getirmeye çal›flt›, çal›fl›yor. Asker cenazeleri ise örgütün sand›¤› gibi Türkiye kamuoyunda hükümet ve orduya karfl› bir “bar›fl hareketine” de¤il, milliyetçi ve hatta ›rkç› dalgan›n yükselmesine neden oldu. Milliyetçi dalga yükseldikçe, örgütteki Kürt milliyetçili¤i de h›z kazand› ve son kertede ABD yanl›s› olduklar› için örgütten at›lan Osman Öcalan’lar›n 2005’te söylediklerini, örgütün üst düzey kadrosu 2006’n›n sonlar›nda ifade etmeye bafllad›. “Yaflas›n PKK demiyorum, ama yaflas›n gerilla” diye aç›klama yapan Osman Öcalan da Abdullah Öcalan’›n “önerisiyle” tekrar PKK’ye kat›lmaya davet edildi. Örgüt bir yandan da ‹ran, Irak, Suriye ve Türkiye s›n›rlar› içinde yaflayan Kürtleri “özerklefltirme” çabas› içine girdi. Türkiye ise bu süreçte “da¤da tek bir terörist kalmayana kadar operasyonlar sürecek” aç›klamalar›n› sürdürdü. Bu aflamaya gelindi¤inde, art›k ne örgütün TBMM’ye girip Kürt sorununu diplomatik yollardan çözmeye çal›flacak DTP’ye “ihtiyac›” kald› ne de Türkiye, DTP’yi bir flans olarak alg›lad›. PKK’yi bahane olarak kullan›p Kuzey Irak’taki oluflumu engellemeye ve Kerkük’ün statüsünü belirlemeye niyetlenen Türkiye ise, olumsuz yan›t› 5 Kas›m’da Bush-Erdo¤an görüflmesinde ve tabii ki tezkere meclisten geçtikten sonra Ali Babacan’›n görüfltü¤ü ‹ran, Suriye ve Irak’taki fiii hükümetlerinden ald›. Bölge ülkelerinin, özellikle Türkiye’yi yan›na çekmek için PKK’ye operasyonlar düzenleyen ‹ran yönetiminin Türkiye’yi s›n›rötesi harekât konusunda desteklememesinin en önemli nedeni, Türkiye’nin bölgede gücünü art›rma ad›na Kerkük’te söz sahibi olmay›
Cemil Bay›k (yukar›da) ve Murat Karay›lan’›n bafl›n› çekti¤i PKK’n›n komuta kademesi, ABD yanl›s› olduklar› için örgütten at›lan Osman Öcalan ekibinin 2005’te söylediklerini, 2006’n›n sonlar›nda söylemeye bafllad›.
Ya iç kamuoyu ajite edilmekten vazgeçilerek “gerçekçi” politika yap›lacak veya Kürt siyasetçilere yönelik sald›r›lar art›r›lacak. ‹kinci ihtimal, Kürt-Türk ayr›flmas›n› h›zland›racakken, birinci ihtimal, k›sa, orta ve uzun vadeli diplomatik çözüm aray›fllar›n›n kap›s›n›n aralanmas›n› sa¤layacak.
hedeflemesi riski olsa gerek. Zira böyle bir operasyon s›ras›nda, ABD-Türkiye anlaflmas› olur ve Kürt yönetimi ortak kararla ekarte edilirse, bölge ülkeleri aleyhine yeni dengelerin kurulmas› iflten bile de¤il. Di¤er yandan, Türkiye Barzani yönetimini hedeften ç›kar›p ABD ve Barzani’yle ortak hareket ederse, PKK’ye yönelik sald›r› deste¤ini alabilir gibi görünüyor. Kürdistan Bölgesel Hükümeti Baflbakan› Neçirvan Barzani, olumlu buldu¤unu söyledi¤i Bush-Erdo¤an görüflmesiyle ilgili görüfllerini aç›klamak üzere 8 Kas›m’da düzenledi¤i bas›n toplant›s›nda bunun sinyalini verdi: “PKK sorunu görüflmelerle çözülür. Ancak bu görüflmelerde bütün taraflar›n yer almas› ve görüflmelerin Ankara-WashingtonErbil aras›nda yürütülmesi gerekir.” DTP-PKK ve yol ayr›m› TBMM’deki ilk oturumda MHP’lilerle tokalaflan DTP, o tarihten bu yana çok önemli de¤iflimler yaflad›. “PKK’yi terör örgütü kabul etmeleri halinde” DTP’ye siyaset yapma f›rsat› “tan›yacaklar›n›” seçimlerden sonra ilân eden MHP, CHP ve AKP yetkilileri, art›k DTP’nin bu flart› asla kabul etmeyece¤ini görmüfl bulunuyor. Çünkü DTP, h›zla IRASinn Fein iliflkisinde oldu¤u gibi, PKK-DTP iliflkisine do¤ru gidiyor. Bu, HADEP, DEHAP ve DTP’ye yönelik “mu¤lâk konufluyorlar” elefltirisini art›k hükümsüz k›l›yor. DTP, PKK’ye terör örgütü demekle sorunun halledilmeyece¤ini ifade ederken, PKK’nin Kürt sorununun esas parçalar›ndan biri oldu¤unu dile getiriyor. DTP, Kürt sorununun çözümü konusunda PKK’nin tasar›s› olan “demokratik özerklik” fikrini de parti gündemine ald›. Partinin yeni baflkan› Nurettin Demirtafl DTP’nin demokratik özerklikten, ayr›flmay› anlamad›¤›n› özellikle belirtiyor. PKK’nin de demokratik özerklikle, asl›nda AKP’nin gündeme getirdi¤i Yerel Yönetimler Yasas›’n›n biraz daha geniflletilmifl versiyonunu ima etti¤i görülüyor. Fakat PKK, DTP’den farkl› olarak bu yönetim biçimini ‹ran ve Suriye’deki Kürtler için de talep ederek farkl› s›n›rlar içindeki Kürtlerin kendi aralar›nda özgürce kültürel, siyasal veya ekonomik al›flverifl içinde olabilmesini talep ediyor. Nitekim, Da¤l›ca sald›r›s›ndan
sonra silahlar› b›rakabilece¤ini aç›klayan PKK, sadece Türkiye’de de¤il, ‹ran ve Suriye’deki Kürt sorununun da çözülmesi flart›n› öne sürdü: “Bir kez daha belirtelim ki, Kürt sorununun bütün parçalarda bar›flç›l demokratik yollarla çözülmesi için biz PKK olarak olabilecek her türlü fedakârl›¤› ve çabay› gelifltirmeye kararl›y›z. Bunun için ortaya konacak bir siyasî proje temelinde silahlar›n tümden devre d›fl› edilece¤i bir sürecin bafllat›lmas› amac›yla diyaloga a盤›z”. DTP’liler, PKK’nin Kürt sorununa bak›fl›n› paylafl›rken, silahlar›n susmas› için ilk ad›m› Türkiye’nin atmas› gerekti¤ini, hem askerin hem de militan›n silahlar›n›n susmas›yla sorunun konuflulur olabilece¤ini düflünüyor. DTP tam da silahl› yöntemi d›fllad›¤› için, son dönemlerde yayg›n medyan›n bu yönlü sald›r›lar›na maruz kal›yor. Van milletvekili Fatma Kurtulan, düzmece haberlerle örgütün eski üyesi olmakla, yeni genel baflkan Nurettin Demirtafl sahte çürük raporu almakla suçlan›yor. Önümüzdeki günlerde t›pk› DEP’lilere yap›ld›¤› gibi DTP’lilerin de meclisten al›p hapse konmas›, Türkiye’deki çat›flmal› ortam›n artarak sürmesine ve milliyetçi, ›rkç› dalgan›n yükselmesine neden olabilir. Televizyonlarda sergilenen savafl uçaklar› tan›t›m› ve görsel flölene dönüfltürülen hava bombard›manlar›yla kamuoyunun tepkisi dindirilmeye çal›fl›l›rken, DTP’li vekillere yönelik sald›r›lar gerilimin t›rmanmas›na neden oluyor. Türkiye’nin d›fl politikas›nda bafl›na buyruk hareket edebilece¤ini her defas›nda kamuoyuna ifade eden TSK ve hükümet, ABD ve bölge ülkeleri karfl›s›nda bunu yapmaya muktedir olmad›¤›n› görürken bir yol ayr›m›na geliyor: Ya iç kamuoyu böyle bir iddiayla ajite edilmekten vazgeçilerek “gerçekçi” politika yap›lacak veya d›flar›da hükümsüz kal›nca içerideki Kürt siyasetçilere yönelik sald›r›lar art›r›lacak. ‹kinci ihtimal, Türkiye’de Kürt-Türk ayr›flmas›n› h›zland›racakken, birinci ihtimal, Türkiye’nin Kürt sorununu silahl› yöntemle daha fazla erteleyemeyece¤ini görüp k›sa, orta ve uzun vadeli diplomatik çözüm aray›fllar›n›n kap›s›n› aralamas›n› sa¤layacak ‹rfan Aktan
13
DTP EfiBAfiKANI NURETT‹N DEM‹RTAfi
Bir aya¤› frende olan›n öbür aya¤› gazdad›r 8 Kas›m’da Ankara’da düzenlenen ola¤anüstü kongrede, Mardin milletvekili Emine Ayna’yla birlikte eflbaflkanl›¤a getirilen Nurettin Demirtafl, kongredeki konuflmas›nda, Kürt sorununun çözümü konusunda Bulgaristan Türklerini örnek göstererek, “Bugün Kürt sorununun demokratik çözümünde flartlar bir hayli zorlu hale gelmifl görünmektedir. Oysa istenirse, Bulgaristan’daki örnek bile h›zla çözümün önünü açabilecektir” dedi. DTP’nin bundan böyle, Kürt sorununun çözümü için “demokratik özerklik” projesini savunaca¤›n› söyleyen Demirtafl’a, 12 Kas›m’daki parti binas›na yönelik yeni bir silahl› sald›r›dan iki saat sonra, olay mahallinde teybimizi uzatt›k. 12 y›l hapis yat›p 2005’te tahliye edilen Demirtafl’la, “demokratik özerklik” projesini, DTP’ye yönelik sald›r›lar›n arkaplan›n› ve Kürt sorununun çözümü için önerilerini konufltuk. Söyleflimizden dört gün sonra, Yarg›tay’›n DTP’nin kapat›lmas› için dava açt›¤› haberi geldi. Neden 12 y›l cezaevinde yatt›n›z? Nurettin Demirtafl: Türkiye’nin antidemokratik tarihiyle hapishane tarihi birbiriyle çok uyumlu. 1993’te, Mu¤la Üniversitesi’nde okurken, siyasal çal›flmalar›mdan dolay› tutukland›m. Mahkeme 18 y›l 9 ay cezayla sonuçland›, iddia da PKK yöneticili¤iydi. Asl›nda, “ideolojik halay” da bir gerekçe olabilirdi! Tabii insanlar soruyor bana, “12 sene boyunca hangi suçtan dolay› yatt›n?” diye. Malatya’da bir gençle karfl›laflt›m, hastanenin önünde. Cezaevinden yeni ç›kt›¤›n›, s›k›nt›l› oldu¤unu söyledi. “Hay›rd›r, ne suç iflledin?” diye sordum. “‹stanbul’da bir savc›y› öldürdüm. 11 sene yatt›m, ç›kt›m” dedi. O zaman düflündüm, üniversite ö¤rencisiyken tutukland›m ve 12 sene yatt›m. Bu adamsa birini öldürdü¤ü halde benden bir y›l az yatm›fl! Bu çok düflündürücü bir olay. Bir üniversite ö¤rencisi, ortada yapt›¤› bir eylem de olmamas›na ra¤men bu kadar uzun süre hapse at›l›yor. 12 Eylül’ün suçlu anayasas› bizi suçlam›fl ve mahkûm etmifltir. Neticede, benim mahkemem A‹HM’e kadar uzand› ve Türkiye mahkûm oldu. O davan›n belgelerini önümüzdeki günlerde bas›na da verece¤im. Benim, 12 y›la sebep olanlardan hesap sormak gibi bir derdim yok, ma¤duriyet edebiyat› yapacak insanlar de¤iliz. Biz bu ma¤duriyetlerin yaflanmamas›n›n mücade-
14
Foto: Batur Gökçeer
Nurettin Demirtafl
lesini veriyoruz. Bu ma¤duriyet karfl›s›nda hakk›n›z› yasal düzlemde ar›yorsunuz ama, de¤il mi? Tabii, ama biz bunu ma¤duriyetten ziyade, demokrasi mücadelesi olarak görüyoruz. Bizim gibi binlerce insan ölüm veya cezaeviyle karfl› karfl›ya kalm›flt›r. Türkiye’nin bu gerçeklikle yüzleflecek cesareti göstermesiyle ancak, demokrasinin yolu aç›labilir. Biz sadece ma¤duriyeti gidermenin de¤il, gerçeklikle yüzleflmenin gere¤ine inan›yoruz. Yüzleflme olursa, ma¤duriyetin sebebi görülür, uzun vadeli çözüm de daha net biçimde ortaya ç›kar. Siz buna ma¤duriyet diyebilirsiniz ama, ben bu kavram›n Kürtlerin yaflad›klar›n› anlatmaya yetmedi¤ini düflünüyorum. Nas›l geçti hapis y›llar›? Sivil itaatsizli¤in teorisyeni veya babas› say›lan Amerikal› Henry David Thoreau, bir gün hapiste yat›yor ve “ben o bir günde, devleti tan›d›m” diyor. Bu herhalde benim de cezaevi hayat›m› anlatmaya yeterli bir örnek teflkil ediyor. Gandhi’yi de çok etkileyen Thoreau’nun özgürlükçü, anarflizan bir “devlet” modeli var. Sizce, insanlar›n özgürce yaflayabilmeleri için nas›l bir devlet modeli oluflturulmal›? Türkiye’de insanlar›n özgürce yaflamas›
Özerklik, ayr›flma manas›na gelmiyor. Tam tersine, mutlu ve özgürce bir aradal›k anlam›na geliyor. Tekçili¤i, tek ›rk, tek dil ve tek dine dayal› siyasî yaklafl›m› reddeden çoklu sistemi öneriyoruz. ‹darî yap›ya iliflkin önerimiz de, yetkilerin tek merkezde toplanmamas›, yerel yönetimlere devredilmesi. Bunu sadece Kürtler için talep etmiyoruz.
için nas›l bir yap› önerirsiniz? Devlet art›k bütün dünyada tart›fl›lan bir olgu. Toplumlar gelifltikçe, zihniyetler de¤ifltikçe, yönetim kal›plar›na dair görüfller de de¤ifliyor. Biz ütopik ve ideal bir devletten söz etmiyoruz. Toplumun realitelerini reddetmeyen, toplumsal sözleflmeye dayal› bir devlet sistemi oluflturmak, günümüzün teknolojik koflullar›nda çok da zor de¤ildir. Genel kamu güvenli¤ini sa¤layan, kendisini bununla s›n›rlayan bir devletten; geri kalan bütün hak ve hizmetlerin toplum taraf›ndan yerine getirildi¤i bir sistemden bahsetmenin daha yerinde oldu¤unu düflünüyoruz. Demokrasiye duyarl› bir devlet yap›s› talep ediyoruz. Böyle bir devlet topluma zarar m› verir, hay›r. Devletin hiç olmamas› ideal kaçan, biraz ütopik bir yaklafl›ma tekabül ediyor. Günümüz koflullar›nda devleti tümden yok saymak mümkün de¤il. Ancak, devleti özgürlüklerin önünde engel teflkil etmeyen bir yap›ya dönüfltürmek pekâlâ mümkün. Ama bu, ulus-devletle mümkün de¤ildir. Bunu sadece Türkiye için de¤il, dünyadaki benzer yap›lar›n tümü için söylüyorum. Ulus-devlet modeliyle bir yere var›lamayaca¤›n›, bu yönetim tarz›n›n, bir kesimin, toplum üzerinde despotik bir güç olarak varl›¤›n› sürdürmesi manas›na geldi¤ini düflünüyorum. Kürt meselesinin, ulus-devlet yap›s› içinde, fakat daha demokratik bir iflleyiflle çözülebilece¤ini söyleyen Kürt siyasetçiler var. Bu k›sa vadeli bir çözüm olarak m› öngörülüyor? Yoksa, söyledi¤inizin aksine, ulus-devlet projesinin demokratikleflmesiyle de sorunun çözümü mümkün mü? Devletin kendisi, devletin özü demokratik olamaz; bu mümkün de¤ildir. Ama ulusu demokratiklefltirmek mümkündür. Günümüz koflullar›nda baflar›labilecek öncelikli fley budur. Tek bir ›rka, tek bir din ve dile dayal› olmayan, farkl›l›klar›n kabulünden hareketle oluflturulan bir ulus, dünyadaki çeflitli güncel felsefî tart›flmalara da konu olan “çoklu sisteme” tekabül ediyor. Çoklu sistemi Türkiye’de entelektüel düzlemde belki tart›flabiliyoruz, ama siyasîler bu tart›flmadan bihaber görünüyor. Bizler bunu siyasal düzlemde ifade etti¤imizde de gürültü kopar›l›yor ve tart›flma imkân›m›z ortadan kalk›yor. Nietzsche’nin bir sözünü hat›rlatmak istiyorum: “Dünya, yeni gürültüler koparanlar›n de¤il, yeni de¤erler bulanlar›n etraf›nda sessizce döner.” Bu evrim, bütün bu gürültülere ra¤men iflleyecektir. 8 Kas›m’daki kongrenizde önerilen “demokratik özerklik” projesi de büyük gürültü kopard›. Bir yandan ulusdevletin demokratikleflmesiyle Kürt sorununun çözülebilece¤ini söylerken, bir yandan da demokratik özerklik fikrini dillendirmeniz kafa kar›fl›kl›¤›na neden oldu. Demokratik özerklikten kast›n›z tam olarak nedir? Bu kavram› sadece siyasal olarak ele ald›¤›n›zda, alt› bofl kal›yor ve çok yanl›fl tart›flmalara konu oluyor. Belki bundan sonra, daha akademik bir çerçevede tart›fl›p kavram› kamuoyuna sunarsak, sa¤l›kl› bir tart›flman›n kap›s›n› aralayabiliriz. Do¤u toplumlar›nda, b›rak›n bireyi, toplumun kendisi de hiçbir önemi haiz de¤ildir. Muktedir güç, yani devlet ise her fleydir. Dolay›s›yla, bireyin iradesinin hükümsüz say›ld›¤› bir
gelene¤in yafland›¤› co¤rafyaday›z. Bu co¤rafyada birey, aile içinde bile tutsak gibi yafl›yor. Do¤u toplumlar›nda aile yap›s›n›n devlet sistemine nas›l yans›d›¤›n› gözlemlemek hiç zor de¤il. Bat›’n›n üç yüz y›l önce gerçeklefltirdi¤i ayd›nlanma sürecini toplumlar›m›za uyarlamak d›fl›nda bir flans›m›z olmad›¤›n› düflünüyorum. Özerklik meselesini aile kurumu üzerinden tart›flmaya bafllarsak, anlafl›lmayan bir fley kalmayacakt›r. Biz özerklikten söz ederken, Kürtlerin özerkli¤inden de¤il, tam da böyle bir sorundan söz ediyoruz. Birey, aile ve toplum karfl›s›nda özerk olabilmeli; gruplar, kendilerinden daha büyük cemaatlere ve sisteme karfl› özerk olabilmelidir. Kad›n eziliyor ve özerk olmak d›fl›nda bir kurtuluflu yoktur. Farkl› inançlara, kültürlere sahip cemaat, topluluk veya halklar›n, muktedir kültüre karfl› özerkli¤inin sa¤lanmas› gerekiyor. Özerklik, ayr›flma manas›na gelmiyor. Tam tersine, mutlu ve özgürce biraradal›k anlam›na geliyor. Yaklafl›m›m›z›n temel felsefesi budur. Siyasî ve idarî olarak tekçili¤i, tek ›rk, tek dil ve tek dine dayal› siyasî yaklafl›m› reddeden çoklu sistemi öneriyoruz. ‹darî yap›ya iliflkin önerimiz de, yerelin güçlendirilmesi yönündedir. Yetkilerin tek bir merkezde toplanmamas›, yerel yönetimlere ve do¤rudan halka devredilmesi gerekti¤ini düflünüyoruz. Bunu sadece Kürtler için talep etmiyoruz. Do¤ru tart›fl›labilirse, bu modelin çok güçlü siyasî ve felsefî temellerinin oldu¤u anlafl›lacakt›r. Bu tart›flman›n do¤ru bir biçimde yürütülebilmesini sa¤layacak entelektüel birikimin Türkiye’de oldu¤unu da düflünüyoruz. Sözünü etti¤iniz model, akademik düzlemde, siyaset biliminde zaten tart›fl›l›yor. Fakat DTP gibi bir siyasî parti bu modelden söz etti¤inde, hemen “bölücülük” suçlamalar› gündeme geliyor... Aç›k ve net söyleyeyim: Federasyon talebinde bulunmuyoruz. Tarifimiz kesinlikle federal yap›ya tekabül etmiyor. Federasyonda, meclislerin yasa ç›karma yetkisi, kendi hükümet organlar› vard›r ve merkezî yap›yla iliflkiler çok zay›ft›r, daha çok d›fl ifllerinde ba¤›ml›l›k vard›r. Ama biz demokratik özerkli¤i, büyük kentlerin Ankara’dan yönetilemeyece¤i tezinden hareketle öneriyoruz. ‹kincisi, etnik yap›lara yönelik gelifltirilen baltalay›c› ve reddedici yöntemin çözüm olmayaca¤›n›, hangi bölgede etnik yo¤unlaflma varsa, o bölgenin demografik yap›s›n›n ortaya ç›kar›lmas›yla birlikte gerçekçi çözümlerin üretilebilece¤ini düflünüyoruz. Her bölgede ayn› sistem uygulanmak zorunda de¤ildir. Malatya ve çevresindeki birkaç kenti, bir bölge meclisiyle yönetebilirsiniz. Ama ‹stanbul tek bafl›na bir bölgedir, ‹stanbul’u Ankara’dan yönetemezsiniz. Bunu biz söyleyince, bölücülük deniyor. Oysa ‹stanbul’un flu anki uygulamayla yönetilemeyece¤ini herkes biliyor. Hükümet ‹stanbul için vize uygulamas›ndan bile söz ediyor. Onlara kimse bölücü demiyor, bizim demokratik aç›l›mlar› öngören modelimiz bölücülük yaftas› yiyor! Bizim federasyon talebimiz olsayd›, bunu ifade ederdik. Ama federasyonun çözüm oldu¤una inanm›yoruz. Farz edelim “demokratik özerklik” uygulamas›na geçildi ve ‹stanbul “özerkleflti”. Fakat ‹stanbul, kendi içinde bar›nd›rd›¤› toplumsal grupla-
Linç ihtimali varm›fl da bunu önlemek istiyorlarm›fl gibi bir tonda konufluluyor, oysa linç zaten yaflan›yor. “Aya¤›m›z› frenden çekersek, daha büyük katliamlar yaflan›r” denmek isteniyor. Ama biz sadece bir aya¤›m›zla frene basm›yoruz, bütün gücümüzle frenin üzerinde duruyoruz. Çünkü bir aya¤› frende olan›n di¤er aya¤› gazdad›r.
r›n çekiflmelerinden, çat›flmalar›ndan dolay› sorunlar yafl›yor... Bu durumda, Tarlabafl› veya Zeytinburnu’nda yaflayan Kürtlere özerklik statüsünün ne faydas› olur? Meseleye etnik temelde bakt›¤›m›zda, buna benzer y›¤›nla soru ve sorun ç›kar karfl›m›za. Bir kere, katiyen etnik temelli bir özerklikten bahsetmiyoruz. Ama Kürt sorunu ba¤lam›nda sordu¤unuz için flunu da söyleyeyim: Kürt nüfusunun ço¤unlukta oldu¤u bölgelerle, etnik yap›lar›n iç içe geçti¤i bölgelerdeki uygulamalar farkl› olabilir. Bürokratik yap› nas›l olur, e¤itim sistemi nas›l olur, bunlar tart›fl›labilir. Federasyonun Kürt sorununun çözümünü sa¤lamayaca¤›n› düflünmemizin nedeni, sorunuzda belirtti¤iniz gibi, Kürtlerin sadece Güneydo¤u’da de¤il, tüm Türkiye’de yafl›yor olmalar›d›r. O yüzden, sadece Kürtlerin de¤il, Alevilerin, Çingenelerin ve daha pek çok etnik ve dinî yap›n›n yaflam alan› bulabilmesi için, herkesin ihtiyaçlar›na yan›t verecek bir modelin hayata geçirilmesi gerekiyor. Türkiye, yirmi veya yirmi befl özerk bölgeyle yönetilmeye bafllad›¤›nda, her özerk bölge kendi toplumsal realitesine göre çözüm aray›fllar›na gidebilecektir. Sonuçta, Diyarbak›r’la Trabzon’un veya Trabzon’la ‹stanbul’un sorunlar› t›pat›p ayn› de¤ildir. Her bölge kendi çözümünü üretti¤inde, merkezî otoritenin yükü de azal›r. Özgür Halk dergisinde, iki ay önce M. Avrefl imzas›yla yay›nlanan bir makalede de demokratik özerklik kavram› inceleniyordu. O makalede Kürtler için öngörülen özerklik, bölgesel düzeyde ele al›n›yor; ‹ran, Suriye, Türkiye ve Irak’ta yaflayan Kürtlerin, bulunduklar› ülkelerin s›n›rlar› içinde kalmalar› kayd›yla, aralar›ndaki s›n›rlar›n kald›r›lmas›ndan söz ediliyordu. Sizce bölgesel ölçekte böyle bir yap›
nas›l kurulabilir? Siyasal ortam ve koflullar bu önerinin tart›fl›lmas›n› mümkün k›l›yor mu? Ortado¤u’nun tarihine bakt›¤›m›zda, kültürel olarak iç içe geçmifl bir toplumsal yap›y› görürüz. fiu anki ülke s›n›rlar›, Ortado¤u’daki toplumsal realiteye kesinlikle ayk›r›d›r. Bu noktadan hareket edersek, buna uygun siyasal sistemin ne olmas› gerekti¤ini daha iyi kavrayabiliriz. ‹ç içe geçmifl toplumsal yap›larda çözüm, ayr› ayr› ulusdevletler de¤ildir. Bölgesel iç içe geçmiflli¤i karfl›layabilecek bir konfederal sistem niye düflünülmesin? Demokratik özerklikle, tüm Ortado¤u’ya uyarlanabilecek bir konfederal sistem aras›nda bir fark yok. Bunun ad›na Ortado¤u demokratik özerk yap›lar› da diyebilirsiniz. Bu sistemle, ulus-devletler fleklinde toplumlar›n birbirinden ayr›lmas› aras›nda ciddi fark vard›r. Demokratik özerklik bölmüyor, birlefltiriyor. Tek tek yap›lardan de¤il, çoklu sistemle, farkl› yap›lar›n birlefltirilmesinden söz ediyoruz. Bu modelin, bölge ülkelerinin kolay kolay kabul etmeye yanaflmayaca¤› bir öneri oldu¤unu, uzun vadeli bir mücadele gerektirdi¤ini öngörüyor musunuz? Bu gerçekli¤in anlafl›lmas› için yeni bir dünya savafl›n›n gerekmedi¤ini düflünüyoruz. Avrupa’n›n yaflad›¤› ac›lar› bizim de mi yaflamam›z gerekiyor? ‹kinci Dünya Savafl›’ndan sonra, ulus-devletlerin daimi çat›flmalara neden oldu¤u anlafl›ld›¤› için k›tasal düzeyde bir ortaklaflmaya, Avrupa Birli¤i projesine gidildi. Ortado¤u’da bu neden yap›lmas›n? Ortado¤u’daki biraradal›k deneyimi, böyle bir model için fazlas›yla elverifllidir. Ama, reel politik aç›dan bakt›¤›n›zda, k›sa vadede böyle bir devletler sisteminin oluflturulmas› flans› yok. Ortado¤u’nun yaflad›¤› sanc›lar› göz önüne ald›¤›m›zda, kesinlikle bu yap›n›n de¤iflmesi ge-
15
rekti¤ini düflünüyoruz. Ya kendi iç dinamiklerimizle bu de¤iflimi yapar›z veya ABD’nin müdahalelerine maruz kal›r›z. Nitekim, ABD Ortado¤u’daki ulus-devlet yap›lar›na müdahil olmakta ve yeni bir yap› oluflturmaya çal›flmaktad›r. Zaten gerek küresel sermaye güçleri, gerekse emperyalist ülkeler, kendi ç›karlar› ba¤lam›nda bu yap›y› kurmaya çal›fl›yor. Ama bunu iflgal ve savafllarla, halklar› yoksul b›rakarak yap›yorlar. Biz, buna mâni olmal›y›z. Demokratik Özerklik Program› nas›l ortaya ç›kt›? Bu belgenin ön çal›flmas›, Diyarbak›r’daki Demokratik Toplum kongresinde yap›lm›flt›. Demokratik Toplum kongresi, DTP’nin de kat›ld›¤› ama sadece DTP’nin yer almad›¤›, 600’e yak›n kat›l›mc›n›n oldu¤u bir toplant›yd›. Yaklafl›k 30 kurulufl ve yar›dan fazlas› da halk delegesinden oluflan bu toplant›da, delegelerin oylamas›yla ortaya ç›kar›lan bir programd›. Demokratik özerklik, öncelikle bu halk kongresinin karar›yd›. Buradan ald›¤›m›z gücü parti kongremize yans›tt›k, orada tart›flt›k ve delegelerin oyuyla program kabul edildi. Dolay›s›yla, partimizin organlar› için ba¤lay›c›d›r ve bundan sonra bu do¤rultuda bir politika yürütülecektir. Demokratik özerklik program›n›, DTP mecliste de gündeme getirecek mi? Tabii, bundan sonraki politikam›zda, demokratik özerklik bafll›¤› alt›nda s›ralad›¤›m›z yaklafl›mlar belirleyici olacakt›r. Sadece parlamentoda de¤il, tüm sahalarda, sivil toplum örgütleriyle iliflkilerimizde, demokratik kurumlardaki çal›flmalar›m›zda da bu geçerli olacakt›r. DTP’nin yeni yönetiminin daha “radikal” oldu¤u kanaati var. DTP’nin önümüzdeki dönem politikalar›n›n ay›rt edici yan› ne olacak? Biz kongremizle birlikte, partileflme sürecimizi infla ediyoruz ve bunu bütünüyle tamamlad›¤›m›z› da söyleyemiyoruz. Programsal olarak, siyaseten savunaca¤›m›z hususlarda netlik yakalanm›flt›r, demokratik özerklik tezi bir do¤rultu yaratm›flt›r. Elbette bunun üzerinde bir dizi tart›flma yürütülecektir. Ancak kamuoyundaki, “flahinler, güvercinler” biçimindeki tan›mlamalar bizim gerçekli¤imizi ifade etmiyor. Elbette partimizde farkl› düflünceler vard›r ve bu do¤ald›r. Bunu bir zenginlik olarak kabul ediyoruz. Ancak, temel politikalara ve ilkelere iliflkin bir tart›flma söz konusu de¤ildir. Bu kongre, demokratik özerklik ilkelerini tafl›yan siyasî tutum belgesini kabul etmifltir ve bu hepimiz aç›s›ndan ba¤lay›c›d›r. Kongrenin onaylad›¤› bu belge konusunda herhangi birimizin farkl› bir tutuma sahip olmas› söz konusu de¤ildir. Kiflilerin üslûbu, duruflu, davran›fl›yla parti ne radikalleflir, ne ›l›ml›lafl›r, ne flahin olur, ne güvercin... Bunlar biraz maksatl› yak›flt›rmalar. AB’nin DTP’nin mecliste temsil edilmesine önem verdi¤i biliniyor. AB’nin son dönemde size yaklafl›m›na nas›l bak›yorsunuz? Bizim mecliste olmam›z›n demokratik çözümler aç›s›ndan bir f›rsat olarak de¤erlendirilmesi gerekiyordu. Yani ak›l bunu söylüyordu, reel politika da bunu gerektiriyordu. Ancak, AB’nin tutumu, sürecin böyle geliflmesine kesinlikle yard›mc› olmad›, olmuyor. AB de bu süreçte t›kay›c› bir yaklafl›m gösteriyor. AB “DTP meclistedir, dola-
16
Bir y›l önce Leyla Zana’n›n bar›flç›, Aysel Tu¤luk’un flahin oldu¤u yaz›l›yordu. Bugün Zana flahin, Tu¤luk güvercin yap›ld›. En son, milletvekilimiz Fatma Kurtulan’›n da¤da e¤itim ald›¤›na dair düzmece haber ve foto¤raflar yay›nland›. Bunun tamamen yalan oldu¤u k›sa sürede anlafl›ld›, ama medya bu yalan›n ortaya ç›kt›¤›n› yazmad› bile!
y›s›yla bu temsiliyetin gücü dikkate al›nmal›d›r, bunun üzerinden demokratik aç›l›mlara daha fazla güç verilebilir” yaklafl›m›nda olmad›. Bu dönemde AB ülkeleriyle diplomatik temaslar›n›z oldu mu? Tabii oldu, diplomatik temaslar›m›z olmasa, bu de¤erlendirmeleri rahatl›kla yapmay›z. Bu konuda AB’nin yaklafl›m› kesinlikle Türkiye’ye yard›mc› olma temelinde de¤ildir. Hatta bu durum, AB’de stratejik bir de¤iflikli¤e mi gidiliyor sorusunu getiriyor akl›ma. AB’de de, tek tek Avrupa ülkelerinde de, sürekli olarak kendi Kürdünü yaratma aray›fl› olmufltur. Bu aray›fllar sonuç vermedi¤inde de, demokratik geliflmelerin gücünün a盤a ç›kmas›n› sa¤lamak yerine, kontrolü sa¤lama yaklafl›m›n›n öne ç›kt›¤›n› belirtmemiz gerekir. Bu nedenle, AB politikalar›n›n güven verici olmad›¤›n› aç›kça ifade edebilirim. Bir taraftan, Türkiye’den demokratikleflme yönünde ad›mlar atmas›n› isteyen bir Avrupa var, ama öbür tarafta, adeta demokratikleflmenin sa¤lanmamas› için bir karfl› durufl söz konusu. S›n›rötesi operasyon tart›flmas›yla birlikte, Türkiye’de sokakta da milliyetçi ve linççi bir harekât yükselifle geçti. Baz› gruplar›n Kürt av›na ç›kmas› üzerine Genelkurmay baflkan› ve baz› siyasetçiler, bu gruplar› “teskin etmek” için aç›klamalar yapmak zorunda kald›. DTP bu süreci nas›l atlatmaya çal›fl›yor? Bu aç›klamalar gerginli¤i önlemek için de¤il, bizzat yükseltmek için yap›lan aç›klamalar. Dikkat ederseniz, bu aç›klamalar tansiyonu düflürmemifl, daha da art›rm›flt›r, linçi önlememifltir. Birkaç ay içerisinde partimize yüzlerce sald›r› yap›ld›. Bunlardan biri biraz önce yafland›. (12 Kas›m) Maalesef dünyan›n birçok ülkesinde, Rusya’da, Avrupa’da da Kürtlere karfl› sald›r›lar oldu. Sanki bir linç ihtimali varm›fl da bunu önlemek istiyorlarm›fl gibi bir tonda konuflulu-
yor, oysa linç zaten yaflan›yor. “Aya¤›m›z› frenden çekersek, daha büyük katliamlar yaflan›r” denmek isteniyor. Büyükan›t “hayal edemeyecekleri ac›lar yaflataca¤›z” demiflti. Ama biz sadece bir aya¤›m›zla frene basm›yoruz, bütün gücümüzle frenin üzerinde duruyoruz. Çünkü bir aya¤› frende olan›n di¤er aya¤› gazdad›r. Biz kendi pozisyonumuzu sa¤l›kl› olarak de¤erlendiriyoruz ve bütün gücümüzle frenin üzerinde duruyoruz. Sa¤duyulu yaklafl›m bunu gerektirir. Genelkurmay Baflkan›’n›n sözleri, öylesine bir aç›klama de¤ildir, bu sözleri bir konseptin parças› olarak alg›l›yoruz. Dileriz ki DTP’nin meclisten kovulmas›, kapat›lmas› ve siyasal süreç d›fl›na itilmesi için bir yerlerden dü¤meye bas›lmam›fl olsun. Ama gidiflat böyle bir sürece do¤ru evriliyor. Böyle bir süreç yafland›¤›nda, buna karfl› politik tutumunuz ne olacak? Dikkat ederseniz, bütün bu sald›r›lar geliflirken, DTP olarak kitlemizi sokaklara dökmedik; bundan özellikle kaç›nd›k ve önledik. Bundan sonra da sa¤duyulu yaklaflmaya devam edece¤iz. Bize nas›l ki tehdit mektuplar› geliyorsa, “bu linç giriflimlerine karfl› cevap vermeliyiz” diyen mektuplar da geliyor. Biz kesinlikle ülkeyi gerginli¤e sürükleyen güçler karfl›s›nda sa¤duyulu davranmaya devam edece¤iz. Ayn› yöntemlerle karfl›l›k vermek demokrasinin ve çözümün dili olamaz. Biz sa¤duyulu duruflumuzu korudu¤umuz, ilkelerimizden ve politik do¤rultumuzdan taviz vermedi¤imiz sürece, bu sald›r›lar bofla ç›kacakt›r. Bununla birlikte, böyle devam ettirilirse, sald›r›lar yeni bir evreye tafl›nmak isteniyorsa, zira son günlerde milletvekili ve yönetici arkadafllar›m›za yönelik and›çlama olaylar›, bu yaklafl›m›n sistemli olarak devam edece¤ini gösteriyor, adeta can güvenlikleri tehdit ediliyor, bu koflullarda elbette yeniden de¤erlendirme yapma durumunda kalabiliriz. Selefiniz Ahmet Türk “gerekirse parlamentodan çekilir, evimize gideriz” demiflti… Sald›r›lar devam ederse parlamentoyu terk edece¤iz gibi bir düflüncemiz yok. Çünkü “flu karar› al›r›z” dedi¤imizde, bu bile Türkiye kamuoyuna tehdit biçiminde yans›t›l›yor. Biz kimseyi tehdit etme amac›yla bir
Söylefli: ‹.A.
de¤erlendirmede bulunmuyoruz. Ama, kendimizi savunmak kadar, demokrasiyi de savunmak ad›na, yeni yöntem aray›fllar› elbette olabilir. Bu yöntem, fliddete karfl› fliddet, linçe karfl› linç yöntemi asla de¤ildir. Tehdit alg›lamalar›n›n önüne geçmek istiyoruz. Bu yöntemleri asla benimsemedi¤imizi belirtmek istiyoruz. Ancak, Meclis kap›s›, siyaset kap›s› bize tamamen kapat›l›rsa, bu halk iradesine büyük bir sayg›s›zl›kt›r, bu durumda elbette dönüp halk›m›za sorar›z. Halk›m›zla tart›flaca¤›z, herhangi bir yeri terk etme lüksünü kullanmayaca¤›z. Buraya gelme karar›n› kendi bafl›m›za almad›¤›m›z gibi, bundan sonraki süreç böyle devam ederse, bunu da halk›m›zla konuflaca¤›z. Bar›flç›l bir diplomasi yürüterek, uzun vadeli demokratik özerklik hedefinin önünde, bölgenin en güçlü silahl› örgütü olarak varl›¤›n› koruyan PKK bir engel teflkil ediyor mu? Herkes PKK hakk›nda çok kolay konufluyor, ama kimse bar›fl için bir çaba göstermiyor. ‹ran, Suriye ve Irak’la birlikte, Avrupa ve ABD de PKK’yi, Türkiye’ye karfl› bir koz olarak kullan›yor. Türkiye de bölgede etkili olabilmek için PKK’nin silahs›zlanmas›n› istemiyor. Bunu çok net biçimde ifade edebilirim. Çat›flmalar›n sürüp gitmesini isteyen bir güç var. Strateji bunun üzerinden kuruldu¤u için de Türkiye sürekli yanl›fl yoldan gidiyor. PKK, kullan›ld›¤›n› bile bile sizce neden silahl› mücadeleye devam ediyor? ‹flin o taraf›n› bilemem, ama bu da yine biz siyasetçilerin çözmesi gereken bir sorundur. Türkiye’yi bu yanl›fl stratejiden kurtarmak için, siyasetin oynamas› gereken bir rol vard›r. Durdu¤umuz yerden, PKK’ye silahlar› b›rakma ça¤r›s› yapabiliriz. “Baflkalar› sizi kullan›yor, silahlar› b›rak›n” ça¤r›lar›yla silahlar› b›rakmad›klar›na göre, devreye bizlerin girmesi gerekiyor. Ezberimizi bozup yeni yöntem gelifltirmek zorunday›z. ‹fli elinde silah olan güçlere havale edersek, bu iflin sonu gelmez. PKK’ye yap›lan bu ça¤r›lar›n karfl›l›k bulmamas› Kürtleri ve sizin gibi sivil ve yasal düzlemde siyaset yapanlar› zor durumda b›rakm›yor mu? PKK de ezberini bozup silahlar› b›raksa, sorunun çözümü kolaylaflmaz m›? Hep birlikte bunun ortam›n› oluflturmal›y›z; size kat›l›yorum. Ezber bozulacaksa, hep birlikte bozmal›y›z. DTP ezberini bozsa bile, bu kadar ›rkç›, floven hava eserken, sesini kimse duyamaz. Sizce yine 1990’lara m› dönüyoruz? 1990’lar›n ortalar›nda DEP’lilere karfl› sert tepkiler gösterilirken, DEP’lilerin söylemi de sertlefliyordu. Bugün de DTP’ye sert tepkiler gösterilirken, DTP söylemini sertlefltirmeye bafllad›… Ben size soray›m, DTP’nin tek bir sert demecini söyleyebilir misiniz bana? Demokratik özerklik projesinin bu dönemde tepki toplayaca¤› öngörülebilirdi mesela… DTP flu anda, TBMM çat›s› alt›nda demokrasiden, çözümden ve bar›fltan söz eden tek partidir. Buna ra¤men, bize “sertsiniz” deniyor. Bu inan›lmaz bir manipülasyon örne¤idir. Tamam, biz art›k susal›m. Herhangi bir parti, ortaya bir bar›fl projesi koysun, biz onun arkas›nda oluruz. Kürt sorunu çözülecekse, vars›n DTP kapat›ls›n ve biz siyasetin d›fl›na itilelim. Genel baflkanl›¤a sizin seçilmeniz, “DTP’ye flahin kanattan bir isim baflkan oldu” yorumlar›na neden oldu. Siz gerçekten “flahin kanattan” m›s›n›z? Bundan bir y›l önce Leyla Zana’n›n bar›flç›, Aysel Tu¤luk’un flahin oldu¤u yaz›l›yordu. Bugün Leyla Zana flahin, Aysel Tu¤luk güvercin yap›ld›. Bir hafta önce eski eflbaflkanlar›m›z say›n Ahmet Türk ve Aysel Tu¤luk’a alabildi¤ine sald›r› vard›. Bugünse onlar› sahiplenen, kucaklayan, bana sald›ran bir yaklafl›m var. Bunlar, Türkiye’de al›fl›k olmad›¤›m›z yöntemler de¤il. Tüm bu “flahin-güvercin” yorumlar›, “psikolojik savafl”›n kolu olarak çal›flan birimlerin özel çabalar›yla gelifltirilen bir yönelimdir. En son, baz› gazetelerde milletvekilimiz Fatma Kurtulan’›n da¤da e¤itim ald›¤›na dair düzmece haber ve foto¤raflar yay›nland›. Bunun tamamen yalan oldu¤u k›sa sürede anlafl›ld›, ama medya bu yalan›n ortaya ç›kt›¤›n› yazmad› bile! Kurtulan’a yap›lanlar, 1997’de a盤a ç›kan and›ç olay›n›n yeni bir versiyonudur. Bunun arkas›nda hangi güçler oldu¤unu bilemem, ama flunu çok merak ediyorum: Bu faflizan sald›r›lar, manipülasyonlar karfl›s›nda, ülkemizin entelektüelleri nerede? Bu sald›r›lara karfl› verilecek tepki sadece DTP’ye bir destek de¤il, ülke demokrasisine de katk›d›r. Ülkemizin entelektüellerinin büyük bir potansiyel teflkil etti¤ini biliyoruz ve onlar›n sesinin ç›kmas›n› bekliyoruz. Thoreau’dan söz ettiniz, en etkilendi¤iniz düflünür kim? Tereddüt etmeden Nietzsche’nin ismini anabilirim. Zaman olsayd› bu konuyu konuflurduk.
Hak ve Özgürlükler Hareketi, Bulgaristan parlamentosunda 34 milletvekiliyle temsil ediliyor.
CEP HERKÜLÜ’NDEN AVRUPA PARLAMENTOSU’NA
Bulgar Türkleri, “Bulgaristan’ın Kürtleri” mi? ø 1989’da, dünya hafif siklet halter flampiyonu Naim Süleymano¤lu, otoriter Jivkov rejimi taraf›ndan Bulgarca bir ad almaya zorlan›nca Türkiye’ye iltica etti. Özal taraf›ndan siyasî propaganda malzemesi haline getirilen bu olaydan sonra, rejimin bask›s›ndan kurtulmak Bulgaristan’dan Türkiye’ye gelen göçmen say›s› 313 bine ulaflt›. ø 10 Kas›m 1989’da ülkeyi 35 y›l yöneten Todor Jivkov’un bürokratik diktatörlü¤ü y›k›ld›, Bulgaristan Komünist Partisi’nin (BKP) iktidar tekeline son verildi. Yönetimi devralan Bulgaristan Devlet Konseyi, 1984-89 aras›nda Türklere ve di¤er az›nl›klara karfl› yürütülen devlet zulmünü, asimilasyon kampanyas›n› ve sistematik insan haklar› ihlâllerini resmen kabul etti ve bu politikalar› düzeltme garantisi verdi. Buna göre, zorla de¤ifltirilen Türkçe adlar iade edilecek, Türkçe konuflma yasa¤› kalkacak ve Türk çocuklar› kendi okullar›nda ve anadillerinde e¤itim yapabileceklerdi. ø Jivkov’un 1984’te yürürlü¤e koydu¤u “zorla Bulgarlaflt›rma” politikalar›, Türk az›nl›¤›n içinde Türk Milli Kurtulufl Hareketi (TMKH) adl› etnik milliyetçi bir yap›n›n oluflmas›na sebep olmufltu. Jivkov, 1985’te ikisi çocuk 7 kiflinin ölümüne yol açan Sofya-Burgaz trenini bombalama eyleminden sorumlu tuttu¤u bu hareketi, demir yumruk politikas›yla sindirdi, ama büsbütün yok edemedi. 1990’da çokpartili demokrasiye geçilmesinden sonra TMKH’nin yeralt›ndaki kadrolar› Hak ve Özgürlükler Hareketi’ni (HÖH) kurarak aktif siyasete at›ld›. Bulgar istihbarat›, partiyi kontrol etmek için komünist bürokrasiden gelen Ahmet Do¤an’›n bafl›na geçmesini sa¤lad›. ø 1991 tarihli yeni Bulgar anayasas›, az›nl›klara anadillerini ö¤renme ve kullanma hakk› tan›yordu. Ama Jivkov’un Bulgar milliyetçili¤ini parlamenter rejime tafl›yan eski BKP bürokratlar› Türkçe e¤itim hakk›n›n kullan›lmas›n› fiilen engelliyordu. Bunun üzerine, Türk aileler, çocuklar›n› okula göndermeyi reddedip açl›k grevine bafllad›. Sonunda, E¤itim Bakanl›¤› Türkçe derslerin bafllat›lmas› karar› ald›. Ancak bu haktan ilk ve orta dereceli okullara devam eden 100 bin Türk çocu¤un sadece 40 bini yararlanabiliyordu. Ayr›ca, Türk ayd›nlar›n›n ve ö¤retmenlerin ço¤unun 1989’daki göç s›ras›nda Türkiye’ye gitmesi e¤itim kadrosu s›k›nt›s›na yol açm›flt›. ø 1991 kas›m›nda parlamentodaki 93 milliyetçi vekil, anayasada partilere getirilen “etnik, ›rksal ve dinsel temelli siyaset yapamama” s›n›rlamas›na ayk›r› davrand›¤› gerekçesiyle HÖH’ün kapat›lmas› için anayasa mahkemesine baflvurdu. Ama Anayasa Mahkemesi,
HÖH’ün faaliyetlerinin bu ilkeyle çeliflmedi¤ine kanaat getirerek baflvuruyu reddetti. Bu karar, Türk az›nl›¤›n haklar›na kavuflmas›nda bir milatt›, ama HÖH’ün, faflist Milliyetçi Birlik Taaruzu (MBT) partisinin ezelî hedefi haline gelmesine yol açt›. ø Türkler, HÖH d›fl›nda üç parti daha kurdu: Demokratik Geliflim Hareketi (DGH), Demokratik Adalet Partisi (DAP) ve Türk Demokratik Partisi (TDP). Türk milliyetçisi (özellikle Turanc› TDP) bir durufl alan bu partiler, geçmiflte komünist rejimle iliflkileri olan Ahmet Do¤an’›n politikalar›na kuflkuyla yaklafl›yor, HÖH’ü sistemin partisi olarak kabul ediyordu. 1997’de dönemin ‹çiflleri Bakan›, aralar›nda HÖH lideri Ahmet Do¤an ve üç Türk’ün de bulundu¤u 23 kiflinin komünist dönemde Bulgar Gizli Servisi’nde çal›flt›¤›n› aç›klad›. Bu durum, Türk az›nl›¤›n tek bir çat› alt›nda toplanamamas›na yol açan bafll›ca faktörlerden biriydi. Türk partileri bugün de, 1 milyonu aflk›n nüfusu olan Türk az›nl›¤›n oylar›n› almakta güçlük çekiyor. ø HÖH, giderek yükselen bir grafik çizdi. 1990 seçimlerinde 400 üyeli parlamentoya 23 milletvekili sokarak (% 6.5) koalisyon hükümetine kat›ld›. 2001’de 240 vekilden 24’ünü alarak (% 7.5) tekrar hükümet orta¤› oldular. ø 2005 seçimlerinde, Bulgaristan Sosyalist Partisi’nin (BSP) bafl›n› çekti¤i ve sosyaldemokrat, yeflil, hümanist partilerin yan› s›ra BKP’nin de kat›ld›¤› Bulgaristan Koalisyonu birinci oldu (% 34). Milliyetçi II. Simeon Hareketi ikinciydi (% 22). Üçüncü s›rada yer alan, 467 bin seçmenin oy verdi¤i HÖH (% 14) mecliste 34 vekille temsil edilme hakk› kazand› ve koalisyon hükümetine girdi. ø HÖH, 2006’da, BSP’li cumhurbaflkan› Georgi Parvanov’un yeniden seçilmesine destek verdi. Faflist MBT’nin aday›na karfl› Parvanov’un (% 76) zaferi, Türkleri’nin elini kuvvetlendirdi. ø 1 Ocak 2007’de, Bulgaristan AB’nin tam üyesi oldu. HÖH, Avrupa’daki az›nl›klara (buna Türkiye’deki Kürtler de dahil) destek veren siyasî güçlerle daha yak›n iliflkiler kurmaya, AB kart›na oynamaya bafllad›. 21 May›s’ta yap›lan Avrupa Parlamentosu seçimlerinde HÖH % 17 oy alarak 18 vekilli¤in dördünü kazand›. ø HÖH, kendini “liberal parti” olarak tan›ml›yor, Liberal Enternasyonal üyesi. Finlandiya’da yaflayan ‹sveç az›nl›¤›n›n kurdu¤u ‹sveçli Halk Partisi modelini benimsiyor. Ancak, Türk az›nl›¤›n haklar› liberalizmden önce geliyor; örne¤in, 2005’te, geleneksel olarak Türk iflçileri istihdam eden tütün sektörünün kalbi Bulgartabak’›n özellefltirilmesine karfl› ç›kt›lar.
17
10 KASIM VE “SEVG‹L‹ ATATÜRKÇÜ⁄ÜM” ARAfiTIRMASI
Özel bir Türk belli ki! Gazeteler, Haluk Bilginer’in Atatürk’ü canland›rd›¤› banka reklam›yla ilgili haber üstüne haber yap›yor, televizyon muhabirleri Bilginer’in rol arkadafl› küçük çocu¤a mikrofon uzat›p “Atatürk’le konuflman›n kendisini heyecanland›r›p heyecanland›rmad›¤›n›” soruyor. “Ben Atatürk’le konuflmad›m” diyor 8 yafl›nda çocuk, “Haluk Bilginer’le konufltum.” Ayn› hafta Urfa’da 80 yafl›nda bir adam Atatürk heykeli önüne gidip Atatürk’e dilekçe vermeye çal›flt›¤› gerekçesiyle gözalt›na al›n›yor. Bir manken Atatürk’e mektup yaz›p geri ça¤›rmaktan söz ediyor. Türban sorunu için “Kurtar bizi Atam” diye An›tkabir’e gidenler, Kürt sorunu için de ayn› fleyi yap›yor. Konu Atatürk olunca ortalama zekâya sahip bir çocu¤un yapmayaca¤› fleyleri yetiflkinlerin yapmas› normal karfl›lan›yor. Bu durumun temellerinin ilkö¤retimde at›ld›¤›n› söyleyen, ilkokul çocuklar›ndaki Atatürk alg›s›yla ilgili araflt›rmas›n› “Sevgili Atatürkçü¤üm” ad›yla kitaplaflt›ran Bilgi Üniversitesi’nin Medya ve ‹letiflim Sistemleri Bölümü araflt›rma görevlisi Esra Elmas’a kulak veriyoruz.
Çocuklar›n Atatürk alg›s›n› araflt›rmay› neden gerekli gördünüz? Esra Elmas: Sürekli bir modernizm tart›flmas› içindeyiz. Akademide de böyle, d›flar›da da. Küreselleflme, modernleflme, postmodernleflme gibi büyük konular üzerinden hep bunu tart›fl›yoruz. Modernleflme hikâyesinin kurumsal olarak bafllad›¤› yer de okul. Okul Türkiye’de sad›k vatandafl yaratman›n en önemli arac›. Devlet al›r köylü çocu¤unu, bursla okutur ve “adam eder”. Medeniyet okul arac›l›¤›yla sa¤lan›r. Çocuk ilkö¤retim, lise, üniversite derken okulla sürekli bir iliflki içinde. Dolay›s›yla, Türkiye modernleflmesi üzerine çal›flma yapacaksak, okula ve çocu¤a bakmak anlaml› olur diye düflündük. Çocuk ve okulu neyin üzerinden okumak lâz›m diye sordu¤umuzda da Atatürk merkeze oturdu, çünkü okul ve çocuk deyince Atatürk’ü d›flar›da tutman›z imkâns›z. Üç unsurun bir araya gelmesinden oluflan bir halet-i rûhiye var ortada. Kurum olarak okul, aktör Esra Elmas
olarak da çocuk ve Atatürk. Atatürk yaflamasa da büstler, foto¤raflar ve her gün düzenlenen törenlerle çocu¤un Atatürk’le kurdu¤u bir iliflki var. Anaokullar›nda da ö¤retiliyor Atatürk, ama içeri¤in ciddi ciddi dolmaya bafllad›¤› dönem ilkokul ça¤›. Bir de, çocuklar›n Atatürk’le ilgili de¤erlendirmeleri çok de¤erli ve anlaml›, çünkü “oyun oynamaya” ve “oyunlar› bozmaya” hepimizden daha müsaitler. Kitab›n›zda çocuklar›n Atatürk’ü insanüstü, hatta tanr›sal bir varl›k olarak gördü¤ünü söylüyorsunuz. Bu nas›l yarat›l›yor çocu¤un kafas›nda? ‹lkokul çocuklar›n›n flöyle bir özelli¤i var, soyut kavramlarla dördüncü s›n›fta tan›flmaya bafll›yorlar. Bir çocuk için soyut olan her fley, zor anlafl›l›r demek. Atatürk’ün resmi somut, heykeli, büstü somut, ara s›ra dinlettirilen sesi somut, ama yok böyle biri. Sonuçta, karfl›lar›na ete kemi¤e bürünmüfl biri ç›km›yor. Ayn› dönemlerde hazreti Muhammed de anlat›l›yor çocu¤a. fiimdi iki ölüden bahsediyoruz, birinin foto¤raflar› var, di¤erinin yok. Daha üstü örtülü bir “fley”. ‹kisinin çocu¤un kafas›na eflzamanl› girmesi de önemli. Atatürk’e dönersek, öyle kudretli, o kadar muhteflem bir fley ki Atatürk; sar›fl›n, mavi gözlü, yani tipik bir Türk de¤il, özel bir Türk belli ki. Yurdu düflmandan kurtarm›fl, cumhuriyeti kurmufl, bir sürü devrim yapm›fl. Ölü olmas›n›n üstüne böyle bir kudret hikâyesinin eklenmesi çocukta daha fazla etki yarat›yor tabii. Çocuk ö¤retmeninden, ö¤retmeni olmazsa baflka yerlerden “Ah keflke Atatürk olsayd›, her fley bambaflka olacakt›” diye duyuyor sürekli. Böyle olunca, Atatürk’ün insan olmas›n› çok gerçekçi bulmuyor, zaten anlat› insandan söz eder gibi de¤il. Çocuk gözünden bak›nca, hiçbir zaman Atatürk kadar mükemmel olamayaca¤›n›z› bilirsiniz, hepimiz biliriz bunu. Dolay›s›yla, Atatürk insanüstü bir varl›k. Tam olarak tanr› ya da peygamber diyemiyorum, hepsinin zaman zaman yerini alabilen, insan da olabilen, yani bu üçünün de üstünde yürüyebilen bir varl›k. Ama kesinlikle insanüstü. Asl›nda, tanr›sall›k meselesi ilk kez söylenmiyor. Siyasal islam›n konuflulmaya baflland›¤› 1990’lar›n sonunda, o cenah da Atatürk’ün Tanr› gibi konumland›r›ld›¤›n› ileri sürmüfltü.
19
Atatürk’ün tanr›sall›¤›ndan söz ederken, okula da mabet benzetmesi yap›yorsunuz. Bunu biraz açar m›s›n›z? Okulda çocu¤a adeta ›fl›k huzmeleri içinde anlat›lan bir Atatürk var: Çocuk her gün Atatürk’ün büstü önünde “And›m›z”› okuyor, ‹stiklâl Marfl›’n› söylüyor. Acaip bir ritüel bu. Okul koridoruna giriyor, bir Atatürk köflesi. Okulun her yerinde resimleri var. Do¤rudan ilk karfl›laflt›¤› kifli o. Derse giriyor, tam karfl›s›nda kocaman bir Atatürk, bütün derslerde ö¤rencileri seyrediyor. Sorular›m›z› yan›tlayan çocuklar, yaramazl›k yapt›klar›nda Atatürk’ün kendilerine k›zg›n k›zg›n bakt›¤›n› söylediler. Okul, Atatürk merkezli tören eflli¤inde sürekli bir tavaf etme halinin söz konusu oldu¤u bir yer. Tavaf eden de çocuk. Modern kelimelerle anlatmaya ve öyle anlamaya meyilli oldu¤umuz için yak›flt›ram›yoruz bunu, ama mabetten fark› yok. Derslere bakt›¤›n›zda da hemen her derste Atatürk oldu¤unu görüyorsunuz. Matematik dersinde Atatürk’ün do¤um tarihi, anne babas›n›n yafllar› üzerinden ifllemler çözülüyor. Türkçe dersinde, onun Türkçeyi ne kadar iyi kulland›¤›n› ve harf devrimi yapt›¤›n› ö¤reniyor. Hayat bilgisinde çocuklu¤undan kesitler dinliyor. Fen bilgisinde “Hayatta en hakiki mürflit ilimdir”, “Bir millet ancak ilimde ve fende baflar›l› olursa millet olabilir” gibi vecizeleri giriyor devreye. Bunun yetiflkinli¤e yans›mas› nas›l? Bilgi aç›s›ndan bakarsak, bir çocu¤un Atatürk konusundaki bilgisiyle bir yetiflkinin bilgisi aras›nda büyük bir fark oldu¤unu sanm›yorum. ‹lkokulda ö¤retilenler yetiyor asl›nda. Bir konferansta dinlemifltim; konuklardan biri, babas›n›n bir dosya k⤛d›na Atatürk’ün hayat›n› yazd›¤›n› ve “Bütün bunlar› ezberle, sana hayat›n boyunca yard›mc› olacak” diye ö¤üt verdi¤ini anlatt›. Bu bilgiyle üniversitedeki ink›lâp tarihi dersini bile geçebiliyorsunuz. Zaten Atatürk meselesinin s›n›rlar› var, fazla ilerleyemezsiniz. ‹nsan kendini her konuda gelifltirebilir, hayat›m›zda ilerleyebilece¤imiz eflikler vard›r. Atatürk konusunda böyle bir fley yok, anlat› üç afla¤› befl yukar›
“Atatürk silueti”nin önünde resmî törenler yap›l›yor, vali, garnizon komutan›, belediye baflkan› bu “müthifl olay›” askerî bando eflli¤inde izliyor. Bu olay, Atatürk ritüelinin hem devlet erkân›nda hem toplumun alg›s›nda nas›l bir anlam kazand›¤›n› anlatmakla kalm›yor, ayd›nlanmac› oldu¤unu iddia eden bir dünya görüflünün nas›l bir çeliflki içinde oldu¤unu da gösteriyor.
ayn›. Derinleflebilmeniz için her fleyden önce sorgulaman›z lâz›m, ama Atatürk sorgulanmaya aç›k de¤il. Sorgulayamay›p derinleflemedi¤iniz için, az önce anlatt›¤›m kifli gibi bir dosya k⤛d› bilgiyle hayat boyu idare edebiliyorsunuz, ilkokulda ö¤retilenin üstüne pek bir fley ekleyemedi¤imiz bir fley Atatürk ö¤retisi. Neden böyle? Atatürkçülük ya da Kemalizm dedi¤imiz fley, baz› insanlar›n zihninde çocukluktan itibaren kemiklefliyor. Di¤er yandan, bir sayfal›k bilgiyle bile insana çok fley veriyor Kemalizm, içinde her fley var. Kemalist olup sa¤c› olabilirsiniz, solcu olabilirsiniz, müslüman olabilirsiniz. Hiçbir durumla çeliflmiyor, her fleyden biraz var içinde. O tek dosya k⤛d›nda yazanlara bak›nca bütün cevaplar› görüyorsunuz. Kürt sorunu yükselince, An›tkabir’e gidiyorsunuz. Türban krizi yaflan›yor, Atatürk’e flikâyet ediyorsunuz. Her olaya karfl› müthifl bir tampon. Dolay›s›yla, çocukluk bilgisi yetiyor. Bir de flu var, neden daha fazla okusun ki insan? Zaten her fleyi bildi¤ini düflünüyor. Yetiflkinlerle çocuklar bu anlamda da benzefliyor. Bu konuda büyüyemezsiniz, yetiflkinlerde de mevcut Atatürk’le ilgili “çocuk duyarl›l›¤›”. Ardahan’daki Karada¤ yamaçlar›na düflen ve “Atatürk silueti” oldu¤u söylenen gölgenin önünde resmî törenler yapmak gibi durumlara da bu çocuk duyarl›l›¤› m› yol aç›yor? Böyle söylenebilir tabii. Ama, bu siluetin
önünde resmî törenler yap›l›yor, vali, garnizon komutan›, belediye baflkan› bu “müthifl olay›” askerî bando eflli¤inde izliyor. Bu olay Atatürk ritüelinin hem devlet erkân›nda hem toplumun alg›s›nda nas›l bir anlam kazand›¤›n› anlatmakla kalm›yor, bilimci, ayd›nlanmac›, pozitivist oldu¤unu iddia eden bir dünya görüflünün nas›l bir çeliflki içinde oldu¤unu da gösteriyor. Ben bu olay› çal›flmamda çok faydaland›¤›m, yak›nda Türkçede yay›mlanacak olan Yael Navaro Yashin’in “Faces of The State: Secularism and Public Life in Turkey” (Devletin Suretleri: Türkiye’de Sekülarizm ve Kamusal Hayat) adl› kitab›ndan ald›m. Yazar tam da siyasal islam tart›flmalar›n›n ve bununla ba¤lant›l› olarak Atatürkçülük’ün yükseldi¤i bir dönemde gelmifl Türkiye’ye. Aç›kças›, ben siluet töreni meselesini orada gördüm ve hayret ettim, bunu nas›l kaç›rm›fl›m diye. Bu bana baflka bir durumu da hat›rlatt›, yabanc›lar mesela her yerde Atatürk resimleri, heykelleri görünce yad›rgar, “niye böyle?” diye sorar. Biz o kadar al›flt›¤›m›z için öyle göremeyiz. O kadar büyük bir strateji ki bu, insanlar›n üstüne aban›yor; ya bunu tamamen kabul ediyor insan ya da kendi içinde bafletmeye, direnmeye çal›fl›yor. Direnmeden kast›m, mesela Ardahan’daki siluet töreni meselesini görmezden geliyor ya da gülüp e¤leniyor. Kitapta, anketinizi bir özel okulda, bir de devlet okulunda uygulad›¤›n›z›, devlet okulundaki ö¤rencilerin çal›flman›z› ve sorular›n›z› sorgulamaya daha aç›k oldu¤unu yazm›fls›n›z. Bunu genelleyebiliyor musunuz? Ankette üç soru vard›: Atatürk sizce nas›l biridir? Onu en çok hangi özelli¤iyle hat›rl›yorsunuz? Atatürk flu an yaflasayd›, hayat›n›z farkl› olur muydu? Evetse, nas›l? Devlet okulunda, çal›flman›n amac›n› aç›klad›ktan sonra, ö¤rencilerden baz›lar› sorulara aç›k aç›k cevap vermeleri halinde bafllar›na belâ aç›l›p aç›lmayaca¤›ndan emin olmak istedi. Atatürk’ün içki içti¤ini söyledikleri takdirde polisin okulu basmas› olas›l›¤›n› konufltular aralar›nda. Çal›flman›n bir üniversite çal›flmas›
“ATATÜRK YAfiIYOR OLSAYDI HAYATINIZDA B‹R FARK OLUR MUYDU?” “AB’ye girmifl olurduk. Modern bir ülke olurduk. Çarflafl› insan kalmazd›. Herkes okurdu. Çocuk sevgisi daha fazla olurdu. Dayak yiyen kad›n kalmazd›. Topraklar›m›z› satmazd›k. Tayyip Erdo¤an baflbakan olmazd›. PKK olmazd›. IMF’ye borcumuz olmazd›. Denizlerimiz daha temiz olurdu. Hayvanlar› çok severdik. Ermeniler bize sald›rmazd›. Irak-ABD savafl› ç›kmazd›.” 6. s›n›f ö¤rencisi – K›z Atatürk düflmanlara karfl› can›n› bile vermekten çekinmemifltir. Ona çok fley borçluyuz. Biz de ona en büyük hediye olarak okuyup yüksek yerlere gelmeliyiz. Atatürk’ün dedi¤i bir söz var, Türk milleti çal›flkand›r. Erkekler de savaflta can›n› vermekten çekinmesin. 8. s›n›f ö¤rencisi – K›z Onu seviyoruz. Yurdumuzu kurtard›. Belki ona minnet borcumuz var. Bu borcu ödememiz gerek. Bunu da yurdumuza birer yararl› insan olarak ödeyece¤iz. Bu bizim hem borcumuz hem de görevimiz. 8. s›n›f ö¤rencisi – K›z Atatürk öyle bir ›fl›k ki bize. Ona öyle çok fley borçluyuz. Öyle bir örnek ki bize bence onu taklit etmeliyiz. Asl›nda taklit etmeliyiz demeyeyim de, onun gibi çok çal›fl›p onun geldi¤i, onun baflard›¤› fleyleri biz de baflarmal›y›z. 6. s›n›f ö¤rencisi – Erkek Atatürk, ulusumuzun kurtar›c›s› yüce insan, ulu önderimiz, yüce flahsiyet. O savafltan savafla koflmufl ve askeri baflar›s› çok yüksek ve dünyan›n say›l› ko-
20
mutanlar›ndan biridir. 8. s›n›f ö¤rencisi – K›z Atatürk yapt›¤› çeflitli yeniliklerle ülkemizi büyütmeyi ve ak›ll› davranmay› ö¤retti. Atatürk’ün üstün zekas› ve becerileri ile birlikte bu vatan flu an böyle ba¤›ms›z olmazd›. 5. s›n›f ö¤rencisi – Erkek Atatürk’ün en belirgin özelli¤i ileri görüfllülü¤üdür. Daha o zamanlarda bugünlerde yaflanan olaylar› tahmin eden bir kiflidir. 6. s›n›f ö¤rencisi – K›z Atatürk öncelikle mahalle mektebine ve daha sonra babas›n›n iste¤i üzerine fiemsi Efendi okuluna gitti. Daha sonra babas› vefat etti. Day›s›n›n yan›na gittiler. Fakat Atatürk köy hayat›na bir türlü ayak uyduramad›, çünkü orada okul yoktu. 6. s›n›f ö¤rencisi – Erkek Atatürk hep göze batan biriydi. Çocuklu¤unda da, büyüdü¤ünde de belliydi ileride önemli ifller yapaca¤›. Matematik ö¤retmeni bunu fark etmiflti. Çok baflar›l› oldu¤u için, kendi ismi de Mustafa’yd› sonra senin ad›n bundan sonra Mustafa Kemal olsun dedi.
7. s›n›f ö¤rencisi – K›z Atatürk ailesinde, okulda ve asker olarak hep fark ediliyordu. Hep çok baflar›lar kazand›. Özellikle matematik dersinde çok baflar›l›yd›. Bunun sonunda ö¤retmeni ona benim ad›m da Mustafa seninki de , sana bundan sonra Mustafa Kemal diyelim dedi. 8. s›n›f ö¤rencisi – K›z Atatürk her konuda çok baflar›l› bir insand›. Her zaman önde giden biriydi. Her zaman olaylar›n içinden ç›kmas›n› bildi. Bir keresinde kalbine gelen kurflundan bile cebindeki saat sayesinde kurtuldu. 5. s›n›f ö¤rencisi – K›z Atatürk olsayd› çoktan AB’ye girmifl olurdu. Ülkemiz gün geçtikçe kalk›n›rd›. Ülkemiz kalk›nsayd› belki en iyi ülkelerle eflit seviyede olacakt›k. 7. s›n›f ö¤rencisi – Erkek Atatürk yaflasayd› vatan›m›z›n iç kar›fl›kl›klar› olmazd›. AB’ye çoktan girmifl olurduk, böyle sürünmezdik. Herkes k›sa kollu aç›k giyinirdi. 6. s›n›f ö¤rencisi – K›z: Atatürk yaflasayd› bu vatan her zaman yüksek seviyede olurdu. Mesela AB üyesi olurduk.
Ö¤retmen “sizce Atatürk nedir?” diye sormufl s›n›fa. Çocuklar akla gelebilecek her fleyi söylüyor: komutan, kurtar›c›, hilâfeti kald›rd›, devrimler yapt›… Ö¤retmen kabul etmiyor. Ders bitince ö¤retmene soruyorlar: Peki ne söylememiz gerekiyordu? Ö¤retmen de “Atatürk ne de¤ildir ki?” diyecektiniz diyor.
Çok ilginçtir, çocuklar tam da bu noktada Atatürk’le kopuyor asl›nda. Bunu hiçbir zaman içsellefltiremiyor ve suçluluk duygusu içine giriyor. Çünkü çocuk bak›yor, örne¤in, Atatürk köyde okul olmad›¤› için köyü terk etmifl. O kadar seviyor okulu, çok baflar›l› bir ö¤renci. Çocuk biliyor ki, kendisi hiç o kadar baflar›l› olamayacak. Kendisinin hiç beceremedi¤i matemati¤i Atatürk o kadar iyi biliyor ki, ö¤retmeni bu yüzden ismini bile de¤ifltirmifl. Askerli¤iyle ilgili anlat›lanlar da böyle. Düflman kurflun at›yor, saatinde tak›l›yor. Böyle olunca, iki durum ç›k›yor ortaya, biri Atatürk’ü insanüstü bir varl›k gibi alg›lamak, ikincisi yetersizlik hissi. Borçluluk meselesiyle de ba¤lant›l› söylersek, çocuk bu haliyle Atatürk’e olan borcunu nas›l ödesin ki? Hiçbir zaman ödeyemez. Ne kadar s›k›l›rsam s›k›lay›m okula gidece¤im, o törenlere kat›laca¤›m diye düflünüyor. Çocuklara Atatürk sevgisi afl›lamak de¤il bu, baflka bir fley. Düflünün, devlet senelerdir yap›yor bunu. Benim babam da ayn› fleyleri dinledi, ben de. Anket için okullara giderken, çocuklar›n anlatacaklar›yla ilgili tahminlerim vard›, muhtemelen flunu flunu anlat›r diyordum. Çok az fley hat›rlad›¤›m›, ama çocuklar anlatt›kça anlat›lanlar›n hepsini bildi¤imi fark ettim. Çal›flmadan sonra da dinledi¤im epey hikâye var. Atatürk ve çocuklu¤umuz dedi¤inizde, hepimizin an›lar› devreye giriyor. K›rkl› yafllar›nda bir tan›d›¤›m anlatt›; lise ikinci s›n›fa kadar, nerede olursa olsun, gördü¤ü Atatürk heykellerine, resimlerine çakt›rmadan bir selam veriyormufl. Bir baflka arkadafl›m›n ilkokul ö¤retmeni de “Sizce Atatürk nedir?” diye sormufl s›n›fa. Çocuklar akla gelebilecek her fleyi söylüyor: komutan, kurtar›c›, hilâfeti kald›rd›, devrimler yapt›… Ö¤retmen kabul etmiyor. Ders bitince ö¤retmene soruyorlar: Peki ne söylememiz gerekiyordu? Ö¤retmen de “Atatürk ne de¤ildir ki?” diyecektiniz diyor. Hepimizin hayat›nda böyle say›s›z Atatürk hikâyesi var, oturup düflününce her
fley anlafl›l›yor asl›nda. Kitapta, Atatürk’ün k›z kardefliyle birlikte tarlada kovalad›¤› kargalarla “kara çarflafl›lar” aras›nda bir benzerlik kurmuflsunuz. Bu sizin yorumunuz mu, konufltu¤unuz çocuklar›n m›? Çocuk karga kovalama hikâyesini dinleyince böyle bir fley düflünmüyor olabilir tabii. Ben bunun metaforik bir fley olabilece¤ini söylemeye çal›flt›m. Benim kufla¤›mdakilere, yani 1990’larda gençli¤ini ve çocuklu¤unu yaflam›fl olanlara laikli¤in tehlike alt›nda oldu¤u düflüncesi pompaland› hep, laikli¤in en büyük düflman› olarak da kara çarflafl›lar gösterildi. Modernleflmenin ya da bizdeki görünüflü olan Kemalizm’in inançla ilgili bir derdi var çünkü. Modernleflme denince, Tanr›’dan korkmak gibi bir durum ç›k›yor ortaya, en az›ndan devlet düzeyinde, resmî söylemde böyle alg›lan›yor. Osmanl›’dan söz edilirken, geliflmenin önündeki engel olarak din gösterilir mesela. Medya sitelerinde Cem TV’de kat›ld›¤›n›z bir programda Cumhuriyet yazar› Ümit Zileli’yle tart›fl›p stüdyoyu terk etti¤iniz yaz›ld›. Program›n di¤er konu¤unun Ümit Zileli oldu¤unu bilmiyordum. Kitab›mla ilgili konuflmak için arad›lar, ben de gittim. Ümit Zileli yay›ndan birkaç dakika önce açt› kitab›m›, tesadüfen “Bir Din Olarak Laiklik” bölümüne rastlam›fl. “Bu ne demek oluyor?” diye otoriter bir edayla sorular sordu. “Ben size neden aç›klama yapay›m ki, okursan›z anlars›n›z” dedim. Bu sefer program sunucusuna, “Beni neden böyle konuklarla birlikte ça¤›r›yorsunuz?” diye ç›k›flt›. “Ben de sizden hofllanm›yorum, sizinle bir arada olmak da istemem, ama medeniyet dedi¤imiz fley bunu gerektiriyor” diye karfl›l›k vermem üzerine, “Terbiyesiz, ben senin kitab›n› neden okuyay›m?” diye ba¤›rd›. Ben de “Terbiyesiz sizsiniz” diyerek stüdyodan ayr›ld›m. Söylefli: Murat Toklucu
oldu¤unu ve bafllar›n›n belâya girmeyece¤ini söyledim. Bu kez de “üniversitelilerin bafllar›na gelenleri” hat›rlatt›lar bana. Ama buradan hareketle, “devlet okulu ö¤rencileri daha sorgulamaya aç›k, özel okuldakiler de¤il” gibi bir genelleme yapamay›z. Polisle bafl›n›n belâya girip girmeyece¤ini soran çocu¤un babas› “siyasî suçlu”ymufl mesela. Endiflelerinin baflka sebepleri olabilir yani. Ama, endiflelerini aktars›n aktarmas›n, çocuklar›n hepsi polis meselesinin fark›ndayd›. Epey gerçekçiler bir yandan, bir yandan da daha flimdiden böyle korkular› olmas› hiç sa¤l›kl› görünmüyor. Çocuklar tamamen pasif de¤il, neyin nas›l oldu¤unun fark›ndalar, yetiflkinlerin ne cevap istedi¤ini biliyorlar. Oyunu bilerek oynuyorlar, bana verdikleri cevaplardan da bu anlafl›l›yor. Ankete kat›lan çocuklar›n neredeyse tamam› kendini Atatürk’e borçlu hissetti¤ini söylemifl. Bunu nas›l okumak gerekir? Sadece okul ve Kemalizm özelinden yaflad›¤›m›z bir fley de¤il bu, bir kültür asl›nda. Ergenlik ça¤›n› ve aileyi akla getirin; ergenlik sadece biyolojik bir hikâye de¤ildir, kifli annenin baban›n yanl›fllar›n› görmeye, onlar› sorgulamaya bafllar. Sorgulamaya ve karfl› ç›kmaya bafllad›¤› andan itibaren, “Sen annene nas›l karfl› ç›kars›n? O seni do¤urdu, dokuz ay karn›nda tafl›d›” diye feci bir suçluluk duygusu dikerler karfl›s›na. Müthifl bir vicdan meselesi olarak karfl›m›za ç›k›yor bu borçlanma durumu. Kemalizm, Atatürk’e borçlu olmay› sürekli vurgularken, Atatürk’ün sorgulanmaya bafllamas›n›n önünü kesmeye çal›fl›yor. Müslümanlarda da var bu, orada da Tanr›’y› sorgulayam›yorsun. Atatürk’ün çocuklu¤uyla ilgili hikâyelerin çocuklara anlat›lma biçiminin de problemli oldu¤unu söylüyorsunuz. Bu hikâyelerin amac› çocu¤un kendini Atatürk’le özdefllefltirmesini sa¤lamak de¤il mi?
“Bar›fl Orman›”, Extramücadele
“BARIfi ORMANI”NIN CARL JUNG’CU YORUMU
Anima, Animus, Atatürk “Resimdeki Atatürk, Extramücadele’nin bilincidir.” Hafriyat’›n önde gelen imzalar›ndan Extramücadele’nin “Bar›fl Orman›” adl› animasyonuna, yine Hafriyat’tan Murat Turan’›n psikanalizin babalar›ndan Carl Jung’u kerteriz alarak yapt›¤› okumaya ba¤lan›yoruz...
O
rman, bilinçd›fl›d›r. Çarflafl› k›z Extramücadele’nin Anima’s›n›, Atatürk ise Extramücadele’nin kendisini, daha do¤rusu bilincini simgeliyor. Bar›flanlar›n karfl› cinsten olmalar› dikkat çekici. Demek ki savaflanlar da karfl› cinsten. Çarflafl› k›z› ç›kart›p yerine çember sakall› ve flalvarl› bir erkek yerlefltirdi¤imizde, resmin anlam›n›n de¤iflece¤ini düflünüyorum. Bu da bize çarflafl› k›z›n difli özelli¤inin a¤›rl›kl› bir önemi oldu¤unu gösteriyor. Carl Jung’a göre “her erkek, içinde, o ya da bu kad›na ait olmayan sonsuz bir kad›n imgesi tafl›r.” Erke¤in bilinçd›fl›na ait bu difli karakter, Anima’d›r. Bunun karfl›l›¤› olarak her kad›nda da bir Animus vard›r. Anima bilinçd›fl› bir imgedir, düfllerde ve fantezilerde türlü k›l›kta karfl›m›za ç›kabilir: Tanr›ça, fahifle, dilenci kad›n, film y›ld›z›, cad›... Yani içimizdeki sonsuz kad›n imgesinin çarflafl› bir kad›n olarak kendini göstermesi Jung psikolojisinde garipsenecek bir durum de¤il. Üstelik sadece bir çift güzel gözü d›flarda b›rakan kara çarflaf, Animan›n karanl›k yan›n› belki de en etkileyici biçimde ortaya koyuyor. Çünkü Anima bilinçd›fl›n›n sözcüsü ve ruhumuzun karanl›k bölgesinde yaflayan orta¤›m›zd›r. Tutkunun da ve nefretin de kayna¤›d›r. Ruhsal bütünleflmenin anahtar›d›r ama, bilinç onu yok say›p, bast›rd›¤› ölçüde Anima, bilinçd›fl›n›n hâkimi haline gelerek bize en karanl›k oyunlar› oynayabilir. Jung özellikle Bat›l› erke¤in Anima’s›n›n fark›na varmakta büyük güçlük çekti¤inden söz eder. Sadece Anima’yla s›n›rl› de¤il tabii, Jung, Bat›l› insan›n genel anlamda bilinçd›fl›n›n fark›nda olamamaktan kaynaklanan büyük ac›lar yaflad›¤› ve yaflatt›¤› kan›s›ndad›r. Pozitivist maddeci dünya görüflü, baflta teknolojik zafer olmak üzere pek çok maddî zafere imza atm›flt›r, ama manevî bü-
Resimdeki orman, insan›n üzerinde romantik, gizemli bir etki b›rak›yor. Bar›fl, bir tokalaflma de¤il, elele tutuflma. Yani bar›fl, karfl›l›kl› yap›lan bir anlaflmadan çok, özlem duyulan bir buluflmaya benziyor. Ertesi gün resim tekrar elime geçti ve bir önceki yorumu eksik b›rakan yeni hislerle karfl›laflt›m. Orman›n ürperti veren yan›, romantik yan›n› bast›rm›flt›.
tünlük aç›s›ndan y›k›c› bir körlük içindedir. Jung, insan ruhunun karanl›kta kalan do¤as›n› din, parapsikoloji, simya, düfller, masallar gibi, pozitivizmin “alerjik” tepki gösterdi¤i alanlara ait imgelerde aram›flt›r. Ona göre bilinç, gözlerini ve kulaklar›n› bilinçd›fl›n›n do¤as›na kapatarak ruhunda mutlak hakimiyet kurma hayali içindedir. Ve bu asl›nda kendi kendine tuzak kurmak ve kendini bilinçd›fl›ndaki karanl›¤›n›n insaf›na b›rakmakla eflde¤erdir. Jung dünya savafllar›n› yaflayan biri olarak insanlar›n kendi Gölgeleriyle yüzleflemedikleri için (Gölge: Bilinçd›fl›na itti¤imiz kötü, afla¤›l›k yan›m›z) Gölgelerini komflu uluslara yans›tt›¤›n› söylemifltir. Bugün yaflasayd› Bat›l› insan›n Gölgesini dünyan›n öbür ucunda da bulup bombalamaya devam etti¤ini görürdü herhalde. Resimdeki Atatürk, Extramücadele’nin bilincidir. ‹nsan› bu düflünceye getiren ilginç karfl›tl›klar var Atatürk ve kara çarflafl› k›zda. Ayd›nlanmac› bilinç ve karanl›k cehalet. Bat› ve Do¤u. Erkek ve difli. Bu karfl›tl›klar, sözkonusu bar›fltan önceki savafl›n do¤as› hakk›nda da ipuçlar› veriyor. En kaba flekilde okuyacak olursak: Bat›y› hedef gösteren bilinç için en hakiki mürflit ilimdir. Üstelik Büyük Komutan olarak bilinç, biraz dedi¤im dedik bir erkektir. Bu durumun, bilinçd›fl›ndaki Do¤ulu, gizemci, dinsel, difli unsurlarla bilinç aras›nda gerilim yaratt›¤› söylenebilir. Savafl› b›rakal›m, ormandaki bar›fla gelelim. Orman, Jung psikolojisinde bilinçd›fl›n›n simgesidir. Resimdeki orman, insan›n üzerinde romantik, gizemli bir etki b›rak›yor. Bar›fl, bir tokalaflma de¤il, elele tutuflma. Yani bar›fl, karfl›l›kl› yap›lan bir anlaflmadan çok, özlem duyulan bir buluflmaya benziyor. Bu bir rüya olsayd›, hay›rl› bir rüya olarak yorumlayabilirdik belki. Bilinç, bilinçd›fl›yla
aras›ndaki gerginli¤i çözecek bir ad›m atma cesaretini göstermifl veya bunun yolu hakk›nda baz› fikirleri var. Buluflma, bilinçd›fl›nda, bilinçd›fl›n›n sözcüsü Anima’yla gerçeklefliyor. Yaflam›m›z›n pek çok döneminde Anima’yla iliflkili pek çok zor ödevle karfl› karfl›ya kal›r›z. Ejderhan›n elinden prensesi kurtaran flövalye, anne figürünün güçlü etkisinden kurtularak Anima’ya yönelme mücadelesini simgeler. Afl›k oldu¤umuz insan› Anima’yla özdefllefltirir, onun da bir birey oldu¤u gerçe¤iyle bo¤uflur dururuz. Ancak Jung psikolojisinde Anima’n›n as›l önemi olgunlaflma döneminde ortaya ç›kar. Bu da Anima’n›n fark›na varmakla ilgilidir. Bölük pörçük bilgilerime ra¤men, Carl Jung psikolojisini içine girip nefleyle hareket edebilece¤im bir oyun bahçesine benzetiyorum. Kuflkusuz baflka güzel bahçeler de var. Ama Extramücadele, ortak toplumsal imgeleri yakalamaktaki baflar›s›yla kendili¤inden bahçeye girdi. Kimi zaman onun bilinçd›fl›nda gezindi¤imi düflündüm, kimi zaman toplumsal bilinçd›fl›nda. Son vard›¤›m noktada asl›nda sadece kendi bilinçd›fl›mla u¤rafl›p durdu¤umu düflünmek bile, hiç de gerçekd›fl› gelmiyordu. Sanat›n insan›n ortak do¤as›na ›fl›k tutan, bütünlefltirici yan›n› sevdi¤imi düflündüm. Ertesi gün resim tekrar elime geçti ve bir önceki yorumu eksik b›rakan yeni hislerle karfl›laflt›m. Orman›n ürperti veren yan›, romantik yan›n› bast›rm›flt›. Atatürk figürünün siluet fleklinde olup gözlerinin olmay›fl› dikkatimi çekti. Do¤al olarak bilincin gözleri bilinçd›fl›nda pek bir ifle yaram›yor diye düflündüm. Buna karfl›l›k k›z›n bak›fl› üzerimde güçlü etkiler b›rak›yordu. ‹steyen ve ne istedi¤ini bilen gözler resmin odak noktas›yd›. Yazd›¤›m yaz›n›n etkisinde kalm›flt›m ve “Bar›fl Orman›” içsel bir resme dönüflmüfltü. ‹ki figürün el ele tutuflma biçimi de o an dikkatimi çekti. K›z›n eli hakim pozisyonda üstteydi. Çarflafl› k›z Atatürk’ü bilinçd›fl›nda gezdiriyor gibiydi. ‹ki figürün karfl›laflmas›n› bir çözüm an› olarak de¤il de, tehlikelerle dolu uzun bir sürecin bafllang›c› olarak alg›lad›¤›m› farkettim. Murat Turan
23
KEITH HARING
20 EK‹M - 18 KASIM 2007 Haz›rlayan: Erdir Zat
Arafat’ın anısına...
Buda flöyle bir göründü
F‹L‹ST‹N El Fetih’in elindeki Batı fieria ve Hamas’ın elindeki Gazze olmak üzere fiilen ikiye bölünen Filistin’deki kaos Yaser Arafat’ın ölümünün üçüncü yıldönümünde zirve noktasına ulafltı. 11 Kasım’da, Gazze’de, El Fetih yanlıları tarafından Arafat’ın anısına düzenlenen miting, Hamas güvenlik kuvvetlerinin müdahalesi sonucu iki grubun çatıflmasına dönüfltü. 6 kifli öldü, en az yüz kifli yaralandı. Olaylar, Hamas’ı pasifize ederek Rice’ın “acil Filistin devleti” projesine dört elle sarılan Filistin yönetimi baflkanı Mahmud Abbas’ın, ‹srail baflbakanı Simon Perez ile Ankara’da yaptı¤ı zirvenin hemen öncesinde geldi.
BURMA Sessizli¤e gömülen demokrasi hareketi, protesto gösterilerinin fliddetle bastırıldı¤ı 24 Eylül’den tam bir ay sonra sembolik bir eylemle kendini hatırlattı. Budist rahipler kuzeydeki Pakokku’da sessiz bir yürüyüfl yaptı. Dünyadan gelen baskılar cuntanın geri adım atmasını sa¤ladı. Ev hapsinde tutulan yasaklı lider Aung San Suu Kyi üç yıl aradan sonra ilk kez partisinin yöneticileriyle görüfltürüldü. Ayrıca BM elçisi ‹brahim Gambari ülkeye tekrar giderek Aung San ile generaller arasında arabulucuk yaptı. Ama generaller demokratik reform konusunu açmak bile istemiyor.
mid Mir, Çaudri’yi “Taliban sempatizanı” olarak gören ABD Büyükelçili¤i’nin darbeye yeflil ıflık yaktı¤ını iddia etti. Ama ABD’nin okeyinin alındı¤ını anlamak için, Müflerref’in TV’leri susturHem devlet baflkanı hem de genelkurmay baflkanı olunamaz, dedi Anayasa ma arzusunu haklı çıkaran bu yorumu izlemeye geMahkemesi. O da üniformayı çıkaraca¤ına Anayasa Mahkemesi’ni fesh etti. rek yoktu. Bush ile Erdo¤an, Beyaz Saray’daki Müflerref flimdi sadece üniforma de¤il frak kaybetme korkusu da yafl›yor... basın toplantısında Pakistan’daki ola¤anüstü hâle karflı “ortak tavır” gösterirken 1999 EK‹M‹NDE Navaz fierif’i devirerek yönetime el inandırıcılıktan hayli uzaktılar. Oysa koyan General Pervez Müflerref, sekiz yıl sonra Müflerref’in ABD’ye sormadan böy“kendi kendine darbe” yaptı. Müflerref, “hem devle fleylere kalkıflamayaca¤ını en iyi let baflkanı hem de genelkurmay baflkanı olamayaErdo¤an bilir... ca¤ını” öne süren Anayasa Mahkemesi’yle kavga Seçime hazırlanan bir ülkede içindeydi. Müflerref’in seçildi¤i 2001 seçimlerine TV istasyonlarının susturulması si“hile karıfltırıldı¤ı” iddiasıyla açılan davayı sonuçyasetin susturulması demektir. landırma aflamasına gelen Anayasa Mahkemesi’nin Aslında yargının yanında susturukararı açıklanmasından bir gün önce, 3 Kasım’da lan müstakbel yasama organıydı. ola¤anüstü hâl ilân etti. Caddeler bir anda askerlerDaha birkaç hafta önce 145 kiflinin le doldu, ülkedeki bütün sabit telefon ve GSM fleöldü¤ü bombalı saldırıdan flans bekeleri devre dıflı bırakıldı, bütün özel televizyon eseri sa¤ çıkan Benazir Butto, sekanallarını teker teker basılarak yayınları durdurulçimler tehlike altına girince Müflerdu. Ve sonunda Devlet ve Genelkurmay Baflkanı ref ile yaptı¤ı anlaflmayı bir kenara Pervez Müflerref imzası taflıyan bildiri yayınlandı: attı, sertleflti. Butto, ola¤anüstü hal “Ülkede radikallerin giderek güçlenmesi ve yargının ilanına tepki olarak taraftarlarını Laiktidarı ele geçirme çabaları nedeniyle ola¤anüstü hor’dan bafllayıp ‹slamabad’da sona hâl ilân edildi ve Anayasa askıya alındı.” erecek 300 kilometrelik uzun yürüPeki bu noktaya nasıl gelindi? Pakistan’da geriyüfle ça¤ırdı. Pakistan Hükümeti, lim son iki yılda tırmandı. Müflerref, anayasaya Butto’nun planladı¤ı eylemi yasa aykırı oldu¤unu bile bile genelkurmay baflkanlı¤ı dıflı ilan etti. süresini uzatmak istedi. Anayasa Mahkemesi BaflSonunda Müflerref tekrar kamekanı ‹ftihar Çaudri, “buna asla izin vermeyece¤ini” ra karflısına geçerek ülkede genel belirtince görevden alındı. Ardından yargı kararıyla seçimlerin 9 Ocak’tan önce yapılagörevine geri döndü. Böylece yargıyla Müflerref’in ca¤ını açıkladı. Kesin tarihi seçim arası açıldı ve Anayasa Mahkemesi 2001 seçimlekomisyonu belirleyecek. Ama riyle ilgili inceleme bafllattı. Mahkemenin aleyhte Mü?erref daha önce koydu¤u “15 karar alma olasılı¤ı çok yüksekti. Müflerref karar fiubat’tan önce seçim” hedefini öne açıklanmadan tüm yargıçları görevden uzaklafltırıp çekmifl oldu. Butto ve öteki liderler gardını aldı. seçimin normal takviminde Darbeye hedef olan yargıçlar hemen bir karflı yapılmasından yana. Ayrıca ola¤abildiri kaleme alarak anayasaya aykırı olan bu kararı nüstü hal koflulları altında, nasıl bir tanımadıklarını duyurdu. Yargıçların iflgali altındaki kampanya yürütülece¤ini, adil ve Anayasa Mahkemesi binası askerler tarafından kuserbest seçimlerin nasıl garanti flatıldı. Müflerref yeni bir bildiri ile Çaudri’yi görev- Pakistan’l› anne Atina’daki Pakistan konsoloslu¤unun kapısında altına alınaca¤ını hiç kimse bilmiden aldı¤ını duyurdu. Yargıçlar binadan çıkarıldı. ola¤anüstü hâli protesto ediyor. Foto: Yorgos Karahalis yor. Mahkemenin baflına Müflerref yanlısı bir yargıç Afganistan sınırının savaflın içiatandı. Muhalif Baro baflkanı da gözaltına alınınca gösterdi¤i eski kriket milli takımı kaptanı ‹mran ne batması, Balucistan’daki ayrılıkçı gerillalar ve raHan, tepki veren ilk muhalefet lideriydi: “Müflerref dikal ‹slâm’ın güçlenmesi, soruna siyasi aktörlerin yargı tamamen Müflerref’in kontrolüne girdi. Darbeye karflı sivil ittaatsızlık direnifli yapan 2 vatana ihanet etti, ölüm cezasıyla yargılanması ge- hiçbirinin bafla çıkamayaca¤ı bir baflka boyut getibin avukatın Anayasa Mahkemesi’nin önünde po- rekiyor.” riyor. Birkaç ay önce yaflanan Lâl Mescidi olayı Tarık Ali, darbeden sonra yazdı¤ı makalede kırmızı alarmdı. Butto kadar yakından olmasa da lisle tafllı-sopalı çatıflmaya girmesi ibret verici bir manzara olarak tarihe geçti. Polis, ola¤anüstü hâl flöyle dedi: “Sıkıyönetim Pakistan’ın antibiyoti¤idir. Müflerref son iki ayda iki kez suikast tehlikesi atuygulamasını kınayan avukatların Lahor, Karaçi ve Bazı durumlarda doz iki katına çıkarılır, ola¤anüstü lattı. Bütün bunların toplamı Müflerref’in üniforRavalpindi kentlerinde düzenledi¤i gösterileri göz hâl olur.” Peki kurutulması için duble doza ihtiyaç masını çıkarmama konusundaki ısrarına bir bahane yaflartıcı bomba ve coplarla da¤ıttı. Yargıçlar ev duyulan bu “cerahat” neydi? Ola¤anüstü hâlin iki teflkil edebilirdi. Ama ola¤anüstü hâl uygulahapsine alındı. Muhalif liderler ise teker teker evle- belirgin hedefi vardı: Yargı ve ba¤ımsız TV istas- masından sonra asla. ABD’nin baskısıyla üniformarinden alınarak tutuklandı. Dubai’den dönen Bena- yonları. Müflerref ikisini de susturmak istedi. Ama dan vazgeçebilece¤ini imâ eden Müflerref, siyasi zir Butto’nun uça¤ı havalimanında bekletildi, evi büyüklerden Geo TV yayınına yurtdıflından devam olarak kaybetmeye baflladı. Washington tarafından askerler tarafından kuflatıldı. Halkın büyük sevgi edebiliyordu. Kanalın önde gelen yorumcusu Ha- kıza¤a alınmasının zamanı geliyor.
PAK‹STAN Duble doz antibiyotik
25
3.5 trilyon savafl bütçesi
Grev dalgası sert geldi
Gülün dikeni sorun oldu
Petrol piyangosu
ABD Kongre’nin karma ekonomi komisyonunun hazırladı¤ı rapor, Bush tarafından istenen 804 milyar dolarlık 2008 savafl bütçesinin, gizli giderler yüzünden 1.5 trilyon doları buldu¤unu saptadı. Hesapta olmayan bu giderler, petrol fiyatlarının yükselmesi, yaralıların tedavi ve tazminat masrafları ve borç faizleri olarak gösterildi. Irak ve Afganistan savaflları, 2002’den beri, 4 kiflilik bir standart Amerikan ailesine 20 bin dolara mal oldu. Ama savaflın do¤urdu¤u ekonomik koflullar yüzünden, bu rakam önümüzdeki on yılda aile baflına 46 bin doları aflacak. Bu hesapla, 2017 savafl bütçesi 3.5 trilyon dolar olacak.
FRANSA Sarkozy’nin elindeki, emeklilik yaflını 55’e çıkaran reform paketine karflı planlanan grev dalgası demiryolu iflçileri tarafından bafllatıldı. Hükümetle görüflmelerin çıkmaza girdi¤i beflinci günde, otobüs ve metro çalıflanları ifli yüzde 40 oranında yavafllatarak greve katıldı. Elektrik ve gaz sektöründeki iflçiler de sırada. Bitim tarihi henüz duyurulmayan bu grevlere ileri aflamalarda ö¤renciler, ö¤retmenler, devlet memurları, hatta opera sanatçıları da katılacak. Öte yandan, bazı mahkemeleri kapatmayı öngören adalet sistemi reformuna tepki gösteren yargıçlar da greve gitmeyi planlıyor.
GÜRC‹STAN Gül Devrimi dördüncü yılında tersine döndü. Mihail Saakaflvili’yi iktidara taflıyan halk flimdi de indirmek için sokaklara döküldü; üstelik yolsuzlu¤a battı¤ı ve otoriter olmama vaadinin aksine yetkileri tek elde topladı¤ı gerekçesiyle. Baflkent Tiflis’te altı gün süren gösterilerden sonra ola¤anüstü hâl ilân edildi. ‹stifa talebini reddeden Saakaflvili, muhaliflerin restini görerek normalde sonbaharda yapılması gereken baflkanlık seçimini 5 Ocak’a aldı. Ülkenin bölünmüfl ve zayıflamıfl muhalefet partileri, geçen ay bir birleflik cephe oluflturmufl, ülke çapında protesto kampanyası bafllatmıfltı.
BREZ‹LYA Çin’in kamu flirketi PetroChina’nın Exxon-Mobil’i geçerek dünyanın en büyük petrol flirketi olmasından bir hafta sonra petrol pazarı ikinci bir flok yafladı: Brezilya, yeni buldu¤u petrol yataklarıyla dünyanın büyük üreticileri arasına girdi. Okyanus sondajlarında teknolojik üstünlü¤ü olan kamu flirketi Petrobras’ın uzun aramalardan sonra ulafltı¤ı Tupi denizdibi yataklarının 5-8 milyar varil yüksek kaliteli petrol içerdi¤i sanılıyor. Bu rakam, tek baflına, Brezilya’nın Venezüella ve Suudi Arabistan ile aynı kategoriye geçmesine yetiyor. Brezilya geçen yıl buldu¤u yataklarla petrolde kendine yeter hâle gelmiflti.
ARJANT‹N Asıl kazanan ekonomi Baflkanlık seçimlerini sol Peronistlerin baflını çekti¤i sosyalist koalisyonun adayı Cristina Fernández de Kirchner kazandı. Ama Bayan Kirchner koltu¤u kocasının dört yıl önce aldı¤ından çok farklı koflullarda devralıyor. Ekonomi t›k›r›nda... MARK WEISBROT Los Angeles Times/Z-Net, 30 Ekim 2007
CRISTINA Fernández de Kirchner, Arjantin’in seçilen ilk kadın devlet baflkanı oldu. Zaferinin sırrı öyle ahım flahım bir fley de¤il. Kocası Nestor Kirchner’in lideri oldu¤u siyasi parti büyük bir ekonomik dönüflümü gerçeklefltirmeyi baflardı, o kadar. Bu dönüflüm öyle bir dönüflüm ki, Arjantin’i befl buçuk yılda batı yarımkürenin en hızlı büyüyen ekonomisi haline getirdi. 11 milyon kiflinin geliri (Arjantin nüfusunun yüzde 28’i) yoksulluk sınırının üstüne çekilebildi. Büyüme yüzde 50’yi geçti. Arjantin ekonomisinin yıllık büyüme oranı yüzde 8,2. Bu Latin Amerika’nın yıllık ortalama büyüme oranının iki katı; Asya’nın hızlı büyüyen ülkelerine yaklaflıyor. ‹flsizlik oranı yüzde 21,5’tan 8,5’a düfltü. Enflasyon oranlarına göre düzenlenmifl reel maafllar ise yüzde 40 artmıfl durumda. Bu yüzden Cristina Fernandez’in baflarısı öngörülebilir ve kolay bir baflarıydı. Öte yandan gerçeklefltirilen ekonomik dönüflümü uygulamak o kadar da kolay de¤ildi ve bu de¤iflimin öncüleri flu anda gördüklerinden daha fazla itibarı hak ediyorlar. Sadece basmakalıp fikirlerle de¤il, IMF gibi uluslararası kurumlarla da u¤raflmak zorunda kaldılar. Bu yüzden bafları hikayeleri, di¤er geliflmekte olan ülkelere gereken derslerle dolu. Arjantin, 2001 yılının sonunda 100 milyar dolarlık borç yüküyle bir rekora imza atmıfltı. Uzman-
GUATEMALA Maya vurgusu Latin Amerika’daki sol dalgaya Guatemala da katıldı. Baflkanlık seçiminin ikinci turunu Maya yerlilerinin destekledi¤i sosyaldemokrat Colom kazandı. ‹kinci iyi haber, berbat bir insan hakları sicili bulunan General Molina’nın kazanamamasıydı.
26
Her ne kadar Evita benzetmesinden hofllanmasa da Bayan Kirchner benzer bir ilginin oda¤ında yer alıyor
lar, uzun bir cezalandırma sürecini öngörüyorlardı. Küresel sermaye ve uluslararası yatırımcılar her an kaçabilirdi. Bu yüzden, Arjantin hükümeti IMF ile bir an önce bir uzlaflmaya varmalıydı ve kredi kuruluflları ne derse onu yapmalıydı. Ama öyle olmadı, büyük bir yanılgıya düfltüler. Arjantin ekonomisi sadece üç aylık bir daralma süreci yafladı ve sonra büyümeye baflladı. Büyüme halen durmufl de¤il. Genel kanının aksine bu büyüme ihracata ya da yüksek mal fiyatlarına dayanan bir büyüme de¤ildi. Peki, Arjantin neyi becerdi? Arjantin’in en önemli baflarısı do¤ru makro ekonomik politikaları uygulaması oldu. Dövizin aflırı de¤er kazanması ve malların yapay olarak ucuzlaması yüzünden ekono-
MAYA geleneklerine dayanan bir sosyal demokrasi modeli... Guatemala’nın yeni devlet baflkanı Alvaro Colom, bu hedefiyle ABD’nin yüzünü ekflitti. Zira, Washington’ın neoliberal telkinlerine uyan Guatemala, yıllardır “sosyal devlet”in tam tersi yönde ilerliyor: K‹T’leri ve kamu hizmetlerini özellefltirerek o sihirli “küçük ama güçlü” devleti kurmaya çalıflıyor. 36 yıl süren ve 200 binden fazla can alan içsavaflta marksist gerillalara karflı kirli savafl yürüten oligarfli, ABD tarafından neoliberal menfaatlerle ödüllendirildi. Ama bu yeni burjuvanın üslubu bir nebze olsun de¤iflmedi: Seçim kampanyasında siyasi cinayetler had safhaya
minin tepetaklak oldu¤unu gören merkez bankası, “istikrarlı ve rekabetçi bir reel döviz kurunu” hedefledi. Di¤er bir deyiflle, hem kurun fazla yükselmesini engellediler hem de piyasa hareketleri yüzünden yaflanan vahfli dalgalanmaları durdurabildiler. Olabilecek en düflük enflasyonu yakalamak yerine, faiz oranlarını düflük tutarak büyüme sa¤lamayı önceliklerin baflına koydular. Bu politikalara bankacılar ve ekonomistler her zaman fliddetle karflı çıkar. Ama 2003 eylülündeki kısa gerginlik dıflında Arjantin’in IMF ile herhangi bir sorunu olmadı. fiunu da belirtmeli ki, Arjantin’e çok fazla yabancı yatırımcı gelmiyor ve uluslararası piyasalardan borç alamıyor. Di¤er yandan ifl dünyasının bir tür kıyamet olarak adlandırdı¤ı bu tür handikapların çok da önemi yok. Çünkü bu durum kalıcı de¤il. Zaman içinde, bu hızla büyüyen ekonominin içinde yabancı yatırımcılar da yerini bulacaktır elbette. Buradan çıkarılacak ders fludur: Bütün politikalar yereldir. Bu durum ekonomik politikalar için de geçerlidir. Do¤ru makro ekonomik politikaları uygulamak, uluslararası piyasaların gönlünü hofl tutmaktan çok daha önemlidir. IMF gibi güvenilirlili¤i flüphe götüren kurumlar söz konusu oldu¤unda bu sav daha da geçerlilik kazanıyor. IMF, 1998-2002 yılları arasında Arjantin ekonomisinin çökmesine yol açan tren kazasını seyretmekle kalmadı, iyilefltirme için uygulanan ve Arjantin ekonomisinin yoluna girmesini sa¤layan önemli politikalara da karflı çıktı. Ekonominin hızlı büyümesi sebebiyle yeni hükümetin zorlanaca¤ı sorunlar olacak. Enflasyonu belli bir dengede tutması gerekecek. Enerji kaynaklarının yeterlili¤i önem kazanacak. Fakat, bunlar çok da zor meseleler de¤il. Her ne kadar baflka uzmanlar önümüzdeki befl yıl için baflka tahminler yapıyorsa da, geçmifl befl yılda bu tahminlerin tutÇeviren: Balkan Talu tu¤u pek görülmedi.
vardı, 50’den fazla solcu milletvekili adayı veya akrabası öldürüldü. Günde ortalama 17 kiflinin öldürüldü¤ü ve bu cinayetlerin sadece yüzde 2’sinin aydınlandı¤ı bir ülke burası. Sa¤ın adayı eski general Otto Perez Molina, bu yüzden partisine “sıkılmıfl yumruk” amblemini seçti. Polis gücünü iki katına çıkarmayı ve orduyu suça karflı savaflta kullanmayı vaat ediyordu. Ama Guatemalalı romancı Francisco Goldman’ın “Siyasi Cinayet Sanatı: Piskopos’u Kim Öldürdü?” kitabı Molina’nın inandırıcılı¤ına gölge düflürdü. Gerçek olayları roman formatında yazan Goldman, kitabında insan hakları savaflçısı Piskopos Juan Gerardi’nin 1988’de sopayla dövülerek feci
flekilde öldürüldü¤ü cinayetin eski askeri istihbarat flefi Molina tarafından planlandı¤ına iliflkin ciddi kanıtlar sundu. Neyse ki Colom, Molina’yı yendi (%53-47). 13 milyondan fazla nüfusun günde 2 dolardan az bir ücretle geçindi¤i bu Muz Cumhuriyeti’nde ifller de¤iflmeye baflladı. Ülke nüfusunun yüzde 40’ını oluflturan Mayaların ve kırsal yoksulun oyunu alan Colom, yeni bir uygulama bafllatıp Ulusal Maya Yafllılar Konseyi’ne danıflma meclisi kimli¤i kazandırıyor. Komünal karar alma mekanizmalarını modern demokrasiyle buluflturan Latin Amerika yerli hareketlerinden yeni bir özyönetim deneyimi daha...
‹ki ileri bir geri... Ç‹N Ekim sonunda 17. Ulusal Kongresi’ni yapan Çin Komünist Partisi, “bilimsel sosyalizmin ıflı¤ında” yapılan yeni analizlere dayanarak hem partinin hem de ülkenin anayasasında de¤ifliklikler yaptı. Revizyona u¤rayan maddeler ekonomi, demokrasi ve toplumsal kalkınma alanlarında yer alıyor ve esas olarak ÇKP’nin benimsedi¤i “sosyalist piyasa ekonomisi” modelinin tıkanma noktalarını açmayı hedefliyor. Kongrede Marx’tan alıntılar yaparak 2.5 saat aralıksız konuflan Baflkan Hu Jintao,
varolan sistemi acımasızca elefltirdi ve duraklama dönemine giren sosyalizm sürecinin yeniden canlandırılmasını önce-
likli hedef olarak belirledi. Ama bunu yaparken yabancı sermayeyi ve kızıl kapitalistleri ürkütmemeye özen gösterdi, özel sektörün daha da geliflmesini sa¤layacak makroekonomik düzenlemeleri duyurdu. Gene de ÇKP’nin anayasa paketinde toplumsal adaleti sa¤lamaya yönelik hamleler a¤ırlıktaydı.
Yeni bir sosyalist taflra infla etmek, kentsel ve kırsal kalkınma arasında denge kurmak, bölgeler arasındaki ekonomik eflitsizliklere son vermek, çevre dostu bir toplum yaratmak, do¤al kaynakları korumaya almak gibi hedeflerin yanı sıra “sosyalist demokrasi” reformuyla demokratik hakların geniflletilmesi de yer alıyordu. Çin’in evrensel insan haklarına ve ifade özgürlü¤üne saygı duydu¤u, yasama, yürütme ve yargı organlarının demokratik seçimlerle düzenlenerek “toplumun kendi kendini do¤rudan yönetece¤i” bir sistemin kurulaca¤ı anayasaya resmen yazıldı.
Bu arada, bir ay kadar önce, birtakım üniversiteli “egzantrik” solcular ve hareketin a¤ır topları arasında yer alan bazı iflgüzarlar tartıflmalı bir inisiyatif kullanarak, kimi en sıkı yandafllarını dahi hayAmerika küresel egemenlik peflinde koflarken, Birleflik Devletler tehdit altında. rete düflürdüler. Heyet 3 bin kilometre yol katedeKongre’ye tarihin ilk sosyalist senatörünü gönderen Vermont eyaletinin ikinci rek, ülkenin öbür ucundaki “Appalachian Trail”de cumhuriyetçileri, “topraklarındaki ABD iflgaline son vermek” istiyor. kendileriyle aynı entelektüel kaygıları taflıyan ve ABD’den ayrılmak için mücadele eden Güneyli bir VERMONT eskiden beri ba¤ımsızlı¤ına enikonu tecrübeden esinlenmifl. Amerikalıların pek ço¤u grupla buluflmaya gitti. Ancak, ‹kinci Vermont düflkün bir eyalet. Öteki eyaletlerin hepsinden çok Vermont’luları, “Kanadalı oldu¤unu kabul etmeyen Cumhuriyeti’nden farklı olarak, Güney Ligi “güneyönce köleli¤e karflı çıktı. 2004’te, ülkenin ilk sosya- Kanadalılar” olarak görüyor. Naylor içinse Vermont ci” çizgide ve sık sık “ırkçı nefrete yolaçan” bir örlist senatörü Bernie Sanders bu eyalette seçildi. Efl- küçük flehirlerle, mütevazı çiftliklerle, yerel yöne- güt olmakla suçlanıyor. cinsel çiftlerin medenî hakları ilk kez burada kabul timle, katılımcı demokrasi ve çevreci hassasiyetle Siyasal yelpazenin iki ucunda yer alan bu iki edildi. Montpelier, tek bir McDonald’s restoranının eflanlamlı –Kuzey Amerika’nın ‹sviçresi, bir nevi. ayrılıkçı grup, Chattanooga’da (Tennessee’de) bir bulunmadı¤ı tek eyalet baflkenti. fiehirlerinin keNaylor ve yandaflları Vermont halkının yüzde otelde iki gün boyunca toplanarak ABD’den barıflçı narına Wal-Mart ma¤azalarının açılmasına en uzun 8’inin ba¤ımsızlık mücadelesini destekledi¤ini gu- yollarla nasıl ayrılabileceklerini görüfltüler. Alabasüre direnen eyalet de burası. Çevrenin korunması rurla açıklıyorlar. Önümüzdeki Martta toplanacak ma’da yaflayan Güney Ligi’nin baflkanı Michael do¤rultusunda en katı yasal düzenlemelere sahip olan Town Meeting Day’de (eyalet vatandafllarının Hill, e¤er ayrılma hakkını elde ederlerse, New Engeyalet, gene Vermont. genel meclisi) Vermont’luların ayrılı¤ı oylamasını land’lıların “büyük ihtimalle kürtajı serbest bırakaVe bugünlerde, Vermont’taki ma¤azalarda üze- istiyorlar ve oylama sonucunun, Eyalet Yasama cakları ve ateflli silahlara sınırlama getirecekleri” rinde “US out of Vt” (ABD Vermont’tan defol) yazılı Meclisi’ni ba¤ımsızlık ilan etmeye ikna edebile- görüflünde, öte yandan, Güneylilerse, “yasadıflı tiflörtler peynir ekmek gibi satılıyor. Giderek ce¤ine inanıyorlar. göçle kesinlikle daha kararlılıkla savaflacak.” yaygınlık ve güç kazanan bir siyasal hareket Naylor’a göre, Vermont’la Güney Ligi ABD’den ayrılma mücadelesi veriyor. Aslında, bu arasındaki iliflki, iki grubun aynı görüflleri taflra eyaletinde isyan bayra¤ının ilk dalgalanıflı depaylafltı¤ı anlamına gelmiyor; Güney Li¤il bu. Vermont’un kurucu babalarından Ethan Algi’yle ortak noktalarını federal yönetime len ilk Amerikalı devrimcilerden ve Green Mountakarflı olmak ve ayrılmayı zarurî görmek in Boys adındaki güçleriyle Amerikan Ba¤ımsızlık olarak açıklıyor. Amerikalıların ço¤u Savaflı sırasında, Vermont’un ba¤ımsızlı¤ı için sürfarkında de¤il ama, aslında ülkede pek dürdü¤ü mücadelenin sonucunda, 1777’den 1791’e çok ayrılıkçı grup mevcut. Alaska ve Hakadar süren Vermont Cumhuriyeti’ni kuruyor. vai’de, ABD’ye katılmayı 50 yıl sonra hâlâ Bugünkü ba¤ımsızlık yanlısı hareket ABD’nin içine sindiremeyenler oldu¤u gibi, Teksas, ahlakî otoritesini kaybetti¤i ana fikri üzerinden California ve hatta New York’ta dahi kampanya yürütüyor. “Amerikan ‹mparatorluba¤ımsızlık yanlısı irili ufaklı gruplar bulu¤u”nun sürdürülemez oldu¤u görüflünde olan harenuyor. ketin üyeleri, Irak Savaflı’nın uyandırdı¤ı giderek Bütün bu ayrılıkçı gruplar farklı davayükselen öfkeyi, çevre konusundaki endifleleri ve ları savunuyorsa da, hepsi ABD’nin fedeGeorge W. Bush hükümetinden duyulan hoflnutral yönetiminin aflırı büyüdü¤ünde ve fazsuzlu¤u arkasına alıyor. la güçlendi¤inde birlefliyor. Anayasaya 2005 yılında, Baflkent Montpelier’deki yaldızlı sıkı sıkıya ba¤lı kalarak, Amerika’nın yitikubbeli Eyalet Meclisi binasında, ba¤ımsızlık rilen özgürlü¤ünü yeniden oluflturmak isyanlıları, ayrılmak do¤rultusundaki bütün nedenletiyorlar ve uzun süreden beri federal yönerin tartıflıldı¤ı çok sıcak geçen ilk konferanslarını timin Anayasa’nın kendisine tanıdı¤ı iktidüzenledi. Toplantı Second Vermont Republic darın dıflına tafltı¤ını, dolayısıyla ayrılma(‹kinci Vermont Cumhuriyeti) adındaki bir nın geçerli ve yasal oldu¤unu iddia edioluflumun himayesinde gerçeklefltirildi. Kuzey Cayorlar. rolina’nın Birleflik Devletler’den ayrılmayı oyladı¤ı Ne yazık ki, ayrılıkçıların karflısına ditarih olan 1861’den bu yana eyalet düzeyinde kilen bir engel var: 1868 tarihli Yüksek ba¤ımsızlı¤ın tartıflıldı¤ı ilk konferanstı bu. Mahkeme kararı. “Teksas-White” daHareketin kurucusu Thomas Naylor’ın vasının hükmü ayrılıkçılı¤a karflı nihaba¤ımsızlık talebini savundu¤u ve 2003’te yayınlaî noktayı koyuyor. 1845’te Birleflik Devletnan “Yeflil Da¤lar’ın Manifestosu”nun alt bafllı¤ı ler’e katılmadan önce ba¤ımsız bir cumflöyle: “Küçücük Vermont, Birleflik Devletler’den huriyet olmasına ra¤men, Yüksek Mahkeayrılarak niçin ve nasıl ABD’yi kendisinden korume Teksas’ın ayrılma hakkının olmadı¤ı maya katkıda bulunabilir.” Naylor 70 yaflında Yurttafl inisiyatifi tarafından yazılan ‹kinci Vermont Cumhuriyeti ma- kararı veriyor. “Anayasa, bütün maddeleemekli bir ö¤retmen, Sovyetler Birli¤i’nin da¤ılıflı nifestosu sekiz temel ilke belirliyor: Siyasi ba¤ımsızlık, insan ölçek- rinde, bölünmez eyaletlerden oluflan, bösırasında, Rusya için danıflmanlık yapmıfl. ABD’nin li yaflam, sürdürülebilirlik, ekonomik dayanıflma, katılımcı demokra- lünmez Birlik’i öngörmektedir.” müstakbel da¤ılıflına dair fikirlerinin bir kısmı da o si, fırsat eflitli¤i, fliddet karflıtlı¤ı ve diyalog yanlılı¤ı. Courrier’den derleyen: Siren ‹demen
ABD Vermont ba¤ımsızlık istiyor
27
ORTADO⁄U ABD’nin yeni arka bahçesi
Kaos co¤rafyası
ABD gelecekteki arka bahçesinin Fas’tan Pakistan’a uzanan “Büyük Ortado¤u” olmasına karar verdi¤inde bütün bölgeyi kendine uygun biçimde yeniden düzenleyebilece¤ini sanıyordu. Ama sonuçları felaket oldu, görünüfle bakılırsa olmaya da devam edecek... ALAIN GRESH Le Monde Diplomatique, Kasım 2007
ABD Dıfliflleri Bakan Yardımcısı Nicolas Burns, bu yıl flunları söyledi: “On yıl önce Avrupa, Amerikan dıfl politikasının merkez üssüydü. Baflkan Wilson’ın Garp Cephesi’ne 1 milyon Amerikan askeri gönderdi¤i 1917’den, Baflkan Clinton’ın Kosova’ya müdahele etti¤i 1999’a kadar ifller böyle yürüdü. 20. yüzyılın büyük bölümünde Avrupa bizim yaflamsal oda¤ımız oldu.” Ama, diye ekledi, her fley de¤iflti, Bush ve selefleri için artık Ortado¤u, “20. yüzyıldaki yönetimlerin Avrupa’ya verdi¤i yere geçti.” Bush da daha önce afla¤ı yukarı aynı anlama gelen sözler sarfetmiflti: “Geniflletilmifl Ortado¤u’da üstlendi¤imiz meydan okuma, askeri çatıflmanın ötesindedir. Bu zamanımızın son ideolojik mücadelesidir. Bir tarafta özgürlü¤e ve ılımlılı¤a inananlar, di¤er tarafta masumları öldüren, yaflam biçimimizi imha etmeye niyetli ekstremistler vardır.” Bu “geniflletilmifl Ortado¤u” iyi tanımlanmamıfl bir alan, Pakistan’dan Afrika Boynuzu’na, oradan Fas’a uzanıyor. 11 Eylül’den beri ABD’nin askeri güç yayılmasının ana sahnesi ve Amerika’nın bir küresel çatıflma olarak gördü¤ü son muharebe alanı. Sahip oldu¤u petrol kaynakları, stratejik konumu ve ‹srail’in varlı¤ı, özellikle Fransızlar ve Britanyalıların 1956’da çekilmeye bafllamasından sonra, bölgeyi ABD’nin önceli¤i hâline getirdi. Philippe Droz-Vincent’in “Amerikan Ânı” bafllıklı usta analizinde iflaret etti¤i gibi, Ortado¤u, ABD’nin arka bahçesi olarak Latin Amerika’nın yerini aldı. Ama büyük bir farkla: Latin Amerika hiçbir zaman bir üçüncü dünya savaflında can alıcı önem taflıyan bir muharebe alanı olmadı. Ortado¤u’nun haritası yeniden çizildi. Pentagon stratejistlerinin ve yeni muhafazakârların hedefi buydu; ama sonuçların, Fransa ve Britanya’nın 1. Dünya Savaflı’ndan sonra kurdu¤u kalıcı nüfuzu güvence altına almak amacıyla bölgeyi yeniden düzenleme hayallerini karflıladı¤ı hayli kuflkulu. Batılı güçler, geniflletilmifl Ortado¤u’daki azgın çekiflmelere do¤rudan katıldı. Afganistan, ABD ve NATO’yu da içine çeken kaosa kapıldı. Dinsel ve etnik düflmanlıkların ve iflgale karflı direniflin yüz binlerce insanın ölümüne yol açtı¤ı (bazı gözlemcilere göre Ruanda soykırımından fazla) Irak’taki yaraları tedavi etmek zor olacak. Lübnan, Fuad Siniora hükümetiyle Hizbullah ve di¤er muhalifler arasındaki sessiz içsavaflın bata¤ına battı; BM’nin varlı¤ına ra¤men ‹srail’le savafl her an yeniden alevlenebilir. Kolonilefltirme ve baskı, Filistin’in co¤rafi ve toplumsal bölünmesini, ve muhtemelen ulusal hareketin çöküflünü hızlandırdı. Etiyopya’nın ABD destekli müdahalesinden beri, Somali’ye “terörle savaflın yeni cephesi” deniyor. Bunların üstüne Darfur, Pakistan’daki gerilimler, Kuzey Afrika’daki “terörist tehdit” ve Suriye-‹srail arasında yeni bir hesaplaflma olasılı¤ı da eklenebilir. Bütün bu çatıflmalar, onlara spesifik anlamlar veren ABD’nin dünya gözlemine içkinleflmifl durumda. So¤uk Savafl sırasında ve sonrasında, ABD de Sovyetler Birli¤i gibi krizlere Do¤u-Batı çatıflması ıflı¤ında bakıyordu. Bu yüzden 197080’lerde Nikaragua’daki sorun, daha adil bir toplum infla etmek için merhametsiz bir diktatörlü¤e karflı verilen Sandinist mücadele de¤il, ülkenin “fler imparatorlu¤u”nun bir parçası olma tehlikesiydi. Bu
28
Nikaragua halkına 10 yıl süren bir savafl ve yıkıma mal oldu. Filistinlilerin sorunları, Somali’deki kriz veya Lübnan’daki mezhep çatıflması ABD’yi zerre kadar ilgilendirmez; o iyi ile kötünün küresel karflılaflmasına odaklanmıfltır. Bu söylem, El Kaide’nin Yahudilere ve Haçlılara karflı sürekli savafl vizyonunu beslemektedir. Bu ikiye bölünme, yerel güçlerin kendi çıkarları için istismar etti¤i, kendi kendini yaratan bir kehanete dönüfltü. Somali’nin yozlaflmıfl savafl a¤alarından oluflan geçici federal hükümeti, Beyaz Saray’ı uluslararası terörizmin ifl baflında oldu¤una ikna etti. ABD, Mogadiflu’yu ele geçiren ‹slam Mahkemeleri Birli¤i güçlerini oradan çıkarma giriflimine Etiyopya’nın askeri müdahalesini cesaretlendirerek karflılık verdi. Küresel önyargılar, ülkedeki fiili durumu gölgede bıraktı. Hıristiyan Etiyopya’nın Müslüman komflusunu istilası sadece aflırı radikal ‹slamcı grupların itibarını artırmaya hizmet etti. Lübnan, hassas bir mezhep simyasına dayanan kırılgan bir ülkedir. ABD ve Fransa bir tarafı di¤erine karflı destekleyerek herhangi bir iç çözümü iyice zorlafltırdı. Lübnan, Batı ve müttefiklerinin ‹ran ve Suriye’yle hesaplaflabilece¤i bir savafl alanına dönüfltü. Her türlü uzlaflma, “fler güçleri”nin baflarısı olarak algılanma tehlikesiyle karflı karflıya. Çatıflmalar ço¤aldıkça daha çok birbiriyle ba¤lantılı bir hâl alıyorlar. Geçirgen sınırları aflan silahlar, savaflçılar ve beceriler bazen yüzbinlerce mültecinin göç etmesine yol açıyor. Irak’ta yaygın olarak uygulanan direnifl teknikleri son iki yılda Afganistan’a sıçradı; asker sevkiyatlarına karflı basit patlayıcıların kullanımı ve Sovyet iflgali sırasında bilinmeyen ihtihar bombaları. Canlı bombalar flimdi de Cezayir’e sıçramıfl durumda. Bu yaz Lübnan’daki Nahr el Berid mülteci kampında, ço¤u Irak’ta savaflmıfl yüzlerce yabancı savaflçı Lübnan ordusuna karflı üç aydan fazla direndi. fiu an serbestçe dolaflan binlerce Arap, Pakistanlı ve Orta Asyalı savaflçı var ve bunların hepsi Irak’ta e¤itildi. Sovyetler’in Afganistan iflgaline direnmeleri için ABD ve Pakistan tarafından e¤itilen di¤erleri, El Kaide’nin yanı sıra Mısır, Cezayir ve baflka yerlerdeki terörist gruplara katıldı. Bu savafllar kârlı bir ticareti körükledi: Irak güvenlik güçlerine verilen silahlar flimdi Türk suçlularının elinde. Bütün bunlar, onyılların diktatörlük ve yolsuzluk düzeninin üstüne eklenerek, bölgedeki devletleri zayıf düflürdü. Bazıları Afganistan gibi çöktü. Irak’ta yaflanan parçalanmanın sebebi sadece çatıflma de¤il. 13 yıllık ambargo devleti zayıflattı ve kapıları Selefi (Sünni) nüfuzuna açtı. Gizli rotaları elinde tutan Selefiler, Ürdün’den yiyecek, ilaç, silahın yanı sıra radikal fikirler de getirdi. Herbiri kendi Irak ajandasına sahip olan Suudi Arabistan, ‹ran, Türkiye ve Suriye sınırlarındaki istikrarsızlı¤ı artık görmezden gelemiyor. Lübnan’da merkezi otoriteyi yeniden infla etme giriflimleri bofla çıktı. Filistin Otoritesi, ekonomik ve askeri dıfl yardıma oldu¤u kadar ‹srail’in deste¤ine de ba¤ımlı. Kuzey Irak ve Gazze gibi bölgelerin özerkleflme yoluna girmesi, Türkiye’deki Kürtlerin, ‹ran ve Pakistan’daki Belucilerin ayrılıkçı arzularını besliyor. Silahlı grupların benzeri görülmemifl nüfuzu her türlü müzakereyi zorlafltırıyor. Afganistan, Irak ve Somali’de üstünlük bu grupların elinde. Hizbullah, Lübnan’a hükmediyor; Gazze, Hamas’ın kontrolünde. Irak’ta, ABD’ye, Afganistan’da NATO’ya karflı son derece etkililer.
Akdeniz TUNUS
L‹BYA
N‹JER
ÇAD Dar N‹JERYA
ORTA AFR‹KA CUMHUR‹YET‹
KONGO
KONGO DEMOKRAT‹K CUMHUR‹YET‹
Lübnan’da, Hizbullah, ‹srail’e karflı 33 gün boyunca direnerek oyunun kurallarını de¤ifltirdi: 1948-49’dan beri ilk kez önemli sayıda ‹srailli sivil evini terk etmeye zorlandı. Gazze’ye kıstırılmıfl da olsa, Hamas hâlâ ‹srail’e roket saldırısı düzenleme yetene¤ine sahip. ‹lkel fakat etkili ve kolayca yeri doldurulabilen mühimmat (basit patlayıcılar, Kassam roketleri, tanksavarlar) ABD ve ‹srail askeri gücünün sınırlarını belirliyor. ‹srail’in Haaretz gazetesinin askeri uzmanı merhum Ze’ev Schiff gerçekçi bir de¤erlendirme yapmıfltı: “Hamas’ın baskı altında oldu¤unu ve ateflkes istedi¤ini durmaksızın beyan etsek de, ‹srail’in Sedrot savaflındak yenilgisini de¤ifltiremeyiz... Sedrot’ta ba¤ımsızlık savaflından beri karflılaflmadı-¤ımız bir tecrübe yaflanıyor: Düflman bütün bir flehri susturdu ve normal hayatı durdurdu.”
Çeçenistan
Karadeniz
Abhazya
Güneydo¤u Anadolu
KAZAK‹STAN
Almat› Biflkek
ÖZBEK‹STAN
AZERBAYCAN ERMEN‹STAN Bakü Erivan Karaba¤
‹stanbul
TÜRK‹YE
Aktau
Hazar Denizi
Güney Osetya Tiflis
GÜRC‹STAN
Ankara
Aral Denizi
RUSYA
Novorossiysk
Taflkent
KIRGIZ‹STAN
TÜRKMEN‹STAN Ç‹N
Duflanbe
Aflkabat
Tebriz
TAC‹K‹STAN
Ceyhan Musul
SUR‹YE
KIBRIS
LÜBNAN Beyrut
Kâbil
Herat
AFGAN‹STAN
Kum
Ba¤dat
‹RAN
IRAK
Tel Aviv F‹L‹ST‹N Kudüs Amman
Kabile Bölgeleri
Meflhed
Kürdistan
Kerkük Baiji
fiam
Mezar-i fierif
Tahran
Lefkofla
Peflavar
Kaflmir
‹slamabad
Kerbela
Veziristan
Kandahar
Lahor
Necef
‹SRA‹L ÜRDÜN
Kahire
Sina
PAK‹STAN
Kuveyt fiiraz
KUVEYT
Basra Körfezi
SUUD‹ ARAB‹STAN
MISIR
Balucistan
Bander Abbas
H‹ND‹STAN
BAHREYN
Manama Riyad
Medine
Gadar
KATAR Doha
Karaçi
Maskat
Abu Dabi B‹RLEfi‹K ARAP EM‹RL‹KLER‹ Mekke
Kı zıl de niz
UMMAN
Hint Okyanusu
Necran
ER‹TRE Hartum
Darfur
San’a
Asmara
YEMEN
SUDAN Aden
Sanaag
C‹BUT‹ Addis Ababa
KÜRESEL KR‹Z MAK‹NASININ VEKTÖRLER‹
Berbera
Hargeisa Somaliland
Büyük sıcak çatıflma
Sool Puntland
Güney Sudan
Mogadiflu
ABD’nin düflman ilân etti¤i devletler Savafl yaflanan veya kontrolden çıkmıfl devletler Kaos yayılma riski Merkezi otoriteye baflkald›r› veya özerkleflmifl bölgeler
Filistin’deki siyasi çıkmaz, devletlerin parçalanması ve ABD’nin askeri müdahaleleri intihari bir umutsuzluk duygusu yarattı ve El Kaide’nin radikal davasını güçlendirdi. 31 A¤ustos 2006’da, Gazze’de iki Fox News habercisinin meçhul bir grup tarafından kaçırılmasının ardından Suudi gazetesi El Vatan, Filistin’de Hamas ve ‹slami Cihad’a meydan okuyan üçüncü nesil ‹slamcı militanların ortaya çıkıflı üzerine bir makale yayınladı. Makalede bunlar, kitle deste¤inden yoksun, her türlü uzlaflmayı reddeden, siyasetin kurallarına uymayı kabul etmeyen, sadece ‹sraillileri hedeflemeyen ve taleplerini sadece Filistin ile sınırlamayan militanlar olarak tanımlanmıfltı. El Kaide’ye ba¤lılık iddiası taflıyan grupların Irak ve Afganistan’da giderek büyüme, Lübnan’daki Filistin kapmalarına sızma ve kendilerini Kuzey Afrika ve Somali’de yapılandırma yete-
nekleri, ideolojik ekstremizmin sınırları aflma kapasitesine de sahip oldu¤unu göstermektedir. 1918’den beri büyük Ortado¤u’yu yapılandıran milliyetçilik, etnik ve dinsel kimliklerin yeniden canlanmasıyla artık tehdit altındadır. 2003’te Musul’u alan ABD Irak baflkomutanı General David Petraeus’un bilinçli veya bilinçsiz cesaretlendirdi¤i bir süreçtir bu. Petraeus’un ilk kararlardan biri, kent konseyinin oluflturacak temsilcileri Kürtler, Araplar, Türkmenler ve Hıristiyanların kendi aralarında yapaca¤ı seçimlerle belirlemeleriydi. Iraklılardan söz edilmiyordu. Bölgeyi bir azınlıklar mozai¤ine indirgeyen ABD politikaları, herkesi ulusal veya baflka aidiyetlerden arındırıp kendi cemaatiyle tanımlanmaya zorladı. Bu flimdilik Irak’ta ulusal uyumu zayıflatıp çatıflmaları körüklüyor, ama yarın muhtemelen Suriye ve ‹ran’da da aynı etkiyi uyandıracak.
ABD’nin “terörle mücadele” kampanyasını destekleyen devletler ABD ve Britanya’nın askeri varlı¤ı Üsler ve tesisler Taaruz ve uçak gemileri Enerji yatakları Petrol ve do¤algaz iflletmeleri Stratejik deniz geçitleri ve darbo¤azlar
LE MONDE DIPLOMATIQUE, KASIM 2007
SOMAL‹ KENYA
Büyük so¤uk çatıflma Yüksek siyasi gerilim
ET‹YOPYA
UGANDA
Socotra
Durum, yerel unsurların kendi çıkarlarının pefline düflmesini engelleyip bölgesel ve uluslararası müdahilleri cesaretlendiriyor. ‹srail 1980’den beri sürdürdü¤ü bu politikadan dolayı özellikle suçludur. Bush’un ilk dönemi sırasında yeni muhafazakârlar Ortado¤u için bir “yapıcı istikrarsızlık” doktrini gelifltirmiflti. ‹srail, Temmuz 2006’da Lübnan’ı bombalarken dıfliflleri bakanı Condoleezza Rice’ın dedi¤i gibi: “Burada gördü¤ümüz fley yeni bir Ortado¤u’nun do¤um sancılarıdır ve ne yaparsak yapalım eski Ortado¤u’ya geri dönülmeyece¤inden emin olmalıyız.” Bu sinik sözler kınamalara konu olmufltu, ama Rice bir bakıma haklıydı:11 Eylül’den beri ABD siyasetçilerinin öngördü¤üyle herhangi bir ilgisi olmayan, dünyada büyük ölçekli ve kalıcı bir istikrarsızlık faktörüne dönüflen yeni Ortado¤u’nun do¤ufluna tanık oluyoruz.
29
Topraksızların uzun yürüyüflü H‹ND‹STAN Topraksızlar, toprak reformu için yapılan 325 kilometrelik uzun yürüyüflten sonra Yeni Delhi’ye ulafltı. Ba¤ımsızlık kahramanı Mahatma Gandi’nin do¤um günü olan 2 Ekim’de Gwalior flehrinde bafllayan yürüyüfl, dört hafta sonra baflkente ulafltı¤ında, yol boyunca alt sınıftan kiracı çiftçiler ve topraksız yerlilerden oluflan kitlelerin katılımıyla 25 bin kiflilik bir kortej oluflmufltu. Hindistan’ın son on yılda yafladı¤ı ekonomik büyümeden hiçbir pay alamayan bu kesimler, toplumsal eflitsizli¤in giderek artmasına sebep olan muhafazakarliberal sa¤ partilere karflı, iktidardaki Hindistan Ulusal Kongresi’ne (HUK) veya ona destek veren sosyalist/komünist partilere oy verirken de¤iflim için umutlandırıldı.
Topraksızlar ekonomik büyümeden payını istiyor
BRÜKSEL “Abluka Birligi” ULUSAfiIRI flirketler tarafından yürütülen küreselleflme projesinin dayattı¤ı ekonomik liberalizmin Avrupa’daki sonuçlarından biri de “siyasi liberalizm” oldu: Yasama süreci, toplumun her kesiminin katılımına açıldı. Ama piyasa güçleri, temelde demokratikleflmeyi amaçlayan bu ilkeyi de derhal sömürmeye baflladı. ‹fladamlarının, politikacılar ve bürokratlarla iliflkilerini düzenleyen yeni bir burjuva sınıfı do¤du: Lobiciler. Batı toplumlarındaki kapitalist çürümenin yeni simgesi olan lobicilik sektörü, yolsuzlu¤u meflrulafltırdı, daha da kötüsü sıradanlafltırdı. Ama neoliberalizmin “flirketlerin yönetti¤i bir dünya” ütopyasına karflı çıkanlar da var. Sivil toplum örgütleri ve sendikaların kurdu¤u Alter-EU (Alternatif Avrupa Birli¤i), “AB’nin karar alma süreçlerindeki flirket hâkimiyetini azaltmak” amacıyla bir deklarasyon yayınladı. Arkadaflımız Tan Morgül, Alter-EU’nun, 9-10 Ekim arasında Brüksel’de düzenledi¤i “fiirketlere tanınan imtiyazlara ve gizli lobicili¤e son vermek: Gelecek için strateji ve kampanyalar” bafllıklı konferansa katıldı. Burada, AlterEU ve Corporate Europe Observatory (CEO, Avrupa fiirket Gözlemevi) örgütünün kurucularından Erik Wesselius ile görüfltü. Kim bu lobiciler, niyetleri ne, kaç kifliler? fiu anda 15 bin lobici Avrupa Komisyonu koridorlarında faaliyet gösteriyor. Yaklaflık 10 bin lobici flirket çıkarları için Brüksel’de lobi yapmakta. Bu insanlar, komisyon binasında dolaflmak için süresiz girifl kartına sahipler. Rahat bir flekilde girip kendi bafllarına “resmi” olarak koridorlarda yürüyebilirler. Yolsuzlu¤a karflı getirilmifl davranıfl kurallarına göre, parlamenterle görüflenlerin ne tür çıkarları temsil etti¤ini belirtmesi gerekiyor. Lobicilerin birço¤u bu konuda fleffaf de¤il. Bunun kontrolü de çok zor. Kimin, ne zaman davranıfl kurallarını ihlal etti¤ini ö¤renmeniz kolay olmuyor. Avrupa fieffaflık ‹nisiyatifi’nin bir parçası olarak, lobiciler için yeni bir zorunlu kayıt sistemini önerdik. Brüksel’deki lobicilik de en az Washington’daki kadar büyük bir sektör. ABD’de, lobiciler müflterilerinin kim oldu¤unu ve aldı¤ı ücreti açıklamak zorundadır. Avrupa yurttaflları için, medya için ve hatta karar mekanizmasında olanlar için, AB politikalarının “hangi çıkarlara hizmet edecek” flekilde yürüdü¤ünün bilinmesi son derece önemli. ‹flte bu yüzden, zorunlu kayıt sisteminin, AB politikasının flirketler tarafından ele geçirilmesini engellemek için elzem oldu¤unu düflünüyoruz. Bu süreç nasıl iflliyor? ‹ki tür lobi mekanizması var: fiirket-
30
lerin kendi bünyesindeki lobi kadroları ve flirketler için çalıflan lobi flirketleri. Komisyon yasa teklifleri üreten bir yapıdır. Yasamaya müdahale etmek istiyorsanız, sürece erkenden katılmanız gerekir. Genellikle, AB birimleri bir yasa tasla¤ı üstüne çalıflırken lobiciler tarafından aranır: “Aynı konuda çalıflan uzmanlarımız var, isterseniz...” Burada “uzman” anahtar kelimedir. Hadise hep “bilgilendirme” üzerine kurulur zaten. Her flirketin kendi faaliyet alanı hakkında önemli bir bilgi birikimi ve uzman kadrosu vardır. Yeni yasa tekliflerinin kendi ifl alanlarını nasıl etkileyece¤ini bildiklerini için hemen harekete geçerler. Bu noktada lobicilik tamamen kötü bir fleydir, diyemeyiz. Hatta bilginin bu denli dolaflıma girmesi demokrasiye önemli bir katkıdır. Sadece ifl çevrelerinden de¤il, çevre örgütlerinden, sendikalardan, hak örgütlerinden girdiler de yasama sürecine dahil ediliyor. Yani, teoride, toplumsal çıkar gruplarının tümünden gelen bilgi akıflına açık bir süreçten bahsediyoruz. Ama pratikte olan, sivil toplumun ve sendikaların, ifl çevrelerinden akan yo¤un bilgi karflısında cılız kalması. 10 bin flirket lobicisine karflılık 1500 sosyal lobiciden bahsediyoruz. Bir grubun çıkarını savunan 10 kifliye karflı, toplumun çıkarın savunan bir kifli. Hiç de adil de¤il... Peki lobicilerin meflrebi nedir?
Ama Manmohan Singh hükümeti, Brezilyalı stratejik orta¤ı Lula gibi, topra¤ın yeniden da¤ılımı konusunda fazla bir ilerleme kaydedemedi. Bu büyük yürüyüfl, 2009 seçimlerinin yaklaflmakta oldu¤unu hükümete hatırlatma niteli¤i de taflıyordu. Yakınlarda, ülkenin do¤u kesimindeki genifl bir tarımsal arazinin petrokimya tesisleri kurulmak üzere özel sektöre devredilmesi, topraksız çiftçilerin protestolarına neden olmufl, çıkan çatıflmada 14 çiftçi öldürülmüfltü. Konu o zamandan beri kamuoyundaki hassasiyetini yitirmedi. Parlak ekonomik göstergelere ra¤men Hindistan’da 1 doların altında gündelikle (yani Afla¤ı Sahra Afrika standartlarında) yaflayan milyonlarca insan var. Kırsal kesimin istihdam sorununu çözmek hükümet için bir tercihten çok bir zaruriyet hâline gelmifl durumda.
Birço¤u siyaset, hukuk, ekonomi, iflletme okumufl insanlar... Çok baflarılılar ve bu bizim için hiç hayırlı de¤il. Bir örnek vereyim; insan sa¤lı¤ına ve çevreye zararlı flor gazlarının (F-gaz) kullanımına dair bir lobicilik deneyimi üzerine... AB’de belli tipte kimyasaların kullanımını denetleyen ve bu konuda enformasyon sa¤layan bir inisiyatif vardı. Kendini “çevre grubu” diye lanse eden bu grup, yani Enerji ve Çevre için Avrupa Ortaklı¤ı (EPEE) veya Fgaz Lobisi, sonradan bu maddenin üreticisi olan dört flirkete (içlerinde DuPont ve Honeywell de bulunuyor) katıldı. Kurnaz bir planla AB’nin Fgaz üretimini yasaklamasını engellemifl oldular. Bu endüstri için büyük bir baflarıydı. Ama kamunun genel çıkarları açısından bir felaketti. Çünkü bu maddeler hâlâ pazarda dolaflıyor ve satılıyor. Çevre alanı daha çok mu suistimal ediliyor? Ne zaman çevreyle ilgili yararlı bir önerge ortaya çıksa, sanayi anında
Lobicilik kötü bir fleydir, diyemeyiz. Sadece ifl çevreleri de¤il, her kesim yasama sürecine dahil ediliyor. Ama sivil toplum ve sendikalar, ifl çevreleri karflısında cılız kalıyor. 10 bin flirket lobicisine karflılık 1500 sosyal lobici var. Bu adil de¤il... müdahale ediyor ve sonunda elinizde patlak bir balon kalıyor. Bir örnek de otomotivden... AB komisyonu, 1990’ların ortalarından beri araçlardaki karbondioksit gazı emisyonunun sınırlanmasını istiyordu. Ama otomotiv sanayii güçlü bir flekilde lobi yapmaya baflladı. Nihayetinde komisyonu “gönüllü antlaflma” yapmaya ikna ettiler. Emisyon oranını 2010’a kadar belli düzeylere çekmeye söz verdiler. AB de her yıl, sanayinin uygulamalarını de¤erlendiriyordu. ‹ki yıl önce
anlaflıldı ki, 2010 hedefine ulaflma flansı sıfır. Bunun üzerine geçen yıl, komisyon bir rapor yayınladı: Zaman çok kısalmıfltı ve bu metod yürümüyordu. Daha sonra çevre komisyonu üyesi, sürecinin gönüllülük esasından zorunluluk aflamasına geçmesini, aksi takdirde hiçbir bafları elde edilemeyece¤ini ifade etti. Çevre Komisyonu’ndan Stavros Dimas, Sanayi Komisyonu’ndan Günter Verheugen, kamuoyuna açıklama yaparak bu savı desteklediler. Peflinden, Alman otomotiv sanayii, Verheugen’i ve Alman hükümetini hedef alan devasa lobi kampanyası bafllattı. Verheugen geri adım attı ve Dimas’tan deste¤ini çekti. Ocak ayındaki komisyon toplantısından ilk önergeden çok daha zayıf bir karar çıktı. ‹lki kilometre baflına karbondioksit salınımını 2012’ye kadar 130 gr.’a çekilmesini öngörürken, flirket lobilerin tehditleri sonunda 120 gr. olarak belirlendi. Avrupa ‘da otomobil baflına ortalama 160 gr.’dır. Meseleyi, iklim de¤iflikli¤i çerçevesinde de¤erlendirirsek, tüm dünyadaki otomobil kaynaklı karbondioksit salınımının beflte birini üreten Avrupa’da alınan bu kararla, AB, duyarlılık sınavını geçememifltir. Bu komisyon özelinde olandı. Otomotiv sanayi, flimdi parlementoda yaptı¤ı lobiyle hedefleri daha da sulandırmayı amaçlıyor. Peki bu yıl için “en kötü lobici” adayınız kim? fiimdiden söyleyemem, daha karar vermedim. Ama geçen sene ExxonMobil’e oy verdim. Ve kazandılar. Bildi¤iniz gibi, ExxonMobil, ABD menfleli bir petrol flirketi. Çok “hofl” söylemleri vardır çevre için yaptıklarına dair. Beraber çalıfltıkları düflünce kuruluflları, kamuoyunu, Brüksel’deki karar mekanizmalarını etkilemek için rapor hazırlar, toplantılar organize eder. Sıklıkla kullandıkları bir yöntem de kuflkulu mesajlar yaymaktır. En bilinen mesajları ne diyor? “Ya iklim de¤iflikli¤ini inkâr et ya da kabul et ama bunun insan eliyle oldu¤unu inkâr et.” Di¤er bir önemli konu da, politikacılar, bürokratlar, lobiciler ve flirketler arasındaki fasit daire. Yani, yeni bir lobici veya flirket
Gene kâ¤ıt fabrikası
Güvercin katliamı
fieriata özerklik
Tecavüz kurbanına ceza
URUGUAY ‹spanya Kralı Carlos’un Chavez’e “kapa çeneni” dedi¤i olaylı ‹beroAmerikan Zirvesi’ndeki tek arıza bu de¤ildi. Uruguay ile Arjantin arasında iki yıldır devam eden kâ¤ıt fabrikası sorunu fiili’deki zirveye de taflındı. Kirchner, Uruguay baflkanı Vazquez’i “Arjantin halkını sırtından hançerlemekle” suçladı. ‹ki ülke arasındaki sınırı çizen Uruguay nehrinin kıyısına Finli flirketler grubu tarafından kurulan fabrika, karflı kıyıdaki Arjantinliler tarafından çevreyi kirletti¤i gerekçesiyle reddediliyor. Finliler kirlenmeyi engellediklerini iddia etse de Arjantin Uluslararası Mahkeme’ye baflvurmufl durumda.
SR‹ LANKA Tamil Kaplanları’nın siyasi kanadının lideri SP Thamilselvan, özel birimlerce yürütülen bir hava saldırısı sonucu yanındaki befl kifliyle birlikte öldürüldü. 40 yaflındaki lider uzun yıllardır hükümetle yapılan barıfl görüflmelerinde Tamil Kaplanları’nı temsil ediyordu. Baflkomutan Prabhakaran ile birlikte örgüt içindeki hiyerarflinin en üstünde yeralan SP Thamilselvan, deneyimli bir müzekereci ve teorisyen olarak Tamil halkı için yeri doldurulmaz bir önem taflıyordu. Güvercin oldu¤unu uluslararası camiaya kabul ettirmiflti. Cinayetin ülkedeki içsavaflı daha da kızıfltırmasından endifle ediliyor.
F‹L‹P‹NLER Baflkent Manila’da protestocu ö¤retmenlere su sıkan Arroyo hükümeti, stratejik hesapları gere¤i, ülkenin en büyük ‹slami ayrılıkçılarına istedi¤i özerkli¤i vermeye hazırlanıyor. Güneydeki Mindanao bölgesinde faaliyet gösteren Moro ‹slami Kurtulufl Cephesi ile hükümet arasındaki müzakerelerde büyük bir engel aflıldı ve kati sınırlar üstünde anlaflmaya varıldı. Müzakereciler barıfl anlaflmasının önümüzdeki yılın ortasında imzalanabilece¤ini açıkladı. Moro gerillaları bu özerkli¤i fleriat esaslarına dayanan bir toplumsal düzen kurmak için kullanaca¤ını gizlemiyor.
SUUD‹ ARAB‹STAN Mahkeme çete tecavüzüne u¤rayan genç kızı da cezalandırdı. fiii azınlıktan 19 yaflında bir genç kızın 7 Sunni erke¤in tecavüzüne u¤raması ile ilgili dava sanıkların befler yıl hapis cezasına çarptırılmasıyla sonuçlandı. Ancak ifadelerden çıkan sonuca göre, genç kız tecavüz sırasında “akrabası olmayan” bir erke¤in otomobilinde bulundu¤u için 90 kırbaç cezası aldı. Karara itiraz edilince, mahkeme ceza indirimi yerine artırımı verdi. Genç kızın cezası 200 kırbaç ve 6 ay hapse çıkarıldı. Tecavüz çetesinin itirazı da aynı sonucu verdi, cezaları onar yıl oldu.
2007 EN KÖTÜ AB LOB‹C‹LER‹ ÖDÜLLER‹
fleffaflafltırılması’ planları dahilinde yer alan kayıt sistemine karflı üst düzeyde bir kampanya yürütüyor. •Repsol ‹klim de¤iflimiyle hakiki önlemler alarak mücadele etmektense, dar ticari çıkarlara dayanarak AB’nin tarımsal yakıtlara dair arafltırma gündemini çarpıtıyor.
En kötü yeflil badanacı
En kötü AB lobisi CEO, Friends of Earth Europe, Lobby Control ve Spinwatch örgütleri tarafından hazırlanan 2007 The Worst EU Lobbing Awards yarıflmasında, ödül, en aldıtıcı, yanıltıcı, problematik taktikler kullanarak AB karar alma süreçlerini etkileyen lobici, flirket veya lobi grubuna verilmekte. Bu yıl bu kategoride gösterilen befl aday flöyle: •BMW, Daimler and Porsche AB’nin “otomotiv kaynaklı karbondioksit salınımı” konusundaki zorunlu hedeflerini sulandırmak için tüm güçlerini kullanarak lobi yaptılar. •Cabinet Stewart AB halkla iliflkiler danıflmanlık grubu. Uluslayöneticisinin, eski bir AB komisyonu üyesi veya çalıflanı olması. Veya bunun tersi... Biz buna “dönerkapı siyaseti” (revolving doors) diyoruz. Yani adam kapıdan vekil olarak giriyor, lobici olarak çıkıyor. Eskiden bunu denetleyen bir yasa yoktu, flimdi var. 1999’da komisyon üyesi Fransız Edith Cresson’un da karıfltı¤ı bir skandal olmufltu. Cresson’un o zaman ki danıflmanına, “verece¤i hizmetlere karflılık” yüksek paralar ödenmiflti. Ama Cresson hiçbir fley
rarası Sermaye Teflekkülü Konseyi’ni de yönetiyor. Sözde “tek Avrupalı think-thank”, ama gerçekte ABD’deki Kyoto Protokolü karflıtı çıkar çevrelerinin temsilcili¤ini yapıyor. •Viscount Etienne Davignon Kalkınma ve insani yardımdan sorumlu komisyon üyesi Louis Michel’e Afrika’da kalkınma stratejileleri konusunda danıflmanlık yapıyor. Her ne kadar Afrika’da enerji ve su sektörlerindeki faaliyetlerini geniflletmeyi düflünen ulusaflırı Suez flirketinin yönetim kurulu üyesi olsa da... •Avrupa Halkla ‹liflkiler Danıflmanları Derne¤i (EPACA) Avrupa Komisyonu’nun ‘Lobicili¤in yapmamıfltı. Bu yolsuzluk, Jacques Santer yönetimindeki komisyonun tümüyle düflmesine ve vekillerin istifasına neden oldu. “Santer Komisyonu” vakası, Avrupa’da yaflanmıfl büyük skandallardan biriydi. Bu olaydan sonra gelen yeni komisyonun baflkanı Romano Prodi, ahlaki standartlar getirdi. Uygulamaya koydu¤u yasalardan biri, “AB parlamenterlerinin emekli olduktan sonra, bir yıl içinde, komisyon üyesi olarak çalıfltıkları alanda aktif bir özel flirkette çalıflamayacaklarına” dair ya-
Bu yıl ek olarak bir ödül daha var: The Worst Greenwash Award. Tam tersini yaptıkları halde çevreyi ne kadar “önemsedikleri” konusunda reklamlar yapan, halkla iliflkiler ve lobi faaliyeti yürüten; yani kendilerini aklamak için kamuoyuna yönelik ‘yeflil badana’ yapan flirketlere veriliyor. Bu alanda öne çıkan befl aday da flöyle: •Airbus Bir dizi reklamında yolcu uça¤ı silüetlerini güzel manzaralarla doldurularak bu uçakların “do¤a dostu” oldu¤u izlenimini yaratmaya çalıflıyor. •BAE Systems Ölümcül silahları çevre dostuymufl gibi gösteriyor. •ExxonMobil Salınım ço¤alırken sera gazı emisyonlarını azaltıyormufl gibi gösteriyor. •German Atomic Forum “Sevimsiz ‹klim korumacıları” kampanyası ile toplumun iklim de¤iflimi konusundaki ilgisini suistimal ederek, nükleer enerji propagandası yapıyor. •Shell Petrol rafinelerinin duman de¤il, çiçek yaydı¤ını gösteren reklamlar yapıyor. Ayrıntılı bilgi ve oy kullanmak için: www.worstlobby.eu saydı. Santer komisyonunda görev almıfl bazı vekiller, komisyonun da¤ılmasından sonra hiç zaman kaybetmeden flirketlere geçmiflti. Örne¤in, Telekom politikalarından sorumlu Alman vekil Martin Bangemann daha komisyonun çökmeden, ‹spanya telekomünikasyon firması Telefonica’ya danıflman oldu¤unu duyurdu. Bu büyük bir rezaletti haliyle. Bangemann’ın emekli maaflı almasını engellemek için bir formül bulmaya çalıfltılar. Bangemann, bu komisyon ve kamuoyu tepkisi üzerine “flirkette
bir yıl sonra çalıflmaya bafllayaca¤ına” dair bir antlaflma imzaladı. Gene Santer komisyonunda ticaret vekili olan Leon Brittan’ın ‹ngiliz yatırım bankası UBS’e geçmesiyle bir baflka skandal patlak verdi. Biz de bu konuda birçok makale yayınladık. O zamanlar, halefi Pascal Lamy’e (DTÖ’nün flimdiki baflkanı) lobi yapıyordu. Yani, eski vekil, yeni vekile lobi yapıyor. Ancak yeni yasa mekanizmayı birazcık daha zorlafltırıldı. Tabii, biz Alter-EU olarak çok daha sert yasa ve önlemler talep ediyoruz. Çünkü bütün yapılan düzenlemeler sadece vekillere uygulanıyor. Hâlbuki komisyonda çalıflan baflkaları da var. Bu lobi mekanizmasına dökülen para ne kadar? Gerçek rakamı bilmek çok zor. Komisyon üyesi Siim Kallas’ın 2005’te tahmini olarak ifade etti¤i rakam; yıllık 60 ile 90 milyon Euro arası. Bizim, lobicilerin sayısıyla orantılı yaptı¤ımız hesap ise bunun çok daha üstünde, tahminen yıllık, 750 milyonla 1 milyar euro arası. ABD’deki rakamın 2006’da 2.6 milyar dolardan fazla oldu¤u düflünülürse, Kallas’ın rakamları çok düflük kalıyor. fiu söylediklerinizi Türkiye’de söyleseniz, size “AB karflıtı” derlerdi. AB’ye karflı mısınız? Hayır, AB karflıtı de¤ilim. Ama, flu anda mevcut olan AB’ye karflı ciddi elefltirilerim var. Bence, mevcut AB, flirketlerin çıkarlarına ve gündemlerine hizmet eden bir birlik… E¤er AB’nin flu anki temel politikalarına ve emellerine bakacak olursanız, asli amacın Avrupa sanayiindeki rekabetçili¤i artırmak oldu¤unu göreceksiniz. Ki bu oldukça dar bir ekonomik ajanda… Bu benim kafamdaki AB’den tamamen farklı bir AB. Bu nedenle ben kendi ülkem Hollanda’da AB anayasasına karflı mücadele ettim. Anayasa, sosyal politikalara, karar alma süreçlerindeki de¤iflime ve demokrasinin güçlendirilmesine dair bir yapı olaca¤ına, tamamen flirketlerin yıllı¤ı gibi bir kitap oldu¤u için karflı çıktım. fiirketlerin çıkarlarından arınmıfl bir Avrupa mümkündür. Çok büyük de¤ifliklikler olması gerekiyor. Biz de bunları gerçeklefltirmeye çalıflıyoruz zaten...
31
KARA TREN: NORMAN MAILER (31 OCAK 1923- 10 KASIM 2007)
Profesyonel amatör Norman Mailer, 20. yüzy›l edebiyat›n›n köfle tafllar›ndan biriydi, bu y›l ç›kan ve Hitler’i konu alan “Ormanda Bir fiato”suyla 21. yüzy›la da ad›n› yazd›rd›. Truman Capote’yle birlikte yeni bir türün yarat›c›s›yd›: Kurgusal olmayan (non fiction) edebiyat. Gazetecilikle edebiyat› buluflturdu¤u 40 kitab›yla son 60 y›l›n kritik dönemeçlerine ayna tuttu, ikisi Pulitzer, birçok ödüle lây›k görüldü. 10 Kas›m’da vefat eden Norman Mailer’› son befl y›lda verdi¤i söyleflilerden yapt›¤›m›z bir derlemeyle u¤urluyoruz. Yeni kitab›n›zla ve basit gibi görünen bir soruyla bafllayal›m: Niçin Hitler? Norman Mailer: Pek çok kiflinin gözünde kötülü¤ün özü olan bir flahsiyetin oluflumunda fleytan›n aslî rolünü göstermek istedim. fieytan hipotezini ilerletmek için de, Hitler’in soya¤ac›n› incelemem, araflt›r›p kaz›mam gerekti. Hitler’deki o karanl›k çekirde¤i k›smen aç›klayabilecek bir yan olarak karakterinin fleytanîli¤i fikrine hakikaten inan›yor musunuz? Cidden ve kesinlikle inan›yorum. Entellektüellerinin ço¤unun laik, ateist oldu¤u ve dinin afl›r› dinciler d›fl›nda birileri için de bir sohbet konusu olabilece¤ini tahayyül edemedikleri bir ülkede yazd›m bu kitab›. fiöyle bir dram var, dini kendi köktenci e¤ilimimize terk ettik! Baflkalar› içinse, Tanr› demode, fieytansa saçma! Ortaça¤’›n sonundan itibaren bafllayan, Rönesans boyunca devam eden, insana birincil rolü veren ve daha sonra modern Birey’in do¤mas›n› sa¤layan Ayd›nlanma ça¤›ndan ç›kt›k. Tanr› ve fieytan’› bertaraf etmek istiyoruz. Bu manipülatör, yalanc› fleytan› anlat›c› olarak kulland›¤›m için çok elefltirildim, ama ben tezimin ciddiyetine inan›yorum. Bu, edebî bir numara de¤il! fieytan’›n tektip bir k›yafeti ya da boynuzlar› yoktur, gece uykunuzda sizi teslim almaz, tam tersine, bürokrasinin, k›s›tlanm›fl imkânlar›n, cehaletin kapan›nda canla baflla, hiddetle çal›fl›r. fieytan insanlardan ö¤renir, insanlar fieytan’dan de¤il! Roman›n ön haz›rl›klar› nas›l oldu?
En az iki y›l boyunca, bir y›¤›n kitap okudum. Maalesef, ihtiyarl›ktan, bir kitab› ancak birkaç haftada bitirebiliyorum art›k. Adolf’un çocuklu¤una, do¤umundan babas›n›n ölümüne kadar olan döneme dair pek fazla fley bilinmiyor. Büyük ölçüde belgelere dayanan bir üçlemenin ilk kitab› olarak düflünüyorum bunu. Baz› ola¤and›fl›, ancak rüyada görülebilecek sahneleri, mesela Hitler’le Stalin’in karfl›laflmas›n› romanlaflt›rmay› hayal ediyorum. Bu iflin sonunu getirecek zaman›m olur mu? Bilemiyorum. Gözlerim çok zay›flad›. Zaman zaman bedenim de ihanet ediyor. Üstelik, daha okunacak binlerce sayfa var! Hitler’i konu seçmenizde Yahudili¤inizin etkisi oldu mu? Buna cevap veremem. Bu türden bir projeyi yazmaya giriflti¤imde, kendimi flu ya da bu kimlikle düflünmüyorum. Bütün hayat›m Hristiyanlar›n muammas›n› deflifre etmeye çal›flmakla geçti. “Ormanda bir fiato” da bu teflebbüslerden biri sadece. Özür dilerim ama, sorumda ›srar ediyorum. Dokuz yafl›ndayken, Hitler daha iktidara gelmeden önce, 1933’te, annem bize “bu adam bizi öldürecek, hepimizi katledecek” demiflti. Pek çok kifliden daha iyi sezmiflti olacaklar›. Hitler’in katilim oldu¤u düflüncesiyle büyüdüm. Yeterli cevap oldu mu? Hitler ailesine dair düflüncelerinizde ensest temas›n›n rolü nedir? Babas› Alois, Maria Anna Schicklgruber ad›nda bir kad›n›n gayr›meflru çocu¤uydu ve efli Klara’n›n (Hitler’in anne-
Dostum Jean Malaquais saatlerce pusuya yatar, konusunu gözlerdi. Ben de ona tak›l›rd›m: “Niçin o kadar inat ediyorsun ki, çok daha iyi bir yazar m› olacaks›n!” fiöyle cevap verirdi: “Hakikati bilmek istiyorum, hakikat kalemimin ucunda.”
si) Alois’in öz k›z› oldu¤unu öne sürenler var. Dostum Jean Malaquais mükemmelliyetçi bir yazard›, saatlerce pusuya yatar, konusunu gözlerdi. Ben de ona tak›l›rd›m: “Niçin o kadar inat ediyorsun ki, çok daha iyi bir yazar m› olacaks›n!” fiöyle cevap verirdi: “Hakikati bilmek istiyorum, hakikat kalemimin ucunda.” Ensest hakk›nda yazd›kça, insan›n zihnine musallat olan bu konuyu daha iyi anl›yordum. Kitapta, köylü gelene¤ini cehalet ve kanba¤›yla, köye has ensestle aç›klayan Himmler’in sesini kulland›m. Niçin öyle olmas›n? Bu, Hitler’in ruh haritas›n›n ayak bas›lmam›fl, yabanî alanlar›n› ayd›nlat›yor. Führer do¤du¤u flehri yak›p y›kt›. Hiçbir fleyi gözü görmüyor, her fleyi siliyordu. Yahudili¤i hakk›ndaki söylenti de bir çiftlikte hizmetkâr olarak çal›flan büyükannesinin bir Yahudi taraf›ndan hamile b›rak›ld›¤› iddias›na dayan›yor. Hitler gizemini çözdü¤ünüzü düflünüyor musunuz? Kesinlikle. Hatta onu anlayan nadir kiflilerden biri oldu¤uma inan›yorum. fieytan hipotezi bana geçerli geliyor. ‹nsanlar› floke etme pahas›na flunu bile söyleyebilirim, e¤er Tanr›’n›n o¤lu olarak ‹sa’ya inan›l›yorsa, niçin fleytan›n o¤lu olarak Hitler’e inan›lmas›n? Yoksa sand›¤›n›zdan daha m› inançl›s›n›z? Kadiri mutlak bir Tanr›’ya de¤il ama, bir yarat›c›ya inan›yorum. Kiliseye ya da dine ise inanm›yorum. “Bütün din adamlar› yalanc›d›r” diyordu Nietzsche. Niçin? Çünkü mant›ken, ak›l yürüterek fikir sahibi olamayacaklar› soyut bir varl›¤›n otoritesiyle konufluyorlar. Eski tüfek bir Marksist teori merakl›s› olarak o kadar uzun süre ateist oldum ki, ateizmin bütün inceliklerini ya da dini horgörmenin büründü¤ü biçimleri gayet iyi bilirim. Dikkat edin, Tanr›’ya inanmak hayat›n›z› daha kolay hale getirmez! Bir önceki roman›n›z “Bir de Beni Dinleyin –(O¤ula Göre ‹ncil)”i (1997) yazarken de böyle mi düflünüyordunuz? (Yüzünü buruflturuyor ve iç çekiyor) Ah! O baflar›l› bir roman de¤ildi, olmam›flt› maalesef. Neden, biliyor musunuz? ‹sa’y› anlamak için yeterince erdemli ve iyi de¤ilim! Bu bana Warren Beatty’yle ilgili bir an›m› hat›rlatt›: “Bugsy”de oynarken sergiledi¤i fliddet korkunçtu. Ona “arkadafllar›n bu filmden sonra senden kaçm›yor mu?” diye sormufltum. “Ben oyuncuyum. Canland›rd›¤›m karakterin gerçekli¤inin yüzde 5’inden fazlas›n› hissetmeye ihtiyac›m yok” demiflti. Romanda da ayn› fley geçerli, yüzde 5 yeterli. ‹sa’da ben bu orana dahi ulaflamam›flt›m. Benim ihtiras›m “geçer” not alacak bir kitap yazabilmenin ötesindeydi. Yeni Ahit’in anlat›s›na, diline ulaflmak, onu inan›l›r k›lmak istiyordum ve kesinlikle yorumlamak de¤ildi istedi¤im. ‹sa’y› insanîlefltirmeyi, ete kemi¤e büründürmeyi beceremedim. Tek tanr›l› inanca bak›fl›n›z nas›l? Monoteist inanç bana çok ayk›r›, hatta rahats›z edici, incitici geliyor, en az›ndan, öyleydi. Öte yandan, ‹yi ve Kötü, Tanr› ve z›tt› kavramlar›n› felsefî aç›dan yorumlayabilmeyi isterdim. Bana öyle geliyor ki, yarat›c›m›z›n kontrolünden az ya da çok kaçm›fl yarat›klar›z, t›pk› ba¤›ms›zl›¤›n› elde eden çocuklar gibi; ne dedi¤imi gayet iyi biliyorum, çünkü 9 çocuk ve 11 torun sahibiyim!
33
Hannah Arendt’in ünlü “Eichmann Kudüs’te” kitab›nda (1963) gelifltirdi¤i kötülü¤ün s›radanl›¤› kavram›n› nas›l de¤erlendiriyorsunuz? Bu ifade bize çok zaman kaybettirdi. Yüzy›l›n entelektüel itiflmesi oldu, darac›k köprü üzerinde itiflen inatç› eflekler gibi! Kötülük niçin s›radan olsun? Ist›rap çekiyorsan›z, bunu s›radan, banal bulur musunuz? Ist›rap, ac› mistik bir fleydir. Sizden genelde kibirli bir adam olarak söz ediliyor; söylendi¤i gibi kibirli, hatta küstah m›s›n›z? Ah! Küstah ve fazla kedinden emin oldu¤umu düflünenler var. Belki de öyleydim! Sanat›n bana nüfuz etti¤ini düflünmüyordum, ben kendim nüfuz etmenin zevkini düflünüyordum; bu da bir küstahl›k biçimi olsa gerek. Eserlerimden, romanlar›m›n geriye kalmas›n› isterim. Ama roman okuyucusu kald› m› art›k? Romanc›n›n gazeteciye göre avantajl› bir yan› var: Zaman kendisinindir, onu acele ettiren, s›k›flt›ran bir fley yoktur. Benim için, her fley maskedir; sürekli devinen, kayan, yalanc›, gölgeler ve ›fl›klar. “Olgu nedir?” diye sorar gazeteci. “Bir kurgu” diye cevapland›r›r romanc›. Olgu, kuru bir tahta parças› gibi ufalan›r, manipüle olur, ters yüz edilir. Gazetecilik yapt›¤›m halde, gerçekli¤e inanmam. Muhayyile, olgunun müsaade etmedi¤i bir safl›k, kat›fl›ks›zl›k düzeyinde yaratman›za imkân verir. E¤er bir insan hayat› boyunca iyi romanlar okursa, tarihin entrikalar›na ve örgüsüne ihtiyaç duymaz. ‹flte bu yüzden yolumun kesiflti¤i ve hikâyelerini anlatt›¤›m kifliler, Muhammed Ali’den, Marilyn Monroe’ya, hepsi ayn› zamanda muhayyilemi harekete geçiren, gerçekd›fl› imgeler. Onlar varolamazlard›! Muhammed Ali, mesela, birbiriyle çeliflen kavramlar bütünü: Öyle lofl, müphem yanlar› var ki, cömertlikle cimrilik, k›r›lgan bir maneviyatla maddecilik, baflar›s›zl›k duygusuyla yenme hiddeti içiçe... Yi¤itlerin yi¤idi, ama korku içinde yaflad›! Ah, ne flahane bir roman karakteri olurdu! Hayat hikâyenizin zenginli¤i, alt› efliniz, dokuz çocu¤unuz, torunlar›n›z düflünülürse, otobiyografik malzemeden pek yararlanm›yorsunuz. Neden? Hakl›s›n›z. De¤iflmez bir ilkem var: Kendi öz kaynaklar›n› asla yazd›klar›nda kullanma! Yaflad›¤›n›z ve içinize ifllemifl olan her mahrem, özel, derin tecrübe ruhunuza yerleflen k›r›lgan bir kristal oluflturur. E¤er kullanarak buna zarar verirseniz, ölürsünüz! Yaz›lar›n›zda da görülen asabiyetten belli bir sükûnete gelmiflsiniz gibi, yazma tarz›n›za da yans›yan bir tür bilgelik mi bu? Üslûplar›yla öne ç›kan yazarlar var, Faulkner, Hemingway gibi. Ben üslûbun, stilin bafll›bafl›na bir amaç de¤il, bir araç oldu¤unu düflünürüm. Picasso beni çok etkilemifltir, bütün oyuncaklar›n› teker teker egemenli¤i alt›na alan bir teknik dehas›d›r o. Konum bana üslubu dikte eder. Popüler
34
New York belediye baflkanl›¤›na adayl›¤›n› koydu¤u günlerde efli Beverly ve k›z› Susie’yle (solda), Susan Sontag ve Gore Vidal’le (sa¤da) hayran› oldu¤u Muhammed Ali’yle flakalafl›rken (altta) ve 1960’larda, Vietnam savafl›n›n protesto edildi¤i bir mitingde konuflma yaparken (en altta).
Amerikan efsanelerini yazd›¤›m elektrikli, asabî, öfkeli tonla bir Hitler efsanesi yazman›n hiçbir manas› olmazd›. Yazarl›¤a ad›m at›fl›n›z, bir bilimkurgu öyküsüyle olmufl... Evet, 11 yafl›ndayd›m. Can s›k›nt›s›ndan yazm›flt›m onu. Üniversiteye bafllayana kadar bir daha yazmad›m. Ama 17-18 yafl›na geldi¤imde hayatta ne yapmak istedi¤imi biliyordum: Yazar olacakt›m. Aileniz nas›l karfl›lam›flt› bu karar› ? Orta s›n›f bir yahudi ailesi olarak (babam muhasebeci, annem ev kad›n›yd›) t›p, hukuk veya mühendislik okumam› istiyorlard›. Ama benim flöyle bir flans›m oldu. 18 yafl›ndayken ulusal çapta yap›lan bir öykü yar›flmas›n› kazand›m. O ödül içlerini rahat
De¤iflmez bir ilkem var: Kendi özkaynaklar›n› asla yazd›klar›nda kullanma! Yaflad›¤›n›z ve içinize ifllemifl olan her mahrem, özel, derin tecrübe ruhunuza yerleflen k›r›lgan bir kristal oluflturur. E¤er kullanarak buna zarar verirseniz, ölürsünüz!
ettirdi. O¤lumuz yazar olacak dediler. Sizi en çok etkileyen edebiyatç›lar kimlerdi? Hemingway’den basit, sade yazmay› ö¤rendim. Faulkner’dan ise tam tersini. Faulkner ifrada kaçar, Hemingway ise tefride. ‹kisini de seviyorsan›z, önünüzde müthifl bir deney alan› var demektir. James T. Farrell’› da çok severdim. Benim üçgenimi o tamaml›yordu. Farrell’›nki muhabir üslubuydu. Olgulara, verilere dayanarak adeta haber yazar gibi yaz›yordu. “Ç›plak ve Ölü” (1948) ‹kinci Dünya Savafl›’nda yaflad›klar›n›z›n roman›. Ne kadar› gerçek, ne kadar› kurgu? Baz› kitaplar›mda yaflad›¤›m fleylerin çok ötesine gittim, baz›lar›nda ise –“The Executioner’s Song”da (1979, Cellad›n fiark›s›) mesela– gerçe¤e neredeyse harfiyen sad›k kald›m. “Ç›plak ve Ölü” bu iki ucun ortas›nda bir yerde. O roman hem realisttir, hem de savaflta yaflad›klar›m›n mübala¤al› bir aktar›m›d›r. “Spooky Art”da (2003, Tekinsiz Sanat) “Ç›plak ve Ölü”nün bir amatörün kaleminden ç›kan bestseller oldu¤unu söylüyorsunuz. Bundan ne kastediyorsunuz? Bir kere “yetenekli bir amatör” diyorum. O kitab› yazd›¤›mda profesyonel bir yazar de¤ildim. Amatörler, profesyonellere k›yasla, kamuoyunun daha çok ilgisini çeken kitap-
Yazarl›k d›fl›nda yapt›¤›m her fleyde s›n›fta kald›m. Siyasette, rejisörlükte, hatta amatör boksta. Ama bu yafla gelince, serinliyorsun, cool oluyorsun, hiç olmad›¤›n kadar cool. Görüyorsun ki, hem kazand›n, hem kaybettin. Herkes gibi. Ve kendine diyorsun ki: Baflaramad›¤›m fleyleri baflaramad›ysam, baflaramad›¤›m için baflaramad›m, ne yapal›m! Siktir et!
dar›n› kaybetti, manevi aç›dan Bush yar›m insand›r, ahlâkî pusulas›n› kaybetmifltir. Ve bu kötürüm baflkan›n bir düflmana, kutsal bir savafla ihtiyac› vard›. O da ‹slamiyete karfl› savafl oldu. Irak savafl› sizce gerekli miydi? Irak savafl›na her zaman karfl› ç›kt›m. Bugün zaten entelektüeller aras›nda karfl› olmayan var m› ki? Kim bize Bush’un hareketlerini izah edebilir ki? Neo-con’lar bile art›k inanm›yor. Terörizm, kapitalizmin yeni düflman›ym›fl. Bizim nüfusumuz 300 milyon, 11 Eylül sald›r›lar›ndaysa 3 bin kifli hayat›n› kaybetti. ‹nsanlar› k›zd›r›p gücendirebilir ama, sormadan edemiyorum, kapana k›s›lm›fl fareler gibi a¤lay›p s›zlayacak kadar güçsüz müyüz? Ne kadar ac› olursa olsun, o sald›r›lar kabu¤umuzun üzerindeki bir s›yr›kt›. Halbuki biz absürd ve manas›z bir savafla girifltik! Ortado¤u bana vaktiyle çal›flt›¤›m «deliler evi»ni hat›rlat›yor. Günde 60 saat s›ca¤›n alt›nda iman›m›z gevrerdi, insanlar›n birbirine sald›rmas›n› beklerdik ve sonra da galibin üstüne çullan›rd›k. E¤er Irak’ta kalmaya devam edersek, kaybedecek bir fleyi olmayan bölge halklar› bizim bo¤az›m›z› kesecekler. Çekip gidersek, yine tam bir felâket olacak. Ama bir flans var, çok küçük bir flans, halklar›n kendi kaderlerine sahip ç›k›p geleceklerini belirlemesi, çünkü e¤er bunu yapmazlarsa her fleyi kaybedecekler. Demokratlar aras›nda tercih etti¤iniz bir aday var m›? Barack Obama m›, Al Gore mu? (Mütereddit ve kuflkuyla): Obama ilginç olurdu, ama sadece seçilmifl olmas›! 1969’da New York belediye baflkan› seçilemedi¤inizde üzülmüfl müydünüz? Belediye baflkanl›¤›n› ABD baflkanl›¤› için bir basamak olarak görüyordum! (gülüyor)
Geriye dönüp bak›yorum da, bir yazar›n kazanma flans› asla olamazd›. Amerika, Amerikan hayat› vs. üzerine yazmak art›k eskisi kadar beni cezbetmiyor, baflkalar› bayra¤› devrald›. Plasti¤e, reklamlara, televizyona karfl› verdi¤im savafl› kaybettim. Zaten reklam dedi¤in ne ki? Manipülasyon. Baflka yerlere bak›yorum art›k. Naziler beni dehfletle büyülüyor, Hitler’in cismanîlefltirdi¤i kötülükse öylesine insanî ve fleytanî ki ayn› zamanda. 2005’te, o¤ullar›n›zdan biriyle (John Buffalo Mailer) matrak isimli bir kitap yazd›n›z: “Büyük Boflluk: Siyaset, Seks, Tanr›, Boks, Ahlak, Mit, Poker ve Vicdan Azab› Üzerine Diyaloglar”. Nereden ç›kt› bu fikir? Büyük boflluk, vakum, hiçlik: Bütün büyük flirketlerimizin yapmakla övündü¤ü fley bu de¤il mi? “The Spooky Art”da da gayr› insanî madde olan plasti¤in zaferini anlat›yordum. Gençlerin televizyonla mankafalaflt›r›lmas›, özellikle de reklam kuflaklar›n›n etkisi: Befl dakikada bir, bir hikâye kesilip do¤rand›¤›nda anlat›n›n ak›fl› diye bir fley kalmaz ki! ‹flte bu yüzden e¤itim sistemimizde bu kadar korkunç boflluklar var. fiu s›ralar neyle meflgulsünüz? Michael Lennon’la beraber haz›rlad›¤›m›z Tanr› ve inanç konular›na dair bir mülâkat kitab›n›n provalar›n› okuyup düzeltiyorum. Tanr›’n›n yüzünü tan›may› kim istemez ki? fiimdilik, “Bütün din adamlar› yalanc›d›r” koyduk ad›n›. K›rk›nc› kitab›m olacak. Editörüm acele ediyor, içinde yaflad›¤›m›z hakim köktenci havaya güzel bir cevap olaca¤›n› söylüyor. “Ormanda Bir fiato”dakine benzer muhakemeleri bu kitapta da görebilirsiniz. Mesela, ikinci dereceden fieytan “Köktencilere bay›l›yoruz. ‹man onlara, kendilerini kitle imha silah›na dönüfltürebilecek kesinli¤i sunuyor” diyor. Tanr›ysa, imkânlar› el verdi¤i ölçüde, elinden geleni yap›yor. Mütevaz› bir Tanr› bir yerde. 84 yafl›na geldiniz, hayat›n sonu ne anlam ifade ediyor? Ölümü merak ediyorum. Hakk›nda hiçbir fley bilmedi¤im, tamamen kontrolum d›fl›nda, merak›m› celbeden bir fley ölüm. Daha sakin, eskisine göre daha huzurluyum. Ayr›ca, öte dünyaya dair bir fikrim var. Ondan korkmuyorum. Tamamlayaca¤›m kitaplar var daha, bir tek onlar için esef ederim. 20. yüzy›l›n dönüm noktalar›n›, ABD baflkanlar›n›, Troçki’yi (“Barbarl›¤›n K›y›s›nda”), 2. Dünya Savafl›’n›, Hollywood y›ld›zlar›n› (Marilyn Monroe), boks flampiyonlar›n› (Muhammed Ali) yazd›n›z Ve kamusal bir flahsiyet oldunuz... Belli avantajlar›m vard›. Fakat, zirveden erken indim. 25 yafl›ndayken yazd›¤›n›z “Ç›plak ve Ölü”nün bestseller olmas›ndan ötürü mü öyle oldu? Evet. Ve bir de geçim derdim olmad›¤› için. Ve yazarl›k d›fl›nda yapt›¤›m her fleyde s›n›fta kald›m. Siyasette, rejisörlükte, hatta amatör boksta. Ama bu yafla gelince, a¤›r bir hastal›¤›n yoksa, çocuklar›nla veya eflinle iliflkilerin berbat de¤ilse, serinliyorsun, cool oluyorsun, hiç olmad›¤›n kadar cool. Görüyorsun ki, hem kazand›n, hem kaybettin. Herkes gibi. Ve kendine diyorsun ki: Baflaramad›¤›m fleyleri baflaramad›ysam, baflaramad›¤›m için baflaramad›m, ne yapal›m! Siktir et!
Çeviren: Siren ‹demen
lar yazabiliyor. Birçok bestseller yazar›, zanaatlar›n› hakk›yla ö¤renmiyor ve ömür boyu amatör kal›yor. Ama amatör kalman›n önemli avantajlar› var. Fazla ölçüp biçmiyorsun, daha rahat hareket ediyorsun, riske girmekten çekinmiyorsun. “Ç›plak ve Ölü”yü yazarken bin mi satacak, bestseller m› olacak bilmiyordum. Zaten o yafltayken –25 yafl›ndayd›m– ne yapt›¤›n› bilen, profesyonel bir yazar oldu¤umu iddia etmem saçma olur. Yine de, “Ç›plak ve Ölü”nün en iyi kitab›m oldu¤unu söyleyenler var. Çünkü aç›k, cesur, riske girmekten çekinmeyen bir roman. Ben “amatör”ü küçümseyerek söylemiyorum, profesyonellerin amatörlerden daha iyi oldu¤u önkabulü var. Onda dokuz öyledir, ama profesyonellerden daha iyi olan bir amatör ortaya ç›kabiliyor ve müthifl ifller yapabiliyor. Mesela? Mesela, bafllang›çta Muhammed Ali’ye kimse katlanam›yordu. Çünkü “amatör” bir hali vard›. Yapt›¤› her fley profesyonellikten uzakt›. Y›llar sonra görüldü ki, en büyük profesyonel oydu. Demek istedi¤im flu: Amatörlere burun k›v›rmayal›m. Keflke, “Ç›plak ve Ölü” için “amatör” laf›n› ettikten sonra o konuda bir kitap yaz›p flimdi anlatt›klar›m› irdeleseydim. “Ç›plak ve Ölü”den sonra yazd›¤›n›z otuz küsur kitapta, maçoluk merkezî bir yer tutuyor. Bu yüzden feministlerin sert elefltirileriyle karfl›laflt›n›z. Yafl›n›z ilerledikçe o konudaki düflünceleriniz de¤iflmedi mi? (Gülüyor) Gülüyorum, çünkü bu yafl›mda o mesele o kadar uzak geliyor ki. Maçoluk, oynamas› kolay bir rol de¤ildir. Bir merdiven gibidir maçoluk, her zaman sizden bir basamak yukar›da bir maço vard›r. Maçolu¤u mazide b›rakm›fl olmaktan mutluyum. Maçolu¤un zevkli taraflar› var tabii, ama gerilimi de büyük. Tafl›mas› çok a¤›r bir yük. Ben hiçbir zaman maçoluktan zevk alacak kadar maço olmad›m. Biraz da siyasetten bahsedelim. Baba Bush’tan yana olmad›¤›n›z gibi, Clinton’la da aran›z iyi de¤ildi. Amerika’ya, Amerikan materyalizmine, açgözlülü¤üne dair elefltirileriniz geçerlili¤ini koruyor. ABD’nin bugünkü halini nas›l görüyorsunuz? Sahtekârlar taraf›ndan yönetiliyoruz. Esasl› bir de¤iflime ihtiyaç var. Bu yönetimden utanç duyuyoruz, sadece ahlâkî aç›dan de¤il, yetkinlik aç›s›ndan da; kifayetsizler. Ama Bush konusunda biraz farkl› düflünüyorum; o kadar fazla elefltiriliyor ki, üstelik de bir sürü “dönek” taraf›ndan, neredeyse, sempatik diyemeyece¤im ama, tuhaf bir flekilde insanî ve küçük kusurlar› olan biri gibi gözükmeye bafll›yor. Mesele Bush de¤il: ‹kinci Dünya Savafl›’ndan bu yana sadakatle ba¤l› kald›¤›m›z gözü dönmüfl politik stratejinin bugün ödedi¤imiz bedeli o. Kiliseye gitti¤imiz pazar gününe kadar, bütün hafta boyunca sadece para düflünen Hristiyan bir cemaatiz biz. Bize bir düflman gerekiyordu, komünizm oldu bu. Elli y›l›m›z CIA eliyle alçak ve ödlek komplolar k›flk›rt›p Moskova’n›n bafl›n› çekti¤i fler eksenini düflünüp durmakla geçti. Küba’da yapt›klar›m›za bak›n! Kabul edilebilir mi! En gözüpek yöneticilerimiz, Eisenhower ya da Kennedy bile kafay› k›z›l vebaya takm›flt›. So¤uk savaflla flekillendik, onunla bozulduk, onunla yönümüzü kaybettik. Baflkanl›k ikti-
35
k›raat resim: Arslan Eroğlu, “Tafl›n ‹çine Girmelisiniz”, 2006
X - KÜTÜPHANE Artun Yeres Göstermenin Sorumlulu¤u (Don Kiflot Yay›nlar›) Antonio Negri ‹mparatorluktaki Hareketler (Otonom Yay›nc›l›k) A. Bu¤ra - Ç. Keyder (der.) Vatandafll›k Gelirine Do¤ru (‹letiflim) Bülent Somay Bir fiey Eksik (Metis) Ernesto Che Guevara Bolivya Günlü¤ü (Everest) Fatih Özgüven Hiç Niyetim Yoktu (Metis) Helim Yûsiv Ölüler Uyumaz (Avesta) ‹zzet Yasar Asla Yazamayacaks›n O fiiiri (Yasakmeyve) Jelto Drenth Dünyan›n Kökeni: Vajina (Agora) Küçük ‹skender Lucifer’in Bisikleti (Sel) Mehmet Yafl›n Toplu Yaz›lar (1978-2005) (Everest) M.K. Matossian- S.H.Villa 1914 Öncesi Ermeni Köy Hayat› (Aras) Miguel Benasayag Mitten ‹nsana, ‹nsandan Mite–Che Guevara (Versus) Nergis Canefe Anavatandan Yavruvatana (Bilgi Üniversitesi) Nick Cave Ve Eflek Mele¤i Gördü (Alt›k›rkbefl) Norman Mailer Bir de Beni Dinleyin (Alt›n Kitaplar) Pelin Özer Cam Kulübeler (Roll) Ron Burnett ‹mgeler Nas›l Düflünür? (Metis) Slavoj Zizek G›d›klanan Özne (Epos) Thedore Adorno Kültür Endüstrisi (‹letiflim) Timur Soykan-Demet B. Ergün Sapan– H›rant Dink Cinayeti (Güncel) Zeynep Bayramo¤lu Ahmet Hamdi Tanp›nar Üzerine Tezler (YKY)
*
Yeni bir dergi, üç ayl›k, ad› Aral›k. Döne döne okunacak söylefliler (Ça¤lar Keyder, Murathan Mungan), yaz›lar (Zeynep Say›n, Mustafa Arslantunal›, Feyyaz Yaman) mevcut. Dahas› var, ama yerimiz dar. Bize kal›rsa derginin en al›ml› taraf›, mürettebattand›r diye söylemiyoruz, Arslan Ero¤lu resimleri ve söyleflisi. ‹nsan› içine al›yor, acaip bir boyuta sürüklüyor. Bir nevi folk saykodelya, Grateful Dead misali. “Bad trip”i bile iyi geliyor. Netice: Dumur. Fakat iyi dumur. Düflüncenin s›f›r noktas›. Alfabeden bafll›yoruz: Kimiz, neyiz, burada ne yap›yoruz? “Absürd”de miyiz, yoksa bütün bunlarda bir hikmet mi var? Arslan Ero¤lu resimleri ve Aral›k dergisindeki söyleflisi hararetle tavsiye olunur.
•
* Topu topu bir avuç toprakt›r hepsi bu, demeyin benim için. Ben ufalanm›fl topraktan bir fideyim. Zaman beni buraya ekti, bir kulak gibiyim. Mezar ve ölü kemikleriyle sar›lm›fl büyük bir kulak... Ama dallar›m tarihin ve zaman›n derinli¤ine uzanm›fl, orada yer etmifl. Yerimden k›m›ldamam. Kimsenin yan›na gitmem. ‹nsanlar teker teker göç ediyor, topra¤›ma misafir oluyorlar. Dostlar›, yak›nlar› kendi elleriyle onlar› topra¤›m›n ac› veren karanl›¤›na yasl›yorlar... Annelerin k›zg›nl›k anlar›nda “fiermola’ya gömülesin!” diye çocuklar›na beddua ettiklerini iyi duyuyorum. Topra¤›m sizin bedenlerinizle süsleniyor. Ne ki yeni gelen her “misafir” beraberinde binlerce keder ve yaray› getirip ba¤r›ma silkeliyor. Evet, siz bana geleceksiniz, ben size gelmeyece¤im ve siz beni sormuyorsunuz. Yüzy›llar önce aran›zda ihtiyar bir adam vard›. Sürekli ayn› fleyi söylüyordu: “Kara eflek kenger ister, gülün kadrini ne bilsin.” Belki ben o gülüm ya da ölümdür gül... Siz öküzün kula¤›ndas›n›z, dünyadan haberiniz yok. Getirip bana yaslad›¤›n›z ölülerinizi unutuyorsunuz ve sizin haberiniz olmadan, ben ölülerle divan kuruyor, onlarla halay çekiyorum. Siz yaflayanlar üzerine f›kra anlat›yor, düfltü¤ünüz gülünç durumlara gülüyoruz. Bazen de haliniz bizi a¤lat›yor. ‹çimde ukde kalm›fl bir soru var: Sizden kim ölürse herkesi getirip ba¤r›ma bas›yorsunuz, ama hiç kendi kendinize sordu¤unuz oldu mu acaba? E¤er fiermola’n›n kendisi ölürse onun lefline kim kuca¤›n› açacak? Beni kim ba¤r›nda saklayacak?
36
•
‹mgeleri görme ile görüleni deneyimleme aras›ndaki boflluk hayli genifltir. Görülen, içsel imgelerin hayalgücüne bir platform sunmas›na çok benzer bir flekilde öznelli¤e dönüflür ki, bu sürecin çok az bir k›sm› görmenin görünürde somut ayr›nt›lar›na aç›k seçik ba¤lanabilir. Hülyaya dalman›n bu kadar önemli bir kavram olmas›n›n sebebi budur. ‹zlemenin, deneyim hakk›nda düflünmenin ve deneyimi anlaml› hale getirmenin talepleri o kadar çok katmanl›d›r ki, bütün süreci ifller hale getirmek için insanlara has bir aç›kl›k gerekmektedir. Hülyaya dalmaktan, film ve televizyon programlar› izleme, roman okuma ve müzik dinleme gibi etkinlikler ba¤lam›nda genellikle “flüpheyi ask›ya almak” olarak bahsedilir. Ama süreç bundan daha karmafl›kt›r. Hülyaya dalmak, bütün bu etkinliklerin temellerinden biri, insanlar›n kendi düflünceleri, hayalleri ve izleme ile dinleme etkinliklerinin gereklilikleri aras›ndaki iliflkileri etkinlefltirebildikleri esas yollardan biridir. Hülyaya dalmak, çok güçlü bir duygu olan ve s›k s›k özdeflleflme ile kar›flt›r›lan empatiyi mümkün k›l›p teflvik eder. Hülyaya dalmak, öngörülemezlikle ilgili bir fleydir ki, bu da imgeler ile izleyiciler aras›nda özneleraras› bir iliflki geliflebilmesinin esas sebeplerinden biridir.
1999’da Lewisham yak›nlar›nda bir mahalle kuaföründe iki K›br›sl› Türk gençle yapt›¤›m mülakat, K›br›sl›l›k konusunda gerçeklefltirdi¤im saha çal›flmalar› aras›nda haf›zama en çok kaz›nm›fl olan› diyebilirim. Türkçeleri biraz bozuktu, ama ne dedikleri gayet iyi anlafl›l›yordu. Buna ra¤men benim “‹stanbul Türkçem” karfl›s›nda K›br›s Türk fliveleriyle konuflmaktan utand›lar ve ilerleyen sohbette tamamen ‹ngilizceye dönerek rahatlad›lar. Benimle Türkçe konuflmak istememelerini aç›klarken ikisi de kendilerini ‹ngiliz oldu¤u kadar K›br›s Türk’ü olarak hissettiklerini, ancak K›br›s’a geri dönmeyeceklerini ve Londra’da daha mutlu olduklar›n› söylediler. Buna ek olarak, Londra’da “anavatanl›lar”la (yani Türkiyeli Türkler) sorun yaflad›klar›n› ima ettiler. K›br›sl› olmaktan gurur duyduklar›n›, ancak asla o görgüsüz Anadolulular gibi olmayacaklar›n› söylediler. K›br›s’ta hiç bulunmam›fllard› ve 1974 sonras›nda Türkiye’nin do¤usundan ve k›rsal kesimlerinden adaya gelen, K›br›s Türkleri’nin, geri ve tarafl›/maksatl› dindar bir kültürün temsilcileri olarak gördükleri yerleflimcilerle hiç iliflkileri olmam›flt›. ‹ngiltere ortam›nda alt-orta s›n›f mensubu, 12 ve 15 yafllardaki bu iki gencin kendilerini tan›tt›klar› “koordinatlar”, bir diaspora cemaatine olan üyelikleri ve “etraflar›ndaki” toplumlarla –bu durumda ‹ngiltere, K›br›s ve Türkiye– karfl›l›kl› mesafe ya da yak›nl›klar› aç›s›ndan belirlenmiflti. Bu anlamda K›br›sl›lar, birbirinden farkl› birkaç toplumdan gelen etkilerle ayn› anda bafla ç›kmak durumunda kald›klar› için s›ra d›fl› bir grup teflkil etmektedirler.
“Anadan Do¤ma” tüm anlat›sal çizginin nihaî çözüm an›na do¤ru akt›¤› filmlerdendir. Son an, befl iflsiz erke¤in striptiz kulübünde “anadan do¤ma” göründükleri and›r. “Anadan Do¤ma”daki nihaî jestteki kahramanl›k (son jestleri h›ncah›nç dolu salona cinsel organlar›n› göstermeleri) erkek iflçi s›n›f› eti¤i bak›fl aç›s›yla en nihaî afla¤›lanma olarak görülecek fleyi kabullenmek, yani o sahte erkeksi onurdan vazgeçmektir. (Aralar›nda en yafll› olan ustabafl›lar› gösterinin hemen öncesinde yeni bir ifle al›nd›¤›n› ö¤renir, ancak yine de arkadafllar›na besledi¤i sadakat ad›na onlara kat›lmaya karar verir: Gösteri yaln›zca o çok ihtiyaç duyulan paray› elde etme amac›n› tafl›maz, ilkeseldir.) Ancak, yine de söz konusu edimin kaybedenlere ait oldu¤unu hat›rda tutmak gerekir –“Brossed Off” ile “Anadan Do¤ma” kay›p ile yüzleflmenin iki farkl› kipini sunarlar: Kay›p içeri¤e sadakat ad›na bofl simgesel formda ›srarc› olmak (“Ümit kalmad›¤›nda geriye yaln›zca takip edilmesi gereken ilkeler kal›r”); o sahte narsisist onurun son kal›nt›lar›n› da silerek, asl›nda yerine getirmek için grotesk bir flekilde yetersiz kald›¤›m›z edimi yerine getirmek. Ac› olan fludur ki, bugün bir anlamda bizim durumumuz tam da budur. Dolay›s›yla günümüz sol siyasetinde, eski (komünist veya sosyal demokrat) düflüncelere ilkesel sadakatle tutunan “kat›” ortodoks tav›r ile Yeni ‹flçi hareketinin (Blair) solcu söyleminin son kal›nt›lar›ndan da kurtulmakta, soyunmakta, “anadan do¤ma” kalana dek giden “radikal merkez” tavr› aras›nda bir seçim yapmaya zorlanm›fl gibiyiz. Mevcut sosyalizmin çöküflünün temel kurban›, paradoksal bir flekilde, onun tarihsel düflman› olan sosyal demokrasidir.
Üstünde
Duman›
Ç›kmaz soka¤›n haritas› Sina Akflin - K›sa Türkiye Tarihi (‹fl Bankas›)
eçmifli bilmeden, bugünün de anlamland›r›lamayaca¤› kula¤a ne kadar klifle gelse de çok do¤ru bir laf. “K›sa Türkiye Tarihi” gibi genifl kapsaml› kitaplar da “geçmifl”le ilgili aç›klar›m›z› kapamak ve haf›za tazelemek için birebir oluyor. Elbette kafam›zda çizdikleri resmi ana hatlar›yla b›rakmadan, aradaki boflluklar› da doldurmam›z kofluluyla… “K›sa Türkiye Tarihi” ad› üstünde ülke tarihini anlatan, iyi kötü benzerleri de olan, bir kitap. Türkiye tarihini, k›sa bir “Türk”lerin tarih sahnesine ç›k›fl girizgâh›n›n ard›ndan, Osmanl›’n›n son dönemlerinden anlatmaya bafllay›p, günümüze kadar getiriyor. Duru, anlafl›l›r bir dille insan›n kafas›nda genel bir kronoloji oluflturmay› baflar›yor. Dolay›s›yla geçmiflin önemli olaylar›n› hat›rlamak için elimizin alt›ndaki en yeni kaynaklardan biri olarak dikkate de¤er. Örne¤in Türkiye’deki Türk milliyetçili¤inin (ve demir yumrukla yönetme sevdas›n›n ve derin devletin) kökenlerinin ‹ttihat ve Terakki Cemiyeti’ne kadar gitti¤ini, o kadrolar›n nas›l Cumhuriyet bürokratlar› oldu¤unu, günümüze kadar da bu miraslar›n› nas›l intikal ettirdiklerini bir defa daha hat›rlamak zihin aç›c› oluyor. Ancak uyaral›m, yer yer insan bir ortaokul kitab› okudu¤u hissine de kap›lm›yor de¤il. “K›sa Türkiye Tarihi” neticede bir “resmî” tarih kitab› zira. Ve ak›l süzgecinden geçirilmedi¤i takdirde resmî ideolojinin tuzaklar›na da düflürebilir
G
Müntehir müflteriler Kim Young-Ha - Kendimi Y›kmaya Hakk›m Var (Agora)
asitleflmifl, baya¤› bir yaflam içerisinde amaçs›zca savruluyorsa varl›¤›n›z, art›k tüm anlamlar› birbirine kar›flt›rm›fl oldu¤unuz için bir türlü emniyet noktan›z› oluflturam›yorsan›z, belki de kontrolün hâlâ elinizde oldu¤unu hissetmek, yafl›yor oldu¤unuzu kendinize hat›rlatmak için intihar etmelisiniz. Bir kölenin asilikle, yaln›zca kendine ait oldu¤unu kan›tlamak için kendi hayat›na son vermesi gibi asil bir hareket olabilir bu. Bu söylediklerimde samimi olmakla birlikte ille de gerçek bir intihardan bahsetmiyorum. Bazen yaln›zca intihar› düflünmek, böyle bir seçene¤inizin oldu¤unu akl›n›zdan geçirmek, nedenini bilmedi¤iniz flart koflulmufl kofluflturmaya ara verip intihar duygusunun, karamsarl›¤›n içine gömülmek ve böylece asl›nda baflkalar› için de¤erli olan tüm o fleyleri istemedi¤inize karar vererek yeniden bafllamak üzere, o güne kadar oldu¤unuz fleylerden vazgeçmek de bir tür intihar say›labilir. Aziz Nesin, Yaflar Kemal ve Orhan Pamuk’u Kore okuruyla buluflturan Nana Lee’nin çevirisiyle sunulan Kim Young-Ha’n›n “Kendimi Y›kmaya Hakk›m Var” adl› kitab› böyle bir ad›m atmaya cesaretlendirmeyi amaçlayan alayc› bir karamsarl›kla yaz›lm›fl. Anlat›c›m›z›n mesle¤i, intihar etmeye meyilli olan, fakat buna cesaret edemeyen, hatta böyle bir ruh hali içerisinde savrulmakta oldu¤unun fark›nda bile olmayan insanlar› keflfedip onlar›n içlerindeki ölme iste¤ini gün yüzüne ç›kartmak ve kararl›l›k gerektiren intihar etme sürecinde onlar›n yan›nda bulunmak. Umutsuz bir ruh halinde olan anlat›c›m›z, “Ölüm art›k televizyon-
B
okuyan›. Özellikle de Cumhuriyet’in kurulufl y›llar› ve Atatürk bahislerinde… Tarihçi de¤iliz ama, bu soyad›n› almad›¤› günlerde Mustafa Kemal’den Atatürk diye bahsetmek ciddi bir maddi hata say›lmaz m›? Ya da “Türk tarihinin en büyük insan›, dünya tarihinin en büyük insanlar›ndan” gibi sat›rlar›n bilimsel bir metnin içinde yeri var m›d›r? Ya bütün bir devrimi bir kiflinin “dehas›na” ba¤lamaya ne demeli? Yapt›¤› iyi kötü her fleyden incelikli bir plan ç›karmaya çabalamaya? Sina Akflin 1937 do¤umlu. 1955’te Robert Kolej’den, 1959’da ‹stanbul Hukuk Fakültesi’nden mezun oluyor. Yüksek lisans›n› ABD’de yap›yor. 1975’de Ankara Üniversitesi’nde doçent, 1989’da profesör oluyor. K›saca, bu ülkenin en iyi yetiflmifl bireylerinden. Lider mitlerinin ak›l tutulmalar›na nas›l çanak tuttu¤unu en iyi bilmesi gerekenlerden biri. S›k s›k tören Atatürkçülü¤üne karfl› oldu¤unu vurguluyor, ama art›k iyice suyu ç›kan “ça¤dafl medeniyetler seviyesine” ç›kabilmek için de tek yol olarak Atatürkçülü¤ü gösteriyor. Oysa bu bir ç›kmaz sokak. Aradan geçen 70 sene de, bu ülkede yaflayan 70 milyonun iradesi de hiçe say›l›yor. S›k s›k hat›rlay›p tekrarlad›¤›m›z bir “motto” var: Elia Kazan’›n “Viva Zapata!”s›nda Marlon Brando’nun söyledikleri: “Güçlü lider zay›f toplum. Güçlü toplum zay›f lider.” Ama iflte Atatürk denince akan sular duruyor –en yak›nlar›m›za bile bunu anlatmak devele hendek atlatmak haline geliyor. Tekrar ve tekrar söylemek gerekiyor: Olan biteni Atatürk’e flikâyet eden gazete manfletlerini okuyarak, An›tkabir tafllar›n› öperek, nostaljik reklam filmleri seyredip iç çekerek, Genelkurmay’›n a¤z›ndan ç›kanlar› emir kabul ederek, etraf› donatt›¤›m›z resimleriyle tepki gösterdi¤imizi zannederken insan haklar› ihlallerine, toplumsal eflitsizliklere, linçlere, ola¤anüstü hallere, darbelere meflru zeminler haz›rlayaca¤›z ve daha çok zaman kaybedece¤iz. – ‹lker Aksoy
dan canl› olarak yay›nlanan bir tür pornografiye dönüflmüfl. Geçmiflte rivayet olarak anlat›lan katliamlar art›k h›zl› ve ayr›nt›l› olarak uydu kanallar›ndan yay›nlan›yor. Bu pornografilerden art›k kimse duygulanm›yor” diyor ve t›pk› Dadaistler gibi ölümün bir sanat eserine dönüflebilece¤ini, “müflterilerine” yaflamlar›n› böyle bir bak›fl aç›s› içerisinde son vermeleri konusunda yard›mc› oldu¤unu iddia ediyor. Kim Young-Ha’n›n karakterleri, anlat›c›n›n karamsarl›¤›na uygun düflecek bir flekilde, mesafeli, hatta ço¤u zaman duygusuzca yaklafl›yorlar birbirlerine. Böylece Kim Young-Ha’n›n anlat›m›nda, modernitenin bizi içine hapsetti¤i bir örnek s›radan yaflant›lar›n insan›n içini bayan s›k›c›l›¤›nda buluyoruz kendimizi, sonra birden ölüm bir canl›l›k ifadesi olarak ç›k›yor karfl›m›za, irkiliyoruz, yaflad›¤›m›z tek heyecan, tek duygu bu olunca, onu yaflam olarak kabul etmeye ikna oluyoruz biz de. Anlat›c›m›z›n ilk “müflterisi” Judith, bir baflkas› için dayan›lmaz olabilecek fleyleri – fliddet, duygusuz seks– umars›zca kabulleniyor. Topitopu çok seven ve kutuplardaki hayata merakl› olan Judith’in kutuplar kadar so¤uk olan dünyas›, ancak anlat›c›m›zla, kendi ölümü hakk›nda konuflurken bir canl›l›k kazan›yor: “Biliyor musunuz, birden neflelendim. Hayat›m kontrolden ç›km›flt›. Hep istemedi¤im yerlerde kendimi buluyordum. Ancak flimdi baflka.” Kim Young-Ha beatnik tarz›n izlerini tafl›yan anlat›m›yla y›k›m› nas›l bir çözüm olarak görebiliriz diye düflündürüyor. Anlat›c›m›z belki siz de bir gün müflterim olursunuz diyor bize. Kimbilir belki de oluruz; baz› fleyleri y›kmaya cesaret etmeliyiz belki de - hatta bu fley bizzat kendimiz olsa bile - ya da günün birinde, yanl›fl de¤il de yaln›zca kendimiz oldu¤umuz için intihar etmek zorunda kal›r›z, belki de. – P›nar Uygun
TÜYAP KONU⁄U SUR‹YEL‹ KÜRT YAZAR HEL‹M YÛS‹V
Bir Kürt için güzel ülke yok Bu seneki Tüyap Kitap Fuarı’nın ana teması “Akdeniz’de Edebiyat, Edebiyatta Akdeniz”di. Pen Yazarlar Derne¤i, Akdeniz haritasının Do¤usu’nda yer alan, ama Akdeniz söylemine pek dahil edilmeyen Suriye’den bir yazar›, Helim Yûsiv’i konuk etti. 2000 y›l›nda Almanya’ya göçmek zorunda kalan Yûsiv, Kürt okurları nezdinde saygın ve ayrıcalıklı bir yere sahip. Bunun nedenlerini anlamak için Türkçedeki tek kitabı “Ölüler Uyumaz”ı okumamız yetti. Roman ve öykü yazarl›¤›n›n yan› s›ra Roj TV için sanat programları da yapan Yûsiv’i dinliyoruz.
“Gebe Adam” adlı romanınızdan sonra Suriye’de kitaplarınızı yayımlama olana¤ı bulamamıflsınız, nasıl çarelere baflvurdunuz yazdıklarınızı okura ulafltırabilmek için? Helim Yûsiv: Suriye’de yayın yasa¤ı gelince yüzümü Lübnan’a döndüm. Beyrut’ta bir yayınevine para verdim. Kitap yayımlandı, ama sınırdan nasıl geçirece¤imizi bilemiyorduk. En büyük engel buydu önümüzde. Kaçakçılara baflvurmaktan baflka çare yoktu. Halep’te Usame adında bir kaçakçıyla görüfltüm. Ben ona 10 bin Suriye lirası ödeyecektim, o da karflılı¤ında befl yüz adet kitabı Halep’e ulafltıracaktı. Sözleflti¤imiz tarihte kaçakçı kayıplara karıfltı, dükkânı da kapalıydı. Telefonlara cevap alamıyor, adamı bir türlü bulamıyorduk. Derken bir gün ansızın ortaya çıktı ve yeminler ederek kamyonlarının yakalandı¤ından ve kitaplar yüzünden milyonlarca lira zarara u¤radı¤ından söz etti. Siyasi ‹stihbarat Güçleri kitaplara el koymufl, kitapları almak istiyorsam fiam’a gitmem gerekti¤ini söyledi bana. fiam’a gidip Arap yazarlara danıfltım, ‹letiflim Bakanlı¤ı’ndan bir izin belgesi alıp Siyasî ‹stihbarat Güçleri’ne götürmem, “Bakın, kitapların sınırı geçmesi için bir yasak yok” demem gerekti¤ini söylediler. Kitabın birkaç nüshasını Beyrut’tan getirtene kadar on befl gün geçti, sonra Bakanlık da bana on befl gün sonra gel dedi. On befl gün sonra gidince de, “Sen bu kitaba olur verece¤imizi düflünebiliyor musun? Siyasî nedenlerle olur desek de ahlakî nedenlerle izin veremeyiz” dediler. Çünkü kitabın bazı bölümlerini müstehcen bulmufllardı. Bin piflman halde Arap bir yazar arkadafla gittim, o da bana son bir kez flansımı denememi, Siyasî Güvenlik’te bir arkadaflının çalıfltı¤ını, ona gitmemi önerdi. Gittim ona, bana kitabımın baskı izni olup olmadı¤ını sordu, “Yok” dedim. “Da¤ıtım izni var mı” diye sordu, ona da “Yok” dedim. Sonra da, “Kitap bize geldi, biz seni ça¤ırmadık, ama sen onları almaya geldin öyle mi?” diye sorunca, “Aynen öyle” dedim ve o da bana, “Evine dönsen iyi edersin, yoksa seni de romanının yanına postalarız” dedi. Ben de söz dinleyip evime döndüm ve onlar beni romanımın yanına göndermeden, el konulmufl romanı ve el konulmufl ülkeyi onlara bırakarak so¤uk ülkelerden birine kaçtım. Oralarda kimse yolumu kesmiyor, kitabıma el koymuyor, ama insanın kemiklerine iflleyen cinsten bir so¤uk var. 2000’den bu yana Almanya’da yaflıyorsunuz. Suriye’deki Amûde kasabasından Almanya’ya geçifl nasıl oldu? O kasabada yazıyla iliflkiniz nasıl baflladı? Küçükken, edebiyatın ne oldu¤unu bilmeden yazmaya baflladım. Do¤up büyüdü¤üm evde
38
Helim Yûsiv
benim yazarlık hevesimi yok etmek için herkes elinden geleni yapıyordu. Yazmaya baflladı¤ım günden Almanya’ya kaçtı¤ım güne kadar ailemin baflına hep belâ oldum, dert açtım yazar olarak. Annem bana flöyle derdi hep:”Baflka yazarlar da var, ama onların evine kimse saldırmıyor. Sen ne yazıyorsun ki hep evimize saldırıyorlar?” Almanya’ya gitti¤imde annem bir yandan çok üzüldü, ama bir yandan da sevindi artık evde huzur olacak diye. Her yeni kitabım çıktı¤ında, sadece devletle sorun yaflamıyordum, asıl daha büyük sorun, kasabadaki insanlarla aramda çıkıyordu çünkü. Bir öykünüzden dolayı kasabada sizi dövmeye kalkan ve temize çıkmak için yazılı bir açıklama yayımlamanızı bekleyen Digol gibi mi? Evet, Digol bu örneklerden birisi ama ben asıl daya¤ı baflkalarından yedim. Yazar olarak rejime muhaliftim ve onlarla sürekli didiflme halindeydim. ‹çinde bulundu¤um çevreye de muhaliftim; orada yaflayan insanlar eylemsiz, hareketsiz ve pasifti. Artık kendi kendilerine düflmanlık yapar hale gelmifllerdi. Edebiyat, daha önce sadece rejime karflı siyasî bir güç olarak algılanıyordu, ama bizim için, Kürtler için edebiyat geri kalmıfl toplumların da gücüdür. Kürt edebiyatı hem toplumsal alanda mücadele vermek zorunda kalıyor, hem de devlete ve rejime muhalif kimli¤iyle ortaya çıkıyor. Bu nedenle Kürt yazarı, içinde bulundu¤u toplum tarafından da elefltiriliyor, onların karflısında zor durumda, sahipsiz kalıyor, hatta onlardan dayak yiyor. Toplumumuz artık pek iyi görünmüyor, yüzü bozuldu. Böyle çirkin bir toplulu¤a ya da insana ayna tuttu¤unuzda, hem aynada gördü¤ü akse hem de ona bu yüzü gösterdi¤iniz için size kızar. Bu aynayı tuttum ve beni o
Bir Kürt yazarın rüyalarını yazmasına gerek yok, sadece yafladıklarını yazsa, kâbus gibi bir fley çıkıyor ortaya. Kürdistan’da hayat tersyüz olmufl. Diyebilirim ki insanlar ayaklarıyla düflünüyor ve baflı üzerinde yürüyor, kulaklarıyla görüyor. Bu nedenle bizim gibi ülkelerde ancak deliler özgürlükleri için düflünce üretir ve çalıflır.
aynayla yaralamak istediler, hâlâ ısrarla o aynayı tutmaya devam ediyorum, bu yüzden de karflı karflıyayız toplumla. Almanya’da neler oldu? Oraya yerleflebildiniz mi ruhsal olarak? Örgütlü anlamda siyasî biri olmadım hiç. Ama bizimki gibi bir ülkede, kendi dilinde do¤ruları yazmak büyük bir suçtur. Suriye’den çıkmadan önce önümde üç seçenek vardı; ya ömrümü hapiste geçirecektim, ya intihar edecektim ya da yazmayı bırakacaktım. Yazmayı bırakamazdım, kendimi öldürmek istemedim, ömrümü hapiste geçirmeyi de seçmedim. Bu nedenle Almanya’ya gittim. Büyük hayallerle, iyi bir hayat yaflamak için gitmedim oraya. Bir Kürt için güzel bir ülke yok. Bütün dünya benim için sürgün yeri. Ama Amûde’de yafladı¤ım sürgünlük Almanya’da yafladı¤ımdan daha zordu. Suriye’den ayrılmadan önce Avrupa’yla ilgili bir cümle okumufltum; sadece iki tür iyi yaflarmıfl Avrupa’da: Yazarlar ve köpekler... Avrupa’ya gittikten sonra cümlenin sadece yarısının do¤ru oldu¤unu gördüm. Köpekler gerçekten iyi bir hayat yaflıyor orada, ama yazarlar için aynı durum sözkonusu de¤il. Almanya iyi döner yapanlar ve fiziksel güç kullanarak çalıflanlar için iyi bir yer, ama zihinsel ifller yapanlar için pek de iyi bir yer de¤il. Ne tür ifllerde çalıflıyorsunuz geçinebilmek için? Orada yaflayan Kürt sanatçılarla iliflkileriniz ne düzeyde? Orada Kürt televizyonu Roj TV’de çalıflma olana¤ı buldum. Daha önce Medya TV’deydim. Bu program sayesinde Avrupa’da yaflayan pek çok Kürt sanatçıyı tanıma flansım oldu. Bu program psikolojik olarak da bana iyi geldi. Edebiyat çalıflmalarımı sürdürebilmem için önümde bir pencere açtı. Ama Avrupa’da sadece yazar olarak yaflamak, geçinebilmek mümkün de¤il, mutlaka baflka ifller de yapmanız gerekiyor. Almanca dıflında baflka bir dilde yaptı¤ınız çalıflmalarla geçinebilmek imkânsız. Sadece televizyonda çalıflarak yaflayabilmem de mümkün de¤ildi, bu yüzden baflka pek çok ifl yaptım, o hikâyeler çok uzundur. Bugünlerde bir devlet kurumunda çalıflıyorum. Beni yafladı¤ım Wuppertal’dan baflka bir yere gönderdiler altı aylı¤ına. Çeflitli meslek kurslarının verildi¤i bir büroda memur olarak çalıflaca¤ım. Altı ay böyle geçecek, sonra baflıma ne gelece¤ini bilmiyorum. Kitaplar›n›zdan Almancada yayımlanan oldu mu? “Gebe Adam” Almancaya çevrildi. Kürtçesi çok iyi olmayan Alman Heidi Karge çevirdi kitabı. Benim de Almancam çok iyi de¤ildi. Hikâyelerimi sevdi¤ini ve çevirmek istedi¤ini söyledi, ben de ona yardımcı oldum. 2004’te yayımlandı. Geçmiflte Kürtçenin klasiklerine hep Arapça üzerinden mi ulafltınız? Çocuklu¤umdan bu yana, otuz yıldır hep Arapça metinler okudum, Kürtçe metinleri de Arapça üzerinden tanıdım. Kürtçe kitaplar okumamız daha yenidir. O nedenle çok heyecanla okuyoruz Kürtçe kitapları. Klasik Kürt edebiyatını da Arapçadan okumaya baflladık. Ehmedê Xanî, Melayê Cizîrî, Feqiyê Teyran gibi önemli yazarların kitaplarını önce hep Arapça çevirilerinden okuduk. Daha sonra bu kitapların Latin harfleriyle Kürtçe baskıları yapıldı. Benim için daha kolay Latin alfabesiyle okumak. Do¤du¤unuz topraktan bakınca Akde-
Toplumumuz artık pek iyi görünmüyor, yüzü bozuldu. Böyle çirkin bir toplulu¤a ya da insana ayna tuttu¤unuzda, hem aynada gördü¤ü akse kızar hem de ona bu yüzü gösterdi¤iniz için size kızar. Bu aynayı tuttum ve beni o aynayla yaralamak istediler, hâlâ ısrarla o aynayı tutmaya devam ediyorum, bu yüzden de karflı karflıyayız toplumla.
Foto¤raflar: An›l Özgüç
Bizim Amûde’deki evimizin bahçesinde de bir dut a¤acı vardı. Ben ne zaman o dut a¤acına baksam, hep Musa Anter’in çınarını hatırlardım. Baflka Türk yazarlarla iliflkiniz var mı? Türk yazarlarla do¤rudan bir iliflkim yok çünkü Türkçe bilmiyorum. Türkçeden Arapçaya çevrilen kitaplar üzerinden iliflki kurdum Türk edebiyatıyla. Daha çok Türkiye’de yaflayan Kürt yazarlarla iliflkim oldu. Ancak onları tanıyabildim. Aziz Nesin’i, Yaflar Kemal’i, Orhan Pamuk’u, Murathan Mungan’ı hep Arapçadan okudum. Türkçeden Arapçaya, Kürtçeye ve flimdi artık Almancaya yapılmıfl çeviriler üzerinden okuyorum. Nâzım Hikmet? Onu çok iyi tanıyorum, uzun zaman önce okumaya baflladım. Suriye’de Türk fiiir Antolojileri yayımlandı. Kürt olup da Türkçe yazan bazı flairleri de tanıyorum; Ahmed Arif, Cemal Süreya gibi. Bafllıca tanıdıklarım bunlar, ama Türkçe edebiyat çalıflmalarını zevkle ve ilgiyle yakından izlemeye çalıflıyorum. Türkçeye çevrilen ya da çevrilmesi planlanan baflka kitabınız var mı? Son romanım Türkçeye çevrildi, yakında Evrensel Basım Yayın’dan çıkacak. Burada bir yanlıfla dikkat çekmek istiyorum. Türkiye’de Kürt edebiyatı denince akla sadece Mehmed Uzun geliyor ve sanki Kürt edebiyatı Mehmed Uzun’la bafllayıp bitiyor gibi bir anlayıfl hakim. Oysa Türkçeye çevrilmeyen çok Kürt yazar var. Bunun böyle algılanmasını, bilinmesini isteyenler, Kürtlerin varlı¤ını yıllarca inkâr edenler bence. Yıllarca “Kürt yoktur, Kürtler da¤ Türkleridir” diyenler, daha sonra, “Kürt var ama Kürtçe yok” dediler, sonra “Kürt dili var, tamam ama bu dil edebiyat dili de¤il” dediler. Daha sonra, “Yazılı olarak bir fley varsa bu da sadece Mehmed Uzun’un edebiyatıdır, ondan baflka edebiyatçı yoktur” dediler. Kürt edebiyatına hep buradan bakıl-
masını, okurun Mehmed Uzun’la yetinmesini istiyorlar. “Ölüler Uyumaz”da Deliler Cumhuriyeti’nden söz ediyorsunuz. Ölülerin dile geldi¤i ve dünya ifllerine karıfltı¤ı bir düzlemde geçen bu öyküden yola çıkarak, edebiyatınızda ölülere ve delilere rütbe verdi¤inizi söyleyebilir miyiz? Bunu bir ütopya gibi okuyabilir miyiz? Ütopya nedir? (Çevirmenimiz Vecdi Erbay’a soruyor, birlikte düflünüyoruz ve ‹ngilizce düfl gibi diyoruz ama tam olarak anlatamadı¤ımızı fark edip baflka bir sorunun yanıtını almıfl oluyoruz.) Yafladı¤ımız hayat rüya gibi de¤il, kâbustan da a¤ır. Bir Kürt yazarın rüyalarını yazmasına gerek yok, sadece yafladıklarını yazsa, kâbus gibi bir fley çıkıyor ortaya. Kürdistan’da hayat tersyüz olmufl. Diyebilirim ki insanlar ayaklarıyla düflünüyor ve baflı üzerinde yürüyor, kulaklarıyla görüyor. Bu karmakarıflık hayat içinde, yazdıklarında içten olup korkusuzca oradaki hayatı sayfalara aktarırsa rüya gibi bir fley çıkar ortaya. Marquez’i okudu¤umda, Amûdeyi anlattı¤ını düflünüyorum. Bu nedenle bizim gibi ülkelerde ancak deliler özgürlükleri için düflünce üretir ve çalıflır. ‹flte bu yüzden de özgürlükleri için çalıflanlara deli gözüyle bakıyorlar. Yafladı¤ımız flehirlere çok yakından baktı¤ımızda mezarlıklar görünür hale gelir. Amûde’deki fiermola Mezarlı¤ı’nda yatan ölüler, kasabanın en keyifli insanlarıdır. Sadece ölüler ve deliler için özgürlük var... Yüzde yüz böyledir. Yaflayanlar da ancak öldükten sonra rahat rahat konuflabilecek. Bugünlerde ne üzerine çalıflıyorsunuz? Bir roman yazıyorum, aynı zamanda bir de öykü kitabı var. Yazmaya çalıfltı¤ım öyküler Almanya’da yaflayan Kürtler üzerine. Roman daha önce bitecek gibi görünüyor. Öykülerinizde çarpıcı görsel anlatımlara rastlıyoruz. Bedenin bazı uzuvlarının yok olması, insanların kanatlanıp kargaya dönüflmesi, duman olması... Bizim insanlarımız kendi vücutları dıflında, baflka her fley üstündeki bütün hükümlerini kaybetmifller. Çaresiz insanlar bazen kendi etraflarında dönerler ve yapacak hiçbir fley bulamazlar. Bu nedenle kendi bedenlerine yönelirler. Çok içsel bir fleydir insanın bedeniyle iliflkisi. ‹nsanın çevreyle yafladıkları bazen duygusal, içsel bir fleye dönüflür. Bir insan bir insana “beni erittin” der mesela. Bir hikâyede duygusal biçimde anlatılır bu erime hali. Çevresel ve psikolojik zorluklar kimi zaman insanın bedeninde çeflitli hastalıklara neden olur. ‹nsanların bedenleriyle olan karmaflık iliflkisini yazarak ifade etmeye çalıflıyorum. Uykuda birinin kalbinin yandı¤ını hissedip uyandıktan sonra gerçekten kalbinin erimesi gibi. Bunu daha do¤rudan anlatma olana¤ı var, kalbin yandı¤ını sembolize etmeden anlatmak mümkündür. Hikâyede gözü, kafası düflen insanlar gerçektir, hayal de¤ildir. Çünkü birçok insanın görünürde elleri vardır, ama aslında elleri yoktur onların, milyonlarca insanın kafası vardır, ama kafası yoktur onların. Çünkü bunlarla bir ifl yapmazlar. Televizyon bir anda binlerce insanı sokaklara dökebilir, bu da flunu gösterir; o insan kendi kafasıyla düflünüyor olabilseydi kendini bir sözle böyle soka¤a atmazdı. Bunlar kafas›z insanlar, bir edebiyatçının da bunu söylemesi lâzım.
Söylefli: Pelin Özer Çeviri: Vecdi Erbay
nizlilik nasıl görünüyor? Akdenizli olmak ne anlama geliyor sizin için? Bu temaya nereden yaklafltınız? Akdeniz edebiyatı dendi¤inde çok genifl bir alan söz konusu, birçok ülkenin edebiyatını kapsıyor. Buraya davet edildi¤imde aklıma ilk olarak Do¤u Akdeniz geldi. Do¤u ile Batı’yı bir araya getiren unsurları düflündüm ikinci olarak. Do¤u’da yaflayan öteki halkların; Acemlerin, Kürtlerin, Türklerin ortak özellikleri üzerine kafa yordum. Ayrıca çok da sevindim ça¤rıldı¤ım için, çünkü Akdenizli denildi¤i zaman Kürtler unutuluyor. Beni davet edenlerin, Kürtlerin de Do¤u Akdeniz halklarından biri oldu¤unu hatırladı¤ını düflünerek sevindim. Bir anlamda Do¤u ile Batı’nın birbirlerinin varlı¤ını kabul ettiklerini gösterdi bu davet. Siyasî alanda yapılan tarihsel hataları edebiyatın yapmaması ayrıca sevindirdi beni. Tarihsel hatalar sürecinin kalkabildi¤ini de görmüfl olduk böylece. Demek ki böyle fleyler yapılabiliyor; birbirimizi dinleme, tanıma ortamını oluflturabiliyoruz. Türkçede Avesta Yayınları’ndan çıkan “Ölüler Uyumaz” adlı kitabınızı okuma flansı bulduk. Bu çarpıcı kitapta Do¤ulu ve Batılı diye tasnif edilen duyarlılık ve yöntemleri nasıl birlefltirdi¤inize tanık olduk. ‹ki tarafa da yabancı olmadı¤ınız, olmadı¤ımız bir bakıma çok açık de¤il mi? Edebiyat müzik gibi. Bir dilde yazılıyor ama genifl kitlelere ulaflma flansı var. Edebiyat insanları ortak bir paydada buluflturacak güce sahip, müzik gibi. Benim için Do¤u ya da Batı edebiyatı diye bir ayrım yok. Batılı bir sanatçının yazdıklarını Do¤ulu bir sanatçıdan çok daha yakın hissedebilirim. Günümüz sanatçılarına çok önemli bir görev düflüyor, onlar öyle bir fley yapmalılar ki, bütün hissedifller ortaklaflsın. Daha çok insanî özelli¤i ortak bir paydada buluflturmalıyız. Bu ba¤lamda çeviri çalıflmaları çok önemli... Türkiye’de yaflayan ve çeviri yapabilen Kürtlere bir elefltirim var. Türkçe bilmeyen Kürt yazarları pek hesaba katmıyorlar. Örne¤in Türkiye’de yaflayan bir Kürt yazarın kitabında Türkçe bir cümle geçer ve çeviride bunun Kürtçesini belirtmezler. Sanki bütün Kürtler Türkçe biliyormufl gibi düflünmeye alıflmıfllar. Oysa öteki tarafta Türkçe bilmeyen pek çok Kürt var. Bizim Türkçeden Kürtçeye yapılacak çevirilere çok ihtiyacımız var. Hem burada yapılan edebiyatı tanımamız için hem de bizim yazdıklarımızın okunması için. Bu çalıflmaların Kürt diline de çok katkısı oluyor. “Ölüler Uyumaz”ı Musa Anter’e, “Hatırlıyor musun... Bahçene ekti¤in a¤acın duvarın üstünden aflan dalları iflte... bizim Amûde’deki evin bahçesine de ulafltı” sözleriyle adamıflsınız. Onunla tanıflmıfl mıydınız? Kitap yayımlanmadan kısa bir süre önce Diyarbakır’da Musa Anter vurulmufltu. Ondan önce ironik üslûbuyla Kürtçe yazdı¤ı köfle yazılarını ilgiyle okuyordum. Tewlo adlı Kürtçe bir mizah dergisi çıkıyordu 1990’lı yıllarda, orada da yazardı. Yazılarını ilgiyle izliyor, onu kendime çok yakın hissediyordum. O yafllı dedenin vurulmasına çok üzüldüm. Kendimi ona, diline, mizahına borçlu hissettim. Bu nedenle kitabımı ona ithaf ettim. fiimdiye kadar altı kitabım yayımlandı ama sadece bu kitabımda ithaf cümlesi vardır. Musa Anter, yazılarında, Stilile köyündeki evinin bahçesindeki çınar a¤acından söz ederdi sık sık.
39
MEHMET YAfiIN’LA K‹ML‹KLER ÜZER‹NE
Hat›ralar daima seçimdir Kimlik nedir? Dil nedir? Milliyet, etnisite, ötekilik nedir? Zaman›m›z›n bu çetrefilli sorular›n›, bugünlerde bütün kitaplar› Everest taraf›ndan yay›nlanan “bal›k burcu” yazar› Mehmet Yafl›n’la konufltuk... “Soydafl›n›z Bal›k Burcu” içerik kadar biçim olarak da “tuhaf” bir kitapt›. Yay›nland›¤›nda neler denmiflti size? Mehmet Yafl›n: Röportajlarda çok tuhaf sorular sormufllard›. O dönemde, gayrimüslimler, çokkültürlülük, öteki unsurlar, ço¤ul hayatlar ya da ara yerdeki hayatlar üzerine çok fazla düflünülmemiflti. Asl›nda çok eski bir tarih de¤il 1994. Ama bu k›sa zaman diliminde Türkiye’de çok de¤ifliklikler oldu. ‹stanbullu Rum o kadar üzerine düflünülmemifl, en az›ndan “yabanc›” olmayan bir tip. Ama “K›br›sl›türk” pek üzerine düflünülmüfl bir kimlik de¤ildi. Evet ama, mesela ben de nas›l tarif edebilece¤imi bilmiyorum. Bir taraf›mda ‹stanbul var, anne taraf›m tamamen Lefkoflal›, o ailenin içinde melez evlilikler, baflka dinlerden akrabalar var. Türkçe yazan bir insan›m; kimli¤im bu asl›nda. K›br›sl›türk edebiyat kurumu minör de olsa var. Ben onlar›n da parças› de¤ilim, onlar içinde de biraz d›flardan›m. Tabii daha fazla ba¤l› oldu¤um ve Türkçe yazd›¤›m için Tracey Emin durumum yok, ama neticede afla¤› yukar› benziyoruz. “K›br›sl›türk” kimli¤ine sahip birisinin sadece edebiyatta de¤il, modadan futbola, genel alg›lan›fl› nas›ld›r? “Almanc› Türk” gibi de de¤il sanki. Hayat›nda belki K›br›s’› bile görmemifl bir modac› baflar›l› oldu¤unda Türkiye taraf›ndan sahiplenilir ya da Mustafa ‹zzet gibi tek kelime Türkçe bilmeyen bir futbolcu “bizim” futbolcumuz olabiliyor. Tam da bu konuda bir yaz›m var, Türk edebiyat›n›n neye göre tarif edildi¤i konusunda. Mesela Zafer fienocak, Türk flairi diye geçiyor, ama Türkçe yazan bir Ermeni ya da Rum geçmez Türk edebiyat›nda. Bilinmez. O yüzden, oturup Karamanl›ca bir roman yazd›m. Bize ö¤retilen modern Türkçe edebiyattan bir yüzy›l geriye gider asl›nda Türkçe edebiyat. Ortodoks kökenli Karamanl› Türkleri, Yunan harfleriyle Türkçe romanlar yazm›fllar. Bat› edebiyat›n›n önemli eserlerini çevirmifller. Ama o “bizden” say›lm›yor, çünkü Türkiye’deki tan›m asl›nda ulus-devlete göre bile yap›lm›yor. Çok ›rk temelli, üstelik hem sünni müslüman olacaks›n›z ama hem de laik olacaks›n›z. Pek laik görüntülü olmayanlara da “bizden” muamelesi yap›lm›yor. Her ne demekse o “biz”. Bu konuda çok fley yazd›m ve söylemek zorunda kald›m, ama benim böyle bir meselem yok. Do¤uyorsun bir yerde, birçok kültürden geliyorsun, Türkçe yaz›yorsun. Ama insanlar o kal›plara uydurmaya çal›fl›rken ya da uyduramay›nca birtak›m sorular gelmeye bafll›yor. Aidiyet sorgulan›yor. “Toplu Yaz›lar”da bununla ilgili de çok yaz›m vard›r. Düflünüyorum flimdi, neden yazd›m diye soruyorum. Yazacak baflka konum mu yoktu, keflke yazmasaym›fl›m. Baflka gündemler, baflka meseleler olsaym›fl keflke, etnik meseler, kimlik meleseleri yerine.
40
Mehmet Yafl›n
Yunan bir yay›nevi kitaplar›m› basacakt›, hatta gazetelerde tan›t›mlar› ç›kt›, bakt›m “K›br›sl›türk, kimlik sorunu”, flu bu yaz›yorlar, geri çektim kitaplar›. Amerika’dan bir yay›nevi istedi kitaplar›m›, bakt›m Müslüman kategorisi yapm›fllar. Ad›m Mehmet diye oraya koyacaklar. Ama benim komflum Yorgo, baflka bir dizide yay›nlanacak ve ben de buna raz› olaca¤›m?
Türkiye’ye ilk geldi¤inizde kimim, neyim diye soruyor muydunuz? 20’li yafllarda, karfl›n›zdakiler o sorular› sormaya bafllay›nca siz de düflünmeye bafll›yorsunuz, ne tuhafl›klar var bende diye. Mesela, 17 yafl›nda ‹stanbul’a gelene kadar, Türklerin Avrupal› olmad›¤›n› bilmiyordum, kendimi Avrupal› zannediyordum. Hani Avrupal›laflmak anlam›nda de¤il, çünkü bütün komflular›m o diskur içindeydi, ben de herhalde o diskur içindeydim. Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde Bat›l›laflma meseleleri gibi konular okuyorsunuz, bir de bak›yorsunuz, Avrupal› de¤ilmifliz, Bat›l›laflmak istiyoruz, laik de¤ilmifliz. Misak› millî d›fl›nda kalan yerlerde insanlar kendili¤inden laikleflmifl, Balkan ülkeleri öyledir, K›br›s da. Oradakilerin laik misin, müslüman m›s›n, dindar m›s›n gibi meseleleri yoktur. Müslüman onlar için bir kimlik gibidir. ‹ngiltere’de örne¤in, bana sorduklar›nda “müslüman›m” diyorum. Türkiyeli arkadafllar›m flafl›r›yor hatta. “E ne olacak müslüman›m iflte, kültürel olarak öyleyim.” Beni dindar yapmaz kendime müslüman demem. Ama herkes size de¤iflik sorular sorunca akl›n›zda olmayan bir fley sorun olmaya bafll›yor. 17 yafl›nda Türkiye’ye geliyorsunuz. O dönem “sol” görüfllü bir ö¤rencisiniz. Tam 1974 sonras›, K›br›s’la ilgili Türkiye’de o an hâkim anlay›fla ters söylemleri olan sizin gibi K›br›sl› ö¤renciler sa¤ kesimden tepki görüyor. Ama sol da sizi anlam›yor. Çok komik fleyler oldu. ‹lk geldi¤imde, 17 yafl›nda Siyasal Bilgiler yurduna gittim. Ankara’day›m. Dev-Genç hâkim o zaman yurtta. Saçlar›m çok uzun. Ve kendimi sol düflünen bir insan olarak görüyorum. O zaman K›br›s’ta fraksiyonlar da yoktu. Sosyalistler vard›, onlar Türkiye’ye göre bakarsak sosyal demokratt›. Bir de komünistler vard›, komünistlere yak›n buluyordum kendimi. Ama çok da sert bir durum yoktu K›br›s’ta. Savafla karfl›yd›m bir de. Ama bar›fl taraftar› de¤ildim, savafla karfl›yd›m. Hâlâ da öyleyim. Bar›fl da bir iktidar, benim karfl› tavr›m savafla karfl› olmak üzerineydi. Bizim orada devlet liselerin-
de tenis oynan›rd›, çantamda tenis raketi, saçlar uzun, ç›kt›m geldim. Beni görünce tabii, “bu herhalde fl›mar›k bir kolej çocu¤u” dediler, halbuki s›radan bir liseden ç›k›p gelmifltim. K›br›s’tan bana gazeteler geliyordu. Gelen gazetelerden birinin ad›, Bozkurt gazetesiydi. Sa¤c› bir gazetedir, ama buradaki bozkurt durumuyla da alâkas› yok. Solcu çocuklar bunu görüyorlar ve al›p gazeteyi beni ar›yorlar, kimin gazetesi bu, aram›zdaki faflist kim diye… Beni bulunca kafalar› kar›flt› biraz. Uzun saçl› adam, birtak›m sol çevrelere de girip ç›k›yor, Bozkurt diye bir gazete okuyor. Daha sonra öldürülen bir Dev-Genç lideri, faflist gazetesi okumamam için beni uyarmaya gelmiflti. Beni uyarmaya gelen insan K›br›s konusunda Türkiye Cumhuriyeti devleti ile ayn› düflünüyordu. Bunu sadece belli bir sol fraksiyon için söylemiyorum, o s›rada genel durum oydu Türkiye’de. Ben baflka bir yerden gelmifltim ve öteki durumundayd›m, ötekini anlamak için öteki bir yerden bakmak laz›md›. Bozkurt sözü benim geldi¤im yerde ayn› anlama gelmeyebilirdi. Buna benzer sorular› Yunanistan’da da soruyorlar bana. Orada da bir süre yaflad›m. Ama çok s›k›ld›m bu konular› konuflmaktan, art›k baflka fleyler konuflmak istiyorum. Türkçe edebiyat konuflmak istiyorum, Türk düflünce hayat›n› tart›flmak istiyorum, daha sofistike, daha radikal ve dünyaya dair fleyler konuflmak istiyor insan art›k. Daha gerçek fleyler… Baban›z Özker Yafl›n, K›br›s’›n millî flairi konumunda, hatta “K›br›s’›n Yahya Kemal’i” diyenler var. Kardefliniz (Nefle Yafl›n) flair ve siz kardeflinizle “red kufla¤›” olarak adland›r›lan K›br›s’›n 1974 Kufla¤›na dahil ediliyorsunuz... Yahya Kemal için ayn› zamanda son Osmanl› flairi derler. Yahya Kemal ile K›br›s’tan o dönem ç›kan flairler ve yazarlar aras›nda flöyle bir benzerlik var. Misak› millî d›fl›nda olduklar› için Osmanl› ayd›n› durumu devam ediyordu. Yahya Kemal de Üsküplüdür. Böyle bir fley bende bile biraz var. “Biz Osmanl›y›z” denilen bir evde büyüdüm. Osmanl› y›k›lm›fl, ama bu toplumlar Misak› millî d›fl›nda olduklar› için, olmayan bir ço¤unlu¤un az›nl›¤› gibiler. Uzun y›llar böyle hissedildi. Yahya Kemal, do¤du¤u yerler ve çocuklu¤undaki kültür ile Türk ulus-devlet kültürünün aras›nda ba¤ kurmak istiyormufl gibi geliyor bana. Ben bunu kendimde bile hissettim. Osmanl› kültürünün unsurlar› daha fazla korundu bizde, hem izolasyon alt›nda oldu¤umuzdan hem de Türkiye Cumhuriyeti’ndeki devrimler bire bir yaflanmad›¤›ndan. Anneannem “Osmanl›y›m” derdi, 1970’lerde öldü, Osmanl› 1910’larda y›k›lm›fl, ama onlar öyle kalm›fl. Farkl› bir Türkçe kültür oluyor o zaman. O Türkçe kültürün farkl›l›¤› sadece Rumcan›n etkisi de¤il yani. K›br›sl›türklerin Türkiyeli Türklerden bir fark› flu galiba: K›br›s’ta Osmanl› o kadar da sahiplenilen, gurur duyulan, Türkiye’deki gibi, atalar›m›z olarak görülen bir fley de¤il sanki. Asl›nda, hiçbir fleyi sahiplenmedikleri için Osmanl›’y› da sahiplenmiyorlar. (gülüyor) K›br›sl›türklerde devlet kavram› yok. Burada Türkiye Cumhuriyeti Devleti derler ya da KKTC derler, KKTC’liyim diye bir laf yoktur orada, çünkü devletçi bir taraflar› yok, çünkü var olduklar›ndan bu yana o devletten bu devlete gidiyorlar. Ama kültür olarak, kendi varl›klar›n› Osmanl›ya dayand›rmak aç›s›ndan sahiplendiklerini düflünüyorum. Biraz
Bosna’ya benziyor durumlar›. Boflnaklar da sahipleniyor, ama bu ideolojik de¤il, tarihsel bir sahiplenme. Türkiye’de olmayan, Osmanl›yla ba¤lant›l› semboller hâlâ vard›r bu tip yerlerde. Tekkeler aç›kt›r mesela. Bafl ba¤laman›n bir mesele olmamas›, her köye bir minare dikmenin dinden çok cemaat kimli¤i olmas›, Osmanl› eserlerine gösterilen özel ilgi... Kendi varl›¤›n› ispatlama, kök bulma endiflesidir bu. Bana K›br›s’›n verdi¤i en büyük fley, çokkültürlülü¤ün ve kozmopolit hayat›n unsurlar›n› fark edebilmem. O nedenle romanlar›mda farkl› kifliler olabiliyorum. Karamanl› gibi düflünmek nas›ld›r, ‹stanbullu gayrimüslim bir az›nl›k nas›l düflünür, hissedebiliyorum. Ben de ço¤ul aidiyet, ikisi ortas› ara yerdeki aidiyet durumlar›n› yaflad›m, oralarda büyüdüm. ‹lla ki bir Yahudi, Karamanl› ya da Ermeni olman›z gerekmez. Benzer bir toplumsal kültürel durumda oldu¤unuz zaman o insan›n nas›l hissedece¤ini tahmin edebiliyorsunuz. Kaynaklara, üstü örtülen geleneklere farkl› aç›dan bakabiliyorsunuz. Bunlar›n izlerini sürebiliyorsunuz. Bunu bana K›br›s verdi, flükran duyabilece¤im tek fley bu. “Red Kufla¤›” sizin kendinize verdi¤iniz bir ad m›yd›, yoksa baflkalar› m› siz ve sizin gibi flairlere o ad› takt›? K›br›sl›türk Edebiyat› ve kimlik sorunlar›, çokkültürlülük üzerine doktora çal›flmas› yap›yordum. O kuflak ayr›mlar›n› ben yapt›m asl›nda, ama “red cephesi” ad›n› baflkalar› takt›. Resmî politikalar›, gayri resmî politikalar›, yar› resmî politikalar› toptan reddediyorlar fleklinde. Akademik çal›flma yaparken sistematik olarak kullanmak için bunlar ifle yar›yor ve gerekli de oluyor. Hele K›br›s’ta ne arfliv çal›flmas›, ne araflt›rma yap›lm›fl. Keflke yap›lm›fl olsayd› da yapmak zorunda kalmasayd›m. Ama öyle kuflaklara, ak›mlara inanan birisi de¤ilim. Art›k yeni çal›flma yapanlar da o aç›dan devam ediyorlar. Ö¤rencilerime söylüyorum, benim doktora çal›flmam böyle kuflaklar ve kimlikler çerçevesindeydi, böyle yapt›m, illâ o aç›dan bakman›z gerekmez. Farkl› s›n›fland›rmalar yapabilirsiniz ya da yap›lan bütün s›n›fland›rmalara itiraz eden bir çal›flma yapabilirsiniz. Bazen bu tarz tasnifler s›rf sistematik düflünebilmek için gerekli, yoksa her fleyi bir fleyin içine sokmak tehlikelidir. Yine de o kuflak verilen ad› hak eden bir flekilde ters ve ayk›r› fliirler yazm›fl. Herkes K›br›s ve Türkiye’de 1974’ün coflkusunu yaflarken, savafl karfl›t› bir fliir anlay›fl› nas›l oldu? Asl›nda 74’ten önce oldu. Savafl o zaman da vard› benim için. 1963 Noel’inde bizim evimiz yak›l›p ya¤maland›. EOKA’c›lar yapt›. 1964’ten itibaren göçmen hayat› yaflad›k. Annem bir kasabada ö¤retmendi, lojmanda kal›yorduk. Dönemedik geriye. O günden itibaren düflünmeye bafllad›m. Befl-alt› yafl›ndayd›m ama öyle oluyor, etkileniyorsun. Çocukken Rumlar›n sald›r›s›n› görmüfl birinin milliyetçili¤e kaymas› beklenir genellikle. 1963 olaylar›n› yaflayanlar›n, evlerini terk etmek zorunda kalanlar›n ço¤u için böyle olmufl sonuçta. Hat›ralar daima seçimdir asl›nda. Hat›ralar›n›zdan neyi seçti¤inize ba¤l›d›r neye inand›¤›n›z, nas›l bir insan haline geldi¤iniz. ‹ki cevab›m var buna: Birincisi, kozmopolit bir mahallede do¤up büyüdüm. Müsüman, Rum ve Ermeniler aras›ndayd›m. Anne taraf›m Osmanl›yd›, Türklükten çok Osmanl›l›k vurgulan›rd›. Evde Rumca da konuflulurdu. Bir kira-
c›m›z ‹ngilizdi, ‹ngilizce de konufluyordum. Benim için dönülecek yer, K›br›sl› baflka Türkler gibi bir Türk mahallesi ya da bir Türk köyü de¤ildi. fiehrin bir Türk mahallesinde ya da bir Türk köyünde büyümedim. Dolay›s›yla, savafl benim elimden o kozmopolit hayat› ald›. ‹kincisi, daha önemlisi, yafl›n›z ilerledikçe seçim yapmaya bafll›yorsunuz hat›ralar›n›z aras›ndan. Çok milliyetçi olmak için de hat›ralar seçebilir, onlar› öyle yorumlayabilirsiniz. Serdar Denktafl ilk gençlik arkadafl›md›. Benzer yerlerde, benzer çevrelerde büyüdük. Onun seçti¤i hat›ralarla benim seçtiklerim çok farkl›. Bizim Rum komflumuzun gelip yanan evimizi söndürdü¤ünü de hat›rl›yorum. Bir Rum komflumuzu da EOKA’c›lar›n gelip esir ald›¤›n› hat›rl›yorum. Oldu¤unuz yere göre geçmifle bak›yorsunuz. Modern Türk edebiyat›n›n kurgulanmas› gibi. ‹sterseniz Karamanl› edebiyat›n›, Türkiye’deki Ermenileri dahil edersiniz, farkl› bir Türkçe edebiyat ç›kar. ‹sterseniz bunu yapmazs›n›z, herkesi etnik olarak Türk yapars›n›z, din ve etnik olarak Türk olmayanlar› d›fllars›n›z, Türk edebiyat›n› ç›kar›rs›n›z. Geçmifle bak›p neyi seçti¤iniz çok önemli. Karamanl›ca edebiyata bu yüzden girdim. Modern Türk edebiyat›na inanmak için Karamanl›larla bafllayan, Yunan alfabesiyle Türkçe yaz›lan, Ermenilerin de yazd›¤› Türkçe ile bafllayan Türkçe edebiyat› kendime modern Türk edebiyat› miras› olarak seçmek istiyorum. Yazko’da yaflad›¤›n›z bir olay var. KKTC kuruldu¤u gün bu haber moralinizi bozuyor ve sizi en iyi anlayabilecek insanlar›n Yazko’da olabilece¤ini düflünüyorsunuz, fakat binan›n kap›s›nda karfl›laflt›¤›n›z bir solcu yazar, sizi KKTC’nin ilan› sebebiyle tebrik ediyor, siz de binaya girmeden kaç›yorsunuz. Onu da yazd›m de¤il mi? 24 yafl›ndayd›m o zaman daha. Evet, bo¤ulacak gibi olmufltum. Konuflabilece¤im en iyi insanlar onlard›, ama olmad›. Toplu yaz›lar› gözden geçirirken onu gördüm ve üzüldüm de. Çok daha farkl› konular yazabilirdim ama onlar› yaflam›fl›z. Türkiye’deki gerçeklik oydu. Türkiye’de militer bir zihniyet var. Bat›l›laflma ve modernleflmenin militerce yap›lmas› büyük bir militer kültür yaratt› ve çok zarar verdi. Her fleyi flöyle anl›yoruz: Bir tarafta aptal cahil, hiçbir fleyden anlamayan halk var, di¤er tarafta asker gücüyle tepeden indirilen devrimler… Her fley ö¤retiliyor. Türk ayd›n gelene¤i de maalesef bu seçkinci, tepeden bakan, ulus-devlet kurma gelene¤inden besleniyor. Soru sormak de¤il ö¤retmek var. Bak›n Türkçe eski Türkçe de¤il. Vapur iskelesine gemi yanafl›rken Büyükada’da bir erkek sesi, “fiehit Bilmem kim gemisi iskeleye yanaflmaktad›r” diye askerî bir kamp gibi anons yap›yor. Haber bültenlerinin diline bak›n, “yap›lmaktad›r, bildirilmektedir” diye gidiyor. Dili bile militerlefltirdiler son 30 y›lda. Emir kipiyle konufluluyor sürekli olarak. Edebiyat dergilerinde Türkçeye Amerikancan›n etkisi tart›fl›l›yor ama, bu Türkçeden rahats›z olan yok. Benim içine do¤up büyüdü¤üm Türkçe bu de¤il. Ben de aile çevresinde ‹stanbul Türkçesine do¤dum, ayr›ca Lefkofla’daki ayd›nlar›n Türkçesi de onun bir versiyonuydu yaz› dili olarak. Ama buradaki Türkçe art›k militer bir Türkçe, benim tan›d›¤›m Türkçe de¤il. Bunu art›k siz Amerikanca söyleseniz ne olacak, Arapça söyleseniz ne olacak. Türkçenin sorunu baflka bir yerde, militarizmde. Dilin bir ideolojisi vard›r ve bu durumdan rahats›z
Buradaki Türkçe art›k militer bir Türkçe, benim tan›d›¤›m Türkçe de¤il. Bunu art›k Amerikanca söyleseniz ne olacak, Arapça söyleseniz ne olacak. Türkçenin sorunu baflka bir yerde, militarizmde. Dilin bir ideolojisi vard›r ve bu durumdan rahats›z olunmuyor, yabanc› sözcükler tart›fl›l›yor. Asl›nda yabanc› sözcüklerden bu kadar rahats›z olman›n alt›nda yabanc›lardan ya da yabanc›laflt›r›lan unsurlardan rahats›z olma durumu var.
olunmuyor, yabanc› sözcükler tart›fl›l›yor. Asl›nda yabanc› sözcüklerden bu kadar rahats›z olman›n alt›nda yabanc›lardan ya da yabanc›laflt›r›lan unsurlardan rahats›z olma durumu var. K›br›s’ta do¤uyorsunuz, ülkeniz bir savafl sonucu ikiye bölünüyor, ilk önce ülkeniz içinde göçmensiniz. Fikirleriniz oras› için çok kabul görmüyor. Sonra “anavatan” kabul edilen Türkiye’ye geliyorsunuz. Burada sorunlar ç›k›yor. Hatta resmî makamlar taraf›ndan “zararl› yabanc›” denilerek s›n›rd›fl› ediliyorsunuz. Atina var hayat›n›zda, orada da yabanc›s›n›z, ard›ndan ‹ngiltere… Asl›nda hiçbir yere tam ait olamama durumu gibi bir psikoloji yaratt› m› bunlar sizde? Kimlik üzerine bu kadar yazman›z›n kayna¤› asl›nda bu mu? Ya bunu bir trajedi gibi alg›lar, hayat›n›z› hay›flanmayla geçirirsiniz ya da bunun avantajlar›n› görüp bunu olumlu bir fley olarak yaflars›n›z. Önceleri olumsuz yanlar›n› daha çok gördüm. Bunun bir sebebi de Türkçe edebiyat söylemlerinin hep vatan üzerine kurulmas›yd›. Bir de zaten Türkiye’ye sonradan geldim, daha ne oldu¤umu anlamadan s›n›rd›fl› edildim, bunlar›n yaratt›¤› bir kendini tam gerçeklefltirememe duygusu, Türkçeden ve Türkiye’den kopman›n verdi¤i bir fleydi. Zaman içinde bunun avantajlar›n› görmeye bafllad›m. Bunun yaz›lar›ma yans›d›¤›n›, olaylara daha farkl› bakabildi¤imi, daha farkl› edebiyat kaynaklar›n› tan›yabilme, farkl› bir edebiyatç›, flair-yazar-romanc› olabilme durumu oldu¤unu gördüm. San›yorum ki art›k vatans›zl›¤›n o olumsuz yanlar›n› aflt›m. Bu durumu Avrupa’ya gitti¤inizde bir pazarlama takti¤i olarak kullanabilirdiniz. Siz yapmasan›z, oralardaki yay›nc›lar›n›z bunu yapabilirlerdi. “Sürgünde bir flair” ya da “vatans›z flair” etiketi yazd›klar›n›zdan çok yaflad›klar›n›za bir k›ymet verme durumu yaratabilirdi. Bu tehlikeyi hissettiniz mi hiç? Ya da bunu görüp bilinçli olarak karfl› ç›kmak zorunda kald›n›z m›? fiimdi size itirafta bulunabilirim; yafl›m art›k ilerledi¤i için. Kendimi çok önemli zannediyordum o zaman. Çok önemli bir flair-yazar olaca¤›m› zannediyordum ve bana bir Rum, bir ‹talyan yazarla eflit muamele edilmedi¤inde sinirleniyordum. ‹kinci dereceden bir flair yazar›m, o kadar iyi de¤ilim diye düflünmek akl›ma gelmiyordu. Zannederim bu fazla kendine güven beni kurtard›. Çünkü kendimi, benim kufla¤›mdan ‹ngiliz flairlerle mukayese ediyordum ve onlar›n fliirlerini okudu¤u yerde okumak istiyordum ben de. Onlar›n kitaplar›n›n tan›t›m›n› yapt›¤› yerde tan›t›m yapmak istiyordum. Yunan bir yay›nevi benim kitaplar›m› basacakt›, hatta gazetelerde tan›t›mlar› ç›kt›, bakt›m klasik “K›br›sl›türk, kimlik sorunu” flu bu yaz›yorlar, konsept bu, geri çektim kitaplar›. Amerika’dan bir yay›nevi istedi kitaplar›m›, bakt›m, Müslüman kategorisinde bir katalog yapm›fllar kendilerine. Ad›m Mehmet diye beni de oraya koyacaklar. Ama benim komflum Yorgo, baflka bir dizide yay›nlanacak ve ben de buna raz› olaca¤›m? Bazen insanlar hiçbir flekilde tan›namay›nca ve kap›lar kendilerine kapan›nca hiç de¤ilse oryantalist durum ya da üçüncü dünya edebiyat› kategorisinden yürümeyi tercih etmek zorunda kal›yorlar. Ben o zaman o kadar derin düflünmedim, mesnetsiz bir flekilde kendimi be¤enmifl olmam kurtard› beni.
41
42
Yafl›n›z ilerledikçe seçim yapmaya bafll›yorsunuz hat›ralar›n›z aras›ndan. Serdar Denktafl ilk gençlik arkadafl›md›. Benzer çevrelerde büyüdük. Onun seçti¤i hat›ralarla benim seçtiklerim çok farkl›. 1963 Noel’inde evimiz yak›l›p ya¤maland›. EOKA’c›lar yapt›. Bir Rum komflumuzun gelip yanan evimizi söndürdü¤ünü hat›rl›yorum. Bir Rum komflumuzu da EOKA’c›lar›n gelip esir ald›¤›n› hat›rl›yorum.
roman tekni¤inin d›fl›nda bir kitap. Bu o konu ancak öyle anlat›labilece¤i için yarat›lm›fl bir biçim miydi, yoksa konunun d›fl›nda, yazarl›k yetene¤inizi s›namak, de¤iflik bir dil ve anlat›m bulmak için kendinizi zorlad›¤›n›z bir fley miydi? “S›n›rd›fl› Saatler”de onu biraz daha fazla yapmaya çal›flt›m. Daha imgesel, daha belirsiz… “Soydafl›n›z Bal›k Burcu”nda hangisi gerçek, hangisi de¤il ben de kar›flt›rd›m. Edebiyat insanlar› bize hayat› ciddiye ald›rtmal› ama, hayat› ciddiye almak hayat› ciddiye alma meselemizi sorgulamam›z› gerektirir. Her fleye çok fazla ciddiyet atfediyoruz, kimliklere, aidiyetlere, inançlar›m›za, düflüncelerimize, ideolojilerimize... Hayat öyle de¤il, edebiyat hele hiç de¤il. Edebiyat bunlar› düflündürtmeli, kendimize gülümsetmeli. Varoluflu düflündürtmeli. Çünkü insan›n kimli¤im sand›¤› fleyle varoluflu ayn› fley de¤il. Geri dönüp bak›nca niçin böyle parçalanm›fl kitaplar yaz›yorsunuz diye sorabilirsiniz. Bilmem. Cevab›n› bulamam. Belki anlatmak istedi¤im hikâyeler, duygular öyle geliyor. Belki o flekilde yaflad›¤›m içindir. ‹yi ki tam bilmedi¤im fleyler var asl›nda. Modern Türk Edebiyat›’n›n dilini elefltiriyorsunuz, o dilde her zaman militer bir yan oldu¤unuzu söylüyorsunuz. Gönlünüze göre olan birileri var m›? Mesela Nâz›m Hikmet’i bir yan›yla, dili kullan›m› aç›s›ndan Türk fliir gelene¤ini özümseme ve yans›tma aç›s›ndan, analizleri aç›s›ndan be¤enirsiniz, ama bir taraftan fazla erkeksi bir ton, bir seksizm, Kemalizmin çok da kendinizi özdefllefltiremeyece¤iniz yönlerini bulursunuz. O¤uz Atay’›n o ironik yaz›m›, de¤iflik formatlar› bir araya koyup kurgulama yapmas› hayranl›k vericidir. Ama öte yan›yla, sanki tamamlanmam›fl gibidir yap›tlar›. Erken ölmesinin de etkisiyle bir tamamlanamam›fll›k hali görürsünüz. Sait Faik’in gündelik ve bozuk diye bak›lan o dili nas›l öykü dili haline getirdi¤i çok ilginç bir konudur. Hiç kimse onun gibi s›radan insanlar›, az›nl›klar› anlatamad›. Ama az›nl›k olduklar›n› öne ç›kartmadan, s›radan bir insan olarak anlatmak büyük baflar›. fiimdi de az›nl›klar edebiyatta var, ama bilinçli olarak az›nl›k olduklar› için seçiliyorlar oraya. Bir taraftan bak›yorsunuz cümle bozuk, ama ona edebiyat de¤eri kazand›r›yor. Dili nas›l kullanabilece¤inizi bir daha düflündürtüyor size. Öbür taraftan isterseniz de bir kusur olarak görebilirsiniz. “K›br›s a¤z›” sorunu var bir de. K›br›s’ta o a¤z› yaz›ya geçirmeyi tercih edenler var. Ben konufltu¤um tüm Türkçelerde yaz›yorum. O Türkçelerin ne kadar› ‹stanbul Türkçesi ne kadar› az›nl›klardan gelen Türkçe bilmiyorum. Türkçelerle yaz›yorum. Çünkü Türkçe de¤il Türkçeler var. Önemli olan da edebiyat› o Türkçelerle, yeni sözcüklerle, yeni ifade biçimleri yaratarak dili zenginlefltirmek. Asl›nda hiçbir zaman tek bir dilde yazmak istemem. Her dil ulusal bir kimlik politikas›n› imler. Bir metni tamam›yla Osmanl›ca yazarsan›z, neo-Osmanl› bir anlay›fl› imler. Tamamen Öztürkçe yazarsan›z o zaman ulus-devlet politikas›n› imler. Tamam›yla K›br›s aksan›yla yazarsan›z K›br›sl›l›k kimli¤ini imler. Bir köfle yaz›s›n›n “K›br›s a¤z›” ile yaz›lmas›na karfl›s›n›z o zaman?
Ben yazamam, onu diyorum. Siz niye yazm›yorsunuz diye sormad›k. Yazamamak ve okuyamamak da birbiriyle alâkal›d›r. Yazamad›¤›m için okuyamam da m› diyorsunuz? Aç›kça söylemek yerine böyle demek daha iyi olacak. Çünkü onun imledi¤i bir K›br›sl› cemaat kimli¤i politikas› var. Ama “senin Türkçen do¤ru de¤il, iyi de¤il, o yüzden sen bizim gibi yaz ve konufl” denen birileri var. Bir nevi “vatandafl ‹stanbul Türkçesi konufl!” politikas›. Hatta sizin kufla¤›n›z san›r›m bunu daha iyi biliyor, Türkiye’den getirilen ö¤retmenler ‹stanbul Türkçesi ö¤retiyorlar ö¤rencilere bir zamanlar. Bütün bu dedikleriniz do¤ru, öyle yazanlar da buna reaksiyon gösteriyorlar evet. Ama reaksiyon üzerine bir flair, yazar, edebiyatç› olmak istemiyorum. Ben bu politikaya karfl› ç›k›yorum, çok da karfl› ç›kt›m, yaz›lar yazd›m. Ama kendi edebiyat›m› tamam›yla böyle bir reaksiyon üzerine kuramam. Bir reaksiyonun ötesine geçebilmeliyim. Çünkü bu bana dil nedir, dille iliflki nedir diye çok daha felsefî bir fleyi sorgulatt›. Türkiye resmî politikas›na asl›nda minnettar›m. Çünkü K›br›sl› Türkçesi üzerine söylenenler bana dilin ne oldu¤u konusunda daha fazla düflünme iste¤i verdi ve ben “üvey anadil” diye bir kavram yaratt›m. “Üvey anadil” bugün literatüre girdi, Avrupa ülkelerinde de okutuluyor edebiyat derslerinde. Yeni kitaplar›mda da bir bölüm yapt›m bu konuda. Böylece Karamanl›cay› da gündeme getirdim. Çünkü Karamanl›cada da ayn› dili merkezilefltirme politikas›na karfl› ç›kabilirim. K›br›sl› Türkçesi de¤il de Karamanl›ca yoluyla yapt›¤›mda bunun çok daha genifl bir durum oldu¤una dikkat çekmifl oluyorum. Asl›nda, kendime en yak›n gördü¤üm flair uzun y›llar Kavafis’ti. En yak›n gördü¤üm romanc› da James Joyce’tu. Bir ‹rlandal›. Joyce’un izledi¤i yol bana daha yak›n geliyor. Çünkü Joyce ‹ngiliz milliyetçili¤i ‹rlanda dilini ve kültürünü yok saymaya çal›flt›¤›nda, edebiyat d›fl› diye küçük gördü¤ünde, illâ ki Keltçe yazaca¤›m ya da ‹rlanda aksan›yla ‹ngilizce yazaca¤›m demedi. Merkezi ‹ngilizceyi kulland›, ‹rlanda’dan gelen zenginli¤ini de kulland›, ama onun d›fl›nda bir fley yapt›. ‹talyancadan, ‹spanyolcadan sözcükler alarak ‹ngiliz sözlü¤üne yeni sözcükler katt›. Bu ayn› zamanda, Joyce’un edebiyatç›l›¤›n› gösteren bir fley. Dil konusunda izledi¤i yol fliiri, roman› nas›l gördü¤ünü de gösteriyor. O bana daha yak›n geliyor. Benzerini Kavafis de yapt›. Hem ‹skenderiye Rumcas›ndan gelenleri hem de Atina Yunancas›n› en iyi flekilde kulland›, üstelik ‹ngilizce de yazd›. Yani kendi cemaatlerine kapanmad›lar ve ikisi de dünya yazar›. Oysa zaman›nda, K›br›sl›lar gibi marjinallefltirmeyle karfl›laflt›lar. ‹skenderiyeli Rumsun, ‹rlandal› köylü yazars›n dendi. ‹kisi de kendi dillerinin uluslararas› yazarlar› oldular sonunda. Bizim gibi az›nl›k toplumlar›ndan, kozmopolit toplumlardan gelen yazarlar›n flans› cemaatçili¤e hapsolmak de¤il, aksine merkezî ulusal edebiyat› da, bizim durumumuzda merkezi Türk edebiyat›n› da ço¤ullu¤a açmak yolunda olmal›d›r. Cemaatçili¤e hapsolmak bana ne his olarak, ne de ideolojik olarak yak›n gelen bir fley. Reaksiyon vererek yazars›n›z, ama o reaksiyon içinde ne önerdi¤iniz önemlidir. Önermedi¤iniz durumda bile her reaksiyon asl›nda bir fley önerir.
Söylefli:Serkan Seymen
‹stanbul’da taksiye bindi¤inizde “Memleket nere?” diye soruldu¤unda ne yan›t veriyorsunuz? Duruma göre… (kahkaha) Hangi tür cevab› verirsem daha az konuflmak zorunda kal›yorsam, ona göre. ‹stanbullu da olabilirim, K›br›sl› da olabilirim, ‹ngiltereli de olabilirim. Bir cevap buluyorum. Kaç pasaportunuz var? ‹ngiliz ve K›br›s’›n her iki taraf›n›n pasaportlar› var. Vatans›z görülenler için verilen Türk pasaportundan var, vatandafl de¤ilseniz de seyahat edebiliyorsunuz. ‹stersem asl›nda eflim ve babam dolay›s›yla tam Türk pasaportu da alabilirim. Ama almamam iyi olmufl, s›n›rd›fl› edildi¤imde Türk pasaportum olsa s›n›rd›fl› yerine hapiste olacakt›m. (gülüyor) O dönemde Yaflar Kemal’le bir telefon konuflmam›z oldu; Yazarlar Sendikas› Baflkan›yd›. Bütün yazarlar›n d›flar› ç›kabilmek için pasaport sorunu vard›. Pasaport verilmiyordu, millet gidemiyordu. Ben de Türkiye’den gitmemek istiyorum, s›n›rd›fl› karar› kalks›n, burada kalay›m derdindeyim. 198586 y›llar›. Yaflar Kemal’i arad›m, me¤er o durumu ben Türkiye’den kaçabilmek için pasaport almaya çal›fl›yorum, ama alam›yorum diye anlam›fl. “Ben kaçmak istemiyorum, Türkiye’den ç›kar›yorlar, ç›kmak istemiyorum” dedi¤imde, “o¤lum hasta m›s›n sen, haz›r at›yorlar gitsene… Bizi bununla ne u¤raflt›r›yorsun” demiflti o da. Ben de K›br›s’a döndüm, oradan ‹ngiltere’ye gittim. Türkiye komik bir yer ve bir saatten sonra bütün bunlardaki komik yanlar› görmeye bafll›yorsunuz. Hatta flubedeki polislerin iflkence ya da taciz amaçl› yapt›klar› muamelenin bile komik taraflar›n› hat›rlar oluyorsunuz. ‹ngiltere’de de K›br›sl›türk kimli¤ini tan›mamazl›k var m›? Türkiye’deki kadar de¤il, onlar daha iyi biliyorlar tarihi. Hatta Türkiye’de sol entelektüel bir yay›nevinin haz›rlad›¤› bir dergide K›br›sl› bibliyografyas› diye özel bir say› ç›kt›. Bakt›m KKTC kitaplar›, KKTC’de kitaplar diye yaz›yor. KKTC diye bir fley var Türkiye’de. Bir K›br›s var oysa, bir de militer bir ilimiz var KKTC diye. O K›br›s de¤il. Bir de, burada Rum taraf› hiç bilinmiyor. Bölünmeden önceki yaflam hiç bilinmiyor. Ama ‹ngilizler biliyor. Türkiye’de görülmek istenen görülüyor, istenmeyenler görülmüyor. Sadece K›br›s konusunda de¤il tabii, her konuda böyle bir hastal›k var burada. “Kimlik meselesi” hakk›nda konuflmaktan s›k›lm›flken biz de ayn› fleyi mi yapm›fl olduk? Evet, ayn› fleyi yapmayal›m, ironik bir biçimde konuflal›m art›k bunlar›. Çünkü hâlâ bunlar› ciddiye al›p konuflursak devletin ciddiyetiyle ayn› çizgiye düfleriz. Halbuki onlar›n ciddiyetleri çok komik. O ciddiyetteki faflist eda irkiltici, ama çok komik. Hele Türkiye gibi gülme duygusunun geliflti¤i bir ülkede çok daha komik olmas› laz›m. Cumhuriyet dönemi Türk edebiyat› ve onun bize empoze etti¤i militer yere sapland›k kald›k. Yani art›k Laz esprilerinden yola ç›karak yaz› yazmak yerine Laz dilinden edebiyat ç›karal›m. Bu Türk edebiyat› tart›flmalar› falan çok ciddi ve yarat›c› olmaktan uzak. Yarat›c› olan fleyin içinde espri olur ve kendi kendiyle de e¤lenir. Sorun o zaten. Kendisini bu kadar ciddiye alan flair ve romanc›lar yarat›c› olamazlar. “Soydafl›n›z Bal›k Burcu”nda örne¤in “oyun içinde oyun” var. Al›fl›lageldik
HAFR‹YAT’IN “ALLAH KORKUSU” SERG‹S‹ VE 2007 TÜRK‹YE’S‹
Linç korkusu, polis korkusu, suskunluk korkusu Abdullah Gül’ün resmî gezilerine davet edilen imtiyazl› gazetelerden Vakit, hedef gösterme sab›kas›na bir yenisini ekledi. Hafriyat grubunun “Allah Korkusu” adl› afifl sergisinin, daha aç›l›fl› yap›lmadan “halk›m›z›n hakl› tepkisi”yle karfl›laflt›¤›n› iddia etti. Hafriyat’›n baflvurusu üzerine koruma amaçl› gelen polisler ise “küratorial analiz”e soyunarak üç afiflin müelliflerinin kimlik bilgilerini istedi. Serginin fikrini ve ortaya ç›kan tabloyu Hafriyat’ç›lardan Antonio Cosentino, Extramücadele, ‹nci Furni, Murat Akagündüz ve Naz›m Dikbafl’tan dinliyoruz. Naz›m Dikbafl: Günlük hayatta konuflulan konular, sadece siyaset anlam›nda de¤il, kültür anlam›nda da merkezin konular›. Hep ortalama fikirler, ortalama duygular konufluluyor. Hafriyat’›n bu sergisindeki tazelik, yenilik bu ortalamaya raz› olmamas›. Allah fikri, yarat›c›n›n ne oldu¤u, etraf›m›zdaki her fleyin nas›l ortaya ç›kt›¤› sorusu çok temel bir düflünce. Düflünce denen melekenin flekillenmesinden itibaren sordu¤umuz ilk soru: Ben nas›l ortaya ç›kt›m? Etraf›mdaki fleyler nas›l ortaya ç›kt›? Bunlar ne zamandan beri var? Bu böyle daha ne kadar devam eder? Bunlar da yaratmak fiiline götürüyor bizi. Sanat›n zihnini bu kadar tazeleyen bir fley yapmak, sorunu çok taze bir yerden sormak demek. Tabii bu soru ilk defa sorulmuyor, tarih boyunca üzerinde çok durulmufl, çünkü en temel soru, ama bizden uzaklaflt›r›l›yor. ‹nsan›n kiflisel dönüflümü, kendini keflfetmesi, yarat›c›l›¤›n› taze tutmas›, kendini yarat›c›l›¤›yla beslemesi için gereken böyle bir soru. O soruyla tan›flmak, o soruyu hat›rlamak veya hep bir yerde duran soruyu önündeki ka¤›da getirmek. Yaratan sorusuna da¤daki manast›rda verilecek çok az yan›t vard›r, orada susars›n. Allah konusunun ne hale getirildi¤ini, tapma eylemin neye dönüfltü¤ünü izleyince, iki dünya bir araya geliyor: ‹nsan›n ruhunun oldu¤u dünya, maddiyat›n›n oldu¤u dünya. Bu tazeli¤i korudu¤u, öteki tarafla ba¤lant›s›n› kaybetmedi¤i sürece, bu serginin konusu çarp›c›. S›rf maddiyat›n alan›nda bunu düflünmek çok verimli de¤il zaten. Cosentino: Hafriyat her zaman anlataca¤› ifle odakland›, biçimiyle çok ilgilenmedi. O sebeple, amatör bir görüntü çizdik. Bu amatör görüntüyü de sahipleniyoruz. Amatörlü¤ün profesyonelleflti¤i ortamda amatör bir görüntü çizmek, gerisin geriye kürek çekmek anlam›na geliyor. Bu amatör yaklafl›m› örne¤in böyle kaotik bir sergiyi orgaBülent Erkmen
Kâbe-An›tkabir, Hz. MuhammedAtatürk, ‹slam-Kemalizm gibi eflleflmeler yaparak toplumun ayr›flmas›n› okuyabiliyorsun. Bu eflleflmelerin hepsi yanl›fl, ama ayr›flma do¤ru, yanl›fl metafordan do¤ru sonuç ç›k›yor.
nize edebildi¤i, yenili¤e aç›k oldu¤u için sahipleniyoruz. “Allah korkusu” temas› ilk nereden, nas›l ç›kt›? Extramücadele: Gruptan bir arkadafl›m›z›n uzun zamand›r söyledi¤i bir kavramd› bu. Hep konufluluyordu, ben de kendimi tutamay›p bu konuda sürekli ifller yap›yordum. O arkadafl›m› aray›p, “yeni afifl sergisinin kavram› bu olsun mu?” dedim. “Hadi yap,” dedi o da. Herkese sorduk, tart›flt›k. Ancak, bafllang›çla sonuç aras›nda bir fark var. Varamad›¤›m›z, baflaramad›¤›m›z noktay› söyleyeyim: Alt metni olufltururken, kendi aram›zda konufltuklar›m›z üzerinden k›sa bir metin yazd›m ve dört ana bafll›k ç›kard›m. Bir, kul ve yaratan aras›ndaki korku. ‹ki, serginin 10 Kas›m’da aç›lmas› önerisi, Atatürksüzlük korkusu. fiu tespitte de bulunabiliriz: Kâbe-An›tkabir, Hz. Muhammed-Atatürk, ‹slam-Kemalizm gibi eflleflmeler yaparak toplumun ayr›flmas›n› okuyabiliyorsun. Bu eflleflmelerin hepsi yanl›fl, ama ayr›flma do¤ru, yanl›fl metafordan do¤ru sonuç ç›k›yor. Türkiye’deki görsel sanatlarla u¤raflan entelektüel tayfan›n girmek istemedi¤i, bilmedi¤i, yapmad›¤› bir fley var. Onu da flöyle anlatay›m: Bir gün ifl yerinde bir dergi gördüm, Newsweek ya da Economist, içinde bir tablo vard›. Bir yuvarla¤› dörde bölmüfller, bir tarafta ak›l ve korku, di¤er tarafta fakirlik ve zenginlik. Ülkeleri bunlara yerlefltirmifller. ‹nan›lmaz yarat›c›. Sudan, ‹ran gibi ülkeler korkuyla yönetilen, fakir tarafta. ‹ran zenginlere yak›n duruyor. Sudan en dipte. Norveç, ‹sveç, Finlandiya gibi ülkeler hem geleceklerini ak›lla kuruyorlar, hem de zenginler. Amerika korkuyla yönetiliyor, ama zengin. Fransa, Almanya gibi ülkelerse Norveç’in alt›nda; bir korku var, ama onu özümsemifller, geleceklerini nispeten ak›lla kuruyorlar ve zenginler. O tabloda en yanl›fl olansa Türkiye’nin yeriydi, Türkiye tam ortadayd›. Büyük flirketler bu tabloya “ben nereye yat›r›m yapaca¤›m?” diye bak›yor. Ama flunu
Foto¤raf: Ayflegül O¤uz
“Allah Korkusu” sergisi fikri nas›l do¤du? Extramücadele: Hafriyat Karaköy, sergiler açan, yeri geldi¤inde bienale dahil olan bir mekân. Bundan önce, 22 Temmuz seçimlerine 12 gün kala, seçim afiflleri sergisi açmaya karar vermifltik. Grafik ö¤rencilerine okulda flöyle ö¤retilir: Matbaada bas›lan, belli bir adedin üzerinde ço¤alt›lan fleye afifl deriz. Yani tek adet yapt›¤›n›zda, bunun ad› afifl de¤ildir deniyor. Çocuklar böyle ö¤rendikleri için bu ifli, afiflin tek bafl›na bir ka¤›t, kalemle yap›labilece¤ini, soka¤›n sesi olabilecek bir mecra oldu¤u duygusunu gözard› ediyorlar. Sanki illâ bu iflin bir müflterisi olmal›, sana bir fley siparifl edilmeli, matbaaya ödeme yap›lmal›, 500 tane bas›lmal›... Sana “sistemin adam›s›n sen, ancak matbaada bast›rabilirsen afifl yapabilirsin” deniyor. Festival afiflleriyle idare eden yar› entelektüel birisin yani. Afifl bir adet de olabilir. Yapt›¤›m›z iki sergi de bunu hedefliyor: Birer adet yapt›k, sergilendi, afifl görevini gördü. Antonio Cosentino: Hafriyat’ta düzenlenen sergilerin kaotik bir yap›s› var, çünkü mekân› kamuya aç›yor. Bir ça¤r› yap›l›yor ve kat›l›mc›lar serbest b›rak›l›yor. Bu nedenle, gelecek ifllerin mahiyetini de tam bilemiyorsun ve ucu aç›k bir sergileme tekni¤i ortaya ç›k›yor. Extramücadele: Afifl denince, grafik tasar›mc›lar›n kat›ld›¤› bir süreç düflünülür. Biz bunu da önemsemiyoruz. Tabii ki grafik tasar›mc›lar›, iflin ehli insanlar› ça¤›r›yoruz, ama afifl yapmak isteyen genç tasar›mc›lar› da dahil ediyoruz. Hayat›nda hiç afifl yapmam›fllardan, örne¤in flairlerden de kat›l›mc›lar›m›z var, ressamlar, karikatüristler de kat›l›yor. Soka¤›n ses oldu¤u bir zamanda yafl›yoruz. Soka¤›n konuflmas› için en önemli araç, en flansl› kifliler grafikerler, ressamlar de¤il. Çünkü grafiklerler h›zl› insanlar. Grafikere gece ver bir cümleyi, sana resmini yaps›n. Böyle bir projede grafikerler kendi kalemleriyle, kendi seçtikleri sorunu söyleyecekler. Sorunlar› kendi kendilerine bulacaklar. Oysa normalde grafiker sorun bulmaz, ona sorun verilir. Grafiker burada sorunu bulmakla kalm›yor, onu elle tutulur hale getiriyor, görsellefltiriyor; buldu¤u sadece rüyas›nda gördü¤ü bir imge olarak kalm›yor, onu herkesin anlayabildi¤i bir iflarete dönüfltürüyor. Benim heyecan›m flu: ‹nsanlar bu sergilerle benliklerinde bir fleyi hat›rl›yorlar. Bunu hat›rlamalar› çok önemli, bunun sonucunda belki de daha sonra sokaklarda ba¤›ms›z hareket edecekler. Biz bu mekânda pek çok afifl sergisi yapaca¤›z. Grafi¤in sadece parayla iliflkili bir ifl olmad›¤›n› herkese hat›rlataca¤›z.
Soldan sa¤a: Murat Akagündüz, Extramücadele, Antonio Cosentino, Naz›m Dikbafl ve ‹nci Furni
43
Kendini Müslüman diye tan›ml›yorsun, ama acaba? Türk diye tan›ml›yorsun, ama acaba? Acaba bunlardan fazla bir fley misin? Acaba bunlardan baflka taraflar›n var m›? Bunu sorabilmek çok kuvvetli ve genifl bir yere gidiyor.
ifllerin sadece Allah’la ilgili olmad›¤›n›, her kesime karfl› sözünü esirgemeyen bir hali oldu¤unu da görüyoruz. ‹nci Furni: Allah fikri, kavram› üzerine geçmiflte de izlerini bulabilece¤imiz, kitsch bir dil kurmak istiyorum. Bu nedenle, Allah meselesi mitolojik olarak ilgimi çekiyor: hikâyeleri, insanlar aras›ndaki dolafl›m›, yönlendirilifli... Cosentino: Sergi vas›tas›yla anlad›m ki, Allah’tan çok da korkmuyormuflum, baflka fleylerden korkuyormuflum. Kendi korkular›m› düflündü¤ümde, polisten daha çok korkuyorum. Sivil fliddetten daha çok korkuyorum. Bir de suskunluktan. Murat Akagündüz: Allah korkusu temas›n›n ak›lc›l›¤a do¤ru bir öneri oldu¤unu ve Do¤u’ya özgü bir ma¤duriyetin vurguland›¤›n› düflünüyorum. Bu anlamda, hem bir hat›rlatma, hem de bir öneri. Beni s›k›flt›ran, zorlayan ve belki de sergiye kat›lan pek çok kifliyi zorlayan da, Do¤u’nun elinde varolan tek üst-kimli¤in bu olmas›. Onun alt›ndaki kimlikler çok geçici olabiliyor. Fakat, o üst-kimli¤i rasyonel bir tarafa çekmeye çal›flmak elinden ekme¤ini almak gibi de alg›lan›yor. Bu bir handikap. Kat›lan pek çok insana da bu soruyu sorduracak gibi geliyor. Dikbafl: Konu Atatürk olmufl, Churchill olmufl çok fark etmez. Sadece ‹slam dininin
Extramücadele
Hakan Akçura
Mehmet Ali Tükmen
Naz›m Dikbafl
göremiyor, Türkiye 10 sene sonra daha fakir, daha korku dolu bir yer de olabilir, daha zengin, gelece¤ini akl›yla kuran bir ülke de. Hiçbir fley belli de¤il. Önümüzde dört yol var, öyle bir yerdeyiz. Aç›kças›, bizim sergiye, bu okumay› yapan ifller gelmedi. Zengin ülkeler fakir ülkeleri korkular›yla baflbafla b›rakmak istiyorlar ki, korkular›yla fakir kals›nlar. Sergide, Murat Turan’›n “‹kiz Kuleler”i gibi, korkunun evrenselleflti¤ini, Zizek’in deyifliyle “korku toplumu”nun oluflmaya bafllad›¤›n› iflleyen ifller de, Allah korkusu eflittir iktidar korkusuna aç›lan ifller de vard›... Extramücadele: ‹fl istedi¤imiz sanatç›lar son maddeye biraz daha tak›lsalard›, hem hiç korkmadan çok korkutucu ifller üretebilirlerdi, hem de ortaya ç›kan ifllerin yeni bir soluk getirme flans› olurdu. ‹lk defa zenginin elindeki kuklan›n di¤erleri için ne anlam ifade etti¤ini görecektik. Dört bafll›ktan oluflan o metin size neler düflündürdü? Cosentino: Bizim sergi yöntemlerimizle birebir örtüflüyordu. Hafriyat’›n “arada olmak”la ilgili bir hali var, ba¤›ms›z kimli¤inden kaynaklan›yor. ‹slamc› bas›n sergiyi jurnalledi. Korumaya gelen polis soruflturma açma gere¤i duydu. O jurnalledi, o korudu. Tam bizim halimizin özeti. Sergideki
tanr›s› olan Allah’›, ondan duyulan korkuyu düflünmemek laz›m. Burada bir iktidar oda¤› var, ama iktidar oda¤›n›n baflka türlü yans›d›¤›, baflka tonlarda ortaya ç›kt›¤› neresi var onu da görmeye çal›fl›yoruz. ‹nsan›n hissetti¤iyle aras›na baz› kavramlar girdi¤inde yapmas› gereken o kavramlara “acaba” diye sormakt›r. Kendini Müslüman diye tan›ml›yorsun, ama acaba? Türk diye tan›ml›yorsun, ama acaba? Acaba bunlardan fazla bir fley misin? Acaba bunlardan baflka taraflar›n var m›? Bunu sorabilmek çok kuvvetli ve genifl bir yere, bireyli¤i keflfetmeye ve iç dünyaya yap›lacak bir yolculu¤a gidiyor. Zaten sorun da orada ç›k›yor. Bunu tafl›yan ifller en sorunlu ifller oluyor. Allah korkusu ile Atatürk imgesinin hemen yan yana geliflini nas›l aç›kl›yorsunuz? Extramücadele: Ço¤u ulus-devlet böyle kuruluyor. O yüzden, Murat Belge de Kemalizmin bir “ibadet biçimi” oldu¤unu dile getiriyor. Atatürk’ün mezar› çok önemli, yüz binler ziyaret ediyor. Cosentino: ‹ki cenah var siyasî yaflam›m›zda: Biri, Atatürk korkusunu yücelterek kamuoyu oluflturmaya çal›fl›yor, di¤eri, uzun bir dönem, merkeze gelmeden önce, Allah korkusunu yücelterek iktidarda yer tutmaya çal›flt›. ‹kisinin de yöntemi ayn›. Dikbafl: Bize daha yak›n bir örnek vermek
ÜÇ SORUDA “ALLAH KORKUSU”: ÜÇ BABA, SORGULANMAYAN EZBER, EYVAH AB‹M, KORKU DURUfiU, OTOSANSÜR “Allah Korkusu” sergisinin ulaflabildi¤imiz kat›l›mc›lar›na üç soru mail’ledik: “1) Sergi için ça¤r› ald›¤›n›zda nas›l bir zihinsel süreç yaflad›n›z? 2) ‹çinde bulundu¤umuz siyasî, toplumsal atmosferde böyle bir sergiyi nereye oturtuyorsunuz? 3) Bir ‘eylem’ olarak görebilir miyiz bu sergiyi?” Hafriyat’›n ço¤ulcu yap›s›n› ve ortak paydas›n› temsil eden cevaplar ald›k. Murat Turan: 1) “Allah korkusu” kavram› hakk›nda olumsuz düflüncelerim yoktu. Hayalimde yaflatt›¤›m, –muhtemelen gerçekte var olmayan– samimi bir ilahiyatç›, bana bu konuda makul bir aç›klama getirebilir, diye düflünüyordum. Ama böyle bir aç›klamaya acilen ihtiyaç duymuyordum. Psikoloji penceresinden bakt›¤›mda h›zla çocuklu¤uma dönüyordum; üç Baba’ya –Gerçek Baba, Allah Baba ve Ulu Ata’ya– duydu¤um sevginin ne kadar›n›n korkular›mdan devflirilmifl oldu¤unu sorguluyordum. Sonunda Allah korkusundan daha a¤›r bast›¤›na inand›¤›m baz› korkulara yo¤unlaflmaya karar verdim: Fakir olma, çirkin olma, fliflman olma, yafll› olma, “zay›f halka” olma ve piyasadan silinme korkular›... ‹çimize bu korkular› salan kapitalizmdi ve bize güce tap›nmay› emrediyordu. Sat›nalma ayinleriyle, kutsal piyasa dogmalar›yla ça¤›m›z›n en güçlü dini olarak ayakta duruyor-
44
du. “‹kiz Tanr›lar” diye adland›rd›¤›m bir kavram, bana çok ikna edici geldi, afiflimi yaparken bu kavram› takip ettim. 2) Sergi karfl›t iki cenah›n tepki ve tehditlerine hedef oldu. Demek ki, “iki cami aras›nda bînamaz kalanlar” da bu sergide kendilerini ifade etme imkan› bulmufllar. Bu aç›dan sergide yer almay› kendi hesab›ma bir flans olarak de¤erlendiriyorum. 3) Böyle ifade etmeyi tercih etmem. Hafriyat bir soru sordu hepimize, herkes kendi cevab›n› verdi. “Eylem” dedi¤inizde cevab› önden belli olan bir konuda harekete geçildi, gibi alg›lanabiliyor. Hafriyat’›n afifl sergileri kendimizi ifade edebilmemiz için benzersiz bir platform ve öyle de kalmal›. Bu sefer serginin konusu (sordu¤u soru) belki biraz cevaplar›n da önüne geçerek bafll› bafl›na bir eylem gibi alg›land›. Ama unutmamak laz›m ki serginin derinli¤ini cevaplar›n özgünlü¤ü ve çeflitlili¤i belirliyor.
Haluk Tuncay: 1) Sergiden önce bir brief geldi ve o brief’i okuduktan sonra genel olarak “otorite korkusu” üzerine yo¤unlaflt›m. 2) Serginin, bizleri var olan, sorgulanmayan “ezberler”i yeniden gözden geçirmeye yönlendirdi¤ine inan›yorum. 3) Evet az›nl›¤›n ses ç›karmaya çal›flt›¤› bir eylem. Mehmet Ali Türkmen: 1) Kendini korkuyla, tehditle sevdiren hiçbir iliflkiye sa¤l›kl› diyemeyiz, ama kurdu¤umuz ço¤u ba¤lar tümüyle korku üzerinden. Elimize verilmifl bir yol haritas›yla yafl›yoruz, kazara farkl› bir yerde bulsak kendimizi, kaybolmufl hissederiz. Nedense bu ensemizde biri var duygusu bize güven veriyor. Vahflileflmemizi engelleyen ve denetleyen birinin varl›¤› bize huzur veriyor. Ancak görüyoruz ki bunun fazlaca bir faydas› yok, ortal›k kan gölü. O korku bir ifle yaram›yor, çünkü cezaevleri “kader” kurbanlar›yla dolu, hala insanlar üç ayl›k bir ço-
Murat Turan
istiyorum. Geçenlerde Patti Smith konserine gittik, Patti Smith’i hepimiz seviyoruz. Konser bafllad›, biz bir yerden sonra konserden memnun kalmad›k, aram›zda da bunu konufluyoruz. Önümdekiler duyup ters ters bakmaya bafllad›lar. Yani Patti Smith kötü konser veremez. Sen misin laf eden... Dövecek yani. Atatürk meselesi de bu. Patti Smith, Atatürk fark etmez, bu putlaflt›rmakt›r. Patti Smith’i seviyoruz, geldi¤ine de bay›ld›m, gördü¤üme de, ama fikrimi söyleyebilmeliyim, do¤ruyum, yanl›fl›m, fark etmez. ‹nsanlardan ifl isterken, bir eleme sürecinden de geçirmeyece¤inizi bilerek, cüretkâr davranm›fl olmuyor musunuz? Bu yöntem nas›l sonuçlar do¤urdu? Hafriyat ad›na ince ayarlar yapmak zorunda kald›n›z m›, ödün verdiniz mi? Extramücadele: ‹lk sergide eleme yapmad›k, herkesin iflini koyduk. Bu sergide, “duvarlar”› keflfettik. “fiu afifl iyi, bu kötü” gibi de¤il ama, “bu afifli sergileyemeyiz” diye eledi¤imiz afifller oldu. Baz›lar› çok iyiydi, fikir denemeleri, yeni aç›l›m› olan ifllerdi. Biz bunlar› eledik. Mesela? Extramücadele: Nietzsche’nin “Cennette hiçbir zaman ilginç insanlar› bulamazs›n›z” cümlesi. Tasar›mc› buna ne eklemifl? Sürgit bir yaz›, sa¤dan soldan blok: 70-80 yazar, filozof, flark›c›, flair isimleri... Toplumlar› dönüfltürmüfl, isyankâr insanlar. Tanr› fikrine karfl› ç›km›fl herkes var. Bu yaz›larda öyle bir k›rm›z› beyaz dengesi de tutturmufl ki, bakt›¤›n›zda Nietzsche’nin laf› ortaya ç›k›yor. Nefis ifl. Hemen eledik. Neden? Extramücadele: Kendi ya¤›yla kavrulan bir grubuz. Vakit’te ç›kan haberlerle mekân›n tehdit edildi¤ini, hedef gösterildi¤ini düflünüyoruz. Bu gazetenin daha önce, örne¤in Malatya’da katledilen misyonerler hadisesinde oldu¤u gibi, iflaret etti¤i hedeflerin ak›betini de gördük. Bizim güvenlik görevlimiz, detektörümüz, kameralar›m›z yok. Kap›y› aç›yorsun, giriyorsun. Oradaki insanlar›n bafl›na bir fley gelse, sergiyi yapman›n anlam› kalm›yor. Söylemekten utanm›yorum, elediklerimiz var. Bundan sonra da herhalde netameli
konular ifllenecek Hafriyat’ta. ‹lerideki sergilerde, Vakit olmaz da Hürriyet olur, Ortado¤u olur... Extramücadele: Art›k flu ö¤renildi: Bir tafl›n bile belle¤i var, kaydediyor. Madde her fleyi kaydediyor. A¤açlara afl› yaparlar, kesersin, budars›n, gürleflir. Ben bunu böyle okumak istiyorum. 301 gibi, özgürlü¤ün önünde tehdit oluflturan kanunlara karfl›, onlar› “bofla ç›karan” stratejiler gelifltirilebilir mi? Bu tür yöntemler aramay› anlaml› buluyor musunuz? Cosentino: Bir arkadafl›m›z isimlerimizi yazmayal›m dedi. “‹smimi yazmayacaksan›z, bu sergiye kat›lmam,” diyen arkadafl›m›z da ç›kt›. Bu bizi sevindiren de bir fley, sergiledi¤imiz her ifli savunabilecek durumday›z. Aç›l›fl günü, polis kimlik bilgileri toplad›. Danimarka’daki karikatür krizi gibi bir fley oluflturmayal›m derken, Vakit’in haberiyle beraber, rejimle ilgili bambaflka bir taraftan korkularla karfl› karfl›ya kald›k. Arkadafllar›m›z, 301’i de, suskunlu¤u da, suskunlukla ilgili sorunu da iflin içine katarak olgunlukla karfl›lad›. Sergi karar›n› verirken, böyle bir fleyi gö¤üslemifltik. ‹nsanlar cesaretle kendi ifllerinin arkas›nda durmak istiyorlar. Vakit’in haberi sizi nas›l etkiledi? Cosentino: Yalan ifadelerle dolu bir haberdi. Vakit’in sab›kalar› biliniyor. Serginin s›rf ad›ndan dolay›, bas›n bültenini dahi okumadan, bask› alt›na almak için oluflturulmufl bir haberdi. Buna karfl› bir cevap haz›rlayarak bu duyguyu üzerimizden atmaya çal›flt›k. Taviz vermemek konusunda hemfikirdik. Ortak bir ak›l yürüttük. Ne kararlar ald›n›z? Cosentino: Bir ifli sergilerken ne tür bir kritere baflvurmal›y›z diye düflündük. fiuna karar verdik, bu sergide yaln›z Allah’a de¤il, sana bana hakaret içeren bir ifli de asla sergilemeyiz. Akagündüz: Hafriyat’› tarif ederken, “yeni yaflam alanlar› yaratmak”tan söz ediyorduk. Çeflitli Sanatlar Alemi’ni açmadan önceki sergilerimizde, mekân ifle göre belirleniyordu, sonra sergiyi aç›yorduk. “Yeni ya-
cu¤a annesinin nezaretinde tecavüz ediyor veya insani yard›m örgütü elemanlar› yard›m için geldikleri o Afrikal› çocuklar›, olmad› dalaklar›n› böbreklerini satabiliyor. Sonuçta bu zihinsel sureçte epeyce dolan›p karard›ktan sonra “izlenme” ve sonra da beni tutan, vahflileflmemi engelleyen ve de s›k› s›k›ya ba¤land›¤›m “vicdan”a çal›flt›m. 2) Kutsal kitap da “öldürme, komflun açken tok yatma...” diyen bir inanç sistemi veya “Nutuk”ta “her fert istedi¤ini düflünmek, istedi¤ine inanmak, kendine mahsus siyasi bir fikre sahip olmak, seçti¤i bir dinin icaplar›n› yapmak veya yapmamak hak ve hürriyetine sahiptir. Kimsenin fikrine ve vicdan›na hakim olunamaz” diyen bir düflünce de dinlemeye de¤er, ama tehditle, korkuyla degil. O nedenle “eyvah abim” korkusuna kap›lmadan yap›lan bu tür egzersizler çok onemli. 3) Egzersiz demeyi tercih ederim. Bülent Erkmen: 1) “Allah korkusunu” anlamaya çal›flt›m. Bilinmeyene karfl› bir “durufl” olarak gördüm. Benim için bu “durufl” herkes için geçerli, her din, her inan›fl için geçerli. Bu “korku” duruflu “Allah” için de geçerli “Tanr›” için de geçerli, bir “ki-
Güçlüyü seven ikiz tanr›lar›n ad›yla. fiüphesiz en güçlüdür onlar. Gazaplar› zay›f›n üzerine olsun. De ki; hiç güçlüyle zay›f bir olur mu? ‹kiz Kitap, Zay›f Halka Suresi’nden
fli” için de geçerli. Bilinmeyen ya da çok bilinmekten dolay› bilinmez hale gelene karfl› bir “korku duruflu” bu. Üstte, büyük, soyut ve “koyu” bir tafl kütlesinin gerçekli¤i ile ona bakan renkli bir göz foto¤raf›n›n gerçekçili¤i aras›ndaki iliflkide kurdum bu “duruflu”. 2) ‹smi “Allah korkusu” olan, tan›t›m afiflinde bu ismin (gereksiz ve yanl›fl buldu¤um) “Osmanl›ca”s› da yaz›l› sergiyi, Vakit gazetesinin ön yarg›l› korkusu ile, “devlet””in Atatürk’lü afifllere karfl› gösterdi¤i ön yarg›l› korkusu aras›nda kalan, oldukça s›k›fl›k bir yere oturtuyorum. 3) Hay›r, kesinlikle bir “eylem” olarak görmüyorum. Bu sergiyi Hafriyat Grubunun küratorial bir çal›flmas› olarak görmek gerekir. Bu çal›flmaya tasar›mc›lar/sanatç›lar, küratorial düflünce önerisini yorumlayarak kendilerinden istenen bir (ya da birkaç) afiflle kat›lm›fllard›r. Hepsi bu. Bu sergi de¤il de, bu sergiyi böyle “s›k›flt›ranlar”›n yapt›klar› bir “eylem” olarak ifade edilebilir mi acaba? Aybeniz Esen: 1) Görsel bir iflin kendini ifade edifli de ad› üstünde ‘görsel’ oldu¤u için, “bunu yaparken flunlar› bunlar› düflündüm, sonra böyle ifade et-
flam alanlar› yaratma” fikri bizi bir mekân kurmaya do¤ru itiyordu. Karaköy’de bunu hayata geçirdik. Karaköy’ün yap›s› ve kan›ksanm›fl sanat alanlar›na mesafesi bizim için son derece cazip bir ortam yaratt›. Seçim Afiflleri sergisiyle, Hafriyat bir kamusal alana dönüfltü, pek çok kifli kat›ld›. Bu sergi baflka sorumluluklar› da akla getirdi. Bir arkadafl›m›z iflini geri çekme ihtiyac› duydu. Bunu ifliten bir arkadafl›m›z, konu çok s›cakken, “o kiflinin ad›n›n yerine, bu sorumlulu¤u alacak baflka birinin ad›n› yazal›m, mesela ben olabilirim,” deyiverdi. Baflka bir sergimizi büyük bir kalabal›¤›n imza att›¤› bir yap›ya dönüfltürmek mümkün olabilir. Dikbafl: Türkiye siyasî olarak gergin bir yer oldu¤u için, her fley gelip siyasete çekiliyor. Her fley merkezî siyasî ortamda konuflulur gibi konufluluyor. Hafriyat’›n kap›s›nda “Çeflitli Sanatlar Alemi” yaz›yor. Esas problemimiz -problem burada sorun anlam›nda de¤il- sanat. Sanatsal yarat›c›l›kla ilgileniyoruz, bu konular› bu çerçevede belirliyoruz. Konunun tabii ki politikayla, ahlâkla, ekonomiyle akrabal›¤› var; ama Hafriyat, üç ana düzlem, bilim, felsefe ve sanat aras›nda sanatla ilgili bir düzlemdir. Furni: Sanatta izleyici ve izlenilen var. Biz izleyicimizle tan›fl›yoruz. Bu sergide bizi korkutan, bu alan›n d›fl›ndan bize farkl› bir bak›fl›n varl›¤›n› iyice görememiz oldu. Biz bu bak›flla ilk kez karfl›laflt›k. Çünkü orada baflka bir yorum var. Bu korunakl› alan›n d›fl›nda baflka bir fleyle karfl›laflt›k. Hedef gösterildikten sonra, nas›l önlemler ald›n›z? Extramücadele: Özel bir güvenlik flirketiyle anlaflt›k. Böyle durumlarda özel güvenli¤in yetmeyece¤ini söylediler. Biz de polise baflvurduk. Polis geldi, küratör gibi mekân› gezdi. ‹flleri tek tek anlatt›m. Her fleyden flüphe duydular, bir fley yakalamak zorunda hissettiler kendilerini. Atatürk’ün namaz k›larken görünmesi suç olabilir mi? Özel güvenlik flirketiyle çal›flmaya nas›l karar verdiniz? Dikbafl: ‹nsan onlar olaya nas›l bakacak diye düflünüyor, ama son derece profesyoneldiler. ‹ki güvenlik flirketiyle görüfltük, biri bizi reddetti, risk almak istemedi. Biz kendi ya¤›m›zla kavruluyoruz, sponsorlukla
tim” demek, biraz iflin ruhuna ihanet gibi gelir bana. ‹çerik olarak sergi konusunun hasasiyet gerektirdi¤ini düflündüm. Bu yüzden en basit, grafik anlat›ml›, piktogramvari imgelerin duruma daha uygun düflece¤ine karar verdim. Neticede :) gülümseyen bir yüzdür pis pis s›r›t›yor bana diye düflünmezsiniz, ya da bu kad›n, bu erkek, Alman, Arap diye düflünmezsiniz. Mesaj daha az dolambaçl› bir yoldan ulafl›yor. Olas› fikirler aras›nda eleme yaparken tabii ki konunun hasasiyeti yüzünden otosansür uygulad›m. 2) Baz› konular, baz› bak›fl aç›lar›ndan ele al›nd›¤›nda gerilim t›rman›yor. fiahsi fikrim, tabu olan konular›n ele al›n›p ortaya konulmas›n›n ve farkl› görüfllerdeki kifliler taraf›ndan hoflgörü içinde tart›fl›labilmesinin toplum için sa¤l›kl› oldu¤u yönünde. Ne yazik ki bu hoflgörü ortam› her zaman oluflmayabiliyor. Fakat bir yerden de bafllamak gerekiyor. Sergiyi cesaretli buluyorum hem de bu yolda bir ad›m att›¤›n› düflünüyorum. 3) Sadece bu sergi de¤il her sergi bir eylem. Kimi politik kimi entellektüel eylemler. Kamu oyuna aç›k yap›lan her ifl zaten kendi do¤as›nda eylemsellik bar›nd›r›yor.
45
Söylefli: Ayflegül O¤uz - Ulus Atayurt
46
Didier Fiuza Faustino’nun “Kay›p Hayaller” i ‹KSV ile AKM aras›nda gerilime neden oldu.
‹STANBUL B‹ENAL‹’N‹ ELEfiT‹RD‹⁄‹ ‹DEOLOJ‹N‹N AYNASINDA GÖRMEK
Aman Atatürk büstünün önü kapanmas›n 4 Kas›m’da sona eren 10. Uluslararas› ‹stanbul Bienali’ne damgas›n› vuran “Ulu Önder” oldu. Kemalizme “dil uzatan” Hou Hanru’ya (“küratör bozuntusu”) haddi bildirildi ve bir irade enstalasyonu sergilendi. Dikkat çeken baflka hadiseler de vard› tabii... afll›¤› “‹mkâns›z De¤il Üstelik Gerekli: Küresel Savafl Ça¤›nda ‹yimserlik” olan 10. ‹stanbul Bienali’nin kavramsal çerçevesinin, önceki bienal deneyimlerinden farkl› olarak, epey fliddetli elefltirildi¤ine tan›k olduk. Elefltirildi derken, do¤ru bir fiiliyat› imledi¤imden flüpheliyim. Çünkü küratör Hou Hanru Türkiye’nin modernleflme sürecinde önemli bir yere koydu¤unu belirtti¤i bienal ile kafa aç›c›, sanatsal önerilerde bulunmak isterken, akademik oldu¤unu iddia eden bir fakültenin hayli muhafazakâr ve uzlaflmay› reddeden refleksiyle karfl›laflt›. Hay›r, rektörler soka¤a dökülüp olas› yeni bir Kuzey Irak Operasyonu’na desteklerini hayk›rmad›lar; sadece “vakur” bir dekan ve birtak›m akademisyen gözlerimizi yaflartan bir irade enstalasyonu (yerlefltirmesi) sergileyerek küratörü k›nayan bildirilerini dolafl›ma soktular. Peki ne demiflti Hou Hanru da, Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Dekan› Prof. Dr. Nazan Erkmen nezdinde haddini bilmesi gereken “yabanc›” bir küratör bozuntusuna indirgenmiflti? “Büyük oranda Bat›l›laflma yönünde bir ideolojik tercihin etkisiyle flekillenen laik, milliyetçi ve modernleflmifl bir ulus-devlet oluflturma yolundaki Kemalist proje, görece baflar›l› bir macera oldu. Ancak birçok benzer vakada oldu¤u gibi, bu proje de temelde eski bir imparatorluk parçalan›rken toplumsal elitin bir kesimi taraf›ndan güç kullan›larak yarat›lm›fl ve uygulanm›flt›. Proje, tepeden inme zorla modernleflme modelinin tipik bir örne¤i.”1 Küratör bu diyarlar› anlamak u¤runa belki de o dekan›n yapmad›¤› kadar okuma yapm›fl, makul ç›kar›mlarla en iyi ihtimalle Türk Modernleflme süreci etraf›nda biraz zihin egzersizini amaçlam›flt›. Yaln›z bu sözler, koskoca bir üniversitenin güzel sanatlar fakülte-
B
Küratör, sanatç› ve AKM müdürü aras›nda var›lan mutabakat sonucu, “Kay›p Hayaller”in boyu Atatürk büstünün görülebilece¤i bir seviyeye indirildi. Yerlefltirmenin yan yüzeylerinde “Avrupa” yaz›s›n›n olmas› ve iflin bir Pandora kutusu metaforu oldu¤unu düflündü¤ümüzde ise mevzu matrak bir hal al›yor.
si dekan›n›n fakülteye ba¤l› 131 ö¤retim üyesi ad›na imzalamakta beis görmedi¤i bir koçaklama yaratmas› için yeterli motivasyonu sa¤lad›. Tart›flma zeminini yok eden bu üstten bildirir tav›r, kavramsal çerçevenin düflündürdüklerini has›ralt› etmek istedi. Dekan, metinde elefltirilen devlet ideolojisini cengâverce savunurken sanat› da devlet ideolojisinin at›l bir uzant›s›na indirgedi: “Kemalist projenin ‘tepeden inme bir dayatma’, Mustafa Kemal Atatürk'ün ‘anti hümanist’ olarak suçlanmas›, bilgisizli¤i aflan kas›tl› bir ifade olarak öne ç›kmaktad›r. Son derece hassas zamanlar yaflayan Türkiye'de ‹stanbul Bienali küratörünün bu konuda daha duyarl› olmas›n› ve Atatürk'ün 'Sanatkâr cemiyette uzun cehid ve gayretlerden sonra aln›nda ›fl›¤› ilk hisseden insand›r' sözündeki gibi, ancak bu duyarl›l›¤› tafl›yanlar›n 'sanatç›' denmeye lây›k olabilece¤ini hat›rlat›yoruz.”
Hocalar›n sessizli¤i Neresinden tutsan›z elinizde kalan bu söylem beraberinde s›n›rl› bir tepkisellik de do¤urdu. S›n›rl› demek yanl›fl olmaz herhalde, çünkü üzerinde durulmas› epey önemli olan bir nokta var; o da bildiriden haberdar edilmemifl olmalar›na ra¤men bildiriye topyekün kefil olacaklar› öngörülmüfl 131 ö¤retim üyesinin birço¤unun sessiz kalmakta diretmesi… Elbette o fakültede faaliyet gösteren her ö¤retim üyesi say›n dekanla ayn› görüflte de¤ildir, ancak, küratörü hizaya davet eden bu k›nama bildirisinin alt›nda isimlerinin geçmesi bile onlar› bir irade örgütlemeye ça¤›rm›yorsa, bunun malûm nedenlerini ister sanatç› ister s›radan vatandafl olal›m aç›klamak zorunday›z. Kuflkusuz bu bildiri etraf›nda vücut bulan o meflum zihniyeti, bu topraklarda s›kl›kla tekrar ediflinden tan›yoruz. Teflhis etti¤imiz anda da
Foto¤raflar: Serkan Taycan
ilgili kollar›m›z bile çok uza¤a gidemiyor. Efl dost, bar, restoran, gece kulübü sponsorlu¤uyla ilerleyen bir grubuz. Bu düzeyde profesyonel, paral› bir ifl yapt›rmak bizim do¤am›za da biraz yabanc› geldi. Extramücadele: Bundan sonra belki de hep olacak özel güvenlik. Akagündüz: Özel güvenlikten ziyade, polis teflkilat›ndan güvenlik tedarik etmenin, kendi ad›ma, çok a¤›r bir durum oldu¤unu düflünüyorum. Vakit’in haberinden sonra, hukuksal bir sürece ihtiyaç duyduk. Fakat böyle bir fleye kalk›flt›¤›n›zda, güvenlik birimleri haberdar oluyor ve sorumluluk al›yorlar. Böyle bir fley talep edince, polisin orada alaca¤› önlem nedir? Üç-befl polis gelir, de¤il mi? Ancak ne oldu? Önce, üç polis geliyor, ard›ndan 10... Vakit dolay›s›yla yaflad›¤›m›z korku, baflka bir korkuya dönüflüyor. Kendi kendimizi ihbar etmifl olduk. Emniyet güçlerinin güvenlik konusunda yaratt›¤› durum, ne kadar ciddi bir fleyle karfl› karfl›ya oldu¤umuzu gösteriyor. Yapt›¤›m›z fleyin ne oldu¤unu bir kez daha hat›rlatt› bu “güvenlik önlemi”. Atatürk ve cumhuriyet söz konusu olunca, en ummad›¤›n›z kifliler ve kurumlar bile flirazeyi kaç›r›yor. Marmara Üniversitesi ö¤retim üyelerinin Bienal küratörü Hou Hanru hakk›ndaki tahammülsüz ve suçlay›c› bildirisi gibi... Cosentino: Sanki bizim böyle bir iç tart›flmam›z yokmufl gibi aksettirildi bas›nda. Sanki cumhuriyetin kurgusu 70 y›ld›r bizim sorunsal›m›z de¤ilmifl gibi; sanki burada müzik yasaklanmam›fl, ressamlara siparifl üzerine resim yapt›r›lmam›fl, Akademi d›fl›nda kalanlara bask› yap›lmam›fl gibi... Sanki d›flar›dan gelip bize bu sorunlar› pompal›yormufl gibi göstermeye çal›flt›lar. Türk ayd›n› genel olarak çözemedi¤i konular› d›flar›ya havale etmeye endeksli. Hou Hanru’nun yazd›¤› metin bizim birebir yaflad›¤›m›z bir soruna iflaret ediyordu. Bugün bütün okullar kendi pisliklerini örterek ayaktalar. Özellikle 80’den sonra bu ayyuka ç›kt›. Kol k›r›l›r yen içinde kal›r, her kararnameyi imzalar ö¤retim görevlileri. Maafllar›n› al›rlar, yerleflik olan hiçbir düflünceyle de sorunlar› yoktur. Bu yüzden sivilleflme tam da tan›mlayamad›klar› bir fley. Sadece üniversiteler de¤il, sanat ortam› içinde kurum d›fl› olup da sivil olmad›¤›n› fark etmeyen o kadar çok sanatç› var ki. Asl›nda, bir kurumu temsil etmiyor, ç›plak vaziyette, her düflünceyi söyleyecek durumda, buna ra¤men kendi kendisini ba¤lam›fl durumda. Dikbafl: O ba¤lar›n gevfledi¤ini düflünüyorum. “Marmara Üniversitesi ö¤retim üyelerinin ortak aç›klamas›d›r, alt›nda onca imza var” demelerindeki tedirginlikte, galiba “korunaklar›m›z› kaybediyoruz” hissi var. Bugün muhafazakâr görünüyorlar, yak›nda çok daha muhafazakâr, hatta arkaik gözükecekler. Hanru’nun sözlerinin tart›flmas› ayr›, ama Marmara Üniversitesi’nin yaklafl›m›, onlar›n sevmedi¤i lafla söyleyeyim, gericidir. Ciddiye al›nacaklar›n› düflündüler belki, ama ancak bir günlük haber oldular. Sizde nas›l bir Atatürk imgesi vard›/var? Extramücadele:Çocuklu¤umun büyük kahraman›. Akagündüz: Ata iflte! Cosentino: En büyük Türk!
dilsizlefliyoruz. Bu zihniyet o kadar muktedir ki, kendisine yönelen elefltiriyi an›nda yads›yor ve hatta elefltiren özneyi süreklilik gösteren bir tahakkümle nesnesi k›l›veriyor. O üniversitenin ö¤retim üyeleri sessizliklerini bozmazken ö¤rencilerin de sesini ç›kartmaya cesaret edemiyor oluflu bu yüzden olsa gerek. Belki yine tam da bu yüzden, Hou Hanru’nun bizi ne kadar do¤ru bir yerden tart›flmaya ça¤›rd›¤›n› görmemiz gerekiyor. Çok aç›k ki, Türkiye’nin modernleflme tarihini hâlâ yeterli düzeyde tart›flam›yoruz. Modernleflme sürecinde etkin ifllevi olan kurumlar da bu ataletimizden nasibini al›yor ve yöneltilen elefltirileri do¤ru düzgün sindiremiyor. Oysa nitelikli bir Bienal elefltirisini mümkün k›labilmek için bu önemli eksikli¤i görebilmemiz gerekiyor. Hatta bu sindirilmiflli¤in üniversitelerde oldu¤u kadar Bienalin örgütlenifl sürecinde tezahür edip etmedi¤ini sorgulamak gerek. Bienali örgütleyen baflat kurum olarak ‹stanbul Kültür ve Sanat Vakf›, bir sabah ans›z›n gelen bu bildiri ard›ndan, “Demokrasinin baflta gelen ilkelerinden biri düflüncelerin, bulufllar›n önyarg›s›z ve özgürce tart›fl›lmas›d›r. Bu ilkenin birer bilim kurumu olan üniversitelerimizce büyük bir duyarl›l›kla izlenmesi gerekti¤ine inan›yoruz. Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Dekan› Say›n Nazan Erkmen’den siyasal yaklafl›mlardan önce Bienal'e sanatsal aç›dan bakmas› ve bu konuda elefltirilerde bulunmas›n› beklerdik”2 aç›klamas›yla üzerine düflen sorumlulu¤u yerine getirmifl görünüyor. Bu sorumluluk ifa edildi, saflar çizildi ve Türkiye’de sanat tarihini yazanlar bahsi geçen aktörlerin yukar›daki cümlelerini kay›t alt›na alacaklar. Belki bienalin kurulum aflamas›nda ve sergilerin aç›k kald›¤› süre boyunca yaflanan baz› anekdotlar hiç görülmeyebilir; çünkü bu bilgiler dolafl›mda de¤il; ama bu bilgiler de elbet iffla edilebilir. Say›n Nazan Erkmen’in siyasal yaklafl›mlar›n› k›nayan ve onu sanat›n özgür elefltirisine davet eden ‹KSV’nin çizmeye çal›flt›¤› tutarl› tavr›n samimiyeti de ancak bienalin içerisinden yaflanm›fll›klar›n aktar›m› ile sorgulanabilir.
“Kay›p Hayaller” hadisesi ‹flte bu noktada, Bienalin elefltirisi de mümkün oluyor. Sanatç› asistan› olarak dahil oldu¤um Bienal sürecinde tan›kl›k etti¤im baz› vukuatlar bu ihtimali karfl›layabilecek cinsten. Mesela sergi mekânlar›ndan AKM’de Didier Fiuza Faustino isimli sanatç›n›n “Kay›p Hayaller” isimli ifli yerlefltirilirken, eserin mekânda bulunan bir Atatürk büstünü kapatmas› ve bundan ötürü Bienal yönetimi ile AKM yöneticisi aras›nda ç›kan gerilim, nas›l bir uzlaflma sa¤land›¤›na bak›nca, manidar oluyor. Küratör, sanatç› ve müdür aras›nda var›lan mutabakat sonucu, eserin boyunun Atatürk büstünün görülebilece¤i bir seviyeye indirilmesi, kavramsal çerçevenin elefltirdi¤i o tepeden inmeci zihniyetle bafla ç›kmakta ne kadar zorland›¤›n› gösteriyor. Yerlefltirmenin yan yüzeylerinde “Avrupa” yaz›s›n›n olmas› ve iflin bir Pandora kutusu metaforu oldu¤unu düflündü¤ümüzde ise mevzu matrak bir hal al›yor. Sanki, AB Müktesebat› da arada boyunun ölçüsünü al›yor. Zira 1931’de kabul edilen bir kanunla “uluslararas› ölçüleri” kullanmaya bafllayan bir ülkede yafl›yoruz. “Projenin, Bienali gerçek kentsel yaflam›n titreflimiyle birlefltirme mant›¤›n› benimsedi¤ini” iddia eden kavramsal metinde,
Üzerinde durulmas› epey önemli bir nokta var: Küratörü k›nayan bildiriden haberdar edilmemelerine ra¤men bildiriye topyekün kefil olacaklar› öngörülmüfl 131 ö¤retim üyesinin birço¤unun sessiz kalmakta diretmesi…
“mekân seçimi ile mekânlardaki eylem ve sunumlar›n biçimine, sanatç›lar ve di¤er kat›l›mc›lar aras›ndaki diyalog ve iflbirli¤ine, mekânlara yap›lan müdahale ve dönüfltürmelerin tasar›m ve uygulamalar›na ve iletiflim stratejilerinin belirlenmesine dair uzun ve dolambaçl› bir süreç”3 oldu¤u söyleniyor. Belki tüm bu sihirli sözler AKM’deki iflin boyu k›salt›l›rken de hesaba kat›ld›, en makul ve ç›kar yol arand›; ama bu temiz yöntem bile sanatsal ifllerin sergilenmesi için tahsis edilen bir mekânda Kemalist nazlar karfl›s›nda verilen tavizleri aklam›yor. Bahsi geçen olay bu kez küratörün Bienale biçti¤i “yenilikçi müdahale güçler arac›l›¤›yla kültürel ve toplumsal de¤iflikliklere önayak olmada –bir tür flehir gerillas›–”4 rolüyle çelifliyor. Belki tam da bu yüzden Hou Hanru’nun oldu¤u kadar, ‹KSV’nin de elefltirilen zihniyet karfl›s›nda elinin kolunun ne kadar ba¤l› oldu¤u ortaya ç›k›yor. Bir eserin boyu, bir Atatürk büstünün cepheden görülebilirli¤ini k›s›tlad›¤› için k›salt›labiliyor. Bunlara, Aksanat’ta 10 Ekim’de gerçekleflen “‹stanbul Bienalleri” bafll›kl›, bienalleri masaya yat›ran etkinlikte sanat elefltirmeni Stephen Wright’›n de¤indi¤i elefltirileri de eklenebilir. Wright, son bienalin kavramsal çerçevesiyle ifllerin uyumu aç›s›ndan baflar›s›z oldu¤unu ve mekânlar›n çerçeve ifllevi görmesi gerekirken, ifllerin yerlefltirildikleri mekân›n mimarî ifllevini aç›klama çabas›na giriflti¤ini söylüyor. Yani AKM özelinde k›salt›lan veya mekân müdürü izin vermedi¤i için daralt›l›p, revize edilmek zorunda b›rak›lan projelerin (Bkz: Çeviri Üzerine Saydaml›k, Aleksander Komarov) AKM’nin mimarî ifllevine uyumlu hale getirildi¤ini söyleyebiliriz. “AKM, Atatürk’ün kavray›fl› ve siyasî gücünün rehberli¤inde laik, ilerici ve modern bir ulus-devletin simgesi.”5 En son bienalin örgütlenifli üzerinden birtak›m elefltirilere yer vermek gerekiyor. ‹stanbul Bienali’nin ça¤dafl sergileme tekniklerini kullanmas›, estetik bir rejim de¤iflikli¤ini imlemesi ve ulus temelli olmayan bir bienal modeli önermesi aç›s›ndan Türkiye özelinde
modernizmin örgütleniflinde belirli bir ifllev yüklendi¤i aflikâr. Hou Hanru’nun da belirtti¤i üzere, “ça¤dafl sanat, modernleflmenin ve modernli¤in ürünü.”6 Dolay›s›yla, ‹stanbul Bienali modernli¤in sonucu olan bir sanat› nesnesi k›ld›¤›ndan, ilkesel olarak modernli¤i d›fllayamaz; ancak nas›l bir modernlikler bütünü önerdi¤i üzerinden de¤erlendirilebilir. Yine Hanru’ya dönersek “devlet merkezli modernleflme modellerinin çöküflünü modernli¤in çöküflüyle denk görmek tarihi s›n›rlay›c› bir mercekten okudu¤umuz anlam›na geliyor.” Hatta “çeflitli modernleflme projelerinin ve modernliklerin olumlu taraflar›n› savunmak ve iyilefltirmek do¤as› gere¤i iyimser bir u¤rafl.”7 Bu ba¤lamda, bienal modernli¤in özgürlefltirici ve muktedir k›lan dinamiklerini ödünç al›yor mu? Bu soru etraf›nda biraz kafa yorunca, ‹KSV’nin 10 Ekim’de Aksanat’ta yapt›¤› kurumsal sunum iyi bir referans noktas› olarak ortaya ç›k›yor. Orada, her bienal döneminde maddî ve fiziksel yetersizlikler yüzünden çok yo¤un ve meflakkatli bir süreçten geçtiklerini iddia eden bir bienal yönetimi vard›. Zeynep Yasa Yaman ayn› gün içerisinde, bienalin olumsuzluklar›n›n bu türden bahanelere dayand›r›lmas› üzerine elefltirel bir tav›r tak›nd› ve bu tav›r da ihtiyaç duydu¤umuz elefltiri yöntemi olabilir. Yaman, bienalin kurumsal kimli¤inin, böylesi aç›klamalarla, ça¤dafl bir imgeyle ba¤daflmad›¤› anlam›na gelecek bir elefltiri yöneltti. Bienal çal›flanlar›na sunulan örgütlenifl biçimi ve üzerlerine y›k›lan ifl yükü aç›s›ndan da ayn› elefltirilerin geçerlili¤ini korudu¤unu yineleyebiliriz. Y›¤›nla sponsora ra¤men (bkz: 10 y›ll›k sponsor Koç Holding) her türlü ifl yükünün alt›ndan kalkan çal›flanlar›na ödemeler konusunda epey adaletsiz davranan bir bienal yönetimiyle karfl› karfl›ya oldu¤umuzu söyledi¤imizde ise tablo biraz daha netleflecektir. Kalitesiz yemek, tan›m› olmayan bir ifl yükü ve sözleflmesiz çal›flma koflullar› durumu daha da vahim k›l›yor. Yani bienal modernleflmenin miras›n› tafl›rken, sanatsal üretim içerisinde emek sarfeden çal›flanlar›na gayet ça¤d›fl› koflullar dayat›yor. Bu koflullar, tepeden inme bir moderni10. ‹stanbul Bienali’nin zasyonun toplumsal hayat› flekillenküratörü Hou Hanru dirdi¤i ülkemizde herhangi bir devlet dairesinde bile daha moderndir, diyebiliriz. Son tahlilde kent için yeni bir gerçekçili¤in ancak sanatç›lar›n, küratör ekiplerinin, yap›m ekiplerinin, organizatörlerin, sponsorlar›n ve en önemlisi halk›n katk›s›yla üretilebilece¤ini görebilen ‹stanbul Bienali’nin bu katk›dan ne anlad›¤›n› analiz etmek önemli. O yüzden diyebiliriz ki, egemen elitlerin tepeden dayatt›¤› bir model olarak modernizmin sorgulanabilirli¤ine s›rt›n› yaslayan kavramsal bir çerçeve çizen ‹stanbul Bienali, s›ra iflleyifle ve yönetime geldi¤inde birçok aç›dan elefltirdi¤i ideolojinin hatalar›n› benimseyebiliyor. Aykan Safo¤lu
1) Hanru, Hou; ‹mkans›z De¤il, Üstelik Gerekli: Küresel Savafl Ça¤›nda ‹yimserlik, 10. Uluslararas› ‹stanbul Bienali Katalo¤u 2) ‹KSV’nin 26.09.2007 tarihli aç›klamas› 3) Hanru, Hou, ‹mkans›z De¤il, Üstelik Gerekli: Küresel Savafl Ça¤›nda ‹yimserlik, 10. Uluslararas› ‹stanbul Bienali Katalo¤u 4) Hanru, Hou, ‹mkans›z De¤il, Üstelik Gerekli: Küresel Savafl Ça¤›nda ‹yimserlik; 10. Uluslarara-
s› ‹stanbul Bienali Katalo¤u 5) http://www.iksv.org/bienal10/detail 6) Hanru, Hou, ‹mkans›z De¤il, Üstelik Gerekli: Küresel Savafl Ça¤›nda ‹yimserlik; 10. Uluslararas› ‹stanbul Bienali Katalo¤u 7) Hanru, Hou, ‹mkans›z De¤il, Üstelik Gerekli: Küresel Savafl Ça¤›nda ‹yimserlik; 10. Uluslararas› ‹stanbul Bienali Katalo¤u
47
“Auschwitz flehriniz, f›r›nlar eviniz”
Git art›k Hakan 15 y›ld›r Galatasaray’›n her hücresine –maalesef- ifllemifl bir isim Hakan fiükür. En az futbolu kadar, Fethullahç› olmas›, mafya babas› Sedat Peker’e “a¤abey” deyip sayg›da kusur etmemesi gibi lüzumsuzluklar› da çok konuflulan Hakan’›n en büyük özelli¤i büyük kulisçi olmas›. Zaten Galatasaray’›n son haftalardaki düflüflünün sebeplerinden biri de, teknik direktör Feldkamp’la aras› bozuk olan Hakan’›n, hocan›n ipini çekmek için tak›mda huzursuzluk ç›karmas›. Bugüne kadar Galatasarayl› çok say›da futbolcu Hakan fiükür’ün kulisleri sonucu tak›mdan gönderildi. Baz›lar›n›n dinî konularda Hakan’la yaflad›¤› anlaflmazl›klar nedeniyle, baz›lar›n›n da Hakan’a ya da tak›mdaki di¤er Fethullahç› futbolculara rakip olduklar› gerekçesiyle ayaklar›n›n kayd›r›ld›¤› iddia edildi. Ümit Karan da Hakan taraf›ndan “Almanya’da yetiflen baz› arkadafllar gece hayatlar›na dikkat etmiyor, içki içiyorlar’’ diye suçlanm›fl ve akabinde kendini Ankaraspor’da kiral›k olarak bulmufltu. Hakan’a dayanamay›p Galatasaray’dan gidenlerin listesi epey uzun: Saunders, Kubilay, Saffet, Knup, Ilie, Murat Sözkesen, Baliç, Lutu, Lukunku, Mustafa Kocabey…. Gazetelere bak›l›rsa, Hakan sezon sonunda ABD’de Beckham’›n da oynad›¤› Galaxy’ye transfer olacakm›fl. Galatasaray’›n Hakan’dan kurtulacak olmas›n›n ihtimali bile kula¤a ne kadar hofl geliyor. Hakan fiükür’ü ABD uça¤›n›n merdivenlerinde gördü¤ümüz gün, biz Galatasarayl›lar›n bayram günü olacak. Alaz Kuseyri
11 Kas›m’da Juventus-Lazio maç›ndan sonra ç›kan olaylar s›ras›nda bir kiflinin polis taraf›ndan öldürülmesiyle gündeme gelen Lazio taraftarlar›, tak›mlar›n›n isminin önünde yer alan ve Nazi Polis Teflkilat›n› ça¤r›flt›ran SS (societa sportiva) ibaresinin ça¤r›fl›m›yla uyumlu davranmas›yla, daha aç›k söylersek faflistlikleriyle ünlü. Avrupa’n›n di¤er ›rkç› ve faflist tribün oluflumlar› aras›ndan özenle s›yr›lan Laziolular Avrupa’n›n en ›rkç›, anti-semitist ve sald›rgan taraftar grubuna (ultras) sahip olmakla övünüyorlar. Geçen yüzy›l›n bafl›nda ‹talyan subaylar taraf›ndan kurulan kulübün en ünlü taraftar› Benito Mussolini. Duce’nin Lazio sevgisi o kadar büyüktü ki, bugün hâlâ kulland›klar› stad› infla ettirip tak›ma hediye etmiflti. Ultras’›n en bilinen grubu kale arkas› tribünü mesken tutan Curva Nord. Curva Nord, 1980’li y›llardan beri ligdeki ten rengi farkl› Afrikal› ve Brezilyal› futbolculardan hiçbirine sempati duymad›, stad› giderek daha rahats›z edici boyutlara varan pankartlarla süsledi. 2000 – 2001 sezonunda bir maçta polis 60 farkl› ›rkç› ve anti-semitist pankart› indirirken aralar›nda 50 metrelik “Siyahlar ve Yahudiler D›flar›” yaz›s›n›n da bulundu¤u baz› pankartlar› unutuyordu. Ezeli rakip Roma’yla oynad›klar› bir maçta karfl› tak›m taraftarlar› “Auschwitz flehriniz, f›r›nlar eviniz” pankart›yla selamland›. Laziolu faflistlerin eylemleri sadece stadla da s›n›rl› de¤il. Kar›flt›klar› baz› suçlar flöyle s›ralan›yor: ‹kinci Dünya Savafl›’nda ‹talya Müzesi’ne bombal› sald›r›, Adolf Eichmann imzal› bir belgeseli gösteren sinemaya bomba at›lmas›, Roma’daki Yahudi mezarl›¤›n›n ya¤malanmas› ve rakip futbolcu ve taraftarlara sald›r›lar.
“Irkç› de¤ilim, faflistim” diyen Di Canio’yu dövizlerle kutlayan Lazio tribünleri, Nazi bayra¤›n› da benimsiyor.
SS Lazio, Serie A’daki di¤er tak›mlar›n tersine kadrosunda siyah oyuncu bulundurmamak için elinden geleni yap›yor. Bir ara Lazio’ya gelme gafletinde bulunan Hollandal› Aaron Winter, Ultras kendisine “Kara Yahudi” diye ba¤›r›nca yapt›¤› hatay› anlam›fl ve geldi¤i gibi gitmiflti. Asl›nda çok az taraftar grubu kendi durdu¤u yerle bu kadar örtüflen bir tak›m, yönetim ve Di Canio gibi bayrak oyuncuya sahip olmufltur. Laziolular, ‹ngiliz West Ham’da oynad›¤› dönemde ceza sahas›nda sakatlanan rakip tak›m kalecisini görünce topu eliyle tutup, bofl kaleye gol atmad›¤› için fair play ödülü kazanan, buna mukabil daha dikkatli izleyicilerin “›rkç› de¤il faflistim” beyan› ve 6 Ocak 2005’te AS Roma ile oynanan derbide yapt›¤› Nazi selam›yla hat›rlayaca¤› Paolo Di Canio’ya
sahip olduklar› için her zaman mutlu oldular. Yukar›daki foto¤rafta gördü¤ünüz bu hareket Benito Mussolini’nin ye¤eni Alessandra Mussolini’den de özel bir teflekkür alm›flt›. Bu arada baflkentin di¤er tak›m› AS Roma’ya antifaflist oldu¤u zamanlardan kalan sempatisi olanlara da kötü haberi verelim. Faflistler son zamanlarda Roma tribünlerine de s›zd›lar, durum Lazio’daki kadar vahim olmasa da baz› tribünler faflistlerin elinde. ‹talyan liginin solcu futbolseverlerin gözbebe¤i tak›mlar›ndan Livorno ise bildi¤iniz gibi. Tak›m›n durumu bu sezon berbat, ama kale arkas›ndaki devasa Che posteri bütün haflmetiyle durdukça kalbimiz onlardan yana olacak. Bundan sonra yaln›zca, Forza Livorno! Mehmet ‹ren
Stad bahane, rant flahane Bursa’da iki y›l önce AKP’li Büyükflehir Belediye Baflkan› taraf›ndan aç›klanan ve tepkiler üzerine rafa kald›r›lan yeni stad projesi yine gündemde. Belediye Baflkan› Hikmet fiahin, ilk aç›klamas›nda “Bursa’n›n yeni ve modern bir stada ihtiyac› var. Estetik aç›dan huzur verici bir spor kompleksi infla etmemiz için Baflbakan Erdo¤an da destek veriyor” demifl, eski stad›n yerine de al›flverifl merkezi yapmay› planlad›klar›n› söylemiflti. Bu büyüklükte bir al›flverifl merkezinin flehrin tam göbe¤ine kondurulmas›na tepkiler yükselince de geri ad›m atm›flt›. Ama geçen hafta yaflananlar belediye baflkan›n›n da, pusuda bekleyen AKP’li müteahhitlerin da yeni stad›n ve kentin en k›ymetli arazisi üzerinde yükselecek al›flverifl merkezinin rant›ndan kolay kolay vazgeçemeyeceklerini gösterdi. Bu kez yeni stad›
48
belediye baflkan› de¤il, taraftar dernekleri dillendirdi. “Bursa’ya 40 bin kiflilik stad yak›fl›r” slogan›yla bafllat›lan imza kampanyas› bütün h›z›yla sürüyor. Belediye baflkan› fiahin, gazetecilerin sorular› üzerine, “Baz› malûm odaklar dü¤meye basm›fl ve projeye engel olunmufltu. Bu kez taraftarlar›n iste¤i belli bir düzeye ulafl›rsa, kay›ts›z kalmam›z mümkün de¤il” dedi. Yani iflin Türkçesi, AKP’liler bu kez de taban bask›s› bahanesiyle eski projeyi hayata geçirecekler. Zaten kampanyay› bafllatan taraftar derne¤i AKP’ye yak›nl›¤›yla biliniyor. Rant›n büyüklü¤ü göz önüne al›n›rsa, AKP’lilerin dört koldan gelen sald›r›s› karfl›s›nda yeni stada karfl› ç›kman›n pek faydas› olmayaca¤› anlafl›l›yor. Bursa’daki baz› kitle örgütleri, hiç de¤ilse eski stad›n yeflil alan olarak muhafaza edilmesi için önümüzdeki haftalarda bir kampanya bafllatacaklar. Onat Yücel
Amatör futbolun seyirci rekoru 1960’larda, 70’lerde üç büyüklere kafa tutan, Cumhurbaflkanl›¤› Kupas› sahibi, o zamanlar Fuar fiehirleri Kupas› ad›yla an›lan UEFA Kupas›’nda çeyrek final oynayan ‹zmir efsanesi Göztepe, bu sezon amatör ligde. Dinç Bilgin 2000 y›l›nda kulübü ald›ktan sonra üç sezon baflar›l› olan, Bilgin’in çöküflüyle birlikte dibe vuran
tak›m bundan sonra hepsi bir öncekini aratan beceriksiz yönetimlerin eline düfltü. Son olarak Alt›nbafl Holding Yönetim Kurulu Baflkan›, AKP’li ‹mam Alt›nbafl taraf›ndan sat›n al›nd›. Göztepe taraftarlar› sezon bafl›nda “Et t›rnaktan ayr›lmaz” kampanyas› bafllat›p, “De¤il amatör lige, kötü yola düflsen bile yan›nday›z” diye bitirdikle-
ri bir bas›n aç›klamas› yaparak tak›mlar›na desteklerini aç›klad›lar. Zaten amatör liglerin seyirci rekorlar› arka arkaya gelmeye bafllad›. Denizgücü, Göztepe’yle 8 bin seyirciye oynad›¤› maçtan 4 bin YTL has›lat geliri al›nca di¤er tak›mlar da Göztepe maçlar›n› kendi mütevaz› stadlar› yerine 15 bin kapasiteli Alsancak’ta oynamaya bafllad›lar. ‹ki yabanc› oyuncuya sahip tek amatör tak›m olan Göztepe’nin yöneticileri de bu ilgiden memnun. Yönetim ve taraftar dernekleri ifli daha da büyütüp, ev sahibi olduklar› maçlar› 80 bin kiflilik Atatürk Stad›’nda oynamay› ve dünya amatör futbol tak›mlar› seyirci rekorunu k›rmay› düflünüyorlar. 1981’de Karfl›yaka’yla oynad›klar› ikinci lig maç›nda 80 bin seyirciyle rekor k›rm›fllard›, bir kere daha neden olmas›n? Mustafa Y›lmazçelik
Rambo Okan’›n üç “baba”s› Kad›köy’ün arnavut kald›r›ml› sokaklar›ndan, Fenerbahçe fiükrü Saraco¤lu Stad›’na do¤ru heyecanla yürüyoruz. Stada yaklaflm›fl olmam›za ra¤men normal maç günü gürültüsünü duymamam›z tuhaf. Migros tribününe do¤ru gidince olan biten anlafl›l›yor. Yaklafl›k iki bin Fenerbahçeli maç kuyru¤undan ç›km›fl, haz›rol vaziyetine geçmifl, demir parmakl›klar›n tepesindeki “komando”ya, nam-› di¤er Rambo’ya bak›yorlar. Rambo önce ses veriyor, sonra kalabal›¤a ‹stiklal Marfl› okutuyor. fiu günlerde yap›lmas› en kolay iflin iki bin kifliye ‹stiklal Marfl› okutmak oldu¤unu Rambo bile anlam›fl. “Rambo bile” derken zat-› flahanelerini hakir gördü¤ümüzden de¤il; kendisi esasen bin ak›ll›n›n akl›n›n almad›¤› iflleri hemen kavrayabilen bir tribün neferidir. Hasan Özdemir’in emniyet müdürlü¤ü döneminde tüm tribün terörünün kayna¤› olarak Rambo tespit edilip içeri al›nacak olmufl, fakat aklî dengesinin bozuklu¤undan dolay› hastaneye yat›r›lm›flt›. San›ld›¤›n›n aksine hastanede olmaktan çok mutluydu Rambo. Tepesinde çat›s›, bo¤az›ndan
– Baban›n evini niye yakt›n? – Hakim bey, benim anam da Fener, babam da. Babam›n evini yakmad›m. – O¤lum, laf kalabal›¤› yapma. – Hakim bey, benim için üç baba vard›r. Bir, Uche. ‹ki, Atatürk. Üç, Cengiz Kurto¤lu. geçecek s›cak lokmas› mevcuttu çünkü. Ama Kad›köy’de oynanacak Galatasaray derbisini kaç›rmas› diye bir fley söz konusu bile olamazd›, nitekim olmad›. Sabah odalar› kontrol eden görevliler Rambo’nun “maça gittim, gelicem” notu b›rak›p firar etti¤ini anlad›klar›nda çoktan Kad›köy vapuruna binmiflti bile. Akflam geri de döndü hakikaten. Gerçek bir Uche hayran›d›r Rambo. Uche’ye tapar adeta. 1990’l› y›llar›n bafl›nda Fenerbahçe maçlar›nda sahaya atlar ve Uche’nin baca¤›na yap›fl›rd›. Bir olur, iki olur derken Uche de Rambo’ya al›flt›. Maç›n ortas›nda sahaya atlayan bir hayran›n›n olmas›, ciddi görünümlü Uche’yi maç içinde defalarca güldürmüfltür. Ç›kard›¤› ar›zalar yüzünden s›k
s›k düfltü¤ü mahkemelerde hakimlerle girdi¤i diyaloglar kahkaha att›racak cinstendir. Babas›n›n evini yakma suçundan ç›kt›¤› mahkemedeki flu diyalog bunun güzel örneklerinden biri: Hakim: Evlad›m, baban›n evini neden yakt›n? Rambo: Hakim bey, benim anam da Fener babam da Fener, ben babam›n evini yakmad›m. Hakim: O¤lum laf kalabal›¤› yapma! Rambo: Hakim bey bak! Benim için hayatta üç baba vard›r. Bir; Uche, iki; Atatürk, üç; Cengiz Kurto¤lu. Ba¤dat caddesi’nde bir atm’nin camlar›n› k›rd›¤› için ç›kt›¤› mahkemedeki kad›n hakimin “Ne ifl yapars›n?” sorusuna da “Çok güzel okey oynar›m, baflka da bir fley bilmem” demifl, mahkeme heyetine ç›k›flta okey oynamay› teklif etmiflti. Rambo’nun bir de bayrak dikme hikayesi vard›r. 1995-96 sezonunda Galatasaray teknik direktörü Souness’›n Fenerbahçe Stad›’n›n santra yuvarla¤›na bayrak dikmesi en çok Rambo’ya dokunmufl olsa gerek, bir gece vakti Ali Sami Yen Stad›’na girmiflti. Geceyi saha kenar› panolar›n›n aras›nda elinde ekmek b›ça¤›, yan›nda Fenerbahçe bayra¤›yla uyuyarak geçiren Rambo, GalatasaraySamsun maç›na kadar oradan ç›kmad›. Maç saati geldi¤inde uyand›, panolar›n alt›ndan ç›kt› ve elindeki rengi solmufl, küçük Fenerbahçe bayra¤›yla santraya koflup bayra¤› dikti. O günden sonra Rambo art›k rahat uyuyacakt›r. Futbolun futbol, tribünün tribün oldu¤u zamanlar›n adam›d›r Rambo. Henüz kombine biletlere ve televizyon futboluna yenilmedi¤imiz, gece maç kuyruklar›na girdi¤imiz, statlarda meydan savafllar›n›n ç›kt›¤› dönemin alamet-i farikas›, abilerimizin yadigâr›d›r. Ömrü uzun olsun!
Ezeli rekabet mi dediniz? ‹ngiliz Premier Ligi’nde geçen ay oynanan Sunderland-Newcastle United maç›nda ev sahibi ekip Danny Higginbotham’›n kafa golüyle öne geçti¤inde gol kutlamas›na sahaya girerek ortak olan taraftarlar, bu maç›n herhangi bir maç olmad›¤›n› hepimize gösteriyordu. Zira ‹ngiliz taraftarlar›n sahaya inmesine bizdekinin aksine nadir rastlan›r. Birbirlerine 15 kilometre uzakl›ktaki iki flehir olan Sunderland ve Newcastle, iç içe geçmifllikleri ve tarih boyunca birbirlerini sevmemeleriyle biliniyor. 16431651 y›llar› aras›ndaki ‹ngiltere ‹ç Savafl›’nda Kralc› Newcastle, Cumhuriyetçi Sunderland ile karfl› karfl›ya gelmifl, bir sonraki yüzy›ldaysa Newcastle Alman Habsburg hanedan›n›n, Sunderlandliler ise ‹skoç Stuart ailesinin ‹ngiliz tac›n› almas› gerekti¤ini savunmufllard›. Bildi¤imiz futbolun icad›ndan sonra, yani 1883’ten beri meflru yollardan kozlar›n› paylaflan iki flehrin taraftarlar› ezelden beri neredeyse her maçta birbirlerine girmeleriyle ünlü. 1888’de Federasyon Kupas›’nda oynayan flehirler 1898 Noeli’nde ilk kez ligde bir araya gelmifl, bir maçlar›nda 30 bin kiflilik stada 70 bin kifli gelince maç iptal edilmiflti. 1996 y›l›nda ‹ngiliz liglerinde pek rastlanmayan bir kararla Sunderland’de oynanacak maça Newcastle taraftarlar›n›n gelmesi yasakland›. Son saniyede 1000 deplasman taraftar› için bilet ç›km›flsa da Newcastle bunu reddetti. Bir dahaki maçta da Sunderlandli seyirciler al›nmayacakt› maça. Ezeli rekabette geçen aya kadar, 138 maç›n 50’sini Newcastle, 45’ini Sunderland kazanm›flt›. Taraftar›n sahaya girdi¤i maçsa iki tak›m›n 44. beraberli¤i. 19 Nisan 2008’de Newcastle’daki bir sonraki savafla kadar iki flehir rahat uyuyacak. Ali Murat Hamarat
Onur Yaz›c›o¤lu
49
Endüstriye ters köfle, dinleyicilere harbi k›yak Radiohead / In Rainbows
10 albüm Ahmet Kaya Bafl›m Belada Bruce Springsteen Magic David Bowie The Buddha of Suburbia Erdal Erzincan-Kayhan Kalhor The Wind Frank Zappa Freak Out! Gang of Four Entertainment! Robert Plant & Alison Krauss Raising Sand Tanju Duru Duru Zamanlar Thurston Moore Trees Outside The Academy Tenekeci Mahmut Güzelgöz (Arfliv serisi)
5 flark› Ak›n Eldes 1980 DDR Meinhof Neil Young Ordinary People Robert Wyatt Hasta Siempre Comandante fiivan Perwer Mirkut
Kara Gölgede veTren güneflte samba Grupo Batuque Ole-Ola-Futebol (FarOut Recordings)
avalar serinledi hal› saha sezonu bizim buralarda H resmen aç›l›yor. Tam da bizim gibi hissedenler için hayra geçecek bir haberimiz var: Ole Ola-Futebol Bonito! Ünlü perküsyon toplulu¤u Grupo Batuque’›n futbolik sambalar› toplad›¤› bir albüm bu. Brezilya’n›n efsanevi tak›mlar›ndan Flamengo’nun taraftar grubu Torcida’dan tezahüratlar al›nm›fl önce. Flamengo’nun Torcida’ya Flamengo’nun “Çarfl›”s› demek haks›zl›k olmaz. Üstüne eski maç anlat›mlar›ndan kay›tlar eklemifller, öyle ki bunlar da onlar›n Halit K›vanç’›n›n, bilemediniz Orhan Ayhan’›n›n dilinden. Bu da yetmemifl Rio’daki Maracana ve Sao Paulo’daki Morumbi stadyumlar›ndan tribün sesleri araklam›fllar. Ortaya “Ole-Ola Futebol Bonito!”nun hammadesi ç›km›fl böyelikle. Grupo Batuque’n›n yan› s›ra flefleri Wilson das Neves önderli¤inde Rio’nun köklü samba okulu Imperio Serrano üyeleriyle stüdyoya girilmifl. fiahit de¤iliz ama, anlafl›lan bu aflamada hem çal›p hem oynam›fllar. Sonras›nda Osunlade, Fauna Flash, Da Lata ve Zero dB’nin remiksleriyle de “Ole-Ola- Futebol Bonito!” iyice neflesini bulmufl. Albümün genelini dinledi¤inizde arka arkaya gelen samba ritmleriyle bir illallah denilebilir belki. ‹flte albüm bu noktada söz konusu remiksler sayesinde monotonluktan kurtulmufl. Özellikle Fauna Flash’›n “Ole Ola” bafll›kl› remiksini her tribüne önerebiliriz. “Na Cadencia do Samba” ise Eduardo Galeano’nun “Gölgede ve Güneflte Futbol”da kulland›¤› bir ifadenin müzikli versiyonu bir nevi. Galeano, güzel bir oyun gördü¤ünde bunu sa¤layan›n hangi tak›m ya da hangi ülke oldu¤una bakmaks›z›n bu mucize için flükranlar›n› sundu¤unu söylüyor ya, Na Cadencia do Samba’daki durum da aynen o. Hayat›n en çok içinde olan ve hayat›n en çok içinde oldu¤u iki fley nedir sorusunun yer ald›¤› bir anket yap›lsa, yan›t müzik ve futbol olur herhalde. “Ole Ola-Futebol Bonito!” ikisine de hizmet ediyor. O halde ole ola! –Eray Aytimur
50
ki baflyap›t›n, “The Bends” ile “OK Computer”›n, üzerine “Kid A”i yaparak herkesi ters köfleye yat›rm›flt› Radiohead. Zirvesinde oturduklar› pop müzik dünyas›n›n genel geçer kurallar›n› tek bir albümle tepetaklak etmifllerdi. Pop dünyas›n›n avangart müzi¤e transferi benzersiz bir olay de¤ildi. Ancak o derece popüler bir grubun “Kid A” gibi günün en uçta seslerinin yank›land›¤› bir albüm ç›karmas› neredeyse inan›lmaz bir fleydi. O dönem, etraflar›nda art›k nas›l bir yarat›c›l›k has›l olmuflsa, “Kid A”den arta kalanlarla iki klâs albümü, “Amnesiac” ve “Hail to the Thief”i de kotard›lar. Ve flimdi “In Rainbows”la bir defa daha müzik endüstrisini ters köfleye yat›r›yorlar. Hem de öyle böyle de¤il. Radiohead yeni albümünü internet sitesinden paylafl›ma açt›, fiyat k›sm›na da “gönlünüzden ne koparsa” diye yazd›. Anlayaca¤›n›z, dinleyicileriyle aras›ndan plak flirketini ç›kard›. www.inrainbows.com’a girip yeni Radiohead albümünü arzu ederseniz hiç bir ödeme yapmadan da indirebiliyorsunuz. ‹çinde ek olarak yay›nlanmam›fl flark›lar›n oldu¤u bir disk, iki 33’lük plak ve baflka sürprizler içeren fiyat› epeyce tuzlu box-set’i ›smarlamak ya da ocakta ç›kacak bildi¤iniz CD sürümünü beklemek de seçenekleriniz aras›nda. Art›k oras› sizin cebinizin, sabr›n›z›n ve tercihinizin durumuna ba¤l›. Bu güzel sürpriz, herhalde müzik endüstrisinin gidiflat›n› de¤ifltirecek ad›mlardan da biri olacak. Bakal›m gelecek günler ne getirecek deyip, biz “In Rainbows”a gelelim. Bu da öncekiler gibi çok iyi bir kay›t elbette... Ancak Kid A”i takip eden iki albümün bir üçleme oluflturaca¤›n›, eskinin yüklerinden tamamen ar›nm›fl Radiohead’in farkl›, taptaze bir sound’la karfl›m›za ç›kaca¤›n› zannetmifltik, do¤rusu biraz hayal k›r›kl›¤›na u¤rad›k. “In Rainbows” daha çok son albümler kalibresinde bir çal›flma. Ancak onlar-
‹
dan çok daha derli toplu olmas›, Thom Yorke’un liriklerinin daha somut hatlarda ilerleyerek parçalar›n içine girilmesini kolaylaflt›rmas›, “OK Computer”a referans veren melodileriyle hayal k›r›kl›¤›n› k›sa sürede silip yok ediyor. Geriye de zevkle dinlenecek gayet s›k› bir Radiohead albümü kal›yor. – ‹lker Aksoy
Terzi marifeti M.I.A. / Kala (XL Recordings)
athangi “Maya” Arulpragasam Londra’da do¤uyor. Daha alt› ayl›kken ailesi ile memleketleri Sri Lanka’ya geri dönüyor. Babas› bir Tamil gerillas›. Maya ve iki kardefli, ninesi ve dedesinin yan›nda büyüyor. Zamanla Sri Lanka ordusunun Tamil militanlar› üzerindeki bask›s› art›yor. Anne ve çocuklar Sri Lanka’n›n kuzeyine tafl›n›yor, babayla ba¤lant› da giderek zay›fl›yor. Ada bir süre sonra iyice yaflanmaz hale geliyor aile için. Babas›z Arulpragasam’lar önce Hindistan’a yerlefliyorlar, ard›ndan Londra’ya mülteci gidiyorlar. Anne terzilik yaparak geçimlerini sa¤l›yor. Maya ‹ngilizce’yi 11 yafl›nda ö¤renmeye bafll›yor. Ayn› günlerde hip hop’a da müptala oluyor. Birkaç sene sonra Londra’da güzel sanatlar ve sinema e¤itimi ald›¤› üniversiteye yaz›l›yor. Annesinden miras giysi tasar›m›, kumafl boyama da ilgi alan›nda, elbiselerini kendisi tasarl›yor. Portobello’da açt›¤› ilk sergisinde Tamil gerillalar›n›n hikâyelerini tuvale döküyor. Rengârenk resimleri büyük ilgi görüyor. Haberlere göre, Jude Law en büyük destekçilerinden… Zaman›n›n ünlü grubu Elestica’n›n solisti Justine Frischmann da onun iflleriyle ilgilenen bir baflkas›… Justine, ikinci albümlerinin kapa¤›n› yapmas› için onu davet ediyor. Bu davet, Maya’n›n grubun
M
Amerika turnesine kat›lmas›n›n da yolunu aç›yor. Turneyi filme al›rken kendisi gibi bir baflka “kaç›k”la tan›fl›yor. Elektroclash’çi Peaches, Maya’n›n eline Roland MC-505 orgu tutuflturuyor, “hadi bakal›m, bir de bunu dene” diyor. Maya da deniyor! Justine ile yapt›klar› bir dizi ev kayd› Pulp’dan Steve Mackey ve Ross Orton’›n eline ulafl›nca hikâyenin gerisi çorap sökü¤ü gibi geliyor. Albüme babas›n›n kod ad›n› verirken kendisine de M.I.A diyor Maya. Yani “Missing In Action”. DJ Diplo ile son haline getirilen debut albüm “Arular” ç›kt›¤› gibi etraf›nda küçük bir k›yamet kopar›yor. 2005’in en iyi albümlerinden birisi olarak zihinlere kaz›n›yor. Annesinin ad›n› verdi¤i “Kala” da 2007’in en iyilerinden birisi olaca¤a benzer. M.I.A’n›n formülü ilk albümüyle ayn›: Yani formül-kural-s›n›r hak getire. The Clash, Timbaland, Jonathan Richman, Pixies, Aborjinli hip hop’çular, soka¤›n köflesindeki Hint dü¤ününde bir araya geliyorlar, davul zurna eflli¤inde göbek at›p, rap yap›yorlar. Burada abartma yok. M.I.A. albümlerini de giysileri gibi dikip, iflliyor. Bir parça oradan, bir parça buradan kesiyor, Bollywood filmlerinden, Clash sample’lar›ndan, Pixies cover’lar›ndan acayip k›yafetler yarat›yor. Kalaflnikoflardan, yazarkasa seslerinden süsü püsü tamamlan›nca, bize de o k›yafetleri üstümüze geçirip, tak›p tak›flt›rmak ve dosdo¤ru flenli¤e koflmak kal›yor! – ‹lker Aksoy
Kusturica’n›n dü¤ün sahneleri Beirut / The Flying Club Cup (Badabingrecords & 4AD)
Baz› sanatç›lar içinde bulunduklar› dünyayla yetinir, baz›lar›n›nsa çok uzaklara gitmesi gerekir. Beirut’un esas adam› Zach Condon da onlardan biri. Okuldan s›k›l›p ç›kt›¤› Avrupa gezisinin Paris aya¤›nda hayat› de¤ifliyor. “Paris’teyseniz bir süre sonra can›n›z fazla seyahat etmek istemiyor” diyen Condon, Fransa’n›n baflkentinde Balkan müzi¤inin büyüsüne kap›l›yor, o halet-i ruhiyeyle flark›lar yaz›yor. Yapt›klar›n› abisine dinletti¤inde “hüzünlü dullar gibisin” cevab›n› al›yor. Fakat bu, hevesini k›rmak yerine onu daha fazla isteklendiriyor. Küçük yafltan itibaren müzikle ilgilenen Condon ilk albümü “The Joys of Losing Weight”i 15 yafl›nda kaydediyor. “The Flying Club Cup” Beirut’un ikinci, Condon’›n dördüncü albümü. Bu inan›lmaz kay›t parlak ›fl›klar› yak›p haz›rlanma ça¤r›s› niteli¤indeki, k›sac›k enstrümantal, “A Call To Arms” ile aç›l›yor. Sonras›nda ise yine Fransa aflk›yla yaz›lm›fl enfes “Nantes” geliyor. Condon “It’s been a long time since I’ve seen you Zach Condon smile / Seni gülümserken görmeyeli o kadar çok oldu ki” gibi s›radan bir söz ile kalbimizi çalmay› baflar›yor. Sessiz sakin bafllay›p kalabal›k bir koroyla devam eden “Guyamas Sonora” albümün baflka incilerinden –tam kendinizi kapt›rd›¤›n›zda bitiverdi¤i için insan› biraz k›zd›r›yor. “Forks and Knives (La Fete)” ile bir Kusturica filmindeki dü¤ün sahnesinin tam içinde oldu¤umuzu hissediyoruz. Kapan›fl parças›na kadar da bu hissiyat devam ediyor. Sonras›nda ise Condon’›n hep özendi¤i sarhofl müzisyenler gibi da¤›ld›klar›n› hayal ediyoruz. Bat›l› küçük bir çocu¤un gözünden Balkan müzi¤i tecrübesini yaflanabilecek en içten flekilde yaflat›yor Beirut. “Yapmak istedi¤im tek fleyi bu kadar iyi yapabildi¤im için mutluyum” derken çok hakl› Zach Condon. Balkanlardaki zor hayat› hiç tecrübe etmese de, flark›lar›n› Paris’i hayal edip yazsa da, hatta Beyrut’a hiç gitmemifl olsa da çok hakl›. – Esra ‹pekçi
Rüzgârda bir arp Tülay German / Sound of Love (Kalan Müzik)
ülay German’› anlatmak için nereden bafllamak gerekir, bunu söylemek hiç kolay de¤il. En iyisi, güzelim otobiyografisi “Düflmemifl Bir Uça¤›n Karakutusu”na ve daha evvel Kalan Müzik taraf›ndan yay›nlanan “Yunus’tan Naz›m’a” ile “Burçak Tarlas›” albümlerine bakmak, öyle karar vermek. Hatta onlara eklenen yeni albümüne de bakmakta fayda var: Halen yaflad›¤› Paris’te, sakin bir hayat süren German, bu kez 60’l› ve 70’li y›llarda, yabanc› dillerde seslendirdi¤i klasik eserlerden oluflan “Sound of Love” adl› albümü ile karfl›m›za ç›k›yor. Albümün aç›l›fl flark›s›, belki de German’›n kariyerinin en önemli kay›tlar›ndan birisi say›labilecek bir flark›: “Duke Ellington’s Sound of Love”, Charles Mingus’un grubuyla ‹lhan Mimaro¤lu prodüktörlü¤ünde kaydedilmifl bir balad. Mingus’un German’› tan›mas› da bu buluflmay› ilginç k›l›yor: Mimaro¤lu’nun, Mahir Çayan, Che Guevara metinlerinden yola ç›karak haz›rlad›¤› politik albümü “Tract”te German’›n vokaline hayran kalan Mingus, German’la kay›tlar yapmak ister. Hatta bu flark› gibi Mingus’un New York’taki enstüman kay›tlar›na German, Paris’te yapt›¤› vokal kay›tlar›yla cevap verir. Ne yaz›k ki Mingus’un talihsiz ölümü, bu kay›tlar›n bir albüme dönüflmesine engel olur. 1975 tarihli bu kay›t, y›llar sonra tekrar “Sound of Love” ile gün yüzü görüyor. Albümde, çeflitli plaklar›n yan› s›ra, ev kay›tlar›, radyotelevizyon çekimleri ve galalardan al›nan di¤er flark›lar da tarihi öneme sahip: Janis Joplin’e adanan “A Perdre Haleine”, Odeon’un piyasaya ç›kmam›fl tek yüzlü pla¤›ndan “Summertime”, fievket U¤urluel eflli¤inde “The Thrill is Gone” ve “Antonio Vargas Heredia” gibi pek çok de¤erli eser albümü daha da eflsiz k›l›yor: German’›n “rüzgârda bir arp gibi” t›nlayan berrak sessiyle yorumlad›¤› her flark›, German diskografisinin gizli çekmecelerini de gün›fl›¤›na ç›kar›yor. Bu aç›dan, hem gönüllere hem de kulaklara iyi gelecek bu albüme ve Charles Aznavour’un 1969’da söyledi¤i gibi, Türkiye’den iflitilmifl en güzel seslerden birisi olan German’a kulak vermek flart...
T
Tülay German
– Ali Kalender
Z‹ZEK’‹N ‹STANBUL KONUfiMASI
Müstakbel siyasetin ufku Sloven filozof Slavoj Zizek, 5-6 Kasım'da, Bilgi Üniveristesi'nde iki konferans vermek üzere ‹stanbul'a geldi. Afla¤ıda, bugünün dünyasını Marksizm, psikanaliz ve felsefenin ıflı¤ında yorumlayan bu renkli filozofun "Liberal Ütopya Ça¤ında fiiddet ve ‹deoloji" ve "Günümüzde Hâlâ AntiKapitalist Olmak Mümkün mü?" bafllıklı konferanslarından alıntılar bulacaksınız. Ama hemen ardından bafllayan makalenin macerasına de¤inmeden geçemeyece¤iz. Zizek'in "The Disturbing Sounds of The Turkish March" (Türk Marflı'nın Bozuk Sesleri) bafllıklı bu makalesi esas olarak Guardian gazetesi için yazılmıfltı. Ama Guardian, TBMM tarafından onaylanan tezkerenin Beethoven'ın 9. senfonisi ile iliflkilendirilmesini gereksiz bulmufl olmalı ki, makalenin sadece dörtte birini, üstelik "Turkey is A Thorn in the Side of A Cosy Western Concensus" (Türkiye Sıcak Bir Batı Konsensüsünün Yanıbaflında Bir Dikendir) bafllı¤ıyla, 23 Ekim'de yayınladı. Radikal bu hayli kısaltılmıfl makaleyi derhal çevirerek "Türkiye fiimdi Batılılaflıyor" bafllı¤ıyla Guardian'dan bir gün sonra sayfalarına aldı. Birgün ise Radikal'de çıkan metni küçük de¤iflikler dıflında aynen yayınlarken, nedense "Savafl Soka¤ının Sakinleri Destursuz Konuktan Dertli" bafllı¤ını uygun gördü. Ancak, Radikal ve Birgün tarafından yayınlanan çeviride ciddi sorunlar vardı. Sabri Gürses, 30 Ekim'de, Bianet'te çıkan yazısında bu sorunlara de¤inirken, klasik çeviri hatalarının ötesinde Zizek'in söyledi¤inin tam tersinin anlaflılmasına yol açan vahim anlam kaymalarına da iflaret ediyordu. Gürses, ayrıca, makalenin Guardian'da yayınlanan versiyonuna sadık kalan yeni bir çeviri yapmıfltı. Ne var ki, bütün bu çabalar Zizek'in merâmı flöyle dursun, kelâmına ulaflmamıza bile yetmedi. Zira, Guardian makalenin aslını kufla çevirmekle kalmayıp, attıklarını özetlemek adına konuyu büsbütün sulandıran eklemeler yapmıfltı. Bu durumda, Zizek'i ‹stanbul'da a¤ırlayan Bülent Somay'dan aldı¤ımız "asıl makale"yi oldu¤u gibi çevirip yayınlamak elzem oldu. Yani "flaka" de¤il, sahiden dünya basınında ilk defa Express'te...
B
ir ‹talyan gazeteci, Marco Cicala, bafl›na gelen tuhaf bir olay anlatt› bana. Bir yaz›s›nda kapitalizm kelimesini kullan›nca, editörü “o kelimenin yerine ayn› anlama gelen bir baflka terimi, mesela ‘ekonomi’yi kullanmas›n›” söylemifl. Kapitalizmin zaferine, son 20-30 y›lda, bir terim olarak ortadan kalkmas›ndan daha iyi bir kan›t olabilir mi? Arkaik Marksistlikle suçlanan bir az›nl›¤›n d›fl›nda kimse kapitalizme at›fta bulunmuyor art›k. Bu terim siyasetçilerin, sendikac›lar›n, yazarlar›n, gazetecilerin ve hatta sosyal bilimcilerin kelime haznesinden ç›kar›lm›fl bulunuyor. Peki, son y›llarda yükselen anti-küreselleflme hareketine ne demeli? Bu teflhisle çeliflmiyor mu? Hay›r: Yak›ndan bak›ld›¤›nda, bu hareketin de “kapitalizmin elefltirisini ‘emperyalizm’in elefltirisine dönüfltürmenin bafltan ç›kar›c›l›¤›na” kendisini kapt›rd›¤› görülüyor. Bu flekilde, “emperyalizm ve onun ajanlar›”ndan söz edildi¤inde, düflman d›flsallaflt›r›l›yor (ve genellikle kaba bir anti-Amerikanc›l›k haline geliyor). Bu perspektife göre, günümüzün temel meselesi “Amerikan imparatorlu¤u”yla mücadele etmektir ve anti-Amerikan olan her müttefik iyidir. Dolay›s›yla, Çin’in “komünist” kapitalizmi, cedit ‹slamc› anti-modernistler ve hatta Belarusya’n›n yüz k›z›rt›c› Lukashenko rejimi bile ilerici yol arkadafllar› say›labiliyor. Burada karfl›m›za ç›kan fley, “alternatif modernite” anlay›fl›n›n bir baflka versiyonu: Kapitalizmin elefltirisi yerine, onun temel mekanizmalar›n› karfl›m›za almak yerine, emperyalist “ifrad”›n elefltirisine yönelmek. Ve kapitalist mekanizmalar› daha “ilerici” bir çerçevede harekete geçirmek. Vampir ve iflçi s›n›f› Geride b›rakt›¤›m›z ony›llardan ç›karaca¤›m›z bir ders varsa o da flu: Marx’›n kapitalizmi vampire benzetmesini, vampirlerin “yaflayan ölü” nitelikleriyle birlikte düflünmemiz gerekiyor: Vampirler öldürüldükten sonra dirilirler daima. Kültür devriminde kapitalizmin izlerini silmeyi hedefleyen radikal Maoist hamle bile, kapitalizmin muzaffer dönüflüyle sonuçland›. Yanl›fl neredeydi? Gerald A. Cohen, klasik Marksizmin iflçi s›n›f› anlay›fl›n›n dört çehresini s›ral›yor: 1) Toplumun ekseriyetini oluflturmaktad›r. 2) Toplumun zenginli¤ini üretmektedir. 3) Toplumun sömürülen bireylerinden oluflmaktad›r. 4) Bu s›n›f›n üyeleri toplumdaki muhtaç insanlard›r. Bu dört veçhe bir araya geldi¤inde, iki veçhe daha üretiyor: 5) ‹flçi s›nf›n›n
devrimle kaybedece¤i bir fley yoktur. 6) Toplumun devrimci transformasyonuna angaje olmaya muktedirdir ve olacakt›r. Ancak bugün, bu çehrelerden baz›lar› toplumun çeflitli kesimleri için geçerli olsa bile, tek bir öznede bir araya gelmifl de¤iller: Toplumdaki muhtaç insanlar iflçi de¤ildir, vs.
Günümüzün yegâne hakiki sorusu fludur: Kapitalizmin bu “do¤allaflt›r›lma s›”n› kabullenecek miyiz, yoksa bugünün global kapitalizmi kendisini ebediyyen yeniden üretmesine engel oluflturan güçlü çeliflkiler ihtiva etmekte midir?
Tarihin Sonu ve dört çeliflki O halde, bugünün flartlar›nda devrimci bir perspektifin yeniden tan›mlanmas› nas›l olmal›d›r? Fukuyama’n›n “Tarihin Sonu” mefhumuyla alay etmek kolay, ama bugün ço¤unluk “Fukuyama’c›”: Liberal kapitalizm, mümkün olan en iyi toplum biçiminin nihayet bulunmufl formülü olarak kabul görüyor. Bütün yapabilece¤imiz onu daha adil ve hoflgörülü hale getirmek. Günümüzün yegâne hakiki sorusu fludur: Kapitalizmin bu “do¤allaflt›r›lmas›”n› kabullenecek miyiz, yoksa bugünün global kapitalizmi kendisini ebediyyen yeniden üretmesine engel oluflturan güçlü çeliflkiler ihtiva etmekte midir? Bu türden üç (daha do¤rusu dört) çeliflki mevcuttur. 1) Ekoloji: Kapitalizm sonsuz adaptasyon kabiliyetine ra¤men, içinde bulundu¤umuz akut ekolojik felâket ya da krizde, ekolojiyi yeni bir kapitalist yat›r›m ve rekabet alan› haline getirebilecekken, söz konusu riskin niteli¤i, piyasa ekonomisini temel alan bir çözümü d›fllamaktad›r. 2) “Fikri mülkiyet” adl› özel mülkiyetin kullan›fls›zl›¤›: Bugünün yeni (dijital) endüstrisinin kilit çeliflkisi fludur: Sadece kâr mant›¤›n›n muhafaza edildi¤i bir özel mülkiyet biçimi nas›l sa¤lanabilir? (Bak›n›z, Napster sorunu, müzi¤in serbest dolafl›m›). Biyogenetikteki yasal komplikasyonlar da ayn› yönde de¤il mi? Mülkiyeti tuhaf paradokslara sürükleyen olgular ortaya ç›k›yor: Hindistan’da yerel topluluklar, yüzy›llard›r kulland›klar› t›bbî pratiklerin ve maddelerin flimdi Amerikan flirketlerinin mülkü oldu¤unu ve onlar› sat›n almak zorunda kald›klar›n› keflfediyor. Biyogenetik alanda faaliyet gösteren flirketlerin genlerin patentlerini almas›yla birlikte, bedenimizin parçalar›n›n, genetik ögelerimizin kopyaland›¤›n› ve baflkalar›n›n mülkiyetine geçti¤ini hepimiz görüyoruz. 3) Yeni teknolojik, bilimsel geliflmelerin (özellikle biyogenetik alanda) muhtemel sosyo-etik sonuçlar›: Fukuyama’n›n kendisi, insan do¤as›na yap›lan biyogenetik müdahalenin “Tarihin
53
Sonu” vizyonuna en ciddi tehdidi oluflturdu¤unu kabul etmek zorunda kald›. 4) Yeni apartheid biçimleri, yeni duvarlar, gecekondular: 11 Eylül 2001’de ‹kiz Kuleler vuruldu, ondan 12 y›l öce ise 9 Kas›m 1989’da, Berlin duvar› çöktü. 9 Kas›m, “mutlu 90’l› y›llar›”, Francis Fukuyama’n›n “Tarihin Sonu” hayalini anons ediyordu. Liberal demokrasi prensipte kazanm›flt›, aray›fl sona ermiflti; küresel, liberal dünya cemaatinin eli kula¤›ndayd›. Bu ultra Hollywood tarz› “mutlu son”un önündeki engeller ampirik ve geçiciydi. (Yerel direnifl cepleri ve miyadlar›n›n doldu¤unu henüz kavrayamayan liderler). Bunun tersi oldu. 11 Eylül, her yerde yeni duvarlar›n örülece¤i (Bat› fieria’da, AB’nin etraf›nda, ABD-Meksika s›n›r›nda) dönemin sinyalini veren ana semboldü. Yoksa, yeni megalopoller’deki gecekondu sakinleri yeni proleterya m›? Proleter devrimci özne Son 20-30 y›ldaki gecekondu patlamas›, özellikle üçüncü dünyada Mexico City’den ve di¤er Latin Amerika baflkentlerinden Afrika’ya (Lagos, Çad), Hindistan, Çin, Filipinler ve Endonezya’ya uzanan bu vaka, zaman›m›z›n belki de en temel jeopolitik hadisesidir. Gecekondu sakinlerinin birçok niteli¤inin, o eski Marksist tan›ma, proleter devrimci özne tan›m›na uymas› flafl›rt›c›d›r: Bu insanlar “serbest”tir, kelimenin iki anlam›nda da klasik proleteryadan (bütün temel ba¤lardan “özgürleflmifl”, özgür bir alanda, devletin polis düzeninin d›fl›nda) daha “özgür”dür. Onlar, cebren bir araya getirilmifl, bir arada yaflaman›n bir yolunu bulmak zorunda olduklar› bir duruma “f›rlat›lm›fl”, “at›lm›fl” ve ayn› zamanda geleneksel yaflam tarzlar›ndaki, miras ald›klar› dinî veya etnik yaflam tarzlar›ndaki yard›mlaflmadan yoksun kalm›fl büyük bir kolektiftir. Günümüz toplumu “topyekûn denetim toplumu” olarak tan›mlan›rken, gecekondular devletin denetimini geri çekti¤i (en az›ndan k›smen) alanlard›r. Kay›ts›z ekonomi, organize suç, dinî tarikat ba¤lar›yla, fiilen devlet düzeni içinde olmalar›na ra¤men, devlet denetimi buralarda ask›ya al›nm›flt›r, bu mahalleler kanun d›fl›ndaki alanlard›r. ‹flte bu nedenle, iflçisizlefltirilmifl kent ortam›ndaki “yerinden edilmifl”, yoksul ve her fleyden yoksun k›l›nm›fl kitleler, müstakbel siyasetin temel ufuklar›ndan bi(Devam› gelecek say›da) rini oluflturuyor. Çeviren: Yücel Göktürk
AYIPTIR SÖYLEMES‹: DÜNYA BASININDA ‹LK DEFA
Türk marfl› ransa D›fliflleri Bakan› Bernard Kouchner, 16 Eylül 2007’de, dünyay› ‹ran’›n nükleer program›na karfl› savafla haz›rlanmas› için uyard›: “En kötü ihtimale haz›rl›kl› olmal›y›z. En kötü ihtimal de savaflt›r.” Bu ifade, öngörülebilece¤i gibi, büyük gürültü kopard›. Elefltirilerin odak noktas›, Birleflmifl Milletler Mülteciler Komisyonu’nun baflkan› Sir John Holmes’un deyifliyle “Irak lekesi”ydi: ‹flgalin gerekçesi olan “Irak’›n kitle imha silahlar›” konusundaki skandaldan sonra, böyle bir tehdit inan›l›rl›¤›n› ebediyyen yitirdi¤i halde ve bu kadar vahflice aldat›lm›fl olmam›za ra¤men, ABD ve müttefiklerine niçin inanal›m? Gelgelelim, Kouchner’in uyar›s›n›n daha da endifle verici bir taraf› var. Fransa’n›n yeni cumhurbaflkan› Nicholas Sarkozy’nin, büyük hümanist ve siyaseten sosyalistlere yak›n olan Kouchner’i D›fliflleri Bakan› yapmas›, Sarkozy aleyhtarlar› taraf›ndan bile alk›flla karfl›lanm›flt›. Bu tercihin anlam› flimdi berraklafl›yor: “Militarist hümanizm”e ve hatta “Militarist pasifizm” ideolojisine dönüfl. Bu adland›rman›n sorunu, Orwell’in “1984”ündeki “bar›fl savaflt›r” slogan›n› hat›rlatmas› de¤il: “Daha fazla bomba ve ölüm asla bar›fl getirmez” fleklindeki basit pasifist tav›r, sah-
F
“Militarist hümanizm”deki sorun, “militarist”likte de¤il, “hümanizm”de. Askerî bir müdahalenin insanî yard›m olarak sunulmas›n›n meflruiyeti, insan haklar›n›n depolitize edilmesinde yat›yor. Askerî müdahaleye itiraz eden herkes düflman›n yan›nda saf tutmufl olmakla kalm›yor, medenî uluslar›n toplulu¤undan d›fllanmaya yol açacak bir suçu tercih etmifl oluyor.
Zizek efli için korsan DVD seçerken (solda), yazar-müzisyen Bülent Somay’la kestane seçerken (sa¤da).
54
te bir tav›r. Bar›fl için savaflmak gerekir ço¤u zaman. Yeni hedefin, Irak konusunda oldu¤u gibi, ahlakî bir nedenle de¤il, aç›kça söylenmeyen jeopolitik ve stratejik ekonomik ç›karlar nedeniyle seçilmesi de as›l sorun de¤il. “Militarist hümanizm”deki sorun, “militarist”likte de¤il, “hümanizm”de. Askerî bir müdahalenin insanî yard›m olarak sunulmas›n›n meflruiyeti, evrensel insan haklar›n›n depolitize edilmesinde yat›yor. Askerî müdahaleye itiraz eden herkes düflman›n yan›nda saf tutmufl olmakla kalm›yor, medenî uluslar toplulu¤undan d›fllanmaya yol açacak bir suçu tercih etmifl oluyor. Eskisi gibi, egemen devletler aras›nda cereyan eden ve çeflitli kurallar›n geçerli oldu¤u (esir al›nan askerlere muamele, baz› silahlar›n kullan›lmamas›, vs.) düzenli çat›flmalar türünden savafllar yok yeni global düzende. Art›k, evrensel insan haklar› kurallar›n› ihlâl eden “etnik-dinî çat›flmalar” var. Bunlar normal savafl say›lm›yor ve bat›l› güçlerin “insanc›l pasifist” müdahalelerini gerektiriyor. ABD’ye veya yeni dünya düzeninin di¤er temsilcilerine yap›lan do¤rudan sald›r›lar da savafl kabul edilmiyor, “kanunsuz savaflç›lar›n” evrensel düzenin güçlerine kriminel direnifli muamelesi görüyor. Bu durumda, örne¤in K›z›lhaç gibi, savaflan taraflar aras›nda arabuluculuk rolü üstlenen, esir de¤ifltokuflu yap›lmas›n›, vs. organize eden tarafs›z bir insanî yard›m örgütü hayal bile edilemiyor. Zira, çat›flman›n bir taraf› (ABD komutas›ndaki global askerî güç) K›z›lhaç rolünü üstlenmifl bulunuyor. Kendisini savaflan taraflardan biri olarak alg›lam›yor, global düzenin ve bar›fl›n öznesi olarak isyanlar› bast›rd›¤›n› ve “yerel nüfuslar”a insanî yard›m sundu¤unu farzediyor. “Biz” ve “davetsiz misafir” Dolay›s›yla, kilit soru flu: Kouchner “biz” derken kimin ad›na konufluyor ve bu “biz”e kim dahil, kim de¤il? Bu “biz” gerçekten “dünya” m›? Medenî insanlar›n apolitik cemaatinin insan haklar› ad›na hareket etmesi mi? Kouchner’in demecinden bir ay sonra, 17 Ekim’de, beklenmedik bir cevap (ya da daha ziyade bir komplikasyon) geldi. Türkiye parlamentosu, ABD’nin aksi yöndeki bask›s›na meydan okuyarak, hükümetin Kürt isyanc›lar› Irak içlerine kadar takip ederek askerî operasyonlar yapmas›na büyük ço¤unlukla izin verdi. Bu karara, Suriye Devlet Baflkan› Beflir Esad, Türkiye’nin “terörizme ve terörist faali-
Türkiye ve AB’nin melodisi Gelgelelim, tuhaf bir dengesizlik var bu müzikte. Parçan›n ortalar›nda, ana melodiden (nefle temas›), üç orkestral ve vokal varyasyondan sonra, bu ilk zirvenin akabinde beklenmedik bir fley olur. Bu, 9. Senfoni’nin ilk çal›n›fl›ndan beri, yani 180 y›ld›r müzik elefltirmenlerini rahats›z eden bir fleydir. 331 numaral› ölçüde ton topyekûn de¤iflir ve a¤›r bafll› bir ilahî fleklinde ilerleyen parçada nefle temas› Türk marfl› tarz›nda tekrarlan›r. Ama bu kez, 18. yüzy›l Avrupa ordular›n›n Türk yeniçerilerinden al›p adapte etti¤i vurmal› ve nefesli enstrümanlar›n kullan›ld›¤› askerî müzik ödünç al›narak icra edilir. Söz konusu tarz, karnavalesk bir popüler resm-i geçittir. Matrak bir manzarad›r, baz› elefltirmenler, Türk Marfl›’n›n bafllang›ç safhas›n›, basonlar›n “absürd gurultular›”n› ve davulun ona efllik etmesini yellenmeye benzetmifllerdir. Ve iflte o noktadan sonra, her fley yoldan ç›k›yor, bölümün birinci k›sm›ndaki sade, vakur tav›r bir daha yakalanam›yor. Ya peki, yoldan ç›kma 331. ölçüde, Türk
Marfl›’n›n bafllamas›yla bafllam›yorsa? Yoldan ç›kma daha en baflta vuku bulmuflsa? “Nefleye Övgü”nün k›smen yavan bir sahteli¤i oldu¤unu teslim etmek laz›m. Dolay›s›yla, 331. ölçüde meydana gelen kaos, bir nevi “bast›r›lan›n geri dönüflü”, bafllang›çtan beri yanl›fl olan fleyin semptomu. Bütün perspektifi de¤ifltirmeli ve Türk Marfl›’n›n, bu mant›¤a ayk›r› gösteriyi k›sa kesip aya¤›m›z› yere bast›rarak bizi gündelik hayat›n normalli¤ine döndürdü¤ünü görmeliyiz. O marfl adeta flunu söylüyor: ‹nsanl›¤›n kardeflli¤ini mi kutsamak istiyorsunuz? ‹flte gerçek insanl›k.” Bu, günümüz Avrupa’s› için de geçerli de¤il mi? Milyonlarca insan, “Nefleye Övgü”nün güftesi olan Schiller’in fliirinin ikinci k›tas›n› ba¤›rlar›na basmaya davet edilmiyor mu? O k›tan›n son m›sralar› flöyledir: “Sevinci bilmeyenler b›rakal›m gözyafllar› içinde ayr›ls›nlar birli¤imizden.” Bugün AB’nin krizde oldu¤unun bafll›ca iflareti Türkiye’dir. Birçok kamuoyu yoklamas›na göre, Fransa ve Hollanda’daki son referandumlarda “hay›r” oyu verenlerin dile getirdikleri temel itiraz, Türkiye’nin üyeli¤iydi. Türkiye’ye “hay›r” sa¤c›, popülist terimlerle de gerekçelendirilebilir (kültürümüze Türk tehdidine hay›r, göçmen Türkün ucuz eme¤ine hay›r), liberal çokkültürcü terimlerle de (Türkiye Kürtlere yapt›¤› muamele nedeniyle kabul edilmemeli, insan haklar›na yeterli sayg›y› göstermiyorlar). Ve karfl› görüfl, yani “evet” ise Beethoven’in nihaî na¤mesi kadar sahte. Bugünün Türkiye’si, kapitalist küreselleflmeyi do¤ru anlamak için hayatî öneme sahip. Küreselleflmenin siyasî taraftar›, Baflbakan Erdo¤an’›n iktidardaki “›l›ml›” ‹slam partisi. Küreselleflmeye tam entegrasyona direnenler (ve Türkiye’nin AB tam üyeli¤ine s›cak bakmayanlar) ateflli ulusalc›, seküler Kemalistler, tepeden t›rna¤a egemen olan bir ulus-devletin partizanlar›. ‹slamc›lar ise dinî-kültürel de¤erleriyle ekonomik küreselleflmeyi kolayl›kla
Davetsiz bir misafir militarist hümanizmin tekeline fiilen sahip olan “biz”in kapal› dairesine dal›verdi. Rahats›zl›¤›m›z, verdi¤imiz partiye bizden biriymifl gibi gelen, fakat âdab› muafleretten yoksun bir misafir karfl›s›ndaki ev sahibi rahats›zl›¤›. Bu durumu nahofl k›lan fley Türkiye’nin “öteki”li¤i de¤il, “ayn›”l›k iddias›.
evlendirebiliyor. Bir insan›n kültürel kimli¤i globalleflmeye engel de¤il. Gerçek engel, transkültürel ulus-devlet evrenselcili¤i. Dolay›s›yla, Türkiye AB’ye kabul edilmeli mi, yoksa gözyafllar›yla ayr›lmal› m›? Avrupa, Türk Marfl›’n›n üstesinden gelebilir mi? Ve, t›pk› Beethoven’in 9. Senfonisi’nin finali gibi, hakiki sorun Türkiye de¤il de, melodinin kendisiyse e¤er? Post politik teknokratik elitin bizlere Brüksel’den dinletti¤i birlik flark›s›ysa? ‹htiyac›m›z olan fley bütünüyle yeni bir melodi ve Avrupa’n›n yeni bir tan›m›. Türkiye sorunu, AB’nin Türkiye’yi ne yapaca¤›na dair karars›zl›¤›, Türkiye’yle ilgili de¤il, Avrupa’n›n ne oldu¤una dair kendi kafa kar›fl›kl›¤›yla ilgili. Avrupa Anayasas›’n›n sürüncemede kalmas›, Avrupa projesinin kimlik aray›fl›nda oldu¤una delâlet ediyor. Eski ve Yeni Avrupa “Kültürün Tarifine Dair Notlar”›nda, büyük muhafazakâr TS Eliot, baz› anlarda tek seçimin, mezhepçilikle inançs›zl›k aras›ndaki seçim oldu¤unu, bir dini canl› tutman›n tek yolunun onun ana gövdesinden mezhepçi bir kopufl yapmak oldu¤unu söylüyordu. Bugün bizim yegâne flans›m›z bu: Standart Avrupal› mirastan “mezhepçi” bir kopuflla kendimizi eski Avrupa’n›n çürüyen gövdesinden kesip kopararak ancak yenilenen Avrupa miras›n› yaflatabiliriz. Görev zor, bizi bilinmeyene ad›m atma gibi büyük bir risk almaya zorluyor. Ancak, bunun tek alternatifi yavafl yavafl çürümedir. Avrupa’n›n t›pk› eski Yunan’›n olgun Roma ‹mparatorlu¤u için oldu¤u gibi, fiilen hiçbir k›ymeti harbiyesi olmayan nostaljik bir kültür turizmi mekân›na tedricen dönüflmesidir. AB’nin çeliflkisi, Avrupa merkezci Hristiyan tutucularla AB’nin kap›lar›n› Türkiye’ye ve ötesine açmak isteyen liberal çokkültürcüler aras›ndaym›fl gibi resmediliyor. Ya bu çeliflki yanl›flsa? Bugünün Polonya’s›, anti-modernist geri tepmenin muzaffer oldu¤u ilk Bat› ülkesi olma ayr›cal›¤›na sahip ve hegomonik bir güç olarak temayüz ediyor; kürtaj› topyekûn yasaklamaya, anti-komünist “ar›nma”ya, Darwinizmi ilk ve orta ö¤renimden ç›karmaya ça¤r› yap›yor ve ifli Cumhurbaflkan› mevkiini ilga edip ‹sa’y› Polonya’n›n ebedî kral› yapmak gibi acaip bir fikre kadar vard›r›yor. Bütün bunlar alenî bir kopuflla, hiç de mu¤lak olmayan anti modernist Hristiyan de¤erler temeli üzerinde yeni bir Polonya Cumhuriyeti kurmay› hedefleyen kapsaml› bir öneri paketinde bir araya geliyor. Almam›z gereken ders belli: Köktenci popülizm, sol tahayyülün b›rakt›¤› bofllu¤u dolduruyor. Donald Rumsfeld’in Eski ve Yeni Avrupa’ya iliflkin bednam ifadesi, yeni ve beklenmedik bir gerçeklik kazan›yor: “Yeni” Avrupa’n›n d›fl çizgilerinin ço¤unlu¤unu oluflturan, post-Komünist ülkelerin (Polonya, Balt›k ülkeleri, Romanya, Macaristan...) anti-komünizm, zenofobi, homofobi, vs. ile harmanlanm›fl Hristiyan popülist köktencilikleri. Polonya gibi örnekler, bizi AB’yi daraltmaya ve Avrupa’y› Polonya’n›n Hristiyan köktencili¤ini d›flar›da b›rakacak flekilde tan›mlamaya zorlam›yor mu? Belki de Türkiye’ye uygulanan kriteri Polonya’ya uygulaman›n zaman›d›r.
55
Çeviren: Y.G.
yetlere” önlem almas›n› destekledi¤ini söyleyerek tuz biber ekti. Bu durumda, davetsiz bir misafir (davetsizli¤ine ilâveten insan haklar› sicili de yetersiz bir misafir –bkz. Ermeni katliam›n› inkâr etmeleri) militarist hümanizmin tekeline fiilen sahip olan “biz”in kapal› dairesine dal›verdi. Rahats›zl›¤›m›z, verdi¤imiz partiye bizden biriymifl gibi gelen, fakat âdab› muafleretten yoksun bir misafir karfl›s›ndaki ev sahibi rahats›zl›¤›. Bu durumu nahofl k›lan fley Türkiye’nin “öteki”li¤i de¤il, “ayn›”l›k iddias›. Böyle durumlar, ayd›nlanm›fl insanl›¤› “biz” yapan niteli¤in yaz›l› olmayan kurallar, sessiz yasaklamalar ve d›fllamalar oldu¤unu iffla ediyor. Bu durumun nefes kesen ironisi, Irak’a girmeye haz›rlanan Türk Marfl›’n›n selefinin, AB’nin gayr› resmî marfl› olan Beethoven’in 9. Senfonisinin son bölümündeki “Nefleye Övgü”deki varl›¤›. O parça hakiki bir “bofl gösterge”, her fleyi imleyebiliyor. “Nefleye Övgü”, Fransa’da Romain Rolland taraf›ndan “bütün insanl›¤›n kardeflli¤ine” yap›lan “hümanist bir övgü” mertebesine yüceltilmiflti (“‹nsanl›¤›n Marseillaise’i”). 1938’de “Reich müzik günü”nü taçland›rm›fl, daha sonra da Hitler’in yaflgününde icra edilmiflti. Kültür devrimi dönemindeki Çin’de, Avrupa’n›n klasik müzi¤i reddedilirken bu parça ilerici s›n›f mücadelesi örne¤i olarak gösterilmiflti. Bugünün Japonya’s›nda ise, toplumsal dokuya nüfuz etmifl, “ac› çekme yoluyla nefleye ulaflma” mesaj› tafl›d›¤› iddias›yla kült bir statüye sahip. Bat› ve Do¤u Almanya’n›n olimpiyatlara tek tak›m olarak kat›lmas›n›n zorunlu oldu¤u 1970’ler öncesinde, Alman sporcular alt›n madalya ald›klar›nda çal›nan millî marfl “Nefleye Övgü”ydü. Ayn› parçay›, Rodezya’n›n beyaz ›rkç› Ian Smith rejimi, apartheid’› sürdürebilmek için 1960’lar›n sonlar›nda Britanya’dan ba¤›ms›zl›¤›n› ilân etti¤inde, millî marfl olarak benimsemiflti. Ayd›nl›k Yol hareketinin flimdi hapiste bulunan lideri Abimael Guzman da, en çok sevdi¤i müzik soruldu¤unda, “Beethoven’in 9. Senfonisindeki dördüncü bölüm” cevab›n› vermiflti. Demek ki, Hitler’den Stalin’e, Bush’tan Saddam’a birbirinin yeminli düflmanlar›na, bir süre için düflmanl›klar›n› unutup ulvî bir kardeflli¤i paylaflt›klar› sihirli bir an yaflatan hayalî bir konser düflünebiliriz.
Artun Yeres: Bizde heykellerimize bakt¤›m›zda Fatih, Barbaros... Niye bir Levnî, bir Tanp›nar yok? Adapazar›’nda bir Sait Faik gördüm, berbat. Heykelin insana çarpmas› çok önemli, kendisine bakt›r›yor, bak›nca da merak ediyorsun, kimdir, nedir diyorsun... Örne¤in, yoksul bir adam heykeli gördüm Erivan’da, elindeki gülü uzatan. Öyle bir adam yaflam›fl Erivan’da, önünden geçen kad›nlara gül verirmifl. Heykelini yapm›fllar, ad› Güllü Adam; Vart Mart... Filminizi nas›l de¤erlendirdiler? Beni pek sevmediler, ama filmi be¤endiler. Çatlak sesler de ç›kt› tabii. Bir gazeteci “bu film Ermeni soyk›r›m›n› m› anlat›yor?” diye sordu. “Hay›r” dedim, “bu, savafla ve soyk›r›mlara karfl› bir film. Dünyan›n pek çok ülkesinde soyk›r›mlar yafland›. Picasso da zaten bu tabloda Guernica kentindeki soyk›r›m› tasvir etmiflti, ben de o tasvirden yola ç›karak bu filmi yapt›m”. Gazeteci tatmin olmad›, “o zaman neden Ermeni müzi¤i kulland›n?” dedi. Filmin müzi¤i Gasparyan, de¤il mi? Evet. “Moon Shines At Night” albümünden. “Ac›y› veren, bana geçen, filmime koymam gereken müzik buydu, Ermeni müzi¤i diye seçmifl de¤ilim” dedim. Baflta akl›mda Miles Davis vard›, “Sketches of Spain”i düflünmüfltüm. Fakat onu bir baflka filmimde, “Çirkin Ares”te kulland›¤›m için vazgeçtim. Gasparyan’› sevmemin Ermeni as›ll› olmamla bir iliflkisi yok, onu da Miles Davis’i sevdi¤im gibi seviyorum. Hatta Gasparyan’› bana öneren, sevgili dostum genç sinemac› Uygar Asan oldu. Filmdeki Gasparyan parçalar› ac› yüklü a¤›tlar.
Filmde Nâz›m Hikmet’in bir fliirinden (“Zafere Dair”, 1941) bir bölüm var. Ona da “neden?” dediler. “Neden olmas›n?” dedim, “tarih boyunca her ülke ac›lar yaflam›flt›r, Türkiye’de de yaflanm›flt›r. Yak›n tarihimizde Sivas’ta ayd›nlar yak›ld› örne¤in. 80 öncesinde de Marafl’ta, Çorum’da katliamlar oldu. Bunlar› görmezden mi gelelim?” Bu filmi yapmak nereden akl›n›za geldi? Dört-befl y›ld›r kafamdayd›. Notlar alm›flt›m, daha sonra onlar› bir çekim senaryosu haline getirdim, sonra birkaç kez de¤ifltirdim, daha reel görüntüler koymak istiyordum araya. Sonra ö¤rendim ki, y›llar önce Alain Renais de “Guernica”y› filme alm›fl... Renais’nin filmiyle ilgili bilgiler edindim, ayn› fleyi yapmak istemedim. Renais, Guernica bombard›man›yla ilgili belgesel görüntüler de kullanm›fl... Bir benzerlik olmas›n diye belgesel görüntülerden vazgeçtim. Resme yo¤unlaflt›m. Tabloyu tam göstermek istemedim, çünkü bu hali parçalanmay› daha iyi ifade ediyordu, bütünüyle gösterseydim, belki zedelenecekti s›rlar›. O nedenle ayr›nt›lara ay›rd›m, parçalad›m daha do¤rusu... Parçalarken seçimi nas›l yapt›n›z? Yo¤unlaflt›¤›m zaman bir konu üzerinde belli bir ritm yakalamak istiyorum, bunu da dramatik bir yap› içinde gerçeklefltirmek istiyorum. Bir ara filmin ortas›nda yo¤unlafl›yor kurgu, sonra daha uzun ve kayd›rmal› planlara geçiliyor, tempo giderek a¤›rlafl›yor ve sonra bir çiçe¤e odaklan›yor, o da yeniden bir yaflama dönme, savafls›z bir dünya özlemi... Bir de o çiçe¤i renklendirdim, daha bir umut geçirmek için seyirciye.
Artun Yeres’le, “Guernica Katliam›” adl› k›sa filminin 2004 Temmuz’unda Erivan Film Festivali’nde gösterilmesinin ard›ndan yap›lan söylefliden. (Express, Say› 39, Temmuz 2004)
Foto¤raf: fiahan Nuho¤lu
Artun Yeres (17/2/1935 - 4/11/2007)