191254
SAYI: 2008/06
(KDV DAH‹L) 20 May›s - 15 Haziran 2008 6 YTL
84 S Y O N A L E N T E R N A
fi A L A L A
’68 VE M‹RASI Ertu¤rul Kürkçü, Fatmagül Berktay, Murat Belge, William Klein anlat›yor
M‹ LL ‹T AK IM I
NARLI OVASI ‹SYANDA
TOK‹ H‹KAYES‹
Sistem ölümümüzle yaflam buluyor
Derenin tafl›yla derenin kuflunu vurmak
DÜNYA V‹CDAN‹ RET GÜNÜ
Mehmet’in Mehmetçikli¤i reddi FARUK B‹LD‹R‹C‹’N‹N LEYLA ZANA PORTRES‹
Çeliflkileri derin yaflam›fl bir kad›n MEDYANIN HAL-‹ PÜR MELAL‹
Omurgas›zl›k medyan›n genel karakteri
TU Ö¤renci sendikas› olur! TM AM Kuvveden fiile "demir duvar" AK ‹Ç‹ N SEBEP B‹R ‹fiARET F‹fiE⁄‹ OLARAK GENÇ-SEN
7
ve bir Sait Faik hikâyesi
60. KURULUfi YILDÖNÜMÜNDE ‹SRA‹L
Bu k›fl komünizm gelecek Yaşlandıktan sonra sürekli “bu kış komünizm gelecek” diye dertlendiği söylenen üçüncü cumhurbaşkanı Celal Bayar, 104 yaşında verdiği röportajda komünistleri imha etmenin şart olduğunu söylemiş. 13 Haziran 1986 tarihli Günayd›n’›n sürmanfletinde 104 yafl›ndaki üçüncü cumhurbaflkan› Celal Bayar’›n “komünistleri imha etmek lâz›m” sözleri var. Röportaj›n devam›nda komünizm tehlikesinin geçmedi¤ini söylemekle kalmam›fl, “bu tehlike hiçbir zaman geçmeyecek” gibi tuhaf bir tespitte de bulunmufl. Tek çözümün
komünistlerin topyekûn imhas› oldu¤unu söyleyen Bayar , “Türkiye’nin gelece¤inden umutlu musunuz?” sorusuna bile, “çok umutluyum, komünizme dikkat etmek kayd›yla hiçbir tehlike görmüyorum” yan›t› vermifl. O dönem Türkiye’de görünmeyen tek tehlike komünizm asl›nda. Alt› y›l önce yap›lan darbenin solun
Haz›rlayan: Murat Toklucu
Millî Tarih ‹STE TAR‹H ‹fiTE SAL‹H
AYLIK MÜSTAK‹L S‹YAS‹ GAZETE
“Yalçın Küçük delidir ve klinik bir vakadır” 12 Eylül darbesinden altı yıl sonra muhalif aydınların kurmaya çalıştığı “ticaret dışı kültür şirketi”, daha faaliyete geçmeden Aziz Nesin ve Yalçın Küçük’ü birbirine düşürmüş. Nokta dergisinin 15 Haziran 1986 tarihli haberine göre, 12 Eylül sonras› üniversiteden at›lan akademisyenlerin, sanatç›lar›n ve ayd›nlar›n kurmaya çal›flt›klar› “ticaret d›fl› kültür flirketi” Ekin Bilar Afi, daha faaliyete geçmeden baflkan Aziz Nesin ile murahhas üye Yalç›n Küçük aras›nda ç›kan sürtüflme nedeniyle s›k›nt› yaflamaya bafllam›fl. Küçük ve Nesin aras›ndaki çekiflme karfl›l›kl› mektuplarla devam etmifl. Toplam uzunlu¤u 100 sayfa tutan 18 mektuptan al›nt›lar yap›lan habere göre,Yalç›n Küçük’ün “gazete gazete dolafl›p benim h›rs›z oldu¤umu yaymaya bafllad›¤›n›z› ö¤rendim, inan›r›m, yapars›n›z” yazd›¤› mektuba cevap
veren Nesin, “sana h›rs›z demifl olsayd›m, nas›l yüzüne karfl› bir kez sözlü, flimdi de yaz›l› olarak söylüyorsam, h›rs›zl›¤›n› da yüzüne karfl› söylerdim” yazm›fl. Bir baflka mektupta, flirketin kasas›ndan sorumlu olan Küçük, kasay› kendisine noterden “Yalç›n Küçük h›rs›z de¤ildir” yaz›s› verilmesi flart›yla teslim edebilece¤ini söylüyor. Nesin bunu da
Ülkücüden eleştirmen olursa Ülkücü Hergün gazetesindeki bir tiyatro eleştirisinde oyundaki baş karakterin “neden ülkücü değil de solcu olduğu” sorgulanıyor. MHP’nin yayın organı Hergün gazetesinin 1 Haziran 1978 tarihli televizyon sayfasında, Vehbi Okur adlı yazar TRT’de yayınlanan “Bir Taşralı Öğrenci” oyununu eleştirmiş. Baş karak-
ter olan taşralı öğrenci Mustafa’nın üniversiteye başladıktan sonra solcu olmasına anlam verememiş yazar. Bunun sebeplerini de şöyle sıralamış: “Ortada hiçbir mecbur edici
flöyle yan›tlam›fl: “Seninle konuflmak istemiyorum, çünkü sen konuflulanlar› sakat muhayyilene göre çarp›t›yorsun. Bu yüzden senden korkuyorum.” Yalç›n Küçük buna karfl›l›k “A¤am, beni tasfiye etmeye gücünüz yetmez. Gücünüzü bilin” yaz›nca, Aziz Nesin epey sinirlenmifl ve megaloman ve tehlikeli ruh hastas› olmakla suçlad›¤›
Küçük’e flunlar› yazm›fl: “Çok sevdi¤im Do¤an Avc›o¤lu senin için ‘sonunda intihar eder’ demiflti. Ben buna bir olas›l›k daha ekliyorum, ak›l hastanesine de düflebilirsin, hatta ak›l hastanesine bile al›namayacak duruma düflebilirsin.” Nokta’n›n görüfllerine baflvurdu¤u Küçük, Nesin’le aralar›nda büyütülecek bir sorun olmad›¤›n› söylemifl, tabii “Ekin-Bilar Afi’nin çal›flmalar› gerek yurtiçinde, gerekse yurtd›fl›nda benim ad›mla özdeflleflmifl durumda” demeden de duramam›fl. Aziz Nesin ise dergiye verdi¤i röportajda “Yalç›n Küçük delidir ve klinik vakad›r” demifl ve Küçük’ün yazd›¤› her mektubun 15-20 sayfa olmas›ndan yak›nm›fl.
sebep bulunmadığı halde taşradan gelen Mustafa, solcuların safında yer almıştır. Halbuki açık seçik olmasa da görebildiğimiz kadarıyla delikanlının karşılaştığı hadiseler ve daha mühimi aldı-
ğı aile terbiyesi gereği ülkücülerin safında yer alması gerekirdi. Başarısızlığın bir sebebi de şudur: Oyunda anlatılmak istenen hususlar anlatılamamıştır.” 18 satır uzunluğundaki bu eleştiri yazısı “geçmiş olsun” diye bitiyor.
üstünden silindir gibi geçti¤i, sosyalist solun neredeyse bütün lider kadrosunun içeride oldu¤u, ad›n›n hakk›n› veren tek sendikan›n, sol partinin olmad›¤› bir dönem. 80 yafl›n› geçtikten sonra sürekli “bu k›fl komünizm gelecek” deyip durdu¤u iddia edilen Celal Bayar’›n sözleri, Türk sa¤›n›n komünizm fobisinin simgesidir.
Aşırı sıcaklar ve kız kaçırma 29 Mayıs 1970 tarihli Günaydın’a göre sıcakların birden bastırmasıyla “kız kaçırma ve kaçma olayları” büyük artış göstermiş. Habere göre yurdun dört bir yanından kız kaçırma haberleri geliyormuş, ama İzmir’deki vakalarda daha büyük artış varmış. Bunun sebeplerini bizden esirgemiş gazete, gerçi kendilerinin de böyle bir bilgiye sahip olup olmadıkları meçhul. Zira haberdeki tek dayanak, İzmir’de yaşayan Fazıl Güler adlı gencin “seviştiği kızın” başkasıyla evlendirileceğini duyunca kızı Aydın’a kaçırması. Gazete bu tek vakadan hareketle bu sonuca varmış, başka hiçbir bilgi yok.
Cami merdivenindeki röntgenciler Tek hatası mini etek giymek olan İtalyan turistin peşine Eminönü’nde takılan erkek topluluğu kadını Sultanahmet’e kadar takip etmiş. Bir İtalyan kadın turist, 14 Haziran 1970 tarihli Hürriyet’in deyimiyle “Milanolu güzel sekreter Giardina Guistina”, mini etekle İstanbul’da dolaşınca peşine epey kalabalık bir erkek topluluğu takmış. Gazetenin her nedense röntgenciler ya da tacizciler yerine “çapkın erkekler” demeyi tercih ettiği topluluk, Guistina’yı Eminönü’nden Sultanahmet Camii’ne kadar takip etmiş. “Turist ve seyircileri” başlıklı haberin fotoğrafında Sultanahmet merdivenlerinde Guistina’yı “seyreden” tam 34 erkek görülüyor.
Gazetelere yasak basın toplantısı Mahkeme, CHP lideri İsmet İnönü’nün basın toplantısının haber yapılmasını yasaklamak gibi çok enteresan bir karar almış. İsmet İnönü’nün 5 Haziran 1958’de düzenlediği basın toplantısında söylediklerinin gazetelerde yayınlanması mahkeme kararıyla yasaklanmış. Ama İnönü ve CHP yanlısı Demokrat İzmir gazetesi basın toplantısının haberini yapamasa da toplantıdan önce İnönü’ye yasak kararını iletmeye gelen İstanbul Valisi Ethem Yetkiner’le paşanın atışmasını haber yapıp manşete taşıyarak hem yasağa uygun davranmış (zira haberin üzerinde “bu haber basın toplantısıyla ilgili değil, toplantıdan iki dakika önceki tartışmanın haberidir” diye açıklama da yazmışlar), hem de iktidarı eleştirmiş.
MERAM 84: M‹LL‹ TAKIMI TUTMAMAK ‹Ç‹N
Yedi sebep ve ötesi ir kaleci ki, gol yedikten sonra rakip oyunculardan birinin a¤z›n› burnunu da¤›tmak için saha içinde koval›yor, birkaç kez darp etmeyi beceriyor. Araya girenler olmasa paspas gibi çi¤neyecek. Maçtan sonra, piflkin piflkin “piflman de¤ilim” diyor. Rakip oyuncu yabanc›, güya küfür etmifl. “Zaten Türk olsa böyle bir flerefsizlik yapmaz”m›fl. O kaleci, millî tak›m›n kalecisi. Profesyonel futbolcu olmasayd›, pekâlâ mesela Sakarya’daki linççi güruhun aras›nda olabilirdi. Bir oyuncu ki, kazan›lan bir maçtan sonra sahay› tribünlerden ay›ran tellerin üzerine t›rman›p taraftarlara “bir baba hindi” çektiriyor. Üstelik, yüksek gerilimli bir derbiden sonra. Oyuncu de¤il, amigo sanki. Daha do¤rusu, provokatör. Bir defaya mahsus bir fley de de¤il bu. Seyirciyi (hem kendi tak›m›n›n, hem rakip tak›m›n taraftarlar›n›) k›flk›rtmaya pek merakl›. Sakarya’daki linççi güruhun içinde o da olabilirdi. ‹ki eliyle “hadi, hadi, ne duruyorsunuz” jestini yaparken görebilirdik pekâlâ. Bir oyuncu ki, bahis çetelerinin arac›s› olarak flike organize ediyor. Tezgah ortaya ç›k›nca ceza yiyor. Ama çarçabuk affediliyor. Niye? Millî tak›m›n ona ihtiyac› varm›fl. Alây›vâlâyla sahalara dönüyor. Ars›z s›r›t›fl›n› yüzünden eksik etmeyerek. Bir millî tak›m kaptan› ki, yap›lan elefltirilere cevap olarak bas›n tribününe “nah” çekiyor. ‹ngiltere’de, siyahî oyunculara ›rkç› hakaretler yapt›¤› için ifadesi al›n›yor. Dillere destan ‹sviçre maç›ndaki linççi sald›r›da bafl› çekiyor, rakip futbolcular› soyunma odas›na kadar koval›yor, tekme tokat girifliyor. Fethullahç›larla muhabbeti ayr› mevzu. ‹flte millî tak›m›n “kare as”›: Volkan, Tuncay, Gökdeniz, Emre... Millî tak›m› tutmamak için dört sebep. Bal›k bafltan kokar demifller, millî tak›m da öy-
B
• fiehir Hatlar› . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 5 • Ö¤renci Gençlik Sendikas› . . . . . . . .10 • TOK‹ hikâyesi . . . . . . . . . . . . . . . . . 13 • KKTC ve Yavru Vatan . . . . . . . . . . . 18 • Rag›p Duran . . . . . . . . . . . . . . . . . .20 • Narl› ovas›n›n isyan› . . . . . . . . . . . . 24 • Radyo Express . . . . . . . . . . . . . . . 29 • K›raat . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 36 • Duman› Üstünde . . . . . . . . . . . . . . 37 • Leyla Zana kitab› . . . . . . . . . . . . . . .38 • Vicdanî retçiler anlat›yor . . . . . . . . . 41 • Fransa’da ‘68 . . . . . . . . . . . . . . . . .44 • Türkiye’de ‘68 . . . . . . . . . . . . . . . . .48 • Meflin Yuvarlak . . . . . . . . . . . . . . . . 56
“Rezervuar Köpekleri”ni and›ran bir sahne: Fatih Terim, Galatasaray’›n flampiyonlu¤unu ithaf etti¤i Susurlukçu hamisi Mehmet A¤ar’la...
le. Bafl›ndaki hocan›n marifetleri saymakla bitmez. Millî tak›m› tutmamak için en az üç sebep de onun sayesinde var. Futbolculu¤unda, oyundan ihraç edildi¤i bir maçta sahay› terkederken yan hakemin yüzüne tükürmüfl, sonra da formas›n› y›rt›p atm›flt›. Bunun üzerine, Galatasaray yönetimi tak›m kaptanl›¤›n› ondan alm›fl, Cüneyt Tanman’a vermiflti. Hocal›¤›nda yapt›klar› ise haf›zalarda tazeli¤ini koruyor. Oyuncusunu saha içinde tartaklamas›, aleyhinde tezahürat yapan tribünlere o malûm el hareketini yapmas› (bak›n›z kapaktaki resim), Ga-
• Müzik Dolab› . . . . . . . . . . . . . . . . . 58 • Hüseyin Karabey . . . . . . . . . . . . . . . 61 Abdurrahim So¤an, Ahmet Eken, Ali Kesgin, Alican Tayla, Arslan Ero¤lu, Asena Günal, Ayça Örer, Aykan Safo¤lu, Ayfle Çavdar, Ayflegül O¤uz, Batu Boran, Beyhan Demir, Bilge Ceren fiekerciler, Çi¤dem Öztürk, Derya Say›n, Didem Dan›fl, Ender Ergün, Eray Aytimur, Erdir Zat, Erhan Demirdizen, Hakan Lokano¤lu, Hale Gönültafl, HknKrtsh, Hüseyin Ustao¤lu, ‹lker Aksoy, ‹rfan Aktan, Mehmet ‹ren, Merve Erol, Murat Meriç, Murat Toklucu, Nâz›m Dikbafl, Ogan Güner, Onur Yaz›c›o¤lu, Özay Selmo, Özgür Akarsu, Özgür Eren, Pelin Özer, P›nar Ö¤ünç, P›nar Uygun, Reha Öztunal›, Rober Koptafl, Saner fien, Serkan Seymen, Siren ‹demen, Sungu Çapan, Süleyman Bilgi, fiahan Nuho¤lu, fiener Levent, Tan Morgül, Tora Pekin, Tuncer Erdem, Ulafl Gürflat, Ulafl Özdemir, Ulus Atayurt, Ümit Bayazo¤lu, Yasemin Avdan, Yücel Göktürk, Zeynep Nuho¤lu bask› Ezgi Matbaac›l›k, Sanayi Caddesi Altay Sok. No:10 Yenibosna / ‹stanbul Tel: 0212 452 23 02 bas›m yeri ve tarihi ‹stanbul May›s 2008 da¤›t›m Do¤an Da¤›t›m A.fi. yönetim yeri: Abdullah Sok. No. 9 Beyo¤lu - ‹stanbul tel-faks: 0.212.251 87 67 e-mail expressdergisi@yahoo.com abonelik expressroll@gmail.com y›l 6 say› 84 20 May›s - 15 Haziran 2008 imtiyaz hakk› Bilge Ceren fiekerciler sorumlu yaz›iflleri müdürü fiahan Nuho¤lu ilan irtibat Özay Selmo (0.533.514 90 49) YEREL SÜREL‹ YAYINDIR. AYDA B‹R YAYINLANIR. ISSN 1307 - 461X
“‹mparator” ya da ‹talyan spor yazarlar›n›n deyifliyle “Çavufl”, Yaflar Büyükan›t’›n huzurunda el pençe divan. Büyükan›t’›n terbiye yoksunlu¤u da dikkat çekici.
3
latasaray’›n Susurluk dönemine denk gelen flampiyonluklar›ndan birini hamisi Mehmet A¤ar’a ithaf etmesi... Ve daha neler neler. Ama hepsinin özeti, olayl› ‹sviçre maç›ndaki performans›. Oyuncular›na “tekme at›n” iflaretini verifli defalarca ekrana gelmiflti. Sadece o kare bile millî tak›m›n nas›l bir zihniyete, nas›l bir kiflili¤e teslim edildi¤ini gösteriyor. Yukar›daki “kare as” bir yana, bafl›nda böyle bir teknik direktörün oldu¤u tak›m tutulur mu? Mahallemizin tak›m› da olsa, millî tak›m da olsa, tutulmaz. Asl›nda, o zat›n s›rf maafl› bile millî tak›m› tutmamak için yeterli sebep. Yüz otuz befl bin befl yüz doksan befl lira. Bir de rakamla söyleyelim: 135 bin 595 lira. Eski parayla 135 milyar. Cumhurbaflkan› maafl›n›n 8.5 kat›, baflbakan maafl›n›n 15 kat›, asgari ücretin 311 kat›. Bu yüz k›zart›c› durumun Meclis kürsüsünden dile getirilmesine verdi¤i karfl›l›k da t›ynetini ortaya koyuyor. 18 May›s’ta, Euro 2008 için yola ç›kmadan önce Habertürk’ün Bas›n Kulübü program›nda bu konuyla ilgili –bin dereden su getirilerek– sorulan soruyu cevaplarken milletvekilleri gibi devletten maafl almad›¤›n›, lojman gibi ayr›cal›klara sahip olmad›¤›n› söyleyip laf› flöyle ba¤lad›: “Onlardan 550 tane var, benden bir tane.” Zihniyet bu iflte. Böyle bir hocan›n çal›flt›rd›¤› tak›m tutulur mu? Bir de tabii federasyon boyutu var. Üç-befl ay öncesine kadar mafyayla içli d›fll› bir federasyon görev bafl›ndayd›, bu teknik direktör o federasyonun de¤erlerine cuk oturuyordu. fiimdiki federasyon AKP’yle koyun koyuna. Ama bu, mafyan›n d›flland›¤› anlam›na gelmiyor, iplerin baflka bir “aile”nin eline geçti¤ini gösteriyor. Euro 2008 sonras›nda malûm hocan›n icazetini alan bir isim millî tak›m›n bafl›na gelirse flafl›rmayal›m. Bu yedi sebep ve onlara ilâveten federasyon faktörü olmasayd›, diyelim ‹ngiltere misali bir oyuncu kadrosu, hoca ve federasyon olsayd›, millî tak›m› tutmak farz olur muydu? Bizce olmazd›. ‹ngiltere y›llard›r millî tak›m ve milliyetçilik iliflkisini tart›fl›yor. Örne¤in, ünlü rock’çu Morrissey, geçen Dünya Kupas›’nda ‹talya’y› tutaca¤›n› beyan etmiflti. 1990 Dünya Kupas›’nda da, Napoli taraftarlar›n›n bir k›sm› ‹talya-Arjantin maç›nda Maradonal› Arjantin’i tutmufltu. 2006 Dünya Kupas› dolay›s›yla görüfllerine baflvurdu¤umuz ‹brahim Alt›nsay’›n güzel bir önerisi olmufltu: “Bu flampiyonalar milliyet temelinde de¤il, lig temelinde kurulan tak›mlarla yap›labilir. ‹ngiltere ligi karmas›, ‹spanya ligi karmas› gibi...” Bize kal›rsa çok iyi bir fikir... Hem maçlar millî mesele olmaktan ç›kar, hem de oynanan futbol güzelleflir. Haz›r güzellikten dem vurmuflken, yan sütunda Sait Faik’e ba¤lanal›m ve bakal›m millî tak›m konusunda o ne diyor...
4
B‹R SA‹T FA‹K H‹KAYES‹
Azametli adam Her fleyi tamam bu adam›n. Kim oldu¤u besbelli. Bizlere yaln›z yüzüyle, bir de gözlükleriyle benziyor. Ondan ötesini herkes afla¤› yukar› tahmin eder. Biz de onu ailesi kadar biliriz. Hakk›nda hüküm vermeyelim. ‹yili¤i, fenal›¤›, huyu, paras›, zevki, zevksizli¤i bizim için ne kadar meçhul olsa da, bütün bunlar›n bir önemi yoktur. Bize benzeyen çirkin taraflar›n› ya ona benzerler hoflgörür, yahut da hiç olmazsa bunlar› saklayacak kadar zekidir. Zekidir dedim ama yanl›fl. Saklamas› menfaati icab›d›r. Menfaatine tekme atacak kadar dünya hakk›nda bir fikri olsayd›, bu kadar malûm bir adam olabilir miydi? Bir pastanenin içinde onun kadar malûm bir insan tasavvuru imkâns›zd›r. ‹yi bak›n pastaneye, bir ç›rp›da onu tan›mak için çevrenizle ilgisiz bir kayg› içinde bulunmaktan baflka çare yoktur. Ama flöyle hafifçe kayg›s›zsan›z, derhal onu tan›yacaks›n›z. Hakk›nda ister düflünürsünüz, ister düflünmezsiniz, o sizin bilece¤iniz fley.
Millî tak›m Yunanistan’a gitmifl olsa, siz de “flu bizim millî futbol tak›m› Yunanistan’da ma¤lûp olsa ne iyi olur” deseniz. Diyemezsiniz ki. Evvela flaka söyledi¤iniz san›l›r. Ciddi olarak da böyle arzulad›¤›n›z› söylerseniz, sokakta binlerce kifli size flaflmaz m›? fiaflmak de¤il, sizi dövenler bile olur. Siz istedi¤iniz kadar masum olabilirsiniz.
Ben de her zaman düflünmem. Bu akflam nedense düflünece¤im tuttu. Ne diye düflünece¤im onu. Her fleyi, her fleyi malûm, bir defa münevverdir. Tabii olacak. Sonra azametlidir. Elbette. fiöyle sadece ahbapsan›z, fikirlerini kabule mecbursunuz. Kabul etmediniz mi, bütün vücudundan flimflekler gökyüzünden ç›kar gibi sizin gibi çamurlu bir yeryüzüne hiddetli bir gürültüyle çakacakt›r. Hiçbir fleyine itiraz edilmez. Kitaplar›n bir ço¤u onun nam›na konuflur. Fikir tektir. Allah gibi tektir. Münakafla edilemeyecek kadar tektir. Birden ba¤›r›verse, pastane halk› çevremize halkalansa, kap›dan insanlar üflüflüp gelse, aralar›nda bir tek sizi kay›racak birisi bulunsa, o adam›n da akl› bafl›nda ise, sizin taraf›n› tutmayaca¤›na eminim. Akl› bafl›nda ise ç›k›p gider. Belki bir “lanet olsun!” diyebilir sizin nam›n›za, ama siz de enayi misiniz? Siz de apaç›k hakl› bile olsan›z, çevrenize toplanm›fl elli kiflinin k›rkdokuzunun bu adam›n fikrinde oldu¤unu düflünmek mecburiyetindesiniz. Kahramanl›klar ondad›r, fedakârl›klar ondad›r. Din iman ondad›r. Mukadderat ondad›r. Tek hakikatin üzerine bina edilmifl her fley ondad›r. Bir lahza onun, sizin delice fikirlerinize sayg› duydu¤unu düflünürseniz de, onun sizi kepaze etmeyece¤ine emin olsan›z da... Türk oldu¤unuz halde, bir Türk keyfiyle, hatta herkesin keyfine uymamak maksad› bile bulunmadan, futbola en küçük bir-iki sevgi duymadan içinizden millî tak›m›n yenilmesi arzusu geçse... S›k›ysan›z söyleyin bakal›m. Haftalardan beri, bir futbol dedikodusuyla çalkalanm›fl flehirde, bir Türk olarak Yunan millî tak›m›n› tutmak hakk›ndan mahrumsunuzdur. ‹flte bu beyin karfl›s›nda her zaman bu haldesiniz. Her söz dönüp dolafl›p en küçük bir fanteziye müsaade edilmeyen tek cephelidir. Böyle olunca da siz hep Yunan millî tak›m›n› tutan garip Türk halindesinizdir. En masum, en fantezili, en g›llug›fls›z, en zarars›z bir fikir bile de¤il, laf kabilinden bir fley söylemek isteseniz söyleyemezsiniz. Mesela millî tak›m Yunanistan’a gitmifl olsa, siz de ortaya en küçük bir düflünceye sahip olmadan, keyif için, fantazi için “flu bizim millî futbol tak›m› Yunanistan’da ma¤lûp olsa ne iyi olur” deseniz. Diyemezsiniz ki. Evvela flaka söyledi¤iniz san›l›r. Ciddi olarak da böyle arzulad›¤›n›z› söylerseniz, sokakta binlerce kifli size flaflmaz m›? fiaflmak de¤il, sizi dövenler bile olur. Siz istedi¤iniz kadar masum olabilirsiniz.
fieritler ve raylar ANKARA– Uçan Süpürge’nin marifetli elleri film fleritlerini raylara dü¤ümlemifl bu y›l. fieritlerin dü¤ümünü raylardan çöze çöze Haydarpafla’dan Ankara’ya varaca¤›z, dönerken yeniden dü¤ümleyece¤iz fleritleri raylara. Belki böylece izleyece¤imiz ve izledi¤imiz her kare, bir déjà vu etkisi yaratacak. Hayat, sanat, rüya birbirine kar›flacak. Üç gün boyunca her fley serbest, sinemayol üzerinden düflünce mesaisiyle de ak›tabilirsiniz zaman›, bir filmin bir karesinde, bir rüya ân›nda, manzaran›n bir köflesinde donup kalarak da... 11. Uçan Süpürge Uluslararas› Kad›n Filmleri Festivali’nin bu seneki slogan›, “Kendin Ol, Düflünü Yarat!”... Sevdik bu flark›y›, yak›fl›yor çelik-demir t›k›rt›s›na. 100. yafl›n› kutlad›¤›m›z Simone de Beauvoir’dan ald›¤›m›z bu mantrayla akflama varmadan Ankara’ya ulaflaca¤›z. ‹ki vagonu dolduran k›rk kad›n (ve birkaç adam) bir araday›z. Bu sene ‹lerici Kad›nlar Derne¤i ekibi festivalin konuklar› aras›nda. ‹KD üyeleri, “‹yi ki vard›n” yaz›l› pankartlar›n› aç›p otuz y›l öncesinin direnci, azmi, inad›, sa¤laml›¤›yla bize de uzatt›lar kollar›n›. Kendilerine “ilerici teyzeler” deyip gülseler de, enerjileri gençlere tafl ç›kartacak cinsten. Cumartesi günü panellerine kat›laca¤›z, onlar›, 1979 yaz›nda derne¤in kapat›lmas›na karfl› ‹stanbul’dan Ankara’ya yapt›klar› efsanevî yürüyüflün sürpriz görüntülerini izlerken izleyece¤iz. Festivalde 27 ülkeden 88 kad›n yönetmenin 89 filmi yer al›yor. Aç›l›fl gecesinde Meral Çetinkaya ve Nilüfer Aydan’a onur ve baflar› ödülleri verilecek, bu sene de pek çok yerli ve yabanc› kad›n sinemac› festivalin konu¤u, 12 film FIPRESCI ödülü için yar›flacak, Chantal Akerman’›n filmleri gösterilecek, paneller, dans gösterileri, k›salar, belgeseller... Kad›n yazarlara az›c›k aflina, ama daha önce hiç bu kadar çok say›da kad›n yönetmeni bir arada bulmam›fl olan ben, flaflk›n bir heyecanla en isabetli program› yapmaya çal›fl›yorum. Ama bir yandan da biliyorum ki, hiçbir festival önceden itinayla haz›rlanm›fl programlara boyun e¤mez; sürprizlerini, nakavtlar›n›, sarhofllu¤unu bildi¤i dozda, kendi ritmiyle dayat›r. O zaman trenden inip sinemaya girelim, nefesimiz yetti¤i kadar film izleye-
fiEH‹R HATLARI
lim, Ankara’n›n K›z›l›rmak perdesine yans›yan görüntülerden flimdilik zihnimizde en çok yer açanlar› ‹stanbul’a döner dönmez aktarmaya çal›flal›m. ‹lk seans›n sürprizi “Helin” oldu, k›sa-kurgu filmlerin en iz b›rakan›. ‹ddias›z ve sessiz bafllay›p, 12 dakikan›n sonunda, kendini duyan her zihinde kal›c› bir yer açarak son buldu. Filmde bir kad›n›n kendi izini, oydu¤u kartona b›rakarak gidiflini izliyorduk. Gözalt›nda tecavüzün temyizi, kan ak›tan, kanla akan beden olmufl. Bedenin küvette süren yaflant›s›, çizilip suya at›lan eskizlerin kendine denk bir figüre ulaflarak çerçevelenmesi... Resim ö¤retmeni olan ve on y›ld›r göç ma¤duru çocuklara gönüllü e¤itmenlik yapan yönetmen Sibel Akkulak, filminde, her f›rsatta kameralar
karfl›s›nda ç›plak resim yapanlara, ölümüne düflüncelerden geçerek bütünlü¤e varamam›fl beden sorgulay›c›lar›na bir fleyler söylüyor sanki. 26 yafl›ndaki Asl› Ertürk, k›sa belgeseli “Beden Sonuç ‹liflkisi”nde fliflmanl›¤a derin empatiyle, psikanalitik yaklafl›m›n gücünü elinde tutarak, kendini aynadan yans›tmay› ihmal etmeden bakm›fl. Film; farkl› sosyal çevrelerden, yafltan iki fliflman kad›n›n samimi anlat›m›, boflluklar›, ara metinleri, kurgusu, müzi¤i ve olgun sessizli¤iyle gönlümüzü çeldi. ‹nsan ve bedeni, insan›n bedeniyle mahrem ve yüzeye tafl›namayan iliflkisi; cinsellik, hastal›k, tak›nt›, deformasyon ba¤lam›nda söz konusu oldu¤unda, zemin hassas, narin, k›r›lgan. Hep ayn› sözcükler, ifadelerle karfl›m›za ç›kar›lmas›na al›flt›¤›m›z bu konuya daha ufuk aç›c› bir düzlemden bakabilmemiz için yenilikçi söylemlere, risk almaktan kaç›nmayan yarat›c›lara ihtiyaç var. Klifleleflmifl aktar›mlar›n izinden gitmeyi bafltan reddetmifl, kendi yollar›n› sezgi-
lerine de kulak vererek açm›fl sanatç›lar, böylesi hassas zeminleri kendilerine yurt ediniyorlar. Uçan Süpürge, bize kendi hasta bedeni üzerinden en özel hikâyesini anlatan bir yarat›c›y› konuk etmifl bu sene: Mania Akbari’yi Abbas Kiarostami’nin “On” filminden tan›yoruz. Filmi izlemifl olanlar›n mutlaka hat›rlad›¤› direksiyondaki güzel kad›n o. Akbari sadece güzel ve baflar›l› bir oyuncu de¤il, ressam ve yönetmen ayn› zamanda. “On” ve “10+4”te izledi¤imiz o¤ul da onun gerçek hayattaki o¤luymufl. 34 yafl›ndaki bu zarif kad›n, ilk uzun filmi “20 Parmak” ile 2004 Venedik Film Festivali’nde en iyi film ve en iyi yönetmen ödüllerini kazanm›fl. “On” filminden sonra baflka bir senaryosunu çekmeye haz›rlan›rken kendisine kanser teflhisi konmufl. O da bu sürecin filmini çekmeye karar vererek hastal›¤›n›n izinden gitmifl ve daha önce benzerine rastlamad›¤›m›z flafl›rt›c›, unutulmas› olanaks›z bir film çekmifl. Gö¤üsleri al›nan, saçlar› dökülen, rengi solan, radyoterapi ve kemoterapi tedavisi gören Akbari, ölüme yaklaflman›n ekran›ndan hayata bakarken, sanat›n yaflamsal boyutunu filmine özne yapmay› baflarm›fl, belgeselle kurmacan›n, otobiyografiyle anlat›n›n benzersiz birli¤ini kurmufl. Oyunculu¤un do¤as›n› sorgulamay› da ihmal etmeyerek bambaflka bir boyut daha eklemifl filmine. Ne zaman sanc› tutsa araba kullanm›fl, araba kullanamaz hale geldi¤inde teleferi¤e binip da¤lara yükselmifl, hastane odas›ndan ç›kamad›¤›nda ar-
“10 + 4”
5
“Helin”
kadafl›yla flark›lar söylemifl, makyaj› yaratan tanr›ya flükretmifl, hayat› hep olumlayan cümleler kurmufl. Film sonras›ndaki sohbette, diyaloglar›n çekimlerden önce yaz›ld›¤›na özellikle dikkati çeken yönetmen, hayat›n da kurgulanabilir bir sanat yap›t› olarak alg›lanabilece¤ini söyler gibiydi. Ne olursa olsun pes etmedi¤ini, hayat›n›n bu filme ba¤l› oldu¤unu anlat›rken, sanki ölüme yaklaflan baz› insanlar›n nas›l bir ölümsüzlük bilgisine ulaflt›¤›n› duyuruyordu. Akbari, ölüme ve hayata eflit mesafede bir güzelleme, benzersiz bir fliir koymufl ortaya. Öyle ki, onu kanl› canl› karfl›m›zda görmeseydik, öldü¤ü bilgisiyle filmi izleseydik de hiçbir fley de¤iflmeyecekti sanki. Ölümü ve hayat› ayn› flevkle kucaklayan duygu ve düflüncelerle kalkacakt›k koltu¤umuzdan. Dorota Kedzierzawska’n›n “Ölmek Zaman›”, Alexis Krasilovky’nin “Kameran›n Arkas›ndaki Kad›nlar”›, Shira Geffen ile Etgar Keret’in “Denizanas›”, Tamar van den Dop’un “Gerçek Aflk Kördür”ü, Emmanuelle Cuau’nun “Çok Mersi!”si, Lucia Puenzo’nun “XXY”si, Veronika Minder’in “Maskeli Balo”su, Emel Çelebi’nin “Lilit’in K›zkardeflleri”, Banu Akseki’nin “Bir Temizlikçi Kad›n›n Düflleri”, Akile Nazl› Kaya’n›n “Zlin Çorbas›”, iyi ki dedirtti bize, gün geçtikçe daha çok kad›n sanatç› sinema sektörüne imza at›yor. “Kendine Ait Bir Oda” panelinde Latife Tekin’in sinema karfl›t› görüfllerinden, “sinema unuttu¤umuz rüyalar›n intikam›n› al›yor” sözlerinden biz de etkilendik tabii, ama yine de fleride dolanm›fl zihnimiz, fazla görüntüden yanm›fl gözlerimiz, itaatkâr gövdemizle trenden önceki son seansa girmeyi ihmal etmedik. “Suyu gözlerindeki deliklerden içen denizanalar›na” göz k›rparak, bir dahaki festivalde daha
6
az film izleyece¤imize, her sabah rüyalar›m›z› hat›rlay›p yazaca¤›m›za dair kendimize söz vererek trene kofltuk. –Pelin Özer
ODTÜ’de devrim günleri ANKARA– ODTÜ ve konser kelimelerini yanyana kulland›¤›m›zda akl›m›za Timur Selçuk’un kötü kay›tlar halinde elden ele dolanan meflhur “ODTÜ Konseri” gelir. ‘70’lerin sonunda, “Dev-Genç Marfl›”n›n da aralar›nda oldu¤u onlarca flark›y› piyanosuyla stadyumda seslendiren Timur Selçuk’un bu muazzam konserini tevellütü yetenler hâlâ coflkuyla anlat›r. Daha gençler, bu coflkuyu ‘80’li y›llar›n sonunda Grup Yorum konserleriyle yaflam›flt›r. Ayn› y›llarda henüz ‹stanbul’a tafl›nmam›fl Ada Müzik, Ankara’da yasal Inti Illimani kasetlerini piyasaya sürer. “Venceremos”, y›llar sonra ilk kez orijinal dilinde arflivlerimize girer. ‘90’y›llarda bizim memlekette yeniden tan›n›r olurken sürgünlerini nihayetlendirerek kendi memleketlerine dönen fiilili devrimci grup Inti Illimani (ki Illimani Günefli mânâs›ndaki adlar›n› bir da¤dan al›yorlar), 7 May›s akflam› ODTÜ Stadyumu’ndayd›.
Akflamüstü alana intikal etti¤imizde sahnenin arkas›nda bir miting havas› hüküm sürerken tribünler henüz bofltu ve Sevinç Eratalay bofl tribünlere do¤ru, ama asl›nda arkadaki kalabal›¤a hitaben devrim türküleri söylüyordu. Kalabal›¤›n amac›, bir gelene¤i canland›rarak stad›n çimlerine mumlarla “devrim” yazmakt›. TKP’den Kald›raç’a pek çok örgütün kat›l›m›yla gerçekleflen, kitlesel bir eylem oldu bu. Baflar›yla sonuçland›¤›n› söylemeye gerek yok: Kafas›nda “Devrimci ODTÜ” ve tek tek “devrim” kelimesini oluflturan harfler yaz›l› baretler tafl›yan “görevli”ler kitleyi yönlendirirken, sahnedeki Eratalay program›na ara veriyordu. “Devrim”in mumlar› yand›¤›ndaysa “Dev-Genç Marfl›”yla yaz›y› ve kitleyi selamlad›... Inti Illimani’nin sahneye ç›k›fl› coflkuyla karfl›land›, ama enstrümantal flark›lar coflmay› bekleyenleri hayal k›r›kl›¤›na u¤ratt›. Neyse ki, grubun aç›klamas› tez zamanda geldi: “Inti Illimani, yaflad›¤› co¤rafyan›n müzikal renklerini sunmay› amaçlayan bir grup. Bu yüzden baflta s›k›labilirsiniz, ama bekledi¤iniz devrim flark›lar›n› konserin sonunda hep birlikte söyleyece¤iz.” Burada konseri nakletmeye bir ara verelim ve olay›n öncesine bir göz atal›m: fienlik program› aç›kland›¤› andan itibaren UGT’ye (flenli¤i y›llard›r düzenleyen Uluslararas› Gençlik Toplulu¤u) yönelen elefltirilerden kat›l›mc›lar da nasibini ald›. EkfliSözlük’te ve ODTÜ’nün iletiflim sitesi hoccam.com’da Inti Illimani hakk›nda ç›kan yorumlar› okurken gözlerimize inanam›yoruz: “Üç-befl entelin bildi¤i grup”tan “Akdeniz-Yunan müzi¤ine benzer bir fley yapan Bregoviç çakmas›”na kadar nice tuhaf yoruma maruz kalm›fl olmalar›n› dünyan›n de¤iflen dinamikleriyle
aç›klamak belki de fazla iyi niyetli bir yaklafl›m olur... Konserin sonuna odaklanal›m: Önce hep bir a¤›zdan “El Pueblo Unido Jamas Sera Vencido” söyleniyor, yumruklar havaya kalk›yor ve grup sahneden indi¤inde zaten havadaki eller ç›lg›nca bis alk›fl›na bafll›yor. Maksat belli: Grubu tekrar sahneye ç›kartarak “Venceremos” söyletmek! Nitekim grup geri geliyor ve y›llard›r söylemedikleri marfl› ODTÜ Stadyumu’na çak›yor. Arka fonda “devrim” yaz›s›n›n hâlâ direnen üç-befl mumu, sahne önünde bir avuç insan bu coflkunun flahidi. Romantik anlat›m›m›z da, konserin sonuna kadar kalanlar› “romantik devrimci” tan›m›na maruz b›rakanlara nazire! Baflta kalabal›k olan tribünlerin ilerleyen dakikalarda (grubun e¤lenceli müzik yapmamas›n› bahane ederek ve homurdanarak) h›zla boflald›¤›n› söylemeye ise dilimiz varm›yor, ama hakikat böyle. Staddan ayr›l›rken kula¤›m›zda eski bir kasetten bize ulaflm›fl Timur Selçuk flark›lar›, akl›m›zdaysa tek bir soru var: Inti Illimani ‘90’l› y›llar›n bafl›nda gelseydi, yer yerinden oynard›. Peki, de¤iflen ne? –Murat Meriç
Trump ‹stanbul’a nas›l geldi? ‹STANBUL– Geçti¤imiz günlerde de “Avrupa’n›n ilk”lerinden birine daha mazhar olmufluz, haberimiz yokmufl: “Avrupa’n›n ilk Trump binas›”. Biraz soruflturunca, Amerika’n›n gayr›menkul devi Trump’›n Mecidiyeköy’deki Taflyap› inflaat› tamamlan›nca, binan›n üzerine “Trump Tower” yazaca¤›n› anlad›k. Bunun için ‹stanbul’da “görkemli” bir kutlama yap›lacakm›fl. Niye mi “görkemli”? Çünkü Trump’›n k›z› Ivanka da bu kutlamaya gelecekmifl! Al›n size Paris Hilton’dan sonra ikin-
‹nti ‹llimani
Trump ailesi
ci bir “seksî ifl kad›n›” ziyareti daha… Kendisine gerçekten böyle bir unvan verilmifl! ‹flin magazin boyutunu ilgililerine b›rak›p “Trump Tower” konusu üzerindeki bilgilerimizi tazelemeye devam edelim. New York, Chicago, Las Vegas, Honolulu, Dubai, Panama City, Trump’›n “tower” yapt›¤› flehirler. Londra, Paris, Roma, Berlin gibi Avrupa flehirleri yok bu listede. Neden dersiniz? Çünkü Amerika’daki flehirlerde altyap› sorunu çözüldü¤ünden “tower” yap›lmas›na kolay izin veriliyor. Dubai gibi yerlerde de “imar izni” almak günlük market al›flverifli yapmak kadar kolay. Zaten Dubai Prensi Maktum bizde de öyle oldu¤unu san›p eski ‹ETT garaj›na “Dubai Tower” yapmay› düflünmüyor mu? Avrupa flehirlerinde durum gerçekten çok farkl›. Öyle kolay ve karfl›l›ks›z imar izni verilmiyor “tower”lara. Geriye kal›yor ‹stanbul… Bizimkiler de zaten ‹stanbul’a böyle bir rol biçmediler mi? “Londra’da, Paris’te yapam›yorsan bize gel, biz yapt›r›r›z.” Bu arada, Trump iflin içine girmeden bizim müteflebbisler kendilerine has usûllerle ifli bitirmifller. Belediyenin planlar›nda “okul, spor alan› ve transfer merkezi” olan yerde arsa sahibi s›fat›yla Ayd›n Do¤an Grubu planlara itiraz etmifl. Gerçekten de y›llard›r bu flekilde kullan›lan arazinin daha farkl› kullan›l-
mas› için “hat›rl› kifliler” taraf›ndan yap›lan bu itiraz belediyeye de ilham vermifl. Pek öyle örne¤ine rastlamad›¤›m›z bir “plan de¤iflikli¤i teklifi”ni bizzat haz›rlay›p belediye meclisine sunmufllar. Buna göre, belediye zemin katta “transfer merkezi” yapas›ym›fl, üstüne de arsa sahibi üç emsalli kuleler dikesiymifl! fiehir Planc›lar› Odas› da, “aman Mecidiyeköy zaten çok yo¤un, planlardaki gibi insanlar›n kullanaca¤› aç›k spor alanlar› olarak b›rak›ls›n buralar” diye mahkemeye baflvurmufl. Mimarlar Odas› da müdahil olmufl. Mahkemede takvim üzerinde yap›lan titiz bir gün say›m›n›n sonucunda, davan›n aç›lmas› için sürenin geçti¤i sonucuna var›lm›fl. Üstelik de önceleri pek böyle “süre yönünden ret” kararlar› yokken, mahkeme böyle takdir etmifl bu sefer! Trump’›n “lüks ve prestijli yaflam tarz›”n›n sembolü olan tabelas›n› üzerine asaca¤› binalar›n imar hikâyesi böyle. “‹ki kule, bir AVM” yap›lacak flimdi bu flehrin en yo¤un bölgesinde. Alt›nda da belediye otobüsleri yolcu indirip bindirecekler. Metro istasyonuna da ba¤lant› sa¤lanacak. Do¤an Yay›n Holding’den Mehmet Ali Yalç›nda¤, kalk›p New York’a gidiyor ve “bu bina ‹stanbul’un dünya merkezi haline geldi¤ini kan›tl›yor” diyor. Trump durumdan memnun. Bizimkiler böyle derme çatma fle-
hircilik çözümleriyle “dünya merkezi” olmay› hayal ededursunlar, Trump ‹stanbul için “yüzy›llard›r dünya tarihinin merkezi” demifl bile. Trump’›n Avrupa flehirlerinde boy gösterememesinin nedeni de bu zaten. Ama bizde ifller nas›lsa kolay! Kolay olmakla da kalm›yor, her türlü katakulli yap›labiliyor. Arsa sahibi Ayd›n Do¤an Grubu olunca, yeni sahibine kavuflan Sabah gazetesi geçti¤imiz günlerde olaya birden dikkat kesildi. Odalar›n açt›¤› dava sonucunda Zorlu Grubu Karayollar› arazisinde yürütmeyi durdurma karar›yla flok yaflay›nca, herhalde bu durumu hazmedemeyen Sabah gazetesi eski defterleri kar›flt›rmaya bafllad›. “Baflta Zorlu Holding’in Karayollar› arsas› olmak üzere” her yere davay› zaman›nda aç›yorlar da, Do¤an’›n Trump Towers’›na neden açam›yorlar fleklindeki soru, kar›flt›r›lan eski defterlerin yard›m›yla ortal›¤a at›l›verdi. Bafll›k da fiyakal›yd›: “Milyar dolarl›k unutkanl›k”! Bu yetmezmifl gibi, ayn› gazete, “me¤er unutkanl›k de¤il, ricaym›fl” manfletiyle odalara veryans›n etmeye ertesi gün de devam etti. “Aman biraz a¤›r hareket edin de dava açma süresi geçsin” diye odalara ricada bulunan, fiehir Planc›lar› Odas›’n›n ilk dönem üyelerinden Tavit Köletavito¤lu’ymufl. Kendisi Ayd›n Do¤an’›n da yak›n arkadafl›ym›fl. Hatta bir internet sitesinde durum o kadar derin bir komplo teorisine ba¤lanm›fl ki, Köletavito¤lu’nun gayr›müslimli¤i mevzubahis edilip Do¤an Grubu’nun mütedeyyin insanlara bu kadar sataflmas›n›n nedeni olarak bu tür arkadafll›klar› bile gösterilmifl. Türkiye bir tuhaf ülke vesselam… –Erhan Demirdizen
Gözalt›ndan notlar TAKS‹M– 1 May›s üzerine yazmaya bafllarken önce gönüllüsü oldu¤um Lambdaistanbul
LGBT Dayan›flma Derne¤i’nin bu sene kurumsal olarak kat›lmama karar›ndan ve bu karar› flekillendiren tart›flmalardan da bahsetmek isterdim, ama bu birçok konuyu tek bir yaz› içerisine yedirme çabas› olarak alg›lanabilirdi. Zorlama bir yaz›dan kaç›narak, flimdilik Lambda’n›n kurumsal kat›l›m ça¤r›s› yapmamas›n›n, ben ve birkaç arkadafl›m›n biraz buruk bir ruh haliyle alana ç›kmas›na neden oldu¤unu söylemekle yetinmeliyim. Naçizane düflüncelerim, insanlar›n zihinlerini transfobi ve homofobi gibi korkulardan ar›nd›rma gayesinde olan, bunu da duygudafll›k yoluyla aflabilece¤ini deneyimlemifl bir örgüt olarak derne¤imizin Emek Bayram›’nda yer almas› veya en az›ndan kat›l›m ça¤r›s› yapmas› yönünde; bu gerçekleflmeyince de 1 May›s’a derin bir hayal k›r›kl›¤›yla uyanm›fl oldum. Çünkü alanda seks iflçisi translar›n emeklerini görünür k›lman›n, LGBT iflçilere yönelik ayr›mc›l›¤a karfl› oldu¤umuzu hayk›rman›n, eme¤in yan›nda oldu¤umuzu söylemenin önemli oldu¤una hâlâ inan›yorum... Polisin geçen seneki engelleme pratiklerini hat›rlayan birkaç arkadafl›mla beraber Taksim’e yak›n evlerde konaklam›flt›k; gerçi meydana önceki geceden bafllayarak yap›lan y›¤›nak ertesi gün için ne kadar önlem al›rsak alal›m solu¤umuzun gaz kokusuyla kesilece¤inin habercisi gibiydi. Yan›lmad›k da, Taksim’den fiiflli’ye ulaflma çabam›z her ad›mbafl› polis kontrolü ve barikatlar›yla kesilirken, solu¤umuz da bu fliddet karfl›s›nda defalarca kesildi... Buna karfl›l›k fiiflli’ye varma çabam›zda her direnme noktas› da polisin tüm donan›m›yla gözümüze bir o kadar abes görünmesine yard›mc› oluyordu. Çünkü orant›s›z ve eril bir fliddet vard› karfl›m›zda. Bu fliddet küfreden, sald›ran, bomba
7
f›rlatan polislerden yöneliyordu ve onlar olas› bir göz temas›nda yüzlerinden sahip olduklar› iktidar›n erinci okunuyordu. Gün boyu robokoplar›n, jandarmalar›n, Taksim’in göbe¤inde par›lt›l› aynalarla disko topu fleklinde tasarlanm›fl lale heykellerini bizlerden korumaya çal›flarak nöbet tutmalar› gibi... Bu ayr›mc›l›¤› gören gözler, heykeller aras›nda biat etmemizi istedikleri hiyerarfliyi de çözümleyecektir. Taksim’de 1 May›s’ta korunan lalelere karfl›l›k, Tophane’de kafas› kolu k›r›lm›fl iflçi heykelinin vakur direnifli... Bu ülkenin eme¤in heykel olarak vücut bulmas›na bile tahammülü yok. D‹SK’in ö¤leye do¤ru gelen aç›klamas›n› duydu¤umuzda, çoktan içinde bulundu¤um grupla beraber polisin müdahalesiyle Agos gazetesinin önünden Maçka Park›’na kadar savuflturulmufltuk. Sendikalar polisin provokasyonuna gelmemek için Taksim’e yürümekten vazgeçmifllerdi. Biz de zaten bunu amaçlayarak, bizi k›st›rd›klar› cenderede teklif ettikleri sald›rgan militan rolüne prim vermemek için olas› çat›flma alanlar›ndan kaçmaya çal›fl›yorduk. Önceki 1 May›s’lardan ertesi günün manfletlerini öngörebilmek kolayd›: “Sald›rgan eylemcilerin ç›kartt›¤› olaylarda polis görevini yerine getirdi...” “‹flte çiçekleri yolan o kad›n...” Nedense kimse insanlar›n niye çiçek yoldu¤uyla ilgilenmek istemiyordu. Laleleri kollayanlar, “bu nedensiz bir öfke” diye düflünüyorlard› herhalde. Polisin k›flk›rtmas› söz konusu olacak de¤il ya! Oysa ki polisin bu küçük tuza¤› dayana¤›n› eski bir gelenekten al›yordu. S›rt›n› yaslad›¤› ilke çok basitti, meflruiyetini er-
kekegemen bir kültürün sars›lmaz kültlerinden devral›yordu. Sald›r›ya karfl›l›k vermeyenin ad›n›n ödle¤e, “o biçim”e ç›kt›¤› bu oyunu birço¤umuza tan›d›k gelecektir. Üstelik fliddetin dili egemen oldu¤unda yan yana, omuz omuza oldu¤umuzu düflündü¤ümüz saftan insanlar bile bizi “korkak” veya “ödlek” veya “devrim karfl›t›” olmakla itham edebiliyor, bir anlamda polisin de s›¤›nd›¤› erkeksi fliddetle ayn› dili konuflan insanlara dönüflebiliyorlar. Oyunun kurallar› de¤iflmiyor, ayn› oyun her seferinde erkekegemen, homofobik, sald›rgan. Genel tablo her ne kadar karanl›k olsa da, ufak umut k›r›nt›lar› besleyebilece¤im olaylara da tan›k oldum. Mesela baz›lar›m›z›n polisin orant›s›z gücü karfl›s›nda orant›l› olmaya çal›flmadan da varoldu¤unu gördüm. Bunlar› söylerken gözalt›na al›nd›¤›m›zda ayn› otobüse beraber t›k›ld›¤›m›z di¤er arkadafllarla aram›zda geçen olaylara referans veriyorum. Romantizmden fevkalâde mustarip devrimci arkadafllar›n di¤er eylemcilere belki de polisten devrald›klar› bir otoriteyle sözlü fliddet uygulad›klar›n› gördüm. Devrimci asap bozukluklar›n› polisin k›flk›rtmalar›yla aç›klamak mümkün belki. Ama bu aç›klamay› kabul etmemeliyiz. Çünkü t›kl›m t›k›fl s›k›flt›r›ld›¤›m›z otobüste (polise karfl› bir direnifl oldu¤u iddia edilen bir eylem olarak) sigara içilmesinden rahats›z oldu¤unu söyleyenleri, “sen zaten bayans›n, baflka otobüse geç” veya “bu otobüs devrimci otobüsü, be¤enmiyorsan inersin” gibi sözlerle taciz etmeye çal›flmak ne devrimle ne de dayan›flmayla aç›klanabilir. ‹flte deminden beri sözünü etti¤im
umut burada do¤uyor. “Bayan” oldu¤u kendisine hat›rlat›lan kad›n, bu tavr›n devrimcilikle aç›klanamayaca¤›n› devrimci arkadafllara hat›rlat›yor ve olay, hatas›n› anlayan taraf›n özür dilemeye çal›flmas›yla sonlan›yor. Veya dolduruldu¤umuz otobüsün istikametinin neresi oldu¤unu soran arkadafla, “Vatan” dedi¤imde, o meflhur “terörle mücadele merkezinden” belli belirsiz bir korkuyla bahsetti¤imi teflhis eden baflka bir devrimci arkadafl, “ne olmufl Vatan’a gideceksek, öldürmeyecekler ya?” gibisinden beni anlamayan, hatta son tahlilde korkumu hakir gören bir tav›r sergiliyor. Baflkas›n›n korkusuyla dalga geçmenin, sahiplenmemenin bu noktada kimseye bir yarar› oldu¤unu düflünmüyorum, polisten gayr›... Bu, daha çok “devrimci olmasayd›m, polis olurdum” gibi bir slogan› an›flt›r›yor bana. Ama dedi¤im gibi, bu tavr›n art›k sökmedi¤ini düflünüyorum. ‹nsanlar›n bu tutumda elefltirecekleri bir yan gördüklerini düflünüyorum ve bu ihtimale inan›yorum. Bu yüzden de bir dönüflümün er ya da geç yaflanaca¤›n› düflünüyorum. En basit iflleviyle bu yaz›y›, dayan›flma sergilemesi gerekenlerin, erkekegemen kültten ödünç alarak uygulad›klar› fliddeti deflifre etmek için yaz›yorum. Ve bu güzel suç ortakl›¤›nda daha fazla insanla buluflmak istiyorum. Bu nedenle daha fazla Lambdal› arkadafl› alanda görmeyi umut etmifltim. Ama bunu yapmaya cüret edebilecek baflkalar›n›n oldu¤unu görmek de önemli bir kazan›md›r. Yine de eflcinsel mücadelenin emek mücadelesine, emek mücadelesinin de eflcinsel bireylere ö¤retecek daha
çok fleyi oldu¤una inan›yorum. Bu yüzden yaz›ya “Gözlat›ndan Notlar” gibi manidar alg›lanabilecek bir bafll›k seçtim. Dostoyevski’nin “Yeralt›ndan Notlar›”nda oldu¤u gibi söze “ben hasta bir adam›m “diyerek bafllamad›m belki, ama bu sistemin kendisinin hasta oldu¤unu düflünüyorum. Ve Dostoyevski’nin karakteri gibi bu sistemin de hasta oldu¤una yavafltan aymaya bafllad›¤›n› düflünüyorum. Bu durumda bu araz›n parças› olmak istemeyen bizlere de tek bir ç›k›fl yolu görünüyor. Aksini yaratmak, aksini tahayyül etmek... Yoksa bu sistem bizi hasta etmeye, kardefli kardefle düflman etmeye devam edecek. –Aykan Safo¤lu
Yarimin yüre¤i s›zlar ÜSKÜP, KOSOVA, T‹RAN– Do¤u Balkanlar› kapsayan “yo¤unlaflt›r›lm›fl” kültür turundan (Makedonya, Arnavutluk ve Kosova) ortaya kar›fl›k bir okumal›k... ‹lk durak Üsküp! Güzel flehir; Vardar nehrine iyi ev sahipli¤i yap›yor. Geçmiflin nüfus oranlar› bozulsa da, a¤›rl›¤›n› Makedon, Arnavut ve Türklerin oluflturdu¤u kültürel kar›fl›m hâlâ geçerli. Hadiseyi asl›nda bölgedeki ayr›flman›n ana temas›, yani din üzerinden yapmakta fayda var. Bölge, Ortodoks H›ristiyanl›kla Müslümanl›¤›n Balkan saç›lmas›ndan sonra nispeten daha az k›r›p dökerek pozisyonland›¤› yer. Ayn› fleyi Kosova için söylemek zor. Hofl, hepimizin malûmu: Din soslu milliyetçili¤in Balkanlar’a neler etti¤ini anlamak için gidip gelmeye gerek yok. Ama ayn› sosun Balkanlar’›n yeniden inflas›nda nelere mal oldu¤unu bilmek için gidip gör-
Makedonya'n›n Manast›r (Bitola) flehrinin “‹stiklâl” caddesi (solda), Tiran meydan›nda komünist dönemin alâmet-i farikas› (sa¤da)
mek gerekiyor. Yeni kurulan bir ulus-devletin “mit” yarat›m›nda kulland›¤› “kabul edilebilir” figürlerin yan›nda, çiçe¤i burnunda Kosova bayra¤›n› neredeyse bir kere bile yaln›z bafl›na görememek iç g›c›klay›c› idi. Tamam, yan›bafl›nda S›rbistan olunca korunma ihtiyac› anlafl›l›yor, ama yine de Amerikan bayra¤›n› gördü¤ümüz her yerde bir “hofl” oluyoruz. Onlar da bizi anlas›nlar! Gezilen onca yerin farkl›l›klar›n› anlatmak zor. Benzerliklerini anlatmak ise kolay: Biri oldukça ars›z bir flekilde devam eden “inflaat hamlesi”, di¤eri Gjergj Kastrioti Skenderbeu (1405-1466), nam-› di¤er ‹skender Bey. Hani Osmanl› ordusundan ayr›l›p Arnavutluk’un Krujë kalesinde ba¤›ms›zl›¤›n› ilan eden ve üstüne zaman›n “yenilmez” Osmanl› ordusunu birkaç kere yenerek, Avrupa’da kült bir figür olan komutan. Bel-
kazan›ld›¤› anlat›l›yor. Pek tan›d›k geliyor... Yine de belirtmeden geçmeyelim, bu yeni kurulan ülkede bile “bayrak boyu” mutedil. Memleketin her tepesini “yeniden” fethetmeye doyamayan zihniyete bilgi bab›nda... Arnavutluk’u ve Kosova’y› Makedonya’dan ay›rmak için iki “tan›d›k” resim aç›klay›c› olacak. Biri inflaatlar›n tepesindeki demir filizi, di¤eri de yayalara ve öteki araçlara tahammülsüz “trafik düzeni”. Kendinizi Türkiye’de hissetmenizi sa¤l›yor; çok gere¤i varm›fl gibi. Bu iflte hakikaten bir ifl var. Neyse... Bölgeyi ziyaretimiz, iki güzide güne rastlad›: Paskalya ve 1 May›s. ‹ki günde de, istenmeyen de¤il, özlenen görüntülere tan›kl›k ettik. Orant›l› keyfin hakim oldu¤u sokaklarda gösteri olmasa da, tatilden kaynakl› mesut bir kalabal›k vard›. Onca gezi trafi¤i aras›nda, 1 May›s’a Tiran’da rast geldik. Gösteriyi
ki de bu yüzden, gezdi¤imiz yerlerin tümünde karfl›m›za ç›kt› ‹skender Bey’in heykeli: Üsküp’te, Prifltine’de, Kosova’da. Kimi zaman Arnavut milliyetçili¤inin arac›, kimi zaman da Osmanl›’ya (ve Müslümanl›¤a tabii) karfl› H›ristiyanl›¤›n “zafer büstü” olarak… Unutmadan, bir de Arnavutluk’un Durres flehrinde Skenderbue “brendi”si olarak ç›kt› karfl›m›za ki, bahsetmeden geçmek olmaz. ‹flte Arnavut milliyetçili¤inin Prizren Ligi öncesi tarihten ald›¤› mühim dayanaklardan biri. fiimdi de bu söylemi Adem Jashari (Yaflari) gibi figürlerin besledi¤i UÇK (Ushtria Çlirimtare e Kosovës - Kosova Kurtulufl Ordusu) ve UÇK flehitleri forse ediyor. Neredeyse tüm ülkenin otoyol kenarlar›nda, UÇK militanlar›n›n çiçekle süslü mezarlar› bulunuyor. Arnavutlara ve yabanc›lara Kosova ba¤›ms›zl›¤›n›n ne bedeller ödenerek
flablondan yank›lanan flark›lar
manu chao istanbul’u vermeyin
nick cave
gürültü ve kaos aflk›na
ROLL
129
ken loach
anahtar kavram sömürü
tony gatlif gazap üzümleri
foals
merhem ya da elektroflok
shellac
el gu mo sto r v orc e öt he esi str • a • öyk iva ü & no be va rk • •y pe ük te se & ks the ad pir aka ate t s
radyo duvar iftiharla sunar
MAYIS ‘08
küvette ç›plakken veya cay›r cay›r yanarken abonelik: expressroll@gmail.com
kaç›rm›fl›z. Öyle çok “ah çekecek” bir hadise de¤ilmifl. Zaten bizim kula¤›m›z da kendi 1 May›s’›m›zdayd›. Yine de Elbasan, Berat ve Tiran’da gördü¤ümüz mütevaz› “Proftë 1 Maji” pankartlar›, ülkenin yak›n geçmifli hat›rlan›nca, oldukça iyi geldi. Ezcümle, insan buralar› görünce ve tarihini okuyunca, “herhalde tanr›n›n Kafkaslar’da ve Balkanlar’da kafas› kar›flt›” diyesi geliyor. Bir türlü bitmek bilmeyen münakafla hali... Halbuki ne de güzel topraklar. Üstündekiler bir rahat dursa, bu topraklar o kadar güzel hizmet edecek ki insano¤luna... O vakit, bize yol boyunca efllik eden Shar (fiar) da¤lar›n› bahane eden bir türküyle bitirelim. fiar da¤›ndan kalkan kazlar/ Al topuklu beyaz k›zlar/ Yarimin yüre¤i s›zlar/ E¤lenemem aldanamam/ Ben bu yerlerde duramam... –Tan Morgül
B‹R ‹fiARET F‹fiE⁄‹ OLARAK Ö⁄RENC‹ GENÇL‹K SEND‹KASI
Ö¤renci sendikas› olur! Paris May›s’›n›n lokomotiflerinden biri ö¤renci-gençlik sendikas› UNEF’ti. 1968’den k›rk y›l sonra, Türkiye’de de bir ö¤renci-gençlik sendikas› kuruldu: Genç-Sen. Üniversitenin paral›, ö¤rencinin kampüste müflteri, “bofl zaman”da part-time ücretli olmas›, her ö¤rencinin potansiyel iflçi, her mezunun potansiyel iflfliz konumu bu örgütlenmeyi zorunlu k›ld›. 1 May›s’taki devlet terörünün ekranlara yans›yan görüntüleri aras›nda, levhas› iflaret fifle¤i misali dikkat çeken Genç-Sen’i kurucular›ndan K›vanç Eliaç›k’tan dinliyoruz... Genç-Sen’i kurmaya nas›l karar verdiniz? Ö¤renci örgütleri, dernekleri yetersiz kald›¤› için mi, ö¤rencilikteki yap›sal, niteliksel bir dönüflüm yeni bir yap›lanmay› gerektirdi¤i için mi? K›vanç Eliaç›k: Bize bazen espriyle, bazen ciddiyetle “ö¤rencinin sendikas› m› olur” diye soruyorlar. Evet, Türkiye’de örgütlenmeler genellikle dernekler ya da partilerin gençlik teflkilât› fleklinde oldu flimdiye kadar. Biz onlara alternatif olarak görmüyoruz kendimizi, “bunlar ifllevsizdir, bugünün ihtiyaçlar›n› karfl›lam›yorlar” demiyoruz. Üyelerimizin önemli bir bölümü de baflka derneklere, kulüplere üye zaten. Ama sendika baflka bir fley. Sendika, temsil etti¤i kitle ad›na toplu görüflme yapan, toplu sözleflme imzalayan, kal›c› hak kazan›mlar› elde eden bir örgüt. Dolay›s›yla, eme¤ini belli bir ücret karfl›l›¤› kiralayan iflçi kitlesine özgü bir yap›lanma de¤il mi? Ama Türkiye’de iflveren sendikas› da var. Türkiye ‹flveren Sendikalar› Konfederasyonu (T‹SK) ‹ngilizcede dernek olarak geçiyor, çünkü Avrupa’da iflverenlerin sendikalar› yok, dernekleri var, ama Türkiye’nin iflçi sendikas›na tahammülü ancak iflveren de sendika kurdu¤u takdirde oluyor. Ö¤rencilere gelince, evet, gençli¤in ve ö¤rencili¤in yap›s› de¤iflti, dolay›s›yla örgütlerin de biraz de¤iflmesi lâz›m. ‹flçi s›n›f›n›n da yap›s› de¤iflti, oradaki mücadele yöntemlerinin de buna ayak uydurmas› lâz›m. Bu “iflçi s›n›f› kalmam›flt›r, proletarya buharlaflm›flt›r” demek de¤il, ama iflçileflen baflka katmanlar var. Bizim resmî ad›m›z Ö¤renci Gençlik Sendikas›. Bize göre her ö¤renci potansiyel iflçi, her mezun potansiyel iflsizdir, her genç iflçi de potansiyel iflsizdir. Bir ö¤renci sendikas› genç iflsizlerin sorunlar›na s›rt›n› dönemez, ama genç bir metal iflçisini de Genç-Sen’e üye olmaya davet etmiyoruz, onun adresi D‹SK Birleflik Metal’dir, onu oraya yönlendiriyoruz... Genç-Sen’in kuruluflu aç›s›ndan da Türkiye için yenilikler var. Mesela birinci kongremizde tüzü¤ümüze tart›flarak, oylayarak karar verdik. Benim bildi¤im hiçbir örgüt böyle yapm›yor, çok demokratik örgütler bile genellikle “tüzü¤ümüz, manifestomuz budur, gelen gelsin” der. Bizse Türkiye’nin her yan›nda genifl kat›l›ml› tart›flmalar yapt›k bir buçuk y›l boyunca. Bu süre sonunda birçok sorunu saptam›fl olduk. Hep verdi¤im bir örnek: Ortaokul ö¤rencileri antidepresan kullan›yor. Demek ki, bu çocuklar›n can›n› s›k›yorlar. Bu süreç sonunda üç temel sorun oldu-
10
¤unu gördük. Birincisi, e¤itimin paral› olmas›. Bu, hem e¤itimin niteli¤ini bozuyor, hem de iflçi ve emekçi çocuklar›n›n e¤itim almas›n›, e¤itime devam etmesini engelliyor. Ayr›ca, ben mesela özel üniversiteden mezun olmufl bir doktor taraf›ndan muayene edilmek istemem, güvenmem çünkü. Ayr›ca, kamu üniversiteleri de paras›z de¤il... Evet. YÖK baflkan› aç›klama yapm›flt› “bedava üniversite mi olur” diye. Bizim paral› e¤itimden kast›m›z sadece harç ya da katk› pay› da de¤il. Bar›nma da, ulafl›m da, beslenme de, k›rtasiye de bunun içinde. Biz e¤itimin bütünüyle paras›z olmas›n› istiyoruz. Üniversiteye, liseye tek kurufl para verilmemesi gerekti¤ini, bunun bir anayasal hak oldu¤unu savunuyoruz. Ö¤rencilerin bütün masraflar› kamu taraf›ndan karfl›lanmal›. Bütçede bir tak›m düzenlemelerle e¤itim bütünüyle paras›z ve nitelikli hale getirilebilir. Diyanet’in, Millî Savunma Bakanl›¤›’n›n bütçelerinde yap›lacak çok ufak kesintilerle bu mümkün. Ayn› fley sa¤l›k için de geçerli. Bugün e¤itimin paral› ve niteliksiz olmas›, ayn› zamanda, toplumsal sistemin devaml›l›¤›n› da sa¤l›yor. ‹flçinin çocu¤u okuyam›yor, gene iflçi oluyor, üniversite mezunu, iyi gelir seviyesine sahip bir ailenin çocu¤u da flans› yaver gidip iyi okullarda okursa yönetici oluyor. Befl-alt› y›l önce ö¤renci dergilerimizde bunlar› yaz›yorduk, ama o arada e¤itim sistemi o kadar bozuldu ki, flimdi “bu ülkeyi kim yönetecek” diye düflünüyorum. Özel okullarda okuyanlar da o kadar kötü e¤itim al›yorlar ki, onlar da flirketleri yönetemeyecekler. Herhalde futbol tak›mlar›-
Genç-Sen üyeleri 8 Mart eyleminde
Ortaokul ö¤rencileri antidepresan kullan›yor. Demek ki, bu çocuklar›n can›n› s›k›yorlar. Üç temel sorun oldu¤unu görüyoruz: Birincisi, e¤itimin paral› olmas›. ‹kincisi, gençlerin kendi hayatlar›nda söz ve karar sahibi olmamalar›. Üçüncüsü de, ö¤rencilerin iflçileflmesi.
na teknik direktör getirir gibi yabanc› yönetici ithal edecekler. Buna mukabil, Koç, Sabanc› gibi holdinglerin üniversiteleri de en iyi okullar s›ralamas›nda k›sa zamanda bafla güreflir oldular. Özel üniversite açan holdinglerin amac› sadece e¤itimden kâr etmek mi, yoksa kendi flirketlerinin gelece¤ini de düflünüyorlar m›? Bir defa, e¤itim kâr getiriyor. Küçük bir binada bafllayan özel üniversitelerin bugün büyük büyük kampüsleri var. Eskiden sadece Bilkent varken, son on y›l içinde bir sürü özel üniversite de aç›ld›. Ayr›ca, özellikle burs sistemiyle, kendi iflletmelerinde çal›flt›rmak üzere personel de yetifltiriyorlar. Bir de, bir tak›m vergi düzenlemeleri var. E¤itime yat›r›m yapt›¤›n için vergiden muaf tutuluyorsun. Saptad›¤›n›z ikinci temel sorun ne? ‹kincisi, gençlerin kendi hayatlar›nda söz ve karar sahibi olmamalar›. Ailede de, okulda da, iflyerinde de geçerli bu. Ben ilkokul üçüncü s›n›ftan beri test kitab› çözüyorum. Her fley Anadolu Lisesi s›nav›ndan sonra, her fley Fen Lisesi s›nav›ndan sonra, her fley ÖSS’den sonra... Bitmiyor! LES, ALES, KPSS, KPDS... Sürekli erteliyoruz her fleyi. Ve birileri karar veriyor tercihlerin ne olaca¤›na, birileri senin önündeki k›rk y›l› belirliyor. Biz kendi ad›m›za karar vermek istiyoruz. Gelecek filan de¤il söz konusu olan, hayat bugün ve ben bugün yaflamak istiyorum! Türkiye nüfusunun yar›s›ndan ço¤u genç, 25 yafl›n alt›nda. Ayn› flekilde, Türkiye nüfusunun yar›dan fazlas› kad›n ve temsilî organlar›n yar›dan fazlas›n›n da kad›n olmas›n› bekliyoruz. Gençler için de ayn› fley geçerli. Söz ve karar hakk› istiyoruz, okulu yönetmek istiyoruz. Genç-Sen toplu görüflmeye otursa, muhatab› kim olacak? Bu meseleler karmafl›k, ama belirsiz de¤il. Muhatab›m›z duruma göre dekan, duruma göre rektör, duruma göre Çal›flma Bakanl›¤›, Millî E¤itim, YÖK veya yemekhaneyi iflleten firma... Genç-Sen’in örgütlülü¤ü ne durumda? 36 flubemiz, yedi temsilcili¤imiz var ve özellikle büyük flehirlerin d›fl›ndaki üniversitelerde örgütlüyüz. Eskiflehir’de kampüs içi ulafl›m›n paral› hale getirilmesi, ODTÜ’de fotokopi fiyatlar› gibi konularda eylemlerimiz oldu, ama bizim as›l meselemiz, bir ö¤renci sendikas› yasas›n›n ç›kmas› ve imza yetkisi kazan-
Genç-Sen üyeleri de, 1 May›s sabah› Taksim’e hareket etmek üzere D‹SK binas›ndayd›. K›vanç Eliaç›k anlat›yor: “2008’de yaflanan, en az 1 May›s 1977 kadar büyük bir olay. Sabah saat 7’de, üç saat sonra 1 May›s gösterisi yapmay› planlayan, silahs›z, korumas›z bir gruba gazla, suyla, copla müdahale ettiler... Ben binan›n beflinci kat›ndayd›m, gaz oraya kadar etki ediyordu, ama pencereleri kapad›k, etkiyi biraz azaltt›k. Yedinci kata ç›kt›¤›mda bir panik oldu, birdenbire gaz kokusu bafllad›. Orada bir alerji krizine girdim. Yedinci kat›n cam› k›r›kt›. Bir kapsülün, fifle¤in içeri girdi¤ini görmedim, ama beflinci, alt›nc› katlar temizken, yedinci, sekizinci katlarda yo¤un bir gaz tabakas› vard›, hem kokusu, hem rengiyle. Daha sonra binan›n içinden 100’den fazla fiflek ve el bombas› tipinde gaz bombas› toplad›k, hatta patlamam›fl›n› da bulduk. Benim gördü¤üm üç tip gaz çeflidi var. Biri uzun, fiflek fleklinde, biri küçük mumlara benziyor, biri de el bombas› fleklinde. Benim görmedi¤im bir tipin üzerinde “toplumsal olaylarda kullan›lmaz, bulundu¤u takdirde en yak›n polise teslim edilmesi rica olunur” yaz›yormufl. Bize at›lan uzun fifleklerde de “toplumsal olaylarda kullan›lmak içindir” yaz›yordu...
Dünyan›n en bilindik ö¤renci sendikas› UNEF’in kuruluflu 1907. Kanada’dan Malezya’ya, pek çok ülkede ö¤renci sendikas› mevcut. Geçen sene Yunanistan’da özel üniversite aç›lmas›na sa¤layacak bir anayasa de¤iflikli¤ine karfl› üniversite iflgalleri oldu. Bu da bize ilham veren hareketlerden biri.
l›flmak hep söz konusu de¤il miydi? Ama artm›fl durumda ve bir mecburiyet haline geldi bu. Bilgisayardan anl›yorsan›z iyi paralara web master’l›k yapabilirsiniz, ama kay›ts›z ve sigortas›z çal›flt›¤›n›z için ne kadar para ald›¤›n›z, ne zaman alaca¤›n›z da, çal›flma süreniz de belli de¤ildir. Taksim barlar›nda çal›flanlara mikrofon uzatsak, garsonlar›n ço¤u ö¤rencidir; yar›nki s›nava haz›rlanmas› gerekirken orada masa siliyordur. Bu ö¤rencinin çal›flma koflullar›na Genç-Sen nas›l müdahale edebilir? Gençlerin güvencesiz çal›flt›r›ld›¤› belli ifl kollar› var. Ö¤rencilik üzerinden kurdu¤umuz iliflkileri biz di¤er ifl kolu sendikalar›na yönlendirmeye çal›flabiliriz, mevcut sendikalar› bu konuda harekete geçmeye, tüzük ve programlar›n› yeni koflullara göre de¤ifltirmeye davet edebiliriz. Genç-Sen, ayn› zamanda, bir sendika okulu gibi bir ifllev görecek. Mezun olan bir ö¤renci, sendika nedir, nas›l çal›fl›r, bir iflçi olarak, bir yurttafl olarak haklar› nedir, bunlar› bilerek iflyerine gidecek. Ö¤rencilerin iflçileflmesi deyince, galiba meslek liselerinde bu durumun flahikas› yaflan›yor...
Meslek liseleri, ö¤renci sorunlar›yla iflçi sorunlar›n kesiflti¤i yerler. Oralarda söz konusu olan, çocuk iflçi sömürüsü. Bu ö¤renciler, ödev, staj, ders kapsam›nda ücretsiz ya da çok düflük ücretlere, sigortas›z, belirsiz saatlerde, belirsiz koflullarda çal›fl›yorlar. Beter bir örnek geçti¤imiz aylarda gazetelere yans›d›: Bir uygulama otelinde Turizm-Otelcilik Lisesi’nin k›z ö¤rencilerine staj kapsam›nda köpüklü masaj yapt›r›yorlar ve ö¤renciler bundan not al›yorlar... Meslek lisesi ö¤rencilerinin ürünleri, servisleri para karfl›l›¤› sat›l›yor ve birileri bundan kâr ediyor. Ö¤renci sendikalar› dünyada yayg›n m›? Dünyan›n her yerinde ö¤renci sendikalar› var. Dünyan›n en bilindik ö¤renci sendikas› Frans›z UNEF’in kuruluflu 1907. Kanada’dan Malezya’ya kadar daha pek çok ülkede ö¤renci sendikas› mevcut. fiili’de liselilerin dahi sendikas› var. Mesela ‹ngiltere’de ö¤renci kimli¤inizi ö¤renci sendikas›ndan al›yorsunuz. Bizde Ö¤renci ‹flleri diye ayr› bir departman varken, orada ö¤renci ifllerini ö¤renciler yap›yor. Fransa’daki ö¤renci sendikalar› bizim aç›m›zdan özellikle önemli, eylemleriyle, etkinlikleriyle ilham verdikleri için. Özellikle 26 yafl alt› çal›flanlar›n iflten ç›kar›lmalar›n› kolaylaflt›ran “‹lk ‹fl Yasas›”n›n geri çektirilmesinde büyük rol oynad›lar. Yunanistan’›n ö¤renci dernekleri de çok faal. Yunanistan’da özel üniversite yok. Geçen sene hükümet özel üniversite aç›lmas›n› sa¤layacak bir anayasa de¤iflikli¤i önerdi ve ülke genelinde üniversite iflgalleri oldu, yasa ç›kar›lamad›. Bu da bize ilham veren hareketlerden biri. Genç-Sen’in süreklili¤i nas›l sa¤lanabilir? Bu bir sorun. Üniversite dört-befl sene sürüyor, arkadafllar son senede baflka kayg›larla sendikal faaliyetlere daha az zaman ay›rabiliyor. Bizim de sa¤lam durup alt s›n›ftaki ö¤rencilerle devaml› ba¤lant›da olmam›z gerekiyor. Türkiye’de ö¤renci hareketlerine bak›nca, zaman zaman baz› yükselifller görüyoruz, ama bunlar k›sa süreli olmufl. Kurumsal olmak, süreklilik kazanmak ve deneyim aktarmak aç›s›ndan önemli.
Söylefli: Merve Erol
mak. Ö¤rencileri ilgilendiren konularda ö¤rencileri temsil edecek bir karar mekanizmas› yok. Sendika olarak ö¤renciler ad›na o karar mekanizmalar›n›n içinde bulunmak istiyoruz. Baz› okullarda ö¤renci temsil kurullar›, ö¤renci konseyleri var, okullar›n kendi kurdu¤u onay mekanizmalar› bunlar, pek çok ö¤rencinin haberi de yok bu yap›lardan. Halbuki ihtiyaç duyulan fley, ö¤renciler ad›na mücadele eden bir yap›. Bizim yaflad›¤›m›z süreç, baflka ö¤renci sendikalar›n›n da kurulmas›na yol açacakt›r, pembe, sar›, sa¤c› sendikalar da ç›kacakt›r. Ben gençlerin apolitik oldu¤una da kat›lm›yorum, ama birço¤u siyasî faaliyet içinde oldu¤undan haberdar de¤il. Bugün üniversitelerde yap›lan en kitlesel, en coflkulu etkinlikler “kariyer günleri”. Bu bizimkinden baflka bir politik bak›fl, ama sonuçta politik bir bak›fl. Mesele bu politik duruflu k›rmak, üniversiteyi sadece bir meslek edinme arac›s› de¤il, özgür düflünce mekân› haline getirebilmek. Üniversite meslek edinme yeri de¤ildir. Mezun oldu¤unda orada ö¤rendi¤in bir dil, üç bilgisayar program› yetmeyecek çünkü. Yetse bile, k›rk yafl›na gelindi¤inde baflka hasletler edinme ihtiyac› do¤acak, belki yeniden iflsiz kal›nacak... Bir de mesela flu var: Türkiye’de mimarl›k mezunlar›, uzun süre stajyer olarak çok düflük ücretlere çal›fl›yorlar. Adam 35 yafl›na kadar seni idare ediyor, sonra yerine yeni insanlar geliyor. ‹letiflim sektöründe bitmeyen stajyerlik diye bir fley var. “Derginin künyesinde, filmin kredilerinde ad›n yazs›n” diye seni bir y›l çal›flt›r›yorlar, “bir gün kadroya girerim, iyi bir gazeteci, iyi bir sinemac› olurum” diye çal›fl›yorsun, olamayaca¤›n› görüyorsun, o esnada arkadan yeni kuflaklar geliyor. Üçüncü temel sorun nedir? Üçüncüsü de, ö¤rencilerin iflçileflmesi. E¤itim ultra paral› oldu¤u için, ö¤renciler, e¤itim masraflar›n› karfl›lamak, hayatlar›n› sürdürebilmek için çal›flmak zorundalar. Anketörlük yap›yorlar mesela, pazarlamac›l›k, call-center’larda telefonlara bakmak... Üniversite ö¤rencileri için part-time ça-
TOK‹ H‹KAYES‹
Derenin tafl›yla derenin kuflunu vurmak Baflbakan Erdo¤an, kurumun her anahtar teslim töreninde haz›r bulunuyor. Kurumun halihaz›rdaki baflkan› Erdo¤an Bayraktar ise ‹stanbul’daki binalar›n yar›s›ndan fazlas›n›n y›k›lmas› gerekti¤ini, “gecekondular› söküp atacaklar›n›”, canla baflla proje gelifltirildiklerini beyan edip, kendi yönetimi süresince yap›lan 310 bin konutun sat›fl›n›n t›k›r›nda gitti¤ini ekliyor. Söz konusu kurumun k›sa ad› TOK‹, uzunu ise Baflbakanl›k Toplu Konut ‹daresi. Karfl›m›zda Türkiye’nin konut üretiminin önemli bir k›sm›n› merkezî idarenin do¤rudan müdahalesiyle gerçeklefltiren bir gayr›menkul devi duruyor. O dev ki, ihaleleri denetlenemiyor, yetkileri giderek geniflliyor, arz-talep iliflkisi gözetmeden infla etmeye, gecekondu y›kmaya, uçsuz bucaks›z finansman yetkilerini tekinsizce kullanmaya devam ediyor. Devin ayak izleri, y›kt›¤› mahalleler ve borçland›r›d›¤› y›¤›nlar yüzünden toplumsal huzuru tehdit ediyor, muhtemel finansal krizi ise katmerlendiriyor. Devi mercek alt›na alman›n tam zaman›d›r. apu ve Kadastro Genel Müdürlü¤ü’nün verilerine göre, emlak sat›fllar› 2007 y›l›nda sadece binde 46’l›k bir art›fl gösterdi. Emlak sektöründeki genel kanaat, sat›fllar›n an itibariyle durma noktas›na geldi¤i yönünde. Merkez Bankas›’n›n fiubat 2008 verileri ise, ülke çap›nda al›nan ferdî kredilerin 30 milyar YTL’sinin konutla ilgili oldu¤unu söylüyor. Ödenemeyen konut kredisi iki y›l içinde tam alt› kat artm›fl. Ama TOK‹ dur durak bilmiyor. Erdo¤an Bayraktar geçti¤imiz ay gururla aç›klad›: “‹stanbul Olimpiyat Stad›’na komflu Kayabafl› Mevkii’nde, tamamland›¤›nda 60 bin konut ve Taksim Meydan› büyüklü¤ünde 17 meydan bar›nd›racak 4 milyar dolarl›k bir proje bafllat›lacak.” Tüm bu flartlarda, baflbakan, TOK‹’nin ABD’de bafllay›p ‹ngiltere, ‹spanya ve di¤er Bat›l› ülkelere s›çrayan mortgage krizine karfl› sigortam›z oldu¤unu iddia ediyor. Kurulufl gayesi, gelirleri piyasa flartlar›nda ev almaya müsaade etmeyen vatandafllara konut sa¤lamak olan bir kurumun ekonomide bu denli güçlü bir aktöre dönüflmesi hayli kuflkulu bir manzara çiziyor. Politik ekonomist ve flehir sosyolo¤u Neil Smith, 1996 tarihli “The New Urban Frontier: Gentrification and the Revanchist City” (Yeni Kentsel Hudut: Soylulaflt›rma ve ‹ntikamc› fiehir) kitab›nda geç neo-liberal yap›n›n, metropolü art›k kapital merkezi olarak kullanmaktansa, kapitalist rant›n bilfiil üretildi¤i nihaî amaç olarak gördü¤ünü söylüyor. Do¤al kaynaklar›, ulusal devletlerin kamu teflebbüslerini, refah devletinin miras›n› ele geçiren sermayenin hedefi, sona kalan k›r›nt›lar› da kapmak, kent yoksullar›n›n merkezden tasfiyesini sa¤lamak ve onlar›n elini aya¤›n› ba¤lamak... Bu aflamada belediyeler, yap›lan yasal de¤iflikliklerle rant sa¤lanmas›n› kolaylaflt›rmakla kalmay›p sa-
T
Erdo¤an Bayraktar ve Tayyip Erdo¤an
hip olduklar› ayr›cal›klarla öncü birer yat›r›mc›ya dönüflüyorlar... Tayyip Erdo¤an, flehir rantç›l›¤›n›n alayl›lar›ndan. 1994’te ‹stanbul Belediye Baflkanl›¤›na seçilmesinin ard›ndan Kiptafl’› (‹stanbul Konut ‹mar Plan Sanayi ve Ticaret Afi) yeniden yap›land›r›p bafl›na Erdo¤an Bayraktar’› getiren o. Kiptafl’›n yapt›¤› konutlar›n Ataköyvarî lüks tüketime yönelik oldu¤u ve bunu yaparken kent yoksullar›ndan “intikam al›nd›¤›”, hayata geçirilen projelere bak›ld›¤›nda hemen anlafl›l›yor. Kiptafl baflkanl›¤›nda serpilen, “denizi kara, karay› para yapar›m” zihniyetinden gelen, aileden müteahhit Erdo¤an Bayraktar, TOK‹ baflkanl›¤›na terfî ettikten sonra tüm ülkeyi bir yap-sat cennetine dönüfltürüyor. AKP zaman›nda yap›lan yasal düzenlemelerin yüzde 70’inin yerel yönetimler ve arazi mülkiyetiyle ilgili olmas›, bu aç›dan bak›ld›¤›nda hiç de tuhaf kaçm›yor. TOK‹ kendinden menkul bir kerametle yat›r›m yap›yor, yandafl› müteahhitlere kaynak ve arazi aktar›yor, kamu kurulufllar›ndan, merkezî hükümetten
TOK‹, yandafl› müteahhitlere kaynak ve arazi aktar›yor, kamu kurulufllar›ndan temellük etti¤i arazileri sat›yor. Tüm bunlar› yoksul vatandafllar›m›z› ev sahibi yapmak saikiyle yapt›¤›n› iddia ediyor.
temellük etti¤i arazileri sat›yor, yönetimini üstlendi¤i ve yüzde 61.9’u Konut Edinme Yard›mlar› (KEY) hak sahiplerine ait EGYO’nun (Emlak Gayr›menkul Yat›r›m Ortakl›¤›) arazilerini elden ç›kar›yor. Tüm bunlar› yoksul vatandafllar›m›z› ev sahibi yapmak saikiyle gerçeklefltirdi¤ini iddia ediyor. Oysa Express’in çeflitli röportajlar vesilesiyle derledi¤i bilgiler baflka bir istikamete iflaret ediyor. TOK‹’nin denetlenmesi, fiiliyatta imkâns›z gözüküyor. Uzun süre kendini Kamu ‹hale Yasas›’ndan muaf sayan TOK‹, yapt›¤› ihalelerin sadece cüz’i bir miktar›n› Kamu ‹hale Kurumu’na bildiriyor. ‹haleleri hakk›ndaki bilgilere de ulafl›lamayan TOK‹, kamudan devrald›¤› muazzam de¤erli arazileri has›lat paylafl›m› yöntemiyle büyük flirketlere, uluslararas› gayr›menkul yat›r›m ortakl›lar›na devrediyor: “Gel kardeflim” diyor, “burada güzel bir arazi var, buraya ev yap, bir k›sm›n› da bana ver”. O “bir k›s›m” nedense her zaman piyasa de¤erlerinin alt›nda kal›yor ve TOK‹, kamunun sahip oldu¤u de¤erleri yine kamunun zarar›na flirketlere aktarm›fl oluyor. Bütün bunlar “ülkeyi yoksul evleriyle mamur etmek” bahanesiyle yap›l›yor. ‹nfla edilen evlerin kahir ekseriyeti üst gelir düzeyine hitap eden gelir projeleri... Yoksullar için hem de kâr yap›larak gerçeklefltirilen konutlar yap› standartlar›n›n alt›nda, yerleflecek ailelerin ciddi masraf etmesini gerektiren, sosyal donat›dan yoksun beton y›¤›nlar› olarak yükseliyor. TOK‹’ye “biri sizi denetliyor mu?” diye sordu¤umuzda “anlaflt›¤›m›z yap› denetim flirketleri” diye garabet bir cevap al›yoruz. 1992-97 y›llar› aras›nda, Yi¤it Gülöksüz baflkanl›¤›nda y›lda 1 milyon lira gibi çok daha k›s›tl› bir bütçeyle 500 bin konuta finansman sa¤layan, projeleri FIDIC gibi uluslararas› yap› denetim flirket-
13
leri taraf›ndan denetlenen TOK‹, flimdilerde kent topra¤›nda at koflturuyor. ‹flin en vahim yan› ise, TOK‹’nin üstlendi¤i “gecekondu dönüflüm projeleri”nde karfl›m›za ç›k›yor. Geçen say›da etrafl›ca ele ald›¤›m›z Bafl›büyük mahallesinde oldu¤u gibi, iflçi mahalleleri “kentin urlar›” olarak tan›mlan›p sa¤l›ks›z toplu konutlara derdest edilirken, asl›nda amaçlanan›n, giderek azalan yat›r›ma elveriflli parçal› mülkiyet yap›s›ndan ar›nd›r›lm›fl arazi sto¤unu devlet eliyle geniflleterek emlak gayr›menkul yat›r›m ortakl›klar›na ve inflaat flirketlerine ucuz arazi sa¤lamak oldu¤u ortaya ç›k›yor. Böylece TOK‹ sadece büyük rant yaratmakla kalm›yor, ayn› zamanda flehrin en k›r›lgan sosyal unsurlar›n› borçland›rarak, ifl imkânlar›ndan uzaklaflt›rarak, sosyal birlikteliklerini k›rarak, derenin kuflunu derenin tafl›yla avl›yor. Tüm bunlar›n küresel ekonomik boyutta sonuçlar› oldu¤unu da es geçmemek lâz›m. Erdo¤an Bayraktar, üstlenici firmalara yapmalar› gereken ayl›k 500 milyon YTL dolay›ndaki ödemeyi finanse edemedikleri için kamu bankalar›ndan kredi almak durumunda olduklar›n› aç›klarken, asl›nda fliflirilmifl emlak piyasas›n›n kamu gelirlerine de göz dikti¤ini iffla ediyor. Piyasadan, yani halktan 7 milyar YTL alaca¤› bulunan, elinde 5 milyar de¤erinde sat›lmay› bekleyen konut bulunan TOK‹, dur durak bilmeksizin y›kmaya, yapmaya, proje kusmaya devam ediyor. Bir an durup düflünelim: Yabanc›lara mülk sat›fl›n› düzenleyen yeni yasay›, kredi kayna¤›n›n büyük k›sm› küresel bankalardan edinilen Mortgage Yasas›’n›n sonuçlar›n›, k›y› fleridini ve 2B arazilerini konutlaflmaya açan kanunlar›, TOK‹’ye ve belediyelere ferahfeza y›kma yetkisi veren Kentsel Dönüflüm Yasa Tasar›s›’n› gözümüzün önüne getirelim. Bunlara TOK‹’nin sahibi oldu¤u, garantili ve garantisiz iç ve d›fl tahviller ç›karma, yurtd›fl›ndan kredi alma, yurtiçi bankalarla kredi al›flveriflinde bulunma, konut yap›m›yla ilgili her türlü flirketle ortakl›k kurma yetkilerini ekleyelim. Görünen o ki, giderek artan d›fl borç ve cari a盤›n yaratmakta oldu¤u krizden glokal sermayeye gayr›menkuller ve kamusal de¤erler aktar›larak ç›k›lmaya çal›fl›lacak, bu çözümün faturas› da elleri ayaklar› borç-harçla ba¤lanm›fl hayli kalabal›k bir kitleye ç›kart›lacak. Geçen say›m›zda yer verdi¤imiz Bafl›büyük’ün basit bir gecekondu savunusunun ötesine geçip kufllar›n, derenin beylerine karfl› hepimiz ad›na verdi¤i savafl›n bir cephesine dönüfltü¤ünü söylemek hiç de yanl›fl olmaz. Bu say›da “AKP’nin Müteahhitleri” kitab›yla TOK‹’nin gayya kuyusuna fener tutan gazeteci-yazar Harun Gürek’i dinledik. Ard›ndan YAYED (Yerel Yönetim Araflt›rma ve E¤itim Derne¤i) üyeleri Müfit Bayram ve Zühal Dönmez ile TOK‹’yle hukuksal mücadelenin imkânlar›n›, gerçeklefltirilen canh›rafl emlak yat›r›mlar›n›n küresel ekonomi aç›s›ndan muhtemel sonuçlar›n› konufltuk. Ulus Atayurt
14
GAZETEC‹-YAZAR HARUN GÜREK
‹halelerin gizlendi¤i aflikâr Harun Gürek, Güncel Yay›nlar›’ndan ç›kan “AKP’nin Müteahhitleri” kitab›yla TOK‹’nin gayya kuyusuna fener tutuyor... Kanunen TOK‹ nerede duruyor? Harun Gürek: TOK‹, yasal olarak merkezî yönetim kapsam›nda. Özal kurdu¤undan bu yana baflbakanl›¤a ba¤l›, kanunla kurulmufl, memurlar›n›n maafllar› bütçeden ödenen bir kurulufl. 2003 y›l›nda konut seferberli¤i bafllad›ktan sonra, TOK‹’nin yasas›nda bir de¤ifliklik yap›lmadan, statüsünde fiilen bir de¤ifliklik yap›ld›. Adeta bir K‹T durumuna dönüfltürüldü, ki bu yasal de¤il. Bunun yap›labilmesi için “TOK‹ art›k K‹T statüsünde bir kurulufltur” diye yasas›nda yaz›lmas› gerekir. 2003’te Kamu Maliye Yönetimi Kanunu ilk ç›kt›¤›nda TOK‹ merkezî yönetime iliflkin kurulufllarla ilgili cetvele dahil edildi. 2005’te TOK‹ o cetvelden de fiilen ç›kt›. Bunu neden yapt›lar? TOK‹’ye esneklik sa¤lamak için. AKP’nin Toplu Konut Müsteflarl›¤›’n› kapatmas›n›n nedeni de buydu. TOK‹ bir yerde bir proje yapaca¤› zaman, müsteflarl›k “benden de görüfl alman gerekiyor” demesin istediler. Ard›ndan Arsa Ofisi Genel Müdürlü¤ü’nü kapatt›lar. Böylece TOK‹ istedi¤i her yerde konut projesi yapabilir hale geldi. Ayr›ca TOK‹ uzun süre kendini Kamu ‹hale Yasas›’n›n kapsam› d›fl›nda sayd›, “Kamu ‹hale Kurumu (K‹K) bana kar›flamaz” dedi, ihale sonuçlar›n› K‹K’e bildirmedi. Oysa bütün kamu kurulufllar› ihale sonuçlar›n› K‹K’e bildirmek zorunda. Kurumlar›n yasalar›nda ihalelerin sonuçlar›n› K‹K’e bildirirmelerine dair ibare yok, ama Kamu ‹hale Yasas›’n›n öngördü¤ü fleffafl›¤›n gerçekleflmesi için bunu yapmalar› gerekiyor. Yine de TOK‹ uzun süre ihale sonuçlar›n› bildirmedi. Ancak 2005-2006’da TOK‹’nin bu yasa kapsam›nda oldu¤u anlafl›l›nca bir miktar ihalenin sonucunu bildirdi. Onu da Temmuz 2007’deki yerel seçimden sonra yapt›. Yüzde 47 oyla iktidara gelince “nas›lsa bize kimse dokunamaz” diye düflündüler. Bildirilen ihaleler de hayli mu¤lak... TOK‹ ihale sonuçlar›n› bildirmedi¤i dönemde, sonuçlar› kendi internet sitesinde yay›nl›yordu. Nerede, kaç konut, hangi flirket kazanm›fl, ihale bedeli ne, ifl bafllam›fl m›, bafllad›ysa hangi seviyede... “Ben zaten fleffafl›¤› sa¤l›yorum” diyordu. Asl›nda flirket isimleri sayesinde üçk⤛t yap›yorlard›. Örne¤in Türkiye’de Çelik soyad›n› tafl›yan onbinlerce insan var. Dolay›s›yla flirket ismi olarak çok kullan›l›yor. Sicilden gidip araflt›rd›¤›n›z zaman karfl›n›za bin tane Çelik ‹nflaat ç›kar. Hangisinin ifli ald›¤›n› bilemezsiniz. Dolay›s›yla iktidarla, TOK‹ yönetimiyle, bürokratlarla yak›nl›¤› var m›, yok mu, bulamazs›n›z. Orada yap›lan as›l oyun bu. TOK‹ flirketlerin sicil
Yap›lan 310 bin konutun sadece yüzde 20’si sosyal konut. Kâr amaçl› de¤il güya, oysa TOK‹ asla zarar›na satm›yor, en az›ndan maliyetini al›yor. Sizin TOK‹ olarak temel fonksiyonunuz, konut edinemeyecek insanlara konut edindirmektir, orta gelir grubuna konut yapmak de¤il, o zaten piyasadan gidip al›yor.
numaralar›n› vermiyor. Genel seçimlerden sonra bildirdi¤i ihalelerin say›s› da tam de¤il. TOK‹’nin 1700 civar›nda ihale yapt›¤› biliniyor. Kendi internet sitesinde bunu söylüyor. K‹K kay›tlar›nda ise 2007 temmuz itibar›yla ç›kan ihale say›s› 375. 2003-2007 aras›nda TOK‹ sürekli ihale yapt›. 1700 ihalenin dört y›la eflit biçimde da¤›ld›¤›n› varsaysak, 2005-2007’de yapt›¤› ihalelerin say›s›n›n 800-900 civar›nda olmas› gerekir. Dolay›s›yla ihalelerin gizlendi¤i aflikâr. TOK‹’nin ihalelerine kat›l›m oran›, k›r›mlar, müteahhitlerin kim olduklar› aç›s›ndan bakarsak nas›l bir manzara ç›k›yor? K‹K’e bildirilen 375 ihaleye bakt›¤›n›z zaman, bir defa çok düflük kat›l›mla yap›ld›klar›n› görüyorsunuz. Bak›yorsunuz, dört flirket kat›lm›fl, ama üç flirketin teklifi geçersiz say›lm›fl. Geçersiz say›lmalar›n›n nedeni gerçekten yasal m›, yoksa bahaneler mi öne sürülüyor, ö¤renemiyoruz. Ama hiçbir ihalede gelen dört tekliften üçü geçersiz say›lamaz. Sanki ihaleyi baflkas›na vermek için bir sahne kurmufllar görüntüsü var. Kimi zaman da ihaleye befl flirket kat›lm›fl, ama bunlar›n üçü asl›nda ayn› flirket ya da arkadafl, efl, dost, iflbirli¤i yap›yorlar. Bu, asl›nda ihaleye fesat kar›flt›rmakt›r. Bir baflka boyut da flu: ‹halelerin yüzde 40’› düflük k›r›mla verilmifl. K‹K her y›l ihale istatistiklerini verir. Kamu ihalelerinde k›r›m oran› 2005 y›l›nda yüzde 30 civar›nda. Devlet kendine göre bir bedel tahmin ediyor. Eskiden bunu “ben fluraya bir okul yapt›raca¤›m, bu okul tahminen 1 milyon YTL’ye ç›kar” diye aç›kl›yordu. Firma da “ben bunu 700 liraya yapar›m” diyordu. 2003’te yasa de¤ifltikten sonra tahminî bedelin gizli tutulmas›na karar verildi. Çünkü müteahhitler bedeli bildikleri için k›rabildikleri kadar k›r›yorlard›. Sonra da ifller yar›m kal›yordu. TOK‹’nin yapt›¤› ihalelere bakt›¤›n›z zaman, ihalelerin yüzde 40’›,
K‹K’in istatistikleriyle karfl›laflt›r›ld›¤›nda çok düflük k›r›ml›. Yüksek kâr marjlar›yla yap›lm›fl, ball› börek gibi. Birilerine resmen ihaleyi peflkefl çekmifller. Binde 0.6 k›r›mla, yüzde 1, 2, 3’le verilen ihaleler var. Normalde bu ihalenin iptal edilmesi gerekir. Çünkü belli ki o ihalede rekabet oluflmam›fl. Bir grup da çok yüksek k›r›mlarla verilmifl. Bu ihaleleri verdikleri flirketlere bakt›¤›n›z zaman, bu flirketlerle iktidar aras›nda bir iliflki olmad›¤›n› görüyorsunuz. Oysa düflük k›r›mla verilenlerin önemli bir bölümü iktidara yak›n flirketler. Yüksek k›r›mlarla verilenlerin bir k›sm› da bitirilemiyor... Sözleflmeleri feshedilip iflasa sürüklenen iki müteahhitle konufltum. Onlar yüksek k›r›mla alm›fllar ihaleyi, iktidarla herhangi bir yak›nl›klar› yok. ‹lkinin sözleflmesinin feshedilmesine gösterilen gerekçe çok ilginç. TOK‹ ruhsat tesisinde sorun ç›kart›yor ve bafllama süreci de do¤al olarak uzuyor. Sonra da “sen zaman›nda bafllamad›n” diye taciz etmeye bafll›yor. Belli bir noktadan sonra da hak edifl ödemesini kesiyor. Türkiye’de hak edifli ödenmedi¤i zaman ayakta kalabilecek müteahhit çok azd›r. Çünkü hepsi küçük sermaye. Di¤erinde de TOK‹’yle ilgisi olmayan bir haciz sorunu ç›k›yor. TOK‹, haciz geldi diye hak ediflini ödemiyor ve adam iflas ediyor. TOK‹’nin böyle bir yetkisi yok. Yani müteahhitleri bat›ran asl›nda TOK‹’nin kendisi. Bu gruptaki yüksek k›r›mla ihale alan flirketlerin önemli bir bölümü, yapabilecek niteliklere sahip olduklar› halde, AKP’ye yak›n olmad›klar› için bilinçli olarak bat›r›lm›fl flirketler. ‹zmirli müteahhit Abdullah ‹flcan vakas› çok enteresan. TOK‹ baflkan› kendi a¤z›yla “adam›n içerde yüzde 70 alaca¤› var” diyor. Sen alaca¤›n›n yüzde 70’ini içerde tutarsan, bat›r›rs›n o adam›. Abdullah ‹flcan daha sonra bir alacakl›s› taraf›ndan dövülerek öldürdü. TOK‹’nin en önemli gelir kaynaklar›ndan biri, eskiden devlete ait arazilerin sat›fl› ve has›lat paylafl›m› denilen büyük flirketlerle ortakl›klar. Bunlar nas›l iflliyor? TOK‹’nin yapt›¤› ifllerin as›l kremas›n› bu has›lat paylafl›m› projeleri oluflturuyor. Yüzde 45-50 payla verdikleri projelerin say›s› iki elin parmaklar›n› geçmez. Has›lat paylafl›m› ihalelerinin büyük bölümü yüzde 25-30 gibi çok düflük pay-
larla veriliyor. Öre¤in Maviflehir, ‹zmir’in gözdesidir. B›rak›n evi, 500 bin dolardan afla¤›ya daire bile bulamazs›n›z. Arazi rant› da müthifl yüksek. Burada EGYO’nun (Emlak Gayr›enkul Yat›r›m Ortakl›¤›) ve TOK‹’nin arazileri var, hepsini yüzde 25-30’la vermifller. Burada yüzde 50’den afla¤›ya kat karfl›l›¤› arsa bulman›z olanaks›zd›r. Hangi flirketler var orada diye bak›n. ‹ktidara yak›n Cengiz ‹nflaat, Albayraklar gibi flirketler ço¤unlukta. Araziler peflkefl çekiliyor. Bunun için ilginç yöntemler kullan›yorlar. Genellikle imar sorununu alet ediyorlar. TOK‹ sorunu çözüp ihaleye ç›karabilir, ama yapm›yor. Mesela ‹zmir’de Cengiz ‹nflaat’a verilen proje: Karfl›yaka Belediyesi 2003’te Maviflehir’de plan de¤iflikli¤ine gitmifl, demifl ki “burada yeflil alan azal›yor, yap›laflma yo¤unlu¤unu azaltal›m”. Belediye Meclisi onayl›yor, plan yürürlü¤e giriyor, ama EGYO dava aç›yor. Dolay›s›yla, imar plan›n›n ne olaca¤› belli de¤il. Ama TOK‹ eski plana göre ihaleye ç›kar›yor. Siz ifladam›s›n›z, soruyorsunuz, “ya TOK‹ kazanamazsa ne olacak?”. Böyle sorunlu bir ihaleye kim girer? TOK‹’nin eninde sonunda dedi¤ini yapt›raca¤›n› bilen, eninde sonunda bir yasa ç›kacak, TOK‹ imar plan› yapma yetkisi alacak, istedi¤i kadar konut yapt›racak diyebilen girer. ‹stanbul’da sadece Kadir Topbafl döneminde 3900 tane, yani gün bafl›na yaklafl›k üç tane imar tadilat› yap›lm›fl... ‹ktidara yak›n olmayan ya da onunla
DENET‹MDEN MUAF B‹R KAMU KURUMU
TOK‹’nin ayr›cal›¤› ne? at›r›m maliyeti yaklafl›k 17 milyar YTL’yi bulan ve ekonomiye 1700 ihaleyle müdahale eden TOK‹’nin nas›l denetlendi¤i konusu tam bir muamma. 1984’te Turgut Özal taraf›ndan kurulurken, Baflbakanl›k Toplu Konut Müsteflarl›¤›’n›n siyasî sorumluluk çat›s› alt›na yerlefltirilen TOK‹, AKP hükümetine kadar müsteflarl›¤›n kendi denetim kurulu ve Baflbakanl›k Yüksek Denetleme Kurulu (BYDK) taraf›ndan denetleniyordu. AKP, her zamanki bürokrasiyi azaltma temayülüyle müsteflarl›-
Y
2001 y›l›nda kamu fiilen iflas etti. 2002’de AKP iktidara geldi¤i zaman da¤›tacak para kalmam›flt›. AKP iktidar›, “kaynak yoksa rant yaratay›m” diye ifle bafllad›. Erdo¤an ve ekibinin ‹BB’den dolay› ciddi bir deneyimi var, kentsel rant›n nas›l yarat›laca¤›n› çok iyi biliyorlar.
pazarl›k yapmayan biri o de¤iflikli¤i yapt›ramaz. ‹haleye çok say›da kat›l›m olsa bile o kazan›yor, belediyeden yüksek kâr garantisini ald›¤› için fiyat art›r›yor. Bak›lmas› gereken flu: Plan de¤iflikliklerini yapt›ranlar kimler ya da plan de¤iflikli¤i yap›lan yerlerde kimlerin inflaatlar› var? EGYO, KEY sahiplerinin yüzde 61.9 pay› olan bir flirket. Buran›n de¤erli arazileri de asl›nda TOK‹ vas›tas›yla sat›fla ç›kar›ld›, ç›kart›l›yor. Bu s›rada KEY sahipleri ma¤dur olmuyor mu? TOK‹’de KEY nedeniyle hak sahibi olan kiflilerin birkaç noktada kayb› var. EGYO dolay›s›yla 7 milyon kifli de zarara u¤rat›ld›. Bunlardan biri, gelir paylafl›m› projeleri. ‹haleler çok düflük k›r›mlarla verildi¤i için flirket daha büyük gelir sa¤layabilecekken sa¤layamad›. ‹kincisi, EGYO’nun çok de¤erli gayr›menkulleri çok düflük fiyatla sat›ld›. Üçüncüsü, TOK‹ ile EGYO aras›nda acayip bir gayr›menkul al›flverifli var. EGYO zaten TOK‹’nin yönetiminde. Birbirlerine gayr›menkul satm›fllar. O sat›fllarda fiyatlar piyasa rayiçlerinin alt›nda. TOK‹, EGYO’ya satarken yüksek fiyattan sat›yor, ondan al›rken düflük fiyattan al›yor. Normalde EGYO’nun yönetiminin KEY hak sahipleri taraf›ndan yürütülüyor olmas› lâz›m. Kimin hak sahibi oldu¤u bile belli de¤il halbuki. KEY hesaplar›nda çok ciddi mebla¤lar söz konusu. Bir ara YDK’n›n hesaplamalar› vard›, katrilyonlarca lira olmas› gerekiFoto: Baran Özdemir
¤› ve denetim kurulunu kald›rd›. TOK‹ k›sa bir süre için kamuyu malî aç›dan denetlemekle yükümlü Say›fltay denetimine girdi. Ama tek bir denetim bile görmeden bu kapsamdan da ç›kart›ld›. Geriye kald› BYDK ve Cumhurbaflkan›’n›n belirledi¤i, keyfiyete göre denetim yapan Devlet Denetleme Kurulu (DDK). BYDK’n›n 2005’te haz›rlad›¤› rapora göre, TOK‹’ye ba¤l› EGYO, KEY hak sahiplerini ve kamuyu büyük zararlara u¤ratm›flt›. 2006 raporunda da Eskidji Gayrimenkul’e iliflkin büyük ölçekli bir yolsuzluk hikâyesi anlat›ld›. Ne var ki, BYDK’n›n raporlar›, kamu ihalelerini denetlemekle yükümlü Say›fltay’inkilerin aksine, yarg›sal bir sonuç ortaya ç›karm›yor, bir baflka deyiflle kolayca sumenalt› edilebi-
liyor. DDK da bugüne kadar devreye girmifl de¤il. Tabiat›yla, bu noktada akla binbir türlü flüphe ve soru üflüflüyor: AKP neden TOK‹’yi denetimden kaç›rma ihtiyac›nda? Kamunun her türlü malî ifllemini, açt›¤› ihaleleri hem esas hem usulce denetlemekle yükümlü Say›fltay, yetki alan›na k›sa bir süre sokulan TOK‹ gözü önünden kaç›r›l›rken neden ses ç›karmad›? Hükümetin abas›n›n alt›ndan gösteredurdu¤u Say›fltay Kanunu de¤iflikli¤i midir sebep? Halk ad›na bu halleri denetlemekle mükellef olan medya niye hiç gündeme getirmedi meseleyi? Yoksa TOK‹’nin merkezinde bulundu¤u bu yeni tezgâh, herkese kendince sus paylar› ve gözda¤lar› vererek mi susturur kar›n gurultular›n›?
15
yordu, ilkin Emlak Bank’ta buharlaflt›r›ld› bu paralar. Sonra EGYO yat›r›mlar›nda kullan›ld›. Dolay›s›yla, hak sahiplerinin almas› gereken para 1000 YTL falan de¤il. fiimdi listeler aç›klanacak, paralar da¤›t›lacak. Çal›flanlar kendilerinden kaç para kesildi¤ine iliflkin bilgi ve belgeleri flirketlerinden ç›kartabilirlerse –ki bu kamu kurumlar›ndan çok kolay olur–, gitsinler, dava açs›nlar. Aradan geçen süre içerisinde yaflanan de¤er kayb› belli, faiz oranlar› belli, devletin bu paralar› en iyi biçimde de¤erlendirme sorumlulu¤u ortada, dolay›s›yla mahkemeye baflvururlarsa kay›plar›n› tazmin edebilirler. Ben dava açarsam 1000 yerine en az 20 bin YTL alaca¤›mdan eminim. Teklif ettikleri paray› al›rken “yasal haklar›m sakl› kalmak kayd›yla” diye flerh düflerlerse, dava açma haklar›n› da kaybetmezler. TOK‹’nin iddias› “biz zenginden al›p fakire veriyoruz, böylece sosyal konut yap›yoruz”. Bu ne kadar do¤ru? TOK‹ baflkan›n›n dedi¤i say›lar birbirini tutmuyor. Befl y›lda yapt›klar› konut say›s› 310 bin. Fakat 2007’den bu yana çok fazla ihale yapmad›lar, çünkü konut piyasas›nda bir duraklama var. Bunlar›n ne kadar› sosyal konut? TOK‹’nin kendi internet sitesinde yay›nlad›¤› listelere bakt›¤›n›z zaman, alt gelir grubuna yönelik olanlar projenin ad›nda belirtiliyor. Alt gelir grubu için 30 bin konut yapt›¤› anlafl›l›yor. Hadi diyelim baz›lar› belirtilmedi, onlar› da ekleyelim. Diyelim 60 bin. 310 bin konutun sadece yüzde 20’si sosyal konut. Kâr amaçl› de¤il güya, oysa TOK‹ asla zarar›na satm›yor, en az›ndan maliyetini al›yor. Bu kadar sosyal konut için ne kadar lüks konut yapmak lâz›m oldu¤una bakal›m. Ortalama maliyetler YDK raporunda var. 1 milyar YTL gibi bir rakam ç›k›yor 60 bin konut için. Oysa projelerin toplam›na bakt›¤›n›z zaman, 16 milyarl›k
proje söz konusu. Sizin TOK‹ olarak temel fonksiyonunuz, konut edinemeyecek insanlara konut edindirmektir, orta gelir grubuna konut yapmak de¤il, o zaten piyasadan gidip al›yor. Alt gelir için bütçede kaynak yok, bu kayna¤›n sa¤lanmas› lâz›m, TOK‹’nin has›lat paylafl›m› projesi yapmas› normal, ama kazançlar› ihtiyac›n katbekat üzerinde. Bu da gösteriyor ki, TOK‹ asl›nda alt gelir grubuna çal›flm›yor. Bu 16 milyar liraya bütün projeler dahil mi? Evet. Ancak olaya flöyle bakarsak, rakam da düfler. TOK‹ bu konutlar› yapt›, bunlar› satarken yüzde 25’i peflin al›yor, kaynak ihtiyac›n›n bir bölümünü peflin alarak karfl›l›yor zaten. Ayr›ca her ay
Gecekondunun kentsel bir sorun oldu¤u bir gerçek. Ama bunu yaparken buradan korkunç bir rant yaratmay› düflünmemeniz gerekiyor. TOK‹’nin elindeki araziler sat›ld› bitti, gecekondu alanlar›n› satmaya bafllad›lar.
fiEH‹R PLANCISI MÜF‹T BAYRAM
Çünkü satacak bir fley kalmad› TOK‹ uygulamalar›n›n bu denli iddial› ve denetimsiz oluflunun arkas›nda bir planc› olarak sizce nas›l bir saik var? Müfit Bayram: Son dönemdeki büyümenin neredeyse yüzde 25’i konut sektörüydü. Son 15 çeyrekte rakamlara bakt›¤›n›zda, konut sektörünün a¤›rl›¤› yüzde 10’lardan bafllay›p 25’lere kadar yükseliyor. Çok büyük bir ekonomik oyun bu, gözleri hiçbir fley görmüyor, çünkü paraya ihtiyaçlar› var. Kentsel dönüflüm yasas›n› yeniden getirmelerinin, TOK‹’nin her fleye ra¤men bu ihaleleri yapmas›n›n nedeni, acil para ihtiyac›. TOK‹ flu anda devletin emlak pazarlama flirketi gibi çal›fl›yor. Hazine arsalar› ona devrediliyor, o da müteahhitlerle projeye çevirip pazarl›yor. Yani Hazine mallar›n› pazarl›yor, ki bu da yasal de¤il. ‹stanbul’un, ‹zmir’in en güzel arazilerini EGYO yüzde 25-40’la müteahhitlere verdi. Ankara’n›n en kötü yerinde arsan›z› verseniz yüzde 50’yle veriyorsunuz, ‹stanbul’da Ataflehir’de, ‹zmir’de Mavikent’te, bir dairenin 300 küsur milyar lira oldu¤u yerlerde siz yüzde 20-25’le arazi veriyorsunuz. Problem flu: Olaya fizikî bir planlama probleminden ibaretmifl gibi bak›l›yor.
16
Oysa hükümet bunu yeni bir konsolidasyona ihtiyac› oldu¤u için yap›yor. 2000’de ciddi bir cari aç›k ç›kt› ortaya, bunun üzerine konsolidasyona gidildi. Bankalar›n›, borsan›n yüzde 70 küsürunu yabanc›lara verdi. fiimdi daha büyük bir borç söz konusu. Cari aç›k rakam› sadece mart ay›nda 4 milyar dolar›n üzerinde. Türkiye yine bir konsolidasyona gitmek zorunda. Bu noktada acele etmelerinin, 2B arazilerine iliflkin yasay› geri getirmelerinin, orman alanlar›ndaki ve k›y›lardaki turizm tesislerine izin veren yasay› ç›karmalar›n›n nedeni de bu. Asl›nda bir zavall›l›k noktas›. Tam bir rezillik. Bu konuyu emlak piyasas›ndan ç›kart›p baflka bir boyuta da tafl›mak gerekiyor. Bu insanlar›n mal› Türkiye’nin borcuna karfl›l›k asl›nda uluslararas› sisteme ipotek ediliyor. Bu problem flehircilerin, mimarlar›n problemi de¤il, bu ekonomik bir mesele. Eskiden konut sorununu meslek insanlar› tart›fl›rd›, art›k bankac›lar›n kat›ld›¤›, SPK’n›n organi-
taksit al›yor. O da kaynak ihtiyac›n›n bir bölümünü karfl›l›yor. TOK‹’nin as›l ihtiyac› bafllang›çta. Sonraki y›llarda finansman ihtiyac›n›n azalmas› gerekiyor, çünkü gelir sa¤lamaya bafll›yor. Bu kayna¤› sa¤lamak için 16 milyarl›k proje yapmaya gerek yok. Erdo¤an Bayraktar, Hazine’ye de para kazand›rd›klar›n› söylüyor... Bunu aç›klamas› lâz›m. Bizzat bütçeye sa¤lad›¤› gelirden bir bölümünü Hazine’ye aktarm›fl olamaz. Sözünü etti¤i muhtemelen flu: Proje sat›l›yor, KDV tahsil ediliyor, flirketler vergi ödüyor, projede yaratt›¤› hareketlilik üzerinden para aktar›yor. fiu anda TOK‹, para bulman›n yollar›n› ar›yor. Bu paralar düflük k›r›ml› ihalelerle da¤›t›ld›. Kaynaklar çarçur edildi bile. Ortada 16 milyarl›k proje oldu¤una göre kayna¤a ihtiyac›n›z olmamas› gerekiyor, hatta kasan›zda ciddi bir miktar para olmas› lâz›m, ama yok. O zaman, bu kaynaklar bir yerlere gitti. fiimdi de s›ra kamu bankalar›n›n içini boflaltmaya geldi. Ama piyasa durdu. Kamuoyuna henüz yans›mad›, çünkü henüz zincirleme iflaslar yok. Bunun en büyük nedeni de, TOK‹’nin bu kadar çok proje yapmas›. Alt gelirlilerin konut ihtiyac›, iflin bahanesi. TOK‹’nin bir de gecekondu dönüflüm projeleriyle gecekondu alanlar›na el koyarak ciddi bir rant yarat›yor... Olay›n özünde flu var: Türkiye 2001 y›l›nda tarihinin en büyük krizlerinden birini yaflad›, kamu fiilen iflas etti. 2002’de AKP iktidara geldi¤i zaman Türkiye’de merkezî iktidar›n kasas›nda da¤›tacak para kalmam›flt›. AKP iktidar›, “kaynak yoksa rant yaratay›m” diye ifle bafllad›. Erdo¤an ve ekibinin ‹BB’den dolay› ciddi bir deneyimi var, kentsel rant›n nas›l yarat›laca¤›n› çok iyi biliyorlar. ‹ktidara geldikten sonra TOK‹ projeleri kanal›yla bu kentsel rant› ortaya ç›kart›p paylaflmaya bafllad›lar. Gece-
ze etti¤i gayr›menkul zirvelerinde ekonomistler tart›fl›yorlar. TOK‹, Türkiye’nin mallar›n›n haraç mezat sat›lmas›na arac›l›k eden bir emlakç›d›r. TOK‹ yasas›na eklenen maddelere ve uygulamalara bakt›¤›n›zda görünen de bu. Yabanc›lara arazi sat›fl›yla ilgili gelmekte olan düzenleme de, pergel yasas› da bunun parçalar›. Pergel yasas›yla belediyelerin alan›n› genifllettiler. Geçen dönem geçen yasalar›n neredeyse yüzde 70’i yerel yönetimlerle ve toprak tasarrufuyla ilgili yasalar. Önümüzdeki dönemin konsolidasyon arac› gayr›menkullerdir, tar›m topraklar›, ormanlar, millî parklar, kentler, hep arazi ya¤mas›... Çünkü satacak bir fley kalmad›. Merkez Bankas›’n›n verilerine göre, bireysel kredilerin toplam hacmi 100 milyar dolar›n üzerine ç›kt›. Bunun içinde kredi kartlar›, araç kredileri, ihtiyaç kredileri ve konut kredileri var. 70 milyonuz, hane bafl›na 5 bin YTL borçland›r›lm›fl vaziyetteyiz. Son seçimlerde de konut kredisi alanlar istikrar bozulmas›n diye AKP’ye oy verdi dendi. AKP kendi seçim de¤erlendirmesinde de bu tespiti yapm›flt›. Bu çok ciddi bir ekonomik ve siyasî olay.
Foto: Baran Özdemir
rumlar›n›n kapat›lmas› için çal›flmalar bafllat›lm›flt›, YDK da Say›fltay bünyesine al›nacakt›. Sonra nas›l olduysa bunu gerçeklefltirmediler. Anlad›¤›m kadar›yla, denetim kurumlar›yla ilgili yasa tasar›s›n› bu kurumlar› sindirmek için kullan›yorlar. Çünkü AKP iktidar›ndan önce, y›lda en az birkaç yüz haber ç›kard› “bilmem hangi bakanl›¤›n teftifl kurulu rapor haz›rlad›, flu yolsuzluklar belirlendi” diye. Bu dönemde bu tür raporlar›n say›s› yok denecek kadar az. Hiç mi yolsuzluk olmuyor? YDK’n›n bir flekilde bast›r›ld›¤›n› düflünüyorum. Yani TOK‹ asl›nda denetimsiz flu anda. ‹haleler denetlenmiyor. TOK‹, piyasan›n durgunlaflt›¤›n› bile bile, gere¤inden fazla ev yap›yor. Ayn› anda da konut yat›r›mlar›n› art›rmak ve emlak piyasas› yaratmak için bir sürü kanun geçti... Siz flu kadar konut a盤› var diye yola ç›k›p 250 bin konut yaparsan›z, bir o kadar da özel sektör yaparsa, emlak sto¤u
‹nsanlara tasarruflar›n›n çok üzerinde borç yüklüyorsunuz. Hem de befl-on y›l vadeyle. Fakirlerin zaten al›m gücü yok. Onun için TOK‹ bu konutlar› yabanc›lara pazarlamak istiyor. Bu, müstakbel bir krizi daha da büyütebilir.
YEREL YÖNET‹M ARAfiTIRMA VE E⁄‹T‹M DERNE⁄‹ ÜYES‹ ZUHAL DÖNMEZ
Hepsine dava açmak lâz›m! TOK‹’nin yapt›¤› kentsel dönüflüm uygulamalar›na vatandafllar›n kanunen itiraz edebilecekleri noktalar neler? Zuhal Dönmez: Gösterilen gerekçe, 5393 say›l› Belediye Kanunu’nun 73. maddesi. O da genel bir hükümle, “münferit yap›lar y›k›l›r” diyor. 2981 say›l› Gecekondu Aff› ve 775 say›l› Gecekondu Kanunu’na göre yap›lan yap›lar münferit de¤ildir. fiu halde, 2981’e tâbi olan yerde bu yasaya göre uygulama yap›lmas› lâz›m. Onun nas›l olaca¤› da belli; arsa bedelini al›p tapusunu verecek. Kat karfl›l›¤› inflaat yapmak, hak sahibini borçland›rmak, ona daire satmak gibi yetkileri yok belediyelerin. Yani 2981’e tâbi yerlerdeki uygulamalar tamamen yasad›fl›. Tapu tahsis belgesi olanlara konutunun y›k›laca¤›na dair bir tebligat yap›lm›fl olmas› gerekir. Ankara’da belediye bunu yapmamaya çal›fl›yor. Çünkü tebligat idarî bir ifllemdir, dava açma hakk›n›z do¤ar. ‹nsanlar›n gözlerini korkutup evlerini y›kmalar›n› istiyorlar ya da sözleflme imzalatmaya çal›fl›yorlar. ‹nsanlar y›kmay›nca, inflaat flirketinin de bask›s›yla baz› yaz›lar gönderiyorlar. Bu yaz›lar dava konusu olabilir. Asl›nda kentsel dönüflüm
alan› ilan edilen yerdeki araziyi anlaflarak alam›yorsa, kamulaflt›rmas› gerekir, ama bedel ödemek istemiyor. Bunun yerine “flu kadar metrekare yeri olana, flu kadar para karfl›l›¤› flöyle bir daire verece¤im” diyor. Ama bu uygulama yasal de¤il. 2981, tapu tahsisli olanlar için hukukî bir çerçeve yarat›yor. “Millî Emlak’›n belirledi¤i paray› ödedi¤inde arsan›n tapusunu alacaks›n” diyor. Dava açmadan önce tapu tahsis belgesiyle ilgili belgelerin toplanmas› gerekir. Dava aç›ld›¤›nda belediyeden bir dosya gelecek, ama gene de bunu eklemekte fayda var, benim kurumlara güvenim kalmad›. Dilekçede “önerilen sözleflmenin ne oldu¤u konusunda bilgim yok, 2981’e göre hak sahibi iken bana ‘evini y›k’ diye gelen yaz› hukuka ayk›r›d›r” denilecek. Tapu tahsisliler kesinlikle kazan›r. Tebligat yoksa “tahsis belgem belediyede, tapumun verilmesini talep ediyorum” diye de baflvuruda bulunabilirler. Reddedilir ya da 60 gün içinde cevap verilmezse, dava açma hakk› do¤ar. Bir de bu tür uygulamalarda
artar. Ancak alabilecek insan say›s› 500 de¤il, 200 bin ise, bu konutlar›n 300 bini elinizde kal›r. ‹nsanlar›n ihtiyac› var, ama alacak güçleri yok. Türkiye’de hem özel sektör hem TOK‹ satmakta zorlan›yor, çünkü alabilecek olanlar zaten ilk birkaç y›l içinde al›p çok ciddi borç alt›na girdiler. Konut kredilerinin miktar› 38-40 milyar lira. Türkiye’de ne kadar tasarruf var ki zaten? ‹nsanlar› tasarruflar›n›n çok üzerinde borçland›r›yorsunuz. Hem de befl-on y›l vadeyle. Fakirlerin zaten al›m gücü yok. Onun için TOK‹ bu konutlar› yabanc›lara pazarlamak istiyor. Yasalar›n ç›kar›lmas›n›n bir nedeni o. Bu, yaflayabilece¤imiz bir krizi daha da büyütebilir. Çünkü inflaat sektöründe iflaslar bafllad›¤› zaman, bankalar etkilenecek, çal›flanlar etkilenecek... ‹nflaat sektöründeki kriz tüm topluma nüfuz edecek. Bir yerde konut yapar, istihdam yarat›rs›n›z, o durdu¤u zaman geriye do¤ru her fley üst üste y›k›l›r.
Söylefli: Ulus Atayurt - Ayfle Çavdar
kondu projelerinin alt›nda da bu var. Türkiye’de gecekondunun kentsel bir sorun oldu¤u bir gerçek. Ama bunu yaparken buradan korkunç bir rant yaratmay› düflünmemeniz gerekiyor. TOK‹’yse “ben burada konut yapaca¤›m” diyor, rant o konutlar› yapan flirketlere kal›yor. TOK‹’nin elindeki araziler sat›ld› bitti, flimdi gecekondu alanlar›n› satmaya bafllad›lar. Böylece kendi tabanlar›n› da oyuyorlar asl›nda... AKP’nin sonunu getirebilecek fleylerden biri bence bu. Bundan çok fazla insan etkileniyor, etkilenecek. ‹nsanlar birçok yerde bunun fark›nda ve tepki gösteriyorlar hakl› olarak. Bafl›büyük’teki adamla o de¤erli arsa karfl›l›¤›ndaki rant› adil bölüflsen, bu kadar sorun ç›kmaz. ‹nsanlar tepki göstermekte çok hakl›, hatta gösterdikleri tepkilerin yetersiz oldu¤unu düflünüyorum. Bir de denetim sorunu var TOK‹’nin... TOK‹ büyük miktarlarda kaynak yaratt›¤› için YDK taraf›ndan denetleniyor, ama YDK denetçilerinin denetim yapamaz hale getirildi¤ini düflünüyorum. Çok “yarat›c›” yöntemler kullan›yorlar. ‹haleleri aç›k ihale kapsam›ndan ç›karmak için parçalara bölüyorlar. Yani 100 bin YTL’lik bir ihaleyi birkaç parçaya ay›r›yorlar ve do¤rudan temin kapsam›na sokarak aç›k ihale yapmaktan kaç›yorlar. Do¤rudan teminde ilan zorunlulu¤u yok. Ça¤›raca¤›n›z kiflileri siz belirliyorsunuz. Genellikle iktidara yak›n flirketler ça¤›r›l›yor. YDK denetçileri olay› 2004’te fark ettiler ve bunun yasad›fl› oldu¤unu söylediler. 2005’te ne olduysa YDK denetçileri “h›zl› bir biçimde ihale yapmak için parçalara ay›rmak olabilir” demeye bafllad›. San›r›m, denetçiler bir flekilde bask› alt›na al›nd›. Dolay›s›yla, YDK’n›n sa¤l›kl› bir denetim yapt›¤›n› söylemek zor. AKP iktidara ilk geldi¤inde kamudaki denetim ku-
birden fazla ifllem oluyor. Naz›m imar plan›, 1000’lik plan, bunlar birbirleriyle çok ilgili. Arada dava konusu olacak dört-befl ifllem var. Bazen bir iflleme dava açt›¤›n›zda, “plana açmam›fls›n” diye reddedilebiliyor. Dolay›s›yla hepsine dava açmak lâz›m. Bu da çok zor, dava harçlar› çok yüksek. Bunu örgütlerin yapmas› lâz›m. Yine de son ifllemde dava açarken onun öncesinde yap›lm›fl planlar›n iptali istenebilir. Ama TBMM’ye yeniden sevk edilen kentsel dönüflüm yasas›, muhtemelen bu olanaklar› ortadan kald›racakt›r, zaten bafllam›fl kentsel dönüflüm yasalar› bu yasa kapsam›na dahil edilecektir diye bir ibare koyacaklard›r. Bu yasan›n Anayasa Mahkemesi’ne götürülmesi gerekir. Peki KEY ödemelerine itiraz edilebilir mi? KEY’cilerin çok de¤erli arazilerde paylar› vard›. Bu araziler sat›ld›, hangi gayr›menkullerin TOK‹’ye, hangilerinin KEY sahiplerine ait oldu¤unu tespit etmek çok zor. Onlar›n de¤erlerini tespit ettirebilsek, bir sürü fley ç›kabilirdi. Ama flu sorulmal›: “KEY kesilmeye baflland›¤›nda, ‘seni konut sahibi yapaca¤›m’ denmiflti. Nerede benim konutum?” Ayr›ca KEY ödemesi yap›lan herkesin zarar-ziyan davas› açmas› lâz›m.
17
KKTC VE YAVRU ERGENEKON
Faili meflhurlar adas› KKTC, 1974’ten beri Türkiye’nin arka bahçesi, içinde bir küçümseme de bar›nd›ran ad›yla “yavru vatan”. Ama Türkiye’nin yavrusuna tavr›, bir annenin tavr›na hiç benzemiyor. Ada’daki nüfus yap›s›n› göçlerle de¤ifltirip K›br›sl› Türkleri az›nl›k haline getiren Türkiye, bununla da yetinmeyip anavatanda yasaklad›¤› karanl›k ifller için Ada’y› adres gösterdi. Örne¤in, Türkiye’de kumarhane açmak yasak, K›br›s’ta serbest. ‘90’lar›n bafl›ndan beri her türden kara para KKTC’deki off-shore bankalar›nda ve kumarhanelerde aklan›yor. Kara para girince mafya ve faflist çeteler de Ada’ya girdi, derin devlet zaten hep vard›. 1991’den beri elliden fazla bombalama olay› yafland›, hiçbirinin faili bulunamad›. Susurluk Çetesi’nin Türkiye icraatlar›n›n ço¤u biliniyor, K›br›s’ta neler kar›flt›rd›klar› ise hâlâ muamma. Son Ergenekon operasyonunda ad› geçen birçok kifli de K›br›s’la ve Denktafl’la ba¤lant›l›, ama bunun da üzerine gidilmedi. Lefkofla’da yay›nlanan Afrika gazetesinin yay›n yönetmeni fiener Levent’e ba¤lan›yoruz... 974’ten sonra Türkiye’nin “arka bahçesi” haline gelen Kuzey K›br›s, ülkücü çetelerin üssü ve s›¤›na¤› oldu ayn› zamanda. fiimdi Türkiye’de Ergenekon soruflturmas› yürütülürken, bu soruflturmada “yavru vatan”›n hiç yer almamas› ve burada geçenlere hiç de¤inilmemesi do¤rusu hayret uyand›r›yor. ‹nsan ister istemez düflünüyor... Siyasî konumu çok hassas oldu¤u için, bu “yavru” bilinçli olarak m› gözlerden kaç›r›l›yor acaba? Türkiye’deki bomba olaylar› soruflturulurken, buradakiler neden soruflturulmuyor? Buras› da 1974’ten beri Türkiye’nin yönetimi alt›nda bir yer de¤il mi? Avrupa ‹nsan Haklar› Mahkemesi, K›br›s’›n kuzeyinde yaflanan olaylardan Türkiye’yi sorumlu tutar. KKTC yönetimini de¤il. Bu yönetimi tan›maz çünkü. “Türkiye’nin alt yönetimi” der ona. K›br›sl›rumlar›n bu mahkemede açt›klar› mülkiyet ve kay›p davalar› KKTC yönetimi aleyhine aç›lmaz, Türkiye aleyhine aç›l›r. Çi¤nenen hakk›n› uluslararas› bir mahkemede arayan K›br›sl›türkler de davalar›n› Türkiye aleyhine açarlar. 1996 y›l›nda öldürülen gazeteci-yazar Kutlu Adal›’n›n efli ‹lkay Adal›, bu cinayetin yeterli soruflturmas›n› yapmad›¤› için Türkiye’yi sorumlu tuttu ve A‹HM’de onun aleyhine açt›¤› da-
1
vay› kazand›. K›br›sl›türk araflt›rmac›yazar Ahmet An da, adada hareket serbestisi k›s›tland›¤› için Türkiye aleyhine A‹HM’ye baflvuruda bulundu ve birkaç y›l önce açt›¤› davay› o da kazand›. Türkiye her iki olayda da para cezas›na çarpt›r›ld›.
Türk Mukavemet Teflkilât›’n›n miras› Faili meçhuller adas›d›r bu ada... Ancak “faili meflhurlar” diyenler de var son zamanlarda. Bugüne dek meydana gelen siyasî nitelikli hiçbir bomba olay› ve cinayet ayd›nlat›lamad›. Kimse bu sebepten dolay› tutuklanmad›, yarg›lanmad› ve cezaland›r›lmad›. 1974 öncesinde de böyleydi asl›nda, ama o zamanlar yeralt› örgütü TMT (Türk Mukavemet Teflkilât›) oldu¤u için, bu eylemler onun hanesine yaz›ld› ve ciddi bir sorgulamaya da gerek duyulmad›. 1958’de ‹nk›lapç› gazetesinin sahibi ve baflyazar› Faz›l Önder çarfl› içinde güpegündüz vurularak ve b›çaklanarak öldürüldü. 1962 y›l›nda Cumhuriyet gazetesi sahibi ve yazar› iki avukat, Ayhan Hikmet ve Ahmet Muzaffer Gürkan, ayn› gece iki ayr› yerde kurflunlanarak öldürüldü... 1965 y›l›nda Türk-Rum dostlu¤unun simgesi haline gelen Dervifl Kavazo¤lu pusuya düflürülerek yan›ndaki
Rauf Denktafl, Ergenekon Soruflturmas›’nda tutuklanan emekli general Veli Küçük ve Türk Ortodoks Kilisesi’nden Sevgi Erenerol’la yak›n iliflki içindeydi. Denkafl’›n foto¤rafa girmeyen di¤er iki kankas› ise Do¤u Perinçek ve Kemal Kerinçsiz.
18
Rum arkadafl› Kostas Miflaulis ile birlikte öldürüldü. 1962 y›l›nda Lefkofla’da Rum semtinde kalan Bayraktar ve Ömeriye camileri provokatif bir biçimde bombaland›. Ve yine 1962 y›l›nda Rauf Denktafl’›n Lefkofla’n›n göbe¤indeki avukatl›k yaz›hanesi bombaland›. Bu bombalamada da bir provokasyon kokusu tütüyordu. ‹lginçtir ya, o gece olay yerine üç kifli gelmiflti. Rauf Denktafl, ‹çiflleri Bakan› Yorgacis ve Rum Polis Kumandan› Pantelides. Gazeteciler Denktafl’a sordular: - Kim bombalad› sizce? - Komünistler, dedi. Ayn› soruyu Yorgacis’e de sordular. Ancak farkl› bir yan›t ald›lar: -Türk komünistler, dedi Yorgacis. Yorgacis, K›br›sl›türkleri imha plan› olan meflhur “Akritas Plan›”n›n mimar›. Ne var ki, Denktafl’la aras› çok iyiydi. Ortak düflmanlar› komünistler onlar› ayn› çizgide buluflturuyordu. Talimatlar› ve hizmetlerinin karfl›l›¤› olan paray› CIA’dan ald›¤› art›k Rum araflt›rmac›lar taraf›ndan da aç›kça dile getirilen Yorgacis, 1971’de kendi adamlar› taraf›ndan pusuya düflürülerek öldürüldü¤ü gün, Denktafl gazetecilere onun için “iyi ve olgun bir devlet adam›yd›” demiflti.
Asker-ülkücü ittifak› m›?
Faili meçhullar adas›d›r bu ada. Ancak “faili meflhurlar” diyenler de var son zamanlarda. Bugüne dek meydana gelen siyasî nitelikli hiçbir bomba olay› ve cinayet ayd›nlanmad›. Kimse bu sebepten tutuklanmad›, yarg›lanmad› ve cezaland›r›lmad›.
1974’ten sonra, TMT’nin yerini, flimdi K›br›sl›türklerden oluflan düzenli bir orduya sahip Güvenlik Kuvvetleri Komutanl›¤› ald›. Son y›llara dek bu ordunun bafl›nda Türkiyeli bir tu¤general vard›. Birkaç y›l önce yap›lan yeni bir düzenlemeyle GKK komutan›n›n rütbesi tümgeneral oldu. Bunun d›fl›nda, Kuzey K›br›s’ta üç büyük askerî kurum daha var. K›br›s Türk Bar›fl Kuvvetleri Komutanl›¤›... Adada 40 bin oldu¤u tahmin edilen Türk askerinin ba¤l› oldu¤u komutanl›k. Bafl›nda korgeneral bulunuyor. Sivil ‹fller Baflkanl›¤›... TC’li albaylar›n yönetimindeki istihbarat servisi. K›br›s’›n “M‹T”i de diyebilirsiniz buna. Sivil Savunma Teflkilât›... Bu teflkilat›n bafl›nda da TC’li albaylar var. Bu askerî kurumlar›n tümü TC Genelkurmay Baflkanl›¤›’na ba¤l›. Bu kadar s›k› bir güvenlik a¤› içerisinde adadaki tüm siyasî cinayetlerle bombalar›n faili meçhul kalmas› flafl›rt›c› de¤il mi? Bombalama olaylar› özellikle 1990’l› y›llar›n bafl›ndan beri adada iyice t›rmanmaya bafllad›. Bu y›llar, Türk ‹ntikam Tugay› (T‹T) isimli gizli yeralt› örgütünün kendini duyurmaya bafllad›¤› y›llar oldu. 2 Ekim 1989 gecesi CTP merkez binas›na konan bombalar büyük bir flans eseri olarak patlat›lamadan ele geçirildi. 16 Ekim 1990’da CTP eski milletvekillerinden Fad›l Ça¤da’n›n Girne’deki evi bombaland›. Bu arada, Özgürlük dergisi sahibi Hürrem Tulga’n›n arabas› Lefkofla’da havaya uçuruldu. 15 A¤ustos 1991’de muhalefet lider-
lerinden Alpay Durduran’›n arabas› kundakland›. Daha sonra ise, liderli¤ini yapt›¤› Yeni K›br›s Partisi’nin merkezi kurflunland›. Tüm bunlar art arda sürüp giderken, dikkati çeken baflka bir fley daha vard›. Bafllang›çta TMT imzas›yla yay›nlanan yeralt› bildirileri, daha sonralar› “Türk ‹ntikam Teflkikât›”, “Genç-Türk Mücadele Teflkilât›” ve “Gerçek Halk Hareketi” olarak yay›nlanmaya baflland›. 23 Ekim 1993’te eski yar- K›br›sl› gazeteci Kutlu Adal›, Denktafl’›, K›bg›ç, avukat ve eski ‹çiflleri Ba- r›s’taki statükoyu k›yas›ya elefltirenlerin kan› Orhan Zihni Bilgehan’›n bafl›nda geliyordu. 6 Temmuz 1996’da LefkoMercedes’i yak›ld›. 17 May›s fla’daki evinin önünde vurularak öldürüldü. 1994’te CTP’li gazeteci ve Ayn› y›l›n kas›m ay›nda Susurluk kazas›nda ölen Abdullah Çatl›’n›n cinayet zaman› K›bmüsteflar Hasan Erçak›ca’n›n r›s’ta oldu¤u ortaya ç›kt›, ama cinayete kaevine çoluk çocu¤uyla uyur- r›flt›¤›na dair delil bulunamad›. ken bomba at›ld›. 6 Temmuz 1996’da Kutlu Adal›, Lefkofla’daki evinin önünde vurularak öldürüldü. Bu tarihte K›br›s Türk Bar›fl Kuvvetleri Komutanl›¤›’n›n bafl›nda, fanatik milliyetçili¤iyle bilinen Korgeneral Hasan Kundakç› vard›. Ayr›ca, Sivil Savunma Teflkilât›’n›n bafl›nda da Albay Galip Mendi bulunuyordu. Kutlu Adal› davas›n›n A‹HM’de görüflülmesi s›ras›nda ifadesine baflvurulanlardan biri olan Galip Mendi, daha sonralar› K›br›s’ta yeni bir göreve atand›. 2000 y›l›nda tu¤general rütbesiyle Güvenlik Kuvvetleri Komutan› oldu. Ayn› tarihte Albay Nam›k Koç da Sivil ‹fller Baflkanl›¤›’na getirildi. 2000’in kas›m ay›nda muhalif Avrupa gazetesinin matbaas› bombaland›. 2001 may›s›nda ise Avrupa, ikinci ve daha fliddetli bir bombayla havaya uçuruldu. Denktafl, bu olaydan sonra, bombac›y› ele verecek olan kifliye 5 milyar liral›k ödül vaat etti, ancak bunu yaparken bomban›n gazete sahiplerinin kendileri taraf›ndan at›lm›fl olabilece¤ini ima etmekten kaç›nmad›. Bu arada, gazete sahipleri pek çok kez ölümle tehdit edildi... Ezici ço¤unlu¤unu TC’li ülkücülerin oluflturdu¤u gruplar, s›k s›k gazete binas›n›n önünde tehditler savurarak gövde gösterisi yapt›. Ve iflte tam da o s›ralarda Denktafl’a yak›n çevreler Ulusal Halk Hareketi ismi alt›nda TMT’yi hat›rlatan yeni bir örgüt kurdu. UHH, yurtsever ve bar›flç› kesimlere gözda¤› vermek için bildiriler yay›nlamaya bafllad›. UHH militanlar›, askerin de deste¤inde e¤itildi. 18 fiubat 2004’te Mehmet Ali Talat’›n Girne’deki evi bombaland›. Yine ayn› s›ralarda K›br›s gazetesi fliddetli bir ses bombas›yla sars›ld›. 40 bin kiflilik mitinglerin yap›ld›¤› meydanda, mitingten önce bir ihbar üzerine patlamam›fl bombalar ele geçirildi. 11 May›s 2004’te, Gönyeli civar›ndaki bir sokakta park edilmifl, askere ait sivil bir arac›n içinde, bir köyü havaya uçuracak kadar cephanelik bulundu. 2006 may›s›nda Afrika gazetesi yazarlar›ndan Ali Osman Tabak’›n evinin önüne park etti¤i arac›n›n lastik bölümünde fitili tutuflturulmufl, ama patlamam›fl bomba ele geçirildi. Ve iflte yukar›da s›ralad›¤›m tüm bu olaylar›n hiçbirinin faili bulunamad›. Bundan dolay›, art›k “faili meçhul” demiyoruz biz onlara. “Faili meflhur” diyoruz. Türkiye’de Ergenekon’u soruflturanlar buyursunlar adaya da. Çok ifl var yavruda... fiener Levent
RAGIP DURAN’LA MEDYANIN HAL–‹ PÜR MELAL‹ ÜZER‹NE
Omurgas›zl›k medyan›n genel karakteri Birkaç y›l önce, “Türk medyas›n›n dört tabusu vard›r” diye bir tespitiniz vard›. Kürt sorunu, siyasal ‹slâm, Ermeni meselesi ve ordu diye s›ralad›¤›n›z bu tabularla medyan›n iliflkisi flimdilerde nas›l? Rag›p Duran: Bu dört tabu asl›nda sadece Türk egemen medyas›n›n tabular› de¤il. Devletin dört tabusu, resmî ideolojinin dört büyük tabusu. Egemen medya devlete ba¤›ml› oldu¤u için bu dört tabuyu kabul etmifl durumda. Ama, kesin bir milât veremesek de, bu tabular›n gevflemeye bafllad›¤›n› görüyoruz. Bunun önemli bir göstergesi de medya. On y›l önce yazmad›klar›m›z› yaz›yoruz, evet, ama bu, tabular›n y›k›ld›¤› anlam›na gelmiyor. Yine de küçümsenemeyecek geliflmeler oldu. Kürt ve Ermeni meselesinde özel üniversiteler konferanslar düzenledi. AB uyum yasalar› do¤rultusunda Kürtçe yasa¤› kalkt›. Siyasal ‹slâm tabusu, o kesimin temsilcileri iktidara geldi¤i için neredeyse meflru ve popüler bir hale geldi. Bu tabular aras›nda en az eriyeni TSK. Yine AB uyum yasalar›yla ba¤lant›l› baz› geliflmeler oldu bu konuda da, ama hâlâ çok güçlü bir tabu bu. Bu tabuyla cidden derdi olan bir siyasî irade veya büyük medya organ› var m›? Asl›nda, toplumla en fazla iç içe geçen tabu TSK. ‹slâmiyet deseniz, zaten toplumun yüzde 99’u Müslüman. Kürtler denince, 10-15 milyon Kürt var, yani bu tabular›n afl›nmamas›na imkân yok. 1992’de bir Kürt gazetesi olan Özgür Gündem yay›nland›. Med TV var, Roj TV var. Ama ordu meselesinde, toplum içindeki militarist, askersever hissiyat›n yenilmesi gerekir. Büyük medya, kendi istese bile, bu tabuyu y›kmaya önderlik edebilir mi, hay›r. Medya dünyan›n hiçbir yerinde lokomotif olmam›flt›r. Buna niyetlendi¤i olmufltur, ama yapamam›flt›r. Toplum mühendisli¤ine soyunsa da, bunu belirli özel koflullar haricinde gerçeklefltirememifltir, gerçeklefltiremez de. Çünkü art›k dünyan›n herhangi bir ülkesinde, ba¤›ms›z, özgür, yata¤›n› toplumdan alan bir medya kalmad›. Bir bask› grubu olarak, çeflitli iktidarlar›n sesi olarak var. Lokomotif de¤il, ama vagon olabilir. Hat›rlayal›m, Sovyet medyas›, o çok güçlü ‹zvestiya ve Pravda gazeteleri SSCB’nin y›k›lmas›n› engelleyemedi. Buradan da çok örnek verebiliriz. Bizimkiler de zaman›nda Süleyman Demirel’in görev süresinin uzat›lmas› için
20
Foto: fiahan Nuho¤lu
Türk bas›n tarihinde yeni bir döneme giriliyor. Seçimleri büyük medyaya ra¤men ikinci kez kazanan AKP bu kez ifli sa¤lam tutup TMSF’nin elindeki ya da zor durumdaki medya organlar›n›n birer birer yandafl› ifladamlar›n›n eline geçmesini sa¤lad›. Ergenekon soruflturmas› ve AKP’ye aç›lan kapatma davas›n›n arka arkaya yaflanmas›, medyadaki yeni cephelerin daha iyi anlafl›lmas›n› sa¤lad›: Bir kanat Ergenekon’u, di¤er kanat AKP’nin alicengizlerini görmezden geliyor. Medyan›n yeni dönemini Galatasaray Üniversitesi ö¤retim üyesi gazeteci Rag›p Duran’la konufltuk...
ç›rp›nd›lar, Susurluk sonras› “hiçbir fley eskisi gibi olmayacak” dediler, “Kemal Dervifl ikinci Atatürk olacak” dediler… Yani Türk medyas›n›n planl› yürüttü¤ü hiçbir proje toplumsal karfl›l›¤›n› bulmam›flt›r. Çünkü bütün o verdikleri mesajlar toplumsal mesajlar de¤il, belirli egemen kesimlerin baz› istekleridir. Ayr›ca, Türk medyas› Ali fien’den bu yana Fenerbahçe’yi flampiyon yapmaya çal›fl›yor. (gülüyor) Ali fien dönemi önemli, çünkü basbaya¤› maafll› memur gibi çal›flan Fenerbahçe gazetecileri vard›. Fenerbahçe her zaman en iyi topu oynuyordu, kaybederse de hakem hatas› yüzünden kaybediyordu! Medyada durum bu, siyasete gelince, AKP’ye sormak lâz›m, iktidara çevrenin ç›karlar›n› temsil etmeye mi, yerleflik düzenin giysilerini giymeye mi geldiniz diye. Kürt meselesinden son 1 May›s’a, Hrant cinayetinin ard›ndaki geliflmelerden orduyla iliflkilere kadar bakt›¤›m›zda, resmî ideolojinin önemli yans›malar›n› AKP’nin prati¤inde görüyoruz. Dolay›s›yla, TSK tabusu konusunda yapabilecekleri çok fley oldu¤unu sanm›yorum. Medyan›n mülkiyet yap›s›nda AKP iktidar›n›n ard›ndan epey de¤ifliklik oldu. AKP’nin medyada bu kadar güçlü olma iste¤i neden? Bugün AKP’nin politikalar› AKP medyas›na birebir yans›yor. AKP bir yoksulluk, ma¤durluk edebiyat›yla çevre-
Bugün siyasi iktidara yak›n, Ergenekon’a karfl› ayd›nlar var, bafl›n› Cumhuriyet’in çekti¤i di¤er kanatta da Ordu Foto Film fiubesi’nde çal›fl›yormufl gibi davranan gazeteciler var. Bir de kendilerine liberal ad› verip sonuç olarak iktidar› destekleyen ve her türlü muhalefeti orduculuk, CHP’cilik diye d›fllayanlar var.
den gelip bürokratik elit yönetimi ele geçirmeye, yoksullar›n, orta s›n›f›n, belki de Anadolu kaplanlar›n›n, tilkilerinin ç›karlar›n› temsil etmeye yönelik bir siyasî strateji izledi. ‹lk baflta resmî ideolojiye muhalif bir görünümü vard›. ‹ktidara geldiklerinden k›sa bir süre sonra baflbakan›n dan›flmanlar›ndan biriyle konufluyordum. Patronsuz gazete, halk›n gazetesi, sendikal› çal›flanlar gibi benim bile aç›k aç›k söylemeye cesaret edemedi¤im laflar etti. Bizden daha solcular› varm›fl diye düflündüm. (gülüyor) Bu tav›rlar›n›n sebeplerinden biri, egemen medyaya ra¤men iktidara gelmifl olmalar› tabii. Siyasî ve medyatik iliflkiye herkes kendi taraf›ndan bak›yor. Medyatik iktidar siyasî iktidar› yönetti¤ini, siyasî iktidar da medyatik iktidar› yönetti¤ini san›yor; sürekli bir vagonlokomotif çekiflmesi var. Vagonu öne koyarsan›z itmez halbuki, ancak arkadan bir lokomotif iterse hareket edebilir. Uzunca bir dönem, üç-dört ay yani, büyük medyan›n genel yay›n yönetmenleri Erdo¤an ve Gül’den randevu talep ettiler. Eskiden yapt›klar› gibi kafakola almak istiyorlard›. Tebrik edecekler, yemek yiyecekler falan. AKP bu süre boyunca seçimde kendisine karfl› çal›flan medyaya mesafeli durdu. Ama üç-dört ay sonra Erdo¤an’› Kelkit’te bir traktörün üzerinde gördüm, arkas›nda da Ayd›n Do¤an oturuyordu. Traktöre binince ifl bitti. Siyasî iktidar eski iktida-
r›n sesi olarak gördü¤ü medyaya karfl› duvarlar›n› y›kt›, kendisine s›rnafl›lmas›na izin verdi. Ama mutlaka bir ç›kar çat›flmas› yaflayacaklar›n› bildi¤i için, güvenemedi ve kendine yak›n medya gruplar› oluflturmaya bafllad›. AKP çizgisi 28 fiubat’ta medyaya “bir k›s›m medya” ad›n› takm›flt›, difl biliyorlard›. Ama flimdi eldeki ‹slâmî çizgideki yay›nlarla yetinmeyip kendilerine ait “bir k›s›m medya” yaratma yoluna girdiler. Sabah ve Star’› almalar› bu anlamda manidard›r. Yeni fiafak, Millî Gazete, Zaman, Vakit gibi iktidar› savunan gazeteler zaten var. Bunlar› güçlendirmek yerine Sabah’› almak istiyor, çünkü bir taflla iki kufl vuracak. Yani kendine yak›n bir merkez medya yarat›yor, bunu yaparken de baflka birine sat›l›p kendine muhalefet etmesi muhtemel yeni bir grup oluflmas›n›n önüne geçmifl oluyor. Bir taflla iki kufl vurma k›sm›na bir örnek daha vermek istiyorum. Benim dört k›z ö¤rencim var, üçü baflörtülü, birinin bafl› aç›k. Sabah’ta ifle baflvuruyorlar. Baflörtülülerden birisi zaten gazetecilik yapm›fl, iki dil biliyor, çok parlak, ama onu de¤il bafl› aç›k, hatta hafif solcu olana ifl teklif ediyorlar. Hem vitrini eskisi gibi tutmufl, hem de kendilerine muhalefet edebilecek olan› içlerine katm›fl oluyorlar. Eski TKP’lilerin “Leninist beceri” dedi¤i, Türkçesi “kafakola almak” olan fleydir bu. Erdo¤an’la Do¤an’›n traktör buluflmas›n›n devam› gelseydi ve aralar›nda zaman›nda Çiller’in, Y›lmaz’›n medyayla kurdu¤u türden bir iliflki olsayd›, yeni medya ihtiyac› ortaya ç›kmayacak m›yd›? Siyasî ve medyatik iktidar aras›ndaki iliflki çok sap›k bir iliflki. Do¤an medyas›yla bir iliflki kursa AKP, Do¤an Hilton arazisinde plan de¤iflikli¤i isteyecek mesela. Onu verecek, bu sefer baflka bir fley isteyecek. O yüzden birbirlerine tam güven duymalar› mümkün de¤il. Ayr›ca siyasî iktidarla yak›n olan gazeteciler, tökezleme ve gerileme dö-
neminde gemiyi ilk terk eden fareler olabilirler. Ertu¤rul Özkök mesela, kendini Türkiye’deki medyatik iktidar›n bir numaras› olarak görüyor. Kendine yak›flt›rd›¤› isim de “amiral gemisinin kaptan›”. Ama bir anda kaptanl›ktan tahliye sandal› miçosu haline gelebilir. Türkiye’de ‹ngiltere ve Fransa’da oldu¤u gibi köklü gazeteler yok. Köklü derken, tarih olarak eski olmaktan de¤il, ayakta durma becerisinden söz ediyorum. Bilançolardan belli olur bu. Bizdeki bilançolara bakt›¤›n›zda, Do¤an Grubu’nda Hürriyet ve Kanal D d›fl›nda kâr eden bas›n kuruluflu olmad›¤›n› görürsünüz. fiimdi, herhangi bir rasyonel ifladam› bu kadar zarar› ancak medyas›n› daha büyük ç›kar mücadelesinde silah olarak kullanacaksa göze al›r. Buna de¤er de hakikaten. Do¤an Grubu’nun stratejisi, AKP’den daha ak›ll›ca görünüyor bana. D›flbank’›n sat›fl›n› hat›rlay›n, sat›nca “üstümüzden büyük yük kalkt›” dediler. Çünkü medyay› silah olarak kullanmak istiyorsan›z, hükümetin, devletin egemen oldu¤u, müdahale edebildi¤i alanlarda dolaflmaman›z lâz›m. Do¤an, bankac›l›ktan elini aya¤›n› çekerek kendine nispî bir özerklik sa¤layabildi. fiimdi Do¤an medyas› siyasî iktidara karfl›, AKP medyas› ise eski egemenlere ve AKP karfl›t› sivil-silahl› bürokrasiye karfl› muhalefet ediyor. Bu anlamda her iki taraf da gerçek muhalifin, dolay›s›yla gerçek gazetecinin kendileri oldu¤u hissine kap›labiliyor. Gazetecinin gerçekten muhalif olmas›n›n kriterleri nelerdir? Bunun için konuflmam›z›n bafl›ndaki dört tabu meselesine geri dönmemiz lâz›m. Yak›n tarih aç›s›ndan bak›ld›¤›nda, hiçbir zaman dört tabunun birden sorgulanmad›¤›n› görüyoruz. Gerçek muhaliflik, bu tabular›n büyük flemsiyesi olan Kemalizmi, resmî ideolojiyi elefltirmekle bafllar. Yoksa egemen Türk medyas›n›n hükümete karfl› muhalefet etti¤i dönemler vard›r, flimdi de
Dört k›z ö¤rencim var, üçü baflörtülü, birinin bafl› aç›k. Sabah’ta ifle baflvuruyorlar. Baflörtülülerden birisi zaten gazetecilik yapm›fl, iki dil biliyor, çok parlak, ama onu de¤il bafl› aç›k, hatta hafif solcu olana ifl teklif ediyorlar. Hem vitrini eskisi gibi tutmufl, hem de kendilerine muhalefet edebilecek olan› içlerine katm›fl oluyorlar.
böyle bir dönemdeyiz. Ama resmî ideoloji elefltirisi yok. Mevcut siyasî iktidara muhalefet ederken de yerine önerdikleri yeni bir fley yok, düzenin eski egemenlerinin görüflüne göre hareket ediyorlar. Mesela türban konusunda “AKP’nin yapt›¤› yanl›flt›r, türbanl›lar üniversiteye girmesin” diyor adam. Yasa¤›n devam›ndan yana görüfl bildiriyor, çözüm olmad›¤›n› bile bile bunu savunuyor. O bak›mdan, egemen medyan›n muhalefetinin “majestelerinin muhalefeti”nden fark› yok. Di¤er tarafa karikatürden bir örnek verilebilir. Eskiden gazetelerin birinci sayfas›nda siyasî karikatürler olurdu. Karikatür do¤as› gere¤i muhalif oldu¤u için önemlidir, pek kalmad› art›k. Ama flimdi Sabah’tan Salih Memecan’›n yapt›¤›na bak›n, karikatür yoluyla iktidara de¤il, muhalefete muhalefet ediyor. Siyasî iktidarla hiçbir meselesi yok. Ayr›ca iki majör meselede kesinlikle muhalefet edilmiyor: Kürt meselesi ve emek meselesi. Emek meselesinde iki taraf uzlafl›yor zaten, öyle bir problemleri yok gibi görünüyor... AKP’nin 1 May›s’taki tavr›n› düflünün, üstelik kapat›lmas› söz konusu olan bir parti bu. Ama 1 May›s’taki tavr›yla egemenlere mesaj veriyor, “merak etmeyin, düzeni biz sizden daha iyi savunuruz” diye. Dolay›s›yla, AKP baflta samimi miydi, bilemem ama, gecekondular› temsil etti¤ini söyleyerek iktidara geldiler, plazalar› ya da dev al›flverifl merkezlerini temsil etti¤ini gördük. AKP’yi, CHP’yi ve orduyu düflününce görüyoruz ki, emek meselesi konusunda aralar›nda tayin edici bir tart›flma yok. Marksist anlamda olmas› flart de¤il, ama sosyolojik olarak s›n›fsal bakmay› bilmezsek, kimin gerçek muhalif olup olmad›¤›n› anlayamay›z. Emekten yana olmak, Kürtlerin haklar›n› savunmak, özel ç›kara karfl› kamu ç›kar›n› savunmak… Bunlar yoksa, hakiki muhalif olunamaz. Hakiki muha-
baflka tav›r alabilirler, flafl›rmamak lâz›m. Bir yak›n tan›d›¤›n›n Ertu¤rul Özkök hakk›nda bir benzetmesi var, “bal›k gibidir, elinde tutamazs›n” diye. Bu benzetme tüm medya için uyarlanabilir. Omurgas›z, her an bir yere k›vr›labilir. Tersten bak›p flunu da not etmek lâz›m ama: Susurluk konusunda a¤z›n› açmay›p Ergenekon’la ilgili büyük sözler söyleyenler de var. Erbakan’›n Susurluk için fasa fiso dedi¤ini unutmuyoruz. E¤er devleti topluma hizmet eden bir kurum gibi alg›lasayd›k, devlete itaat de¤il, sorgulama kültürümüz olsayd›, Susurluk da, Ergenekon da çok baflka muamele görürdü. Ergenekon’la ilgili çok say›da belgeyi Taraf yay›nlad›. Taraf’› medyadaki iki kanattan farkl› bir yere koyuyor musunuz? Her fleye ra¤men farkl› bir yerde duruyor Taraf. Gazetecilik aç›s›ndan 1 May›s’ta polisin hastaneye att›¤› bombay› görüntülemesi, Kürt meselesindeki tavr›, güçlü bir toplumsal yata¤› olmamas›na ra¤men bir umuttur. ‹ki taraftan birine dahil etmek zor Taraf’›, ama birine daha yak›n duruyorlar gibime geliyor. Peki ulusalc› cenahtan gelen “Taraf bu haberleri yay›nlayarak hesaplaflman›n taraf› olan haber kaynaklar›n›n ç›kar›na hizmet ediyor” elefltirisine ne diyorsunuz? Gazeteci haberini do¤rulatt›ktan sonra bu haberin yay›nlanmas›n›n kayna¤›n ifline yaray›p yaramayaca¤›n› düflünmeli mi? Bu çok hassas bir konu. Gazetecilik çok siyasî, ideolojik bir u¤rafl. Haber de¤eri dedi¤imiz fley sübjektif olmasa, herkese göre de¤iflmese, her ülkeye bir gazete yeterdi. Ama birinin haber de¤eri görüp kulland›¤›n› öbürü kullanmayabiliyor ya da küçük görebiliyor. Editörün yapmamas› gereken flu: Ben bu haberi yaparsam ne olur diye düflünmemeli. O zaman gazetecilik alan›n› terk etmifl olur zaten. Haber kaynaklar› meselesine gelince, bütün kaynaklar gazetecileri kendi ç›karlar› do¤rultusunda
Omurgas›zl›k Türk medyas›n›n genel karakteri. Bir yak›n tan›d›¤›n›n Ertu¤rul Özkök hakk›nda bir benzetmesi var, “bal›k gibidir, elinde tutamazs›n” diye. Bu benzetme tüm medya için uyarlanabilir.
yönlendirmeye çal›fl›r. O kaynakla sizin yay›n politikan›z aras›nda iliflki yoksa, sorun yok. “Ben bunu kamu ç›kar› ad›na koyuyorum” der, yay›nlars›n›z. Ama “ben bu haberi siyasî rakibimi alt etmek için koyuyorum” diye bir durum varsa, tehlike bafll›yor. Ben bunu pratikte ö¤rendim. 1978-80 döneminde Ayd›nl›k gazetesinde çal›flm›flt›m, hiç kimse mükemmel de¤ildir. (gülüyor) Bas›n tarihimiz aç›s›ndan çok önemli bir ifl yapm›flt›k o zaman, kontrgerillay› anlatan bir yaz› dizisi. Bir anlamda son derece baflar›l› bir istihbarat faaliyetidir bu. O y›llarda Ayd›nl›k, resmen de¤ilse de, T‹KP’nin yay›n organ› durumundayd›. Bir kere Türkiye’ye yay›lm›fl 10 bin civar›nda üyesi vard› ve bu insanlar› muhabir gibi kullanma lüksüne sahiptik. Ama elbette böyle bir yaz› dizisini sadece parti teflkilât›n›n toplad›¤› bilgilerle yapamazs›n, içeriden de bilgi alm›flt›k. O zaman kontrgerilla eski ekiple Ecevit’in ekibi aras›nda ikiye bölünmüfltü. Biz haber kayna¤› olarak bize göre daha az kötü olan kontrgerilla ekibinden besleniyorduk, yay›n bafllad›ktan sonra di¤er kanattan da bilgi ve belge ya¤maya bafllad›. Hepsi do¤ruydu, ama biz sadece iflimize geleni yay›nl›yorduk. Yani birinci koflul do¤ruluktur, evet. ‹kinci olarak da senin yay›n politikana uygunlu¤u, vurmak istedi¤in yere vurmana hizmet edip etmedi¤i de çok önemli. Sonuçta gazetecilik ve siyaset birbirine çok yak›n alanlar.
Söylefli: Murat Toklucu
lif, y›kmaya çal›flt›¤› düzenin yerine eskisinden daha toplumcu, daha modern, ilerici bir fley önerir ayr›ca. Son Ergenekon soruflturmas›nda bas›n›n tavr›n› Susurluk kazas› dönemindeki tav›rla karfl›laflt›r›nca ne gibi farklar görüyorsunuz? O zaman “ya medya olmasayd›” diyen Do¤an medyas›, flimdi Ergenekon yokmufl gibi davran›yor örne¤in. Bunu neye ba¤lamak lâz›m? Herkes biliyor ki, derin devlet yap›lanmas› dönem dönem çeflitli farkl› isimlerde ortaya ç›k›yor. Baz› meflhur isimler var ki, bütün çete operasyonlar›nda geçiyorlar muhakkak. Bugün kabaca bakt›¤›m›z zaman, siyasî iktidara yak›n, Ergenekon’a karfl› ayd›nlar var, bafl›n› Cumhuriyet’in çekti¤i di¤er kanatta da Ordu Foto Film fiubesi’nde çal›fl›yormufl gibi davranan gazeteciler, editörler var. Bir de kendilerine liberal ad› verip sonuç olarak iktidar› destekleyen ve siyasî iktidara her türlü muhalefeti orduculuk, CHP’cilik diye d›fllayan arkadafllar var. Solun geriledi¤i dönemde maalesef kötüler aras›nda tercih yapmaya zorlan›yor insanlar. Ama Susurluk-Ergenekon k›yaslamas› zor. Belki ayn› zincirin devam›, ama aradan 12 y›l geçmifl. Üstelik zincirin d›fl›ndaki toplum, kamuoyu ve medya ayn› de¤il. ‹ktidarlar aras›nda çok fark var. Merkezî, geleneksel iktidarla çevre aras›ndaki iliflki de de¤iflmifl durumda. Erbakan tek bafl›na iktidarda de¤ildi o zaman, flimdi yüzde 47 oy alan bir parti var iktidarda. Veli Küçük tutuklan›nca “Susurluk’ta dokunamam›fllard›, ama flimdi ona kadar gittiler” dedik, ama bu aldat›c› da olabilir, bir kere Susurluk döneminin Veli Küçük’ü acaba bugünkü Veli Küçük mü? Ayr›ca medyan›n mülkiyet yap›s›, genel yay›n politikalar› çok de¤iflti. Yani ana tercihlerde çok de¤ifliklik yok belki, ama kimliksizlik ve omurgas›zl›k Türk medyas›n›n genel karakteri oldu¤u için her zaman
NARLI OVASI ENDÜSTR‹YEL ‹ST‹LAYA BAYRAK AÇTI
Sistem ölümümüzle yaflam buluyor! “Korkunç bir ekolojik y›k›m›n her alanda ve her yerde dayat›ld›¤›n› görüyoruz. Her fley planl› bir biçimde yürütülüyor. Önce bölgenin muhalefeti k›r›l›yor, insanlar göçe teflvik ediliyor. Sonra uluslararas› sermayeyle gelip bütün bölgeye zarar verecek devasa tesisler kuruluyor.” Kahramanmarafl-Pazarc›k’›n Narl› Ovas› da ekolojik y›k›m›n kurban adaylar› aras›nda. Ama, Pazarc›kl›lar›n kuzu kuzu teslim olmaya hiç niyetleri yok. Üstelik, direniflleri kararl› bir “hay›r”la s›n›rl› kalm›yor, baflka türlü bir hayat›n temellerini atmaya haz›rlan›yor. Girifl cümlemizdeki sözlerin sahibi, Narl› Çevre Koruma ve Kültür Derne¤i Baflkan› Kemal Çöçelli’ye kulak kesiliyoruz...
24
Kemal Çöçelli
Foto¤raflar: Batur Gökçeer
Narl› Ovas›’nda çimento fabrikalar›n›n kurulmas› nas›l gündeme geldi? Siz Çöçelli köylüleri ne zaman haberdar oldunuz bu projelerden? Kemal Çöçelli: Üç y›l önce, 1978’deki Marafl katliam›n›n y›ldönümünde, köyümüzün bir kilometre yak›n›na fabrika yap›laca¤› haberini ald›k. Bize bu tarih çok manidar geliyor, “acaba bu çimento fabrikas›, yar›m kalan bir katliam›n tamamlanma operasyonu mu?” diye sormadan edemiyoruz. Bu haberden üç-dört gün sonra, köyde Çevre ve Orman Bakanl›¤›’na ba¤l› ÇED (Çevresel Etki De¤erlendirmesi) Planlama Genel Müdürlü¤ü’nün komisyonu, “halk›n kat›l›m› toplant›s›” yapt›. ÇED yönetmeli¤ine göre, bu toplant›y› yaparak bölge halk›n›n görüfllerini almak zorundalar. Köyde bir arkadafl vefat etmiflti; toplant›y› yas evinde yapt›lar. Köylüler beni ve ‹brahim arkadafl›m›z› sözcü seçti. Biz, ne olursa olsun, bu fabrikay› istemedi¤imizi anlatt›k. Bir odada kad›nlar a¤›t yakarken, öbür odada da böyle bir toplant› yap›yorduk! ÇED heyeti ve onlar›n iflbirlikçisi olan muhtar toplant›y› ertelemeye gerek görmedi. Marafl valisi, Pazarc›k kaymakam›, garnizon komutan›, emniyet müdürü gibi flahsiyetlerin de toplant›ya kat›laca¤› söylenmiflti, ama onlar gelmedi. Köylülerin tepkisini göze alamad›lar. Toplant›da neler konufluldu? Projenin tan›t›m›n› yapt›lar. Bölgeye çok fayda sa¤layaca¤›, iflsizli¤i ortadan kald›raca¤›, bacas›ndan sadece iki sigara paketi kadar duman ç›kaca¤›, çevreye hiçbir zarar vermeyece¤i iddia edildi. Fabrika günde iki sigara paketi kadar m› duman salacakm›fl? Bir günde mi, yoksa bir salisede mi o kadar duman salacak, onu belirtmediler. Teknolojilerinin menfleini sorduk. O bacadan diyelim iki paket sigaraya eflde¤er duman ç›kacak olsa bile, hemen yan›na hammadde için tafl oca¤› kuracaklar›n› ve onun bile ne kadar zararl› oldu¤unu biliyorduk. Patlat›lacak dinamitlerin gürültüsünü, tozunu, tafl›ma s›ras›nda yaflanacak tahribat› sorduk, yan›t vermediler. Türkiye’de bu teknolojiyle kurulmufl fabrika var m›, gidip görelim dedik. Yan›t vermediler. Bu teknolojiyi burada ilk defa uyguluyor olabilirsiniz, Avrupa’da, Amerika’da var m› bunun örne¤i, gidip görelim dedik. Yine yan›t yok. Koskoca fabrika, y›lda 4 milyon tona yak›n çimento üretecek ve y›lda 650 bin ton kömür
yakacaklar. Marafl’›n ilçe ve köyleriyle beraber y›lda harcad›¤› kömür miktar›n›n üç kat›ndan fazla!.. Fabrika hangi flirkete ait? ‹lki Kipafl’›nd›. Sonra, bir fabrika daha yapt›lar, o Sanko’ya ait. Toprak da Hazine’nin. Hazine, 49 veya 99 y›ll›¤›na topra¤› flirkete kiral›yor. Marafl teflvik kapsam›na girdi¤i için adamlar resmen belefle kurdu fabrikay›. Kurumlar vergisinden ve SSK’dan yüzde 50 indirim al›yorlar, elektrik ve suda da öyle. ‹lk itiraz dilekçemizde, yörenin böyle bir fabrika için uygun olmad›¤›n›, baflka bir yere bu fabrikan›n kurulmas› gerekti¤ini belirtmifltik. Yapt›¤›m›z araflt›rmalar neticesinde, Türkiye’nin hiçbir yerinde böyle bir fabrikaya ihtiyaç olmad›¤›n› gördük. Küresel ›s›nmaya en fazla yol açan fabrikalar bunlar. Hammadde ö¤ütülürken, kireç tafl›n›n yüzde 40’› karbondioksite dönüflüyor. Kömür kullan›ld›¤› için karbonmonoksit ve daha bir sürü zararl› gaz, patlamalar s›ras›nda ortaya ç›kan a¤›r metaller var... Ülkenin ihtiyac› kadar çimentoyu, uygun yerlerde, belirli teknolojik koflullarda –filitrasyon sistemlerini kullanarak– çimento üretebilirsiniz. Türkiye, çimento ihracat›nda Çin’den sonra dünyada ikinci, Avrupa’da birinci s›rada. Dolay›s›yla, bizim yeni bir çimento fabrikas›na hiç ihtiyac›m›z yok asl›nda. Buna ra¤men, biri dünyan›n üçüncü, di¤eri alt›nc› büyük çimento fabrikas› sizce niçin kuruluyor Pazarc›k’ta? Ortado¤u’da ülkeler y›k›l›yor. Avrupa’daki tüm çimento fabrikalar› Türkiye
Küresel ›s›nmaya en fazla yol açan fabrikalar çimento fabrikalar›. Hammadde ö¤ütülürken kireç tafl›n›n yüzde 40’› karbondioksite dönüflüyor. Avrupa’daki tüm çimento fabrikalar› Türkiye gibi ülkelere kayd›r›l›yor. Türkiye, çimento ihracat›nda dünyada ikinci, Avrupa’da birinci. Dolay›s›yla yeni bir çimento fabrikas›na ihtiyaç yok.
gibi ülkelere kayd›r›l›yor. Türkiye bir sömürge muamelesiyle karfl› karfl›ya. Biz iki y›ld›r mücadelemizi bafllatt›k, ama korkunç bir ekolojik y›k›m›n her alanda, her yerde dayat›ld›¤›n› görüyoruz. Pazarc›k’taki iki flirket de Türkiyeli, öyle de¤il mi? Öyle görünüyorlar. Biri Marafl’›n, öbürü Antep’in en büyük firmas›. Fakat bunlar paravan flirketler, fabrikalar› uluslararas› sermayeyle kuruyorlar. Pazarc›k d›flar›ya göç veriyor mu? 1980’lerden beri süren bir göç hikâyesi var. “Umuda Yolculuk” filmi de bizim yörede, flu an çöp fabrikas›n›n kuruldu¤u Halkaçay›r› köyünde çekilmiflti. Göçün ekonomik ve siyasî nedenleri var. 1978’deki Marafl katliam›, insanlar›n haf›zas›nda çok ac› bir hat›ra b›rakt›. O ac› halen diridir haf›zalar›m›zda. Hemen her aileden bir kay›p var. O dönemde Türkiye’nin baflka bir yerinde, en erken on günde pasaport alabiliyordunuz. Marafl’ta, Pazarc›k’taysa sabah baflvurup akflam alabiliyordunuz. Bir göçertme politikas› da uygulanmad› de¤il. Önce göçerttiler, flimdi de senaryolar›n›n meyvelerini almaya çal›fl›yorlar. Bu çimento fabrikalar›n›n, kurulmadan en az on y›l önce haz›rl›k sürecinden geçti¤ini sonradan ö¤rendik. Anlafl›lan, her fley planl› bir biçimde yürütülüyor. Önce bölgenin muhalefetini k›r›l›yor, insanlar göçe teflvik ediliyor. Sonra, uluslararas› sermayeyle gelip bütün bölgeye zarar verecek devasa tesisler kuruluyor. Narl› Ovas›’nda yaflayan köylülerin fabrikalarda istihdam edilmesi iflsizli¤i azaltmaz m›? Fabrikalardan birinde 235, di¤erinde de 265 kifli çal›flt›r›lacakm›fl. Ayr›ca, insanlar, fabrikadan alacaklar› maafl›n iki kat›n› zaten topra¤›ndan kazanabiliyor. Kent raporlar›nda bu rakamlar belirtiliyor. 500 kifliyi istihdam edeceksiniz, ama 100 bin kifliyi ekme¤inden, sa¤l›¤›ndan, huzurundan ve topra¤›ndan edeceksiniz! Pazarc›k halk›n›n geneli bu fabrikalara karfl› ç›k›yor mu? Sat›lm›fllar› ve kand›r›lm›fllar› her yerde görebilirsiniz. Bize karfl› iki y›ld›r yo¤un bir çevreci operasyonu düzenleniyor. Nas›l? Aynen flöyle: “Bizim çimento fabrikas›yla bir sorunumuz yoktur. Burada son sistem teknoloji kullan›lmaktad›r; bunlar› denetleyelim. ‹stihdam sa¤lar, sanayiyi gelifltirir.” Sermaye yanl›s› çevreci gruplar sadece orada kurulan kat› at›k tesisine karfl› ç›k›yor, ama esas meseleyi örtmeye çal›fl›yorlar. Kald› ki, kat› at›k tesisine karfl› da gerçek özne biziz. Biz sadece yöremize hapsolarak çevre mücadelesi vermiyoruz. ‹liflkilerimizi ulusal ve uluslararas› alana tafl›maya çal›fl›yoruz. Görebildi¤imiz kadar, yöremizde hemen tüm siyasî parti temsilcileri ve ilgili kurumlar da bize karfl›, bu organizasyonun içinde-
ler. Milletvekilleri sadece çöp ar›tma tesisini gündeme getirdiler, ama çimento meselesinin üzerine çimento döktüler. Çimentoda çok büyük paralar dönüyor. 2006’n›n 12 A¤ustos’unda, Deniz Baykal Pazarc›k belediye binas›n›n aç›l›fl› için geldi¤inde, “çimento ve çöp fabrikalar›ndan zehirlenmek istemiyoruz” yaz›l› büyük bir pankart açt›k. Kendisine 3-4 bin sayfal›k belge, dava dilekçesi verip destek istedik. Kendisi ana muhalefet partisi lideri, ama hiçbir fley yapmad›. Ayn› partinin il ve ilçe teflkilâtlar›na imza kampanyas› metinleri verdik, aylarca bize bir imza bile vermediler. Dedik ki, “bizim, yöre halk› olarak öncülük etmemizden rahats›zsan›z, biz geri çekilelim, siz ç›k›n ileri”. Bunu da yapmad›lar. Çevre hareketimizin kurumsallaflmas›n› engellemek için ellerinden geleni artlar›na koymad› bütün o belediye baflkanlar›. Belediye baflkanlar›n›n fabrikan›n kurulmas› için imza verdiklerini ortaya ç›kard›k, ama yerel televizyonda inkâr ettiler. Türkiye’deki çevre örgütlerinden destek al›yor musunuz? Her faaliyetimize ça¤›r›yoruz. Hareketimizin ilkelerini belirleyip yazd›k. Siyasetlerüstü bir hareket oldu¤umuzu beyan ediyoruz. Türkiye’nin tümünü kapsayan bir çevre hareketine ihtiyaç var. Türkiye’de toplumsal bar›fl›n sa¤lanmas› da böyle olur. Birileri sürekli savafl k›flk›rt›c›l›¤› yap›yor, Ortado¤u’yu atefle bo¤maya çal›fl›yor. Çevre hareketi savafla karfl› da mücadele edebilir. Çevre hareketiyle Ortado¤u’daki siyasal durum aras›nda nas›l bir iliflki kuruyorsunuz? Bir kere, yöremizde kurulan çimento fabrikalar› do¤rudan Büyük Ortado¤u Projesi’ne ba¤l›d›r. Birileri y›k›yor, birileri infla ediyor. Bunlar olurken de biz, sa¤l›¤›m›z›, topra¤›m›z›, huzurumuzu kaybediyoruz. Uluslararas› sermayenin sald›r›s› ne kadar büyükse, bizim yan›t›m›z da o kadar büyük olmal›. Elbette bir yöreden ç›kan bizim gibi bir çevre hareketi için büyük iddiad›r bu. Çok zorlanaca¤›m›z› bilsek de, çok az güçle hareket edece¤imizi bilsek de önemli olan, do¤ru hareket etmektir. Biz, do¤rular›m›zdan flaflmayaca¤›z. Belki bu tavr›m›z bir k›v›lc›m olur. Hiçbir konuda günü kurtaran, derine inmeyen analizler yapm›yoruz. ‹flin sosyolojik, ekolojik, ekonomik ve küresel boyutlar›n› derinlemesine irdelemeye çal›flan bir köylü hareketiyiz. ‹flin sanat boyutunu da önemsiyoruz. Bizim Çevre ve Kültür Derne¤i’miz var. Bölgemizin rönesans›n› gerçeklefltirme hayali kuruyoruz. Bilimde, sanatta, edebiyatta da yo¤un çal›flmalar yapmay› planl›yoruz. Tepkimiz sadece fabrikalara de¤il, kültür yozlaflmas›na da. Göçle birlikte dünyan›n dört bir yan›na yay›lan Pazarc›kl›lar›n katk›lar›yla bunun finansman›n› sa¤layabilece¤imizi düflünüyoruz. Demokratik bir çaba dürüst biçimde, kendi diyalekti¤inde ilerledi¤i müddetçe, kendi ekonomisini de yarat›r. Kendi ekonomik modelimizi yaratma çabam›z da olacak. Kooperatifleflme, atölyeler kurma, üretim birlikleri, yeni çiftçilik modelleri
Türkiye’de bu teknolojiyle kurulmufl fabrika var m›, gidip görelim dedik. Yan›t vermediler. Avrupa’da, Amerika’da var m› örne¤i, gidip görelim dedik. Yine yan›t yok. Y›lda 4 milyon tona yak›n çimento üretecek ve y›lda 650 bin ton kömür yakacaklar. Bu, Marafl’›n ilçe ve köyleriyle beraber y›lda harcad›¤› kömür miktar›n›n üç kat›ndan fazlad›r.
üzerinde çal›fl›yoruz. Önümüzdeki dönemde, elinizdeki “ilkeler metni” gibi, bunlar› da yaz›l› hale getirece¤iz. “‹lkeler metni”nden baz› bafll›klar okuyal›m: “Bilgi iktidard›r, karfl› ç›kt›¤›n fleyin ne oldu¤unu bileceksin. Körü körüne inanmaya ve fanatizme hay›r! Güçlü bir toplumsal birliktelik için bireyin yetenek, birikim ve emek de¤erlerine sayg›l› olmak esast›r. Eme¤e sayg› birliktelik ve ba¤l›l›k do¤urur! ‹liflkiiletiflim teknolojisi büyük bir devrimdir. Çevre mücadelesi sürecinde do¤ru ifllerin yap›lmas› kadar, bunlar›n kamuoyuna do¤ru olarak yans›t›lmas› da bir o kadar önemlidir!” Üç y›l öncesine bakt›¤›n›zda, köyünde çiftçilik yaparak geçinen insanlar olarak, böyle ilkeleri kaleme alacak, yeni bir yaflam biçimini tahayyül edecek bir birikiminiz var m›yd›, yoksa hepsi bu k›sa süreli mücadeleyle mi geliflti? ‹nsan yaflam›, yaflad›klar›m›z, okuduklar›m›z, konufltuklar›m›zla bir bütün. Üretim içinde bir duruflumuz, esas önemlisi de bir karakterimiz var. Bin y›l önce de insanlara baz› fleyler dayat›ld›¤›nda, karfl› ç›kanlar olmufl. Sokrates’in zehirlenmesi, ‹sa’n›n çarm›ha gerilmesi nedendir? Kimse yola ç›kt›¤›nda bafl›na ne gelece¤ini kestiremez. Ama yol haritas›n›, ilkelerini belli etmek, yolun kararl›l›kla kat edilmesine yard›mc› olur. Daha ilk toplant›dan itibaren, bu fabrikalar›n kurulmas›n› kesinlikle tasvip etmedi¤imizi söylemifltik. Antep’te çimento fabrikas› görmüfltüm, onun duman›n› biliyordum. Bilgimiz yok de¤ildi. Siz sadece çiftçilik mi yap›yorsunuz? Çiftçilik yap›yorum, ama az buçuk bir siyasî birikimimiz de var. ‹ktisat Fakültesi son s›n›ftan terkim. Biraz da araflt›rmay›, okumay› seven bir çiftçiyiz. Çiftçi denince, insanlar›n akl›na kaderine raz› olan, kaba konuflan, kaba hareket eden, kaba düflünen, kendi haklar›n› savunamayan, d›flar›dan gelebilecek her türlü sald›r›ya aç››k insanlar gelebilir. Bunda gerçeklik
pay› da var belki. Ama nihayetinde, çiftçi de bu dünyada yafl›yor, dünyadan kopuk insanlar de¤iliz. Köydeki toplant›da flunu söyledik: “Yirmi y›l önce gelip bu fabrikay› kuraca¤›n›z› söyleseydiniz, sizleri davul zurnayla karfl›lard›k. ‘Köyümüz zenginleflecek, sanayi gelecek’ derdik. Ama flimdi öyle demiyoruz. Bizim için zenginlik eskiden para pul, mal mülktü. Ama art›k, suyumuz ve havam›z temizse, çocuklar›m›z sa¤l›kl›ysa, en büyük zenginlik budur diyoruz. Bize getirdi¤iniz zenginli¤i istemiyoruz!” Onlar›n yüzüne bunu söyledik. Çöçelli’yi da¤bafl›nda bir köy olarak alg›lamay›n. Dünyan›n dört taraf›nda yaflayan insanlar›m›z var. Gerekirse, bütün dünyay› aya¤a kald›rarak bu çiftçi, yerli karfl›t› organizasyonlara direnecek güce sahibiz. Bu hisler vahiy yoluyla kalbimize inmedi. Yaflad›klar›m›z›n ortaya ç›kard›¤› diyalektik gerçeklikle hareket ediyoruz. 2005’teki ÇED toplant›s›ndan sonra att›¤›n›z ilk ad›m neydi? ‹lk önce, muhtar›n engellemelerine ra¤men, örgütlendik. Sonra, savc›l›¤a itiraz dilekçesi verdik. Yaz boyunca, çevre köylerdeki muhtarlar› yanlar›na çekmek için pazarl›k yürütmüfl flirkettekiler. Hanobas›’n›n muhtar›na 170 milyar lira, bir de Toyota araba vaat etmifller! Muhtarlar› örgütlemeye çal›flan da bizim köyün muhtar›. Bir trilyon lira talep etmifl. Bizim mücadelemiz, onlar›n, kendilerine vaat edilen paradan mahrum kalmas›n› da sa¤lad›. fiimdi bize düflmanlar. Bu pazarl›klar›n hepsinin belgeleri var elimizde. Muhtar “flu mevkide kurulacak fabrikan›n köyümüze fayda getirece¤ini düflünüyoruz ve bir an önce aç›lmas›n› istiyoruz” yaz›l› bir k⤛da imza atm›fl ve mahkemeye sunmufl. Biz mahkemede gördük. Ovamadokunma.org adresinde bu belgeleri yay›nlad›k. Benzer risklerle karfl› karfl›ya olan baflka yörelerden pek çok insan›n oluflturdu¤u derneklerin bir araya geldi¤i Beyaz Ad›mlar Platformu’yla iliflkiniz nas›l?
“Fabrikalardan birinde 235, di¤erinde 265 kifli al›flt›r›lacakm›fl. ‹nsanlar, fabrikadan alacaklar› maafl›n iki kat›n› zaten topra¤›ndan kazanabiliyor. 500 kifliyi istihdam edeceksiniz, 100 bin kifliyi ekme¤inden, sa¤l›¤›ndan, huzurundan ve topra¤›ndan edeceksiniz!”
25
Henüz resmî üyeli¤imiz yok, ama mücadelemize destek veriyorlar. Köydeki toplant›dan bir ay sonra Türkiye turuna ç›kt›m. Benzer hadiselerle karfl› karfl›ya olan pek çok yöreyi gezdim. Oralardaki çevre hareketleriyle iliflki kurduk. Hem bilgi eksikli¤imizi kapatmak hem de mücadelemize destek toplamak istiyorduk. Önce, ‹stanbul’da Greenpeace’e gittik; Hasankeyf ve Munzur davalar›na bakan Avukat Murat Cano’yla görüfltük. Sonra, bu konuda duyarl› kim varsa, temas kurduk. ‹zmir’de de avukatlarla, çeflitli derneklerle görüfltük. Ard›ndan Ankara’ya geçtik. Beyaz Ad›mlar Platformu’ndan Mehmet Horufl’la tan›flt›k, meselemizi anlatt›k. Bir birim oluflturduk, 2006 yaz›ndan itibaren ilkelerimizi yazmaya bafllad›k, y›l sonuna do¤ru da ilan ettik. Yola ç›karken, yenilebilece¤imizi de gözard› etmedik. Ama, hep flunu söyledik: Pazarc›k’taki mücadele bizimle bafllay›p bizimle bitmemeli. Yar›n öbür gün bize karfl› sald›r›lar daha da artabilir. Çünkü biz yaflam› talep ediyoruz, yaflam› talep etti¤inizde, sistemi karfl›n›za al›yorsunuz. Sistem, bizim ölümümüz üzerinden yaflam buluyor. Biz ezberle de¤il, yaflam›n verdi¤i bilgilerle hareket ediyoruz. Düflman edinmekten çekinmiyoruz. Bire karfl› milyon bile olsa, do¤rudan flaflmayaca¤›z. Bedeli ne olursa olsun, güzel, temiz ve eflit bir dünya özlemimizi gerçeklefltirmeye çal›flaca¤›z. Çevre hareketine girmeden evvel böyle projeleriniz var m›yd›?
“Sermayenin istihdam silah›n› elinden alaca¤›z. Dikifl, hal›-kilim, demir do¤rama atölyeleri aç›yoruz bu yaz. Tar›m aletlerinin, römorkun imalat›n› kendimiz yapaca¤›z. Bunlar büyük sermaye gerektirmiyor. Teknik konularda, bilim kurulumuz arac›l›¤›yla hocalardan destek alaca¤›z. Onlara, ‘bilgilerinizi hep zenginlerle paylaflt›n›z, biraz da bizimle paylafl›n’ diyece¤iz.”
BEYAZ ADIMLAR PLATFORMU SÖZCÜSÜ MEHMET HORUfi
Çevre hareketi halklafl›yor Bir makalenizde, Pazarc›k’› da örnek göstererek, Türkiye’deki çevre hareketinin giderek “halklaflt›¤›n›” söylüyorsunuz. Pazarc›k’a benzer baflka örnekler var m›? Mehmet Horufl: ‹zmir’deki arkadafllar arac›l›¤›yla Kemal (Çöçelli) Bey’le tan›flt›¤›m›zda Beyaz Ad›mlar Platformu henüz üç ayl›kt›. O dönemde, biz daha ziyade Bergama’ya odaklanm›flt›k. Bergama’da kazan›lan davalarla ilgili yarg› kararlar›n›n uygulanmamas› kronik bir hal alm›flt›. Davalar kazan›l›yor, ama uygulanm›yordu. Pazarc›k’ta dava açarken bunu baz ald›k. Davalarda yöre yurttafllar› özne oldular. Pazarc›k’taki pek çok davac›, davaya en az benim kadar hakim. Sürecin her alan› kolektiflefltiriliyor ve paylafl›l›yor. Bergama mücadelesi, Türkiye’de çevrecili¤in bir halk hareketi olarak flekillendi¤i ilk örnek. Bu deneyim, ilk olmas›n›n da zorunlu sonucu olarak, bir s›n›ra geldi. Bergama, hareket olarak meflruiyet zeminini hukukla s›n›rl› tuttu. Bazen sivil itaatsizlik eylemleriyle, bu hukukun sorgulanmas› gerekti¤ini de gösterdi. Ama neticede, Bergama köylülerinin gönlünde sosyal hukuk devletinin kazan›mlar›n› korumak vard›. Sosyal devletin tasfiyesine karfl› bir hat ördüler, kamuoyu oluflturdular ve kazand›klar› davalar›n uygulanaca¤›n› düflündüler. Kanunlar uygulanmad›¤›nda, Bergama süreci t›kand›. Bergama süreci bir k›v›lc›m olamad›. Bergamal›lar›n böyle bir flans› yoktu, çünkü bunun topyekûn bir kitlesel harekete dönüflmesi gerekiyordu. fiirketin köylüleri ifle alarak, davalar açarak y›ld›rmas› da etken oldu. Bergama sonras›nda, son üç y›ld›r baflka bir süreç yaflan›yor. Türkiye’de gerçek bir ekolojik y›k›m plan› uygulan›yor. Önce fabrikalar, sonra hastaneler, flimdi de yaflam hakk›m›z özellefltiriliyor. ‹nsanlar, binlerce y›ld›r yaflad›klar› topraklar› terk etmek zorunda kal›yor. Uflak-Eflme’de Bergama’dakinden çok
26
Mehmet Horufl
daha kötü teknolojiyle madencilik yap›l›yor. Orada bir halk hareketi var. Erzincan-‹liç, Artvin-Cerrahtepe, Gümüflhane, Tunceli-Munzur derken, Bergama’ya çok say›da halka eklendi. Nükleerle ilgili Akkuyu, Sinop, Bal›kesir gündemde. Tohum yasas›yla tar›m, flirketlere peflkefl çekiliyor. Toparlarsak, Türkiye’de yaklafl›k elli yerde, mücadele veren, tepki koyan yerel ekoloji hareketleri var. Bunlar›n hepsi köylü tabanl› ve yerel direnifller. Bu aç›dan, al›fl›lm›fl›n d›fl›nda bir çevre hareketi do¤uyor. fiimdiye kadar hep kentli orta s›n›flar›n u¤rafl›, daha ekstrem bir muhalif alan gibi görünen çevre mücadelesi, birden kitlesel bir boyut kazand›. Biz buna çevre hareketinin halklaflmas› diyoruz. Özellikle Turgut Özal döneminden itibaren ortaya ç›kan, patronlar›n da üye oldu¤u baz› çevre örgütleri var. Türkiye’de flu an iki binden fazla çevre örgütü var ve bunlar büyük oranda AB, BM ve devletten fon al›yor. Bu aç›dan da sermayeyle ba¤›ml› iliflkileri var. Fakat bu devlet çevrecili¤i, çevreyi insandan soyutlayan, tar›m, sanayi, ulafl›m
Vard›, hep köyümde komün tarz› bir yaflam kurma hayalleri tafl›yordum. Hareketimiz, kafamdaki bu hayalin gerçekleflme ihtimalini do¤urdu. Eskiden sadece kendi köyüm için düflünüyordum, ama tüm Narl› Ovas›’nda böyle bir hayal gerçekleflebilir. Arkadafllarla konuflurken, bu fabrikalar› ovadan söktükten sonra, Sanko ve Kipafl’a teflekkür edece¤imizi söylüyoruz, böyle bir fleye vesile olduklar› için. Yöre halk›n›n bu konuda yekvücut olmad›¤›n› söylüyordunuz... Büyük bir y›lg›nl›k var, baflar›ya ulaflabilece¤imize inanmayanlar var. ‹ki bin y›ld›r bu topraklar›n alt›nda çok sular akm›fl. ‹syanlar gelene¤inin art›¤› bir halk›z. Alevilikten ötürü mü? Sadece Alevilik de¤il, bizim oran›n da¤lar›nda Türkmenler de yafl›yor. Dadalo¤lu isyan›n› hat›rlay›n, Cerit afliretlerini düflünün. Ama Marafl katliam›nda, bir Ceritliyle bir Alevi Kürt karfl› karfl›ya getirilebildi. Halbuki Dadalo¤lu isyan›nda Türkmenlerle Kürtler birlikte hareket ediyorlard›. Ne yaz›k ki, “biz hep kaybetmeye mahkûmuz” mant›¤› egemen. Son iki y›ld›r, yenilece¤imiz, hapse at›laca¤›m›z veya vurulup öldürülece¤imiz bekleniyordu. Bunun olmamas›, tam tersine hareketimizin kurumsallaflmas›, insanlarda umudu art›r›yor. Bir kere, sermayenin istihdam silah›n› elinden alaca¤›z. Dikifl, hal›-kilim, demir do¤rama atölyeleri aç›yoruz. Tar›m aletlerinin, römorkun imalât›n› kendimiz yapaca¤›z. Bunlar büyük sermaye gerektirmi-
gibi unsurlar› hesaba katmayan, daha çok manzaran›n nahofllu¤una vurgu yapan bir anlay›fl. Beyaz Ad›mlar Platformu’nun bu hareketlerle iliflkisi ne düzeyde? Platform bir arac›l›k rolü üstenmifl durumda, ama asla kendini bu hareketlerin merkezî örgütü olarak görmüyor. Çevre problemlerinin yafland›¤› yerlerde teknik ve hukuksal destek sunuyor platform. Sendikalardan, meslek odalar›ndan, hukukçulardan oluflan bir örgüt. Becerebildi¤imiz oranda, da¤›n bir yüzünü öbür yüzünden haberdar ediyoruz. Gördü¤ümüz kadar›yla, ekolojik y›k›m, tek bir elden yürütülüyor. Her yerde ayn› hileler, ayn› aldatmacalar, ayn› argümanlar... Pazarc›k’ta ÇED raporuna bir itiraz dilekçesi sundunuz. Fabrikalar faaliyete geçti mi? fiu anda deneme üretimi yap›yorlar. Bütün hukukî flartlar› yerine getirmifl durumdalar. fiirketler, binlerce sayfal›k dosyalar haz›rlay›p Çevre Bakanl›¤›’na sunuyor. Bölgedeki her türlü analizi yapt›klar›n›, gerekli tedbiri ald›klar›n› söylüyorlar. Bakanl›k da olumlu görüfl verince, bütün flartlar tamamlanm›fl olarak, iflletme faaliyete geçebilir hale geliyor. 1993’te ÇED yönetmeli¤i ç›kt›¤›ndan bu yana, bakanl›k taraf›ndan verilmifl olan 1500 olumlu ÇED görüflü var. Bakanl›k bunlar›n sadece 26’s›na olumsuz görüfl verdi. ÇED asl›nda bir formalite. ÇED’den önce nas›l bir kontrol mekanizmas› vard›? Hiç yoktu. 1983’te Çevre Yasas› ç›kt›. ÇED’in de ayn› anda ç›kmas› gerekiyordu, ama on y›l sonra ç›kt›. Geçenlerde, bir bakanl›k yetkilisi, madenci flirketlere, “iflletmelerinizi yol kenarlar›na de¤il, mümkünse yoldan görünmeyen da¤lar›n arkas›na kurun” diye ak›l verdi. Bu, bakanl›kla sermaye iflbirli¤inin kan›t›. Uflak-Eflme’yle ilgili, Sanayi bakan›m›zla Kanadal› flirket yetkilisi emrivaki randevu talep edip görüflüyor. Enerji bakan› Eflme’deki madeni açarken, üç-befl çapulcuyu mu dinleyece¤im yollu konuflma yapt›… Mevcut ÇED yönetmeli¤iyle, Çevre Yasas›’yla, Turizm Teflvik Kanunu’yla Türkiye ekolojik bir y›k›ma sürüklenebilir. Yani hukukun iflletilmesi y›k›m› engellemiyor. O yüzden de
Biz yaflam› talep ediyoruz, yaflam› talep etti¤inizde, sistemi karfl›n›za al›yorsunuz. Sistem, ölümümüz üzerinden yaflam buluyor. Biz ezberle de¤il, yaflam›n verdi¤i bilgilerle hareket ediyoruz. Düflman edinmekten çekinmiyoruz. Bire karfl› milyon bile olsa, do¤rudan flaflmayaca¤›z. Bedeli ne olursa olsun, güzel, temiz ve eflit bir dünya özlemimizi gerçeklefltirmeye çal›flaca¤›z.
hur etme çabas›nda de¤iliz, eflitli¤i kurma çabas›nday›z. Gücümüzü de kendi aram›zda paylafl›yoruz. Sosyalizm dedi¤iniz fley, bir yaflam tarz›. Korku da, umut da bulafl›c›d›r, biz umudu birbirimize bulaflt›rmaya çal›fl›yoruz, do¤al ve temiz bir yaflam›n yollar›n› ar›yoruz. Fransa’ya gitmek istedi¤inizi duyduk. Fransa seyahatinizin amac› ne? Paris’te, Pazarc›kl› hemflerilerimizle bir gece düzenleyece¤iz. Umudu oraya da tafl›maya çal›flaca¤›z. José Bové’yle de bir görüflmemiz olacak. Kendisi geçen sene bir dan›flman›n›, Profesör Martin’i göndermiflti Pazarc›k’a. Onlara iki bin sayfal›k doküman verdik, birço¤unu Frans›zcaya çevirdiler. Eylemlerimize, duruflmalar›m›za onlar da kat›lacak. Yaz›n yapaca¤›m›z festivale José Bové’yi de davet etmek istiyoruz. Alman Yeflilleriyle de iliflkimiz var. Gazeteci Metin Ye¤in geçenlerde, M›s›r’da bir köyle bizim köyü kardefl ilan etmeyi teklif etti. “Kardefl de oluruz, akraba da” diye yan›t verdik. Sadece Avrupa’da de¤il, Ortado¤u’da da kardefllik iliflkileri kurmaya çal›flaca¤›z. Dünya bir tane ve biz bütün s›n›rlar›n geçici oldu¤una inan›yoruz. Çevre bilinci üzerinden, insanlararas› kardeflleflme duygusunun artaca¤›n› düflünüyoruz. Kad›n sorunu da, s›n›f sorunu da tart›fl›l›rken, çevre sorunu mutlaka gündeme gelecektir, çünkü bu bir sistem sorunu. Bergama köylüleri gibi bas›n›n dikkatini çekecek eylemler yapmay› düflünü-
Beyaz Ad›mlar Platformu bir toplant›da. “Önce fabrikalar, sonra hastaneler, flimdi de yaflam hakk›m›z özellefltiriliyor. ‹nsanlar, binlerce y›ld›r yaflad›klar› topraklar› terk etmek zorunda kal›yor. Türkiye’de yaklafl›k elli yerde, mücadele veren yerel ekoloji hareketleri var. Bunlar›n hepsi köylü tabanl› ve yerel direnifller. fiimdiye kadar hep kentli orta s›n›flar›n u¤rafl›, daha ekstrem bir muhalif alan gibi görünen çevre mücadelesi, birden kitlesel bir boyut kazand›.”
Beyaz Ad›mlar Platformu olarak do¤rudan ma¤durlar›n mücadelenin özneleri olmas› için çaba sarfediyoruz. Ma¤durlar›n kamuoyunda görünür k›l›nmas›, yaln›z b›rak›lmamas›, yerel ve uluslararas› çevre hareketiyle buluflmas› çok önemli. Sözünü etti¤iniz fon alan çevre örgütleriyle iletifliminiz var m›? Hay›r, çünkü sermaye yat›r›m kaleminin bir k›sm›n› “halkla iliflkiler”e ay›r›p yerel halk›n olas› tepkilerini yok etmeye çal›flmak için baz› çevre dernekleri kuruyor. Dikkat edin, bu tür yat›r›mlar›n yap›ld›¤› her yerde, bir de çevre derne¤i kuruldu¤unu görürsünüz. Bu dernekler, “yat›r›m› engellemeyin, denetleyin” gibi argümanlarla halk›n tepkisinin içini boflaltmaya çal›fl›yor. Bu tür yerlerde karfl›m›zda sermayeyi de¤il, çevre derneklerini görüyoruz. Di¤er yandan, Tema veya Greenpeace gibi örne¤in 350 bin üyesi olan bir örgütün kendi yönetimini bile seçemeyecek kadar anti-demokratik oldu¤unu
görüyorsunuz. Baz› derneklerin baz› flirketlere çevre patenti, uygunluk standartlar› verdi¤ini görüyorsunuz. Türkiye’de çimento fabrikalar›n›n yayg›nlaflmas›n› neye ba¤l›yorsunuz? Cumhuriyet tarihi boyunca kurulan çimento fabrikas› say›s› 58. Bunlar›n y›ll›k toplam kapasitesi 43 milyon ton. Son iki y›ld›r, bunun üç misli kapasitede fabrika kuruldu. Oysa, 43 milyon ton bile kapasite fazlas› üretimdir. Devlet Planlama Teflkilât›, son iki raporunda, çimento fabrikalar›na verilen teflvikin kald›r›lmas› gerekti¤ini vurgularken, ayn› dönemde kurulan tüm çimento fabrikalar› teflvikten yararland›. Çimento fabrikalar›n›n art›fl›, bir devlet politikas›. Üstelik bu fabrikalar, Pazarc›k ve Gönen ovalar›, Rize, Fethiye gibi Türkiye’nin en verimli topraklar›na kuruluyor. Çünkü yer seçimi yap›l›rken otoban veya demiryoluna yak›nl›klar› hesaplan›yor, tar›m alan› olup olmad›¤›na de¤il, ulafl›m›n›n kolayl›¤›na bak›l›yor. Pazarc›k’a kurulan iki fabrikan›n y›l-
yor musunuz? Biz kendimizi ilginç k›lma türünden fleylere girmedik. ‹fli kendi do¤al›nda yürütmeye çal›flt›k, öyle de götürme niyetindeyiz. Gerekirse, ilginçlikler de yapar›z, dert de¤il. Geçen y›l Yol TV’de “Türkiye çevre hareketi tart›fl›yor” bafll›kl› bir program vard›. Uflak-Eflme’den, RizeF›nd›kl›’dan, Sinop’tan, Bergama’dan, Türkiye’nin her yan›ndan telefonla kat›l›m›n oldu¤u bir programd›. Bizim ad›m›za da, 75 yafl›ndaki Fidan teyze konufltu. ‹llâ mühendis, hukukçu olmak gerekmiyor; Türkçe bilmedi¤i için Kürtçe konufltu. Ama en iyi konuflan, derdini en do¤al dile getiren oydu. Derdini anlatmak için ilginç olman gerekmiyor. Çimento fabrikalar›n› kapatt›rabilirseniz, evinize mi döneceksiniz? Hay›r, biz bir felsefenin peflindeyiz. Zaten evimizde de¤ildik, yine evimize dönmeyece¤iz! Sonuçta, bizim evimiz topra¤›m›zd›r. Topra¤›m›z›n üstüne zehir saçan fabrika kuruldu¤unda, biz evimizden at›lm›fl oluyoruz. Siz ne tar›m› yap›yorsunuz? Akdeniz ikliminin etkileri hâkim bizim bölgede. Yetiflmeyen bir fley yok. Topra¤›m›z çok verimli. Ne ekersen, onu biçersin. Y›lda iki veya üç ürün ekip biçebilirsin. Mükemmel bir serac›l›k, organik tar›m yapabilirsin. Ben pamuk, pancar ekiyorum. Onun d›fl›nda, bu¤day, m›s›r, arpa, domates, patl›can, kavun, karpuz da yetifltiriyorum.
Söylefli:‹rfan Aktan
yor. Teknik konularda, bilim kurulumuz arac›l›¤›yla hocalardan destek alaca¤›z, “bilgilerinizi hep zenginlerle paylaflt›n›z, biraz da bizimle paylafl›n” diyece¤iz. Hükümetin 2015’e kadar tar›m› tamamen büyük flirketlere peflkefl çekme plan› hayata geçmiflken, her alanda mücadele kaç›n›lmaz. Düflük fiyat politikas›, yüksek girdi maliyetiyle çiftçiyi iflas ettirmeye, traktörünü satmaya zorluyor bu sistem. Ne gibi engellerle karfl›lafl›yorsunuz? 22 Aral›k 2007’de, Pazarc›k’ta bir dü¤ün salonunda, bir gece düzenledik. Sanatç›lar Reflo ve Cemile Sönmez de gelmiflti. O gün, Marafl tugay›nda asker kalmad› herhalde. Narl› yeniden iflgal edildi. 7-8 bin nüfuslu Narl›’ya bine yak›n asker geldi. Pazarc›k’taki karakollar yetmiyor, ilden asker getiriyorlar. Albay geliyor üstelik. Müthifl bir psikolojik bask› yaratt›lar. Dört-befl yere arama noktas› koydular. Ona ra¤men, salon t›kl›m t›kl›md›. Salon sahibi tehdit edildi. Sonradan da adam›n ruhsat›n› iptal ederek bedel ödettiler. Jandarma, polis, belediye baflkanlar›, milletvekilleri, niye size karfl›? Sonuçta bu, iki flirketin meselesi de¤il mi? Çünkü bu hareketin külyutmaz oldu¤unu biliyorlar. Sistem yalanla, paraya tapmayla, vahfletle, kanla yafl›yor. Di¤er çevre hareketlerini küçümsemiyorum, hepsi k›ymetlidir, ama biz tarihsel bir kökten besleniyoruz. Bergama deneyimi, art›lar› ve eksileriyle bizim için çok önemli. Biz bir grubu veya bir kifliyi mefl-
l›k üretimi 10 milyon tonu bulunuyor, yani her biri sekiz-on fabrika kadar büyük kapasiteli. ‹kisi de “Türkiye’nin tek f›r›nl› en büyük fabrikas›y›z” diye övünüyor. Dünyada, küresel ›s›nma meselesi konuflulurken, en baflta çimento sektöründeki veriler ele al›n›yor, çünkü sera gazlar›n› en fazla bu fabrikalar üretiyor. Türkiye, 1990’dan bu yana yüzde 84’lük sera gaz› emisyonu art›fl›yla dünya birincisi. Son kurulan çimento fabrikalar›n› ve termik santrallerini eklerseniz, Türkiye iktidar›n›n insanl›¤›n gelece¤ini yok etme fütursuzlu¤u konusunda dünya rekortmeni oldu¤unu görürsünüz. Uluslararas› flirketler ve yandafl flirketlerine bu ekolojik y›k›mdan da rant sa¤lamaya çal›flan bir program uyguluyor hükümet. fiu anda otuza yak›n yerde çimento fabrikas› ve termik santral kuruluyor. Pazarc›k’taki iki çimento fabrikas› birbirine çok yak›n m›? Üç kilometre arayla kurulu. ‹ki fabrikan›n ÇED raporu iki gün arayla Çevre Bakanl›¤›’ndan ç›kt›; raporlarda dip dibe iki fabrikan›n kuruldu¤una de¤inilmiyor. Halbuki bu çok önemli bir unsur. Pazarc›k Ovas›’ndan Do¤u Anadolu Fay Hatt› geçiyor. Patlat›lan dinamitler fay hatlar›n› tetikliyor. Ayr›ca, fabrikalar›n köye ve tar›m alanlar›na mesafesi yanl›fl gösteriliyor. Ayn› zamanda, buras› son derece sulak bir ova. Devlet Su ‹flleri’nden (DS‹) yaz› isteniyor. DS‹ “orayla ilgili bir çal›flmam›z yoktur” diyor. Biz DS‹’nin kütüphanesinden, 1973 tarihli “Marafl Ovalar› Hidrojeolojik Etüt Raporu”nu bulduk. Raporda, ovan›n ne kadar zengin su kaynaklar› oldu¤u anlat›l›yor. ÇED tamamen bir formalite. Verilen hiçbir ÇED raporunun bakanl›kça okunmad›¤›n› ispatlamaya da haz›r›z. Raporlar okunmadan imzalan›yor ve flirketlere çevreci makyaj› yap›l›yor. Anadolu’nun köylüleri de bafllar›na gelen bu beladan kurtulmak için ÇED raporlar›n› tek tek okuyup anlamak, çok külfetli davalar açmak zorunda kal›yor. Bu köylüler art›k sahneye ç›kt›, sosyalistlerin ve di¤er muhalif hareketlerin bunu görmesi ve bu köylülerle bir araya gelmenin yollar›n› bulmas› gerekiyor. Venezüella ve Bolivya pratikleri, bu tarz ekolojik hareketle baflar›ya do¤ru yol al›yor.
27
BURMA HALK SANATI
Evo restini çekti
15 N‹SAN - 19 MAYIS 2008 Haz›rlayan: Erdir Zat
BOL‹VYA CIA suflörlerinin f›s›ldad›¤› “Kosova modeli”ne flevkle sar›lan ayr›l›kç› sa¤ muhalefet, hükümet ve ordunun ikâz›na ra¤men 4 May›s’ta, ülkenin en zengin eyaleti Santa Cruz’u “özerklefltirme” referandumunu gerçeklefltirdi. Baflkan Evo Morales yanl›lar›n›n boykot etti¤i referandumdan ç›kan “evet” sonucu, eyalet yönetimine toprak ve vergi denetimini üstlenme ve yerel kararlar› merkezî yönetimden ba¤›ms›z olarak alma yetkisi veriyor. Ama referandum çoktan “yasad›fl› ve geçersiz” ilân edilmifl durumda. Nüfusun ço¤unlu¤unu oluflturan yerlilere tarihsel olarak esirgenmifl haklar›n› iade eden yeni
anayasay› oluflturma sürecini sabote eden bu derin siyasî gerilimin Bolivya’y› içsavafla sürüklemesinden endifle ediliyor. Süreci yönetme konusunda uluslararas› takdir toplayan bir metanet gösteren Baflkan Morales, hamleye gene kendi yöntemleriyle cevap verdi: Güvenoyu referandumu. Bolivya 10 A¤ustos’ta, Morales, baflkan yard›mc›s› Alvaro Garcia Linera ve dokuz eyalet valisinin görevlerine devam edip etmemesi konusunda referanduma gidecek. Morales ülkede ilk kez yaflanan bu halk oylamas›n› kaybetmesi halinde görevden çekilmek durumunda kalacak. Ama s›nanmıfl halk deste¤ine güveniyor, “hodri meydan” diyor.
fliddet kullanma yoluna gitmeleriydi, fakat as›l agresif ve uzlafl›lmaz Likud’un liderli¤indeki ‹srail’in antlaflma flartlar›n› bozmas›, bu sürecin sona ermesinin bafll›ca nedeni say›la‹srail’in 60. kurulufl y›ldönümü kutland›. Ama gökyüzünde k›rk y›ld›r iflgal bilirdi. Oslo ruhuna karfl› gerçeklefltirilen en alt›ndaki Filistin topraklar›ndan sal›nan kara balonlar vard›. Bir mecaz olmaktan göze çarpan ihlâller, Bat› fieria’daki yasad›fl› ç›k›p gerçe¤e dönüflen “demir duvar” protesto edildi. ‹kiye bölünmüfl Filistin’e Yahudi yerleflimlerinin sürekli olarak genifllekarfl› uygulad›¤› zulüm politikalar› art›k ‹srail’in kendi varl›¤›n› tehdit ediyor. mesi ve bu alanlar› ‹srail’e ba¤layan yollar›n yap›lmas›d›r. Bu yerleflimler, Filistinlilerde nefret uyanAV‹ SHLA‹M larla halletmeye karar verdi. Filistinliler, 1948 Open Democracy, 8 Mayıs 2008 y›l›nda sahip olduklar› Filistin topraklar›n›n d›ran bir iflgalin sembolleriydi. Anlaflmazl›kyüzde 78’inden vazgeçmelerinin karfl›l›¤›nda, lar›n daimi kayna¤›n› oluflturuyorlard›, geleREV‹ZYON‹ST Siyonizmin kurucusu olarak s›n›rlar› Bat› fieria’dan Gazze fieridi’ne kadar cekteki Filistin ülkesinin karasal s›n›rlar›n› bilinen Vladimir Jabotinsky, 1923’te “Demir uzanan bir bölgede, baflkenti Do¤u Kudüs’te tehdit eden unsurlard›. Filistinliler, yasad›fl› Duvar” adl› makalesini yay›nlad›. Bu makale- bulunacak olan ba¤›ms›z bir devlet kurabile- yerleflimleri ‹srail’in görüflmeleri iyi niyetlerde Arap milliyetçilerin Filistin’de bir Yahudi ceklerini düflünmüfltü. Onbefl y›l sonra Filistin- le sürdürmedi¤inin kan›t› olarak görüyor, Osdevleti kurulmas›na her zaman karfl› koyaca¤›- liler, ‹srail ile yapt›klar› tarihi uzlaflma hakk›n- lo’nun alt›ndaki amac›n iflgale son vermek den›, bu yüzden iki taraf›n bir anlaflmaya varma- da büyük bir hayal k›r›kl›¤› yafl›yor. ¤il onu baflka bir k›l›fa sokmak oldu¤unu düs›n›n mümkün görülmedi¤ini öne sürmüfltü. flünüyorlard›. Siyonist projeyi gerçeklefltirmenin tek yolu, Görünmez muhatap 2001 y›l›nda, Ariel fiaron’un baflbakan seYahudilerin askeri güçleriyle örece¤i “demir Oslo bar›fl sürecinin sona ermesinin nedenle- çilmesiyle birlikte, ‹srail ilk safhaya geri dönduvar”›n gerisinde faaliyetleri sürdürmekti. rinden biri, Filistinlilerin 2000 eylülünde alev- dü, bütün h›nc›yla yeniden demir duvar straBaflka bir deyiflle, Siyonist proje, yaln›zca tek- lenen ikinci intifadada (El Aksa) eskisi gibi tejisini kullanmaya bafllad›. fiaron’un Filistintarafl› hareketle, askeri güç kullan›m›yla gerlilere politik sahada pazarl›k yapçeklefltirilebilirdi. mak üzere sunacak bir teklifi yoktu. Jabotinsky’nin stratejisi, Siyonist hareketi O hep bir savafl adam› olmufltu. muazzam bir güce sahip olaca¤› bir yerde koVahfli çözümlerin flampiyonuydu. numland›rarak, yerel karfl›tlar›yla kolayca bafl Bir politikac› olarak, Oslo da dahil, etmesini sa¤lamakt›. Demir duvar, bir son olFilistinlilerle uzlaflmay› öngören maktan çok sona ulaflmay› sa¤layacak bir araçtüm giriflimlere karfl› ç›km›flt›. El t›. Araplar›n, Yahudi devletini ortadan kald›rAksa intifadas›na cevap olarak çok ma umutlar›n› söndürmeye yönelikti. Bunun daha büyük ölçekte askeri güç toparkas›ndan ikinci safha gelecekti: Araplarla Filad› ve Filistin halk›na karfl› F-16 salistin’in statüsü ve ulusal haklar üstüne pazarvafl uçaklar›n› kulland›. l›¤a oturmak. Yani, Yahudilerin askeri gücü, ‹fl bafl›nda oldu¤u befl y›l boyunFilistin’in tümü üstünde hak iddia eden Filisca, Filistin Özerk Yönetimi’nin vahtinlilerle yap›lacak siyasî antlaflma yolunda fleti kesin bir flekilde sona erdirmeilerlemek üzere kullan›lacakt›. sini flart koflarak bölgelerin s›n›rlar› ‹srail devletinin tarihine bakt›¤›m›zda, hakk›nda yeniden görüflmelere baflonu, demir duvar stratejisinin bir sa¤lamas› lamay› dikbafll›l›kla reddetti. Bu olarak yorumlayabiliriz. Araplar –önce M›s›rl›flart›n›n yerine gelmesinin imkans›z lar, sonra Filistinliler ve daha sonra da Ürdünoldu¤unun bilincindeydi. Bu yüzlüler– ac› deneyimler sonucu ‹srail’in savaflta den inatla diretti. Filistin Özerk Yöyenilemeyece¤ini anlad› ve bunun sonras›nda netimi’ne oluflum sürecindeki bir içinde bulunduklar› zay›f konumun flartlar›yla devletin hükümeti olarak de¤il, biantlaflmalar yapmaya mecbur b›rak›ld›. 1993 rincil görevini –‹srail’in güvenli¤ini y›l›nda ‹srail ile Filistin Kurtulufl Örgütü muhafaza etmek– baflar›yla yerine (FKÖ) aras›nda imzalanan Oslo Antlaflmas›, getiremeyen bir tafleron olarak davyüzy›ll›k Filistin meselesi hakk›nda önemli bir rand›. fiaron’un yurttafllar›n›n çodönüm noktas›yd›. Birinci safha olan “demir ¤unlu¤u, onun, bar›fl yanl›s› Filisduvar”dan ikinci safhaya at›lan ad›md›, y›ld›rtinli bir muhatap bulam›yoruz iddima stratejisinin ard›ndan gelen müzakere döas›na inanm›flt›. Gerçekte ise, onun neminin iflaretçisiydi. liderli¤indeki ‹srail bar›fl için herOslo Antlaflmas› ile birlikte ‹srail ve FKÖ hangi bir ad›m atma iste¤inde debirbirini tan›d› ve fikir ayr›l›klar›n› bar›flç›l yol- Batı fieria’da ‹srail’in kuruluflunun 60. yıldönümü “kutlamaları” ¤ildi.
‹SRA‹L Kuvveden fiile “demir duvar”
29
Lugo’nun “çokanlamlı” zaferi PARAGUAY Haiti’den sonra Latin Amerika’n›n en yoksulu olan kâbuslar ülkesi Paraguay, yepyeni bir tarihsel bir dönemece girdi. Yoksulluk ve iflsizli¤e karfl› genifl tabanl› bir halk hareketi yaratan eski piskopos Fernando Lugo, baflkanl›k seçimini kazanarak egemen elitin partisi Colorado’nun 61 y›ll›k sa¤ iktidar›na son verdi. K›tan›n öteki ülkelerinde oldu¤u gibi solun her renginden; yerlilerden, topraks›z köylülerden ve sosyal adalet aray›fl›ndaki Katolik unsurlardan destek sa¤layan Lugo, yüzde 41 oyla en yak›n rakibine on puan
fark att›. Tehlikenin fark›nda olan iki büyük sa¤ parti, 2006’da Kilise’deki iktidar yanl›s› muhafazakârlar›n bask›s›yla istifa ederek siyasete at›lan muhalif piskoposun adayl›¤›n› düflürmek için her yolu denedi. Lugo’nun istifas›n› kabul etmeyen Vatikan da bu çabaya alttan destek verdi. Ama Lugo en temel yurttafll›k hakk›n› savundu¤u hukuk savafl›n› kazand›. Katolik inanc›n içinde geliflen Marksist
Uzun vadeli çaba Bar›fl konusunda ahkam kesen fiaron’un as›l amac› siyasî soyk›r›md›: Filistinlilerin Filistin’de ba¤›ms›z bir siyasî güç olarak varl›k göstermesine imkân vermemekti. 2003 haziran›nda, Ortado¤u Dörtlüsü (BM, ABD, AB ve Rusya) 2005’te ‹srail’in yan›nda ba¤›ms›z bir Filistin devletinin kurulmas›n› öngören bir plan› “yol haritas›” olarak gündeme getirdi. fiaron hükümeti, “yol haritas›”n› onaylamas›na ra¤men izledi¤i politikalar› de¤ifltirmedi. ‹srail Savunma Kuvvetleri’ne, Filistin topraklar›na sald›rmalar›n› emretmeye devam etti. Araplar›n Bat› fieria’y› terk etmesini sa¤lamak için Filistinli militanlar katlediliyor, evler tahrip ediliyor, a¤açlar kökünden sökülüyor, soka¤a ç›kma yasaklar› uygulan›yor, özgürlüklere s›n›rlamalar getiriliyor, insanlar kasti olarak sefil bir yaflama, açl›¤a ve türlü zorluklar alt›nda yaflamaya mahkûm ediliyordu. Bütün bunlar yaflan›rken bir yandan da, “do¤al büyüme” kisvesi alt›nda, “yol haritas›” flartlar›n› utanmaz bir flekilde ihlâl eden ‹srailli yerleflimcilerin Bat› fieria’ya yerleflme hareketleri devam ediyordu. Ayn› derecede önemli bir baflka olay ise hükümetin Bat› fieria’da güvenlik bariyeri diye adland›rd›¤› bir duvar örmeye bafllamas›yd›. Gerekçe terörist sald›r›lar›ndan korunmakt›, fakat pekâlâ yasad›fl› toprak ihlâliyle de iliflkilendirilebilirdi. ‹srail bu duvar› örerken, Filistin’in zarar›na, tektarafl› s›n›r düzenlemesi yap›yordu. Bu Filistinlilere karfl› aç›k bir flekilde sürdürülen, çocuklar› okuldan, çiftçileri topraktan ve köylüleri sa¤l›k hizmetinden mahrum eden “ben yaptım oldu” vahfletiydi. Duvar, uluslararas› hukukun çirkin bir ihlâliydi. Uluslararas› Adalet Divan› ve BM Genel Kurulu taraf›ndan k›nanan bir eylem olmas›na ra¤men ald›rmazl›kla duvar›n inflas›na devam edildi. fiaron’un “buldozer” olarak adland›r›lmas› bofl yere de¤ildi. Jabotinsky için “demir duvar” askeri gücü anlatmak için kullan›lan bir mecazd›, fakat Ariel fiaron’un ilkel ellerinde bu anlam i¤renç bir fiziksel gerçekli¤e dönüfltü; bar›fl ve uzlaflmaya karfl› yap›land›r›lan afl›lmaz bir bariyer, bir bask› arac› olarak hayat buldu. Zaman›n ve demografik koflullar›n ‹srail’in lehine olmad›¤›n› fark eden fiaron ve yard›mc›s› Ehud Olmert, ‹srail’i Filistinlilerin yo¤unlukta oldu¤u ana merkezlerden uzak tutmaya çal›fl›rken, bir yandan da Filistinlilere ait topraklar› olabildi¤ince ellerinde tutmaya çal›fl›yordu. 2005’te gündemlerinde olan plan, bir bar›fl plan› olmaktan çok gene ‹srail’in uygula-
30
kurtulufl teolojisi hareketine uzak dursa da, toplumsal ve ekonomik adaletin, yerli haklar›n›n savunucusu, cesur bir din adam› olarak sayg›nl›k kazanan Lugo, elindeki sosyal devletçi ajandayla dünya tarihinin en uzun süreli iktidarlar›ndan birinin yaratt›¤› çürümeyi sona erdirmeyi vaat etti. Bu, ülkenin iflkenceyle kurulmufl tarihinde görülen en büyük siyasî rest olarak kabul ediliyor. Zira, Paraguayl›lar sadece kendi eliti de¤il, çevresindeki ülkeler ta-
d›¤› stratejinin bir parças›yd›: ‹srail, Gazze fieridi’nden ve Bat› fieria’daki dört terkedilmifl yerleflim biriminden çekilme karar› alm›flt›. Karakteristik olarak, plan Filistinlilerin hak ve ç›karlar›n› görmezden geliyordu ve görüflmelere temel olmak üzere Filistin Özerk Yönetimi’ne sunulmas›na bile gerek görülmemiflti. fiaron, Gazze’den çekilerek dünyaya yol haritas›na uygun hareket etti¤ini, iki devletli çözüme dayanan bar›fl yap›lanmas›nda yer almak istedi¤ini göstermiflti. Fakat sa¤c› destekçilerine flöyle diyordu: “Benim plan›m Filistinlilere birçok zorluk yaflatacak ölümcül bir vurufl. Tektarafl› hareketin içinde bir Filistin devletinin ad› yok.” Hareketin as›l amac›, Kudüs’ü Bat› fieria’daki dört ana yerleflim birimi ile birlefltirerek daha da büyümekti. Gazze’den çekilmek, temel olarak Filistin ulusal kimli¤ini reddetme politikas›n›n bir devam›yd›. Eflit olmayan bir çekiflme Likud’un Gazze’den çekilmesine gelen itirazlar›n büyük ço¤unlu¤u gene ayn› partinin üyelerindendi; bunlar da parti içindeki güç çat›flmalar›yla ba¤lant›l›yd›. Halk deste¤iyle baflka bir hareket olarak su yüzüne ç›kan Ariel fiaron, Likud’dan ayr›l›p ‹branicede “ileri” anlam›na gelen Kadima’y› kurdu. 2006 oca¤›nda, fiaron beyin kanamas› geçirdi ve girdi¤i komadan ç›kamad›. Yeni partinin liderli¤ini Ehud Olmert üstlendi ve 2006 seçimlerini kazanarak ‹flçi Partisi ile birlikte bir koalisyon hükümeti kurdu. ‹ç politik geliflmelerin d›fl politikaya herhangi bir önemli etkisi olmad›. Hatta d›fl politikan›n istikrarl›l›¤› dikkat çekiciydi. T›pk› fiaron gibi Olmert de giderek büyüyen bir ‹srail’in hayat boyu destekçisi olabilirdi. Gazze’den tektarafl› çekilme fikri esasen Olmert taraf›ndan ortaya at›lm›flt›. Baflbakan olmas›yla birlikte Olmert, ‹srail’in do¤u s›n›r›ndan geri çekilerek, bu düflüncesini mant›ksal bir sonuca ba¤layaca¤›na dair iflaretler vermiflti. Sadece bir farkl›l›k vard›. fiaron güvenlik bariyerinin ülkenin son politik s›n›rlar›n› gösterdi¤ini reddediyordu. Olmert ise inflas›n› tamamlamakta kararl› oldu¤u bariyerin ‹srail devletinin son s›n›rlar›n› gösterdi¤ini aç›klad›. T›pk› fiaron gibi Olmert de Filistin Özerk Yönetimi ile iflgal alt›ndaki topraklara iliflkin bir görüflme yapma konusunda isteksizdi. T›pk› fiaron gibi Olmert de tektarafl› davran›yordu. Her ikisi de, ‹srail-Filistin çat›flmas›na bir çözüm bulmak üzere y›llarca süren görüflmele-
raf›ndan da tecavüze u¤rat›lm›fl bir toplumu oluflturuyor. Tarihsel olarak Güney Konisi’nin büyük endüstrilerinin “ucuz emek ordusu” olagelmifller... Paraguay, Güney Amerika tarihinin en kanl› savafl›nda (1870) kendisine karfl› birleflen Brezilya, Arjantin ve Uruguay ordular›na yenildi. Ülkede yaflayan erkek nüfusun galipler taraf›ndan katledildi¤i ve kad›nlar›n zorla “döllendi¤i” bu savafltan sonra bugünkü s›n›rlar›na gerileyen Paraguay, Bolivya gibi denizle ba¤lant›s› olmayan ve ekonomik aç›dan komflular›na ba¤›ml› bir ülke oldu. Koltu¤u devreden Nicanor Duarte’nin, sa¤ bir lider olmas›na
rin sonucu olarak ortaya ç›kan “topraklar› terk etmenin bar›fl› getirece¤i” inanc›n›n gere¤ini yerine getirmeyi reddediyordu. Her ikisi de vahflete son vermek için seçildiler, fakat sürdürdükleri politika yaln›zca karfl›l›kl› anlaflma ile çözülebilecek bir çekiflmeyi güçlendirmek oldu. Bu politika sürdürüldükçe bar›fl konusundaki dönemeci geçme flans› kalmayacakt›, çünkü yaratt›klar› bu k›s›r döngünün içinde dönemeçler yer alm›yordu. Kendinden önce baflbakan olanlar gibi Olmert de savunulamaz politikalar›n gereklili¤ini kan›tlamak için, sürekli olarak sahte güvenlik tart›flmalar› yaratt›. Gerçekte Filistinliler ‹srail’in güvenli¤ine bir tehdit oluflturmuyor, hatta tam tersi, ‹srail’in Filistinlilere karfl› tehdit oluflturdu¤u söylenebilir. Eflit olmayan bir çekiflme bu; savunmas›z Filistinli Davud ile a¤›r silahlarla donanm›fl zalim ‹srailli Calut aras›nda yaflanan. ‹srail’in seçimi ‹srail altm›fl y›ld›r güvenli¤ini sa¤lamak ya da varl›¤›n› sürdürmek için de¤il, 1967’de iflgal etti¤i topraklar› elinde tutmak için savafl›yor. Yeflil çizgi s›n›rlar› içinde bulunan ‹srail kesinlikle yasal, fakat bu s›n›rlar› aflan Siyonist sömürgeci proje için bu söylenemez. ‹srail’in kendi topraklar› üzerinde bulunan Filistinlilere karfl› sürdürdü¤ü savafl bir sömürge savafl›. T›pk› di¤er sömürge savafllar› gibi bu savafl da vahfli, saçma, ço¤unlukla sivilleri hedef al›yor. Uzun vadede baflar›s›zl›¤a mahkûm bir savafl. Gazze’yi, Bat› fieria’n›n büyük bir bölümünü kapsayacak ve baflkenti Do¤u Kudüs’te yer alacak ba¤›ms›z bir Filistin devleti er geç kurulacak kuflkusuz. Güçsüz, kalabal›k, mültecilerle dolu, ekonomik olarak ba¤›ml› ve önemsiz bir askeri güce sahip olacak. ‹srail’in iki seçene¤i var; ya kaç›n›lmaz olan fleyi nezaketle kabul edecek ya da kurulmakta olan Filistin devletini k›zd›rmaya, ona karfl› durmaya, onu s›n›rland›rmaya devam edecek. Adalet ve ahlâk kadar, ç›karlar› gözetme duygusu da birinci seçene¤i iflaret ediyor. Çünkü ‹srail, Filistinlilerin özgür iradesini tan›mamaya devam ederse kendi yasall›¤› da sorgulanacak gibi görünüyor. ‹srail, Bat› fieria’n›n büyük bir bölümünden geri çekilmeli ve bunu Filistinlilere de¤il kendine bir iyilik yapmak olarak görmeli. Çünkü Karl Marx’›n da belirtti¤i gibi bir baflka ülkeye bask› uygulayan bir ülke özgür kalamaz. Çeviren: Pınar Uygun
ra¤men, özellikle Lula ve Güney Amerika’da peflpefle iktidara gelen öteki sol liderlerle iyi geçinmeye çal›flmas› ve AB’nin yolundan giden Mercosur pakt›na dört elle sar›lmas›n›n sebebi bu ba¤›ml›l›kt›. Öte yandan geçmiflle ilgili korkular, Paraguay’› Washington’un kuca¤›na düflürdü; Pentagon’un sosyalizm sürecine giren Bolivya’ya karfl› en etkili askeri üssü haline geldi. Lugo bu iki güce karfl› direnece¤ini söylüyor. Hem Brezilya’ya piyasa fiyat›n›n çok alt›nda elektrik satmaktan kurtulmay›, hem de ABD’nin dayatt›¤› neoliberal düzenin talan›na karfl› olmay› vaat ediyor. ‹zliyoruz...
Yabanc›lara etnik temizlik
Mugabe gitmek bilmiyor
Silah, alt›n, skandal
GÜNEY AFR‹KA Johannesburg’ta, yerel halk›n, Mugabe rejiminden kaçan Zimbabveli mültecilerin s›¤›nd›¤› bir kiliseye sald›rmas›yla bafllayan fliddet olaylar›, hem ülkenin di¤er kesimlerine yay›larak hem de hedef ald›¤› göçmen etnisitelerin say›s›n› art›rarak devam etti. Yoksullar yabancı yoksullara sald›rd›. Biz matbaaya giderken ölü say›s› 23’ü bulmufltu. 5 milyona yak›n göçmenin bulundu¤u ülkede olayların yabanc›lara karfl› bir etnik temizlik hareketine dönüflmesinden endifle ediliyor. Johannesburg’ta bulunan yüzbinlerce Zimbabveli, kiliselere, hastanelere ve k›fllalara s›¤›nm›fl durumda.
Z‹MBABVE Sefalete terketti¤i halk› Güney Afrika’da etnik temizli¤e maruz kalan diktatör Robert Mugabe, yeni bir seçim h›rs›zl›¤› giriflimi içinde. 29 Mart’ta yap›lan baflkanl›k ve parlamento seçimlerinde ilk kez parlamentodaki ço¤unlu¤u kaybeden Mugabe, koltu¤unu da kaybetmemek için sonuçlara itiraz etti, oylar›n yeniden say›lmas›n› istedi. Daha önce yüzde 50.3 oyla kazand›¤› duyurulan muhalif aday Morgan Tsvangirai’nin oy oran› ikinci say›mdan sonra yüzde 48’e düfltü ve seçim kurulu baflkanl›k seçiminin 23 May›s’taki ikinci tura kald›¤›n› aç›klad›. Mugabe ilk turda yüzde 43 oy toplad›.
KONGO BBC, Kongo Demokratik Cumhuriyeti’nde görev yapan Birleflmifl Milletler Bar›fl Gücü’ne ba¤l› Hindistan ve Pakistan askerlerinin isyanc› milislere alt›n ve fildifli karfl›l›¤›nda silah verdi¤ini ortaya ç›kard›. Askerlerin ayr›ca alt›n kaçakçıl›¤› vakalar›na da kar›flt›¤› belirlendi. BM ve muhatap ülkeler taraf›ndan reddedilen skandal, ilk kez ‹nsan Haklar› ‹zleme Örgütü taraf›ndan farkedilmifl, hatta 2005’te BM’ye rapor edilmiflti. Örgütün BM sorumlusu Steve Crawshaw, “BM’de art›k bar›fl de¤il siyaset yap›l›yor. Pakistan’la iliflkileri bozmak istemedikleri için yasad›fl› faaliyetlere göz yumuyorlar” dedi.
LÜBNAN Beyrut-Kahire-Basra direnifl hattı Hükümetin özellefltirme program›na karfl› yap›lan genel grev ile bafllayan çat›flmalar›n sonucunda Hizbullah, Beyrut’un yar›s›n› ele geçirdi. Lübnan tekrar içsavafl atmosferine girdi. Ama bu kez yaflanan çok daha d›fla dönük, Arap dünyas› geniflletilmifl Ortado¤u co¤rafyasında neoliberalizme baflkald›r›yor.
Fuad Sinyora’nın cehennemi: Genel greve demir yumrukla cevap verilince Beyrut sokakları bu hale döndü
ASLINDA aylard›r ayn› hikâyeyi yaflamaya devam ediyoruz. Lübnan’da cumhurbaflkan› aylard›r seçilemiyor. Güney bölgesi tamamen Hizbullah’›n kontrolüne geçmifl durumda. 1975’ten sonra ilk defa Beyrut’un tekrar gettolara bölündü¤ü haberleri geliyor. Nicedir Lübnan’da herkesin yüre¤i a¤z›nda. Lübnan asl›nda uzun zamand›r yönetim sistemini bulmufla benziyordu. Cumhurbaflkan›n›n Marunî oluflu, baflbakan›n Sünni oluflu, meclis baflkan›n›n fiii oluflu “dertsiz bafl çilesiz afl” için yeterli gibiydi. ‹fller Lübnan Ortado¤u’nun ‹sviçre’si, Paris’i olmaya kalk›fl›nca kar›flt›. Bu noktada fiah döneminin ‹ran’›n› da hat›rlayabiliriz pekâlâ. Hani bizdeki baz› ulusalc›lar›n da hâlâ g›pta etti¤i modern Tahran görüntülerini… ‹flte ay bafl›ndan bu yana Beyrut’ta yaflanan içsavafl provas›nın temelleri de yatıyor. Bam teli titreflince... Her fley Lübnan hükümetinin Hizbullah taraf›ndan kurulmufl olan özel telefon flebekesini yasad›fl› ilan etmesiyle bafllad›. Hükümet, ayn› zamanda Hizbullah’a yak›nl›¤› ile bilinen Beyrut Havaalan› güvenlik flefini de görevden
ald›. ‹letiflim Bakan› Gazi el Aridi, “Hizbullah’›n Lübnan topraklar›nda kurdu¤u telefon flebekesi yasad›fl› ve gayrimeflrudur. Devletin egemenli¤ine ve kamu fonlar›na da bir sald›r›d›r. Bu ifle kar›flm›fl olduklar› kan›tlanan birey, kurulufl, parti ya da flirketlere karfl› cezai kovuflturma bafllataca¤›z” dedi. Hizbullah’›n zaten y›llard›r faaliyet gösteren bir televizyonu ve radyosu vard›. Bu krizde sözü edilen sistemin ise geliflmifl bir sabit hatl› telefon flebekesi oldu¤u, Lübnan’›n do¤u ve güneyini kapsad›¤› belirtiliyor. Hizbullah ise bu flebekenin, ülkeyi ve kendisini korumak için gerekli olan altyap›n›n önemli bir parças› oldu¤unu savunuyor. 2006 y›l›ndaki savaflta ‹srail’e karfl› direniflin baflar›l› olabilmesinde flebekenin önemli bir pay› oldu¤u söyleniyor. Hükümet ayr›ca geçen hafta Hizbullah’›, Beyrut’taki uluslararas› havaliman›na gizli kamera yerlefltirmekle suçlam›fl ve havaliman›n›n güvenlik sorumlusunu görevden alınm›flt›. Hizbullah, bu kameralar› Suriye karfl›t› yabanc›lar› izleyebilmek için kurdu¤unu iddia ediyordu. Hükümet ise milli egemenli¤in zarar gördü¤ünü söylüyordu. Burada parantez aç›p hat›rlamakta fayda
var ki, Hizbullah ve Suriye uzun zamand›r Lübnan’› olas› bir ‹srail iflgaline karfl› koruyacak temel güvence olarak görülüyor. Sonuçta 2000 y›l›nda ‹srail ordusunu Lübnan’dan kovalamay› baflaran örgüt Hizbullah oldu. Filistin’de FKÖ ya da El Fetih ya da Hamas böyle bir baflar› elde edememiflti mesela. Böylece hem ABD hem de ‹srail Hizbullah’a karfl› iyice bilenmifl oldu. Çok de¤il, bir sene sonraki 11 Eylül sald›r›s›ndan sonra ABD yönetimi Ortado¤u’ya yeni düzen getirebilmek için istedi¤i f›rsat› elde etti. Bafllama vuruflu 2000 y›l›nda Ariel fiaron’un Harem ül fierif’i ziyaretiyle yap›ld›. fiaron’un olayl› ziyareti yafland›¤›nda 11 Eylül henüz olmam›flt›. Sonras›nda 11 Eylül, Beyrut kasab›na baflbakanl›¤› hediye etmiflti. ‹flte son yaflanan telefon hatt› ve havaalan› güvenli¤i krizi neoliberal hükümetin Hizbullah’a karfl› savafl ilân etmesi demek oluyordu. Hizbullah’›n cevab› ise 7 May›s’ta ilân edilen bir günlük genel grevi desteklemekti. Beyrut’ta hayat felç oldu. Hükümet güçleri ve Hizbullah milisleri aras›nda sokak çat›flmalar› bafllad›. Bu çat›flmalar sonunda 81 kifli öldü, 250 kifli yaraland›. Hizbullah Bat› Beyrut’u ele geçirdi. Güneyin kontrolü de zaten kendilerinde oldu¤u için Beyrut’un yar›s› Hizbullah’›n denetimine girdi. Yeni Ortado¤u enternasyonalizmi 7 May›s’ta Beyrut’ta bafllayan genel grevden bir ay önce de M›s›r büyük bir emekçi direnifline sahne olmufltu. Yaklafl›k çeyrek as›rd›r M›s›r’› demir yumrukla yöneten Hüsnü Mübarek’e karfl› devam eden bir mücadele vard›. Mübarek de hem önemli sendika liderlerine hem de Müslüman Kardefller gibi kilit siyasi hareketlere yönelik büyük gözalt› harekât›na bafllam›flt›. Buna ra¤men Nil deltas›nda yer alan El Kübra mahallesi büyük bir direnifle sahne oldu. Greve destek veren üniversite ö¤rencilerine o gün s›nav koymak da dâhil olmak üzere her yol denendi, ama Kahire ve ‹skenderiye gibi büyük flehirlerde kat›l›m büyüktü. Özellikle Kahire’de hayat durmufltu. M›s›r’da grevcilerin talepleri aras›nda asgari ücretlerin yükseltilmesi, düzgün bir sa¤l›k sistemi, e¤itim sitemi ve adil bir hukuk sistemi vard›. Hilvan ve El Ezher üniversiteleri Mübarek’in buyruklar›na uymay› reddettiler. Baflta avukatlar olmak birçok sayg›n meslek kuruluflu grevlere dâhil oldu. Sol cepheden Kifaya hareketi, ‹slami cepheden Müslüman Kardefller greve kay›ts›z flarts›z destek verdi.
31
Maocu dönem NEPAL Kurucu Meclis seçimlerinin kesin sonuçlar› belirlendi. Buna göre Hindu Krall›¤›'na karflı y›llarca silahl› mücadele veren ve hâlâ ABD'nin terörist listesinde bulunan Nepal Komünist Partisi –Maocu (NKP-M) yüzde 30.5 oyla seçimlerden birinci ç›kt›, 601 üyeli mecliste 220 sandalye kazand›. Ülkenin iki büyük siyasi gelene¤i, sosyaldemokrat Nepal Kongresi (%22.8, 110) ile NKP-Birleflik Marksist-Leninist (%21.6, 103) büyük bir taban kayb›na u¤rad›. fiimdiden Nepal devlet baflkan› muamelesi gören NKP-M lideri Praçanda,
Katmandu’nun yeni yüzü
Lübnan ve M›s›r’daki grevleri karfl›laflt›rmal› olarak inceleyen siyasetbilimci Alberto Cruz, asl›nda iki grevin de Arap dünyas›nda neoliberal politikalara direnifl anlam›na geldi¤ini vurguluyor. Sonuçta Lübnan’daki grev de baflbakan Fuad Sinyora’n›n kamu sektöründe büyük bir özellefltirme harekât›na giriflece¤ini aç›klamas›yla bafllad›. Bu genifl özellefltirme harekât› telekomünikasyon sektöründen havaalanlar›na, su kaynaklar›ndan sa¤l›k sektörüne genifl bir alan› kaps›yordu. ‹lk prova 2007 y›l›n›n Ocak ay›nda yap›ld›. Hükümet asgari ücretlere yüzde 82 oran›nda zam yapmak zorunda kald›. Alberto Cruz, M›s›r ve Lübnan grevlerini karfl›laflt›r›rken Hizbullah’›n bölgedeki konumunun nas›l cesaretlendirici bir rol oynad›¤›n› anlat›yor. Geçmiflte ‹srail’i Lübnan’dan kovan Hizbullah, 2006’daki iflgali de savuflturmay› baflard›. Böylece Arap dünyas›ndaki direnifl M›s›r’dan Fas’a yay›labilmifl oldu. Irak’ta yaflanan son kaos da bu ba¤lamda okunmal›. Daha geçen ay, Basra’da bir Sünni-fiii çat›flmas›n›n körüklendi¤ine flahit olduk. 7 May›s’taki grevin ard›ndan bir fiii örgütü olan Hizbullah, Sünnilerin kalesi Bat› Beyrut’u ele geçirince bölgedeki Sünni ahali göç etmek durumunda kald›. Arap Birli¤i de dahil olmak üzere kullanabildi¤i bütün uluslararas› enstrümanlar› devreye sokan hükümet de sonunda geri ad›m atmak zorunda kald›. Bütün bu yaflananlardan anl›yoruz ki asl›nda Arap dünyas› neoliberal düzene karfl› en büyük zaferlerinden birini kazand›. Belki de bu yüzden Bush ve saz arkadafllar› ‹ran’a karfl› planlad›klar› savafl›n provas›n› azimle Beyrut’ta gerçeklefltirmek istiyor. Counterpunch editörlerinden Andrew Cockburn, Bush’un ‹ran için alt› hafta önce dü¤meye bast›¤›n› ortaya ç›kard›. Türkiye’deki ulusalc› medya alg›da seçicilik yap›p listeden sadece “PJAK örgütüne yard›m” maddesi üstünde durduysa da, Cockburn önemli bir gazetecilik baflar›s›na imza atm›flt›. Bu tuhaf listede Sünni Cundullah, ‹ran muhalifi Halk›n Mücahitleri gibi ‹slamc› örgütlere fon aktar›lmas› gibi maddeler var. Beyrut’a s›zan El Kaide militanlar›n›n Suudiler ve Amerikal›lar taraf›ndan beslendi¤ini zaten biliyoruz. Lübnan’da son yaflananlar, iflte bu sürecin devam›. Arap dünyas›nda, y›llar sonra ilk defa ciddiyete binen, neoliberalizm karfl›t› direnifl bast›r›lmak isteniyor. fiimdilik o kadar net görünmüyor, ama direnifl de Kahire’den Ba¤dat’a, Ba¤dat’tan Beyrut ve Marakefl’e yayılmayı sürdürüyor. Balkan Talu
32
BURMA-Ç‹N Felaket ahlâkı Nargis kas›rgas›n›n Burma’da yol açt›¤› y›k›m›n floku henüz geçmeden Çin’in Siçuan eyaleti 7.9 ile sars›ld›. Otoriter rejimlerin hüküm sürdü¤ü iki ülkenin yaflanan felakete yaklafl›m›, ibretlik dersler içeriyordu. CUNTA lideri General Than Shwe, Nargis kas›rgas›nda ölenlerin an›s›na yas ilân etmek için tam 18 gün bekledi. Fakat bu yapt›¤›, geçti¤imiz birkaç hafta içinde yapt›klar›n›n yan›nda bir hiç say›labilir. Hindistan, kas›rgan›n çok güçlü bir flekilde gelmekte oldu¤unu askeri yönetime iki gün önce bildirdi¤ini aç›klad›. Duymazdan geldiler. Halk› uyarmad›lar. Hiçbir sivil savunma haz›rl›¤› yapmad›lar, önlemlerini sadece askeri düzeyde ald›lar. Gündemlerindeki birinci madde anayasa referandumuydu ve bunu felaket geldikten sonra da de¤ifltirmediler. 2 May›s’ta Burma’n›n Rangun bölgesini vuran Nargis kas›rgas›, en son aç›klanan resmi verilere göre 78 bin kiflinin hayat›na mal oldu, 56 bin kifli kay›p, yaral› say›s›n›n yar›m milyona vard›¤› san›l›yor. Topraklar› sular alt›nda kalan, evlerini yitiren milyonun üstünde insan sefalet içinde, açl›k ve susuzluk çekiyor, acil insanî yard›m bekliyor. Üstelik bu yard›m sa¤lanm›fl durumda. Fakat uluslararas› deste¤e kat› bürokrasiyle karfl› koyan askeri yönetim, yard›m›n do¤rudan halka ulaflmas›na engel oluyor. Gerekçeleri, kargafladan yararlanan casuslar›n ülkeye s›zmas›n› önlemek. BM kanal›yla çe-
Burma
küresel piyasa düzenine entegre olmak için kapitalist geliflmeyi sürdürecekleri ve parlamenter demokrasiye sad›k kalacaklar› konusunda garanti verdi. Bat›’nın, Tibet'in stratejik ikizi Nepal'i kendi taraf›nda görmek istedi¤inin bilincinde olan Praçanda, bu güvenceyi Hindistan’ın kefaletiyle vermeye devam edecek gibi görünüyor. Zira Nepal'i as›rlard›r hegemonyas› alt›nda tutan Hindistan'›n komünistleri de Praçanda'n›n en büyük garantisi. Öte yandan Maocu kimli¤iyle Çin'e de flirin görünmeye çal›fl›yor. Nepal, küresel Tibet protestolar› s›ras›nda, Katmandu'da yaflayan Tibetlilerin eylemlerini fliddetle bast›rd›.
flitli ülkelerden gelen g›da yard›m›n›n da¤›t›m›n› ordu üstlenmifl durumda. Ancak Asian Times g›dan›n halka ulaflamad›¤›n›, bölgeye sevkedilen askerleri beslemek için stokland›¤›n› bildirdi. Bölgede çok say›da askeri birlik var, ama ço¤unun görevi ayaklanmalar› ve ya¤malar› önlemek. K›z›lhaç’›n g›da yard›m›n› Burma’ya götüren geminin bile batt›¤› bu u¤ursuz süreçte, cunta, hiçbir fley olmam›fl gibi, felaketin yafland›¤› Rangun d›fl›ndaki eyaletlerde anayasa referandumu yapt›. Generallere ömür boyu dokunulmazl›k getiren, parlamentonun yüzde 25’ini atanm›fl subay vekillere ay›ran ve “hiçbir flekilde de¤ifltirilemeyecek” bu anayasa, kat›l›m›n yüzde 99 oldu¤u halkoylamas›nda, seçmenlerin yüzde 92.4’ünün “evet” oyunu ald›. Resmi aç›klama bu. Naomi Klein, Burma ve Çin’deki felaketlerin, yurttafllar›, otoriter yönetimleriyle yüzlefltirdi¤ini yazd›. Siçuan depremi sonras›nda Çin’de yaflananlar temelde Burma’dan farkl› de¤ildi. Komünist Parti bürokrasisi her zamanki gibi dünyay› belli bir uzakl›kta tutmaya çal›flt›. Ama bu kez “olimpiyat ruhu” da iflin içindeydi. Bu yüzden Çin, Burma’n›n tersine, kameralar›n karfl›s›na geçti ve dünyaya ordunun sivil amaçl› kullan›m›n›n örneklerini gösterdi. Ne var ki, yard›mlar›n adresine ulaflmad›¤›na iliflkin haberler gecikmedi. Halk yetkililerin büyük bir talana giriflti¤ini ihbar ediyordu. ÇKP’nin Yolsuzlukla Mücadele Komisyonu, “da¤›t›lan yard›m malzemesinin kamuoyuna aç›klanmas›n›” istedi ve yolsuzlu¤a kar›flanlar› “a¤›r cezalarla” tehdit etti. Herkes biliyor ki, as›l yolsuzluk depremden önce olan. Y›k›lan binalar›n hesab›, Pekin’in geçmiflteki “teflvik” politikalar›ndan geçiyor.
T‹BET-Ç‹N Rüyâ ve hakikat Siçuan depremi, olimpiyat meflalesinin dünya turu s›ras›nda baflgösteren Tibet protestolar›n› gölgede b›rakt›. Dünya, Çin’i elefltirmeye ara verdi. Ama sorun hâlâ yerli yerinde duruyor. Zizek’e göre, Bat›, Tibet’e kendi spiritüel fantezilerinin yan› s›ra Çin ile ilgili ekonomik korkular›n› da yans›t›yor. Oysa Tibet’e “oldu¤u gibi” bakmay› ö¤renmek gerekiyor. Çin’e de... SLAVOJ ZIZEK Le Monde Diplomatique, Mayıs 2008
MEDYADAK‹ bütün haberler flöyle bir imgeyi empoze ediyor: Tibet’i 1950’de yasad›fl› bir flekilde iflgal eden Çin Halk Cumhuriyeti, ony›llard›r sadece Tibet bölgesine de¤il, ayn› zamanda özgür bir halk olarak Tibetli kimli¤ine de sistematik bir y›k›m politikas› uyguluyor. Tibet halk›n›n Çin iflgaline karfl› yak›nlarda giriflti¤i protesto gösterileri gene polis ve ordu kuvvetleri taraf›ndan zalimce bast›r›ld›. 2008 Olimpiyatlar›’n› Çin organize etti¤ine göre, Çin’e Tibetlilerden çal›nanlar› geri vermesi için bask› yapmak, demokrasi ve özgürlü¤ü seven bizlerin ödevidir. Kasvetli bir insan haklar› sicili bulunan bir ülkenin kendisini olimpiyat›n asil görünümüyle aklamas›na izin verilemez. Hükümetlerimiz ne yapacak? Her zamanki gibi meseleyi ekonomik pragmatizme mi devredecekler, yoksa en ulvî ahlaksal ve siyasî de¤erlerimizi k›sa vadeli ekonomik ç›karlar›n üstüne koymak için güç mü toplayacaklar? Çin makamlar› Tibet’te cinai terör ve y›k›m uygulamakta en ufak bir çekince hissetmezken, baz› fleyler bu basit “iyi adamlar kötü adamlara karfl›” imgesini bozabilir. ‹flte Tibet’teki son olaylar› de¤erlendiren herkesin akl›na tak›labilecek dokuz nokta: 1. 1950’ye kadar özgür bir ülke olan Tibet, Çin taraf›ndan damdan düfler gibi iflgal edilmedi. Ekseriya provokatif bir derebeyi olarak davranan Çin ile iliflkilerin tarihi uzun bir zamana dayan›yor ve hayli karmafl›k. Anti-komünist Kuomintang da Çin’in Tibet üstündeki egemenli¤ini dayat›yordu. Mo¤olcada “okyanus” anlam›na gelen “dalai” ile Tibetçe “blama” sözcüklerinden oluflan Dalay Lama tabiri bu karfl›l›kl› etkileflime tan›kl›k eder. 2. 1950’den önce Tibet bir Himalaya ütopyas› de¤ildi, h›rç›n bir feodalizmin, yoksullu¤un (ortalama yaflam süresi 30 y›ld›), yolsuzlu¤un ve içsavafllar›n ülkesiydi. K›z›l Ordu, 1948’de kap›ya dayand›¤›nda manast›rdaki iki büyük hizip birbiriyle savafl hâlindeydi. Egemen elit toplumsal karmafla ve da¤›lmadan korktu¤u için her türlü endüstriyel geliflmeyi engelledi. Bu yüzden bütün metaller Hindistan’dan ithal ediliyordu. Ama bu olgu çocuklar›n› Hindistan’daki ‹ngiliz okullar›na göndermelerine ve paralar›n› ‹ngiliz bankalar›na yat›rmalar›na mani olmad›. 3. 1960’larda Tibet manast›rlar›n› yak›p y›-
kan Kültür Devrimi, Çinliler taraf›ndan getirilmedi. Devrimden sonra Tibet’e giden k›z›l muhaf›zlar›n say›s› yüzü bulmuyordu ve manast›rlar› yakan genç çeteler Tibetliydi. 4. 1950’lerin bafl›ndan beri Tibet’te meydana gelen Çin karfl›t› kargaflalarda CIA’n›n sistematik katk›lar› oldu. Dolay›s›yla Çin’in “d›fl mihraklar” korkusu temelsiz de¤il. 5. Televizyon görüntülerinden de izlendi¤i gibi, flu s›ralarda Tibet bölgesinde olanlar, geçen y›l Burma’da yaflananlardan farkl›. Eylemler Budist rahiplerin bar›flç›l “spiritüel” protestosu olmaktan ç›kt›. Çeteler s›radan Çinli göçmenleri öldürüyor, dükkanlar›n› yak›yor. Tibet’teki protestolar, öteki fliddet gösterilerine uygulanan standartlarla de¤erlendirilmeli: E¤er Tibetliler Çinli göçmenlere sald›rabiliyorsa, Filistinliler Bat› fieria’daki ‹srail yerleflimlerine neden sald›ramas›n? 6. Çinliler, Tibet’in ekonomik kalk›nmas›na oldu¤u kadar altyap›ya, e¤itim ve sa¤l›k hizmetlerine de büyük yat›r›m yapt›. Yads›namaz bask›lara ra¤men, ortalama bir Tibetli bugünkü yaflam standartlar›n› hiçbir zaman görmedi. Çin’in bat›s›ndaki gerikalm›fl k›rsal bölgelerindeki yoksulluk Tibet’ten çok daha vahim durumda. 7. Son y›llarda Çin, Tibet stratejisini de¤ifltirdi: Depolitize din art›k hoflgörülüyor, hatta destekleniyor. Çinliler etnik ve ekonomik kolonizasyonu daha çok önemsiyor, karaoke barlar ve Bat›l› turistler için haz›rlanm›fl Disney benzeri “Budist temal› parklar” ile Lhasa’y› h›zla Çin’in kapitalist Vahfli Bat›’s›na dönüfltürüyor. Medyada gösterilen “Çin zulmü” imgesi, onun çok daha ötesindeki Amerikanvari sosyoekonomik dönüflümü perdeliyor.
matem tutarken gerçek Tibetlileri zerre kadar takm›yor: Tibetliler bizim ad›m›za otantik haliyle spiritüel olmaya devam etsinler ki, tüketim ç›lg›nl›¤›m›z› sürdürebilelim. Filozof Gilles Deleuze yazm›flt›: “Ötekinin rüyas›n› ele geçirdiysen kayboldun demektir.” Çin’i protesto edenler, Pekin Olimpiyatlar›’n›n mottosu “tek dünya tek rüyâ”ya “tek dünya çok rüyâ” ile karfl› ç›karken hakl›lar. Ama Tibetlileri kendi rüyâlar›na hapsettiklerinin fark›na varmal›lar. Olas› tek rüyâ bu de¤ildir. 9. E¤er flu anda Çin’de olan bitenin u¤ursuz bir boyutu varsa, bu baflka yerdedir. Çin’deki kapitalizm patlamas›yla yüzleflen analizciler, s›k s›k kapitalizmin “do¤al” politik efllikçisi olarak demokrasinin ne zaman gelece¤ini soruyor.
Gözyafl› vadisi Sosyolog Ralf Dahrendorf, post-komünist Do¤u Avrupa ülkelerinde demokrasiye karfl› giderek büyüyen güvensizli¤i flu gerçekle iliflkilendirmiflti: Bütün devrimci dönüflümlerden sonra yeni refaha giden yol gözyafl› vadisinden geçer. Sosyalizmin çöküflünden sonra, baflar›l› bir pazar ekonomisinin zenginli¤ine do¤rudan geçemezsiniz. Benzer biçimde, s›n›rl› ama gerçek bir sosyalist refah “kopufl”tan geçer ve ilk ad›mlar› kaç›n›lmaz olarak ›zd›rapl›d›r. Dahrendorf’a göre, bu ›zd›rapl› geçifl demokratik seçimler aras›ndaki süreden çok daha uzun sürer; k›sa vadeli seçim baflar›lar› elde etmek için zorlu de¤iflikleri erteleme çok daha k›flk›rt›c› bir hâl al›r. Newsweek International’›n editörü Fareed Zakaria, demokrasinin ancak ekonomik olarak kalk›nm›fl ülkelerde yakalanabilece¤ini söyler: E¤er geliflmekte olan ülkelerdeki demokrasiler prematüre do¤muflsa, bunun sebebi ekonomik afetlere ve siyasî despotizme yol açan bir popülizme saplanm›fl olmalar›d›r. En büyük ekonomik baflar›y› gösteren üç eski üçüncü dünya ülkesi (Tayvan, Güney Kore ve fiili) demokrasiye bir otoriter yönetim döneminden sonra geçeAlternatif Tibet olimpiyatları, Çin’e karflı “tek dünya, çok rüyâ” sloganını kullanıyor bildiler. Bunun ötesinde bir paradoks daha var: Ya Anlafl›lan Çinli komünistler sonunda dersini ö¤rendi: Polisin bask›c› gücüyle bütün ge- otoriter gözyafl› vadilerinin ard›ndan gelece¤i leneksel iliflkilerin alt›n› oyan azg›n kapitaliz- vaad edilen demokratik sahne hiçbir zaman min gücü k›yaslanabilir mi? Çin, Bat›’n›n her gelmezse... ‹flte bu Çin ile ilgili en huzursuz zaman yapt›¤›n› yap›yor; Brezilya’n›n Ama- edici olgudur. Çin’in otoriter kapitalizminin zon’da, Rusya’n›n Sibirya’da, ABD’nin kendi yaln›zca bizim geçmiflimizi –Avrupa’n›n 16. yüzy›ldan 18. yüzy›la kadar yaflad›¤› kapitaBat› yakas›nda yapt›¤›n›... 8. Bat›’da neden bu kadar insan›n Çin’i list sermaye birikimi sürecini– hat›rlatt›¤›na protesto etti¤inin arkas›ndaki sebep ideolojik- dair derin bir flüphe var, bu ayn› zamanda getir: Dalay Lama taraf›ndan ustaca örülen Tibet lecekle ilgili bir iflaret. Asya’n›n kamç›s›yla Budizmi, bugünün bask›n ideolojik formu ha- Avrupa’n›n borsas›n›n kirli kombinasyonu line gelen Yeni Ça¤ hedonist maneviyat›n›n ekonomik olarak liberal kapitalizmimizden büyük bir referans noktas›d›r. Tibet’ten büyü- daha etkili ç›karsa ne olacak? Bu bizim anlaleniflimiz, onu rüyâlar›m›z› yans›tabildi¤imiz d›¤›m›z anlamda demokrasinin bundan böyle bir mitolojik yer haline getirdi. ‹nsanlar Ti- ekonomik kalk›nman›n motoru de¤il engeli bet’in otantik yaflam biçiminin yokolufluna oldu¤una iliflkin bir sinyal olabilir mi?
33
Dervifl’in Marksizmi
Çelik devi kamulaflt›r›ld›
Escobar’lar savafl›
ETA’ya büyük darbe
BM Kalk›nma Program› baflkan› Kemal Dervifl, 1997’deki Asya Krizi’ni, Rusya ve Latin Amerika’da bunu izleyen krizleri ve 2001’de biliflim sektörünün çöküflünü örnek göstererek, 2008 krizinin çok daha derin olabilece¤ini ve en büyük zararı kalk›nmam›fl ülkelerin görece¤ini açıkladı. Ancak dünya ekonomisinin "büyüme-bunal›m sarmal›"na dikkat çekerken Marx’›n "kapitalizmin dönemsel krizleri" teorisine baflvuran Dervifl, analizini krize neden olan IMF’nin mali disipline uyulmas› ça¤r›s›yla tamamlad›. Spekülatör Soros ise finans piyasalar›ndaki çalkant›n›n sonbaharda a¤›r bir krize dönüflece¤ini iddia etti.
VENEZÜELLA Daha önce petrol, do¤algaz, elektrik, telekomünikasyon ve martta çimento sektörlerini kamulaflt›ran Chavez, ülkenin en büyük çelik üreticisi olan Ternium-Sidor flirketini de bu listeye ekledi. Halen flirketin yüzde 60’l›k hissesini elinde tutan Arjantinli Techint firmas›ndan yönetimi haziran sonuna kadar yetkililere teslim etmesi istendi. Chavez’in bu karar›, ücretlere zam yap›lmas› için mücadele eden sendikan›n flirket yönetimiyle sürdürdü¤ü toplu sözleflme görüflmelerinin baflar›s›zl›kla sonuçlanmas›n›n ard›ndan geldi. fiirket geçen y›l üretti¤i çeli¤i öncelikle Venezüella’da satmas› için uyar›lm›flt›.
KOLOMB‹YA Birbirini kokain ticareti yapmakla suçlayan hükümet ile FARC aras›nda süren restleflmelere yeni bir boyut eklendi. Baflkan Alvaro Uribe’nin en büyük siyasî müttefiki ve kuzeni Mario Uribe Escobar, marksist gerillalara karfl› kurulan sa¤c› paramiliter gruplarla iliflki içinde oldu¤u gerekçesiyle tutukland›. Escobar, geçen kas›mda maruz kald›¤› bu suçlamalar yüzünden senatörlük görevinden istifa etmek zorunda kalm›flt›. Uribe ise skandal›n flokuyla sadece FARC’a de¤il, Venezüella ve Ekvador’a da sald›rmaya bafllad›. Interpol, bu iki ülkenin FARC’a yard›m etti¤ini kan›tlad›¤›n› aç›klad›.
‹SPANYA Frans›z polisi ile ortak bir gece operasyonu düzenleyen ‹spanyol polisi, ayr›l›kç› Bask hareketi ETA’n›n siyasi lideri Javier Lopez Pena’y› Fransa’n›n Bordeaux kentinde yakalad›. Üç militanla birlikte tutuklanan Pena’n›n, 2006’da yap›lan ateflkes anlaflmas›n› sona erdirme karar›n›n mimar› oldu¤u belirtiliyor. ETA’n›n ateflkesten sonraki ilk büyük eylemi olan ve iki kiflinin ölümüyle sonuçlanan Madrid Havaalan› bombalamas›nda da Pena’n›n rolü oldu¤u düflünülüyor. ETA buna misilleme olarak Bask bölgesinin ekonomik kalbi Bilbao’da bomba yüklü bir arac› havaya uçurdu.
GIDA KR‹Z‹ Bile bile lades Kapitalist kriz makinas› tekrar faaliyete geçti. G›da fiyatlar› bütün dünyada yükselmeyi sürdürüyor. Yoksulluk s›n›r›ndaki milyonlarca insan daha da afla¤› çekildi. En çok etkilenenler Afrika ve Asya’nın yoksulları. Küresel g›da krizinin birçok sebebi var, ama hepsinin temelinde neoliberal piyasa düzeni yat›yor... DÜNYA, g›da fiyatlar›ndaki art›fllarla çalkalan›yor. Meksika’dan Pakistan’a, Bat› Afrika’dan Hindistan’›n Do¤u Bengal bölgesine, M›s›r’a, Haiti’ye isyanlar, ayaklanmalar 2008’e damgas›n› vuruyor, fliddet ve umutsuzluk üçüncü dünyada art›yor. Dünya Tar›m Örgütü’nün (FAO) verilerine göre 2000 y›l›ndan bu yana bu¤day›n fiyat›nda yüzde 200, ortalama g›da fiyatlar›nda ise yüzde 75’lik bir art›fl var. Bu art›fl yüzünden birçok geliflmekte olan ülkenin son y›llardaki ekonomik büyüme ve fakirli¤i azaltma çabalar›n›n etkileri hebâ olmufl durumda. Özellikle tah›l ithalat›na mecbur olan Yemen gibi ülkelerde küçük fiyat art›fllar› bile milyonlarca aileyi yoksulluk s›n›r›n›n alt›na çekmekte. FAO raporlar›na göre, flu an itibariyle dünyada toplam 37 ülkenin acilen d›flar›dan g›da ve finansman ihtiyac› var. Söz konusu 37 ülkenin 21’i ise Sahra Çölü’nün alt›ndaki Afrika ülkeleri. Yeni sebepler, eski sonuçlar Dünya tah›l sto¤unun tarihin en düflük seviyelerine inmesinin sebepleri çok çeflitli. Öncelikle herkesin ilk tahmini, ola¤an flüpheli, küresel ›s›nma ve iklim dalgalanmalar› söz konusu. Baflta Afrika olmak üzere kimi bölgelerde uzun süren kurakl›klar hasatlar› etkilerken, Güneydo¤u Asya’da ise al›fl›lmad›k so¤uklar ve ya¤›fllar›n uzun sürmesi pirinç üretimini etkiledi. ‹klim de¤ifliklikleri nedeniyle hava koflullar›n›n tahmin edilmez hale gelifli binlerce y›ll›k tar›m birikiminin hazinesini aç›kca tehdit ediyor. Fiyatlar›n yükselmesine gösterilen nedenlerin bafl›nda enerji fiyatlar›ndaki ve tar›m kesiminde üretim maliyetlerindeki art›fl bulunuyor. Üretim taraf›nda enerji ve gübre fiyatlar›ndaki art›fl maliyetleri yükseltirken biyoyak›t için ekilen ve kullan›lan ürünler de g›da arz›n› düflürüp fiyatlar üzerinde afl›r› bir bask› oluflmas›na neden oluyor. Bir baflka deyiflle baflta ABD olmak üzere geliflmifl ülkelerin tar›m kaynaklar› enerji hammadesi üretme yolundaki aray›fl ve e¤ilimleri, tar›m topraklar›n›n g›da aleyhine daralmas›na neden oluyor.
34
Bush yönetiminin ikinci kez iktidara geliflinden itibaren bir yandan seçim yat›r›m› bir yandan da yükselen petrol fiyatlar›na karfl›l›k ABD ekonomisine umut vermek üzere gelifltirdi¤i biyoyak›t politikalar›, baflta m›s›r olmak üzere bu üretime elveriflli tar›m ürünlerinin alanlar›n›n genifllemesine neden oldu. Ancak bu politikalar yaln›zca ABD topraklar›n› etkilemekle kalmay›p, baflta Arjantin ve Meksika gibi ülkeler olmak üzere pek çok geliflmekte olan ülkenin de söz konusu tuza¤a düflmelerine neden oldu. Dünya Ticaret Örgütü (DTÖ) tüm bunlara ek olarak bu milenyumun bafl›ndan bu yana ekonomik olarak geliflimi olgunlaflan Hindistan ve Çin’in yaratt›¤› ekstra talebin de g›da fiyatlar›n›n art›fl›nda etkili oldu¤unu ifade ediyor. Bu aç›klamada, bu örgütün yaratmak istedi¤i tar›m ürünlerinin serbest dolafl›m› anlaflmalar›na ayak direyen bu iki ülkenin zan alt›nda b›rak›lmas› yolunda bir e¤ilim oldu¤unu kestirmek zor de¤il. Öte yandan Çin ve Hindistan’›n artan et talebinin hayvan yemi fiyatlar›na yans›mas›n›n da tar›m ürünlerinin fiyatlar›n›n artmas›na neden oldu¤u da bir gerçek.
Bu iki ülkenin artan et ihtiyac› nedeniyle yaratt›¤› talep neredeyse biyoyak›t kadar önemli bir art›fl yarat›yor toprak mahsülleri konusunda. Ayr›ca az geliflmifl ülkelerdeki altyap› eksikleri de g›da da¤›t›m›n›n nakliye masraflar›n› art›rarak fiyatlar›n yükselmesine neden oluyor. Küresel kapitalizmin manipülasyonu G›da fiyatlar›n›n bugün geldi¤i durumun bir baflka boyutu daha var: Tah›llar baflta olmak üzere bir çok g›da ürünü dünya piyasalar›n›n enstrümanlar› haline getirilmifl durumda. Bunun sebebi ise yukar›da sözünü etti¤imiz DTÖ’nün g›da ihracat›n› gümrüklerden azade k›lmak üzere yapt›¤›, geliflmekte olan ülkeler aç›s›ndan metazori bir nitelik de arz eden serbest ticaret anlaflmalar›. Bu anlaflmalar sayesinde tar›m ürünlerinin uluslararas› dolafl›m›nda afl›r› etkin k›l›nan büyük agri-business flirketleri küresel olarak al›n›p sat›lmas› normallefltirilen g›day› bir spekülasyon arac› olarak görmeye ve potansiyel gördükleri ürünlerin fiyatlar›yla rahatl›kla oynamaya bafllad›lar. Söz konusu spekülasyonlar nedeniyle, ülkeler kendileri için özel, ihtiyaçlar›n› karfl›layabilecek tar›m politikalar› gelifltirmek noktas›nda da büyük bir acze düflmekteler. Çünkü, uluslararas› anlaflmalarla kurulan yeni düzen ithalat ve ihracat dengelerini bozarak, ülkeleri kendi iç pazarlar›n› da uluslararas› piyasalar›n kurallar›na uydurmak zorunda b›rakmakta. Dolay›s›yla, tar›msal üretim de do¤al olarak dünya fiyatlar›n›n dikte etti¤i flekilde geliflmekte. Çeflitli anlaflmalarla serbest ticaret format›na zorla-
SON 18 YILDA ENERJ‹ F‹YATLARIYLA GIDA F‹YATLARI ARASINDAK‹ ‹L‹fiK‹
Neoliberalizme karflı omuz omuza ALMANYA Senelerdir kan kaybeden, Avrupa’nın en köklü (1863) kurumlarından SPD’nin (Sosyal Demokrat Parti) neoliberal temayyülleri parti içi çözülmelere yol açmıfltı. Nitekim 2005 seçimleri sonunda Merkel sa¤ıyla koalisyon kuran SPD’den kopan gruba baflkanlık eden eski SPD lideri Oskar Lafontaine’in WASG’ı (‹flçi ve Sosyal Adalet Partisi) ile Do¤u Almanya kökenli Demokratik Sosyalizm Partisi geçen haziranda birleflerek sosyalist idealleri savunan, geleneksel sa¤-sol da¤ılımını bozan yeni
bir sol hareket do¤urmufltu: Sol Parti. Eski Do¤u Almanya sınırlarında kalan illerde kalelerini bulan Sol Parti, 614 kontenjanlı federal mecliste 54 koltu¤u sahiplenerek dördüncü büyük parti oldu. Avrupa Parlomentosu içine de nüfuz eden, bariz ayrılıkları olsa da komünistlerden sosyal demokratlara farklı sesleri yanyana getiren bu çaba Marksist gelene¤e tutunan demokratik sosyalizmi öneriyor. Artan militarizme ve küreselleflmenin alamet-i farikası serbest piyasaya karflı duran parti, refahın tesisi için
nan tar›m, piyasa mekanizmas›n›n mevcut koflullar›n›n yaratt›¤› belirsizlikler nedeniyle, her ülkeye ayn› optimum faydalar› sa¤lamaktan uzak. ABD’nin bafllat›p AB’nin pefline tak›ld›¤› Uruguay Round Anlaflmalar› yüzünden bir zamanlar ihracatta söz sahibi olan, geliflmemifl, dolay›s›yla ekonomileri tar›msal üretime dayal› ülkelerin stoklar›nda ciddi azalmalar kaydedildi. Stoklar› eriterek yat›r›m riskini azaltan bu ülkeler k›sa bir süre için daha fazla ihracat yaparak söz konusu uluslararas› düzenlemelerden faydalansalar da, geçen zaman stoklar›n›n erimesi nedeniyle beklenmedik koflullardan kaynaklanan fiyat dalgalanmalar›na karfl› ne denli k›r›lgan olabildiklerini gördüler. Çünkü söz konusu anlaflmalar, yarat›lan uluslararas› talebi büyütse de, yine bu anlaflmalar arac›l›¤›yla yap›s› bozulan ve yeniden kurulamayan tar›msal ürünü destekleme politikalar›n›n da etkisiyle arz büyüyemedi. Stoklar bitti¤inde ise Güney Asya gibi genifl tar›m arazilerine ve olanaklar›na sahip ülkeler bile sokaklar›ndaki açl›k tehlikesiyle bo¤uflmak durumunda kald›lar. Türkiye gibi görece daha az kalabal›k ama yine de uluslararas› piyasa dengeleri karfl›s›nda hayli k›r›lgan ülkelerde ise ihracat e¤iliminin iç talebe galebe çalmas› yüzünden g›da fiyatlar›nda öngörülemeyen bir enflasyon riski yaflanmakta. Ama tar›ma iliflkin bir meseleyi yaln›zca ekonomi perspektifinden anla(t)mak mümkün de¤il. Büyük flirketler, büyük topraklarda büyük ölçekli tar›m yaparken hem rekabet flans›
yapısal dönüflümleri savunuyor. Ve gazeteler sormaya baflladı: “Hayalet geri mi dönüyor? Sol kanattaki bu hareketlilik ‘tehlike’ arz ediyor mu?” Almanya’nın iki yakasının birleflmesiyle tedavülden
tan›mad›klar› di¤er çiftçileri ve komflu ülkeleri, hem de yöntemleriyle do¤ay› sarsmaktalar. Ayr›ca fiyatlardaki art›fl ve hem yiyecek hem de yak›t için daha çok üretime ve tar›m topra¤›na olan ihtiyaç, ormanlar› ve ekosistemi de ciddi bir flekilde tehdit etmekte. Bu da flu anda yaflanan krizin yaln›zca bir bafllang›ç oldu¤unu gösteriyor. Küresel piyasa düzeni ve Türkiye Bütün bunlar sonras›nda asl›nda mevcut durumun haz›rlay›c›lar› konumundaki Dünya Bankas›, DTÖ, BM G›da ve Tar›m Organizasyonu gibi kurumlar açl›kla karfl› karfl›ya olan ülkelere dönük kimi acil yard›m önerileri gelifltiriyorlar: 1. ‹htiyaç sahipleri belirlenerek do¤rudan para transferi ve/veya g›da yard›m›. 2. G›da ürünlerinden al›nan verginin kald›r›lmas› ve ithalatta gümrük ve kotalar›n kald›r›lmas›. 3. Nakliyat maliyetinin düflürülmesi ve daha çok yere sa¤l›kl› da¤›t›m yap›lmas› ad›na yat›r›m yapmak. 4. Net ihracat yapan ülkelerin kendi tüketicisini korumak için koydu¤u kotalar›n kalkmas›. Bunlar için zirveler, konferanslar yap›l›yor ve bir flekilde geliflmifl ülkelerden ba¤›fl isteniyor. Ne var ki öneri paketinin özellikle son maddesi zaten mevcut piyasa düzenini oluflturmak üzere kullan›lan araçlar oldu¤undan flüphe kufllar› bir kez daha ötmeye bafll›yor. Çünkü daha önce de benzer yöntemler ve söylemler kullan›lm›flt›. 1974’ten 2000’e sürekli bir düflüfl geçiren tah›l ve di¤er g›da fiyatlar›na ra¤men açl›k çeken, yoksulluk ve hastal›k içe-
Çin
kalktı¤ı umulan Marx resimlerinin dolaflıma girmesi, örne¤in bilgisayar ekranlarını süslemeye bafllaması ve duvarın çöküflünün ardından zayıflayan sokak gösterileri prati¤inin yeniden hayat bulması, Alman sa¤ını iyice geriyor. Öte yandan, enerjisini bünyesindeki ihtilafları bertaraf edecek bir yapı kurmak için harcayan Sol Parti, gerçeklikle radikallik arasında köprüler kuracak hedeflerini parlamenter faaliyet haline getirebilme u¤raflında. –fi.N.
risinde can çekiflen ülkeleri seyretmemifl miydik? Geliflmifl ülkeler bir yandan vitrinde “vah vah” derken di¤er yandan kendi ç›karlar›n› azamilefltirmek için çeflitli türden uluslararas› manipülasyonlar yapm›yorlar m›yd›? Elbette tüm uluslararas› yard›m fonlar› ve türevleri için göz boyama demek haks›z olur. Ama politikalar›yla milyarlarca insan›n hayat›n› görmezden gelirken, kendi pozisyonundan baflka bir fley düflünmeyen güçlerin, itip kakt›¤› memleketlere yard›m ad›na teklif ettikleri de gerçekten trajikomik. Daha da tuhaf olan, düne kadar küçük-orta ölçekli tar›m iflletmelerini yüksek maliyetleri dolay›s›yla g›da fiyatlar›n› yükseltmekle suçlayan Dünya Bankas›, 2006 de¤erlendirme raporunda g›da krizinin ancak bu tür iflletmelerin desteklenmesiyle afl›labilece¤ini söylüyor. Bu, henüz bir günah ç›karma fasl›ndan öteye geçmeyen tavsiyelerin ABD ve AB’de zaten sürdürülen güçlü tar›msal destekleme politikalar›n›n sürdürülmesi için bir bahane oluflturaca¤›ndan kuflkumuz yok. Ne var ki uluslararas› anlaflmalarla elleri ayaklar› ba¤lanm›fl durumdaki geliflmekte olan ülkeler aç›s›ndan bu bahanenin hangi düzeyde hayata geçebilece¤i siyasi müzakerelerde sergilenecek dirayete ba¤l›. Bütün bunlar Türkiye için ne anlama geliyor? Çocukluktan beri ‘tah›l deposu’ olarak bize ö¤retilmifl olan Anadolu topraklar› tüm dünyadaki kurakl›ktan nasibini al›yor. Bu yaz›n›n kaleme al›nmas›ndan birkaç gün önce, Güneydo¤u’nun 21 il ticaret, sanayi, esnaf ve tar›m odalar›n›n bir araya gelip yapt›klar› aç›klamada, kurakl›k sebebiyle bu y›l 15 milyon dekar ekili alan›n zarar gördü¤ü ve hayvanlar›n› otlatamayan merac›lar›n hayvanlar› sat›fla ç›kard›¤› belirtilirken, yoksullaflma sebebiyle bölgeden bat› illerine yeni bir göç dalgas› bafllayabilece¤ine dikkat çekildi. Hiç kuflkusuz, bütün dünyada tar›m›, çiftçiyi, topra¤› ve mahsüllerini tüketime bahfledilmifl sonsuz do¤al haklar gibi görme günleri sona erecek. Her zaman 1 koyup 10 al›namad›¤›nı, teknolojinin katk›lar›n›n çok masum olmayabilece¤ini ve en önemlisi karn›m›z› doyurma, cebimizi doldurma yöntemlerimizle aslında gelecek nüfuslardan dünya çal›yor oldu¤umuzu tam kavramam›fl görünüyoruz. Ülkemizde de küçük ve büyük tar›mc›ya sahip ç›k›lmas›, do¤ay› koruyan kanunlar›n artmas› ve uygulamalar›n kat›laflt›r›lmas›, daha bilinçli bir üretim ve tüketime ulaflmak çok kritik önem tafl›yor. Barıfl Çakan
35
k›raat
X - KÜTÜPHANE Ahu Antmen (ed.) Sanat/Cinsiyet –Sanat Tarihi ve Feminist Elefltiri (‹letiflim) Ahmet Güntan Toplu fiiirler. (YKY) Andrea Alciatus Simgeler K‹tab› (Kabalc›) Bar›fl B›çakç› Bir Süre Yere Paralel Gittikten Sonra (‹letiflim) Eduardo Galeano Biz Hay›r Diyoruz (Metis) Edward Said Geç Dönem Üslûbu –Rüzgara Karfl› Edebiyat ve Müzik (Metis) Esra Özyürek Modernlik Nostaljisi (Bo¤aziçi Ün.) Jan Wolkers Türk Lokumu (Versus) Karl Marx Gazete Yaz›lar› (Sel) Mark Poster Foucault, Marksizm ve Tarih (Otonom) Murathan Mungan Kad›ndan Kentler (Metis) Nil Mutluer (der.) Cinsiyet Halleri (Varl›k) Sibel Özbudun Söylenecek Yalan Kalmad› –‹nsan Hak(s›zl›k)lar› (Ütopya) Slavoj Zizek Paralaks (Encore) Tar›k Ali Sokak Savafl› Y›llar› (Agora) Thomas de Quincey Bir ‹ngiliz Afyon Tiryakisinin ‹tiraflar› (‹fl Bankas› Kültür) U. Uraz Ayd›n Sihir ve Ütopya (Versus) Werner Sombart Burjuva (Do¤u-Bat›) Y.Do¤an Yalç›nkaya (der.) Toplumsal Hareketler (‹letiflim) Yasemin fienyurt Mavi Çimenlerde Nefes Al! (Versus)
• * afe. Beyo¤lu Foto¤r idrak ediyoruz.. › ›n y›l . i40 rg se ’in May›s 1968 olan “May›s ‘68” a dek sürecek den Bruno vi’nde 29 May›s’ li deklanflörlerin em ön n n› s›’ an Aj , üniversite anfile sinde, Magnum ris sokaklar›nda Pa , çla Se ¤›y r. kl› yo n› nu ta Barbey’in min ruhu solu iflgallerinde döne ni Marrinde ve fabrika Vedat Türkali, Ro a s›r n› ya lin se lge r›n yer be la etti¤i foto¤raf kiye efllik eden yaz›lar›n›n efllik n r’i le Gü a Ar gulies ve e... duman› üstünd ald›¤› kitab›n da
* Dikkatimi sorguya çekilece¤im konular›n tamamen d›fl›na sürerek sükûnetimi korumak için, hücrede tek bafl›mayken, kupkuru matematik hesab› yaparcas›na hangi flark›lar›n hangi bestecilere ait oludu¤unu an›msamaya çal›fl›p oyalard›m kendimi. Art›k bana çok uzak hissetti¤im bir dünyan›n bilgilerini yard›ma ça¤›r›r; beklerken kendi kendimi kemirerek içimi zay›flatmaktansa, zaman› böyle haf›za tazeleme oyunlar›yla doldurmaya çal›fl›rd›m: fierif ‹çli’nin miydi, fiükrü Tunar’›n m› bu flark›? Refik Fersan’›n m›yd›, Fehmi Tokay’›n m›? “Firkatin ald› bütün neflve ü tab›m bu gece”, Bimen fien’indi; “Bende hicran yaras›ndan da derin bir yara var”, Sadi Ifl›lay’›n; “Sabah y›llardan beri ilk defa oldu bence”, Zeki Duygulu’nun; “Hançer-i ebrusu saplanm›fl dile”, Astik A¤a’n›n; “Hüsranla gönül hep inler”, Neveser Kökdefl’in; “Mehtaba bürünmüfl gece”, Sadettin Kaynak’›n; “Güzel bir göz beni att› bu derin sevdaya”, Osman Nihat Ak›n’›n... Çabuk çözülmemiz için bizi özellikle beklettikleri, bekleme süresinin uzunlu¤unun da iflkencenin bir parças› oldu¤unu biliyor, içimden saymay› sürdürüyordum: “Sineyi suzan›ma ah›m yeter”, Lemi Atl›’n›n, “Nideyim sahn-› çemen seyrini cânân›m yok”, Hac› Sadullah A¤a’n›n, “Gözümde daim hayal-› cânâ”, Dede Efendi’nin, “Etdi o güzel ahde vefa”, Ebu Bekir A¤a’n›n, “Gelse o fluh meclise naz ü tegafül eylese”, Haf›z Post’un... Sonra hücrenin kap›s› aç›l›r, gözlerim ba¤lan›r, sorguya götürülürdüm.
36
• • Ay›k ol ve ölçüp biçmeden hiçbir fleye inanmaman gerekti¤ini hiç unutma: Bunlar zihnin kiriflleridir. • ‹yi insanlar sadece zenginlikten korkmal›. • Bilgelik flarapla coflar. • Aflk besler, Gerçeklik ise dünyaya salar. • Alfabe öldürür, ama kutsal ruh yaflam verir. • Tanr›lar müzi¤i korur. • En eski fleylerin hepsi hayal. • Belâgat güçten üstündür. • Zengin bir yönetici yoksul halk demektir. • Gökleri seyredece¤im derken afla¤› düflersin. • Kendisininkini bir kez heba edene, baflkas›n›nkileri emanet etme. • Do¤ru yoldan sapmak kolayd›r. • Sahip oldu¤um her fleyi yan›mda tafl›yorum. • Geveze olaca¤›na arif ol. • Düflünerek tez davranmal›. Ay›k ol ve ölçüp biçmeden hiçbir fleye inanmaman gerekti¤ini hiç unutma: Bunlar zihnin kiriflleridir. • Hiç kimseyi k›rma, ne sözünle, ne hareketinle.
Anlatsam ömrümün geri kalan›n›, flafl›rmazs›n... Dallan›p budaklanan ac›, yabanc› de¤il. Sussam da konuflsam da hep o karfl›mda. Beyaz ka¤›d› geceye sürüp alsan tozunu, yutar›m. Geçmifl flimdinin içinde. Bu kadar içinde oldu¤u için flimdinin ona uzak de¤ilim. Bir f›rça darbesiyle mahvetmek mümkünken resmi, mahvetti¤ini de sanabilirsin. Asl›nda o f›rça darbesi bafllatm›flt›r ritmi. Dans etmeli göçebeyle ve tüm düflünce göçebe. Çöz arzular›n›; y›k yafla, yarat. Kaç umutsuz karanl›k, olumsuz düflünceden. Arzular›n aks›n içinden. Sak›n onlar› bast›rma! Böcek olabilirsin, kahraman, tanr›, atefl olabilirsin; bast›rmad›kça. Kaçabilmek için günden; ya delirmelisin, ya uyumal›. Dönüfltürebilmek için ise delirmelisin... Ömrümün geri kalan›n› anlatt›¤›mda flafl›rman için, gerçeklerden ve olanaklardan daha güçlü olana ihtiyac›m var. Hiç beklenmeyecek flekilde gerçekleflecek olana. Sadece alt› gelme olas›l›¤› m› var bir zarda? Y›k olas›l›klar›. fiafl›rt... Zekan›n bencilli¤inden ve toplumun bask›s›ndan kaçabilece¤in tek nokta: heyecan... Yaratmak için heyecan. Politika da yaratan kiflilerden oluflan bir toplum için çal›flan olmal›. Ak›l olumlunun karfl›s›na olumsuzu ç›kar›r, soyutlamalar yapar. Sezgi, varl›¤›n fark oldu¤unu kavrar. Varl›k farkt›r. Yaflam olufl ve insan arzu. Yasemin fienyurt, “F›rça darbesi”
Katî sûretle tasdik ederim ki, ham afyonun meydana getirdi¤i bedenî hâlin b›rak›n derecesini, türü itibâriyle dahi alkolünkiyle hiçbir alâkas› yoktur: Onun tesiri yaln›z kemiyeten de¤il, keyfiyeten de tümüyle farkl›d›r. fiarab›n verdi¤i keyif devaml› artar ve bir noktada hâd safhaya ulaflt›ktan sonra azalmaya bafllar: Afyonun verdi¤i keyif bir defa husûle geldi mi, sekiz ila on saat aras› istikrarl› bir flekilde devâm eder: ‹lki, t›bbî bir ayr›ma baflvuracak olursak akut –ikincisi kronik bir keyif hâlidir: Biri bir alev, di¤eri devaml› ve îtidâlli bir atefltir. Lâkin esas fark fluradad›r ki, flarap zihnî melekelerin nizâm›n› bozar; halbuki afyon (münâsebetlice istimâl edildi¤i takdirde) onlara enfes bir nizam, intizam ve âhenk kazand›r›r. fiarap insan› temkinden mahrum eder: Afyon onu ziyadesiyle kuvvetlendirir. fiarap insan›n ferâsetini buland›rarak onu müphemiyet içinde b›rak›r ve ayyafll›k edenin sevgisini de, nefretini de gayri tabiî bir heyecanla kuvvetlendirecek kâh hakaret kâh takdir hislerinde ifrata kaçmas›na neden olur: Buna mukabil afyon faal yahut gayri faal olsunlar, tüm melekelere sükûnet naklederek kifliyi dengeli bir hâlete sevk eder: Onun mizaç ve maneviyât üzerindeki umûmî tesirine gelince, salt muhakeme ile tasdik edilen ve muhtemelen eski ça¤lardan ya da Nuh Nebî’den kalma bir bünyede bile zaten bulunabilecek hayâtî hararetten daha fazlas›n› vermeye muktedir de¤ildir.
Zihnin kiriflleri Andrea Alciatus - Simgeler Kitab› çeviren: Çi¤dem Dürüflken (Kabalc›)
Duman› üstünde
ze ulaflmak amac›yla yola ç›km›fl, fazlal›klardan itinayla ar›nd›r›lm›fl sözün yank› alan› da genifl oluyor. Bu u¤urda yaz›lm›fl kitaplar, aradan alt› yüzy›l geçmifl olmas›na ra¤men, zamandan ve mekândan ba¤›ms›z bir hafiflikle raflarda ve alg›larda dolaflmay› sürdürüyor. Yazarlar›n›n kendinden geçmiflli¤i, dalg›nl›¤›, k⤛da sabitledikleri inanç ve inatlar›, sözlerinin ölmezli¤inin garantisi olmufl. Neyse ki, bu pek de öze, söze, klasik ve eskitilemez olana pas vermez, hatta onu e¤lence konusu yapmakla övünür ça¤da bile böyle özel kitaplar okuruna ulaflmay› baflar›yor. 1492-1550 y›llar› aras›nda yaflam›fl Milanolu hukukçu Andrea Alciatus’un, “Emblemata –Simgeler Kitab›”, flimdi bizim de baflucumuzda. Kabalc› Yay›nevi’nin Humanitas dizisinden ç›kan kitab› Çi¤dem Dürüflken Latinceden çevirmifl. Resimle fliirin birbirine örüldü¤ü bir kitap bu. 211 özlü sözün alt›nda, bu sözü aç›klayan, klasik kültüre göndermelerle yaz›lm›fl bir fliir, karfl›s›nda da fliire efllik eden bir gravür yer al›yor. Rönesans ayd›nlar›n›n zihinlerini ve ruhlar›n› klasik kültürle dinlendirdikleri bir u¤rafl›n›n ilk örne¤i say›lan kitapta her sayfan›n boflluklar›nda yal›n ve sa¤lam sözün kalbi at›yor. Deneyimle harmanlanm›fl özlü söz, geçmifl ama eskimemifl bilginin kuyusundan çekti¤i suyla canl›l›¤›n› taze tutmufl. Alciatus, Roma hukukunu sade ve duru bir dille yorumlayarak klasik toplumun temelinde yatan evrensel ilkeleri yeniden bulup ç›karmay› amaç edinmifl bir hukukçu, baflar›l› bir ö¤retmenmifl, ayn› zamanda Montaigne’in ça¤dafl›. Çeliflkiler do¤uran, anlafl›lmay› zorlaflt›ran ifadelerden uzak bir üslûbun, aç›k seçik ve anlafl›l›r bir hukuk dilinin oluflturulmas› için epey çaba harcam›fl. Öze düflkünlü¤ü bu kitapta kendini aç›kça gösteriyor. Kuru bir ahlâk dersi dinler gibi de¤il, sevilen bir yafll› bilgenin dizi dibinde k›vr›lm›fl suyu izler gibi ak›yor “Simgeler Kitab›”. Keskinli¤inin tonu ayr› bir fliir sanki. Boflluklar›nda dinleniyor, sayfalar birbirine eklendikçe hafifledi¤imizi duyuyoruz. O zaman, bilginin a¤›rlaflt›r›c› de¤il, hafifletici gücüne uyanm›fl beyinlerin her ça¤da dostumuz oldu¤unu düflünüp elimizi suya dald›r›yor, o üflütmeyen serinlikle tazeleniyoruz. – Pelin Özer
Ö
100. say›s›n› ç›kararak dalya diyen Kaos GL’yi kutluyoruz, derginin bu say›s›nda yer alan Erden Kosova yaz›s›ndan bir okuma parças›yla, cesur bir sergiye (Lambda’c›lar›n 4-25 Nisan aras›nda Hafriyat binas›nda düzenledi¤i “Makûl”e) de selâm çak›yoruz. Makûl olan› sorgulamak yolunda, daha çok yafla Kaos GL... lk bak›flta kutuplara çekilmifl gibi görünen siyasal söylemlerin, üzerlerinde yükseldikleri muhafazakârl›k payandalar› arac›l›¤›yla giderek birbirlerine benzefltiklerine ve ortak de¤erler ürettiklerine tan›k oluyoruz. Farkl› türden anlamland›rmalarla s›rtlar›n› ‘ço¤unluk’ fikrine dayand›rmaya çal›flan bu söylemsel formasyonlar, aralar›ndaki keskin çat›flk›lara ra¤men üzerine örtülen büyük ölçekli uzlafl›mlara da imza at›yorlar. Farkl› olan› veya farkl›laflmak isteyeni acilen damgalayan, lanetleyen ve cezaland›ran bir cinnet zinciriyle birbirine ba¤lan›yor düflman kardefller. S›radanl›¤a, vasatl›¤a, benzeflmeye, uyuma yönelik tebli¤lerde bulunuyor, parlat›p paketledikleri edeplilik-
“‹
Do¤unun kad›n ütopyalar› Begum Rokeya Sakhawat Hossain Sultana’n›n Rüyas› / Padmarag çev: Billur C. Y›lmazyi¤it (Versus)
lyvia Plath, güncelerinde flöyle diyor: “Duygusal olmak istemiyorum ama, ne diye kremal› çilek Ördek Ana dünyas›na, Alis Harikalar Diyar›’nda masal›na koflulland›r›l›yoruz, büyüdükçe yaflam bizi k›rs›n, kendi kendimizin, yaflamda a¤›r sorumlulu¤u olan bireyler oldu¤umuzun bilincine varal›m diye mi?” Plath’›n bahsetti¤i bu a¤›r sorumluluklar›, Amerikan erkeklerinin cinsiyetçili¤ine ra¤men kendine ait bir yer yaratmaya çal›flan, varolmak üzere yazan ve yine de sevmeye çal›flan bir kad›n›n yaflad›¤› zorluklar diye de tan›mlayabiliriz herhalde. Böyle düflününce, klasik masallar bizi dünyan›n gerçeklerine haz›rlamaya yetersiz kal›yorsa, her fleyi, masallar› da de¤ifltirmeliyiz belki de. Alternatif masallar anlatmal›y›z çocuklara, prensler kral babalar›na karfl› isyan ç›kar›p krall›klar› y›kmal›, androjen prensesler flövalyelerine kavuflmak için ejderhalarla savaflmal›, Pamuk Prenses ormanda yaflayan di¤eriyle mutlu olmal›, Külkedisi kendi hayal dünyas›nda yaflayaca¤›na hiyerarflik düzen hakk›nda kafa yormal› mesela. Begum Rokeya Sakhawat Hossain, tam da bu tarzda cesur bir anlat›yla buluflturuyor bizi, “Sultana’n›n Rüyas›”yla eril anlat›lara alternatif olabilecek bir ütopya kuruyor, Kalküta’da tersine dönmüfl bir yaflam tasarl›yor. Güney Asya’n›n önemli feminist isimlerinden biri olan Rokeya, hayat› boyunca kad›nlar›n kurtuluflu için çal›flm›fl bir aktivist; ülkesindeki toplumsal kurallar›, insanlar›n de¤er yarg›lar›n›, harem sistemini elefltirmifl ve çocuk yaflta evliliklere, çokefllili¤e karfl› ç›karak, kad›nlar› bilinçlendirmek amac›yla birçok türde eser vermifl. “Sultana’n›n Rüyas›” da temel olarak kad›n›n hareme kapat›lmas›n› elefltiren bir eser. “Erkeklerin beyinlerinin bile kad›nlar›nkinden daha büyük ve a¤›r oldu¤una” inanm›fl olan Sultana, Rahibe Sara’n›n eflli¤inde bir rüya yolculu¤una ç›k›yor ve kendini, kad›nlar›n
S
lerini birbirleriyle karfl›laflt›r›yor, normdan ç›kan›n üstüne çullanmak konusunda yar›fla, radikal siyasal aç›l›mlar ve deneysel yaflam pratiklerini fleytanlaflt›rmaya yönelik kampanyalara girifliyorlar. Makûl olan›n ›l›k konforuna ça¤›r›yorlar, celbediyorlar ulus-devletleri içinde sayd›klar› insanlar›. Lambdaistanbul’un giriflimiyle haz›rlanan serginin bafll›¤› olarak saptanan sözcü¤e yüklenen ironi, çal›flmalar›n genel havas›yla yanyana iflliyor, trajik olan›n yerine istihza öne ç›k›yor... Serginin en çarp›c› ifllerinden olan Aylin Kuryel’in ‘Tabu’ isimli oyunsu ama belgesel nitelikli film çal›flmas›, ahlâkî s›n›rland›r›mlara karfl›l›k gelen “tabu” kelimesini, ayn› ad› tafl›yan popüler (seçilen bir kelimeyi kendisine yak›n baz› kavramlar› kullanmaks›z›n baflkas›na anlatma üzerine kurulu, ‘sessiz sinemaya’ya benzeyen) oyunla üst üste ça-
siyasetle, bilimle, sanatla u¤raflarak d›fl dünyaya ait oldu¤u, erkeklerinse eve kapat›ld›¤› Kad›nlar Ülkesi’nde buluyor. Rokeya, Kad›nlar Ülkesi ütopyas›yla, ataerkilli¤e oldu¤u kadar, sömürgecili¤e de karfl› duruyor. Çünkü sömürgelefltirilmifl Bengal’in aksine, Kad›nlar Ülkesi, bar›fl›n, güzelli¤in, do¤rulu¤un ve sevginin hüküm sürdü¤ü bir yer olmakla birlikte, yabanc› ordular› yenilgiye u¤ratarak –savaflla de¤il de, beyin gücüyle, “kad›n tarz›yla”– özerkli¤ini korumay› baflaran bir ülke. ‹kinci ütopya “Padmarag”, Tarini Bravan’›, kad›nlar okulunu anlat›yor. Tarini Bravan, ac›mas›z erkekegemen düzende karfl›laflt›¤› fliddetten kaçan, kendine s›¤›nacak bir yer arayan kad›nlar›n “k›zkardefllik” ba¤› içerisinde yaflad›klar› güvenli bir kale. Buraya gelen kad›nlar›n hikâyelerini dinlerken, o dönemde Hindistan ve ‹ngiliz toplumlar›ndaki kad›nlar› hiçe sayan ataerkil uygulamalara tan›kl›k ediyoruz. T›pk› Bat›l› feministler gibi Rokeya da, evlili¤in bir kad›n›n tek seçene¤i olmad›¤›n› vurgulamaya önem veriyor Almas ve Padmarag’›n aflk hikâyesini anlat›rken. Versus Kitap, Do¤unun ilk feminist ütopyas› kabul edilen “Sultana’n›n Rüyas› / Padmarag”›, bir töre cinayetiyle hayat› sona erdirilen Güldünya’ya arma¤an etmifl. Her gün fark›ndal›k içerisinde ya da fark›nda olmadan savaflmak zorunda kald›¤›m›z ve günlük hayat›m›z›n s›radan bir parças›ym›flças›na normal karfl›lad›¤›m›z korku salan güç gösterilerinin, fliddetin ac›mas›zl›¤›nda bize biraz olsun s›cakl›k verecek masals› bir ütopya “Sultana’n›n Rüyas› / Padmarag”. Güldünya gibi kay›plar›m›z›n ard›ndan öfkelenen, hüzünlenen kalbinizin bir an olsun bir flekilde avunabilece¤ini hissedebilirsiniz Rokeya’n›n Do¤uya özgü fliirlerle süsleyerek anlatt›¤› korunakl› kalesinde, bar›flç›l ülkesinde gezinirken. Birbirimize korkuyla bakmam›za neden olan bir fliddetin kol gezdi¤i, kad›nlar için, kimse için sabit bir zeminin olmad›¤› bu co¤rafyan›n üzerinde, böyle bar›flç›l yaflant›lar›n, flefkatli iliflkilerin ihtiyac› içindeyiz biz de. – P›nar Uygun
k›flt›r›yor. Üniversitede okuduklar›na tahmin etti¤imiz ve yüzeyde modern bir yaflam tarz›na sahipmifl gibi görünen gençlerden travesti, eflcinsel, vicdanî ret gibi kelimeleri yanlar›ndaki arkadafllar›na anlatmalar› isteniyor. Zaten dar olan sözcük da¤ar›n›n daha da daralt›lmas›yla birlikte gençlerin egemen düflünüfle dayal›, bask›c› ve d›fllayan sözcük, ifade ve anlat›mlara çekincesizce baflvurduklar› görülüyor. Nört özellikler gösteren kelimeler ellerinden al›nd›¤›nda inan›lmaz baya¤›l›kta, cinsellik söz konusu olunca baflka sosyal formasyonlarla özdefllefltirdi¤imiz bir y›l›fl›kl›kta yan›tlar verdiklerine flahit oluyoruz. Çekimler boyunca oyuna kat›lanlar›n kahkahalar› eksik olmuyor, ama izleyici kendisini nas›l bir toplumsal gelece¤in bekledi¤i konusunda dehflete kap›lmadan – Erden Kosova edemiyor... (devam› Kaos GL’de)
37
FARUK B‹LD‹R‹C‹’YLE “YEM‹N GECES‹ / LEYLA ZANA’NIN YAfiAMÖYKÜSÜ” ÜZER‹NE
Çeliflkileri derin yaflam›fl bir kad›n Hürriyet gazetesi Ankara temsilcisi yard›mc›s› Faruk Bildirici, bir Hürriyet mensubundan beklenmeyecek bir ifl yapt›, gayet objektif bir Leyla Zana kitab› yazd›. Kürt sorununa Türk milliyetçili¤i gözlü¤üyle bakanlar bile “Yemin Gecesi / Leyla Zana’n›n Yaflamöyküsü”nü okuduktan sonra baflka türlü düflünmeye bafllayabilir. Faruk Bildirici’ye kulak veriyoruz... “Yemin Gecesi”nde, Leyla Zana’n›n yaflamöyküsü etraf›nda, DEP sürecine nas›l gelindi¤ini, DEP’lilerin Meclis deneyimini, hapishane günlerini, Abdullah Öcalan’›n yakalanmas›na gösterdikleri tepkileri, aralar›ndaki ihtilaflar›, DTP’nin kurulufl sürecini anlat›yorsunuz. Leyla Zana, yaflamöyküsünün bu çerçevede aktar›lmas›n› nas›l karfl›lad›? Faruk Bildirici: Kitab› yazmaya karar verdi¤imde cezaevindeydi. Kendisine “yandafl›n›z de¤ilim, ama karfl›t›n›z da de¤ilim, dolay›s›yla yaflam›n›za nesnel bakabilirim” diye mesaj gönderdim. “Faruk bey hep siyasî yaflam› bitenleri kaleme al›yor: Tansu Çiller, Mesut Y›lmaz… Benim siyasî hayat›m bitmedi ki, beni niye yazmak istiyor?” diye sormufl. Zana’n›n siyasî hayat›n›n bitti¤i düflüncesiyle yazmad›m “Yemin Gecesi”ni. Bu kitapla ülkeye bir bar›fl mesaj› gönderebilece¤imi düflünmüfltüm. Önceden tan›fl›yor muydunuz? Tabii, o milletvekiliyken, ben parlamento muhabiriydim. Önerimi kabul edince, bir anlaflma yapt›k: O bana destek verecek, ben de ba¤›ms›z çal›flacakt›m. Fakat, cezaevi süresince karfl›l›kl› konuflmam›z mümkün olmad›. Serbest kal›nca alt› uzun mülâkat yapt›k. Sonra, baflkalar›yla da konuflarak, araflt›rmalar yaparak kitab› haz›rlad›m. Kitab›n yaflamöyküsü etraf›nda örülmesi, onun için sürpriz olmufl. Kendisiyle yapt›¤›m görüflmelerin, kitab›n sadece bir boyutunu oluflturaca¤›n› düflünüyordu. Oysa, “Yemin Gecesi”, 1980’lerden bu yana Kürt sorununu zemin alarak Leyla Zana’y› anlat›yor. Kitab› okuduktan sonra, “Benimle ilgili maddî hata yok; bunun için teflekkür ederim. Ama, siyasî olaylara dair de¤erlendirmeler senin yaklafl›m›n, ona kar›flamam” dedi. Kürt sorununa yaklafl›mda, Leyla Zana ile Orhan Do¤an’›n bir tarafta, Selim Sadak’la Hatip Dicle’ninse di¤er tarafta yer ald›¤›, Zana ve Do¤an’›n daha uzlaflmac› bir tutum benimsendikleri hep söylenirdi, ama kitab›n›zda bu ayr›flma ilk defa çok alenî biçimde aktar›l›yor. Taraflardan bir yalanlama geldi mi? Gelmedi. Zana, kitaptaki maddî bilgilerin do¤ru oldu¤unu söyledi. Kürt siyasî hareketine d›flar›dan bak›ld›¤›nda, bir yan›lsamaya düflülüyor: Sanki hareketin içindeki herkes beraber tav›r al›yor, ayn› fleyi düflünüyor, aralar›nda ihtilaf yaflanm›yor. ‹flin asl› öyle de¤il. Ony›llara yay›lan bir siyasî harekette ihtilaflar›n yaflanmamas› beklenemez. Leyla Zana - Hatip Dicle ayr›flmas› konusunda Hatip beyi de arad›m. “Leyla han›mla ilgili bir kitapta, onun konuflmas› daha do¤ru olur. Ben
38
Leyla Zana
Leyla Zana ilkokuldan terk bir köylü k›z›. Yaflam›ndaki ilk büyük de¤iflim Mehdi Zana’yla evlenmesi. Eflinin siyasî kimli¤i onu da siyasî harekete çekiyor. ‹kinci aflama, Mehdi Zana’n›n cezaevine at›lmas›. Leyla Zana böylece hem aktif olarak siyasî hayata giriyor, hem de kendini e¤itmeye bafll›yor. D›flar›dan ilkokul ve lise diplomas› al›yor. Mehdi Zana cezaevinden ç›kt›¤›nda, Leyla han›m b›rakt›¤› yerde de¤ildi, kendi bafl›na siyasî bir figür olmufltu.
konuflmam” dedi. Ama, bütün bilgileri farkl› kaynaklardan do¤rulatarak yazmaya çal›flt›m. DEP’lilerin çat›flma noktalar› nelerdi? Çat›flma çok net bir biçimde tezahür etmiyor. Ama, baz› olaylara dair de¤erlendirmeleri farkl›. Örne¤in, Hatip Dicle, milletvekilli¤i s›ras›nda, Tuzla’daki bir bombal› sald›r›da sivil k›yafetli güvenlik görevlilerinin öldürülmesini “savafl dönemlerinde olur böyle fleyler” diye de¤erlendirmiflti. Dicle’nin Tuzla sald›r›s›yla ilgili demeci o dönemde çok tart›fl›lm›flt›. Ölümleri hakl› gösteren o yaklafl›m›n sonucu olarak, parti büyük sald›r›lara u¤rad›. Gazeteler ve genel merkezin bombalanmas›n›n ard›ndan, kapatmaya kadar giden sert bir süreç yafland›. Temel farklardan biri de DTP’nin kuruluflunda ortaya ç›kt›. Hatip Dicle, DTP’nin önceki partiler gibi bir Kürt partisi olmas›ndan yanayd›. Ama Zana ve Orhan Do¤an DTP’yi Türk solunun da kat›laca¤› bir Türkiye partisi yapmak istiyordu. Bulduklar› formül Celal Do¤an’la ittifakt›. Ama Do¤an’la anlaflma sa¤lanamad›. DTP konusundaki çat›flma, kurulufl aflamas›nda gün yüzüne ç›kamad›. Oysa, kurulufl kongresinin bas›na kapal› bölümünde, Zana kürsüye ç›k›p DTP’nin bir “Kürt partisi” olmas›n› isteyenlere meydan okudu, “çizgi buysa, ben yokum” diyerek kürsüyü terkedip gitti. Yak›n döneme kadar da partiye dönmedi. “Yemin Gecesi”nde, Zana’n›n Kürt kimli¤i merkezli militan bir siyaset yürüttü¤ü görülüyor. Zana da ço¤u du-
rumda, Dicle kadar sert yaklafl›mlara sahip de¤il mi? Kürt siyasetinde o kadar çok paradoks var ki! D›flar›dan bak›nca, DTP, PKK ve Kürtlerin, bu üç unsurun iliflkilerinin çok net oldu¤u san›l›yor. Oysa, s›n›rlar ve aralar›ndaki iliflki san›ld›¤› kadar net de¤il. Kimi zaman PKK, kimi zaman Öcalan, kimi zaman da bu iki unsurun d›fl›ndaki geliflmeler etkili oluyor. Kitap boyunca, tablonun net olmad›¤›n› hissettirmeye çal›flt›m. PKK, Türkiye’deki Kürtlerin ne kadar›yla iç içe, ne kadar›n›n siyasî temsilcisi, kestirmek çok zor. O yüzden, tüm unsurlar› bir yumak gibi kabul etmek daha do¤ru. Yumak yuvarland›kça, yüzü gözü flekilleniyor. Yuma¤›n bütününün ne oldu¤u net: Kürt sorunu. Kürt hareketindeki siyasetçileri büyük bir aileye benzetirsek, aile üyeleri bir anda düflman addedilebiliyor. Kitapta anlat›yorsunuz: Hikmet Fidan eski bir HADEP’li, muhalif olmaya bafllay›nca PKK taraf›ndan öldürülüyor. “Hata”lar›n kolay affedilmedi¤i, aile reisli¤ini elefltirmeye pek gelmeyen bir aile… Ailenin farkl› fertleri var. Bunlar›n içinde reis de var, ailenin çizgisini belirleyen di¤er fertler de. Ama, “yaramazl›k” yapanlar da var. PKK bafltan itibaren silahl› bir örgüt oldu¤u için, farkl› e¤ilimlerin geliflmesine –Hikmet Fidan örne¤inde oldu¤u gibi– pek göz yumabilen bir noktada de¤il. Bu sadece silahl› örgüt olmaktan kaynaklanan bir sorun da de¤il. Feodal kal›nt›lar›n PKK’n›n politikas›nda zaman zaman etkili oldu¤unu düflünüyorum. PKK, kendi d›fl›nda bir yap›n›n ortaya ç›kmas›n› hazmedemiyor. Öcalan için de ayn› fley geçerli. PKK, “1978’den beri mücadele veriyorum; dolay›s›yla, burada her fleyi ben belirlerim” noktas›nda. Bu aç›dan, PKK’n›n kendisi de mücadelenin önünde bir engel haline gelmifl durumda. Kürt sorununun 1978’deki biçimiyle bugünkü biçimi elbette ayn› de¤il. O dönemde devlet, Kürtlerin varl›¤›n› dahi kabul etmiyordu. Bugün kimse Kürtlerin varl›¤›n› inkâr edemiyor. Silah› ve terörü reddetmeme ra¤men, bu noktaya gelinmesinde PKK’n›n etkisinin oldu¤unu kabul ediyorum. Ama öte yandan, Türkiye’de Kürtlerin varl›¤› kabul edilmiflken, kültürel, siyasal, sosyal haklar› tart›fl›l›rken, hâlâ silah kullanarak PKK bir engel haline geliyor. Aile benzetmesine dönersek, Kürt siyasî hareketi içinde insanlar PKK ve Öcalan’› yok sayarak hareket gelifltiremiyorlar. Ama di¤er yandan, Özal döneminden beri Kürt siyasetçilerine “PKK’y› terör örgütü olarak tan›mlay›n, yoksa size siyaset yapma f›rsat› tan›may›z” deniyor. Kürtlerin temel açmazlar›n-
dan biri bu. PKK’y› terör örgütü olarak kabul eden Kürt siyasetçiler, o ailenin d›fl›nda buluyorlar kendilerini. Aile d›fl›ndakilerinse ailenin kaderini belirlemesi pek mümkün olamaz. PKK’ya karfl› ç›kt›¤› için, siyasetten tamamen d›fllanm›fl birçok Kürt siyasetçi var. Bu, bir yandan PKK’n›n siyaset kültüründen, di¤er yandan da, hem PKK’ya hem de devletin politikalar›na muhalif kesimlere yaflam alan› b›rak›lmamas›ndan kaynaklan›yor. Böyle bir siyasî atmosferde, Leyla Zana nas›l oldu da Türk ve Kürt siyaseti için bu kadar kritik bir noktaya gelebildi? Zana’n›n siyasî hareketi iyi kavray›fl›, mücadele içindeki sorunlar karfl›s›nda ba¤›ms›z tav›r gelifltirebilmesi onu bu noktaya tafl›d›. Siyasete ilk girdi¤i dönemlerde, Diyarbak›r Cezaevi önünde bile farkl› eylemler gelifltiriyor. Mehdi Zana’n›n kar›s› olarak tan›nmak yerine, kendi çizgisini oluflturarak mücadele içinde yer edindi. Geri ad›m atmayan, görüfllerini insanlara anlatma yetene¤ine sahip, tavizsiz bir kiflilik. K›sacas›, lider özellikleri var. Küçük yafltan itibaren hayat›na yön veren bir sorunun çözümü için mücadele ediyor. Meclis kürsüsünde Kürtçe konuflmas› herkesi hayrete düflürürken, o son derece s›radan bir fley yapt›¤›n› düflünüyordu. O kürsüde Kürtçe konuflmak onun için çok do¤al ve kaç›n›lmaz bir tav›r. Meclis’te daha ba¤›ms›z bir çizgi izlemesi, yurtd›fl›na kaçmak yerine cezaevine girmeyi göze almas›… Tutuklanaca¤›n› bile bile Fransa’dan Türkiye’ye döndü. Kendisi için af ç›kar›lmas›n› reddetmesi, günlerce ko¤uflunun kap›s›na elektrik kablosu ba¤layarak zorla hapisten ç›kar›lmaya, affedilmeye direnmesi... Bunlar kolay kolay karfl›laflt›¤›m›z siyasî direnifller de¤il. Hapisten ç›kt›klar›nda DEP’lilerin “Zana ve arkadafllar›” diye tan›mlanmalar›n›n arkas›nda Zana’n›n bu direniflçili¤i yat›yordu. DEP’liler Meclis’te Kürtçe yemin etmeselerdi, Kürt sorununun seyrinde bir farkl›l›k olur muydu? ‹tiraf etmek gerekirse, Zana’n›n yemin etti¤i gün, ben de “keflke ortam› germeseydi” diye düflünmüfltüm. Fakat, son Meclis aç›l›fl›nda, DTP’lilerin Bahçeli’yle tokalafl›p ›l›ml› mesajlar vermelerine karfl›n yaflanan gerginlikler, 1993’te DEP’lilerin olayl› yemini olmasa da devletin Kürt politikas›nda de¤iflim yaflanmayaca¤›n› düflündürüyor. Zana Kürtçe yemin etti¤inde, Ankara’daki tepki fluydu: “TBMM’de bile Kürtçe konufltular. Cumhuriyetin temellerine dinamit koydular.” Ama o gün Diyarbak›r’da, Cizre’de, Hakkâri’de insanlar halaylar çekerek kutlad›lar bunu. Zana do¤ru mu, yanl›fl m› yapt› tart›flmas›ndan çok, olay›n sonuçlar›n› de¤erlendirmek gerek. Zana’n›n yemini, Kürtlere çok ciddi moral verdi o dönemde. Mücadelenin belli bir aflamaya geldi¤ini gösterdi. Ama maalesef, Türkiye’nin bütününe bu sorunun ciddiyetini kavratamad› yemin olay›. Kocas› Mehdi Zana Diyarbak›r belediye baflkan›yken tutuklan›p hapse at›l›nca, Leyla Zana yoksulluk ve yaln›zl›kla baflbafla kal›yor. Diyarbak›r hapishane-
si önündeki direnifllere kat›l›yor. Kocas› hapisteyken, genç bir kad›n olarak dedikodulara maruz kal›yor. Nas›l oluyor da bu yaflad›klar›, kendisini eve kapatmas›na neden olmuyor, direnme gücünü nereden buluyor? Tam da bütün bu sorunlar› yaflad›¤› için bu kadar direnç gelifltiriyor, güçleniyor. Zana, okumak isteyen, ama dil problemi yüzünden ilkokulu terk eden bir köylü k›z›. Yaflam›ndaki ilk büyük de¤iflim Mehdi Zana’yla evlenmesi. Efliyle aras›nda 21 yafl fark var. Mehdi Zana’n›n siyasî kimli¤i onu da siyasî harekete çekiyor. ‹kinci aflama, Mehdi Zana’n›n cezaevine at›lmas›. Leyla Zana böylece hem aktif olarak siyasî hayata giriyor, hem de kendini e¤itmeye bafll›yor. D›flar›dan ilkokul ve lise diplomas› al›yor. Mehdi Zana cezaevinden ç›kt›¤›nda, Leyla han›m art›k b›rakt›¤› yerde de¤ildi, kendi bafl›na siyasî bir figür olmufltu. Kendi hayat›yla siyasî mücadelesi çok iç içe geçti¤i için mi “profesyonel” siyaset yapm›yor, konuflurken kendini frenlemiyor, sansürlemiyor? Hayat mücadelesini siyasete evriltiyor. Kendini frenlemedi¤i do¤ru. Tutumlar›, tavr› kiflilik özelli¤inden kaynaklan›yor. SHP’li vekillerle, Erdal ‹nönü’yle konuflurken, Güneydo¤u için “Kürdistan” diyor, “ben neysem oyum, taviz vermem” diyor. Bu, geçmiflinde tüm çeliflkileri derin yaflam›fl olmas›ndan kaynaklan›yor san›r›m. Zana’n›n tek ideali, bu sorunu çözmek. Kürt halk›n›n istekleri her fleyin önünde onun için. Manevralarla, politik hesaplarla hareket etmek onun kitab›nda yok. Günlük yaflam›nda da öyle. Mehdi Zana, Kemal Burkay’›n Özgürlük Yolu’ndan yürüyor, ama Leyla Zana baflka bir yola, silahl› bir örgüt olan PKK’ya yaklafl›yor. Bu nas›l oldu? Mehdi bey belediye baflkan› seçildikten sonra Özgürlük Yolu’yla çat›flmaya bafll›yor. Leyla Zana, o¤lu Ronay’› bo¤az›na
Geri ad›m atmayan, tavizsiz bir kiflilik. Küçük yafltan itibaren hayat›na yön veren bir sorunun çözümü için mücadele ediyor. Meclis kürsüsünde Kürtçe konuflmas› herkesi hayrete düflürürken, o s›radan bir fley yapt›¤›n› düflünüyordu. Hayat mücadelesini siyasete evriltiyor. Kürt halk›n›n istekleri her fleyin önünde onun için.
Faruk Bildirici
Foto¤raflar: Hale Gönültafl
k›lç›k kaçt›¤› gün hastaneye götürdü¤ünde, doktor Özgürlük Yolu’ndan oldu¤u için “ben Mehdi’nin o¤lunu tedavi etmem” diyor. Bu, bir anne için çok travmatik bir fley. PKK daha ulusalc› ve sertlik yanl›s› oldu¤u için sempati topluyor. Kitab› yazmaya bafllamadan önce, nas›l bir kiflilikle karfl› karfl›ya oldu¤unuzu biliyor muydunuz? Bir kiflinin yaflam›n› yazarken, o kiflinin sorunlar›n› içsellefltirebilmeye, hissettiklerini hissetmeye çal›fl›r›m. Leyla Zana ile bu çok kolay olmad›, çünkü hayat›n çok farkl› yerlerinden iki insan›z. Benimki tamamen bir anlama çabas›ndan ibaret. Bu ülkede son derece derin yaflanan bir sorun var. Bu sorunu anlaml› bir çerçevede insanlara anlatmaya çal›flt›m. 1983’te, PKK’n›n Eruh-fiemdinli bask›n›n› gerçeklefltirdi¤i dönemde, ölen PKK’l›lar›n cenazelerine yap›lan muameleyi biliyoruz. Kimsesizler mezarl›¤›na defnediliyorlard› ve kimse dönüp bakm›yordu. Bugün, her cenaze töreni onbinlerce kiflinin kat›l›m›yla yap›l›yor, taziye çad›rlar› kuruluyor… Demek ki, PKK ile insanlar aras›ndaki iliflki çok farkl› bir noktaya tafl›nm›fl. 1980’lerde TRT’de bir saatlik Kürtçe yay›n düflünebiliyor muydunuz? Ya da Kürtçe kurslar›n›n aç›lmas›… Devletin kulland›¤› yöntemler bu sorunu daha da a¤›rlaflt›rma noktas›na getirdi. Ayn› fley PKK aç›s›ndan da söylenebilir. Ölümler ve kan devam ediyor, ama istedikleri noktaya gelebilmifl de¤iller. Dolay›s›yla, bilinen yöntemlerin d›fl›nda yöntemlerin kullan›lmas› gerekiyor. Bu nas›l sa¤lanabilir? Bu soruya verecek net bir yan›t›m yok, ama bir yazar olarak, olabildi¤ince tarafs›z davranmaya, Leyla Zana’y› ve onun içinde bulundu¤u süreci övmemeye, yermemeye, sembollere vurgu yapmamaya çal›flt›m. Türkiye’de çat›flmalar semboller üzerinden yürütülüyor, sorunun özünü tart›flam›yorsunuz. Bu nedenle kitapta “terörist” demedim, “w” ile “nevroz” yazmad›m. “Terörist” yerine militan sözcü¤ünü tercih ettim. Özal, ölümünden önce, PKK’yi bar›flç›l biçimde silahs›zland›rma projesinden söz etmiflti. 1999’dan 2003’ün sonlar›na kadar PKK de silahs›zlanman›n koflullar›n› arad›¤›n› iletti. Özal döneminde de, Öcalan’›n yakalanmas›ndan sonra da devletin çeflitli birimleri, örgütün silahs›zlanmas›na izin vermediler. Devletin baz› birimleri, niye örgütün varl›¤›n› sürdürmesinin yolunu aç›yor? Devletin bir stratejisi hiç olamad› ki. Devlet her zaman “kullanma” takti¤i uygulad›. 1923’ten 2008’e de¤iflmeyen tek nokta, bir sorunla karfl›laflt›¤› an zor kullanma yöntemine baflvurmak. Cumhuriyetin ilk dönemlerinde de ayn› yönteme baflvuruldu¤u için Kürt sorunu sürüyor. Di¤er yandan, PKK büyük bir siyasî organizasyon; binlerce insan da¤a ç›k›yor, savafl›yor. fiu an on bine yak›n insandan söz ediyoruz. fiu soru geliyor akl›ma: Bu kadar büyük bir siyasî organizasyon neden silahs›z mücadele yürütemiyor? Bu güç ve organizasyon yetene¤i siyasî alanda kullan›labilse, bu sorunun çok daha rahat çözülebilece¤ine inan›yorum.
39
40
Zana ve Orhan Do¤an DTP’yi Türkiye partisi yapmak istiyordu. Bulduklar› formül Celal Do¤an’la ittifakt›. Ama Do¤an’la anlaflma sa¤lanamad›. DTP’nin kurulufl kongresinin bas›na kapal› bölümünde, Zana kürsüye ç›k›p DTP’nin “Kürt partisi” olmas›n› isteyenlere meydan okudu, “çizgi buysa, ben yokum” diyerek kürsüyü terkedip gitti.
rumluyorsunuz? Bugün PKK, DTP’nin de önünde bir engel. 1991’de milletvekilleri siyasette tecrübesizdi. Ama flimdi deneyimli isimler var Meclis’te. Ne var ki, deneyimlerini aktaram›yorlar. PKK’ya ra¤men siyaset yapam›yorlar. Silah ve bar›fl ayn› anda kendine alan bulamaz. Bence, PKK da dönüflme konusunu tart›fl›yor. Bunun için bir gerekçe aran›yor. Ama gerekçeye gerek yok. Madem bir hedefe do¤ru yola ç›k›ld›, o yola silahs›z da devam edilebilir. Kürtlerin varl›¤›n›n art›k inkâr edilmedi¤ini söylediniz; inkâr yok ama, Kürt düflmanl›¤› da yay›l›yor. Bu ülkedeki bütün vatandafllar›n temel haklar› tan›nmal›, anadilde e¤itime kadar. Eflitlik deniyorsa, herkesin gerçek anlamda eflit olmas› lâz›m. Topyekûn bir Türk-Kürt çat›flmas›n›n yaflanmamas› ola¤anüstü bir durum. Ama bunun olup olmayaca¤›n› kimse kestiremez. O nedenle, herkesin sorumlulu¤unun bilincinde olmas› gerekiyor. Kitapta, Susurluk kazas›nda ölen emniyet müdürü Hüseyin Kocada¤’›n Diyarbak›r’da görev yaparken Zana’lar›n evini bas›p arama yapmas›n› aktar›yorsunuz. Zana’n›n hikâyesi boyunca derin devlet de varl›¤›n› hissettiriyor… Bu kitap, bir yak›n tarih çal›flmas› olarak görülebilir. PKK ile mücadele eden devletin nas›l oluflumlara girdi¤i de anlat›l›yor. Türkiye’de Susurluk olay› bu sorundan ba¤›ms›z gibi alg›land›. Oysa, Güneydo¤u’da çat›flma bafllay›nca bir batakl›k do¤du. Susurluk bu batakl›¤›n ürünüdür. Hüseyin Kocada¤’›n ilk faaliyet yeri Diyarbak›r. Susurluk’un ilk kendini göstermesi de Güneydo¤u’daki faili meçhuller, bombalamalar. Türkiye’de bir tak›m sorunlar gerçekten çözülmek isteniyorsa, devletin içindeki örgütlerin çözülmesi gerekiyor. fiemdinli ve Ergenekon konusunda derinlemesine gidilmeli. Hürriyet’te çal›flan bir kifli olmakla birlikte, ileride kendi kendime “bütün bunlar yaflan›rken, neden bir fleyler yapmad›n?” dememek için çabalad›m. Özal nas›l ki “da¤daki üç-befl eflk›ya” söyleminden “benim babaannem de Kürttü” noktas›na geldiyse, Türkiye’yi yönetenlerin art›k bir ad›m atmas› gerekiyordu. Bunun için en avantajl› dönem, 1999-2004 aras›yd›. Ama devlet hiçbir ad›m atmad›. DEP’lilerin Meclis’e ilk girdikleri zamanla bugünün atmosferi aras›nda na-
s›l bir fark görüyorsunuz? Her fley çok gergin bafllam›fl, yemin töreninden sonra durum daha da gerginleflmiflti. DEP’liler ne Meclis kürsüsünü ne de komisyonlar› kullanabildiler. Bugün DTP’li vekiller Kürt siyasî hareketini bir flekilde parlamenter zemine tafl›yorlar. DEP döneminde, milletvekilleri Meclis’te açl›k grevi yapt›lar, kuliste uyuyup sabahlad›lar! DTP’lilerin arkas›nda böyle bir siyasî birikim var. Bu hareketin hemen hiçbir temsilcisi, “flunu yaparsam fluraya gelirim” diyerek bir yerlere gelmedi. Zana da böyle bir çizgi çizip ilerlemifl de¤il. Eninde sonunda bir Leyla Zana do¤acakt› bu hareketin içinde. Zana, özellikle yemin gecesinden sonra geri dönüflü olmayan bir kahramanl›k yoluna girdi. Cumhuriyet tarihinde ilk defa Meclis kürsüsünde Kürtçe konufluldu ve bunu bir Kürt kad›n yapt›! DTP milletvekillerinden Bengi Y›ld›z, son seçim çal›flmalar› s›ras›nda, Leyla Zana’y› ima ederek “biz flov yapmayaca¤›z” demiflti. Zana’n›n bu aç›klamadan rahats›z oldu¤u do¤ru mu? “Biz Zana gibi yapmayaca¤›z” imalar›nda bulundular. Ama parti içinde sert tart›flmalara neden oldu bu. Sonra DTP özür dileyen bir aç›klama yapt›. Zana bunun üzerine seçim çal›flmalar›na kat›ld›. Sonra da kimse o yemin töreninin aleyhinde konuflmad›. Meclis aç›l›fl›nda DTP’li kad›n vekiller en öndeydi. Ama, Zana onlardan farkl›: Ad›na türküler yak›lan bir kad›n. O dönemde do¤an k›z çocuklar›na Leyla ismi verenlerin say›s› az de¤il. Hürriyet’in yay›n politikas›yla sizin Kürt sorununa bak›fl›n›z çok farkl›. Hürriyet’in Leyla Zana’yla ilgili haberleri verifl tarz›n› gördü¤ünüzde ne hissediyorsunuz? Hürriyet bir kitle gazetesi, çok farkl› renkte kiflilikleri bar›nd›rabilen bir yap›. Habercili¤i sürdürürken, kendi düflüncelerim çizgisinde kitab›m› da yazabiliyorum. Hürriyet’in Leyla Zana alg›lamas›nda da dönem dönem de¤iflimler görülüyor. 1991’de Hürriyet’in aktard›¤› Zana tipolojisiyle 2004’teki ayn› de¤il. Bu tarif döneme, koflullara, siyasî iklime göre de¤iflebiliyor. Bu sadece Zana için de¤il, Ahmet Türk ya da Hatip Dicle için de geçerli. Aysel Tu¤luk bir yaz› yaz›yor, herkes övmeye bafll›yor. Sonra bir bak›yorsunuz, Tu¤luk kötü olmufl, Zana iyi. Oysa, onlar hep olduklar› gibiler.
Söylefli:Hale Gönültafl - ‹rfan Aktan
Öcalan’›n Zana’ya yönelik tavr› nas›l? Öcalan kimsenin kendisinin önüne geçmesini istemiyor. 2004’te, ateflkes sürecinin tam Zana’lar cezaevinden ç›kt›¤›nda bozulmas›n› dikkate de¤er buluyorum. Oysa, onlar cezaevinden ç›kt›¤›nda çok farkl› bir hava vard›, yeni aç›l›mlara öncülük edeceklerdi. Meclis baflkan›, D›fliflleri bakan›, muhalefet baflkan›yla görüflmeler yapt› Zana. Böyle bir ortamda, birden silahlar yeniden konuflmaya bafllad›, PKK yeniden öne ç›kt›. Zana Diyarbak›r’da ateflkesten söz etti. Farkl› bir noktaya gelindi. Sonuçta, Zana’n›n öne ç›kmas› engellenmifl oldu. Öcalan cezaevine girdikten sonra, Zana, bir müddet Öcalan’›n aç›klamalar›n›n sahte oldu¤unu, avukatlar›n kendisini yönlendirdi¤ini düflünüyor. Do¤rudan Öcalan’a mektup yaz›yor. Çok sonralar› Öcalan, “bana en iyi bilgi ak›fl›n› Leyla sa¤l›yor” diyor. Aralar›nda böyle güçlü bir iliflki de var. Öcalan’a yazd›¤› mektuplar›ndan birinde, “say›n dostum” diye hitap etti¤i için tepki görüyor. Öcalan, “ben öyle Haso, Hüso de¤ilim” diyor… Bunu bilmiyordum. Ama Öcalan’›n “Leyla’y› bana karfl› kullanmak istiyorlar” diye demeçler verdi¤ini biliyoruz. Öcalan, kendisine rakip olacak kifliyi bir kilometre öteden hissediyor. Fakat Zana’n›n da böyle bir niyeti var m›? Hay›r. Zana’n›n siyaset maceras›n› nerede, hangi noktada sonland›raca¤›n› kestirmek güç. Zana için önemli olan, var›lmak istenen hedef, Kürt ulusunun problemlerinin ortadan kald›r›lmas›. Hayat ve siyaset Zana’ya nas›l bir mecra sunar, o bu konuda nas›l tav›r gösterir, bilemeyiz. Zana’n›n Kürt siyasî hareketi içindeki gücünü biraz da Öcalan’a ba¤l›l›k üzerinden ald›¤› söylenebilir mi? Öcalan’› reddederek bir fley yapamaz. Bu harekette, özelefltirisi yap›lmas› gereken çok konu var. Mesela, Musa Anter öldürüldü¤ünde, “acaba PKK m› yapt›?” bile dendi. Anter, 1950’lerde Kürt siyasî mücadelesini bafllatan isimdi, ama bu hareketle çat›flt›¤› noktalar vard›. Anter gerekli sayg›y› asla görmüyordu. Çünkü elefltiren de bir adamd›. Katillerinin Susurlukçu oldu¤u ortaya ç›kt›, ama “acaba PKK m› yapt›?” sorusu da yersiz de¤ildi. Anter’e çok kötü davran›yordu PKK. Öldürüldükten sonra kahraman yap›ld›. Kürt aristokrasisinden gelen 1960’lar›n Kürt siyasetçileriyle PKK aras›nda hep bir gerilim yafland›... Evet, “ayd›n” ve “ayak tak›m›” tart›flmas› Leyla Zana ile Ümit F›rat aras›nda da yafland›. F›rat, Zana’n›n milletvekili adayl›¤› belli olunca, 1991’de kendisini aray›p mealen “biz ayd›nlar ne olaca¤›z?” diyor. Zana da “siz kütüphanelerde kalacaks›n›z” diyor. Bu tart›flma, ‘90’larda Leyla ve Mehdi Zana ‹stanbul’a giderken, yine yaflan›yor. Oysa, Ümit F›rat daha önce Zana için abi figürüdür. Bu tart›flmadan sonra ipler kopuyor. Bence, bu hareketin en büyük zaaflar›ndan biri, entelektüellere ve hayat›n di¤er alanlar›ndaki insanlara pek yaflam alan› b›rakmamas›d›r. Orta s›n›f Kürtlerin giderek PKK’den uzaklaflt›¤› de¤erlendirmesini nas›l yo-
15 MAYIS DÜNYA V‹CDAN‹ RET GÜNÜ: RETÇ‹LER ANLATIYOR
Mehmet’in Mehmetçikli¤i reddi Türkiye vicdanî ret kavram›yla ‘90’lar›n bafl›nda tan›flt›. O tarihten beri vicdanî reddini aç›klayanlar askerî mahkemelerde yarg›land›, iflkence gördü, askerî cezaevlerine at›ld›. Peki devletin vicdanî retçiler üzerindeki a¤›r bask›s›n›n sebebi ne? Say›lar› 70’e ancak ulaflan vicdanîi retçilerin askere gitmemesi ordunun savafl gücünü mü zay›flat›yor, insanlar bu 70 kifliden etkilenip kitleler halinde vicdanî ret aç›klamas› m› yap›yor? Sorunun cevab› “Disiplin –Askerî ‹taat Üretiminin Sosyolojisi ve Tarihi”nin (Ayr›nt› Yay›nlar›, 2001, çeviren: Veysel Atayman) yazar› Ulrich Bröckling’de. Bröckling’e göre, günümüzde silah teknolojisinin geliflimine ba¤l› olarak de¤iflen savafl konseptlerine karfl›n aralar›nda Türkiye’nin de oldu¤u çok say›da devletin vicdanî reddi yasaklamas›n›n as›l nedeni, ordular›n hizmete haz›r adam bulmakta yaflayaca¤› s›k›nt›dan çok, vicdanî retçilerin devletin vatandafllar›n›n yaflam ve ölümü hakk›nda hükümran olarak karar verme hakk›n› sorgulamas›. Türkiye’deki vicdanî retçiler, siyasal ve sosyal yaflam› militarizm ve milliyetçilik çerçevesinde flekillenen, askerli¤in “her Türk asker do¤ar” ifadesiyle biyolojik-›rksal bir özelik haline getirildi¤i, “erkeklik” ve “adam olma”n›n askerlik üzerinden tan›mland›¤› bir ülkede çok zor bir mücadelenin içindeler. Yüz binlerce kifli rapor alma, bakaya kalma, firar gibi yollarla askerlik yapmaktan kurtulma yolunu seçerken, vicdanî retçiler zorunlu askerli¤e cepheden karfl› ç›karak toplumun de¤er yarg›lar›yla ters düflmeyi, siyasal ve sosyal yaflamdan kopmay› göze al›p mücadele ediyorlar. Vicdanî retçilerin yakalanmas› bir dert, yakalanmamas› baflka bir dert. Yakalan›rlarsa kendilerini mahkeme-k›flla-askerî cezaevi üçgeninde buluyorlar. Yakalanmad›klar› zaman da iflleri hiç kolay de¤il. Asker kaça¤› olarak aran›yor gözüktükleri için düzenli ifl bulmalar› zorlafl›yor, seyahat edemiyor, uzun vadeli plan yapam›yorlar. 15 May›s Dünya Vicdanî Retçiler Günü vesilesiyle mikrofonlar›m›z› vicdanî retçiler Mehmet Tarhan, Ersan U¤ur Gür ve Erkan Ersöz’e uzatt›k...
Vicdanî ret karar›n› aç›klad›¤›nda nelerle karfl›laflaca¤›n› tahmin ediyordun? Mehmet Tarhan: 27 Ekim 2001’de vicdanî reddimi aç›klad›¤›mda zor bir sürece girdi¤imin elbette fark›ndayd›m. Osman Murat Ülke’nin defalarca tutukland›¤›n›, hüküm giydi¤ini, yaklafl›k 2.5 y›l hapis yatt›¤›n›, kaçmamas›na ra¤men bir tür kaçak hayat›na zorland›¤›n›, birçok hakk›ndan mahrum bir yaflam sürmekte oldu¤unu biliyordum. Ancak, bir iç savafl›n orta yerinde ve savafllara bo¤ulmufl bir co¤rafyada orduyu, savafl ekonomisini, devletler sistemini, yani militarizmi sorguluyordum. fiiddetin hayat›n herhangi bir alan›nda olumlu bir etki sa¤layamayaca¤›n›, herhangi bir sorunu çözemeyece¤ini düflünüyorum. Korkuyordum ve hâlâ korkuyorum, ancak düflünce-sözeylem bütünlü¤ü olmadan sürdürülecek bir yaflamdan korktu¤um kadar de¤il. Vicdanî reddini aç›klad›ktan sonra gözalt›na al›nd›n, tutukland›n, emre itaatsizlikten yarg›land›n. Tutukluluk sürecin Türkiye’deki vicdanî ret hareketi aç›s›ndan da önemli bir evreydi. Bu süreci nas›l yaflad›n? Öncelikle flunun bilinmesi gerekiyor: Türkiye Cumhuriyeti’nin ne sivil ne de askerî kanunlar›nda “vicdanî ret” kavram› tan›mlanm›fl durumda. Dolay›s›yla, vicdanî retçiler “asker kaça¤›” olarak tan›mlan›yor. Yakaland›klar›nda ise Askerî Ceza Kanunu’nun “emre itaatsizlikte ›srar” suçunu düzenleyen 87. ve 88. maddelerine göre yarg›lan›yorlar. Seferberlik ya da savafl durumlar› d›fl›nda bu maddelerden ilki üç aydan iki y›la, ikincisi ise
Mehmet Tarhan
Vicdanî retçiler “asker kaça¤›” olarak tan›mlan›yor. Yakaland›klar›nda Askerî Ceza Kanunu’nun “emre itaatsizlikte ›srar” suçunu düzenleyen maddelerine göre yarg›lan›yorlar. Oysa vicdanî retçi asker de¤il, dayana¤›n› evrensel olarak da tan›nm›fl bir insan hakk›n› kullanmakta olan bir sivildir.
üç aydan befl y›la kadar hapis istemiyle yarg›lan›r. Vicdanî retçi, herhangi bir asker kaça¤› yakaland›¤›nda yap›ld›¤› gibi kelepçelenerek zorla k›fllaya götürülür ve askerî k›yafetleri giyerek askerlik yapmaya bafllamas› istenir. Do¤al olarak bu iste¤i reddeder ve askerî mahkemeye ç›kar›larak tutuklan›r ve “emre itaatsizlikte ›srar” suçlamas›yla yarg›lanmas›na bafllan›r. Burada önemli olan, yarg›lanan vicdanî retçinin “asker” olarak tan›mlanmas›d›r. Oysa vicdanî retçi asker de¤il, dayana¤›n› do¤al hukuktan alan, evrensel olarak da tan›nm›fl bir insan hakk›n› kullanmakta olan bir sivildir. Kald› ki, “emre itaatsizlik” durumunun oluflmas› için taraflarca bir flekilde kabul görmüfl bir meflruiyet zemininin bulunmas› gerekir. Yani bir subay›n sokaktaki herhangi birine emirler verip, yerine getirmeyince hapishaneye atmas› gibi ak›ld›fl› bir durum ortaya ç›k›yor. ‹flin bir di¤er taraf› ise, vicdanî retçinin bir kez yarg›lan›p verilen ceza kadar süreyi askerî cezaevinde geçirmesinden sonra, tekrar k›fllaya götürülmesi. Kaç›n›lmaz olarak tekrar emre itaatsizlikle suçlan›p tutuklanmas›. Yani k›flla-mahkeme-hapishane aras›nda sonsuza kadar sürebilecek bir k›s›rdöngünün içine sokulmas›. Bana gelince, 8 Nisan 2005’te ‹zmir’de tutukland›m ve önce Tokat’taki bir askerî birli¤e götürüldüm, ard›ndan Sivas Askerî Mahkemesi’nce tutuklan›p askerî cezaevine konuldum. Cezaevindeki ilk gün yönetimin organize etti¤i bir linç giriflimine maruz kald›m, baz› mahkûmlar›n yard›m›yla hayatta kalmay› baflard›m. Bu olay ve sonras›ndaki kötü muameleler konusunda avukatlar›m›n yapt›¤› flikâyetler do¤rultusunda cezaevi yöneticileri de dahil olmak üzere dört kifli yarg›lan›yor. K›sa bir süre sonra askerî hastaneye sevk edildim ve orduyla bu defa da eflcinsel kimli¤imle yüzleflmek durumunda kald›m. Vicdanî ret aç›klamamda eflcinsel oldu¤umu belirtmifl ve ordunun eflcinsellere dönük sald›rgan ve onur k›r›c› tavr›n› da protesto etmifltim. Çünkü halen TSK Sa¤l›k Yetene¤i Yönetmeli¤i’ne göre eflcinsellik bir hastal›k. Ayr›ca bu durumun resmî belgelerle kan›tlanmas› gerekiyor. Bu resmî belgeler, anal muayene raporlar›, psikiyatrik raporlar ve kula¤a inan›lmaz gelse de, cinsel iliflki an›nda çekilmifl resim ya da video kay›tlar›. Eflcinsel bireye do¤rudan sald›r› anlam›na gelen bu uygulamalar› elbette kabul etmedim ve bu kabul etmeyifl, karfl›ma cezam› a¤›rlaflt›r›c› bir neden olarak ç›kt›. Tahliyeme dek, askerî makamlar taraf›ndan, çürük raporu almam yönünde bask› ve telkinlere maruz kald›m. Vicdanî ret kavram›n› tan›mad›¤› için beni “emre itaatsizlik” suçlamas›yla yarg›layanlar, “çürük raporu” almam› istiyorlard›. Bu raporu almam halinde yarg›lanmam sona erecek ve bu k›s›rdöngünün içinden ç›km›fl olacak, ancak tamamen ak›ld›fl› bir uygulamay› tasvip edecektim. 9 Haziran
41
2005’te ilk davamdan tahliye edildim, ancak gözetim alt›nda tekrar Tokat’a götürüldüm, yine askerî k›yafetleri giymem istendi, vicdanî retçi oldu¤umu belirterek bu iste¤i reddettim. Ertesi gün Sivas Askerî Mahkemesi’nce tutuklanarak tekrar hapishaneye götürüldüm. 4 A¤ustos 2005’te hakk›mdaki iki “emre itaatsizlik” dosyas› birlefltirilerek tek dosya haline getirildi ve 10 A¤ustos 2005’te her suçlamadan ikifler y›l olmak üzere toplam dört y›l hapis cezas›na çarpt›r›ld›m. 25 Ekim’de Askerî Yarg›tay, bedensel muayenemin yap›lmad›¤› gerekçesiyle hakk›mda verilen karar› bozdu. Bu karar, anal muayeneye zorlanaca¤›m, yani devlet eliyle tecavüze u¤rayaca¤›m anlam›na geliyordu. Yerel mahkeme 15 Aral›k 2005’te her ne kadar zorla muayenenin bir insan haklar› ihlâli olaca¤› yönünde bir gerekçeyle dört y›l hapis cezas›nda direndiyse de, muayene olmamam› a¤›rlaflt›r›c› neden olarak göstermekte de ›srar etti. ‹tiraz›m›z üzerine 9 Mart 2006 tarihinde Askerî Yarg›tay Daireler Kurulu karar› uyar›nca tahliye edildim. Mevcutsuz olarak Tokat’taki birli¤e gitmem istendi ve bunu yapmayaca¤›m› söylememe ra¤men sal›verildim. A‹HM’nin 24 Ocak 2006’da Osman Murat Ülke’nin yaflad›klar›n› kötü muamele olarak tan›mlay›p flu anda içinde bulundu¤u durumu da “sivil ölüm” olarak niteleyerek Türkiye’yi tazminata mahkûm eden karar›n›n bu sal›verilmede etkisi oldu¤u kabul edilebilirse de, devletin ve ordunun vicdanî reddin gündeme gelmesinden duydu¤u kayg› da önemli bir etken. Neden böyle bir kayg› duyuluyor? Çünkü cezaevindeki her vicdanî retçi, konunun gündeme tafl›nmas›na neden oluyor. Nitekim vicdanî ret dolay›s›yla hapis yatm›fl Osman Murat Ülke, Mehmet Bal, Halil Savda ve ben kay›tlarda halen “kaçak” olarak görünüyoruz, ancak di¤er vicdanî retçiler gibi, ne kaç›yoruz ne de saklan›yoruz. Peki, yasalara göre suç iflliyorsak neden hapishanede de¤iliz? Çünkü hapishanedeki bir vicdanî retçi, hem iç hem de d›fl kamuoyunun ilgisini çekiyor. Devlet, imzalam›fl bulundu¤u sözleflmeler dolay›s›yla zor durumda kal›yor. Say›lar›n›n en az 400 bin civar›nda oldu¤u kabul edilen asker kaçaklar›n›n temel bir insan hakk› olan vicdanî ret hakk›ndan haberdar olmalar› ve kaçmak yerine bu yola baflvurmalar› istenmiyor. Vicdanî retçilerin “kaçak” olarak nitelenmelerine ra¤men yakalanmamalar›n›n tek aç›klamas› bu olabilir. 10 Ekim 2006’da Sivas Askerî Mahkemesi’nin hakk›mda verdi¤i 10+15 olmak üzere 25 ayl›k ceza ise flu anlama geliyor: Genel temayüller aç›s›ndan Sivas Askerî Mahkemesi’nin Askerî Yarg›tay Daireler Kurulu’nun iflaret etti¤i 6+6 toplam 12 ay ceza ve buna ba¤l› olarak tahliye karar›na uymas› beklenirdi. Ancak bu böyle olmad›. Askerî Yarg›tay Daireler Kurulu’na kadar ç›kan ilk dosya buydu. Onaylansayd›, iç hukuk yollar› tükenmifl olacakt› ve A‹HM dosyay› esastan görüflebilecekti. Öncelikle bu engellenmifl oldu. Dosyan›n Daireler Kurulu’na kadar ç›km›fl olmas›n›n sebebi ise, aral›ks›z 11 ay yatm›fl olmamd›. Tutuklu yarg›lanan kiflilerin dosyalar› öncelikli olarak görü-
42
flülür. fiu anda her ne kadar “firar” suçlamas›yla hakk›mda bir y›ldan üç y›la kadar hapis cezas› istemiyle baflka bir dava aç›lm›fl ve aran›yor olsam da, tutuksuz oldu¤um için Askerî Yarg›tay’a yap›lan temyiz baflvurusunun sonuçlanmas›, Halil Savda örne¤inde oldu¤u gibi 1.5 y›l sürebilir. Yani dosyan›n A‹HM’de esastan görüflülmesi için flart olan “iç hukuk yollar›n›n tüketilmifl olmas›” uzunca bir süre yerine getirilememifl olacak. Bu da zaman kazanmak anlam›na geliyor. Bir di¤er anlam› ise, devletin bu hakk› tan›mamakta ›srarl› oldu¤unun alt›n›n çizilmesi gereklili¤i olabilir. Ve sonuncusu: Vicdanî retçiler zaten hapishanede olmasalar da cezaland›r›lmaktalar. fiöyle ki, sürekli tutuklanma riskiyle yaflamak durumundalar. Resmî kay›tlarda “kaçak” olarak göründü¤ü için kimlik almaya gitti¤inde tutuklanacakt›r. Kimlik olmamas› ise, neredeyse her köflebafl›nda yap›lan kimlik kontrollerinden birine denk gelirse, kendisini askerî hapishanede bulaca¤› anlam›na gelir. Üzerinde kimlik tafl›yamad›¤› için
TSK’ya göre eflcinsellik bir hastal›k. Ayr›ca resmî belgelerle kan›tlanmas› gerekiyor. Bu resmî belgeler, anal muayene raporlar›, psikiyatrik raporlar ve inan›lmaz gelse de, cinsel iliflki an›nda çekilmifl resim ya da video kay›tlar›. Eflcinsel bireye do¤rudan sald›r› anlam›na gelen bu uygulamalar› elbette kabul etmedim.
sokakta bile gezememesi bir yana, sa¤l›k kurulufllar› gibi sosyal kurulufllardan faydalanamaz. Hiçbir resmî ifllem yapt›ramad›¤› için evlenemez, çocu¤unu nüfusuna geçiremez, miras hukuku da dahil olmak üzere medenî haklardan faydalanamaz. Banka hesab› açamaz, flirket kuramaz, kay›tl› ve düzenli bir ifle giremez, yani ciddi anlamda hiçbir ekonomik faaliyet gösteremez. Pasaport alamayaca¤› için ülke d›fl›na ç›kamaz. Hiçbir derne¤e ya da siyasî partiye üye olamaz, dolay›s›yla politik faaliyet yürütemez. Kimlik ibraz edemedi¤i için konut kiralayamaz, sat›n alamaz. Yine ayn› nedenle kendisine gönderilmifl bir kargoyu dahi teslim alamaz. K›sacas›, vicdanî retçi yeralt›na itilir. Sahte belgelerle yaflamaya itilir, ki hiçbir vicdanî retçi de bunu kabul etmedi¤inden risklerle yaflamay› seçer. Sahte kimlik almas›, egemenlerin kendisinde görmek istedikleri “kaçak”l›¤›n alt›n› doldurur. Halbuki vicdanî retçilerin en büyük savunma mekanizmas› dürüstlü¤ü.
BEfi YILLIK V‹CDAN‹ RETÇ‹ ERKAN ERSÖZ
‹nsan›n hükmetmeme hakk› Vicdanî ret karar›n› nas›l aç›klad›n? Erkan Ersöz: 24 Ocak 2003’te aç›klad›m. O dönemde askerli¤i s›ras›nda vicdanî reddini aç›klayan Mehmet Bal cezaevindeydi. Ona destek anlam› da tafl›yordu reddimiz. Dört kifli birlikte aç›klam›flt›k. Tecilim sona erdikten sonra, yani kaçak pozisyonuna girdi¤imde bir karar aflamas›ndayd›m. Askere gitmeyece¤imi zaten biliyordum. Reddimi aç›klamasam da y›llarca bir asker kaça¤› Erkan Ersöz olarak yaflamaya devam edecektim, Türkiye’deki yüz binlerce insan gibi. Reddimi kamuoyu önünde aç›klamay› seçmemin nedeni, inand›¤›m fleyin baflka insanlar taraf›ndan da inan›lmaya çok müsait olmas›. Vicdanî retçiler ordu, bayrak, vatan, millet kavramlar›n›n yüceltildi¤i bir ortamda nas›l yafl›yor? Yaflad›¤›m›z co¤rafyada hakim kültür, Türklerin savaflç› bir millet olmas›, her Türkün asker do¤mas› söylemiyle besleniyor.
‹stanbul’da her y›l flehrin fethi kutlan›yor. Böyle bir ülkede militarizme karfl› laf söylemek pek kolay de¤il. Topluma çok nüfuz etmifl erkekegemen bir alt ve üst yap› var. Böyle bir ülkede askere gitmemek, “askerlik eflittir erkeklik” denklemini sorgulamak zor ve yer yer tehlikeli. Bugüne kadar 70 civar›nda insan reddini aç›klad›. Bu rakam›n bir k›sm›n›n yurtd›fl›nda yaflad›¤› düflünülürse, gerçek say› 50 civar›nda. Çok büyük bir baflar› oldu¤u söylenemez. Asl›nda vicdanî ret bireysel bir tutum. Kendi aralar›nda dayan›flma a¤› mevcut, ama bu daha çok bafllar›na bir fley geldi¤inde oluyor. Ben vicdanî retçi olarak Türkiye’deki vicdanî ret hakk›n›n kabul edilmesini savunan, daha do¤rusu bunun için mücadele veren birisi de¤ilim. Türkiye vicdanî ret hakk›n› tan›sa da, belli ki askerlik süresinin biraz daha uzun müddetinde sivil hizmet haline getirilecek ve muhtelif prosedürlerle zorlaflt›r›lacak bu süreç. Bunu da reddediyorum.
Özgür iradeye sahip olman›n tad› Vicdanî reddini aç›klama sürecin nas›l flekillendi? Ersan U¤ur Gür: Vicdanî retle 1995 y›l›nda Osman Murat Ülke’nin askerlik belgesini yakmas›yla tan›flt›m. Bu durum, beni zorunlu askerli¤i ve militarizmi sorgulamaya sevketmiflti. Daha sonra Osman’›n tutuklanmas›yla bafllat›lan kampanyaya destek verdim, o dönem ö¤renci oldu¤um Eskiflehir’deki duruflmalar›na kat›ld›m. Uzun süren üniversite ö¤rencili¤im askerlik konusunda bana epeyce zaman tan›yordu, fakat sonunda vicdanî reddimi aç›klayaca¤›m› biliyordum. Zaten 2003’te tecil sürem sona erdi. 15 May›s 2004’te ilkini düzenledi¤imiz Anti-militarizm Festivali’nde vicdanî reddimi aç›klad›m. Reddimi aç›klayaca¤›m aylar öncesinden bilindi¤i halde, festivalden bir-iki gün önce aileme sülüs gönderildi. Bir hafta içerisinde ‹skenderun’da bir birli¤e kat›lmam gerekti¤i, aksi takdirde asker kaça¤› say›laca¤›m söyleniyordu. Böylece ret eylemim daha gerçekleflmeden bir karfl› hamleyle karfl›laflm›fl oldum. Reddimi aç›klamamla birlikte, müthifl bir rahatlama duygusu yaflad›m. Özgür iradeye sahip bir birey olman›n tad›n› tüm benli¤imde hissettim. Ailem halen daha vicdanî ret tavr›m› benimsemifl de¤il. Bu karar›m elbette iliflkimizin y›pranmas›na ve zay›flamas›na yol açt›. Yafll› ve hasta olduklar› için onlar›n polis veya jandarmayla karfl› karfl›ya kalmas›n› istemiyordum. Beni aramalar› durumunda telefonumu vermelerini söyledim. Ret aç›klamamdan befl-alt› ay son-
Neden? Özünde Avrupa’da yaflanan biçiminde adland›r›lan haliyle ben bir total retçiyim. Türkiye profesyonel bir orduya geçse de, benim reddim geri çekilmifl olmayacak. Bana bir flekilde çürük raporu vermek, bedelli askerlik önermek, benim militarizm hakk›nda duruflumu ve düflüncelerimi de¤ifltirmeyecek. Kültürel olarak çok içsellefltirilmifl bir hâl askerlik. ‹tirazlar›n›z›n marjinallik olarak alg›land›¤› hissine kap›ld›¤›n oluyor mu? Türkiye’de çok yak›n bir zamana kadar savafla karfl› ç›kmak bile suçtu, daha do¤rusu, bast›r›lan bir fleydi. Biz ak›nt›ya karfl› yüzen insanlar olarak ortaya ç›kt›k. Di¤er taraftan, Türkiye’de bir çok muhalif grup var. Sol gruplar, ‹slâmî gruplar, Kürt gruplar›... Bütün bu gruplar›n bilinçalt›nda ayn› yönetim sistemini kendi giysilerini giydirerek devam ettirmek oldu¤u için bizdeki reddiye onlarda da karfl›l›k bulmuyordu. Bizce, kirli savafl, temiz savafl, hakl› savafl, haks›z savafl diye bir ayr›m yoktur. Savafl savaflt›r, savaflta insanlar ölür ve her savafl birilerinin birilerine zulmetmesi üzerine kuruludur. Vicdanî retçilerin itirazlar› bu kadar görünmez, talepleri bu kadar kabul edilmez, haklar› dillendirilmezken, Türkiye’de bir vicdanî retçinin yaflam›
Ersan U¤ur Gür
ra karakoldan arad›lar ve asker kaça¤› oldu¤umu, arand›¤›m› söylediler. Ben de asker kaça¤› de¤il, vicdanî retçi oldu¤umu, askerlik yapmayaca¤›m›, ailemi rahats›z etmemelerini söyledim. ‹lginçtir, bu konuflmadan birkaç hafta sonra Halil Savda’n›n duruflmas›na gittim. Orada bir arkadafl›m›z› yoklama kaça¤› oldu¤u gerekçesiyle gözalt›na ald›lar, ama benimle ilgili bir sorun ç›kmad›. Daha sonra Mehmet Tarhan’›n duruflmas›nda baflka bir arkadafl›m›z› ald›lar, fakat bana yine dokunmad›lar.
nas›l flekilleniyor? Biz kaçak de¤iliz, biz retçiyiz. Kimli¤imiz gizli de¤il, saklanmaya çal›flm›yoruz. Al›nmak istenirsem al›nabilece¤imi ve bunun çok kolay olaca¤›n› biliyorum. Beni meflru k›lan da bu. Bu suçlamalar›n bir suç olaca¤›na inanm›yorum. Asl›nda ad› konmam›fl bir denge kurulu. Evet, baz› haklardan mahrum oluyoruz, ama bunun karfl›l›¤›nda devlet, bafl›m›za ifl aç›ld›¤›nda medya ve özellikle d›fl dünyadan gelen bas›nçtan rahats›z oldu¤u için, bize kovuflturma yapm›yor. Nerede oldu¤umuzu bilmelerine ra¤men almak istemiyorlar. Biz de bu mahrumiyete çok sesimizi ç›karmadan devam ediyoruz. Çevrende önyarg› duvar›na çarp›yor musun? Kendi sosyal çevremde çarpm›yorum. Kendimi Kemalist bir emekli albaya anlatmaya çal›flm›yorum ki zaten. Çünkü anlatsam, hiçbir duvar› aflamayaca¤›m›n fark›nday›m. Sonuçta bu bir inanç meselesi. Bunu bilimsel bir gerçeklikle kan›tlamaya çal›flmam. Ben bir insan›n do¤mas›yla birlikte dünyan›n sahibi olmad›¤›na inan›yorum. Dünyan›n sahibi olmad›¤› için, bir baflka insana, bir baflka hayvana ya da do¤an›n baflka bir parças›na hükmetme hakk›na inanm›yorum. Bu inanc›m› hiçbir politik geçerlilik ya da hiçbir devlet mant›¤› de¤ifltirmez.
Öldürmeyece¤iz, ölmeyece¤iz, kimsenin askeri olmayaca¤›z diyen c›l›z ses, bayrak, vatan, milliyet, namus gibi sembollerin içini bir anda boflalt›veriyor.
Bir ay sonras›nda ikinci duruflmaya gitti¤imde piyango bana da vurdu. Kimli¤im halen Sivas Askerlik fiubesi’nde. Bu hamleleri, tutuklu retçiye olan deste¤i k›rmak için yapt›klar›n› düflünüyorum. Arad›klar› adamlar›n k›fllalar›n›n içine kadar girmesi orduya a¤›r gelmifl de olabilir. Türkiye’de militarizm yükseltilir, bayrak, millet, vatan kavramlar› yüceltilirken, vicdanî ret hareketinin durdu¤u noktay› nas›l buluyorsun? Vicdanî ret hareketi yekpare de¤il. Vicdanî retçi say›s› kadar vicdanî ret biçimi ve tavr› da mevcut. Genel olarak hareketi besleyen, ayakta tutan fikir antimilitarizm. Retçilerin bir ço¤u anarflist ve anti-militarist motivasyonla hareket ediyor. Bu noktada, vicdanî ret hareketinin düflünce-söz-eylem bütünlü¤ünü hemen hemen yakalad›¤›n› düflünüyorum. Örgütlenme sorunlar›, medyan›n görmezden gelme tavr›, sosyal bask›lar önümüzde engel olarak dursa da, gücümüzün yetti¤i, sesimizin ç›kt›¤› kadar›yla tutarl› bir yol izledi¤imiz kanaatindeyim. Vicdanî ret hareketinin duruflunu en rafine flekilde yans›tacak tablonun izlerini mitinglerde bulabilece¤imizi düflünüyorum. Mesela Irak iflgaline karfl› düzenlenen mitingleri ele alal›m. Ortak tema “Savafla Hay›r”. Fakat örgütler her telden çal›yor. Kimi “kurtulufla kadar savafl” öneriyor, kimi “vur gerilla vur, Kürdistan’› kur” telkininde bulunuyor. Birçok örgüt, bar›fl ve özgürlü¤ün ahlâk ve hoflgörüyle de¤il, zorla gelece¤ini ilan ediyor adeta. Baz› savafllar hakl›, baz› çat›flmalar gerekli, baz› silahlar özgürlükçü bulunuyor. Tüm bu sloganlar›n aras›nda “öldürmeyece¤iz, ölmeyece¤iz, kimsenin askeri olmayaca¤›z” diyen c›l›z ses, bayrak, vatan, milliyet, namus gibi sembollerin içini bir anda boflalt›veriyor. Ailenin sana tav›r ald›¤›n› söyledin, çevrenden ne gibi tepkiler al›yorsun? Yak›n arkadafl çevremde ret tavr›m sayg›yla ve takdirle karfl›lan›yor. Halka biraz daha geniflledikçe, tepkiler çeflitlenmeye bafll›yor. ‹kinci halkada sayg› yerini kayg›ya b›rak›yor. Sonraki halkalarda beylik sorulara do¤ru kay›l›yor. “Kimse askere gitmezse vatan› kim koruyacak”, bir ç›rp›da insanlar›n akl›na geliveriyor mesela. Her Türk asker do¤du¤u için en d›fl halka bize bölücü gözüyle bakabiliyor. Ama elefltirilece¤imi bilsem de, yeri geldi¤inde vicdanî retçi oldu¤umu mutlaka söylüyorum. ‹nsanlar›n baflka bir yol daha oldu¤unu canl› olarak görmesini önemli buluyorum. Yaflad›¤›n s›k›nt›lar›n hangisi seni en çok etkiledi? Seyahat özgürlü¤ümün olmamas›. Türkiye d›fl›na ç›kmam mümkün de¤il. Yurtiçinde birçok yere de yolda kimlik kontrolü yap›ld›¤› için gidemiyorum. Gitsem dahi, otelde kalmak yine hapse girmem mânâs›na geliyor. Sistem, planl› bir flekilde bizi yeralt›na itmeye çal›fl›yor. Yaflad›¤›m›z kentlerde birçok noktada kimlik kontrolü yap›l›yor. Bu kontrollerden birine tak›lmak, solu¤u hapishanede almak demek. Bu k›s›tlamalar› toplad›¤›m›zda ortaya iç karart›c› bir tablo ç›k›yor ve ister istemez retçi üzerinde psikolojik bir bask› oluflturuyor. Yar›n ne olaca¤›n› bilmeme bask›s›... Bu yüzden kendimizi uzun vadeli planlar yapmaktan al›koyabiliyoruz.
Söylefliler: Ayça Örer
DÖRT YILLIK V‹CDAN‹ RETÇ‹ ERSAN U⁄UR GÜR
43
68 VE M‹RASI: PAR‹S MAYISININ M‹L‹TANLARINDAN BERNARD DREANO ANLATIYOR
Arzu, öfke, nefle 1968 dünyan›n sars›ld›¤› y›ld›, gezegenin dört bir yan›nda yer yerinden oynad›. O görkemli sars›nt›n›n 40. y›ldönümünde, hareketin merkez üssü Paris’e gidiyoruz, bugünün Helsinki Yurttafllar Meclisi üyesi, 68 May›s›’n›n militan› Bernard Dreano’yu dinliyoruz... K›rk y›l önce nerede, ne yap›yordunuz? Bernard Dreano: Paris Siyasal Bilgiler Enstitüsü’nde, siyaseten son derece aktif ve bütün olaylar›n ortas›nda yer alan 20 yafl›nda bir ö¤renciydim. Hangi hareketin içindeydiniz? Devrimci Komünist Gençlik’e (Jeunesse communiste révolutionnaire, JCR) yeni kat›lm›flt›m. Onlarla teorik aç›dan tam olarak uyuflmasam da, pratik alandaki tav›rlar›n› olumlu buluyordum. Ondan önce de birçok özgürlükçü grupta yer alm›flt›m. Uyuflmad›¤›n›z yanlar› nelerdi? Nihilizmleri. Troçkist bir örgüt için iyi bir fley oldu¤unu düflünmüyorum. Komünist Parti’nin aksine Stalinizme mesafeli yaklaflan Komünist Ö¤renciler Birli¤i’ni (Union des Etudiants Communistes, UEC) nas›l görüyordunuz? Komünist Ö¤renciler Birli¤i, Cezayir Savafl› sonras›nda, Fransa’daki en önemli ö¤renci hareketiydi. Komünist Parti’ye pek çok aç›dan elefltirel yaklafl›yordu. Dolay›s›yla, oldukça hareketli bir örgütlenmeydi. ‘68 öncesinde, henüz lise ö¤rencisiyken, Komünist Ö¤renciler Birli¤i’nin Clarté adl› gazetesini takip ederdim. 1968’de Komünist Ö¤renciler Birli¤i’nde büyük bölünmeler ve ayr›lmalar oldu. Önce, ‹talyan Komünist Partisi’ne yak›n olduklar› için “‹talyanlar” dedi¤imiz grup ayr›ld›, liderlerinden biri de Sarkozy hükümetinin flimdiki D›fliflleri
44
Bakan› Bernard Kouchner’di. O zamanlar ondan “komünist reformist” diye bahsedilirdi. Troçkistler ayr›l›p Devrimci Komünist Gençlik’e kat›ld›. Sonra da Maoistler, Komünist Ö¤renciler Birli¤i’nden koparak Stalinist Komünist Gençler Birli¤i’ni kurdu. Onlar›n içinde de Libération gazetesinin kurucusu Serge July vard›. Sonuçta, siyasal gençlik hareketlerinin ço¤u asl›nda Komünist Ö¤renciler Birli¤i kökenli. ‹çlerinden çok say›da ünlü entelektüel ç›kt›¤› ve çok kaliteli bir gazeteleri oldu¤u için Komünist Ö¤renciler Birli¤i’nin üzerinde çok durulur. Ama, say›sal olarak bakarsan›z H›ristiyan Ö¤renci Gençlik (Jeunesse étudiante chrétienne) daha büyük bir hareketti. Solcu ve sa¤c› ö¤renciler aras›nda bir çat›flma ortam› var m›yd›? Hay›r. Elbette o zaman da sa¤c› ö¤renciler vard›, hatta nüfusun büyük ço¤unlu¤u sa¤ görüfllüydü. Fakat aktif militan gruplar içinde sa¤c› hiç yoktu. Benim okudu¤um Siyasal Bilgiler Enstitüsü’nde bile, ki sa¤c› ö¤renci boldur normalde, hiç ortada gözükmüyorlard›. Dolay›s›yla bir kutuplaflma ya da çat›flma yoktu. Fakat, solun içinde, özellikle de Komünist Parti ve di¤erleri aras›nda, ciddi gerginlikler olabiliyordu. Siyasal angajman›n›z›n kökeni neye dayan›yor, seçiminizde ailenizin bir rolü oldu mu? Hem evet, hem hay›r. Geleneksel olarak
Çok önemli iki olay vard›: Birincisi, iflçilerle ö¤rencilerin Caen’daki ayaklanmas›. ‹flçilerin sadece ücret art›fl› gibi talepleri yoktu, birçok genel, siyasal, sosyal talepleri vard›. ‹kincisi Nantes’taki uçak fabrikas›ndaki grevdi. Bu iki olayla beraber, dünya tarihinin en büyük genel grevlerinden biri bafllam›fl oldu. Greve kat›lan iflçilerin say›s› milyonlarla ölçülüyordu.
H›ristiyan-demokrat sa¤c› bir ailede büyüdüm. Babam Paris’in kuzey banliyösünde yaflayan bir eczac›yd›. Siyasî olarak de¤il, fakat kamu alan›nda angajeydiler. Bu aç›dan üzerimde bir etkisi oldu tabii. Ayr›ca, Cezayir Savafl›’n›n etkilerinin çok derinden hissedildi¤i bir mahallede büyümüfl olmak da önemliydi. Liseyi Paris’in kuzeyindeki Seine Saint-Denis banliyösünde okumufl olmam›n da üzerimde çok belirleyici etkisi oldu. Ben daha küçükken, bizim sokakta ölümle sonuçlanan olaylar oldu¤unu hat›rl›yorum. ‘68 kufla¤›n›n ço¤unlu¤una yans›m›fl bir etki de¤il bu. Mahallenizde ço¤unluk göçmen miydi? Ma¤ripliler vard›, ama ço¤unluk de¤ildi. En çok da Ma¤ripliler aras›nda çat›flma oluyordu. Gitti¤im lisede de Cezayir Savafl›’ndan beri sürekli gerginlik dönemleri oluyordu. Bir süre sonra, anarflist-iflçi bir grupla tak›lmaya bafllad›m. Onlar da bir ö¤renci grubuyla beraber çal›fl›yordu. O grubun bafl›nda Daniel Cohn-Bendit vard›. ‹deolojik aç›dan baya¤› ilgimi çekiyordu bu gruplar. Ama pratik düzlemde etkili olmad›klar›n› düflünüyordum. Bu nedenle, Devrimci Komünist Gençlik’in ideolojisine akl›m tam olarak yatmasa da, o tarafa kaym›fl oldum. 1968 olaylar› patlak vermeden önce Paris’te genel ortam, hava nas›ld›? Birkaç sene önce, Cezayir Savafl›’n›n sonlar›nda, çok büyük ö¤renci eylemleri olmufltu. O harekete kat›lm›fl olan “abiler” henüz sahneden çekilmemiflti. Bize göre say›lar› çok daha azd›, ama hâlâ ortal›ktayd›lar. Cezayir Savafl› dönemi tam bitti derken, çok somut talepleri olan yeni ö¤renci eylemleri bafllad›. Benim de üye oldu¤um epey güçlü bir ö¤renci sendikas› vard›: UNEF. Çesitli siyasî gazetelerin, bildirilerin da¤›t›ld›¤›, ateflli toplant›lar›n düzenlendi¤i, oldukça hareketli ve hararetli bir ortamd›. Bir yandan da Vietnam Savafl› karfl›t› komiteler gelifliyordu. UNEF’in o zamanki pozisyonu nas›ld›? Bugünkünden tamamen farkl›yd›. UNEF, sa¤c›lar d›fl›nda herkes demekti! Hatta bir aralar içinde sa¤c›lar da vard›. Cezayir Savafl›’na karfl› mücadeleyi bafllatan en önemli örgütlenme UNEF’tir. ‘68 döneminde, UNEF’in ço¤unlu¤u, dönemin Sosyalist Partisi’ne (PSU) yak›n ö¤rencilerden olufluyordu, komünistler nispeten az›nl›ktayd›. Yeni kuflaklara, “68”, aniden patlay›vermifl gibi gösteriliyor... Bu tamamen medyan›n bak›fl aç›s› ve sunuflu. Asl›nda, Fransa’da ‘68 olaylar›n›n bafllang›c› esas olarak Cezayir Savafl›’n›n sonu. Mesela Komünist Ö¤renciler Birli¤i krizi, Komünist Parti’nin savafla karfl› oluflan harekete kat›lmay› reddetmesiyle bafllad›: Y›l 1956. 1960’lara girildi¤inde bu gerilimler hissediliyordu. Çok genifl bir kesimi kapsayan, genel bir hareketin
Polisin tutumu Fransa ve Almanya’da farkl› m›yd›? ‹ki tarafta da olaylar› kontrol alt›nda tutmakta polis güçlük çekiyordu. Ama, Almanya’dan dönen delegasyonun üyelerini çok yak›n takibe alm›fllard›. Polis taraf›ndan ilk defa fifllenmem böyle oldu. Öte yandan, iki ülke aras›nda çok ciddi bir fark var. Bat› Almanya için bu tür olaylar yeni say›l›rd›. Halbuki, Cezayir Savafl›’ndan yeni ç›kan Fransa’da ak›l almaz fliddet olaylar› yaflanm›flt›. Frans›z polisi, özellikle de Paris’te, ilk günler d›fl›nda, flafl›rt›c› derecede iyi organize olmufltu ve çok etkili davran›yordu. Bu da bafllar›ndaki fleflerinin becerisinden kaynaklan›yordu. Ondan befl-alt› y›l önceki olaylara bakt›¤›n›zda, mesela Charonne metrosu katliam›nda, tam mânâs›yla kasap gibi davranan bir polis görüyordunuz. Almanya’dan dönüflünüzden may›sa kadarki dönem nas›l geçti? Her fley çok h›zl› olup bitti. Mesela, Devrimci Komünist Gençlik’in üye say›s› üç ayda üçe katland›. Gösteriler gittikçe s›klaflmaya ve genifllemeye bafllad›. Ö¤renci hareketinin körükledi¤i çok büyük ve radikal bir patlaman›n eli kula¤›nda oldu¤una kaniydik. Roma’da ve Berlin’de hareket bafllam›flt› bile. Bizim de elimiz kolumuz ba¤l› beklemeye niyetimiz yoktu. Fakat, biz patlamay› ekim ya da kas›mda bekliyorduk. May›sta, herkes gibi ben de s›navlara çal›fl›yordum. O zamanki talepler nelerdi? Daha ortada somut bir talep yoktu! Genel olarak topluma dair bir memnuniyetsizlik vard›. Üniversitelerin iflleyifline dair baz› somut talepler sonradan oluflmaya bafllad›. Taleplere kafa yormuyorduk. Halet-i ruhiye nas›ld›? Bir grup genç bir araya geldi¤inde bask›n duygu öfke miydi, coflku ve nefle miydi? Büyük bir nefle vard›. Varolan bir fleyin reddinden çok, olmas›n› düflledi¤imiz bir fleye duyulan arzu belirleyiciydi. Sömürgecili¤in çözülmesi döneminden yeni ç›km›flt›k. Büyük bir hareket o zamandan bafllam›flt›. 1967’de Prag’dayd›m. Özellikle kültürel aç›dan Prag beni çok etkilemiflti. Çek sinemas›na hayrand›m. Hatta Frans›zca Çek radyosunu dinlerdim. 1967’de, bir yandan da ‹srail-Arap savafl› vard›. ‘67 haziran›nda, savafl bittikten birkaç gün sonra, liseden tan›d›¤›m Tunuslu bir arkadafl›m elime bir kâ-
Barikatlar çok sembolik bir olayd›; Paris Komünü ve Nazi iflgaline direnifl dönemlerine bir gönderme olarak görmek lâz›m daha çok. Barikatlar›n “askerî” aç›dan bir etkisinin olmad›¤› kesin. Hatta ak›l kâr› da de¤ildi, kendi kendimizi bloke ediyorduk.
Foto¤raf: Clement Salines
oluflmakta oldu¤u yavafl yavafl görülüyordu. Bu, müzi¤e de yans›yordu. Paris’e ye-ye ak›m› hakimdi. Lise y›llar›m›n sonundaysa, bizim banliyöde bir sürü rock grubu kurulmufltu. Neler dinleniyordu o çevrede? ‹lk zamanlar Johnny Hallyday, Sylvie Vartan... Fakat çok k›sa bir süre sonra, Bob Dylan dinlemeye bafllad›k. O zamanlar henüz ünlenmemiflti. Dylan’›n sözlerini anlay›p anlamamak önemli miydi, yoksa flark›lar›n verdi¤i his yetiyor muydu? fiark›lar›n hissiyat›n› anl›yorduk. ‹ngilizcem fena de¤ildi, sözlerin ço¤unu anlayabiliyordum. Joan Baez de dinlerdim. Caz çok dinlenirdi. Sürrealizme ilgi vard›. Çok kitap okunurdu. Lisede, her cumartesi-pazar film gösterimi yapan bir sinema kulübü kurmufltuk. Bu kulüpte daha 1963’te, kürtaj hakk›nda bir film gösterebilmifl olmam›z da kayda de¤er. (Fransa’da kürtaj, büyük tart›flmalar sonunda, ciddi bir muhalefete ra¤men, 1975’te yasallaflt›.) O zamana kadar kulübü destekleyen sosyalist belediye, bu film üzerine “pornografik içerikli film” gösterdi¤imiz gerekçesiyle kulübü yasaklad›! (gülüyor) Britanya’dan gelen rock müzi¤i de yayg›n m›yd›? Tabii. Beatles, Rolling Stones ve di¤erlerinin Fransa’da patlamas› ‘65, ‘66 y›llar›na denk geliyor. 1960’ta bafllayan yeye’nin ve bütün bunlar›n etkisiyle, bir fleylerin de¤iflti¤i, gençlerin bir önceki kuflaktan çok farkl› oldu¤u ve bir hareketlili¤in yafland›¤› hissi yayg›nd›. fiark›lar›n belki de en büyük rolü, insanlara ayn› anda bambaflka yerlerde de benzer fleyler oldu¤unu göstermesiydi. Radyolar da önemliydi. Özel bir radyo olmas›na, ticarî amaçlar gütmesine ra¤men, devlet radyolar›ndan daha ba¤›ms›z olan ve Almanya’dan yay›n yapan Europe 1’de hiç unutmad›¤›m bir caz program› vard›, “Cazseverler için” diye. Caz parçalar› aras›nda Black Power filan konuflulurdu. Bu tür programlar art›k yok. Sanat›n açt›¤› büyük bir hareket alan› oluflmufltu. Bununla birlikte, bir “gençlik” kimli¤i geliflmeye bafllam›flt›. Di¤er Avrupa ülkelerindeki ö¤renci hareketleriyle ba¤lant›lar›n›z var m›yd›? Evet, farkl› bölgelerden, hatta ülkelerden militanlar›n kurdu¤u a¤lar vard›. Mesela, benim için “68 May›s›” Berlin’de bafllad› bir bak›ma. 1968’de, ocak ay›nda, Berlin’de Vietnam Savafl› karfl›t› tarihî bir gösteriye kat›lm›flt›m. Devrimci Komünist Gençlik ve Komünist Ö¤renciler Birli¤i’nden oluflan Fransa delegasyonunun bir korteji vard›, onun içinde yer al›yordum. Bafllar›nda hakikaten karizmatik bir lider olan Rudi Dutschke’yle Alman ö¤renciler üniversiteleri iflgal etmiflti. Onlar›n yöntemleri bizimkinden baya¤› farkl›yd›. Daha rahat ve renkli bir atmosfer vard›; k›yafetlerden tutun, sloganlara kadar... Onlarda yürüyüfller daha az gerilimli, daha ziyade bayram havas›nda yap›l›yordu. Sloganlar flark› fleklinde söyleniyordu, insanlar dans ediyordu. Biz Berlin’den döner dönmez bu etkiyi Fransa’ya tafl›m›fl olduk.
¤›t tutuflturdu. ‹srailli gençlerden oluflan bir grubun kendi hükümetlerini fliddetle protesto etti¤i bir bildiriydi. Önemli bir de¤iflim oldu¤unun fark›ndayd›k. ‘68 flubat›nda, Polonya elçili¤inin önünde, “Partiye aç›k mektup” yüzünden tutuklanan Jacek Kuron’un serbest b›rak›lmas› için bir gösteri düzenlemifltik. Jacek Kuron, daha sonra Dayan›flma (Solidarnosc) hareketinin en büyük esin kayna¤› oldu. Dolay›s›yla, arzulad›¤›m›z yönde bir fleyler oldu¤unu hissediyorduk. Biraz ütopik bir sosyalizm denebilir. Çin kültür devrimi ve oradaki kuflaklar çat›flmas› da bizim için önemliydi. Mao sizin için neyi temsil ediyordu? Biraz çeliflkili bir flekilde, otoriteye baflkald›r›y› temsil ediyordu. Halbuki, Mao’nun kendisi otorite olmufltu. Her ne kadar Stalinizm hiç hofluma gitmese de, Kültür Devriminden baya¤› etkilenmifltim. Almanya’ya gittigimde, önemli ve etkili anarflist gruplardan gençlerin Mao rozetleriyle gezdiklerini gördü¤ümde çok flafl›rm›flt›m. Bunlar benim için iki z›t kutuptu. Her fleye ra¤men, Kültür Devriminde, bizim yaflad›klar›m›zla ortak paydalar oldu¤unu hissediyorduk. Y›llar sonra, K›z›l Muhaf›zlarla tan›flt›m. Kültür Devriminin asl›nda nas›l bafllad›¤›n› anlatt›lar. Bize hep, devleti tam olarak ele geçirmek için Mao’nun yoktan var etti¤i ve tabii ki korkunç sonuçlar do¤uran bir darbe olarak aktar›lm›flt›. Arkadan gelen fliddeti ve felâketleri yads›m›yorum. Ama ortada hakiki bir hareket oldu¤unu da görebilmek çok önemli. Onlara “Avrupa’daki ‘68 May›s›’n› takip ediyor muydunuz?” diye sordu¤umda, “fianghay’da her gün Paris konufluluyordu” dediler. Sohbet etti¤im kifli ‘68’de ordu taraf›ndan tutuklanm›fl. Bizimle kendilerini özdefllefltiriyorlard›; t›pk› bizim biraz tuhaf bir biçimde onlarla kendimizi özdefllefltirdi¤imiz gibi. Perdenin öteki taraf›n› hiç hayal etmemifltik. Avrupa genelindeki hareket Fransa’y› da içine ald›¤›nda sembolik önemi çok artt›. Paris’e barikatlar› kurdu¤umuz anda hikâye bambaflka bir boyuta büründü. Barikatlara do¤ru ad›m ad›m nas›l geliflti olaylar? Nanterre Üniversitesi’ni yak›ndan takip ediyordum, daha önce beraber hareket etti¤im anarflistlerin bir bölümü Nanterre’de ö¤renciydi. Nanterre’de beni heyecanland›ran bir hareketlenme bafllam›flt›, fakat benim grubum Devrimci Komünist Gençlik o kadar coflkulu de¤ildi henüz. ‹talyan ö¤rencilerin de kat›ld›¤› ulusal konferans›m›zda, Nanterre’li Devrimci Komünist Gençlik üyelerinin önderlerinden Daniel Bensaïd anarflistlerle tam bir ittifak yapma karar› ald›klar›n› anlatt›. Böylece, Nanterre Üniversitesi’ni iflgal eden 22 Mart hareketi kuruldu. 22 Mart’› resmen bafllang›ç tarihi olarak alabiliriz. Fakat, olaylar›n t›rmanmas›n› h›zland›ran ve fitili ateflleyen, Devrimci Komünist Gençlik üyesi bir Nanterre ö¤rencisi olan Xavier Langlade’›n tutuklanmas› oldu. Serbest b›rak›lmas› için Nanterre’de bir gösteri düzenlendi. Yöneticiler okulu kapatt›. Gösteri de bunun üzerine Sor-
45
bonne’a kayd›. Xavier Langlade, Nanterre’in iflgalinde mi tutukland›? Hay›r, Devrimci Komünist Gençlik’in American Express’e karfl› düzenledi¤i bir eylemde yakalan›p tutukland›. Gösteri Sorbonne’da sürerken okul binas› polis taraf›ndan çembere al›nd›. O zaman cep telefonu olmad›¤› için, haberleflmek mümkün de¤ildi. Ben d›flar›dayd›m. Siyasal Bilgiler’den grubumuzun flefi olan k›z içerideydi. Polisin duruma el koydu¤unu duyunca, oraya kofltuk. Ve befl bin ö¤renciyle polis aras›ndaki çat›flmayla burun buruna geldik. Birkaç saat içinde, herhangi bir karar al›nmadan, ça¤r› yap›lmadan, binlerce genç Sorbonne’a koflmufltu. Daha önce görülmüfl hadise de¤ildi. Tarih 3 May›s. Olay yerine geldi¤inizde ilk tepkiniz ne oldu? Beni beklemeden bafllad›klar› için k›zg›nd›m. (gülüyor) O an bir tereddüt olmuyor zaten, an›nda kalabal›¤a dald›m. Bir yandan da insan korkuyor tabii. O dönemin foto¤raflar›na bakt›¤›m›zda, polisle çat›flan gençlerin yüzünde, kin ve nefret ifadelerinden ziyade, korku görülüyor... Bu hareketin güzel taraflar›ndan biri de, o tür bir nefretin olmamas›yd›. Bir istisna CRSS’lerdi herhalde. (CRS, bizdeki çevik kuvvetin muadili, Nazi SS’lerini ça¤r›flt›rarak CRSS olarak an›l›yordu.) Öfke vard› tabii, fakat nefret yoktu. Polis ise ilk günlerde tamamen etkisiz kalm›flt›. Bütün may›s ay› boyunca yaralanan polislerin yar›dan fazlas› ilk birkaç günde yaraland›. Sorbonne çat›flmas›ndan sonra ne oldu? Hangi s›rayla oldu, tam hat›rlam›yorum ama, Censier fakültesi iflgal edildi. Siyasal Bilgiler’i de iflgal etmeye karar verdik. Ama, Siyasal Bilgiler fakültesi bizim de sayg› duydu¤umuz bir binayd›. O yüzden, duvarlara afiflleri tutkal yerine selobantla asmaya karar verdik. (gülüyor) Sonradan Sosyalist Parti’den senatör seçilen Alain Barreau’nun liderli¤inde Ö¤renci Konseyi, idareyle görüflmeler düzenledi. Okul yönetimi gayet so¤ukkanl› davrand›. Ö¤rencilerden ortal›¤›n tahrip edilmemesini rica ettiler. Siyasal Bilgiler’de her fley gayet sakin yürüdü. Birçok fakültede zaten iflgaller olays›z geçti. Ünivesite yönetimlerinin, hareketin önemini kavrayarak karfl›s›nda olmak yerine, yan›nda olmay› tercih etti¤i söylenebilir mi? Daha do¤rusu, f›rt›na dinene kadar karfl› ç›kmaman›n daha ak›ll›ca oldu¤unu düflündüler. Çok seçenekleri de yoktu, polis bile etkisiz kalm›flt›. Siyasal Bilgiler binas›ndaki bütün s›n›f ve anfilerin isimlerini de¤ifltirdik: Karl Marx Salonu, Lenin Oditoryumu... Her ufak örgüt kendi kahramanlar›n›n isimleri için ›srar ediyordu. Fakülte iflgallerinden barikatlara nas›l geçildi? ‹flgaller sürerken, Sorbonne’un tekrar
46
’68 May›s› 1917’yi haz›rlayan 1905 hareketi gibiydi. 1905 olaylar›nda iflçi konseyi “sovyetler” vard›. Petrograd’daki sovyetin baflkan›, o zaman kimsenin tan›mad›¤› Troçki isimli bir ö¤renciydi. 1968’in Sorbonne’u bana biraz bunu hat›rlat›yor.
aç›lmas› ve gözalt›ndaki ö¤rencilerin serbest b›rak›lmas› için görüflmeler de yap›l›yordu. Görüflmeler sonuç vermeyince, yaklafl›k 20 bin genç Sorbonne’un çevresinde kalmaya karar verdi. Herhangi bir aflamada barikat kurma karar› verilmedi. Kim oldu¤unu hat›rlamad›¤›m birileri bafllad›. Sorbonne’un hemen yan›ndaki Soufflot Soka¤›’nda bafllay›p Saint Michel’e do¤ru barikatlar kuruldu. Benim söktü¤üm ilk tafllar Saint Michel Bulvar›’ndayd›. Barikatlar nas›l yap›l›yordu? Zevkli bir iflti. ‹lk tafl› söktükten sonra gerisi kolay. Ç›kan tafllar› üst üste y›¤›p barikat haline getiriyorduk. Barikatlar çok sembolik bir olayd›; Paris Komünü ve Nazi iflgaline direnifl dönemlerine bir gönderme olarak görmek lâz›m daha çok. ‘68 barikatlar›n›n “askerî” aç›dan bir etkisinin olmad›¤› kesin. Hatta ak›l kâr› da de¤ildi, kendi kendimizi bloke ediyorduk. Polise karfl› etkili bir yöntem de¤ildi. Kald›r›m tafllar› yine de etkili bir silah de¤il miydi? Tabii ki. Ama bir tek kald›r›m tafllar› yoktu. Bir arkadafl›n elinde golf sopas› gördü¤ümü hat›rl›yorum mesela. Tafllara sopayla vurarak polise yolluyordu. Barikatlar›n sonu nas›l geldi? Birkaç gecenin ard›ndan, polis olay› kontrol alt›na almay› baflard›. Fakat Baflbakan Pompidou ve benim gerçekten becerikli buldu¤um dönemin polis flefi Maurice Grimaud, Sorbonne’u tekrar açmaya karar verdi. Polisin tavr›nda olumlu buldu¤unuz neydi? ‹lk baflta olaylar›n karfl›s›nda tamamen ezilmifllerdi. Fakat, k›sa zamanda kendilerine geldiler. Afl›r› bir fliddetin önünü kesmeyi baflard›lar her fleye ra¤men. Feci polis daya¤› yiyen ö¤renciler de vard›. Ama, on y›l önceki olaylardaki polis fliddetiyle karfl›laflt›r›l›r gibi de¤ildi. Mesela 22-23 May›s günlerinde çok sert çat›flmalar olmufltu ve her seferinde polisin göstericilerin alandan ç›kmas›n› mümkün k›lacak flekilde hareket etti¤ini gördü¤ümde flafl›rm›flt›m. Tek amaçlar›, ne kadar sürerse sürsün, gösterileri kontrol alt›na almakt›. Bunun için de çok iyi organize olmak gerek. Fakat, Paris d›fl›ndaki flehirlerdeki polis kuvvetleri için ayn› fleyi söylemek zor. Özellikle baz› bölgelerde, çok fliddetli çat›flmalar oldu. fiunu da unutmamak lâz›m: Paris sokaklar›ndaki ö¤rencilerin ço¤u burjuva çocuklar›yd›. Polis kimi coplad›¤›n› bilmiyor, dayak att›¤› gencin babas› belki de bakan! Bunun da rolü vard› tabii. Ama polis flefi Maurice Grimaud’nun önemli bir flahsiyet oldu¤unu da kabul etmek lâz›m. Devletin bütün kurumlar› panik halindeyken, polisin nispeten so¤ukkanl›l›¤›n› korumas›n› sa¤lad›. Banliyölerde ne olup bitiyordu?
Banliyöler sakindi. Ta ki iflçi hareketi bafllayana kadar. Fabrika grevleriyle birlikte, banliyöler hareketlenmeye bafllad›. Ben bizim mahalleye ilk büyük ö¤renci olaylar› bittikten sonra döndüm. Ülke çap›nda bir devrim amaçlad›¤›m›z için taflrada da hareket komiteleri kurmaya çal›fl›yorduk. K›sa süre içinde bir sürü fabrika iflgal edilmiflti. Meclisin feshedilmesi ve erken seçimlere gidilmesi nas›l oldu? Ö¤renci hareketinin yan›s›ra, iflçilerin may›s öncesinde bafllayan büyük bir mücadelesi vard›. Çok önemli iki olay vard›: Birincisi, 1968 ocak ay›nda otomobil ve kamyon üreten iflçilerle ö¤rencilerin Caen’daki ayaklanmas›. ‹flçilerin sadece ücret art›fl› gibi talepleri yoktu, birçok genel, siyasal, sosyal talep vard›. ‹kinci önemli olaysa, Nantes’taki Sud Aviation uçak fabrikas›nda Troçkistlerin bafllatt›¤› grevdi. Nantes bölgesinde güçlü bir köylü hareketi vard›. Bu grevler Fransa için nispeten yeni bir fleydi. Bu iki olayla beraber, Fransa, hatta dünya tarihinin en büyük genel grevlerinden biri bafllam›fl oldu. Greve kat›lan iflçilerin say›s› milyonlarla ölçülüyordu. Ö¤renci hareketinin iflçilerle ba¤lant›s› var m›yd›? Tabii. Bir anekdot anlatay›m. 10 May›s’taki büyük sokak savafl›ndan sonra, toplan›p iflçiler aras›nda konuflmalar düzenlemeye karar verdik. Bir arkadafl›mla beraber Charles Michel mahallesine gittim. Metro giriflinin parmakl›klar›na t›rman›p ba¤›ra ça¤›ra coflkulu bir söylev çekmeye bafllad›k. ‹nsanlar önce tuhaf tuhaf bak›yordu. Sald›rganca de¤il, tam tersine, gülümseyerek bak›yorlard›, acaba düflecekler mi diye. (gülüyor) Sonra, dört kifli yan›m›za geldi. “Gelin size bir içki ›smarlayal›m” dediler. Ard›ndan, hep beraber grevdeki Renault iflçilerini ziyarete gittik ve geceyi onlarla geçirdik. Ço¤u Komünist Parti üyesi olmayan, ama sendikal› iflçilerdi. Bize “tamam gençler, flimdi gerisini bize b›rak›n, ama sizinle gurur duyuyoruz” dediler. May›s ay›n›n geri kalan›n› bir sürü farkl› fabrikada geçirdim. Fabrikalar›n hemen hepsi iflgal alt›ndayd›. Fabrika iflgalleri s›ras›nda fliddet olaylar› yaflanm›fl m›yd›? Hay›r. Polis nereye koflaca¤›n› bilmiyordu ki. Ayr›ca, dedi¤im gibi, hükümetin temel stratejisi, ilk büyük f›rt›nay› atlatmak üzerine kuruluydu. Hükümet önce bast›rmaya çal›flt›. Fakat, bafla ç›kamayaca¤›n› görünce, UNEF’in liderli¤indeki ö¤rencilerle görüflmelere bafllad›. Charles de Gaulle’ün fliddetli çat›flmalarla ayn› güne denk düflen ve tamamen ters tepen bir konuflmas› vard›. Ne diyordu de Gaulle? Büyük reformlar yapaca¤›n› ve bir referandum düzenleyece¤ini söylüyordu. Bunun üzerine, karfl› siyasî güçler de harekete geçti. Mitterrand muhtemel bir aday olarak öne ç›kt›. Mitterrand’›n ö¤renci hareketiyle aras› kötü de¤il miydi? Siyasal Bilgiler’e geldi¤inde, bize “küçük burjuvalar” dedi, biz de onu kovduk.
TAR‹H 15 MAYIS 1968: LE MONDE SORUYOR, HERBERT MARCUSE ANLATIYOR
‹çgüdüsel bir zaruret Ad›n›z Marx ve Mao ile birlikte an›l›yor, “Üç M” deniyor. Ne diyorsunuz? Herbert Marcuse: Anlam›yorum. Marx’›, eserini çok ciddi inceledim. Ama Mao nereden ç›k›yor? Bugün itaatkâr komünistlerden olmayan bütün Marksistlerin Maoist oldu¤u do¤ru. Her zaman bir alternatif oldu¤unu düflündüm ve kitaplar›mda eski Marksist ideolojiye tutunmad›m. Bugünkü sosyalist toplumlar, kapitalist toplumlardan “niteliksel olarak farkl›” gelmiyor bana. Bir tahakküm biçimi yerine, bir baflkas›n› koyuyorlar, hepsi bu. Hakiki sosyalizm, baflka bir fley. Stalinist tarzda bir dönemden geçmeden, hakiki bir sosyalist toplum kurulabilece¤ine inan›yorum. Sosyalist bir toplum, hakiki bir dayan›flma, hakiki bir elbirli¤i temelinde oluflmal›: Küba devrimi o yönde gibi geliyor bana. Bu devrimin sembolü olan Che’ye gelince, Stalinist bürokratlarla hiç alâkas› olmayan, “sosyalist insan”a yak›n bir karakter. Yapmaya çal›flt›¤›n›z, dünyay› aç›klamak m›, yoksa onu dönüfltürmek gibi bir çaban›z da var m›? Her sahici aç›klama, dönüfltürme aray›fl›n› da getirmelidir, aç›klama ve dönüfltürme aras›nda alenî bir iç iliflki vard›r. fiahsen epey uzun bir süredir militan siyasal faaliyet içinde de¤ilim, bu do¤ru. Yaz›yorum, ders veriyorum, konferanslar düzenliyorum, ö¤rencilerle konufluyorum: ABD’de bir entelektüel için normal eylem biçimi bu, çünkü bu ülkede durum hiç de devrimci de¤il. Öyle olunca da, entelektüellere düflen görev, öncelikle radikal bir e¤itim misyonu oluyor. ABD’de, yeni bir “ayd›nlanma ça¤›”na giriyoruz. Peki ya Avrupa’da? Avrupa’da durum farkl›, çünkü siyaset hâlâ büyük ölçüde iflçi s›n›f› taraf›ndan belirleniyor. Almanya, Amerikan “modeli”ne çok yak›n, ‹talya da oldukça yak›n, Fransa ise çok uzak. Rudi Dutschke ve arkadafllar›n› iyi tan›yorum, solcu ö¤renci örgütü SDS’den çocuklar. Rudi çok çal›flt› ve çok kafa yordu; o ve yoldafllar› teori ve eylem aras›ndaki ba¤› çok sa¤lam bir flekilde kurdular. Bunu gelifltirmek sekiz y›llar›n› ald›. Fransa’da sizin öfkeli ö¤rencileriniz de çal›flt›lar m›, sa¤lam ideolojik temeller gelifltirdiler mi? Bana hiç öyle gelmiyor. Tezlerinize gönderme yapanlar›n sizi aflt›¤›, tezlerinizin ötesine geçti¤i hissine kap›ld›¤›n›z oluyor mu? Belki de. ‹nsanlar fliddete baflvuruyorsa, umutsuz olduklar› içindir. Umutsuzluk, etkili bir siyasal eylemlili¤in motoru olabilir. ABD’deki Siyahlar›n gettolar›na bak›n: Kendi mahallelerini atefle veriyorlar, kendi evlerini yak›yorlar. Bu devrimci bir eylem de¤il, ama bir umutsuzluk ey-
Bugünkü sosyalist toplumlar, kapitalist toplumlardan “niteliksel olarak farkl›” gelmiyor bana. Bir tahakküm biçimi yerine, bir baflkas›n› koyuyorlar, hepsi bu. Hakiki sosyalizm, baflka bir fley. Küba devrimi o yönde gibi geliyor bana. Bu devrimin sembolü olan Che’ye gelince, Stalinist bürokratlarla hiç alâkas› olmayan, “sosyalist insan”a yak›n bir karakter.
lemi, siyasal bir icraat. Ö¤rencilerin baflkald›r›s›, bu toplumun yol açt›¤› bedbahtl›¤a, felâketlere karfl› de¤il, onun kazançlar›na karfl› yöneliyor. Bu yeni bir fenomen, “müreffeh” denen topluma has bir durum. Bu kadar çok ülkede birden ö¤rencilerin oldukça fliddetli gösterilerinin temel nedeni sizce ne? Daha iyi tan›d›¤›m Amerikal› ve Alman ö¤renciler aç›s›ndan, bu sadece entelektüel de¤il, ayn› zamanda “içgüdüsel” bir zaruret. Varolma savafl›ndan ibaret bir hayat› reddediyorlar, ‹ngilizlerin tabiriyle “establishment”a, yani kurulu düzene girmeyi reddediyorlar. Bütün hayatlar›n›n sanayi toplumunun gerekleriyle ve büyük ifladamlar›n›n, askerlerin ve siyasetçilerin ç›kar› için istilâ edilece¤ini hissediyorlar. Hippilere bak›n. Onlar›n isyan› püriten bir ahlâka karfl›, insanlar›n günde on defa y›kand›¤›, ama, ayn› zamanda Vietnam’da pirüpak bir flekilde öldürüp yakan Amerikan toplumuna yöneliyor. Saçlar›n› ve sakallar›n› uzatarak, y›kanmayarak, savafla gitmeyi reddederek bu ikiyüzlülü¤ü sistemli bir biçimde protesto ediyorlar. Ama sadece çok küçük bir az›nl›ktan söz ediyoruz. Ö¤renciler, toplumun muhalefeti emdi¤ini, içine al›p eritti¤ini ve ak›ld›fl› olan› aklî gibi sundu¤unu biliyorlar. Giderek daha aç›k bir flekilde, “tekboyutlu” insan›n yads›ma gücünü, reddetme imkân›n› yitirdi¤ini hissediyorlar. Dolay›s›yla da bu toplumla bütünleflmeyi, ona dahil olmay› reddediyorlar. Ö¤renciler size gelipeylemlerinin bir anlam› olup olmad›¤›n›, toplumu dönüfltürmeye katk›da bulunup bulunamayaca¤›n› sorsalar, cevab›n›z ne olur? Bu eylemlerden büyük protesto gösterileri d›fl›nda bir fley beklememelerini söylerdim öncelikle. Ama bozguncu ve karamsar da de¤ilim, asla. Amerika’da, Vietnam savafl›na karfl› yükselen muhalefet flimdiden, en az›ndan k›smen, ABD’nin politikalar›n›n de¤iflmesine neden oldu. Hayale kap›lmamak lâz›m, ama ayn› zamanda umutsuzlu¤a da düflmemeli. Böyle bir tart›flmada, kitlelerin hareketle buluflmas›n›, sürece kat›lmas›n› beklemek beyhude olur. Her fley her zaman bir avuç entelektüelin baflkald›r›s›yla bafllam›flt›r. Ö¤rencilerin bugünkü baflkald›r›lar›nda da, bana öyle geliyor, böyle bir iflaret seziliyor. Bununla birlikte, bunlar tamamen kendili¤inden baflkald›r›lar. ABD’de en ufak bir koordinasyon yok, ülke çap›nda, hatta eyalet çap›nda hareket eden tek bir örgüt yok, enternasyonal bir örgütlenmeninse çok uza¤›nday›z. Böyle bir baflkald›r› hiç flüphesiz devrimci bir gücün do¤mas›na yol açmaz. Ama bu baflkald›r› “üçüncü dünya” hareketleriyle, gettolardaki eylemlerle çak›fl›yor. Bu güçlü bir çözülme kuvveti.
Çeviren: Siren ‹demen
Söylefli: Alican Tayla
Hay›r, biz onu kovduktan sonra söyledi onu. (gülüyor) Bizim için Mitterrand sömürgeci bir siyaset adam›yd›, en nefret etti¤imiz fikirleri sembolize ediyordu. Yine de bir önceki seçimlerde (1965), birçok solcu ö¤renci ona oy vermiflti. Benim gözümde Mitterrand, Cezayir’deki 1954 k›y›mlar›ndan sorumlu içiflleri bakan›yd›. Halbuki de Gaulle’e sayg› duyard›m. Fakat, bir sürü ö¤renci Mitterrand’›n geçmiflini bilmiyordu. Mendes France çok popülerdi gençler aras›nda. Mendes France ile Mitterrand’›n iliflkisi nas›l karfl›lan›yordu? Aralar›nda bir yak›nlaflma yoktu. Mendes France, Charlety stad›ndaki bir mitinge neredeyse zorla getirildi¤inde, “yeni bir siyasî hareket do¤uyor” söylentileri bafllam›flt›. Mitterrand gelmifl miydi o mitinge? Hay›r, gelse yuhalan›rd›. Hükümet tereddüt içindeydi. Sonunda, Pompidou kanad› a¤›r bast› ve çok kuvvetli bir karfl› sald›r›ya giriflti. Olaylar sakinleflince sendikalarla görüflmeler tekrar bafllad›. Görüflmeleri devlet ad›na götüren iki genç siyasetçi, Jacques Chirac ve Edouard Balladur’dü! Karfl›lar›nda kim vard›? Karfl›lar›nda da iflçiler ad›na CGT (Confédération Générale du Travail, Genel Emek Konfederasyonu) ve o zamanlar çok daha güçlü olan CFDT (Confédération française démocratique de travail, Frans›z Demokratik Emek Konfederasyonu) vard›. Ard›ndan da Grenelle Uzlaflmas› (25-26 May›s) geldi. Asl›nda, ortada bir uzlaflma yoktu. Ama, daha önce görülmemifl bir diyalo¤un bafllang›c›yd›. Sistem tekrar düzene girdi, Meclis feshedildi ve erken seçimlerde sa¤ ezici bir üstünlük kazand›. Böylece, bir sayfan›n kapand›¤› fikri hakim oldu. Meclisin feshedilmesi üzerine siz bir umuda kap›lm›fl m›yd›n›z? Düzenin geri geldi¤inin ve polisin olaylar› kontrol alt›na ald›¤›n›n bilincindeydik. Ayr›ca, olaylar›n sona ermesini isteyenlerin düzenledi¤i yürüyüfl de çok etkili olmufltu. Art›k pankartlar› toplay›p sahneden çekilmenin vakti gelmiflti. Bu karfl› gösteri çok mu kalabal›kt›? Evet. Her kesimden insan vard›, gençler bile... Düzenin geri gelmesini istiyorlard›. De Gaulle’e duyulan sayg›n›n da rolü vard›. Fransa genelinin ruh halini yans›tan bir topluluktu sonuçta. Gençlerde de bir yorgunluk ve hayal k›r›kl›¤› var m›yd›? Ço¤unlukta bir hayal k›r›kl›¤› vard› tabii. Fakat içimizde en politize olanlar, zaten muhtemelen böyle sonuçlanaca¤›n› ve hakiki de¤iflikliklerin çok zaman alaca¤›n› biliyorduk. Bize göre ‘68 May›s› 1917’yi haz›rlayan 1905 hareketi gibiydi. Troçki aç›s›ndan bakt›¤›n›zda, Rusya’daki 1905 olaylar›n›n ayn› ‘68 May›s› gibi oldu¤unu görürsünüz. ‹lk baflta, iflçi konseyi “sovyetler” vard›. Petrograd’daki sovyetin baflkan›, o zaman kimsenin tan›mad›¤› Troçki isimli bir ö¤renciydi. 1968’in Sorbonne’u bana biraz bunu hat›rlat›yor. (Devam› gelecek say›da)
47
68 VE M‹RASI: ERTU⁄RUL KÜRKÇÜ, FATMAGÜL BERKTAY, MURAT BELGE VE WILLIAM KLEIN ANLATIYOR
Baflka bir varoluflun izini sürmek 1968, Türkiye’de de “68”di. Saat fark› bir yana, iklim de baflkayd›, ama havada devrim kokusu vard›. O günleri ve miras›n› dinlemek üzere Ertu¤rul Kürkçü, Fatmagül Berktay, Murat Belge ve “Büyük Akflamlar, Küçük Sabahlar” adl› Paris ’68 belgeselinin yönetmeni William Klein’a ba¤lan›yoruz. Tek yumurta ikizimiz Roll’un ‹stanbul Film Festivali için haz›rlad›¤› “68 ve Miras›” bafll›kl› bölümün kapsam›nda, Bahçeflehir Üniversitesi’nin Befliktafl kampüsünde düzenlenen panelden naklen... ERTU⁄RUL KÜRKÇÜ
Irmakta akan su
B
ahçeflehir Üniversitesi ‹letiflim Fakültesi ö¤rencileri aras›nda bir anket yap›lm›fl. ‘68 alg›s›n›n ne oldu¤u konusunda. Genel olarak benim bildi¤imden çok farkl› bir imge var. “68 sizin için ne ça¤r›flt›r›yor?”sorusuna flöyle yan›t veriyorlar: “Beatles ve Rolling Stones’u çok seviyorum; hippilerin giyim ve hayat tarzlar› beni her zaman etkilemifltir, hippilerin yaflam stilleri seks ve esrardan ibarettir, özgür ruhludurlar; ‘Across The Universe’ filmi Beatles’›n flark›lar›ndan olufluyordu, bu filmden sonra Beatles ve o dönemden oldukça etkilendim; o dönemlerde yaflamay› çok isterdim.” Ya da bir baflkas›: “Dünyada ‘68, özgürlükçü ve savafltan uzak duran; uyuflturucu, güzel kalpler, güzel kafalar; iyi niyet, bar›fl; film ‘Fidel’in Yüzünden’... Türkiye’de ‘68, varolmam›fl bir kuflak, baflar›s›z, ›srars›z, boflvermifl, de¤iflken...” Bu alg›n›n kurmaca oldu¤undan –böyle bir alg›s› oldu¤undan ötürü kimseyi k›nayamay›z elbette ama–, böyle bir alg› oluflabilmesi için gerekli kay›tlar›n, koflullar›n oluflmad›¤›ndan söz edebiliriz. Bu anketlerden anlad›m ki, insanlar kurmaca bir ‘68 biliyorlar. Daha çok Bat›da, ‘68’in yirminci y›l›nda bafllayan, kendinin bir kuflak oldu¤unu farketmekle ve bu kuflak hakk›nda konuflmakla aç›lan bir 盤›r var. Türkiye de bunu k›smen devrald›, tercüme etti; kendi ‘68’ini Bat›’ya bakarak haf›zas›nda yeniden kurmaya giriflti. Bunun izdüflümleri de ister istemez medya ve kitle iletiflim araçlar› yoluyla yayg›nlaflt›. Fatmagül’ün (Berktay), Murat’›n (Belge), benim yaflad›¤›m›za benzemeyen bir imge olarak zihinlerde duruyor ve insanlar buna at›fta bulunuyor. Bunu düzeltmekle u¤raflacak de¤iliz elbette. Ama gene de kendi hikâyemizi oldu¤u gibi aktarmak bizim iflimiz. Deneyimimizi anlamak ve aktarmakta ikinci bir güçlük var. Bizim kufla¤›m›z, yani bugün 60 yafllar›nda olanlar, 1968’de yapt›klar› fleyleri genellikle sürdürmüyorlar. Aram›zda politikayla ya da devrimci politikayla u¤raflan çok az kifli var. Fakat gene de 1968’in bizim kufla¤a atfedilen de¤erlerini temsil ettikleri iddias›yla hemen her fleyi yapmay› kendilerinde hak görüyorlar. Mesela, Tansu Çiller’in kabinesinde bakan olabiliyorlar ve hayk›r›yorlar: “Biz ‘68’liyiz, yapar›z.” Ya da en olmayacak, proto-faflist fikirler etraf›nda
48
k›yametler kopart›l›yor; arkadafllar›n›z›n katilleriyle koalisyon peflinde kofluluyor. Dolay›s›yla, bizzat ‘68’lilerin bugün bulunduklar› hakim noktalardan konuflarak deforme ettikleri bir baflka ‘68 hikâyesi var. Yani, ‘68’in kendi kendisiyle de bugün bir problemi var. Oysa k›rk y›l evvel hikâyemiz çok baflkayd›. Birincisi, kendimizin bir kuflak oldu¤u hakk›nda hiçbir fikrimiz yoktu. Bir davran›flta bulunuyorduk, hayata dair eyleme girifliyorduk, dünyay› de¤ifltirme konusunda bir irademiz, arzumuz vard›, fakat bunu bir kufla¤›z diye yapm›yorduk. O zaman yapt›¤›m›z fleyin anlam›, bugün hâlâ dünyada tarihsel bir öneme sahip olarak, Türkiye’nin yak›n tarihinde oldukça önemli bir hat çizdi ve o hat üzerinden esasl› ayr›flmalar oldu. Bu bafllang›ç noktas› bizim için çok önemli. fiahsen benim için çok önemli olmaya devam ediyor. Ama, ‘68’lilerin ço¤u kez sonradan gelen kuflaklara söyledikleri gibi, bizim sahip oldu¤umuz erdemlerle, bambaflka insanlar olmam›zla ilgisi yoktu bunun. Daha çok, olmak istedi¤imiz gibi olabilmemizi sa¤layan tarihsel koflullar›n birikmesiyle ilgisi vard›. ‹ki kald›raç Dünyan›n tamam›nda, çok esasl› bir fleyin, atmosferde yayg›nlaflm›fl, görünmeyen bir buhar gibi her taraf› kuflatt›¤›n› görebilirdiniz. Bunun k›saca “de¤iflim” oldu¤unu söyleyebilirim. Bu sadece ö¤rencileri ve gençli¤i, sadece muhalefeti saran bir fley de¤ildi. Ayn› zamanda, dünyan›n hakim tepelerini tutanlar, Türkiye’de iktidar› elinde tutanlar için de, de¤ifltirmek, ileriye gitmek, yeni bir fley elde etmek konusunda yayg›n bir inanc›n mevcut oldu¤unu söyleyebilirim. Bugün içinde yaflad›¤›m›z postmodern çöküntü koflullar›ndakinden farkl› bir ruhun, farkl› bir umudun dünyada kol gezdi¤ini söyleyebiliriz. Tabii ki bu, bütün sosyal güçleri, kutuplaflman›n iki taraf›nda yer alanlar› eflit ölçüde etkilemedi ya da ikisinin de¤iflimden bekledi¤i ayn› fley de¤ildi. Liberallerin istedi¤i, kapitalizm çerçevesinde bir dönüflümle ileriye gitmekti. Sosyal muhalefetin, sosyalistlerin istedi¤i ise baflka bir dünya kurmakt›. Bu iki iradenin çarp›flmas›ndan dünyan›n her taraf›nda anlaml› bir sonuç do¤du. ABD’de, Bat› Avrupa’da, Sovyetler Birli¤i’nde, Çin’de, Latin Amerika’da, Filistin’de, Uzakdo¤u’da, Vietnam’da, her yerde, içinde ol-
Türkiye’de ‘68’in en önemli gelenek. Bu gelene¤in en önemli taraf›, ö¤rencilerin hayata afla¤›dan müdahalenin kanallar›n› kendi deneyimleriyle, baflka herhangi bir örne¤e bakmaks›z›n ve kendi ihtiyaçlar› uyar›nca kurmufl olmalar›d›r.
duklar› hayat› de¤ifltirmek, onu baflkalaflt›rmak, kendi istedi¤i gibi yaflamak, özgürleflmek, yoksulluktan kurtulmak, sözünü söylemek, sesini duyurmak gibi binbir sebeple milyonlarca bireyin, bunlar›n oluflturduklar› s›n›flar›n, büyük kitlelerin ileriye do¤ru at›ld›klar›n› görebilirdiniz. Türkiye bu büyük ak›nt›dan etkilenmeksizin edemezdi. Bunun iki önemli maddî koflulu vard›: Biri, Türkiye’nin dünya iktisad›yla bütünleflmek yönünde ilerlemesiydi, ki bu asl›nda bir yandan emperyalizme daha çok ba¤lanmak demekti. Gene de bunun sonucu, dünyadaki bütün ak›nt›lara kendini aç›k hale getirmekti. Türkiye, bu nedenle, dünyada esen rüzgârlardan, 1960’lar›n bafl›, 1950’ler, 1940’lara nispetle çok fazla etkilendi ve pek çok yeni fikir Türkiye’ye girdi. ‹kincisi, 27 May›s’›n ertesinde daha özgürlükçü bir anayasan›n mevcudiyeti, bunun gerek yarg›çlarda, gerek yöneticilerde yeni fikirlere karfl› nispeten daha toleransl› davranmaya yol açmas› ve bu iklimde iki yeni ö¤enin ortaya ç›kmas›: Bunlardan biri T‹P, di¤eri D‹SK. Yani hayata afla¤›dan, yoksullar›n oldu¤u yerden bakan, bugüne kadar söz söylememifl, sözleri genel ak›nt› içerisine kar›flmam›fl olanlar›n seslerinin iflitilebilir olmas›n› sa¤layan iki önemli kald›raç. Bu kald›raçlar›n bizim kufla¤›m›z› flekillendirmekte, kulaklar›, gözleri açmakta, dünyaya baflka türlü bakmakta çok önemli rol oynad›¤›n› söyleyebilirim. Düflüncenin gücü Türkiye’de 1968 denince, genel olarak ö¤rencilerden söz ediliyor. Fakat dünyan›n baflka yerleri için bu böyle de¤ildi. Mesela Avrupa’da, Fransa olsun, ‹talya olsun, k›smen Almanya, ‹ngiltere olsun, esas olarak ö¤renci hareketi iflçi hareketiyle omuz omuza protestolar›n› yürüttü. Ama politik olarak, iflçi hareketini yöneten sendikalardan ve partilerden nispeten ayr› davrand›. Türkiye için bunun iki bak›mdan da farkl› oldu¤unu söyleyebiliriz. O yüzden de Bat›’n›n tekrar› de¤ildi, kendine özgü dinamikleri vard›. Birincisi, ö¤renci hareketi, iflçi hareketiyle pek temas› olmaks›z›n ilerledi. ‹kincisi, Bat›’dan farkl› olarak, kültürel bir itirazdan çok, politik ve ulusal bir itirazd›. ABD’nin hakimi-
yetine ve ABD hakimiyetinin içerideki tafl›y›c›s› oldu¤u bilinen hükümetlere, onun ortaklar›na yönelik bir itiraz dillendirildi. Dolay›s›yla, bu aç›dan, “üçüncü dünya”daki di¤er hareketlere, Venezüella, Meksika, Vietnam, Filistin’deki itirazlara daha çok benzeyen bir dili oldu¤unu söylemek mümkün. Genç arkadafllarla konuflurken, ço¤u kez, flöyle bir güçlükle karfl› karfl›ya kal›nd›¤›n› düflünüyorum: 1960’lar› düflündü¤ünüzde, gözünüzün önüne nas›l bir hayat geliyor? Nas›l bir hayat›n içinde bütün bunlar konufluluyordu? Bugün çal›flt›¤›m yerdeki arkadafllarla biraz konufltum. O zaman fikirlerin bu kadar h›zl› dolaflabilmesi bana mucize gibi geldi. Düflünün, o zaman bir derginin yap›labilmesi için yaz›n›z› daktiloda yazmal›yd›n›z. Bilgisayar yoktu. Esas olarak yaz›l› bas›n vard›. Yaz›l› bas›n, siyah-beyaz ç›kard›. Matbaada bunlar seri olarak bas›lmazd›. Hürriyet gazetesi ofset makinalar›n› ilk getirdi¤inde devrim oldu¤u söylenmiflti. Dizgici yazar, kurflundan harfler dökülür, onlar derlenir, bas›l›r... Buna ra¤men, örne¤in Yön dergisi her hafta otuz-k›rk sayfa ç›kar ve afla¤› yukar› otuz-k›rk bin satard›. Bugün herhalde üç-dört bin satan kendini çok baflar›l› addeder. Dolay›s›yla, düflüncenin dolafl›m kanallar› çok daha zay›f olmakla birlikte, düflüncenin gücünün çok daha etkin oldu¤u bir iklimden söz edebiliriz. ‹kincisi, televizyonsuz bir gündelik hayat size nas›l geliyor, bilmiyorum ama, televizyon yoktu. Bilgi al›flverifli radyolardan yap›l›rd›. Geriye dönüp bakt›¤›mda, fikrimi dönüfltüren fleyin bir ses oldu¤unu düflünüyorum. Mehmet Ali Aybar’›n sesi. 1965 seçimlerinde radyodan yapt›¤› konuflmalar ve ilk kez bu alet vas›tas›yla farkl› bir sesin duyuluflu... Herkes “sevgili vatandafllar›m” diye hitap ederken, bir insan “iflçiler, köylüler, ›rgatlar, marabalar, yurttafllar›m” diye seslenince bu sesi dinlemeksizin edemezsiniz. O yüzü görmüfl de¤ilsiniz, fakat bu ses sizin için önemli. Bütün hayat›n›z boyunca sizi takip edebilen bir ses. ‹letiflim ortam› afla¤› yukar› böyle. ‹nsanlar›n birbirleriyle iliflkileri daha çok kapal› mekânlarda, evlerde geçer. Sokakta çok az hayat vard›r. Üniversite yurtlar›nda bu biraz ço¤alabilir... Bunlar› gözünüzün önüne getirirseniz, belki nas›l bir hayat›n içinden bir dönüflüm olana¤› yakalanm›fl oldu¤unu kavrayabilirsiniz. 1960’larda, Türkiye’de ö¤rencilik neredeyse en itibarl› sosyal konumdu. E¤er ö¤renciyseniz, mesela polise itiraz etmemeniz düflünülemezdi. Polis için de bu çok anlafl›labilir bir fleydi, çünkü sadece befl y›l evvel ö¤renciler aya¤a kalkm›fl, askerler darbe yapm›fl ve sonuçta, “ö¤rencilere kalkan eller k›r›lm›flt›r”. Dolay›s›yla, ö¤rencilik kendine güven, gurur ve dokunulmazl›kla dolu bir sosyal konumdu. Bu sosyal konumun sa¤lad›¤› en önemli avantaj, dedi¤inizi yapmaya giriflebilmek için herhangi bir fleyden korkman›za gerek ol-
Ertu¤rul Kürkçü
may›fl›yd›. Bunun, bugünle o gün aras›nda en önemli fark oldu¤unu düflünüyorum. Aradan geçen iki darbeden sonra, insanlar bugün düflündüklerini yapmak yerine, düflündüklerini söylememeyi seçiyor. Bu, Türkiye’nin k›rk y›l içerisinde geldi¤i yer hakk›nda bize bir fikir verebilir. Karar ve icra organ›: Forum Türkiye’de ‘68’in gene de en önemli sosyal miras, en önemli gelenek oldu¤unu düflünüyorum. Fakat bu gelene¤i gerekti¤i gibi koruyabildi¤imizi söylemem zor. Bu gelene¤in en önemli taraf›, ö¤rencilerin hayata afla¤›dan müdahalenin kanallar›n› özdeneyimleriyle, baflka herhangi bir örne¤e bakmaks›z›n ve kendi ihtiyaçlar› uyar›nca kurmufl olmalar›d›r. 1960’larda, ö¤rencilerin bir üniversite derne¤i içerisinde örgütlenmeleri son derece do¤al ve zaten yasayla tayin edilmifl bir fleydi. Fakat bu ö¤renci dernekleri, bir yandan ö¤rencilerin temsiliyle ilgilenen, ama öbür taraftan da ö¤renciler karfl›s›nda k›smen rektörlü¤ü, üniversite yönetimini temsil eden arac› kurumlard›. Nitekim, ne zaman ö¤renciler üniversiteyi de¤ifltirmek için ileriye do¤ru at›lmaya karar verdiler, önce derneklerinden kurtuldular. Türkiye çap›nda örgütlenmifl üç ö¤renci federasyonundan bahsedebiliriz: Türkiye Millî Gençlik Teflkilât›, Türkiye Millî Talebe Federasyonu ve Millî Türk Talebe Birli¤i. Bunlar›n üçü de, farkl› e¤ilimlerde olsalar da, esas olarak, ö¤renci hareketiyle düzen aras›nda kurulmufl ka-
Benim fikrimi dönüfltüren fleyin bir ses oldu¤unu düflünüyorum. Mehmet Ali Aybar’›n sesi. 1965 seçimlerinde radyodan ilk kez farkl› bir sesin duyuluflu... Herkes “sevgili vatandafllar›m” diye hitap ederken bir insan “iflçiler, köylüler, ›rgatlar, marabalar, yurttafllar›m” diye seslenince bu sesi dinlememek edemezsiniz. Bu, bütün hayat›n›z boyunca sizi takip edebilen bir ses...
nallard›. Ö¤renci hareketi, kendisini, bu yap›lar› aflarak, bunlar›n ötesinde bir yerde kendi dinamikleriyle kurdu. Bunun için bulabildi¤i ilk ideolojik zemin Fikir Kulüpleri Federasyonu’ydu. Bunun da ötesinde, harekete geçti¤i zaman oluflturdu¤u öz-hareket organlar›, forumlar vard›. Forumlar›n Türkiye siyasî tarihindeki en önemli örgütlenme flekli oldu¤unu düflünüyorum. Forumun bir bafl› ve sonu yok. Bir ihtiyac›n gere¤i olarak do¤ar. Önce bir karar organ› olarak, karar al›nd›ktan sonra bir icra organ›, yani bir eylem örgütü olarak çal›fl›r. Yap›lmas› gereken, belirlenen ifl bitti¤inde da¤›l›r. Ama onu kuranlar oradad›r. Elbette hayat durup kalmaz yerinde. O ö¤rencilerin bir k›sm› yasayla çat›flt›klar›, çat›flmaks›z›n edemeyecekleri için hapishaneleri boylad›lar, ama bu gelenek kuflaktan kufla¤a devral›narak 1980’lere kadar geldi. 1980’lerden sonra al›nan özel tedbirlerle bunun yolu kapat›ld›. Ama, gene de, bir tavsiyem olacaksa, bir fley yapacaksan›z, önce kimseyi d›flar›da b›rakmayacak bir forum yapmal›s›n›z. O forumda her söz tükenene kadar tart›flmal›s›n›z; sonra, al›nan karar› yerine getirmek için, o karara karfl› olanlar da iflin içerisine kat›lmal›. Böylesi bir dönüflüm zemininin üniversitelerde kuruldu¤unu, ö¤rencilerin taleplerini ileriye do¤ru tafl›yabildi¤ini ve bunun üzerinden 1965-70 aras›nda üniversiteyi önemli ölçüde dönüfltürebildiklerini söyleyebilirim. Ben ODTÜ’de ö¤renciydim. ODTÜ, nispeten ayr›cal›kl›, yüksek puanla girilen, bunun için de nispeten daha kaliteli bir orta ö¤renimden gelen insanlar›n okudu¤u bir yerdi. O nedenle, ö¤rencilerin gözünde nispeten aristokratik bir yer gibi görünürdü. Ama boykotlar bafllad›¤›nda, ODTÜ de büyük ö¤renci hareketine kat›ld›¤›nda, ö¤renciler hem büyük bir h›zla kendilerini dönüfltürdüler, hem de kurduklar› yap›larla akademik hayat›n dönüfltürülmesine kat›ld›lar. Do¤rusu, 1968 ö¤renci hareketinin en önemli yanlar›ndan birinin, yöneten/yönetilen çeliflkisini yönetilenler taraf›ndan çözmeye giriflmesi oldu¤unu düflünüyorum. Nitekim, ders programlar› olsun, hocalarla ö¤renciler aras›ndaki iliflkiler olsun, çok esasl› bir dönüflüme u¤rad›. Ö¤rencilerle ö¤retim üyeleri hakikaten yer de¤ifltirdi. Bu mitik bir anlat›m gibi gelebilir size, ama öyle olmad›¤›na teminat veririm. Pek çok hocam›z›n okumak için kendilerine kitap tavsiye etmemizi istediklerini, mimarl›k jürilerinde ö¤rencilerin sunduklar› tezler etraf›nda yeni tart›flmalar bafllatt›klar›n› biliyorum. Bu dönüfltürücü güç, ö¤rencilerin sahip olduklar› bütün kapasiteyi ortaya ç›karabilecekleri bir yap›y› kendi elleriyle kurmalar›n›n eseriydi; hakim iliflkinin d›fl›na ç›kabilecekleri, bunu sadece y›k›c› de¤il, ayn› zamanda dönüfltürücü bir yap› haline de getirebilecekleri bir çerçeveyi kendi elleriyle kurmay› baflarmalar›yd›.
49
Uzun ‘68 ve a¤›r bilanço Türkiye’nin 1968’i, Bat› Avrupa’dan ve ABD’den farkl› olarak, bir-iki y›l sürmedi. Fransa’da afla¤› yukar› 1970’e gelindi¤inde hemen hemen her fley alabilece¤i flekli alm›fl, istikrar yeniden kurulmufltu. Fakat Türkiye’nin ‘68’i, 1980’e kadar sürdü. ‘68’deki ö¤renci hareketinden do¤an ve baflka sosyal ve uluslararas› koflullarla birleflen momentum, s›n›f çat›flmas›na yak›n bir ritmde 1980’e kadar geldi. Son derece a¤›r bir bilanço var geride. Baflar›lamam›fl bir devrim, gerçeklefltirilememifl bir devrimci zafer var. Böyle olmas›na ra¤men, Türkiye tarihinde en özgürlükçü, insanlar›n zihnen ve maddeten kendilerini ba¤layan ba¤lardan kurtulmaya en çok yaklaflt›klar› dönemi içerdi¤i için, Türkiye’nin sol kültür bak›m›ndan gelifltirebildi¤i her fley afla¤› yukar› bu atmosfer içinde gelifltirilebildi¤i için bu dönem bugün hâlâ son derece önemli. Bugün sosyalist, devrimci, yani 1968’in miras›na, sözüne sahip ç›kan güçlerin seçimlerden ald›klar› oy oran› yüzde 1’den fazla de¤il. Ama etraf›n›za bak›n, kendinize bak›n, devrimci solun Türkiye’deki etkisi yüzde 1’den çok daha fazla. O yüzden, düzen aç›s›ndan devrimcilerin etkisizlefltirilmeleri, de¤ersizlefltirilmeleri, bir kenara at›lmalar› için hâlâ hummal› bir faaliyet var. Öte yandan, insanlar dara düfltükleri, bir kurtulufl fikrine ulaflmak istedikleri zaman haf›zalar›n› kurcalad›klar›nda, ilk ak›llar›na gelen, gene o devrimci hareketin kimi anlar›, kimi adlar›, kimi örgütleri. Bu çerçevede, bu uzun sürmüfl ‘68’in Türkiye tarihinde –bütün zaaflar›na, kusurlar›na ra¤men– yap›c›, ilerletici bir rol oynad›¤›n› söyleyebilirim. Öte yandan, bu hareketin mavi gökte çakan bir flimflek gibi kendi kendine do¤mad›¤›n›, kendinden önceki devrimci hareketlerin izlerini tafl›d›¤›n›, bu nedenle çok uzun bir dönem boyunca Kemalizmin etkilerini, söylemlerini içinde bar›nd›rd›¤›n› söyleyebiliriz. Ama bir süreç olarak bakt›¤›m›zda, kendini ba¤›ms›zlaflt›rma, kendini özgün bir fikir olarak kurma yönündeki iradenin bask›n oldu¤unu ve nitekim, 12 Mart’tan sonra büyük ölçüde ayr› bir ak›m olarak kendi yoluna koyuldu¤unu söylemek mümkün. 2008’de 20 yafl›nda olmak Genç insanlarla konuflurken, “acaba 1968’in bir replikas› olur musunuz?” diye bakm›yorum. Bunun imkâns›z oldu¤unu biliyorum. “Ayn› ›rmakta iki kere y›kan›lmaz, çünkü su hep akar” sözünün do¤rulu¤unu hep yeniden görüyoruz. Ama bu, ›rmakta akan›n su oldu¤u gerçe¤ini de¤ifltirmez. Egemen fikirlerin egemen fikirler olmaktan ç›kmas› için baflka türlü düflünme, onlar›n bizi yönetmesine son verme ve yönetilmekten kurtulma iste¤inin, bunun bir genel arzu olarak toplumu sarmas› ihtiyac›n›n, o zaman oldu¤u gibi, hatta bugün belki daha çok sürmekte oldu¤unu da görüyorum.
50
1968’in sözüne sahip ç›kan güçlerin seçimlerden ald›klar› oy oran› hiçbir zaman yüzde 1’den fazla de¤il, ama devrimci solun Türkiye’deki etkisi yüzde 1’den çok daha fazla. O yüzden, devrimcilerin de¤ersiz k›l›nmas› için hâlâ hummal› bir faaliyet var. Öte yandan, insanlar bir kurtulufl fikrine ulaflmak istedikleri zaman ilk ak›llar›na gelen fley, gene o devrimci hareketin kimi anlar›, adlar›, örgütleridir.
Her ça¤›n ‘68’i kendine. Ümidim, iste¤im, 2008’de ‘68’in dersinin onun ruhunu içererek yeniden gençli¤e iade olmas›, kendi yolunu aç›p devam etmesi. Eski kuflaklar›n yapaca¤› tek fley, bu konuda gerçek bilgiyi aktarmaktan ibaret. Tabii, hâlâ bir devrimci hareket içerisinde yer varsa bize, o yeri de istiyoruz... S›kça söyledi¤im bir fley var, benim kliflem gibi oldu: Hiç kimse yirmi yafl›n› hangi ça¤da yaflayaca¤›na karar veremiyor. Kendimizi flansl› hissediyorum, çünkü de¤iflim umudunun çok kuvvetli oldu¤u, her fleyin birbirini besledi¤i uluslararas› bir kaynaflman›n içine do¤man›n, bir kitle hareketinin içinde olman›n yaratt›¤› inan›lmaz f›rsatlar var. Bunlar›n olmad›¤› bir yerde insan›n hayat› hakk›nda karar vermesiyle, bunun oldu¤u yerde hayat› hakk›nda karar vermesi, çok farkl› fleyler. 1968’de, her zeki ve onurlu insan afla¤› yukar› ayn› flekilde davrand›. Onbinlerce insan›n ayn› flekilde davranmas›ndan söz ediyoruz. Dolay›s›yla, bu ak›nt›ya kar›flmadan kendinize sayg›n›z olmazd›. Böyle bir yol önünüzde ak›p gidiyor, siz olmasan›z da olan bir hareket var. Dolay›s›yla, seçim yapmak o kadar zor de¤ildi, ama yine de bir seçimdi. Bir kitle hareketi ortaya ç›k›nca, devrimci ö¤renci kli¤i içerisinden ya da T‹P’in yöneticileri aras›ndan gelmeyen benim gibi insanlar, iki y›l içerisinde hareketin ön taraflar›na geçtiler ve bambaflka bir yerden hareketi yeni bafltan kurdular. Dev-Genç, bir kitlesel gençlik hareketi olarak bu kaynaflman›n içinden do¤du, kendi insanlar›yla beraber geldi. Yönetimi ald›¤›m›z kongrede yönetime gelen arkadafllar›n hiçbiri daha önce baflka bir kuruluflta yönetici görevler yapmam›flt›. Ö¤renci hareketinden ç›km›fllard›, olduklar› yerin do¤al önderleriydiler. Dolay›s›yla, onun içinde kendilerini tan›mak, bilmek, gelifltirmek f›rsat›n› bulabilmifllerdi. Bütün bunlar›n oldu¤u bir yerde kitle hareketi insan›
dönüfltürüyor. Kapasitenizi, neler yapabilece¤inizi farkediyorsunuz. Bunun olmad›¤› yerde, tekil, kendi bafl›na bunu yapmaya çal›flan insanlar›n ifli çok zor. Bugün yirmi yafl›nda olan ve bu dertlerle dertlenen, kendisine böyle yol çizmeye çal›flan insanlar benim yapt›¤›mdan çok daha zor bir fley yap›yorlar. 2008’de yirmi yafl›nda olmak, ak›nt›ya karfl› yüzmek demek. Bu karar› bugün verenlere çok sayg› duyuyorum. Kendinizle ilgili bir karar verirken, biraz da baflkalar›n›n hayatlar›yla ilgili karar veriyorsunuz. Bu seçimleri yapanlar›n say›ca artt›¤›n› her gün gözlüyorum. Çok ümit verici bir fley...
FATMAGÜL BERKTAY
Eflitlik Rüzgar› oskoca ABD’nin küçücük bir Güneydo¤u Asya ülkesine savafl açmas› ve onun da buna kahramanca direniyor olmas› çok önemliydi. Napalm bombalar›, savafl foto¤raflar›... Çok isyan ettirici bir ortam vard›... 1967’nin bafl›nda, AFS s›nav›na girmifltim, Amerika’ya gitmek için. S›nav› kazand›¤›ma memnun olmufltum. ‘68’de s›ra Amerika’ya gitmeye geldi¤inde, gitmeyi reddettim. ABD bundan çok üzüntü duydu herhalde. (gülüyor) Y›llar geçti, 1999’da Boston Üniversitesi’nde uluslararas› bir çal›flmaya kat›ld›m. Dünyan›n her yerinden arkadafllar vard›. Boston valisi bir resepsiyon verdi. Herkes kendini tan›t›rken bir-iki kelime de içinden gelen fleyleri söyledi. Herhalde bilinçalt›, “1968 y›l›nda buraya gelmeyi reddettim, çünkü o s›rada ABD Vietnam’› bombal›yordu” dedim. Latin Amerikal› arkadafllar›m çok memnun oldu, alk›fllayanlar oldu, ama vali hiç gülmedi... O y›llarda, “illâ Ankara Siyasal’a gidece¤im” diye tutturdum. Bir fleylerin de¤iflmesi gerekti¤ine, ayn› zamanda
K
Temmuz 1968: 6. Filo karfl›t› gösteriler ve Amerikan askerlerinin denize dökülüflü
de¤iflebilece¤ine dair çok yayg›n bir inanç vard›. O dönemden gelen, etraf›m›zdaki arkadafllar›n ço¤u siyaset, iktisat okumufltur. Bunlar toplumsal mühendislikle ilgili branfllar. O s›rada, “illâ Siyasal’a gidece¤im” dedi¤imde, bunun nedeninin çok fark›nda de¤ildim. Ertu¤rul’un dedi¤i gibi, bir kuflak olma bilinci yoktu, ama demek ki varm›fl ayn› zamanda. Bunun bir tesadüf olmad›¤›n› düflünüyorum. Ad›n› koyamasak bile, o iklimin içindeydik. “Küçücük bir ülke Amerika’ya kafa tutabiliyorsa, biz de de¤iflmesi gereken fleylerin üzerine gidip de¤ifltirebiliriz” hissiyat› vard›. Geçmifli de¤erlendirirken yan›lsama pay›n› hat›rda tutmak gerek. Geçmifl yitirdi¤imiz bir fleydir, o yüzden bugünden bak›nca bize daha güzel gelir. Ama yine de, bir zamanlar sahip oldu¤umuz toplumu de¤ifltirebilme, geliflmeleri etkileme duygusunun hiç de bofl olmad›¤›n› düflünüyorum. Ö¤rencilik y›llar›m› hat›rlarken, ister istemez kitaplar› hat›rl›yorum. Kitaplarla birlikte, Ankara’n›n çok kendine özgü mekânlar›ndan birini, o dönemin havas›n› yans›tan Zafer Çarfl›s›’n›, kitapç›lar çarfl›s›n› hat›rl›yorum... Tart›flma ortam›n›n varl›¤› çok önemliydi. Forumlar, okuma gruplar› ve dergiler, hakikaten insana yön veren, tart›flmaya sevk eden bir ortam sa¤l›yordu. Kitap okuyarak dünyay› de¤ifltirebilece¤inizi hissediyordunuz. Kitap okumak dünyay› de¤ifltirebilecek bir toplumsal muhalefet yapman›n ve sorgulaman›n bir aya¤›yd› sanki. Bir baflka ayak da, hippilik, çiçek çocukluk, bir tür hazc›l›kla bar›flç›l›k aras›nda “savaflma, sevifl” slogan›nda kendini gösteren ak›md›. Ama elbette egemen olan, siyasal yand›. ABD’de sivil haklar hareketi, Vietnam Savafl› karfl›tl›¤›, Siyah haklar hareketi... Fransa’da, “üniversitede reform” taleplerinden “iflçiler iktidara” slogan›na geçen bir hareket... Türkiye dahil, “üçüncü dünya”daki siyasal muhalefet... Toplumsal muhalefet derken, ailenin, cinselli¤in, heteroseksizmin sorgulanmas›n›n, eflcinsellik üzerine konuflman›n vs. epey kuflkulu oldu¤unu söylemeliyim; hazc›l›k, hippilik ak›m› ise çok s›n›rl› bir çevreye özgüydü. “Ah keflke o günlerde yaflasayd›m” diyen, seks, esrar düflünen arkadafllar hayal k›r›kl›¤›na u¤rard›. Bizde, daha ziyade, o kadim Türkiye’yi ve dünyay› kurtarma kayg›s› bask›nd›. Kad›nlar›n huzursuzlu¤u Cinsel özgürlük aç›s›ndan, Bat›’da da durumun hiç parlak olmad›¤›n› hat›rlamak gerek. D.H. Lawrence “Lady Chatterley’nin Afl›¤›”n› 1928’de yazm›flt›; 1960’ta ancak yay›nlanabilmiflti ‹ngiltere’de. 1949’da, Simone de Beauvoir “‹kinci Cins”i yazd›¤›nda, bugün birçok ö¤rencimize gayet akademik gelen bu kitap, Fransa’da inan›lmaz bir tepkiyle karfl›land›. François Mauriac pornografik bir kitap oldu¤unu, gençlerin okumamas› gerekti¤ini söyledi. Albert Ca-
kad›n kurtulufl hareketi denilen fleyin Türkiye’de, 1968-69’da bir karfl›l›¤› yoktu. 1968’de, ABD’de, kad›nlar çok önemli bir örgütlenme biçimi olarak “bilinç yükseltme gruplar›”n› örgütlemeye bafll›yor. Bunun, bütün bir ‘68’le çok yak›ndan ilgisi var. O dönemde, Çin devriminde kullan›lan ac›lar› dile getirme gruplar› var. Ö¤renci ve “yeni sol” hareket içinden do¤an kad›n hareketi, Çin’deki bir devrimci örgütlenme biçimini al›yor ve bilinç yükseltme grubu ad›yla harekete mal ediyor... Yavafl yavafl ayr› örgütlenme biçimleri de tart›fl›lmaya bafll›yor. Ayr› örgütlenme fikri gündeme gelince, hareket içindeki erkekler defansif bir tav›r al›yor, karfl› ç›k›yorlar; bunu yaparken de yine afla¤›lama, gülünçlefltirme biçimleri devreye giriyor. Ama kad›nlar da hemen buna karfl›l›k veriyor. O dönem flöyle karikatürler ç›k›yor: Kuca¤›nda a¤layan bebekle bulafl›k y›kayan kad›n, bir yandan da telefona cevap veriyor: “Kocam evde yok, ezilen halklar›n kurtuluflu mücadelesine gitti!”
Fatmagül Berktay
mus “erkekleri küçük düflürüyor, afla¤›l›yor” diyordu... ABD’de, özellikle ‹kinci Dünya Savafl›’ndan sonra, aileye bir geri dönüfl, bir yandan da müthifl bir McCarthy’cilik dalgas› var... ‘50’lerin sonunda üniversiteye daha çok kad›n girmeye bafll›yor, Betty Friedan’›n “The Feminine Mystique”i (Kad›nl›¤›n Gizemi) 1960’lar›n ortas›nda ç›k›yor, bir canlanma var. Di¤er yanda, Vietnam Savafl› karfl›tl›¤› Amerika’da büyük bir siyasî muhalefeti, özellikle ö¤renci hareketini yayg›nlaflt›r›yor. Ö¤renci hareketiyle Siyahlar›n haklar› için mücadele eden hareket bir zaman sonra ayr›fl›yor. Fakat esas ilginç olan nokta, hem sivil haklar hareketinde, hem de ö¤renci hareketinde kad›nlar çok etkin. Hakikaten bir eflitlik talebi, rüzgâr› var. fiunu da söylemek lâz›m: Bat›’da, ama ayn› zamanda bizde de kad›nlarla erkekler aras›nda bir arkadafll›k ve dostluk iliflkisi vard›. Bunun çok önemli oldu¤unu düflünüyorum. Bir eflitlik, adalet talebi vard›. Ama, flimdiki postmodernist iklimdeki gibi herkes kimlik peflinde olmad›¤› için, kad›nlar ve erkekler olarak de¤il, insan varl›klar› olarak bir araya gelme olanaklar›m›z daha fazlayd›. Bunun Amerika’da ve Fransa’da ayn› flekilde yafland›¤›n› okuyoruz. Fakat bu noktadan sonra bir ayr›flma ortaya ç›k›yor: Kad›nlar giderek daha fazla inisiyatif ald›klar›nda, daha etkin olduklar›nda bir dirençle karfl›lafl›yorlar. Bu, afla¤›lama, gülünçlefltirme, komiklefltirme fleklinde bir direnç. Getir-götür iflleri, sekreterlik iflleri, çay-kahve servisi gibi geleneksel, cinsel iflbölümü harekete de yans›maya bafll›yor. Kad›nlar kendilerini huzursuz hissetmeye bafll›yor, ama bu huzursuzlu¤un ad›n› koyam›yorlar. Fakat 1968’e, ‘69’a gelindi¤inde, ABD’de, ‹ngiltere’de, Fransa’da kad›nlar bunun ad›n› koymaya bafllad›lar. Biz bunu ancak 1970’lerin sonlar›nda, hatta ‘80’lerden sonra yapabildik. Yani
Kad›nlar daha fazla inisiyatif ald›klar›nda bir dirençle karfl›lafl›yorlar. Geleneksel, cinsel iflbölümü harekete de yans›maya bafll›yor. Kad›nlar kendilerini huzursuz hissetmeye bafll›yor, ama bunun ad›n› koyam›yorlar. Biz de Türkiye’de bunlar› yaflad›k, fakat 1968’e gelindi¤inde Amerika’da, ‹ngiltere’de, Fransa’da kad›nlar bunun ad›n› koymaya bafllad›lar. Biz bunu ancak ‘80’lerden sonra yapabildik.
‹ktidar›n ataerkilli¤i Türkiye’de pek deneyimlenmeyen, liberter, hippi, hazc›, hedonist hareket ise ilk baflta cinsel özgürlük fliar›yla ç›k›yor. Kad›nlar da bir yandan aileyi, tekefllili¤i sorgularken, biraz sonra bunun maflist bir rengi oldu¤u anlafl›lmaya bafll›yor. Di¤er tarafta, Kara Panterler hareketi içindeki kad›nlar da, 1968-69’a gelindi¤inde, isyan ediyorlar, fakat onlar ayr›lm›yorlar. 1969’da Washington’da, Demokratik Bir Toplum ‹çin Ö¤renci Hareketi çok büyük bir gösteri düzenliyor. Kürsüye bir kad›n ç›k›p konuflmaya bafll›yor, kapitalizmin insanlar› nesnelefltirdi¤ini, mülk haline getirdi¤ini anlat›yor. Gayet do¤ru düzgün, dinleyiciler aç›s›ndan kabul edilebilir bir konuflma yap›yor. Buna ra¤men, ›sl›klar, “indirin flu kad›n› oradan” sesleri yükselmeye bafll›yor. Konuflmay› yapan kad›n da epeydir hareketin içinde, “benim tan›d›¤›m bildi¤im hareket bu muydu, arkadafllar›m bunlar m›” diye düflünmeye bafllasa da, titrek bir sesle konuflmas›n› bitiriyor. Bunun üzerine, sözü Shulamith Firestone al›yor. Firestone da, Yeni Feminist hareketin öncülerinden, belki de en önemli sözcülerinden biri. Sadece kapitalizme de¤il, erkeklere de verip verifltirmeye bafll›yor, üstelik sadece kapitalist erkeklere de¤il, önünde duran devrimci erkeklere de söyleniyor: “Hadi o zaman, yaflad›¤›m›z yerden bafllayal›m. Kapitalizm ve o di¤er ‘izm’ler evin içinden bafllam›yor mu? Çünkü biz kad›nlar, devrim hakk›nda söyledikleriniz konusunda samimi misiniz, yoksa sadece kendiniz için mi daha fazla iktidar istiyorsunuz, çok merak ediyoruz...” Bu çok mânâl› ve ehemmiyetli bir laf; hakikaten bir ayr›flman›n kaç›n›lmaz oldu¤unu ortaya koyuyor... Todd Gitlin, “Umut Y›llar› Öfke Günleri” adl› kitab›nda ‘68’i de¤erlendirirken, bu ayr›l›¤›n, gerilemekte olan ö¤renci hareketini daha da çözülmeye götürdü¤ünü anla-
51
t›r. Ertu¤rul’un da dedi¤i gibi, ‘70’lerde art›k Bat›’da tafllar yerli yerine oturmaya bafllam›flt›. Türkiye’de ne var ne yok derseniz, baflta söyledi¤im noktaya gelece¤im. Siyasal muhalefet vard›, ama toplumsal muhalefetle, özellikle o ikinci ayak dedi¤im fleyle gerçek anlamda bir hesaplaflma yaflanmad›¤›n› düflünüyorum. 1970’lerin sonuna kadar, iktidar›n ataerkilli¤i, cinsiyet iliflkilerindeki derin adaletsizlik, ailenin niteli¤i, heteroseksizm sorgulanmad›, eflcinsellik kapitalizmin bir yozlu¤u, sapk›nl›¤› olarak görüldü. Bir de, “halk›m›z›n de¤erlerini benimsemek” anlay›fl› vard›. Bunun feodal de¤erlerin benimsenmesi oldu¤unu tahmin edebilirsiniz. Bunlar ancak ‘80’lerden itibaren daha çok konuflulur oldu. Bu çerçevede, Türkiye’nin ‘68’i pek de yaflamam›fl oldu¤u kanaatindeyim.
MURAT BELGE
‹çeri hava girdi ›rk y›l olmufl! Geçmifl ve gelecek kavramlar› üzerine düflünüyorum da, bir kabulümüz vard›r: Geçmifl olmufl bitmifl, art›k de¤iflmez, gelecek de henüz olmam›fl, dolay›s›yla her türlü geliflmeye, ihtimale aç›k gibi gelir. Çok da öyle de¤il. Bir kere, gelece¤i bilmiyoruz, görmüyoruz, ama onun ne kadar determine oldu¤unu ç›karabiliriz. Belki de gelecek o kadar büyük bir özgürlük alan› de¤il. Buna karfl›l›k, geçmifle de oldu bitti diyoruz, geçmiflin kendisi oldu bitti, ama biz, olup biteni nas›l anl›yoruz? Kafam›zdaki düflünceler devaml› de¤iflti¤i için geçmiflte de bir hareketlilik var. Geçmifl, olmufl bitmifl bir fleyden ibaret de¤il. Yirmi yafl›nda biri “Anna Karenina” okur, bir de k›rk›nda okudu¤unda, çok farkl› bir “Anna Karenina” ç›kar karfl›s›na. Altm›fl›na geldi¤inde bir daha okursa, o zaman bambaflkad›r “Anna Karenina”. Her kitab› yirmi y›lda bir okumaya kalkarsak, bu iflle bafla ç›kamay›z, ama tarih deyince, hele de ‘68 gibi bütün dünya için bir dönüm noktas› söz konusu olunca, haliyle dönüp dönüp bakmak gerekiyor. Her dönüp bakt›¤›m›zda, o zamanki
K
lerde “ordu-millet elele”, “ordu-gençlik elele” deniyor. Ordu k›sm› de¤iflmiyor! (salonda gülüflmeler) ‹çeride TKP’liler var; Deniz (Gezmifl) falan da MDD savunucusu, ciddi bir gerilim var ve hükümet sald›rm›yor, çünkü ne yap›lmak istendi¤inin fark›nda, tekrar 27 May›s’a do¤ru gidebilir bu ifl. Dünyada ‘68 büyük bir harekete dönüfltü, kitleselleflti. Ama biz entrikalarla dolu, kar›fl›k bir politik ortam›n içinde bulduk kendimizi, sonra da bu devam etti. ‘80’lere kadar da, buradan bafllayan, büyük ölçüde yükün ö¤rencilerin s›rt›nda oldu¤u bir sol hareket böylece devam etti...
Murat Belge
O dönemin uzant›s› durumunda görebildi¤im insanlar, bugün milliyetçi olabiliyorlar. Yani flöyle bir tur at›lm›fl, biraz aç›k havada dolafl›lm›fl, tekrar eve girilmifl, oturulmufl. Aç›k pencereler de kapat›lm›fl, “aman s›k› s›k›ya kapat›n” denilmifl. Bizim tragedyam›z bu bence. Hedefe var›lamadan yönü çevrildi ve bir baflka fleye do¤ru evrildi.
düflünce dünyam›z›n ›fl›¤›nda farkl› perspektifler karfl›m›za ç›k›yor. Ben ‘68’de nerede, ne yap›yordum? May›s ‘68’de Ankara’dayd›m, ‹stanbul’da da ilk üniversite iflgali may›sta olmufltu. Bir-iki y›ld›r Türkiye ‹flçi Partisi (T‹P) üyesiyim. Parti içindeki Bilim Kurulu’nday›z, Murat Sar›ca, ‹dris Küçükömer, Nurkalp Devrim’le beraber çal›fl›yoruz. Nurkalp’ten ö¤rendim ilk, üniversite iflgalinin oldu¤unu. Bir-iki gün sonra, Halet Çambel Edebiyat fakültesinde, ben de oraday›m, Halet’in baz› ö¤rencilerle temas› olmufl, ö¤retim üyesi s›fat› tafl›yan birini aralar›nda görmek istediklerine dair bir mesaj alm›fl. Bunun üzerine gittim, iflgal alt›ndaki üniversiteye giren ilk adam›m. T‹P’liyim, T‹P sosyal devrim için mücadele ediyor, fakat o tarihlerde, Türkiye’de sol bölünmüfl, Millî Demokratik Devrim (MDD) vaziyeti var. ‹lk üniversite iflgalinde bu iki durum karfl› karfl›ya geliyor. Daha önce, 27 May›s olmufl, Ertu¤rul’un dedi¤i gibi ö¤renci hareketi olarak bafllam›fl, ondan sonra da bir askerî darbeye dönüflmüfl, böylece iktidar de¤iflmifl... ‹nsanlar gelecekte yapacaklar› ifli geçmifl modeline dayand›rmaya merakl›d›rlar, geçmiflte ne olmuflsa gene olur gibi gelir. MDD’ciler üniversite iflgalini uzatmak istiyor, çünkü uzad›¤› zaman polis müdahale edecek, ö¤renci-polis çat›flmas› ç›kacak, ordunun da polise müdahale etme imkân› do¤acak... O tarih-
‹ZLEY‹C‹LER‹N SORUSU: 68 DE⁄ERLER‹ NED‹R?
Anti-emperyalizm, devrim, enternasyonalizm Ertu¤rul Kürkçü: Üç de¤eri önemsiyorum. Birincisi anti-emperyalizm. Türkiye ‘68’ini o karakterize eder. ‹kincisi devrimcilik, üçüncüsü enternasyonalizm. Enternasyonalizm daha az miktarda bulunur, ama bu üçü önemli. Fatmagül Berktay: Eflitlik, özgürlük ve enternasyonalizm. Geçmifle bakt›¤›mda benim derdim bunlarlayd›. ‘68’de ve sonras›nda içinde bulundu¤um ortamda eflitli¤in hep çok ön plana ç›kt›¤›n› gördüm. Türkiye solunun, t›pk› Türkiye toplumu gibi, özgürlük probleminin olmad›¤›n› deneyimledim. Ortaokulda, lisedeyken kendi bafl›ma okuyan, daha bireyleflme yolunda ad›m atm›fl birisiyken, kafam› çok daha fazla eflitli¤e takmak zorunda kal›p özgürlük mesele-
52
sini unuttum... Enternasyonalizm bizim için çok önemliydi. Enternasyonalizmi o dönemin solculu¤u içinde ö¤rendim ve bugün hayretler içinde kal›yorum esamesinin okunmamas›ndan. 15-16 yafl›ndayken Enternasyonal Marfl›’n› ezbere bilirdik ve enternasyonalizmi de içimizde tafl›rd›k. Bu, Türkiye’nin genel ideolojik ortam›yla çok ilgili. Enternasyonalizm sevmiyor Türkiye toplumu, özgürlük sevmiyor. Eflitli¤i de ayn›laflmak biçiminde anl›yor. Siyaset Bilimi hocas›y›m, eflitlikle özgürlük aras›ndaki iliflkiyi sordu¤umda, ö¤rencilerin k⤛tlar›n›n yüzde 90’›nda eflitlikten söz eden cevaplar geliyor hâlâ. Toplumsal muhalefet içeri¤i anlam›nda bizim bir ‘68’imiz oldu mu sorusu hâlâ geçerli benim için.
Üç tane dünya ‘68’in bana çok çarp›c› gelen yan›, bütün dünyay› sarmas›, tam bir global hareket olmas›. Oysa dünya monoton, yeknesak bir yap› de¤il, farkl› rejimler var, o tarihlerde “birinci dünya”,”ikinci dünya”, “üçüncü dünya” gibi terimler ortaya ç›km›fl. Bir kere, üç tane dünya var! Sonra “üç dünya teorisi” de olacak! Bunlar baflka baflka rejimlerle idare ediliyor. Buna ra¤men, bunlar›n hepsinde May›s ‘68’de bir fleyler olmaya bafll›yor. Ondan sonra da, ülkelerin yap›lar›na göre, ya çok fazla uzam›yor ya da uzuyor. Ben de solcuyum o zaman, ve kapitalist ülkede yaflayan insanlar›n kapitalizme baflkald›rmalar›, onu yok etmek için eyleme girmeleri benim aç›mdan son derece normal. Ama sosyalist memleketlerde de oluyor ayn› fley, orada niye oluyor? Onlar gidilmesi gereken yere gitmifller... Ayr›ca, “üçüncü dünya”da da, mesela Vietnam’da ‘68 hissediliyor. Vietnam ‘68’de olmad› ama, di¤er yandan o savafl›n taraf› olan Amerika’n›n içinden bir kanal›n aç›lmas›yla birlikte önemli bir rol edinmifl oldu Vietnam. Asl›nda, bütün dünya hoflnutsuzdu, kimse bulundu¤u yerin koflullar›ndan mutlu de¤ildi. Herkes de¤iflim istiyordu. Berlin Duvar› y›k›lmadan bir y›l önce “Bas›n Özgürlü¤ünün Gelece¤i” bafll›kl› bir toplant›ya kat›ld›m. Toplant›ya Do¤u ülkelerinden gelen adamlar var. Devlet tekeliyle bas›n sansürlenmifl, “devletten hiçbir hay›r gelmez” diyorlar. ‹talya’dan gelen gazeteciler de var, onlar da diyor ki, “bas›nda reklamd›,
Murat Belge: Ertu¤rul hakl›, anti-emperyalizm baflta gidiyordu, ama bu bence hareketin de zaaf›yd›. Enternasyonalizm baflta gelseydi çok baflka türlü olurdu. Tabii bu derece milliyetçilik üzerine beyni y›kanm›fl bir toplumda iki kiflinin kalk›p da “enteryasyonalizm iyidir” demesiyle birden de¤iflip oraya varmak mümkün de¤il. Anti-emperyalizmden bafllanabilir, ama buradan enteryasyonalizme gidebilirdik. Yolda kesilen, yönü baflka tarafa çevrilen de bu oldu, enteryasyonalizm yerleflemedi. O zaman da bütün o hareketten gelmifl birçok insan birdenbire gayet parlak milliyetçi olabiliyor. Bu da sadece Türkiye’ye özgü bir fley de¤il. Miloseviç’inden Tujman’›na bütün dünyada bir zaman›n Komünist Parti yöneticileri hiç s›k›nt› çemeden ertesi gün en baba milliyetçi kesiliyorlar. ‹flte orada gene düflünmemiz lâz›m: Niye Marksizm bu kadar kolay milliyetçilikle örtüflebilecek hele geldi? Nerede yan›ld›k?
fluydu buydu, bir sürü parasal iliflki var, ç›kar çevrelerinin ifline gelmedikçe haberi de sansürlerler, sermayenin yarataca¤› bas›ndan hay›r gelmez”. Devletin tekelinden flikâyet edenler, san›yorlar ki, özgür bir sermaye olsa bas›nda güzel fleyler olur; o “güzelli¤i” yaflayanlar da devletleflirse belki iyi olur diyor. Ben Türk oldu¤um için, “ikisinden de hay›r gelmez” diyorum. “Bu ifl okur meselesidir, tav›r koyabilecek bir toplum varsa, bunlar› tart›flmam›za gerek kalmayacakt›r” dedim. Ama böyle bir toplum olmad›¤› için her zaman tart›flmam›za gerek var. Esnemeyen bir sistem Bu konuya girmiflken, fluna da de¤ineyim: Bat›da, burjuva demokrasisi dedi¤imiz, belki de çok be¤enmedi¤imiz sistemin baz› aç›kl›klar› var. Bat› nitekim ‘68 hareketini sistem d›fl›na atmad›, kovalamad›, alabildi¤i kadar kendi içine çekmeye çal›flt›. Bugün, Tar›k Ali ‹ngiltere’de bir rol oynamaya devam ediyor; Cohn-Bendit, Almanya’da Yeflilci olarak hayat›na devam ediyor. “Düzen ald› adam›, y›pratt›, köflelerini yumuflatt›, kendi yarar›na kullan›yor” denir hep. Ama bunu yapana kadar, düzenin de kendisini de¤ifltirmesi lâz›m. Bu tek tarafl› bir numara de¤il. Nitekim demokrasi deyince, ‘68’lilerin Bat› dünyas›nda bir sürü özgürlük getiren rolü var, inkâr etmek mümkün de¤il... Peki Prag Bahar›’na ne oldu? Polonya, daha önce Macaristan deneyimi de var. O dünyada içine almak ve asimile etmek gibi bir fley yok. Tankla Prag’a girildi, Sovyetik rejim katiyen de¤iflmeyece¤ini deklare etti, de¤iflmek isteyenleri de ezdi. Esnemeyen bir sistemden bahsediyoruz, ‘89’da da Berlin Duvar› çöküyor. Esnemeyi becerebilseydi o sistem, ‘68’in verdi¤i mesaj› anlay›p “kendimize buna göre yeniden çekidüzen verelim”
deme yetene¤ine sahip olsayd›, ‘89’da Berlin Duvar› çökmeyebilirdi. Türkiye Bat› demokrasilerine göre çok daha anti-demokratik, onun için de copuyla mopuyla buldu¤u her f›rsatta da¤›tt›; ama, Sovyetik rejimler kadar da hiçbir aç›k kap›s› olmayan bir siyasî iktidar›n tekelinde olmayan bir toplum. Bir de flöyle bir fley oldu: Kemalist orduyla, kapitalist Demokrat Parti iktidar› aras›nda alttan alta bir politik mücadele sürdü¤ü için, 27 May›s Anayasas›, cahil köylülerin verdi¤i oylarla iktidara gelip iktidar› suiistimal edecek siyasîlere karfl› okumufl flehir bürokrasisini vs. garanti alt›na almak üzere ç›kar›ld›. 27 May›s anayasas› bizim için bir hareket imkân› ve alan› sa¤lad›. Asl›nda, böyle bir fley istendi¤i için de¤ildi bu. Nitekim, 11 y›l sonra 12 Mart oldu, o anayasa zapturapta çekildi. ‘80’de de, malûm, hâlâ bafl›m›zdaki anayasaya geldik. Türkiye için söyleyece¤im flu: Biz son derece içine kapan›k, “kendimizden baflka dostumuz yok”, “biz birbirimize benzeriz” türünden ideolojik unsurlarla yetiflmifl bir toplulu¤uz. Mazda firmas› yeni bir otomobil markas› ç›kartt›¤›nda üç gün sonra birisi alabiliyor, mini etek modas› ç›kt›¤›nda befl gün sonra Türkiye’ye gelebiliyor, ama insan haklar›n›n gelmesi y›llar alabiliyor ya da üç-befl insan›n kendi aras›nda konufltu¤u bir konu olarak kalabiliyor. O bak›mdan, anayasan›n çok da niyet etmeden açt›¤› boflluklar, ard›ndan da dünyadaki ‘68’in Türkiye’ye gelmesiyle, oldukça havas›z olan bu yap›da bir tak›m delikler aç›ld›, içeri hava girdi. Türkiye’deki düflünce dünyas›, gerçekten ilk defa ‘68’le birlikte bir dönüflüm geçirdi. Ondan önce, nas›l milliyetçi olaca¤›m›z› düflünmekten baflka bir fley bilmiyorduk. Bir de ‹slâmî reaksiyon gibi durumlar vard› ki, onun da bir entelektüel p›r›lt›s› yoktu, sadece tepkisel bir hare-
Türkiye’deki düflünce dünyas›, ilk defa ‘68’le birlikte bir dönüflüm geçirdi. Ondan önce nas›l milliyetçi olaca¤›m›z› düflünmekten baflka bir fley bilmiyorduk. ‹deal, her fleyin bafl›na bir Türk s›fat› koymakt›, Türk liberali diyeceksiniz ki insanlar yan›lmas›n, sadece liberal zannetmesinler. Böyle bir dünyam›z vard› bizim. Bunu ilk defa ‘68 açt›...
1968’de ‹stanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’yle bafllayan iflgal ve boykot gelene¤i y›llarca sürdü. Yukar›da, ‹TÜ’de düzenlenen bir boykottan 17 Ocak 1970 tarihli bir foto¤raf...
ketti. ‹deal, her fleyin bafl›na bir Türk s›fat› koymakt›, Türk liberali diyeceksiniz ki insanlar yan›lmas›n, sadece liberal zannetmesinler. Böyle bir dünyam›z vard›. Bunu ilk defa ‘68 açt›... Bizim tragedyam›z Sosyalist devrim, MDD gibi somut, üzerinde devaml› kavga edilen konular var. Millî Demokratik Devrim dendi¤inde, bir kap›dan ç›k›yoruz, flöyle bir gidiyoruz, baflka kap›dan giriyoruz, ama fark›nda de¤iliz, yine eve girmifliz. Yaflanan olay bence buydu. Burada sana kat›lm›yorum Ertu¤rul, Fransa’da iflçi s›n›f›yla ö¤renciler aras›nda organik bir birlik beraberlik olmad›. Avrupa ve Bat› ülkelerinde genel olarak olmad›, çünkü bu adamlar›n müesses nizam dedikleri fleyin içinde komünist partiler, sosyal demokrat partiler vard›. Belki öbürleri gibi de¤ildi, ama onlar da gayet hiyerarflik, bürokratik ve Stalin’e ba¤l›yd›lar. ‘68’de molotof kokteyli atan bir Frans›z, ‹ngiliz ö¤renci, “var m› Stalin Baba gibisi” demezdi, öyle bir de¤er yoktu. Bat›’daki ö¤renci hareketi, o müesses nizam›n partilerine gitmedi. Ama bu, bizim bildi¤imiz bir fley de¤ildi, bir avuç TKP’li komünist d›fl›nda kimsenin haberi yoktu. Onun için pald›r küldür ortodoksiye kofltuk, o ortodoksiyle kendi ulusal ortodoksimizi gayet güzel birbirine uydurabildik. Nitekim, o dönemin flunu bunu yapan insanlar› bugün milliyetçi olabiliyorlar. Yani flöyle bir tur at›lm›fl, biraz aç›k havada dolafl›lm›fl, tekrar eve girilmifl, oturulmufl. Aç›k pencereler de kapat›lm›fl, “aman s›k› s›k›ya kapat›n” denmifl, Avrupa Birli¤i falan da içeri girmesin vaziyetindeyiz. Bizim tragedyam›z bu bence. Hedefe var›lamadan yön çevrildi ve bir baflka fleye do¤ru evrildi. ‘68 ve Marx Bir dünyan›n bitti¤ini bize en kuvvetli flekilde söyleyen olayd›r ‘68. Bu biten dünyan›n içinde Marx da var, ama “Marksizm yanl›flt›r” anlam›nda söylemiyorum. Marx’›n bildi¤i bir dünya vard› ve o dünyada devrim nas›l olabilir, bunu düflünen bir adamd›. Dünya hakk›nda söylediklerinin zaman› k›smen geçti, ama bir sürü söyledi¤i de hâlâ geçerli, o yöntemle dünyaya bakmaya devam etmek de gerekir. Ben hâlâ Marksistim. Ama iflçilerle ‘68 bir araya gelmedi. ‘68, dünyay› yerinden z›platan bir hareketti. Eme¤in yeniden tan›mlanma gere¤i vard›, zihnî eme¤in de sosyalist mücadelenin içine al›nmas› gerekiyordu. Daha çok Fatmagül’ün üzerinde durdu¤u de¤iflimler ne Marksizmde, ne de iflçi s›n›f›n›n o andaki ideolojisinde vard›. Ne de bugün var. Dünyada bir tak›m fleyler de¤iflti, ama bu ilericilik dünyay› ileri götürmedi. Lokomotif olma durumunu yeniden düflünmeyi gerektiren fleyler ç›kt› ortaya. ‘68, bunu bize net bir flekilde anlatt›. Ama, dedi¤im gibi, yirmi yafl›nda “Anna Karenina”y› okumakla, k›rk›nda ve altm›fl›nda okumak farkl› sonuçlar getiriyor.
53
WILLIAM KLEIN
benden baflka sinemac›lar da vard›, ö¤renciler ortaya do¤ru “Sorbonne’u çekmek isteyen var m›” diye sordular. “Ben isterim” dedim. “Sen kimsin”dediler. Tan›flt›k, anlaflt›k ve ifle koyulduk...
Tutkular›n›z› Yaflat›n
N
eredeyse üç saattir hayli ilginç konuflmalar ve tan›kl›klar dinliyorum. Kendimi okulda hissettim. Gerçi buras› da okul ya. (gülüyor) Hepten kayboldum. Bir yuvarlak masa toplant›s› olaca¤›n›, fikir al›flveriflinde bulunaca¤›m›z› umuyordum. Tam da ‘68 May›s’›nda karfl› oldu¤umuz, dönüfltürmek istedi¤imiz türden bir hadise oldu flimdi bu. Sorbonne’un profesörleri geldi akl›ma. Önceden da¤›tt›klar› k⤛tlardan dersi anlat›p bir de bu k⤛tlardan s›nav yaparlard›... ‹yisi mi, sorular›n›z varsa cevaplamaya çal›flay›m, ama gerçekten May›s ‘68 hakk›nda bir konuflma daha yapmak istemiyorum. (Soru gelmiyor, sessizlikkten sonra usulca lafa giriyor) Belki size yapt›¤›m filmden (“Büyük Akflamlar, Küçük Sabahlar”) bahsedebilirim. Böylece ideolojik bir konuflma yapmaktan kurtulurum. Paris’te Quartier Latin’de oturdu¤um sokakta kargafla bafllam›flt›, tart›flmalar k›z›fl›yordu, gün boyu hareket vard›. Sinemac›lar da Paris d›fl›nda, devrimci sineman›n nas›l olmas› gerekti¤inin tart›fl›laca¤› bir buluflma ayarlam›fllard›. Küba’dan, baflka ülkelerden gelenlerle sabahlar› bulan, günlerce süren oturumlar yapm›flt›k. May›s ‘68, may›s›n 4’ünde bafllam›flt›. 13 May›s’a gelindi¤inde iflçi sendikalar›yla birlikte çok muazzam bir gösteri olmufltu. ‹flçiler ifli b›rak›p harekete geçmifllerdi. Ö¤rencilerle iflçilerin ilk buluflmas›n›n gerçekleflti¤i gösteride bir milyondan fazla insan toplanm›flt›. Biz sinemac›larsa flehrin d›fl›nda sabahlara dek tart›fl›yorduk. Aç›kças›, hüsrana u¤ram›flt›m. fiehrin merkezi kaynarken, biz konuflmaktan baflka ne halt yiyorduk? Bir ö¤leden sonra, toplant›dan d›flar› att›m kendimi. Koridorda bir sigara tellendirmifltim ki, Sorbonne’dan gelen bir tak›m ö¤renciler ç›kt› karfl›ma. Geliflmeleri aktard›lar. Belçika, Almanya, Hollanda TV kanallar› Sorbonne’a ak›n etmiflti. Fakat televizyoncular alacaklar›n› al›p geri dönüyorlard›. Birinin olaylar› filme almas›n› istiyorlard›. Koridorda William Klein
54
Tarihî mitinglerin ard›ndan çok ciddi kazan›mlar oldu. Sendika fikri tüm ifl kollar›na girdi, ücretlerde yüzde 37 art›fl oldu. Bunlara devrim demiyorum ama, gelinen nokta çok de¤erliydi.
A¤›zlardan düflmeyen kelime Ama biraz geç bafllam›fl olduk. Çekti¤im film may›s›n 20’sinde bafll›yor. ‹nanabiliyor musunuz? O güne kadar hep bir fleyler oluyordu, ama kimse çekmemiflti. Çok bürokratiktik. Biz hiç devrim yapmay› düflünmedik, ama kelimenin kendisi a¤›zlardan düflmüyordu. May›s ‘68 bir devrim de¤ildi. Hükümetin yerine geçmek gibi bir niyet yoktu. Bu, Komünist Parti’nin program›nda olan bir fleydi. Kimse baflbakanl›¤› veya Ulusal Sinema Merkezi’ni iflgal etmeyi düflünmüyordu. Biri ç›k›p “Ulusal Sinema Merkezi’ni kim iflgal etmek ister” diye sormufltu ama, sonra ne olacakt› ki? Günde 15 saat tart›fl›yorduk. El kameralar›m›z vard›, bunlar ses kayd› da alabiliyordu. Her hareket kendi filmini çekecek ve bunlar bir flemsiye alt›nda toplanacakt›. Troçkistlerin, anarflistlerin, komünistlerin, sendikalar›n oldu¤u on kadar hareket kendi filmlerini çekecekti. Dönemin cömert havas›n›n bir parças›yd› bu. Bu sayede May›s ‘68 maceras›n› bir araya getirebilecek olmak bizi heyecanland›r›yordu. Günde 16 saat çal›flan adam ‹nsanlar May›s ‘68’de ne oldu¤unu konufluyor. ‹flin komik taraf›, o tarihte kimse ne oldu¤unu bilmiyordu. K›rk y›l sonras›nda bile gerçekten tam olarak ne yafland›¤› anlafl›lmam›fl gözüküyor. Her zaman olan bitenin fark›nda olan tek bir kifli vard›: Cohn-Bendit. Sorbonne’da her günün sonunda genel bir de¤erlendirme yap›l›rd›. Cohn-Bendit ç›kar, o gün orada bizzat olaylara tan›kl›k etmifl olanlara neler yafland›¤›n› aç›klard›. Jeton bu aç›klamadan sonra düflerdi. Gerçek flu ki, eski al›fl›ld›k eylem biçimlerinden hiçbiri kullan›lmam›flt›. Kimsenin iktidar› ele geçirmek gibi bir niyeti yoktu, ama kendi hayatlar›n›n kontrolünü ellerinde tutmak istiyorlard›. Hoflnut olmad›klar› bir düzene onlar› neyin mahkûm etti¤ini anlamak istiyorlard›. Filmde günde 16 saat çal›flan bir adam var. Kendini gelifltirmek, bir fleyler ö¤renmek istiyor. Sorbonne’daki tart›flmalara kat›lam›yor, çünkü çal›flmaktan geriye kalan vaktini sadece uyuyarak geçiriyor. ‹fle yaramaz biri olarak görülmek, herhangi biri olmak istemiyor. Yaflamak için anlamak istiyor. Yürek ac›tan bir sürü hikâye, dokunakl› sahneler var filmde. Konuflmak, insanlara terapi gibi geldi ‘68’de. Bin kiflinin önünde, daha önce dile getiremedi¤iniz meseleleri konufluyorsunuz. ‹nsanlar ilk defa “hayat›mdan tatmin olmuyorum, de¤iflmek istiyorum” cümlelerini kurdular. Nicelik de¤il, bir nitelik aray›fl› vard› ve bu slogan haline geldi. Kaliteli bir yaflam! Hatta iflçi örgütleri zam talebinden çok buna vurgu yapmaya bafllad›. Tabii siyaset nas›l iflliyor, biliyorsunuz. Hemen yeni
kabinede yaflam kalitesinden sorumlu bir bakanl›k tayin edildi. (gülüyor) Sarkozy ve ‘68 Al›n size Sarkozy! “68’i iflitmek dahi istemiyorum, ‘68 bitti. ‘68’in miras›n› yaflatacak m›y›z, yoksa ondan ebediyete kadar kurtulacak m›y›z?” diyor. 68’in sloganlar›ndan “tutkular›n›z› yaflay›n”› duymak istemedi¤ini söylüyor ama, mirasa konan da, tutkular›n› yaflayan da o. Ne yapmak isterse yap›yor. Eflinden ayr›l›yor, Carla Bruni’yle evleniyor, koca bir yatla tatillere ç›k›yor. Hayalleri gerçek oluyor, ama insanlar da öfkeli. Fransa’da ona “gösterifl budalas›” deniyor. Sarkozy, 1968’in tahayyül etti¤i insan varoluflunun bir karikatürü adeta. 1968, arzulanan bir yaflam› mümkün k›lacak flekilde hayat› dönüfltürmeyi, eme¤in karfl›l›¤›n›n verilmesini murad ediyordu. Nitekim tarihî mitinglerin ard›ndan çok ciddi kazan›mlar oldu. Sendika fikri tüm ifl kollar›na girdi, ücretlerde yüzde 37 art›fl oldu. Bunlara devrim demiyorum ama, gelinen nokta çok de¤erliydi. ‘68 hareketinin künhü konuflmak, konuflmak ve fikir al›flveriflinde bulunmaktan, komflunla iliflki kurmaktan ibaretti. Filmde iki saat içinde yedi gün izliyoruz. May›s 21’de Lyon Gar’›ndaki muhteflem gösteriyle bafll›yoruz. Öyle bir gündü ki, hareket Ticaret Odas›’n› alafla¤› etmeye yönelmiflti, fakat onlar› bekleyen polisle karfl›laflt›lar. Ticaret Odas›’n› yaksalar da kimsenin umurunda olmazd› zaten. Sürekli bir fley oluyordu. Tüm bunlar›n ne ifade etti¤inin çok fark›nda de¤ildi belki insanlar, ama bir fleyden emindiler: Baflka bir varoluflun izini sürmek istiyorlard›. “Hadi bir fabrikay› veya Ticaret Odas›’n› iflgal edelim” dense, bu pek karfl›l›k bulmazd›. As›l odak, Sorbonne’un iflgaliydi. Polis Sorbonne’a giremez diye düflünülüyordu, çünkü Fransa tarihinde ö¤renci isyanlar› meflhurdur. Ancak, bir ilk oldu ve üniversitenin rektörü polisi ça¤›rd›. 600 küsur y›ll›k Sorbonne tarihinde polisin içeri girdi¤i vaki de¤ildi. Bu noktada Cohn-Bendit çok etkili oldu. Polis barikatlar› kald›r›ld›, ö¤renciler üniversiteyi sard›, “biz istedi¤imiz zaman d›flar› ç›kabilirsiniz” dendi polise. Ç›lg›n bir ortam vard› ve çok anlaml›yd›. Üniversiteye canl›l›k gelmiflti. Yuvarlak masa baflka mevzu, ama yine de yuvarlak masayla ilgili güzel bir hikâyem var. Bir sabah, saat 8’de polis kap›ya geldi. Ellerinde bir tak›m ka¤›tlar vard›. Avukat›m› aray›p haklar›m› sordum. ‹çeri girmelerine izin vermeli miydim? ‹ddiaya göre, bir baflka filmimde geçen bir yuvarlak masa sekans›nda edilen birkaç çift laf›, hiç yay›nlanmam›fl bir kitaptan intihalle suçlan›yordum. Filozof, psikolog ve yazarlar› davet etti¤im bir sahne vard›. Oradakilerden birinin bizzat o an sarfetti¤i sözcükler olabilirdi; “yuvarlak masada olur böyle fleyler” dedim. “Masan›n fleklini sormad›k, o laf› herifin kitab›ndan araklad›n m›, araklamad›n m›” diye üstelediler. “Yahu” dedim, “yuvarlak masa iflte”... (gülüyor)
TA
K
IM
TU
TMAZ
U ADAM T
TA
ROMANYA’DA IRK AYRIMCILI⁄INA KARfiI TEK TABANCA: VALER‹U N‹COLAE
Sahalar de¤iflirse her yer de¤iflir Valeriu Nicolae, Romanya’da yaflayan bir Çingene. Çocuklu¤undan beri ayr›mc›l›¤a, afla¤›lanmaya maruz kald›ktan sonra gitti¤i bir maçta duydu¤u ›rkç› tezahüratlar hayat›n› de¤ifltirmifl. “Tribündeki önyarg›lar› y›karsan›z, hayat›n her alan›nda y›kabilirsiniz” diye yola ç›kt›¤› o günden beri ayr›mc›l›kla mücadele ediyor. UEFA’ya flikâyetleri nedeniyle Bükrefl bas›n›nda vatan haini ilan edilen, ölüm tehditleri alan Nicolae’nin hikâyesini fifa.com’dan naklen aktar›yoruz. enim ad›m Valeriu Nicolae. 37 yafl›nda bir Çingeneyim. Yedi yafl›mdayken akrabalar›m›z›n yan›ndan baflka bir yere tafl›nd›¤›m›zda “Çingene” ne demek hâlâ bilmiyordum. Yeni okulumun bir yar›flmas›nda ödül alm›flt›m. S›n›f arkadafllar›m beni öyle k›skanm›flt› ki, inanamazs›n›z. Bundan sonra okuldaki herkes bana “kokuflmufl Çingene”, “i¤renç karga” demeye bafllad›. Çingene oldu¤umu, “farkl›” oldu¤umu orada anlad›m. Lisedeyken ›rkç›, domuz, pislik bir ö¤retmenimiz vard›. Kendisine biraz fazla yüklendi¤imi düflünüyorsan›z, önce flunu dinleyin. Bir gün derste herkesin ortas›nda üzerimi ç›kartt›rm›fl ve ö¤rencilere “çocuklar, gelin ve Çingeneler nas›l lefl gibi kokar, görün” demiflti. Romanya’da yaflayan yaklafl›k bir buçuk milyon Çingenenin benzer hikâyeleri vard›r. Mesela otobüse bindi¤imizde insanlar›n çantalar›n› kontrol etmesine, bizi flüpheyle süzmelerine al›flm›fl›zd›r. Sadece Romanya’da da de¤il, Çingenelere karfl› yerleflmifl önyarg›lar Do¤u Avrupa’n›n kalan›nda da hâlâ afl›labilmifl de¤il. Çünkü bizim vatan›m›z yok. Mesela Romanya’daki Macar az›nl›¤›n haklar›n› Macaristan hükümeti savunuyor. Fakat biz befl yüz y›ld›r al›n›p sat›lan büyük bafl hayvanlar gibiyiz. Ço¤u zaman dilimizi konuflmam›za bile izin verilmiyor. Okuldaki bütün pisliklere ra¤men e¤itimimi tamamlad›m, bu sayede, kendime yönelik bir ayr›mc›l›k hissetti¤imde, birçok Çingenenin aksine, susmay›p hakk›m› aramay› ö¤rendim. 24 yafl›mda ‹ngilizce ö¤renmek için ‹ngiltere’ye gittim. Cebimde para yoktu, karn›m› doyurmakta bile zorluk çekiyordum.
B
56
Valeriu Nicolae
Ama bana çok faydas› oldu ‹ngiltere’nin, aç›k fikirlili¤in, düflünce özgürlü¤ünün ne demek oldu¤unu orada gördüm. Sonra Chicago’daki Loyola Üniversitesi’ne gittim ve Edward Said’le tan›flma f›rsat›n› yakalad›m. ABD’den ayr›l›nca s›ras›yla Kanada, Malta ve Belçika’da çal›fl›p Romanya’ya döndüm. Birkaç hafta sonra gitti¤im bir maçta gördüklerim, ayr›mc›l›kla savaflman›n en iyi yolunun futbol oldu¤una karar vermemi sa¤lad›. Çünkü futbolu televizyonda herkes izliyor ve insanlar üzerinde çok etkili. E¤er sahadaki ve tribündeki yaklafl›m› de¤ifltirirseniz, her alanda de¤ifltirirsiniz. Dinamo Bükrefl - Rapid Bükrefl maç›yd›. Karfl› tribündeki 60 metrelik pankartta “Çingenelere Ölüm” yaz›yordu. Buna inanabiliyor musunuz? Binlerce insan, üzerinde böyle bir fleyin yazd›¤› bir pan-
kart tafl›yor. Bununla da kalmay›p “Çingene kargalara ölüm”, “Bütün Çingeneleri yak›n” diye tezahürat yapt›lar. Önce benli¤imi yitirir gibi oldum, sonra toparlan›p foto¤raf çektim, gördüklerimi yazd›m. Gazetelerin hiçbiri bunlar› yay›nlamaya yanaflmad›, çünkü bunu tuhaf flekilde kendilerine sald›r› olarak gördüler. “Bu gerçek olamaz”, “Rumenler nazik insanlard›r, ›rkç› olamazlar” gibi sözler duydum kendilerinden. Bakt›m ki bu ifl böyle olmayacak, meseleyi UEFA’ya tafl›maya karar verdim. Çabalar›m sonucu UEFA ve Avrupa Komisyonu, 2004 y›l›nda “Romanya’daki Çingene Karfl›tl›¤›” konulu bir konferans düzenledi. UEFA yetkilileri yapt›¤›m sunufltan etkilendi anlafl›lan, beni Arsenal - Bayern Münih fiampiyonlar Ligi Maç› protokolüne davet ettiler. Laf aras›nda protokolde tak›m elbise giymemin uygun olaca¤›n› söylediler, ama ben üzerinde “Irkç›l›¤› Durdurun” yazan bir kazak giymeyi tercih ettim. Ayr›mc›l›k sorunu art›k daha çok gündemdeydi. Fakat 2005 y›l›ndaki bir Steau maç›ndaki ›rkç› tezahüratlar› duyunca iflimin ne kadar zor oldu¤unu bir kez daha anlad›m. Bu maç› da UEFA’ya rapor ettim tabii. Bunun sonucunda Steau para ve saha kapama cezas› ald›. Bu bir ilkti, bu nedenle Bükrefl bas›n›n›n bafl düflman› oluverdim. Onlara göre, ülkemin ad›n› d›flar›da kötüleyen, ispiyoncu bir vatan hainiydim. Tabii ölüm tehditleri de bafllad›, “Antonescu (Romanya’n›n eski Nazi lideri) hepinizi yakmamakla hata etmifl” gibi elektronik postalar al›yordum. Bunlar› yaflay›nca, medyan›n gözlerini aç›p ›rkç›l›¤a karfl› duyarl›l›k göstermesinin k›sa zamanda mümkün olamayaca¤›n› düflünmeye bafllad›m, ama ertesi ay gitti¤im SteauRapid maç›nda her fleyin ne kadar çabuk de¤iflebildi¤ini gördüm. Irkç› tezahüratlar yine vard›, ama bas›n bu kez gözlerini kapamad›. Art›k ›rkç›l›k göz önünde, farkedilebilen ve tepki gösterilebilen bir fley olmufltu. Gazete ve televizyonlar iflin üstüne gidince federasyon konuyu masaya yat›rd›, bakanlar benimle görüflmek istedi. Bir süredir Avrupa Roman Grassroots Organizasyonu’nda yönetici olarak çal›fl›yorum. Romanlarla di¤er etnik topluluklar aras›nda, ünlülerin de kat›ld›¤› maçlar düzenliyoruz. Maçlara medya, siyasetçiler, futbolseverler ve Çingene çocuklar büyük ilgi gösteriyor. Hem yard›m hem de kaynaflma amac› tafl›yan karfl›laflmalara, Steau Bükrefl’in ve Romanya millî tak›m›n›n sa¤ kanat oyuncusu Banel Nicolita gibi oyuncular›n da kat›ld›¤› oluyor. Benim gibi Çingene olan, bugün millî tak›m›n önemli y›ld›zlar›ndan Nicolita sahaya ç›kt›¤›nda heyecan art›yor haliyle. Yoldafllar›mla ve destekçilerimizle birlikte yürüttü¤ümüz çal›flmalar önyarg›lar› k›rmaya bafllad›. En az›ndan bas›n›n bize bak›fl› de¤iflti. Ama hâlâ kat etmemiz gereken uzun bir yol var. Daha geçenlerde s›rf Çingene oldu¤um için arabam›n cam›n› kocaman bir tafl at›p k›rd›lar. Ama ben gelece¤e ümitle bak›yorum. ‹ster inan›n, ister inanmay›n, büyük bir aflama kaydettik. Sadece tek bir insan›n, söylemesi gerekeni söyledi¤inde ve asla susmad›¤›nda çok fleyi de¤ifltirebilece¤ini gösterdim. Valeriu Nicolae
Çeviren: Ulafl Gürflat
R
Çingene çocuklar, maçlar› Çingene futbol y›ld›z› Banel Nicolita’n›n posterlerini tafl›yarak izliyor.
Çok bile kalm›flt›n Silvio Berlusconi, may›s ay›nda AC Milan’›n onursal baflkanl›¤›ndan “istifa etti¤ini” aç›klad›. Bugüne kadar yapt›klar›n›n çok küçük bir k›sm›n› k›saca hat›rlayal›m... C Milan’› 1986’da devrald›¤›nda alabilece¤i en pahal› fut-
A bolcular› ald›. Bu oyuncular› son derece ironik bir flekilde Wagner’den “Valkürlerin Yürüyüflü” eflli¤inde, helikopterle San Siro’nun ortas›na indirdi. Sahibi oldu¤u yay›n kuruluflu Mediaset’i, Milan’›n sahadaki ç›karlar› için kullanmaya bafllad›. Ayn› zamanda dört ila befl “uzman” spor adam›, bir sunucu ve bir de mini etekli k›za dayanan futbol tart›flma programlar›n› yay›na sürdü, bu anlamda bugün Türkiye’de de (mini etekli k›z olmaks›z›n) yay›nlanan program format›n›n babas› oldu. Seyircinin stadlardan uzaklaflmamas› için haftada bir maç yay›n› yap›lan ‹talya’da sistemi de¤ifltirdi ve bütün maçlar›n naklen yay›n›yla havuz sistemini getirdi. Ayn› zamanda Milan asbaflkan› da olan Adriano Galliani’nin federasyon baflkan› seçilmesini sa¤lad›. Sonras›nda girdi¤i naklen yay›n ihalesini de haliyle kazand›. Naklen yay›nlarla y›ll›k geliri 6 milyar dolara yükselen Mediaset’ten kazand›¤› paran›n bir k›sm›n› “bir flekilde” Milan’›n kasas›na aktararak kulübün maksad›n› aflan transferleri için kaynak sa¤lad›. Yaratt›¤› bu eksiksiz düzene¤in içinde baflar›dan baflar›ya kofltu. fiimdi futboldan elini aya¤›n› çekti¤ini söylüyor. Elbette geri dönecek. Ama olur da sözünü tutarsa, iflte o zaman güzel bir sürpriz olur. –Mehmet ‹ren
Morales FIFA’ya karfl› Bolivya devlet baflkan› Evo Morales, uluslararas› sistemin dayatmalar›na futbolda da karfl› ç›k›yor... eçen y›ldan beri futbolun kaç metre yüksekte oynanabilece-
G ¤i tart›fl›l›yor. FIFA’n›n getirdi¤i 2500 metrelik s›n›r, Güney
Amerika Futbol Konfederasyonu’nun isyan› sonucu 250 metre daha yukar› çekilmiflti. Ancak Bolivya’n›n maçlar›n› oynad›¤› La Paz, denizden 3600 metre yüksekte. Bunun üzerine, millî maçlarda deplasman tak›mlar›na bu yüksek rak›ma al›flmalar› için ek bir süre verilmesi karara ba¤land›. Sürenin verilemeyece¤i durumlarda maçlar baflka stadlarda oynanacak. Bu süre 2750-3000 metre aras› bir hafta, 3000 metreden yüksekte 15 gün olarak belirlendi. Ancak millî maçlar için futbolcular›n tak›mlar›ndan 15 gün ayr› kalmas› mümkün de¤il. 2750 metre s›n›r› kondu¤undan beri Bolivya devlet baflkan› Evo Morales, karar› protesto ediyor. Önce 6000 metre yükseklikte futbol oynayan Morales, birçok hay›r karfl›laflmas›nda da bu yasa¤›n anlams›zl›¤›n› dile getiriyor. Maradona’yla FIFA’n›n uluslararas› maçlar›n oynanmas›n› yasaklad›¤› stadda bir araya da gelen Morales, FIFA’y› Birleflmifl Milletler’e flikâyete haz›rlan›yor. Arkas›nda bütün Güney Amerika var, Bolivya’y› tek desteklemeyen “biz La Paz’da oynamay›z” diyen Brezilya.
Endülüs fiaabî Club Müzik dolab›
10 albüm Beirut The Flying Club Cup Devotchka A Mad & Faithful Telling Jim Noir Jim Noir Man Man Rabbit Habbits Muammer Ketenco¤lu ‹zmir Hat›ras› Portishead Third R.E.M. Accelerate Tindersticks The Hungry Saw Toumani Diabate The Mande Variations Yüksek Sadakat Katil ve Maktûl
5 flark› The Gossip Careless Whisper Jamshid Sheykhaani Kylie Minogue Love Is The Drug Mor ve Ötesi Deli Nine Inch Nails Discipline
Abdel Hadi Halo & El Gusto Orchestra (Honest Jon’s) oluk bir foto¤rafla bafll›yor hikâye: Cezayir'de bir berber salonu, ba¤›ms›zl›k savafl› patlak vermemifl daha. ‹çeride bir grup Yahudi ve Müslüman müzisyen, ud, kanun, akordeon, cümbüfl, gitar, keman ve neyle hasbihaldeler. Foto¤raftan geriye kalanlar›n pefline düflen Cezayir kökenli ‹rlandal› yönetmen Safinez Bousbia'n›n kaz› çal›flmalar›, onu Abdel Hadi Halo'ya, Cezayir'in efsane müzisyeni Mohammed Hadj El Anka'n›n o¤luna ulaflt›rm›fl. Dü¤ünlerde de, kahvelerde de, batakhanelerde de çal›nan popüler halk müzi¤i flaabî’nin duayeni El Anka, Cezayir konservatuar›ndan ö¤rencileriyle derledi¤i El Gusto Orkestras›’yla 1950’ler boyunca “casbah”›n tozunu att›rm›fl. Orkestran›n merhum flefi El Anka’n›n o¤luyla Bousbia’n›n üç y›l süren çal›flmalar›n›n ard›ndan es-
S
ki tüfekler tekrar biraraya geliyor ve birkaç takviyeyle El Gusto Orkestras› yeniden dem tutmaya bafll›yor. II. Dünya Savafl›’nda Amerikan birliklerinin bavullar›nda getirdikleri blues ve cazdan da, tarihsel olarak Frans›z flansonundan da izler tafl›yan, ama en nihayetinde, kökleri Endülüs makamlar›na uzanan flaabî’nin siyasetle damarlar› kesilmifl, uzun y›llar rai’nin gölgesinde kalm›flt›. Gösterime girecek El Gusto belgeseliyle Buena Vista Social Club etkisi yapmas› beklenen orkestran›n “tarihin ay›rd›¤› halklar› buluflturan albümü”nün yap›mc›l›¤›n› ise Damon Alborn üstlenmifl. Fas›l heyetine emektar piyanist Maurice El Medioni de efllik ediyor. – fiahan Nuho¤lu
Yaln›zlar gar›nda rock
Severler güzeli gencüse
The Raconteurs / Consolers Of The Lonely (WEA) ack White, Meg’le ç›kard›klar› mükemmel White Stripes albümü “Icky Thump”dan sonra taze grubu The Raconteurs’le zaman geçirmeden tekrar aram›za döndü. White, The Raconteurs’ün temellerini ahbab› flark› yazar› Brendan Benson’la atm›fl, yanlar›na The Greenhornes’dan Patrick Keeler ile Jack L.J. Lawrence’› da alan ikili, k›sa sürede kaydedilen ilk albümleri “Broken Boy Soldiers”la hat›r› say›l›r baflar› kazanm›fllard›. Mesela iki dalda Grammy aday› olmufllar, mesela Mojo “Broken Boy Soldiers”› y›l›n albümü ilan etmiflti. “Maddî baflar›lar” bir yana, Jack de, di¤erleri de, bu beraberlikten gayet mesut gözüküyorlard›. Bu memnuniyet, belli ki “Consolers Of The Lonely”de de devam ediyor. ‹smini Washington’un bir postanesindeki yaz›dan al›yormufl albüm: “Sempati ve sevginin habercisi, ayr› düflmüfl dostlar›n hizmetkâr›, yaln›zlar›n teselli edeni, dört yana da¤›lm›fl ailelerin birlefltiricisi, müflterek hayat›n yay›c›s›...” “Yaln›zlar›n teselli edeni”, gerçekten de bir blues albümü için birebir isim. White ve arkadafllar› her zamanki istikametlerinden g›d›m ayr›lmadan blues, folk, country ve hard rock flark›lar› yapmaya devam ediyorlar. Güzel mi? Güzel! Ancak, White Stripe’la kap›ld›¤›m›z heyecanlardan da bir o kadar uzak. ‹ki kiflilik orkestran›n çizdi¤i do¤al s›n›rlar›n yerini, Raconteurs’de cetvelle çizilmifl yapay s›n›rlar al›yor gibi. Orada s›n›rlar zorlan›rken, Raconteurs ‘de habire ricat ediliyor. Onlar bu kadar mutluyken bize laf düflmez gerçi, sadece Jack White’da dünyay› kucaklayacak “sevgi ve sempatinin” oldu¤unu bilip düflünmeden edemiyoruz, acaba yetene¤ini heba m› ediyor? – ‹lker Aksoy
Pinhani / Zaman Beklemez (Piccature) inhani iki y›l önce bir anda hayat›m›za dahil oldu. “‹nand›¤›n Masallar”› arkadafl tavsiyesiyle dinledik, ilk dinleyiflte “Ben Nas› Büyük Adam Olucam”a vurulduk, “Haftan›n Sonu”yla e¤lendik. Dinledikçe di¤er flark›lara da ›s›nd›k: “Seni Bana Anlat›rlar”, zor durumda kald›¤›m›zda hislerimize tercüman oldu, “‹stanbul’da” içimizi yakt›, “Hele Bi Gel” akl›m›z› ald›. O dönem tavsiye etti¤imiz insanlar›n bir k›sm› albüme burun k›v›rd›. Sonra bir bakt›k, yaz vakti, o burun k›v›ranlar “Pinhani diye bir grup var, flahane, dinledin mi?” diyerek karfl›m›za dikildi. Me¤er sayd›¤›m›z flark›lar “Kavak Yelleri” adl› bir gençlik dizisinde kullan›l›yormufl. Medyan›n gücüne bir kere daha flaflarken bir yandan da endiflelendik: Aniden gelen flöhret çocuklar›n akl›n› bafl›ndan al›r m›? ‹kinci albüm “Zaman Beklemez”, 1 May›s arefesinde ç›kt›. Bayram coflkusuna kap›lm›flken heyecanla kofltuk ald›k, çekinerek dinledik. ‹lk etapta (belki de farkl› düzenlemesinden ötürü) “Dü¤ün Dernek”e tak›ld›k ve bayram› onunla ettik! Sonra di¤er flark›lara göre daha eski olan “A¤lama” çarpt› bizi: “A¤lama, a¤lamak yak›flmaz sana...” Sonra rahatlad›k, endiflelerden kurtulduk ve albümü doyas›ya dinlemeye bafllad›k. “Dursana Dünya”daki “bari bu gece bi’ k›yak yap” dizesine bay›ld›k, flark›n›n 2003 y›l›nda kat›ld›klar› müzik yar›flmas›nda elenmesine hay›fland›k. Gördük ki Pinhani sonradan gelen üne kendini kapt›rmam›fl, hatta yapt›¤› ifli bir ad›m öteye götürmüfl. Sinan Kaynakç› ve baflta Zeynep Eylül Üçer olmak üzere arkadafllar›, daha dinamik, daha rock bir albümle karfl›m›za ç›km›fllar. Bunda grubun hamisi Ak›n Eldes’in pay› büyük elbet. Art›k grubun eleman› olmufl Demirhan Baylan ve Cem Aksel’in yan›s›ra, Erkan O¤ur’dan Tanju Duru’ya, Sunay Özgür’den O¤uz Büyükberber’e mükemmel bir müzisyen kadrosu albümde çalm›fl ve buzukiden trompete pek çok enstrüman kat›lm›fl Pinhani müzi¤ine. Kap›ld›¤›m›z büyüyü laf salatas›yla bozmayal›m. Pinhani, çölün ortas›nda bir vaha gibi: Güzel sözler, iyi müzik, flahane icra yan yana gelmifl ve iyi bir birliktelik oluflturmufl. Takdir edersiniz ki, günümüzde bunlar›n ayn› anda bulunmas› hayli zor. Bitirirken Nurullah Ataç’›n kulaklar›n› ç›nlat›yor ve (ilk att›¤›m›z zar›n düflefl geliflini keyifle izlerken) zar›m›z› yeniden Pinhani için at›yoruz!
J
58
P
Zeynep Eylül Üçer ve Sinan Kaynakç›
– Murat Meriç
Tülay German’› hat›rlamak Serap Ya¤›z / Sular›n U¤ultusu (Z Müzik) limizde tuttu¤umuz beyaz kapakl›, siyah-beyaz foto¤rafl› CD, Serap Ya¤›z’›n “Sular›n U¤ultusu” adl› albümü, bize ister istemez Tülay German’›, onun Erdem Buri’yle beraber Türkiye popüler müzi¤inin aks›n› de¤ifltirdi¤i zamanlar› hat›rlatt›. Ya¤›z, yak›n zamanda Taner Öngür’le tan›flm›fl ve birlikte çal›flmaya bafllam›fllar. Öngür, bizce sadece müzisyen de¤il, ayn› zamanda bir düflünce ve eylem insan›. Serap Ya¤›z’a katk›s›n›n beklenenden fazla olmas› flafl›rt›c› de¤il. Bu ikiliyi geçti¤imiz y›l Bar›flarock’un aç›l›fl›nda sahnede izleyenler vard›r: S›cakta, az say›da flansl› insan›n karfl›s›nda türkülerini, flark›lar›n› seslendirmifllerdi. Albümün küçük bir provas›yd› bu, ama ne yalan söyleyelim, onlar› dinlerken bu kadar iyi bir albümle karfl›laflaca¤›m›z› tahmin etmemifltik... “Sular›n U¤ultusu”nun dingin bir rock albümü oldu¤unu kula¤›n›za f›s›ldayarak bafllayal›m söze. T›pk› Mo¤ollar’›n “Yürüdük Durmadan”› gibi, sa¤lam ve ayaklar› yere basan flark›lar var albümde. Örne¤in Ruhi Su’nun “Mahsus Mahal”i Taner Öngür’ün gitar›yla muazzam bir rock flark›s›na dönüflmüfl. Ard›ndan gelen “Sen Vars›n Orda” enteresan bir buluflmaya sahne oluyor: fiark›ya “Damlalar”la tan›d›¤›m›z eski popçu, yeni türkücü Gülay bafll›yor, kardefli Nilüfer sürdürüyor ve bayra¤› Öngür’e devrediyor. Finalde ise Serap Ya¤›z mikrofonu al›yor ve son noktay› koyuyor. fiark›y›, Mo¤ollar’›n yorumuyla da hat›rlars›n›z. Bir baflka tan›d›k flark›, “Adilofl Bebe”. Ayr›ca türküler var: “Dile Yaman”dan “Oy Mendil”e... Serap Ya¤›z, güzel yorumuyla hepsinin hakk›n› veriyor. Ayr›ca Erkan O¤ur’dan Gevende elemanlar›na, Serhat Ersöz’den Erdal Erzincan’a, pek çok müzisyen de albümde kendine yer buluyor. “Sular›n U¤ultusu”, dinlemeye doyulmayan, dinledikçe güzelleflen bir albüm. ‘60’lar›n naif Anadolu-pop ortam›n› bugüne tafl›makla kalm›yor, ‘80’li y›llar›n ortas›ndan itibaren her yan›m›z› kaplayan “özgün müzik” durumlar›n› da temize çekiyor ve türkü yorumunun ajite olmadan da yap›labilece¤ini gösteriyor. Ya¤›z’›n sesi, bilhassa ba¤›rd›¤› zamanlarda “solcu türkücü” hatt›nda ilerlese de, yetiflti¤i y›llar ve beslendi¤i kaynaklar göz önüne al›nd›¤›nda bunun ihmal edilebilir bir hata oldu¤unu söyleyebiliyoruz. Bizce, sonraki albümlerinde sesini, tav›n› çok daha iyi oturtacak. Bu, mesnetsiz bir öngörü de¤il: Zira k›lavuz sa¤lam, özne ise merakl› ve heyecanl›. Taner Öngür gibi bir müzisyenle ayn› zaman dilimini paylaflt›¤›m›z, bu güzel buluflmaya tan›k oldu¤umuz, Serap Ya¤›z gibi ileride çok fleyler baflaracak heyecanl› bir sesin do¤umunu gördü¤ümüz için kendimizi flansl› hissetmeliyiz. – Murat Meriç
E
Vicdanî rap hareketi Sultan Tunç / Oriental Rap’n Roll (Ada) ürkiye’nin hiphop maceras› bir tuhaf. Cartel’in radikal söylemiyle aç›lan, ama bir alg› yan›lsamas›yla milliyetçi sulara aç›lmakta gecikmeyen Türkçe hiphop’un kimi flehirlerdeki merkezî üsleri sanki kendi içlerine kapal›, televizyonlarda klibi dönen rap’çilerin de pusulas› kolay paraya, lükse, e¤lenceye ayarl›. Sultan Tunç, arada, nadide bir çiçek gibi duruyor, hiphop’u daha çok yak›flt›¤› muhalif kanala, çoksesli dünya korosuna çekmeye çal›fl›yor. Yeni albümünde de reggae beat’ini kaybetmiyor, arabeskten Roman havalar›na, rock’tan çaça’ya uzanan bir kulvarda genifl bir füzyon havuzu oluflturuyor. Bu arada, sözlerinin vurufl gücü de yükseliyor, K›rklar Cemi’nin, Hz. Ali’nin kahramanl›k menk›belerinden “Deniz Gezmifl oynamaya” do¤ru ilerlerken “Mr. Genelkurmay”a bir “vicdanî rap” tafl› atmay› da ihmal etmiyor. ‹stanbul sokaklar›n›, kendi usûlüyle gece alemlerini nefleli, coflkulu bir dille, söyleyiflle kaynaflt›ran Tunç’un müzik erbab› yard›mc›lar›n› –baflta gitar›yla Q-Zen’i– kutlamay› da unutmayal›m... – Merve Erol
T
“Yol”un yolunda F Tipi cezaevlerini konu alan “Sessiz Ölüm”le tan›y›p alk›fllad›¤›m›z Hüseyin Karabey’in yeni filmi “Gitmek”, ‹stanbul Film Festivali’nde “en iyi kad›n oyuncu”, New York Tribeca Festivali’nde “en iyi yönetmen” ödülüyle taltif edildi. Baflar›lar›n›n devam›n› yürekten diledi¤imiz Karabey’e New York dönüflünde teybimizi uzatt›k... Sana bu ödülü getiren ne oldu? Jürinin “Gitmek”te hofluna giden neydi? Hüseyin Karabey: New York’ta Tribeca’n›n kurulufluyla da alâkal› bu asl›nda. 2001’den sonra yükselen ›rkç›l›¤a karfl› New Yorklu solcular, demokrat sanatç›lar bu festivali yapmaya girifliyorlar. Robert de Niro da var aralar›nda. Tribeca’n›n sekizinci senesi, üç-dört senedir çok prestijli bir festival. Kat›lmay› çok istiyordum, çünkü az film seçiyorlar ve seçtikleri filmleri çok iyi sunuyorlar. Toronto’da kayboluyorsunuz, 400 film gösteriyorlar, yar›flmada de¤ilsen hiç gözükmüyorsun bile. Tribeca süresince befle yak›n gösterim oldu, hepsinde de biletler tükenmiflti. ‹nsanlar›n “Gitmek”i neden sevdiklerini, orada karfl›laflt›¤›m seyircilerle yapt›¤›m kontaktan anlayabildim. Ben de flafl›r›yordum, “bu film nas›l oluyor da Amerika’da be¤eniliyor” diye. Yapmaya çal›flt›¤›m sinemay› çok iyi anlad›lar, çünkü Amerikan ba¤›ms›z sinemas› her anlamda kuvvetli, kurgusundan senaryosuna kadar. Tabii flunun da etkisi var, “Gitmek” savafla insanî bir gözle bakan bir film. Festivaldeki savafl› elefltiren belgesellerle ya da filmlerle k›yasl›yorlard›, ama yan yana koymuyorlard›. Çünkü o filmlerde sorunun insanî taraf›ndan ve Amerika’n›n ideolojik varl›¤›ndan çok, müdahalenin yanl›fll›¤› elefltiriliyor. Kimse kurbanlar›n ya da katillerin karakterlerini isimlendirmiyor, onlara bir hikâye vermiyor. Benim filmimde “kurtarmak” için gittikleri ya da korktuklar› insanlar›n hikâyeleri var. Seni flafl›rtan bir yorum oldu mu? Beni flafl›rtan, çok önemli dergilerde, sahiden iyi elefltirmenlerin yazd›¤› yaz›lar ç›kmas›yd›. Ne deniyordu o yaz›larda? Belgeselle kurmacay› harmanlad›¤›m›
ve cesur bir janr oluflturdu¤umu söylüyorlar. Belgesel ve kurmaca bir arada birçok filmde kullan›ld›, ama “Gitmek”le ilgili flöyle sorular soruluyordu: Hangisi dokümanter, hangisi kurmaca? Biz de birbirimize ayn› soruyu sorduk. Birazdan sana da soraca¤›z... Bu soru insan› zaten yeterince onurland›r›yor. Bu tür filmlerde en bariz hata ya da sorun, seyircilerin hemen “flu kurmaca, flu belgesel” demeleridir. Belgesel ve kurmaca yan yana geldi¤inde, birbirlerini rahats›z etme olas›l›¤› çok yüksektir. Dengeyi kuramazsan›z, se-
Bizim bir derdimiz var, paylaflaca¤›m›z hikayeler var. Ben öyle bir yerden geliyorum. Kendimi sinemac› olarak görmüyorum. Sinemayla kendimi ifade etmeye çal›fl›yorum.
Foto¤raflar: fiahan Nuho¤lu
HÜSEY‹N KARABEY’LE DUBLE ÖDÜLLÜ “G‹TMEK” ÜZER‹NE
yirci hemen filmden kopar. “Gitmek”te bu dengeyi yakalad›¤›m› düflünüyorum. Ama, sonuçta sinemada yeni bir fley yok. Benim de öykündü¤üm çok önemli yönetmenler var. Kim onlar? Dziga Vertov’dan bafll›yor. Vertov, sinemada denenecek her fleyi 1930’larda denedi. Biz sadece onun yeniden öykülemesini yap›yoruz. Biçimsel olarak çok ilerideydi. Yeni Dalga’y› bafllatan yönetmenlerden biri olan Jean Rouch’un belgeselle kurdu¤u iliflki de beni çok etkiledi. Rouch, “Anlatt›¤›m fley önemli, onu nas›l anlatt›¤›m de¤il. Onu anlat›rken her yol mübah” demeye getiriyor. Bu beni çok etkilemiflti. “Boran” da öyle ç›kt›, “Sessiz Ölüm” de, “Gitmek” de. Televizyon bizi bir dile al›flt›r›yor, habercilik diline. Seyretti¤in her fleyin do¤ru oldu¤unu düflünüyorsun, en az›ndan bu iddia ediliyor. Ben de kulland›¤›m dille bunu tersine çevirmeye çal›fl›yorum, “Gitmek”te özellikle televizyon görüntüleri kullan›l›yor. Kurmaca ve gerçek görüntüler yan yana. Sona do¤ru gelirken bunlar›n hepsi baflka bir anlam ifade ediyor. Tribeca’da senin yolunu tutmufl baflka yönetmenler var m›yd›? Bu kadar zorlayan yok. Bir filmde bir aktör kendisini, s›radan bir insan da kendisini canland›r›yor, bu üçünün kullan›ld›¤› bir film yok. Benim bildi¤im kadar›yla, bir aktörün kendisini canland›rd›¤› tek film, “John Malkovich Olmak”, o da tamamen kurmaca. Gerçekli¤in efektini fazlas›yla kullanmaya çal›fl›yorum. Film bittikten sonra bakt›m, “deli misin Hüseyin, ne yap›yorsun” dedim. Bir filmde hem tiyatro olacak, hem televizyon olacak, hem eylem görüntüleri gibi gerçek görüntüler olacak –eylemin içinde Ayça (Damgac›) var çünkü–, hem tamamen kurmaca görüntüler olacak, tiyatro kulisi gibi ya da evdeki görüntüler gibi. Bir de yolda
61
“Hama Ali, Süleymaniye’de çok tan›nan bir oyuncu. fiöhretinden sokakta yürüyemiyor. Onlarca filmi var, hepsi VCD’de. Savafl koflullar›ndan dolay› çulsuz. Ünlü, ama fakir. fiimdi biraz toparlanm›fl, çünkü Kürdistan TV’de bir dizide oynuyor. Kendi çekti¤i ‘Süpermen A¤aya Karfl›’ yak›nda hit olur. ‘Dünyay› Kurtaran Adam’a befl basar!”
yakalad›¤›m görüntüler... Bunlar› harmanlamak çok zor. Ama kurmaca gibi çekilmifl belgeseller, belgesel gibi çekilmifl kurmacalar çok var. Dikkat ederseniz, son zamanlarda belgeseller kurmaca gibi çekiliyor. Kurmacan›n en büyük özelli¤i, görüntü hakimiyeti. Görüntüler çok güzel olur, çünkü sen kuruyorsun. Görüntüye çok önem veren belgeseller de gelmeye bafllad›. Ya da tam tersi, belgesel gibi çekilen, o gerçeklik duygusunu aktarmaya çal›flan kurmacalar var. “Canavar” mesela, el kameras›yla çekilmifl... Brian De Palma, Irak Savafl›’yla ilgili filmini (“Redacted” / “Örtülü Gerçek”), o gerçeklik duygusunu aktarmak için el kameras›yla ve habercilik tekni¤ini kullanarak çekmifl. Bir Danimarka filmi var, “Offscreen” diye. Bir loser’›n hikâyesi. Danimarka sinemas›n›n iyi örneklerinden biri. Çocu¤a kamera vermifller, çocuk her gün kendisini çekiyor, oyuncu zaten. Çocuk diyor ki, “ben günlü¤ümü kamerayla tutaca¤›m”. Ama bir süre sonra çocu¤un kamera kullan›m› çevresini rahats›z etmeye bafll›yor, tiyatrodaki oyuncular›, eflini... “Offscreen”, s›n›r› inan›lmaz zorlayan bir film. Ben bile dedim ki “n’oluyor anas›n› satay›m”. ‹lgi duydu¤um sineman›n son s›n›r›yd› o... Benim kulland›¤›m dil, ne yapsam da milleti flafl›rtsam diye buldu¤um bir dil de¤il. Biraz zorunluluktan kaynaklan›yor. Çünkü Türkiye’de her fley yok sayma üzerine kurulu. “Gitmek”te de, dikkat ederseniz, resmî ideolojiye ters düflen her fley belgesel olarak çekildi. Çünkü kurmacas›n› çeksek, “böyle fleyler yok” diyecekler. Mesela on tane kontrol noktas›n› kurmaca olarak çekersen herkes g›c›k olur belki, gerçekten çekersen merak edilir, kuflku uyand›r›r. En faflist dönemlerde en anti-faflist filmler çekildi. Saura’n›n, Solanas’›n filmleri gibi. Bizim de dilimiz buradan geliyor. Kaydedilenin arkas›ndaki gerçekli¤i anlatma kayg›m›z bu dili yaratt›. Bizim bir derdimiz var, paylaflaca¤›m›z hikâyeler var. Ben öyle bir yerden geliyorum. Kendimi sinemac› olarak görmüyorum. Sinemayla
62
kendimi ifade etmeye çal›fl›yorum. Kulland›¤›m dil de buradan geliyor. Biçimin içerik kadar önemli oldu¤unu kabul ediyorum. Demin Dziga Vertov’u, ard›ndan Yeni Dalga’y› an›nca akl›m›za Godard geldi. Ondan da esinlendin herhalde... Kesinlikle! Beni estetik olarak en çok etkileyen, tarz olarak da zorlayan Godard ve Y›lmaz Güney. Her fleyi denemifller aç›kças›. Bizim yapaca¤›m›z, yapt›¤›m›z sinemaya üçüncü sinema diyorum. Çünkü ticarî sinema var, sanat sinemas› var, bunlar sanki yan yana gelemezmifl gibi gözüküyor. fiuna inan›yorum: Halk›n içinden gelen, onun içinden büyüyen, yetiflen ve sinemay› çok seven kesim, bu ikisini buluflturabilir. Sinemay› çok seviyoruz, nereden geldi¤imizi çok iyi biliyoruz. Pragmatist de¤iliz, politik olarak çok netiz. Bizim bu ikisini çok iyi becerebilece¤imizi düflünüyorum. Y›lmaz Güney’in sinemas›n› incelerken flunu fark ettim: Adam, döneminin bütün sanatsal ak›mlar›n› inceliyor. Siyasî kimli¤i sanatç› kimli¤inin çok önüne geçti¤i için sanatsal varoluflunu pek yorumlayam›yoruz, ama “Arkadafl”, “Düflman”, “Yol” o dönem Avrupa’da olanlardan o kadar etkilenmifl, öylesine güzel bir yorum getirmifl ki... “Yol”dan önce öyle parçal› bir hikâye yok. Befl tane hikâyeyi yan yana koyacaks›n da... O anlat›m son y›llarda çok revaçta. “Amores Perros”tan sonra suyunu ç›kard›lar, “Babel”, “Yaflam›n K›y›s›”... “Üç Defin” (The Three Burials of Melquiades Estrada) gayet iyiydi... Y›lmaz Güney, “Yol”da befl kocaman hikâyeyi bir gerçeklikle anlat›r. Her hikâye kendi içinde bir bütünlük tafl›r, bir fley anlat›r, ama yan yana geldiklerinde kocaman bir fley olur. Bu ülke bir cezaevi, kaç›fl yok! Brecht’in “Kuhle Wampe”sinde de, her hikâye sizi bir baflka cümleye
Benim kulland›¤›m dil, ne yapsam da milleti flafl›rtsam diye buldu¤um bir dil de¤il. Biraz zorunluluktan kaynaklan›yor. Çünkü Türkiye’de her fley yok sayma üzerine kurulu. “Gitmek”te de resmî ideolojiye ters düflen her fley belgesel olarak çekildi. Çünkü kurmacas›n› çeksek, “böyle fleyler yok” diyecekler.
tafl›r, yeni bir cümle kurman›z› sa¤lar. Ama bu teknik, “Babel”de, “Üç Defin”de, “Yaflam›n K›y›s›”nda sadece biçimsel olarak kullan›l›yor. Hikâyeler yan yana geldi¤inde yeni bir cümle oluflmuyor. Varolan sinema kendi biçimselli¤ini tüketti¤i için, bizim biçimselli¤imize el at›yor. Ken Loach ve Tony Gatlif, Roll’daki söyleflilerinde (May›s 2008, say› 129) en çok sevdikleri yönetmenler aras›nda Y›lmaz Güney’i say›yorlar. Gatlif, Y›lmaz Güney’in neredeyse bütün filmlerini izlemifl. “O filmlerin nesini seviyorsunuz?” sorusuna da, “minimalistli¤ini” diye karfl›l›k veriyor. Y›lmaz Güney önce filmin ismini buluyormufl. “Ne yapacaks›n›z?” “Endifle” diyor. “Senaryo?” “Yok”. Ad› “Endifle” fakat. “Nerede çekeceksiniz?” “Mevsimlik iflçilerin çal›flt›¤› yerde.” “Umut”, “Düflman”, “Yol”... Önce ad›n› bulurmufl... Gatlif’in minimalistlikten kast›, Güney’in her fleyi tek bir duygunun etraf›nda anlatmas› herhalde. Onun baz› yöntemlerini ben de kulland›m. Mesela oyuncunun bütün senaryoyu bilmesini istemiyor. Sonra düflündüm, bu çok do¤ru, çünkü oyuncu son aflamada ne olaca¤›n› bilirse etkilenebiliyor. Oyuncuyu yabanc›laflt›rmak için, ondan etkiyi tam alabilmek için sadece kendisiyle ilgili bölümü veriyor. Dünyada birçok sinema okulunu ziyaret etme flans›m oldu. Gitti¤im her yerde ya “Yol” diyorlar ya da Y›lmaz Güney. Birçok okulda Y›lmaz Güney’in “Yol” filminin okutuldu¤unu gördüm. Bu ülkede kindar bir iktidar var, Y›lmaz Güney’in sinemaya yapt›¤› katk› hiçbir sinema okulu taraf›ndan alg›lanm›fl de¤il. Y›lmaz Güney, halk›yla ve sinemayla o kadar ilgili ki, “Arkadafl” filminden sonra, sinemada anket yapt›r›yor. “Filmi sevdiniz mi”, “neden sevdiniz”, “hangi meslek grubundans›n›z”, “nas›l olmas›n› beklerdiniz”... O anketleri de de¤erlendiriyor, bunu da dergisinde yay›nl›yor. Yani böylesine ciddi bir iliflki kuruyor seyircisiyle. “Neresi kurmaca, neresi gerçek, soruyorlar” dedin. Bizim kafam›z› kurcalayan, erkek kahraman›n, Hama Ali Khan’›n Ayça’ya gönderdi¤i videomektuplar oldu. Yar›s› gerçek, yar›s› kurmaca. Kürtlerde oral bir kültür var, yaz›l› kültür yok. Kürtler mektup yazmay› sevmez. Eskiden teyp kasetleri vard›, Almanya’daki Kürtler akrabalar›na kaset gönderiyordu. Sonra video ç›kt›, video çekmeye bafllad›lar. Köyün a¤ac›, köyün efle¤i, köyün yafll›lar›... Avrupa’daki Kürtlerin evinde böyle birçok kaset var. Ben de oradan yola ç›kt›m, çünkü Hama Ali çekti¤i birçok görüntüyü Ayça’ya göndermifl. Onlar› görünce hikâyeyi böyle tamamlamaya karar verdim. Onlar bana baflka bir flans da tan›d›, elimdeki eski görüntüleri kulland›m. Filmde, bir sanatç›lar kahvesi sahnesi var. Bu senin daha önceden elinde olan bir görüntü müydü?
Yapaca¤›m›z, yapt›¤›m›z sinemaya üçüncü sinema diyorum. Çünkü ticarî sinema var, sanat sinemas› var, bunlar sanki yan yana gelemezmifl gibi gözüküyor. fiuna inan›yorum: Halk›n içinden gelen, onun içinden büyüyen, yetiflen ve sinemay› çok seven kesim, bu ikisini buluflturabilir. Sinemay› çok seviyoruz, nereden geldi¤imizi çok iyi biliyoruz. Pragmatist de¤iliz, politik olarak çok netiz.
“Gitmek”in kad›n kahraman› Ayça Damgac›, ‹stanbul Film Festivali’nde “en iyi kad›n oyuncu” seçildi. Sa¤da, taksi floförü Hasan...
Baflka kimleri dinliyorlar? Türkiye’yle ilgili her fleyi biliyorlar. Hasan’›n anlatt›¤› bir hikâye var. Diyor ki: “Bir gün televizyonu izliyorum, alttan bir yaz› geçti ‘Ahmet Kaya yafl›yor mu’ diye. Ben Ahmet Kaya’y› çok severim. Misafir de gelmifl o akflam, gece bire kadar o altyaz› devam etti, biz kitlendik, misafirler gitti, televizyonun bafl›ndan ayr›lam›yoruz. Neyse, Gülten (Kaya) han›m ç›kt› televizyona da, ‘saçmalamay›n’ dedi, öyle rahat ettik.” Böyle bir sürü hikâye var. Biz ‹ran’la ilgili hiçbir fley bilmiyoruz, ‹ran’›n yar›s› Türkçe konufluyor. Hama Ali de Azeri kökenli... ‹ran’daki bask› rejimi y›k›lacak, inflallah Amerika’n›n katk›s›yla olmaz bu. Binlerce y›ll›k bir flehir kültürü var orada, bizde yok. Gayrimüslimleri kovdu¤umuzdan beri toparlanmaya çal›fl›yoruz. Ermenilerin kültürel yaflamlar›n›n s›f›rland›¤› flehirlerde hâlâ bir fley kurulamad›. Sivas, Kayseri, Diyarbak›r... Ama ‹ran öyle de¤il, bugün de o zenginli¤iyle yaflamaya devam ediyor. Hasan flöyle diyor: “Kar›n› haftada bir gün yeme¤e götürmezsen, boflar seni.” Kad›nlar kafelerde nargile fokurdat›yor... Evlerde zaten bambaflka bir yaflam var. O yüzden ‹ran’›n çabuk dönüflece¤ine eminim. Sen Ayça’yla Hama Ali’nin aflk›na tan›k olmufl muydun? Tabii, Ayça’yla öyle tan›flt›k. O s›ralar, oyuncu yönetimini ö¤renmek için Mahir Günfliray’›n atölyesine gidiyordum, ayn› zamanda video enstalasyonlar›n› yap›yordum oyunun. Ayça da oradayd›, benim nerelere gidip geldi¤imi de biliyordu. Irak’a, ‹ran’a çok gidiyordum, o da sürekli soruyordu, “güvenli bir yol var m›?” diye. Filmde kaçakç›lara sordu¤u sorular› bana soruyordu. Ben de bildi¤im yollar› anlatt›m. Yaflad›¤› iliflkiyi anlat›nca, “durma git” dedim. Ayça bilgileri toparlad› ve gitti. Ayn› filmdeki gibi oldu, ama Hama Ali’yle bulufltular, ‹ran’da, o köyde. On gün beraber kald›lar, sonra Hama Ali kaçak yollarla yine Irak’a gitti, Ayça da ‹stanbul’a döndü. Döndükten sonra bu iliflkinin istedi¤i, hayal etti¤i gibi olamayaca¤›n› gördü, iliflkileri arkadafll›¤a dönüfltü. Ben de, o zaman, bu hikâyeyi film yapabiliriz diye düflündüm.
‹liflki sürerken bu filmi yapmak duygu sömürüsüne girerdi. Hama Ali flimdi nerede, ne yap›yor? Süleymaniye’de çok tan›nan bir oyuncu. fiöhretinden sokakta yürüyemiyor. Onlarca filmi var, hepsi VCD’de. Savafl koflullar›ndan dolay› çulsuz. Ünlü, ama fakir. fiimdi biraz toparlanm›fl, çünkü Kürdistan TV’de bir dizide oynuyor. “Gitmek”te hiç güven telkin etmiyor Hama Ali, kolpac› bir hali var... Evet, o zaten benim vermek istedi¤im duygu. Hama Ali gerçek hayatta hofl bir adam, filmdeki gibi de¤il. Filmde flüphe uyand›rmas›n› istedim. Çünkü bir süre sonra ister istemez Ayça’n›n davran›fllar›n› sorgulamaya bafll›yorsunuz. Duygusal bir bütünlükten çok, alg›lamaya, soru üretmeye çal›fl›yorsunuz. “Neden” diyorsunuz. Benim yaratmaya çal›flt›¤›m fley de bu. Özellikle kolpac› gibi gösterdim, en son noktaya kadar bu herif numara m› yap›yor, gelmeyecek mi, k›z› kand›r›yor mu sorusunu hep zihinde tuttum. Gerçek hayatta kolpac› biri de¤il kesinlikle. “I’m a loser”, “I like to be a loser” diyor. Kolyesini gösterdi, Che! “En büyük loser bu” diyor. (gülüyor) Süleymaniye’deki Kürtlerin birço¤u Marksist kökenli, Talabani’nin KYB’si Marksist gelene¤e sahip ç›k›yor, Barzani’nin KDP’si gibi de¤iller. Süleymaniye, Kürtlerin sanat›n›n, edebiyat›n›n en geliflti¤i yer. Filmdeki sanatç›lar kahvesinde bir resim var, çayoca¤›n›n hemen üzerinde, peflmerge k›yafetli, kuca¤›nda kaleflnikof. Kim dersiniz? Talabani. ‹ncecik, gerillayken çekilmifl. Bir ameliyat geçirmifl, ondan sonra bu hale gelmifl. Tribeca’da Robert De Niro’nun da oldu¤unu söyledin. Tan›flt›n›z m›? Tan›flt›k. Medyadaki konumunu biliyor, festivale para toplamak için çok destek oluyor. Türkiye’ye gelmifl, Bodrum’da Ahmet Ertegün’ün evinde kalm›fl. Kürtlerle ilgili konufltuk, yak›ndan takip ediyor olup bitenleri. Müthifl mütevaz› bir adam. Ufac›k. Benim omuzuma geliyor. Çok flafl›rd›m. “Foto¤raf çektirebilir miyiz” dedik, “ne demek” dedi. Bir foto¤raf›m›z var, sanki Robert De Niro bizimle foto¤raf çektirmek istemifl gibi. (gülüyor)
Söylefli: Yücel Göktürk - fiahan Nuho¤lu
Yok, oraya gidip çektik. Lunapark› da ben çektim. Hama Ali’nin gözüktü¤ü, Ayça’yla olan bütün mektuplaflmalar› bizim sonradan ekledi¤imiz görüntüler oldu. Ama, “Süpermen”, “Peflmerge” gibi filmler, Hama Ali’nin daha önceden çekti¤i ve oynad›¤› filmler. “Süpermen” yak›nda hit olur, çok komik bir film. Tam ad›: “Süpermen A¤aya Karfl›”. Bafltan afla¤› adapte etmifller “Süpermen”i. Kürtlerin “Dünyay› Kurtaran Adam”› gibi mi? Bence befl basar! (gülüyor) Ayça’n›n ‹ran’a gidiflinin ne kadar› gerçek, ne kadar› kurmaca? ‹zledi¤i rota, yazd›¤› aflk mektuplar› gerçek. Zaten ben onlar› yazamazd›m, çok içten, çok samimi... Ben sadece aradaki boflluklar› kapatt›m. Onlar›n hikâyesiyle benim anlatmak istedi¤im baflka hikâyeleri harmanlad›m. Bir Kürt annesinin s›n›rdaki bekleyifli, o taksi floförlerinin hikâyesi, bir dü¤ün sahnesi ya da boflalt›lm›fl bir köy sahnesi gibi... Bunlar bizim sonradan ekledi¤imiz ya da yolda karfl›lafl›p da ekledi¤imiz görüntüler. O yafll› Ermeni kad›nlar benim komflular›m, biri hayatta. Soran, benim 1996’da tan›flt›¤›m bir ressam. fiok geçirmifltim yapt›¤› resimler karfl›s›nda. Yolda görsen hiç ihtimal vermezsin, imaj dünyas› ya! Bekâr odalar› daha önce yapt›¤›m bir belgeselden, inan›lmaz yerler, tekrar göstermek istedim. Bu projenin gerçekleflme ihtimali olufltu¤unda Ayça’ya dedim ki, “n’olur n’olmaz, izledi¤in haberleri bile kaydet”. O televizyon haberleri, Ayça’n›n kaybetti¤i görüntüler. O s›rada Ayça’n›n kat›ld›¤› bir-iki savafl karfl›t› eylemi çekmifltim, ama sonra b›rakt›m. Filmde gördü¤ünüz eylem sahnelerini, iflgalin dördüncü y›l› nedeniyle yap›lan eylemlerden çektik. Karakteri o gerçeklik duygusundan uzaklaflt›rmamak için yazd›klar›m› Ayça’ya gönderiyordum, “sen böyle yapar m›s›n” ya da “ne yapars›n” diye. Do¤açlamaya da çok izin veriyordum. Böylece, gerçekle kurgu aras›ndaki çizgi yavafl yavafl kalkt›. Hatta öylesine kalkt› ki, Ayça’ya “bütün an›lar›n› yaz, ver” dedim. ‹ran’da Hasan diye bir taksi floföründen bahsediyordu. Birazc›k uyan›k bir tip. Neyse, biz araflt›rma için ‹ran’a gittik. Para bozdurmam›z gerekiyor, oynak bir tip geldi, Türkçe de biliyor, ismi de Hasan. Para bozdurduk, “abi, araba lâz›m m›” dedi. Bir arabayla ç›kt›k geziyoruz, düflündük ki, bu Hasan, bizim Hasan’› çok iyi oynar. “Filmde oynar m›s›n” dedik, “tabii abi, oynar›m, ne demek” dedi. Çekim günü geldi, Ayça’yla Hasan karfl›laflt›, Ayça demez mi “bu Hasan, o Hasan”. Böyle acayip bir durum. ‹ran’daki ‹brahim Tatl›ses hayranl›¤› flafl›rt›c› de¤il mi? Tahran’day›z, orada alkolsüz bira var, gitti¤imiz mekândaki garson çocuk anlad› derdimizi, “ah keflkem keflkem keflkem, içebilseydim keflkem” diye bafllad›. ‹ran, Irak ve Ortado¤u’da ‹brahim Tatl›ses bir fenomen. fiüphesiz baflkalar› da var, ama ben filmde Tatl›ses’i kullanmay› tercih ettim.
63
Godard, 1968’de gözalt›na al›n›rken
Tarih, 13 May›s 1968. Sorbonne’un ana kap›s›ndaki afifl: “Bafllamakta olan devrim, sadece kapitalist toplumu de¤il, endüstri toplumunu da sorgulayacakt›r. Tüketim toplumu ölüme mahkûmdur. Sosyal yabanc›laflma tarihten silinmelidir. Yeni bir dünya yarat›yoruz.” ‘68 dendi mi, akla hemen bir ruh ve bir kuflak geliyor. Ve Hegel’den apartma bir kavramla, “zaman›n ruhu”yla izah ediliyor. Gelgelelim, ad›n› zuhur etti¤i y›ldan alan bu ruh, ne 1968’le veya belli bir dönemle kaim, ne de 1945-50 do¤umlularla. ‘68 ruhu, Tanp›nar’›n ünlü dizesini bozarak söylersek, ne içinde zaman›n, ne de büsbütün d›fl›nda. William Morris’in dedi¤i gibi: “‹nsanlar mücadele eder, yenilir. U¤runa mücadele ettikleri fley, yenilgilerine ra¤men gerçekleflir. Ortaya ç›kan murad ettikleri fley de¤ilse, baflkalar› gelir ve o mücadeleyi baflka bir isimle sürdürür.” “Bir Art› Bir”in finalinde iki bayrak dalgalan›yor, biri k›z›l, di¤eri siyah. Elefltirmen Martha Merrill’e göre, “Bir Art› Bir” komünizm art› anarflizmdi: “Devrim komünizmi yaratacakt›, ama komünizme, o toplumu sürekli elefltiriye tâbi tutma imkân› eklenmeliydi. Godard’›n ‘bir art› bir’i bu.” Tevekkeli de¤il, filmin ad›na dair sorulara, Godard hep ayn› karfl›l›¤› veriyor: “Bir art› bir iki etmez, bir eder.” “Bir Art› Bir”de Rolling Stones’un “Sympathy For The Devil” flark›s› tamama ermiyor. Sürekli de¤ifliyor; enstrümanlar de¤ifliyor, ritmler de¤ifliyor, hatta sözler de¤ifliyor. Ve flark› sürekli dönüflüyor, gelifliyor, güzellefliyor. “Sympathy For The Devil”, Merrill’in dedi¤i gibi, “Godard’›n gözünde devrim gibi –hiç bitmiyor, hiç tamamlanm›yor”. ‘68 ruhunun en güzel tarifi “Bir Art› Bir” galiba: K›rm›z› Art› Siyah. Ve hiç tamamlanmayan, hiç bitmeyen bir flark›. K›rm›z› ve siyah demiflken, Léo Ferré’yi de selâmlamay› unutmayal›m, bir Léo Ferré flark›s›yla: Bize bu iki rengi verdi¤in için tenk yu fleytan. (Roll, Nisan 2008, say› 128)
Mick Jagger, 1968 mart›nda Londra’da savafl karfl›t› yürüyüflte