191254
SAYI: 2008/01
DAH‹L) 15 Ocak - 15 fiubat 2008 5 YTL (KDV
KORKUT BORATAV
Kar›flmas›n kafalar! 80 S Y O N A L E N T E R N A
TAHA PARLA
Sivil toplum huzurlar›n›zda!
fi A L A L A
TÜRK‹YE'N‹N DO⁄ALGAZLA ‹MT‹HANI
Büyük ketenpere
Ö⁄RETMENLER VE M‹LL‹ E⁄‹T‹M
Ayfle kardelen ol, Elif zokay› yut ADNAN KESK‹N'‹N RAD‹KAL SERÜVEN‹
Av köpekli¤ini reddetmek ÇOCUKTAN AL HABER‹
"Baba, Türkiye'yle Hakkari neden savafl›yor?" BAL‹’N‹N ARDINDAN
Welcome to Kyoto business DAVID BYRNE'ÜN GÖZÜYLE MÜZ‹KTE DEVR‹M
Bambaflka bir gramer
TÜRK DÜŞMANI KADINLAR Hürriyet Rosetta için ‘Manken kadar güzel’, ‘Düzgün fiziğiyle Avrupa Konseyi’ndeki erkeklerin başını döndürüyor’ diye yazmış.
Hürriyet 12 Eylül darbecilerinin iktidarı sivillere devretmesini savunan kadın parlamentere ‘Türk düşmanı’ demiş.
31 Ocak 1982 tarihli Hürriyet’te ‘Avrupa Konseyi’ndeki bir numaral› düflman›m›z, Türkiye’yle u¤raflan Rosetta’ bafll›kl› bir haber var. Habere göre Avrupa Konseyi’nin Portekizli parlamenter üyesi Elena Rosetta, darbeciler gidip demokratik bir iktidar gelene kadar Türkiye’nin Konsey’den
ç›kar›lmas›n› savunuyormufl. Haberde ‘Düzgün fizi¤iyle Konsey’deki erkeklerin bafl›n› döndürüyor’ diye bahsedilen Rosetta komünist de¤il sosyal demokrat oldu¤unu söylese de, Hürriyet ‘Komünist Rosetta, Salazar cuntas› döneminde tutuklanmas›n›n ac›s›n› ç›karmaya çal›fl›yor’ di-
ye ç›km›fl iflin içinden. Bas›nda ‘90’lar›n sonunda bafllayan benzer bir moda ise Türkiye’nin insan haklar› karnesini elefltiren Alman Yefliller Partisi’nden Claudia Roth düflmanl›¤›. Zaman›n DYP’li bakan› Ayvaz Gökdemir’in Roth’a “O…..” diye hakaret etmesi hâlâ ak›llarda.
Millî Tarih AYLIK MÜSTAK‹L S‹YAS‹ GAZETE
TARTIŞMAK POLİS TARAFINDAN YASAKLANMIŞTIR 1959’da CHP’li gençlerin edebiyat münazarasına müdahale eden polis, gençleri ‘Tartışmayın, sohbet edin’ diye uyarmış. 4 fiubat 1959’da CHP Eminönü teflkilat›ndan gençler “‹fade-i meram en iyi nesirle mi olur, fliirle mi?” bafll›kl› bir münazara yapmak için Valilik’ten izin alm›fllar. Münazara bafllad›¤› s›rada gelen polis, gençleri “aralar›nda tart›flmamalar” konusunda uyarm›fl. Gençler “isterlerse tart›flmaya mahal vermeyecek bir konuda sohbet edebileceklerini” söyleyen polise, izin belgelerini gösterseler de fayda etmemifl. Bunun üzerine gençler ‘Böyle bir münazaraya müdahale etmeye lüzum var m›?” konusunda sohbet etmeye bafllam›fllar. Polis bunun da bir tart›flma say›laca¤› gerekçesiyle gençleri parti binas›ndan ç›karm›fl.
YARIM BIYIKLI ÇAPKIN Günaydın gazetesinin 4 Şubat 1970 tarihli birinci sayfasında akıllara seza bir haber var. ‘Çalışmaya gittiği İngiltere’de kızlardan yüz bulamayan Kasımpaşalı Keskin Rıza son çare olarak bıyığının yarısını kestirmiş ve bu sayede kızların sevgilisi haline gelmiştir’ diye başlayan habere göre Rıza bıyığının yarısını kesmekle kalmamış, ‘kızların uzun saçlı erkekleri beğenmesinden hareketle’ üç ayrı renkte peruk da satın almış. Çapkınlık kariyeri bundan sonra tavan yapmış, zira gazete yarım bıyıklı Rıza’nın peruk takıp Türk işi cepkeni de giyince kızların saldırısına uğradığını yazmış. ‘Sarışın İngiliz’i bırakıp esmer İngiliz’i alan Rıza’ hayatından çok memnunmuş.
Claudia Roth Türkiye’nin insan hakları karnesini eleştirmesi nedeniyle zamanın bakanı Ayvaz Gökdemir’in hakaretlerine maruz kalmıştı.
Kadın inisiyatifi Köylü kadınlar kocalarının içki içip dansöz oynattığı köy kahvesini taş ve sopalarla basıp kocalarını eve götürmüşler. Bal›kesir’in Dursunbey ilçesine ba¤l› Sar›mustafalar Köyü’ndeki kad›nlar, kocalar›n›n köy kahvesinde içki içip dansöz oynatmas› üzerine tafl ve sopalarla kahveyi bas›p dansözü kovalad›ktan sonra kocalar›n› zorla eve götürmüfller. 26 Ocak 1967’de Milliyet gazetesine haber olan olay bir çocu¤un köy meydan›nda “Anne erkekler kahvede kad›n oynat›yor, aralar›nda babam da var” demesiyle patlak vermifl.
Sahte Zeki Müren
Hâkim yoksa kâtibe var
1968’de dört kurnaz Türk, Zeki Müren konseri düzenleme dümeniyle 5 bin bilet satmış. Dolandırılan Türkler zanlıları öldürmeye ant içmiş.
Boşanma ve nafaka davalarına bakan asliye mahkemesinin hakimi hastalanınca mahkeme katibesi kürsüye çıkmış.
17 Ocak 1968’de Almanya’da yaflayan dört Türk doland›r›c›, Münih’in en büyük salonlar›ndan birini Zeki Müren konseri için kiralam›fllar. Salon yöneticilerinin konser verecek sanatç›y› görmek istemesi üzerine bir arkadafllar›n› Zeki Müren diye tan›tan iflçiler, ald›klar› izinle tam 5 bin bilet bast›r-
‹stanbul Adliyesi’ndeki 1. Asliye Hukuk Mahkemesi hakimi hastalan›nca mahkemenin kâtibesi Mualla Dinçer “‹fl bafla düfltü” demifl ve hakim yerine kürsüye ç›km›fl. 9 fiubat 1967 tarihli gazetelerin ‘12 y›ld›r ayn› mahkemede çal›flt›¤› için hiç yabanc›l›k çekmedi’ dedi¤i katibe Dinçer çok istemesine ra¤men Hukuk Fakültesi’ne
m›fllar. Biletleri Türk iflçilere sat›p 40 bin mark kazanan doland›r›c›lardan Turhan Acar, ifli iyice ileri götürüp Türk Konsoloslu¤u yetkililerine ön s›radan bedava biletler vermifl. Konsere gelenler doland›r›ld›klar›n› anlay›nca olay ç›karm›fl. Polisin gelmesiyle sakinleflen kalabal›k doland›r›c›lar› yakalarlarsa öldürmeye yemin ettikten sonra da¤›lm›fl.
girememifl, ama Edebiyat Fakültesi’ni bitirmifl. Bir günde tam 19 boflanma ve nafaka davas›na bakan kâtibe, yapt›¤›n›n do¤ru olup olmad›¤› sorusunu “Davalar›n seyrini etkileyecek kararlar almad›m. Sadece taraflar›n mühim isteklerini kayda geçirdim ve yeni duruflma günleri tespit ettim. Yanl›fll›k bunun neresinde?” diye yan›tlam›fl.
Haz›rl›yan: Murat Toklucu
‹fiTE TAR‹H ‹fiTE SAL‹H
TÜRK‹YE’N‹N DO⁄ALGAZLA ‹MT‹HANI
Büyük ketenpere “Tut flunun ucunu döfleyelim abi” millî politika oldu, memleketin dört bir yan›na boru hatlar› döflendi, döfleniyor. ‹ddia büyüktü, Türkiye enerji köprüsü olacak, jeopolitik / jeostratejik önemini misliyle katlayacak, bu arada temiz ve ucuz enerji kullanacakt›. Do¤algaz›n nispî temizli¤ine diyecek yoktu, ama di¤er iddialar havadayd›. Enerji ve Tabii Kaynaklar bakanlar›n›n peflpefle Yüce Divan’l›k olmas› da soru iflaretlerini ço¤alt›yordu. 2008’e “do¤algaza zam” haberiyle girdik: Konutlarda yüzde 7.4, sanayide yüzde 6.5! Hemen ard›ndan elektrik zamm› geldi: Konutlarda yüzde 21, sanayide yüzde 15! Kötü haber bu kadarla da kalmad›, ‹ran do¤algaz vanas›n› kapat›verdi. Biraz sonra okuyaca¤›n›z yaz›, 2007’nin son günlerinde yaz›lm›flt›; sadece gelen zamlar› de¤il, ‹ran’›nki gibi “sürpriz”leri de öngörüyordu. Müneccimlik gerektiren bir öngörü de¤ildi bu, Türkiye’nin enerji politikas›na yak›ndan bakmak yeterliydi. fiimdi birlikte bakal›m ve flu sorulara cevap arayal›m: Türkiye’nin kendisine biçti¤i enerji köprüsü rolü ve bu rolün gerek AB süreci, gerekse bölgesel bar›fl›n tesisindeki stratejik önemi ne kadar gerçekçi? Yolsuzluklar›n kol gezdi¤i do¤algaz tarihçemiz, arz›n artmas›yla nas›l bir evreye girdi; AKP, vurgunu nas›l organize etti? Do¤algaz› ikâme edebilecek yerel, k›smen çevre dostu, yenilenebilir enerji kaynaklar› nas›l bir seyir izliyor, do¤algaz›n ülke sath›ndaki tahakkümü bu tür kaynaklara yönelime nas›l etki ediyor?
Boru hatlar›yla ördük anayurdu dört bafltan ürkiye gerek kuzey-güney, gerekse do¤u-bat› istikametinde sebil miktarda do¤algaz boru hatt›na sahip: 1) ‹lk al›m anlaflmas› 1986’da yap›lan, Ukrayna ve Bulgaristan üzerinden Rus gaz›n› ülkeye getiren Bat› hatt›. 2) 1997’de yap›lan anlaflma ile Karadeniz'in alt›ndan geçerek Samsun'a ba¤lanan, hakk›ndaki yolsuzluklar s›ras›nda ismi “Mavi Ak›m” diye tescillenen Kuzey hatt›. 3) K›smen Bakü-Tiflis-Ceyhan (BTC) hatt›n› kullanarak ülkemize giderek artan miktarda Türkmen ve Azeri gaz›n› getirmesi umulan Güney Kafkasya ya da fiahdeniz boru hatt›. 4) Hem ‹ran-Türkiye, hem de fiahdeniz do¤algaz boru hatt› rotalar›n› k›smen kullanarak Orta Asya gaz›n› Avusturya'ya kadar iletmesi düflünülen Nabucco boru hatt› projesi. Tüm bu boru hatlar›ndan Türkiye'nin beklentisi, bir enerji köprüsü niteli¤i kazanarak ekonomik girdi sa¤lamak. Bu girdinin en do¤al rotas› olarak da do¤u-bat› hatt›na iflaret ediliyor. Zira Rusya'n›n dünyan›n tüm do¤algaz rezervlerinin yüzde 27’sine sahip oldu¤u, buna ilaveten yak›ndo¤u Asya ülkeleri üzerindeki tarihsel nüfuzu düflünüldü¤ünde,
T
4
AB’nin Rus do¤algaz›na giderek artan ba¤›ml›l›¤›n›n alternatifi olarak Türkiye'yi görmesi, de facto bir ç›kar›m gibi görünüyor. Ancak civar ülke rezervlerinin paylafl›m›na ve Rusya'n›n bölgedeki genifl kapsaml› etkisine bak›ld›¤›nda, kaz›n aya¤›n›n hiç de öyle olmad›¤› anlafll›yor. Komfluda piflip bize düflecek ve bizim de Avrupa’ya ulaflt›rarak nemalanmay› planlad›¤›m›z kanallar›n önemli bir aya¤›n› teflkil eden fiahdeniz projesiyle bafllayal›m. Azerbaycan’dan tedarik edip fiahdeniz boru hatt› vas›tas›yla Yunanistan ve ‹talya'ya satmay› planlad›¤›m›z do¤algaz›n önü epey t›kal›. Ülkeye Azerbaycan gaz›n›n girifli Temmuz 2007’de 250 milyon metreküp ile bafllad›. Kapasitenin fas›lalarla y›ll›k 6.6 milyar metreküpe ç›kart›lmas› arzu ediliyor. fiahdeniz projesiyle Yunanistan’a y›ll›k 3, ‹talya’ya 6 milyar metreküplük do¤algaz sat›fl› öngörülüyor. Ancak, örne¤in Yunanistan söz konusu oldu¤unda, Türkiye bunun sadece 750 milyon metreküplük sat›fl›n› bizzat gerçeklefltirebiliyor. Geri kalan› ise yüzde 25.2’lik hissesi BP'ye ait olan konsorsiyumun sat›fl yetkisinde olacak. Dolay›s›yla bu hatt›n, en az›ndan bildi¤imiz Yunanistan fasl›n›n, Türkiye’ye kazand›ra-
ir aile düflünelim: Günlük ekmek ihtiyac› befl, ama köfledeki f›r›ndan 15 ekmek al›yor. Dahas› 15 ekme¤in paras›n› peflin ödüyor. Böyle bir durum herkese “çok saçma” dedirtir, “ak›llar›ndan zoru olmal›!” Türkiye’nin do¤algaz politikas› da böyle. Ama, bu politikay› yürütenlerin ak›llar›ndan zoru oldu¤u söylenemez, “bir bildikleri” var elbette. Yine de “befl ekmek tüketirken 15 ekmek paras› ödemek” biz yurttafllar için bir muamma. Bu muammay› çözmek için birkaç flifreyi deflifre etmek gerekiyor. Bu flifrelerin bafl›nda EPDK geliyor: Enerji Piyasas› Denetleme Kurulu. Heybetli bir ismi, en az ismi kadar heybetli bir rolü var: Yaklafl›k 60-65 milyar dolarl›k bir piyasan›n –elektrik, do¤algaz, petrol, LPG ve yenilenebilir enerji kaynaklar› piyasas›n›n– yegâne kaptan›. Bu kurulun hükmetti¤i 60-65 milyar dolar›n tercümesi flu: Türkiye’nin 400 milyar dolar olan gayr› safi millî has›las›n›n alt›da biri. EPDK’n›n enerji piyasas›nda sahip oldu¤u yetkiler yarg›, yasama ve yürütmenin birbirinden ayr›flmad›¤› Ortaça¤ Avrupas›’n›n hukuk sistemini ça¤r›flt›r›yor. Zira, flirketlere lisans› o veriyor, çevresel etki de¤erlendirme (ÇED) raporlar›na o bak›yor, toptan ve perakende tüm fiyatlar› son kertede o tespit ediyor, piyasan›n tüm aktörleri ile ilgili denetim ve soruflturma faaliyetlerini de o gerçeklefltiriyor. EPDK benzeri “denetleme ve düzenleme” kurullar›ndan, Türkiye’de dokuz adet var (Telekomünikasyon Kurulu, BDDK, fieker Kurulu, Rekabet Kurulu vs.). Bu kurullar›n ifllevi, bilhassa özellefltirme giriflimlerine köstek olma potansiyeli tafl›yan “demode” bürokrasiyi ve
B
ca¤› gelir flimdilik y›lda 30 milyon dolarla s›n›rl›. Elde edilen gelirin 200 milyon dolara ç›kmas› mümkün. Ne var ki, konsorsiyumla yap›lan anlaflma gere¤i boru hatt›n›n bak›m›ndan da Botafl’›n sorumlu olmas› nedeniyle kâr marj› bir hayli düflük görünüyor. Kald› ki, Türkiye, Azerbaycan'dan 1000 metreküpünü 120 dolara ald›¤› do¤algaz› Yunanistan'a azami 149 dolara satma hakk›na sahipken, Rusya Yunanistan’a halihaz›rda 260 dolara do¤algaz satabiliyor. Durumun bu hale gelmesinin sebebi, Rusya’n›n sadece sahip oldu¤u büyük do¤algaz rezervlerini de¤il, ayn› zamanda yetkin bir diplomasi ve “tehdit” stratejisini de çekinmeden kullanarak bölgedeki fiyatlar›n belirlenmesinde afl›r› kudretli bir taraf olmas›. Bu yetkin yöntemlerin alamet-i farikalar›ndan biri Azerbaycan ve Gürcistan üzerinde kurdu¤u bask› poltikalar›. ‹flte Putin'in enerji karteli kart›n› elinden b›rakmaya hiç niyeti olmad›¤›na dair latif bir örnek: Rusya, Türkmenistan ile yapt›¤› anlaflma uyar›nca, Türkmen gaz›n› 2007’ye kadar, 1000 metreküpü 100 dolardan Azerbaycan ve Gürcistan'a sat›yordu. 2007’de fiyat bir anda 230 dolara f›rlad›. Harcad›¤› 11 milyar metreküp do¤algaz›n 4.5 milyar metreküplük k›sm›n› Rusya'ya borçlu olan Azerbaycan, durumdan büyük zarar görürken, 1.5 milyar metreküplük iç piyasa arz›n›n tamam› Rusya'dan gelen Gürcistan için daha da vahim bir tablo has›l oldu. fiahdeniz projesinin gelece¤i konusunda ciddi soru
prosedürleri bertaraf etmek ve “ba¤›ms›zl›k” kisvesi alt›nda piyasalar›n özel sermayeye devrini h›zland›rmak. IMF, Dünya Bankas› ve Avrupa Komisyonu taraf›ndan fliddetle savunulan EPDK’n›n kurulufl tarihi 2001, kurucusu DSP-MHP-ANAP koalisyonu. Kemal Dervifl’in bast›rmas›yla ç›kar›lan “15 günde 15 yasa”dan biri olarak 2001 krizi s›ras›nda yürürlü¤e giren 4628 say›l› Elektrik Piyasas› Kanunu ile faaliyete geçen EPDK’n›n denetim alan› ad›m ad›m geniflletildi ve 2005 itibar›yla tüm enerji piyasas›n› kapsar hale getirildi. Bugün EPDK’n›n kadrosu 301 kifli, bu 301 kiflinin 184’ü hükümet taraf›ndan atanan “uzmanlar”. Kurulun yöneticileri AKP’ye yak›nl›klar›yla biliniyor –bu muteber kurumun yöneticileri, Baflbakan Erdo¤an’›n bizzat yapt›¤› yüz yüze mülâkatlarla belirleniyor.
mette Refah-Yol koalisyonu var. Enerji bakan›, Recai Kutan. Botafl, Gazprom ve Turgut Özal'›n gözde ifladamlar›ndan Erol Uçer'e ait Gama’n›n ortakl›¤›yla Trusgaz flirketi kuruluyor. Sözkonusu flirket, “lüzumsuz” üçüncü orta¤› Gama da kâr etsin diye s›n›ra gelen do¤algaza, 1000 metreküp bafl›na 12 dolar fazla ödüyor. K›sacas› milyarlarca dolar kaybedilmesine bile bile lades deniyor. Dahas›, bu anlaflma, 1998’de, 28 fiubat hükümetinin baflbakan› Mesut Y›lmaz taraf›ndan da onaylan›yor. Trusgaz flirketinin yüzde 4.4’lük hissesinin bir off-shore hesapta tutulmas› ve bu hesab›n kime ait oldu¤unun bir türlü tespit edilememesi, Botafl yolsuzluklar› tarihçesinde büyücek bir çentik olarak yerini koruyor. Bu noktada, teoride Türkiye’nin do¤algaz gereksinimini en uygun koflullarla çözmesi gereken Botafl’›n gücü, k›smen bu kötü tarihçe bahane gösterilerek kufla çevriliyor.
Botafl’›n karanl›k sicili ‹kinci önemli flifre Botafl. 1973’te esasen Irak’tan boru hatlar› ile petrol getirmek için kurulan Botafl (Boru Hatlar› ile Petrol Tafl›ma Anonim fiirketi), Turgut Özal’›n Dünya Sa¤l›k Örgütü’nün “ülkede hava kirlili¤inden dolay› kitlesel ölümler olacak”uyar›s›na cevaben do¤algaz ithalat›n› bafllatmas›yla, 1987’de dümenin bafl›na geçti. 1995’te, TPAO’dan (Türkiye Petrolleri Anonim Ortakl›¤›) ayr›larak müstakil bir K‹T oldu. Botafl’›n yolsuzluklar tarihçesini bu sayfalara s›¤d›rmak mümkün de¤il. Sadece Mavi Ak›m boru hatt›yla ilgili yolsuzluklar fleceresi için F›rat Gazel’in “Mavi Ak›m, Avrasya’da: Çözümsüzlü¤ün Öyküsü” adl› kitab›n› önerebiliriz. Önce bir hat›rlatma yapal›m: Y›l 1996, hükü-
EPDK’n›n flaibeli icraatlar› EPDK’n›n kurulur kurulmaz yapt›¤› icraat, hangi maksada hizmet etti¤inin sinyalini veriyordu: 2 May›s 2001 tarihli Do¤algaz Piyasas› Kanunu’na dayanarak Botafl'›n 2009’a kadar yeni bir ithalat anlaflmas› yapmas›n› engelledi¤i gibi, mevcut ithalat sözleflmelerinin yüzde 80’inin özel flirketlere devrini karara ba¤lam›flt›. Bu karar, dünya do¤algaz piyasas›nda, bir ilkti. Örne¤in AB ülkeleri iç piyasalar›n›, bir Rus K‹T’i olan ve ülkenin gaz üretiminin yüzde 94’ünü gerçeklefltiren Gazprom’a kapt›rmamak için kendi bünyelerindeki büyük flirketleri tekellefltirirken, Türkiye Botafl’a ait ithalat sözleflmelerini devrediyordu, hem de Gazprom’un onay verdi¤i flirketlere!
iflaretleri yaratan bu süreçte, Azerbaycan Türkiye’ye taahüt etti¤i arz›n ertelenmesini istedi. Yükselen fiyatlar nedeniyle Rusya’n›n Gazprom arac›l›¤›yla Azeri ve Gürcü da¤›t›m flebekelerini, t›pk› Ukrayna ve Ermenistan'da oldu¤u gibi ele geçirece¤ini tahmin etmek için falc› olmaya gerek yok. fiahdeniz-AB hatt›n›n bu pustan nas›l s›yr›laca¤› ise meçhul gözüküyor. Nabucco projesinin muhtemel ak›betine geçmeden evvel, boru hatlar›n›n jeopolitik iklime ba¤›ml›l›k ad›na gezindi¤i dalgal› sular› örneklendirmek için, Kerkük-Yumurtal›k petrol boru hatt›n› hat›rlamakta fayda var. Bu hat, Saddam Hüseyin yönetimi alafla¤› edilmeden önce, y›ll›k hacmi olan 71 milyon ton ham petrolün ortalama yar›s›n› Yumurtal›k’a ulaflt›r›yordu. (AKP hükümetince enerji politiklar›m›z›n nirengi noktalar›ndan biri olarak iftiharla betimlenen Bakü-Tiflis-Ceyhan boru hatt›n›n y›ll›k hacmi 50 milyon ton ham petrol). “Büyük Orta Do¤u Projesi”nin Irak savafl› fasl› ile bu miktar, gözard› edilebilir birkaç sevkiyat d›fl›nda s›f›rlan›rken, olas› sevkiyatlar da birçok sabotaj ile önlendi. Jeopoliti¤in de¤iflen rüzgâr›, t›pk› Rusya’n›n Azerbaycan hamlesi gibi, Türkiye’yi d›fl kaynakl› baflka bir gelirden mahrum b›rakt›. Yani ülkeye giren boru hatlar›n›n, öngörülen ak›m› her daim tedarik etmeyebilece¤ini öngörmek gerekiyor. Türkiye’nin do¤algaz ile imtihan›n›n tipik bir örne¤i olarak, 3 bin 400 kilometrelik Türkiye-Avustur-
EPDK’n›n enerji piyasas›nda sahip oldu¤u yetkiler yarg›, yasama ve yürütmenin birbirinden ayr›flmad›¤› Ortaça¤ hukuk sistemini ça¤r›flt›r›yor. Kurulun yöneticileri AKP’ye yak›nl›klar›yla biliniyor. EPDK’n›n yöneticileri, Baflbakan Erdo¤an’›n bizzat yapt›¤› yüz yüze mülâkatlarla belirleniyor.
ya istikametindeki Nabucco hatt›n›n 7 Kas›m 2007’de gerçekleflen ihalesine Botafl'›n üst düzey yetkililerinden hiçbiri kat›lamad›, zira baflka bir do¤algaz projesi olan “Mavi Ak›m”daki bitmek bilmeyen yolsuzluk davalar›ndan dolay› hepsinin ülke d›fl›na ç›kma yasa¤› vard›. Bu vahim tablo medyada “Türk mühendislerinin kaybetti¤i bir f›rsat” olarak sunulurken, as›l sorgulanmas› gereken unsur gözard› ediliyordu: Nabucco’nun Türkiye üzerinden AB’ye yapaca¤› yolculuk ülkeye ne kazand›racakt›? Gerek Nabucco, gerekse fiahdeniz boru hatlar› için öngörülen ve cumhurbaflkan› Abdullah Gül'ün yapt›¤› ziyaretle, heveslerin katmerlendi¤i Türkmenistan gaz›, atayurtla gerçekten de ideolojik aç›dan infla edilmeye çal›fl›lan s›k› ba¤lar›m›za yarafl›r bir seyir izleyebilecek miydi? Bölgenin en güçlü aktörü Rusya, Özbekistan’dan y›ll›k 10 milyar metreküp ve Kazakistan’dan 8 milyar metreküplük al›m kapasitesine, 2003’te yapt›¤› anlaflma gere¤i Türkmen gaz›n›n y›ll›k 80 milyar metreküpe (yanl›fl okumuyorsunuz) varacak al›m hakk›n› ekledi -hem de 25 y›ll›¤›na! Geriye kalan rotalardan birini Türkmenistan-Azerbaycan hatt› teflkil ediyor ki, iki ülke aras›nda Hazar Denizi'nde, Azerilerin Kepez, Türkmenlerin de Serdar olarak adland›rd›¤› bölge konusundaki anlaflmazl›k, bu ihtimali de flüpheli k›l›yor. Kald› ki, post-fordist üretim co¤rafyas›nda enerji ihtiyac› en h›zl› artan Çin, Türkmenistan’la y›ll›k 30 milyar metreküplük bir anlaflmaya imza att›.
Bu devirlerin en büyü¤ü, Ekim 2007’de gerçekleflti. Türkiye'nin anlaflmalarla taahhüt etti¤i y›ll›k 4 milyar metreküp do¤algaz ithalat›n›, her biri Gazprom’dan icazetli Shell (250 milyon metreküp), Enerco (2.5 milyar metreküp), Avrasyagaz (500 milyon metreküp) ve Bosphorus (750 milyon metreküp) flirketleri üstlendi. Kendisinden icazet al›nm›fl olmas›, Gazprom’un Türkiye’nin iç pazar›ndan do¤rudan gelir elde edece¤inin garantisini ald›¤›na da iflaret ediyor. K›sacas›, Türkiye aradan ç›k›yor, gaz› çok ucuza üreten Gazprom, kendi anlaflt›¤› flirketlerle, hem de hiçbir iskontoya tabi olmadan, ayn› fiyata, ayn› miktarda do¤algaz› daha yüksek kârla sat›yor. Peki, bu anlaflmalar s›ras›nda, niye pazarl›k yapmaya, indirim almaya tenezzül edilmiyor? Üstelik, tüccar bir baflbakan ifl bafl›ndayken! Yoksa, baflbakan›n tüccarl›¤›, kendisi ve çevresiyle mi s›n›rl›? Bu soru ister istemez akla geliyor, çünkü söz konusu sözleflme devrinden en fazla nemalanan flirket, Erdo¤an’a yak›nl›¤›yla bilinen Cihan Kamer’in Enerco’su. Ancak, giderek AKP'nin denetimine giren EPDK yönetiminin yap›s›na bak›p “muhafazakâr liberal” rantç›lar›n do¤algaz ve enerji piyasas›n›n tek hakimi oldu¤u kan›s›na varmamal›. Zira Sabanc›, Zorlu, Alarko gibi holdingler de olanca h›zlar›yla, dünyan›n enerji devi flirketleriyle ortakl›klar kurup elektrik ve enerji piyasas›nda parsa kapmaya çal›fl›yor. Ancak dönem itibar›yla, AKP’ye yak›n flirketlerin daha avantajl› oldu¤unu, Çal›k grubu örne¤i gayet güzel gösteriyor. Samsun-Ceyhan petrol hatt›n› döflemeye hak kazanan Çal›k Holding’in global düzeydeki ortaklar› ‹talyan ENI ve
Geriye Nabucco'nun ‹ran üzerinden getirebilece¤i gaza bel ba¤lamak kal›yor. Bu konuda ise ABD’nin tutumu gayet net. Türkiye flirketlerinin, Güney Pars'taki mebzul do¤algaz kaynaklar›na 20 milyon dolardan fazla yat›r›m yapmas› durumunda, ABD’nin yapt›r›mlar›na maruz kalmas› iflten bile de¤il. Fransa'n›n Total, ‹talya'n›n ENI ya da Çin'in CNCP flirketleri yüksek finansal kapasitelerinden dolay›, ABD yapt›r›mlar›na kulak asmadan bölgede faaliyet gösterebilirken, Türkiye dahilinde finansal yeterlilikleri kufla çevrilmifl BOTAfi ve TPAO’nun böyle bir flans› yok. K›sacas›, ABD’nin Ortado¤u politikas›n› yok sayarak ‹ran kumar›na soyunmak pek olas› gözükmüyor. Asl›nda dünya do¤algaz rezervlerinin yüzde 15'ine sahip olan ‹ran, 2007 itibar› ile üretti¤i 100 milyar metreküplük do¤algaz›n tamam›n› bizzat kullan›rken, Türkmenistan’dan ald›¤› 8 milyar metreküplük do¤algaz›n 5.5 milyarl›k k›sm›n› Türkiye'ye havale ederek bize olan taahhüdünü gerçeklefltiriyor. Ancak ihtiyac›n artmas› durumunda bu ak›m sekteye u¤rayabilece¤i gibi, bölgede faaliyet gösteren Alman ve Frans›z flirketlerinin tekelleflmeye yöneldi¤i, Merkel-Sarkozy-Bush üçlüsünün de s›rt s›rta verdi¤i gözönüne al›nd›¤›nda Türkiye'yi do¤algazdan ne miktarda nemaland›racaklar› da hayli flüpheli. Has›l›, do¤u-bat› enerji köprüsü olarak Türkiye’nin kartlar›, söylenenin aksine jeopolitik düzlemde epey zay›f gözüküyor. U.A
5
Indian Oil Company. Ancak EPDKAKP-Çal›k üçgeninde dikkat edilmesi gereken husus, bas›ndaki ad›yla “Ceyhan nitelikli enerji bölgesi.” Bakü-TiflisCeyhan (BTC) ve Kerkük-Yumurtal›k petrol boru hatlar›n›n, BTC'ye paralel infla edilen do¤algaz hatt›n›n ve Çal›k’lar›n yapaca¤› Samsun-Ceyhan petrol boru hatt›n›n buluflma noktas› olan Ceyhan’da, hükümet 20-30 milyar dolarl›k bir yat›r›ma mazhar olacak bir santral alan› öngörüyor. Do¤algaz, petrol ya da ithal kömür ile faaliyet gösterecek müstakbel santraller için baflvurular uzun süredir devam ediyor. Kafalar› kar›flt›ran mesele ise, yaklafl›k iki senedir ÇED raporunu Avusturya merkezli orta¤› OMV ile ceplerinde bulunduran Do¤an Holding’e ait Petrol Ofisi’ne “Denizcilik Müsteflarl›¤›'na baflvurmalar› gerekti¤i” gibi abes engeller ç›kar›l›rken, Çal›k Holding’in santral lisans›n› kolayl›kla elde etmesi. Kulislerde dolaflan bir malûmat› duyurmakta fayda var: Petrol Ofisi’nin santral yapmak istedi¤i bölge, daha sonra Çal›k Holding taraf›ndan sat›n al›nan Diler Holding’ce adeta “kap›ld›”. Rivayete göre, “EPDK, Petrol Ofi-
si’ne çelme takt›, topu Çal›k ald›.” Do¤an grubunun bu süreçte niye yaygara koparmadan usluca bekledi¤i ise baflka bir araflt›rma konusu.
Özellefltirme taaruzu Do¤algazda, h›zl› ve yüksek kâr söz konusu oldu¤u için, 2007’nin ikinci yar›s›nda EPDK’ya yüklü miktarda santral lisans› baflvurusu yap›ld›. Sadece ithal kömüre ve do¤algaza dayal› son 17 baflvuru, toplam 10 bin 826 megawatt’l›k bir güce tekabül ediyor. Bu da, Türkiye'nin hali haz›rdaki 40 bin 500 megawatt’l›k kurulu gücünün dörtte biri demek. Özellefltirme Yüksek Kurulu’nun yedi hidroelektrik, bir do¤algaz ve bir jeotermal santralini özellefltirme karar›na, Elektrik Mühendisleri Odas›’n›n 10 Aral›k 2007’de Dan›fltay’a yapt›¤› itiraz›n ak›beti henüz belli de¤il. Ancak, büyük ihtimalle EPDK, kamunun elindeki ucuz elektrik üreten santrallerin özellefltirilmesi ve do¤algaz, petrol ve ithal kömür a¤›rl›kl› yeni özel santrallerin kurulmas› yolundaki lisans da¤›t›m› politikalar›na h›zla devam edecek. Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakan› Hil-
AB ülkeleri iç piyasalar›n› Rus enerji devi Gazprom’a kapt›rmamak için kendi bünyelerindeki büyük flirketleri tekellefltirirken, Türkiye Botafl’a ait ithalat sözleflmelerini devrediyordu, hem de Gazprom’un onay verdi¤i flirketlere!
Avrupa Birli¤i, enerjide ne söyler, ne eyler? ’ye dahil olmak ad›na hayata geçirilen uygulamalar›n AB'nin fiiliyattaki uygulamalar›yla karfl›laflt›r›lmas› gayet ilginç sonuçlar ortaya koyuyor. Gerek do¤algaz ithalat›nda, gerekse elektrik da¤›t›m›nda AB taraf›ndan sal›k verilen özellefltirmelerin altyap›s› EPDK taraf›dan h›zla haz›rlan›rken, AB’nin 20 y›la yak›n bir süredir dillendirdi¤i rekabet efsanesi, üye ülkeler taraf›ndan uygulamaya geçirilmedi¤i gibi, aksi yönde geliflmeler gözlemleniyor.
AB
AB ne söyler? Avrupa Toplulu¤u’nu kuran anlaflmadan bu zamana kadar haz›rlanan tüm müktesebatta, “rekabetçi bir enerji iç pazar›”n›n oluflturulmas› hedefleniyor. Bu kapsamda, 1988’de Avrupa Komisyonu taraf›ndan “Enerji ‹ç Pazar› Hakk›ndaki Beyaz Kitap” yay›mlanarak ilk ad›m at›ld›. 1992’de bu konuda bir direktif tasla¤› haz›rland›. Bu taslak üye ülkeler aras›nda y›llarca tart›fl›ld›ktan sonra 1996’da elektrik için 96/92 say›l›, 1998’de do¤algaz için 98/30 say›l› direktifler yürürlü¤e girdi. Gerek bu direktiflerde, gerekse AB’nin di¤er tüm resmî metinlerinde, üye ülkelerin enerji sektörü ile ilgili temel hedefleri flu flekilde s›ralan›yordu: “Enerji piyasalar›n›n serbestlefltirilmesiyle rekabetin adil ve fleffaf bir flekilde geliflmesi, haklar› veya yükümlülükleri aç›s›ndan piyasa aktörlerine karfl› adil ve tarafs›z davran›lmas›, rekabet sonucunda verimlilik art›fl›, al›c› veya sat›c› seçme hakk›, sisteme eriflim hakk›, hizmetlerin iyileflmesi, çapraz sübvansiyonlar›n kald›r›lmas›, ölçek ekonomileri arac›l›¤› ile düflük fiyatlara ulafl›lmas›, arz güvenli¤inin sa¤lanmas› ve çevrenin korunmas›...” AB, sadece üye ülkelerde de¤il, üye olmay› planlayan ülkelerde de bir “ortak enerji pazar›” kurulmas›n› amaçl›yor. 25 Ekim 2005’te, Arnavutluk, Bulgaristan, Bosna-Hersek, H›rvatistan, Makedonya, Karada¤, Romanya, S›rbistan ve Kosova ile Enerji Toplulu¤u kuran bir anlaflma imzaland›. Anlaflmay› imzalayan ülkelere 2015’e kadar enerji sektörlerini AB koflullar›na uygun hale getirmeleri halinde, Dünya Ban-
6
kas› ve Avrupa ‹mar ve Kalk›nma Bankas›’ndan 30 milyar dolarl›k altyap› yat›r›m deste¤i sözü verildi. Taraflar bu anlaflmayla flunlar› taahhüt etmifl oldular: “Do¤algaz ve elektrikte bütünleflmifl bir piyasa kurulacak. Bu yap› zamanla, s›v›laflt›r›lm›fl do¤algaz, petrol, hidrokarbon gibi enerji ürünleri ve tafl›y›c›lar›n› kapsayabilecek. Do¤algaz ve elektrik üretimi ve iletim flebekelerinde yat›r›m yapmay› cazip k›lacak istikrarl› ve düzenleyici piyasa çerçevesi yap›lacak ve bunun için de özel sektörün yeterli kat›l›m› ile yayg›n ve bütünleflmifl bir düzenleyici yap› tesis edilecek.” Türkiye, AB’nin tüm ›srarlar›na ra¤men, ileride müzakere sürecinde bir koz olarak kullanmak düflüncesiyle henüz bu anlaflmay› imzalamad›. Bu durum AB’nin en yetkili a¤›zlar› taraf›ndan elefltiriliyor ve müzakere sürecinin tamamlanmas› için bu anlaflman›n imzalanmas› isteniyor. Ayr›ca, AB’nin Türkiye’ye yönelik “ilerleme raporlar›”nda enerji sektörünü piyasalaflt›ran kanunlar›n “tam olarak” uygulamaya geçirilmemesi elefltiriliyor, “enerji sektöründe yeniden yap›land›rma ve düzenlemeler takvime göre geri kalm›flt›r” deniyor.
mi Güler'in hidroelektrik, kömür, do¤algaz, nükleer ve yenilenebilir enerji olmak üzere, befl sütun üzerinde tasarlad›¤› enerji politikas›n›n yekûnunda, ithalata ba¤›ml›, kamu denetiminden giderek uzaklaflan ve Türkiye’ye jeopolitik aç›dan san›landan daha az katk› sa¤layacak –hatta belki bu konuda elini zay›flatacak– do¤algaz sütununun kal›nl›¤›n›n ayr›cal›kl› bir yer tuttu¤u görülüyor. Peki, bu ayr›cal›kl› yer ülkenin do¤algaz ihtiyac›yla örtüflüyor mu? TES-‹fi'in haz›rlad›¤› rapor, do¤algaz ihtiyac›n›n giderek artabilece¤ine iflaret ederken, gerek Makine Mühendisleri Odas› Enerji Komisyonu Baflkan› O¤uz Türky›lmaz, gerekse görüfltü¤ümüz EMO yetkilileri, do¤algaz ihtiyac›n›n 1990’lardan itibaren abart›l› rakamlarla raporland›¤› kan›s›nda. Bunu teyid eden say›lar› yenilenebilir enerji kaynaklar›ndan bahsederken verece¤iz, ancak k›saca de¤inelim. Sözleflmelerde taahhüt edilen do¤algaz tüketimini gerçeklefltirmek ad›na, birçok termik santral çal›flt›r›lmad›¤› gibi, bitme aflamas›ndaki pek çok hidroelektrik santral de kasten tamama erdirilmiyor. Türkiye, ister tüketsin, ister tüketme-
AB, on y›la yak›n bir süredir tüm resmî metinlerinde rekabetten bahsedip aday ülkelere de bu koflullar› zorunluluk olarak sunarken, kendi bünyesinde bu hedeflere ulaflamad›. ‹lk enerji direktifleri, uygulanmad›¤› için 2003’te yenilendi. AB Komisyonu’nun 2005’te haz›rlad›¤› raporda, yeni direktiflerin de ço¤u üye ülke taraf›ndan iç hukuka uyarlanmad›¤›, “ulusal pazarlarda istenen rekabetin oluflmad›¤›, mevcut enerji flirketlerinin pazar paylar›n›n yüksek oldu¤u, baz› üye ülkelerde özellikle elektrik alan›nda dikey, bütünleflik bir yap›laflma (tekelleflme) e¤iliminin varl›¤›” belirlendi. AB bünyesinde “serbestleflme” ve “rekabetin tesisi” ad›na gösterilen yegâne unsur “tüketicilerin, elektrik temin edebilecekleri tedarikçileri verilen hizmetin niteli¤i ve fiyat›na göre serbestçe seçebilmesi” idi. Ancak AB, gelinen aflamada tedarikçi de¤iflikli¤inin beklentilerin alt›nda ve s›n›rl› düzeyde kald›¤›n› da tespit etti. AB ülkeleri ne eyler? Avrupa Komisyonu, 13 Haziran 2005’de enerji sektöründe “piyasa aksakl›klar›n›n rekabeti bozup bozmad›¤›na dair” bir soruflturma açt›. Bu soruflturma sonunda serbestleflme ad›na on y›la yaklaflan sü-
sin, do¤algazda yüzde 65 oran›nda ba¤›ml› oldu¤u Rusya’dan, Mavi Ak›m vas›tas›yla 2028’e kadar –bu rakam 2010’dan itibaren 12 milyar metreküpten 16 milyar metreküpe ç›kacak– do¤algaz almak zorunda. Sadece 4 milyar metreküplük sözleflme devrinde, 1000 metreküp bafl›na 12 dolarl›k bir indirim al›nm›fl olsayd›, Türkiye bir milyar dolar›n üzerinde bir kazanç elde edecekti. Sözleflme devirlerinin h›zla devam edece¤ini varsayar ve örne¤in 2010’da 51 milyon metreküp do¤algaz› sat›n almakla yükümlü oldu¤umuzu düflünürsek, kayb›n kat be kat artaca¤›n› öngörebiliriz. Do¤algaz ithalat sözleflmelerinin özel flirketlere devrinin sürece¤i göz önüne al›nd›¤›nda, bu durumun enerji bürokrasisinde kök salmay› baflarm›fl AKP sermayesine büyük imkân sa¤lad›¤› aflikâr. Ancak ithalattan baflkaca, elektrik ve do¤algaz da¤›t›m›n›n, santrallerinin de serbest piyasaya havale edilece¤ini dikkate ald›¤›m›zda, iflin boyutunun giderek büyüdü¤ü görülüyor. TES-‹fi’in EPDK ile ilgili haz›rlad›¤› bir raporda, do¤algaz da¤›t›m flebekelerinin lisans ihaleleriyle özel sektöre veril-
Kontrata Ba¤lanm›fl Arz Miktarlar› ÜLKELER RUSYA FEDERASYONU 1. LNG (M.ERE⁄L‹S‹) CEZAY‹R 1. LNG (M.ERE⁄L‹S‹) N‹JERYA ‹RAN RUSYA FED. (‹LAVE)(BATI) RUSYA FED. (KARADEN‹Z HATTI) TÜRKMEN‹STAN (*) AZERBAYCAN (**) TOPLAM ARZ
YILLAR 2005 2006 5000 6000 4444 4444 1338 1338 6689 8600 8000 8000 6000 8000 0 0 0 0 30938 35766
2007 6000 4444 1338 9556 8000 10000 0 2000 40638
2008 6000 4444 1338 9556 8000 12000 0 3000 43587
2009 6000 4444 1338 9556 8000 14000 0 5000 47519
2010 6000 4444 1338 9556 8000 16000 0 6600 51058
2015 0 0 1338 9556 8000 16000 0 6600 40791
2020 0 0 1338 9556 8000 16000 0 6600 40791
(*) : Do¤al gaz al›m› belirsizli¤ini korumaktad›r. (**): Y›ll›k kontrat miktarlar› gaz teslimatlar›n›n bafllang›ç tarihine göre de¤iflebilecektir. Kaynak: BOTAfi
rede söylenenlerin ve vaadedilenlerin tam tersi yönde geliflmeler yafland›¤› belirlendi: “Ulusal piyasalardaki yo¤unlaflmas›n›n yan› s›ra üye devletler aras›nda s›n›r ötesi birleflme ve devralmalar önemli ölçüde artm›flt›r. Öte yandan, elektrik piyasalar›nda üretim ve tedarik alan›nda dikey entegrasyon artmaktad›r ve bu durum yo¤unlaflman›n olumsuz etkilerini fliddetlendirmektedir. AB çap›nda serbestleflme öncesi tekel niteli¤ini haiz elektrik ve gaz teflebbüslerinin birleflme e¤ilimi söz konusudur. Bu birleflmeler piyasaya yeni flirketlerin girmesini engellemektedir.” Komisyon, 4 Nisan 2006’da, Avusturya, Belçika, Çek Cumhuriyeti, Almanya, Estonya, ‹spanya, Finlandiya, Fransa, Yunanistan, ‹rlanda, ‹talya, Litvanya, Letonya, Polonya, ‹sveç, Slovakya ve ‹ngiltere’ye direktifleri uygun bir flekilde iç mevzuatlar›na geçiremedikleri için, ‹spanya’ya ise direktiflerin uygulanmas› alan›ndaki eksiklikleri nedeniyle “ihtar mektubu” gönderdi. En son, AB Komisyonu Baflkan› Jose Manuel Barroso, 20 Eylül 2007’de bas›nda yer alan flu aç›klamay› yapt›: “Enerji üreten ya da ithal eden flirketler kendi da¤›t›m a¤lar› da varsa altyap›lar›n› rakiplerine kulland›rmaktan kaç›n›yorlar. Rekabeti olumsuz etkileyen bu yaklafl›m, uzun dönemde enerji arz güvenli¤ini tehlikeye att›¤› gibi, yenilenebilir kaynaklara yat›r›m yapmay› düflünen flirketleri engelliyor. Bu durum kendi markas› olan bir süpermarketin raflar›n› di¤er markalara kapatmak istemesine benziyor. Son y›llardaki çabalar, AB’nin ortak bir enerji pazar› yaratmas› için yeterli olmad›¤›ndan yeni önlemler almak zorunday›z.” Yeni tedbirlerden kastedilen, flirketlerin üretim ve da¤›t›m faaliyetlerini bir arada yürütmesinin yasaklanmas›. Türkiye’deki kamu flirketlerinden bahsediyor olsayd›k, bu tür ayr›flt›rma ve yasaklamalar kolayca hayata geçebilirdi. Ancak bunun AB bünyesinde kurulmufl, milyarlarca dolar ekonomik büyüklü¤ü olan, dünyan›n her yerinde yat›r›m yapan özel sektör enerji flirketlerine dayat›lmas› mümkün görünmüyor. Bilakis, her ülke kendi dev enerji flirketlerini daha da büyütmek ve rakiplerine kapt›rmamak için taviz vermeyece¤ini her f›rsatta ima ediyor. Örne¤in, Barroso’nun flirket birleflmelerinin yaratt›¤› risklere karfl›
mesi flöyle özetleniyor: EPDK, üstlenici flirkete da¤›t›m lisans›n›, do¤algaz› befl y›lda herkese ulaflt›rmas› d›fl›nda herhangi bir talepte bulunmadan 30 y›ll›¤›na devrediyor. fiirketler gaz› tüketiciye sekiz y›l boyunca, sadece sayaç bedeli olan 180 dolar alarak, baflka herhangi bir kâr talep etmeden sat›yor. Hat›rlatmakta fayda var, evimize ulaflan do¤algaz›n bedelinin sadece alt›da biri da¤›t›m masraflar›yla ilintili. Dolay›s›yla, serbest piyasa ad›na ilk sekiz y›ll›k ücretsiz da¤›t›m muhafaza edilse bile, fiyatlara yans›ya-
yapt›r›m uygulanaca¤›n› aç›klad›¤› gün, Nicolas Sarkozy’nin giriflimiyle, Frans›z kamu flirketi Gaz de France ile özel Suez Grubu birleflerek toplam 70 milyar dolarl›k ciro ve 133 bin çal›flan› ile Rus Gazprom, Frans›z EDF ve Alman E.ON’dan sonra dünyan›n dördüncü büyük enerji flirketi konumunu kazand›. Son birkaç y›lda AB üyesi ülkelerin dünya çap›nda faaliyet gösteren “ulusal” flirketlerini kimseye kapt›rmak istemedi¤ini gösteren baz› örneklere daha dikkat çekelim: Alman enerji flirketi E.ON, ‹spanyol Endesa için 34.6 milyar dolar teklif etti. ‹spanya Baflbakan› Zapatero, enerji sektörünün stratejik öneme sahip oldu¤unu ileri sürerek al›flverifli engelledi. Zapatero, Endesa’n›n sat›fl›n› imkâns›z hale getirmek için onu di¤er ‹spanyol enerji flirketi Gasnatural’le birlefltirme karar› ald›. ‹talyan enerji flirketi Enel’in, Frans›z Suez’i alma giriflimi Paris taraf›ndan veto edildi. ‹talya, ülkenin önde gelen enerji flirketlerinden Edison’un Frans›z EDF’e sat›lmas›n› onaylad›. Buna karfl›l›k ‹talyan Enel flirketi, Frans›z Suez’e talip oldu. Ancak, Frans›z hükümeti bu al›flverifli engelledi. Ard›ndan, ‹talyan yetkililer “ekonomik ulusalc›l›¤›n AB içerisinde yay›lmas› halinde kendilerinin de benzer önlemler almaktan kaç›nmayacaklar›n›” duyurdular. Türkiye’deki özellefltirmecilerin ve serbestlikçilerin bir numaral› örnek ülkesi ‹ngiltere dahi, 2003’te yasalaflt›rd›¤› hükümetlerin ulusal flirketlerin sat›fl›na kar›flmas›n› yasaklayan hükmü, 2006’da Rus enerji devi Gazprom’un, ‹ngiltere'nin en büyük enerji flirketi Centrica’y› alma ihtimali ortaya ç›k›nca hemen tekrar tart›flmaya açt›. Bu tart›flmalar sonucunda sektörün stratejik önemi oldu¤u, bu nedenle enerji flirketlerinin el de¤ifltirmelerine müdahil olunmas› gerekti¤i sonucuna var›ld›. Son olarak, yine rekabet ve “piyasa iflleyiflinde karfl›l›kl›l›k” söyleminin arkas›na s›¤›nan ve Rusya ve Suudi Arabistan’›n “stratejik enerji kaynaklar›n› bir politika arac› olarak kullanmas›”na karfl› ç›kan AB Komisyonu, 2007 Eylül’ünde haz›rlad›¤› bir tasar› ile Avrupal› olmayan firmalar›n do¤algaz ve elektrik iletim a¤›nda faaliyetlerini s›n›rland›rmay› ve boru hatlar› ile elektrik santrallerinde ço¤unluk hissesi alma-
cak indirim hayli cüzi. Sekiz sene sonunda lisans da¤›t›mlar› s›ras›ndaki ilk fiyat anlaflmalar› nihayete erecek, ‹GDAfi ve EGO gibi belediyelere ait da¤›t›m flirketlerinin özellefltirmesi tamamlanm›fl olacak ve iflte o zaman, EPDK da¤›t›m bedellerini lisans süresinden arta kalan 22 y›l için tekrar belirleyecek. Lisanslar da¤›t›l›rken tekelleflmeyi engelleyecek önlem al›n(a)mad›¤›ndan, Aksa Grubu, Anadolu Do¤algaz A.fi adl› kardefl flirketi ile beraber 19 da¤›t›m bölgesinin tekelini ele geçirdi bile. Hülasa, da¤›t›m be-
lar›n› engellemeyi planl›yor. Avrupa elektrik pazar›nda her birinin kurulu gücü Türkiye’nin toplam kurulu gücü seviyelerinde olan Alman E.ON, RWE, Wattenfall, Frans›z EDF, ‹talyan ENEL, ‹spanyol ‹berdrola ve Endesa flirketleri pazar›n yüzde 70’den fazlas›n› kontrol ediyor. Bu flirketlerin neredeyse tamam›, Türkiye elektrik sektörünün da¤›t›m ve üretim tesislerinin özellefltirilmesi ihalesinde “yar›flmak” için sab›rs›zlan›yor. Rusya’n›n en büyük enerji flirketi olan ve ülkenin enerji gereksiniminin yüzde 70’ini tek bafl›na karfl›layan Rao UES, ABD’nin AES gibi flirketleri de bu yar›fl›n içinde. Tek bafl›na AES dünya çap›nda 44 bin MW kurulu gücünde 123 santral iflletiyor (Türkiye’nin tüm kurulu gücünden 3 bin MW fazla) 14 da¤›t›m flirketi ile 100 milyon elektrik abonesine da¤›t›m hizmeti veriyor (Türkiye’nin mevcut abone say›s›n›n 3.5 kat›). Görüldü¤ü gibi üye olmak isteyen ülkelere “enerji sektöründe sermaye hareketlerinin önüne engel konulmamas›n› ve elektrik üretim ve da¤›t›m›n›n kamu taraf›ndan tek elden sürdürülmemesini” flart koflan AB, bir yandan üye ülkelerde flirketlerin tekelcili¤ine izin veriyor, di¤er yandan “enerji stratejik bir sektördür” diyerek bu flirketlerin elden ç›kmas›na karfl› her türlü duvar› örüyor. “Rekabet, fleffafl›k, tedarikçiyi serbestçe seçmek” gibi içi bofl ve hayata geçirilmemifl söylemleri bir yana, her ülke gibi AB ülkelerinin de enerji politikalar›ndaki birincil amaç, enerji arz güvenli¤ini sa¤lamak. Bunun için AB aç›s›ndan Rusya’n›n d›fl›nda enerji temin edilecek ülkelerle alternatif ulafl›m kanallar›n›n gelifltirilmesi öncelikli. Bu kapsamda Türkiye, co¤rafi konumu ile zengin hidrokarbon rezervlerine sahip Orta Asya ve Kafkasya bölgesinden enerji nakli için kritik önem tafl›yor. AB kendi flirketleri vas›tas›yla Türkiye’den enerji naklini güvence alt›na almay› amaçl›yor. Bunun için de “piyasa iflleyiflinin AB ülkeleriyle uyumlu olmas›” söyleminin arkas›nda Türkiye’den özellefltirme ve “serbestlefltirme” çal›flmalar›na h›z vermesini istiyor. Çünkü ancak bu flekilde AB’nin dev enerji flirketleri, kamunun boflaltt›¤› alanlar› kendi belirledikleri kurallarla ele geçirebilecekler. Erdil Ero¤lu
7
sadece rüzgâr enerjisinde ülkenin potansiyeli 88 bin megawatt civar›nda. O¤uz ASAM ENERJ‹ GÜVENL‹⁄‹ - GENEL KOORD‹NATÖRÜ NECDET PAM‹R Türky›lmaz’›n tahminlerine göre, Türkiye'nin rüzgâr, jeotermal, hidrolik ve kömür potansiyelleri toplamda 440 milyar kilowatt› buluyor. Bu da flu anki üretimin abucco için Suriye üzerinden MıBir kere, hattın geçece¤i tüm ülkeler sır'dan gelip AB’ye aktarılacak doRus gazına ba¤ımlılar. Örne¤in, projede afla¤› yukar› iki buçuk kat› kadar. ¤algaz miktarının -flimdi isimlerini söysözü en çok geçen Avusturya'nın OMV Konunun hükümet d›fl› müdahilleri leyemeyece¤im Mısır Enerji Bakanlıflirketi, projenin nihaî noktası olan Baaras›nda rakamsal farkl›l›klar olsa da, bir ¤ı'ndan kiflilerin a¤zından aktarabileceumgarten'da söz sahibi. Dolayısıyla mutabakat noktas› mevcut. O da, Türki¤im kadarıyla ve yine onların deyimiyle, projenin en kapsamlı depolama hizmeti ye'nin s›n›rlar› dahilindeki enerji potansi'çocuklarını, torunlarını düflündükleri bu flirketin elinde bulunuyor. Bu depoyelinin günümüz kullan›m›n›n kat be kat için'- pek de fazla olmayaca¤ını düflünüların yüzde 50'si Rus Gazprom flirketine fazlas›na tekabül etti¤i. Buna sanayide yorum. Kısa vadede, yılda iki milyar havale edildi bile. Kısacası, Gazprom ve yüzde 15-20’ye, ev kullan›m›nda yüzde metreküple sınırlı kalacak. Nabucco flirOMV, Nabucco'nun en önemli depola35’e varan enerji kayb›n›n önlenmesiyle ketinin beklentileri ise, yılda 8-10 milyar ma ünitesini ele geçirdi. Buna ilaveten, enerji verimlili¤inin artt›r›labilece¤ini ekmetreküpe kadar varıyor. Bu, arz tarafınOMV projenin yüzde 20'sinin orta¤ı daki sorunlardan sadece biri. Ancak, taolan Macaristan'ın kamusal do¤algaz lersek, Türkiye'nin ithal enerji hammadlep tarafına baktı¤ımızda baflkaca soflirketi MOL'u da piyasa tabiriyle 'düfldesine ve özellikle do¤algaza ba¤›ml›l›¤›runlarla karflılafltı¤ımızı da eklemeliyim. manca devralmaya' çabalıyor. n›n sanal boyutu daha da ortaya ç›k›yor. Türky›lmaz, rüzgâr, günefl ve hidroelektrikteki mevsimsel oynamalar›n bir miktar yerli kömür kullan›m›n› gerektirdi¤ini delleri hakk›ndaki kararlar hükümete den özellefltirmelerden do¤abilecek bir iddia ederken, EMO geliflmekte olan tekyak›n flirketler ile kamu iradesinin denemalî kriz. Ancak hat›rlatmakta fayda var, nolojilerle bu duruma bir çözüm bulunatimi d›fl›nda kalan EPDK taraf›ndan orOYAK (Ordu Yard›mlaflma Kurumu) her Yedi taklafla verilecek. Bize de faturalar› ödefleyden önce kâr eden bir kamu kuruluflu hidroelektrik, bir bilece¤i ihtimalinin alt›n› çiziyor. Greenpeace ise merhalelerle kömür kullan›m›mek düflecek. olan Petkim özellefltirmesinden zaferle do¤algaz ve bir n›n azalt›labilece¤ini öne sürüyor. ç›karak kamuya ait enerji firmalar›n›n jeotermal Ancak, Türkiye’nin basitçe atabilece¤i devredilmesine karfl› olmad›¤›n› alenen santralininin Ara devreleri ba¤lamak kan›tlad›. Dahas›, enerji piyasalar›ndan özellefltirmesine ad›mlar pekâlâ ortaklafla bir tefekkürün Sözleflme devirleri vas›tas›yla ülkenin nesnesi olabilir: Öncelikle, ülkeden geçen kaynaklanacak bir kriz sonucu, ordu ta- EMO’nun elektrik enerjisinin flu anda yüzde 52'sini do¤algaz hatlar›ndan komisyon istemek raf›ndan yap›lacak bir müdahalenin çe- Dan›fltay’a sa¤layan ve uzun vadeli anlaflmalarla d›ve buradan do¤an geliri artt›rarak kamuflitli hükümetlerin yapt›¤› uzun vadeli yapt›¤› itiraz›n fla ba¤›ml› k›l›nd›¤›m›z do¤algaz ithalat› nun elini güçlendirmek. Sonra, ülke kayal›m sözleflmelerinin de¤iflmesine neden ak›beti henüz ulusal ve ulusötesi flirketlere devredilnaklar›na yap›lan yat›r›mlar› artt›r›rken, olmayaca¤›n› unutulmamal›. Yani yerel belli de¤il. miflti. Yine uzun vadede almakla yüdemokratik dirayetle ana do¤algaz hatlave küresel sermayenin, “glokal” bir flekil- Ancak, büyük kümlü oldu¤umuz do¤algazdan baflkaca r›ndaki uzun vadeli anlaflmalar› tekrar de piyasaya hakimiyetinin sürmesi, do- ihtimalle EPDK, bir miktar› AB ülkelerine ulaflt›rarak pamasaya yat›rmak. Ard›ndan, yenilenebilir ¤algaz tüketicileri için durumu de¤ifltir- kamunun ra kazanma ihtimalimiz düflük gözüküenerji kaynaklar›na araflt›rma yat›r›mlar›meyecek. Dolay›s›yla, bu noktadan ç›ka- elindeki ucuz yordu. EPDK’n›n ve 2007’ye kadar bu n› artt›rarak çevre dostu enerjilerin miktacak olas› bir müdahalenin “darbe tellala- elektrik üreten kurulun baflkanl›¤›n› cansiparâne bir r›n› azamî düzeye ç›karmak. Dolay›s›yla, r›n›n” da ifline gelmeyece¤i iddia edilebi- santrallerin özellefltirme söylemiyle yürüten Yusuf bir de¤il pek çok ihtimal var. lir. Öte yandan, malî kriz ideolojik krize özellefltirilmesi Günay’›n sayesinde da¤›t›m flirketleri de Oysa EPDK bu ihtimalleri de devred›tercüme edilerek TSK’n›n talep edece¤i ve do¤algaz, özellefltiriliyordu. fiimdi s›ra ara devrelefl› b›rak›yor. EPDK, ülkenin rüzgâr, gükadro de¤iflikli¤i yap›larak da durum ge- petrol ve ithal ri ba¤lamaya geldi; yani eldeki santralnefl, jeotermal gibi çevre dostu enerji kayçifltirilebilir. lerden kurutulmak, yeni yap›lacak olankömür a¤›rl›kl› naklar› ile ilgili sebil miktarda lisans› ÇED lar› da özel sermayeye devretmek. yeni özel raporlar›n› sonradan talep etmek üzere Öncelikle, do¤algaz ithalat›ndakine “Ne Yapmal›?” santrallerin t›pk› borsada bono satar gibi “çantac›” dibenzer bir al›m garantisinin elektrik sanElektrik Mühendisleri Odas›’n›n tahmin- kurulmas› trallerini yap-ifllet ya da yap-ifllet-devret lerine göre, Türkiye'nin enerjide özkay- yolundaki lisans ye tabir edilen ara kurumlara devretti ve böylece yeni bir spekülasyon alan› yaratt›. modeliyle sat›n alacak firmalara da verilnak potansiyeli 113 bin megawatt civa- da¤›t›m› “Çantac›lar” birkaç yüzbin liraya ald›kladi¤ini söylemekte fayda var. Hazine, r›nda, yani flu anki kurulu gücünün yak- politikalar›na r› lisanslar› vakti geldi¤inde büyük flirketsantrallere yat›r›m yapacak firmalara kilafl›k üç kat›. Bu rakam›n teknolojik ilerle- h›zla devam lere satmak üzere ceplerine koyarken, lowatt bafl›na 9-11 cent’lik bir al›m fiyat› melerle daha da artaca¤›n› öngörmek edecek. Türkiye'nin kurulu gücünde yenilenebilir önerirken, devletin hidroelektrik santralyanl›fl olmaz. Greenpeace Akdeniz Yenienerji mahdut kald›. Bu flekilde, halihaz›rlerinde üretim maliyetleri kilowatt bafl›lenebilir Enerji Kampanyas›’na göre ise da enerji alan›na yat›r›m yapna 1 cent, gaz santrallerinde ise 5-6 makta olan flirketler, ucuz ve cent civar›nda. Bu santrallerin yaMMO ENERJ‹ KOM‹SYONU BAfiKANI O⁄UZ TÜRKYILMAZ çok çabuk kâra geçen do¤alk›n zamanda özel flirketlere havagaz ve ithal kömüre ba¤›ml›le edilmesiyle birlikte, elektrik filaflt›r›lm›fl oldu. Dahas›, liyatlar›n›n yükselece¤i aç›k. sans devirleri yüzünden olas› Tabii, bilhassa elektrik da¤›t›ükümetin enerji politikalarını tamamıyla IMF, Dünya enerji krizlerinde, çevre dosm›, sözleflme özellefltirmeleri ve liBankası ve OECD belirliyor. EPDK da bu politkalara tu enerji kaynaklar›, flirketler sans da¤›t›m›nda AKP’nin tercihhizmet ediyor. Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlı¤ı içinde için baflka bir koz olarak uylerinin ne derece hedefi bulaca¤› bazı bürokratlar hâlâ kamu çıkarı için çabalıyor. O yüzkuya yat›r›ld›. Biz s›radan faTSK'n›n bu süreçte nas›l bir tav›r den de iki kurum arasında zaman zaman çatıflma oluyor. tura ödeyiciler ise O¤uz alaca¤› ile de do¤rudan ilgili. Zira Bu ülkede Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı'nı bile dinleAtay'›n “Tutunamayançeflitli vesilelerle darbe salvolar› meme e¤iliminde olan piyasa düzenleyicisi bir kurul var. 'Bakanlı¤a artık gerek yok' diyebiliyorlar mesela. Ancak lar”da Selim Ifl›k'a söyletti¤i atan ve 22 Temmuz seçimleri sonEPDK, tam da IMF'nin istedi¤i gibi, hem üretim hem de “Ne Yapmal›” sorusuyla baflras›nda elindeki terör kozuyla da¤ıtım flirketlerini satıyor. Geriye bir tek iletim flirketleri baflay›z. Cevap da O¤uz oyalanan TSK’n›n elinde kalan kalıyor. Tıpkı TEK'in ya da Botafl'ın baflına geldi¤i, geleAtay’›n ünlü cümlesiyle kafiönemli kozlardan biri de enerji pice¤i gibi... Elektrik Mühendisleri Odası, TMMOB, Petrolyeli: “Yenilenebilir enerji buyasas›ndaki öngörüsüzlük ya da iç ‹fl, Tes-‹fl gibi sendikaların, Kamu ‹flletmecili¤ini Gelifltirrada sevgili aktivistim, peki kaynaklar› h›zla harakete geçirme me Merkezi'nin (K‹GEM), aydınların, demokratik kitle örsen neredesin?” konusundaki bilinçli plans›zl›ktan gütlerinin bu sürece daha fazla müdahil olması lazım. ve AKP saflar›na fazlaca meyleUlus Atayurt
Nabucco hayallerine global bakıfl
N
“Bakanl›¤a art›k gerek yok” diyen bir kurul
H
9
BARIfi GRUBU SÖZCÜSÜ SEYD‹ FIRAT’IN GÖZÜYLE SINIR ÖTES‹ HAREKAT VE PKK
“Baba, Türkiye’yle Hakkâri neden savafl›yor?” 13 Nisan 2007’de Yaflar Büyükan›t’›n gündeme getirdi¤i ve y›l boyunca tart›fl›lan s›n›r ötesi operasyon, aral›k ay›nda kuvveden fiile ç›kt›, TSK hava harekât›yla Kandil da¤› ve çevresindeki PKK kamplar›n› vurmaya bafllad›. Yaklafl›k bir ayd›r süren operasyonun bilançosuna dair TSK ve PKK’den gelen aç›klamalar her zamanki gibi çelifliyor. Ekim 1999’da “Bar›fl Grubu” ad›yla Türkiye’ye gelip teslim olan PKK’liler aras›nda yer alan, 2005’te infaz yasas›ndaki de¤ifliklikle hapisten ç›kan Seydi F›rat’a s›n›r ötesi harekât›, PKK’nin tutumunu ve 2008’in nelere gebe oldu¤unu sorduk.
10
ülkeleri, t›pk› di¤er sorunlarda oldu¤u gibi, komflular›nda yaflanan Kürt sorununun ayn› zamanda kendi sorunlar› oldu¤unu görmeliler. Bölge devletleri, bu sorunu bir an önce çözmezlerse, kendi gelecekleriyle ilgili belirsizlik de sürecektir; çünkü Ortado¤u’da hangi geliflmenin ne zaman, hangi büyük gücün ifline yaray›p yaramayaca¤›n› kestirmek güçtür. Çözümsüzlük her zaman belirsizli¤i, dolay›s›yla, tehdidi ihtiva eder. fiu anda bölge ülkeleri PKK’yi birbirlerine karfl› kullanm›yorlar m›? Örgütün kendisi bile bölge ülkelerinin PKK’nin bitmesini istemedi¤ini ileri sürerken, örgüt niye daha uzun erimli bir savafl› öngörecek projelerden söz ediyor? Niye çat›flmay› sürdürüyor? Do¤rusu, devlet ancak ve ancak PKK tamamen imha olur ve bu sorun tamamen gündemden kalkarsa tatmin olabilir. Devlet istiyor ki, PKK bitsin, ama Kürt sorununu da herkes unutsun. Baflbakan Erdo¤an, aç›kça “Kürt sorununu düflünmezseniz, yoktur” dedi. Ama devletin tatmin efli¤i ile Kürtlerin tatmin efli¤i ayn› olamaz ki. Savafl›n uzun sürmesi, ta-
Foto¤raf: Batur Gökçeer
TSK’n›n son bir ayd›r yapt›¤› operasyonlar PKK’yi nas›l etkiledi sizce? Seydi F›rat: PKK, tarihi boyunca en az kayb› uçak sald›r›lar›nda vermifltir. 24 y›l boyunca gerçeklefltirilen çeflitli uçak sald›r›lar›nda toplam 24 insan›n› kaybetmemifltir. PKK, do¤as› gere¤i sürekli hareket halindedir, uçaklar da do¤alar› gere¤i mekânlar› bombalar. Uçaklar›n bombalad›¤› yerleflim yerlerinde PKK’lilerin bulundu¤unu düflünmüyorum. Benim bildi¤im, uçak sald›r›lar›nda PKK’nin verdi¤i en büyük kay›p 1992’de Zeli Kamp›’na yönelik sald›r›da gerçekleflmiflti. O sald›r›da, mutfak mangas›n› oluflturan yedi kifli hayat›n› kaybetmiflti. Türkiye, PKK’ye a¤›r bir darbe vuramayaca¤›n› bildi¤i halde neden uçak sald›r›lar› düzenlesin? Bu sald›r›lar sadece PKK’ye yönelik de¤il, bölge üzerinde de bir a¤›rl›k oluflturma amac›n› tafl›yor. Psikolojik savafl asl›nda bölgesel çapta iflliyor. Dolay›s›yla, bölgesel çapta bar›fl ihtimali ne yaz›k ki giderek azal›yor. PKK’nin “demokratik özerklik” talebinden sonra, uzun erimli bir çat›flma dönemine haz›rland›¤› söyleniyor. Bu de¤erlendirmeye kat›l›yor musunuz? PKK önceleri ba¤›ms›z bir Kürdistan talebinde bulunuyordu. Öcalan’›n 1999’da yakalanmas›yla, demokratik cumhuriyet tezi ortaya ç›kt›. Bence tüm bu tezlerin özgürce tart›fl›labilmesi gerekiyor. Örgütün ba¤›ms›z Kürdistan fikrinden demokratik özerklik fikrine gelmesi, kendisi aç›s›ndan geri ad›m olarak m› de¤erlendirilmeli? Geri ad›m yerine, bar›fl›n yolunu açma çabas› fleklinde kabul etmek daha do¤ru olur. Ba¤›ms›z devlet fikrinden bu yana gelifltirilen projelerin hiçbiri tart›fl›lmad› ki. Sürekli örgütün da¤›l›p da¤›lmayaca¤› tart›fl›lageldi. Oysa bütün operasyonlara ra¤men, örgüt da¤›lm›fl de¤il. ‹ran’da da, Suriye’de de iktidarlar›n PKK’yi yok etme projeleri baflar›s›z oldu. Dolay›s›yla, temel politikalar çözümsüzlük olmufltur. Neden çözüm için cesaret gösteren iktidarlar ç›km›yor, anlamak güç. Çözümsüzlü¤ün, bölge devletlerinin ifline yarad›¤› de¤erlendirmesine ne diyorsunuz? PKK ortaya ç›kmadan önce de Ortado¤u’da Kürt sorunu üzerinden dengeler sa¤lanmaya hep çal›fl›lm›flt›r. Bölge devletlerinin Kürtler üzerinden birbirini s›k›flt›rma, zora sokma çabalar› yeni de¤ildir. Günümüzde sadece Kürt sorunu de¤il, hemen her sorun uluslararas›d›r; küreselleflme, herkesin ç›karlar›n› ve zararlar›n› ortaklaflt›rm›flt›r. Bu nedenle bölge
Devlet, ancak ve ancak PKK tamamen imha olur ve Kürt sorunu tamamen gündemden kalkarsa tatmin olur. Ama, devletin tatmin efli¤i ile Kürtlerin tatmin efli¤i ayn› olamaz ki! Savafl›n uzun sürmesi, esas olarak devletin yaklafl›m›na ba¤l›d›r.
Seydi F›rat
raflar›n, esas olarak da devletin yaklafl›m›na ba¤l›d›r. Sizce PKK daha ne kadar silahl› mücadeleyi sürdürür? Bunu flimdilik kestirmek çok zor. Belki son operasyon, Türkiye’yi bu konuda daha gerçekçi politikalar izlemeye zorlayabilir. Son aylarda, Türkiye’nin tüm diplomatik kanallar›, gece gündüz bu operasyonlar konusunda faaliyet gösteriyor. Ola¤anüstü bir ekonomik kaynak ayr›l›yor. Bir senedir yüz bine yak›n asker s›n›ra y›¤›lm›fl durumda. Fakat bu yöntemle PKK’nin bitirilmesi mümkün de¤il. ABD gibi güçler bu konuda Türkiye’ye destek vermifl olsa bile, bu deste¤in uzun süre devam etmesi mümkün görünmüyor. Aksine, bu destek karfl›l›¤›nda, ABD’nin Türkiye’den baflka beklentileri olabilir. 1999’da, “Bar›fl Grubu” olarak da¤dan indiniz, PKK’nin silahlar› b›rakmaya haz›r oldu¤unu söylediniz. Ve tutuklanarak hapse kondunuz. Da¤dan indi¤inizde, bu sorunun çözülme ihtimalinin oldu¤unu düflünüyor muydunuz? Geldi¤imizde, sorunun çözülebilece¤ine dair bir umut vard› içimizde. Ben flahsen temkinliydim, ama karamsar de¤ildim. En az›ndan, çat›flmalar›n tekrar eskisi gibi yo¤un olmayaca¤›na dair güçlü bir umut tafl›yordum. Ne yaz›k ki, bu süreç iyi de¤erlendirilemedi. Devlet, Öcalan’›n yakaland›¤› süreçte, nas›l olsa bu örgüt yak›n zamanda ortadan kalkacak diye düflünüyordu. Kürt isyanlar›n›n liderleri yakalan›nca, isyan hareketinin da¤›ld›¤› biliniyor; PKK için de öngörülen buydu. ABD’nin 11 Eylül’de u¤rad›¤› sald›r›yla birlikte, Türkiye uluslararas› alanda önemli bir destek kazanaca¤›n› ve ABD’nin de PKK’ye karfl› mücadelesini destekleyece¤ini düflünüyordu. Daha sonra, ‹ran-ABD sürtüflmesine bel ba¤lad› Türkiye. ABD’nin, ‹ran’a karfl› Türkiye’yi destekleyece¤i ve PKK’yi bu ba¤lamda bitirmek isteyece¤i tezine olan inanç güç kazand›. Ayn› flekilde, ABD’nin Irak’ta bir ç›kmaza girece¤i ve yine Türkiye’nin kap›s›n› çalaca¤› düflüncesiyle, Kürt sorununun çözümü ötelendi, gözler yine ABD’nin verece¤i deste¤e çevrildi. Oysa, Türkiye’nin bu süreçte yapmas› gereken, kendi iç sorununu çözmek için bar›flç›l politikalar gelifltirmekti. Buna tenezzül edilmedi. “Bar›fl Grubu” olarak Türkiye’ye geldi¤inizde, PKK, silahlar› b›rakmak için ne tür talepler öne sürüyordu? Demokratik cumhuriyet teziyle, Öcalan bu talepleri ortaya koymufltu asl›nda. Kültürel, sosyal haklar›n, anayasal va-
‹mha edilen PKK kamplar›na örnek olarak medyaya verilen görüntülerden biri.
AKP, DTP’ye alternatif olarak ‹slamc› bir Kürt hareketi yaratmaya çal›fl›yor. Hedeflenen, DTP’nin veya PKK’nin s›n›rlar›n› daraltmak. Diyelim, PKK ve DTP’nin etki alan› daralt›ld›, yerini ‹slamc› bir Kürt örgütü doldurdu. Sorun çözülür mü? Öyle çözülecekse, buyrun, oradan bir aç›l›m yap›n!
Kürtlerde de bir yandan tepki, bir yandan da korku geliflti. Kürtler, geleceklerine dair kuflkular tafl›yorlar. K›sa vadede Kürt sorunu çözülmezse, Kürt-Türk iliflkilerinin eskisi kadar pozitif olaca¤›n› sanm›yorum. Baflka bir hususa dikkatinizi çekeyim; AKP, DTP’ye alternatif olarak ‹slamc› bir Kürt hareketi yaratmaya çal›fl›yor. Bununla hedeflenen, DTP’nin veya PKK’nin s›n›rlar›n› daraltmak. Diyelim ki PKK ve DTP’nin etki alan› daralt›ld› ve onun yerini ‹slamc› bir Kürt örgütü doldurdu. Ne olur o zaman? Sorun çözülür mü? Sorun öyle çözülecekse, buyurun, oradan bir aç›l›m yap›n. Fakat, Türkiye’nin Kürt sorunu, bir ideolojik anlaflmazl›ktan kaynaklanm›yor ki. PKK solda durdu¤u için mi Kürt sorununu çözemiyor devlet! Van, Siirt, Bingöl belediyeleri AKP’nin elinde. TBMM’nin bask›n gücü, AKP. Cumhurbaflkan› bile AKP’li. Peki, tüm bu devasa imkânlar, AKP’yi Kürt sorununu çözmeye yöneltti mi, hay›r. Demek ki görüflünüzü veya gücünüzü yayman›z, sorunu çözmeye yetmiyor. Bunun için istekli olman›z gerekiyor. Ç›karlar›n›z›n, bu sorunun çözümünden geçmesi gerekiyor. Ama çözüm, ç›karlar›n›za ters düflünce, istedi¤iniz kadar güçlü olun, sorunun çözümsüzlü¤ünde ›srar edersiniz. fiimdi de Diyarbak›r belediyesini ele geçirmeye çal›fl›yor AKP. Diyelim ki ald›lar, Diyarbak›r’daki sorunlara çözüm mü getirecekler? Hiç sanm›yorum. Ya da Kürt sorununun çözümsüzlü¤ü Diyarbak›r belediyesinden mi kaynaklan›yor! Kürt sorunu ayn› zamanda, AKP’nin önünü de açm›flt›r. Ama AKP unutmas›n ki, nas›l ki DYP, MHP, CHP ve DSP Kürt sorunu üzerinden bir zamanlar güç kazanm›flsa, yine bu sorunu çözemedikleri için güçten düflmüfllerdir. AKP’nin de ayn› ak›bete u¤ramas› kaç›n›lmazd›r. AKP flu anda sorunu çözer gibi yap›yor, ama çözmemek için de DTP’yi, Kürtleri s›k›flt›r›yor. Bu politikayla çok fazla yol alabileceklerini zannetmiyorum. AKP, türban sorununu çözer gibi yap›p ‹slamc› kesimin oyunu ald›¤› gibi, Kürt sorununu
çözer gibi yaparak da Kürtlerin oylar›n› ald›. Ama bir sonraki seçimde, tüm bu sorunlar› çözmeden ayn› oylar› alman›z pek mümkün de¤il. Aysel Tu¤luk, Radikal 2’de yazd›¤› bir yaz›da, Kürt milliyetçili¤inin risklerine dikkat çekiyordu. Tu¤luk’un bu görüflünü nas›l de¤erlendiriyorsunuz? Leyla Zana’n›n yapt›¤› herhangi bir aç›klamaya büyük tepki gösteren bas›n, Aysel Tu¤luk’un görüfllerine alk›fl tutuyor. Ama Zana’n›n aç›klamalar› Kürtler taraf›ndan çok daha fazla benimsenirken, Aysel Tu¤luk’un aç›klamalar›n›n ayn› etkiye yol açt›¤›n› düflünmüyorum. Kürtlerin her talebinin milliyetçilik olarak alg›lanmas› ne kadar do¤ru? Milliyetçilik kavram›yla, Kürtlerin taleplerinin analizi yap›lmaya çal›fl›l›yor, ama bunlar kolayc› analizlerdir. Kürtlerin taleplerini, tepkilerini, milliyetçilik kavram› çerçevesinde teorize etmek bana pek do¤ru gelmiyor. DTP’den ve PKK’den çok daha afl›r› ve milliyetçi talepleri olan Kürtler var. Mesela, HAK-PAR gibi yap›lar do¤rudan federasyon talebinde bulunuyor. DTP veya PKK, Kürt milliyetçili¤i üzerinden siyaset yürütmüyor ki. Tabii ki içlerinde milliyetçi kesimler vard›r, ama egemen yaklafl›m, Kürt milliyetçili¤i de¤ildir. Bask›n Oran’›n 22 Temmuz’da DTP taraf›ndan desteklenmemesini, Radikal’deki yaz›s›nda Kürt milliyetçili¤ine ba¤l›yor Aysel Tu¤luk. Oysa, yine Türk kökenli olan Ak›n Birdal, Diyarbak›r’da Tu¤luk’tan daha fazla oy alm›flt›r. Kald› ki, aday belirleme sürecinde, Tu¤luk DTP’nin eflbaflkanl›¤›n› yürütüyordu. Madem mesele Kürt milliyetçili¤iydi, a¤›rl›¤›n› koyarak Oran’› aday gösterseydi. O süreçte, e¤er Tu¤luk Orhan Do¤an kadar çaba gösterseydi, Bask›n hoca desteklenebilirdi. Velhas›l, Kürt milliyetçili¤ine yönelik elefltiriler Türk ayd›nlar›ndan destek al›yor, ama bunun hakikati ne kadar yans›tt›¤› tart›flmal›d›r. Kürt milliyetçili¤inin flu anda bask›n bir alg› oldu¤unu düflünmüyorum. Kürtleri milliyetçilikle damgalamak sorunun çözümüne yol açmaz ki!
Söylefli: ‹rfan Aktan
tandafll›k haklar›n›n ve Kürt kimli¤inin tan›nmas› talepleri öne sürülmüfltü. Devletin bu haklar› tan›yaca¤›na dair bir iflaret ald›¤›n›z için mi Türkiye’ye gelmifltiniz, yoksa sadece “PKK’nin iyi niyetini” göstermek için mi? Bizim geliflimiz, biraz da devlete cesaret verme amaçl›yd›. Devletin bu sorunu çözmeye yönelik bir e¤ilimi varsa, onu güçlendirmek istiyorduk. Fakat geldi¤imizde, böyle bir e¤ilimin olmad›¤›n› gördük. Hapse at›ld›k. Devlet PKK’nin nas›l olsa bitirilece¤ini düflünerek, bizim bu davran›fl›m›z› de¤erlendirmedi. Biz o zaman, tasfiye plan›yla PKK’nin bitmeyece¤ini söyledik. PKK, 2003’te silahl› mücadeleyle Kürt sorununun çözülemeyece¤i sonucuna varm›fl ve bunu deklare etmiflti. 1999 ile 2007’yi karfl›laflt›rd›¤›n›zda PKK’yi 1999 öncesine dönen bir örgüt olarak m› yorumluyorsunuz, yoksa 2007 yeni bir merhaleye mi iflaret ediyor? Devletin de, PKK’nin de kendine göre korkular› var. Devlet, Kürt taleplerinin Türkiye’yi bölece¤i korkusuyla hareket ediyor. PKK ise tasfiye oldu¤unda veya kendini feshederse, Kürt sorununun çözülmeyece¤inden korkuyor. 1999’dan sonraki ateflkes döneminde, devlet PKK’yi bitirdi¤ini, pasifize etti¤ini düflünerek Kürt sorununda herhangi bir çözüm aray›fl›na girmemiflti. PKK, kendini feshetmesi halinde, bu alg›n›n sürmesinden korkuyor. Devletin ad›m atmas› flart. ‹mha projesinin sorunun çözümüne katk› sunmayaca¤›n› düflünüyorum. PKK’nin silahl› mücadeleyi sürdürmesi, Türkiye’de Kürt karfl›tl›¤›n› daha da besleyecek gibi görünüyor. 1990’larda PKK’nin yapt›¤› eylemler neticesinde, Kürtlere karfl› linç giriflimleri yaflanmazken, son üç-dört y›ld›r, Kürt karfl›tl›¤› h›zla artt›. Bu ortam, PKK’nin çat›flma stratejisini gözden geçirmesine neden olmuyor mu? Meseleye böyle bakmak yanl›fl. ‹yi bir bar›fl projesi olmad›¤› müddetçe, karfl›tl›klar birbirini besleyecektir. Kürt karfl›tl›¤›, istesek de istemesek de art›yor, artacak. Bunu engellemenin tek yolu teslim olmaktan m› geçiyor? Kürt karfl›tl›¤›n›n PKK’ye karfl› bir silah olarak kullan›lmas› çok büyük bir tehlikedir. Da¤l›ca olaylar›ndan sonra Cizreli bir adama gazeteciler mikrofon uzat›yor. Adam, Bat›’da Kürt evlerinin yak›ld›¤›n›, Kürtlerin sokak ortas›nda linç edildi¤ini söylüyordu. Bat›’da da Kürtlerin asker öldürücü oldu¤una dair yarg›lar art›yordu. Hatta bir arkadafl›m›n ilkokulda okuyan k›z›, eve dönünce “Baba, Türkiye’yle Hakkâri neden savafl›yor?” diye sormufltu. Bu derinleflen ayr›l›k alg›s›, ilkokul çocuklar›na kadar inmifltir. Devlet mutlaka bu konuda bir ad›m atmak zorunda. Son y›llarda yaflananlar›n Kürt milliyetçili¤ini de artt›rd›¤› söylenebilir mi? Milliyetçilikten çok, ciddi bir korku hakim Kürtlerde. Diyarbak›r’da, Mardin’de, insanlar Ankara veya ‹stanbul’a gitmeleri halinde bafllar›na bir fleyler gelebilece¤inden korkar oldular. Uzun y›llar ‹stanbul veya Ankara’da yaflayan
11
TAHA PARLA’YLA “S‹V‹L ANAYASA” ÜZER‹NE (2)
Sivil toplum huzurlar›n›zda! Taha Parla’yla “nehir söylefli”ye geçen say›da kald›¤›m›z yerden devam ediyoruz: AKP-TSK ittifak›, s›n›fsal-siyasal güçler, “sivil” anayasa haz›rl›klar›, bu haz›rl›klarda lokomotif rolü üstlendi¤i söylenen sivil toplum örgütleri, “sivil toplum” denen fleyin kendisi, sol muhalefetin iktidar blokuyla iliflkileri...
12
Taha Parla
Foto¤raf: fiahan Nuho¤lu
22 Temmuz 2007 seçimlerinden beri belli bir siyasî istikrar ve uzlaflma ortam› var. AKP-TSK aras›ndaki mutabakat›n zeminini oluflturan TÜS‹ADMÜS‹AD-ABD-AB ittifak› ne kadar kal›c›? Taha Parla: Burada birkaç katman var. Öncelikle, AKP-TSK-TÜS‹AD-ABD (ve AB) aras›ndaki temel uyum, ilelebet de¤il ama, belli bir süre için belli bir istikrar getirdi. Bu kaliteli bir istikrar m›? Bence de¤il. Ama bu konuya burada giremeyiz. ‹ktidar blokunun bu tramvay›na, ya da Amerikan “siyaset bilimi” terminolojisiyle bando vagonuna arkadan binmeye çal›flanlar/tutunanlar/as›lanlar da az de¤il. Neo-liberaller (laik ve ‹slamc›), liberal solcular (Kantç› vb. liberal anlam›nda de¤il, Friedmanc›-Hayekçi anlam›nda) ikinci cumhuriyetçiler, on aral›kç›lar, “piyasa”c› sosyal demokratlar, akademya ve medyan›n ciddi bir bölümü, devletle çeflitli sosyal gruplar aras›nda simsarl›k yapmay› siyaset zanneden elitist ve paternalist ayd›nlar ve baz› sol gruplar. Yani, ciddi bir s›n›flar ve örgütler/gruplar/ ak›mlar koalisyonu. Peki kim d›fl›nda kald›? Bu ahengi bozmaya, “etle t›rnak” aras›na kama sokmaya ve çatlaktan içeri girip iktidar blokunun kap›s›ndan aya¤›n› içeri sokmaya, destabilizasyon yaratmaya kimler çal›fl›yor? Milliyetçili¤i, ulusalc›l›¤›, laikli¤i, sahte anti-emperyalizmi, Kürt meselesini, Kuzey Irak’›, mitingleri, suikastlar› kullanarak, gül gibi sosyal bar›fl› bozman›n yollar›n› kimler ar›yor? Sayal›m: Ultra faflistler (içlerinde bol miktarda emekli sivil-asker yüksek bürokrat var), “afl›r›” Atatürk milliyetçileri, BBP gibi hâlâ direnen partiler, akademyadaki aç›k ve örtük milliyetçi-militaristler ve iktidar koalisyonunu selektif olarak zorlayan muhalefet partileri (CHP, MHP, DSP.) Bunlar, kendilerine bir r›z›k bulmak için, zaman zaman, vesilebahane yaratarak seslerini yükseltiyorlar, ama AKP-TSK ittifak› flimdilik kavi, sermaye de bunlar›n hizmetlerine siyasî ajan› olarak flimdilik lûzum görmüyor –unutmayal›m ki, kapitalist devlet, liberalden fafliste her zaman geçebilir. Kald› ki bunlar›n ideolojik sermayesinden Türkiye’de zaten herkeste bol miktarda var, kolay ayr›fl›p öne ç›kam›yorlar. Ve TC’de “›l›ml›”, ”makûl”, ”âhenkli”, ”ortak ak›ll›” bir merkez mevcut – sa¤›yla, soluyla, laikiyle, ›l›ml› ‹slamc›s›yla. Bir süredir ve bir süre için. Devri daim makinesi daha bulunmad›. Bu s›n›fsal, siyasal güçler konfigüras-
yonu ›fl›¤›nda, yeni “sivil ve demokratik” anayasa giriflimini nas›l de¤erlendiriyorsunuz? Sivilden kas›t “üniformas›z” ise, ehh! Asl›nda ehh bile de¤il; çünkü bu sefer asker bizzat sahnede görünmüyor, 1961, 1971-73 ve 1982’deki gibi. Ama, yandaki binadan girdi veriyor, ç›kt› denetliyor. Sivilden kas›t, “devlet-d›fl›” ise, o da lâf, çünkü “resmî” anayasa yap›m aflamas›nda ifl devletin en önemli dairesi/yap›s› olan yasama meclisine gelecek. Sivilden kas›t, liberal doktrindeki as›l anlam› olan ekonomik ve özel alan ise, iflte burada as›l o var! Dikkat ederseniz, “sivil toplum” kavram›n›n/teriminin Bat›’daki “yeni sol”dan sonra Türkiye’de u¤rad›¤› ikinci deformasyonun konotasyonlar›n› an›msatmaya çal›flt›m. Bir dipnot: Gramsci, hegemonyay› k›rmaya çal›fl›yordu, ona dahil olmaya de¤il. Bunu ayr›ca konuflmak gerekir. Türkiye’de 1980’den sonra ve bugün de sivil dendi mi “sivil toplumcu”yu anlamak lâz›m. Ona da biraz sonra gelelim. Yoksa anayasa haz›rl›k kurullar› üniformas›z olabilir ama, zihniyetleri antimilitarist olmayabilir. Yürürlükteki anayasan›n, devlet yap›s›n› militarize eden maddelerine 2008’de pek de iliflmeyebilirler. Nitekim, büyük ölçüde öyle olaca¤›n› görece¤iz. Ama içerik hakk›nda henüz konuflmayal›m.
Gramsci, hegemonyay› k›rmaya çal›fl›yordu, ona dahil olmaya de¤il. Türkiye’de 1980’den sonra ve bugün de sivil dendi mi “sivil toplumcu”yu anlamak lâz›m
“1980’den beri ‘sivil’ dendi mi, ‘sivil toplumcu’yu anlamak lâz›m” dediniz. 1980’den önce “demokratik kitle örgütleri” vard›, flimdi onlar›n yerini “sivil toplum örgütleri” ald›. “Demokratik”li¤in ve “kitle”nin yerini “sivil toplum”un almas›n› nas›l yorumlamal›? Demokratik ve hatta sivil olduklar› su götürür “sivil toplum örgütleri”nin dahliyle haz›rlanacak bir anayasa demokratik olabilir mi? Ankara’da 83, ‹stanbul’da 50’ye yak›n STÖ/STK’n›n kat›ld›¤› anayasa tasla¤› gelifltirme toplant›lar› yap›ld›, özet sonuç bildirileri bas›na verildi. Anayasa çal›flmalar›n›n flimdiye kadar oldu¤u gibi bir avuç asker, sermaye erbab› ve kanun teknisyeni taraf›ndan yap›lmas› yerine, toplumsal görüflleri yans›tan genifl kat›l›ml› kurullarca yap›lmas› elbette daha demokratik. Ama flu andaki durum, gerçekten bu mu? Ankara’daki “Anayasa Platformu Ulusal Çal›fltay›”n›n 83’lük tam listesini medyadan ve internetten ö¤renemedim ama, 7 + 13= 20’lik iç dairenin/öncü elitin dökümünü yapt›m. Bunlar› söyleflinin sonuna bir ek olarak koyman›z› rica ediyorum. E¤er “olgular konuflursa”, iflte ancak bu kadar konuflur. Bunda ne var, derseniz: Çok fley var, “sivil toplum” var, derim. Terimin/kavram›n, teorinin/ doktrinin ete kemi¤e bürünmüfl haliyle huzurlar›n›zda! “Sivil toplum”
ve “STÖ/STK’lar” budur. Sermayenin zirve örgütleriyle, yüksek-orta-küçük burjuvazinin di¤er örgütleriyle, yede¤e al›nm›fl/girmifl sar›/tutucu dinci/milliyetçi “iflçi” sendikalar›yla (a¤alar›/aristokrasileriyle), sisteme/statükoya/ ba¤l› meslek kurulufllar›yla… Sivil toplum daha ne desin? Kimli¤ini, terkibini daha nas›l aç›klas›n? Muhalif olmad›¤›n›, sol olmad›¤›n›, ezilenlerin/sömürülenlerin platformu olmad›¤›n› daha iyi nas›l anlats›n? Herkesi de¤il baz›lar›n› içerdi¤ini, k›smî olan› nas›l küllî olarak takdim etti¤ini; hâkim/yönetici s›n›flar ile onlar›n örgütlerini ve devleti flah›sland›ran bürokratik/klerik burjuvaziyi içerdi¤ini ama iflçi ve emekçi s›n›f kesimlerini içermedi¤ini; bu sonuncular›n toplumun içinde olmakla birlikte, parças› olmad›¤›n› ve ancak devflirilebileceklerini bundan daha aç›k-- adeta bir aile albümü, bir ticaret ve sanayi odalar› rehberi, bir kutsal tasvir gibi--, daha net nas›l resmetsin? “Sivil toplum”, burjuva toplumudur, burgerlische gesselschaft’t›r. “Toplum” de¤ildir –nas›l ki STÖ/STK “toplumsal örgüt” de¤ilse–, iflçi s›n›f›n› ve solu, onlar›n sendika, parti ve örgütlerini içermez, kendileri yamanmazlarsa e¤er. Esas itibar›yla ekonomik alan› –özeli, aileyi, dini de– ve ekonomik giriflim özgürlük ve ayr›cal›klar›n› –bazen devlet bürokrasisine karfl›, ama son tahlilde devlet eliyle veya devletle birlikte– korur. ‹ddiaya ve görünüfle göre Ankara platformunda herkes var: “Türk”, “millî”, “bütünlefltirici”, “uzlaflmac›”, “ulusal(c›) – “çal›fltayc›” ça¤r›fl›mlar›yla. Gide gide, “kurultay›n” yapaca¤› bir “budun-töre”ye falan m› varaca¤›z? Fakat hay›r, herkes yok. Bir: S›n›flar yok; baflta iflçi s›n›f› yok. ‹ki: Olan›n teflhisini do¤ru koyal›m. Bir: “Sivil toplum” var. ‹ki: “Ekonomik ve sosyal konsey” var. Üç: “Alt›n üçgen” var. Sermaye var, “emek” var, devlet gelecek. Dört: “Korporatif yap›” henüz kristalleflmemiflse de “korporatist yaklafl›m” flimdiden mevcut. Liberal sivil toplum anlay›fl›n›n TC’ye uyarlanm›fl korporatist sivil toplum anlay›fl› varyant›ndan söz edilebilir. Bu giriflimin, sonuç bak›m›ndan anlam› nedir? Yap›s› bu olan bir süreçten nas›l bir anayasa metni ç›kabilir? Gündem denetçili¤i/bekçili¤i flimdiden belli: “fiu olur, bu olmaz.” Bu “haz›rl›k” çal›flmalar›ndaki organizasyon, prosedür de¤ilse de, korporatist yaklafl›m
resmî/fiilî anayasa yap›m aflamas›na da tafl›nacak. Dengir F›rat ne diyor: “Sivil öneriler anayasada yer alacak.” “40 milyon (!) insan› temsil eden kurulufllar, örgütler, bunu çok önemsiyoruz.” (Radikal, 14.12.2007.) Öyle görünüyor ki, 1961 ve 1982’de anayasalar›n yap›m›nda asker güdümünde ve –dar– meslekler üzerinden kullan›lan korporatif temsil formülü, 20072008’de bu sefer haz›rl›k aflamas›nda AKP’nin de, TSK’n›n da, birçoklar› aras›nda Radikal gazetesinin de deste¤inde ve sivil toplum himayesinde –asker locadan nezaret ediyor– ve genifl sektörler/zümreler baz›nda daha gevflek bir korporatist formülle kotar›l›yor. Baflka bir deyiflle, 1961-1982’deki TSK üniformal›/emirli mesleklerin/kanun teknisyenlerinin yerini bu sefer 2008’de TSK belgeli STK’lar/ve yine kanun teknisyenleri alm›fl bulunuyor –nihai meclis aflamas›na prosedür aç›s›ndan elbette bir diyece¤imiz yok. 1961’deki ‹stanbul ve Ankara “üniversite komisyonlar›”n›n koltu¤una da bu sefer Ankara’daki Anayasa Platformu Ulusal Çal›fltay› ile ‹stanbul’daki Anayasa Uzlaflt›rma Platformu kurulmufl bulunuyor. Türk siyasî ve idarî dehas› tarihte tekerrür ediyor. Birincisinin eflbaflkanlar›/sözcüleri, çok münasip bir biçimde TOBB Baflkan› ile TEPAV (Türkiye Ekonomi Politikalar› Araflt›rma Vakf›) Baflkan› bir profesör, ikincisinin baflkan› ise Marmara Vakf› koordinatörü/platform baflkan›/sözcüsü yine bir profesör. Her iki oluflum da “ortak ak›l”› temsil ediyor ve belirliyor. Ortak ak›l da, galiba “hegemonik ideoloji”nin Frenkçe olmayan bir neolojizmi. Sivil toplum, ortak ak›l etiketiyle, genel ç›kar/tam realite diye k›smî ç›karlar›/eksik realiteyi empoze etmekte. Türkiye gerçekten bir laboratuar. Küreselleflen kapitalizmin uluslararas› plandaki ve ulusdevlet(ler)in devlet bürokrasileri içindeki yeni yap›lanmalar›n›n yan›s›ra hakim/yönetici s›n›flar›n yaratt›¤› yeni yap›lar ve örgütler çok ilginç, teorik olarak. Ankara’n›n TEPAV’› ile ‹stanbul’un MARMARA Vakf›, belgesel de¤eri yüksek iki örnek. SAM, ASAM, USAM, USAK gibi strateji ve güvenlikte uzmanlaflan beyin rezervuarlar›n›n yan›nda bir de bunlar ç›k›yor ortaya. Ankara-TEPAV’›n (Türkiye Ekonomi Politikalar› Araflt›rma Vakf›) üç enstitüsü oldu¤u aç›klan›yor internette: Ekonomi Politikalar› Enstitüsü, Uluslararas›
14
Sivil toplum daha ne desin? Kimli¤ini, terkibini daha nas›l aç›klas›n? Muhalif olmad›¤›n›, sol olmad›¤›n›, ezilenlerin/ sömürülenlerin platformu olmad›¤›n› daha iyi nas›l anlats›n?
öyle görünüyor. Peki bu, iktidar-tekelmasaya oturma kavgas› m›, içerik tart›flmas› m›? Galiba birincisi: ‹stanbul partiler-üstücülük tasl›yor ve Ankara’n›n AKP’ye meylini ima ediyor, muhalefete (CHP, DSP ve MHP’ye) göz k›rp›yor. Askeri AKP’den kopar›p kendilerine çekebilmeyi hesapl›yorlarsa, iflleri flimdilik zor. S›¤l›¤a ve k›s›rl›¤a ve de yan›lt›c›l› ¤a bak›n. Biri hükümet, öbürü muhalefet partilerine hepsi de sa¤/sa¤c› yak›n durdu¤u anlafl›lan iki sivil toplum anayasa platformunun görüfllerinin içeri¤i, sistem partileriyle dar partizan dirsek temaslar›n›n ötesinde, ciddi bir farkl›l›k gösteriyor mu? Gösterebilir mi? Ankara platformu, TOBB baflkan›n›n a¤z›ndan, 1982 kazan›mlar›ndan ödün verilmeyece¤ini ilân etmifl; 1982 anayasas›n›n Atatürk milliyetçili¤ini, demokratik-laik-sosyal hukuk devleti ilkesini, üniter devleti ve ilk üç maddeyi “dokunulmaz” ilân etmiflti. ‹lk üçü, ilk dört, ilk befl, ilk alt› diye de alabiliriz. “‹lkeler”de titiz oldu¤unu beyan eden ‹stanbul platformu, bunlar› be¤enmiyor olmad›¤›na, olamayaca¤›na göre, neyi be¤enmiyor? ‹ki tarafta da yer alan TÜRK-‹fi ve KADER –ve varsa benzerleri– daha tutarl›; yaln›z ‹stanbul’da yer alan D‹SK daha tutars›z. Ve ADD neden Ankara’da yok? Meclis ço¤unlu¤una sahip parti-hükümet tüm platformlar›n görüfllerini als›n, bütün taslaklar› harmanlas›n, tasar› haline getirsin, içerikle ilgili o zaman konuflaca¤›z. fiimdilik söylediklerimiz ortam ve haz›rl›klarla ilgili. Bir de fluna dikkati çekmek isterim. Sivil toplum tüm toplum demek de¤ildir; anayasa haz›rl›¤› konusunda herkesin görüflü al›nmakta de¤ildir. Dün Abant platformu, bugün Ankara ve ‹stanbul platformlar›, yar›n xyz platformlar›… Platformdan geçilmiyor. Naçizane önerim, bu ifl daha fazla da¤›lmadan, birlik ve bütünlük zora girmeden, ifli Sö¤üt yaylas›nda ba¤lay›p, Dumlup›nar ova-
s›na indirelim. Görüflü al›nmayanlar›n eksi¤i ise örgütsüzlük, sendikas›zl›k, partisizlik oldu¤u kadar, yanl›fl bilinç ve yanl›fl temsildir– bunu da unutmayal›m. Peki, önümüzdeki günler nelere gebe? Bu sürece müdahale edebilecek bir toplumsal muhalefet oluflabilir mi, bizim anlad›¤›m›z anlamda sol, cürmü kadar yer yaksa da, bu zeminde ne yapabilir, ne yapmal›? Muteber/etkili aktörler belli. Parametreler belli. “Sivil toplum” gündem bekçili¤ini bafltan yapt›. Asker her aflamada fiilen ikinci filtre. Meclis’in kompozisyonu –ço¤unluk parti grubuyla da, temel hegemonik sabitler itibarile tümüyle de– besbelli. Türkiye’nin s›n›f yap›s›, dengeleri, iflçi ve emekçi s›n›flar›n›n bilinci, cüssesi, örgütlülü¤ü, yani zaaflar› belli. Buna bir de, onlar› temsil etme iddias›ndaki –istisnalar› hariç– sendika, parti, örgütlerin hâlini ekleyin. Siyaset anlay›fllar›n› (dar, pragmatik, iktidarc›, vs.), genel siyasal kültür ve ideolojik hegemonyadan nasiplerini alm›fll›klar›n› dahil edin. Özellikle de, iktidar koalisyonunun kurultaylar›nda oturmay›, gerçekçi siyaset için yeterli say›fllar›n›. Tabii, flu söylediklerimizden flöyle fleyler ç›km›yor: Durum umutsuz; meclise gelecek tasar› tahmin edilebilir; meclisin kompozisyonu belli; prosedürel olarak bu sefer anayasa mecliste yap›lacak gibi görünüyor (buna usul aç›s›ndan bir diyece¤imiz yok –yasaman›n üstünlü¤ü ve parlamenter meflruiyet aç›s›ndan), ama içerik önemli ölçüde proforma belirlenmifl; zaten anayasa neymifl, burjuva parlamentarizmi neymifl denebilir. Ama, hay›r: Do¤ruluk paylar› var, ama mesele bunlara indirgenemez. En az›ndan, geçen sefer de söyledi¤imiz gibi, sivil toplumca ve devletçe kaale al›nmayan görüfller ve talepler kayda geçsin -ilerisi için ve bugün için. Cürmü kadar yer yaksa da. Ama bence daha fazla yer yakar. Sosyoloji bile salt ampirisist-pozitivist olamaz. Kald› ki, siyaset teorisi/felsefesi ile hukuk/ahlak felsefesinin kesiflti¤i yer olan anayasa hukuku ve siyaseti normatif bir söylem ve eylem alan›d›r. Legal pozitivizme teslim olunamaz. Ve teslimiyetçi sosyolojik pozitivizme. Dolay›s›yla, elefltiriye ve önerilere devam.
Söylefli: Siren ‹demen-Yücel Göktürk
Politika Enstitüsü ve “‹stikrar”(!) Enstitüsü. Buna karfl›l›k ‹stanbul-Marmara Vakf›’n›n, strateji ve güvenli¤e ek olarak, SAM’lar›n/SAK’lar›n biraz daha “sosyal içerikli”si oldu¤u anlafl›l›yor. Galiba elçi-general/amiral unsuru da biraz daha fazla. Medyada birbirlerine mesafeli olduklar› rapor edilen bu iki sivil toplum alafl›m›n›n mukayeseli(?) pozisyonlar›na ileride içerik aç›s›ndan da biraz de¤inebiliriz ama, kompozisyonlar› aç›s›ndan renkli ve nefleli bir farka hemen iflaret edelim. “Maalesef” sar› D‹SK’i devfliremeyip –nedense?– bütünlükçü vitrinine “sol” bir iflçi STK’s› koymay› beceremeyen Ankara alafl›m›n›n tersine, ‹stanbul alafl›m› D‹SK’i saflar›na katm›fl bulunuyor. D‹SK’teki marifeti de kaç›rmamak lâz›m: Ankara mitingine kat›lmayan, ama ‹stanbul mitingine kat›lan –ve, yeri gelmiflken söyleyelim, iflçileri seçimlerde CHP’ye oy vermeye ça¤›ran– 10 Aral›k’ç› D‹SK yönetimi bu sefer de benzer bir k›vrakl›k ve seçicilik göstererek, ‹stanbul alafl›m›n›n bileflenleri aras›nda yerini alm›fl. Bakal›m, dirsek temas›nda oldu¤u öbür kitle TSK’lar›n› da çekecek mi? Marmara Vakf›’n›n “koordinatörlü¤ü”ndeki ‹stanbul Anayasa Uzlaflma kloroformunun öncü üyeleri aras›nda flunlar var: ADD (Atatürkçü Düflünce Derne¤i), Tüketiciler Derne¤i (‹stanbul daha m› “halkç›”?), TÜRK-‹fi (Ankara’da da var), KADER (Ankara’da da var), ‹stanbul Barosu, D‹SK. Platform üyelerinden birinin bas›na aç›klamas›nda “Tasla¤›m›z› hükümete sundu¤umuzda ‘okumak bile istemiyoruz’ dediler” ifadesi yer al›yor. Hayret! Dan›fl›kl› dö¤üfl mü, kay›kç› kavgas› m›, muazzam çeliflki mi? Baflkan da, kendi ilkelerine yer vermeyen taslaklar› desteklemeyeceklerini söylemifl. ‹lkeler de ba¤›ms›z yarg›, sosyal devlet, laiklik, kad›n eflitli¤i, insan haklar› gibi do¤ru, genel, genifl, herkesin zaten tekrarlad›¤› fleyler. Baflkan, Ankara (TOBB) taslak çal›flmalar›n›n “sonuçsuz kalaca¤›n›” (niye?), “toplumun her kesiminin ayr› ayr› anayasa tasla¤› haz›rlamas›n›n do¤ru bir yaklafl›m olmad›¤›n› –ihtisas tekelleri mi var; kat›l›ma ne oldu; ‹stanbul’da Baro varsa Ankara’da da Türkiye Barolar Birli¤i yok mu–, “her kesimin kucaklanmas›” gerekti¤ini –hani Ankara’da 40 milyon vard›; peki ‹stanbul’un 50’sinde kim ve kaç milyon var– ifade etmifl. Ankara-‹stanbul ayr›m›n›, K›rkp›nar cazg›rlar› gibi k›z›flt›ranlar var: “Platformlar birbirine rakip mi?” Evet,
ANAYASA PLATFORMU ULUSAL ÇALIfiTAYI’NA KATILAN STK’LARDAN 7’lik lokomotif. TOBB (Türkiye Odalar ve Borsalar Birli¤i) T‹SK (Türkiye ‹flveren Sendikalar› Konfederasyonu) TZOB (Türkiye Ziraat Odalar› Birli¤i) TESK (Türkiye Esnaf ve Sanatkârlar› Konfederasyonu) TÜRK-‹fi (“tutucu” ‹flçi Sendikalar› Konfederasyonu) HAK-‹fi (“dinci” ‹flçi Sendikalar› Konfederasyonu) KAMUSEN (“milliyetçi” Memur Sendikalar› Konfederasyonu)
13’lük birinci s›n›f vagonlar. TÜS‹AD (Türkiye Sanayicileri ve ‹fl Adamlar› Derne¤i) MÜS‹AD (Müstakil Sanayici ve ‹fl Adamlar› Derne¤i) TÜG‹K (Türk Genç ‹fl Adamlar› Konfederasyonu) TÜRKONFED (Türk Giriflim ve ‹fl Dünyas› Konfederasyonu) TUSKON (Türk ‹fl Adamlar› ve Sanayicileri Konfederasyonu) ASKON (Anadolu Aslanlar› ‹fl Adamlar› Konfederasyonu) TÜG‹AD (Türk Genç ‹fl Adamlar› Derne¤i) TYD (Televizyon Yay›nc›lar› Derne¤i) TYD (Türkiye Turizm Yat›r›mc›lar› Derne¤i?) KAG‹DER (Kad›n Giriflimciler Derne¤i) KADER (Kad›n Adaylar› Destekleme E¤itme Derne¤i) TBB (Türkiye Barolar Birli¤i) MEMURSEN (Memur Sendikalar› Konfederasyonu) AKP (Anayasa Kad›n Platformu)
E⁄‹T‹M-SEN’‹N GÖZÜYLE KARDELENLER VE GERÇEKLER
Ayfle reklam ol, Elif zokay› yut! “E¤itim flart”, son y›llar›n popüler sak›z›, ama e¤itimin temel dire¤i ö¤retmenler kimsenin umurunda de¤il. Mesaileri a¤›r, sorumluluklar› çok, çal›flma koflullar› berbat, ücretleri hakaret kabilinden. 18 Aral›k’ta ifl b›rakma eylemi yapan E¤itim-Sen’in, ‹stanbul 1 no.’lu flubesinin yönetim kurulu üyesi Yunus Öztürk’e kulak veriyoruz. Ö¤retmenlerin temel meselesi ne? Yunus Öztürk: Tabii ki ücretler! Ö¤retmenler ortalama 950 YTL maafl al›yor. Ayr›ca, ek dersler, uzat›lan çal›flma saatlerimiz... Cumartesi günleri de idarî ifllerde çal›flt›r›l›yoruz. En önemlisi de sözleflmeli çal›flt›r›larak ücretlerimizi azaltmak istiyorlar. Ek ders istemiyoruz, emeklilik maafl›m›za da yans›yacak taban ücretimize zam istiyoruz. Bu birincisi, ücretler. ‹kincisi, kadrolaflma. Milli E¤itim Bakanl›¤› genel olarak en sa¤c› bakanl›kt›r; koalisyon hükümetlerinde bile çok enderdir sosyal demokrat bakanlar. Son dönemde de çok ciddi bir kadrolaflma var. 700 bin ö¤retmen var, bu büyük bir alan. Türk-‹slam sentezine uygun idareciler geliyor ifl bafl›na. fiöyle bir örnek vereyim: E¤itim alan›nda üç büyük sendika var; bunlardan biri TürkE¤itim Sen. Kuruldu¤u y›llarda, flube müdürleri, ilçe milli e¤itim müdürleri, okullardaki müdürler üzerinden örgütlendiler. Özellikle Anadolu’da, ö¤retmenlere “flu sendikaya üye olacaks›n” diye bask› yap›labiliyordu. Bu nedenle inan›lmaz bir üye say›s›na ulaflt›lar. E¤itim-Bir-Sen ise AKP’nin arka bahçesi; 810 bin üyeleri vard›, bu say› AKP’nin iktidara gelmesinden bu yana 100 bine ç›kt›! Geçen hükümet döneminde, din kültürü ve ahlâk bilgisi ö¤retmeni a盤› –ki bu ö¤retmenlerin say›s› dört-befl bin civar›ndad›r– yoktu. Bu hükümet döneminde ö¤retmen a盤› ç›kt›. Çünkü bu ö¤retmenler idareci oldular. Dolay›s›yla,
16
din dersi veren ö¤retmen a盤› ortaya ç›kt›. AKP hükümeti, hem o ö¤retmenleri idareci yaparak kadrolaflma sa¤lad›, hem de bu alanda boflluk yaratarak yeni din ö¤retmenlerinin okullara girmesini sa¤lad› ve taban›n› geniflletti. Üstelik, bu yeni idareciler s›navla de¤il, mülâkatla seçildi. Açt›¤›m›z davayla, bu ö¤retmenlere verilen müdürlük kadrolar› geri al›nd›. Ama, bakanl›k mahkeme karar›n› da, Dan›fltay karar›n› da uygulamad›. O müdürleri vekil olarak görevlendiriyor. 18 Aral›k’ta siz eylem yaparken, Milli E¤itim Bakanl›¤› da sözleflmeli ö¤retmen atamalar› yapt›. O gün atanan 10 bin 40 ö¤retmen neyi karfl›l›yor? Sözleflmeli atamalara kadrolaflma anlay›fl› pek yans›m›yor, çünkü bu atamalar hâlâ KPSS’de (Kamu Personeli Seçme S›nav›) al›nan notlar üzerinden yap›l›yor. Ama as›l önemli tehlike, sözleflmeli çal›flma sisteminin getirilmifl olmas›. Sözleflmeli çal›flanlar daha düflük ücret al›yor. Sözleflmeli olduklar› için okul idaresine, ilçe millî e¤itim müdürlü¤üne karfl› çok ürkek, çok çekingenler, çünkü sözleflmeleri iptal edilebilir. Yak›n zamana kadar, efl durumundan yer de¤ifltirmeleri, izin haklar›, sevk haklar› bile söz konusu de¤ildi. Sözleflmeli ö¤retmen uygulamas›n›n en önemli sorunu, ö¤retmenleri iflsiz b›rakmakla tehdit eden bir çal›flma düzeni olmas›d›r. E¤itim hizmetleri, özellikle de s›n›f ö¤retmenli¤i, geçici çal›flma düzeniyle baflar›lacak bir ifl de¤ildir. Çocuklar birinci s›n›ftan beflinci s›n›fa kadar
Vekil ö¤retmenseniz, haftada en fazla 24 saat derse girebilirsiniz, 6 lira saat ücretine çal›fl›rsan›z, dört haftada 600 lira al›rs›n›z. Bu paran›n içinden kesintiler yap›l›r. Elinize hiçbir ay 600 lira geçmez. Bu ö¤retmenler yar›m ay sigortal› çal›flm›fl say›ld›klar›ndan emekli olabilmeleri için 60 y›l çal›flmalar› gerekiyor. Kardelen Ayfle’nin durumu bu.
ayn› ö¤retmenle okur. Sözleflmeli ö¤retmeninse ikinci s›n›fta olup olmayaca¤›n›n güvencesi yok. Bu çal›flma biçimi ö¤renciyi de ö¤retmeni de tedirgin ediyor. Ek ders ücreti karfl›l›¤›nda çal›flan ö¤retmen arkadafl›m›z›n durumuysa sözleflmelilerden de daha kötü. Bu ö¤retmenler için bakanl›k diyor ki, “ö¤retmen olabilmeniz için e¤itim fakültelerini bitirmeniz yetmez, KPSS var, ona gireceksiniz.” Peki. O s›navdan kaç alman›z lâz›m? Puanlar baflvuran ö¤retmen say›s› ve a盤a göre belirleniyor. Örne¤in, s›n›f ö¤retmeni ihtiyac› çoksa, s›navdan 65 alman›z yeterli. Tarih ö¤retmeni ihtiyac› az, tarih ö¤retmeni çoksa, 82-84 alman›z lâz›m. Yani arz ve talep kanunlar›n› geçerli sayan, bitirdikleri okullar› yeterli saymay›p, onlar› KPSS’den geçirerek sözleflmeli olarak istihdam eden bir politika söz konusu. Bugün, istatistiklere göre, 160 bin ö¤retmen atanmay› bekliyor. En az bunun kadar ö¤retmen ihtiyac›m›z var. Dolay›s›yla, bu 10 bin çok komik bir rakam. Her y›l 40 bin ö¤retmeni emekli ediyorsan›z; ayn› zamanda, nüfus art›yorsa, s›n›flardaki ö¤renci say›s›n› düflürmek istiyorsan›z, yeni okullar yap›yorsan›z, ikili ö¤retimden tekli ö¤retime geçmeye çal›fl›yorsan›z, çok daha fazla say›da ö¤retmen ataman›z gerekir. Tekli ö¤retime geçmek ne demek? Sabahç›, ö¤lenci ayr›m› ortadan kald›r›lmal›. Biz 9.00-15.00 aras›nda tam gün e¤itim yap›lmas›n› istiyoruz. Ö¤lenciler 12.30’da geliyor, akflam 17.30’a kadar okulda kal›yor; ç›kt›klar›nda hava karanl›k, so¤uk. Ayn› s›n›f› vardiyal› çal›flan iki ö¤retmen, 100 ö¤renci kullan›yor. S›n›flar 24 kifli, e¤itim tam gün olmal›. Bafl›m›zda bir de müfredat diye bir bela var. Bugünün dünyas›nda ve Türkiye’sinde nas›l bir ö¤renci istiyorsunuz? Bakanl›k bunu belirlemeye çal›fl›yor ve bir müfredat oluflturuyor. Peki, bakt›¤›m›zda ne görüyoruz? Ö¤renciye, ö¤retmene yeni yükler getiren, e¤itimin kalitesini ya da akademik baflar›y› artt›rmaya, ö¤renci davran›fllar›n› gelifltirmeye dönük olmayan bir müfredat. Çok say›da egzersiz, araflt›rma, proje çal›flmas› söz konusu. Varofl diyebilece¤imiz, Ba¤c›lar, Güngören, Esenler gibi semtlerdeki okullarda her s›n›fta 55-60 ö¤renci oldu¤unu düflünürseniz -ki bu, yeni yeni bu say›ya indi- bunlar›n yap›lmas› mümkün de¤il. 1998’de Güngören’de s›n›f ö¤retmeni olarak göreve gitti¤imde, s›n›f›mda tam 102 ö¤renci vard›. Bunu o zaman bir televizyon kanal›nda ifade etti¤imiz için soruflturmaya u¤rad›k. Ayr›ca, laboratuar gibi çal›flma alanlar› çok yetersiz. AKP hükümeti hemen flunu söyleyecektir: Bilgisayar laboratuarlar› kurduk! ‹lerleme, bilgisayarla, cep telefonuyla, teknolojiyle ifade ediliyor. Okullar bilgisayar çöplü¤üne döndü. Çal›flt›¤›m okulda iki tane bilgisayar s›n›f›, afla¤› yukar› 50 tane bilgisayar var. Bu bilgisayarlar befl y›l önce geldi. Geldiklerinde de özellikleri çok düflüktü. Dersler için kullan›labilir, uygulanabilir bir program› olmad›¤› için çocuklar›n Super Mario oynamalar›ndan baflka bir ifle yaram›yor o bilgisayarlar.
Teknolojik olarak hem geri, hem de e¤itimin parças› haline dönüfltürülemediler. Sorun teknoloji de¤il, zihniyet de¤iflikli¤i ihtiyac›. O da e¤itime kaynak ay›rarak olabilir. E¤itime kaynak ay›rmak yerine, velilerden para toplamay› esas al›rsan›z, olmaz. Bir yak›n›m›z›n çocu¤u Anadolu lisesini kazand›, ailece çok sevindiler. Veli toplant›s›nda, okul idaresi jeneratöre ihtiyaç oldu¤unu söyleyerek velilerden 350’fler lira istemifl. Veli de çocu¤u Anadolu lisesinde okudu¤u için, s›k›nt› çekse dahi paray› vermek zorunda hissediyor, çünkü baflka türlü o çocu¤un üniversiteye gitme, ifl bulma flans› olabilece¤ini göremiyor. Zaten hükümet velilerin böyle bir zaaf› oldu¤unu bildi¤i için okullara az kaynak ay›r›yor. Ö¤retmenler tahsildar, müdürler defterdar gibi. Sermayenin üstlendi¤i, büyük medyan›n da iflin içinde oldu¤u iki kampanya uzun zamand›r dikkat çekiyor: “Kardelenler” ve “Baba Beni Okula Gönder”. E¤itim-Sen bu ve benzeri kampanyalar› nas›l de¤erlendiriyor? E¤itim-Sen bir süre önce “Kardelenler” kampanyas›n›n reklam›nda oynayan Elif ö¤retmenin 300 lira maaflla vekil ö¤retmenlik yapt›¤›n› aç›klam›flt›... “Kardelen Ayfle” çok. Sözleflmeli ö¤retmenlerin flartlar›n› anlat›rken KPSS’den bahsetmifltim. O s›navdan geçenler Maliye Bakanl›¤›’n›n verdi¤i onay oran›nda görev ald›lar. Peki görev alamayanlar ne oldu? Görev alamayanlar da ilçe milli e¤itim müdürlüklerine baflvururlarsa ve “5 ya da 6 lira saat ücretiyle çal›fl›r›m” derlerse, okullardaki aç›k ö¤retmen say›s›na göre görev alabiliyorlar. Çeliflki flu: Madem KPSS’den geçenler ö¤retmen oluyor, o zaman neden bu s›navda istenen puan› alamayanlar sonradan ö¤retmen olarak çal›flt›r›l›yor? Tek nedeni flu: MEB ö¤retmen a盤›n›, daha az ücret alan ö¤retmenlerle dolduruyor. Bu flu demek: Vekil ö¤retmenseniz, haftada en fazla 24 saat derse girebilirsiniz, 6 lira saat ücretine çal›fl›rsan›z, 24 çarp› 6, eflittir 144. Dört haftada 600 lira al›rs›n›z. Bu paran›n içinden mutebet para keser, sigorta paras› kesilir, gelmedi¤iniz günler otomatik olarak kesilir. Elinize hiçbir ay 600 lira geçmez. Bir de flu var: ‹fl Kanuna göre, ayda 225 saat çal›flanlar›n sigortas› tam olarak ödenir. Bu arkadafllar›m›z bir ayda 120 saat çal›flt›klar› için, yar›m ay sigortal› çal›flm›fl say›l›rlar. Emekli olabilmeleri için 60 y›l böyle çal›flmalar› gerekiyor. Kardelen Ayfle’nin durumu bu. Ücretli ö¤retmenlerde ma¤duriyet çok fazla, hiçbir güvenceleri yok. Yerlerine bir ö¤retmen geldi¤inde, hemen kap›ya konurlar. Bir dahaki y›l oraya kadro verilirse, göreve gelebilmek için tekrar KPSS’ye girmesi gerekir. Bu kampanyalar asl›nda genifl bir ticaret alan›. Özel okullar, dershaneler, s›nav sisteminin ilkokula kadar inmesi... Kampayalardaki as›l amaç, yoksunlu¤un ticarete dönüflmesidir, yoksun kalm›fl olman›n, aciz duruma düflmüfl olman›n istismar edilmesidir. “Haydi K›zlar Okula Kampanyas›” da tamamen göstermelik. K›zlar okullar›n d›fl›nda tutuluyor, ama tar›m-
Bu kampanyalar genifl bir ticaret alan›. Özel okullar, dershaneler, s›nav sisteminin ilkokula kadar inmesi... Kampayalardaki as›l amaç, yoksunlu¤un ticarete dönüflmesidir, yoksun kalm›fl olman›n, aciz duruma düflmüfl olman›n istismar edilmesidir. “Haydi K›zlar Okula Kampanyas›” da tamamen göstermelik. K›zlar okullar›n d›fl›nda tutuluyor, ama tar›mda, sanayide dört milyona yak›n çocuk iflçi var.
da, sanayide dört milyona yak›n çocuk iflçi var. Sanayi sitelerini gezseler, okula gidemeyip çal›flmak zorunda kalan çocuklarla karfl› karfl›ya kalacaklar. Yoksulluk artt›kça çocuk iflçi say›s› da artacak. fiu an çal›flt›¤›n›z okulda kaç ö¤renci ve ö¤retmen var? Ö¤renci say›m›z iki bin civar›nda, ö¤retmen say›m›z 55. 55 ö¤retmen yeterli mi? De¤il, çünkü s›n›flar kalabal›k. Ö¤retmenlerin, özellikle ücretli çal›flan arkadafllar›m›z›n moralleri son derece bozuk. Ö¤retmenler odas›na girdi¤inizde, herkesin surat› duvar gibi. Ayn› ifli yapt›klar› halde, 500 lira alan da var, 800 alan da, 1200 alan da. Kadrolu olmak bir ayr›cal›k gibi sunuluyor. Üstelik flimdi, bu ayr›cal›¤› pekifltiren baflö¤retmen uygulamas› var. Sizi bir s›nava tabî tutarak uzman ö¤retmenlik s›nav› yap›yorlar. Uzman ö¤retmen s›fat›yla, 70-80 lira gibi de bir maafl art›fl› söz konusu. Böylece, kadrolu ö¤retmenler aras›nda da bir bölünme yarat›l›yor. Ayn› görevi yapan, farkl› flekillerde ücretlendirilen ö¤retmenlerin yan yana gelip dayan›flma göstermesi, sorunlar› paylaflmas› son derece zor. En zor durumda olanlar ücretli ö¤retmenler, sonra sözleflmeliler, sonra kadrolular, en üstte de uzman ö¤retmenler. Uzman ö¤retmenlerin di¤erlerinden fark› ne? Apoletli ö¤retmenlik gibi bir fley bu. Eski ö¤retmenler bu duruma çok al›n›yor. 2530 y›ll›k ö¤retmenler, önlisans bitirdikleri için bu s›nava dahil edilmediler, sadece lisans bitirenleri kaps›yor. Dört y›ll›k programdan mezun, genç bir ö¤retmen s›nav› kazan›p uzman ö¤retmen oluyor. Uygulama AKP hükümetiyle bafllad›. Maksat, ö¤retmenleri kendi içinde ücretlere bölmek, sendikalara bölünmesini güçlendirmek, kadrolaflmak. E¤itim-Sen bugün ö¤retmenler için neyi temsil ediyor; y›llar içinde nas›l bir de¤iflim geçirdi? E¤itim-Sen; bilimsel, demokratik, paras›z, laik e¤itim mücadelesi veriyor. E¤itim-Sen’li olmak ceza almay›, sürgüne gönderilmeyi, idareci olman›n önünün Yunus Öztürk
kesilmesini, sürekli rahats›z edilmeyi, mimlenmeyi göze almakt›r. Buna ra¤men 120 bin üyemiz var. Üye say›m›z y›llar içinde azald›. E¤itim-Sen’in ço¤unluk yetkisini kaybetmesi bir ay içinde tepeden, okul idareci ve müdürlerinin bir operasyonu neticesinde, sendikam›z›n kapat›lmak istendi¤i koflullarda gerçekleflmifltir. E¤itim-Sen, anadilde e¤itimin demokratik, pedagojik bir e¤itim oldu¤unu savunan bir sendikad›r. Bu talebimiz, bu görüflümüz de¤iflmemekle birlikte, tüzü¤ümüzden ç›karmak durumunda kald›k; çünkü sendikay› kapatmakla tehdit ettiler. Bu tehdide ra¤men, yeterince direnildi¤ini düflünüyor musunuz? Bu ilkeyi tüzükten ç›karmak geri ad›m de¤il mi? Bir geri ad›m olarak görebiliriz, ama mesele örgütün kendisidir. Sendikan›n kapat›lmas› bizi çok daha geri bir noktaya düflürecekti. Örgütsüz ve da¤›n›k olacakt›k. Anadilde e¤itim hakk›n›n tüzükte yazmamas› bunu savunmad›¤›m›z anlam›na gelmez. Anadilde e¤itim hakk›n› tüzükten ç›kartmak yerine baflka bir çözüm bulunamaz m›yd›? Bulduk; biz “anadilde e¤itim” diyorduk, dediler ki “olmaz”. Biz de, “anadilde ö¤retim” dedik; kurslar biçiminde olabilir, baflka okullarda olabilir. Asl›nda, anadilde e¤itim yap›lmas› mümkün, çünkü televizyonda anadilde yay›n yap›l›yor. Anadilde e¤itim deyince Kürtçe akla geliyor ama, Bulgaristan’daki, Gümülcine’deki, hatta Kuzey Irak’taki Türkmenlerin ya da Almanya’daki Türklerin ne kadar Türkçe ö¤renme hakk› varsa, burada da anadili Kürtçe olan, Boflnakça olan, Çerkezce olan bir çocu¤un da var. Evinde konuflulan dili ö¤renmesinde, gelifltirmesinde, ö¤retim-e¤itim alan›nda kullanmas›nda pedagojik aç›dan problem yok, yarar var. Ama bir uluslararas› problem olarak önümüzde duran Kürt sorunu nedeniyle sendikam›z, anadil üzerinden bask›ya u¤rad›. Sendikan›n delegeleriyle oturup konuflarak hep birlikte sendikan›n varl›¤›n› korumak bak›m›ndan tüzü¤ümüzden ç›kartt›k. Genel olarak hak mücadelesinde bir geriye gidifl oldu¤unu söyleyebilir misiniz? Kitlesel eylemler yap›lm›yor, grevler baflar›s›zl›¤a u¤ruyor... Yoksullu¤un ve bask›n›n bir tepki yarataca¤› varsay›l›r. Ama sosyolojik olarak öyle de¤il. ‹nsanlar›n yoksullaflmas› bazen onlar› umutsuzlu¤a, çaresizli¤e, boyun e¤meye götürür. Bir tür uyuflukluk hali gelir. ‹çinden geçti¤imiz durum da bu. ‹nsanlar›n hem ücretlerinde, hem çal›flma koflullar›nda, hem de demokratik hayatta giderek daha da azla yetinmek zorunda kalmas›, onu kaybetmemek için de daha da az›na raz› olmas› bir moral bozuklu¤u yarat›yor. Son yüz y›ll›k mücadele tarihine bakarsak, yükselifl sürekli de¤il. 1989’da Zonguldak maden iflçilerinin bafllatt›¤› grevle, 90’l› y›llarda kamu emekçilerinin sendikalaflma mücadelesiyle bir yükselifl oldu ve haklar al›nd›. fiimdi de k›p›rt›lar yok de¤il: Hava-‹fl’in yaz bafl›nda grev karar› almas› ve toplu
17
Milli E¤itim Bakan› Hüseyin Çelik, E¤itim Bir-Sen’in düzenledi¤i “1. Ö¤retmenlik Hat›ralar› Yar›flmas›”n›n ödül töreninde. “E¤itim Bir-Sen, AKP’nin arka bahçesi; 8-10 bin üyeleri vard›, bu say› AKP’nin iktidara gelmesinden bu yana 100 bine ç›kt›!”
tim-Sen üyelerinin ço¤unun ilkokul ö¤retmeni olmas› ve yine ço¤unun kad›n olmas› çok tipik de¤il mi? Ö¤retmen olmak size neler katt›? Çocuklar›n ilkö¤retimden sonra bozuldu¤u kanaatindeyim. ‹lkokulda, o befl sene boyunca çocuklar›n flekillenmesi ö¤retmenlerinin etkisi alt›nda oluyor. Fakat yaz tatillerinde denetim kuran kurslar›na geçiyor. Alt›nc›, yedinci s›n›ftan sonra da bulunduklar› mahalleye göre, tan›yamad›¤›m›z insanlar haline dönüflüyorlar. Nerelerde ö¤retmenlik yapt›n›z? Güngören ve çevresinde. Güngören bir varofl semtidir. Kozmopolittir; Karadeniz, ‹ç Anadolu ve Güneydo¤u’dan göç al›r. S›n›f›mda Türkçe konuflamayan Kürt ö¤renciler de vard›, k›fl günü aya¤›nda terlikle okula gelen ö¤rencim de. Her zaman s›n›flar›m›zda, befl-alt› tane çok parlak ö¤renci olur. Ama onlar o koflullar içerisinde kendilerini ifade edemiyorlar. Ekonomik durumlar› biraz daha iyi olanlar aradan s›yr›l›p gidiyor. fiimdi lisede ö¤retmenlik yap›yorsunuz. Liselerin durumu nas›l? Yenibosna Lisesi’nde çal›fl›yorum. Çok göç alan bir semt. ‹lk gitti¤imde okul etraf›nda çetelerin oldu¤undan bahsedildi, okulda adlî olaylar da olurmufl. Çözüm,
Ö¤retmenler odas›na girdi¤inizde, herkesin surat› duvar gibi. Ayn› ifli yapt›klar› halde, 500 lira alan da var, 800 alan da, 1200 alan da. Kadrolu olmak bir ayr›cal›k gibi sunuluyor. fiimdi, bir de baflö¤retmen uygulamas› var. Ayn› görevi yapan, farkl› flekillerde ücretlendirilen ö¤retmenlerin yan yana gelip dayan›flma göstermesi, sorunlar› paylaflmas› çok zor.
o çocuklar› okuldan atarak bulunmufl. Lise ö¤rencisi ÖSS’ye kitlenmifl, çocuklar›n baflka düflündükleri hiçbir fley yok. Bu kadar kitlenme, her fleyi öteleme, her fleyi yok sayma çok üzücü. ÖSS’yi kazan›rlarsa, kendileri için çok büyük de¤ifliklikler olaca¤›na inan›yorlar. Kazanamad›klar›nda, çok büyük hayal k›r›kl›¤› yafl›yorlar tabii. Üçüncü s›n›flara giriyorum, sosyoloji son s›n›flara çünkü. “Ne olmak istersiniz?” diye sordu¤umda, “fark etmez” diyorlar. Fark etmiyorsa, ifl bitmifltir. Doktor olmakla, mühendis olmakla, ö¤retmen olmakla, polis olmak aras›nda bir fark yok onlar için. Sizin derslerinize ilgi nas›l? Sosyoloji ve felsefe derslerinin müfredat› çocuklara çok a¤›r geliyor. Kant’›n “Kritik Akl›n Elefltirisi”ni ö¤rencinin anlayabilmesi için önce düflünce tarihini bilmesi gerekiyor. Çocuklar›n böyle bir mefhumu yok. Ezberleterek ders veriyoruz. Ö¤rettiklerimiz ÖSS’de de sorulmay›nca, üçüncü s›n›f dersler haline geliyor sosyoloji ve felsefe. Onlar için en önemli dersler matematik, ‹ngilizce, fizik, kimya. 2008 için umudunuz var m› ? Var tabii! Kapitalizm insanl›¤›n son dura¤› olamaz. Yeni bir gelecek tasar›m›z› her zaman korumak ve yeflertmek zorunday›z.
Söylefli: Ayflegül O¤uz
sözleflme haklar›n› kazanmas›, 44 gün süren Telekom iflçilerinin grevi... Tüm bask›lara ra¤men, iflçilerin yar›s› çal›flt›, yar›s› grev yapt› ve bu grevi kararl› bir flekilde yürütüp kazand›lar. Novamed’li kad›nlar›n bir buçuk y›l süren grevleri sonras›nda 80 kad›n iflçinin toplu sözleflmeyi imzalayarak grev hakk›n› kazanm›fl olmas›, e¤itim emekçilerinin ek ders yönetmeli¤ini geri çektiren eylemleri, 3 Kas›m’da yap›lan Demokratik Türkiye mitingi... Bir hareketlenmenin iflareti olarak görülebilir mi, emin de¤ilim, ama bir hava de¤iflimini emekçi s›n›flar›n hissetti¤ini söyleyebilirim. Emekçi hareketi flu anda sahaya ç›km›fl de¤il. Yaln›zca sendika militanlar› genel merkezlerin ald›klar› kararlar do¤rultusunda soka¤a ç›k›yor. 18 Aral›k’ta sadece ‹stanbul’da belki de 10 binden fazla ö¤retmen sevk ald›, ama alana yans›mas› 1000-1500 kifli oldu. fiu an için bir öncü eylemi söz konusu. Moral bozuklu¤u var, insanlar inançs›z, bir fley de¤iflmeyece¤ini düflünüyorlar. Bu yüzden E¤itim-Sen’in, D‹SK’in, KESK’in taban›ndaki insanlar›n kararl›l›¤› çok önemli. Genç ö¤retmenlerin sendikaya, sendikal› olmaya ilgileri var m›? Herhangi bir konuya karfl› duyarl›l›klar› s›n›rl›. ‹lk sorduklar› flu: “Ücretimiz ne olacak? Ek ders ücretimiz ne olacak? Cuma namaz› için izin var m›?” Böyle bir profil var. Böyle olunca da her fley zor oluyor. Onlara yaflad›¤›m›z toplumun, sistemin nas›l iflledi¤ini anlatmam›z daha da zor. Kaç y›ld›r ö¤retmenlik yap›yorsunuz? 12 y›ld›r; mesle¤e çok geç bafllad›m. Sosyoloji mezunuyum, bu alanda ifl olanaklar› son derece k›s›tl› oldu¤undan ö¤retmenlik flans›n› de¤erlendirdim. S›n›f ö¤retmeni olarak göreve bafllad›m, 11 y›l sürdürdüm. Bu y›l branfla geçtim. ‹lkokul ö¤retmeni olman›n bugünkü flartlarda karfl›l›¤› ne? Bugün en zor ifl. Ö¤renciye flekil verdi¤iniz yer oras›. Ö¤retmenler aras› dayan›flman›n en güçlü oldu¤u yer de oras›. E¤i-
2007’N‹N KARNES‹, 2008’‹N S‹NYALLER‹: SERMAYEN‹N SINIRSIZ TAHAKKÜMÜ
Kar›flmas›n kafalar! 2007 siyasî kriz y›l›yd›: Hrant Dink’in katliyle bafllad›, nisan ay›nda cumhurbaflkan› krizi patlad›; cumhuriyet mitingleri, e-muht›ra, Anayasa Mahkemesi’nin 367 karar› derken seçimlere gidildi. 22 Temmuz sonras› ortal›k biraz durulur gibi oldu, çok geçmeden Kürt sorunu fliddetlendi. Bunca siyasî krize ra¤men ekonomi ray›nda kald›, hatta AKP’nin seçim zaferi ekonomideki istikrara ve yüksek büyümeye ba¤land›, o istikrar ve büyüme ki, istihdam yaratm›yor, iflsizli¤i ve yoksullu¤u ço¤alt›yor. Bütün bunlar kafalar› fena kar›flt›rd›; milliyetçilik ve dindarl›k vites büyütürken solun bir k›sm› MHP’nin ikizi halindeki CHP’ye meyletti, bir k›sm› da liberallerle birlikte AKP’nin saf›n› tuttu... 2007’nin tablosunu ve 2008’in sinyallerini Korkut Boratav’dan dinliyoruz. Ba¤›ms›z Sosyal Bilimciler (BSB) ‹ktisat Grubu’nun haz›rlad›¤› çeflitli raporlarda, Türkiye ‹statistik Kurumu’nun (TÜ‹K) verilerine kuflkuyla yaklafl›l›yor ve hükümet eliyle, istatistikî verilerin “olumlu” gösterildi¤ine iflaret ediliyor. Türkiye, istihdams›z bir büyüme sergilerken, TÜ‹K’in istatistikleri, ekonomideki büyümenin dar gelirlilere de yans›d›¤›n› söylüyor. Ekonomik büyüme gerçekten de yoksul kesime olumlu olarak yans›yor mu? Korkut Boratav: 2006’n›n y›ll›k rakamlar›na ve sonra da 2007’nin ilk verilerine göz atal›m hemen. TÜ‹K’in iflsizlik verileri, “ifl arayan iflsizler” ve “ifl aramaktan vazgeçmifl; ancak ifl bulsa çal›flacak iflsizler” kategorilerini içeriyor. TÜ‹K, bu bilgileri web sitesinde yay›ml›yor, ama iflsizlik oran›n› kamuoyuna duyurdu¤unda sadece ilk, yani en dar anlamdaki iflsizleri kaps›yor. Bu iki kategoriyi birlikte al›rsan›z, genifl anlamdaki iflsizlik oran›nda, dramatik ve kesintisiz bir art›fl›n oldu¤u; 2006 sonu itibariyle yüzde 16.6’ya ç›kt›¤› görülüyor. Sadece AKP iktidar›nda gerçekleflen iflsizlik oran› art›fl›na dikkat çekmenin anlam› yok. ‹flsizlikteki art›fl daha önceden bafllam›flt›r. Ama merak edenler için onu da söyleyelim: 2002’nin sonunda bu oran yüzde 14 iken flimdi yüzde 16.6’d›r. Bu tür iktisadî tart›flmalarda bir dönemlendirme yapacaksak, bafllang›ç olarak AKP iktidar›n› de¤il, sermaye çevrelerinin “popülizm” dedikleri, iktidarlar›n halk bask›lar›na yar›m yamalak ödün verme e¤ilimini içeren politikalara karfl› kesin tasfiye operasyonunun bafllat›ld›¤› 1998’i baz alma-
20
m›z gerekiyor. 1998 zaten Türkiye’nin IMF’yle giriflti¤i on y›ll›k program döneminin bafllang›c›d›r. Ondan önceki üç y›lda Türkiye, IMF’siz bir dönem yaflam›flt›r. O dönem, sermaye çevrelerinin “bu popülist ödünlerle bir yere gidemeyiz, külliyen defteri dürmek gerekiyor” bilincine ulaflt›klar› bir tav›rla son bulmufltur. 1998’den sonra, bizim BSB raporlar›n›n birinde bafll›k olarak kulland›¤›m›z gibi, “farkl› hükümetler tek siyaset” uygulanm›flt›r. 1997’yi baz ald›¤›m›zda, ‘97’de genifl anlamda iflsizlik oran› yüzde 8.3’tür. Yani o tarihten bu yana bu iflsizlik tam tam›na iki misli artm›flt›r. Aç›k, dar anlamdaki iflsizler ise yüzde 6.8’den 2006 sonu itibariyle yüzde 9.9’a ç›km›flt›r. Ama TÜ‹K, hükümete yalakal›k için olsa gerek, aç›k iflsizler oran›nda 2002-2006 aras›ndaki yüzde 10.3’ten yüzde 9.9’a düflme üzerinde duruyor. Kriz dönemecinin dip noktas› 2001’dir, 2002 de bunun dalgalar›n› tafl›r. Her kriz, kriz öncesindeki bölüflüm göstergelerinde emek lehine olan bütün belirtileri çökertir, dip noktaya getirir. Krizin son bulmas›yla bir düzelme e¤ilimi bafllar. Bölüflüm göstergeleri bazen bafllang›ç noktas›na gelir, umumiyetle pek aflmaz. Fakat bazen de bafllang›çtan daha kötü bir noktada dengeler. Yani krizler sermaye ile emek aras›ndaki bölüflüm karfl›tl›¤›n›n sermaye lehine ayarlanmas› ifllevini de görür. Hatta baz› yorumlara göre, esas olarak o ifllevi üstlenmek için kapitalizmin yaratt›¤› bir mekanizmad›r kriz. Son krizde ise, bölüflüm göstergelerindeki bozulma, afla¤› yukar› hiç düzelmeden bizi 2006’ya kadar getirmifltir.
Bütün göstergeler, 2001–2002 noktas›ndad›r, baz›lar› daha da bozulmufltur. 1998’de bafllayan, sermayenin eme¤e karfl› pozisyonlar›n› güçlendirme operasyonu piyasa mekanizmas›n›n iflleyifli içinde de¤il, devletin ve hükümetin aktif müdahalesiyle olmufltur.
2001’den 2006’ya kadar neden eme¤in lehine herhangi bir geliflme olmad›? Çünkü siyasî iktidarlar sermaye yanl›s› politikalarla 1998’den itibaren eme¤in lehine olabilen tüm mekanizmalar› ad›m ad›m tasfiye etti. Tar›mdaki destekleme politikalar›n›, K‹T özellefltirmelerini, bölüflüm göstergelerine do¤rudan yans›masa da önemli bir operasyonun parças› olarak sosyal güvenlik sistemiyle yap›lan oynamalar›, “faiz d›fl› fazla” hedeflemesinin kamu maliyesini, özellikle de vergi sistemini emek aleyhine dönüfltürmesini örnek verebiliriz. Bir ara Kemal Dervifl’in kriz yönetimi s›ras›nda ortaya att›¤› “15 günde 15 kanun” operasyonlar›n›n tümü hayata geçmifltir. Bölüflüm göstergelerindeki bozulma, reel ücretlerde düflüfl olarak tezahür etmifltir. ‹flsizlik oran› genifl tan›m›yla art›yor; aç›k iflsizlik oran› 20022006’da yüzde 10.3’ten yüzde 9.9’a düflmüfl; ama 1997 seviyesi olan yüzde 6.8’in çok üstündedir. Yani kriz öncesi duruma gelmifl de¤iliz. Dramatik göstergelerden biri, tar›mdaki istihdam oran›n›n çarp›c› düflüflüdür. Bir de faal nüfusun istihdama kat›lma oran› düflmüfltür. Yani bütün göstergeler, 2001–2002 krizinin bozulma noktas›ndad›r, baz›lar› daha da bozulmufltur. Düzelme belirtileri de hiçbir zaman kriz öncesine gelmemifltir. 1998’de bafllayan, sermayenin eme¤e karfl› pozisyonlar›n› güçlendirme operasyonu piyasa mekanizmas›n›n kendi iflleyifli içinde de¤il, devletin ve hükümetin aktif müdahalesiyle olmufltur. 2001 krizinden 2007’nin sonuna kadarki süreç, 1998 sonras› gibi eme¤in aleyhine iflledi¤i halde, nas›l oluyor da AKP yoksullar›n, emekçi kesimin büyük deste¤ini alarak iktidara gelebildi? AKP’nin ekonomi politikas›nda halk› cezbeden neydi? AKP’nin asl›nda geleneksel popülist politikalar sergileme yetene¤i son derece k›s›tlanm›flt›; ancak o imkân› sonuna kadar kulland›. 2007’nin y›l sonuna sarkabilecek tar›mla ilgili ödenekleri, y›l ortas›na, yani 22 Temmuz seçimleri öncesine ald›. ‹kincisi de, ola¤anüstü aç›klar veren belediyelerin, fakir-fukaraya yayg›n tüketim mal› da¤›t›m›n› h›zland›rd›. AKP, popülizmi sistematik olarak geniflleten hiçbir fley yapmad› asl›nda. Ama AKP’nin nas›l oluyor da emekçi s›n›flar›n seçmen olarak deste¤ini kazand›¤› sorusunu bu çok s›n›rl› popülist politikalarla aç›klayamay›z. Bana göre, bu sorunun kriti¤ini yapmak için biraz geçmifle gitmek gerekiyor. Soldaki birçok arkadafl›n, art›k defterini dürdükleri ve –isterseniz bunu tart›fl›r›zfarkl› kriterlerle sol d›fl› bir siyasî hareket olarak gördükleri CHP veya ona benzeyen SHP’nin otuz küsur y›ll›k yak›n geçmifline bakarsak, bu partinin emekçi s›n›flardan yana tav›r koydu¤u ve birinci parti oldu¤u üç tarih görürüz. ‹lk iki tarih 1974 ve 77’deki Ecevit’in CHP’sidir. Sonuncusu da Erdal ‹nönü’nün SHP genel baflkanl›¤› s›ras›nda, 89’daki yerel seçimler s›ras›nda gerçekleflmifltir. ‹nönü o dönem Özal politikalar›na karfl› emekçi kesimden yana tav›r sergilemifltir. Ecevit’in 1977’deki baflar›s› Demirel’i ç›ld›rtt›, çün-
kü partisi ilk defa halk nezdinde önemli mevziler kazanm›flt›. Dahas› da var: CHP’nin sola aç›larak yükselme dönemleri, CHP d›fl›ndaki sol hareketin de canlanma dönemidir. 1989’da örgütlü sosyalist sol çok derli toplu de¤ildir, ama çok güçlü bir emekçi hareketi vard›r. Sendikalar› da aflan bir dalga vard›r, 89’da bafllay›p 93’e kadar süren dönemde. Yani CHP denen garip parti, emekten yana tav›r ald›¤› zaman halk s›n›flar›ndan destek al›yor; keza sosyalist sol da mevziler kazan›yor. Bütün bu tarihlerde halk s›n›flar›n›n ideolojik ve siyasî tavr›nda kültürel, dinsel, geleneksel, laik-anti laik ayr›flmas› rol oynamam›flt›r. Halk s›n›flar› elbette müslümand›r, ama ayn› zamanda 15–16 Haziran nümayifllerine de kat›l›rlar, Zonguldak’tan Ankara’ya yürüyüfl de yaparlar. Onlar›n dinî tav›rlar›yla siyasî tav›rlar› aras›nda bir çeliflki yoktur. Yani, dünya sosyal mücadeleler tarihinin ana özelli¤ini içeren laik bir iflçi s›n›f› ve emek hareketi, halk s›n›flar›n›n nezdinde mevzi kazanm›flt›r bu tarihlerde. fiimdiki durum, o bak›mdan trajiktir. Baykal’›n CHP’si laiklik vurgusu yap›yor, ama eme¤in aleyhine olan politikalar› desteklemekten geri durmuyor… Bu da son dönemin Ecevit’i ile bafllam›flt›r. Az önce 1998 tarihine vurgu yapt›m. O tarihte IMF arac›l›¤›yla sermayenin yeni program›na teslimiyeti Ecevit bafllatmad›, ama h›zland›rd›. 1974 ve 77’de, bana göre, bir düzen partisi için mümkün olabilecek en sol konumu sergilemifl olan Ecevit, 1998 ve sonraki dönemde de büyük sermayeye teslim olmufltur. 1991’de bir alan çal›flmas› yapt›m. “‹stanbul ve Anadolu’dan S›n›f Profilleri” adl› kitab›mda o araflt›rman›n sonuçlar› vard›r. Çal›flmay› Anadolu’nun köyleri ve ‹stanbul’un halk semtlerinde yapt›m. Halk s›n›flar›n›n s›n›fsal konumlar›n› da belirleyerek parti tercihlerini tespit etti¤imizde, 1991’de flu ç›k›yor ortaya: Halk s›n›flar›, CHP, DSP ve sosyalist partilerle Refah
Ankara’n›n varofl semtlerinden birinde ö¤retmenlik yapan bir arkadafl ö¤rencilerine diyor ki, “Türkiye’de genellikle yoksul s›n›flar daha dindard›r.” Bir ö¤rencisi kalk›p “ne mutlu bana ki, yoksul bir ailenin çocu¤uyum” diyor. Laiklik alan›ndaki gerilemeler, baz› liberal sol çevrelerin sand›¤› gibi, sadece beyaz Türklerin sorunu de¤ildir. Daha çok halk s›n›flar›n›n sorunudur. Laiklikte mevziler kaybedilince, teslimiyet daha kolay olur.
Partisi aras›nda bir tercihle karfl› karfl›yad›r. Yani s›n›fsal veya din a¤›rl›kl› “kültürel” bir tercihin ayr›m noktas›ndalar. ANAP’›n, DYP’nin o s›n›flar aç›s›ndan herhangi bir itibar› kalmam›flt› zaten. 1989 yerel seçimlerinde tercih SHP’den yana yap›lm›flt›. Ankara, ‹stanbul, ‹zmir baflta olmak üzere, bütün Türkiye’de SHP tüm büyük belediyeleri kazanm›flt›. SHP, Özal’›n temsil etti¤i neo-liberal politikalara alternatif arama çabas› içindeydi o tarihlerde. Bizlerin de dâhil oldu¤u sol ve sosyalist iktisatç› ve sosyal bilimcileri ça¤›rarak seçenekler tart›flmas› yap›yordu. O s›rada TÜSES Vakf›’n›n haz›rlad›¤› “‹ktisat Politikas› Seçenekleri” bafll›kl› ve üç ciltte yay›mlanan araflt›rmalarda sol iktisatç›lar›n katk›lar› vard›r. Demem o ki, neo-liberal politikalara alternatif politika üretme çabalar› gündemdeydi. Fakat ‹nönü, Ecevit’in 1974 ve 77’deki kararl› ç›k›fl›n›, ‘89 ivmesini sürdürecek flekilde sergileyemiyordu. Bu mütereddit hal yüzünden de SHP 1991’deki seçimlerde üçüncü parti konumuna düfltü. O noktada da sermayeye teslimiyet bafllad›. Halk muhalefeti ise kendisine kanal ar›yordu. Orta sol bunu yapamay›nca, sosyalist sol da 1980 flokuyla zay›f düfltü¤ünden, halk muhalefeti yüzünü dinci, siyasal ‹slamc› kanala döndü. O tarihten bu yana, 28 fiubat darbesi dönemi haricinde, bu e¤ilim artarak sürdü. Seçmen kaymalar›na bak›n, ‘74 ve ‘77 ile ‘89 yerel seçimlerinde halk s›n›flar›n›n a¤›rl›k bast›¤› semt ve mahallelerde CHP ve SHP’nin büyük mevziler kazand›¤›n› görürsünüz. ‘89’dan sonraki süreçte ise, devlet kat›nda kimler olursa olsun, art›k gecekondular dinci siyasetin do¤al taban›n› oluflturuyor. O mevziler çok önemlidir, çünkü onlarla beraber tarikatlar da giriyorlar. ‹deolojik anlamda da siyasal ‹slam’a teslimiyet bafll›yor. Bana göre solun büyük felaketi as›l budur. Neo-liberalizm ve sermayenin sald›r›lar› karfl›s›nda s›n›fsal perspektifle ortaya ç›kan halk direnmesi,
Foto¤raf: Batur Gökçeer
solun örgütlülük derecesine ba¤l›d›r. Latin Amerika biçimi tepki budur. Orada sermayenin ve emperyalizmin sald›r›s›na karfl› halk s›n›flar›, s›n›fsal konumlar›yla direniyorlar. Mücadeleye s›n›fsal teflhis koyuyorlar; gerek emperyalizmi, gerekse yerel sermaye s›n›flar›n› hedef göstererek, tercihlerini o flekilde yap›yorlar. Buna mukabil bir de Ortado¤u tepkisi vard›r. Ortado¤u tepkisi, dinci, kültürel, hayat tarz›yla ilgili biçimsel tepkilerdir. Has›m, egemen s›n›flar, burjuvazi, Türkiye’nin seçkin, varl›kl› katman ve kesimleri de¤il, Bat› hayat tarz›n›n günlük hayattaki simgeleri, ramazan s›ras›nda oruç tutmayan “z›nd›klar”, etek boylar› k›sa olan gençler ve laik dedi¤imiz hayat tarz›d›r. Bütün nefretini Bat›’ya ve Bat› hayat tarz›n›n yerel hedeflerine yöneltir. ‹flte bu, çok büyük bir s›n›f kaymas›d›r. Cumhuriyet tarihine bakt›¤›m›zda, Türkiye’nin bu kadere mahkûm olmad›¤› düflünülebilir. Niye sonuçta, yine s›n›fsal hareketler, dinci ak›mlar›n dinami¤ine dönüflebildi? Türkiye bu kadere mahkûm de¤ildi elbette. ‹kinci Dünya Savafl›’ndan sonraki elli y›ll›k geçmifle bakt›¤›m›zda, Türkiye’de çeflitli dönemeçlerde sosyalist sol önemli geliflme ivmeleri gösterdi. 194546’da bu oldu mesela, ama CHP ve DP ittifak›yla tasfiye edildi. 1960 sonras›nda dalga dalga geldi, ‘71’de durdurulmaya çal›fl›ld›, ama baflar›lamad›. Çünkü dünya konjonktürü buna müsait de¤ildi. 1980’e kadar daha sert biçimde geldi ve tasfiye hareketi de daha sert oldu. Daha sonra, Özal politikalar›na karfl›, ‘89’da yeni bir dalga halinde yine patlak verdi. Türkiye bu aç›dan, yani halk s›n›flar›n›n mücadele ve tepki biçimleri bak›m›ndan, adeta bir Latin Amerika ülkesi gibiydi. Burada sermayenin büyük baflar›s›, stratejik bir operasyonu gerçeklefltirmifl olmas›d›r: Yani sermaye s›n›flar›yla beraber eme¤e de aç›k olan kitle partisinin, sola de¤il sa¤a kaymas›n› sa¤lamak. Bunun sonucu da halk muhalefetinin ideolojik olarak siyasî ‹slam’a, dolay›s›yla tarikatlara teslimidir… Yeri gelmiflken bir örnek vereyim: Bir süre önce E¤itimSen’in bir toplant›s›nda, Ankara’n›n varofl semtlerinden birinde ö¤retmenlik yapan bir arkadafl, çok çarp›c› bir örnek anlatt›. Ö¤rencilerine diyor ki, “Türkiye’de genellikle yoksul s›n›flar daha dindard›r.” Bir ö¤rencisi kalk›p “ne mutlu bana ki, yoksul bir ailenin çocu¤uyum” diyor. Bu alg›lama, bana göre bu devrenin yenik kapat›ld›¤›na dair bir belirti olarak yorumlanabilir. Yine bu nedenden ötürü, laiklik alan›ndaki gerilemeler, bizim baz› liberal sol çevrelerin sand›¤› gibi, sadece beyaz Türklerin sorunu de¤ildir. Daha çok halk s›n›flar›n›n sorunudur. Laiklikte mevziler kaybedilince, teslimiyet daha kolay olur. Fakat laiklik daha çok CHP’nin bir silah›na dönüfltürülünce, liberal sol çevrelerin de kafas› kar›fl›yor… Kar›flmas›n kafalar›! Kendilerine göre bir CHP tak›nt›s› yaratm›fllar. En sevdikleri spor CHP’ye sald›rmak. CHP, halk muhalefetini yüz üstü b›rakm›fl. S›n›fsal ter-
21
cihini bir kenara b›rak›nca üç ayak üzerinde politika yapmaya çal›fl›yor: Laiklik, K›br›s, Güneydo¤u. K›br›s ve Kürt sorununda milliyetçi tav›rlar, öbür tarafta da s›n›f taban› olmayan bir laiklik çizgisi içinde k›s›lm›fl kalm›fl. Sadece e¤itimli s›n›fa hitap eden bir laiklik çizgisi var ve onun da mesafesi ancak günümüzde gelebildi¤i mesafedir. Arkadafllar›m›z›n kafa kar›fl›kl›¤› CHP’nin de¤il kendi kabahatleridir. Halk s›n›flar›n›n dinci ideolojiye, siyasal ‹slam’a teslimiyetlerini Türkiye’de solu külliyen ve nesiller boyunca zay›flatacak bir olgu olarak alg›lam›yorlarsa, CHP’yle u¤raflman›n manas› ne? Bu sorun, cumhuriyet mitinglerinde meydana dökülen kalabal›¤›n s›n›fsal bir platforma çekilmesinin zaruretini ortaya koyuyor. O insanlarla emekçi s›n›flar aras›ndaki ba¤ ve köprünün ortadan kalkm›fl olmas›, Türkiye’nin en büyük trajedisidir. Eskiden 1 May›s mitinglerinde beraber yürüyebilen insanlar›n flimdi bir bölümü cumhuriyet mitinglerine gidiyor; di¤erleri AKP’ye topluca oy veriyor. CHP ve o gelenekten gelen kesimlerin geçmiflteki hatas›, s›n›fsal tercih defterini dürmesidir. 1999’dan itibaren Ecevit’in sermayeye tam teslimiyetidir. 2001’de DSP teslim olurken, CHP’ye halk muhalefetinin sözcülü¤ünü yapmak için yeni bir f›rsat do¤du. Ama ne yapt› Baykal? “Kriz koflullar›nda sorumlu muhalefet yapaca¤›z” dedi. Yani “halk›n s›n›fsal nefret ve öfkesinin yaratt›¤› rüzgâra kap›lmayaca¤›m; ‹nönü’nün 1989’da yapt›¤›n› tekrarlamayaca¤›m” demifl oldu. ‹nönü, 1989’da afla¤› yukar› böyle bir fley yapm›flt›. Halk tepkisinin rüzgâr›na kap›ld›; o dalgaya, fazla bir katk› yapmadan, ama ona karfl› da ç›kmadan seçimlerde baflar› kazand›. Karfl› ç›kmadan rüzgâra kap›lmak dahi bir anlamda s›n›fsal bir tercihtir. CHP ise sorumlu muhalefet yapaca¤›n› aç›klad› ve Kemal Dervifl’i partisine transfer etti. CHP’nin kusuru buradad›r, laikli¤i savunmas›nda de¤ildir. Laikli¤i savunsun, antiemperyalist olsun ve emekten yana tav›r als›n. 1970’lerde Ecevit bunlar› yaparak CHP’yi iktidara tafl›m›flt›. O zaman laiklik kavgas› yoktu, ama belli s›n›rlar içinde antiemperyalizm yap›yordu ve krizi eme¤in s›rt›na yüklemek istemiyordu. IMF ve manipülasyonlar›na karfl› tav›r al›yordu. Avrupa sosyal demokrasisinden dayan›flma ve destek ar›yordu. fiimdiki CHP antiemperyalizm de¤il milliyetçilik yap›yor. Emek platformunu terk edip laiklik yap›yor. Ayn› zamanda, özgürlükler lehine herhangi bir çaba içine de girmiyor… Özgürlükler sorunu da CHP’nin bir günah›d›r. Parlamenter sistem içinde sol
22
daima en özgürlükçü olan›d›r. Bazen gerçek liberaller de onlara kat›l›r. CHP’nin tavr› o bak›mdan yüz k›zart›c›d›r, ama solun ölçütünü sadece demokrasi miyar›yla ölçmek kadar da abes bir fley yoktur. Okuyorum baz› yazarlar›: CHP, demokrasiyi benimseyerek sol olur diyorlar. Sadece demokrasiyi benimsemek, solun ölçütü de¤ildir. E¤er bu sizin için kriterse, o zaman da AKP’ye sol dersiniz, kafan›z da karmakar›fl›k hale gelir ve Ertu¤rul Günay’› örnek al›rs›n›z. Geçmiflte bu hale düflen çok insan vard›. Vurgulamal›y›m ki, s›n›fsal pozisyon almadan sol tan›mlanamaz. S›n›fsal pozisyon bugünün koflullar›nda dünya çap›nda da s›n›fsal pozisyon demektir. Parlamenter soldan de¤il, devrimci soldan bahsediyorsak; devrimci sol olarak ana program›m›z s›n›fsal konumdur; kapitalizme ve emperyalizme karfl› durufltur. Bu iki ölçüttür esas olan. Demokrasiden biz, örgütlü halk s›n›flar›n›n her alanda söz hakk›n›n genifllemesini anl›yoruz. Onun için, halk s›n›flar›n›n örgütlü temsilini önlemek için konmufl yüzde onluk baraj sisteminin oldu¤u bir yerde; DTP’nin parlamentoya girmesini önlemek için ba¤›ms›zlar› ortak listeye koyan bir rejimde, salt seçim var diye demokrasiden söz etmek saçmal›kt›r. Deniz Baykal, Tayyip Erdo¤an ve Devlet BahçeKorkut Boratav li’nin, meclise girecek tüm flah›slar› belirlemesi mi demokrasidir? Baykal’›n, Erdo¤an’›n bu özgürlü¤ünü neden savunCumhuriyet may› bekliyorsun benden! Halk›n s›n›fmitinglerindeki sal örgütlenme olanaklar›n› olabildi¤ince insanlarla köstekleyin; arkas›ndan bu tür bir seçime emekçi s›n›flar niye baz› arkadafllar gibi, “demokrasi zaaras›ndaki fer kazand›” diye destek vereyim. Son ba¤ ve seçimlere “burjuva demokratik devrimin köprünün son aflamas›” diyenler varm›fl mesela! Bu ortadan kalkm›fl nas›l bir mant›kt›r? Burjuva demokratik olmas›, devrim demek, orta ça¤›n tüm kal›nt›laTürkiye’nin r›n›n tasfiyesidir. Tarikatlar›n güçlendi¤i en büyük bir ülkede demokrasiden nas›l söz ediletrajedisidir. bilir! Tarikat, tarikat fleyhine, liderine taEskiden 1 May›s bi olan; yani birey olarak özgür olmayan mitinglerinde insanlar toplulu¤udur. Dolay›s›yla, tariberaber katlar› sivil toplum kurulufllar› gibi teyürüyebilen lâkki eden bir perspektife ben niye deinsanlar›n mokrasi diyeyim? O bak›mdan ben, bir bölümü AKP’yi demokrasinin getiricisi olarak cumhuriyet gösteren arkadafllara hayret ediyorum. mitinglerine S›n›fsal pozisyonlar› içinde örgütlenmifl gidiyor; halk›n karar alma sürecine, siyasete a¤›rdi¤erleri l›k koymas›na imkân veren mekanizmaAKP’ye lar güçleniyorsa, o zaman demokrasi geoy veriyor. nifllemifl demektir. AKP’yi ekonomi politikas› bak›m›ndan önceki hükümetlerden ay›ran belirgin bir özelli¤i var m›? Hay›r, hiçbir fark› yoktur. ‹ktisat politika-
s›nda, flimdilerde yap›sal reform denen hikâyeyi benimsedi, ama seçim y›l›nda durdurdu. Yeni Sosyal Güvenlik Yasas›na “reform” diyerek önemli bir ideolojik sapt›rmaca da yap›yorlar. Bütün karfl› devrim ö¤elerine, eme¤in geçmifl kazan›mlar›n› yok eden bütün düzenlemelere reform diyorlar. Halbuki “reform” terimi, geleneksel olarak pozitif bir de¤iflme olarak kullan›lm›flt›r. “Toprak reformu” ifadesi bu terimin do¤ru kullan›m›na örnektir. Ama sen b›rak topraktaki reformu, üretici köylüyü dünya piyasalar›na teslim edip buna reform dersen, sosyal güvenlik sistemini piyasalaflt›r›p reform dersen, baflar›l› bir ideolojik operasyon yapm›fl oluyorsun. Bu sözde reformlara karfl› ç›kmay› tutuculuk olarak teflhir ediyorsun; kitlelere teslimiyeti telkin etmifl oluyorsun. Dolay›s›yla 1998’den beri, sermayenin s›n›rs›z tahakkümünü hayata geçirmeyi hedefleyen bir program ad›m ad›m uygulanm›flt›r. AKP de bunun kararl› bir sürdürücüsü olmufltur. Önceki söyleflilerimizde de de¤inmifltim; Türkiye ekonomisinin gidiflat›, esas itibariyle d›fl dünyadan gelen kaynak ak›m›na ba¤l›d›r. AKP ekonominin dip noktas›nda iktidara geldi ve onu izleyen dört y›l boyunca d›fl dünyadan kaynak ak›m› artarak sürdü. 2007’de ne kadar s›cak para girifli oldu? 2007’nin dokuzuncu ay›na kadar 41 milyar dolar civar›nda bir yabanc› sermaye girifli oldu. 2006’daki toplam yabanc› sermaye girifli 58 milyar dolar; ilk dokuz ayda 39 milyar dolar civar›ndayd›. Yabanc› sermaye giriflinin artarak devam›, ekonomiye geniflleme ivmesi getiriyor. Ama mesele flu: 1999 ve 2001’de ekonomi geriledi¤i için, ekonominin büyüme çizgisi, potansiyel üretim patikas›n›n alt›nda seyretmektedir. Dolay›s›yla 2002-2007’deki geniflleme, ekonomiyi potansiyel büyüme patikas›na yaklaflt›r›yor. D›fltan kaynak girifli iç talebi geniflletiyor. Fakat bir yerde tavana, yani potansiyel büyüme s›n›r›na vuracak. Türkiye’nin orta dönemli bir büyüme patikas› vard›r; “potansiyel büyüme” oran›n› verir ve o da yüzde 4.5’in alt›ndad›r. 2001’i de¤il de 97’yi baz alan bir dönemlendirme yaparsak –çünkü bu yeni dönemin bafllang›c› 1998 oldu¤u için 97’yi baz alal›m- yeniden yüzde 4.5’e ulaflmak için 2007 ve 2008’de yüzde 6 civar›nda büyümemiz lâz›m. D›fl kaynak girifli talebi canland›r›yor, ama bu, tavana vurmaya yaklafl›yor. Bak›n, 2007’de sermaye girifli artmas›na ra¤men büyüme h›z› afla¤›da seyrediyor: Yüzde 4-5 aras›nda olacak gibi. Önceki y›la göre biraz daha düflüyor yani. Çünkü sermaye giriflleri ekonomiyi üretim kapasitesine yaklaflt›r›yor. Ve üretim kapasitesine oturdu¤u anda, e¤er teknolojide ve sermaye birikiminde dramatik düzelme olmam›flsa –ki sermaye birikiminde flu ana kadar olmad›- Türkiye yine yüzde 4.5 civar›nda büyümeye devam edecek. Yani, d›fl kaynak geliyor, talebi geniflletiyor, talep millî geliri art›r›yor, ama giderek daha zor art›r›yor. Çünkü üretim s›n›rlar›na yaklafl›yorsunuz. Bu durumda üretim s›n›rlar›n› geniflletmek gerekmez mi? Üretim s›n›rlar›n› geniflletmek için serma-
Foto¤raf: Özcan Yurdalan
S›n›fsal pozisyon almadan sol tan›mlanamaz. S›n›fsal pozisyon bugünün koflullar›nda dünya çap›nda da s›n›fsal pozisyon demektir. Parlamenter soldan de¤il, devrimci soldan bahsediyorsak, devrimci sol olarak ana program›m›z s›n›fsal konumdur. Kapitalizme ve emperyalizme karfl› durufltur.
mücadele yerine sonuçla mücadele yap›l›yor. Yoksulluk yarat›ld›ktan sonra palyatif yöntemlerle sonuçlar›n hafifletilmesine çal›fl›l›yor. Yoksullukla mücadelenin ana yöntemi, makro ekonomik politikalarda olacak tabii. Bugün Çin diye bir fenomenden bahsediyor herkes. Bundan bahsederken flunu hat›rlas›nlar: Çin, yüzde 50 tasarruf ediyor, yüzde 45 yat›r›m yap›yor. Çin dünya tarihinin bir rekorudur, ama Uzakdo¤u ülkeleri, Kore, Malezya ve Tayland, öteden beri yat›r›m oran›n› yüzde 30’un üzerinde tutmufl ülkelerdir. Dolay›s›yla, büyümeyi sürüklemezsen, bölüflümü dolar milyarderleri lehine de¤ifltirirsen yoksulluk yarat›lacakt›r. ‹kincisi, büyümeyi eme¤i örgütleyerek sa¤layacaks›n. ‹stihdam canl› oldukça, halk s›n›flar›n›n da örgütlü hale gelmesi kolaylafl›r; bu olguyu güçlefltirecek düzenlemelerin kald›r›lmas›n›n mücadelesini yapmak gerekecek. Sendikac›l›k güçlenecek; sendikas›zlar da örgütlenecek ve kay›t d›fl› istihdam gerileyecek. Bu meselenin çözümü, son tahlilde bugünkü küreselleflme biçiminin ve dolay›s›yla rekabet tutkusunun d›fl›na kaymakla mümkün olabilir. Ayfle Bu¤ra’n›n dikkat çekti¤i gibi, çal›flanlar›n yoksul olmas›n› önleyecek ö¤eleri sistemimize koyarsak, istihdam güvencesi sa¤layarak, sendikalaflmay› güçlendirip yayg›n hale getirerek, kay›t d›fl›l›¤› sistemin belirleyici bir ö¤esi olmaktan ç›kararak, sosyal güvenlik sistemini eme¤in lehine düzenleyerek bir yap›ya ulaflt›¤›m›z andan itibaren, “emek pahal› oldu, rekabet edemeyiz” argüman›n› terk etmemiz gerekecek. O zaman, Türkiye ekonomisi esas olarak iç piyasaya dayal›, d›fl dünyayla iliflkilerini de büyümenin gereksinimleriyle s›n›rl› tutan bir modele kayacak demektir. ‹lerici ayd›n ve iktisatç›lar olarak ve halk s›n›f›n›n örgütlenmesine katk› yapmay› düflünen solcular olarak bu tür bir modeli savunal›m. Bugünün dünya koflullar›nda mümkün olup olmad›¤› meselesini bir kenara b›rakal›m. Bütün dünya eme¤in
s›rt›ndan rekabet gücünü sa¤lama çizgisine kendini kapt›rm›flken, tek bir ülke, “hay›r efendim, ben rekabetle de¤il, iç piyasayla ilgilenece¤im, ithalat› ve sermaye kaç›fl›n› kontrol edece¤im, kaçan sermayeyi vergileyip kamulaflt›raca¤›m, burjuvaziyi iç piyasaya hizmet ettirece¤im; reddedenlere müeyyide uygulayaca¤›m” diyebilir mi? Bu yan›ts›z bir sorudur. Bugünün konjonktüründe bunu yapamayaca¤›m›z› söyleyenlere karfl›, ben de derim ki, “bu anlamda bir küreselleflme reddiyesini savunmana bir engel yok. Ben Türkiye’yi yönetme görevi üstlenmedim, solcuysam e¤er- Türkiye’yi yönetenleri teflhir etme görevini üstlendim. Bu gidifl sadece eme¤in daha da güçsüz, daha da sefil, daha da örgütsüz, d›fl dünyadan gelen rekabetlere teslim olmas› demektir, yani ücretleri Çin maliyetlerine çekme bask›s›na teslim olmak anlam›na gelir. Bu yol sefalet yoludur. Benim görevim buna karfl› ç›kmakt›r.” BSB’nin “IMF Gözetiminde On Y›l” bafll›kl› raporunda, Türkiye’yi üçüncü nesil bir krizin bekledi¤i söyleniyor. Üçüncü nesil kriz nedir? Finansal krizin çeflitli biçimleri var. Döviz k›tl›¤›ndan do¤an krizler vard›. Sermaye kaç›fl›ndan do¤an krizler vard›. fiimdi ne olaca¤› tam belli de¤il. Mesela dünya ekonomisinin yumuflak bir iniflle yavafllamas› krize yol açmayabilir. fiu anda kesin bir kriz öngörüsü yapmak istemiyorum. Çünkü dünya ekonomisinin nereye gidece¤i belli de¤il. Kaç›n›lmaz olan flu: 2002 ile bafllayan befl y›ll›k dönemdeki canl›l›k konjonktürü son bulmaktad›r. Bu genel bir durgunluk mu getirecek, yoksa spekülatif balonun patlamas›yla m› sonuçlanacak, bilemiyorum. Onun için kriz senaryolar›na ihtiyatl› yaklafl›yorum. Ama krize yatk›nl›k hem dünyada, hem de Türkiye’de daima var. Dünya ölçe¤inde balonun h›zla sönmesi, k›r›lgan ülkeler listesinin bafl›nda oldu¤u için Türkiye’yi kesinlikle krize sürükleyecektir.
Söylefli: ‹rfan Aktan
ye birikim oranlar›n› art›rman›z lâz›m. Ama sermaye birikim oran› hâlâ 1998’deki oran›n alt›nda. Türkiye, 2001’den beri h›zla geniflledi¤i halde sermaye birikim oran› önceki efli¤e ulaflmam›flt›r. 1998’de sermaye birikimi yüzde 24.6, 2006’da yüzde 21. Bunun dip noktas› sermaye birikim oran›n›n yüzde 15.5’e düfltü¤ü 2003’tür. Sonra yükseldi, ama hâlâ ‘98 seviyesine gelemedi. O yüzden, bu iki y›l içinde kriz görmesek bile, e¤er büyük bir teknolojik de¤iflim yapmam›flsak –ki bu da muhtemel görünmüyor- sermaye birikimini ancak ‘98 oran›na kadar getirecekmifliz gibi görünüyor. Demek ki Türkiye iki veya üç y›l sonra durgun bir ekonomi patikas›na oturacak. Kriz gelirse ne olur? Kriz daha çok d›fl dünyaya ba¤l›d›r ve d›fl dünyadaki geliflmelere karfl› en k›r›lgan ülkeler listesinin bafl›nda Türkiye yer al›yor. Türkiye’nin uzun vadeli sorunu fludur: Gelece¤ini kontrol etmek isteyen ve bu iste¤ini hayata tafl›yan s›n›fsal iktidarlardan yoksun olmak. En az›ndan 1950 ile ‘80 aras›nda, çeflitli biçimlerde bu tür perspektiflere sahip siyasî iktidarlar taraf›ndan yönetildi. fiimdi böyle bir fley gündemde de¤il. Her fley d›fl dünyaya b›rak›lm›fl durumda. Türkiye’nin d›fl borç oran›n›n büyük diliminin özel sektöre ait oldu¤u biliniyor. Devlet Bakan› Mehmet fiimflek, Türkiye’nin net borcunun tarihindeki en düflük oranda oldu¤unu söylerken “Kamu sektörüne borç yükü anlam›na bakt›¤›m›z zaman Türkiye’nin durumu iyilefliyor” diyor, ama özel sektör borcunu dikkate alm›yor… Kas›m 2000’de –ki daha sonra yasal düzenlemeyle kal›c› hale geldi- Türkiye’de batan özel flirketlerin borcu devlet taraf›ndan üstlenildi ve üstlenilecek. E¤er d›fl borç hesab› yap›lacaksa, kamu ve özel sektör borçlar› toplu olarak de¤erlendirilmeli. Bu bak›mdan da Türkiye, dünyan›n en h›zla borç art›ran çevre ekonomilerinden biridir. 2005’ten 2006’ya d›fl borç afla¤› yukar› 40 milyar dolar artm›fl; 169 milyar dolardan 208 milyar dolara ç›km›flt›r. 1998 ile 2006 aras›nda y›ll›k d›fl borç art›fl oran› yüzde 10’dur. Özel borç, ayr› bir problem. YTL faizleri yüksek oldu¤u için, imkân› olan herkes dövizle, d›fltan borçlan›yor. Gelirleri TL, borçlar› dövizle olanlar, büyük bir kur riski alt›nda yafl›yorlar. O da ekonomiye yepyeni bir belirsizlik kat›yor. “Net borç” da bofl bir laft›r. Çünkü d›fl borç tart›flmalar› her zaman brüt olarak ele al›n›r. D›fl bankalar, benim k›sa vadeli borçlar› ödememi istedi¤i zaman, filanca adam›n da fluradan alaca¤› var, onu buna mahsup et, diyemezsin. Böyle bir uygulama yoktur. Dünya ekonomisinde de büyüme gözlenirken iflsizlik oran›ndaki art›fl sürüyor. Ayfle Bu¤ra’n›n da belirtti¤i gibi, istihdam yarat›lsa bile bu, yoksullu¤un azalt›ld›¤› anlam›na gelmiyor. Çünkü çal›flt›¤› halde yoksul olan kesimler var. Yoksullukla nas›l mücadele edilecek? Yoksullukla mücadeleler Dünya Bankas› perspektifine ba¤lanm›fl durumda. Yoksullu¤u yaratan mekanizma ve süreçlerle
23
13 ARALIK 2007 - 6 OCAK 2008 Haz›rlayan: Erdir Zat
Afrika “hayır” dedi
Ülker, Godiva ve fındık
PORTEK‹Z Ignacio Ramonet’nin ifadesiyle “küstah Avrupa’nın tatminsizli¤ine karflı tahayyülü mümkün olmayan bir fley” oldu. Çok fakir oldu¤u için önüne konan her anlaflmayı imzalayacak sanılan Afrika, Lizbon’da yapılan AB-Afrika Zirvesi’nde, yeni Ekonomik Ortaklık Anlaflmaları paketini geri çevirdi. Sarkozy-Merkel iflbirli¤iyle sömürgeci ihtirasları kabaran paktın getirdi¤i total ticaret liberalizasyonu talebine ve önkoflullara “hayır” dedi. Dünya Ticaret Örgütü’nün kendi bünyesinde çözemedi¤i ticari eflitsizlik sorunlarını bölgesel ve ikili anlaflmalarla çözme stratejisi, böylece a¤ır bir darbe almıfl oldu.
TÜRK‹YE “Milli gururumuz” Ülker, dünya çikolata pazarının lider firması Godiva’yı, Nestle, Mars, Starbucks gibi büyük rakiplerini geride bırakarak 850 milyon dolara satın aldı. fiirket yönetimi “bölgesel güç olmayı baflarmıfl” bulunan Ülker’in küresel pazara açılarak “stratejik büyüme hamlesi” bafllattı¤ını söyledi. Kutlamalarda neoliberal jargonun anahtar sözcükleri sarfedildi. Bize düflen noktalar arasındaki çizgileri birlefltirip AKP iktidarı boyunca izlenen berbat fındık politikasının bu manzaradaki yerinin belirlemek. Dünyanın en büyük fındık üreticisi Türkiye, küresel çikolata pazarını ele geçirebilecek mi?
püren ça¤layanlar var. Bu, aynı zamanda kiflisel bir trajedidir. Bir baba iki o¤ul ve flimdi bir kız evlat do¤al olmayan sebeplerden öldü. Benazir’i ilk defa babasının Karaçi’deki Benazir Butto’nun göz göre göre suikasta kurban gitmesi, Pakistan’ı büyüyen evinde tanıdım. O zamanlar aklı befl karıfl habir kaosa soktu. Sadece kendi halkı de¤il, Batı dünyasının da katliamdan sorumlu vada bir yeni yetmeydi. Daha sonra Oxford’da tuttu¤u Müflerref’in günleri sayılı. Ama Benazir’in siyasi hanedanlı¤ı sürdürme da biraraya geldik. Do¤al bir siyasetçi de¤ildi. vasiyetine uyan Butto ailesi de ülkenin düfltü¤ü alternatifsizli¤e çare olmaktan Diplomat olmak istiyordu, ama tarih ve kiflisel uzak. Konunun uzmanından aktarıyoruz... trajedisi yönünü de¤ifltirmesine sebep oldu. Babasının ölümü onu de¤ifltirdi ve askeri dikTARIK AL‹ Halk Partisi (PHP) ile ordu arasındaki iliflkile- tatörlükle mücadele etmeye kararlı hâle geldi. Guardian, 30 Aralık 2007 ri zehirledi. Partinin özellikle Sind bölgesinde- Londra’da küçük bir daireye taflındı¤ında ki eylemcileri acımasız iflkencelerden geçirildi, onunla saatlerce ülkenin gelece¤ini tartıflırdık. BENAZ‹R Butto’nun tutum ve politikalarının afla¤ılandı, kayıp edildi veya öldürüldü. Toprak reformu, kitlesel e¤itim programları, en keskin elefltirmeni olan bizler bile, ölümü Pakistan’ın sallantılı tarihi, süregelen aske- sa¤lık hizmetleri ve ba¤ımsız dıfl politika gibi karflısında afalladık ve öfkelendik. Ülke büyük ri rejim ve toplumda ra¤bet görmeyen küresel fikirlerin yapıcı oldu¤unu düflünüyordu. Ülke, bir infial ve korku içinde. Askeri despotizm ile ittifakların bir sonucu olarak, yönetici eliti cid- üniformalı ya da üniformasız bütün akbabalarkargafla ortamı arasındaki karflılıklı uyum, Ra- di seçimler yapmak sorunda bırakıyor. Görü- dan temizlenmeliydi. Meflruiyetini yoksullarvalpindi’de yaflanan suikast için gereken kodan alıyordu ve bununla flulları hazırladı. Geçmiflte askeri yönetim dügurur duyuyordu. zen sa¤lamak için kurulmufltu, birkaç yıl bunu Butto, baflbakan oldukbaflardı da. Ama artık istikrarsızlık ve hukuktan sonra bir dönüflüm dasuzluk kayna¤ı. Ülkedeki polis ve istihbarat ha geçirdi. Yaptı¤ımız birimlerinin hukuka ba¤lı kalmasını sa¤lamatartıflmalarda verdi¤i cevap ya çalıflan anayasa mahkemesi baflkanı ve se“artık dünya de¤iflti” olukiz yargıcını görevden alınması baflka nasıl yordu. Tarihin “yanlıfl taaçıklanabilir? Böylece ülkenin önemli bir polirafı”nda duramazdı artık. tik liderinin, gayet dikkatli planlanmıfl bir ciBöylece, birçokları gibi, o nayete kurban gitmesinde, mevzubahis kuda Washington’la sulh rumların günahlarının ne oldu¤unun ortaya yaptı. On yıldan fazla yaçıkarılması için gereken altyapı hiçbir zaman fladı¤ı sürgün hayatından kurulamamıfl olacak. Müflerref ile yaptı¤ı anlaflPakistan’da bir umutsuzluk yangınından ma sayesinde kurtulabildi. baflka ne olabilir flimdi? Katillerin cihatçı fanaBirçok defa bana ölümden tikler oldu¤u söyleniyor. Onlar olsa bile, tek korkmadı¤ını söyledi. E¤er Yolsuzluklarıyla ünlü Zerdari, karısının gölgesinde yaflayan karanlık bir figürdü baflına mı hareket ediyorlardı acaba? Pakistan’da siyasetle u¤Kendisine yakın kaynaklara göre Benazir, nen o ki, bu zümrenin hiçbir olumlu hedefi raflıyorsanız ölüm tehlikelerden biriydi sadece. aslında bu düzmece seçimleri boykot etmek is- yok. Ülkenin büyük bir ço¤unlu¤u, hükümetin Bu trajediden herhangi iyi bir sonuç tiyordu, fakat Washington’u karflısına alacak dıfl politikasını onaylamıyor. ‹nsanlar, sadece çıkmasını beklemek zor, ama gene de küçük siyasi cesareti yoktu. Di¤er taraftan fiziksel an- duyarsız ve açgözlü bir elit sınıfı zenginleflti- bir olasılık var. Pakistan’ın acilen halk lamda fazlasıyla cesurdu ve yerel rakipleri onu ren politikalara karflı çok öfkeli. Bu elit zümre- yı¤ınlarının sosyal ihtiyaçlarını gündeme getisindirmeyi baflaramadı. Butto, Liyakat nin içinde, iyice semirmifl, parazit hâline gel- recek bir siyasi partiye ihtiyacı var. Zülfikar Ba¤ı’nda bir seçim konuflması yapıyordu. Bu mifl ordu da var. Ali Butto’nun kurdu¤u PHP, ülkenin yegâne park adını, burada 1953’de bir suikastle öldüDün bombadan kurtulan Benazir bugün kitlesel halk hareketini oluflturan ö¤renciler, rülen ilk Pakistan baflbakanı Liyakat Ali kurflunlardan kurtulamadı. Bir ay önce Kara- çiftçiler ve iflçiler vasıtasıyla büyüyebildi. Han’dan almıfltır. Katili Said Ekber suikastı çi’de baflarısız olan suikastçiler bu sefer ifllerini 1968-69 arasında bu eylemciler dönemin askedüzenleyen ekipteki bir polis tarafından olay garantiye aldılar. O, kesinlikle ölmeliydi. fiim- ri diktatörlü¤ünün devrilmesi için büyük müyerinde öldürüldü. Buradan çok uzak olmayan di düzmece bir seçim bile yapılamayacak. Se- cadele verdi. Her fleye ra¤men hâlâ PHP’yi bu bir yerde milliyetçilerin hapsedildi¤i Raval- çimler, mecburen, ileri bir tarihe ertelenecek. flekilde gören insanlar var. pindi Hapishanesi vardı. Benazir’in babası Askeri yönetim ise ifller kötüye gitti¤i zaman, Benazir’in korkunç ölümünden sonra yanZülfikar Ali Butto, Nisan 1979’da bu hapisha- ki kuvvetle muhtemeldir, bir doz daha askeri daflları durup düflünmelidir. Bir kifli ya da bir nede asıldı. Dönemin askeri tiranlı¤ı bu hu- rejim verecek. aileye ba¤lılık bazen gereklidir, fakat bu kuksal cinayetin vuku buldu¤u binayı yıktırıp Olan biten, çokboyutlu bir trajedidir. Gide- yapısal bir zenginlik de¤il zayıflık getirir. PHP, tarihten sildi. rek daha fazla felaketlere do¤ru yol alan bir ül- ça¤dafl ve demokratik bir kurum olarak yeniZülfikar Ali Butto’nun ölümü Pakistan kenin trajedisi bu. Ufukta büyük seller ve kö- den yapılandırılmalı, toplumsal ve insani hak-
PAK‹STAN Trajedinin katmanları
25
Dikkat korku tüneli
Yahudilere tazminat
Neoliberal “at pazarı”
Saakaflvili nikâh tazeledi
H‹ND‹STAN Butto suikastının kapsama alanındaki Hindistan da istikrarsızlaflma e¤ilimini gözler önüne serdi. Pakistan sınırındaki Gujarat eyaletinde yerel seçimleri aflırı milliyetçi BJP kazandı. Dördüncü kez eyalet yönetimine gelen Narenda Modi, 2002’de Hindu milliyetçilerin binden fazla müslümanı katletti¤i etnik ayaklanmanın bafl sorumlusu olarak görülüyor. Gujarat’a giden Kongre partisi baflkanı Sonya Gandi’nin Modi’yi “yalancı, hain ve ölüm taciri” olmakla suçlaması siyasi polemik yarattı. Ama Gandi, BJP’nin eyalet meclisindeki 182 sandalyenin 117’sini almasına engel olamadı.
BR‹TANYA 2. Dünya Savaflı sırasında hesapları dondurulan yahudilerin tazminatlarının ödenmesine devam ediliyor. Hükümet tarafından kurulan Tazminat Paneli, 1999’da çıkan yasanın kapsamına giren ma¤durlara flu ana kadar 41 milyon dolar ödeme yapıldı¤ı, ancak baflvuru yo¤unlu¤u yüzünden 2004’teki sürebitiminin bugünlere sarktı¤ını bildirdi. Savafl yıllarında Avrupa’nın her yerinden binlerce yahudi parasını ‹ngiliz bankalarına transfer etti. Ama savaflın bafllamasıyla bu hesaplara el kondu ve baflka ülkelerde para ve imtiyaz kaybeden ‹ngiliz sermayesine sübvansiyon olarak kullanıldı.
TAYLAND Postmodern kraliyet darbesinden yaklaflık bir yıl sonra yapılan seçimler, iktidardan uzaklafltırılan eski baflbakan Thaksin Shinawatra’nın yandafllarının zaferiyle sonuçlandı. Ülkenin en zengin adamı Thaksin, ailesinin karıfltı¤ı Telekom yolsuzlu¤u yüzünden kitlesel protestolar eflli¤inde devrilmiflti. Son seçimler sürgünde bulunan Thaksin’in zayıflasa da hâlâ güçlü oldu¤unu gösteriyor. Yandaflları tarafından kurulan PPP, parlamentodaki 480 sandalyenin 233’ünü aldı. Ama bu yetersiz. Önemli yasaları çıkarmak için küçük partilerden gelecek deste¤e, amiyane tabiriyle “at pazarı”na ihtiyaçları var.
GÜRC‹STAN Kasımda muhalefetin düzenledi¤i büyük gösterilerin ardından erken seçim kararı alan devlet baflkanı Mihail Saakaflvili itibar tazeledi. Baflkanlık seçimlerinin ilk turunda oyların yüzde 53’ünü aldı. Ancak seçimlere hile karıfltı¤ını savunan muhalefet lideri Levan Gaçeçiladze (%27) itiraz ederek ikinci tura gidilmesini istedi. Avrupa Güvenlik ve ‹flbirli¤i Teflkilâtı (AG‹T) ba¤ımsız gözlemcilerin raporlarına dayanarak seçimlerin uluslararası demokratik standartları karflıladı¤ını açıkladı. Rusya ise AG‹T’in de¤erlendirmesini elefltirerek muhaliflerin usûlsüzlük iddialarına destek çıktı.
ları savunan dürüst bir tartıflma ortamı yaratılmalıdır. Yeterli ve uygun baflka alternatifi olmayan farklı gruplar ve acılı halk birlik olabilmeli. Savafl ve iflgâlin yıkımını yaflayan Afganistan için bölgeyi istikrara kavuflturacak somut öneriler sunulabilmeli. Bütün bunlar yapılabilir ve yapılmalı. Butto ailesinden baflka kurbanlar istenmemeli.
‹çim kan a¤lıyor The Independent, 1 Ocak 2008
‹SKOÇYA kraliçesi Mary, idam edilmeden altı saat önce kayınbiraderi Fransa kralı III. Henry’e flunları yazdı: “Benim ona veremeyece¤im cevaplar için o¤lumu sana emanet ediyorum.” Yıl 1587’ydi. 30 Aralık’ta afliret reislerinden oluflan özel bir meclis, vasiyetini ö¤renmek ve dünya medyasına açıklamak üzere Benazir Butto’nun evinde toplandı. Belki kraliçe Mary tereddütlüydü, ama onun modern muadili hiçbir flüpheye yer bırakmamıfltı. Butto’nun kendi o¤lu için bir cevabı vardı. Parti, 19 yaflındaki o¤lu Bilaval uygun yafla gelene kadar kocası Asıf Zerdari’nin de yer aldı¤ı (kendisi ülkenin en rüflvetçi ve itibarsız siyasetçilerindendir, üç ayrı Avrupa mahkemesinde yolsuzluktan yargılanmaktadır) üçlü otorite tarafından yönetilecek. Bilaval uygun yafla geldi¤inde de ömür boyu genel baflkan olacak. Baflkanlık, hiç flüphesiz kan ba¤ıyla geçecek. Bu olayın resmiyet kazanması, gülünç olması gerçe¤ini de¤ifltirmiyor. PHP bir aile yadigârı, aile reisinin iradesiyle flekillenen bir mülk olarak görülüyor. Ne fazla ne eksik, durum bu. Zavallı Pakistan, zavallı PHP sempatizanları. ‹nsanlar bu i¤renç ortaça¤ piyesinden daha fazlasını hak ediyor. Benazir’in aldı¤ı son karardaki otokratik zihniyeti, halefleri de üstlendi. Bu anlayıfl, trajik bir flekilde Benazir’in hayatına mal oldu. Bazı parti yöneticilerinin Washington menfleli Müflerref anlaflmasını reddetmesi yolundaki uyarılarını dinleseydi, ya da en azından daha sonra seçimleri boykot kararı alsaydı, Butto bugün hâlâ hayatta olabilirdi. Halkına son hediyesi, ülkenin gelece¤i için pek hay›rl› de¤il. Batı destekli politikacılar, saray dalkavukları gibi genç prensin hofllukları ve gelecek endifleleri hakkında na¤meler düzerken, kendi partilerini kapı, destekçilerini de kul olarak görürse ciddiye alınmayı nasıl bekler? Öfkeli ve melankolik insanların kaderinin, partinin iç yapısında yer alan omurgasız yöneticilerinin elinde oluflu bir mazeret de¤il. Parti
26
Demokrasi simgesi Benazir geriye bir hanedanlık bıraktı
içi demokrasiyle tersi yönde bir de¤iflim yaflanabilirdi. Partinin içinde az sayıda da olsa kirlenmemifl, ilkeli politikacılar var, fakat kenara itilmifl durumdalar. Hanedanlık politikaları güç de¤il, zayıflık göstergesidir. Benazir kendi ailesini Kennedy’lere benzetmekten pek hofllanırdı. Fakat nedense, Demokrat Parti’nin, büyük paraya ba¤ımlı olsa da bir ailenin maflası olmadı¤ını kabul etmek istemezdi. Ömrünün yarısını askeri rejimle geçirmifl bir ülke için demokrasi önemli bir konudur. Pakistan, Kongo veya Raunda türünden bir “baflarısız devlet” de¤il. Pakistan, takriben kırk yıldır ifllevsizleflmifl bir devlet. Bu ifllevsizli¤in temelinde ise askeri yönetimler var. Her askeri yönetim iflleri daha da berbat etti. Siyasi istikrarı ve temel kurumların oluflmasını engelledi. Orduyu ifl yapılabilecek tek kurum addetmesiyle ABD, bu durumun en büyük sorumlularından biri ve bu algı maalesef hâlâ devam ediyor. Ordunun zayıflı¤ı zaten biliniyor ve defalarca belgelendi. Fakat siyasiler de taflları yerinden oynatabilecek konumda de¤il. Bütün bunların dıflında, ABD ve Britanya tarafından denetlenen yüksek yargıya ilk saldırıları Müflerref bafllatmadı. Anayasa Mahkemesi’ne yönelik ilk saldırılar, Navaz fierif’in tetikçileri tarafından bafllatıldı. fieflerinin baflbakan oldu¤u zamanki çıkarlarına aykırı bir kararın onlara ra¤men alınmasına kızmıfllardı. Bazılarımız, Butto’nun ölümünün PHP’ye temiz bir sayfa açabilece¤ini umduk. Her fleye
ra¤men, partinin önemli liderlerinden, baro baflkanı Aitzaz Ahsan, baflyargıcın görevden alınmasından sonraki kitlesel direniflte kahramanca bir tutum aldı. Ola¤anüstü hâl ilânı sonrasında tutuklandı ve görevden el çektirildi. Ahsan, hâlâ Lahor’daki evinde göz hapsinde. Acaba Benazir, hanedancılı¤ı ve hizipçili¤i bir kenara bırakıp Ahsan’ı seçim sürecinde parti baflkanı olarak atamayı düflünebilir miydi? Böyle bir ihtimal söz konusu olamazdı. Sonuç olarak parti eninde sonunda bir bölünme yaflayacak. Birçok partili, karısının düflüflünden de sorumlu tutulan Zerdari’nin liderli¤ine gönülsüz. Büyük bir duygusal çöküntünün yaflandı¤ı son ortamda partililerin ço¤u dibe vurma endiflesiyle hareket edecek. Bu arada partinin en reaksiyoner parçası olan ve sürü mantı¤ıyla hareket eden kariyeristler de bir an önce servetlerini arttırmaya çalıflacak. Bunların hiçbiri olmayabilirdi. Gelin görün ki, Benazir’in omzundaki ölüm mele¤inin demokrasiyle pek alâkası yoktu. fiimdi de partinin yeni lideriyle u¤raflıyor. Bu arada ülkede büyük bir kriz yaflanıyor. Kendi siyasi konumunu ola¤anüstü hâl ilânıyla korumufl olan Müflerref’in hâlâ meflruiyet sorunu var. Artık hileli bir seçim yapmak bile mümkün de¤il. Baflkan Bush ve ‹ngiliz orta¤ının sert tembihlerinin bir yararı yok. Benazir’i kimin öldürdü¤ü konusunda sa¤lanan resmi uzlaflma kırılmıfl durumda. Hem Hillary Clinton hem de Joseph Biden, damgayı El Kaide’yi de¤il Müflerref’e vuruyor. Böylece Amerikan yönetiminin Müflerref’i devirme niyetini de anlamıfl oluyoruz. Esas sorun, Benazir’den geriye kalan tek alternatifin flu an ordunun baflında bulunan General Eflref Kiyani olması. Navaz fierif, Suudi-Amerikan ittifakının varlı¤ına ra¤men, biraz fazla Suudi taraftarı olarak görülüyor. Müflerref ise niye olayın bu flekilde olması gerekti¤ini anlayabilmifl de¤il, çünkü aslında Washington’un buyruklarına uymaya gayet hazır. Ne var ki, Washington artık emperyal postacı olarak Müflerref yerine Suudi kralını tercih edebilir. Bu kriz için bir çözüm var. Müflerref’in koltu¤una daha küçük profilli bir aday oturtulabilir. Bütün partilerin katılımıyla bir genifl tabanlı hükümet kurulabilir. Bu hükümet altı ay içinde seçime gitmek için gerekli hazırlı¤ı yapar. Son olarak görevden alınmıfl olan baflyargıç tekrar görevine iade edilir. Anayasa Mahkemesi’nin ilk ifli de Benazir’in ölümünü korkusuzca arafltırmak olur. Böylece iyi bir bafllangıç yapılabilir. –Çeviri: Balkan Talu
Bol körüklü yangın LÜBNAN Cumhurbaflkanı hâlâ seçilemedi, oylamalar 11. kez ertelendi. 12 Aralık’ta cumhurbaflkanı olarak seçilen Michel Süleyman’ın yerine en güçlü genelkurmay baflkanı adayı olarak anılan Francois El Hac’ın bombalı bir suikasta kurban gitmesi krize iyice tuz biber ekti. Önceki suikastlardan farklı olarak, Suriye’nin üstüne bu sefer fazla gidilemedi. Suriye’ye en sert suçlamalarda bulunan Velid Canbulat, Saad Hariri gibi liderler bile suskundu. Suriye dıfliflleri bakanı Velid Muallim saldırıyı lanetledi. fiubat
2005’te öldürülen eski baflbakan Refik Hariri’nin o¤lu Saad Hariri ise sadece “düflmanların krizi derinlefltirmek istedi¤i” yorumunu yaptı. Lübnan’ın yürürlükteki anayasasının 49’uncu maddesi,
‹SRA‹L 2008 plan› Annapolis Zirvesi, Filistin'in öteki yar›s›n› d›flar›da b›rakt›. Madalyonun iki yüzü gibi, art›k bar›fl ad›na söylenen her fleyin yerine savafl koyabiliriz. ‹srailli muhalif tarihçi Ilan Pappe, “‹srail'in 2008 Plan›” için aylar önce flunu söylemiflti: “Gazze’de soyk›r›m, West Bank’ta etnik temizlik...” ILAN PAPPE The Independent, 23 Haziran 2007
YAKIN zamanlarda, ‹srail’in Gazze fieridi'nde soyk›r›m politikalar› uygulamaya bafllad›¤›ndan söz etmifltim. Akla kötü fleyler getiren bu kelimeyi kullanmakta tereddütlerim vard›, fakat yine de kullanm›flt›m. Ald›¤›m tepkilerden kelimenin insanlarda belirli bir huzursuzluk yaratt›¤›n› fark ettim. Bunun üzerine tekrar düflündüm ve içtenlikle kelimeyi do¤ru kullanm›fl oldu¤uma inand›m; bu ‹srail ordusunun Gazze fleridinde yapt›klar›n› anlatabilmemin tek uygun yoluydu. ‹nsan haklar› kuruluflu Betzelem, istila alt›ndaki topraklarda yaflanan ‹srail vahfleti hakk›nda haz›rlad›¤› y›ll›k raporu yay›mlad›. 2006'da ‹srail kuvvetleri bir önceki y›ldan üç kat daha fazla sivili, 660 kifliyi öldürmüfltü. Ölenlerin ço¤u, ‹srail kuvvetlerinin 300 kadar evi yak›p y›karak aileleri katletti¤i Gazze fieridi'nde yaflayan insanlard›. 2000'den beri neredeyse 4 bin Filistinli ‹srail kuvvetleri taraf›ndan öldürülmüfltü ve bu say›n›n yar›s›n› çocuklar oluflturuyordu. 20 binden daha fazla kifli de yaralanm›flt›. Dikkat çekmek istedi¤im konu, sadece kas›tl› öldürme eylemlerinin yükseliflte olmas› de¤il, ayn› zamanda uygulanan strateji. ‹stila ‹srail’in politikas›n› belirleyenler, West Bank’ta ve Gazze fieridi’nde yaflanan iki de¤iflik gerçeklikle karfl› karfl›ya. West Bank’ta do¤u s›n›rlar›n› yap›land›rmay› bitirmifl gibi görünüyorlar. Kendi aralar›nda süregiden ideolojik tart›flmalar son buldu ve h›zla West Bank’›n yar›s›n› istila etmek üzere büyük plan› gerçeklefltirmeye koyuldular. Son ad›m, ‹srail’in yeni yerleflim alanlar› infla etmeme sözünden dolay› ertelenmiflti. ‹srail kendini s›n›rlayan bu durumdan kurtulmak için iki yol buldu. West Bank’›n üçte biri-
kamu görevlilerinin cumhurbaflkanı adayı olabilmesi için aday olmadan en az iki yıl önce görevlerinden ayrılmıfl olmaları gerekiyor. fiimdi Fransa ve ABD destekli batı ittifakı bu maddenin nasıl de¤ifltiri-
ni Büyük Kudüs olarak tan›mlad› ve böylece yeni istila edilmifl bölgelerde yaflam merkezleri infla etti. ‹kinci yöntem ise eski yerleflim birimlerini olabildi¤ince geniflletmekti.
lece¤i üzerinde uzlaflmaya çalıflıyor. Batının içindeki fraksiyonlar baflbakanın nasıl atanaca¤ı, hükümetin nasıl kurulaca¤ı, muhalefete veto hakkına yetecek sayıda sandalye bırakılıp bırakılmayaca¤ı tartıflılıyor. Bu veto meselesi önemli, çünkü muhalefet en az 11 sandalyeye sahip olursa Hizbullah’ın silahsızlandırılması oylamasını veto edebilir. Dolayısıyla maksat Hizbullah’ın önünü mümkün oldu¤unca tıkamak. Batı ittifakı böylece silahların susaca¤ı ve huzur, istikrar ortamının sa¤lanaca¤ını savunuyor. Bu arada ülkedeki siyasi cinayetler hâlâ devam ediyor. –B.T..
¤ini söylemek çok zor: Varofllaflmak, karantinaya al›nmak, istenmeyen ya da her kötülük oda¤› bir topluluk olmak.
Anahtar› F›rlat›p Atmak John Dugard'›n dedi¤i gibi, hapishaneyi infla edip anahtar›n› denize f›rlatmak, 2005 eylülünde Gazze'de karfl› sald›r›ya geçen Filistinliler için bir seçenekti. Hâlâ West Bank’›n ve Filistin’in bir parças› olduklar›n› gösterme kararl›l›¤›yla, Bat› Negev’e önemli say›da roket f›rlatt›lar. Bu bombard›man, ‹srail'in Tul Karim bölgesinde Hamas yanl›s› çok say›da insan› tutuklamas›n›n cevab›yd›. ‹srail ise buna, “‹lk Ya¤mur” operasyonuyla karfl›l›k verdi. Gazze üstündeki süpersonik uçufllar›, denizden, havadan ve karadan gelen bombard›manlar izledi. ‹srail ordusu amac›n› “halk›n roket f›rlatanlara verdi¤i deste¤i azaltmak” diye aç›kl›yordu. Oysa, sald›r›lar›n sonucunda operasyon sadece roket f›rlatanlara verilen deste¤i art›rm›flt›. Gerçek amaç ise deneyseldi. ‹srail generalleri, böyle operasyonlar›n evde, bölgede ve dünyada nas›l karfl›lanaca¤›n› bilmek istiyordu. Cevap “oldukça iyi” olmal› ki, hiç kimse kaç kiflinin öldü¤üyle ya da yüzlerce yaral› Filistinli'yle ilgilenmedi. Daha sonraki operasyonlar “‹lk Ya¤mur” modelini alm›flt›. Tek fark, daha fazla atefl gücünün, daha fazla ölünün, daha fazla hasar›n olmas›, ve tahmin edilebilece¤i gibi, karfl›l›k olarak daha fazla Qassam roketinin f›rlat›lmas›yd›. 2006 haziran›nda bir askerinin Ortado¤u’nun flipflak foto¤rafı: ‹srailli asker, Filistinli sivile karflı esir düflmesi, ‹srail’in eylemlerine h›z savunan kiflilerin önerilerine itibar ediyorlar. vermesi için bir f›rsat oldu. Asl›nda ortada Gazze fieridi'nde uygulanan belirli bir ‹srail Sharon’un “cezaland›r›c›” görevlerin uygulanstratejisi yok; günlük, deneysel uygulamalar mas›n› zorlaflt›ran 8 bin kifliyi Gazze’den ç›sürdürülüyor. ‹srailliler fleridi West Bank’tan kartma karar›n› izleyen bir strateji yoktu. Ama ayr› bir jeopolitik oluflum olarak görüyor. Gaz- o günden sonra “cezaland›r›c›” eylemler deze’yi Hamas kontrol ediyor, parçalara ayr›lm›fl vam etti ve bir strateji olufltu. “‹lk Ya¤mur” West Bank’› ise, ‹srail ve Amerikan güçleri ile sonradan “Yaz Ya¤murlar›”na dönüfltü. Yaz›n hiç ya¤mur ya¤mayan bir ülkede, art›k Gazbirlikte Mahmud Abbas yönetiyor. West Bank’›n aksine, Gazze fieridi'nde ‹sra- ze'de yaflayan insanlar için ya¤an F-16 bombail'in göz dikti¤i bir toprak parças› veya Filistin- lar› ve flarapneller vard›. lileri defedebilece¤i Ürdün gibi bir arabölge Yaz Ya¤murlar›, Güz Bulutlar› Yaz sona yok. Etnik temizlik burada ifle yaram›yor. Daha önceleri Gazze fieridi’nde izlenen strateji, erdi¤inde çok daha etkili olan “Güz Bulutlar›” Filistinlileri tek bir bölgede toplay›p buray› va- belirdi. 1 Kas›m 2006’dan itibaren ‹srailliler 48 rofllaflt›rmakt›. Ama ifllemedi. Yahudiler bunu saatten daha k›sa bir zaman dilimi içerisinde kendi tarihinden biliyor. Geçmiflte böyle top- 70 sivili öldürdü. Ay›n sonunda, yar›s› kad›n lumlara karfl› at›lan ikinci ad›m çok daha bar- ve çocuk, 200 kifli öldürüldü. Baz› eylemler ‹srail’in Lübnan sald›r›lar›na barca olurdu. Gazzelileri ufukta neyin beklediYavafl transfer Yerleflim birimleri, askeri üsler, yollar ve duvar, ‹srail’in, 2010'a kadar West Bank’›n hemen yar›s›n› iflgal etmesine yetecek gibi görünüyor. ‹srail yetkilileri, her fleye ra¤men bu bölgelerde yaflayan küçümsenmeyecek say›da Filistinli’ye karfl› yavaflça sürdürdü¤ü transfer ifllemlerini tamamlayacak. Acele etmeyecekler. ‹srail, bu bölgenin elinin alt›nda oldu¤unu hissetti¤i sürece, ordunun ve bürokrasinin sürdürdü¤ü gündelik taciz ve insanl›k d›fl› uygulamalar›n bile insanlar› sürgün etme sürecine yarad›¤›na inan›yor. ‹flçi Partisi'nden Kadima’ya kadar yönetimde bulunan bütün partiler, Ariel Sharon’un stratejik fikirlerini kabul ediyor. Avigdor Liberman gibi etnik temizli¤i ya da “sürgünü”
27
Etnik refleks KENYA En yoksullar, yoksullar› öldürdü. 2008’in ilk belâs› olan Kenya’da baflkanl›k seçimleri önüne geçilemez bir fliddet dalgas›yla noktalad›. Bir hafta süren etnik çat›flmalarda en az 350 kifli öldü, 180 bin kifli can güvenli¤i sebebiyle ülkenin di¤er kesimlerine ve Uganda’ya göç etmek durumunda kald›. BM, 500 bin kiflinin acil insani yard›ma ihtiyac› oldu¤unu duyurdu. 27 Aral›k’ta yap›lan seçimi mevcut devlet baflkan› Mwai Kibaki’nin k›l pay› farkla kazand›¤›n›n aç›klanmas›yla bafllayan siyasi kargafla, Kibaki geri ad›m
at›p muhalif lider Raila Odinga’ya bir “ulusal birlik hükümeti” kurmay› önerdi¤i hâlde tam olarak durulmufl de¤il. Odinga seçimin üç ay içinde tekrar edilmesi talebinde direniyor. Oysa dünya medyas›na düflen ilk haberler, yüzde 85’e varan genifl kat›l›mdan övgüyle söz ediyordu. Ancak AB gözlemcilerinin olumsuz rapor verdi¤i seçimlere hile kar›flt›¤›na iliflkin geçerli kan›tlar bulundu. Olaylar›n art›fl›nda bu AB bildirisinin de etkili oldu¤u iddia ediliyor. fieffafl›¤›n, Kenya gibi siyasi partilerin kabilelere dayand›¤› ülkelere fazla geldi¤i söyleniyor. Odinga bu meflru deste¤i kulland›,
paralel olarak yürütüldü. Böylece elefltiri almad›klar› gibi dikkat çekmeden operasyonlar›n› tamamlayabildiler. “‹lk Ya¤mur”dan “Güz Bulutlar”›na, operasyonlar› oluflturan tüm unsurlarda istatiksel bir yükselifl yafland›. ‹lk olarak, art›k “sivil ayr›m›” gözetilmiyordu; ordunun hedefi do¤rudan halkt›. ‹kinci olarak, araçlar art›r›lm›flt›; ‹srail ordusunun her bir ölüm makinesi bu sald›r›larda kullan›ld›. Üçüncü olarak, sald›r›larda zarar görenlerin say›s›nda art›fl; gelecekteki her operasyonda daha fazla kifli yaralanacak ve ölecekti. Ve son olarak, belki de hepsini özetleyen en önemli farkl›l›k, art›k operasyonlar, bir tür strateji oluflturmufltu – ‹srail Gazze sorununu bu flekilde çözmeyi planl›yordu. Gazze’den Karfl› Atefl Gazze ateflle karfl›l›k vermeye devam ediyor. Bu, ‹srail ordusuna, gelecekte daha büyük çapl› soyk›r›m operasyonlar› düzenleme f›rsat› verebilir. Fakat baflka bir tehlike daha var; ordu, 1948’de oldu¤u gibi, Gazze fieridi'nde kuflatma alt›nda bulunan insanlara karfl› daha fliddetli ve sistematik “cezaland›r›c›” eylemlerle karfl›l›k vermek isteyebilir. ‹ronik bir flekilde ‹srail ölüm makinesi son zamanlarda sakindi. Ordunun generalleri, Gazze'deki iç çekiflmeleri ve bunun sonucunda gerçekleflen ölümleri izlemekten memnundu. ‹srail’in körükledi¤i iç savafl›n sürüp gitmesinden hoflnut kal›yorlard›. Savafl› sona erdirmek, elbette Filistinliler’in sorumlulu¤u, fakat ABD ve ‹srail’in müdahaleleri, tutuklamalar, açl›k ve insanlar›n bo¤ucu bir yaflama tahammül etme çabas› iç huzurun sa¤lanmasını zorlaflt›r›yor. ‹srail’in Oksijenini Kesmek Gazze, ABD ve ‹srail’in müzi¤iyle uyumlu dans edenlerle, onlar›n planlar›na karfl› ç›kanlar›n çat›flmas›na tan›k olunan bir savafl alan›. Kendi aralar›ndaki savafl sona erdi¤inde, fleritte yaflayanlar›n üstüne gene ‹srail'in “Yaz Ya¤murlar›” düflmeye bafllayacak; onlara ölüm ve kargafla götürerek. ‹srail’i durdurman›n, onu boykot etmek ve yapt›r›m uygulamaktan baflka bir yolu yok. Bu ölüm makinesinin tek bir hassas noktas› var; o da oksijenini “bat›” uygarl›¤› ve kamuoyundan sa¤l›yor olmas›. Onlar›n eylemlerini durdurmak hâlâ mümkün. En az›ndan gelecekte, West Bank’ta etnik temizlik yaparak ya da Gazze fleridinde soyk›r›m gerçeklefltirerek Filistin halk›n› ortadan kald›rma stratejilerini uygulamalar› zorlaflt›r›labilir. Çeviri: P›nar Uygun
28
ABD Obama’nın “de¤iflim” momenti Clinton-Obama çekiflmesi, baflkan adaylar›n›n yar›flt›¤› önseçimlere damgas›n› vuruyor. Barack Obama, “ABD’nin ilk siyah baflkan› olma” fikrini Demokrat tabanın bir kesimine benimsetmifl görünüyor. Bush-sonras› Amerikan toplumunun “kontrolsüz” tepkileri, Obamamania olarak tezahür ediyor... Bush’a çal›flan bu olgu, art›k tek bafl›na yeterli de¤il. Depresif savafl ekonomisi orta s›n›f› yoksullaflt›rd›. Seçim y›l›na girilmesiyle tekrar hareketlenen toplumsal kesimler bu gidiflat›n de¤iflmesini istiyor. Demokrat adaylar bizzat kiflilikleriyle bir de¤iflim projesi sunmaya çal›fl›yor: ‹lk kad›n baflkan Clinton, ilk siyah baflkan Obama, ilk çevreci baflkan Edwards... Ama bunlardan sadece Barack Obama, “de¤iflim” kavram›n›n içini biraz olsun doldurabiliyor. Ülke çap›nda yüzbinlerce gönüllü aktivist taraf›ndan yürütülen Obama kampanyas›, toplumsal hareketlerin (siyah, iflçi, çiftçi, kad›n, etnik, eflcinsel) alternatif platformu hâline geldi. 1992’de “baba” Bush’un ezip “koca” Clinton’› iktidara tafl›yan Rock The Vote hareketinin bir benzeri bu defa Obama’›n çevresinde örgütleniyor. Ama Obama’y› as›l tehlikeli k›lan, geleneksel olarak düflük kat›l›mla gerçekleflen Amerikan seçimlerine kay›ts›z kalan “sessiz ço¤unlu¤u” kontrolsüz bir flekilde hareket geçirmesi. ‹lk önseçimin yap›ld›¤› Iowa eyaletinde ortaya ç›kan ve New Hampshire’a sirayet eden olgu, Obama’nın yeni seçmenler kazanmasıydı. Aral›k ay›nda ABD’de iflsizlik oran› yüzde 4.7’den yüzde 5’e ç›kt›. 300 milyonluk dev ülke, geçen ay sadece 18 bin kifliye istihdam yaratabilmifl. Bu durum, Amerikan ekonomisini ve dünyay› bekleyen durgunluk tehdidini güçlendiriyor. Bol keseden da¤›t›lan konut kredilerinin karfl›l›ks›z kalmas› nedeniyle geçen y›l emlak piyasas›nda yaflanan kriz, Wall Street’i büyük zarara soktu. Son olarak Amerikan yat›r›m bankas› Morgan Stanley, emlak krizi nedeniyle 9 milyar dolar zarar etti¤ini ve çare olarak Çin Yat›r›m Fonu’na 5 milyar dolarl›k hisse seEller yalan söylemez: Kampanyada ifl bulan günlük iflçinin sıkıntısı ‹K‹ PART‹L‹ parlamenter sistemiyle k›p›rdamaz bir istikrar kuran ABD, 2008 sonras› dünya için yeni bir fal bakmaya koyuldu. Geçen sefer Bush’a tam destek vermek için önseçim dahi yapmayan Cumhuriyetçiler, birbirinden ilginç konservatif numunelerle seçmen karfl›s›na ç›kt›: Baptist rahip Huckabee, Mormon vizyoner Romney, Katolik mafya dedesi Giuliani... Bush’un “terörle mücadele” kampanyas›n› sadece Cumhuriyetçi adaylar de¤il Demokratlar da sahipleniyor, ama herkes “o iflin öyle yap›lmaz” diyor. Böylece ortaya, Irak’tan derhal çekilmek ile iflgali farkl› bir stratejiyle sürdürmek arasında dizilen bir görüfl skalas› ç›k›yor. Ulusal güvenlik hâlâ Amerikan seçmeninin hassas noktas›. Ama geçen seçimlerde
ama kendisini destekleyen kabileleri k›flk›rtmaktan da geri kalmad›. Dört y›l önce, ülkeyi y›llarca sefalet içinde yöneten bir siyasi hanedanl›¤a son vererek iktidara gelen Kibaki, kendisinden öncekilerden farkl› bir fley yapmad›, mensubu oldu¤u Kikuyu kabilesini ihyâ etti. Baflkent Nairobi’nin kuzey kesimlerinde yaflayan Kikuyular, 7.5 milyon nüfusuyla ülkenin en genifl etnisitesi olmalar›na ra¤men, Odinga’n›n Luo kabilesi ve öteki kabilelerin sald›r›lar›na maruz kald›. Buna verdikleri cevap, güçlü olduklar› yerlerde ayn› fleyi uygulamakt›. Böylece ülke karfl›l›kl› etnik temizlik giriflimlerine sahne oldu.
nedi satt›¤›n› aç›klad›. Ayn› gün ABD Senatosu, 555 milyar dolar tutar›ndaki 2008 savafl bütçesini onaylad›. Bush’un geride b›rakt›¤› yedi y›ldan aflina olunan bu ekonomik göstergeler, yoksul kesimlere en ufak bir umut ›fl›¤› sunmuyor. Aksine, geçmiflten kalan toplumsal kalk›nma projeleri yok ediliyor. 2005’te Katrina kas›rgas›n›n harabeye çevirdi¤i New Orleans’ta, belediye meclisi, hasar gören toplu konutlar›n y›k›l›p yeniden yap›lmas›n› kararlaflt›rd›, ama özellikle “düflük gelir” grubu için tasarlanan bu konutlar›n kategorisini de¤ifltirip “karma gelir” grubuna ald›. ‹ronik bir flekilde, Senato’nun savafl bütçesi onay› ve
Obama’nın “De¤iflim”ini inandırıcı bulanlar artıyor
Morgan Stanley’in zarar aç›klamas›nın ardından gelen bu karar, halen barakalarda yaflayan, ço¤unlu¤u siyah binlerce insan› göçe zorluyor. New Orleans direnifli, siyah harekete yeni bir ivme kazand›rd›. Ama toplumsal adaletsizli¤e karfl› aç›lan isyan bayraklar›n›n en radikali kuflkusuz Dakotalar›nkiydi. Amerikan k›z›lderili hareketinin lideri Russel Means, atalar›n›n 150 y›l önce imzalad›¤› anlaflmay› tek tarafl› olarak feshederek ba¤›ms›zl›k ilân etti. Bir süre önce savafl karfl›t› beyazlar da Vermont eyaletinde aynı fleyi yapmak üzere seferber olmufltu. Bütün bunlar, Barack Obama’n›n taban deste¤iyle kazand›¤› momentin bileflenleri say›labilir. Ama Obama aç›l›m›n›, ayn› toplumsal kaynaklardan bestelenen Ralph Nader’›n 2000’de yürüttü¤ü sol siyasetle kar›flt›rmamak laz›m. fiu ana kadar ç›kan sonuçlar, Clinton-Obama çekiflmesinin önseçimleri belirleyece¤ini gösteriyor. Aralar›nda Kaliforniya, New York ve geçen ay ölüm cezas›n›n kald›ran New Jersey’in de bulundu¤u 22 eyalette önseçimlerin yap›laca¤›, bu yüzden “Süper Sal›” ad› verilen 5 fiubat günü danan›n kuyru¤u kopacak.
2002 seçimlerinin baflkan aday› Ingrid Betancourt ile birlikte rehin al›nan yard›mc›s› Clara Rojas (solda), “küçük rehine” Emmanuel’i FARC’ın (sa¤ foto) cangıldaki gerilla kamp›nda do¤urdu.
KOLOMB‹YA Emmanuel Rehine krizi flok sürprizlerle bir peri masal› k›vam› aldı. FARC'›n elinde san›lan küçük rehine, Bogota'dan ç›kt›. fiimdi herkes annesine ve babas›na ne zaman kavuflaca¤›n› merak ediyor. Bu da Kolombiya tarihinin yaman sorusu: 42. y›l›na giren içsavafl bir gün bitecek mi? FARC (Kolombiya Devrimci Silahl› Kuvvetleri) beklenmedik bir skandala imza att›. Serbest b›rak›lmas› planlanan rehineler aras›nda ad› bulunan üç yafl›ndaki Emmanuel Rojas’›n ellerinde olmad›¤›n›, hükümetin aç›klamas›ndan sonra itiraf etmek zorunda kald›lar. Alt› y›ld›r rehine tutulan annesi Clara Rojas’›n bir gerillayla aflk›n›n meyvesi olan Emmanuel, güvenli¤i için Bogota’daki bir ailenin yan›na gönderilmiflti. Ne var ki, bu aç›klamay› son ana b›rakmas› FARC’›n itibar›n› sarst›. Oysa FARC’›n elindeki rehinelerin hapisteki gerillalarla belli bir takvim dahilinde de¤ifltokuflunu bafllatacak bu ilk takas için ola¤anüstü bir uluslararas› efor sarfedilmiflti. Bu süreçte Kolombiya baflkan› Alvaro Uribe ile birbirine giren Chavez insani gerekçelerle misyona geri dönmüfl, Sarkozy diplomatlar›n› bu ifle yönlendirmifl, eski Arjantin baflkan› Nestor Kirchner bizzat Venezüella’ya giderek kriz yönetimini üstlenmiflti. Hatta Chavez iyice coflarak buna “Emmanuel Operasyonu” ad›n› verdi. Ama olmad›, rehineleri tafl›yacak üç Venezüella helikopteri cang›ldan eli bofl döndü. FARC ise, Emmanuel’in as›l “Uribe’nin rehinesi” oldu¤unu öne sürüp Uribe’yi takas sürecini baltalamakla suçlad› ve rehine tesliminin yap›lamamas›n›n esas sebebi olarak Kolombiya ordusunun cang›lda yapt›¤› operasyonlar› gösterdi. Emmanuel’in hikâyesi haftalard›r Latin dünyas›n›n gündeminde. Romantizm halk› bar›fl süreci z›rvalar›ndan çok daha fazla ilgilendiriyor. Latin Amerika, FARC’›n art›k silah b›rakmas›n› istiyor. K›tada “demokratik devrim”in mümkün oldu¤unu gösteren yeterli örnek mevcut. Ama uza¤a gitmeye gerek yok. Kolombiya’n›n kendi solu, Alternatif Demokratik
Kutup (POLO) etraf›nda birleflerek böyle bir aç›l›m› zaten bafllatm›fl durumda. Son seçimlerde FARC’›n geleneksel “boykot” eylemini terkedip taban› oy vermekte serbest b›rakmas›, parlamenter demokrasiye yar›m a¤›zla da olsa “evet” dendi¤inin iflareti say›ld›. Rehine krizi, Kolombiya’y› saran de¤iflim ihtiyac›n› yans›t›yor. Washington flu s›ralar “2. Kolombiya Plan›”n›n haz›rl›¤› içinde. Fiyaskoyla sonuçlanan ilk plan, Kolombiya’daki yasad›fl› koka üretimini vurarak piyasaya giren mal miktar›n›n düflürülmesi, dolay›s›yla kokainin ABD’de pahalanmas›, böylece talebin azalmas›n› öngörüyordu. Kolombiya’daki koka üretimi düfltü, ama Peru ve Bolivya’daki artt›, bu yüzden kokainin piyasa fiyat› de¤iflmedi. Bush yönetimi büyük ölçüde askeri operasyonlara dayanan bu ifl için 4 milyar dolar harcad›. Bu paradan Uribe’yi destekleyen oligarflik elit nemaland›. Kolombiya Plan› pratikte Bush yönetiminin küresel “terörle mücadele” stratejisinin bir parças› hâline geldi. Ama savafl› FARC kazand›, cang›la nüfuz edemediler. fiimdi bu tezgah de¤ifliyor. Uribe’yi telaflland›ran kurdu¤u rejimin meflruiyet sorunu. Marksist gerilla örgütlerinin boykot eylemlerinin de etkisiyle, Kolombiya’da seçimler yüzde 50’yi zor bulan düflük kat›l›mlarla yap›l›yor. Koltu¤u sa¤lam görünen Uribe son seçimde toplam seçmenin sadece yüzde 27’sinden oy alabildi. Öte yandan, Uribe’nin sa¤ politikalar›na ve t›pk› ilki gibi Kolombiya parlamentosuna sunulmadan Amerikan Kongresi’nde görüflülmeye bafllanan 2. Plan’a karfl› etkin muhalefet eden POLO, art arda siyasî baflar›lar elde ediyor. Son olarak devlet baflkanl›¤›ndan sonra ülkenin en önemli idari pozisyonu say›lan Bogota belediye baflkanl›¤›n› POLO’nun aday› Samuel Moreno kazand›. 1966’dan beri süren içsavafl› bitirip sivil siyasete at›lmak, anlafl›lan art›k FARC’›n da istedi¤i bir fley. Dolay›s›yla Uribe’ye yöneltilen “bar›fl sürecini torpilleme” suçlamas› haks›z say›lmaz. Emmanuel’e gelince... FARC, annesini ve programdaki öteki rehineleri yak›nda Venezüella’ya teslim edece¤ini aç›klad›. Babas›na ne zaman kavuflaca¤›n› da zaman gösterecek...
29
Kraliyet la¤vedildi
Taylor sanık mahâlinde
Baflsız Türkmen borsası
Chavez esti geçti
NEPAL On yıl süren içsavafltan sonra silah bırakıp siyasete atılan Maocular, büyük bir zafer daha elde etti. Nepal parlamentosu, üçte ikiden fazla oyla monarfliyi kaldırdı. Böylelikle, Hindu inancının yeryüzünde kalan tek hanedanlı¤ı da tarihe gömüldü. 2005’teki Nisan Devrimi’nden sonra beklentilerini “anayasal monarfli”ye kadar düflüren Kral Gyanendra’nın hiçbir hükmü kalmadı. Bu fikre muhalefet eden Maocular, eylül ayında geçici hükümetten çekilmifl, monarflinin kaldırılmasını hükümete dönmenin önkoflulu yapmıfllardı. 12 Parti koalisyonu Maocuların talebine daha fazla direnemedi.
HOLLANDA Lahey Uluslararası Savafl Suçları Mahkemesi, eski Liberya devlet baflkanı Charles Taylor’ı iflledi¤i savafl suçları sebebiyle yargılamaya baflladı. Afrikalı bir liderin ilk kez uluslararası bir mahkemeye çıkarıldı¤ı dava, küresel hukuk açısından büyük önem taflıyor. Taylor, 1991-2001 arasında, komflu ülke Sierra Leone’deki içsavafl sırasında isyancı gerillalara elmas karflılı¤ı silah satmak ve bu yolla söz konusu grubun iflledi¤i cinayet, cinsel sömürü, çocuk asker kullanımı ve ya¤ma suçlarına destek olmakla suçlanıyor. Taylor’un yönetimdeyken iflledi¤i suçları ise duruflmanın kapsamı dıflında.
TÜRKMEN‹STAN Türkmenbaflı’nın izleri sanıldı¤ından hızlı silinecek gibi. Yeni lider Kurbangül Berdimuhammedov, 1998’de Türkmenbaflı tarafından konan on yıllık döviz ticareti yasa¤ını kaldırdı. Türkmenistan, 1 Ocak itibariyle uluslararası para piyasalarına açıldı. Çin sermayesi Aflkabat’a hücum etti. Bu dıfla açılma hamlesi bir yana Berdimuhammedov, geleneksel Moskova yanlısı politikaları sürdürüyor. Geçen ay, Rusya ve Kazakistan ile do¤u Hazar do¤algaz boru hattı anlaflması imzalandı. Proje, ABD ve AB’nin Türkmen gazını Avrupa’ya Türkiye üstünden taflıma planını baltalıyor.
VENEZÜELLA Referandum yenilgisinden sonra 2013’te iktidardan çekilece¤ini açıklayan Hugo Chavez, hükümette köklü bir revizyona gidiyor. Kabine de¤iflikli¤ine “ikinci adam”dan bafllayan Chavez, Jorge Rodriguez’in yerine devlet baflkanı yardımcısı olarak eski ‹skan Bakanı Roman Carrizales’i atadı ve 13 bakanın de¤iflece¤ini açıkladı. Bunların kimler oldu¤u flimdilik bilinmiyor. Sosyalist ekonomi yolundaki devletlefltirme politikalarını denetlemek üzere geçen yıl göreve getirilen Rodriguez, ço¤u Chavista tarafından 2 Aralık’taki referandum yenilgisinden sorumlu tutulmufltu.
‹klim de¤iflimi nasıl durdurulacak? 1987 tarihli WCED raporunda bir olasılık olarak ele alınan iklim de¤iflimi, o zamandan beri türlü spekülasyonlara maruz kaldı. Greenpeace ve AB politikacılarının hesapladı¤ı 2°C’nin Bali’deki BM ‹klim De¤iflimi Zirvesi, Kyoto Protokolü’nün hedeflerini üstünde bir ısınmanın iklim sistemini geri dögeniflletemedi. Ama bu hedeflerin yakın gelecekte büyümesi flaflırtıcı nülemez noktaya taflıyaca¤ı iddiası, James Hansen’in 1°C limiti ve niceleri... Bugün, olmayacak. Çünkü serbest piyasa “dünyayı kurtarmak” için kollarını 1°C’lik ortalama sıcaklık artı¤ını yaflamaya sasıvadı. Kyoto kriterlerinin uygulamaya girdi¤i 1 Ocak 2008, aynı dece birkaç yıl kala, 3.5 ilâ 6 °C’lik ısınmaları zamanda küresel çevre endüstrisinin de do¤umgünü partisiydi. anlaflılmaz bir rahatlıkla telaffuz edebiliyoruz. Yani, geri dönülmez nokta herkes için baflka BEKLENEN tarih geldi. 2008 ile birlikte Birlefl- Çevre ve Kalkınma Komisyonu (WCED) Rapo- bir yerde; e-posta “forvart”layarak iklim dumifl Milletler çatısı altında iklim de¤iflimine ru ile nikâh kıyılır. “Sürdürülebilir kalkınma” yarlı¤ı yaratmaya çalıflan Avrupalı çevreci için karflı ilk küresel harekât olan Kyoto Protoko- isimli ogzimoron bebe¤in do¤umuna sebep “en fazla on yılımız kaldı”, müzakerelerdeki lü’nün belirledi¤i “sera gazlarını azaltma dö- olan bu evlili¤i kutsayan tüm STK’lar ihyâ edi- Türk bürokrat için “önce ayrıcalıklı durumunemi” bafllıyor. Birleflik Devletler’in metnini lecek, UNEP ve benzeri mekanizmalarla muz tanınmalı” ve Bangladeflli çiftçi içinse gehazırlayıp imzaladıktan sonra parlementosun- da¤ıtılan çil çil altın “çevre sektörü”nü infla ri dönülmez nokta çoktan geçmifl durumda. Demek ki, iklim de¤iflimini –öteki ekolojik da onaylamadı¤ı, liberalleflme yolundaki Tür- edecektir. Bu flekilde, sermaye birikimi rejimikiye’ninse henüz imzalayacak kadar idrak nin varlı¤ını sürdürebilmek için çevrecileflme- sorunları da– hakikât kategorisinde de¤il, edemedi¤i protokol, insanlı¤ın gerçek anlam- ye ba¤laması, çevrecilerin sermaye etrafında algıya göre de¤iflen gerçeklikler olarak düflünmek gerekiyor. ‹klim de¤iflimi dendi¤inde, bir da küresel ilk meselesini çerçeveliyor. Yaklaflık birikmesi süreci olarak yaflandı. BM kurumlarınca ehlillefltirilip içsellefltiri- hidrolo¤un, bir veterinerin ya da bir sigor20 yıllık bir gecikme ve piyasanın gizli elinin yardımıyla dünyayı kurtarmaya soyunan bu len söylemin çevre hareketlerini kabaca ikiye tacının farklı öncelikleri çıkıyor. Herkesin kengiriflimi, kapitalizmin (kendi dinamiklerine) böldü¤ü söylenebilir. Statükoyla ortaklıklar dine göre bir küresel ısınması olunca, göreceli yeniliflini yeni bir zafere dönüfltürme faaliyeti kurarak “içeriden” bir fleyler yapmaya çalıflan siyaset devrinin çözüm önerileri de binbir çiçek açıyor... Bulutları ya da okya“proje çevrecileri”, saolarak okumak mümkün. nusları çeflitli parçacıklarla bomdece maddi olanaklara Tek istikâmet olarak balamak gibi mega teknolojik ulaflmakla kalmadı, süKapma aygıtı Kyoto Protokolü’nü fantazilerin baflı çekti¤i neolibe1970’lere kadar do¤rudan karflıt algılanan iki reç içinde profesyonelgösteren bu yeflil flovun ral çözüm havuzunda tek bir flekavram olan “kalkınma” ve “çevre”, ekoloji ile leflti, uzmanlafltı, bilimyıldızları, “özel teflebbüs.” ye yer yok: Rahatımız kaçmayakapitalizm arasındaki çeliflkinin temelini olufl- selleflti, hatta –isimleri Assolistler çıkana kadar cak, hiçbir tüketim nesnesi eksilturuyordu. Rachel Carson’un “Sessiz Bahar” STK olsa da– devletleflti. heyecanı tırmandıran meyecek, tesis kapanmayacak, (1963) kitabında dillendirdi¤i “ya kâr Muhalif kalmayı seçmifl akademisyenler ve kalkınmamız, geliflmemiz yavafltanrılarına baflkaldıraca¤ız ya da kontrolden ikinci grup, “dıflarıda” çevreciler, flimdi dünya lamayacak. En verimli buzdolapçıkan ekolojik ve toplumsal kriz gibi sonuç- yeflil bir siyaset üretme nasıl kurtarılırmıfl görecek. larından mı istersiniz, hidrojenle larıyla yüzleflmeye hazırlanaca¤ız” fikri, 70’ler kararıyla çevre sektörüçalıflan otomobillerden mi, çevreboyunca güçlendi. Çernobil benzeri felaketle- ne uzak durdukça, flikaci kredi kartlarından mı? rin geriliminden de beslenen gezegen du- yetin ötesinde bir fley yapamaz hâle geldi. Sonuç olarak sermaye cephesinde en uyguBugün her iki grubun da yukarıda sözü yarlı¤ı, teknoloji ve sanayinin radikal sorgulamasına giriflti. Akademik çevre tartıflma- edilen kalkınmacı-çevreci söylemin içine gitgi- lanabilir (en kârlı) görünen çözümler uygulalarındaki temel fay hattı, sınırsız büyümenin de daha fazla sıkıfltı¤ını görüyoruz. Hegemon- maya geçiyor. Tüketim toplumuna alternatif imkânsızlı¤ı, kalkınmanın ekolojik sınırları ya ya do¤rudan bu kavramlarla üretiliyor. Örne- önerilerin bir tür “gerçekçilik” de¤irmeninde ¤in, e¤er iklim de¤iflimine karflı somut bir öne- ö¤ütülüp yok sayıldı¤ı ve tek istikâmet olarak da “ekonomik kalkınmaya karflı çevre” oldu. Ve 70’lerde kuzey hükümetleri WWF, ri olarak 600 km’nin altındaki mesafelere uçufl- Kyoto Protokolü’nü gösteren bu yeflil flovun IUCN, Sierra Club gibi çevreci gruplarla “bi- ların kaldırılmasını ileri sürecek olsanız, ciddi- esas yıldızları, henüz sahne almakta olan “özel limsel” iflbirli¤ini arttırmaya gittiler. Hedef sa- ye alınması için önce “sektörel risk analizi” teflebbüs”. Assolistler meydana çıkana kadar dece sanayi toplumunu karflısına alan çevre yapmalı, istihdam sorunlarını “paydafllar”a heyecanı tırmandıran akademisyenler ve çevhareketini kafla¤ılamak de¤il, uzlaflmaz kav- taflımalı, “yönetiflim mekanizmaları”nda olufl- reciler, flimdi kenara çekilip dünya nasıl kurramlar hâlini almıfl “kalkınma” ile “çevre”yi turaca¤ınız bir “finansal planlama” ile bunu tarılırmıfl görecekler. Bu müzakereler silsilesiaynı cümle içinde kullanmaktı. Uluslararası “sürdürülebilir kalkınma dili”nde ifade edebil- nin heyecanına, Aralık 2007’de, Endonezkurumlar arasında bunu ilk yapan Dünya Ban- melisiniz. Tam da bu devletin dilini ve sorum- ya’nın Bali kentinde yapılan taraflar konfekası oldu. 1972 Stockholm Konferansı ile res- luluklarını devralma olgusu yüzünden, çevre- ransında bir kez daha flahit olduk. Ne var ki, miyet kazanan bu flörte (BM Çevre Programı ci örgütler, radikal de¤ifliklik talep edemeye- Ocak 2008’e girerken dünyada bu müzakereler yoluyla 1 gram sera gazı dahi azaltılmıfl de¤il! UNEP bu toplantı ile kurulur), 1987’de Dünya cek durumda.
“BAL‹ RUHU”: DE⁄‹fiEN ‹KL‹M, DE⁄‹fiEN ÇEVREC‹LER
Welcome to Kyoto business!
30
Gelen gideni aratırsa GÜNEY AFR‹KA Mandela’nın mirasını sürdürerek 1994’ten beri iktidarı elinde tutan Afrika Ulusal Kongresi (ANC), ülkenin kötü gidiflatına kendi eliyle müdahale etti. Son ANC kurultayında parti baflkanlı¤ına Jacob Zuma seçildi. Böylece devlet baflkanı Thabo Mbeki, parti içi muhalefetin iradesiyle etkisizlefltirildi. Önümüzdeki seçimlerde ANC’nin baflkanı adayı Zuma olacak. Mbeki’nin makroekonomik istikrarı sa¤lamak adına uygulamaya koydu¤u neoliberal politikalar, Güney Afrika’yı da ciddi bir toplumsal eflitsizlik sorunuyla yüzyüze getirdi.
Serbest piyasa çevrecili¤i Küreselleflen çevre problemleri sürecinde modern siyasetin iki dönemi ortaya çıkıyor: 1980’lere kadar gelen ulus-devlet, düzenleyici yönetim, yönetilen toplum devri, ki çevresel teknolojik standartlar, lisanslar ve yasal limitlerle iflliyordu; ve 80’lerden sonraki yönetiflim, küreselleflme, görecelik ya da pesimizm dönemi. ‹flte bugün bütün angaje çevreciler tarafından “yetersiz ama zorunlu istikâmet” olarak kabul edilen Kyoto Protokolü, çevre siyasetinde bu dönemler arası geçiflin imzası. ‹ktidarın yeni dönemde yeniden tertiplenmesini Foucault üç eksende izliyordu, bakınız nasıl uyuyor: Kurumsal merkezileflme (FCCC), yeni ve etkin bilgi üretimi (IPCC), iktidarın çözülmesi/yayılması (bölgesel ve uluslarası sinerjiler, kamu-özel sektör ortaklıkları, vs.)... 70’lerden beri süren BM’nin küresel ısınmaya müdahale sürecinin 1992’deki ünlü Rio zirvesinde, ABD, BM ‹klim De¤iflimi Çerçeve Sözleflmesi’nin (UN FCCC) yasal ba¤layıcılı¤ı olmayan bir “çerçeve” olmasını garantiye aldı. Ancak bilim dünyası ve Avrupa’nın baskısıyla Kyoto’ya giden befl yıllık müzakere sürecinde söylem de¤ifltirildi: E¤er yasal ba¤layıcılık olacaksa belli “esneklikler” olmalıyd›. 1997 tarihli Kyoto Protokolü, ABD’nin AB’yi ikna etmesiyle “esnek” bir yaptırım anlaflması olarak çıktı. Kalkınmıfl bir ülkedeki yatırımcının gözünde, Kyoto Protokolü’nün finans yönetimi dünyasında ne kadar mâkul oldu¤u apaçıktır. Kâr nerede fazlaysa oraya uçan, zarar nerde azsa oraya kaçacaktır. Örne¤in yüzde 7’lik emisyon azaltmasını kuzeydeki tesisinizin verimlili¤ini arttırarak yapaca¤ınıza, sözgelimi Hindistan’da yeni bir yatırımla yerine getirmifl oluyorsanız, daha ne istersiniz? Teflvik! Çevresel maliyetlerin içsellefltirilmesi süreci, deltaları, ırmakları, ormanları vs. ile bütün çevrenin fiyatlandırılması sürecidir. Kapitalizmin do¤ayı koruma yolu, onu ölçüp biçmek, ifllevine ve piyasaya göre fiyatlandırmak ve “yok olmayacak flekilde” sürmesini, en verimli hâliyle “çalıflmasını” sa¤lamaktır. Mesela ormanın ifllevi nedir? Karbondioksiti oksijene çevirmek. Öyleyse en çok oksijen üreten orman en de¤erlisidir! Ekosistemin bütünlü¤ünü yarım yamalak anlayan kâr hırsının onu “optimize etme”, “yönetme” çabası yeni bir fley de¤il, yeni olan buldu¤u taraftar zemini. Kyoto’yu bir çevre sözleflmesinin ötesinde, küreselleflme yolunda bir dönemeç olarak kurgulayan ABD, II. Bush döneminde “bebe¤ini”
Mbeki Zuma
Giderek büyüyen gelir uçurumuna kamu hizmetlerindeki fiyaskolar da eklenince, ülke geçen yıl bir genel grev kasırgasıyla sarsıldı. Tarihsel olarak ANC’nin bünyesinde yer alan Güney Afrika Komünist Partisi ve iflçi sendikaları, Mbeki yönetiminden uzunca bir süredir rahatsızdı, ayrı çalıflmaya bafllamıfltı. Muhalefetin büyük gürültü kopardı¤ı ANC kurultayında toplanan 5 bini
aflkın delegenin yüzde 60’ı Mbeki’ye karflı oy kullandı, ancak bu sandı¤a Zuma’nın zaferi olarak yansıdı. Mbeki yanlılarını kızdıran sonuç, bölünme tehlikesi do¤urdu. Hareketin önde gelen liderlerinden biri olan Zuma, ANC hükümetlerinde birçok alengirli ifle bulaflmıfl bir flahsiyet. Zuma’nın, 1999’da, ülke yoksulluktan kırılırken, Avrupalı ve yerli firmalarla yaptı¤ı 5 milyar dolarlık silahlanma anlaflması, büyük bir yolsuzluk skandalı oldu, ama yırttı. 2005’te danıflmanı Fransız silah flirketi Thales’ten rüflvet alırken yakalandı¤ı için görevinden alındı. Hakkındaki tecavüz iddiaları cabası...
AB’ye emanet edip daha fazla petrol rezervini ediyor. Bizi susuzluktan kurtarmak için el altına almak üzere Ortado¤u’ya girdi. Bu yapılması gereken devasa su yatırımları, bizi manevra dünyada infialle karflılandı. Öyle ki, elektriksiz bırakmamak için gereken enerji Amerika düflmanları süreç içinde Kyoto Proto- yatırımları, tuhaf virüslere müdahale için gekolü’nün ateflli savunucuları hâline geldi. Böy- rekli tıbbi yatırımlar... Çevre öyle bir sektör ki, lece yetersiz ve eflitsiz de olsa tek istikâmet ol- dünyayı kurtarma misyonuyla görevlendirildu. Ona dil uzatan her söylem komploculukla mifl, yönetiflim mekanizmalarıyla normsuçlandı. Kyoto Protokolü’nün neoliberal refe- lafltırılmıfl, bir eli borsada, öbür eli tüketiciyi ranslarını, ekonomik küreselleflmenin tek yön- bilinçlendirip biçimlendiriyor. Plastik çevrecilü modelindeki yerini ve özellikle de “serbest li¤in tek seçenek hâline geliflini izliyoruz. Türkiye’de yeflil mücadelenin Kyoto kadar piyasa çevrecili¤ini” tartıflmaya açanlar, petrol dar bir talebe, hem de “Kyoto’yu ‹mzala! ‹klim lobisi ile aynı kefeye kondu. Tartıflılmaya çalıflılan Kyoto Protokolü’nün De¤iflikli¤ini Durdur” kadar sı¤ bir sloganla etkisizli¤inin ötesinde, nasıl bir dünya tasav- gerilemesini nasıl düflünmeliyiz? Türkiye, iklim de¤iflimi ve enerji politikası vur etti¤i, nasıl bir polikonusunda dünya siyasetini en az tik/etik/sosyolojik çerÇevre sektörü dünyayı on yıl geriden takip ediyor. Öte çeve ile birlikte iflledi¤ikurtarma misyonuyla yandan, enerji yatırımlarını henüz dir. Yaflayan nesil kapigörevlendirilmifl, yapabilmifl, daha do¤rusu Kyoto talizmin gezegenin yönetiflim mekanizmasıyla Ek-B kapsamındaki sanayi ülkelesınırlarına kadar akıl normlafltırılmıfl, bir eli rinden kaçan kirli yatırımlara kualmaz bir ivmeyle büborsada, öbür eli tüketiciyi cak açıyor. Adeta yangından mal yüdü¤ünü gördü. Sürbiçimlendiriyor. Plastik kaçırma telaflıyla gerçeklefltirilen dürülebilir kalkınma çevrecili¤in tek seçenek enerji ve ilgili endüstri yatırımları ile amaçlanan, temas hâline geliflini izliyoruz. “içeriden” hiçbir dirençle karflılafledilen o sınırları (1) bimıyor. Kamu sektörüne ve sermalimsel yöntemlerle tayin etmek (ki aslında yukarıda kısacık yeye angaje çevre örgütleri üstlerine düflen tartıflıldı¤ı gibi bu bir de¤erler meselesidir), (2) “tartıflmaya açma” görevini yerine getirmiyor. tüketici ve arz üretme sistemini o sınırlar için- Onların bofl bıraktı¤ı yeri sokaktaki “ideolojik” de en verimli flekilde iflletmek ve (3) bunu bir çevreciler doldurmaya çalıflıyor. Yani, bugün demokrasi / yönetiflim tiyatrosu olarak sürek- anti-kapitalistleri, yeflilleri, ekolojistleri Kyoto li yeniden sahnelemektir; her deltada, her or- savunucusu pozisyonuna kaymıfl görüyorsak, bunun sorumlusu biraz da memleketin profesmanda, her boru hattında... yonel çevrecileridir. 1980’lerden beri sürdürülebilir kalkınma emzi¤i ile beslenen bu dernek, Marka olarak çevrecilik: Plastik ekolojisi Kyoto Protokolü’nün faaliyette olaca¤ı önü- vakıf ve ajansların, Türkiye’de hâlâ ulus-devlemüzdeki dört yıl sadece ekolojik sistemin ser- tin fosil vizyonuna karflı çıkacak kadar kendibest piyasa tarafından kurtarıldı¤ına flahit ol- ne güvenmedi¤i, ya da artık karflı çıkamayacak mayaca¤ız, büyük olasılıkla batı demokrasisi- kadar dönüflüm geçirdi¤i saptanmalıdır. Ticari-endüstriyel çevrecili¤in yönetiflim tinin son sürümü olan yönetiflim mekanizmalarına da hayran kalaca¤ız. STK’ların rol almak yatrosu eflli¤inde mühendislik ve iflletmecilik için rekabet etti¤i kamu-özel sektör iflbirlikleri, vizyonunu ne kadar ileri götürebilece¤ini kesevlerimize kurflunsuz, sülfürsüz vs. eflyalar tirmek zor; ancak enerjiyi gerekli oldu¤u yerde olarak girecek. Ziyadesiyle düflük Kyoto he- ve anda üretmenin, uyum sa¤lamanın, yavaflyeme¤in, yayalı¤ın, bisikletin, kısacası sanayi deflerine hızla eriflilmesi iflten bile de¤il. Bu küresel trendi erkenden yakalayan giri- sonrası bir çevreci anlayıflın bu sahnede yeflerflimciler, çoktan ne kadar çevreci olduklarını mesi imkânsız. Sermayenin yeflillenmesi pagösteren ürün ve reklamlarla göz boyamaya hasına çevre sektörünün yönetiflim mekanizbaflladı. Çünkü AB’nin baflını çekti¤i kampın malarına kurban edilen çevre hareketlerini ve yıllardır herkesi ikna etmeye çalıfltı¤ı gibi, “bu neoliberal projelerin pefline takılan çevreci iflte iyi para var”. Dünyayı kurtarma ifli, çevre- enerjiyi yeniden talepkâr ve organik bir zemisine do¤ru daha fazla büyüyemeyecek hâle ne çekmek mümkün mü? Bunun yolu, sektögelmifl endüstriyel sistemi kendi içine çevire- rün sürdürülebilir kalkınma, verimlilik, arz cek (verimlilik) ve teknolojiyle devamını geti- güvenli¤i, tüketici bilinci gibi kavramlarıyla rebilece¤ine inandıracak kadar çok para vaat hesaplaflmaktan geçiyor. –Mehmet Ali Üzelgün
31
Foto¤raf: Özcan Yurdalan
F‹KR‹ TAK‹P / GDANSK 2007: EMEK HAREKET‹N‹N GEÇM‹fi‹ VE GELECE⁄‹
Neo-liberalizme karfl› yeni sendikalizm Geçen say›m›zda, 9-11 Kas›m’da Dayan›flma Sendikas›’n›n do¤um yeri olan Gdansk’ta düzenlenen “Sendika Örgütlenmeleri Stratejileri” toplant›s›na kat›lan Koray Çal›flkan’›n izlenimlerini nakletmifltik. Bu say›da “fikri takip” yap›yoruz, Çal›flkan’a akl›m›za tak›lanlar› soruyoruz... “Sendika Örgütleme Stratejileri” toplant›s›nda örgütlenme üzerine ö¤rendi¤iniz en önemli fley neydi? Koray Çal›flkan: Avrupa sendikac›l›¤›n›n bizim önümüzden giderek benzer sorunlarla daha önce bo¤ufltu¤unu zannediyordum. O kadar oryantalizm elefltirisi yap›yoruz, yine kendimizi küçük görüyoruz. Orada da durum benzer; herkes birbirine biraz çaresizlikle bak›yor, birbirinden medet umuyor. Ö¤rendi¤im en önemli fley, örgütlenmeye dair sendikalar›n pek kafa patlatmad›¤›yd›. Bildi¤im kadar›yla, Avrupa sendikac›l›k tarihinde ilk kez böyle genifl bir toplant› oldu. Birbirinden ba¤›ms›z dört alt grup sendikal mücadeledeki gerilemenin nedenlerini çal›flt›. Sonra bir araya gelip tart›flt›k. Ayr› dillerde ayn› sonuca vard›k: Örgütlenme stratejileri gelifltirmemek, örgütlenmeye ayr› fon ve enerji ay›rmamak, profesyonel örgütlenme ekipleri yetifltirememek. Almanya’dan ver.di ve Britanya’dan TUC s›rf örgütlenme meselesini çal›flmak ve örgütçü yetifltirmek için profesyonel okullar kurmufllar. Bizim de yapmam›z gerekiyor. Farketti¤im flu oldu: Neo-liberalizmle bafla ç›kmak için neo-sendikalizm do¤uyor. Bunun sanc›lar›n› çektik beraber. Daha sonra, en baflar›l› iki örgütlenme hikâyesi konufluldu. Bizim E¤itim-Sen çal›flmam›z, Solidarnofl’un temizlik ve güvenlik iflçileri örgütlenme çal›flmas›n›n arkas›ndan, ikinci en önemli deneyim olarak seçildi. Gerçi sendikada yoga ve sa¤l›kla beslenme semineri açm›fl olmam›z› Do¤u Avrupal›lar biraz afla¤›layarak, Bat› Avrupal›lar da ciddi flaflk›nl›kla karfl›lad›lar. Olumsuz denebilecek izlenimleriniz neler? Post-Sovyet ülkelerden gelen arkadafllar-
da az›msanamayacak bir y›lg›nl›k ve inançs›zl›k, ileri kapitalist ülkelerden gelen sendikac› arkadafllar›n bir bölümünde de ileri burjuval›k gördüm. Daha sonra, burjuva diye öteledi¤im adamlardan birinin küresel ›s›nmaya etkisi oldu¤u için –Mercedes fabrikas› örgütçüsü oldu¤u için ciddi bir indirime sahip oldu¤u halde– araba almay›p bisiklete bindi¤ini, Gdansk’a uçtu¤u için küresel ›s›nmaya neden oldu¤undan, atmosfair.de web sitesine para ba¤›fllad›¤›n› ve bunu hep yapt›¤›n› ö¤rendim. Yani kategorilerimiz hem iflliyor, hem ifllemiyor. fiafl›rmadan örgütlenilmiyor. Onu gördüm. Neler konufluldu bu toplant›da? Üç günlük bir toplant›yd›. Neredeyse âdet olmufl, ifli bilen insanlar bir araya geliyorlar, sonra bildikleri ifli kendilerine anlats›n diye bir profesör getiriyorlar, onu dinlerken de do¤al olarak uyuyorlar. Üç günün iki yar›m günü Katalan bir profesörün h›mh›mlar›n› dinlemekle geçti. Örgütlenme deneyimi olmayan, bir emekçiye “gel bizimle ol” bile dememifl ve bu eksikli¤ini elefltirel kuram, Marx, Foucault diyerek yamayan uzman sol entellektüellerden uzak durmay› ö¤rendik. Bunun d›fl›nda, üç atölye ve üç genel çal›flma toplant›s› yapt›k. Herkes önce kendi ülkesinde ne oldu¤unu anlatt›. Deneyimler üçe ayr›l›yor. Post-Sovyet ülkelerde yüzde 60’lara varan bir sendika üye kayb› yaflan›yor. Sosyal demokrat ülkelerde üye say›s› düflme h›z› ya da üye azal›m› durmufl. Akdeniz ülkelerinde, Türkiye’deki kamu çal›flanlar› hariç, her yerde sendikalar kan kaybediyor. Bunun önüne nas›l geçilir, o konufluldu. Dersler basit. Öncelikle profesyonel örgütlenme tak›mlar› kurup, sendikalar›n bütün güçlerini örgütlenmeye vermeleri
Hak-‹fl dört senede, yüzde 81 üye art›fl› sa¤lad›! Tabandan gelerek örgütlenen bir muhafazakârl›k var. Bu nas›l afl›lacak, sendikal hareketin görmesi gereken bu.
gerekiyor; siyasetüstü sendikac›l›k yapmalar› gerekiyor; aktivizmi desteklemeleri ve sosyalist bir perspektifi elden b›rakmamalar› gerekiyor; sosyalist perspektifi açmalar›, gelifltirmeleri gerekiyor. Bir de ben sendikalar›n hayat› kurmaya aday olmalar› gerekti¤ini söyledim. PostSovyet ülkelerden gelen arkadafllar, “hayatla fazla oynamayal›m, sonra kötü oluyor” dediler. Avrupa yeni solu ad›na ne ö¤rendiniz? Sol var, ama perspektif yok. Avrupa sosyal demokrasisi, efendilerinin dünya halklar›ndan çal›p ç›rpt›klar›n› emekçilerle paylaflmak üzerine kurulu bir düzen düflledi. fiimdi o düzen ellerinden kay›yor. Sosyal demokrat idealin kurucusu Bernstein, alt medeniyetler, üst medeniyetlerin gereksinimlerine göre flekillenirler derken sömürgecili¤i olumluyordu. Avrupa yeni solu, yeni sömürgecilik formlar›ndan nemalanmakla yeni sosyalist idealler yaratmak aras›na s›k›flm›fl durumda. Yeni sosyalist idealler ise Dünya Sosyal Forumu’ndan medet umuyor. Bu forumlar›n s›n›rlar› da kazan›mlar› da Express ya da Birikim gibi dergilerde defalarca yaz›ld›. Avrupa yeni solunun, en az›ndan Gdansk’da gördü¤üm kadar›yla, kafas› hayli kar›fl›k. Ancak, farkettikleri bir önemli fley var: Emekçiler art›k beraber hareket etmek zorunda. Zira, sermayenin ulus-devlet s›n›rlar›n› art›k neredeyse tamamen açm›fl olmas›, Avrupa emekçilerinin hayat standard›n› zorluyor; Hintli veya Çinli emekçilerle dayan›flmazlarsa, uzun vadede kendi durumlar›n›n daha kötü olaca¤›n› görüyorlar. Ama bu dayan›flma hatlar› nas›l kurulur, kestiremiyorlar. Sendikac›l›k ad›na, son dönemde dünyada dikkatinizi çeken bir iyi, bir de kötü örnek verebilir misiniz? ‹lginçtir, iyi örnek de kötü örnek de ayn› sendikadan, Solidarnofl - Dayan›flma Hareketi’nden geliyor. Kötü örnek, baflar›l› Dayan›flma Hareketi’nin geldi¤i nokta. Çok ac› bunu söylemek ama, 1980’lerin bafllar›nda, kendi içinde dönüfltürülebilecek bir iflçi hareketini, bütün araçlar›, bütün siyasetiyle kötü yürüyen bir kamudan al›p kötü yürüyen bir burjuvaziye teslim etmifl oldular. Bence, Leh WaleKoray Çal›flkan
33
sa iflin nereye gidece¤ini tahmin edebiliyordu. Polonya’dan ç›kan Papa’n›n bafl›ndan beri Dayan›flma’y› desteklemesi, popülerlefltirme aç›s›ndan son derece önemliydi. Ama, Papa’n›n Güney Amerika’da neler yapt›¤›n› Leh Walesa’n›n bilmeme olas›l›¤› yoktu. Bafllang›çta denedikleri yatay demokrasi, her meselenin tart›fl›l›yor olmas› güzel. Ama bu kadar güzel tart›fl›p, bu kadar yatay örgütlenen bir örgütün, hareketi sa¤ bir dalgan›n üzerine koymas› çok üzücü. Yani kötü örnek, Solidarnofl’un ald›¤› hal. “Devlete dair her fley kötüdür; öyleyse, patronlar idare etsin, biz de sendikac›l›k yapal›m” dediler. Bir sendikal hareket, siyasî bir harekete dönüflüp –milyonlarca insan pefllerine tak›ld›– rejimi dönüfltürebilecek kudrete ulafl›yor; ama emek hareketi olarak de¤il, emek hareketi olaca¤› anda da sendikac›l›¤› b›rak›yor. Bugün üye say›lar› 700 binlere kadar düflmüfl durumda. Bir emek hareketinin neo-liberalizmi kurmas› son derece ac›. Fakat, iyi örnek de yine Solidarnofl’tan, çünkü hareketin yeni kuflak sendikac›lar› farkl›. Birincisi, yaln›zca siyasî sendikac›l›k yap›p, eme¤in örgütlenmesini bir tarafa b›rakan sendikac›lar gibi de¤iller. Sendikac› gibi çal›flmaya bafllam›fllar. fiu anda, Varflova’da güvenlik sektörünü örgütleme çal›flmas› yürütüyorlar. Ba¤›ms›z örgütçülerle bunu yap›yorlar. Biliyorsunuz, uluslararas› flirketler güvenlik sektörünü ele geçirmifl durumda. Birinci, ikinci ve üçüncü dünyada neo-liberalizm sayesinde en h›zl› geliflen sektör güvenlik sektörü. Yoksulluk öyle art›yor ki, varl›kl›lar mallar›n› yoksullardan korumak için, o yoksullardan bir k›sm›n› ifle almak zorunda kal›yor. Solidarnofl Hareketi de güvenlik çal›flanlar›n› örgütlüyor. Neo-liberal dönemde eski tarz sendikac›l›k yap›ld›¤› için bugün bu kadar kötü durumday›z. Solidarnofl yeni tür sendikac›l›k yapmaya bafllad›. Bu da güzel bir gösterge. Kay›t d›fl› çal›flanlar, geçici ifllerde çal›flanlar, herhangi bir sosyal güvenceye ve sendikaya ba¤l› olmadan çal›flanlar... Özellikle metropollerde böyle çok büyük bir kesim var. Kay›t d›fl› çal›flanlar, iflverenin sendikalaflmay› engellemek için kulland›¤› bir unsur haline de geliyor. Yeni dönem sendikac›l›k buna karfl› ne yapmal›? Formel, informel, kay›tl›, kay›t d›fl› veya illegal dedi¤imiz kesimler de, birebir piyasan›n içinde. Kapitalizm dedi¤imiz yap›n›n d›fl›nda de¤il, içinde. fiunu görmemiz gerekiyor: Birincisi, kafam›zda oluflturdu¤umuz ulus duvarlar›n› bir tarafa b›rakmal›y›z. ‹kincisi, sistemin legal, illegal veya kay›t içi-kay›t d›fl› kavramsallaflt›rmalar›n› sendikac›lar kullanmamal›. Bunu yapabilmek için, kendilerini savc› gibi düflünmemeye azamî özen göstermeleri gerekiyor. Bizim sendikalar›m›z›n baz›lar›nda, insan haklar› mücadelesinde olsun, s›n›f mücadelesinde olsun, bu mücadeleyi veren baz› arkadafllar›m›zda kendini cumhuriyet savc›s›n›n yerine koyma e¤ilimi mevcut. “Bunu sendikaya kaydedersek bize dava açarlar m›?” gibi
34
500’ün üzerinde iflçi çal›flt›ran flirketlerde h›zl› ilerleyen bir örgütlenme yap›m›z var. Ama, tafleronlaflt›r›lan sektörlerde, 20 kiflilik yerlere giremiyorsunuz bile. Çünkü ço¤unlu¤un küçük iflletme oldu¤u bir dünyada eski tür örgütlenme düflünemezsiniz. Türkiye ekonomisinin büyük bir kesiminde küçük iflletmeler bulunuyor. Yeni liberalizme paralel, onunla bafla ç›kabilecek kadar kudretli, yeni bir sendikalizm gerekiyor.
bir tav›r var. Sen sendikaya kaydet, istiyorlarsa dava açs›nlar. Yani Hindu bir arkadaflla, Hindu olmayan bir arkadafl›n ayn› sendikada varolabilmeleri gerekiyor, bunun zeminini kurmak gerekiyor. Asl›nda 1990’larda, 12 Eylül sonras› ilk sendikac›l›k hareketinde bunun örnekleri var. Kanunlar sendikac›l›¤a izin vermedi¤i halde, o dönemde sendikalar örgütlendiler. Dolay›s›yla, bu dönemde sendikac›l›k, bir flekilde illegal olarak bafllam›fl oldu. Ayn› fleyi, bir flekilde hizmet sektörüne de tafl›mak gerekiyor... Bunun kanunî altyap›s› yok, çünkü kanun, ismi üzerinde, legal yerde oluyor, kay›t d›fl› yerleri regüle edemiyorsunuz. Zaten oralar regüle edilemedikleri için devlet taraf›ndan kullan›l›yor. fiu anda, Türkiye’de çal›flan Moldavyal› iflçileri düflünün: Seks sektöründen gündelikçili¤e uzanan bir yelpazede çal›fl›yorlar. Bu insanlar›n tamam›ndan devlet nemalan›yor, çünkü ülkeye her girifl ç›k›fllar›nda onlardan para al›yor. Bu bir nevi vergidir. Ayr›ca, bu göçmen iflçiler ‹stanbul’daki burjuvazinin evlerinde çal›fl›yor. Kimseye ar›za ç›karmay›p çok ucuza emek sarfediyorlar. Emek piyasas› dedi¤imiz fley, emek alanlar›n› regüle edecek, emek maliyetini düflürecek mekanizmalar bar›nd›r›r. Bunlar da o mekanizmalard›r. Bu mekanizmalar› sekteye u¤ratmak gerekiyor. Bunun yollar›n› bulmak da bize kalm›fl bir fley. Milliyetçilik üzerinden kurulan ve Türkiye'de de yayg›n olan sendikac›l›k anlay›fl›n› nas›l de¤erlendiriyorsunuz? Türk-‹fl son seçimlerde hükümetten yana tav›r ald› mesela. Geleneksel olarak iki tür sendikac›l›k var, dünyan›n her yerinde böyle. Biri, Türk-‹fl gibi, asl›nda zaman›nda, emek hareketini regüle etmek için kurulan hareketler. Dünyan›n her taraf›nda böyle hareketleri görmek mümkün. Özellikle Çin devriminden ve Güney Amerika’da sosyalistlerin emek hareketi içinde güçlenmelerinden sonra, Bat›’da bir sürü sa¤c› düflünür,“emekçilerin örgütlenmesini engellemeye çal›flmayal›m, daha s›hhatli, dikkatli sendikalar kursunlar, bunlar› da iflin içine sokal›m” dedi. Türk-‹fl zaten böyle ortaya ç›k›yor. Türk-‹fl, iktidar›n dümen suyunda gitmeye teflne bir örgüt. fiimdi Türkiye’de AKP iktidar›n›n yavafl yavafl köklere inmeye bafllad›¤› bir döneme girdik. Daha önce, neo-liberalizmden darbe yemifl kitlelerin, yukar›dan oylar›n› örgütlemek üzerinden iktidara geldiler. fiimdi, afla¤›dan, taban›n› örgütleyerek iktidara gelmeye çal›fl›yorlar. Türk-‹fl’e bakmaya gerek yok, Hak‹fl’e bak›n. Dört senede, dünya tarihinde örne¤ine çok az rastlan›r bir flekilde güçlendiler. Dört senede, yüzde 81 üye art›fl› sa¤lad›! KESK’i geçti, D‹SK’i geçti. ‹flçi Konfederasyonlar› aras›nda ikinci. Bütün konfederasyonlar aras›nda da ikinci. Demek ki muhafazakârl›k, tabandan iflçileri de, meslek gruplar›n› da örgütleyerek yukar›ya ç›kmaya çal›fl›yor. fiimdi ço¤u insan baflörtüsü konusunda tart›fl›yor. Oysa baflörtüsünü tart›flmak, semptomla u¤raflmak gibidir. Kanser hastas›na aspi-
rin vermek gibi bir fley. Türkiye’de tabandan gelerek örgütlenen bir muhafazakârl›k var. Bu nas›l afl›lacak, sendikal hareketin görmesi gereken bu. Sosyalist, ilerici ya da sosyal demokrat sendikac›lar, olmayan siyasî güçlerini sendikan›n içinden peydahlamaya çal›fl›yorlar. Mesela E¤itim-Sen, flu ana kadar ki ço¤u temsilcili¤ini ÖDP mi, EMEP mi ayr›m›na harcayarak eritti. Emekçilerin örgütlenmesini engelleyecek bir durufl bu. Siyasî hareketten ziyade fikir kulübü addedilecek partilerin, emek örgütlerini hantallaflt›rmas› bu. Evet, bir taraftan Türk‹fl’e, Hak-‹fl’e k›zal›m, iktidardan ba¤›ms›z, siyaset üstü bir sendikac›l›k yapamad›klar› için. Ama öbür taraftan, KESK’e, E¤itim-Sen’e de k›zal›m, çünkü onlar da siyaset üstü bir sendikac›l›k yapam›yorlar. Sendikal olarak nerede durdu¤umuzu daha dikkatli tartmam›z gerekiyor. Sendikac›l›ktaki siyasete afl›r› temayülün nedeni ne? Örgütlenmenin kendisini ciddi bir flekilde düflünmüyoruz. Bir örgütlenme stratejimiz yok. Fazla siyasîleflme, en son yapaca¤›n›z fley olmal›; çünkü, yapaca¤›n›z iflin kendisi, zaten fazlas›yla siyasîdir. Siyasî olmayal›m demiyorum. Fakat kalk›p, anadilde e¤itim üzerine siyasetinizi örgütlerseniz ya da karfl›n›zdaki sendikalar›n bu durumu kullanmas›na izin verirseniz, hata yapm›fl olursunuz. Birincisi bu: Sendikac›l›k yap›yoruz, ama örgütlenme üzerine çok iyi düflünemiyoruz. ‹kincisi de, bir hata de¤il, bir durum. Biraz önce 1990’lardaki sendikac›l›ktan bahsettik; örne¤in, E¤itim-Sen’in kurulmas›, KESK’in bir konfederasyon olarak oturtulmas›, çok ciddi bir mücadelenin sonucudur. Özellikle 1980 öncesinde örgütlenip, darbenin gücünü yaln›zca örgütlülüklerinde de¤il, bedenlerinde de hissetmifl bir kuflak bunu mümkün k›ld›. Onlara müteflekkir olmal›y›z. Deneyimlerini dikkatle dinlemeli, kendi deneyim havuzumuz içinde en önemli yere koymal›y›z. Ama o kadar. fiu anda yeni bir dünya var. fiimdi Türkiye’deki iktidar iliflkileri polisle, askerle yürümüyor. Büyük bir bölümü görülmeyen, Türk-‹fl ve Hak-‹fl örneklerinde de görülece¤i üzere, gündelik iliflkilere giren, r›za idaresiyle, emekçilerin r›zas›n› alarak yürüyen bir iktidar iliflkisi mevcut. Neo-liberal iktidar dedi¤imiz budur. Bu dönemde “faflizme karfl› omuz omuza” sendikac›l›¤› yapamazs›n›z. Daha dikkatli bir sendikac›l›k yapman›z gerekiyor. Ezen-ezilen iliflkilerinin rahatça görülemedi¤i, yani 1980-85 döneminde oldu¤u gibi ya da Polonya’da 1983’de oldu¤u gibi kolayca bir suçlu, bir zalim gösterece¤iniz bir düzen olmad›¤› zaman, “burjuva sizi eziyor, siz de burjuvalara karfl› örgütlenin, kendi dünyan›z› devrimden sonra yarat›n” dedi¤inizde, millet George W. Bush’a bakt›¤› gibi bakar size. Bu art›k bir karikatür gibi duruyor gerçekten. Çünkü biliyoruz ki, iktidar iliflkileri burjuvazi ile iflçi s›n›f› aras›nda yaflanan tensel bir temasa dayanm›yor. fielaleler fleklinde iç içe geçmifl ve yaln›zca s›n›fsal olarak de¤il, toplumsal cinsiyet, etnisite,
kadar çal›fl›yorsan›z o kadar sendika aidat› ödeyebiliyorsunuz. Sendikalar birbirlerini destekleyerek, örgütlenmeye güç ay›rarak, sendika içi bürokrasiden güç alarak bunu yap›yorlar. Bunun çal›fl›ld›¤› iki yer var. Birincisi, ‹ngiltere’de bir örgütlenme okulu olan TUC. Bu çeflit zor alanlarda nas›l örgütlenilece¤i, örgütlenilirken ortaya ç›k›yor. Farkl› yerlerde örgütlenen insanlarla deneyim paylafl›m›n› nas›l yapacaks›n›z? Makaleler yaz›yorlar, dergiler ç›kar›yorlar, içerisinde elefltirel yaklafl›mlar›n da bulundu¤u koskoca bir yap› var. Bizim de buna benzer, emek perspektifinden bir iflletme bilimine ihtiyac›m›z var. Çünkü bir devrim oldu¤unu düflünün, bu konuda hiç bilgimiz yok. Hayat› örgütlemeye dair deneyimimiz çeyrek yüzy›l öncesine dayan›yor. Biz, evet do¤ru, ac› çektik, sol da çok y›prand›. Fakat art›k solun pozitif siyaset kurmas›n›n zaman› geldi. Bunu nas›l yapacak? Do¤ru dürüst emek örgütleri kurarak yapacak. Emek örgütü içerisinde dayan›flma hatlar›n› kurarak yapacak. YÖRSAN mesela, iflçileri iflten ç›kard›, hemen ona karfl› bir eylem gelifltireceksin. Yeni anayasa sürecinde solun daha somut talepler dile getirmesi gerekmiyor mu? Mevcut anayasadaki haklar bile t›rpanlan›yor. Kesinlikle gerekiyor. fiu anda, burjuvazinin dümen suyunda, s›n›rl› liberal bir anayasa yapt›klar›n› söylüyorlar. Fakat gördü¤ünüz gibi, bir-iki madde d›fl›nda, 1982 anayasas›ndan renk olarak bir fark› yok. 1982 anayasas› o kadar kötü bir anayasa ki, bir maymunun eline verseniz daha iyi anayasa ç›kar›r. Bizim daha iyisini yapmam›z gerekiyor; onu göremiyorum. Zaten tüccar zihniyetli bir siyasetin, kendine yazd›¤› anayasadan da, aç›kças› Za-
Fransa’da çal›flanlar›n yüzde 9’u sendikal›. Türkiye’de ise yüzde 9’un biraz üstü. Fakat Fransa’daki bu oran, bütün ülkeyi sallayabiliyor. Çal›flanlar›n yüzde 50’si sendikal› olaca¤›na, aktivist bir yüzde 10 sendikalafls›n.
fer Üskül gibi de¤erli anayasa profesörlerini kendi kadrolar›na katsalar dahi, çok ciddi bir fley beklemek do¤ru olmaz. Onlar›n flu anda yapmaya çal›flt›¤›, yeni muhafazakâr sistemde orduyu bir yerlere koymaya çal›flmak. Baflka bir fley yapt›klar›n› zannetmiyorum. Ki TCK’n›n 301. maddesi, Hrant Dink cinayetinin arkas›n›n soruflturulmamas›, fiemdinli’de bombac› askerlerin serbest kalmas›, iktidar olarak kendine bir yer haz›rlayan partinin yapaca¤› anayasan›n da nereye gidece¤ini bize gösteriyor. Birçok alanda ayn› anda mücadele etmek gerekiyor. Sendikac›l›¤›, ekonomi-politi¤i es geçmeden tabana indirebilecek bir kadro görüyor musunuz? Çok iyi sendikac›lar var. Onlar sayesinde sosyalist, soysal demokrat bir hareket var. Elefltirmek isabetli, ama Türkiye’de D‹SK gibi önemli kazan›mlar var, KESK’te çok önemli bir deneyim birikimi var. ‹kisinin de üye say›s› epey düfltü ama... Fransa’da çal›flanlar›n yüzde 9’u sendikal›. Türkiye’de ise yüzde 9’un biraz üstü. Fakat Fransa’daki bu oran, yani yüz kifliden dokuzu, bütün ülkeyi sallayabiliyor. Yüzde 50’si sendikalaflaca¤›na, aktivist bir yüzde 10 sendikalafls›n. Ama ilginç bir dünyada yafl›yoruz, bunu da anlamakta güçlük çekiyorum: Mesela bir memur, bir telefon al›r, bir Do¤an ya da fiahin araba al›r. Bunu elinden almaya çal›fl›rsan›z, adam katil olur. Fakat maafl›n› düflürürsünüz, hiçbir fley olmaz. Neden? Çünkü sendikalar›m›z güçsüz, sendikalar›m›zda zaman geçirmiyoruz. Sendikalar›m›zda çok daha fazla zaman geçirmemiz gerekiyor. fiiflman bir adam› düflünün, küçücük kökleri olan bir a¤ac›n en tepesine ç›kmaya çal›fl›yor. Ona benziyoruz. Köklerimizin derine girmesi laz›m.
Söylefli: Ulus Atayurt
kuflak farklar›, mahalle, dinsel ve varolan iktidar yap›s›yla birlikte çözümlenecek bir toplumsal yap›n›n, flebekenin içindeyiz. Buna iki flekilde yaklaflabilirsiniz. Kriz döneminde bu flebekeler yavafl yavafl kristalleflir, Ak Parti-Kara Parti belli olur. Bu durumda ya kriz peydahlars›n›z ya da sanki siyah ve beyaz birbirinden çok çabuk ayr›l›r, iyiler ve kötüler çok bellidir gibi, daha otoriter, devletçi kapitalizmde yap›lan sendikac›l›¤› yapars›n›z. ‹kisi de örgütlenmenizi dibe vurdurur. Avrupa’da gördü¤üm de buydu. Bu, Türkiye’yle çok benzer bir durum. 500’ün üzerinde iflçi çal›flt›ran büyük flirketlerde h›zl› ilerleyen bir örgütlenme yap›m›z var. Ama tafleronlaflt›r›lan sektörlerde, 20 kiflilik yerlere giremiyorsunuz bile. 500 çal›flandan afla¤› inildi¤inde, sendikalaflma oran› inan›lmaz derecede düflüyor. Neden? Çünkü 500’ün üzerindekiler, bizim Keynesgil zamanda düflündü¤ümüz, devletçi dinamiklerin daha çabuk, daha rahat görülebildi¤i yerler. Orada eski kafayla sendika örgütlenmesi düflünebilirsiniz. Ama flimdi, ço¤unlu¤un küçük iflletme oldu¤u bir dünyada, eski tür bir örgütlenme tarz›n› düflünemezsiniz. Türkiye ekonomisinin büyük bir kesiminde küçük iflletmeler bulunuyor. Yeni liberalizme paralel, ondan daha güçlü, onun sorunlar›yla bafla ç›kabilecek kadar kudretli, yeni bir sendikalizm gerekiyor. Uluslararas› anlamda iflçileri örgütleyebilecek bir yak›n zaman tahayyülü var m›? Bu konu konufluldu mu Gdansk'da? Union Network International’›n (UNI) küresel örgütlenme çal›flmalar› önemli. Öncelikle flirketlerin peflinden küresel bir örgütlenme a¤› kuruyorlar. Temizlik ve güvenlik flirketlerinin önümüzdeki 10 y›l içinde yüzde 50 konsolide olaca¤›n› tahmin eden bu küresel sendika, onlar gitmeden iflçilerin bulundu¤u yerlerde örgütleniyor, kendini tan›t›yor. Küresel flirketlerin gittikleri yerleri de sektörel ve flirketsel olarak örgütlüyorlar. Örne¤in, 42 ülkede faaliyet gösteren temizlik flirketi ISS’de ya da 106 ülkede iflçi çal›flt›ran Group 4 Securicor’da çal›flan emekçileri küresel kentler üzerinden bulup ulusal sendikal a¤lar›n üzerine infla ettikleri küresel sendikaya dahil ediyorlar. fiu anda 23 kentte örgütlüler, 16 kentte de örgütlenme çal›flmas› içindeler. Bu ulusafl›r› flirketleri temel alan bir örgütlenme modeli. Hâlâ örgütlenme için, ulusun içerisindeki emekçilerin bir araya gelip, birlikte zaman geçirmeleri gerekiyor. Herhalde hizmet sektörünün yap›s›ndan kaynaklanan bir sorun da söz konusu. Eskiden iki tersane iflçisi senelerce beraber çal›fl›p, birbirlerinin içini d›fl›n› bilir, yeri gelince daha kolay s›rt s›rta verirdi. K›sa sürelerle, farkl› sektörlerde çal›flanlar›n bir araya gelmeleri daha zor gözüküyor. Sendikac›l›¤›n buna karfl› bir önerisi var m›? Sendikal üyeli¤in zamana ba¤l› oldu¤u sendikac›l›k yap›s› da var art›k. Ayn› zamanda iki sendikaya üye olabiliyor, ne
35
k›raat u, Atay’›m “Yediler sevdi on ne, yedi eser / O¤uz’u / Yedi se n’ In The Wind Her birinde Blowi z, Kefliflleme yra Po el, eser / Karay geldi iki yedi, / Derken yan yana di / Göçtü ye ifl tm ye sene oldu güzel kedi / Yedi gitti o kocaman Orwell’in senesi vakit geçti, geldi um Atay ikinci uz’ O¤ i / Zuhur ett u Selim Ifl›k ve old lûm kere / Ma emize / Tutunml cü l no Hikmet Be a senelerce / k›y ›s› s›k a duk onlar rkiye’nin RuTü ld› ka e Günlü¤ünd bin yedi, iki k al› Ar / hu ne çare si diye / ye vri de -i ne se otuzuncu ize, onu da bim ce uk yd ko On flark› n Two Sevens tam onluk / “Whe dece / On sa ld› ka r su Clash” ku konufltuk saatlerkap› çald›k, onu vefa borcu, ce / ‹flbu metin bir e bile...” bil u un u¤ old ödenmez ll’daki “fiark›larBöyle bafll›yor Ro s› ve Cevat sya la O¤uz Atay” do Özgüven’e, on Çapan’dan Fatih r o “kocaman ›yo lat an muhterem n hiçbir say›s› ll’u Ro yi. di” güzel ke uyan Roll ok s res xp –E kaçmaz a O¤uz am az– olm a okumazs az. çm ka hiç › y›s sa Atay’l› yin... Söylemedi deme
* E¤er sekülerleflme tezi baz›lar›m›za gittikçe daha da inan›lmaz geliyorsa, bunun tek nedeni dinin flu anda modern uluslar dünyas›nda güçlü bir rol oynuyor olmas› de¤ildir. Bir anlamda pek çoklar›n›n anakronistik biçimde “din” diye adland›raca¤› fley zaten iktidar dünyas›n›n daima bir parças›yd›. E¤er sekülerleflme tezi bir zamanlar sahip oldu¤u inan›rl›¤a art›k sahip de¤ilse, bunun nedeni “siyaset” ve “din” kategorilerinin birbirleriyle bizim düflündü¤ümüzden daha derin bir flekilde iç içe geçmifl oldu¤unun anlafl›lmas›d›r –modern ulus-devlet hakk›ndaki bilgimizin artmas›na efllik eden bir kefliftir bu. Seküler kavram› din fikri olmadan yapamaz. Ulus-devlet s›n›fland›rabilece¤i ve çekip çevirebilece¤i aç›kça s›n›rlar› belirlenmifl uzamlara ihtiyaç duyar: din, e¤itim, sa¤l›k, bofl zaman, çal›flma, gelir, adalet ve savafl. Dinin gerçek anlamda toplumda iflgal edebilece¤i uzam hukuk taraf›ndan sürekli olarak yeniden tan›mlanmal›d›r, çünkü seküler yaflam›n ulus-devletin içinde ve ötesinde yeniden-üretimi bu uzam›n söylemsel aç›kl›¤›n› sürekli olarak etkilemektedir. Üretim çabalar›nda, estetik deneyimde ve bilgi iddialar›nda sürekli olarak yeni olan›n peflinde koflmak ve bireysel öz-yarat›m› geniflletme peflinde sürekli bir mücadele vermek yerleflik s›n›rlar›n istikrar›n› bozar.
36
X - KÜTÜPHANE Benedict Anderson Üç Bayrak Alt›nda (Metis) Ender Özkahraman Son Kullanma Tarihi–Oras› Hikâyeleri 4 (‹letiflim) Esse Gesse Kaptan Swing Özel Seri (Hoz) Gilles Deleuze Sacher-Masoch’un Takdimi (Norgunk) Handan ‹nci O¤uz Atay: Türk Edebiyat›n›n “Oyun/Bozan”› (‹letiflim) Karl Polanyi Büyük Dönüflüm (‹letiflim) Marc Saint-Upery Bolivar’›n Rüyas› ve Güney Amerika (‹letiflim) Marjane Satrapi Persepolis (Minima) Michael Löwy Walter Benjamin (Versus) M.K. Matossian- S.H.Villa 1914 Öncesi Ermeni Köy Hayat› (Aras) Michael Albert Postmodernizm ve Sol (BGST Yay›nlar›) Nick Hornby Ölümüne Sadakat (Sel) Nursel Duruel (haz.) ‹nsanlar ‹çinde Bir ‹nsan– Saik Faik Hikâye Arma¤an› Antolojisi (YKY) O¤uz Atay Günlük (‹letiflim) Patricia Crone Ortaça¤ ‹slam Dünyas›nda Siyasî Düflünce (Kap›) Pelin Özer Cam Kulübeler (Roll) Taha Parla Türk Sorunu Üstüne Yaz›lar / 1998-2007 (Ürün) Talal Asad Sekülerli¤in Biçimleri (Metis) Timur Soykan-Demet B. Ergün Sapan– Hrant Dink Cinayeti (Güncel) Ulafl Özdemir Afl›k Mücrimî’nin Yaflam› ve fiiirleri (Pan) Ümit Kardafl Hukuk Devlete S›zabilir mi? (Timafl)
• *
• Uzakta it ulumalar› duyuldu, fiahan ad›mlar›n› ufaltt›. Çevresine bak›nd›. Sonra bafl›n› yukar› verdi. Ay’›n yar›s› yoktu. ‹yice durdu. Ay, sanki kofluyordu. fiahan flafl›rd›. Bafl›n› iki yana sallad›. “Hey mübarek,” dedi ve a¤z›ndan ç›kan bu kelimeleri kulaklar› iflitti. Böylece yan›nda biri varm›fl gibi geldi ona. Ürperdi. O, hiç kimseyi, hiçbir fleyi istemiyordu flimdi. Biricik amac›, az ötedeki huduttan geçip köyüne girivermekti. Çömeldi. Bir c›gara sar›p atefli, avuçlar› aras›nda körleterek yakt›. Yo¤un birkaç nefes çekti. Akl› bir solukta oca¤›na s›çrad›. Kar›s›, çocuklar› uyuyordu flimdi. Nedense küçük o¤luna gönlü akt›. Onu çok seviyordu. K›v›rc›k saçlar›n› m›, kara gözlerini mi, yoksa çükünü sall›ya sall›ya kofluflunu mu ötekilerden ay›rd›¤›n› pek bilmiyordu fiahan. Ama sevginin s›ca¤›, bolu onundu iflte. fiahan bafl›n› öne düflürdü. “Bu eni¤i kaçakç› etmiyeca¤am, onu böylesi korkulara bulaflt›rm›yaca¤am,” diye geçirdi içinden. Bafl›n› kald›rd›. “Allah,” dedi duyulur bir sesle. “Ya korkuyu al ya can›m›...” Akl›na ikinci kez k›v›rc›k saçl›, kara gözlü o¤lu geldi. Utand› ondan. “Olur mu ya?” dedi kendi kendine. “Olur mu korkmak? kaçakç›l›k yi¤it iflidir... Ya Allah...” Ve “Allah” der demez aya¤a kalkt›. Yavafl yavafl may›n döfleli tarlaya girdi. (Bekir Y›ld›z, “Kaçakç› fiahan”)
fiu diyâr-› gurbet elde fien de¤il gönlüm flen de¤il Kimse bilmez ahvâlimden fien de¤il gönlüm flen de¤il Ben sînemi yakt›m nâra Gönül düflmüfltür efkâra Tecellî mi baht m› kara fien de¤il gönlüm flen de¤il A¤lam›fl›m güldür yâ Rabb Düflkününüm kald›r yâ Rabb Hâlim sana ayan yâ Rabb fien de¤il gönlüm flen de¤il Ser-gerdân olmufl gezerim Hem okuyup hem yazar›m Gece gündüz intizâr›m fien de¤il gönlüm flen de¤il Mücrimî der dîdem yafl›m Gamdan ayr›lm›yor bafl›m Adûlardan de¤er tafl›m fien de¤il gönlüm flen de¤il
Bana k›z›nca “senin aynadan gördü¤ünü ben ‘d›var’dan görürüm” derdin. Annemle birlikte ‘d›var’ sözünle alay ederdik. fiimdi benden küçük olanlara karfl› bu cümleni kullan›yorum, gülüyorlar. Bu sözü kullanmakla asl›nda ne yapmak istedi¤imi anlam›yorlar tabii. Sen anlar m›yd›n acaba? Herhalde ben tam belirtemiyorum ne demek istedi¤imi. Gülümsemenin içindeki sevgiyi anlatam›yorum demek ki. fiimdiki gençler baflka türlü babaca¤›m; her sözden tek anlam ç›kar›yorlar. Seni onlara be¤endirmenin –bu çaban›n– anlams›zl›¤›n› da sezmiyor de¤ilim. Türkiye’nin en zengin adam› senin paltonu tutarken senin hissettiklerini hissetmedikten sonra, o paltonun içinde kendileri varm›fl gibi gururlanmad›ktan sonra, seni be¤enmeleri, hatta anlamalar› neye yarar? Ya da Meclis’e ilk girdi¤in s›ralarda Baflkan’dan birkaç gün izin istemeye gitti¤in zaman, “Cemil bey, istedi¤iniz zaman izin yapabilirsiniz, bana gelmenize lüzum yok” sözünü duyunca kim senin gibi ferahlayabilir? Parti ileri gelenlerinin gözüne girmeye çal›flmad›¤›n için bugün seni kimse hat›rlam›yor babac›¤›m. ‹ki de bir parti de¤ifltirip gazetelere geçmedi¤in için ad›n› benden baflka bilen yok. Oysa, senin gibilerin davran›fllar›, böyle insanlar kötülenerek örnek gösteriliyor, ama ansiklopedilere giren yine onlar. Sen yan›lm›fls›n babac›¤›m. Sessiz faziletlerin heykeli dikilmiyor.
Duman› üstünde
‹stanbul’un dönüflümleri Philip Mansel - Konstantiniyye-Dünyan›nn Arzulad›¤› flehir (Everest)
hilip Mansel, “Konstantiniyye: Dünyan›n Arzulad›¤› fiehir 1453-1924” adl›, Everest Yay›nlar› taraf›ndan ikinci kez (fierif Erol’un çevirisiyle) ve bir miktar geniflletilerek yay›nlanan kitab›nda, bir bak›ma ‹stanbul’un yüzlerce y›ld›r bir türlü bitmek bilmeyen “dönüflüm” sürecini aktar›yor. Önce “H›ristiyan ‹stanbul” devflirilip Müslümanlaflt›r›l›yor. Bunun için gereken kaynak ise, imparatorlu¤un geriye kalan k›sm›ndan talep edilen bir tür seferberlikle yarat›l›yor. Mansel’in söylediklerini biraz “afl›r›-yorum”laya-
P
rak, söz konusu fedakârl›¤›n, özellikle Anadolu ile ‹stanbul aras›nda bir gerilime neden oldu¤unu söylemek mümkün. Zira, II. Mehmed’e flehri ele geçirmek yetmiyor, onu fethetmek için, en az kendinden önceki Roma ‹mparatorlar› kadar, çaba sarfetmesi ve flehri mamur k›lmas› gerekti¤ini biliyor. II. Mehmed’in, ‹stanbul’u mamur k›lmak üzere bafllatt›¤› seferberli¤e ilk muhalefet, Anadolu’dan kalk›p ‹stanbul’a tafl›nmalar› istenen esnaf ve zanaatkârlardan geliyor. Bu muhalefet bir bak›ma, daha sonra yüzy›llar sürecek bir “Anadolu-‹stanbul gerilimi”nin de ilk nüvesini oluflturuyor. Mansel bu gerilimin bafllang›ç noktas›n› flöyle izah ediyor: “Bizans geçmifli ve Rum nüfusu göz önüne al›nd›¤›nda, Konstantiniyye’nin Osmanl› baflkenti olarak seçilmesi tart›flmal› bir husustu. Bilhassa eski baflkent Edirne ile ba¤lant› içinde olan kimi Türkler, Fatih’in yeniden iskân politikalar› karfl›s›nda öfkeye kap›l›yorlard›. Sultan, göç edenler için bafllarda bedava mülk vaadinde bulunmufltu ama, Türkler bazen Sultan’a, hatta mülkün as›l Rum sahiplerine bile kira ödemek zorunda kal›yorlard›. Son derece k›zg›nd›lar. ‘Bizi kendi evlerimizi terk edip buraya gelmeye zorlayan sizsiniz. Bizi kâfirlerin evlerine kira ödeyelim diye mi buraya getirdiniz?’ Baz›lar› ailelerini terk edip flehirden kaçt›. Sonunda
“Öteki”ler için yazmak Frantz Fanon - Yeryüzünün Lanetlileri (Versus) ömürgecilik s›ras›nda maruz kal›nan fiziksel vahfletin etkisiyle yaflanan travmalar sonras›nda baflgösteren stres bozukluklar›na, “beyaz üstünlü¤ünü” tek gerçek varsayan sömürge düzeninin yaratt›¤› bask› ve psikolojik fliddet eklenince, yerlilerin kendilerini hayvan yerine koyan bu uygulamalara karfl› koymak için gelifltirdikleri savunma mekanizmalar›n›n, yaflad›klar› semptomlar›n, her flekilde iktidar› elinde tutmaya kararl› olan beyaz adam›n dilinde, “ba¤›ml›l›k kompleksi” diye tan›mland›¤›n› anlat›yor Frantz Fanon, 1952’de yay›nlanan “Siyah Deri, Beyaz Maskeler” adl› kitab›nda. Ve böylece, yaln›zca “ötekiler” –›rkç›l›k yüzünden öznellikleri uzunca bir süre onaylanmam›fl olanlar– için yazan, varolman›n uzun, sanc›l› bir süreç oldu¤unu anlatan postkolonyal yazarlar›n eserlerini, dillerini aç›klamak üzere s›k s›k baflvurduklar› de¤erli bir kaynak ortaya ç›km›fl olur. Sömürgecili¤in sömürge halk› üzerindeki psikolojik sonuçlar›n› analiz eden Fanon’un çal›flmalar›, Afrika’daki kurtulufl hareketlerinin ve ABD’deki Kara Panterler örgütünün esin kaynaklar› olarak gösteriliyor. Birinci Dünya Savafl› s›ras›nda Frans›z ordusuna kat›lm›fl olan Fanon, savafl sonras›nda t›p ö¤renimi görürken felsefe ve psikoloji dersleri alm›fl. 1953’te baflhekimi oldu¤u Blida-Joinville’deki
S
protestolar o hale geldi ki, II. Mehmed kendi tu¤ras›n› tafl›yan beratlar vermek suretiyle Türkleri kira ödemekten muaf tuttu.” Mansel’e göre, Türklerin rahats›z olduklar› bir baflka fley de Fatih’in saray›n›n kozmopolit yap›s›. Gayrimüslimlerin varl›¤› ve saray›n varolufl mekân› olarak bu flehri seçmesinden kaynaklanan ayr›cal›klar›, bir nevi k›skançl›k yarat›yor. Philip Mansel, kitab›n›n son bölümünün bafll›¤›n› “Bir Baflkentin Ölümü” diye koymufl. Bizans’›n ‹stanbul’undan, Osmanl›’n›n ‹stanbul’una, oradan da Cumhuriyet’inkine tercüme edilen flehrin hal-i pürmelalini anlatt›¤› bu bölüm özellikle kayda de¤er. Bütün bir kitap boyunca, sarayla imparatorluk hinterland›n›n hangi koflullar alt›nda, ne türden etkileflimlerde bulundu¤unu anlatt›ktan sonra, baflkent olarak ‹stanbul’un hükmünü kay-
psikiyatri klini¤inde “sosyoterapi”, “kurumsal psikoterapi” alanlar›ndaki modern yöntemleri, Cezayirli müslüman hastalara uygulam›fl. Kurtulufl savafl› bafllar bafllamaz da Cezayir direnifline kat›larak direniflin politik yöneticileriyle do¤rudan iliflkiye girmifl. fien Süer’in çevirisiyle Versus yay›nlar›ndan ç›kan “Yeryüzünün Lanetlileri” Fanon’un en ünlü eserlerinden biri. Fanon, kendi tekil deneyimlerinin sonucunda yapt›¤› analizlerle, sömürgeci ile yerli halk aras›ndaki mücadeleyi, ›rkç›l›¤›, ulusal kurtulufl hareketini –sömürge rejiminin sonunda iktidara gelen ulusal burjuvazinin hatalar›n›, içsellefltrilmifl ›rkç›l›k sonucunda yaflanan etnik gerilimleri –anlat›yor bu eserde. T›pk› “Siyah Deri, Beyaz Maskeler”de oldu¤u gibi, siyah›n kötülükle, beyaz›n ise iyi fleylerle özdefllefltirildi¤ini vurguluyor ve geçmifle ait bu anlamlar› içinde bar›nd›rmayan, ba¤›ms›z bir dünyan›n yarat›lmas› için mücadeleye ça¤›r›yor. Fanon’un bu eserini özel k›lan fley, henüz köleli¤in sorgulanmad›¤› bir sömürge dünyas›nda büyümüfl olmas›na ra¤men, bütün “öte-
betmesinin flehir için ne anlama geldi¤ine iliflkin önemli tespitler var bu bölümde. Sonsözde ise Mansel, Cumhuriyet döneminde –‹stanbul’u kapsamasa bile- tehcir ve mübadele ile bafllay›p, 6-7 Eylül olaylar›yla süren, Hrant Dink’in öldürülmesiyle de hâlâ devam etti¤i ac› bir flekilde anlafl›lan ve bir bak›ma “‹stanbul’un ulusallaflt›r›lmas›” diyebilece¤imiz sürece iliflkin gözlemlerini anlatm›fl. Bu bölümü, d›flar›dan de¤il de ‹stanbul’dan okuyanlar›n ciddi itirazlar üreteceklerinden eminim. Özellikle de ‹stanbul’un bafl›na gelenlerin “dincilerin mi yoksa milliyetçilerin mi?” eseri oldu¤u sorusuna Mansel’in verdi¤i yan›t hayli tart›fl›l›r. “‹stanbul’u dönüfltüren güç, milliyetçilikten çok daha fazla dindir” diyor Mansel. Oysa her ikisi de ayn› Cumhuriyet’in çocuklar›; kimi zaman ç›kar çat›flmas›na düflseler de elbirli¤iyle ulusallaflt›r›yorlar flehri. Bir dünya baflkentini, 1940’larda yine Mansel’in tabiriyle bir “taflra kenti”ne dönüfltüren yeni yetme bir milliyetçilikti, bugün onu küresel sermaye için bir çekim merkezi haline dönüfltürmeye çal›flan ise “dincilik.” Ama ne yaz›k ki “dinciler”, flehre sözde Türk-Osmanl› kimli¤ini teslim etmek üzere bir meflruiyet mesnedi olarak araçsallaflt›rd›klar› tarihi, büyük oranda “milliyetçi” a¤abeylerinin yazd›¤› kitaplardan okuyorlar. – Ayfle Çavdar
ki”lere hitap etmesi, yaln›zca onlar için yaz›yor olmas› ve baflka bir dünyan›n yarat›labilece¤ine dair bir inançla bizi, “Avrupa’n›n ayak izlerini izlemekten baflka yap›labilecek daha iyi fleyler oldu¤una” ikna edebilmesi. Fanon, ezen/ezilen iliflkisinde yaflanan fliddeti analiz ediyor ve Cezayir’deki savafl ortam›nda, kendisinin bizzat tedavi etti¤i Cezayirli ya da Frans›zlardan yola ç›karak Avrupa ruhunun katliamlarla, iflkencelerle yo¤ruldu¤una dikkat çekiyor. Fanon’a göre, Afrika’da gerçek bir devrim, ancak köylülerin eylemleriyle gerçekleflebilecek; çünkü “Yeryüzünün Lanetliler”inde söyledi¤i gibi, burjuvazi ve hatta flehirli proletarya bile emperyalizmin ekonomisinden faydalan›yor. Befl bölümden oluflan “Yeryüzünün Lanetlileri”nde Alice Cherki ve Jean Paul Sartre’›n önsözleriyle birlikte, Muhammed Harbi’nin bir sonsözü var. Gayet ayd›nlat›c› olan bu metinlerde, yazarlar›n kitap hakk›ndaki düflüncelerini sunduklar› yorumlardaki farkl›l›klar –yaz›ld›klar› y›llar da göz önüne al›n›rsa– da düflündürücü. – P›nar Uygun
37
Bir flehri öldürmek ‹stanbul, ‹stanbul olal› neler oldu? Niye göz kamaflt›rd›, kimlere yar oldu, kimlere bela oldu? Bizans’tan Osmanl›’ya, Osmanl›’dan Cumhuriyet’e nas›l bir diyar oldu, nelere tan›k oldu? “Konstantiniyye: Dünyan›n Arzulad› fiehir”de bu suallere cevap arayan Philip Mansel’i ‹stanbul ziyaretinde yakalad›k, bir kahve içimi sohbet ettik. Kitab›n›zda, Osmanl›lar›n ‹stanbul’u almas›n›n ard›ndan yaflanan dönüflümü anlat›yorsunuz. ‹stanbul Osmanl›lar› ne flekilde dönüfltürdü peki? Philip Mansel: Tarihsel belgelerden biliyoruz ki, Anadolu’dan pek çok insan “Niye ‹stanbul’a götürülüyoruz?” diye flikâyet ediyor, gelmek istemiyor. Osmanl›’yla Anadolu halk› aras›nda bir aflk ve nefret iliflkisi var. Her tür saltanatla, iktidar›n› üzerine kurdu¤u halk aras›nda böyle bir gerilim olmufltur. Habsburg’la Almanlar aras›nda da vard›, Romanoflarla Ruslar aras›nda da. Osmanl›’n›n ‹stanbul’u ele geçirmesi, büyüklük ilüzyonuna kap›lmas›na ve yoldan ç›kmas›na da neden oldu. Saltanat›n dünya imparatorlu¤u haline gelmesi, sultanlar› ve Osmanl› bürokrasisini gerçeklerden kopard›. 16. yüzy›l›n yar›s›ndan itibaren büyükelçilerle bile görüflmez oldu sultanlar, daha alt düzeydeki yöneticileri görüfltürüyorlard›. Baflka saltanatlarda bu kadar büyüklük yan›lsamas› görülmez. Yaln›zca hanedan de¤il, ‹stanbul’a gelen diplomatlar da ayn› duyguya kap›l›yorlard›. Bir taraftan da, bu büyüklük hissiyat› d›fl dünyayla ba¤lant›lar›n öne ç›kmas›n› sa¤lad›, çünkü ‹stanbul’daysan›z bütün dünya hakk›nda düflünmek zorunda kal›rs›n›z. Büyüklük yan›lsamas› imparatorlu¤un sonunu da haz›rlam›fl olabilir mi? Osmanl› sultanlar›n›n kendilerine verdikleri s›fatlara bakarsan›z bu büyüklük yan›lsamas›n› daha net hissedersiniz. Bu tür büyük s›fatlar bir zay›fl›k belirtisi de olabilir. O kadar farkl› beylikler, gruplar, dinler, etnisiteler, mezhepler bir araya getiriliyordu ki, herhangi bir imparatorlu¤un bütün bu kimlikleri bir arada tutmas› ve sa¤l›kl› bir zemine oturtmas› çok zordu. Cumhuriyetle birlikte bu kimliklerin çok az› varl›¤›n› sürdürebildi. Bu durum, sizin deyiflinizle “‹stanbul’un bir baflkent olarak ölümü”nün nedenleri aras›nda görülebilir mi? Bunu yaln›zca dinî anlam›yla düflünmek do¤ru olmamakla birlikte, farkl› ›rklar›n, kültürlerin çekilip gitmesi, ‹stanbul gibi bir kentin ölümünde etkilidir. Etnik gruplar›n ayr›flmas› ve giderek homojenleflme, baflka kentleri de öldürmüfltür. Viyana, Trieste, ‹skenderiye gibi kentlerde de bir zamanlar farkl› dinî gruplar, yine dinî otoriteler arac›l›¤›yla idare edili-
38
Osmanl›’n›n ‹stanbul’u ele geçirmesi, büyüklük ilüzyonuna kap›lmas›na ve yoldan ç›kmas›na da neden oldu. 16. yüzy›l›n yar›s›ndan itibaren büyükelçilerle bile görüflmez oldu sultanlar. Baflka saltanatlarda bu kadar büyüklük yan›lsamas› görülmez.
yorlard›. Burada alt› çizilmesi gereken bir fley var: Dinî otoriteler taraf›ndan yönetilmek yarat›c›l›¤›, farkl›l›¤› öldürür; özgür bilincin, özgür ruhlar›n do¤mas›n› engeller. Bu, bir tür mental iktidars›zlaflt›rma, yoksullaflt›rma halidir. Bu anlam›yla Mustafa Kemal’in devrimi çok büyük bir zihinsel oluflumdur, daha önceki zihinsel cezaevini y›kan bir fleydir. Elbetteki Osmanl› ‹mparatorlu¤u fleriat› de¤il, sultan›n yasalar›n› uyguluyordu. Öte yanPhilip Mansel dan, bugün anlad›¤›m›z manada bir laik devletten bahsetmek de mümkün de¤il. Gerçek anlam›yla sekülerlik 19. yüzy›ldan önce bafllamad›. 1830’lardan itibaren modern anlam›yla t›p okullar› belirmeye bafllad›, 1869’da kurulan Galatasaray Lisesi daha pragmatik, daha az dinî bir e¤itimin ortaya ç›kmas›nda önemli bir rol oynad›. Bunlar ve benzeri örnekler önemliydi. Ama gerçek anlam›yla sekülerlik Mustafa Kemal’le belirdi. Onun öncülleri ise flu ya da bu flekilde bir nebze de olsa dinsellikle iç içeydiler. Dinî cemaatlerin ve farkl› kültürlerin bertaraf edilmesi bir homojenlefltirme, ulusallaflt›rma giriflimini de beraberinde getirmedi mi? Asl›nda bu, bir sonraki kitab›mda inceledi¤im tema. ‹skenderiye, Beyrut ve ‹zmir’den bahsediyorum. Bu üç flehirde de ulusallaflt›rma politikalar› yürütülmüfltür. Sözünü etti¤iniz fley yaln›zca ‹stanbul’a de¤il, 20’nci yüzy›l›n suçlar›ndan biri olarak pek çok flehre yap›lan bir fleydir. Bu anlam›yla monolitik, bütüncül, millî kentler kurma çabas› tam anlam›yla bir ilüzyondur. Bu, Paris ve Londra için de böyledir. 1924’te Yunan iflgalcilerle iflbirli¤i yapan Rumlara kötü davran›lmas› bir noktaya kadar anlafl›labilir. 1955’teki olaylara bakt›¤›n›zda ise, sadece Rum ve Ermenilerin de¤il baz› Türklerin iflyerlerinin de ya¤maland›¤› görülür. Demek ki, o olaylar alt gruplar›n kentin ekonomisine karfl› bir tepkisiydi. Bir kenti ulusallaflt›rmaya çal›flmak tam bir zaman kayb›d›r. ‹stanbul’la ilgili benim ilgimi çeken bir nokta da ‹stanbul’un tarihi boyunca bu millî kategorilere nas›l direndi¤i, o millî kategorilerin bu flehirde pek ifle yaramad›¤›d›r. Bu kategorilerin ve ulusallaflt›rma poli-
tikas›n›n Cumhuriyet Türkiye’si ile ‹stanbul aras›nda bir gerilime neden oldu¤u söylenebilir mi? Bu çok önemli bir konu. Bunu ö¤renmeye çok çal›flt›m, eski ‹stanbullularla konufltum, belli bir direnifl var m›yd› diye sordum, hepsi reddetti. Hepsi de sorunsuzca yeni rejimi kabullenmifl görünüyorlard›. Ama d›fl kaynaklara bakt›¤›n›zda, baflka bir resim ç›k›yor ortaya. Kas›m 1923 - Eylül 1924 dönemi çok ilginç. Müttefik kuvvetler henüz ‹stanbul’dayd›, ayn› zamanda Kemalist güçlerden kimileri de kentteydi. O zamanki ‹ngiliz gizli servisinin baz› raporlar›na göre, ‹stanbul’da yaflayan halk yeni rejimi o kadar da iyi karfl›lamad›. Korkanlar, hatta tiksinenler vard›. Peki do¤ru olan resmî Türk tezi mi, d›fl gözlemcilerin raporlar› m›? Cumhuriyetçi olmayan ‹stanbul’un gizli bir tarihi var. Eski ‹stanbullulara “Baban›z ne düflündü, kabullendi mi yeni rejimi?” diye sordu¤umda, ald›¤›m cevaplardan biri çok ilginçti. Babas› “Ayyafl ne yapt› bugün?” diye sorarm›fl. ‹lginç bir nokta da, halifenin ve saltanat ailesinin trene bindirilip gönderilmesinin ‹stanbul’un merkezinde de¤il, Çatalca’da yap›lmas›. Kentin içinde protestolar olmas›ndan korkuluyordu demek ki. En az›ndan böyle bir görüntü var. ‹stanbul, t›pk› ‹skenderiye ve Napoli gibi, pek çok Rum, Ermeni, Levanten’in yaflad›¤› bir kentti. 1950’lere kadar da böyle olmaya devam etti. Bu durum Ankara’n›n politikalar› ile çelifliyordu. Atatürk’ün 1926’ya kadar ‹stanbul’a gelmemesi de manidar... Mustafa Kemal beyaz at›n üzerinde kurtar›c› olarak gelmedi ‹stanbul’a, uzun süre halife ile olan iliflkilerini iyi tutmaya çal›flt›. Gerilimin bir kayna¤› da ‹stanbul’un kaybetti¤i ticarî imkânlard›. ‹stanbul hakk›nda o zaman söylenenlerin pek ço¤unun, flimdi de Ankara hakk›nda söyleniyor olmas› çok ilginç. Rüflvet, çürümüfllük, yozlaflma elefltirileri flimdi de Ankara için geçerli. AKP’nin, ‹stanbul’un Osmanl› tarihi oldu¤u yolundaki anlat›dan hareketle kentin tarihî çekirde¤ini yeniden infla etme çabas›n›, muhafazakârlar›n Osmanl› imgesini bu flekilde kullanmalar›n› nas›l de¤erlendiriyorsunuz? Gördü¤üm kadar›yla, son 20 y›lda ‹stanbul’da büyük bir ekonomik birikim olufltu. Bir tarihçi olarak daha çok sergi, daha çok kütüphane, daha çok kültürel etkinlik görmek hofluma gidiyor, ‹stanbul’un bu anlam›yla küreselleflmeyle ba¤lant›lanmas› heyecan verici. Ama bu, AKP hükümetinden çok küresel ekonomiyle ilgili. Üzücü olan nokta, eski kaotik dinamizmin ortadan kalkmas›. Her yer birbirine benzemeye bafll›yor, bütün büyük flehirler s›radanlaflma ve tekdüzeleflme süreci yafl›yor. ‹stanbul’un tarihinin “soylulaflt›rma” projesi için kullan›lmas›na ne diyorsunuz? Yama gibi duruyor. Bir taraftan da küreselleflmenin kaç›n›lmaz sonucu. Fakat soylulaflt›rma bir tür soysuzlaflt›rmaya da dönüflebilir. Bu da çok kötü olur.
Söylefli: Ayfle Çavdar-Volkan Aytar
PHILIP MANSEL’LE “KONSTANT‹N‹YYE: DÜNYANIN ARZULADI⁄I fiEH‹R” ÜZER‹NE
Kad›nlar›n ve dillerin ortak rengi Oya Baydar, Jaklin Çelik, Leylâ Erbil, Müge ‹plikçi, Sema Kaygusuz... Türkçe edebiyat›n bu müstesna kad›n yazarlar›n›n seçme öyküleri flimdi Kürtçede. Lîs Yay›nevinin çift kapakl›, çift dilli “Mor Mühürler” bafll›kl› dizisi, Kürtçeyle Türkçeyi buluflturmakla kalm›yor; militarizme, flovenizme, erkek egemenli¤ine karfl› kad›nlar›n sesini, duyarl›l›¤›n›, hayat tecrübesini k›lavuz yap›yor. “Mor Mühürler”i Lîs Yay›nlar›’n›n kurucusu, flair ve çevirmen Lâl Lalefl’ten dinliyoruz... Lîs Yay›nlar›’n›n kurulufl sürecini ve hedeflerini anlat›r m›s›n›z? Lal Lalefl: Lîs Yay›nlar› (Weflanên Lîs) 2004 y›l›nda Diyarbak›r’da, Türkçe ve Kürtçe yazan ayd›n ve yazarlarla yap›lan bir dizi tart›flma, fikir al›flverifli sonucu kuruldu. Eskilere dayanan Diyarbekir’in neflriyat tarihinin deneyimleri üzerine kök sald›. Naum Faik’in deneyimi, Musa Anter’in ‹leri Yurd’u, Kürt medreselerindeki elyazmas› divanlar Lîs Yay›nlar›’na çok fley kazand›rm›flt›r. 2004’ten bu yana, fliir, roman, öykü, araflt›rma-inceleme ve çocuk kitab› olmak üzere 52 kitap yay›nland›. Lîs Yay›nlar›’n›n amac›n› flöyle tarif edebiliriz: Güçlü Kürtçe edebiyat›n oluflmas›n› sa¤layacak dinamikleri ortaya ç›karmak; farkl› konseptler çerçevesinde edebiyat dizileri oluflturarak genç Kürt edebiyatç›lar› Kürtçe tekstlerle buluflturmak; Kürtçenin temel eserlerini yay›nlamak; elefltiri gelene¤inin güçlenmesini sa¤lamak; Kürtçe edebiyat› tart›flmak, editoryal çal›flmalara özendirmek; dünya edebiyat›n›n temel eserlerini Kürtçeye kazand›rmak ve çevirmenlerin deneyim kazanmas›n› sa¤lamak... “Mor Mühürler” projesi nas›l do¤du? Kürtçe edebiyat›n geliflmesi nas›l sa¤lanabilir? Sorunlar› nas›l afl›labilir? Bunca güçlü dinamikleri, toplumsal çeliflkileri varken, neden dünya edebiyat› ile afl›k atacak edebiyat ortaya ç›kmaz? Batman’da, Diyarbak›r’da kad›nlar çeliflkileriyle bo¤uflurken neden yazmaz da intihar eder? Politik Kürt kad›n› dil ile daha do¤ru bir iliflki nas›l kurabilir? Ataerkil Kürtçe edebiyat›n önüne nas›l geçilebilir? Dilimizin feminen rengi neden solgun? “Mor Mühürler” bu minvaldeki sorular›n cevab›d›r. “Mor Mühürler” kad›nlar›n ve dillerin ortak rengidir. Kürtçe-Türkçe çift kapakl› yay›mlanmalar›, dillerin bir arada varolabileceklerine dair bir iflaret, kardeflli¤in icazeti olarak alg›lanmal›. Lîs Yay›nlar›’n›n alg› dünyas› böyledir. Mor, militarizm ve flovenizmin karfl›s›nda durabilecek renktir. “Mor Mühürler” dizisi, Lîs Yay›nlar› ve Kamer Vakf›’n›n ortakl›¤›yla, ‹sveç ‹stanbul Baflkonsoloslu¤u’nun deste¤iyle haz›rland›. Dizinin editörlü¤ünü fieyhmus Diken’le birlikte yapt›k. Annika Svahnström ve Nebahat Akkoç proje boyunca katk›lar›n› esirgemediler. Kitaplar› yay›mlanan yazarlar› seçerken nelere dikkat etiniz? Kuflkusuz Türkçe, çok iyi kad›n yazarlar›yla flansl› bir dil. Yazarlar›, Türkçe edebiyat›n tarihisel maceras›n› temsil edecek
40
Lal Lalefl
farkl› kuflaklardan seçmeye çal›flt›k. Farkl› kuflaktan seçilmeleri, Kürtçe okuyucunun Türkçe edebiyat›n›n farkl› deneyimlerini tan›mas›na olanak sa¤layacak. Seçici okur kitlesi taraf›ndan okunan, tart›fl›lan, be¤enilen, elefltirilen yazarlar olmalar› projeyi güçlendiren en önemli yaz›nsal dayanak oldu. Kürtçe okuyucu nitelikli, seçici bir okuyucudur. Kanaatime göre okuyucu Üflüyen-Efsirî (Sema Kaygusuz), Madrit’te Ölmek- Mirina Li Madrîdê (Oya Baydar), ‹stasyonda Bafllad› Hayat-Jîyana Li ‹stesyonê Destpê Dike (Jaklin Çelik), Üç Bafll› Ejderha-Ejdehayê Se Serî (Leyla Erbil) Yeni Kent Dedikodular›-Gelaciyên Bajarê Nû (Müge ‹plikçi) kitaplar›n› sevecektir. Öyküleri kim seçti? Öyküleri yazarlarla birlikte seçtik. Kad›n sorunlar›na duyarl›, yazar›n öykücülü¤ünü, edebî kimli¤ini ortaya koyacak bir seçki olmas› için gayret ettik. Öykücü, çevirmen Dilawer Zeraq ile de istiflare ettik. “Mor Mühürler” projesinde yazarlarla ve çevirmenle çok keyifli, yaral› bir çal›flma yürüttük. Bu dizi devam edecek mi? Dizinin devam etmesi için çabalayaca¤›z. “Mor Mühürler”e iliflkin Türkiye’deki ayd›n ve yazarlardan çok olumlu tepkiler ald›k. De¤erli yazar, elefltirmen Semih Gümüfl, Radikal Kitap’taki yaz›s›nda çok önemli belirlemelerde bulundu, sorular›m›z› ço¤altt›. Ayfle Çavdar Aktü-
fiahsen ben, önce ayn› kompartmanda yolculuk yapt›¤›m dilin edebiyat›n›, kültür al›flveriflinde bulundu¤um halk›n hikâyelerini kendi dilimde okumak isterim. Ayn› flekilde, Kürtçedeki iyi edebi eserlerin önce Türkçeye çevrilmesi de beni mutlu eder.
el’deki yaz›s›yla derdimizi anlatt›, sesimize ses verdi. M›g›rdiç Margosyan, Sennur Sezer, Faik Bulut, Davut Ökütçü, Müge Gürsoy Sökmen 8 Aral›k 2007’de ‹stanbul’daki ‹sveç Baflkonsoloslu¤u’nda yapt›¤›m›z “‹ki Dil Bulufluyor” tan›t›m toplant›s› ve kokteylinde projenin önemine dikkat çeken konuflmalar yapt›lar. Zeki Coflkun, Taraf gazetesinde yazd›¤› yaz›s›nda projeye iliflkin flöyle bir belirlemede bulundu: “Dillerin kardeflli¤i, halklar›n kardeflli¤ine giden yolda önemli bir ad›m.” Amed Gökçen, Agos gazetesinde politika ve dil iliflkisine de¤indi. Rojîn o güzel sesiyle iki dilde okumalar yapt›. Kürtçe ve Türkçenin has okuyucusundan gelen tepki ve elefltiriler, dizinin sürdürülmesi için bizi yüreklendiriyor. Yazarlarla görüflmeden isim vermek biraz güç, fakat bu diziyi güçlendirecek, Türkçe yazan kad›n öykücüler var s›rada. Daha önce Murathan Mungan, Ahmet Telli, fiükrü Erbafl, Hicri ‹zgören gibi flairlerin fliirlerini Kürtçeye çevirdiniz. Türkçeden çeviriye a¤›rl›k vermenizin nedeni nedir? Lîs Yay›nevi dünyan›n bütün dillerinden edebiyat›n iyi örneklerini Kürtçeye çevirmeyi hedefliyor. Ama Türkçe edebiyat›n çevirisine a¤›rl›k vermemiz gerekir, zaten Türkçe edebiyat önemli, güçlü bir edebiyatt›r. fiahsen ben önce ayn› kompart›manda yolculuk yapt›¤›m dilin edebiyat›n›, kültür al›flveriflinde bulundu¤um halk›n hikâyelerini kendi dilimde okumak isterim. Ayn› flekilde, Kürtçedeki iyi edebî eserlerin önce Türkçeye çevrilmesi de beni mutlu eder. Kitaplar› neder iki dilli basmay› tercih ettiniz? Çokdilli, çokkültürlü toplumumuzda iki dilli kitaplar, fliddetin t›rman›fla geçti¤i, herkesin köpürdü¤ü ortamda, milliyetçili¤in neredeyse faflizme evrildi¤i dönemde, küçük bir dalgak›ran olabilir. ‹ki dilde ayn› hikâye, bizi birbirimize daha da yak›nlaflt›rabilir. Diyarbak›r’da Kürtçe kitap yay›nc›l›¤› pek çok zorlu¤u göze almay› gerektiriyor herhalde. Diyarbak›r’da ne yaparsan yap zordur. Gerilimli, dinamik, de¤iflken, politik, direngen, üretken bir flehir. Asl›nda, bir ülkenin yükünü omzunda tafl›yan müthifl bir kahkaha. Büyülü, ac›l› co¤rafyan›n teklemeyen kalbi. Böyle bir flehirde Kürtçe kitap yay›nlamak meflakkatli ifl. Kabul edelim etmeyelim, yay›nc›l›¤›n, bas›n›n, da¤›t›m›n merkezi ‹stanbul. Kürtçe yay›nc›l›¤›n temel problemi da¤›t›m ve reklamd›r. Da¤›t›m› Diyarbak›r’dan yapmak çok zor. Kürtlerin yo¤un yaflad›¤› yerlerde kitapç› say›s›n›n az olmas›, Kürtçe kitaplar az sat›ld›¤› için da¤›t›mc›lar›n yay›nc›lara yüz vermemesi, Kürtçe okuma yazma oran›n›n düflük olmas›, Kürtlerin kültür politikalar›n›n zay›f olmas›, kitap tan›t›mlar›n›n olmamas› gibi sebepler yay›nc›n›n iflini zorlaflt›r›yor. Fakat yine de Kürtçe yay›nc›l›k, ancak insanlar›n yo¤un olarak dili konuflup yaflad›klar› yerde yap›l›r.
Söylefli: Vecdi Erbay
LAL LALEfi’LE L‹S YAYINLARI’NIN “MOR MÜHÜRLER”‹ ÜZER‹NE
MICHAEL ALBERT’LE “PARECON: KATILIMCI EKONOM‹” ÜZER‹NE
Tüm iktidar mahalle meclisine Alternatif küreselleflme hareketinin bafll›ca mecralar›ndan biri olan Znet’in kurucu yazarlar›ndan Michael Albert’in “Parecon: Kat›l›mc› Ekonomi” adl› ufuk aç›c› çal›flmas›, Türkiye’de de yank› bulmaya bafllad› ve di¤er kitaplar› da art arda Türkçeye kazand›r›ld›: “De¤iflimin Yolu”, “Entelektüellerin Sorumlulu¤u”, “Düflünce Düflleri”, “Umudu Gerçe¤e Dönüfltürmek”, “Postmodernizm ve Sol”... Kardefl Türküler’in çat› kuruluflu olan BGST’nin(Bo¤aziçi Gösteri Sanatlar› Toplulu¤u) –and›¤›m›z kitaplar da BGST Yay›nlar›’ndan ç›kt›– davetlisi olarak ‹stanbul’a gelen Michael Albert’e teybimizi uzatt›k, “Parecon”a ve dünyan›n gidiflat›na dair düflüncelerini sorduk... Önerdi¤iniz Parecon (Kat›l›mc› Ekonomi) modeline toplumsal hareketlerin, siyasal örgütlerin ve entellektüellerin ilgisi ne düzeyde? Michael Albert: Kat›l›mc› ekonomi meselesinin k⤛t üzerinde flekillenmesi 1990’larda oldu. ‹lk on y›l son derece yavafl ve zorlu geçti. Kimse bu konudan bahsetmez, kat›l›mc› ekonomiyi tart›flmazd›. Sonraki befl y›l ifller biraz daha kolaylaflt›, ama gene de zor zamanlard›. Birkaç y›l önce Türkiye’ye geldi¤imde Parecon’u duyan bile yoktu; ama flimdi, konufltu¤um herkes haberdar. Hatta savunucular› ortaya ç›km›fl, projenin hayata geçmesi için çabal›yorlar. Hareket dedi¤imiz fley de böyle do¤ar: Bir yerden bafllars›n, a¤›r a¤›r ilerler, önce kimseler yoktur ortada, ama sonradan insanlar bir araya gelmeye bafllar. Dünyan›n dört bir yan›nda bu projeyle ilgilenen insanlar var art›k, buna ABD de dahil. Seattle, Los Angeles, San Francisco, Chicago, Boston ve New York’da kat›l›mc› ekonomiyi hayata geçirmek amac›yla oluflmufl örgütlü topluluklar var. Ne düzeyde bir örgütlülük bu? Henüz 15-20 kiflilik gruplar, ama son derece angaje insanlardan olufluyorlar. Bafllang›çta kimsenin olmad›¤›n› düflünürseniz, çok büyük bir de¤ifliklik. Londra’da, Johannesburg’da, Stockholm’de ve Viyana’da da giderek artan bir ilgi ve destek var. Bu çok flafl›rt›c› de¤il, sonuçta herkes gayet iyi biliyor: Kapitalizm berbat bir fleydir! Bunu herkes anlad›; kapitalizmle sonradan tan›flan eski do¤u bloku ülkelerindekiler bile, kapitalizmin herhangi bir gelecek vaat etmedi¤ini anlad›. Parecon’la paralellikler gösteren kimi modeller, özellikle Seattle’daki görkemli kalk›flman›n ard›ndan s›kça konuflulur oldu. Son on y›ll›k süreçte yeni bir eylem ve eylemci tipinin de belirdi¤i s›kça ifade ediliyor. Bu de¤iflimi ve yaratabilece¤i sonuçlar› nas›l görüyorsunuz? 1962’nin Amerika’s›na, ‹ngiltere’sine ya da Fransa’s›na baksan›z, gayet s›k›c›, pasif, mankafal› bir toplum görürdünüz. Bir de 1968’i düflünün. Bence flu an 1964’e denk bir yerlerdeyiz ve h›zla bir isyana do¤ru gidiyoruz. Ama bu farkl› bir fley olacak, ayn› fleyi beklememek gerek. 1968’de, ABD’de ve Avrupa’da olan fluydu: ‹nsanlar adaletsizli¤i gördüler;
42
yoksullu¤u, ›rkç›l›¤›, cinsiyetçili¤i, savafl›n yaratt›¤› tahribat›, dehfleti gördüler. O zamana kadar ABD’nin Vietnam’da Vietnaml›lara yard›m etti¤i san›l›yordu. Yaflanan s›k›nt›lar›n kayna¤›n›n sistem oldu¤unu fark etmemifllerdi. Sonra o bildi¤imiz hareketler ortaya ç›kt›: Sivil haklar hareketi, kad›n hareketi, savafl karfl›t› hareket... Bu hareketler, insanlara, yaflad›klar› adaletsizliklerin kiflisel yetersizliklerinden de¤il, içinde yaflad›klar› toplumun yap›s›ndan kaynakland›¤›n› gösterdi. söylenen yalanlar› iffla etti. ‹nsanlar öfkelendi, soka¤a döküldü. Bir amaç ya da hedef yoktu ortada, sadece öfke vard›. 1960’lar böyleydi. Bugün, geçmiflte yaflananlar› tekrarlamak mümkün de¤il, çünkü art›k hiç kimse hiçbir fleye flafl›rm›yor. Herkes yaflananlar›n saçmal›k oldu¤unu biliyor. ABD’nin Irak’› iflgal etti¤ini bilmeyen tek bir kifli bile bulamazs›n›z. Ama insanlar bütün bunlar›n kaç›n›lmaz oldu¤unu, bu konuda hiçbir fley yap›lamayaca¤›n› düflünüyor, bu da onlar›n eyleme geçmesini engelliyor. Yoksullu¤un ya da savafl›n zararlar› üzerine yaz›lan yüzlerce kitaptan sonra elimizdeki tek fley, koca bir hiç. ‹nsanlar›n direnmemelerinin nedeni, bu yorumlara kat›lmamalar› de¤il, herkes hemfikir bu konularda. ‹syan etmiyorlar, çünkü baflka bir alternatifin olmad›¤›n› düflünüyorlar. Thatcher oturdu¤u yerden kahkahalar at›yordur herhalde, çünkü hakl› ç›kt›. ABD’de yaflayanlar›n üçte ikisi Irak’taki savafla karfl›, ama gösteri yapm›yorlar. Çünkü bu onlar için yerçekimini protesto etmekten farks›z! Yani durum 1960’lardan çok
Seattle’da bir Parecon tezgah›...
1962’nin Amerika’s›na, ‹ngiltere’sine, Fransa’s›na baksan›z, gayet s›k›c›, pasif, mankafal› bir toplum görürdünüz. Bir de 1968’i düflünün. Bence flu an 1964’e denk bir yerlerdeyiz ve h›zla bir isyana do¤ru gidiyoruz. Ama bu farkl› bir fley olacak, ayn› fleyi beklememek gerek.
farkl›. Ama e¤er insanlar sinizmlerini ve umutsuzluklar›n› aflabilirlerse, 2010 y›l›nda büyük bir isyan dalgas› kopacak. Bu hareket 1960’lardan çok farkl› olacak; 1960’larda öfke ve tutku vard›, flimdi ise öfke ve tutkunun yan› s›ra vizyon ve uzun vadeli ba¤l›l›k var. ‹flte bu bizi, sistem aç›s›ndan çok daha tehlikeli yap›yor. Seattle patlad›¤›nda flok oldular, eminim bizim flafl›rd›¤›m›zdan daha çok flafl›rd›lar. Çünkü biliyorlar ki, bu sistem sinizm üzerine kurulu. Ve biliyorlar ki, bizim bir santim k›p›rdamam›za izin verirlerse kilometrelerce ilerleyece¤iz. Umut dolu sözler bunlar... Umut olmadan hiçbir fley olmaz. Bu nedenle bizi parçalamak, bir araya gelmemizi engellemek için ellerinden geleni yap›yorlar. Büyüyüp serpilmemiz an meselesi, bunu onlar da biliyor. 1985’i düflünün: Biri size dört y›l içinde Sovyetler Birli¤i diye bir fleyin kalmayaca¤›n› söyleseydi, deli deyip geçerdiniz. Ama oldu. Neden? Çünkü yeni fikirler ve umutlar ortaya ç›kt›. Bizim aç›m›zdan pozitif bir örnek de¤il, ama olan tam da buydu: Yeni fikirler ve umutlar peyda oldu. Bizim de yapmam›z gereken bu: ‹nsanlara umut vermeliyiz. Onlara sayg›s›zl›k etmek yerine, umut vermeliyiz. ‹flçi s›n›f›n›, s›radan insanlar› harekete kat›p ortak bir vizyon oluflturdu¤umuzda h›zla büyüyece¤iz. Arjantin’deki fabrika iflgallerini, Porto Alegre’deki kat›l›mc› bütçe uygulamas›n› yak›ndan izledi¤inizi biliyoruz. Sizce bu deneyimler, tüm dünya aç›s›ndan baflar›l› örnekler say›labilir mi? Hay›r. Arjantin’de yaflanan tam bir baflar›s›zl›kt›r. Do¤rudur, batm›fl fabrikalar› al›p ifller hale soktular, ücretleri eflitlediler, demokrasiyi yayg›nlaflt›rd›lar... Bütün bunlar çok güzel. Ama iflbölümünde ya da piyasalar›n iflleyiflinde hiçbir de¤ifliklik yapmad›lar, sadece mevcut iflleyifli tersine çevirdiler. Ve sonuç baflar›s›zl›k oldu. Her fley henüz bitmedi, ama bu iflyerleri pozitif niteliklerini yavafl yavafl kaybediyor. Bunlar kat›l›mc› ekonominin hayata geçti¤i deneyimler olmad›. Kat›l›mc› bütçe de gayet iyi bir fikirdi. Bu fikrin yarat›c›lar›yla konufltum, anlamad›¤›m bir fley vard›: “Tamam, insanlar› karar alma süreçlerine dahil ediyorsunuz, bu gayet iyi bir fley. Peki ama, ya flirketler? Bu konuda bir fley yapmay› düflünüyor musunuz?” Cevaplar› “hay›r”d›. Çünkü korktular. Bu ifli geniflletmek, yayg›nlaflt›rmak istemediler. Kat›l›mc› bütçe uygulamas› Brezilya bütçesinin sadece yüzde 10’una denk geliyordu, yine de bir örnek oluflturmay› baflard›, bir etki yaratt›. Avrupa’da, özellikle de ‹talya’da, kat›l›mc› bütçe uygulamalar›na ilham verdi. Bu son derece olumlu bir geliflme. Ama kat›l›mc› bütçe ile kat›l›mc› ekonomi hareketi aras›nda bir fark var. Bu hareket yeni bir ekonomiye geçmekten bahsediyor. Tam anlam›yla taban demokrasisine ve özyönetime dayanan bir deney. Fark bu; meselenin özünde, daha fazlas›n› talep etmek var. Bütçenin bir k›sm›n› kat›l›mc› bütçe uygulamalar›yla yap›yoruz diye kazanm›fl olmuyoruz,
“Venezüella’da flehirler bir sürü küçük mahalleye bölünmüfl, 300-400 kiflilik mahallelere. Bunlar›n her birinde bir meclis var. ‘Bu meclislerin ne gücü var?’ diye sordu¤unuzda, her bir meclisin kendi mahallesini yönetti¤ini söylüyorlar. ‘Peki ya ilçeleri kim yönetiyor’ dedi¤inizde, ‘ilçe meclisleri’ diyorlar. ‘Peki ya bir meclisin ald›¤› karar belediye baflkan›n›n hofluna gitmezse’ dedi¤inizde, ‘kim takar belediye baflkan›n›’ diyorlar. ‘Peki Chavez’in istemedi¤i bir fley olursa?’ Cevap ayn›:’ Kim takar Chavez’i’...”
Yeni politik sistem flöyle bir fley olabilir: 200-300 kiflilik mahalleler bir meclis oluflturacaklar. Bu meclis o mahallede al›nacak kararlardan sorumlu olacak. Mahalle meclislerinin oluflturdu¤u grup ilçeden sorumlu olacak. Ve böyle büyüyerek devam edecek. Belli bir temsil ve delegasyon sistemi, ama sistemin kalbinde mahalle meclisleri olacak. Michael Albert
ripkâr mekanizmalardan biri. Gelecekte insanlar geçmifle bak›p, piyasa denen fleyin insanl›¤a kölelikten bile daha fazla zarar verdi¤ini görecekler. Piyasay› kabul etmedi¤imiz gibi, merkezî planlamay› da benimsemiyoruz, çünkü o da otoriteryen bir fley. Bunlar›n yerine kat›l›mc› planlamay› koyuyoruz. Kat›l›mc› planlamada üreticiler ve tüketiciler iflbirli¤i içinde müzakerede bulunuyorlar; kararlar ne piyasa mekanizmas›nda oldu¤u gibi rekabet içinde veriliyor, ne de merkezî planlamada oldu¤u gibi otoriteryen bir süreç sonunda. Bana kal›rsa böyle bir model, bizi s›n›fs›z; dayan›flmay›, eflitli¤i ve çeflitlili¤i teflvik eden, özyönetimi ve insanlar›n kendi yaflamlar› üzerine söz söylemelerini mümkün k›lan bir topluma ulaflt›racak. Bunlar iddia tabii, ama e¤er bu iddialar do¤ruysa, TINA (There is no alternative!) art›k geçerli de¤ildir, hayata geçirilebilir bir alternatifimiz var demektir. Kat›l›mc› ekonomi bu iflte. Bunun mümkün olmas› içinse yeni bir kültürün ve siyaset yapma biçiminin hayata geçirilmesi gerekiyor. Peki, bu mücadelenin öznesi kim olacak? Bir parti mi, sendikalar m›, yoksa toplumsal hareketler mi? Onu yaflay›p görece¤iz, ancak tahmin yürütebilirim bu aflamada. Bir tarafta toplumsal hareketler -kad›n hareketi, gay-lezbiyen hareketi, ›rkç›l›k karfl›t› hareket, savafl karfl›t› hareket, emek hareketi- varl›klar›n› sürdürmeye devam edecekler, di¤er taraftan, bütün bunlar› aflan bir fley de olacak. Bahsetti¤im, hâlihaz›rdaki koalisyonlardan farkl› bir fley. Irak savafl›na karfl›, savafl karfl›t› koalisyon kurduk, her örgüt kendi farkl›l›klar›n› muhafaza ederek geldi. Ancak, anlatmaya çal›flt›¤›m daha farkl› bir fley. Buna ister “devrimci blok” deyin, ister “hareketlerin hareketi”, tüm hareketler iç içe geçmifl olacak, birbirlerini destekleyecekler. E¤er bu yap› –ki oluflmaya bafllam›fl bir yap›dan bahsediyoruz asl›nda- bir vizyon gelifltirmeyi baflar›rsa, iflte o zaman
çok daha tutarl› olacak. Ve yine bu yap›, kat›l›mc› ekonomi ya da kat›l›mc› toplum vizyonunda ortaklaflabilirse, herkesi bir araya getirecek de¤erleri üretmeyi baflarabilecektir, iflte o zaman herkes kendini büyük bir hareketin parças› gibi hissedecek. Peki bu yap› neye benzeyecek? Tam da Parecon’un tarif etti¤i fleye benzeyecek. Kendi kendini yöneten bir topluluk olacak, yeni toplumun altyap›s›n› oluflturacak. Bu yap›n›n politik görünümü, yeni bir dünyada görmek isteyece¤imiz türden bir politik sistem olacak. Bu politik sistem flöyle bir fley olabilir: 200300 kiflilik ya da ailelik mahalleler bir meclis oluflturacaklar. Bu meclis o mahallede al›nacak kararlardan sorumlu olacak. Mahalle meclislerinin oluflturdu¤u grup ilçeden sorumlu olacak. Ve bu böyle büyüyerek devam edecek. Belli bir temsil ve delegasyon sistemi olacak, ama sistemin kalbinde, yerellerdeki bu mahalle meclisleri olacak. Venezüella’da flimdi ne yap›yorlar biliyor musunuz? Duvara kocaman bir harita asm›fllar. Bu haritada flehirler bir sürü küçük mahalleye bölünmüfl, 300-400 kiflilik mahallelere. Bunlar›n her birinde bir meclis var. Bu meclislerin yeni hükümet oldu¤unu söylüyorlar. “Bu meclislerin ne gücü var” diye sordu¤unuzda, “her bir meclisin kendi mahallesini yönetti¤ini” söylüyorlar. “Peki ya ilçeleri kim yönetiyor” dedi¤inizde, “ilçe meclisleri” diyorlar. “Peki ya bir meclisin ald›¤› karar belediye baflkan›n›n hofluna gitmezse” dedi¤inizde, “kim takar belediye baflkan›n›” diyorlar. Olay bu! Yeni hükümet bunlar. Yeni bir sistem kuruyorlar. Bu yeni yönetimin daha iyi ve çekici bir alternatif oluflturarak merkezî hükümetin yerini almas›na çabal›yorlar. “Meclislerin kararlar› merkezî hükümetin kararlar›yla uyuflmad›¤›nda veya Chavez’in istemedi¤i bir fley olursa?” sorusunun cevab› da ayn›: “Kim takar Chavez’i!” Bunda da gayet ciddiler. Olay bu iflte!
43
Söylefli: Tan Morgül-F›rat Genç
daha fazlas›n› istemeye devam etmeliyiz. Henüz kazanmad›k. Sadece bir ad›m att›k, zafer ancak yeni bir ekonomik sisteme geçti¤imizde gerçekleflecek. Ayr›ca, Brezilya ‹flçi Partisi tümüyle kat›l›mc› bütçeden yana olsayd›, ülkenin durumu bambaflka olurdu. Brezilya’da sol, Venezüella’da oldu¤undan çok daha güçlü, ama durum ortada. Brezilya halk› sol e¤ilimli bir halk; son derece güçlü, gerçek anlamda demokratik taban hareketleri var. Venezüella’da ise hiç de sola göz k›rpan bir halk söz konusu de¤il, üstelik bir askerin etraf›nda örgütlenmifl durumda. Ama gelin görün ki, Venezüella’da heyecan verici fleyler olurken, Brezilya’da tam bir baflar›s›zl›k var. Bu noktada modelinizi biraz daha ayr›nt›land›rabiliriz. Parecon’un temel bileflenleri ve sizi böylesi bir model yaratmaya iten saikler nelerdi? Kat›l›mc› ekonomi, hem kapitalizme hem de reel sosyalizm ad› alt›nda yaflanm›fl olan ekonomik modele alternatif bir modeldir. Üretim araçlar›n›n özel mülkiyetini ortadan kald›ran baflka türden iktisadî kurumlar üzerine temellenir. Eski tip toplumsal iflbölümü yerine, bireylerin birbirinden farkl› iflleri s›rayla yapt›klar› yeni bir iflbölümü öngörür. Kapitalistlerin mülkiyet üzerindeki tekelini ortadan kald›r›p her fleyin paylafl›ld›¤› yeni bir mülkiyet rejimini hedefler. Vurgulanmas› gereken bir nokta da, kat›l›mc› ekonominin, post-kapitalist toplumlarda ortaya ç›kan ve benim koordinatörizm (iflçi s›n›f›-kapitalistler ayr›m›na dayanan toplumsal iflbölümünün yerini, iflçi s›n›f›-koordinatörler ayr›m›na dayanan ikinci bir iflbölümüne b›rakmas›) olarak adland›rd›¤›m e¤ilimi de ortadan kald›rmay› hedefledi¤idir. Ödüllendirme meselesi çok önemli. Biz insanlar›n harcad›¤› çabay›, yapt›klar› fedakârl›klar› ödüllendiririz. ‹nsanlar›, ürettikleri ürünün ekonomik de¤erine göre de¤il, harcad›klar› zamana ve fiziksel çabaya göre ödüllendiririz. Bir de ekonomik de¤erlerin tahsilât› meselesi var: Biz piyasadan yana de¤iliz. Bize göre piyasa, insanl›¤›n yaratt›¤› en tah-
YARGI MUHAB‹R‹ ADNAN KESK‹N’‹N RAD‹KAL SERÜVEN‹
Av köpe¤i olmay› reddetmek 4 Aral›k’ta Radikal’den ç›k›fllar› verilen Adnan Keskin ve Soner Ar›kano¤lu, son günlerde ifllerini kaybeden gazeteciler içinde en a¤›r cezaya çarpt›r›lan isimler oldular: Y›llarca çal›flt›klar› kurumdan tazminatlar› ödenmeyerek ç›kar›ld›lar! En yetkin yarg› muhabirlerinden biri olan Keskin’le, Radikal tecrübesini ve gazetecili¤e bak›fl›n› konufltuk. Nas›l ve neden iflten ç›kar›ld›¤›na gelmeden önce, Radikal’de yaflad›¤›n tecrübeden bahsedelim... Adnan Keskin: Di¤er gazetelerle karfl›laflt›r›nca, Radikal’i en serbest haber yaz›lan gazetelerden biri olarak görebiliriz. Ama çok önemli dört-befl haberim kullan›lmad›. Hatta manfletken, geceleyin indirilen haberlerim oldu. Örne¤in, Mehmet A¤ar’la ilgili haberlerde çeflitli s›k›nt›lar yaflad›k. A¤ar’›n Susurluk san›klar›n› kurtarmak için Yarg›tay’da kulis yapt›¤›n› ö¤rendik. Bunu do¤rulatt›k, görüfltü¤ü kiflilerle tart›flt›k ve haber yapt›k. Haber manfletti, ama A¤ar’›n Ayd›n Do¤an nezdindeki giriflimleri sonucu, geceyar›s› manfletten düfltü. A¤ar’›n seni tehdit etti¤i yönünde bir haber yay›nlanm›flt› Radikal’de... Evet, telefonda tehdit etti. ‹smet Berkan iyi bir tav›r sergileyerek bu tehdidi haber yapmam›z gerekti¤ini söyledi. A¤ar arad›¤›nda, kay›t yapamam›flt›m. Ertesi gün, arad›m kendisini, ayn› sözleri tekrarlad›, ben de kaydettim. “Herkes Susurluk haberlerini yapmay› b›rakt›, sen ›srar ediyorsun. Dava bitene kadar bu haberleri yazma, yoksa arkadafllar› tutmakta zorlan›yorum” dedi. Radikal bunu haber yapt›. Ama, kullanmad›¤› haberler de vard›. Radikal, MGK Gizli Yönetmeli¤i’ni tart›flmaya açm›flt›. Fakat haberin zirve noktas›n›n önüne geçildi. O haberin ard›ndan, derin devletin nas›l çal›flt›¤›n› gösteren bir belge geçti elimize: Derin devletin tasarlad›¤› konu bafll›klar›, görevlendirilen kurulufllar ve al›nan sonuçlar›n listesi. Geçmiflte yaflanan olaylar gözönünde bulundurularak o listeye bak›ld›¤›nda, derin devletin nas›l iflledi¤i apaç›k ortaya ç›k›yordu. Örne¤in, “DEP’in pasifize edilmesi” diye bir konu bafll›¤› var. “Görevlendirilen kurulufllar” olarak yarg›, içiflleri bakanl›¤›, jandarma say›l›yor. “Al›nan sonuç”a bak›ld›¤›nda da DEP’in bombaland›¤›, milletvekillerinin tutukland›¤› görülüyor. Yahut ‹HD’nin etkisizlefltirilmesinden söz ediliyor. Bu karardan sonra, ‹HD’ye yönelik bask› ve bask›nlar›n yap›ld›¤›, toplu tutuklamalar›n veya silahl› sald›r›lar›n gerçekleflti¤i görülüyor. MGK Gizli Yönetmeli¤i haberlerini yap›nca elimize ulaflm›flt› bu belge. Haberi yapt›k, ama yay›nlanmad›. Fakat, ‹smet Berkan çok düzgün bir tutumla, baflyaz›s›nda “Adnan Keskin çok önemli bir haber geçti, fakat kullanamad›k” dedi. Baflka konularda da benzer sorunlar yaflad›n m›? Güneydo¤u’da ormanlar›n kesilip yak›lmas›na iliflkin Bingöl’den bir yüzbafl›n›n yaz›l› talimat› elimize geçmiflti. Bunu ha-
44
Adnan Keskin
ber yapt›k, çünkü o dönem o bölgede çok orman yak›l›yordu. Bu haberi Radikal yay›nlamad›, Posta’da yay›nland›. En yak›n örneklerden biri de fiemdinli davas›. ‹flten at›lma gerekçelerim aras›nda fiemdinli davas›nda görevimi yapmamam da var. Ama iddia ediyorum ki, fiemdinli davas›nda en çok haber üreten muhabirlerden biriyim. Dava sürecini Van’da izlerken sivil J‹TEM mensuplar› taraf›ndan takip edildi¤ime tan›k olan arkadafllar var. Bu haberlerin belki de dörtte biri gazeteye girebildi. Sistemli bir haber önleme tavr› gazetenin genel yönetiminde yoktu, ama Ankara büroda vard›. Murat Yetkin’in Ankara büronun bafl›na gelmesinden sonra bir anlay›fl de¤iflikli¤i yafland›. Dünyaya, habere bak›fl› bizimkiyle pek örtüflmüyordu. Etkili güçlere muhalefet etmek yerine, güçlüden yana, konjonktüre uygun haberleri tercih ediyordu. Onun müdahalelerine ra¤men, biz haberleri bildi¤imiz gibi yazd›k; müdahalesini kabul etseydik, yazd›¤›m›z haberlerin yar›s›n› yapamazd›k. ‹lk ciddi tart›flmam›z, YÖK’ü elefltiren bir haberimiz üzerine oldu. YÖK’ü bile elefltirmek Yetkin için do¤ru de¤ildi. Seni yarg› muhabirli¤inden baflka bir alana kayd›rma giriflimleri oldu mu? Hay›r, çünkü o alanda ifli bilen muhabire ihtiyac› vard›. ‹flten atma tehdidini ilerleyen y›llarda dolayl› olarak dile getirdi. Haber müdürüyle, haber nedir konusunda yapt›¤›m›z bir tart›flman›n sonucunda, “be¤enmiyorsan git” diye tepki gösterdi. Ben de “be¤enmiyorsan iflten at” dedim. Gazeteler, belki de en antidemokratik kurumlar; daha da iddial› söyleyeyim, gazeteler en faflizan kurumlard›r. Gazeteciler de bu duruma itiraz et-
Mehmet A¤ar’›n Susurluk san›klar›n› kurtarmak için Yarg›tay’da kulis yapt›¤›n› ö¤rendik ve haber yapt›k. Haber manfletti, ama A¤ar’›n Ayd›n Do¤an nezdindeki giriflimleri sonucu, geceyar›s› manfletten düfltü.
mez, bu kültürün içinde yaflamay› kabullenir. Biz do¤ru bildi¤imizi, haber müdürüyle de, temsilciyle de, genel yay›n yönetmeniyle de tart›fl›yorduk. Haber bir düflüncedir, biz düflünce üretiyoruz. Bence muhabirin en belirgin özelliklerinden biri, bir düflüncesinin olmas› ve bunu yöneticilerine karfl› savunabilmesidir. Fakat, egemen kültüre göre, gazeteyi yaz›iflleri yapar, muhabir söz söyleyemez, haberinin bafll›¤›n› bile seçemez. ‹smet Berkan’›n gazetenin Ankara temsilcisi oldu¤u dönemde benzer gerginlikler yafl›yor muydunuz? ‹smet Berkan gazetecinin tart›flan bir insan olmas›na karfl› de¤ildi. Onun Ankara temsilcili¤i döneminde, maafllar›m›z dahil pek çok konuda, yüksek sesle tart›flabiliyorduk. Berkan döneminde hiçbir muhabire hakaret edilmemifltir, muhabirler çok s›kbo¤az edilmemifltir. Baz› tart›flmalarda da “kurun sendikan›z› kardeflim” diyebilmifltir. ‹stedi¤i baz› haberleri yapmay› reddettik ve o da ikna oldu mesela. Fakat Murat Yetkin’de reddedilmeyi kabul etmek gibi bir al›flkanl›k yok. Radikal’e gelirken “bu büroyu adam edece¤im” dedi¤ini duymufltuk. Tutumu da gerçekten buna yönelikti. Ondan önce, Radikal’in Ankara bürosu daha muhalif, daha üretkendi. Yetkin’in yönetme arzusu her fleyin önüne geçiyordu. O yüzden de benden istedi¤i verimi alamam›flt›r. Temel sorun, benim onun istedi¤i türden bir adam olmamamd›r. Çeliflkimizin bir k›sm› haber yaklafl›m›yla ilgilidir, ama önemli bir k›sm› da haberin üretim süreciyle, iflyerindeki zaman kullan›m›yla ilgili itirazlar›md›r. Elefltirdi¤in tutum, büyük medyada daha çok patronlar›n taleplerinden kaynaklanm›yor mu? Gazetelerdeki yöneticiler genellikle kraldan fazla kralc›d›r. Murat Yetkin’in üst yönetimle iliflkisini bilmiyorum, ama di¤er gazete temsilcilerinde de ayn› tutumu gördük. Sabah gazetesinde, muhabirler Adana’ya, Diyarbak›r’a sürülmüfllerdi mesela. Murat Yetkin tek bir örnek de¤ildir, fakat onun tutumu Radikal’in genel çizgisine yak›flt›r›lam›yordu. Habercilikten çok, Yetkin’in yönetme, zaptetme, terbiye etme ve cezaland›rma e¤ilimi önplana ç›k›yordu. Mesela, Anayasa Mahkemesi’nin bir kokteyli vard›; gitti¤imizde, sadece iki muhabirin davet edildi¤ini gördük. Oysa yarg› alan›n› izleyen otuza yak›n muhabir var. O zaman Anayasa Mahkemesi baflkan vekili olan Haflim K›l›ç’a mesaj göndererek d›flar›daki muhabirlerin de içeri al›nmas› gerekti¤ini aktard›k. Haflim K›l›ç “befl kifli seç ve içeri gir” dedi bana. Bu öneriyi reddettik ve kameralar›n önünde baflkan› protesto ettik. Büroya döndü¤ümüzde, Murat Yetkin “gazetecinin tutumu içeri girmektir, protesto etmek de¤il” dedi. Ben de “gazeteci, gerekti¤inde gazetecili¤i koruyan ve protesto da edebilen kiflidir” yan›t›n› verdim. Yetkin, uyumlu, itiraz etmeyen, av köpe¤i gibi çal›flan, kofl deyince koflan, al deyince alan gazeteci istedi. Yetkin’le temel sorunumuz buydu. Murat Yetkin ve Ankara istihba-
Soner’le birlikte ç›kmad›k yukar›. O süreçte bizim at›lmam›za karar verilmiflti bence. Fakat, Türkiye’nin gündemi yo¤undu, seçimler geliyordu ve bize ihtiyaçlar› vard›. Ayr›ca, bir protesto eylemine kat›ld›¤› için muhabiri iflten atmak mahkemeden dönebilirdi. Hukukî gerekçelendirmeleri oluflturmak için süreç uzat›ld›. Birinci ihtar geldikten hemen sonra, ikinci soruflturma aç›ld›. ‹fl Yasas›’nda iki hakl› ihtar neticesinde hakl› fesih düzenlemesi var. Birinci ihtarda, yöneticiye “biz asker miyiz” tepkisi göstermek befl gerekçeden biriydi. ‹kinci suçumuz ise ceza ald›¤›m›z gün avukata giderken yakalanmakt›! ‹htar gelince, avukat›m›zla konuflmak için bürodan ayr›ld›k. Yetkin o s›rada telefon etti ve haber vermeden bürodan ayr›ld›¤›m›z› söyleyerek nerede oldu¤umuzu sordu. Biz de “yedi¤in halt› temizlemeye çal›fl›yoruz” dedik. Ondan sonra, bize hiçbir görev verilmedi. ‹kinci cezay› da “izinsiz bina d›fl›na ç›kmak”tan yedik ki, bu bir gazeteciye yap›labilecek en son fleydir. ‹kinci ihtar da geldi¤i için ilerleyen günlerde bizi iflten att›lar. Ay›n birinde, Soner’le benim maafl›m yatmam›flt›. At›lma karar›ysa elimize ulaflmam›flt›. O ay›n maafl›n› kapt›rmamak için yat›rmad›lar maafl›m›. Bizi ay›n 4’ünde atabildiler, normalde dört günlük maafl›m›z› vermeleri gerekiyordu. Onu vermemek için de iki y›l önceki bir gezinin harcama hesab›n› kapatmamam› gerekçe gösterdiler. Yasal ve gerçek olmayan bir borç ç›kard›lar bana. Ceza Kanunu’nda buna ya¤ma denir. Sonuçta, tazminats›z atarak 11 y›ll›k eme¤ime el koydular. Soner de dokuz y›ld›r çal›fl›yordu ve onun da elindeki s›f›r. Bizi önce uyduruk gerekçelerle att›lar, sonra ihtar ettiler! Dava açt›n m›? Tabii, dava açt›k. En s›k›fl›k an›m›zda bize para da teklif ettiler. Teklif ettikleri miktar, davay› kazanabilirsek almam›z gerekenin dörtte biri kadard›, ama istifa etmeyi ilkesel olarak reddettik. Davay› kazanmam›z›n da bir garantisi yok. Niye kazanman›z›n garantisi yok? Gazeteciler ifle iade davalar›n›n yüzde doksan sekizini kazan›yor asl›nda. Uzun süredir bas›nda tazminats›z iflten atma olay› yok gibi. Tazminatlar eksik ödenirse, dava aç›l›yor ve yarg› yoluyla hak kazan›l›yor. Bizse, ço¤u uyduruk da olsa, çok kalabal›k suçlamayla karfl› karfl›ya-
Gazeteler en faflizan kurumlard›r. Gazeteciler de bu duruma itiraz etmez. Muhabirin en belirgin özelliklerinden biri, bir düflüncesinin olmas› ve bunu yöneticilerine karfl› savunmas›d›r. Fakat, egemen kültüre göre, gazeteyi yaz›iflleri yapar, muhabir söz söyleyemez, haberinin bafll›¤›n› bile seçemez.
“As›l ipleri koparan, gazeteden 41 kiflinin at›lmas›na yönelik tavr›m›zd›r. O konuda meslek örgütlerini zorlad›k ve bir eylem yapt›k. Radikal, Milliyet’in binas›ndad›r, o bina önünde ilk defa bir eyleme tan›k oldum. On bas›n meslek örgütü kat›ld› eyleme. Radikal’den de iki kifli kat›ld›k.”
y›z. Ayr›ca, yarg›da k⤛t üzerinde kazansan da gerçekte alman gerekeni alamayabilirsin. Muhtemelen, yarg›çlar kendi emeklilik ikramiyeleriyle k›yaslay›nca, bir gazetecinin almas› gereken tazminata tepki duyuyor. Yarg›tay’da böyle bir uygulama bafllad›. Yarg›ç, flöyle düflünüyor olmal›: “Ben k›rk y›ll›k yarg›ç olarak emekli oldu¤umda 40 milyar para alaca¤›m, k›ç› k›r›k gazeteci on y›l çal›flm›fl, nas›l olur da 200 milyar tazminat al›r!” Evet, almam gerekiyor, çünkü belki bir daha gazetecilik yapamayaca¤›m. Benim iflim pamuk ipli¤ine ba¤l›. ‹kincisi, gece gündüz demeden çal›flt›¤›mdan, Ayd›n Do¤an’a toplamda belki iki y›l daha fazla bile çal›flt›m. Bu arada, onlarca tehdit ald›m, yolda yürürken korkuyorum, arkama bakam›yorum. Madem hukuk devletiyiz, ortada bir yasa var; bas›nda, ödenmeyen alacaklar için yüzde befl günlük faiz uygulan›r. Gazeteciler mahkemelerde bunu kazan›yor, ama yarg›çlar vermiyor, yasal bir kazan›m olmas›na ra¤men, gazetecilerin alaca¤›n›n yüzde 98’i Yarg›tay’da kesiliyor. Dolay›s›yla, eme¤imizin karfl›l›¤›n› almayabiliriz. Ayr›ca, yarg› muhabiri olman›n dezavantajlar› da olabilir. Yarg›y›; örne¤in, fiemdinli iddianamesini haz›rlayan savc›y› iflten atan Hâkimler ve Savc›lar Yüksek Kurulu’nu elefltiren haberlere imzam› atmaktan çekinmedim. Bütün adalet bakanlar›yla özel görüflmelerim oldu, ama onlar› elefltiren haberler yazmaktan geri durmad›m. Ama biz bu davay› kazanaca¤›m›za inan›yoruz. Aksi halde, sadece biz de¤il, bizim ak›betimize u¤rama ihtimali olan bütün gazeteciler çok büyük bir kayba u¤rayacak. Radikal’in manflet haberlerinde en fazla senin imzan göze çarp›yordu… Belki de en çok manflet olan muhabirdim. Di¤er arkadafllar›m benden daha az çal›flt›¤› için de¤il; yarg›, adalet ve insan haklar› gibi genifl bir alanda bir tek benim çal›flmam bu sonucu do¤uruyordu. Haberleri en çok de¤erlendirilen muhabirlerden biriydim. Fakat, gazetecinin sadece gazeteye giren haber ve manflet say›s›yla de¤il, hayatta tak›nd›¤› tutumla önemsenmesi ve de¤erlendirilmesi gerekti¤ini düflünüyorum. O nedenle, iflsiz kalma pahas›na, ifl yerinde düflüncelerimi her zaman yüksek sesle dile getirdim. ‹fl ar›yor musun? Ar›yorum ama, gazeteci kap› kap› dolaflarak ifl bulacak kifli de¤ildir. ‹flten at›lmam›z, ayn› zamanda, Ayd›n Do¤an ve onun akraba gruplar›n›n d›fl›nda, “centilmenlik anlaflmas›” yapt›klar› gruplarda da çal›flamamam›z anlam›na geliyor. ‹flten at›lman›z üzerine gazetecilerden destek gördünüz mü? Radikal’in önünde bir protesto gösterisi oldu. O eylemden yar›m saat önce, Yetkin ve Zeyrek bürodan ayr›l›p telefonla bürodakileri uyar›yorlar. Eyleme kat›lanlar›n iflten at›laca¤›n› söylüyorlar. Sadece bir stajyer eyleme kat›l›yor ve ertesi gün ç›kar›l›yor. K›zca¤›za ilk gazetecilik dersini vermifl oldular. ‹nsanlar› iflle açl›k aras›nda bir tercihe zorluyorlar. As›l ahlâks›zl›k budur.
Söylefli: ‹rfan Aktan
Foto¤raf: Sultan Özer
rat flefi Deniz Zeyrek bir y›ld›r gitmemize karar vermifllerdi. Bir kurguya gittiler ve iflimize son verdiler. Bürodaki muhabir arkadafllar›n›z›n at›lman›za tepkisi nas›l oldu? Soner Ar›kano¤lu da benimle benzer bir tutum içindeydi. Zaten sürecin hukuk d›fl› oldu¤unun göstergelerinden biri de budur, bizi tek kifli olarak kabul ettiler. Ayn› gün suçland›k, ayn› gün savunmam›z istendi, ayn› gün cezaland›r›ld›k, ayn› gün at›ld›k. Bütün bu sorunlar›n, bas›ndaki sendikas›zl›ktan kaynakland›¤›na da inanm›yorum. Örgüt olmasa da tepki gösterilir. Ben Radikal’e girerken sendika üyesi oldu¤umu gizlemedim, ifl formuna da bunu yazd›m. Fakat, gazeteciler aras›nda örgüt yok diye tutum tak›nmamak yayg›n tav›r. Oysa, örgüt yoksa ifl bafla düfler. Gazetecilerin haber yapmak kadar kutsal bir baflka görevi de kötü yönetime, eflitsizli¤e, adaletsizli¤e itiraz etmektir. Bizim Ankara büroda iki kifli sendikal› de¤ildi sadece. Onlardan birine, ›srarla sendikaya üye olmas›n› önerdim. Sendikaya üye olmamas›n›n, iflini güvenceye almaya yaramayaca¤›n› anlatt›m. Ama sendikaya üye olmad›. Ne yaz›k ki, Radikal’den iflten at›lan 41 kiflinin aras›nda sendikaya üye olmayan o arkadafl da vard›. Sizinle ilgili ilk soruflturma hangi olay neticesinde aç›ld›? Haber üretimimizin düfltü¤ü iddia edildi. Oysa böyle olmad›¤›n› kan›tlamak çok zor de¤il. As›l ipleri koparan, gazeteden 41 kiflinin at›lmas›na yönelik tavr›m›zd›r. O konuda meslek örgütlerini zorlad›k ve bir eylem yapt›k. Radikal, Milliyet’in binas›ndad›r, o bina önünde ilk defa bir eyleme tan›k oldum. On bas›n meslek örgütü kat›ld› eyleme. Radikal’den de biz iki kifli kat›ld›k. Eylemden befl dakika önce Murat Yetkin’den telefon ald›m. “Senden rica ediyorum, özellikle senin ismin geçiyor, eyleme kat›lanlar tazminats›z olarak iflten at›lacakt›r, lütfen yukar› ç›k” dedi. Kendisine teflekkür ettim ve yukar› ç›kmayaca¤›m› belirttim. Hemen ard›ndan telefon mesaj› çekti: “Gel yukar›ya, çay içelim. Sendikac›lar olmasa da olur” dedi. O mesaj› sakl›yorum ve mahkemede kan›t olarak sunaca¤›m. 41 kifli bize hiç inand›r›c› gelmeyen ekonomik gerekçelerle iflten at›lm›flt›. Bu eyleme kat›lmay› bir insanl›k görevi olarak gördüm. Tehdide ra¤men
45
Ian (Ewan McGregor, solda) ve Terry (Colin Farrell) biraderler, day›lar› Howard’›n (Tom Wilkinson, altta solda) siparifl etti¤i cinayeti ifllemeye kalk›fl›nca“Suç ve Ceza”yla “Karamazov Kardefller” k›rmas› bir kâbus bafllar.
B‹R WOODY ALLEN TRAJED‹S‹: “CASSANDRA’NIN RÜYASI”
Tam köfleyi dönerken bast›ran vicdan azab› Woody Allen’dan bir süpriz daha: ‹ki y›l önce “Maç Say›s›”yla girdi¤i Dostoyevski boyutunu “Cassandra’n›n Rüyas›”yla derinlefltiriyor, toplumsal s›n›flar›n kendilerine has ruhsal, zihinsel “bilinç”lerini sergiliyor; Dostoyevski’nin yan› s›ra antik Yunan trajedilerine, kutsal kitaplara, Shakespeare’e göz k›rpmakla kalm›yor, “son marksist yönetmen benim” diyen Claude Chabrol’e de nanik yap›yor. unu bafltan belirtmekte fayda var: “Maç Say›s›”n› (2005) seyretmifl, ama Woody Allen’›n kafas›n› y›llardan beri meflgul eden konular› ufak tefek oynamalarla evirip çevirerek baflka filmlere tafl›mas›na al›flamam›fl olanlar ya da bundan hofllanmayanlar, “Cassandra’n›n Rüyas›”n› sevmeyebilirler. Woody Allen sevmeyenlere ise zaten söylenecek bir fley yok. Sonuçta, “Crimes and Misdemeanors”la(1989) New York’ta dile getirdi¤i, “Maç Say›s›”nda Londra’ya, aristokratik bir ortama tafl›d›¤› bir derdi, bu sefer ‹ngiltere’nin daha alt s›n›f atmosferinde, altorta s›n›f bir aile ortam›nda defliyor.
fi
Baflar› ve vicdan “Casandra’n›n Rüyas›”n›n ana fikri flu soru: Hayatta hedefledi¤iniz yere gelebilmek için dürüstlü¤ünüzden ne kadar ödün verebilirsiniz? “Baflar›” ile onu elde etmek karfl›l›¤›nda ödün verilen “vicdan”›n ikilemi, Allen’›n favori meselelerindendir. Bu yüzden de ilk sorunun ard›ndan, dürüstlü¤ünden ödün veren insan›n, bunun a¤›rl›¤›n› ne kadar kald›rabilece¤i sorusu gelir. Allen, “Crimes and Misdemeanors”da
46
bu mevzuya, baflar›y› arzulayan karakterin karfl›s›na vicdan›n›n a¤›rl›¤› alt›nda ezilen bir baflka karakteri koyarak dalm›flt›. Araflt›rmalar›yla ödüller alan baflar›l› bir doktor ile, kendisine önerilen televizyon programlar›n› reddetti¤i için hayatta baflar›s›zl›¤a mahkûm idealist bir belgesel yönetmeninin, onlar› filmin sonunda karfl›laflt›ran paralel hikâyeleriyle... Her ikisi de efllerini aldatan ve bunun ac›s›n› yaflayan bu ikiliden “baflar›l›” olan› metresini öldürtüp arkas›na bile bakm›yor, görece daha masum bir romantizm yaflayan yönetmense iliflkisini kar›s›na itiraf ediyordu. Sonunda doktor, mutlu ailesinin haz›r bulundu¤u flaflaal› bir ortamda bir ödül daha al›rken, yönetmen ayn› salonun arkas›ndaki karanl›k barda baflar›s›zl›¤›n›n muhasebesiyle baflbafla kal›yordu. Üstelik âfl›k oldu¤u kad›n› da, flarlatan olarak gördü¤ü için hakk›nda program yapmak istemedi¤i bir baflka adama kapt›rarak... “Maç Say›s›”nda ise, zenginlere tenis dersi vererek hayat›n› kazanan, ve gözünü kamaflt›ran bu dünyaya bir an evvel dalmak için aristokrat bir ailenin k›z›n› tavlay›p evlenen bir karakter
“Casandra’n›n Rüyas›”n›n anafikri flu soru: Hayatta hedefledi¤iniz yere gelebilmek için ne kadar ödün verebilirsiniz? “Baflar›” ile onu elde etmek karfl›l›¤›nda ödün verilen “vicdan”›n ikilemi, Woody Allen’›n favori meselelerinden.
vard›. Kahraman›m›z›n kesintisiz ve mükemmel yükselifli, yeni dahil oldu¤u ailenin bir davetinde tan›flt›¤› oyuncu k›za âfl›k olmas›yla kesintiye u¤ruyor. ‹fller sarpa sard›¤›nda kahraman›m›z hayat›n›n inifle geçmesine göz yummaktansa, sevgilisinden kurtulmay› seçip onu öldürüyordu. Tabii ki içi içini yiyor, iflledi¤i cinayete karar verdikten sonra nas›l canavarlaflabildi¤ini akl› alm›yor, ama ifl bittikten sonra baflar›ya giden yolda rolünü do¤ru oynay›p, bir de “Allenvari” bir flans eseri cinayetten de paçay› kurtar›yordu. Vicdan›n›n sesini bast›rabildi¤i ölçüde baflar›l› oluyordu yani. Allen’›n, her üç filmde de ana karakter(ler)in verdi¤i iç mücadeleyi insan›n içini Dostoyevski’nin “Suç ve Ceza”s› kadar k›yarak ve ürpertip terleterek perdeye aktarabildi¤ini, s›radan insan›n cinayet ifllemesinin o kadar da kolay olmad›¤›n› hissettirebildi¤ini eklemek gerek. Onun düflünceleri daha çok cinayetten sonra bu iflten paçay› s›y›rmak, unutmak ve hayat›na hiçbir fley olmam›fl gibi devam etmek ya da edememek konusunda yo¤unlafl›yor. Gerekti¤inde ayn› eylemi yapabilecek insanlar, onun gözünde burada ayr›fl›yor. ‹flte Allen’›n “Cassandra’n›n Rüyas›”yla bir kez daha döndü¤ü konu bu. Bu sefer yine iki karakter üzerinden, ancak kiflilikleri ve çeliflkileri film ilerledikçe çapraz olarak de¤iflen iki kardeflle anlatmay› seçmifl konuyu. Araba tamircisi olan ve tezgâhtar k›z arkadafl›yla oturabilece¤i mütevaz› bir evden baflka bir hayali olmayan iyi yürekli, pek de parlak zekal› olmayan kardefl, kumar tutkusu yüzünden bafl›n› belaya sokuyor. Babalar›n›n sürekli zarar eden restoran›nda çal›fl›p daha renkli ve “düzgün” bir hayat›n hayalini kurarak ufak birikimler ve yat›r›mlar yapan, daha iyisini buldu¤una inand›¤›nda beraber oldu¤u k›z› b›rakmaktan imtina etmeyen di¤er kardeflse, hem kardefline yard›m etmek, hem de küçük yat›r›mlar›n› büyütebilmek için, daha önce akl›n›n ucundan bile geçmemifl bir fleyi yapmaya, bir cinayet ifllemeye raz› oluyor. Onlar› buna iten ise, annelerinin hayran oldu¤u, “baflar›s›z” babalar› ne zaman s›k›flsa cüzî yard›mlar gönderen, dünyan›n dört bir yan›nda özel hastaneler aç›p
köfleyi dönmüfl day›lar›. Ailenin efsanevî kurtar›c›s› felaket mele¤ine dönüflürken, kumarbaz kardefl vicdan›na yenik düflüp depresyona giriyor ve kendine yeni bir dünya kurman›n hayaliyle her fleyi geride b›rakabilen yak›fl›kl›, gözüpek kardefli de kendi düflünce girdab›n›n içine çekiyor. Bir kazanan bir kaybedenin oldu¤u “Crimes and Misdemeanors”dan ve tek bir kazanan›n oldu¤u “Maç Say›s›”ndan sonra, zengin day› hariç kazanan›n olmad›¤› bu trajedi, Woody Allen’›n bu meseleyi her aç›dan inceledi¤ini ve tamamlad›¤›n› gösteriyor sanki. Tabii ki, bu onun bundan ne kadar tatmin oldu¤una ba¤l›. Ve t›pk› Allen’›n filmlerinde oldu¤u gibi, hayatta da dramatik geliflmeler ve beklenmedik dönüflümler mümkün. Ama Allen’›n filmografisine bakarak, bir sonraki ad›m›n›n›n ne olaca¤›n› bazen ima ederek, bazen aç›kça ifade ederek hep bir öncesinden karar verdi¤ini görerek böyle bir tahmin yapmak mümkün. Ve tabii yan›lmak da...
Komedi-trajedi ikilemi Sinema dünyas›na sulu komedilerle girip ard›ndan bunlar›n içine felsefî dertlerini yerlefltirdikten ve ödüllerin neredeyse hepsini toplay›p bu dalda zirveye ulaflt›¤› “Annie Hall”dan (1977), sonra 1970’lerin sonunda arka arkaya üç ciddi film çekti Woody Allen. Bunlar›n sonuncusu “Stardust Memories”de (1979) bunal›ma giren ve insanlar› güldüremeyen bir komedi yönetmeninin, hayat›n trajedisi karfl›s›nda komedinin faydas›zl›¤›na dair düflünce ikilemini ifllemiflti. Ve filmi, yönetmenin bir bayg›nl›k s›ras›nda kendisine görünen ve ona “insanlar› kurtarmay› düflünmekten vazgeç, onlar› güldürerek dünyaya daha faydal› olursun” diyen uzayl›lar› dinleyip komediye dönmesiyle bitirerek, ondan sonraki on y›l neredeyse hep komedi a¤›rl›kl› filmler çekmiflti. Ara ara yine ciddileflti¤i olmufl, ama 1978’deki “Interiors”dan beri “Maç Say›s›”ndaki kadar safi dramatik ya da trajik olmam›flt›. Kafas›nda böyle kesin bir ayr›ma varmas› ya da bunlar› birbirinden b›çak gibi ay›rarak anlatma fikri ise “Melinda and Melinda”dan (2005) sonraya denk geliyor anlafl›lan. Bir lokantada muhabbet eden bir trajedi yazar›yla komedi yazar› aras›nda geçen ve hayat› bu iki türden hangisinin daha iyi aç›klad›¤› sorusuyla bafllayan tart›flma, dostlar aras›ndaki bir akflam yeme¤inde anîden kap›dan içeri girerek ortal›¤› kar›flt›ran bir kad›n›n hikâyesini, biri komedi, biri trajedi olarak paralel anlatmalar›yla sürüyordu. Kad›n›n ve hayat›na ans›z›n dald›¤› insanlar›n bafl›ndan benzer olaylar geçiyor, hi-
kâyelerin biri depresyonla biterken, di¤erinde karakterler, t›pk› di¤er hikâyede oldu¤u gibi, boflanmalar, ayr›lmalar, aldatmalarla sars›lan hayatlar›na gülerek devam ediyorlard›. Sonucu ise, kafas›ndaki tipik problemlerden birini çözümleyemeyerek seyirciye b›rakm›flt› Allen: Gülseniz de a¤lasan›z da hayatta bafl›n›za birfleyler geliyor iflte; nas›l yaflayaca¤›n›z size kalm›fl. Komedi/trajedi ikilemi kafas›n› “Melinda ve Melinda”dan önce ve sonra uzun süre meflgul etmifl ve kendisi bu ikilemin içinden henüz ç›kmam›fl olacak ki, “Maç Say›s›”ndan sonra, belki de erken dönemlerinden beri yapmad›¤› kadar sulu bir komedi filmini, “Spook”u yapt›. Ki haysiyetine leke sürülmesinden korktu¤u için beraber oldu¤u fahifleyi öldüren bir aristokrat bu filmde de vard›. Allen bu kez katilin iç dünyas›na hiç dalmayarak, olay› sadece genç bir stajyer muhabir, yafll› bir sihirbaz ve olay› çözmesinde genç muhabire yard›mc› olmak için bir suret olarak dünyaya dönen meflhur bir muhabirin maceralar› üzerinden vermiflti. Hikâyenin merkezindeki olay ayn›yd›, ama filmde ne trajedi vard›, ne de vicdan muhasebesi. “Cassandra’n›n Rüyas›”yla yine trajediye döndü. S›rada bir komedi filmi olabilir ya da parlak dönemlerinde yapt›¤› gibi, ciddi problemleri, hatta son iki trajedisinde inceledi¤i meseleyi mizahî bir ton katarak, ama “Spook” kadar suland›rmadan, h›nz›r biçimde önümüze getirmesi umulabilir. Zaten h›nz›rl›k, Allen’›n bir süredir uzak durdu¤u bir huy oldu. Bir sonraki filmi hakk›nda, her Woody Allen filminde oldu¤u gibi, konusu ve ana fikri üzerine hiçbir yere bir fley s›zd›r›lmad›. Bu yüzden flimdilik filmin oyuncu kadrosu, çekim mekân›, ve filmin bütçesinin önemli bir bölümünün Barcelona Belediyesi ve Katalan Bölge Hükümeti’nce sa¤lanaca¤› haricinde bir bilgi yok. Oyunculu¤u, ak›c›l›¤›, görüntüleri ve Philip Glass’›n müzi¤iyle, seyredilmesi gereken bir film, “Cassandra’n›n Rüyas›”. Zaten Allen’›n baflka sulara aç›laca¤›na dair beklentiyi yaratan, sadece son üç filminin mekân› Londra’y› de¤ifltirip Barcelona’ya geçmesi de¤il, “Cassandra’n›n Rüyas›”n›n birçok aç›dan “bitmifl” bir film görüntüsü vermesi. Art›k üstüne yap›lacak, üstünde oynanacak bir fley kalmam›fl gibi duruyor, ama yine de belli olmaz. Olaya bir de onun gibi bakarsak e¤er, nas›l bir film çekerse çeksin, seyredece¤imiz yine bir Woody Allen filmi olacak. Gülsek de, irkilsek de, be¤ensek de, be¤enmesek de... Doruk Yurdesin
TA
K
IM
TU
TMAZ
U ADAM T
TA
R
Oyuncular›n ödemelerini yapamayan Ispartaspor, Bursa Merinos’la oynad›¤› son maç›na altyap›daki dokuz futbolcusuyla ç›kabildi.
Federasyon ne ifl yapar? ir futbol federasyonu ne ifle yarar? fiöyle düflünelim; bir federasyon baflkan› nelerle meflgul olur? Pembe bir köflke benzeyen federasyon binas›n›n kap›s›ndan girdikten sonra ilk ne yapar? Türkiye s›n›rlar› içinde yaflayan ve futbolu seven bir insansan›z bu sorular›n cevab› sizde asla olmayacak. Esasen, spor federasyonlar›n›n varl›k nedeni, temsil ettikleri spor dal›n› yayg›nlaflt›rmak, daha çok çocuk ve gence spor yapt›rmak, onlara bu imkân› sa¤layacak olan tesisleflme ad›mlar›n›n at›lmas› yönünde proje üretmektir. Peki bizim futbol federasyonumuz ne ifl yap›yor? Avrupa fiampiyonas›’na ya da Dünya Kupas›’na gidip oralarda kayda de¤er bir netice almak için türlü cinlikler peflinde kofltuklar›n› biliyoruz. Öncelikli mesele futbol üzerinden sosyal kabul görmek. Kocaman kocaman laflar edip, çirkin bir kazanma h›rs›yla kendinden olmayan herkesi düflman kabul ederek, korku ve paranoya ikliminin süreklili¤ini sa¤lama stratejisiyle, futbol rant›n› kontrol etme amac›na ulaflmak için yap›l›r bu ifller. Peki, bu ülkede
B
futbol ad›na ufak da olsa katk› yapmak isteyen, en az›ndan faaliyet gösterebilmek için y›rt›nan kulüplerle kim ilgilenecek? Bu kulüplerde lisansl› futbol oynayan sporcular›n haklar›n› kim düzenleyip koruyacak? Kademeli olarak kulüp standartlar›n›n belirlenmesi yolundaki çal›flmalar ne zaman laftan icraata dönüflecek? Gelin, 2007 y›l›n›n son ay›nda Ege futbolunda meydana gelen iki olaya göz atal›m. Birinci haber ‹zmirspor’dan geliyor. ‹zmirsporlu futbolcular sezon bafl›ndan bu yana kulüplerinden tek kurufl para almadan futbol oynad›lar. En sonunda, iyice zor duruma düflen oyuncular ma¤duriyetlerini kulübün Divan Kurulu üyelerine bildirdiler. Divan Kurulu kendi aras›nda futbolculara bir miktar para toplamay› düflündü. Befl bin YTL toplanabildi. Bu para, birkaç ayl›k alacak da düflünülünce futbolcu bafl›na ayl›k 70 YTL ödenmesi anlam›na geliyordu. Oyuncular bu paray› do¤al olarak reddettiler ve toplanan paran›n bir k›sm› tak›m›n devre aras› kamp› için harcand›. ‹zmirspor hâlâ çok zor durumda. Di¤er haber Ispartaspor’la ilgili. Kulüp bu
Irkç›l›k KKTC’ye s›çrad› S
Türkoca¤› taraftarlar›n›n ›rkç› hakaretlerine maruz kalan Jamil Kargbo’ya (14 numara) tak›m arkadafllar› Jacques Mbuyamna ve Joseph Amdah destek verdiler.
48
sezon çok zor durumda. Oyuncular›n ödemelerini yapamayan ‘Ispartal›lar’ bu sezon baz› maçlar›na altyap›dan ald›klar› dokuz kifliyle ç›kabildiler. Yedek kulübesinde kimse olmamas› bir tarafa, sahada iki oyuncu eksi¤i olan kulüp varl›¤›n› hâlâ nas›l sürdürüp bünyesinde sporcu bulundurabiliyor; ak›l al›r gibi de¤il. Bu iki örnek istisna de¤il, Türkiye’nin dört bir yan›nda benzer durumlar söz konusu. fiimdi Milli Tak›m’›n yönetim kurulu gibi caka satan Türkiye Futbol Federasyonu Yönetim Kurulu, milli tak›m d›fl›nda Türkiye futbolundan mesul görmüyor mu kendisini? 2008 Avrupa fiampiyonas›’na kat›lma hakk› elde edildi¤i için federasyon tüm görevlerini baflar›yla sürdürmüfl mü oluyor? Futbol federasyonunun sponsorlar›ndan kazan›lan gelir sadece milli futbolculara ve teknik heyete ödül ve prim olarak m› da¤›t›lacak? Bu federasyonun yönetim kurulunda yer almak için “delikanl› burcundan racon nameleri” okumak yetiyor mu? Futbol için baflka bir dünya mümkün de¤il mi?
on y›llarda Avrupa futbolunun huzurunu kaç›ran ›rkç›l›k sorunu KKTC’ye de s›çrad›. Geçen ay KKTC 1. liginde oynanan Türkoca¤›-Gönyeli maç› s›ras›nda Türkoca¤› taraftarlar› Gönyeli'nin siyahî oyuncusu Ganal› Jamil Kargbo'ya maymun hareketleri yapt›lar. Seyircilerin ›rkç› hakaretlerine maruz kalan Kargbo önce "Bana yap›lan bu davran›fl› kabul etmem mümkün de¤il. Dünyan›n birçok yerinde top oynad›m. Son zamanlarda bu türden olaylar› izliyordum, ama burada bafl›ma gelece¤ine hiç inanmazd›m. Maçta taç kullanmak üzere kenara gittim. Bir anda Türkoca¤› taraftarlar› bana do¤ru maymun hareketi yapt›lar. Maç› b›rakmak istedim, ama arkadafllar›m engel oldu. Yine de san›r›m KKTC’den ayr›laca¤›m” aç›klamas› yapt›ysa da, kulüp yöneticileri ve tak›m arkadafllar› Kargbo’yu ayr›lma karar›ndan vazgeçirdiler. Kargbo'nun siyahî tak›m arkadafl› Jacques Mbuyamna da 10 y›ld›r yaflad›¤› KKTC’de böyle bir olay›n oldu¤una inanamad›¤›n› söyledi. Türkoca¤› kulübünden bir yetkili Express’in sorular›na verdi¤i yan›tta
– Onur Yaz›c›o¤lu
“K›br›s futbolunda ›rkç›l›k diye bir fley olamayaca¤›n›, birkaç kiflinin büyütülmemesi gereken davran›fl›na Gönyelili futbolcular›n fazla al›nganl›k gösterdi¤ini” söyledi. Türkoca¤› taraftarlar›n›n “milliyetçi hassasiyetleri” oldu¤unu söyleyen yetkili, kulüplerine ceza gelece¤ine inanmad›¤›n› da sözlerine ekledi. 2007’de, Almanya'da Schalke'nin Ganal› futbolcusu Asamoah'a “kara domuz” diyen Dortmund kalecisi Weidenfeller'e 10 bin euro para ve 3 maç men cezas› verilmiflti. Rusya Futbol Federasyonu ise Spartak Moskova taraftarlar›n›n, siyahî futbolcular› Velliton için açt›klar›, “Maymun evine dön” pankart›ndan ötürü kulübe 19 bin dolar para cezas› vermiflti. Ajaxl› Perez, tak›m›n›n 19 Kas›m'daki lig maç›nda, yan hakem Nicky Siebert'e “kara kanser” dedi¤i için 5 maç men cezas›na çarpt›r›lm›flt›. Bakal›m, Türkiye’den baflka hiçbir ülkenin tan›mad›¤› KKTC Futbol Federasyonu ›rkç›l›k ay›b›na nas›l müdahale edecek? – Onat Yücel
‹talyan futbolunda kardinal takkesi anr›n›n futbolla iliflkisi 2007 so-
Tnuna kadar Maradona'ya bir
maçl›¤›na “el vermesiyle” s›n›rl›yd›. Neyse ki, uhrevî kurumlar›n en nevi flahs›na münhas›r› olan Vatikan, sahalardaki ruhanî eksikli¤e bir “dur“ demeyi kendine vazife edinerek duruma el koydu da, bundan sonra ‹talya sahalar›nda tam rand›manl› din propagandas› görme imkân›na kavuflaca¤›z. ‹talya Serie C1'de mücade eden Ancona’n›n Baflkan› Sergio Schiavoni kulübün hisselerinin yüzde 80'ini satt›. Yeni sahibin ad› CSI (Centro Sportivo Italiano), yani Vatikan’›n spor faaliyetlerinden sorumlu kurumu. Ve yeni patronla imzalanan protokolde s›k s›k “Ahlakî de¤erlere dayal›l›k”, “Bilançolar ve yönetimde do¤rulu¤a dayal› aç›kl›k” gibi ibareler geçiyor. Protokolün kulübün tamam›n› ba¤lad›¤› göz önüne al›n›rsa, teorik olarak futbolcular›n, teknik direktörün, masörün, kulüp doktorunun ve hatta taraftarlar›n bile “ahlâka dayal› bir anlaflma”ya imza att›¤› söylenebilir. Basitlefltirirsek; yak›n gelecekte Ancona’l› oyuncular›n maça ç›kmadan evvel rahip eflli¤inde dua etmeleri çok muhtemel. Yeni kurallara göre, antrenman kaç›ran veya kart gören futbolcu para cezas› yerine bir tak›m hay›r iflleriyle ifltigal etmek zorunda kalacak. CSI futbola hiç de yabanc› de¤il. Daha önceki misyonu, kendi ifadeleriyle, “Hristiyan de¤erler çerçeve-
sinde spora ve sporculara destek vermek”ti. Bu çerçeve dahilinde, müze görevlileri ve Papa’n›n korumas›n› üstlenen ‹sviçreli muhaf›zlardan oluflan bir tak›m ç›kartarak hal› sahada antrenman yap›yor ve kendilerinin çal›p kendilerinin oynad›¤› Clericus Cup adl› bir organizasyon düzenliyorlar. Sahalara ilahî adaleti getirecek bu sürecin arkas›ndaki isim olan Kardinal Tarcisio Bertone iki önemli tak›nt›s›yla tan›n›yor. ‹lki, “Da Vinci fiifresi” adl› kitaba duydu¤u nefret; ikincisi, futbol sevgisi. Koyu bir Juventus taraftar› olan Bertone,
– Mehmet ‹ren
Bangura’n›n yazg›s› lhassan Bangoura ya da Al
A Bangura ad›n› duydunuz mu? Kendisi hiç bilmedi¤imiz veya bilmek istemedi¤imiz topraklardan ‹ngiltere’ye gelen 19 yafl›nda bir orta saha oyuncusu. Kurtuldu¤unu düflündü¤ü hazin hikâyesiyle onu kovalayan yazg›s› aras›nda s›k›flm›fl, kendisini hayata ba¤layan futbol sayesinde yaflam›na tan›kl›k etti¤imiz “flansl›” bir Sierra Leoneli. Bir kabile flefinin o¤luydu Bangura. Sierra Leone’de y›llarca süren, binlerce insan›n öldü¤ü iç savafltan kaçmay› baflarm›flt›. Teamüllere göre, öldürülen kabile flefi babas›n›n yerine geçmesi gerekirken, kendisini ölüme sürükleyecek bu kaderi ard›nda b›rak›p güç bela Gine’ye kaçm›flt›. Gine’de tan›flt›¤› ve dost bildi¤i bir Frans›z vatandafl›yla Avrupa’ya gitti. Frans›z›n amac› Bangura’y› o¤lan fahifle olarak pazar-
Genova Baflpiskoposu oldu¤u 2004 y›l›nda, Sampdoria-Juventus maç›n› canl› yay›nda yorumlam›flt›. Futbola ilgisi ve uzat›lan mikrofona konuflmay› sevme huyuyla adeta “‹talya’n›n Yaflar Büyükan›t’›” olarak tan›mlayabilece¤imiz Berto-
ne, Vatikan’›n spora ilgisinin sinyallerini, bu maç›n ard›ndan yapt›¤› “Vatikan’›n da Roma, ‹nter, Milan, Genova veya Sampdoria ayar›nda, zirveye oynayan bir tak›m› olabilir. Brezilyal› ö¤rencileri Papal›¤a ait üniversitelere alsak bu bile futbolda bize büyük avantaj sa¤lar” aç›klamas›yla vermiflti. Büyük komplo teorilerine gerek yok. Vatikan futbol üzerinden dünyay› ele geçirecek de¤il, en fazla ‹talya’y› ele geçirirler, ki o bile zor görünüyor. Lâkin her halükârda, ‹talya’da din ve futbol iflleri birbirine kar›fl›yor. Bu geliflmenin hiç mi art›s› yok? Var: Taraftarlar ahlâkl› ve do¤ru davrand›klar› sürece bilet fiyatlar› düflük olacak. Baz› meselelerde Türkiye’ye benzerli¤iyle dikkat çeken ‹talya’da, Katolik Kilisesi’nin futbolun içinde ne ifli oldu¤unu pek soran olmad›¤›na göre (tan›d›k bir biçimde, spor sayfalar› yar›m sayfa Adriano resmi basmay› daha ilginç buluyor) liglerin kardinal takkesi görmeye al›flmalar› gerek. Asl›nda en merak edilen, vakti zaman›nda, görece sol tandansl› bir durufl sergileyen Ancona taraftarlar›n›n duruma ne tepki verece¤iydi. Onlar bu konuyla hiç ilgili de¤il. Hâlâ yar› ç›plak, sar›fl›n bir noel anne ile aç›lan sitelerinde üst lige ç›k›p ç›kmayacaklar›n› tart›fl›yorlar.
lamakt›. ‹ngiltere’ye gittiklerinde, bir f›rsat›n› yakalay›p kaçmay› baflard›. ‹flte Watfordlu orta saha oyuncusunun futbol öyküsü tam da o zaman bafllad›. ‹ngiltere’de kaçak yaflad›¤› s›rada, parkta futbol oynarken keflfedildi. Waftord altyap›s›nda futbol oynamaya bafllayan Bangoura, ilk defa 2004-2005 sezonunda, henüz 17 yafl›ndayken Stoke karfl›s›nda sahaya ç›kt›. Biz onun ismini ilk
kez, Emre Belözo¤lu’nun ad›n›n kar›flt›¤› ›rkç›l›k olay›nda duyduk. Ertesi sezon 37 kere Watford formas› giyen Bangoura, reflit oldu¤unda siyasî s›¤›nma talebinde bulundu. Geçen sene 120 bin Sterlin vergi ödeyen gençle ilgili karar kas›m ay›nda ç›kt›: S›n›rd›fl› edilecekti. Bangoura bu karara itiraz etti. ‹tiraz› 11 Aral›k’ta reddedilince, bir taraftan Bangoura, bir taraftan Watford kulübü s›n›rd›fl› edilme karar›na tekrar itiraz etti. Uluslararas› Profesyonel Futbolcular Birli¤i’nden, Watford Onursal Baflkan› Elton John’a, Watford milletvekillerine kadar herkes Bangoura’n›n geri gönderilmesi durumunda öldürülece¤ini söyleyerek seferber oldu. Taraftar da kendisine düflen görevi yapt› ve 15 Aral›k’ta Plymouth Argyle karfl›s›nda 18 bin kifli oyuncusunu ba¤r›na bast›. Gözyafllar›n› tutamayan Ban-
goura, ‹çiflleri Bakan› Jacqui Smith’in karar›n› bekliyor. ‹çiflleri Bakanl›¤› 19 Aral›k’ta çal›flma iznine baflvurmas› halinde ‹ngiltere’de kalmas›na izin verilebilece¤ini söyledi. ‹ngiliz yasalar›na göre, futbolculara çal›flma izni verilmesi için bir oyuncunun ülkesinin millî maçlar›n›n yüzde 75’inde oynamas› ve bu ülkenin FIFA s›ralamas›nda ilk 70’de olmas› gerekiyor. Belgelere göre yaflamayan Bangoura’n›n Sierra Leone için oynam›fl olmas› imkâns›z. Oynasayd› da, Sierra Leone’nin dünya s›ralamas›nda 156. oldu¤u düflünülünce hiçbir flans› yoktu. fiimdi herkes karar›n de¤ifltirilip nihaî olarak ‹ngiltere’de yaflamas›na izin verilmesini bekliyor. Aksi takdirde, babas›n›n öldürüldü¤ü topraklara geri dönecek ve belki de k›sa bir süre içinde öldürülecek. Bakal›m bir ay önce baba olup ‹ngiltere’de bir düzen kuran, vergi veren bir insan göz göre göre ölüme terk edilecek mi? –Ali Murat Hamarat
49
Bedeni ele geçiren notalar Müzik dolab›
Babyshambles / Shotter’s Nation (Parlaphone) abyshambles’›n “Down In Albion” sonras›nda merakla beklenen ikinci albümü de ç›kt›. Ancak biz hâlâ Pete Doherty’den magazin haberleri izlemeye devam ediyoruz. Yok kokainmanm›fl, yok Kate Moss’la f›rt›nal› iliflkisi varm›fl –sanki f›rt›nas›z› varm›fl gibi–, yok flark› söyleyemiyormufl –sanki dünyaya laz›m olan bir tane daha Michael Bolton’m›fl gibi! Bu toz duman›n ortas›nda ilk albüm “Down in Albion”›n hakk› fena (hem de çok fena) yenmiflti. Babyshambles’›n uzun dönemde yazd›¤›, çald›¤› flark›lardan toparlanan bir eskiz defteri, bir dosyayd› o albüm. El yaz›s›yla yaz›lm›fl, sayfa kenarlar› buruflmufl, oras›na buras›na, bira, kahve damlam›fl… Albümün prodüktörü –Clash’in maça as›– Mick Jones eline ald›¤› andan itibaren, içindekiler kadar bu façalar›n da önemli oldu¤unu anlam›flt›. Neredeyse hiç dokunmam›fl, albümü aynen buldu¤u gibi yay›na vermiflti. “Shotter’s Nation”›n prodüktörü Stephen Steet ise flark›lar› güzelce daktiloya çekmifl. Bu sefer ilki gibi “da¤›n›k” bir albümle karfl› karfl›ya de¤iliz yani. Ama “Shotter’s Nation”› güzel yapan kolay okunurlu¤u de¤il, iyi flark›lar›. Albümü “Carry On Up the Morning” aç›yor. Klasik bir Libertines-Doherty tonu, iki öne, bir arkaya… Arkas›ndan gelen,”Sonsu-
B
10 albüm Ak›n Eldes Cango Babyshambles Shotter’s Nation Beirut The Flying Club Cup Boogie Balagan Lamentation Wallo Mircan Sâlâ Nekropsi Say› 2 Robert Plant & Alison Krauss Raising Sand Robert Wyatt Comicopera fievval Sam Sek White Stripes Icky Thump
5 flark› Ahmet Kaya Kum Gibi Bob Dylan The Man In The Long Black Coat Bülent Ortaçgil Olmal› m›, Olmamal› m›? Kesmefleker Ekme¤in Emrindeyim Leonard Cohen Everybody Knows
za kadar 1969’mufl gibi davran / bir k›z bul, bir içki al, dans et ve dua et" dizeleriyle yak›p geçen ilk single “Delivery” ve takipçisi –Kate Moss’la ortak yap›m– “You Talk”da da tempo düflmüyor. Doherty’nin yak›n ahbab› Wolfman’le kotard›¤› “UnBilotitled”la bir miktar yavafll›yoruz, sonra albümün en punk flark›s› “Side Of the Road”la yola devam ediyoruz. “There She Goes”da da mola vermiyoruz. Yeni albümde maalesef reggae yok, ancak “There She Goes”la swing var. Sondaki iki flark›dan biri, flimdiye kadar Doherty’den ç›kan en klasik rock flark›s› olan “Deft Land Hand” ve akustik “Lost Art of Murder”. ‹lki gibi olmasa da, “Shotter’s Nation” da iyi bir albümün asgari flartlar›n› fazlas›yla yerine getiriyor. Bizce en önemlisi, daha ilk notalarla tempo tutturup, istemsizce bedeni ele geçirmesi. Çoktand›r heves etti¤imiz bir fleyi gerçeklefltirip Naim Dilmener’e bir nazire yapal›m. Kaç›rmay›n: Pete Doherty ve Carl Barat’n›n elinin de¤di¤i her fley. Keflke olsa: Geçen aylarda bir araya gelip, bir ska parças› kaydettiklerini ö¤rendi¤imiz Amy Winehouse ile Pete Doherty’den ortak bir albüm. Hemen kaç›n: genel geçer kurallar› sorgulamay›p, k›y›s›ndan köflesinden de olsa z›tlaflmayan bütün flark›c›lardan, bütün flark›lardan... Pete Doherty ve Kate Moss
– ‹lker Aksoy
Yeniça¤ filozofunun perileri Robert Wyatt / Comicopera (Domino) zun ak sakall›, tekerlekli sandalyeli bir dede, neredeyse müzisyenli¤e bafllad›¤›ndan bu yana rock dünyas›n›n en genifl ufuklu albümlerinden baz›lar›na imza at›yor. Tekerlekli sandalyesini y›llar önce geçirdi¤i bir kazaya borçlu. ‹lk solo albümü “End of an Ear”›n ç›k›fl›ndan sonra bir partide içkiyi fazla kaç›r›p, üçüncü kat penceresinden afla¤› düflüyor. Roll’un ocak say›s›nda okudu¤umuza göre, akflamc›l›¤› daha birkaç ay önce b›rakm›fl. ‹lk solo albümünden önce, ismini bir William Burroughs roman›ndan alan Soft Machine’in davulcu ve vokalisti. fiaka de¤il, Pink Floyd, Yes, King Crimsom kalibresinde bir ekip Soft Machine –rock’la caz›n en güzel buluflma noktalar›ndan biri. Ak sakallar›n›ysa görmüfl geçirmiflli¤ine borçlu Wyatt. Kendisi, derdini tasas›n›, haberini mesaj›n› flark›lar›yla yayan bir çeflit yeniça¤ filozofu. 1980’lerin bafl›ndan bu yana ‹ngiliz Komünist Partisi üyesi. Glasnost rüzgârlar›n›n esti¤i günlerde bile komünizmi savunmaktan geri durmam›flt›. Her ko-
U
50
“Comicopera”da Robert Wyatt’›n yan›nda Brian Eno, Paul Weller, Monica Vasconcelos ve çok eski ortaklar› Phil Manzanera ile Annie Whitehead gibi kalburüstü isimler var. yunun kendi baca¤›ndan as›ld›¤› günümüzde de fikrinde zerre de¤ifliklik yok –o zamanlar Margaret Thatcher ve Ronald Reagan vard›, bugün Tony Blair ve George Bush… Robert Wyatt da en sonun-
da faturay› Anglosakson kültürüne kesiyor zaten. “Comicopera”; “Lost in Noise – Gürültüde Kaybolmak”, “The Here and The Now – Burada ve fiimdi” ve “Away with the Fairies – Perilerle Uzak-
ta” bafll›kl› üç ana bölümden olufluyor. Anja Garbarek flark›s› “Stay Tuned”un müthifl bir yorumuyla aç›lan ilk bölümün temas› ayr›l›klar, kaybedifller, aflklar… ‹kinci bölüm ise savafl ve ‹ngiliz olmak hakk›nda. “Out of the Blue” ile sona eren bu sekans› Wyatt’›n ‹talyanca ve ‹spanyolca söyledi¤i flark›larla üçüncü ve son bölüm izliyor. Resmen bir protesto… Wyatt dünya halinin berbatl›¤›ndan sorumlu tuttu¤u kendi kültürüne s›rt›n› dönüyor. Kendi sözleriyle “g›na getirip, terk etmek istiyor.” fiark›lar›n› art›k ‹spanyolca, ‹talyanca söylüyor. Albümün son flark›s›n›n Kübal› flark› yazar› Carlos Puebla’n›n Che Guevara için yazd›¤› “Hasta Siempre” olmas› da bu flekilde bir baflka anlam kazan›yor. “Comicopera”da Robert Wyatt’›n yan›nda Brian Eno, Paul Weller, Monica Vasconcelos ve çok eski ortaklar› Phil Manzanera ile Annie Whitehead gibi kalburüstü isimler var. Ustan›n “Shleep” ve “Cuckooland” albümlerinden sonra, ele ele, omuz omuza verip, hep birlikte yeni bir baflyap›ta imza at›yorlar. Kaç›ran bin piflman olur. – ‹.A.
fiirketler ne ifle yarar?
Bambaflka bir gramer Müzik endüstrisi krizde. Müzikseverler (endüstrinin deyifliyle, “müzik tüketicileri”) markete gidip albüm alm›yor, dinlemek istedi¤i müzi¤i internetten indiriyor. Müzi¤in üretim ve da¤›t›m araçlar›n›n sahipleri, “müzik iflçileri”nin (Patti Smith’in deyifliyle) s›rt›ndan geçmiflte oldu¤u gibi eflek yüküyle para kazanam›yor. Yani, Mazhar Alanson’un güzel deyifliyle, müzikte “marksist devrim” oldu. Endüstrinin sözcülerine ve kimi müzisyenlere göre, olan “iflçilere” oldu, geçim kap›lar› kapand›. Gelgelelim, Radiohead, bu iddiay› tek hamlede çürütüverdi: Yeni albümleri “Rainbows”u, herhangi bir flirketi iflin içine dahil etmeden internetten sat›fla sundu, üstelik fiyat da belirlemedi, dinleyicilerine “bedeli siz takdir edin” dedi. “Radiohead büyük grup, onlar yapabilir, di¤erleri ne olacak?” diyenlere, efsanevî Talking Heads’in kaptan› David Byrne’in iki çift laf› var. Wired’dan naklediyoruz... ir zamanlar benim de bir plak flirketim vard›, Luaka Bop. Hâlâ faaliyette, ama benim bir alâkam kalmad›. Son albümüm, Warner grubunun Nonesuch adl› flirketinden ç›kt›. Thrill Jockey gibi ba¤›ms›z flirketlerinden de ç›kan albümlerim oldu. CD üretip turnede satt›¤›m da vaki. Yani, müzik endüstrisinin iki cephesinde de bulundum. Para kazand›¤›m da oldu, kaz›kland›¤›m da. Yarat›c› özgürlü¤üm de oldu, hit yapmam için bask› alt›nda kald›¤›m da. Müzi¤e tutkunum. Hep öyle kalaca¤›m. Müzik benim hayat›m› kurtard›. Bunu söyleyen tek kifli olmad›¤›ma eminim. Bugünkü müzik sanayi, müzik üreten bir sanayi de¤il. Sürecin bir noktas›nda CD satan bir sektör haline geldi ve yak›nda miyad›n› doldurmufl olacak. Bu da müzik için kötü bir haber de¤il. Müzisyenler için hiç de¤il. ‹zleyiciye ulaflma yollar›, sanatç›lar için hiç bu kadar çeflitli olmam›flt›. Radiohead’in yeni albümünü internet üzerinden sat›fla sunmas›, Madonna’n›n Warner’› b›rakarak bir konser organizasyon flirketi olan Live Nation’a geçmesi, müzik sanayisinin bildi¤imiz flekliyle ömrünü tamamlamak üzere oldu¤unun sinyalini veriyor. Bu iki örnek, müzisyenlerin giderek geleneksel flirket-sanatç› iliflkisinin d›fl›nda faaliyet gösterebileceklerini imliyor. Art›k müzisyenlerin geçimlerini sa¤layabilece¤i çok çeflitli yollar var. Bu durum, izleyicilerin de lehine. Daha çok ve daha ilginç müzikler dinleyebilecekler.
B
Müzik nedir? fiimdi bir ad›m geri atal›m ve perspektif kazanal›m. Önce tan›mlar› yapal›m. Ne hakk›nda konufluyoruz? Al›nan ve sat›lan fley nedir? Geçmiflte, insanlar›n dinledi¤i ve deneyimledi¤i bir fleydi –müzikal oldu¤u kadar toplumsal bir vakayd›. Kay›t teknolojisinden önce, müzik sosyal ba¤lam›ndan kopar›lamazd›. Epik flark›lar ve baladlar, trubadorlar, saray e¤lenceleri, kilise müzi¤i, flaman ezgileri, pub’larda bir a¤›zdan söylenen flark›lar, tören müzi¤i, askerî müzik, dans müzi¤i; bütün bunlar özgül toplumsal ifllevlerle s›k› s›k›ya ba¤lant›l›yd›. Komünal ve fonksiyoneldi. Al›p eve götüremiyordunuz, kopyalayam›yor-
David Byrne
dunuz, meta olarak satam›yordunuz. Hatta, ayn› müzi¤i bir daha dinleyemiyordunuz. Müzik bir deneyimdi, hayat›n›zla iç içeydi. Müzik dinlemek için para ödeyebilirdiniz, ama dinledikten sonra uçup gidiyordu, bir an› olarak kal›yordu. Teknoloji, 20. yüzy›lda bütün bunlar› de¤ifltirdi. Müzik bir ürün haline geldi, al›n›p sat›lan ve herhangi bir ba¤lamda sürekli çal›nabilen bir fley oldu. Bu, müzik ekonomisini yaratt›, ama insanî içgüdüler sa¤ salim yerlerinde kald›. Kula¤›mda kulakl›kla, kaydedilmifl müzik dinleyerek çok vakit geçiriyorum, ama hâlâ konserlere gidiyorum, kendi kendime flark› söylüyorum ve enstrüman çal›yorum– çok iyi beceremesem de. Müzik, sosyal dokumuzun bir parças› olmay› sürdürecek, konser salonlar›nda ve barlarda toplanaca¤›z, müzik bir sosyal de¤er olarak tedavülde olacak, elden ele (ve internet üzerinden) dolaflacak, sadece “bizim gibi”lerin müzik dinleyebilece¤i tap›naklar kurulacak, favori ozanlar›m›z›n aflk hayatlar›n›, giyip ç›kard›klar›n›, siyasî fikirlerini bilmek isteyece¤iz. Müzik hak›nda konufltu¤umuzda bütün bunlardan konufluyoruz.
“Endüstrinin temsilcileri, Radiohead’in ‘Rainbows’a fiyat biçmeyerek müziklerini de¤ersiz k›ld›klar›n› söylediler. Bu hiç do¤ru de¤il. ‹nsanlardan müziklerine de¤er biçmelerini istediler. Bu bambaflka bir gramer.”
Peki, plak flirketleri ne yap›yor? Daha do¤rusu, ne yap›yordu? Ürünü imal ediyor, da¤›t›yor ve pazarl›yordu. Masraflar› (turne, klip, vs.) finanse ediyor, sanatç›lar›n kariyerlerine k›lavuzluk yap›yor, muhasebeyi tutuyordu. Ama flimdi, kay›t maliyeti neredeyse s›f›ra indi. Birçok sanatç›, profesyonel bir stüdyoda kay›t yapmak için gereken minimum 15 bin dolar› bulamad›¤› için albüm yapam›yordu. fiimdi ise e-mail’lerinize bakt›¤›n›z laptop’ta albümünüzü yapabilirsiniz. ‹malat ve da¤›t›m maliyeti de s›f›ra yaklafl›yor. LP’ler ve CD’lerde imalat, bask›, nakliye masraflar› yüksekti, dolay›s›yla çok satmalar› gerekiyordu. Art›k öyle de¤il: Dijital da¤›t›m sudan ucuz, ayr›ca eskisi gibi, bir albümü 100 adet basmak, bir milyon basmaktan daha pahal› de¤il. Gelelim turnelere: Konserler, albümlerin promosyonu için yap›l›yordu, kendi içinde bir amaç de¤il, araçt›. Gruplar borçlanarak turneye ç›k›yor, sonra da konserler sayesinde artt›rd›klar› albüm sat›fllar›yla borçlar›n› ödüyordu. Bu çok yanl›fl, çok geri bir fley. Konser vermek kendi içinde bir amaçt›r, belirli bir beceri gerektirir, stüdyoda kay›t yapmaktan çok farkl›d›r. Bu beceriye sahip olanlar için bir geçim kayna¤›d›r. Mega popstarlar, geleneksel flirketlerin sundu¤u pazarlamaya ve itelemeye ihtiyaç duymaya devam edecek. Ancak, di¤er müzisyenler pekâla flimdiki küçük, ba¤›ms›z flirketlerin yerini kooperatiflerin almas›na önayak olabilir. Herkes için geçerli bir model söz konusu de¤il elbette. Baz› sanatç›lar, müzi¤in Coca-Cola’s› veya Pepsi’sidir, baz›lar› ise flarab›. Rihanna’n›n “Umbrella”s›n›, Christiana Aguilera’n›n “Ain’t No Other Man”ini seviyorum. ‹nsan›n can› bazen gazl› meflrubat çekiyor. Ama, baflka içeceklerden vazgeçmeyi gerektirmemeli bu. Geçmiflte ikisi aras›nda tercih yapmaya mecbur b›rak›l›yorduk, art›k öyle bir mecburiyet yok.
DIY modeli Radiohead, DIY (Do It Yourself– kendin piflir, kendin ye) tavr›n› benimseyerek yeni albümleri “Rainbows”u internet üzerinden sat›fla ç›kard›. Onunla da kalmad›, “download” bedelini dinleyicilerin keyfine b›rakt›. Bunu ilk yapan onlar de¤ildi, “gönlünüzden ne koparsa” modelinin öncülü¤ünü Issa (Jane Siberry) yapm›flt›. Ama, Radiohead’in hamlesinin ölçe¤i çok daha büyük. Onlar için düflük riskli bir giriflim olabilir, ama gerçek bir de¤iflimin iflareti oldu¤una kuflku yok. Radiohead’in menejerlerinden Bryce Edge, bana flöyle demiflti: “Endüstrinin temsilcileri, Radiohead’in ‘Rainbows’a fiyat biçmeyerek müziklerini de¤ersiz k›ld›klar›n› söylediler, bence bu hiç do¤ru de¤il. ‹nsanlardan müziklerine de¤er biçmelerini istediler. Bu bambaflka bir gramer.”
Çeviren: Yücel Göktürk
DAVID BYRNE’ÜN GÖZÜYLE MÜZ‹KTE DEVR‹M
51
Capacity
KARATREN / HÜSEY‹N ALPTEK‹N (12.03.1957 - 31.12. 2007)
Yerinde duramayan bir yürek ‹stanbul güncel sanat ortam›n›n ve Avrupa’n›n do¤usunda son 10-15 y›lda örülmüfl olan sanat a¤›n›n en önemli isimlerinden Hüseyin Alptekin'i geçti¤imiz günlerde kaybettik. Yitirdi¤imiz, bir sanatç› olman›n ötesinde etraf›nda sürekli bir tayfun etkisi yaratan fenomen bir insand›. Kiflisel hikayeleri toplamaya çal›flsak ciltlere yay›l›r. O yüzden birkaç yap›t› üzerinden hayat›na ›fl›k tutmaya çal›flt›k. üseyin’in “ard›ndan” söz almak zor. Ölüm denen fleye yaklaflmaktaki, onu kavramaktaki kendi becereksizli¤im d›fl›nda bir de, bulundu¤u yerde kendi varl›¤›n› her boyutuyla bu yo¤unlukta hissettiren, kendisini tan›yanlar›n imgeleminde hareketlilik ile bu kadar özdeflleflen birini, Hüseyin’i, “di’li geçmifl zaman”›n lofl ve so¤uk mahzenine terk etmenin a¤›rl›¤› ve akla yatmazl›¤› var. Mutlaka bir yerlerde olmal› bir kere. Ya bitmek bilmeyen geceyi sabahla buluflturacak son parti için bir yerlere s›v›flm›flt›r, akl›na tak›lan bir detay› foto¤raflamak için d›flar› f›rlam›flt›r, havaalanlar›ndan birinde mahsur kalm›flt›r ya da çoktan ad›ndan baflka bir fleyini bilmedi¤imiz bir kente do¤ru yola ç›km›flt›r. Ama bir yerlerdedir. Ayn› anda farkl› co¤rafyalardaki pek çok kiflinin dilindedir, kahkahalara efllik eden anekdotlarda, iç çekilerek m›r›ldanan k›zg›nl›klarda, h›zl›ca takas edilen dedikodularda, tan›fl›kl›¤› artt›rmak için an›lan ba¤lant›larda, gecikmifl e-postalarda; ama bir yerlerde… Tarihle ilgilenmekten hazzetmedi¤ini, Hegel’den hep nefret etti¤ini söy-
Hüseyin Alptekin
52
Foto¤raf: Patricia Rodas
H
1983-1988 aras›ndaki master ve doktora e¤itimini “oyun” kavram› üzerine gelifltirdi¤i tezlerle Paris Universitesi I’de Sorbonne Felsefe kürsüsünde tamamlad›. 1990-1994 aras›nda Bilkent Üniversitesi’nde sanat felsefesi bölümünde ve daha yak›n dönemde Bilgi Üniversitesi’nde dersler verdi. Residence programlar›ndan ald›¤› davetlerle Türkiye d›fl›nda çeflitli kentlerde kalma f›rsat› buldu. Camila Rocha ile evliydi. Marino Cemali’nin babas›yd›.
leyedurur Hüseyin ve bugüne ait kültürel iflaretleri ve nesneleri malzeme olarak kullanmay›, de¤iflimleri kayda geçirmeyi tercih eder, ama kendi varoluflu sürekli olarak baflka bir tarihselli¤in, bugünü flekillendiren dinamiklerden ve yaflay›fl biçimlerinden farkl› duran bir sözcenin izini tafl›r: Hayat› banalleflmekten uzak tutan bir yo¤unluk ›srar› ve içinde bulundu¤umuz an›n ve gerçekli¤in trajik yap›s›na karfl› tavizsiz bir ba¤l›l›k… Paris’teki üniversite ö¤renimi s›ras›nda yap›salc›l›k-sonras› düflüncenin baflmimarlar›n›n derslerine girmifl olmas›na ve edindi¤i kuramsal malzemelerin izini sonuna dek sürmesine ra¤men, teorinin jargona bulanmas›na ve kendi s›n›rlar› içine hapsolmas›na isyan eder sürekli. “Alptekin flu çal›flmas›nda buna de¤indi” türündeki sanat tarihsel dilden nefret eder. Benim kufla¤›mdaki ölçülülük ve planlar› uzun erime yayma al›flkanl›¤› ona katlan›lmaz derecede s›k›c› gelir. Güncel sanattaki üretimlerde son dönemde egemen olan kurgusal anlat›mlar› yaflam›n gerçekli¤inden uzaklaflt›klar› savunusuyla k›yas›ya elefltirir. Oldu¤un-
dan çok daha yafll› görünür, oldu¤undan çok daha genç eyler.
Bunker
Megalopol ve Deniz Fili Di’li geçmifl zamana teslim oluyorum flimdi.12 Eylül’ün üniversitelerin içini boflaltma harekât›n›n sonucunda elefltirel enerji akademik ortamdan çekilip yay›nevleri projelerine kaymaya bafllam›flt›. 1990’lar›n bafl›nda, üniversiteyi düflünsel aç›dan yeniden canland›rmaya yönelik bir kaç k›v›lc›m Ankara’da Bilkent bünyesindeki baz› bölümlerde ortaya ç›km›flt›. Hüseyin’in de yer ald›¤› ve bugün halen bir alt›n ça¤ olarak hat›rlanan sanata iliflkin programlar›n yanyanal›¤›nda, güncel sanat alan›n›n geniflleme ivmesi kazanmas›nda pay sahibi olmufltu. Devlet sosyalizminin çözüldü¤ü ve neo-liberalizmin nihaî zaferinin ilân edildi¤i süreçte, mevcut güç da¤›l›m› ülkeler üzerine kurulu bloklardan belirli kentler aras›nda kurulan a¤lara kaymaktayd› –Hüseyin bu süreci megalopol kavram› üzerinden anlamland›rmaya çal›fl›yordu. Kent içinde sakl› duran kapasite flimdi ortaya ç›k›yordu. Ama bu süreç sadece sermayenin ak›flkanl›k kazand›¤› fay hatlar›n›n görünürlük kazanmas›ndan ibaret kalm›yordu; ayn› zamanda kentin belle¤i ve içinde yaflayanlar›n arzular›, düfllemleri de ortaya saç›lm›flt›. Neo-liberalizmin tektiplefltiren dinami¤ine karfl›, bir yandan co¤rafyalar aras›nda geçmiflten gelen ve halihaz›rda minör ölçekte kurulmakta olan ba¤lar öne ç›kmaktayd›, di¤er yandan baz› “atipik” yörelerde sözkonusu tektipleflmeye direnen yaflam biçimlerine rastlanmaktayd›. Hüseyin, sanat teorisinden sanat prati¤ine geçifl yapt›¤› bu dönem zarf›nda Avrupa’n›n köflesinde, berisinde kalm›fl co¤rafyalar›n, daha çok reel sosyalizm deneyimi yaflam›fl mekânlar›n aras›nda dolanmaya bafllad›. Odesa kentinde entelektüellerin kapand›¤› bir senatoryumla bafllayan bu hareketlilik süreci daha sonra kendisinin “Bolgular›” olarak adland›rd›¤› üçgen (Balkanlar, Balt›k Denizi ve Karadeniz [Black Sea]) içinde ifllerlik kazand›. Bir yandan sürekli seyahat eder bir konuma gelmiflken, di¤er yandan ‹stanbul’a gelen kendisi gibi seyyah insanlar›n ve projelerin
Love/Face, Love/Lace gibi farkl› kültürel göndergelere sahip kelimelerin yans›t›ld›¤› panolar tasarlam›flt›. “Deep Throat”un baflrol oyucusu Linda Lovelace’le Lord Byron’un günümüzün bilgisayar yaz›l›m›n›n öncülü¤ünü yapm›fl matematikçi k›z› Ada Lovelace’i yanyana getiriyordu.
Turk truck
etkinliklerini düzenleyebilecekleri Loft isimli proje-mekân› koordine etmeye bafllad›. Harbiye’den Dolapdere’ye inen bir konumda yer alan Loft biraraya gelecek, tart›flacak, ifllerini gösterecek yer bulmak konusunda s›k›nt› duyan genç sanatç›lar için de önemli bir u¤rak yeri oldu. Bu gençlerin de kat›l›m›yla Hüseyin co¤rafyalar aras›ndaki yatay-geçiflli hareketlili¤i h›zland›racak oyunsu bir kolektif fikrini gelifltirdi: Deniz Fili Seyahat Acentas› [Sea Elephant Travel Agency].
Keraban A¤a’n›n rotas› Acentan›n tasarlad›¤› bafll›ca proje Jules Verne’in “Keraban Le Tetu” isimli roman›ndan ilham almaktayd›. Roman, Osmanl› döneminde Rotterdam’dan gelen tütün tüccar› müflterisini ‹stanbul’da mükellef biçimde a¤›rlamak isteyen Keraban A¤a üzerine kuruluydu. Misafirperverli¤ini kan›tlamak için didinip duran Keraban A¤a Hollandal› müflterisini ö¤len yeme¤inde Üsküdar’daki meflhur lokantaya götürmek istemiflti. Karfl› yakaya geçmek için sahile indiklerinde Bo¤az’dan kay›kla geçiflin vergiye ba¤land›¤›n› duyan Keraban A¤a öfkeden ç›lg›na dönmüfl, haks›z bir uygulama olarak gördü¤ü vergiyi ödememeye yemin etmiflti. Ama misafirine de bir kere söz vermiflti, sözünden geri dönemezdi. O yüzden delice bir fikre kap›l›p, atlar› haz›rlatt›ktan sonra bütün bir Karadeniz sahilini dolaflarak ‹stanbul’un karfl› yakas›na geçebilmek için yola koyulmufltu. Romanda Keraban ile misafirin yol boyunca farkl› flehirlerde bafl›na gelenleri anlat›lmaktayd›. Deniz Fili Seyahat Acentas› da Keraban’›n izledi¤i rotay› bu kez denizden izleyecek; gemiyle ziyaret edilecek Karadeniz kentlerinden (Varna, Köstence, Odesa, Sivastapol, Yalta, Rostov, Novorosiysk, Soçi ve Batum) al›nacak sanatç›lar›n biraraya gelece¤i, çal›flmalar gösterip tart›flacaklar› bir platform olarak iflleyecekti. Oldukça çaprafl›k bir örgütlenme gerektiren proje için Hüseyin’in yard›ma ihtiyac› vard› ve Yunanistan’dan bir sanat kurumundan iflbirli¤i teklifi gelmiflti. Bürokratik ifllemler s›ras›nda proje fikrinin kurum taraf›ndan sahiplenildi¤ini ve kendisinin d›flar›da b›rak›ld›¤›n› gören Hüseyin hayalk›r›kl›¤› ve öfke içinde kendi yolculu¤una kald›¤› yerden devam etti. Daha önce ‹stiklal Caddesi’nin
arka sokaklar›nda isimlerini baflka kent ve ülkelerden alan otellerin tabelalar›n› Capa-City bafll›¤›yla biraraya getirmiflti. Yaflan›lan co¤rafyan›n d›fl›nda Foto¤raf: Dragos Alexandrescu bir kenti ya da ülkeyi arzulaman›n, düfllemenin ya da hat›rlaman›n, ona özenmenin hayat›m›zdaki yerini görünür k›lan bu foto¤raf dizisini zenginleflen temalarla Balkanlara ve ötesine tafl›d›. “Atipik” nitelikleriyle küreselleflmenin düzlefltirici etkilerine direnen mekânlar›n izini sürerek Brezilya’ya, Hindistan’a ve Mo¤olistan’a uzand›. Her tür toplumsal katmandan insanla kolayca iliflki kurabilirdi Hüseyin. Anarko-hedonist bir tav›r içinde kentin ba¤›rsaklar›na, uç-deneyimlerin yafland›¤› kuytu köflelere s›zabilir, oradan ç›k›p par›lt›l› yaflam çevrelerinin içinde dolanabilirdi. Kulland›¤› malzemeler de toplumsal katmanlaflman›n en üstü ile en alt› aras›ndaki imgelem geçifllili¤ini yans›t›rd›. Yüzy›l bafl›nda sosyetik k›yafetlerde ve kabare kostümlerinde kullan›lan payetler, yani yuvarlak flekilli metalik pullar, yak›n geçmiflte dansöz kostümleri üzerinde ya da billboard reklâmlar›nda kullan›lmaya bafllanm›flt› örne¤in. Hüseyin bu payetlerle Lo- Her tür toplumsal ve/Face, Love/Lace gibi farkl› kültürel katmandan göndergelere sahip kelimelerin yans›t›l- insanla kolayca d›¤› panolar tasarlam›flt› (bir yandan por- iliflki kurabilirdi. no tarihinin en önemli filmlerinden “De- Anarko-hedonist ep Throat”un baflrol oyucusu Linda Lo- bir tav›r içinde velace, di¤er yanda Lord Byron’un günü- kentin müzün bilgisayar yaz›l›m›n›n öncülü¤ü- ba¤›rsaklar›n, uç nü yapm›fl matematikçi k›z› Ada Lovela- deneyimlerin yafland›¤› kuytu ce’i yanyana getiriyordu mesela). Beklenmedik ba¤lant›lar›n, co¤rafya- köflelere s›zabilir, lar aras›ndaki etkileflimin, minör ölçekte oradan ç›k›p gerçekleflen hareketlili¤in, k›s›tl› imkân- par›lt›l› yaflam lar dahilinde gerçeklefltirilen s›çramala- çevrelerinde r›n iyimserli¤ini tafl›rd› Hüseyin’in iflleri. dolanabilirdi. Enver Hoca’n›n Arnavutluk topraklar›n› Birikimi, insanlar donatt›¤› koca beton bunkerler yerlerin- aras›nda ba¤lar den vinçle sökülüp baflka ülkelere tafl›na- kurma becerisi, bilir, Haçl› Seferi s›ras›nda Konstantino- dem almas›, polis’ten çal›n›p Venedik’e götürülen ün- yorulmazl›¤›, lü at dörtlüsü (ya da en az›ndan onlar›n h›rç›nl›¤› ve replikas›) geldikleri gibi geri dönebilir, “ar›zal›”l›¤›yla koca bir gemide yap›lacak yolculuk haf- halen bir model talar süren bir sanat festivaline dönüflebi- olarak lirdi bu iyimserlik içinde. Tarihsel bir dö- etraf›m›zda bir nüflüm an›ndaki hareketli¤inin uyand›r- yerlerde Hüseyin. d›¤› bir umuttu bu ve belki de bir flekilde kineti¤in metafizi¤ini üretmek gibi bir
risk vard› ortada. Misafirperverlik [hospitalité] ile düflmanl›k [hostilité] kelimeleri aras›ndaki akrabal›k ve geçiflkenli¤i ifllerken Hüseyin’in akl›nda bu riskler olmal›yd›. Geriye bakt›¤›nda Hüseyin süreci flöyle tan›ml›yor: “Kültürel ve teknolojik çeflitlilik, etnik ve teknik renklilik ve böyle bir imkânlar dizgesinin sonucu olarak, ‘mozaik’ bir halin ortaya ç›k›fl›ndaki pozitif atmosferin varl›¤› dünyay› iyilefltirece¤ini zannediyorduk ve buna inan›yorduk... Bu ‘post-modern’ heyecan daha durulmadan, bir de bakt›k ki, dünyan›n gidiflat› hem de ac›mas›z ve üniforma bir flekilde tek bir yöne do¤ru gitmeye bafllam›fl. Tarihin do¤rusal ve hedefsel gidiflat›ndan tam da kurtulduk derken, globalizm, neo-liberalizm, ya da ‹mparatorluk dedi¤imiz fley, bir bak›yorsun ki, fikir ve yürüyüfl olarak yine tek ve berbat bir yöne do¤ru gitmekte. (Evrim Altu¤ ile söylefli, Sanat Dünyam›z, 104.say›)” Geçmekte olan kara bulutlar›n gölgesini Hüseyin’in son dönem çal›flmalar›nda seçmek mümkün. Geçti¤imiz y›l Venedik Bienali’nde gösterdi¤i “fiikayet Etme” isimli mekân düzenlemesinde yer verdi¤i Kosova ve Çeçenistan’daki savafllarda kaybolan insanlar, Rusya’n›n derin devleti taraf›ndan katledilen gazeteci yazar Anna Politskovskaya ve S›raselviler Caddesi’nde çöp toplayarak geçimini sa¤layan dilsiz Afrika kökenli adam›n ortadan kaybolmas› gibi temalar bunun iflaretini veriyor. 1990’l› y›llar boyunca genifllemeyi, sinerjik bir yanyanal›k yaratmay›, söylemsel bir tutarl›l›k ve görece bir özerkli¤i kurmay› baflarabilmifl güncel sanat ortam› bugünlerde farkl› aktörlerin dahil olmas›yla yap› de¤ifltirmekte ve Hüseyin’in bahsetti¤i tektipleflmenin bu alan üzerine de boca edilmesi konusunda kayg›lar hat safhada. Bu kabuk de¤ifltirme sürecini Hüseyin olmadan karfl›lamak herkes için büyük handikap olacak. Zaten sallanmakta olan binan›n önemli kilittafllar›ndan biri çekildi¤inde neler yaflan›r diye düflünmeden edemiyor insan. Birikimi, insanlar aras›nda ba¤lar kurma becerisi, dem almas›, flikâyet etmesine ra¤men yorulmazl›¤›, h›rç›nl›¤› ve “ar›zal›”l›¤›yla halen bir model olarak etraf›m›zda bir yerlerde Hüseyin. Erden Kosova
Evrensel Belgin “Duvar”
Kapal› bir sistemdir bu. Bat›’ya oldu¤u kadar, Do¤u’ya da kapal› bir sistemdir. Ortado¤u’dur, kenar Bat›’d›r. Ne Do¤u’dur, ne Bat›’d›r. Kafka’n›n yeralt›nda yaflayan hayvan› gibi, kendisine do¤ru kaz›lan bir tünelin içindeki bilinmeyen düflman› korkuyla bekler. Bizim ‘ilk günah’›m›z belki de budur: Kapal› sistem yarat›klar›n›n d›fl dünyaya karfl› besledi¤i korkudur. Yaflama korkusudur. Fütuhat da herkese ve her fleye boyun e¤direrek bu korkudan kurtulma çabas›d›r. Dünyay› bir savafl alan›na çevirdikten sonra, her yandan düflman sald›r›s› bekleyenlerin korkusudur. Bir flehre kapan›p bütün ülkenin sald›r›s›n› bekleyen saray›n korkusudur bu. Her davran›fl›n devlete yöneldi¤ini sanan paranoyak yöneticilerin korkusudur. Kültür korkusudur. Matbaadan, fliirden, resimden, felsefeden, hatta dinden korkmakt›r bu. Korkunun sonucu yabanc›laflmad›r. Kavram kargaflas› yaratarak temel kavramlardan uzaklaflma çabas›d›r. Temel kavramlar›n onu bir hiçe indirece¤i korkusudur. Korku ortadan kalkarsa, postunu kaybedece¤inden korkan tekke fleyhinin korkusudur. Bunun için müeyyideler gev-
flektir; herkes korkmal›d›r, ama ceza da uygulanmamal›d›r. Müeyyideler hayat› zehir edecek kadar korkutmal›d›r, ama isyan ettirecek kadar kesin olmamal›d›r. Neyin ne oldu¤u, hangi suçun cezas›n›n ne kadar oldu¤u bilinmemelidir. Fakat herkes, her an suç iflledi¤ini hissetmelidir ki baflkald›ramas›n. Her zaman, suç iflledi¤i halde kendisine taviz verildi¤ini hissetti¤i için bafl› önünde dolafl›r insan›m›z. Bizim ‘ilk günah’›m›z budur: Cezaland›r›lmayan küçük günahlar›n toplam› –hoflgörümüz de budur. Ayr›ca, devlet de ayn› suçluluk duygusu içinde müeyyideleri uygulamaz. Bu bak›mdan ba¤›fllay›c›d›r. Karfl›l›kl› bir oyundur bu. Ba¤›fllanmayan tek suç, bu oyunu fark etmek, bu oyuna karfl› ç›kmakt›r. Gerçe¤i aramakt›r. Bilim bunun için tehlikelidir, felsefe bunun için tehlikelidir, deneme bunun için tehlikelidir, roman ve hikâye bunun için tehlikelidir. Belirli kal›plar içinde kalan fliir bunun için tehlikesizdir. Taklitçi olmayan Bat›c›l›k bunun için tehlikelidir. Gerçe¤i arayan Do¤u bunun için tehlikelidir. O¤uz Atay, Günlük