191254
SAYI: 2008/11
HAYR‹ KOZANO⁄LU’YLA GLOBAL KR‹Z ÜZER‹NE
Kas›m 2008 6 YTL (KDV DAH‹L)
Neoliberalizmin sonu DAVID HARVEY’DEN EXPRESS’E ÖZEL
Yeni emperyalizm ve bankerler diktatörlü¤ü 89 S Y O N A L E N T E R N A
fi A L A L A
SIZINTI 30. YILINDA
Fethullah’›n alt›n nesli ÇA⁄RI MERKEZ‹ ÇALIfiANLARI ÖRGÜTLEN‹YOR
Proletarya ve prekarya BEZ‹RGANBAHÇE TOPLU KONUTLARI
Getto ithalat›
MEMLEKET GÜNDEM‹NE D‹K‹Z
ERTU⁄RUL MAV‹O⁄LU’YLA YEN‹ K‹TABI ÜZER‹NE
“Bizim çocuklar yapamad›”
KÖPEKLER ALEMi (ve bir köpe¤in araflt›rmalar›)
HOWARD ZINN’‹N KALEM‹NDEN MARX
“Ben Marksist de¤ilim” “‹STANBUL’DA B‹R SÜRREAL‹ST”
Dali’nin cesetleri, iflçinin biletleri UYUYAN “DÜfiMAN” UYANDI
Taliban’›n Vietnam stratejisi
Sigara hazm› düzenler, zekây› açar 26 Kasım 1964 tarihli Hayat dergisindeki “Sigara İçin” başlıklı habere göre, sigaranın yararları zararlarından fazlaymış. Haberin ilk paragraf› flöyle: “Y›llardan beri sigaran›n çeflitli rahats›zl›klara, hatta kansere yol açt›¤› söyleniyor. Oysa henüz bunlar›n hiçbiri kesin de¤il. Sigara san›ld›¤› kadar zararl› bir fley de¤il, tabii ifrada kaçmamak kayd›yla. Nikotin zekây› kamç›lar, o sa-
yede her fleyi daha berrak, net ve aç›k görüp anlayabilirsiniz. Sigara hazm› düzene koyar, kab›zl›¤› önler. Mükemmel bir antiseptiktir. Bo¤az›n›zdaki s›v›lar›n mukavemetini artt›r›r, mikroplara karfl› bünyeyi takviye eder. Salg›nlar s›ras›nda a¤z›n›zda ya-
nan bir sigara hastal›klara yakalanman›z› önleyebilir.” Haber Churchill’in de puro sayesinde uzun ömürlü oldu¤unu iddia ediyor. En acayibi de son cümle: “Bu yazd›klar›m›z sigaray› içine çekmeyenler içindir, e¤er içinize çekerseniz zarar görebilirsiniz.”
“Çok hazin bir olay”
Haz›rlayan: Murat Toklucu
Millî Tarih ‹STE TAR‹H ‹fiTE SAL‹H
MHP’nin yayın organı Hergün, Türkiye’nin Almanya büyükelçisinin eşiyle birlikte katıldığı açılışta içki içmesine tepki göstermiş. Gazete, 9 Kasım 1978 tarihinde “SKANDAL” manşetiyle çıkmış. Sözü edilen skandal, Türkiye’nin Almanya’daki büyükelçisi Vahit Halefoğlu’nun bir kumarhanenin açılış balosuna katılması. “Hazin olay dış politika çevrelerinde de tepkiyle karşılandı” diye başlayan haberin devamında, açılışı yapılan yerin bir kumarhane değil, içinde casino’nun da bulunduğu büyük bir turistik tesis olduğu anlaşılıyor. Gazetenin en çok kızdığı şey ise geceye büyükelçinin eşinin de katılması: “Bayan Halefoğlu’nun da aynı açılışta Alman erkekleriyle kadeh tokuşturur vaziyette Alman gazete ve dergilerinde yer alması Türk örf ve adetlerine uygun olmayan davranışlar olarak nitelendiriyor.”
AYLIK MÜSTAK‹L S‹YAS‹ GAZETE
Komünal yaşam Türkiye’de Nokta dergisi 24 Kasım tarihli sayısında “Komünal Yaşam Türkiye’de” başlıklı bir haber yayınlamış. Komündeki gençlerden biri, bugün gösteri dünyasının ünlü bir ismi. Habere göre Bak›rköy’de bir grup genç, komünal yaflam sürüyormufl. “Çal›flmadan üretmeye, cinsellikten e¤lenceye kadar hayat›n her alan›n› kapsayan bu komün içinde alternatif bir yaflam oluflturma çabas›ndalar” denilen haberde muhabir, tan›k oldu¤u bir konuflmay› aktar›yor. Buna göre, komün üyesi k›zlardan biri hamile kalm›fl. Erkeklerden biri “babas›n›n kim oldu¤u bizi ilgilendirmez, aya¤›m›z›n alt›nda sevimli bir velet olsa fena olmazd›” demifl, ama hamile k›z›m›z kabul etmemifl ve kürtaj için bir doktor aramaya koyulmufl. Evde kalanlar›n say›s› 10’dan afla¤› düflmüyormufl, bazen 25’e kadar ç›k›yormufl. Evdeki bütün eflyalar, k›yafetler ortak kullan›m-
daym›fl. Duvarda bir nikâh resmi ve alt›nda “dur, yapma!" yaz›s› dikkat çekiyormufl. Gençler tütsü yakm›fllar, muhabirin “ortal›¤› oryantal bir koku kaplad›. Ne oldu¤unu sordum, ‘Hindistan’dan getirttik’ dediler” diye anlatt›¤› tütsü ayini de bitince röportaja geçilmifl. Gençlerin hepsiyle uzun uzun konuflmufl muhabir. ‹çlerinden Fatih, Bo¤aziçi Üniversitesi mezunuymufl. Mezun olunca iyi bir ifle girmifl, ama ayr›lm›fl. Ayr›lma sebebini flöyle anlat›yor: “Çok para kazan›yordum, ama nas›l para harcanaca¤›n› bilmiyordum ki... Üstelik ifli sevmiyordum. Bakt›m ki orada kal›rsam iflimi
Kitap yasak sanılınca Öğrenci yurdunu basan polis sakıncalı gördüğü kitapların sahiplerini gözaltına almış, ama kitabın derste okutulduğu anlaşılmış.
sevmek zorunda kalaca¤›m, özgürlü¤ü seçtim ve buraya döndüm” diyor. Sinema düflkünüymüfl Fatih, ama kendini film çekmeye verirse komünden uzaklaflmak zorunda kalaca¤› için bu ifle de giriflmiyormufl. Sinemasever genç Fatih’le ilgili bir
“Ölümü yenen adam” çukura düştü
“İt ürür, kervan yürür”
İki uçak kazasından sağ kurtulan ve ülkesinde meşhur olan Amerikalı, İstanbul’a tatile gelişinin ikinci gününde belediye çukuruna düşmüş ve sinirlenip Türkiye’yi terk etmiş. 1954 ve 1956’daki iki uçak kazasından sağ kurtulan ve ülkesinde “ölümü yenen adam” diye ünlenen 26 yaşındaki Jim Patgiete, 4 Kasım 1957’de tatile geldiği İstanbul’da gece saatlerinde oteline dönerken bir belediye çuku-
runa düşmüş. Yoldan geçenlerin yardımıyla çukurdan kurtulan Jim, Cumhuriyet’in iddiasına göre şunları söylemiş: “Ertesi gün her tarafım ağrılar içindeydi. Uçak kullanmak şehrinizde yürümekten
not daha verelim. Fatih, maalesef komünden ayr›ld›ktan sonra da film çekemedi, ama MED Yap›m’›n patronu Fatih Aksoy olarak televizyondaki jürili yetenek yar›flmas› programlar›n› ve Arma¤an Ça¤layan’› hayat›m›za kazand›rd›.
2 Kasım 1986 tarihli Cumhuriyet’in haberine göre, İzmir Atatürk Öğrenci Yurdu’na baskın yapan polis, öğrencilerin odalarında arama yapmış. Arama sırasında dolabında Georges Politzer’in “Felsefenin Temel İlkeleri” adlı kitabı bulunan üç üniversite öğrencisi gözaltına alınmış. Diğer öğrenciler yurt müdürüne kitabın yasak olmadığını söyleseler de, inandırıcı bulunmamışlar. Aradan iki gün geçtikten sonra kitabın ders kitabı olduğu ortaya çıkınca öğrenciler serbest bırakılmışlar.
Bir gezi yazısı yazmak için İstanbul’a gelen İngiliz muhabir, Hürriyet gazetesinin hoşuna gitmeyen bir yazı yazma gafletinde bulunmuş.
daha kolay. Bu durumda burada kalamam, tatilimi İspanya’da sürdüreceğim.”
21 Kasım 1958 tarihli gazete İngiliz yazardan şöyle söz ediyor: “Londra’da çıkan, sola temayülü ile tanınmış Daily Mirror’un muharriri bu adam hangi emellere uşaklık ettiği anlaşılan herzelerinde kıt muhayyilesiyle süslemeler yapsa da gülünç vaziyete düşmüştür. Böylesine boş kafalı, uşak
ruhlu adamlara kızmak bile bir nevi takdirdir.” W. Cassandra adlı muhabirin bu hakaretlere uğrama sebebi “Şehrin yaşanır yerlerinde çöp yığınları sokak ortasında. Tarihi cami ve minareler bile harab halde. (…) Çivit mavisi beklediğim deniz Thames Nehri gibi koyu yeşildi” yazması. Yazar insanların fakir olduğunu ve yüzlerinden eksik beslendiklerinin anlaşıldığını da yazmış. Türk şaraplarını pek başarılı bulmayan İngiliz gazetecinin tek öküzlüğü “Türk yemeği dedikleri, içine baharat doldurulmuş yavan şeyler” demesi.
MERAM 89: B‹R KÖPE⁄‹N ARAfiTIRMALARI
Herkes biliyor omutanlar halay çekiyor, Yedinci Kolor- nas›l korundu¤unu. Herkes biliyor, polisin eline düflenin bafl›na du’nun komutanlar›. Nerede? fiemdinli’de, DTP binas›n›n önünde. Neyi kutluyorlar? neler geldi¤ini, gelebilece¤ini. En taze örnekler, Radikal’in ifadesiyle, “bir derne¤in aç›l›fl›n›”. Fo- Ahmet Laçin ve Meltem Tekin’in bafl›na gelenler. to¤raftaki bez afiflten anlafl›l›yor ki, söz konusu 12 Ekim’de Ba¤c›lar Karakolu’nda gözalt›na al›dernek, Derecik Köy Korucular› Yard›mlaflma ve nan Ahmet Laçin, dayaktan iflah› kesildi¤i halde Dayan›flma Derne¤i. O halay›n ne mânâya geldi- hastaneye sevk edilmeyip kar›s›na teslim ediliyor, iki gün sonra ailesi taraf›ndan hastaneye kald›r›l›¤ini herkes biliyor. Beyo¤lu’nun ara sokaklar›nda lastik yakan yor, 20 Ekim’de can veriyor. Meltem Tekin ise Kürt eylemcilere pompal› tüfekle atefl açan dük- kendisine kimlik soran polislerle tart›fl›nca, derkân sahibi hakk›ndaki soruya, baflbakan flu cevab› dest edilip Beyo¤lu Karakolu’na götürülüyor, yüveriyor: “Vatandafl›n ma¤azas›n›n camlar›n› indi- zü gözü mosmor edilip b›rak›l›yor. Polise bak›l›rrirseniz, vatandafl›n hayat›na kastederseniz, haya- sa, kafas›n› duvara vura vura kendi kendisini yat›na kastetti¤iniz vatandafl da e¤er elinde böyle ralay›p berelemifl. Resmî aç›klama böyle, ama herbir tedbiri, böyle imkân› varsa kendisini savunma kes biliyor karakolda nelerin olmufl olabilece¤ini. Herkesin bildi¤ini, rakamlar da söylüyor. ‹nyoluna gidecektir. “ Herkes biliyor, bu sözlerin ne mânâya geldi¤i- san Haklar› Vakf›’n›n raporu, 2008 y›l› içinde göni. T›pk›, Trabzon’da TAYAD’l›lara yap›lan linç zalt›nda veya tutukluluk koflullar›nda 30 kiflinin giriflimininden ma¤durlar› sorumlu tutup “vatan- hayat›n› kaybetti¤ini belgeliyor, yani ayda ortalama üç kifli devlet güdafl›n hassasiyetiyle vencesi alt›ndayken oynamas›nlar” deBalkan Naci ‹slimyeli, “Tuhaf bir ziyaret” can vermifl, iflkenceye mesinin ne mânâya ve kötü muameleye geldi¤ini bildi¤i gibi. maruz kalanlar da caÇocuklar› sokak bas›. ‹HD Diyarbak›r gösterilerine kat›lan fiubesi’nin verilerine Kürt ailelerine “yeflil göre, 2008’in ilk alt› kartlar›n›n iptali” ay›ndaki hak ihlâlletehdidinden girip rinin say›s› 16 bin “15 çocuk do¤urur719. Say›lar› de¤ilse ken, yoksul de¤ilside, herkes biliyor büniz”den ç›kan Adana tün bunlar›. valisinin bu cüreti Herkes biliyor kinereden ald›¤›n› hermin kim oldu¤unu. kes biliyor. T›pk›, Örne¤in ‹stanbul Em“Gitmek” filminin niyet Müdürü Celasansürlenme sebebini, “bir Türk k›z› bir Kürte afl›k olup peflinden git- lettin Cerrah’›. Hrant Dink’in daha kan› kurumamez” diye aç›klayan Kültür Bakanl›¤› yetkilisinin dan, “milliyetçi hislerle ifllenmifl bireysel bir suç” aç›klamas›n› yapt›¤›n›. Herkes biliyor Hrant o cüreti nereden ald›¤›n› bildi¤i gibi. Genelkurmay Baflkan›’n›n kameralar›n karfl›s›- Dink’in katline giden yolun nas›l döflendi¤ini. ‹flin na geçip “herkesi do¤ru yerde durmaya davet edi- içinde vali yard›mc›lar›n›n, Emniyet Genel Müyorum” diye esip gürlemesinin, baflbakan›n da “biz dürlerinin, ‹stihbarat Daire Baflkanlar›n›n, Jandardo¤ru yerdeyiz, yanl›fl yerde olanlar düflünsün” de- ma teflkilât›n›n oldu¤unu... Herkes biliyor Vakit yazar› Hüseyin Üzmez’in mesinin ne mânâya geldi¤ini herkes biliyor. Herkes biliyor, sözler bir yana, hadiselerin ne nas›l kolland›¤›n›, niçin kolland›¤›n›. Herkes bilimânâya geldi¤ini. Aktütün’de ne oldu¤unu, Da¤- yor, Üzmez’in tacizine u¤rayan k›z çocu¤u için l›ca’da ne olmufl oldu¤unu... Herkes, sadece ne ol- verilen “vücut ve ruh bütünlü¤ü bozulmam›flt›r” du¤unu de¤il, niçin öyle oldu¤unu da biliyor. raporunun ne mânâya geldi¤ini. Herkes biliyor, Herkes biliyor, çeyrek yüzy›ld›r akan kan›n ne- Adli T›p’›n nas›l bir kurum oldu¤unu, verdi¤i raden durdurulamad›¤›n›... Durdurulmak istense, porlar›n t›pla alâkas› olmad›¤›n›. T›pk›, Anayasa Mahkemesi’nin ald›¤› kararlar›n hukukla alâkas› neler yap›labilece¤ini... Herkes biliyor, Susurluk çetesinin iflledi¤i ci- olmad›¤›n› bildi¤i gibi. Herkes biliyor, AKP’nin akl›kla alâkas› olmanayetleri, bu cinayetlerin hesab›n›n sorulmad›¤›n›, sorulmak istenmedi¤ini. Herkesin bildi¤ini, d›¤›n›: Kamu kaynaklar›n› yandafllar›na peflkefl katillerden biri televizyona ç›k›p teyid ediyor, ra- çekti¤ini, yolsuzluklar içinde yüzdü¤ünü, kadrokam bile veriyor, “en az bin kifliyi öldürdük” di- laflman›n dikâlâs›n› yapt›¤›n›, toplumu Sünni ideyor. Ve aç›k aç›k, bu cinayetleri “yukar›dan gelen olojinin cenderesine almak için elinden geleni aremirlerle” ifllediklerini anlat›yor. Emir-komuta d›na koymad›¤›n›... Herkes biliyor, nas›l iktidara zincirinin halkalar›n› birer birer say›yor. Herkes geldi¤ini, Meclis’teki ezici ço¤unlu¤u nas›l sa¤labiliyor, bunlar› anlatan Ayhan Çark›n’›n onca ci- d›¤›n›. nayete karfl›l›k sadece 20 ay yat›p ç›kt›¤›n›, eli Herkes biliyor, 85. y›ldönümü kutlanan cumhukanl› silah arkadafllar›n›n da ya hiç hüküm giyme- riyetin demokrasiyle alâkas› olmad›¤›n›. di¤ini ya da k›sac›k sürelerle paçay› kurtard›¤›n›... Herkes biliyor, peki bu Kafkaesk Herkes biliyor, Engin Çeber’in nas›l öldürül- kâbus niye bitmek bilmiyor? Belki dü¤ünü. Önce ‹stinye Karakolu’nda, ard›ndan ce- de cevap “Bir Köpe¤in Araflt›rmazaevinde bafl›na gelenleri... Herkes biliyor, Çe- lar›”nda. Buyrun arka kapa¤a, ber’in ölümünden sorumlu olanlar›n devlet eliyle Kafka’ya...
K
Iron and Wine’›n “The Shepherd’s Dog” albümünün kapa¤› (2007)
• Şehir Hatları . . . . . . . . . . . . . . . . 5 • Çağrı merkezi çalışanları . . . . . . .12 • Sızıntı 30. yılında . . . . . . . . . . . 16 • Hayri Kozanoğlu . . . . . . . . . . . . 20 • David Harvey . . . . . . . . . . . . . . .26 • Radyo Express . . . . . . . . . . . . . . 29 • Küresel gurbet çağı . . . . . . . . . . 37 • Yeni yoksulluk alanları . . . . . . . . 41 • Kıraat . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 46 • Dumanı Üstünde . . . . . . . . . . . . 48 • Ertuğrul Mavioğlu . . . . . . . . . . . .50 • İstanbul’da bir sürrealist . . . . . . .54 • Meşin Yuvarlak . . . . . . . . . . . . . .56 • Müzik Dolabı . . . . . . . . . . . . . . .58 • Howard Zinn . . . . . . . . . . . . . . . 61 Ali Kesgin, Alican Tayla, Arslan Eroğlu, Asena Günal, Aykut Kılıç, Ayşe Çavdar, Ayşegül Oğuz, Baran Özdemir, Barış Çakan, Batu Boran, Bilge Ceren Şekerciler, Burak Ata, Bülent Timurlenk, Çiğdem Öztürk, Didem Danış, Ender Ergün, Erdir Zat, Gürbüz Akbıyık, Hakan Lokanoğlu, HknKrtsh, Hüseyin Ustaoğlu, İlker Aksoy, İrfan Aktan, Jean-François Perouse, Merve Erol, Murat Meriç, Murat Toklucu, Nâzım Dikbaş, Ogan Güner, Oktay Durukan, Onur Yazıcıoğlu, Özay Selmo, Özlem Ünsal, Pelin Özer, Pınar Öğünç, Pınar Uygun, Reha Öztunalı, Saner Şen, Siren İdemen, Sungu Çapan, Şahan Nuhoğlu, Tayfun Kahraman, Tora Pekin, Tuncer Erdem, Ulaş Gürşad, Ulaş Özdemir, Ulus Atayurt, Yasemin Akıncı, Yasin Kaya, Yücel Göktürk bask› Ezgi Matbaacılık, Sanayi Caddesi Altay Sok. No:10 Yenibosna / İstanbul Tel: 0212 452 23 02 bas›m yeri ve tarihi İstanbul, Kasım 2008 da¤›t›m Doğan Dağıtım A.Ş. yönetim yeri: Süslü Saksı Sok. no: 5/3 Beyoğlu - İstanbul tel-faks: 0.212.251 87 67 e-mail expressdergisi@yahoo.com abonelik expressroll@gmail.com y›l 6 say› 89 Kas›m 2008 imtiyaz hakk› Bilge Ceren Şekerciler sorumlu yaz›iflleri müdürü Şahan Nuhoğlu ilan irtibat Özay Selmo (0.533.514 90 49) YEREL SÜREL‹ YAYINDIR. AYDA B‹R YAYINLANIR. ISSN 1307 - 461X
3
MÜDAHALELER Noam Chomsky’nin medyada yayımlanmak üzere son yıllarda kaleme aldığı kısa görüş yazıları, Irak’ın işgali, Filistinİsrail sorunu, nükleer savaş tehlikesi, Latin Amerika’daki özgürleşme rüzgârları ve ABD-İran ihtilafı gibi güncel pek çok meseleye değiniyor.
ÇAĞIMIZIN BİLİMLERİ Michael Albert’in dilbilim, ekonomi, evrim ve kaos kuramları üzerine yazdığı dört makale, bu kuramları basit bir dille yeniden anlatıyor ve kuramlar üzerinde yapılan tartışmalara alternatif bir yorum getiriyor.
HÎNKERÊ ZIMANÊ KURDÎ Kürtçe bilmeyenlere Kürtçe öğretmek için 1921 yılında Kürt Talebe Hêvî cemiyeti tarafından yayımlanmış pratik dil öğrenme kitabı “Hînkerê Zimanê Kurdî’nin, orjinal metni ve transkripsiyonu, tek kitap halinde.
POSTMODERNİZM VE RASYONALİTE Modern bilim ve rasyonel araştırma, “hakikati” araştıran tarafsız bir pratik olarak görülebilir mi? Alanında tanınmış postmodernist düşünürler ile Albert, Chomsky ve Ehrenreich arasındaki tartışma bu soru etrafında şekilleniyor.
TÜRKİYE ERMENİLERİ SAHNESİ VE ÇALIŞANLARI İlk bakışta mütevazi görünen, ancak Osmanlı Tiyatrosu tarihi araştırmacıları için uzun yıllar en önemli başvuru kaynağı olan bu kitap, modern tiyatromuzun doğuşunu anlatıyor.
DAYIKA WÊRÎN Û ZAROKÊN WÊ Bertolt Brecht’in, II. Dünya Savaşı’nın hemen öncesinde kaleme aldığı ünlü oyunu “Cesaret Ana ve Çocukları”, dramaturji notları ile beraber ilk kez Kürtçe(Kurmancî)’de.
VARTOVYAN KUMPANYASI VE YENİ OSMANLILAR Osmanlı Tiyatrosu tarihini çokkültürlü bir girişim olarak mercek altına alan bu kitap, kadrosunu büyük oranda Ermenilerin oluşturduğu Vartovyan Kumpanyası ile tiyatroyu politik bir mücadele alanı haline getirmeyi hedefleyen Müslüman entelektüellerin kısa süren birlikteliğini ele alıyor.
0212 251 19 21 www.bgst.org bgstyayinlari@bgst.org
fiark cephesinde halkla iliflkiler D‹YARBAKIR– Gri ‹stanbul’u geride b›rak›p güneflli Diyarbak›r’a iki günlük bir yolculu¤a ç›k›yoruz. Kervansaray Oteli’nde 11 Ekim gecesi sahneye ç›kacak Azam Ali ve grubu Niyaz’› izleyece¤iz; serde gazetecilik var, bölge kayn›yor, nabz› tutmaya çal›flaca¤›z... “Yar› askerî” Diyarbak›r havaalan›na iner inmez kulak kesildi¤imiz konuflmalardan vazife ç›kar›p rotam›z› belirliyoruz. Kansere yenik düflen Mehmed Uzun’un aram›zdan ayr›l›fl›n›n birinci sene-i devriyesine denk gelmifliz. fiehir merkezindeki Mardinkap› mezarl›¤›nda yatan Uzun, an›t-mezar› bafl›nda ö¤le saatlerinde an›lacak. Mezopotamya’ya bakan mütevaz› kabrin manzaras›na diyecek yok. Dicle k›y›s›nda uzanan Hevsel Bahçeleri, 10 Gözlü Köprü ve K›rklar Da¤›’yla çevrelenmifl bir tepenin üstünde kurulu alanda küçük gruplar halinde toplanmaya bafllayan sevenleri siyahlar içinde, ama yürekler ak, gözler ›slak, sessizlik içinde kesif bir hüzün paylafl›l›yor. Tüm “flehitler” ad›na sayg› duruflunun ard›ndan, Uzun’un arkadafl›, yazar fieyhmus Diken rahmetlinin biyografisinden kesitler aktar›yor. Romanlar›, denemeci yan›, yarg›lanma süreçleri, ‹sveç’te sürgünde geçen y›llar› özetliyor, “ölmeye de¤il, yaflamaya geldim” dedi¤i Diyarbak›r’›n öneminden dem vuruyor. Ard›n-
fiEH‹R HATLARI dan, Mehmed Uzun’un efli Zozan, kardefli Ahmet ve Diyarbak›r belediye baflkan› Osman Baydemir söz al›yor. Kürtçe sunumlar› anlamad›¤›m›za hay›flan›yoruz. Yaflar Kemal ve PEN baflkan› Tar›k Günersel’den anma mesajlar› iletiliyor. ‹ri puntolarla mermere ifllenmifl Uzun’un sözleri flimdi bafl›nda toplanm›fl küçük kalabal›¤a sesleniyor: “Minji welatekî dûr nivîsi ji were her tiflt, îroez di nava gele xwede be xtewarim.” Merak ediyoruz. Genç k›zlar, ufak bir tereddütten sonra mealini f›s›ld›yor: “Y›llarca uzak diyarlardan yazd›m size, flimdi yan›n›zda mutluyum.” Kalabal›k da¤›l›yor. An›t› en son terkedenlerden biri de bölgede çok satan, flark›lar›na tutundu¤umuz Ahmet Kaya’n›n efli, yoldafl› Gülten Kaya. Diyarbak›r’da halktan bir “first lady” o. Zozan Uzun’a destek veriyor: “Bizim gibilerin yas tutmaya lüksü yok, vakit de¤erli”.
Gülen cemaati ifl bafl›nda Ö¤le yeme¤inde DTP Ba¤lar belediye baflkan› Yurdusev Özsökmenler’in davetlisiyiz. Masaya hâkim olan muhabbet Mehmed Uzun’un hat›rat›, Kürtlerin geçmifli, gelece¤i, ekonominin gidiflat›... Kapitalizmin çöküflü dillendiriliyor, keyifler g›c›r, ama liberaller de varm›fl sofrada. Kemal Dervifl’in ne kadar sa¤lam bir ekonomik yap› miras b›rakt›¤›n› savunan –Uzun’un bacana¤› ve kitaplar›n›n çevirmeni– Muhsin K›z›lkaya, duman› üstünde kitab›nda (“Sen U Ben: An›larla Mehmed Uzun’un Hayat›”) yer verdi¤i anekdotlarla masay› teslim al›yor, yeme¤in a¤›rl›¤›n› muhabbetle hafifletmek niyetinde. “Daha anlat›rsam kitab› edinmeyeceksiniz” diyecek noktal›yor monolo¤u... Mardin-K›z›ltepe’deki flenliklerden yeni dönen Diyarbak›r DTP milletvekili Gültan K›flanak da aram›zda. Elini masaya vurup “Diyarbak›r’› istiyorum” diyen
Erdo¤an’›n mahallî seçimlerde Diyarbak›r’dan eli bofl dönece¤ini söylüyor. AKP’nin bölgede ciddi bir “halkla iliflkiler” faaliyeti içinde oldu¤u biliniyor. Seçim öncesi klasik yard›mlar burada da yürürlükte. Ankara’n›n tersleflti¤i, Kürtlerin pek sevdi¤i karizmatik baflkan Osman Baydemir’e alternatif olarak Bar›fl Meclisi üyelerinden AKP Diyarbak›r milletvekili Abdullah Kurt’un ad› kulislerde geçiyor. Ancak kaz›n aya¤› tam da öyle de¤il. Esas haber Ba¤lar belediye baflkan›nda. AKP’nin orduyla iliflkisi, tezkereler, operasyonlar, Ergenekon’un Kürt aya¤›n›n deflilmemesi ve hükümetin Kürt politikas› bölge halk›n›n AKP’yi riyakârl›kla suçlamas›na neden olmufl. Ancak bölgedeki DTP egemenli¤ini k›rmak için AKP’nin tek kozu güçlü isimler üzerinden gitmek de¤il. “Psikolojik bir savafl sürüyor” diyor Yurdusev Özsökmenler, “yaklaflan seçimlerden AKP’nin bir beklentisi olamaz, ama as›l bir sonraki seçimlerde Diyarbak›r’› düflürmeyi hedefliyorlar. Burada devlet var, bir de Kürtler, DTP var, ama üçüncü bir cephe oluflturulmak isteniyor.” Bölgede artan sivil giriflimcili¤e, halkla iliflkilercili¤e örnek olarak da yeni kurulan Diyarbak›r Kültür Sanat Vakf› (DKSV) örnek veriliyor. Yayg›n görüfl, bu vakf›n bir Fethullah Gülen cemaati yap›lanmas› oldu¤u. Ba¤lar belediye baflkan› “suya sabuna bulaflmayan bir beyaz Kürt s›n›f›n
5
lar›yla kültürel çal›flmalara uzand›¤›n›, gizlilikle yürütülen kurulufl çal›flmalar›ndan Diyarbak›rl›lar›n aç›l›fltan bir-iki gün önce haberlerinin oldu¤unu yazd›. 14 Ekim tarihli haberde, “Gülen cemaatinin son bir y›ld›r bafllatm›fl oldu¤u Kürt yo¤unluklu illere ‘kardefllik köprüsü’nün çöktü¤ü, cemaate yak›n ifladamlar› taraf›ndan bafllat›lan ‘kardefllik köprüsü’ projesi kapsam›nda 300 kifliyi istihdam etmesi planlanan terlik fabrikas›n›n kapat›ld›¤›” söyleniyor.
Niyaz grubundan Azam Ali Ve Loga Ramin Torkian, Diyarbak›r surlar›n›n önünde
tesisi için u¤rafl verildi¤ini” anlat›yor. Tevekkeli Kervansaray Otel’de düzenlenen gece halk için de¤il, sadece davetlilere. Ortaokul çay›ndan hallice bir ambiyans soluyoruz: Po¤aça, kurabiye, tatl›, çi¤köfte, çerez, kanepeler... ‹çecek? Meflrubat! Arkas› gelecek herhalde diye ümitlenirken, “panç” diye Fanta’dan bozma sözde alkollü flekerli bir gazozdan baflkas› gelmiyor bütün gece. Panç kafas› diye bir fley olabilir mi acaba diye üç-befl demeden yuvarlarken, her defas›nda servis masas›ndaki görevlinin manidar bak›fllar›yla karfl›laflmaktan, hatta önüne geleni “alkollü bunlar” diyerek uyarmalar›ndan usan›yoruz. Ömrümüzde içmedi¤imiz Fanta’y› da böylece içmifl olduk. DTP belediye baflkanlar›n›n kat›lmad›¤› vakf›n kurulufl kokteyline bakal›m kimler icabet etmifl: Oral Çal›fllar, Mustafa Karaalio¤lu, Cengiz Çandar, Suzan Samanc›, Mümtaz’er Türköne, Muhsin K›z›lkaya, vali yard›mc›lar› Ahmet Ayd›n, Mehmet Yeflilbafl, AKP il baflkan› Ahmet Öcal, baro baflkan› Sezgin Tanr›kulu, ticaret odas› baflkan› Mehmet Kaya, Diyarbak›r Sanayici ve ‹fladamlar› Derne¤i baflkan› Raif Türk, Güneydo¤u Sanayici ve ‹fladamlar› Derne¤i baflkan› fiah ‹smail Bedirhano¤lu, Dicle Üniversitesi’nden Mazhar Ba¤l› ve Cihan Haber Ajans› genel müdürü Abdülhamit Bilici... Konsere geçilmezden önce, DKSV yöneticilerinden ve Zaman yazar› flair Bejan Matur “dört ay gibi k›sa sürede Diyarbak›rl› ifladamlar›yla birlikte
6
projelerini nas›l gerçeklefltirdiklerini, etkinliklerinin arkas›n›n gelece¤ini, hiçbir angajmana ba¤lanmadan sadece sanat, edebiyat ve kültür odakl› etkinlikler düzenlemek istediklerini” aç›kl›yor. Do¤u’nun Kap›s› Diyarbak›r’› uluslararas› bir kültür ve sanat merkezi haline dönüfltürmek istediklerini, çat›flma ve fliddet ortam›n›n bitmesi için sanat ve edebiyat›n saf diline ihtiyaç duyuldu¤unu vurguluyor. 1500’lerin bafl›nda tüccarlara hizmet için infla edilen tarihî ‹pek Yolu üzerindeki Deliler Han›, yani Büyük Kervansaray Otel’in avlusunda izledi¤imiz Niyaz’›n etnik-caz konserine diyecek yoktu, mest etti... ‹lk defa bir arada canl› çalma f›rsat› bulan bu enternasyanol ekibin (‹ranl›, Filistinli, Afgan, Amerikal›) uduna, tablas›na, yayl›lar›na ve Azam Ali’nin derin sesine Ulafl Özdemir saz›yla, Ömer Avc› perküsyonla efllik etti. Yerli dostlar›n bu organizasyonda Azam Ali’nin hat›r›na yer ald›klar›n› not düflelim. Daha çok son albümleri “Nine Heavens”dan Farsça, Urduca, Türkçe parçalar söyledikleri gece Kürtçe, nefleli bir aflk flark›s›yla sonland›. Dü¤ünlerin vazgeçilmez ezgilerinden “Sosîn”i sadece birkaç saat önce ö¤renmiflti Azam Ali, ama bis istendi parçaya. Davetliler halaya durdu, biz de kokteyl boyunca bafl› ba¤lanan bira f›ç›s›n›n yan›na... Siyasetin surlar› Oral Çal›fllar, Radikal’deki köflesinde, Bejan Matur’un bu kente olan sevgisini flairin kitaplar›ndan birinden al›nt›yla aktar›yordu: “Karanl›k tafllar›n flehri Di-
yarbak›r... Karanl›¤›n girmeye korktu¤u flehir. Gölgenin titredi¤i... Surlar kap›lar›n› kime açaca¤›n› bilir.” Sur bilir mi, bilmez mi, bilinmez. Peki bürokrasinin, siyasetin surlar›na ne demeli? Surlar Diyarbak›r için önemli. Suriçi, eski kent merkezi. Bu bölgeyi ve surlar› restore edip turizme açmay› düflünen Diyarbak›r belediyesinin eli kolu ba¤l›. Turizm Bakanl›¤› bu rant alan›ndan vazgeçmiyor. Mühim ayr›nt›: Sur Belediyesi AKP’de. Baflkan› da vali yard›mc›s›. Yanl›fl duymad›n›z, vali yard›mc›s› Ahmet Ayd›n, Sur Belediyesi’nin de baflkan›. Hani flu lazer flovlu çay kokteylinin ev sahibi DKSV’nin de baflkan›. “Nas›l bir yönetim anlay›fl›d›r” demeyin, maziye bakal›m. Sur Belediyesi’nin gerçek baflkan› DTP’li Abdullah Demirtafl, 2007 yaz›nda, Dan›fltay taraf›ndan “çok dilli belediyecilik” yapt›¤› gerekçesiyle görevinden al›nm›flt›. Feshedilen belediye meclisi için mahallî idareler yasas› uyar›nca 90 günü takiben Sur’da yap›lmas› gereken seçimlerin ne gerekçeyle halen yap›lmad›¤› bilinmiyor. Demirtafl’›n görevini vekâleten devralan vali yard›mc›s› Ayd›n’›n iki sezon öncesinin Diyarbak›rspor baflkanl›¤›n› da yürütmüfl “güzide” bir insan olmas›ndand›r herhalde... Vakf›n varoluflunu, “Gülen Cemaati’nden Diyarbak›r’a kültürel s›zma” haberiyle duyurdu F›rat Haber Ajans›. Diyarbak›r’da aç›lan okuma evleri, sohbet evleri, erkek ve k›z ö¤renci yurtlar›, dershaneler, özel okullar›n yan›s›ra ticarî faaliyetlere de el atan cemaatin, flimdi de festival ve panel organizasyon-
Diyalog mu, silahlar m›? Sinagogdan kiliseye, kiliseden camiye dönüfltürülmüfl Ulu Cami’nin etraf›ndan dolan›p esnafla, vatandaflla hasb›hal etmeye çal›fl›yoruz. Günlerden pazar, ortal›k tenha. Arka mahallelerden birinde ilerledikçe daha da belirginleflen sese yöneliyoruz. Buras› restorasyonu geçen sene tamamlanm›fl bir Dengbej Evi. Bahçesinde Dengbej Divan› kurulmufl, ihtiyar heyeti taburelerini çekmifl, at›fl›yorlar. Usulca yanafl›p dinlemeye koyuluyoruz. ‹zleyenlere de, sesine de hâkim, belâgati yüksek birine benzeyen dengbej Mehmet fierif az sonra ayr›lmak için izin istedi¤inde birkaç cümle etmeden geçmiyor yan›m›zdan: “Malmülk istemiyoruz, huzur istiyoruz. Birbirimizin dilini bilsek, daha iyi bakar›z birbirimize. Arapça, Farsça, Kürtçe ve Türkçe biliyorum. Ama kafam›za vura vura unutturdular, bizde kalan kelimelerle konufluyoruz...” Konuflmak deyince, silahlar geliyor akla... Aktütün bask›n› ve Diyarbak›r’da polis okulu otobüsüne yap›lan sald›r› sonras› OHAL’in laf›n›n dahi edilmesi endiflelendirmifl sokaktakileri. “OHAL veya güvenlik bölgesinin geçmiflten beri ordunun ve hükümetin gündeminde oldu¤unu, OHAL ile bölgede yaflayan halka yönelik bask›lar›n art›r›lmas›n›n önünün aç›laca¤›n›” söylüyor Gültan K›flanak. PKK’nin otobüs eylemini üstlenmedi¤i biliniyor. Nitekim o “ifl”in Gaffar Okan cinayeti gibi bir kontrgerilla operasyonu oldu¤u kanaati hakim. Sokakta trafik polisi d›fl›nda pek polis görmememizi de sivillerin bölgeye y›¤›lmas›yla aç›kl›yorlar. Sözü ‹HD Diyarbak›r flubesinin 2008’in ilk alt› ay›na dair verileriyle bitirelim: 16 bin 719 hak ihlâli. 2005’te aç›klanan hak ihlâllerinin 5 bin 595 oldu¤unu hat›rlarsak, son dönemde sertlik politikas›n›n nas›l t›rmand›¤› çarp›c› bir flekilde görülüyor. – fiahan Nuho¤lu
Dilencilik ve haybecilik ‹STANBUL– ‹stanbul Büyükflehir Belediyesi Zab›ta Daire Baflkanl›¤›’n›n düzenledi¤i “Bir Kent Sorunu: Dilencilik –Sorunlar ve Çözüm Yollar›” adl› sempozyumu izlemek üzere, belediye ve AKP etkinliklerinin gözde mekânlar›ndan Topkap› Eresin Otel’deyiz. Belediyenin sitesinden yap›lan aç›klamada iki gün sürecek sempozyumda 58 akademisyenin “tebli¤ sunaca¤›” ve amaçlar›n›n “dilencili¤in dinsel, toplumsal, kültürel ve ekonomik boyutlar›n› masaya yat›rmak ve çözüm yollar› üretmek” oldu¤u yaz›yor. Toplam 11 oturum yap›lacakm›fl. Konferans salonlar›n›n oldu¤u kat t›kl›m t›kl›m dolu. Herkes birbirini tan›yor gibi görünüyor, zaten “Osmanl›’da Dilencili¤i Önleme Çal›flmalar›” oturumundan önce izleyiciler aras›nda geçen “Recep, giriflteki k⤛d› imzalad›n m›?”, “Yoo, ne imzas›”, “Lan o¤lum, mesai yazacaklar, haberin yok mu” konuflmalar›ndan anlafl›l›yor ki, izleyicilerin ço¤u sivil giyimli erkek zab›ta memurlar›. Belli ki belediyedeki 14 y›ll›k RP-FPAKP iktidar› en do¤al hakk› olarak gördü¤ü kadrolaflmay› çoktan tamamlam›fl, izleyici memurlar›n hepsinin o cenahtan oldu¤unu anlamak zor de¤il. Kad›n izleyici say›s› iki elin parmaklar›n› geçmiyor. “19. Yüzy›lda Dilencili¤i Önleme Çal›flmalar› Üzerine Baz› Düflünceler” bafll›kl› bir tebli¤ sunan Ni¤de Üniversitesi’nden Doç. Dr. Mehmet Kaya, Celalî isyanlar›ndan sonra topraklar›n› terk etmek zorunda kalanlar›n
bir bölümünün da¤a ç›k›p eflkiya oldu¤unu, kalanlar›n da büyük kentlere giderek dilencilik yapmaya bafllad›¤›n› anlat›yor. “Yoksulluk varsa, dilencilik de vard›r. Asl›nda daha fazla dilenci olurdu, ama flehirlerdeki mahalle dayan›flmas› sayesinde yoksullara sahip ç›k›l›yor ve bu insanlar›n dilenci olmas›n›n önüne geçiliyordu” diyen Kaya, o dönemde taflra flehirlerinde yakalanan dilencilerin memleketlerine, ‹stanbul’da yakalananlar›nsa Darülaceze’ye gönderildi¤ini anlat›yor. Tam da anlatam›yor asl›nda, 15 dakikal›k süresi doldu¤u için elindeki metni okumay› bile tamamlayam›yor çünkü. Kaya’dan sonra konuflan Bahçeflehir Üniversitesi ö¤retim üyesi Doç. Dr. Said Öztürk ise Osmanl›’daki yoksullar›n korunup kollanmas› meselesinin fazla abart›lmamas› gerekti¤i görüflünde. Toplam dört sunufl yap›l›yor, ard›ndan 15 dakikal›k bir tart›flma bölümü var. Salondan tek bir soru bile ç›km›yor, kimsenin sunumlar› dinledi¤i falan da yoktu zaten. Yine 15 dakikal›k çay molas›na ç›k›l›yor sonra. Fuaye çok kalabal›k. ‹nsan bir belediye sempozyumunda de¤il de, Diyanet’in bir etkinli¤inde gibi hissediyor kendini. Ortal›k badem b›y›ktan geçilmiyor. Etraftakilerin kendilerine sayg›da kusur etmemelerinden üst düzey zab›ta olduklar› anlafl›lan iki kifli mini etekli otel görevlisi k›zlar›n bacaklar›n› seyrediyor, di¤erleri çay almak için s›raya girmifl. Moladan sonra yeni bir oturum bafll›yor. Bafll›¤› “‹stanbul
ve Dilencilik” olan oturuma kat›l›m öncekinden daha yüksek. Salonun arka taraflar›nda oturunca konuflmalar› duymak pek mümkün de¤il. Cep telefonuyla ya da yan›ndakiyle konuflan, birbirine laf atan izleyici güruhu, insan›n sinirlerini tepesine ç›kar›yor. 30’lu ve 40’l› yafllar›nda kaz›k kadar adamlar bunlar. “Beyler, biraz sessiz olal›m” deyince bir süre sessiz kal›yorlar, sonra tekrar devam. ‹çlerinden biriyle –ki sabahtan beri flaklabanl›k yap›yordu– kesifliyoruz. Uyar›dan rahats›z olmufl belli, yüzüme bak›p kafl›n› gözünü oynat›yor. Kad›nlar ve Zonguldakl›lar Bu hengame içinde “Gizli Dilenciler: ‹stanbul’da Sokakta Çal›flt›r›lan Çocuklar” bafll›kl› bir sunum yapan Mimar Sinan Üniversitesi’nden Yrd. Doç. Dr. Elif Y›lmaz, bu çocuklar›n tamam›n›n zorunlu göç ma¤duru ailelerden geldi¤inin alt›n› çiziyor. Y›lmaz, sokakta çal›flan çocuklar› kurtarmak için valilikle birlikte bir çal›flma yapt›klar›n›, ama baflar›l› olamad›klar›n› anlat›yor. Mendil satan çocuklarla yapt›klar› anket sonuçlar›ndan örnekler s›ral›yor sonra. Çocuklar mendil satmak gibi bir dertleri olmad›¤›n›, as›l amac›n bir flekilde para istemek oldu¤unu söylemifller. Zaten ço¤u kifli paray› verip mendili almadan gidiyormufl. Bir çocuk en çok Beyo¤lu’nda gece saatlerinde çal›flmay› sevdi¤ini söylemifl, “çünkü bazen sevgilisine hava atmak için bir mendile 50 milyon veren oluyor” demeyi de unutmam›fl.
‹stanbul’da zab›ta taraf›ndan yakalanan dilencilere yap›lan 45 soruluk anketin sonuçlar›na göre, dilencilerin yüzde 72’si kad›n, 28’i erkek. ‹stanbul’da en çok dilenci olan yerler s›ras›yla Fatih, Eminönü, Beyo¤lu. Anadolu yakas›ndaki dilencilerin yüzde 26’s› Zonguldakl›.
‹stanbul Üniversitesi’nden Araflt›rma Görevlisi Suvat Parin’in konu bafll›¤› “Kent Yaflam› ve Dilencilik: ‹stanbul Dilencileri Üzerine Sosyolojik Bir Araflt›rma”. Suvat Parin, ‹stanbul’da zab›ta taraf›ndan yakalanan dilencilerle 45 soruluk bir anket yapt›klar›n› söylüyor. Dilencilerin yüzde 72’si kad›n, yüzde 28’i erkekmifl. Kad›nlar›n ço¤unlu¤u 18-50 yafl aras›nda, erkeklerdeyse ço¤unluk 60 yafl›n üzerinde. Zaten erkekler dilenirken yafll›l›¤›, kad›nlarsa sa¤l›k sorunlar›, açl›k ve çocuklar›n› kullan›yormufl. Ço¤u evli ve en az üç çocuk sahibi, tam Tayyip Erdo¤an’›n hastas› olaca¤› türden yani. Kad›nlar›n yüzde 47’si yan›nda çocukla dileniyormufl, erkeklerde bu oran yüzde 8. ‹stanbul’da yakalanan dilencilerin ço¤u Bursa, Kayseri ve Adana do¤umlu. Ama dilencilik yapanlar bu kentlerin yerlileri de¤il, aileleri buralara da baflka yerden göç etmifl. ‹stanbul’da en çok dilenci olan yer Fatih. Ard›ndan Eminönü ve Beyo¤lu geliyor. Dilenciler aras›nda hemflehri dayan›flmas› oldu¤unu da söylüyor Parin, Anadolu yakas›na Zonguldakl›lar hâkimmifl örne¤in. Anadolu yakas› dilencilerinin yüzde 26’s› Zonguldakl›ym›fl. Avrupa yakas›ndaki Zonguldakl› dilenci oran› ise sadece yüzde 3. Üç y›ldan fazla dilencilik yapanlar “dilencilik sizi utand›r›yor mu” ve “ifl bulsan›z dilencili¤i b›rak›r m›s›n›z” sorular›na “hay›r” yan›t› veriyormufl. Sonlara yaklafl›l›rken arka s›ralardaki izleyiciler sempozyumdan iyice kopmufl durumda. Herkes konufluyor, hatta yine üst düzey bir zab›ta (k›zlar›n bacaklar›na bakanlardan biri de¤il, baflkas›) cep telefonuyla konufla konufla salonun ortas›ndan geçerek d›flar› ç›k›yor. Az önce kesiflti¤imiz pembe gömlekli, yan›ndakiyle el kol flakas› yapmakta. Son konuflmac› da sunuflunu tamamlad›ktan sonra kap›ya en önce flaklabanl›k yapanlar koflturuyor. Sempozyum broflüründe “dilencilik konulu karikatür sergisi” diye duyurulan sergi, salonun hemen d›fl›nda. Gezmesi yaklafl›k 30 saniye sürüyor, zira sergi dedikleri, ço¤u eski H›b›r dergilerinden kesilen 10-15 tane dilenci konulu karikatürden ibaret. Çizerlerden karikatürlerin orijinallerini isteme zahmetine bile katlanamam›fllar. Sergi rezaletini de gördükten sonra içeride daha fazla kalman›n anlam› kalm›yor. ‹stanbul Belediyesi’nin yar›m yamalak ifllerinden biriyle
7
daha karfl› karfl›yay›z. Maksat sempozyum olsun, dostlar sempozyumda görsün... ‹nsan dilencilik gibi bir konuda bu kadar yavan bir etkinlik düzenlemeyi nas›l becerebilir, anlamak mümkün de¤il. Kendilerine bir faydas› olmufl mudur, bilinmez, bana tek faydas› “bir cumartesi gününün içine nas›l edilir” sorusunun yan›t›n› almak oldu. – Murat Toklucu
Yükseklik korkusu KADIKÖY– Bugünlerde Kad›köylüleri saran yükseklik korkusu, esas›nda tüm ‹stanbul’da uzun zamand›r görülen bir hastal›k. ‹stanbullular tüylerini diken diken eden bu korkuyla bafllar›n› nereye çevirseler, hayretle ayn› soruyu soruyor: “Bu kuleyi ne zaman diktiler?” Hayret duygusu yerini öfkeye b›rakt›¤›nda ise s›ra ikinci soruya geliyor: “Kim izin verdi buna?” ‹stanbullular›n ruh sa¤l›¤›yla oynayan kulelerin failleri ise eylemler ve davalar›n efllik etti¤i bu hayret ve öfke karfl›s›nda, muhtemelen sadece avuçlar›n› ovuflturuyorlar. ‹mar oyunlar›yla neredeyse s›n›rs›z yap›laflma hakk› tan›nan kentin yöneticileriyse her f›rsatta ‹stanbul’a duyduklar› aflktan dem vuruyor. Bu rant ihtiras›n›n mesken tuttu¤u yerlerden biri de Kad›köy. Kad›köylüler hayret ve dehflet içinde Moda sahilinde yükselen Corner Oteli inflaat›n› izliyor. Daha önce baflka örneklerini gördü¤ümüz gibi, Kad›köy’de de hangi siyasî gelenekten gelirse gelsin, kent yöneticilerinin asl›nda çok da farkl› zihniyette olmad›¤›n› görüyoruz. ‹mar plan› de¤iflikliklerini iyice al›flkanl›k haline getiren AKP’li
Büyükflehir Belediyesi Kad›köy’deki bu icraat› CHP’li ilçe belediyesiyle elele gerçeklefltiriyor. ‹nflaat›n yükselmesi için gereken imar plan› de¤iflikli¤i problemini Büyükflehir Belediyesi çözerken, “muhalif” Kad›köy Belediyesi de bir ç›rp›da ruhsat ifllemlerindeki pürüzleri ortadan kald›r›verdi ve bu dev kütlenin inflaat›na baflland›. Bu kez Corner Oteli ad›n› alan imar usûlsüzlü¤ünün arkas›nda neler var diye bakan merakl›larsa çok iyi bidi¤imiz manzarayla karfl›laflt›k. Yine devlet mülkiyetinde bir arazi, iktidara yak›nl›¤› bilinen bir gruba sat›l›yor. Yine ne tesadüftür ki, bu arazinin sat›fl› sonras›nda imar plan› de¤ifltirilerek de¤eri kat be kat art›r›l›yor ve kamu büyük bir zarara u¤rat›l›yor. “Oha!” deme noktas›na geldi¤imiz bu senaryo da, muhalif belediyenin alan›nda t›k›r t›k›r iflliyor. Formül çok basit: ‹nterbank mülkiyetindeyken TMSF taraf›ndan el konulan arazi, k›sa süre sonra iktidar›n kollad›¤› inflaat flirketlerinden Taflyap›’ya sat›ld›. Taflyap› ald›¤› arazinin imar hakk›n› be¤enmeyerek, bir dedi¤ini iki etmeyen ‹stanbul Büyükflehir Belediyesi’nden imar hakk›n›n de¤ifltirilmesini istedi. Kad›köy Belediyesi ruhsat onay› verdi ve inflaat bafllad›. Bu senaryo t›k›r t›k›r ifllerken, 16 A¤ustos 2006’da ask›ya ç›kar›lan Corner Oteli planlar›na Mimarlar Odas›’ndan itiraz geldi. Sonras›nda ise parsel baz›nda Kad›köy’de verilen en yüksek emsal de¤eri olan 2.07’nin çok üzerinde bir yap›laflma hakk› tan›nan plan, itirazlar dikkate al›nmad›¤› için dava konusu edildi. 1/5000 Naz›m
Kad›köylüler hayret ve dehflet içinde Moda sahilinde yükselen Corner Otel inflaat›n› izliyor. “‹kinci Gökkafes” icraat›n› Büyükflehir’le CHP’li Kad›köy Belediyesi el ele yürütüyor.
‹mar Plan›’n›n iptali ve yürütmenin durdurulmas› istemiyle ‹stanbul Büyükflehir Belediyesi’ne aç›lan davada, ‹dare Mahkemesi taraf›ndan yürütmeyi durdurma talebi reddedilerek itiraza ra¤men inflaat›n devam etmesi sa¤land›. Tart›flmalar›n yafland›¤› ilk günlere geri döndü¤ümüzde, ilginç bir olay göze çarp›yor. O günlerde Taflyap›’n›n Kad›köy’de birçok plan de¤iflikli¤i talep etmesi ve ço¤unu da elde etmesi üzerine, Mimarlar Odas›, fiehir Planc›lar› ve Kad›köy Kent Konseyi üyeleriyle birlikte ziyaret etti¤imiz Kad›köy Belediye Baflkan› Selami Öztürk söz veriyordu bizlere: “Kad›köy’de Taflyap›’n›n ayr›cal›kl› imar hakk› alm›fl hiçbir projesine davalar sonuçlanana kadar izin vermeyece¤iz.” Baflkan 18 Aral›k 2006
tarihinde gazetelere verdi¤i demeçle olay› bütün aç›kl›¤›yla ortaya koyuyordu: “‹lk projede otelin 18 katl› oldu¤unu biliyoruz. O bölgede bu yükseklikte bina yok. Daha sonra yüksekli¤i 12 kata kadar indirdiler. Mimarlar Odas›’n›n yapt›¤› bir itiraz var. Taflyap› bize baflvuruda bulundu, biz de ‹dare Mahkemesi’nin karar›n› bekleyece¤imizi söyledik. Yeflil alan oldu¤u için imar vermiyoruz. O arazide üç emsalden afla¤›ya zaten otel yapamazlar, trafik ve çevreye verece¤i etki çok önemli, ayr›ca 810 metre kot fark› var.” Yaklafl›k bir y›l sonra, 23 Temmuz 2007 tarihli gazete haberlerinden ö¤rendi¤imize göre baflkan tavr›n› de¤ifltiriyor ve “mecbur kald›m, ruhsat› verdim” diyordu. “Kamu yarar› ile bölgede yo¤unluk olaca¤› ge-
rekçesiyle” Kad›köy Belediyesi, dava açt›¤› plana karfl›n ald›¤› bir kararla, davalar›n sonuçlanmamas›n› gerekçe göstererek inflaata ruhsat veriyordu. Kad›köylülerse bu imar ya¤mas› karfl›s›nda örgütlü mücadeleye haz›rlan›yor. Türkiye Çevre Koruma ve Yeflillendirme Kurumu’nun (TÜRÇEK) öncülü¤ünü yapt›¤› Moda Sahiline Hançer ‹mar Ya¤mas› Dev Corner Otele Hay›r Platformu çal›flmalar›na bafllad›. ‹stanbul, y›llard›r kurtulamad›¤› Park Otel’e tam karfl›dan bakan yeni bir ucubeyle mi karfl› karfl›ya kalacak yoksa? – Tayfun Kahraman
Can pazar›, siyaset meydan› ADAPAZARI– 17 A¤ustos depreminde en çok can› yanan flehirlerimizden biriydi Adapazar›. fiehrin yanl›fl bir yere kuruldu¤u, mevcut merkezin bulundu¤u alan›n çevresindeki tepeciklere kurulmas› gerekirken tar›m için bereketli, konut için ölümcül bir zemin üzerinde yükseldi¤i, bu yüzden o bereketli tar›m topraklar›n›n binalar› bir batakl›k gibi yutuverdi¤i söylendi. Depremle flehir nas›lsa yerle bir olmufltu, yeniden yap›labilirdi. Adapazar›’n›n yan›bafl›na hakikaten yeni bir flehir yap›ld›, ama manzara gösteriyor ki, Adapazar› yeniden yap›lm›fl olmad›... 1999 depreminden sonra yeni yerleflim bölgesi olarak belirlenen mevcut Adapazar›’n›n kuzeyindeki Karaman, Camili, Korucuk mahalleleri önce geçici deprem konutlar› için mahal olarak belirlendi. 2001 y›l›ndan sonra ise TOK‹’nin önayak olmas›yla burada yaklafl›k 10 bin konut üretildi. Adapazar›’ndaki devlet dairelerinin de bölgeye tafl›nmas› planlan›yordu. Bunun için de giriflimler ve inflaatlar bafllad›. Ne var ki, aradan yedi sene geçti. Adapazarl›lar depremin hemen ard›ndan önce etraftaki köylere ve h›zla villalaflan Adapazar› çevresindeki yeni mahallelere tafl›nd›lar. Bu arada bina molozlar› kald›r›ld›, ço¤unlu¤u otopark ya da park alan› haline getirildi. Yerlerine yeni bina yap›lmas› mümkün de¤ildi. Ancak flehrin merkezine 20 km uzakl›ktaki yaln›zca toplu
konutlardan müteflekkil alan, bir türlü çekim merkezi haline getirilemedi. Adapazarl›lara soracak olursan›z, bunun birkaç nedeni var. ‹lki, iflyerlerinin Adapazar›’n›n eski merkezinde kalmas› ve insanlar›n ifllerine 20 km yolu kaymak gibi asfalt›n üzerinden geçerek bile olsa gitmek istememeleri. ‹kinci neden ise, Adapazar› gibi orta büyüklükte bir flehir için gereken sosyal olanaklar›n bile Yenikent’te bulunmamas›. Devlet dairelerinin tafl›naca¤› kompleksin tamamlanmam›fl olmas› da bir baflka sebep... Böylece Yenikent, 10 bin konutluk yar›-hayalet bir bölgeye dönüfltü. Bu durumun nedenleri s›k s›k yerel bas›nda da tart›fl›l›yor. Örne¤in Demokrat Parti ‹l Baflkan› Mehmet Mang›ro¤lu, nüfusu bu haliyle bile 100 bini bulan Yenikent’te hiçbir sosyal altyap› olmamas›n› elefltiriyor. “‹nsanlar d›flar›ya ç›kt›klar›nda sosyal faaliyet s›k›nt›s› çekiyor” diyen Mang›ro¤lu, mevcut flehir yönetiminin ›srarla bu sorunu görmezden geldi¤ini söylüyor. Bu haliyle Yenikent, eski komfluluk iliflkilerinin b›rak›l›p nizamî bir hayat tarz›na geçilmesiyle ortaya ç›kacak “toplu konut modeli”nin tamamlanm›fl bir modelini sunuyor. Ne al›flverifl merkezi, ne g›c›r g›c›r yollar ve binalar, ne de propagandas› yap›lan güvenli ve düzenli konutlar “ev alma, komflu al” ö¤retisinin yerini tutmuyor. Ama Yenikent’in özellikle yak›n köylere büyükçe bir kaz›¤› oldu¤u da aflikâr. Bu durum yaln›zca kentsel de¤il, k›rsal politikalar› da yak›ndan ilgilendiriyor. Bir kere Adapazar› büyükflehir ilan edildi¤i için özellikle tar›msal desteklerin sahip olunan toprak büyüklü¤üne ba¤land›¤› geçmifl dönemde üretim deste¤i alamayan üreticiler hayvanc›l›k gelirlerinden de mahrum b›rak›lm›fl oldu. Zira yasal düzenlemeler büyükflehirlerde hayvanc›l›k yap›lmas›n› engelliyordu. Yenikent Adapazar› merkezine alternatif bir ekonomi de üretemedi¤i için bu köyler yoksullaflmak durumunda kald›lar. 2002 öncesinde dilediklerince flekerpancar› üretebilen ve bu sayede en az›ndan bir üründe garantili gelir sahibi olan
Adapazarl› çiftçiler de, depremden sonra Adapazar› fieker Fabrikas›’n›n tamiri uzun sürdü¤ü, üstelik bir de kota s›n›rlamas› geldi¤i için bu ürünün sa¤lad›¤› avantajdan da mahrum kalm›fl oldular. fieker fabrikas›n›n tamir edilmesi için gereken 6.5 trilyon liral›k ödene¤in ayr›lmad›¤› üç y›l boyunca fabrika bölgedeki flekerpancar›n› toplay›p çevre fabrikalara göndermek durumunda kald› ve 1999-2002 y›llar› boyunca 12 trilyon lira zarara u¤rad›. Daha sonra fabrika, Devlet Planlama Teflkilât› taraf›ndan zarar etti¤i için kapat›lmas› gereken fabrikalar listesine al›nd›. Bu evrede Pankobirlik’in devreye girmesiyle özellefltirildi ve 2006 y›l›nda yeniden çal›flmaya bafllad›. Ne var ki, bu defa da kotalar nedeniyle tam kapasite çal›flacak kadar pancar al›m› yapamad›. Kotalar art›r›ld›¤› zaman ise üretici pancara küsmüfltü, yine gereken pancar al›namad›¤›ndan Adapazar› fieker Fabrikas› çevre illerden fleker pancar› toplamak istedi. Ancak fieker Kurulu’nun “her fabrika ancak kendi hinterland›ndan al›m yapabilir” mealindeki karar› nedeniyle bu al›m da durduruldu. Dolay›s›yla Adapazar›’n›n hem tar›m hem de endüstri anlam›nda çok önemli bir kayna¤› kurutulmufl oldu. Depremin Adapazar›’na verdi¤i “sürdürülebilir zarar” bununla da kalmad›. Elbette bütün binalar y›k›lmam›fl, kimileri de çeflitli derecelerde hasarlarla kurtulmay› baflarm›flt›. Depremden sonra Adapazar›’nda 18 bin orta derecede hasarl› bina oldu¤u tespit edilmiflti. Daha sonraki haberlere göre ise, bu binalardan ancak küçük bir bölümü onar›labildi. Geriye kalanlar y›k›lmak yerine aç›kças› tuhaf bir biçimde de¤erlendirilmeye baflland›. Deprem flokunu en a¤›r flekilde yaflayan Adapazarl›lar›n büyükçe bir bölümü, yeni yap›lan villakentlere ya da yak›n köylere tafl›nd›. Merkezdeki hasarl› binalar› ise s›valar›n› yenileyip cilalayarak ö¤rencilere kiraya vermeye bafllad›lar. Adapazar›’nda 46 bin üniversite ö¤rencisi yafl›yor, Sakarya Üniversitesi ise yaln›zca 3 bin 700 ö¤renciye yurt ola-
na¤› sa¤layabiliyor. Geri kalan ö¤rencilerin özel yurtlarda ve kiralad›klar› ö¤renci evlerinde bar›nmalar› gerekiyor. 1999 depremine kadar çeflitli nedenlerle üniversite ö¤rencilerini flehirde bar›nd›rmaktan çok da hofllanmayan, hatta “gelen ö¤renciyi de kendine benzetmekle” övünen Adapazarl›lar›n, depremden sonra hasarl› evlerini ö¤rencilere açarak kendi yaralar›n› sarmakta hiçbir sak›nca görmedikleri anlafl›l›yor. Sakarya Üniversitesi’nin de bu konuya yeterince önem vermedi¤i görülüyor. Marmara’da her an meydana gelebilecek bir depremden kendi çocuklar›n› koruyabilmek için Adapazar›’n› adeta ikiye-üçe katlayacak imar yat›r›m› yapan mülk sahiplerinin, d›flar›dan gelen ö¤rencileri bu giriflimlerini finanse edecek kurbanlar olarak görmeleri ne belediyeyi ne de di¤er resmî kurumlar› ilgilendirmiyor. Öte yandan, akçal› ifllere hayli duyarl› olan Adapazar› kamuoyu, memleket gündemine bomba gibi düflen iki yolsuzluk öyküsüyle çok yak›ndan ilgileniyor. Bunlardan ilki, imar tadilat› k›ya¤›yla gündeme gelen AKP eski genel baflkan yard›mc›s› ve hâlâ milletvekili olan fiaban Diflli etraf›nda geliflen tart›flmalar, ikincisi ise Deniz Feneri. Adapazar› Merkez Belediyesi’nin AKP’li baflkan› Süleyman Diflli, fiaban Diflli’nin akrabas› ve belediye baflkan› olarak seçilmesinde akrabas›n›n etkisinin bir hayli oldu¤u flehirde gayet iyi biliniyor. Sakarya Yeni Haber gazetesinin yazarlar›ndan Mustafa Topkara, Diflli tart›flmas›n›n ayyuka ç›kt›¤› günlerdeki yaz›lar›yla Adapazar›’nda yerel siyasetin eskisi gibi olmayaca¤›n› söylüyor. Gerek AKP Genel Merkezi’nin, gerekse Adapazar› parti yönetiminin fiaban Diflli’yi koruyup kollayan aç›klamalar›, hatta yerel bas›na verdikleri gazete ilanlar› nedeniyle AKP’nin “akl›¤›n›n” flüphe götürmeye bafllad›¤›n› umut ediyor Topkara. fiaban Diflli’nin ard›ndan, Geyve Millî E¤itim Müdürlü¤ü’ne atanan a¤abeyi Alaattin Diflli hakk›nda da yolsuzluk iddialar›n›n ortaya at›lmas› Adapazar›’nda AKP’yi bir hayli zorlayaca¤a benziyor. Millî E¤itim Müdürlü¤ü görevini vekâleten yürüten Alaattin Diflli’nin ek ders ücreti ve kendisine tahsis edilen yollukla ilgili yapt›¤› iddia edilen yolsuzlu¤un boyutu, fiaban Diflli’ninkiyle karfl›laflt›r›ld›¤›nda devede kulak kalsa da, AKP’nin yerel siyasetinde mide buland›racak nok-
10
talar›n didik didik edilmeye baflland›¤›n›n göstergesi. fiaban Diflli’nin Ramazan boyunca Adapazar›’ndaki iftarlara, istifa etti¤i halde “AKP Genel Baflkan Yard›mc›s›” s›fat›yla kat›lmas›n›n yerel gazetelerin gözünden kaçmamas› da AKP’nin bu konuyu pek ciddiye almad›¤›n› gösteriyor. Adapazar›’n› yak›ndan ilgilendiren bir baflka akçal› gündemse Deniz Feneri. Derne¤in en çok destek ald›¤› yerlerden birinin Adapazar› olmas›n›, flehrin tarihsel muhafazakârl›¤›yla aç›klamak mümkün. Çokça yoksulun bulunmad›¤›, ‹stanbul’a yak›nl›¤› ve bereketli topraklar› itibariyle memleketin en müreffeh illerinden biri say›labilecek Adapazar›, özellikle dindar kesimlere yak›n yard›m derneklerinin bafll›ca besi kaynaklar›ndan biri. Ancak Deniz Feneri’ne iliflkin olarak Almanya’da aç›lan dava ve sonras›nda Türkiye’ye ulaflan kokular, flehir sakinlerinin Ramazan olmas›na ra¤men fitre ve zekâtlar›n› derne¤e vermekten imtina etmelerine sebep oluyor. Kocaeli Fuar›’nda açt›klar› yard›m stand›nda bir bas›n toplant›s› düzenleyen Deniz Feneri Derne¤i Kocaeli Koordinatörü Erdal Bal, “Almanya’daki Deniz Feneri’yle hiçbir ba¤lant›m›z yok, sadece isim benzerli¤i var. Ç›kan haberler kurumumuza yard›mlar› da olumsuz yönde etkiliyor. ‹nsanlar›n kurumumuza bak›fl aç›lar› ve yard›m etme konular›nda azalma var” diyerek hal-i pür melâlini dile getiriyor. – Ayfle Çavdar
‹nsanl›k festivali PAR‹S– Fête de l’Humanité, Frans›z Komünist Partisi’nin gazetesi Humanité’nin deste¤iyle gerçeklefltirdi¤i, dünya komünistlerinin bulufltu¤u, e¤lenceli bir festival. 500 bine yak›n kat›l›mc›n›n ve elli toplumsal grubun bulufltu¤u l’Huma, 450
farkl› stand›n sundu¤u imkânlarla, 12-13-14 Eylül günlerinde baflka bir dünyan›n mümkün olabilece¤ini kan›tlar gibiydi... Festivalin iki ana temas› vard›: Kal›c› ve yaflanabilir bir dünya (çevre sorunlar›, açl›k, kapitalizmin duyars›zl›¤› gibi bafll›klarla) ve dayan›flmac› bir ekonomi (kitlesel tüketimler, üretim biçimleri, çal›flma flartlar›, mevcut da¤›t›m a¤lar›na alternatifler gibi konularla beraber)... Kapitalizmin insan onurunu ve dünyan›n gelece¤ini hiçe saymas› karfl›s›nda, bir sürü yafll›, genç, çocuk, solun yöntemlerini daha güçlü k›lmak için tart›flt›lar, tabii bir yandan da e¤lenerek. Festivalin büyük salonlar› çeflitli tart›flma bafll›klar›yla doluydu: 160 y›ldan sonra komünizmi günümüzde nas›l düflünmeli, kay›td›fl› iflçilerle dayan›flma, suyun azalmas›na karfl› uluslararas› çareler, enerji bunal›m› ve çevre kirlili¤i, Sarkozy’nin d›fllay›c› politikalar›... Festivalin amac›, ne yap›yorsak beraber yapmak, bu beraberli¤i de küresel k›lmak. Ama yereli de unutmamak. Festival alan› köylere ayr›lm›fl: Yöresel müzik ve yemeklerin bulufltu¤u Dünya Köyü, her sese kulak veren, her kültürden kitab›n bulundu¤u Okuma Köyü ve bu sene eklenen Meslek Köyü –bu köyde, bir yandan yeni ifl alanlar›n› ve meslekleri keflfetmenin, bir yandan da yeni iliflkiler kurman›n imkânlar› sunuluyor. Fête de l’Huma’ya gitmek için Paris merkezinin biraz d›fl›na ç›kmak yeterli. Yedi numaral› metrodan iner inmez duvarlara yap›flt›r›lm›fl ilanlarla karfl›lafl›yorsunuz zaten. Oklar sizi ne yapt›¤›n›z› biliyormuflsunuz havas›na sokuyor, di¤er kat›l›mc›larla kolayl›kla bir kalabal›k oluflturabiliyorsunuz. Kimi yan›nda çad›r›yla gelmifl, kimiyse yaln›z bafl›na ya da efliyle, arkadafl›yla. Her tipten insan var, yediden yetmifle, a’dan z’ye...
Tarihe malolmufl flahsiyetlerin adlar›n›n verilid¤i sokaklar festival alan›na serpilmifl, kayboldu¤unuzda “ben Mandela’day›m” diyebiliyorsunuz mesela. Ana sahneye gitmek için savafl karfl›t› sosyalist Paul Vaillant-Couturier soka¤›ndan geçmek gerekiyor. Biraz ileride 1927’de idam edilen anarflist ‹talyan ikili Sacco ve Vanzetti soka¤›na rastl›yorsunuz. Guy Moquet, 1941’de Vichy Hükümeti zaman›nda kendisiyle birlikte öldürülen 42 komünist genci de anmak için kurulan standlarla beraber kendi soka¤›nda. Sonra Louis Aragon, Elsa Triolet, Ad›yaman do¤umlu Ermeni komünist Misak Manouchian... Festival alan›n›n biraz ilerisi kampç›lara ayr›lm›fl, gençler de buraya kurulmufl. Bin çeflit insan gitarlarla, kemanlarla, vurmal›larla birbirine efllik ediyor yürürken, kalkarken, dururken. Bir taraftan bir flark› bafllamayadursun, herkes bir anda kat›l›yor. Ne dediklerini anlamak güç, ama “revolution” s›k s›k seçilebilen kelimelerden… Festivalin son günü FKP baflkan› Marie-George Buffet ana sahnede umut dolu sözlerle “direnifle devam” diyor. Ve tüm hoparlörlerden “Enternasyonal” çalmaya bafll›yor, herkes bir a¤›zdan söylüyor... Müzikten bahsetmesek olmaz: Daha ilk gün çad›rlar yeni kurulurken Dub Incorporation ç›k›yor sahneye, öncesinde de Femi Kuti ilk saatlerin gazab›na u¤ruyor. NERD için genifl bir kitle haz›r bekliyor, Tiken Jah Fakoly festivalin ilk gecesini coflkuyla kapat›yor... Cumartesi konserleri erken bafll›yor: Alain Bashung, Babyshambles, Supertramp’in sesi Roger Hodgson... Cali önce eller üstünde bir tur at›yor, sonra kalabal›k aras›ndan sahneye ç›kmay› baflarm›fl bir k›z› yere yat›r›p k›z›n üstünde flark› söylüyor, en romantik anlar›ym›fl gibi... Yan sahne ise alternatiflerin mekân›: Rap dünyas›n›n devrimci ismi Kery James beklenen isimdi, teatral grup Moriarty ve François Béranger flark›lar› en çok ilgi çekenler oldu. Spoke Orkestra, Casey, Les Plasticines, Bibi Tanga ise di¤er isimlerden baz›lar›. Dönüfl yolunda ay bizi kendi yörüngesine sokuyor, biz de pefline tak›l›yoruz. Sokaklar iyice çöplenmifl, stantlardakiler de ellerinde kalan ürünleri ziyan olmas›n diye gelip geçene veriyor. Benim de güzel hat›r›ma bir fleftali düflüyor, afiyetle... – Yasemin Ak›nc›
ÇA⁄RI MERKEZ‹ ÇALIfiANLARI ÖRGÜTLEN‹YOR: GERÇE⁄E ÇA⁄RI
Hayalet tipi örgütlenme Liberallere bak›l›rsa iflçi s›n›f› diye bir fley kalmad›. Oysa, tüm toplum fabrikalafl›rken iflçileflenlerin say›s› art›yor. Geç kapitalizmin iflçi imgesi, bafl›nda baret, elinde kazmas›yla bir maden iflçisi de¤il, kula¤›nda kulakl›k, elinde klavyesiyle bir ça¤r› merkezi çal›flan› belki de. ‹flçili¤in temel karakterini esnek, geçici, güvencesiz çal›flt›r›lanlar oluflturuyor. Prekarya, yani sa¤lam bir ifle sahip olmayan yeni kentsel proletarya art›k marjinal bir kategori de¤il. Sendikalar›n örgütlenme yöntemleriyse prekaryay› örgütlemede yetersiz kal›yor. Birbiriyle iliflkisi kopar›lan ve çok heterojen olan bu yeni iflçi kesimi nas›l örgütlenebilir, nas›l harekete geçebilir gibi sorulara cevap aramak için teybimizi örgütlenen ça¤r› merkezi çal›flanlar›na tuttuk... Ça¤r› merkezinde çal›flmak nas›l bir ifl? Erdem: Banka, telekomünikasyon, sigorta, ulafl›m flirketlerinin kendi bünyelerinde ya da tafleron vas›tas›yla d›flar›dan hizmet verdikleri yerler, ça¤r› merkezleri. Sektörde 30 bini aflk›n çal›flan var. Ço¤unlukla e¤itim düzeyi yüksek genç insanlar›n çal›flt›¤› bir alan. ‹nflaat mühendisinden konservatuar ö¤rencisine kadar genifl yelpazede niteliklere sahip insanlar çal›fl›yor. Ben Uluslararas› ‹liflkiler’i bitirdikten sonra Garanti Bankas› ça¤r› merkezinde çal›flmaya bafllad›m, telefonda sat›fl yapt›m. ‹fl yo¤unlu¤u ve bask› a¤›r geldi¤i için yeni bir ifl bulmadan istifa ederek ç›kt›m. ‹fl yo¤unlu¤u nas›l, günde kaç saat çal›fl›l›yor? Cahit: Yar› zamanl› çal›flan da var, tam zamanl› çal›flan da. Biz üçümüz de tam zamanl› çal›fl›yorduk. Günde sekiz saat çal›fl›yorsun. Yo¤unlu¤u gösteren ça¤r› seviyeleri var. Göstergeler kudurdu¤unda molalar›m›z yalan oluyor. Sorun, az çal›flanla çok ça¤r› alma h›rs›. Aral›ks›z üç saat ça¤r› almak zorunda kald›¤›m›z zamanlar oluyordu. Üç saat
12
boyunca durmadan konufl, dert anlat. Bo¤az›n a¤r›yor, beynin a¤r›yor. Molalar› da k›s›yorlar. Sigara bile içemiyoruz. Sigara içmek zaten ayr› bir dert. Gaz odas› gibi bir yere t›k›l›p alelacele içiyorsun sigaran›. ‹fli b›rakmam›n üzerinden epey zaman geçti, ama al›flkanl›k oldu bende, yeme¤imi h›zl› yiyorum, çay›m› h›zl› içiyorum, sigaram› üç nefeste bitiriyorum. Ücretlendirme nas›l? Erdem: K›dem tazminat›ndan k›smak için sabit ücreti düflük tutuyorlar. fiu anda ortalama 700 lira civar›. Belli aral›klarla da performans›na göre prim al›yorsun. O da ortalama ayl›k 850-900’e tekabül ediyor. Ama bunun tafleronu var. Tafleronun tafleronu var. Oralarda ücretler daha da düflük. Sigortay› eksik yat›ran, geciktiren ufak tefek ça¤r› merkezleri var. Firma tafleronlaflt›kça, güvence ortadan kalk›yor, çal›flma saatleri iflçinin aleyhine dönüyor. Mesela, Turkcell’in tafleronu Global. CMC de Global’in tafleronlu¤unu yap›yor. Yani CMC tafleronun tafleronu. Oradaki uygulama flöyle: CMC’de çal›flanlar›n sa-
Günde 150 ça¤r› almak herkesin yapabilece¤i bir ifl de¤il. Mevcut ifl kanunu bu tempoda çal›flma için tasarlanmam›fl. ‹nsanî bir tempoda, sekiz saat çal›flma kabul edilebilir, ama çay-sigara molas›nda, tuvalette kaybetti¤in saniyelerin hesab›n›n yap›ld›¤› bir sekiz saat insanî s›n›rlar› zorluyor.
bit maafl› yok. Ücret, ayl›k toplam çal›flma süresine göre belirleniyor. Bir hafta çal›flt›r›p ikinci hafta çal›flt›rmama ihtimali var. ‹fl güvencesinden söz etmek mümkün de¤il. Seher: Biz iflin hep de olumsuz taraflar›ndan bahsetmeyelim diye iyi örnek olarak THY’yi gösterirdik, onun da durumu mu¤lak. fiimdilerde yönetim THY ça¤r› merkezini tafleronlaflt›rmaya u¤rafl›yor. Erdem: Ama en kurumsal yerde bile, ifl çok y›prat›c›. Günde 150 ça¤r› almak herkesin yapabilece¤i bir ifl de¤il. Bu yo¤unluk meslek hastal›klar›na yol aç›yor. Mevcut ifl kanunu bu tempoda çal›flma için tasarlanmam›fl. Mesai süresi sekiz saat denmifl. ‹nsanî bir tempoda, sekiz saat çal›flma kabul edilebilir, ama çay-sigara molas›nda, tuvalette kaybetti¤in saniyelerin hesab›n›n yap›ld›¤› bir sekiz saat insanî s›n›rlar› zorluyor. Mevcut yasaya uyarak da ifli çal›fl›lmayacak derecede y›prat›c› hale sokabiliyorlar. Çal›flma süresini 10 saate ç›kartam›yorlar belki ama, sekiz saatte “verimlili¤i” insanî olmayan flekilde zorluyorlar. Cahit: Ça¤r› merkezi iflletmeleri de bu saçmal›¤›n fark›nda. ‹flçinin verimli çal›flma ömrünün iki-üç sene, en iyi ihtimalle dört sene olaca¤›n› öngörüyorlar. Çünkü onlar da biliyor, dört seneden sonra zemberek atar, iflçi depresyona girer, ses telleri iflas eder. Dolay›s›yla, ça¤r› merkezlerinin iflçilerinde arad›¤› vas›f tecrübe de¤il, sab›r. Seher: Ben ilk ifle girdi¤imde bana e¤itim veren kad›n telefonlarda çok sinirli konufluyordu, görüflmelerden sonra telefonu atarcas›na kapat›yordu. Yapt›¤› görüflmede o kadar da agresyon yükselten bir fley olmad›¤›n› düflünmüfltüm. ‹fle ilk girdi¤imdeki bu yarg› zamanla de¤iflti. Ben de onun gibi oldum.
Telefonlar› sinirle aç›p daha büyük bir sinirle kapatmaya bafllad›m. Ne kadar süre e¤itim ald›n? Seher: Bize bir ay bankac›l›k e¤itimi verdiler. Özel bir flirket tutuyorlar bu ifl için. ‹ki saat çay, kahve, geyik, ondan sonra “banka flöyledir, böyledir” dediler. Tabii bir fley ö¤renmedik, “her fleyi iflbafl›nda ö¤reneceksiniz” dediler. ‹nan›lmaz bir yo¤unlu¤un içine b›rakt›lar. Kendi kendime, denizde bo¤ula bo¤ula yüzmeyi ö¤rendim. Tabii birçok hata yapt›m; dolay›s›yla, müflterilerden bir ton hakaret yedim. ‹flin garibi, karfl›daki müflteri bizi flirketle özdefllefltiriyor, Garanti Bankas›’n›n dile gelip konufltu¤unu zannediyor. Bu arada adam›n paras›n› A tipi fondan B tipi bilmem neye geçirirken tak bir hata! Bu sefer de maafltan m› gidecek, primi mi kesecekler, onun derdine düflüyorsun. Bir denetim mekanizmas› da var herhalde, bunu nas›l sa¤l›yorlar? Seher: On kiflinin bafl›nda bir tak›m lideri oluyor. Tak›m liderinin ifli gücü seninle u¤raflmak. “Neden moladas›n, sat›fllar›n niye düfltü, script’leri do¤ru kullan” falan filan. Tabii bir de ça¤r›lar›n› dinleyip primini belirliyorlar. Ücretle terbiye ediyorlar yani. Öte yandan, denetleme iflini abartanlar, fantastik ifllere giriflenler de var. TTNET’te kullan›lan yeni bir sistem var mesela, tam komedi. Çiflin geliyor, sisteme bildiriyorsun. Sistem de izin verip çifle yolluyor seni. Molalar› sistem düzenliyor. ‹stedi¤in arkadafl›nla molaya ç›k›p iki laf edemiyorsun. Bir araya gelememek, örgütlenmenin de önünü t›k›yor. Cahit: Bu mekanizmalar› tasarlayanlar sadece iflçileri daha çok çal›flt›rmay› de¤il, bir araya geliflleri de önlemeyi hedefliyor. Ayn› dertten mustarip 500 kiflinin, ortak dertlerinden habersiz, her gün ifle gelip gitmesi isteniyor. Ama sistemdeki gediklerden itinayla s›zmaya bak›yoruz. Halbuki bu yeni çal›flma biçimlerinin fabrika sistemine göre daha rahat, daha özgürlükçü oldu¤u söyleniyor... Erdem: Fabrika sistemine göre daha da ac›mas›z. Ayn› iflyerinde çal›flan, ama birbirinden haberdar olmayan bir dolu arkadafl›m›z var. Toplant›lar›m›zda ta-
n›fl›p “ayn› vardiyada çal›fl›yormufluz” diyebiliyorlar. Ald›¤›m›z bir karar gere¤i, iflyerine gidince yine unutuyorlar birbirlerini. Görünen o ki, bir süre daha unutmak durumundalar. Ça¤r› merkezlerinin kanunsuzlu¤undan dolay› iliflkilerimizi gizlemek zorunday›z. Ça¤r› merkezinde, hayalet olarak dolaflmak durumunday›z. Cahit: Yaflanm›fl örnekler var. Yap› Kredi ça¤r› merkezinde çal›flan bir arkadafl›m›zla, Koçbank’la birleflme sürecine dair bir söylefli yapm›flt›k. Banka yönetimi terör estirdi. ‹nsanlar› odalara ça¤›r›p “bu röportaj› kim yapt›”, “kurum içi bilgileri s›zd›ranlar hakk›nda yasal ifllem yapaca¤›z” diye tehditler savurdular. Bu konuda büyük ça¤r› merkezlerinin eli çok güçlü. ‹flten ç›karma tehdidi cepte zaten, bunun yan›nda “iyi referans vermem” tehdidi de etkili oluyor. Seher: En s›k baflvurduklar› yöntem zorla istifa ettirmek. ‹stifa ettirmeyi beceremeseler bile, tazminat›n› vermemek için k›rk takla at›yorlar. Sonuçta, flirketle çal›flan aras›nda eflit bir iliflki yok. fiirket dava açmaktan çekinmiyor, maafll› avukatlar› var. Ama iflçi aç›s›ndan hukukî mücadele yürütmek, mahkemelere gidip gelmek, avukatlarla u¤raflmak kolay de¤il. Erdem: Yeri geliyor, patronlar iflçinin üstüne yürüyor, korkutuyor. ‹flçi bunun karfl›s›nda ne yapabilir? ‹fl hayat›na yeni girmiflsin, kariyer vaat edilmifl, yaflamak için paraya ihtiyac›n var... Birçok insan kendini tamamen teslim ediyor. Cahit: Temel sorun flu: ‹flçinin haklar›n› ö¤renece¤i tek kaynak, bu konuda ç›kar›n›n taban tabana z›t oldu¤u iflveren. ‹nternet sitemizle k›rmaya çal›flt›¤›m›z fleylerden biri de bu: Ça¤r› merkezi çal›flanlar›n›n haklar›n› ö¤renmelerini ve aramalar›n› sa¤layacak bir çal›flma kültürü oluflturmaya çal›fl›yoruz. Böyle bir örgütlenmeye gitmeye nas›l karar verdiniz? Erdem: Ça¤r› merkezi çal›flanlar›, harçl›k gibi ücretlerle ve inan›lmaz yo¤un çal›fl›yorlar. Kariyer yalanlar› bir yere kadar avutuyor. Ama buna ra¤men, THY ve Türk Telekom gibi sendikal bir geçmifli olan birkaç iflyeri hariç, ne sen-
‹flçinin verimli çal›flma ömrünün iki-üç sene, en iyi ihtimalle dört sene olaca¤›n› öngörüyorlar. Çünkü onlar da biliyor, dört seneden sonra zemberek atar, iflçi depresyona girer, ses telleri iflas eder. Dolay›s›yla, ça¤r› merkezlerinin iflçilerinde arad›¤› vas›f tecrübe de¤il, sab›r.
TAR‹HSEL B‹R DÖNÜfiÜM: PROLETARYA VE PREKARYA
Freelance bir kuflak izler, neoliberalizmin üretti¤i yeni iflgücüyüz” Chainworkers sendikas›ndan Alex Foti. Modern sanayi kapitalizmi için proletarya ne demekse, bugünün post-endüstriyel toplumlar› için de prekarya o demek. Bizler, kasiyerler, market çal›flanlar›, kargo elemanlar›, kuryeler, pizza da¤›t›c›lar›, bilgisayar programc›lar›, grafik tasar›mc›lar, metin yazarlar›... Geçici, düzensiz, güvencesiz ifllerde tam zamanl›, yar› zamanl›, freelance çal›flan koca bir kuflak. Babalar›n›n, analar›n›n sosyal güvenceli, düzenli, istikrarl› ifllerini rüyalar›nda bile göremeyecek, üstelik böyle bir fleyi hayal de etmeyen, ifl güvencesinden ve istikrardan yoksun, kendisini neyin bekledi¤ini bilemeden 7/24 çal›flanlar. Bu yeni s›n›f›n üyeleri, yaflamlar›n› kuflatan, va-
“B diyordu
rolufllar›n› s›n›rlayan güvensizli¤e karfl› ç›kmak, bunu yaparken de büyükleri gibi tüm ömürlerini çal›flarak geçirmeyeceklerini hayk›rmak için ‹talya ve ‹spanya’da örgütlenmeye bafllad›lar. Bu ilk örgütlenme faaliyetleri p›trak gibi k›tan›n dört bir yan›na yay›lmakta gecikmedi. Yafll› k›tan›n büyük ço¤unlu¤u için art›k anlam›n› ve canl›l›¤›n› büyük ölçüde yitirmifl olan 1 May›s gününü tüm Avrupa’da ortaklafla ve ayn› talepler ve hayk›r›fllar etraf›nda canland›rmak için MayDay örgütlenmesine girifltiler, on binlerce –hatta ‹talya örne¤inde yüz binlerce– genç çal›flan› yeni dünyan›n çal›flma koflullar›na karfl› bir araya getirdiler. Chainworkers’›n etkin oldu¤u Milano’da marketleri iflgal ettiler, mal getirip götüren kamyonlar› engellediler, benzin istasyonlar›n› bloke ettiler. Ati-
dikan›n ne de örgütlü bir karfl› ç›k›fl›n esamesi okunmuyordu. Patronlar›n at koflturdu¤u bir sektördü. Seher: Buna müdahale etmeye karar verdik. Bir araya gelebilirsek memnuniyetsizlik direnifle dönüflebilir diye düflündük. ‹nternet sitesi açt›k (www.gercegecagrimerkezi.org). ‹fle bafllad›¤›m›zda, flirketler iflyerinden girilebilecek siteleri s›n›rland›rm›yordu. Biraz da bizim sayemizde, baflta bizim site olmak üzere birçok siteye girmek art›k mümkün de¤il. Erdem: Projemiz somutland›ktan sonra, di¤er emek örgütleriyle iletiflime geçtik. Ça¤r› merkezleri farkl› ifl kollar›na bölünmüfl durumda. Dolay›s›yla, tek bir sendikada toplanmalar› söz konusu de¤il. Biz de alan›m›z›n kesiflti¤i belli bafll› sendikalarla irtibata geçtik. Bank-Sen’le, Hava-‹fl’le ve k›smen de Sosyal-‹fl’le ortak projeler gelifltirmeye çabal›yoruz. Ça¤r› merkezlerinde bireysel direnifl mekanizmalar› var m›? Kolektif eylemler oldu mu hiç? Erdem: Sitenin aç›lmas›ndan önce de kendili¤inden geliflen, ifl yavafllatma, ifl b›rakma gibi küçük çapl› kolektif direnifller olmufl. Kaytarma, ifle geç gelme gibi günlük direnifller de olabiliyor. Ama bu eylemler örgütlenme, sendikalaflma talepleriyle ortaya ç›kmam›fl. Ça¤r› merkezleri aras›nda koordineli bir örgütlenme çal›flmas› bizimle bafllad›. Cahit: Bizden önce yaflanm›fl hikâyeleri araflt›r›yoruz. Hep avc›lar›n hikâyelerini dinledik, flimdi de aslanlar›n hikâyelerini dinleyelim diyoruz. Çünkü o tarihi bilmezsek, bu alanda etkili bir örgütlenme yürütemeyiz. Ve gizli olarak örgütlendi¤inizi söylüyorsunuz... Cahit: Buna mecburuz. Biz ça¤r› merkezlerinde hayalet gibi dolafl›yoruz. Çal›flanlar›n örgütlenmeyi iflyerinde yapmas› zor. Birlikte çok az zaman geçiriyorlar, disiplin, kontrol, bask› var. Çal›flanlar sitemize girdiklerinde, arkalar›ndaki yetkili onlar› görebiliyor ve bask› kurabiliyor. Bu yüzden gizlilik önemli. Fakat site ve dernekler üzerinden insanlar› bir araya getirmek çok önemli. Sitede haz›rlad›¤›m›z stic-
na’n›n darac›k sokaklar›nda, binlerce motorlu kuryeyle flehir turu att›lar. Pride günlerini an›msatan onlarca araçl›k konvoylar›yla Barselona sokaklar›na yay›ld›lar. Hatta Katolik ‹talya’n›n gönlünü fethetmek için uydurduklar› bir günleri bile var: 29 fiubat Aziz Prekaryo Günü. ‹stanbul da dahil tüm dünya kentlerinin postendüstriyel kapitalizm flebekesinin kritik birer aya¤›na dönüfltü¤ü neoliberal küreselleflme döneminde, prekarya hareketi çal›flma ve hayat aras›ndaki iliflkiye dair çok temel elefltirilerde ve taleplerde bulunuyor. “Her ifle minimum ücret” (Avrupa çap›nda, tüm ifller için asgari 10 avro ücret ödenmesini istiyorlar) ve “flexicurity” (flexibility + security –hayatlar›n›n ve geleceklerinin güvencesiz olmas›na itiraz etseler de, önceki kuflaklar›n y›llar boyu tek bir ifl üzerine kurulu, yeknesak, ifl odakl› yaflam biçimlerine de düflmüyor pek gönülleri) gibi talepleri hayat›m›za usul usul sokuyorlar. – F›rat Genç
13
‹stedi¤in arkadafl›nla molaya ç›k›p iki laf edemiyorsun. Bir araya gelememek örgütlenmenin de önünü t›k›yor. Bu mekanizmalar› tasarlayanlar, bir araya geliflleri de önlemeyi hedefliyor.
g›tlar›n›n yetersiz kald›¤› ortada. Bu alan› örgütleyecek bir yöntem bulmal›y›z. Zor bir soru bu ve bütün aciliyetiyle karfl›m›zda. Cahit: Üniversiteyi yeni bitirmifl, ça¤r› merkezinde ifle giren, iki sene ça¤r› merkezinde çal›fl›p askere gitmeyi planlayan birini düflünün. Sonra bunu binlerle çarp›n. Bu insan› nereye, nas›l örgütleyeceksin? Erdem: Sendikalaflman›n önünde de büyük engel bu. 12 Eylül miras› iflkolunda sendikalaflma k›s›tlamas› ortada. Di¤er taraftan, mevcut sendikalar›n ça¤r› merkezlerinde örgütlenmeye dönük beklentileri yok, sendika iki-üç sene çal›flacak birisini örgütlemeyi tercih etmiyor. Düflük ücretli iflçiden alaca¤› aidat ifline yaramaz. Masrafl› iflçidir, iflten at›l›r hukuk servisini meflgul eder. (gülüyor) Demir-çelik iflçisini ya da bir ö¤retmeni örgütledi¤i zaman al›nan verimle, bir ça¤r› merkezi çal›flan›n› örgütledi¤i zaman alaca¤› verim karfl›lafl-
t›r›lamaz. Bu durumda, e¤er devrimci bir niyet yoksa, örgütlemek için tercih edilecek bir iflçi de¤ildir ça¤r› merkezi iflçisi. Cahit: Bunun yan›nda, iyi bir kariyerin, yani eme¤ini daha iyi koflullarda daha yüksek bir ücrete satman›n ça¤r› merkezi çilesini doldurarak mümkün oldu¤una dair kocaman bir palavra var bafla ç›kmam›z gereken. Erdem: Geçici süre çal›flmaya hep vurgu yap›l›yor: “Geçicisin ya, hakk›n› aramana ne gerek var. Kazan›m sa¤lasan ne olacak ki, zaten bir sene sonra ayr›lacaks›n. Sendikal› oldu¤una, notere verdi¤in paraya yaz›k...” Tamam, sen geçicisin, yolcusun ama, bu iliflkinin di¤er taraf›nda hanc› var. Hanc› ikiüç sene çal›flaca¤› için daha çok sömürülmeye, daha düflük ücrete raz› insanlar› sirküle edip keyfine bak›yor. Cahit: Biz, hanc›n›n yediklerini burnundan getirmek için ça¤r› merkezi çal›flanlar›na “iflçisin sen, iflçi kalacaks›n” diyoruz. Yar›n da baflka bir geçici iflte çal›flacaks›n ve orada da “iki sene nas›l olsa dayan›r›m” diyeceksin. Ça¤r› merkezi çal›flanlar›n›n ortak özellikleri, nitelikleri neler? Cahit: Ça¤r› merkezleri bir üst seviyeye atlamak için ara basamak olarak görülen ya da iflsiz kal›nca k›sa bir dönemi de¤erlendirmek için, askerlik öncesinde çal›flmak için girilen yerler. Bu ifle girip ev sahibi olmak, çoluk çocu¤a kar›flmak mümkün de¤il. Ö¤rencili¤in devam›nda çal›fl›labilir. ‹flveren de bunu biliyor, sab›r efli¤ini, hatta biyolojik efli¤i zorluyor. Erdem: Çal›flanlar iflçi s›fat›n› kendilerine yak›flt›rm›yorlar. Kafalar›nda kazma-kürekli bir iflçi imgesi var. Kendilerini memur gibi görüyorlar. “‹leride arabam olacak, yazl›¤›m olacak” diye düflünüyorlar. Sendikal› bir hayat düflünmüyorlar. Ama en nihayetinde, senin durumun ifl kanunu karfl›s›nda tüm iflçilerle ayn›. Ayn› k›dem tazminat›, ayn› iflten at›lma prosedürün var. Elinde kazma-kürek olan adamla kaderin birleflik.
yeniyol say› 31 Güz 2008 Acil Bir Durum De¤erlendirmesi / E C E H A N B A L T A Fetret döneminde süreklili¤i savunmak / Ö M E R F ‹ K R E T Yeni Dönem, Yeni Mücadeleler, Yeni Parti... / M A S ‹ S K Ü R K Ç Ü G ‹ L “Geçifl süreci”, aflamac›l›k ve siyasetin normalleflmesi / F O T ‹ B E N L ‹ S O Y “Yaklaflan Felaket” ve Ekososyalist Alternatif / S T E F O B E N L ‹ S O Y Kristian Rakovski ve Osmanl› Solu? / M A S ‹ S K Ü R K Ç Ü G ‹ L Anayasal Türkiye / K R ‹ S T ‹ A N R A K O V S K ‹ Türkiye’de Devrim ve Karfl›-Devrim / K R ‹ S T ‹ A N R A K O V S K ‹ Uluslararas› Durum Üzerine Rapor / F R A N Ç O ‹ S S A B A D O Balkanlar'dan Kafkasya'ya ‹stikrars›z Bir Dünya Düzeni / C A T H E R ‹ N E S A M A R Y IV. Enternasyonal'in Kökenleri / F R A N Ç O ‹ S S A B A D O Malmö'nün Ard›ndan / F I R A T G E N Ç SOSYAL‹ST DEMOKRAS‹ ‹Ç‹N YEN‹YOL Adres: Asmal›mescit sok. 16/6 Beyo¤lu-‹stanbul/PK 224 Beyo¤lu/‹stanbul- TEL: 0533 435 40 69
Söylefli: Yasin Kaya - F›rat Genç
ker’lar var. Onlar› tuvaletlere yap›flt›r›yor çal›flanlar, bizler ATM’lere yap›flt›r›yoruz. Kendimize Marx’tan at›fla ça¤r› merkezlerinin hayaletleri diyoruz. Hayalet imgesini kullan›yoruz; gizlilik durumunu kabul edilebilir, hatta belki sevimli hale getirebilir diye düflündük. Bize uyuyor, sonuçta var›z, ama görülmüyoruz, bilinmiyoruz. Sitede “arama eylemi” diye bir eylemden bahsediyorsunuz, nedir bu? Cahit: Çal›flanlara ulaflmak ve iflletmeyi uyarmak için arama eylemleri yap›yoruz. Bir ça¤r› merkezinde hak ihlâli oldu¤unu duydu¤umuzda, bir araya gelip ayn› saatte ankesörlü telefonlardan o ça¤r› merkezini aray›p çal›flanlara olanlar› ve haklar›n› anlat›yoruz. Ça¤r› merkezlerinde bir kural var, müflteri telefonu kapatmadan çal›flan kapatam›yor. Biz derdimizi anlat›yoruz, karfl›daki dinliyor. “Bu konuda size yard›mc› olamayaca¤›m, ifllem yapm›yorsan›z görüflmeyi sonland›ral›m” gibi bir fleyler söylüyor mecburen, çünkü dinleniyor telefon. Çok kifli ararsak hatlar› kilitliyoruz. O zaman yetkililer devreye giriyor. Bir nevi OHAL ilan ediliyor. ‹letiflim kurmam›z›n önüne geçmeye çal›fl›yorlar. Ama en nihayetinde hayaletiz, kap›y› bacay› kapat›yorlar, interneti yasakl›yorlar, yine giriyoruz, yine giriyoruz. Sitenizin kaç üyesi var? Seher: 300’ü aflk›n üyemiz var. Bu 300 kifliden düzenli bilgi ak›fl› yok tabii. Sonuçta, üzerinde konufltu¤umuz fley bir internet sitesi üyeli¤i. Ama, ça¤r› merkezlerinin büyük ço¤unlu¤unda biliniyoruz. Ortalama bir ça¤r› merkezi çal›flan› flunu biliyor: Haks›z yere iflten ç›kart›l›rsam veya iflyeriyle köprüleri y›kacak seviyeye gelirsem, bu siteyle iletiflime geçebilirim. Dört senelik bir çal›flma süresinden bahsediyorsak, iflyeri örgütlenmesinin kadrolar›n› oluflturmak çok zor olsa gerek... Erdem: Bu problem bir günde ortaya ç›kmad›, bir günde çözmemiz de mümkün de¤il. Ama mevcut örgütlenme ay-
SIZINTI DERG‹S‹ 30. YILINDA
Gülen cemaatinin ilk ve en saf halkas› Parmak hesab›na göre, S›z›nt› dergisi 2009’un fiubat ay›nda 30. yafl›n› dolduruyor. Gelgelelim, Fethullah Gülen cemaati 30. y›l kutlamalar›na bafllad› bile. Madem öyle, biz de S›z›nt› tarihi içinde bir gezinelim, “Fethullah nesli”nin harc›na ve malûm zat›n ne menem bir ruh oldu¤una yak›ndan bakal›m. Alt›n nesil, alt›n nesil Gülen senin baht›n nesil (S›z›nt› dergisinden bir fliir) ›z›nt› ad› sizde ne ça¤r›flt›r›yor? Otuz y›ld›r her ay yay›nlanan bu dergiyi hiç bafltan sona okudu¤unuz oldu mu? Bence okuyun. Fethullah Gülen fikriyat›n› ciddiye alan herkes S›z›nt›’y› da önemsemeli. Bu dergiyi herkes Zaman gazetesi eflli¤inde bir apartman efli¤inde illâ ki görmüfltür. 1980 sonras› y›llarda üniversitede okuyanlar S›z›nt›’n›n pek çok okulun koridorlar›nda bol bol da¤›t›ld›¤›n› hat›rl›yorlar. Ben 1980 öncesinde bir üniversite talebesi olarak hiç karfl›laflmad›¤›m bu dergiyi, ilk olarak 12 Eylül sonras›nda Mamak cezaevinde paralanan a¤z›m› tedaviye gitti¤im bir diflçinin bekleme salonunda gördü¤ümü ve bir tür parapsikoloji dergisi sand›¤›m› çok iyi hat›rl›yorum. S›z›nt›’n›n bir yeni-Nurcu tarikat›n yay›n organ› oldu¤unu birkaç y›l sonra ö¤renmifltim. Bu yeni tarikata, Fethullah Gülen’in ismiyle an›lan bu organizasyona ne isim verilmesi gerekti¤i, nas›l tan›mlanaca¤› sosyolojik bir soru. Gülen organizasyonu, dinî-malî-politik bir organizasyon olarak ve ö¤retileri itibariyle en çok ABD’de benzerleri bulunan bir tarikat. Bu yar› gizli organizasyona hemen herkes, bazen savc›lar da dahil olmak üzere “Fethullahç›” diyor. Ve bence bu isim onlara çok yak›fl›yor. 1970 sonlar›nda, 12 Nurcu-‹slâmc› erke¤in Gülen’in liderli¤inde kurduklar› “fley” bugünden bak›nca en çok bir örgüte benzer. ‘80 sonras› yükselen dinci-gerici fikir dalgas› içinde Gülen mayas› tutacak ve 1990’lara gelindi¤inde bu “fley” Türkiye’nin Nakflibendilerle birlikte an›lan ve de klasik Nurcu cemaatiyle yar›flan en büyük dinci topluluklar›ndan biri olarak bafl›n› suyun üstüne ç›karacakt›r. Medyada Gülen ad› ünlü siyasîlerle birlikte an›lmaya bafllayacakt›r. Gülen, kendi yazd›¤› biyografisinde, 12 Eylül 1980’den bir hafta önce, vaaz verdi¤i camiye onu dinlemeye Turgut Özal’›n geldi¤ini, sonra da baflbafla konufltuklar›n› anlat›r. Gülen, 1951 Erzurum do¤umlu bir imam o¤ludur. Hep Nurcular ve ‹lim Yayma Cemiyeti ortamlar›nda bulunmufltur. Lideri oldu¤u cemaat-örgüt belli bir konjonktürde Ecevit’i bile destekleyecek, ama partileflme misyonunun lideri Erbakan’› hiçbir zaman desteklemeyecek, 28 fiubat’ta onlar› satacakt›r. Fethullahç›lar 1980’ler boyunca fikren ve malî olarak çok ilerler, “küçük hay›rlarla büyük finanslar elde etmeyi” baflar›rlar. Bugün flirketlerinin zenginli¤i mil-
S
16
yarlarca dolarla ölçülen, Türkiye’de en fazla dershane ve çok say›da okul sahibi olan bu organizasyonun bankalar›, sigorta flirketleri var. 1990’larda patlama yapan topluluk, Zaman gazetesi ve Samanyolu televizyonuna ve birçok yay›nevine sahip. Ayr›ca, düzenli yay›nlanan birçok dergileri var. Ama bence, otuzuncu yafl› kutlanan S›z›nt›’n›n yeri bambaflka. O bu zincirin ilk ve en saf halkas›. Eski bir cemaat üyesi “Cemaat üyelerini bir arada tutan büyük bir olgu histir. Duygusal birlik cemaat üyelerini birbirine yap›flt›r›c› yap›flkan gibidir” (*) diyor. ‹flte esas kadrolar›n› “çocuklar›n›z› bedava ve millî de¤erlerinize ba¤l› olarak okutmak istiyorsan›z bize verin” diyerek derleyen topluluk, S›z›nt› dergisiyle de ortak bir his, bir cemaat dili ve ruhu yaratm›flt›r. Yay›n yönetmeni Arif Sars›lmaz, derginin ç›k›fl›n› 2006’da “S›z›nt› Mektebi” bafll›kl› yaz›s›nda flöyle anlat›r: “Sene 1979. Ülkemiz anarfli ve kaosun karanl›klar›nda. D›fl ve iç mihraklar›n tahriklerine kap›lmadan, hiçbir anarflik hâdiseye kar›flmadan okuma gayretinde olan küçük bir grup ise haftada bir gün kendilerine cami kürsüsünden nasihat eden Büyüklerini dinleyerek bu kaotik ortamdan kurtarabilecekleri insanlara ulaflma derdinde... Bu gençlerin de pek ço¤unun yolu birkaç sene önce di¤erlerinden ayr›lm›fl. Üniversiteyi harb sahas›na çevirenlerin aras›ndan Allah’›n lütfuyla s›yr›lan bu talihliler, o güne kadar hiç al›fl›k ol-
S›z›nt›, 12 Eylül’ü sevinçle alk›fllar. Ekim 1980 say›s›nda Gülen flöyle yazar: “Ve, iflte flimdi, binbir ümit ve sevinç içinde, as›rl›k bekleyiflin tuluû sayd›¤›m›z, bu son dirilifli, son karakolun varl›k ve bekas›na alamet say›yor; ümidimizin tükendi¤i yerde, H›z›r gibi imdad›m›za yetiflen Mehmetçi¤e bir kere daha selam duruyoruz.” Gülen, sahte de¤il, öz bir eylülisttir.
mad›klar› bir üslûpla hitap eden, Darwinizm, termodinamik, atom, entropi gibi biyoloji ve astrofizi¤e ait mevzular›, üniversitedeki derslerin materyalist yorumunun tam tersi istikametinde flerh eden Zât’› dinleyerek kalblerini ayd›nlatmaktalar. Ülkenin kurtuluflunun ve istikrar›n›n nas›l bir insan modeliyle gerçeklefltirilece¤ini, bu insan modelinin yetifltirilmesi için ne gibi faaliyetler yap›lmas› gerekti¤ini teflhis eden Muhterem Büyü¤ümüz ak›l ve kalbleri ikna ederek tedavi için çareler ar›yor... Saf, temiz ve berrak bir flekilde ince ince s›zarak gönüllere girmeyi hedefleyen bu dergi, 1979’un fiubat›nda yola böyle ç›km›flt›.” Sars›lmaz’›n O Zat ve Büyük ‹nsan diye bahsetti¤i kifli Fethullah Gülen’dir. Faflizan ve tek flefli s›z›nt› fiubat 1979’da bas›lan birinci say›s›n›n kapa¤›ndaki a¤layan sar›fl›n mavi gözlü erkek çocu¤u foto¤raf› derginin önüne geçen bir yayg›nl›¤a kavuflmufltur. Kamyon ve otobüs arka camlar›na yap›flt›r›ld›¤› için yafl› tutanlar›n görsel haf›zas›na yerleflmifltir. Asl›nda, bu foto¤raf S›z›nt› ruhuna çok uygundur. Fethullah Gülen genç yafl›nda camilerde a¤layarak ve a¤latarak vaaz vermeye bafllam›fl bir yetenektir. “Bu A¤lamay› Dindirmek ‹çin Yavru” bafll›kl› ilk S›z›nt› yaz›s›yla Gülen kalemini kullanmaya bafllar ve okuyucular›na flöyle seslenir: “Senin için bu yola at›ld›k. Ac›lar›na ortak olmak, ›zd›raplar›n› dindirmek, gönlünü abad etmek için. Bize gönül koyma, aheste-revlik ettik, vaktinde imdad›na yetiflemedik. Ama inan, sinemizde hep Yakub’un gadri efgan›, içimizde Zeliha’n›n aflk› hicran›n› tafl›-
S›z›nt›’n›n “A¤layan Çocuk” kapakl› birinci say›s›. Gözyafl›na müptela Fethullah Gülen’in ç›kard›¤› bir derginin baflka türlü bir ilk say› yapmas› sürpriz olurdu. Sahi, Gülen niye bu kadar sulugöz? Bu konuda Spinoza’ya kulak vermekte fayda var. (Bkz. K›raat sayfas›)
d›k durduk. O ab-endam kametinin iki büklüm oldu¤unu her gördükçe, periflan kâkül’ün gibi kalbimde da¤›l›p durdu.” Bu ifade kimsiz kimsesiz, aç aç›k fakir fukara insanlara yönelik bir seslenifl olarak anlafl›lmamal›d›r. Onun sesleniflleri, birbirinden hiçbir ç›kar iliflkisiyle farkl›laflmam›fl bir nesile, tüm milletedir. Metafizik bir dünyaya ça¤r› yapar, ama bu dünyan›n kurallar› ve hedefleri vard›r. Gülen’in gözü ve dili hep yafll›d›r. “Hak kat›nda topra¤›n ba¤r›na, gözyafllar›ndan daha aziz hiçbir fley damlamam›flt›r. Bugün topra¤a dökülen o damlalar, çok yak›n bir gelecekte her taraf› ‹rem ba¤lar›na çevirecektir. Gel, çöllerden daha kuru flu beyâbanda herkese gözyafllar›n›n sâkisi olal›m ve güftesi heyecan, bestesi a¤lama en taze meyvelerden yepyeni ziyafetler tertip edelim...” Bu gözyafllar› içinde dile getirilen ülkü ise bir “alt›n nesil” yaratmakt›r. Sürekli olarak maarifin vaat ettiklerine güvenmeyip kendi iradelerini yaratmalar› gerekti¤i konusunda S›z›nt› okuyucular›na seslenir. Sonra öyle bir zaman gelir ki, art›k alt›n neslin üretildi¤i okullar›n hayalinden de¤il, gerçe¤inden, “Ifl›k evleri”nden bahsetmeye bafllar. “Bu ülkede y›llar ve y›llar matemle inlemeye itilmifl nesiller, rûhlar›ndaki kasvetleri da¤›t›p tali’lerinin önünü kesen karanl›klar› y›rtacak ve onlar› al›p ayd›nl›klara ç›karacak fevkalâdeden bir inâyet eli düflleyip durmufllard›. Ifl›k evler, gökler ötesine aç›k o nûr efflân iklimleriyle, hülya ve ümit, tahassur ve hicran, ›zd›rap ve hafakan dolu bütün sinelerin böyle bir beklentisinin cevab› oldu. ‹flte bu dönem, dev nebülözler gibi, her yana kollar›n› salm›fl bulunan ›fl›k komplekslerinin, bütün zulmetleri bir bir y›rtma, topyekûn karanl›klarla hesaplaflma, inanan insanlar aras›nda her türlü alâkaya merkez, bütün rûhanî zevklere kaynak, umum ma’nevî ihtiyaçlara mercî ve her seviyedeki insan›, aklî, rûhî, kalbî ve hissî beklentileriyle kucaklama dönemidir.” Haziran 2006’da ise Gülen “Y›llar var ki bu ma¤mum co¤rafyada hemen her zaman bir dirilifl esintisi ve fevkalâdeden bir sur sesi bekleyip durduk. Allah daha fazla bekletmesin; fakat, biz, yitirdi¤imiz de¤erleri elde edece¤imiz güne kadar hep böyle aktif bir bekleyifl içinde bulunmaya kararl›y›z. Ama acaba, böyle önemli bir beklenti ad›na, mevcut donan›m›m›z, metafizik gerilimimiz, Hak karfl›s›ndaki duruflumuz yeterli mi.! De¤ilse, böyle pasif bir durufla beklenti denmeyece¤i aç›kt›r” der ve “e¤er bir gün mâkus talihimiz de¤iflecekse, flart-› âdî plân›nda ‘Allah’›n izniyle’ iflte bu kahramanlar›n eliyle de¤iflecektir” diye yazar. Cemaat üyeleri Gülen’i insan ötesi bir yarat›k olarak görür. Onun her dedi¤ine inan›l›r. Eski bir cemaat üyesi flöyle der: “Çünkü siz kirlisinizdir, günaha batm›fls›n›zd›r. Ama o, yani lider, sizin çok üstünüzde, sizin ulaflamayaca¤›n›z bir noktada, size ötelerden haber getiren bir insand›r.” Bu mükemmel, iman sahibi, devletine ve cemaate ba¤l› bir nesil yaratma aray›fl› faflizand›r. Tek tip insan yaratmak, toplum mühendisli¤i peflinde koflmak gi-
bi kavramlara s›¤acak gibi de¤ildir. S›z›nt› dergisinin resmî fliar› sevgi ve hoflgörüdür. Bu büyük bir yaland›r. S›z›nt›’n›n asla koflulsuz bir sevgi önerisi olmad›¤›n› söyleyebiliriz. S›z›nt› kendisine ba¤l› olanlara sevgi sunar. Kendisine ba¤l›, güçlü, genç fikir silahflörleri bulmak ister. ‹lk say›da Muvaffak Ayvaz’›n yaz›s› “Kahraman” bafll›kl›d›r ve o kahraman “kendine dönen, içinde derinleflen, içindeki mücadelede baflar›l› olmay› ön plana alacak flekilde iflini ayarlayan insan... Ve o, makûs talihimizi beklenilen istikamete, aleyhimize dönen çarklar› (‹zn-i ilahi ile) lehimize çevirecek” insand›r. S›z›nt›, kendi gücünü oluflturmay› hedefler. Düflman gördü¤ü, “zalim karanl›k güçler” dedi¤i toplumsal, felsefî, siyasî düflüncelere karfl› bir hat kurmak üzere sözünü kurmufl bir dergidir. Gülen, 1965 y›l›nda, Erzurum’da Komünizmle Mücadele Derne¤i kuruculu¤u yapm›fl bir kiflidir. Otobiyografisinde, 12 Mart sürecinde sol görüfllülerin gördükleri muameleye müstehak olduklar›n› söyler. Gülen, kendi toplulu¤undan olmayan insanlar›n iflkence görmesine karfl› kay›ts›zd›r. Bu hassasl›¤› ile kutsallaflt›r›lan adam›n çok sert bir e¤itimle büyütülmüfl oldu¤u da ak›lda tutulmal›d›r. Gülen’in annesi Refia Han›m’›n pek çok aktar›lan bir an›s› vard›r: Gülen 12 yafl›ndayken, bir gün çok yorgun oldu¤unu ve yats› namaz›n› k›lmadan yataca¤›n› söyler. Annesi “böyle yaparsan sabah senin cenazeni göreyim” der ve bunun üzerine küçük Gülen namaz›n› k›lar ve yatar. Nitekim Gülen, Komünizmle Mücadele Derne¤i çal›flmalar›nda olsun, sonras›nda olsun, verdi¤i vaazlarda Allah ad›na a¤latt›¤› kadar, düflmanlara karfl› k›flk›rtan bir dili de kullanm›flt›r.
Fethullah’›n dünya düzeni S›z›nt›, 12 Eylül’ü büyük bir sevinçle alk›fllar. Ekim 1980 say›s›nda, “Son Karakol” bafll›kl› Gülen yaz›s› ülkeyi tasvir eder: “Millet teknesi, sa¤a sola yalpa yapan bir vapur gibi, batmas› her an mukadder görünüyordu. Dillerde binbir yabanc› türkü, dudaklarda binbir öldürücü flarap... Kimi erotizmle sarhofl, kimi libido ile, kimi existansiyalizmden meded umuyor, kimi hezeyan felsefesine dilbeste.” Sonra, kay›p nesil için a¤lar: “Tatmin edilememifl, doyurulamam›fl ve hatta terkedilmifl bir neslin, çeflitli kamplara ayr›lmas› ve birbirini k›ran k›rana öldürmesi gayet normal de¤il mi?.. Bu güne kadar onun iç ink›raz›n› sezebildik mi? Onu soysuzlaflt›ran sebeplere inebildik mi? Halbuki, ona canavarl›k ö¤reten tiranlar karfl›s›nda, siyanet mele¤i gibi onun yan›nda olmal› de¤il miydik..” Ülkeyi temizleyen orduyu alk›fllar: “Y›llardan beri, binbir sald›r› ile rehnedar olmufl bir bünye, böyle hemen bir mualece ile iyi edilemeyece¤i de muhakkakt›. Daha köklü ve daha gönülden bir hareket gerekliydi ki, milli bünyeyi kemiren y›llanm›fl seretanlar (kanser) berteraf edilebilsin. Ve,
Gülen’inki niteliksiz bir dildir. Ama onun her dedi¤i dokunulmazd›r. Dizeleri aç›kça küçümsenmeyi hak etmektedir ama, Gülen’in dili hakk›nda kimse, misal ne Bejan Matur, ne Ahmet Altan, ne Leyla ‹pekçi, ne Elif fiafak, ne flu, ne bu, kimsecikler “ya iyi hofl da, bu kadar› da pes” diye yazmaz, yazamaz.
iflte flimdi, binbir ümit ve sevinç içinde, as›rl›k bekleyiflin tuluû sayd›¤›m›z, bu son dirilifli, son karakolun varl›k ve bekas›na alamet say›yor; ümidimizin tükendi¤i yerde, H›z›r gibi imdad›m›za yetiflen Mehmetçi¤e bir kere daha selam duruyoruz.” Bugün Türkiye’de Gülen’le birlikte demokrasi hayalleri kuran bütün cemaatperverler bu sözleri de desteklediklerini bilmelidir. Fethullah Gülen’in siyasî iliflkilerinin tarihi kendi güçlenmesine engel olan topluluklara karfl› fliddet uygulanmas›na ald›rmad›¤›n› ortaya serer. Gülen, sahte de¤il, öz bir eylülisttir. Bütün eylülistler gibi, önünde aç›lan bofl alana sevinecektir. T›pk› Özal gibi, gelen zamana uyum sa¤layacak bir zihniyete sahiptir. Her anlamda gelece¤i aç›k bir pragmatisttir. Yeni zaman›n ruhuna uyumludur. Köy enstitülerinin fikrî kal›nt›lar›n›n yok edildi¤i, TÖS’lü ö¤retmenlerin an›lmad›¤›, TÖB-DER’li ö¤retmenlerin kellelerinin al›nd›¤› toplumsal meydan› bofl bularak kendi e¤itim hamlesini tatl› tatl› bafllatacakt›r. Gülen, yeni dünya düzeniyle uyumludur. Fethullahç›lar, ülkücüler gibi komünistlerle düelloya giriflmeyecek, devletle çat›flmayacak, kan ak›tmayacakt›r. O devir geçmifltir. Onlar ergen yafl›nda toplad›klar› çocuklar›, içinde dualar ve Tanr›’n›n mükemmel tasar›m› gezegenler olan rüyalarla okutacak, gelece¤e haz›rlayacakt›r. 12 Eylül Türkiye’nin damarlar›n› kesip kanat›rken, insanlar evlerinden sabaha karfl› toplan›p emniyete ve cezaevlerine tafl›n›rken, o bonkörce ak›tabildi¤i gözyafllar›n›n bir damlas›n› bile dökmeyecektir. “Mehmetçi¤e” bu selam duruflunun 12 Eylül’le bafllad›¤›n› ve bitti¤ini düflünmek çok yanl›fl olur. Çünkü cemaat bugün de 12 Eylül öncesi yayg›n olan her türlü toplumcu-solcu düflüncenin, bu düflüncenin kaynaklar›n›n, bu kaynaklardan beslenen toplumsal, iktisadî, siyasî tahlillerin bafl düflman›d›r. Gülen felsefesinin en sa¤lam yönü, ak›lc›, araflt›ran, soran düflünceye düflmanl›kt›r.
‹nsan akl›na ve zevkine karfl› s›z›nt› S›z›nt› dergilerinin sayfalar› iki tür yaz›yla oluflur. Birincisi, Fethullah Gülen yaz›lar›d›r. Bunlar uzun y›llar imzas›z yaz›lar olmufltur. fiiirler ve k›sa tefsirler de genellikle ona aittir. Bu yaz›lardan ve fliirlerden birkaç tanesini üst üste okumak, insan› bafl› sonu belirsiz bir kuyuya düflmüfl gibi yapar. Eylül 2008 S›z›nt› kapa¤›nda flu dizeler vard›r: “fiimdi küreler O’nun çevresinde dönüyor; / Ve aldatan yalanc› mumlar bir bir sönüyor, / Ötelerden ruhlara hep selâne iniyor, / Son bir kere daha kader dedi¤ini diyor...” Bu niteliksiz bir dildir. Ama onun her dedi¤i dokunulmazd›r. Mesela bu dizeler aç›kça küçümsenmeyi hak etmektedir ama, Gülen’in dili hakk›nda kimse, misal ne Bejan Matur, ne Ahmet Altan, ne Leyla ‹pekçi, ne Elif fiafak, ne flu, ne bu, kimsecikler “ya iyi hofl da, bu kadar› da pes” diye yazmaz, yazamaz.
17
Ayr›ca, halk›n anlayaca¤› bu S›z›nt› dili asl›nda cemaatin öz dilidir. Zaten o okunan de¤il, kasetlerle dinlenen, CD’lerle izlenen bir hatiptir daha çok. Zaten birçok yaz›y› okuduktan sonra, “ya cofltum ama, neden bahsediyordu bu?” diyebilir insan. Bu yaz›lar adeta sadece bir ses tafl›r. Bir laf kalabal›¤› vard›r ve geriye sadece bir fleyler s›zar. Gülen yaz›lar› cemaat talebelerince manifestolar olarak adland›r›l›r ve yeniden yeniden bas›l›r, okunur. S›z›nt›, bafllang›ç say›lar›nda, “uydurukça” diye nitelendirdi¤i yeni Türkçeden uzak kalma kararl›¤›n› belirtmifltir. Dergi dili baz› teknik kelimelerin aç›k bir Türkçeyle harmanland›¤› bir dildir. Sonuç bir garabettir. Yine Eylül 2008 say›s›ndaki Gülen yaz›s›nda Ramazan günleri flöyle tasvir edilir: “O günlerde nefsani ve fleytani dürtüler yat›fl›r, sonra da onlar›n yerlerini s›ms›cak bir mülayemet ve masmavi bir ruhanilik al›r.” Bu, mülayimlik yerine mülayemet diyebilmenin marifet san›ld›¤› bir dildir. Yaz› S›z›nt› ruhu tafl›r. Hep tekrarlanan uyar› yerindedir: “Ey kirli ve günahkâr insanlar, nefsanilik ve fleytanilikten kaç›n›n.” Yani nelerden kaç›n›lacakt›r? Tarikat› kuran ilk 12 kifli içinden 25 sene sonra kopan eski cemaat üyesi Nurettin Veren, birçoklar›n›n Gülen’in iste¤i üzerine, 50 yafl›na kadar evlenmedi¤ini, evlenenlerin efllerinin de bafltan aya¤a ve ellerine kadar örtülü olmas›n›n flart kofluldu¤unu anlat›r. Ayn› Gülen, baflörtüsü konusu siyasal kriz yarat›nca, bu konuyu talî gördü¤ünü söyleyiverir. Malûm, Gülen hep yaln›z bir erkektir. Evlenmemeye 19 yafl›nda karar verdi¤ini kendisi anlat›r. Peki kad›nlar›n elini s›kmamaya ne zaman karar vermifltir, bundan bahis yoktur. Kad›n ve aile hayat› konusunda S›z›nt›’da pek az yaz› vard›r. “Fethullahç›l›k ve kad›n” ayr› bir yaz›n›n konusu olmak üzere bir tarafa b›rak›lmay› hak eder. Ama flunu diyebiliriz ki, Gülen’in S›z›nt› yaz›lar›n›n dilinde kad›nlar ve erkekler ikilisine pek rastlanmaz. Sadece onlar de¤il, bu dilde zenginler-fakirler, emperyalist ülkeler ve mazlum ülkeler, ezilen ›rklar, hakk› yenenler, gelir adaletsizli¤i gibi kavramlar, ‹srail, ABD, ‹ran gibi isimler de neredeyse kural olarak yoktur.
S›z›nt›’n›n iktisad› d›fllayan bilimi Dergideki ikinci öbek, “bilimsel” yaz›lardan oluflur. Pek çok bilim dal›nda yaz›lar dergide yer al›r. Ama nas›l? Arif Sars›lmaz, bu bölümün özelliklerini flöyle anlat›r: “Biyoloji, t›p, fizik, astronomi gibi fen konular›ndaki yaz›lar, yarat›c› olarak tabiat› ve tesadüfü reddederken, varl›klardaki hikmeti, hassas ve mükemmel yarat›l›fl›, âhenkli nizam›, sebeplerin de birer vesile ve perde olarak Yarat›c› taraf›ndan flart-› âdi olarak konuldu¤unu öne ç›kar›yordu. Bu mevzulardaki de¤erlendirmeler, evrim teorisinin iddialar›n› çürütecek flekildeydi. Son y›llarda, moleküler biyoloji ve genetik konular›ndaki ‘kopyalama’ ve ‘kök hücre’ gibi yaratma iddias›ndaki çarp›tmalara da cevaplar verildi. Hayat sahibi varl›klar, Rabb’imizin icraat›n› ve üzerlerindeki es-
18
S›z›nt›’da yasak olan bir bilim dal› vard›r, o da iktisatt›r. Oysa, “alt›n nesil”in birçok üyesi iflletme okumufltur. S›z›nt› bir “kötü ahlâk” merkezi olarak Bat›’y› bazen iflaret etse de, asla kapitalizmi elefltirmez. Said Nursi’den al›nt›larla desteklenen bir makalelede, “her fleyi hikmetle yaratan sanatkâr”›n insan damarlar›nda kan›n ak›fl›n› nas›l muntazam düzenledi¤i anlat›l›r da, paran›n toplumdaki ak›fl› ve da¤›t›m› üzerine hiçbir yaz›ya rastlanmaz.
mân›n tecellilerini çok aç›k gösterdikleri için, bilhassa biyoloji ve t›p sahas›ndaki yaz›lar dergide ço¤unlu¤u teflkil etti. Fizik, kimya, matematik ve astronomi sahalar›ndaki cans›z varl›klarda, yarat›l›fl mu’cizeleri daha perdeli oldu¤u için, bu sahalarda daha az yaz› neflredildi. Kur’ân âyetlerinin ve sahih hadîslerin bugünkü ilimle çeliflmedi¤ini, aksine ilmin çok daha önünde gitti¤ini ve ilmi teflvik edip yol gösterdi¤ini nazara veren yaz›larda, astronomi, fizik, biyoloji vs. gibi dallarla ilgili birçok âyetin bugünkü bilimden çok daha ileri durumlar› üzerinde durulurken, gelecekte karfl›m›za ç›kacak ilmî geliflmelerin önünü t›kamamak ve ileride Kur’ân’a karfl› bir flüpheye f›rsat vermemek için son sözü söylemeden, bu geliflmelerin sadece alternatiflerden biri oldu¤u vurgulanarak mülâhaza dairesi aç›k b›rak›ld›.” Cemaat bilime karfl›d›r. S›n›r Kur’an’d›r. Yorum hakk› Gülen’indir. S›z›nt›’da yasak olan bir bilim dal› vard›r, o da iktisatt›r. Oysa, “alt›n nesil”in birçok üyesi iflletme okumufltur. S›z›nt› bir “kötü ahlâk” merkezi olarak Bat›’y› bazen iflaret etse de, asla kapitalizmi elefltirmez. Fethullahç›lar›n sermaye birikimindeki baflar›lar›, giriflimcili¤e verdikleri de¤er ortadad›r. Dergide mesela plazma viskozitesi, hematokrit, mineral tuzlar› gibi kavramlarla dolu, Said Nursi’den al›nt›larla desteklenen bir makalelede, “her fleyi hikmetle yaratan sanatkâr”›n insan damarlar›nda kan›n ak›fl›n› nas›l muntazam düzenledi¤i anlat›l›r da, paran›n toplumdaki ak›fl› ve da¤›t›m› üzerine hiçbir yaz›ya rastlanmaz. Mesela, paral› e¤itim, dershaneler düzeni, yeni sosyal güvenlik yasas›, özel hastanelerin kârl›l›k oran› filan hiç ele al›nmaz. Yarat›c› mühendisli¤in para ak›fl› konusundaki dünya düzeninin elefltirisi belli ki cemaatte yasakt›r. Özalizmle uyumlu bir ekol olarak Gülenizm paran›n hak eden ellerde toplan›p onlarca iflletilmesinden yanad›r. Otuz y›ld›r tekrarlanan sözler ayn›d›r: “Bugünkü bütün ç›rp›nmalar›m›z, yaz›p çizmelerimiz, gönüllerimizde duyup hissetti¤imiz gelecekteki o sihirli dünyalar içindir”. Ama bu sihirle dünyada toplumsal kaynaklar›m›z›n, mülkün, paran›n ve gücün eflit ve adil da¤›t›laca¤›na iliflkin tek bir söz, an›flt›rma, fliir bu dergide yer almaz. Rahmet sa¤anaklar›, iç ahenk, rabbe götüren efsunlu yol g›rla
gider... Ama belli ki, cemaat zenginleri sevenlerin yolundad›r. Alt›n nesil art›k gazete yöneticisi, kaymakam, TRT programc›s›, banka yöneticisi, vali, savc›, dershane ö¤retmeni, flirket yöneticisi olmufl durumdad›r. Onlar›n bir k›sm›, yurtd›fl›nda yap›lan at›l›mlarda bafllar›ndan geçen s›rl› olaylar› anlatan yeni önderler durumundad›r. Cemaat parlak, çal›flkan çocuk avc›l›¤›n› gücün verdi¤i rahatl›kla sürdürmektedir. Bu durumda, yoksullara da çocuklar›n› okutmas›, yurt masraflar›n› karfl›lamas›, ifle almas›, aç aç›k b›rakmamas› karfl›l›¤›nda düzene uymak düflmektedir. Gülen cemaatinin ekonomik gücünün halk› etkiledi¤i kadar, pek çok okumufl yazm›fl insan›, entelektüeli, solcuyu, muhalifi, ulusalc›y› etkilemesinde bu iktisadî gücün rolü de ayr›ca ele almaya de¤er bir konudur. Hazin ve utanç verici ittifak Fethullah Gülen organizasyonu, 1990’larda ne kadar kuvvetli oldu¤unu dostuna düflman›na gösterir. Sonra zorluklar bafllar. Ama ilginç olan, baz› liberal-sol-muhalif kifli ve kurumlar›n cemaate duydu¤u yak›nl›kt›r. Bu süreçte en ifllevli kurum, 1994’te kurulan Türkiye Gazeteciler ve Yazarlar Vakf›’d›r. Vak›f, 1998’de Abant Platformu’nu düzenler. Vakf›n resmî sitesindeki ifadeyle amaç, “Türkiye’deki ayd›nlar›n birbirlerini tan›malar›n›n zeminini teflkil etmektedir”. Yani yeni yüzy›lda memleket ayd›nlar›n›n birbirini tan›mas› için Fethullah Gülen’in onursal baflkanl›¤› önerilmektedir. ‹flin fena taraf›, AKP iktidar›n› önceleyen bu y›llarda, “ben demokrat›m” diyen pek çok ayd›n›n da buraya koflmas› olmufltur. Öyle ki, platformun çal›flkan eflbaflkan› Mete Tunçay’d›r. Konu etraf›nda bir haberi aktarmak istiyorum, haberde önce Tunçay hak etmedi¤i bir flekilde abart›l› niteliklerle betimlenir. T›pk› flöhretli H›ristiyanlar›n Müslüman olmas›na verilen afl›r› önem gibi, cemaat de yak›nlar›ndaki herkesi baflka âlemlerin çok önemlisi olarak tan›tmaya bay›l›r. Haber flöyle: “Siyaset bilimi profesörü Mete Tunçay, Türkiye’de sosyalist ideolojinin önemli isimlerinden. Kaleme ald›¤› kaynak eserleri ve yetifltirdi¤i ö¤rencilerle Türk fikir ve siyaset tarihine yön veren bir isim olarak biliniyor.” Mete Tunçay, 1990’l› y›llar›n sonunda Fethullah Gülen’e yak›nl›¤› ile bilinen Gazeteciler ve Yazarlar Vakf› ile tan›fl›r. 4. Abant Platformu’na ilk kez kat›l›r ve Gülen cemaati ile yak›n temas kurmaya bafllar. Prof. Mete Tunçay daha sonra Abant Platformu’nun baflkanl›¤› görevini yapar. Kendisini “agnostik” olarak nitelendiren Tunçay, Gazeteciler ve Yazarlar Vakf›’n›n iftar davetlerinin hiçbirisine kat›lmaz. “Oruç tutmayan›n iftar sofras›nda yeri yoktur” diye düflünen Tunçay, “Ben oruç tutmuyorum, onun için iftara da kat›lmam” diyerek her defas›nda vakf›n davetini geri çevirir. Gazeteciler ve Yazarlar Vakf› Baflkan› Harun Tokak, bu y›l verilen iftar için farkl› bir davet yöntemi kullan›r. ‹yi bir flair olarak bilinen Tokak, Prof. Tunçay’› bir fliirle davet eder.
Harun Tokak, fliiri Tunçay’›n efli Gönül Han›m’a ulaflt›r›r ve Mete Tunçay’a iletmesini söyler. Tunçay, bu farkl› davete icabet eder. ‹ftar salonuna geldi¤inde Harun Tokak’a, bu davete kat›lmak için hayat›nda ilk kez oruç tuttu¤unu söyler. “Ben prensiplerine sad›k biriyim. Buna ters düflmemek, sizin davetinizi de geri çevirmemek için oruçlu olarak geldim” der. Mete Tunçay’a oruç tutturan fliir: Nadide Gönül /Bir sabah uyan›p da aç›nca kap›y› /Göremeyecekse ne günefli ne ay› /Gelemeyece¤im dedi¤i bir ramazan akflam› / Kurtaracak belki üstat Mete Tunçay’› / Yüre¤inde sakl› nadide bir ‘GÖNÜL’var / Ne olursan ol GÖNÜL’lü gel Mete Tunçay.” Cemaatin fliir zevki konusuna dönmek istemiyorum. Burada konu elbette oruç de¤ildir. Ben çocuklu¤umu istersem sahura kalkarak ve oruçsuz iftar sofralar›na oturarak geçirdim. Yani haberin içeri¤i hafife al›nacak gibidir. Ama Bilgi Üniversitesi dekan›yla tarikat aras›ndaki nefleli yak›nl›k düzeyi bence ürperticidir. Yazarlar Vakf› ve giriflimleri önemlidir. Nuray Mert 2004’te flöyle yazar: “Adamlar, gelmifl bir Ortado¤u ülkesini iflgal etmifller, sivilleri katlediyorlar, camilerde adam öldürüyorlar. Bizimkiler, hiç utan›p s›k›lmadan, bu adamlar›n Müslümanlara çekidüzen verme projelerinin peflinde kofluyor. Son olarak Washington'da yap›lan Abant toplant›s›ndan söz ediyorum.” Ve devam eder: “Dün, ‘komünizmle mücadele’ ad› alt›nda, ABD politikalar›na ucuz hizmet verenler, flimdi de, ABD'nin ç›karlar› ve hedefleri do¤rultusunda, ‹slâm dünyas›na çekidüzen verme ifline gönüllü yaz›lm›fl durumdalar.” Ne demeli, 1990’larda çuvala giren m›zrak 2000’lerde d›flar› f›rtlamakta, baz› hazin ve utanç verici ittifaklar d›fl›nda, Gülen ve benzerlerini hoflgören ayd›n muhitleri nihayet bölünmektedir. “Gelece¤in Mimarlar›” Yaz›y› baflta söyledi¤im bir noktaya de¤inerek bitirmek istiyorum. Bence S›z›nt› dergisi Gülen cemaatinin en saf ilk halkas›d›r, vaktiyle ona ruh veren yay›nd›r. Gazeteciler ve Yazarlar Vakf›’n›n sitesinde bu tezimi do¤rulayan bir yaz›ya rastlad›m. Yaz›da, Muhsin Toprak, Onursal Baflkan Fethullah Gülen’in S›z›nt› dergisinin Eylül 1980 say›s› için kaleme ald›¤› “Gelece¤in Mimarlar›” bafll›kl›
yaz›s›n› tahlil etmifl, ki bu yaz› bence de bir numarad›r. Toprak, Gülen’in yaz›s›ndaki benzetmeleri edebî nitelikleri ve içerikleri aç›s›ndan övmekle bitirememifl. “Gelece¤in Mimarlar›” için Gülen’in ta 1980’de s›ralad›¤› niteliklerin baz›lar›n› aktarmak istiyorum. “Onlar: Kendi ruhunda varl›¤a ermifl talihliler, maddesini ledünniyât›na teslim etmifl hakikat erleridir. Maddeleri bir gergef inceli¤i içinde ve tamamen mânân›n emrindedir. D›fl görünüflleri itibariyle oldukça mukassî, alabildi¤ine silik ve sönük görünümlü, âlayiflsiz ve gösteriflsizdirler. Ancak nilüfer tenli, yasemin kokulu, sînelerinde bin buhurdan çeflit çeflit kokular neflretmektedir. Nâm u niflân nedir bilmez, makama, mans›ba eyvallah etmezler. Bir mum gibi eriyen benliklerinde, cihânlar ayd›nl›¤a kavuflur ama onlar›n göz hadekalar› fluân›n zerresini bile kendi hesab›na kullanmak istemez. Madde ve mânâ ‘alafl›m›’ yüksek bir mâhiyete sahiptirler. F›tratla katiyen tenakuza düflmezler. Dayan›kl›d›rlar ve dar›lma bilmezler. Müsamaha atmosferlerine çarpan kin ve öfke flahâblar›, onlar›n yak›c› ve eritici havalar›yla iz b›rakmadan kaybolur gider. Kararl› ve azimlidirler. Ayaklar›n›n önünde bin bahar sökün etse, yine de yol ve yön de¤ifltirmezler. Solmayan güzelliklere gönül kapt›rm›fl bu yüce kâmetler için, cennet hûrilerinin perdedarl›¤› dahi onlar›n gözlerini kayd›ramaz ve bak›fllar›n› buland›ramaz.” Yaz›m› bir ricayla bitirmek istiyorum. Bak›n Muhsin Toprak ne güzel bir çal›flma yapm›fl. Mete Tunçay içerik, Hilmi Yavuz da biçim aç›s›ndan Gülen’in bu klasik yaz›s›n› de¤erlendirse ve bize iletse. Belki daha önce yazm›fllard›r, biz kaç›rm›fl›zd›r, affola. Bir de dile¤im var: Bu Fethullah Gülen cemaati yay›nlar›n› y›llard›r okurum. Otuzuncu y›llar› flerefine daha da okudum. Bu a¤lay›fl s›zlan›fl duracak gibi de¤il. Heyhat, birilerinin durdurmas› gerek. Amma bu s›z›nt›n›n ve büyük paralar›n birikti¤i pasl› kab›n k›r›lmas› zor olacak belli ki. Ne diyelim, nasip ola, u¤rafl›p yaflay›p görürüz inflallah. Handan Koç
NOT: Bütün al›nlar S›z›nt›’n›n resmî internet sitesinden ve tr.gülen.com’dan yap›lm›flt›r. (*) http://www.belgenet.com/dava/gulendava_05tmll
S›z›nt› yaz›lar›n›n dilinde kad›nlar ve erkekler ikilisine pek rastlanmaz. Bu dilde zenginler fakirler, emperyalist ülkeler ve mazlum ülkeler, ezilen ›rklar, hakk› yenenler, gelir adaletsizli¤i gibi kavramlar, ‹srail, ABD, ‹ran gibi isimler de neredeyse kural olarak yoktur.
HAYR‹ KOZANO⁄LU’YLA GLOBAL KR‹Z ÜZER‹NE (2)
Kapitalizmin dolafl›m sistemi t›kand› Resim giderek netlefliyor, kriz dalga dalga yay›l›yor. Ve görünen o ki, bu seferki sars›nt› bundan öncekilere hem nicelik, hem nitelik bak›m›ndan fark at›yor. Neoliberalizmin anl› flanl› k›lavuz kaptanlar›, daha düne kadar tarih öncesine ait gördükleri devlet müdahalecili¤ine dört elle sar›l›yor, felç geçiren sistemi kamu kaynaklar›n› seferber ederek aya¤a kald›rmaya çal›fl›yor. Ezcümle, Friedman “out”, Keynes “in”. Bu noktaya nas›l gelindi¤i ayan beyan ortada peki bundan sonras› nelere gebe? Türkiye nas›l etkilenecek, kriz te¤et mi geçecek, yoksa fena m› yakacak? Sol bu sürece nas›l müdahale etmeli? Hayri Kozano¤lu’yla geçti¤imiz say›da kald›¤›m›z yerden devam ediyoruz. Uzun süredir görmezden gelinen, söz hakk› verilmeyen baz› ekonomistler son günlerde televizyonlara ça¤r›l›r oldu. Geçenlerde bir bakt›k, Taha Akyol, “E¤risi Do¤rusu” program›na Korkut Boratav’› davet etmifl... Bundan birkaç ay önce, Taha Akyol böyle bir fleyi akl›ndan geçirmezdi. Hayri Kozano¤lu: Geçenlerde, Korkut Boratav, Mustafa Sönmez, Tülin Öngen ve benim kat›ld›¤›m bir panel vard›. Son zamanlarda bu kadar kalabal›k bir panel ilk defa gördüm. Korkut Boratav gibi insanlar bile kendilerini ifade edecek alanlar bulmakta güçlük çekiyordu. Sözünü etti¤iniz program› ben de seyrettim. Taha Akyol iki konuk ça¤›rm›fl: Bir tarafta, “sosyalist”, “kamucu”, “Marksist”, ne derseniz, Korkut Boratav, öbür tarafta, serbest piyasan›n en s›k› savunucular›ndan Seyfettin Gürsel. Gürsel, geçti¤imiz seçimlerde, ba¤›ms›z adayl›k süreciyle ilgili ilk metni ç›karanlardan. Gürsel’le benim bir sorunum yok, onun görüflleri öyle zaten. Ama, solun böyle alg›lanmas› sorun. Seçim döneminde yayg›n medyaya, televizyon ekranlar›na sol ad›na ortaya ç›kanlar bu insanlard›. Emekten, sömürüden, IMF’den, uluslararas› sermaye-
20
den, s›n›ftan söz etmeyen, solun hiçbir terminolojisinin, hiçbir talebinin olmad›¤› fiktif bir sol yarat›ld› ve bu, marksist olma iddias›ndakileri bile pek rahats›z etmedi. Böyle bir sol nas›l olabilir? Dünyan›n hiçbir yerinde, sermayeyle sorunu olmayan, emekten yana olmayan bir sol olamaz. Bir süredir, dünya ölçe¤inde tart›flma alan›nda da birçok iktisatç›, Nobel ekonomi ödülünü alan Paul Krugman da dahil, gidiflat konusunda uyar›larda bulunuyordu... 1989’da Berlin duvar›n›n y›k›ld›¤›, 1990’lar›n bafl›nda Sovyetler Birli¤i’nin da¤›ld›¤› ve kapitalizmin mutlak zaferinin ilan edildi¤i dönemde en gündemde olan baz› ana ak›m iktisatç›lar da zaman içinde bu gidiflin gidifl olmad›¤›n›n fark›na vard›. Türkiye’deki liberallerin “dünyay› yak›ndan bilen, iyi izleyen, her fleyin fark›nda insanlar” olma söyleminin de ne kadar kof oldu¤u bir kez daha görüldü. Dünyada ifllerin fark›nda olanlar sistemli bir flekilde krize do¤ru bir gidifl oldu¤u uyar›lar›nda bulundular. ‹lk akl›ma gelenlerden biri ana ak›m iktisad›n en parlak isimlerinden Jeffrey Sachs. Sachs, bilindi¤i gibi, “flok terapiler”in mucidi; Do¤u Avrupa
Neoliberalizmin öldü¤ünü rahatl›kla söyleyebiliriz. Sermayenin talepleri do¤rultusunda mal, hizmet, sermaye, iflgücünün dolaflt›¤›, sermayenin suretinde bir dünya ütopyas› çökmüfltür. Ama buradan kapitalizmin çöktü¤ü, kendini onaramayaca¤›, anlam› ç›kar›lmamal›.
ülkelerinin ancak flok terapilerle kapitalist sisteme entegre olabilece¤ini söylüyordu. Servetin belli ellerde toplanmas› ve piyasa ekonomisine geçiflle sonuçlanan sürecin mimarlar›ndan biri. Ama zaman içinde, afl›r› piyasalaflman›n sorun yarataca¤›n›, gelir da¤›l›m›n›n bozulmas›n›n, servetin belli ellerde toplanmas›n›n dünya ekonomisini ç›kmaza sürükledi¤ini söylemeye bafllad› ve son zamanlarda çal›flmalar›n› Afrika, yoksulluk, gelir da¤›l›m› bozuklu¤u üzerinde yo¤unlaflt›rd›. Bu çerçevede, Paul Krugman’›, Joseph Stiglitz’i de sayabiliriz. ‹kisi de ana ak›m iktisatç›lar, ama kurumsal iktisad›n temsilcileri say›l›rlar, e¤itim, sa¤l›k gibi temel sosyal hizmet alanlar› ihmal edilerek, insanî geliflme göz önüne al›nmaks›z›n, finansa ba¤l› büyümenin ciddi sorunlar getirece¤i konusunda uyar›yorlard›. Hatta küreselleflme ideolojisinin ve serbest piyasan›n akademi dünyas›ndaki en s›k› savunucular›ndan Jagdish Bhagwati –muhtemelen önümüzdeki y›llarda Nobel’e lây›k görülebilir– dahi “sermaye ak›fllar› fazla ileri gitti, bu serbest ticareti de bat›racak, özledi¤imiz dünyay› mahvedecek” diyordu. Birinci Körfez savafl›n› destekleyen,
la yap›lm›yor, tercihli hisse senedi denen bir ara kategoride borç veriliyor. Bu borç di¤er bütün borçlara göre ikinci planda, ama bunun da faizlerinin ödenmesi hisse senedi sahiplerine göre öncelik tafl›yor. Böyle bir modelde, bankalar› zaten batma durumuna getirmifl yöneticilerini, riskten kaç›nmak yerine asl›nda daha riskli kararlar almaya teflvik ediyorsunuz. Yeni riskler al›rlar ve ifller t›k›r›nda giderse, borçlar›n› ödeyip tekrar eski sermayedarlar›n bankaya sahip olaca¤› bir kap› aç›labilir. ‹fller kötü giderse, zaten devlet araya girmifl, sermaye enjeksiyonu yapm›fl, bir daha sermaye enjeksiyonu yapar. Bu bak›mdan, yeni kabahatler ifllemenin yolunu açt›klar› endiflesini tafl›yorum. Bu yöntemle sorunun afl›lmas› çok zor yani... Burada Soros’a bir gönderme yapmakta fayda var. Soros dünyan›n en önde gelen spekülatörü olarak biliniyor, ama uluslararas› finansal çevrelerde, genç kuflaklar onu yafll› kufla¤›n temsilcisi, muhafazakâr bir spekülatör olarak görüyor. Soros döviz kurlar› üzerine oynuyordu. Ama bugünün neoliberal düzeninde “financial innovation” denen finansal icatlar bilimsel bulufllar›n bile önüne geçmiflti. Soros bu sistemin bir ç›kmaz oldu¤u, dünyan›n büyük bir felakete gitti¤i yolunda uyar›larda bulundu. Soros “kapitalizmin dolafl›m sistemi t›kand›, damarlar›nda art›k kan akm›yor” diyor. Bankalar birbirine borç vermiyor, flirketlere borç vermiyor, kiflilere borç vermiyor... Sermaye enjekte etseniz de, kamu kaynakl› borç verseniz de, kimse kimseye güvenmedi¤i, piyasa koflullar›nda oluflan faizler bile çekici gelmedi¤i için herkes beklemede. Sistemde kredi, para dolafl›m› olmaks›z›n kapitalizm hükmünü icra etmiyor. Kamu “ben elimi tafl›n alt›na koyuyorum” diyor ve her zaman elefltirdi¤imiz gibi “ifller iyi giderse kârlar sizin, zararlar kamunun, korkmay›n, ad›m at›n”
Hangi ülkeler krizden en fazla etkilenecek? Tasarruflar›n düflük, bireyin tüketim e¤ilimlerinin yüksek oldu¤u ülkeler. Türkiye tasarruflar›n çok düflük oldu¤u bir ülke; etkilenecek. Cari ifllemler a盤› en fazla olan ülkeler etkilenecek: Türkiye cari a盤› en fazla olan ve ekonomisinin büyüklü¤üne göre çok ciddi borcu olan bir ülke. Ekonomik geliflmifllik düzeyine göre finansal piyasalar›n yayg›nlaflt›¤› ülkeler de krizden çok etkilenecek. Türkiye, 38 milyon kredi kart›n›n oldu¤u, 18 milyar dolar kredi kart› borcunun birikti¤i bir ülke. Hangi göstergeye bakarsan›z, Türkiye çok ciddi etkilenecek.
diyor. Yine de bankalararas› para piyasas› harekete geçmedi. Defrost etme, buzlar› eritme esprisi buradan do¤du. Hat›rlarsan›z, Türkiye’de de finansal yorumcular hep “Amerikan Merkez Bankas› faizleri yar›m puan afla¤› indirdi, faizler düfltü” der. fiu varsay›l›r: ABD Merkez Bankas› afla¤› indiriyorsa, bütün piyasada faizler düfler. ABD Merkez Bankas›’n›n faizleri afla¤› düflürmesi, Türkiye’deki faizlerin göreceli olarak daha avantajl› olmas› demektir. Böyle kararlarla bizim borsam›z›n cofltu¤u dönemler hat›rl›yoruz. Ama art›k kapitalizmin ezberlerinin bozuldu¤u bir dönem yafl›yoruz: ABD Merkez Bankas› faizleri düflürüyor, hiçbir etkisi olmuyor; likidite enjekte ediyor, hiçbir etkisi olmuyor... De¤iflik faiz oranlar› birbirinden koptu. Merkez Bankas› bankalara düflük faizle para verse bile, bankalar birbirine daha yüksek faizle dahi para vermiyor. Hâlâ defrost olmad›, yani ›s›y› yükseltiyorlar, buzlar çözülmüyor. Bu söylefliyi yapt›¤›m›z zamanda, kapitalizmin damarlar›nda henüz kan dolaflmaya bafllamad›. Demin ana ak›m ekonomistlerin elefltirilerinden, uyar›lar›ndan söz ediyorduk, bizim liberaller kriz patlad›ktan sonra bile piyasac› zihniyete halel getirmeme gayretindeydiler. Bir istisna Cüneyt Ülsever’di. “Bir liberal olarak özelefltiri” (Hürriyet, 25 Eylül 2008) bafll›kl› yaz›s›nda “yak›n tarih fena halde yan›ld›¤›m› gözümün içine soktu” diyor, Friedman’›n de¤il, Keynes’in hakl› ç›kt›¤›n› söylüyor. Yaz›s›n› da flöyle ba¤l›yor: “Bir yanl›fl›m daha oldu. AKP’yi 2005’in bafl›na kadar destekledim. Allah’tan o yanl›fltan göreceli erken kurtuldum. Dar›s› di¤er (sözüm ona) liberallerin bafl›na!” Bu samimi özelefltiriyi sayg›yla karfl›lamak gerekti¤ini düflünüyorum. Ülsever, sonuçta, geçmiflte Marksizmden geldi¤ini söylese de, kendini solda tan›mlayan biri de¤il. Yan›lm›yorsam ‘91
Foto: fiahan Nuho¤lu
ama ikincisine karfl› ç›kan Fred Halliday de “bu dönemde iki kifli akl›ma geliyor” diyor, “biri Karl Polanyi, di¤eri de Susan Strange”. Susan Strange, “Casino Capitalism” adl› ünlü kitab›n yazar›, finansal afl›r›l›klar yüzünden bu mekanizman›n çökece¤ini, piyasa toplumunun, liberal ütopyan›n ç›kar yol olmad›¤›n› söylüyor. Bu listeye Lawrence Summers’› da ekleyebiliriz. Stiglitz Dünya Bankas› baflekonomistiyken, Summers da IMF baflekonomistiydi ve Stiglitz’in neoliberal düzeni, Washington uzlaflmas› denen IMF-Dünya Bankas› eksenli politikalar› elefltirmekte afl›r›ya gitti¤ini, ortal›¤› velveleye verdi¤ini söyleyerek onunla çat›fl›yordu. Son y›llarda Summers da bu iflin çok ciddi riskler içerdi¤ini, Keynesyen politikalardan baflka çözüm olmad›¤›n› söylemeye bafllam›flt›. Zekiler iflin fark›ndayd›, bizimkiler anlafl›lan zeki de de¤il. Bu tarzda uyar›lar yapanlar aras›nda Türkiye kökenli dünya çap›nda popüler iki iktisatç›, Nouriel Roubini ve Daniel Rodrik de var. Bizim liberallere flöyle bir laf atmak geliyor içimden: Az›nl›k sesi duyay›m diye s›rf Ortodoks patri¤ine kulak vereceklerine, Dani Rodrik’i veya Nouriel Roubini’yi izleselerdi, neoliberal düzene daha sistemli elefltiriler getirebilirlerdi. Krugman New York Times’daki bir yaz›s›nda, “kurtarma operasyonu” ba¤lam›nda ‹ngiltere Baflbakan› Gordon Brown’›n finans kurulufllar›n› k›smî ve geçici kamulaflt›rma önerisini –ifle yaray›p yaramayaca¤›ndan emin olmasa da– nispeten olumlu buldu¤unu ve zengin ülkelerin bu öneriyi takip etmesinin sa¤duyulu bir tav›r oldu¤unu anlat›yor. Krizi aflma ad›na flu ana kadar yap›lanlar›, önerilenleri siz nas›l de¤erlendiriyorsunuz? Blair hükümetinde Maliye Bakan› olan Gordon Brown’›n tam uzman oldu¤u bir konjonktür söz konusu ve Brown önerileriyle dünyada parlak bir lider olarak öne ç›kt›. Finansal krize karfl› iki temel kurtarma yönteminden bahsediliyor. Biri, bankalar›n bilançolar›ndaki “toksik varl›klar” denen varl›klar› ay›klayarak sistem d›fl›na ç›karmak, bir anlamda, kamunun “kötü bankalar›n” toksik varl›klar›n›n sorumlulu¤unu üstlenmesi. Öbür model ise, kamunun bankalara do¤rudan sermaye enjekte etmesi ve sorunlar›n› kendi bünyeleri içerisinde çözmelerini beklemek. ABD’nin meflhur 750 milyar dolarl›k paketi birinci modeli izliyordu. Peki ama bu toksik varl›klar› hangi fiyat üzerinden alacaks›n? Piyasa ne fiyat biçiyorsa, onun üzerinden. Bir, gerçek bir piyasa kalmam›fl; ikincisi, piyasan›n tökezledi¤i yerde yine piyasay› kurtar›c› olarak görmek, “en iyisini piyasa bilir” modeli yanl›flt›. Brown, ‹ngiliz bankac›l›k sistemine do¤rudan sermaye enjeksiyonuyla bir ç›k›fl olabilece¤ini söyledi, sonra bunu büyük ölçüde Avrupa liderlerine kabul ettirdi ve zaman içinde ABD de bu modeli benimsedi. Ancak, sermaye enjeksiyonu ortak olma yoluy-
21
seçimlerinde ANAP’tan aday olmufltu, kendini hep merkez sa¤da konumland›ran ve samimiyetle inanan bir liberaldi. “Keynes hakl›ym›fl” demesi önemli. Türkiye’de emek-sermaye çeliflkisiyle, s›n›flarla, uluslararas› sermayeyle, IMF programlar›yla, Washington uzlaflmas›yla hiçbir sorunu olmayan, ama kendini “sol liberal” olarak adland›ran, sol yelpazede tan›mlanmaya itiraz› olmayan, hatta sol ad›na seçmenlerden oy isteyecek noktaya gelen isimlerle karfl›laflt›rd›¤›m›zda, Ülsever’in çok daha samimi oldu¤unu söyleyebiliriz. Genelde, sistem içi yorumcular krizleri ya hükümetlerin yanl›fl politikalar›na ba¤larlar, “hükümet bütçe a盤›n› art›rd›, faizlere zaman›nda müdahale etmedi” derler veya “OPEC faizleri çok fazla yükseltti, bu floku ekonomi absorbe edemedi” derler ya da Asya krizinde gördü¤ümüz gibi, “ahbap dost kapitalizmi” ile, yönetimdeki ailelerin yak›nlar›na ç›kar sa¤lamas› gibi nedenlerle aç›klarlar. Bizim gibi sistemi kökten elefltirenler, Marksistler, radikal iktisatç›lar kapitalizmin afl›r› üretim, afl›r› birikim bunal›m›n›n finansal sistemde de afl›r›l›klara gidece¤i, bunun da krizleri derinlefltirebilece¤i, Marx’›n da belirtti¤i gibi, kapitalist sistemde üretimin anarflik yap›s›n›n krizlere neden oldu¤u, krizlerin kaç›n›lmazl›¤› çerçevesinde de¤erlendirirler. Geçen söyleflide ad›n› and›¤›m›z, yine sistem içi iktisatç›lardan biri olan Minsky, finansal piyasalardaki afl›r› iyimserli¤in daha fazla risk almay› körükledi¤ini, oradan elde edilen kârlar›n yeni insanlar›n piyasaya girmesine neden oldu¤unu, zaman içerisinde, riski önlemek için at›lan baz› ad›mlar›n spekülasyona yöneldi¤ini ve sonunda, spekülasyonun da ötesinde, insanlar›n “Ponzi finance” denen flekilde ellerindeki bir kurufla karfl› 50 kuruflluk riskler üstlenerek afl›r› ihtirasl› kâr aray›fllar›na girdi¤ini ve bu zembere¤in bir noktadan sonra tersine dönece¤ini söyler. “Ponzi finance” kavram› nereden geliyor? Ponzi, ‹talyan mafyas›ndan bilinen bir kifli. Genel prensibi flu: “Nakit giriflleri daha fazla, nakit ç›k›fllar› daha az oldu¤u müddetçe faaliyetime devam ederim.” Türkiye’de bir dönem Banker Kastelli gibi “Ponzi finance” yapanlar vard›. Bugün “Ponzi finance”i Lehman Brothers, Morgan Stanley, Goldman Sachs gibi ünlü yat›r›m bankalar› temsil ediyor. Kapitalizmin krize aç›kl›¤› temel bir karakteristi¤i. Ama 1945’le 1975 aras›ndaki otuz y›ll›k dönemde, neredeyse tam istihdam var, bütün ülkeler afla¤› yukar› yüzde 5’lik bir büyüme gösteriyor ve finansal kriz görülmüyor. Bu, ayn› zamanda, emeklilik, sosyal güvenlik gibi haklar›n da ortaya ç›kt›¤› dönem. Bir de akla, Ford’un “iflçilerime para veriyorum, benim arabalar›m› als›nlar diye” sözü geliyor. Sosyal politikalar›n kapitalizmi stabilize etti¤i söylenebilir mi?
22
“Önümüzdeki dönemde AB ve ABD’nin Washington uzlaflmas›n› dayatma gücü olmayacak. ‹kili anlaflmalara dayanan Beijing uzlaflmas› daha evrensel hale gelecek. Bütün dünyada d›fl ticarete, finansa iliflkin kurallar yeniden yaz›lacak.”
Kapitalizmin ezberlerinin bozuldu¤u bir dönem yafl›yoruz: ABD Merkez Bankas› faizleri düflürüyor, hiçbir etkisi olmuyor, likidite enjekte ediyor, hiçbir etkisi olmuyor. Is›y› yükseltiyorlar, buzlar çözülmüyor. Kapitalizmin damarlar›nda henüz kan dolaflmaya bafllamad›.
Bugünlerde tekrar gündeme gelen Keynes de bir burjuva iktisatç›s› ve sistemi kendi sorunlar›ndan kurtarmak, yani kapitalizmi kapitalizmden korumak için önlemler öneren biri. 1929 bunal›m›ndan sonra, en önemli sorunun insanlar›n etkin talebinin, sat›n alma gücünün olmamas› oldu¤unun fark›na var›yor. Yani tek bafl›na parasal önlemlerle bu krizi aflman›n imkân› yok. Öyle bir noktaya gelinmifl ki, kapitalizm afl›r› üretim, afl›r› birikim yapm›fl ama, fabrikalarda, gemi tersanelerinde çal›flanlar›n Ford’un arabalar›n› sat›n alabilmeleri imkâns›z oldu¤u sürece sistemin harekete geçmesi de mümkün de¤il. Keynes, “ancak kamunun sistematik müdahaleleriyle, sosyal programlarla, yaflam standartlar›n› yükselterek, yat›r›mlar yaparak, do¤rudan istihdam sa¤layarak sisteme nefes ald›rabiliriz” diyor. Son günlerde, Financial Times gibi en tutucu yay›n organlar›n›n bile “new deal”dan bahsettiklerini biraz da hayretle görüyorum. Keynes’in önerileri o dönem sistemi harekete geçirdi, ama kamunun her para harcay›fl›n›n Keynesyen politika anlam›na gelmedi¤ini unutmamak lâz›m. fiu anda ABD’de ve ‹ngiltere’de yap›lan› Keynesyen politika sayamay›z, çünkü gelir da¤›l›m› bozuklu¤una, al›m gücü düflen sade insana hiçbir olanak tan›m›yor. Gerçek Keynesyen politika bu dönemde, evlerini kaybeden insanlar›n evlerinde oturmalar›n› sa¤lamak olur. Evini kaybeden ve kaybetme tehlikesiyle karfl› karfl›ya kalanlara yard›m etmek yerine, onlara fahifl fiyatlarla ev satanlara destek sa¤lamak kapitalizmin mant›¤›. Kapitalizmin mülkiyet sistemi, alternatif önerilere hukuksal aç›dan da ç›k›fl olana¤› tan›m›yor. Solun Keynesyen politikalardan baflka somut bir önerisi yokmufl gibi sunuluyor. Keynesyen politikalara sizin temel elefltirileriniz neler? Bir, ulusal Keynesyen politikalar, bir de, pek uygulanmayan ama gündeme gelen uluslararas› Keynesyen politikalar var. Bugün Keynesyen politikalar-
dan medet umulacaksa, bunun uluslararas› Keynesyen bir inisiyatifle olmas› lâz›m. Almanya’da üretilen makinalar›, Çin’deki tekstil ürünlerini, ABD’deki teknoloji ürünlerini Afrika’daki, Malezya’daki, Kazakistan’daki insan›n da alaca¤› flekilde servetin yeniden paylafl›ld›¤› bir tarzda Keynescilik uygulan›rsa, kapitalist sistemde bir çözüm olur. Halbuki sosyalistler, Marksistler mülkiyete yönelik, özellikle üretim araçlar›n›n toplumsal mülkiyetine yönelik öneriler gelifltirirler, ekonominin kâra göre de¤il, insan ihtiyaçlar›na göre belirlenmesi gerekti¤ini söylerler. Bugünden yar›na bunu sa¤layamayabiliriz ama, Keynesyen politikalar›n emekçi kesimler lehine olanlar›n›, bütün dünya yurttafllar›na paras›z, eflit e¤itimi, sa¤l›¤›, sosyal güvenli¤i sunan önerileri de bir taraftan desteklemek durumunday›z. Öte yandan, sosyalizmin geçmiflte yaflad›¤› sorunlar› bugün nas›l aflabiliriz konusunu inand›r›c› bir flekilde kendi aram›zda tart›flmam›z ve insanlara anlatma olanaklar›m›z do¤ar. Biz sosyalizm derken devlet kapitalizmini de¤il, hem mülkiyetin toplumsal oldu¤u, hem de karar alma süreçlerinde tek tek insanlar›n, sendikalar›n, yerel halk›n söz sahibi oldu¤u, yani halklar ad›na bürokratlar›n planlama yapt›¤› de¤il, özü demokratik planlama olan bir ekonomik düzeni anlamak durumunday›z. Bunun teknik olanaklar›n›n da gittikçe artt›¤› bir dünyadan bahsedebiliriz. Belki bugünden yar›na gerçeklefltiremeyiz ama, art›k neoliberalizmin geri döndürülemez bir süreç oldu¤u, bundan sonra görevimizin hayatlar›m›z› buna ayarlamak oldu¤u yolundaki söylem çökmüfl durumda. Bu nedenle, bunlar› daha rahat, daha inand›r›c› bir flekilde tart›flaca¤›m›z ve önerebilece¤imiz bir ideolojik iklimin olufltu¤unu düflünüyorum. ABD’nin krizlerden jeopolitik olarak güçlenerek ç›kt›¤›, buna karfl›l›k rakiplerinin daha kötü etkilendi¤i söyleniyor. Geçenlerde, hisse senedi piyasalar›nda ABD’de yüzde 36’l›k bir
düflüfl yaflan›rken, Çin’de yüzde 57, Rusya’da yüzde 66’l›k düflüfl görüldü. ABD bu krizi de di¤er Amerikan ürünleri gibi çok baflar›l› bir flekilde ihraç ediyor diyebilir miyiz? Bir panik havas› ve insanlarda umars›zl›k psikolojisi varken borsalarda oluflan de¤erlere çok itibar etmemek gerekiyor. Kifli bafl›na gelir düzeylerinin daha düflük oldu¤u yerlerde bu tip oynakl›klar›n daha fazla olmas› kaç›n›lmaz. Öyle insanlar var ki, k›fll›k odununu kömürünü karfl›lamak için hazine bonosu alm›fl, k›z›n›n çeyiz paras› olarak borsaya yat›r›m yapm›fl olabiliyor. Böyle dönemlerde, profesyonel yat›r›mc›lar her fleye ra¤men sakin davranabilir. O nedenle, Bat› piyasalar›ndaki inifl ç›k›fllar›n daha yavafl olmas› beklenebilir. Uzun dönemde trendlere göre bakmakta yarar var. ABD’de patlak veren bir finansal kriz ortam›nda dolar›n de¤er ve güç kaybetmesi beklenmez mi? Buna karfl›n dolar güçlendi, bunun nedeni ne? Dolar faizleri neredeyse s›f›ra yasland›¤› halde, insanlar›n hâlâ en güvenilir liman olarak ABD hazine bonosunu gördü¤ünü gösteriyor bu. Rezerv para olarak, en az›ndan flu ana kadarki süreçte, dolar bir anlamda rüfltünü ispat etmifl oldu. ABD ekonomisinin dengesizlik yaflad›¤›, çok ciddi cari ifllemler a盤›, bütçe a盤› verdi¤i ve malî kriz kopmadan da dolar›n mevcut düzeyini koruyamayaca¤› varsay›l›yordu. ‹ki-üç y›ld›r dolar sürekli düflüflteydi. Özellikle Avrupa euro bölgesinin, Japonya’n›n ayn› sorunlarla karfl› karfl›ya olmad›¤› varsay›l›yordu. Bütün kapitalist dünyan›n krizden etkilendi¤i, hepsinin riskler tafl›d›¤›, hepsinin finansal sektöründe ciddi bir kaos oldu¤u anlafl›l›nca, ABD ekonomisinin sa¤laml›¤›ndan de¤il, Avrupa ekonomisinin çürüklü¤ünün görülmesinden dolay› dolar göreceli olarak de¤er kazanmaya bafllad›. Avrupa ekonomisinin “çürüklü¤ü”nden kast›n›z ne? Hat›rlan›rsa, Alman Maliye Bakan› Steinbrück’ün “finansal süper güç olarak ABD’nin sonuna geldik” laf›n› söylemesinden birkaç gün sonra, Almanya’n›n da benzer s›k›nt›larla malûl oldu¤u ortaya ç›kt›. AB’nin dört büyük ülkesi ‹ngiltere, Almanya, Fransa, ‹talya’n›n hükümet baflkanlar› masaya oturdu¤unda, Merkel AB’nin çok fazla sorunu olmad›¤›n›, Avrupa çap›nda mevduat güvencesine gerek duyulmayaca¤›n› söyledi. Ertesi gün, Hypo Real Estate denen büyük emlâk kuruluflu çöktü, 37 milyar euro’yla kurtar›lmas› söz konusu oldu ve Almanya mevduat güvencesi getirdi. Ayr›ca, Alman ekonomisi yüzde 40 ihracata ba¤l›, Almanya dünyan›n en büyük ihracatç›s›. ABD ise daha kendine yeterli, ihracat ABD ekonomisinin yüzde 10-15’ini oluflturuyor. Dünya ölçe¤inde bir krizde, genel olarak talep yavafllad›¤›nda, Avrupa’n›n bundan daha fazla etkilenmesi söz konusu. ABD turizm gelirinin de, ihracat›n da en s›n›rl› oldu¤u, yerel
ekonominin belirleyici oldu¤u ülkelerden. O aç›dan ve dolambaçl› malî iliflkilerden ötürü ABD krizden Avrupa’ya göre daha az etkilenebilir. Rusya, Çin ve Japonya da ABD’den daha a¤›r m› etkilenecek krizden? K›sa vadede öyle. Mesela Çin, hazine k⤛tlar› d›fl›nda, ABD’den flirket tahvilleri de alm›fl. ABD’nin 200 milyar dolar para vererek yüzdürdü¤ü Fannie Mae ve Freddie Mac’in 300 milyar dolarl›k k⤛d› Çin’de. Bunlar batarsa, Çin 300 milyar dolar zarar görecek. 200 milyar dolarl›k k⤛t Japonlarda, 100 milyar dolarl›k Rusya’n›n elinde. Ama, orta ve uzun vadede, örne¤in Çin’in bu süreçten avantajl› ç›kaca¤›n› düflünüyorum. Çin’de çok ciddi bir mal ve hizmet üretim potansiyeli olmas›na karfl›n, bu büyük ölçüde d›fl piyasaya yönlendirilmifl, iç piyasada talep düflük. Çin kendi halk›na daha yüksek bir yaflam standard› sa¤layarak bu süreci aflabilir. ‹deolojik anlamda da Çin’in bu süreçten güçlenerek ç›kabilece¤ini san›yorum. Washington uzlaflmas› uluslararas› iliflkilerde flu anlama geliyordu: Bat›, yani ABD veya AB, Afrika’da
bir ülkeye yard›m edecekse, “neoliberal politikalar› uygulay›n, döviz kurlar›n›, sermaye ak›fllar›n› serbest b›rak›n, bütçe disiplini sa¤lay›n” gibi koflullar öne sürüyor. Çin ise o ülkenin iç ekonomisine kar›flmaks›z›n bunu iki ülke aras›ndaki karfl›l›kl› bir ç›kar iliflkisi olarak görüyor. Önümüzdeki dönemde, AB ve ABD’nin Washington uzlaflmas›n› dayatma gücü olmayacak. ‹kili anlaflmalara dayanan Beijing uzlaflmas› daha evrensel hale gelecek. Bütün dünyada, d›fl ticarete, finansa iliflkin kurallar yeniden yaz›lacak. Bu süreçte, borç iliflkileri yeniden konuflulacaksa, borçlu ülkeler daha az bedel ödeyerek de ç›kabilirler diye düflünmek mümkün. Türkiye’nin toplam d›fl borcu 285 mil-
IMF ile anlaflma yaparak borçlar›n› yine kamuya y›kma yolunu seçerlerse –TÜS‹AD’›n IMF ile anlaflma yap›ls›n talebinin arkas›nda bu niyet yat›yor– bütün yurttafllar, bütün seçmenler, sendikalar, toplumsal hareketler, muhalif partiler böyle bir talebe karfl› ç›kmal›.
yar dolar, bunun 200 milyara yak›n bir bölümü özel sektöre ait. Son zamanlarda, TÜS‹AD talepkâr bir tonda, hükümeti elefltiriyor. TÜS‹AD hükümetten ne istiyor? Özel sektör, krizi bahane ederek borcunu bizim üzerimize, kamuya m› y›kmaya çal›fl›yor? Geçen ay da konufltu¤umuz gibi, 2001 krizinde, Ecevit’in “Türkiye’nin d›fl âleme olan bütün yükümlülüklerini hükümet üstleniyor” sözüyle, hükümet özel sektörün bütün borçlar›n› üstlenmiflti. 1994, 1999, 2001 krizlerinde kamunun borçlar› a¤›rl›kl›yken, flimdi özel sektörün borçlar› a¤›rl›kl›. 2001’de, finans d›fl› özel sektörün borçlar› 32 milyar dolard›, 2008’de 125 milyar dolara ç›kt›. Küçük, orta iflletmeler de, büyük kurulufllar da uluslararas› alemden borçlanm›fllar; baflka ülkelerde de yaflad›¤›m›z, sermaye ak›fllar›n›n h›zl› oldu¤u dönemde, yerel paran›n de¤er kazanmas› ve yurtd›fl›ndan borçlananlar›n yerel para cinsinden maliyetlerinin düflük olmas›, kârlar›n›n yükselmesi Türkiye’de de görüldü. 2001 ile 2008 aras› özel sektör için mutluluk dönemi.
Borçlu olanlar›n hepsi, yedi y›l boyunca, borçlu olmaktan çok ciddi kârl› ç›kt›lar. Bugün karfl›laflt›klar› s›k›nt›, savunduklar› serbest piyasa sisteminin onlara getirdi¤i bir fatura. Yedi y›lda biriktirmifller, biriktirmifller borçlar›, flimdi ödemek zorunda kalacaklar. TÜS‹AD’›n IMF ile yeni bir stand by yap›lmas› talebi ne anlama geliyor? IMF ile anlaflma yaparak borçlar›n› yine kamuya y›kma yolunu seçerlerse –TÜS‹AD’›n IMF ile anlaflma yap›ls›n talebinin arkas›nda bu niyet yat›yor– buna fliddetle karfl› ç›kmak lâz›m. Eme¤iyle geçinen kesimler ne kadar sokaklara inebilir, ne kadar direnebilir, öngörmek kolay de¤il ama, bütün yurttafllar, bütün seçmenler, sendikalar,
23
toplumsal hareketler, muhalif partiler böyle bir talebe karfl› ç›kmal›. 2001’de IMF’yi araya sokarak nas›l m›nt›ka temizli¤i yapt›rd›larsa, öncelikle uluslararas› sermaye lehine, ama ikinci düzeyde de yerel sermaye lehine, onlar›n borçlar›n› da kamuya garanti ettirerek ifli nizama soktularsa, flimdi de IMF’yi arac› olarak ça¤›rma e¤ilimi var. Bu arada, hükümet sözcülerinin “hamdolsun Türkiye ekonomisinin sorunu yok” dedikleri bir dönemde IMF’ye gitmek trajikomik bir durum. IMF’ye kimler gidiyor? 1970’lerde ‹ngiltere’den sonra, IMF kap›s›na düflen tek Bat›l› ülke ‹zlanda oldu. Onun d›fl›nda, Pakistan, Kazakistan, Bulgaristan, Estonya, Letonya, Litvanya gibi en krizli ülkeler IMF kap›s›na s›ralanm›fl. “Ben iyi durumday›m, uluslararas› piyasadan borçlanabilirim, borçlar›m› yenileyebilirim” diyorsan, IMF’nin kap›s›na gitmek bu iddiana zarar verir. Geçmiflte, IMF ile anlaflma yap›lmas› Türkiye’nin uluslararas› sermaye karfl›s›nda yükümlülüklerini yerine getirmesinin garantisi olarak görülüyordu. Bugün, dünyan›n en krizli ülkeleri IMF kap›s›na gidiyor, IMF’nin uluslararas› kamuoyunda hiçbir sayg›nl›¤› kalmam›fl... O bak›mdan, IMF’nin böyle bir güvence oluflturmas› da mümkün de¤il. Tayyip Erdo¤an’›n “kriz Türkiye’yi te¤et geçecek” de¤erlendirmesine ne diyorsunuz? Bütün dünyada flu de¤erlendirme yap›l›yor: Krizden bütün dünya etkileniyor, hiçbir ülke muaf de¤il. Bir ülke uluslararas› ekonominin ne kadar parças› olmuflsa o kadar fazla etkilenir. Türkiye’nin iddias›, uluslararas› ekonomiyle bütünleflti¤i yönünde. Hangi ülkeler krizden en fazla etkilenecek? Tasarruflar›n düflük, bireyin tüketim e¤ilimlerinin yüksek oldu¤u ülkeler. Türkiye tasarruflar›n çok düflük oldu¤u bir ülke; etkilenecek. Cari ifllemler a盤› en fazla olan ülkeler etkilenecek: ABD, ‹ngiltere, Macaristan, Güney Afrika, Bulgaristan... Türkiye de cari a盤› en fazla olan ve ekonomisinin büyüklü¤üne göre çok ciddi borcu olan bir ülke. Ekonomik geliflmifllik düzeyine göre finansal piyasalar›n yayg›nlaflt›¤› ülkeler de krizden çok etkilenecek. Türkiye, 38 milyon kredi kart›n›n oldu¤u, 18 milyar dolar kredi kart› borcunun birikti¤i bir ülke. Hangi göstergeye bakarsan›z, Türkiye çok ciddi etkilenecek. Önümüzdeki y›la kadar yenilemesi gereken 40 milyar dolar borcu, 50 milyar dolar civar›nda cari a盤› var. Uzun dönemli etkilerini bir yana b›rak›yorum, cari a盤› ne kadar fazla do¤rudan yabanc› sermaye yat›r›m›yla finanse ediyorsan›z, o kadar çok s›k›nt› yaflars›n›z. Türkiye özellefltirilecek bütün kurulufllar› özellefltirdi; özellefltirme yoluyla, do¤rudan yabanc› sermaye yoluyla girecek para çok azald›. Türkiye her haliyle bu krizden en fazla etkilenecek ülkelerden, ama Maliye Bakan› “bu kriz Türkiye’nin geliflmifl ülkelerle aras›ndaki fark› kapatmas› için bir f›rsat” diyor. ABD’de kifli bafl›na gelir 40 bin dolar civar›nda, Türkiye’de 8 bin
24
dolar kadar; Türkiye’de 4 bine, ABD’de ise 30 bine inerse, aradaki fark 32’den 26’ya düflmüfl olur. Bakan bunu kastediyorsa, hakl›, aradaki fark azalacak. Bu aç›dan, ABD ve AB ülkeleriyle en yoksul Afrika ülkeleri aras›ndaki fark da azalacak, çünkü onlar›n zaten kaybedecek bir fleyi yok. Maliye Bakan› vergi uygulamadan, kayna¤›n› sorgulamadan yurtd›fl›ndaki paray› ça¤›rmaktan da söz ediyor. Bununla yap›lmak istenen ne? Ulaflt›rma Bakan› da “paran›n karas› olmaz” demifl. Hükümetin bu yolla ciddi bir kaynak girifli beklemesi, Türkiye’nin geçmifl krizlerde baflvurdu¤u, çok baflar›l› olamasa da belli ölçüde para çekti¤i haf›zas›na dayan›yor. Yan›ld›klar› nokta flu: 1994’te, 1999’da, 2001’de Türkiye’nin yaflad›¤› krizler mevziydi, yani bütün dünyada çarklar normal dönerken Türkiye’de kriz vard›. Krizlerde varl›k fiyatlar›, fabrikalar, menkul k›ymetler ucuzlar, borsa düfler. Yurtd›fl›ndan gelen para haraç mezat çok ucuza varl›klar› kapatabilir. Ama flu anda, birincisi, gelmesi beklenen paralar bulunduklar› yerlerde s›k›nt› yafl›yor. Yurtd›fl›nda paras› olan Türk o paray› yast›¤›n›n alt›nda tutup da bond çantas›na istifleyip Türkiye’ye getirmeyi muhtemelen beklemiyordur; ya oran›n borsas›ndad›r ya bankac›l›k sistemindedir. Orada sorunla karfl›laflm›fl olabilir. ‹kincisi, zaten oralarda bütün fiyatlar ucuzluyor. Türkiye’de haraç mezat kapat›lacak varl›klar varsa, flu anda ABD’de mülk almak, ‹ngiltere’de fabrika almak da çok ucuz. Bu nedenle, Türkiye’nin göreceli olarak cazip olmas› için bir neden yok. Üçüncüsü, özellikle Avrupa’da ciddi güven s›k›nt›s› yaflan›nca, bütün mevduatlara, banka, finans sisteminde toparlanan fonlara güvence geldi. Türkiye’de henüz böyle bir fley yok, 50 bin YTL’ye kadar mevduatlar garantide. Bu nedenle, bunun bir maddî temeli olaca¤›n› düflünmüyorum. Bence bu, hükümetin süreci do¤ru okuyamad›¤›n›n bir delili. Türkiye’nin krizden etkilenmesi somut olarak nas›l olacak, gündelik hayata nas›l yans›yacak? Yerel seçimlerden sonra sars›nt›n›n daha çok hissedi-
fiu anda ABD’de ve ‹ngiltere’de yap›lan› Keynesyen politika sayamay›z, çünkü gelir da¤›l›m› bozuklu¤una, al›m gücü düflen sade insana hiçbir olanak tan›m›yor. Gerçek Keynesyen politika, bu dönemde, evlerini kaybeden insanlar›n evlerinde oturmalar›n› sa¤lamak olur. Evini kaybedenlere yard›m etmek yerine, onlara fahifl fiyatlarla ev satanlara destek sa¤lamak kapitalizmin mant›¤›.
lece¤i söyleniyor. Hükümetin bu etkileri yerel seçim sonras›na öteleyecek araçlar› var m›? Türkiye’de toksik varl›klar›n fazla olmad›¤› söyleniyor. ‹zlanda benzeri bir durum olmayacak. Ama reel ekonominin çarklar› yavafllayacak, üretim düflecek. ‹stendi¤i düzeyde ihracat yap›lamayacak. Geçmiflteki krizlerde, reel ücretler düflürülüp üretim taban› büyük ölçüde yurtd›fl›na yöneltilerek krizi aflmak denenirdi. fiimdi bütün dünya kriz yafl›yor. Türkiye’nin en önemli ihracat pazar› Almanya; dünyan›n en büyük ihracatç›s› Almanya kendi ihraç pazarlar›na yeterince sat›fl yapamay›nca Türkiye’den ithalat yapamayacak. Türkiye’nin ikinci büyük ihraç pazar› Rusya, petrol fiyatlar› düflünce Rusya’n›n ihracat› absorbe etme kapasitesi düflecek. Giderek üretimde yavafllama, iflten ç›karmalar, ücretlerin düflmesi, zaten iyice gerilemifl olan sosyal hizmetlerin kalitesinin daha da afla¤› çekilmesi gibi etkileri yaflayaca¤›z. Ama bunu mukadder kabul etmemek gerekiyor. ‹nsanlar geçmifl krizlerdekinden daha s›k› dururlarsa, kaderlerine raz› olmaz, talepkâr olurlarsa, durum farkl›laflabilir. Daha da önemlisi, bütün dünyada bu krizin dünya halklar› aç›s›ndan, sade insanlar aç›s›ndan en az zararla afl›lmas› için bir inisiyatif ortaya ç›karsa, ki bunun belirtileri var, uluslararas› finans âleminde borçlar yeniden yap›land›r›l›r, vadeler uzat›l›r, Türkiye gibi ve özellikle daha yoksul ülkelerin borçlar› iptal edilirse, dünya ticaretinin sekteye u¤ramamas›, reel ekonomik faaliyetlerin, mal ve hizmet üretiminin devam etmesi söz konusu olursa, Türkiye ve benzeri ülkeler bu krizi daha az zararla atlat›r. Türkiye’nin, dezavantajlar içinde bir avantaj› da, hammadde kaynaklar›n›n büyük ölçüde ithal edildi¤i bir ekonomi olmas›: Dünya ekonomisinin çarklar›n›n yavafllamas›yla petrolle birlikte di¤er hammadde fiyatlar›n›n düflmesi Türkiye’nin ithalat faturas›nda bir düflüfle neden olacakt›r. 2001 tarz› çok fliddetli bir kriz yerine, daha yumuflak dalgalar halinde etkilerin hissedilece¤ini düflünüyorum.
faflizmi getirdi¤i, savafllara neden oldu¤u, otoriter yönetimi körükledi¤i hakl› olarak hat›rlan›yor. Kapitalizm kendisini krizden ç›karacak düzenlemelere gidecektir, gerekirse bunu otoriter yöntemlerle de yapabilir. Buna karfl› teminat nedir? Ç›karlar› buna karfl› olan, tarihten de ders alan genifl kesimler, sendikalar, emek kesimleri, siyasal partiler, toplumsal hareketlerin örgütlenmesi... Faflizme karfl› en önemli güvence budur. Faflizm sermayenin yönlendirdi¤i bir ak›msa da, kitlesel olarak konumunu yitiren alt-orta s›n›flara, reaksiyoner kesimlere dayan›r. Örgütlü kesimler, kolektif mücadeleyi önüne koyan kesimler faflizme karfl› en önemli güvencedir. ‹ktisadî anlamda da krizin dünya halklar›n›n, eme¤iyle geçinen halklar›n, yoksul halklar›n aleyhine çözümlenmemesi için küresel çapta çok ciddi bir hareket olmas› gerekiyor. Bunun belirtileri ortaya ç›kmaya bafllad› da. Bu belirtiler neler? Mesela, Pekin’de düzenlenen Asya Avrupa Halklar Forumu, benim de imzalad›¤›m ve önümüzdeki dönemde nas›l bir dünya arzulad›¤›n›, bunun için ne gibi ön ad›mlar at›lmas› gerekti¤ini ortaya koyan programatik bir metin yay›nlad›. Bu metinde anahatlar›yla ne gibi talepler yer al›yor? Mesela, bankalar›n toplumsallaflmas›. Borç verirken sosyal sorumluluk kriteri. Bankac›l›k sisteminin yurttafllar ve parlamento taraf›ndan gözetimi. Finansal kredilerde ekolojik kriterlerin gözetilmesi... Genel olarak bütün önerilerde ekolojik boyuta vurgu yap›l›yor. Finansal krizden ayr› olarak, gezegen bir ekolojik felakete do¤ru gidiyor. Zaten önlem al›nmas› gerekirdi, flimdi madem bir yeniden yap›lanma, ezberlerin bozulmas›, yeni bir dünya oluflturulmas› imkân› var; bir de konufltu¤umuz Keynesyen politikalarla kamunun yat›r›ma, istihdama yönelik inisiyatif kullanmas› önerisi var, bu ikisini birlefltirerek kamunun ekolojik politikalara öncelik verecek flekilde devreye girmesi mümkün olabilir. Örne¤in, konutlar›n günefl enerjisinden faydalanacak flekilde tasarlanmas›, enerji politikalar›n›n yenilenebilir enerjiye yönelik yeniden düzenlenmesi. Evrensel yurttafll›k geliri de talepler aras›nda. Bu da sonunda sol liberal bir talep. Talepler listesi çok genifl ve uzun. Bu önerilerin hepsi bize yüzde yüz uymayabilir, sol liberaller de Marksistlerin bütün iddialar›n› kabul etmek zorunda de¤il. Ama sol liberal s›n›flamas› alt›nda yer alan insanlar›n sol bir özelli¤i var, emek kesimi üzerine, kapitalist düzende zarar görenlerin en az›ndan ayakta durabilmeleri, bir yurttafl olarak yaflayabilmeleri üzerine kafa yoruyorlar. Bu anlamda, Türkiye’de sol liberalizm laf›n›n yanl›fl kullan›ld›¤›n›, Türkiye’de sol liberal kategorisi içerisinde görülenlerin düz liberal, sa¤ liberal olduklar›n›, solculuklar›n›n sadece geçmifl referanslar›ndan geldi¤ini düflünüyorum. Bu anlamda, Amartya Sen, John
Türkiye 12 Eylül dönemiyle, darbenin kurumlar›yla muhakkak hesaplaflmal›, bu yöndeki talepler do¤rudur, anlaml›d›r, meflrudur, ama Türkiye’nin 12 Eylül’ün iktisadî rejimiyle, Özal’la birlikte bafllayan piyasac› zihniyetle hesaplaflmadan bu siyasî hesaplaflmay› yapmas› eksik olur.
Ross, Dvorkin gibi isimleri önemsemek gerekti¤i kan›s›nday›m. Bugünden yar›na mülkiyet iliflkilerini de¤ifltirmemiz, demokratik planlamay› gerçeklefltirmemiz kolay olmad›¤›na göre, buradaki daha kolay uygulanabilir tedbirleri de göz önüne almak gerekiyor. Sosyalizm mücadelemiz, düzen de¤iflikli¤i mücadelemiz sistemin temsilcilerine karfl› bir mücadeledir, onlarla pazarl›k ederek düzeni de¤ifltiremeyiz. Ama onlarla pazarl›k ederken, sol liberal talepleri de gündemimize alabiliriz. Sözünü etti¤iniz taleplerin gerçeklefltirilebilirli¤ini, bu konuda bir yapt›r›m gücü elde edebilmeyi mümkün görüyor musunuz? Metnin alt›ndaki imzac› kurulufllara bakt›¤›n›zda, ‹ngiltere’de, Almanya’da, ABD’de, Filipinler’de, Latin Amerika’n›n çeflitli ülkelerinde önemli kitlesel etkisi olan toplumsal hareketlerin, neoliberalizme karfl› mücadele eden inisiyatiflerin oldu¤unu görüyoruz. Bunlar›n tabii daha güçlü, bütün dünyay› kapsayacak yayg›nl›kta genifllemesi gerekir. Önümüzdeki ocak ay›nda Brezilya’da yap›lacak Dünya Sosyal Forumu’nun bu inisiyatifin genifllemesi ve geliflmesi anlam›nda önemli olaca¤›n› san›yorum. Bunun Türkiye’deki muhatab› kim derseniz, 2001 krizinde, bir Emek Program› ortaya konmufltu. Kamu emekçileri, iflçi sendikalar› ve meslek kurulufllar›n›n imzalad›¤›, sadece sol kesimi de¤il, daha genifl bir yelpazeyi içeren bir metin oluflturulmufltu. Ama bunun arkas›nda yeterince durulmad›. Hükümet de¤iflikli¤i önemli rol oynad› bunda. AKP’ye, muhafazakâr kesime yak›n olanlar, 2002’de AKP iktidara gelince çark ettiler. Daha soldan olan kurulufllar da bunu genifl kitlelere yayma konusunda yeterince baflar›l› olamad›. Türkiye’de yap›lmas› gereken, emek kesimlerinin hem uluslararas› inisiyatife kat›lan, hem de bunu Türkiye zeminine tercüme eden bir metin oluflturmas› ve daha önemlisi, bunun arkas›nda duracak bir iradenin a盤a ç›kmas›. Önümüzdeki günlerde, bunun oluflmas› için ciddi gayret gösterilmesi gerekti¤ini düflünüyorum. Türkiye’de sol, 1960’lardan itibaren, demokrasi, özgürlükler, insan haklar› mücadelelerinin motorudur. Sol bu sorumlulu¤undan vazgeçmemeli, ama s›n›f›, emek sömürüsünü, IMF, DB, uluslararas› malî kurulufllar›, kapitalist düzeni sorgulamadan “sol olmayan sol” fleklinde kendini ifade eden anlay›fl›n öncelikle mahkûm edilmesi, -Cüneyt Ülsever nas›l kendi ad›na özelefltiride bulunuyorsa– sol olmayan sol fikrinin arkas›nda duranlar›n da kendi adlar›na ayn› cesareti göstermeleri gerekti¤ini düflünüyorum. Türkiye 12 Eylül dönemiyle, darbenin kurumlar›yla muhakkak hesaplaflmal›, bu yöndeki talepler do¤rudur, anlaml›d›r, meflrudur, ama Türkiye’nin 12 Eylül’ün iktisadî rejimiyle, Özal’la birlikte bafllayan piyasac› zihniyetle hesaplaflmadan bu siyasî hesaplaflmay› yapmas› eksik olur.
Söylefli: Siren ‹demen - Yücel Göktürk
David Harvey emperyal güçlerin Kautsky’nin ifade etti¤i türden bir koalisyon oluflturma ihtimalinin son derece kayda de¤er bir hal ald›¤›n› söylüyor... Bugünkü durum Birleflmifl Milletler’in kuruluflunu and›r›yor biraz. BM kurulurken, ‹kinci Dünya Savafl›’n›n galibi güçler, ideolojik referanslar›na bak›lmaks›z›n, Güvenlik Konseyi üyesi oldu. fiimdi de neoliberalizmin çöküflüyle, Bat›’n›n metropol ülkelerinde devlet müdahalelerinin uygulanmaya bafllanmas›yla birlikte, zaten küresel rekabet kurallar›n› kabul etmifl Çin, Rusya ile AB, Japonya, ABD’nin ayn› masaya oturmas›n›n olanaklar› ortaya ç›kt›. Bu, Kautsky’nin söyledi¤i ultraemperyalizmin kurallar›n› oluflturmaya benzetilebilir. Ama öbür taraftan da tek tek ülkelerin reel güçleriyle masaya oturduklar› ve dünya piyasalar›n› düzenledikleri bir ortam, yani düzenleyici bir kapitalizm oluflabilir. ‹kincisi, daha çok Beijing uzlaflmas›na paralel, ülkelerin birbirinin içifllerine pek kar›flmad›¤› ekonomik güç temelinde iliflki kurduklar›, masaya oturamayan küçük ülkelerin aleyhine olabilecek bir birliktelik. Bunun en fazla karfl›s›nda olan ülkelerin bafl›nda da Türkiye geliyor. Genellikle birbiriyle kar›flt›r›lan iki G20 inisiyatifi var: Biri, IMF, DB, ABD, AB’nin yan›nda, “emerging market” denen, küreselleflme sürecine entegre olan Brezilya, Meksika, Güney Afrika gibi ülkelerin yan›nda Türkiye’nin de yer ald›¤› G20. Di¤eri, Dünya Ticaret Örgütü bünyesinde, ABD, AB, Japonya hegemonyas›na karfl›, yükselmekte olan orta geliflmifllik düzeyinde ülkelerin, Çin, Brezilya, Güney Afrika, Hindistan’›n bafl›n› çekti¤i G20 diye bafllay›p G22’ye gelen inisiyatif. Türkiye hem 1950’lerde, Demokrat Parti döneminde, en Amerikanc› üçüncü dünya ülkesi olarak Ba¤lant›s›zlar hareketini sabote etme siciliyle, hem de AB ile Gümrük Birli¤i anlaflmas› imzalad›¤› için d›fl ticaret görüflmelerine ondan ba¤›ms›z kat›lamayan ülke kimli¤iyle G21-22’ye kat›lmam›flt›. Bugün, dünya ekonomik düzeninin yeniden belirlenece¤i bir G20’den bahsedilirken, Türkiye’nin dahil oldu¤u G20’ye dahil olup da bu G20’ye davet edilenler listesinde ad› geçmeyen bir tek Türkiye ve Endonezya var. Türkiye bu aç›dan kendini kuyru¤una bas›lm›fl hissediyor. Bu oluflumun büyük ülkeler lehine, küçük ülkeler aleyhine adaletsiz bir düzenleme olaca¤›n› düflünüyorum. Harvey’in endiflelerine kat›l›yorum. Sonuçta, yeni bir Washington konsensüsü söz konusu olabilir mi? Neoliberalizmin öldü¤ünü rahatl›kla söyleyebiliriz. Sermayenin talepleri do¤rultusunda mal, hizmet, sermaye, iflgücünün dolaflt›¤›, sermayenin suretinde bir dünya ütopyas› çökmüfltür. Ama buradan kapitalizmin çöktü¤ü, kendini onaramayaca¤›, farkl› bir düzene geçilece¤i anlam› ç›kar›lmamal›. Geçmiflte Keynesyen dönemlerde nas›l olduysa, kapitalizm kendini tamir etme yoluna gidecektir. 1929 bunal›m›n›n dünyada
25
MARKS‹ST CO⁄RAFYACI DAVID HARVEY’LE GLOBAL KR‹Z ÜZER‹NE
Bankerlerin diktatörlü¤ü Amerika'da iki milyondan fazla yoksul insan flimdiden evsiz kald›, kriz h›zla toplumu sarmaya bafllad›. Cumhuriyetçi baflkan aday› McCain bile piyasalar›n düzenlenmesinden dem vurur oldu. Ya sonras›? Marksist co¤rafyac› David Harvey’e, ABD’deki birkaç kamu üniversitesinden biri olan City University of New York’taki odas›nda konuk olduk; kriz ve muhtemel geliflmelere dair tespitlerine kulak verdik. Krizin patlak vermesinin ard›ndan herkes –McCain ve Cumhuriyetçiler bile– piyasalar›n regüle edilmesinden bahsetmeye bafllad›. Bir regülasyon dönemine dönüfl sizce mümkün mü? Ayr›ca, birçok yorumcu bu krizi bildi¤imiz anlamda neoliberalizmin sonu olarak görüyor. Siz ne düflünüyorsunuz? David Harvey: ‹kinci sorudan bafllayal›m: Cevab›m hay›r, bu kesinlikle liberalizmin sonu de¤il. Fakat bu, neoliberalizmi nas›l yorumlad›¤›n›za ba¤l›. Benim yorumum Hayek, Friedman ve serbest piyasa, kiflisel sorumluluk ve benzer kavramlar üzerine kurulu retorikle ba¤lant›l› neoliberalizm teorisinin ideolojik bir k›l›f oldu¤u yönündeydi. 1990’lar›n bafl›ndan bu yana, neoliberalizmin prati¤i iki belirgin davran›fl kal›b› taraf›ndan flekillendiriliyor: ‹lki, ne pahas›na olursa olsun finansal kurumlar›n korunmas›d›r ve bu durum finansal kurumlar›n refah›yla insanlar›n refah› aras›ndaki çat›flmay› ifade eder. ‹kincisi ise finansal kurumlar›n refah›n›n tercih edilmesidir. Son kurtarma operasyonuyla yap›lan tam olarak budur. ‹lkesel olarak, bu operasyonla 1992’de Meksika’da yaflanan aras›nda hiçbir fark yoktur. IMF, Meksika hükümetinin New York yat›r›m bankalar›ndan ald›¤› borçlar› güvence alt›na almak için ABD hazinesinin Meksika’y› kurtarmas›na izin vermiflti. Sonuç, bedeli Meksika halk›n›n s›rt›na y›k›larak
26
New York yat›r›m bankalar›n›n hazine ve IMF taraf›ndan kurtar›lmas›d›r. Dolay›s›yla, bugün gördü¤ümüz yap›da s›rad›fl› hiçbir fley yok. Neoliberalizme iliflkin efsanelerle bezeli hikâyenin karfl›s›nda neoliberalizmin gerçek yap›s› budur. Yaflanan geliflmeler neoliberalizmle tam anlam›yla tutarl›d›r. ‹lk sorunuza dönecek olursak: Daha fazla regülasyon söz konusu olacak m›? Aç›kças›, olan biten karfl›s›nda bunun ak›lc› bir tepki oldu¤unu düflünmüyorum. 1990 y›l›ndan bu yana, “gölge bankac›l›k sistemi” olarak adland›rd›¤›m türev piyasalar›n›n ortaya ç›k›fl› söz konusu. Geçti¤imiz eylül ay› itibariyle bu piyasalarda yaklafl›k 600 trilyon dolar dolaflmaktayd›. Bu mebla¤ tüm Kuzey Amerika, Avrupa, Çin ve Japonya’n›n gayr› safi millî has›lalar›n›n yaklafl›k on kat›na eflit. 1990’da bu piyasalar yoktu. Kan›mca türev piyasalar› regüle etme fikri tamamen z›rval›k. Çünkü ilk olarak, düzenlemeyi gerçeklefltirecek kiflilerin ne yapt›klar›n› bildi¤ini, ikinci olarak ise bu piyasalara etkin bir flekilde müdahale edebilecek düzenleyici enstrümanlar›n oldu¤unu varsay›yorsunuz. Fakat bunlar normal piyasalar de¤il. ‹nsanlar bu piyasalardan devasa kazançlar elde ediyor: Geçti¤imiz sene, hedge fonlar› yönlendiren yöneticilerin her biri üç milyar dolardan fazla kiflisel kazanç elde etti. Bu piyasalar› regüle etmenin zaman kayb› oldu-
Türev piyasalar› regüle etme fikri z›rval›k. La¤vedilmeleri, tamamen ortadan kald›r›lmalar› gerekiyor. Çünkü do¤alar› itibariyle spekülatifler. Bu piyasalar›n riski yayd›¤› söyleniyor, fakat asl›nda riski bizzat üretiyorlar ve bütün dünyaya yay›yorlar.
¤unu düflünüyorum, la¤vedilmeleri, tamamen ortadan kald›r›lmalar› gerekiyor. Çünkü do¤alar› itibariyle spekülatifler. Bu piyasalar›n riski yayd›¤› söyleniyor, asl›nda riski bizzat üretiyorlar ve bütün dünyaya yay›yorlar. Bütün dünya bunun sonuçlar›yla karfl› karfl›ya. Kurtarma operasyonuyla krizi durduramayacaklar›n› m› söylüyorsunuz? Bugünkü krizin kökeninde türev piyasalar yat›yor. Regüle edilmeye çal›fl›l›rsa asl›nda olacak olan, dünya merkez bankalar›n›n bu piyasalar› sat›n alma çabas›ndan baflka bir fley de¤ildir. Bu piyasalarda yaklafl›k 600 trilyon dolar›n dolafl›mda oldu¤u düflünüldü¤ünde, 700 milyar dolarla nas›l kurtaracaks›n›z? Bu piyasalarla ilgili acilen bir fleyler yap›lmas› gerekiyor. Bence fonlar ve ticarî türevler yasaklanmal›. K›sa vadeli, örne¤in üç haftal›k sat›fllar bir süreli¤ine yasaklanmal›. Bu piyasalar›n gayr›meflru, gerçek olmayan, son derece spekülatif ve tehlikeli piyasalar oldu¤u belirtilerek ticarî türevler yasaklanmal›. Bu piyasalar› kald›rmay› göze alacak bir siyasî irade var m›? Hay›r, tabii ki yok. Bu hayli radikal bir fley. Fakat bunun gidilecek tek yol oldu¤unu düflünüyorum. Bunlar› regüle etmeye kalkarsan›z, kendinizi Mad Max’in dünyas›nda bulursunuz. Bu piyasalar o kadar karmafl›k ki, bunlar›n içinde ifllem yapanlar bile nas›l ifllediklerini tam olarak bilmiyor. Birçok piyasa bilgisayarlarla yönetiliyor ve birçok insan bu programlar› anlam›yor. Bir tak›m matematik dehalar› bir süre yolunda giden finans ve ticaret programlar›yla ortaya ç›k›yor, bu programlar ifl görmez hale geldi¤indeyse kimse tam olarak neden oldu¤unu bilmiyor, herhangi bir düzenleyici organ da söz konusu de¤il. Bu nedenle, bu piyasalara düzenlemeler dayatmak, sorunlar› çözmek yerine da-
ha fazla sorun ç›kartacakt›r. Bütün bunlar›n hâlâ sürüyor olabilmesi çok ilginç asl›nda. 2005 y›l› için gördü¤üm rakamlar, bu piyasalarda 280 trilyon dolar›n dolafl›mda oldu¤unu gösteriyordu. fiu anda bu rakam 600 trilyon dolar, üç y›lda iki kat›na ç›km›fl. Bu astronomik bir art›fl. Hiçbir fley bu piyasalar› zaptedebilecek gibi görünmüyor. Hâlâ büyümeye devam ediyorlar ve bütün dünyay› içlerine çekiyorlar. Neden büyüdüklerini görebiliyoruz, genel olarak piyasada çok fazla risk söz konusu ve insanlar umutsuzca daha fazla ticaret yapmaya çal›fl›yorlar. Özellikle bundan dolay› bu piyasalar›n ortadan kald›r›lmas› gerekiyor. Küresel finans sektörünü yönetenlerin ne denli güçlü olduklar› aflikâr. Böyle bir geliflmeye verecekleri tepki nas›l olur sizce? Tabii ki bundan hofllanmayacaklard›r. Fakat, bildi¤iniz gibi, 2002’de Warren Buffett uyarm›flt›: “Bu piyasalar finansal y›k›m›n kitle imha silahlar›d›r.” Finansal y›k›ma neden olacak kitle imha silahlar›yla dolu bir piyasay› neden korumak istersiniz? Radikal bir fley öneriyorum ve bu, bas›nda kesinlikle yer almayacak. Bunun bas›nda yer bulamamas› da sürpriz de¤il, aksi olsa flafl›rt›c› olurdu. 1990’a kadar bu piyasalar olmadan da dünya varl›¤›n› sürdürüyordu. Neden bunlara ihtiyac›m›z var? Asl›nda çok büyük bir zarara neden oluyorlar, bu piyasalar arac›l›¤›yla gerçekleflen ve “el koyma yoluyla birikim” olarak adland›rd›¤›m süreç devasa bir flekilde derinlefliyor. Biri üç milyar dolar› cebine indiriyorsa, sorulmas› gereken soru fludur: “Bu nereden geliyor? Bunun bedelini kim ödüyor?” Toplumsal eflitsizli¤in giderek artmas›na neden oluyorlar. Böyle fleylere neden olan enstrümanlar› neden muhafaza etmek istersiniz? Bu piyasalar›n tamamen ortadan kald›r›lmas› için bir savafl verilmesi gerekti¤ini düflünüyorum. Bak›n, iki milyon insan evini kaybetti. Üzerinde ipotek olan evlere el koyuldu. Muhtemelen iki milyon, belki de dört milyon insan daha evlerini kaybedecek. Bu kriz alt› milyon insan›n evlerini, yani varl›klar›n› kaybetmesiyle sonuçlanabilir. Bu durum yaklafl›k bir trilyon dolar›n kaybedilmesi anlam›na geliyor. Bu kayb›n faturas›n› s›radan insanlar ödüyor. Örne¤in, Afro-Amerikal›lar için bunun en büyük servet tahribat›n›n yafland›¤› dönem oldu¤unu biliyoruz. Baflkalar›n›n elde etti¤i kârlar›n bedelini onlar ödüyor. Ayn› esnada, finansal kurumlar› kurtar›yor, düze ç›kar›yoruz. Finans kurumlar›n›n yöneticileri iki sene içinde her fleyi yok edebilir ve gidip Bahama’daki yatlar›nda yaflayabilirler. Benim gördü¤üm, alt s›n›flardan üst s›n›flara do¤ru akan muazzam bir servet transferidir. Bunu tersine çevirmeye haz›r de¤ilseniz, herhangi bir istikrar bulabilece¤inizi sanm›yorum. Bugün ABD’deki eflitsizlik seviyesinin 1920’ler kadar yüksek olmas› bir tesadüf de¤il. 1920’ler 1929 krizini yaratt› ve biz de 1929’un güncel bir versiyonuna yaklafl›yoruz. Bu tür gelir eflitsizliklerinin bir çö-
küflü getirece¤ine iliflkin yeterince kan›ta sahip oldu¤umuz kan›s›nday›m. Baflta baflkan adaylar› olmak üzere bütün siyasîler tüketimi azaltma ça¤r›s›nda bulunuyor... Bence tüketimi azaltmak için yanl›fl bir zaman. Piyasalar çöküyor ve piyasalar çöktükçe tüketim daha da azal›yor, dolay›s›yla piyasalar daha da fazla çöküyor. 1930’larda da ayn› sorun söz konusuydu. Tüketim gittikçe daha da afla¤› seviyelere düfltü. Harcamalar› art›rman›z gereken zaman tam da bu gibi dönemlerdir. Sorun, hükümetin çok büyük bir borç bata¤› içinde olmas›, savafl harcamalar› ve benzeri fleyler. Bu noktaya zararda olmayan veya art›daki bir bütçeyle gelmifl olsayd›k, tekrar harekete geçebilmek için ekonomiyi canland›rmak görece daha kolay olurdu. Buna benzer bir fleyi geçen sene her bireye 600 dolar geri ödeme yaparak denediler. Aç›klar› finanse ederek ekonomiyi canland›rmaya çal›flt›lar ve özellikle flunlar› vurgulad›lar: “Sorunu kapitalist yollarla çözecek ve aflacaksak halihaz›rda ifllemez halde olan köprüler, sulama sistemleri ve benzeri altyap› yat›r›mlar›n›n üzerinde daha çok durmal›y›z. Ulafl›m sorununu halletmeliyiz. Yerel yönetimleri desteklemeliyiz, zira ana gelir kaynaklar› olan mülkiyet vergileri h›zla azal›yor.” Ayr›ca, astronomik faiz oranlar› ödemeksizin kredi piyasas›na girifl yapabilmeniz mümkün de¤il. Yerel yönetimlerin ipotekli varl›klara el koyulmas› ve benzeri uygulamalar karfl›s›nda çeflitli önlemler almas› gerekiyor. Bu zor süreçte bafltan ç›kar›c› yanl›fllar flunlar: Tüketimi azaltmak, yat›r›mlar› k›smak, finansal olarak sorumluluk üstlenmek. Ekonomideki gerçek sorunlar›n üstesinden gelebilmek için hükümetin finansal sorumluluk kabul etmemesi gereken bir anday›z. Bu noktada sorun, hükümetin bafl›ndan beri malî aç›dan sorumsuz davranm›fl olmas›. Sadece Amerikan halk›na de¤il, tüm dünyaya yönelik fedakârl›k ça¤r›lar› son derece otoriter bir siyasal iklime iflaret ediyor gibi görünüyor... Evet, di¤er bir önemli sorun da bu. Son aylarda, dikkatimi çeken fleylerden biri de dünyan›n her yerinde demokrasi fikrinin tamamen terk edilmifl olmas›. Asl›nda, dünyan›n önde gelen bankerlerinin diktatörlü¤ü alt›nda yafl›yoruz. Marx
Türev piyasalar arac›l›¤›yla gerçekleflen ve “el koyma yoluyla birikim” olarak adland›rd›¤›m süreç devasa bir flekilde derinlefliyor. Biri üç milyar dolar› cebine indiriyorsa, sorulmas› gereken soru fludur: “Bu nereden geliyor? Bunun bedelini kim ödüyor?” Toplumsal eflitsizli¤in giderek artmas›na neden oluyorlar. Böylesine fleylere neden olan enstrümanlar› neden muhafaza etmek istersiniz? Bu piyasalar›n tamamen ortadan kald›r›lmas› için bir savafl verilmeli.
ve Engels Komünist Manifesto’da kredi araçlar›n›n devlet elinde merkezîlefltirilmesi gerekti¤ini yaz›yorlard›. Fakat san›r›m, onlar devletin proletaryan›n kontrolünde olaca¤›n› tasavvur ediyorlard›. Bugün devlet bankerlerin kontrolü alt›nda ve onlar kredi araçlar›n›n merkezîlefltirilmesini kendi s›n›flar›n› bataktan kurtarmak için kullan›yorlar. “Yeni Emperyalizm” kitab›n›zda gücün bölgesel ve kapitalist mant›¤› aras›ndaki gerilimi vurguluyorsunuz. Bu ba¤lamda, son kriz, özgül bir siyasal proje olarak ABD emperyalizminin yönelimlerini nas›l etkileyecek? ‹kincisi, Çin krize nas›l tepki verecek sizce? ABD 2002 ve 2003 y›llar›nda kendisini disipline etmifl olsayd›, bugün böyle bir karmaflan›n içinde olmazd›k. Asl›nda yaflanmakta olan, piyasa güçlerinin ya da kapitalist mant›¤›n ABD’yi disipline etmesidir. Bunun anlam›, ABD’nin gücünün ciddi bir flekilde afl›nmas›d›r. Fakat bunun ciddi bir afl›nma oldu¤unu söylemek, tamamen sona erdi¤i anlam›na gelmiyor ve burada iki noktan›n son derece önemli oldu¤unu düflünüyorum: ‹lki, bildi¤iniz gibi tüm dünyada dolar de¤er kazan›yor. ABD’deki durum göz önüne al›nd›¤›nda, bunun neden oldu¤unu sormak zorunday›z. Bence bunun nedeni, ABD’nin tarihsel olarak kendi paras›n›n arkas›nda gerek, siyasî gerekse de askerî aç›dan her zaman durmufl olmas›d›r. Fakat avro’nun arkas›ndaki siyasî dayan›flman›n ne oldu¤una bakt›¤›n›zda, tek görebilece¤iniz Sarkozy’nin uzlaflmaz tav›rlar›d›r. Avro sorun yaflad›¤› zaman onu kim destekleyecektir? Avrupa’n›n avro’nun arkas›nda duracak siyasî ve askerî gücü yok, fakat ABD hâlâ bu güce sahip. Gerek siyasî iradeye, gerekse de dünyadaki herhangi bir gücü yok edebilecek bir askerî güce sahip. Kimse buna karfl› koyamaz. Bunun sonucu olarak, bütün dünya bir kriz moduna girmeye bafllad› ve bu gerçek anlam›yla son üç ayda yafland›. En belirgin iflareti ise insanlar›n paralar›n› çekmeye bafllamas› ve alt›na yat›rmak yerine, ABD bankalar›na koymas›. ‹nsanlar paralar›n› s›f›r faizle ABD bankalar›na yat›rmaya bafllad›, çünkü bunun güvenli oldu¤unu, ABD’nin küresel kapitalizmin güvenli bir merkezi oldu¤unu düflünüyorlar. Di¤er nokta ise, az önce be-
Yaklafl›k k›rk y›ld›r Marx üzerine dersler veren co¤rafyac› David Harvey, düflünsel maceras›n›n ilk günlerinden itibaren co¤rafya ve kapitalizm aras›ndaki iliflkiye odakland›. Uzun süredir “küreselleflme” kavram›yla ifade edilen yak›n zaman kapitalist art›-de¤er üretme sürecini Marksist bir aç›dan analiz ederek “küreselleflme” olgusunu “eflitsiz co¤rafî geliflim” olgusuna devflirdi. Marx’›n tarihsel materyalizm anlay›fl›n›n soyut yanlar›n›, kapitalist krizlerin co¤rafî müdahalelerle ötelenmesini analiz ederek gelifltirdi ve “tarihî-co¤rafî materyalist” yöntemiyle kapitalizmin co¤rafî ölçek üretimini inceledi. Küreselleflmeye verilen milliyetçi-sol tepkilere karfl› “çok uzaml›” bir çal›flan s›n›flar mücadelesini savundu. Dünyaca tan›nmas›n› sa¤layan “Toplamsal Adalet ve Kent” adl› eseriyle kapitalizmin kendini yeniden üretmek ad›na kentsel rant› toplumsal yoksullaflma yaratarak nas›l kulland›¤›n› inceledi. Türkçeye Metis Yay›nlar› taraf›ndan kazand›r›lan “Postmodernli¤in Durumu” adl› kitab›nda postmodernitenin kapitalist sermaye birikim modelindeki finansallaflma ve esnekleflmeden kaynakland›¤›n› ve bunun zaman-uzam s›k›flmas›na neden oldu¤unu ortaya koyarak “modernizme elveda” korosuna cevap verdi. Yine Metis’ten ç›kan “Umut Mekânlar›”nda Owen, Fourier ve Lefebre gibi düflünürlerin izinde “diyalektik ütopyac›l›k” yöntemiyle alternatif dünya düzeni üzerine kafa yordu. City University of New York’ta ders vermeye devam eden Harvey’in küresel kapitalizmle ilgili baz› kitaplar› flöyle s›ralanabilir: “Sermayenin S›n›rlar›” (1982), “Adalet, Do¤a ve Farkl›l›¤›n Co¤rafyas›” (1996), “Neoliberalizmin K›sa Tarihi” (2005), “Global Kapitalizmin Uzamlar›: Bir Eflitsiz Co¤rafî Geliflim Teorisine Do¤ru” (2008).
27
fiu an itibariyle ciddi bir siyasî tepki göremiyorum ve sorun bir kere daha solun kurumsal yap›s›n›n son derece yerelci olmas› ve STK'lar gibi hareket etmesi. Bu hareketlerin hiçbirinin bu tür bir krizde ne yap›lmas› gerekti¤ini tasavvur etmeye uygun olmad›¤›n› düflünüyorum. Gerçekten iyi bir sosyalist örgütlenmeye ya da komünist parti örgütüne ihtiyac›m›z var.
tidar odaklar›n›n yer de¤ifltirdi¤i gerçe¤ini de göz önünde bulundurmal›y›z. “Yeni Emperyalizm” kitab›mda bütün emperyal güçlerin Kautsky’nin ifade etti¤i türden bir koalisyon oluflturma olas›l›¤›ndan bahsetmifltim. ‹lginç olan, bu ihtimalin son derece kayda de¤er bir hal almas›: Bugün bütün merkez bankalar› birbirleriyle iflbirli¤i yap›yor, bütün G8 liderleri nas›l bir yöntem izleyeceklerine iliflkin ortak bir anlaflmaya varmak ve krizin üstesinden gelmek için Washington’da bir araya geliyorlar. Muhtemelen büyük güçlerden oluflan Kautskyci bir emperyal ittifaka do¤ru ilerliyoruz. Bu noktadaki en önemli soru, bu güçlerin Güney ülkeleriyle olan iliflkilerinde kendi merkezî güçlerini nereye kadar seferber edecekleri. Krizin bedelini baflka co¤rafyalara ihraç edip etmeyeceklerini tam olarak bilmiyorum, fakat böyle bir ihtimal BRICK ülkelerini (Brezilya, Rusya, Hindistan, Çin ve Güney Kore) daha özel bir duruma sokar. G8 koalisyonunun iyi bir flekilde iflleyece¤ini sanm›yorum. Sadece tahakküm kurma amaçl› olacaksa bu, krizi atlatabilmek için Güney ülkelerinin de deste¤ine ihtiyaçlar› olacakt›r. Kriz etraf›nda farkl› bir siyasî konfigürasyonun ortaya ç›kt›¤› aflikârd›r ve bu k›sa ömürlü olsa bile, uzun vadede kal›c› kurumsal etkilere sahip olabilir. Birbirinden ba¤›ms›z iflleyen merkez bankalar› aras›nda son derece s›k› bir a¤›n kurulmas› hayli olas› görünüyor. En az›ndan, bu tür bir a¤ bütün dünyada etkili olacak bir yönetim ayg›t› olarak küresel kapitalist s›n›fa miras kalabilir. Güney yar›kürede –özellikle Latin Amerika’da– böyle bir emperyal ittifaka karfl› alternatif bir blo¤un ortaya ç›kmas› olas› m›? Böyle bir blok fiilen zaten var, Latin Amerika’da emperyalizme karfl› ciddi bir öfke söz konusu. Brezilya’n›n pozis-
yonunun ne oldu¤undan tam olarak emin de¤ilim. San›r›m Lula alternatif bir iktidar alan› yaratma umuduyla daha çok Hindistan, Çin ve Rusya’yla ittifak aray›fl›nda. Bunun ne denli baflar›l› olabilece¤ini ve krizi kontrol alt›na almak için önlemler alma gere¤i ortaya ç›kt›¤›nda nas›l iflleyece¤ini bilemiyorum. Bu tür krizlere ve sermaye kesimini kurtaran düzenlemelere karfl› savafl verilmesi gerekti¤inden bahsettiniz. Toplumsal hareketler ve sol nas›l bir mücadele vermeli, nas›l bir strateji izlemeli? Bu meselenin bir k›sm› sorunun ölçe¤iyle ilgili. 600 trilyon dolar gibi devasa bir ölçekten bahsediyoruz. fiu anda herhangi bir toplumsal hareketin bu alanda büyük bir darbe vurabilmesi zor görünüyor. Fakat asla bilemezsiniz, ifller kötü gitmeye bafllad›¤›nda her fley çok h›zl› patlak verebilir. Özellikle bu ülkede. ABD’de siyasal de¤iflim ço¤unlukla son derece muhafazakâr bir flekilde gerçekleflse de, kafas›nda radikal bir huzursuzluk oldu¤u zaman, di¤er yerlere k›yasla bu ülkenin kurumsal olarak daha az k›s›tlanm›fl oldu¤unu düflünüyorum. fiu an itibariyle ciddi bir siyasî tepki göremiyorum. Sorun, bir kere daha, solun kurumsal yap›s›n›n son derece yerelci olmas› ve STK’lar gibi hareket etmesi. Bu hareketlerin hiçbirinin bu tür bir krizde ne yap›lmas› gerekti¤ini tasavvur etmeye uygun olmad›¤›n› düflünüyorum. Gerçekten iyi bir sosyalist örgütlenmeye ya da komünist parti örgütüne ihtiyac›m›z var. Ne yaz›k ki bunlara sahip de¤iliz. Bunun sonucunda ortaya ç›kabilecek fleylerden biri, STK siyasetine yönelik bariz bir hayal k›r›kl›¤› olabilir. Bundan çok umutlu de¤ilim, ama STK siyasetinin ifle yaramayaca¤›ndan eminim. ‹nsanlar ac› bir hayal k›r›kl›¤› yafl›yor ve bu krizin bedelini ödüyorlar. Bununla bafla ç›kabilmenin yolu gerçekten bir fleyler yapabilecek, yeterince büyük ve ekonomik olarak güçlü bir harekete sahip olmak.
Söylefli: Aykut K›l›ç
lirtti¤im gibi, ABD’nin askerî gücü. ‹stedi¤i ülkeyi yak›p y›kabiliyor, fakat Irak ve Afganistan’da gördü¤ümüz gibi iflgal edemiyor. Dolay›s›yla, Amerikan gücünün dünya üzerinde hâlâ önemli oldu¤unu ifade etmek zorunday›z. Fakat art›k kimden ne kadar destek görece¤i daha belirsiz hale gelmifl durumda. Özellikle Körfez ülkeleri, tabii ki Çin ve Japonya’n›n yan›s›ra di¤er baz› Do¤u Asya ekonomileri gibi dolar fazlas›n› elinde bulunduran ülkelerin deste¤ine kesinlikle ihtiyac› var. Bu nedenle, ABD’nin alaca¤› önlemler konusunda son derece dikkatli olmas› gerekiyor. ‹ki büyük finansal kurum Fanny Mae ve Freddie Mac’e el koyuldu¤u zaman, hükümetin senet sahiplerini güvence alt›na almas›, fakat hissedarlar›n batmas›na göz yummas› son derece manidar bir geliflme. Senet sahipleri önde gelen Çinli bankerlerdi. Fanny Mae ve Freddie Mac’in batmas›na izin verselerdi, senet sahipleri zarar edecekti. Kan›mca ABD’nin finansal kurumlara yönelik siyasetini dünyadaki merkez bankalar›n› ve bu kurumlarda senetleri olan önde gelen kiflileri koruma ihtiyac› flekillendiriyor. Bu durum ABD’nin bir anlamda bu güçlere ba¤l› oldu¤unu gösteriyor, fakat ayn› zamanda, ABD’yi iflasa zorlaman›n Çin ve Japonya’n›n ç›kar›na olmad›¤› da ortada, çünkü onlar da kaybedecek. Sonuç olarak, buradaki güç iliflkisi son derece hassas. Birbirlerine ihtiyaçlar› var, ABD iflas ederse Çin ve Japonya’n›n mevcut büyümelerine devam etmeleri hayli zor görünüyor. Dolay›s›yla, ABD’yi ayakta tutman›n ifllerine geldi¤inin fark›ndalar ve ABD de bunun onlar›n ç›kar›na oldu¤unu iyi biliyor. Özetle, ABD’nin kullanabilece¤i büyük bir siyasî güç hâlâ söz konusu –ayr›ca eminim ki, e¤er bu gücü kullan›rsa, emperyalist yollara baflvuracakt›r. Fakat ayn› zamanda, ik-
Wall S tr “‹flsiz eet’te göste –Elma 1 dola ri: r”
21 EYLÜL-30 EK‹M 2008 Haz›rlayan: Erdir Zat
Refah ülkesi batt›
Küresel iflsizlik dalgas›
‹ZLANDA Küresel mali krizin ilk kurban›, BM refah seviyesi endeksinde birinci s›rada yer alan ‹zlanda oldu. Spekülatörlerin iflgali alt›ndaki finansal sistem, ülkeyi iflasa sürükledi: D›fl borçlar ödenemez hale geldi, devlet büyük bankalara el koydu, faizleri yükseltti, ülkenin para birimi Kron yar› yar›ya de¤er kaybetti. Tehlikeyi aylar önce duyuran Baflbakan Haarde, spekülatif sermayenin etkisindeki finans sektörüne söz geçirememiflti. ‹zlanda’ya ilk yard›m›n 4 milyar avro borç veren Rusya’dan gelmesi, baz› yorumcular taraf›ndan piyasalar›n denetlendi¤i yeni bir küresel ekonominin iflareti olarak kabul edildi.
ILO (Uluslararas› Çal›flma Örgütü), küresel mali kriz nedeniyle, 2009 sonunda dünyadaki iflsiz say›s›n›n 20 milyon kifli artarak 210 milyona ulaflabilece¤ini aç›klad›. Finans sektöründeki ifl kay›plar›n› buzda¤›n›n görünen k›sm› olarak niteleyen ILO’ya göre, piyasalar küçülmeye ve emlak fiyatlar› düflmeye devam ederse, inflaat, emlak, turizm ve otomotiv sektörlerinde milyonlarca kifli iflsiz kalabilir. Ayr›ca bu süreçte dünyada 40 milyon insan›n daha yoksulluk s›n›r›n›n alt›na düflece¤i ve günde 1 dolardan az gelirle geçinmek zorunda kalaca¤› san›l›yor. ILO, “piyasalar›n mutlaka denetlenmesi gerekti¤ini” de bildirdi.
AFGAN‹STAN Taliban’›n Vietnam direnifli Uyuyan “düflman” uyand›. Taliban, General Giap’›n Vietnam’da Amerikan ordusuna karfl› baflar›yla kulland›¤› direnifl stratejisiyle geri döndü. Ayaklanmalar yaflanan Afganistan yeniden “teröre karfl› savafl”›n esas sahnesi haline gelmeye bafllad›. Bu defa Pakistan, hattâ Hindistan ve ‹ran da ateflin içinde...
Mesud’un yan› s›ra Keflmir’in müslüman gerilla lideri Muhammed ‹lyas Keflmiri’ninde kat›ld›¤›, Arap ve Orta Asyal› uçlar› ve Molla Ömer’in Afganistan’daki çekirdek örgütlenmesiyle organik ba¤lar› olan yeni bir yap› söz konusu. 20 Eylül sonras›nda farkedilen olgulardan biri de, neo-Taliban hareketinin psikolojik savafl konusunda Bat›l› iflgalcileri fena halde geride b›rakt›¤›. Afganistan’da yaklafl›k 6 milyon cep telefonu, yar›m milyon kadar internet kullan›c›s› var. Cep telefonu ve internette Taliban kaynakl› video kay›tlar› serbestçe dolafl›yor. A¤ustos ay›nda Amerikan askerlerinin düzenledi¤i bir sald›r›da hayat›n› kaybeden çok say›da sivilin görüntüleri bu kay›tlardan birinde ortaya ç›km›flt›. Taliban’›n sanal ortamdaki propaganda tekelini k›rmay› hedefleyen Britanya, yak›nlarda Afgan yurttafllara çok say›da cep telefonu da¤›t›lmas›n› içeren bir anti-propaganda projesiyle ç›kageldi. ‹nsanlardan bu telefonlarla kendi video güncelerini haz›rlay›p internete koymalar›n› rica edeceklermifl. Öte yandan, Taliban’a ‹slâm dünyas›n›n her yerinden, özellikle Türkiye ve Orta Asya
‹SLAMABAD Marriott Hotel’de 20 Eylül’de mafl›k bir savafl doktrinini sab›rla uygulamaya yap›lan ve 54 kiflinin ölümüyle sonuçlanan in- koydu¤unu yazd›. Vietnam Savafl›’nda Ameritihar sald›r›s›, Pakistan’›n 11 Eylül’ü olarak ka- kan ordusunu alt eden General Giap’tan esinbul edildi ve bölgedeki çat›flman›n h›zla t›r- lenen bu yeni strateji üç aflamadan olufluyordu manmas›na yol açt›. Sald›r›n›n ard›ndan ve fiahzad bu üç aflaman›n da yak›n geçmiflte Bush’un, ‹slamabad’a haber bile vermeden, gerçeklik kazand›¤›n› tespit etti: “Geçti¤imiz Pakistan topraklar›ndaki Taliban kamplar›na ilkbaharda büyük sald›r›lar düzenlediler, bus›n›rötesi operasyon düzenlenmesine onay nu güvenlik karakollar›n› hedef alan münferit vermesi, Müflerref-sonras› “demokratik” Pa- sald›r›lar izledi ve nihayet ayaklanma kentsel kistan’daki siyasî irade zaaf›n› aç›kça gözler alanlara ve baflkent Kabil’e yay›ld›.” Art›k “Pakistan Taliban›” terimi s›kça kulönüne serdi. 1999 darbesiyle iktidara gelen General Müflerref, önceleri Washington’dan uzak lan›l›yor ve zihinlerde Marriot Hotel sald›r›s›durmufl (veya tutulmufl), Amerikan ç›karlar›- n›n sorumlusu olarak gösterilen, Tehrik-i Talin›n bölgesel savunucusu kimli¤ine 11 Eylül ban örgütü lideri Beytullah Mesud’a iflaret edisald›r›lar›ndan sonra bürünmüfltü. Zerdari yö- yor. Ancak bu Taliban’›n kurdu¤u yeni ittifanetimi de 20 Eylül’ün dehfletiyle “ikna edil- k›n sadece bir yan›. fiahzad’a göre, Beytullah mifl” görünüyor; Pakistan ordusu koalisyon güçleriyle birlikte Veziristan ve göçebe Pafltun afliretlerinin yaflad›¤› Afgan s›n›rboylar›ndaki Taliban noktalar›na karfl› operasyonlar düzenliyor. As›f Zerdari’nin Bush’un emrivakisini sineye çekmesinin arkas›nda ciddi bir gerekçe var: Savafl›n Pakistan’›n içlerine do¤ru genifllemesi Washington’un tercihi de¤il, bizzat Taliban’›n benimsedi¤i yeni stratejiden kaynaklanan bir zorunluluk. Zira ideolojik olarak Pafltun milliyetçili¤ine ‹slâmî bir yorum getiren Taliban aç›s›ndan Afganistan ve Pakistan topraklar› aras›nda bir ayr›m kalmad›; bu ülkelerin yan› s›ra do¤uda Hindistan ile Pakistan aras›ndaki husumet kayna¤› Keflmir’e, hattâ Hindistan’›n içlerine, bat›da ‹ran topraklar›na kadar uzanan Pafltun co¤rafyas›n› bir bütün olarak görüyorlar. Taliban, ABD ve NATO’yu pani¤e sevk eden ürkütücü bir güçle geri döndü... Bölge uzman› Seyid Salim fiahzad, Le Monde Diplomatique dergisindeki makalesinde, ABD iflgali sonras›nda Pakistan’a göç eden Taliban’›n burada yeniden yap›land›¤›n› ve geleneksel gerilla savafl› taktiklerini terkederek karTaliban’›n beklenen çok daha kuvvetli bir flekilde dönmesinden sonra NATO art›k Afganistan’a yetiflemedi¤ini itiraf etti
29
TC, Güvenlik Konseyi’nde
Kosova, Adalet Divan›’nda
Irkç›l›¤›n yükselifli
Tutsi’ler Hutu’lara karfl›
TÜRK‹YE El Beflir ve Mugabe’yle yak›nlaflmalar, Türk ve ‹slâm âlemleri, AB, NATO ve BM’de sürdürülen lobi faaliyetleri sonucunu verdi: Türkiye, Bat› Avrupa bölgesinden aday oldu¤u 2009-2010 dönemi BM Güvenlik Konseyi geçici üyeli¤ine seçildi. Üstelik üçte iki ço¤unluk flart›n› ilk turda yerine getirerek 151 oy ald›. Ayn› gruptan Avusturya da konseye girdi. Ayr›ca Afrika bölgesinden Uganda, Latin Amerika ve Karayibler’den Meksika ve Asya’dan Japonya, BM Güvenlik Konseyi’nin yeni geçici üyeleri oldu. Adayl›¤›n› 2003’te aç›klayan Türkiye, 1961’den beri konseyde temsil edilmiyordu.
BM Genel Kurulu, Kosova’n›n S›rbistan’dan ba¤›ms›zl›k karar›n›n Uluslararas› Adalet Divan›’nda görüflülmesine yönelik karar tasar›s›n› onaylad›. ABD, K›br›s, Slovakya, Romanya, Yunanistan ve ‹spanya’n›n karfl› ç›kt›¤› tasar›ya 77 ülke destek olurken, Türkiye dahil 74 ülke çekimser kald›. Böylece ba¤›ms›zl›k karar›n›n uluslararas› hukuka uygun olup olmad›¤›na Adalet Divan›’n›n karar vermesini isteyen S›rbistan, Kosova’y› tan›yan ülkelerin say›s›n›n artmas›n› flimdilik engellemifl oldu. fiu ana kadar aralar›nda ABD, 22 AB üyesi ve Türkiye’nin de bulundu¤u 50 kadar ülke Kosova’y› tan›d›.
AVUSTURYA Genel seçimleri yüzde 29.7 oy alan sosyaldemokratlar kazand›. Ama iki afl›r› sa¤ partinin oylar›nda büyük art›fl kaydederek toplamda yüzde 29’u bulmas› sonucun “›rkç›lar›n zaferi” olarak yorumlanmas›na yol açt›. Oy kullanma yafl›n›n ilk kez 16’ya indirildi¤i seçimde, gençlerin afl›r› sa¤a yönelmesi kayg› uyand›rd›. Ancak seçimin üstünden henüz iki hafta geçmiflken ›rkç› partilerden Gelecek ‹ttifak›’n›n lideri Jörg Haider trafik kazas›nda yaflam›n› yitirdi. Hitler hayranl›¤›yla tan›nan Haider’in yard›mc›s› Stefan Petzner ile befl y›ld›r eflcinsel iliflki sürdürdü¤ünün ortaya ç›kmas› ikinci bir flok yaratt›.
KONGO DC Tutsi kökenli isyanc› Kongo generali Laurent Nkunda, hedeflerinin art›k “ülkenin bütününün kurtuluflu” oldu¤u aç›klayarak Joseph Kabila hükümetine karfl› savafl ilân etti. Bugüne kadar Kongo DC’nin do¤u kesiminde yaflayan Tutsi kabilelerini silahl› Hutu gruplar›ndan korudu¤unu öne süren Nkunda, merkezi otoritenin kay›ts›zl›¤›ndan flikayetçiydi. Kongo DC’de, Hutular›n bafllatt›¤› ve 1 milyona yak›n insan›n öldürüldü¤ü 1994 Ruanda soyk›r›m›ndan kaçan yüzbinlerce Tutsi yafl›yor. Tutsilerin intikam almas›ndan korkan Hutular, iki ülke s›n›r›nda paramiliter güçler bulunduruyor.
ülkelerinden çok say›da gönüllü savaflç› kat›l›yor. Tora Bora da¤lar›nda gerilla e¤itimi al›p Afganistan’da savaflmaya giden bin kadar Türk savaflç› bulundu¤u san›l›yor. Bunlardan Almanya do¤umlu Cüneyt Çiftçi, 3 Mart’ta, Afganistan’›n Host eyaletindeki bir Amerikan karakoluna intihar sald›r›s› düzenledi, iki NATO askeri ve iki siville birlikte can verdi. Eskiden Bat› medyas›nda “El Kaide ve Taliban” kal›b› vard›. Ama son geliflmelerden sonra sadece Taliban’›n ad› geçiyor. Bu küçük detay Bat›daki flokun ifadesi olmal›: Bush’un El Kaide retori¤i art›k ifllemez oldu. Milyonlarca insan›n yaflad›¤› bir co¤rafyaya yay›lan direniflin ciddiyeti nihayet anlafl›ld›. Birçok yorumcu, Bat› aç›s›ndan Afganistan’daki durumun Irak’tan daha kötü oldu¤u kan›s›nda. Helmand’daki ‹ngiliz birliklerinin komutan› General Mark CarletonSmith, Afganistan’da kesin bir zafer beklenmemesi gerekti¤ini söyledi. Afgan ordusunu ülkede güvenli¤i sa¤layabilecek bir duruma getirmenin yeterli bir hedef oldu¤unu kaydetti. Savafl›n bu y›l Afganistan’da, flu ana kadar, 4 bin 700 can ald›¤› san›l›yor. NATO askerlerine yönelik Taliban sald›r›lar›nda belirgin bir can kayb› ve yaralanma art›fl› gözleniyor. ABD’nin ›srarl› telkinlerinden sonra, Taliban’›n finans kaynaklar›n› kurutman›n gereklili¤ine kâni olan NATO, ilk kez Afganistan’daki uyuflturucu operasyonlar›na do¤rudan kat›lmay› kabul etti. Afyon ve hint keneviri üretiminin ülke ekonomisinin en az yar›s›n› oluflturdu¤u ve Taliban’›n uyuflturucu ticaretinden her y›l milyarlarca dolar gelir elde etti¤i san›l›yor. ABD’nin NATO kuvvetler komutan› General John Craddock da flikayetçi askerler aras›nda. Siyasi iradenin Taliban’a karfl› mücadelede bocalad›¤›n› düflünüyor: “NATO güçleri bir bölgeyi temizleyebilir ve denetim alt›nda tutabilir; ama sivil toplum inflas› için baflkalar›n›n gelmesi gerekir. Savafl sadece askerî yöntemlerle kazan›lamaz.” ‹roni bu ya, General Craddock’un sözünü etti¤i “sivil toplum”, Afgan halk›n›n cep telefonlar›yla, Kabil ve ‹slamabad’›n internet kafeleriyle çoktan kurulmufl durumda. Irak’tan ç›k›p Afganistan’a girmeyi planlayan Obama bu hakikâtla yüzleflmek zorunda.
30
2 Ekim 1968’de yüzlerce ö¤rencinin öldürüldü¤ü katliam›n y›ldönümünde yeni bir toplumsal muhalefet sahneye ç›kt›
MEKS‹KA Yeni dalga ABD ba¤›ml›s› Meksika küresel ekonomik krizin etkisi alt›na girdikçe toplumsal muhalefet büyüyor. Calderon hükümeti ülkenin derin sorunlar› karfl›s›nda çaresiz, mahfleri bir polis devleti kurmaya çal›fl›yor. KÜRESEL krizin h›zla vurdu¤u noktalardan biri de, ABD ve Kanada ile birlikte NAFTA serbest ticaret bölgesini oluflturan Meksika. Neoliberal projenin bölgesel entegrasyon modeli olarak sundu¤u bu üçlü ortakl›k, 11 Eylül’den beri ABD’nin tektarafl› –”serbest ticaret” iliflkisi içinde oldu¤u bir ülkeyle s›n›r›na yüzlerce kilometre duvar örmek gibi– uygulamalar›yla rafa kald›r›lm›flt›. Kriz, Meksika’y› ve flu günlerde ciddi bir meflruiyet sorunu yaflayan neoliberal PAN iktidar›n› daha da yaln›z b›rakt›. Yabanc› sermaye ak›fl›n›n yavafllamas›, ihracatta düflüfl, kalitesi düflük Meksika petrolünün fiyat›n›n düflmesi ve akaryak›t gelirinin azalmas›, ABD’ye göçün durulmas› ve buna ba¤l› olarak Meksika bankalar›na giren gurbetçi mevduatlar›n›n küçülmesi, iflsizli¤in roket h›z›yla artmas›, kamu harcamalar›n›n kesintiye u¤ramas›, kamu hizmetlerinin aksamas›, yoksullu¤un, açl›¤›n ve yetersiz beslenmenin bütün ülkeyi sarmas› gibi sorunlarla bo¤uflmak, Washington’da kotar›lm›fl bir ajanda ve seçim hileleriyle iktidara gelen Calderon hükümetinin tedbir paketlerini katbekat afl›yor. 2006 seçimlerinin sonucunu de¤ifltiren
“Fox tezgah›”n›n foyalar› meydana ç›kt›kça, solun etkin bir muhalefet gösterdi¤i parlamento biraz daha t›kan›yor. Son geliflmeleri yorumlayan tarihçi Dan La Botz’a göre, “yasama art›k ifllemez durumda.” Yarg› sokaklarda, hukukçular hükümeti protesto ediyor. Yürütme ise coplamaktan baflka bir çare üretemiyor. Dehflet verici boyutlara varan kaç›rma eylemlerine karfl› kamuoyunda oluflan tepkiyi arkas›na alan hükümet, küçük birer ordu haline gelen gangster çetelerine ve uyuflturucu mafyas›na afl›r› militarizasyonla cevap verdi. Meksika art›k bir polis devleti. Bask›n›n artmas›yla ülkenin köklü gerilla örgütlerinin eylemleri s›klaflt›. Son bir ayda petrol boru hatlar›na yap›lan bombal› sald›r›larda belirgin art›fl gözlendi. Tlatelolco Katliam›’n›n 40. y›ldönümü böyle bir ortama denk geldi. 2 Ekim 1968’de askerin açt›¤› yayl›m atefliyle katledilen yüzlerce ö¤renciyi anmak için yüzbinler baflkent Meksiko’da topland›. Gösteri kendili¤inden bir hükümet protestosuna dönüfltü, güçlü bir toplumsal muhalefetin ilk sinyallerini verdi. Bunun siyasete yans›mas› ise, sosyaldemokrat anamuhalefet partisi PRD’nin lideri ve gölge hükümetin baflkan› Lopez Obrador’un krizi ciddiye almamakla suçlad›¤› hükümetin karfl›s›na 30 maddelik önlem paketiyle ç›kmas›yd›. Gazolin, dizel, benzin ve elektrik zamlar›n›n geri al›nmas› talep eden pakette, petrol üreticisi Meksika’n›n ABD bask›s›yla hiçbir zaman kurmaya yeltenmedi¤i rafinerileri kurup ifllenmifl petrolü Teksas’tan sat›n almaya son vermesi de yer al›yordu. Siyaseten s›k›flan Calderon, Obrador’un önerdi¤i acil kamu istihdam› program›n› flimdilik kabullenmek zorunda kald›.
Taksin’in ilk cezas›
Hükümet götüren yolsuzluk
Ç›plakl›k pornografi mi?
Yuflçenko meclisi feshetti
TAYLAND Anayasa Mahkemesi, Pekin olimpiyatlar›na kat›lmak üzere ülkeden ayr›ld›ktan sonra Britanya’ya s›¤›nan eski baflbakan Taksin fiinavatra’y› yolsuzluktan suçlu buldu ve iki y›l hapis cezas›na çarpt›rd›. Hakk›ndaki yolsuzluk davalar›n›n ilkini kaybeden Taksin’in, büyük bir devlet arazisini çok düflük fiyatla kar›s› ad›na sat›n alarak görevi kötüye kulland›¤› kan›tland›. Ülkenin en zengin ifladam› olarak iktidara gelen Taksin’in Telekom yolsuzlu¤u, banka hortumlama ve vergi kaçakç›l›¤›na iliflkin davalar› henüz yarg›lanma aflamas›nda. Taksin, Manchester City futbol kulübünün sahibi ve onursal baflkan›.
PERU Kamu petrol flirketi Petroperu’da yabanc› flirketlere ruhsat da¤›t›m›nda yolsuzluk yap›ld›¤›n›n kan›tlanmas›, hükümetin toplu halde istifa etmesine yol açt›. Skandal, Petroperu yöneticilerinden birini, Norveç kökenli Discover Petroleum flirketini temsil eden lobicilerle ihale pazarl›¤› yaparken görüntüleyen videonun televizyonlarda yay›nlanmas›yla bafllad›. Yolsuzluklar zincirinin enerji bakanl›¤›na kadar uzand›¤›n›n ortaya ç›kmas› hükümetin sonunu getirdi. Baflbakan Jorge del Castillo’nun istifas›n› derhal kabul eden devlet baflkan› Alan Garcia, Discover’›n befl petrol sözleflmesini durdurdu.
ENDONEZYA ‹slâmc› bir parti taraf›ndan haz›rlanan ve “küçükleri muz›r neflriyattan korumak” gerekçesiyle pornografik yay›nlara yasak getirilmesini örgören yasa tasar›s› ülkedeki yerli kabilelerin büyük tepkisiyle karfl›laflt›. Ülkenin Papua, Kuzey Sulavesi, Java ve Bali bölgesinde yaflayan animist kabileler, Bali’de toplanarak büyük bir protesto gösterisi düzenledi. Yasan›n geçmesinin ulusal birli¤e darbe vuraca¤›n› savunan göstericiler, geleneksel olarak ç›plak yaflayan bu kabilelerde ç›plakl›¤›n kutsal say›ld›¤›na ve anti-porno yasas›ndaki kriterlerin geçersizli¤ine dikkat çekti.
UKRAYNA Devlet baflkan› Viktor Yuflçenko, koalisyon hükümetinin da¤›lmas›n›n üstünden bir aydan fazla zaman geçmifl olmas›na karfl›l›k yeni hükümetin kurulamamas›n› gerekçe göstererek parlamentoyu feshetti¤ini aç›klad›. Anayasa bu durumda devlet baflkan›na parlamentoyu feshedip erken seçimlere gitme yetkisi veriyor. Ukrayna üç y›l içinde üçüncü kez seçime gidecek. Krize yol açan geliflmeler, koalisyon hükümetinin büyük orta¤› Yulya Timoflenko blo¤unun, Rusya yanl›s› ulusalc› ve komünist partilerle birleflerek devlet baflkan›n›n yetkilerini k›s›tlayan yasa de¤iflikli¤ini kabul etmesiyle bafllad›.
BREZ‹LYA PT güç toplad› Yerel seçimler yap›ld›. PT ve genel olarak sosyalistler gücünü art›rd›. Ama Sao Paolo ve Porto Alegre belediyeleri kaybedildi. Solun büyük kentlerde kad›n adaylar ç›karmas› ise yak›n gelecek hakk›nda olumlu iflaretler verdi. YEREL seçimlerin iki soruya yan›t getirmesi bekleniyordu: PT’nin (‹flçi Partisi) gelece¤i ve Lula’n›n halefi. Bunlar›n ikisine de az çok yan›t bulunmufl görünüyor. Öncelikle PT elindeki eyalet yönetimi ve belediyeleri büyük ölçüde korumay› baflard›; bunlara, özellikle kuzeydo¤u bölgelerinde yenilerini ekledi; irili ufakl› 600’e yak›n yerel yönetimde iktidara geldi. Sadece PT de¤il, genel olarak bütün sosyalist partiler oylar›n› ve kontrol ettikleri yerel yönetimleri art›rd›. 2006’daki genel seçimlere yolsuzluk skandallar›n›n gölgesinde giren PT, en çok oy alan parti olmas›na ra¤men büyük kay›p vermiflti. Yerel seçimlerin sonucu, PT’nin zor dönemi atlatt›¤›n› gösterdi. 27 eyaletin alt›s›n› PT’li vali adaylar› kazand›. Ama bu bile, geleneksel olarak eyalet yönetimlerinde etkin olamayan PT için iyi bir rakamd›. Genel foto¤raf, çekiflmenin sol yelpazeyi temsil eden PT ile Lula hükümetini destekleyen merkezci PMDB (Brezilya Demokrasi Hareketi Partisi) aras›nda geçti¤ini gösteriyor. ‹lki 15 büyükflehir belediyesi ald›, ikincisi 17; önceki durum 1714’tü. Bunlar› zorlayan üçüncü blok, 90’larda ülkede haflin bir neoliberal reçete uygulayan Cordoso’nun iki dönemdir muhalefete geçmifl merkez sa¤ ittifak›yd›: PSDB (Brezilya Sosyaldemokrasi Partisi) ile seçim öncesinde yeniden yap›lan›p “Demokratlar” ad›n› alan Liberal Cephe, endüstriyel güneydo¤unun kentlerinde etkin oldu. Buna ra¤men PSDB-Demokratlar koalisyonu elinde tuttu¤u büyükflehir belediyelerinin say›s›n›n 15’ten 13’e inmesine engel olamad›. Brezilya’da “yar› devlet baflkan›” muamelesi gören Sao Paolo belediye baflkan-
l›¤› için PT ile merkez sa¤ aras›nda öteden beri büyük çekiflme yaflan›yor. PT bu görevi daha önce yapm›fl bir kad›n aday›, halen Lula hükümetinin turizm bakan› olan seksolog Marta Suplicy’yi yeniden aday gösterdi. Olas› bir zafer, Suplicy’ye 2010 baflkanl›k seçimlerinde PT aday› olmas›n›n kap›s›n› aralayacakt›. Ama olmad›. ‹lk turda bekledi¤inin çok alt›nda kalan Suplicy, ikinci turda da hayalk›r›kl›¤› yaflad› ve yüzde 39.3’ü aflamad›. PSDB taraf›ndan desteklenen Demokratlar’›n aday› Gilberto Kassab ise yüzde 60.7 alarak kentin bafl›na geçti. Enternasyonalist ruhun kalbi Porto Alegre’de de özlenen geri dönüfl gerçekleflemedi. PT aday› Maria do Rosário, görevdeki PMDB’li belediye baflkan› José Fogaça karfl›s›nda yüzde 41-59 kaybetti. Ama sosyalistler Porto Alegre’de örnek bir tav›r sergiledi; kad›nlar› aday gösterdi. ‹lk turda ikinci gelen Rosário d›fl›nda iki sosyalist kad›n daha yar›flt›.
Baflbakan Rousseff, Lula’n›n halefi olma yolunda
Asl›nda bu durum sadece yerel seçimlerde geçerli de¤il: PT’nin 2010 baflkanl›k seçimlerine bir kad›n adayla ç›kaca¤›na kesin gözüyle bak›l›yor. Seçimden önce iki numarada olan Marta Suplicy art›k flans›n› yitirmifl görünüyor. Bir numaradaki Dilma Rousseff, Lula’n›n halefi olman›n yolunu açt›. Halen Lula hükümetinin baflbakanl›¤›n› yapan Rousseff, 60’larda askeri rejime karfl› gerilla mücadelesi vermifl, 1970-73 aras›nda sistematik iflkence görmüfl, ard›ndan demokrasi için savaflm›fl bir iktisatç›. Russeff skandallar sonras›nda gelip h›zla güven kazand›, Lula’n›n sa¤ kolu oldu. fiu s›ralarda kriz yönetiminin bafl›nda. Seçimin siyasî galibi Lula’yd›; kamuoyu yoklamalar›nda Lula’ya verilen destek tavan yaparak yüzde 80’i buldu. Rousseff’in flans› tam da buradan geliyor.
EKVADOR-BOL‹VYA Dönüflüm rüzgâr› Correa üçüncü demokratik zaferini kazand›: Ekvador halk› sosyalist anayasaya “evet” dedi. Böylece Ekvador benzer bir dönüflüm sürecine çok daha önce bafllayan Bolivya’y› geride b›rakt›. Ama Morales’ten de iyi haberler var... ÖNCE Ekvador’dan bafllayal›m. Çünkü Rafael Correa’n›n tarihî referandum zaferi, Bolivya’daki Pando katliam›n›n siyasî artç› floklar›n› yaflayan ve küresel ekonomik krizle birlikte yeni bir mobilizasyon sürecine giren Latin Amerika’ya ilaç gibi geldi. Kurucu meclis taraf›ndan geçen temmuzda onaylanan 444 maddelik yeni anayasa, 28 Eylül’de yap›lan referandumda yüzde 64’ün üstünde bir destekle kabul edildi. Böylece k›tan›n bugüne kadar gördü¤ü en kapsaml› demokrasi reformu ve bölgedeki öteki ülkelere k›yasla “en az sorunlu” demokratik sosyalist devrim gerçekleflmifl oldu. Muhalefete düflen eski iktidar eliti taraf›ndan baflkana gere¤inden fazla güç vermek ve ifl dünyas›n› imha etmekle elefltirilen sosyalist anayasa, yoksullu¤a karfl› gelir da¤›l›m› düzenlemesinden eflcinsel evlili¤in serbestleflmesine kadar uzanan çok genifl bir yelpazede hükümler getiriyor. Öne ç›kan maddeler aras›nda flunlar var: Petrol, madencilik, telekomünikasyon gibi ekonominin temelini oluflturan yaflamsal endüstrilerin kamunun kontrolüne geçmesi, çokuluslu ve yerel sermayenin tekelleflmesinin engellenmesi, baz› d›fl borçlar›n gayr›meflru ilân edilmesi ve böylece hükümetlerin borç ödemelerini durdurma karar› vermesinin önünün aç›lmas›, devlete kullan›lmayan tar›msal arazileri kamulaflt›rma ve yeniden da¤›tma yetkisinin verilmesi, büyük toprak mülkiyetinin yasaklanmas›, herkese ücretsiz e¤itim güvencesi, yafll›lara ve muhtaçlara ücretsiz tedavi getiren sosyal sa¤l›k sistemi düzenlemesi. Chavez’in Venezüella’da uygulad›¤› dönüflüm modelini baflar›yla izleyen Ekvador, gene bir k›z›lderili ülkesi olan Bolivya’dan da esinlendi. Anayasal dönüflüm sürecini 2006’dan beri sürdüren Bolivya’da, zengin eyaletlere hâkim olan Washington destekli liberal muhaliflerin fliddet seçene¤ini de d›flar›da b›rakmayan direnifli ülkeyi siyasî kaosa sokmufltu. Son olarak “sadece bir dönem daha baflkanl›k yapabilme” tavizini vererek muhaliflerle uzlaflan Baflkan Evo Morales, anayasa referandumunun önündeki bütün engelleri kald›rd›. Bolivya 25 Ocak’ta sosyalist anayasay› oylamak üzere sand›k bafl›na gidecek.
31
ABD De¤iflimin dinami¤i BUSH’UN 700 milyar dolarl›k acil yard›m paketi Kongre’ye tak›ld›¤›nda, Temsilciler Meclisi baflkan› Nancy Pelosi tarihî bir konuflma yapm›flt›: “Mali sorumsuzluk ile ekonomide her fley mübah zihniyeti birleflti, bu noktaya geldik. Düzenleme yok, denetim yok, disiplin yok. Ve e¤er çak›l›rsan›z, size yurttafllar›n ödedi¤i vergilerden alt›n bir paraflüt veriliyor. Art›k o günler geçti. Beyler, parti bitmifltir!” Parti gerçekten de bitti. Düne kadar deregülasyon vaazlar› veren Washington muhafazkârlar› oturmufl kamulaflt›rma planlar› yap›yor. IMF baflkan› Dominique Strauss-Kahn “küresel finans sisteminin çöktü¤ünü” söylüyor. Dünya Bankas› baflkan› Robert Zoellick, “yeni bir küresel ekonomi için ça¤dafl bir çoktarafl› sistem kurmak” gerekti¤ini aç›kl›yor. Neoliberalizmin sonuna tan›kl›k ediyoruz. Pragmatizimin babas› John Dewey, “Siyaset, büyük sermayenin top-
GAZ‹ ‹LE AVUKAT
Fay k›r›klar› Amerikan baflkanl›k seçimleri dünya kamuoyunun gözünde hiçbir zaman böylesine önemli olmam›flt›. Dünyan›n gelece¤ine dair iki farkl› senaryo yar›flt›. Belki ‹ran, NATO ve Bush’un baflar›s›z maceralar› konusunda hemfikirdiler, ancak McCain ile Obama, öncelikleri ve dünyan›n geri kalan›na iliflkin görüflleriyle büyük tezat sergiledi.
MICHAEL T. KLARE Le Monde Diplomatique, Ekim 2008
BAfiKANLIK kampanyalar› sona ererken, John McCain ve Barack Obama’n›n ABD’nin uluslararas› arenadaki konumu hakk›ndaki görüflleri birbirine yak›nlaflmaya bafllad›; her ikisi de, ABD’nin d›fl politikada güçlü tehditlerle karfl› karfl›ya oldu¤unu savunuyor, Bush yönetiminin bu tehditleri alt etme konusundaki yetersizli¤ine dikkat çekiyor ve yeni radikal stratejilere gerek duyuldu¤undan bahsediyor. Konuflmalar›n› dinledi¤inizde, ikisinin de George W. Bush’a karfl› bir baflkanl›k yar›fl› sürdürüyor oldu¤u duygusuna kap›labilirsiniz. Fakat söylediklerine biraz daha dikkatli kulak kesildi¤inizde, aradaki büyük farkl›l›klar belirginleflmeye bafll›yor. McCain, Rusya tehdidine özel bir vurgu yap›yor ve bunu Sovyetler Birli¤i’ne mahsus terimlerle tan›mlama yolunu seçiyor; Obama ise nükleer terörizm, biyolojik savafl ve iklim de¤iflimi gibi daha güncel tehlikelere odaklan›yor. Her ikisi de Kuzey Atlantik ittifak›n› tazelemekten söz ederken, McCain, “Amerika, tarihi misyonunun gere¤ini yerine getirmeli ve lider konumunda bulunmal›” diyor. Obama ise, ABD’nin Avrupa ile dengeli bir ortakl›k kurma ihtiyac›nda oldu¤unu söylüyor. Bu farkl›l›klar, küçük nüans ya da retoriklerin ötesinde fleyler; asl›nda iki baflkan aday›n›n varolan tehditler ve bunlar›n üstesinden gelme yollar› konusunda tamamen z›t anlay›fllar› ortaya koydu¤u söylenebilir.
32
lum üstündeki gölgesidir” demiflti. Finansal liberalizasyon, sadece ekonominin de¤il, siyasetin de derinliklerine nüfuz etti. Serbestleflen büyük sermaye, kendine ba¤l› lobileri kullanarak, hükümet programlar›n› yak›ndan izleyip müdahale eden, topluma karfl› yat›r›mc›n›n ç›karlar›n› koruyan bir “virtüel parlamento” yaratt›. Neoliberalizmin açt›¤› belki de en büyük hasar, bu anti-demokratik iflleyifli bütün kurumlara yerlefltirmesi, normallefltirmesiydi. Üstelik bunu küresel ölçekte yapt›. Barack Obama’n›n sermaye lobilerinin egemenli¤ine karfl› toplumsal hareketlerde yetiflmifl kadrolar›n oluflturdu¤u “sosyal lobileri” desteklemesi, “de¤iflim” söylemini inand›r›c› k›lan unsurlardan biri. Amerikan kapitalizminin anti-demokratik do¤as›ndan söz eden Noam Chomsky, “ABD’nin asl›nda Cumhuriyetçi ve Demokrat hizipleri olan bir tek-parti rejimi oldu¤unu” söylüyor. Ancak bu iki hizip aras›nda ciddi bir fark oldu¤unu da teslim ediyor, siyaset ekonomisi uzman› Larry Bartels’in flu saptamas›n› aktar›yor: “Son altm›fl y›lda, orta s›n›f ailelerin ge-
Bütün bunlar, taraflar›n geçmiflleri ve kifliliklerindeki karfl›tl›l›ktan da besleniyor. 72 yafl›ndaki McCain, so¤uk savafl›n doruk noktas›na ulaflt›¤› zamanlarda bir asker ailesinde büyümüfl; ABD ordusuna ve onun öz de¤erlerine büyük ba¤l›l›k duyuyor. 1958-1981 aras›nda Deniz Kuvvetleri’nde pilot olarak görev yapan McCain, Kuzey Vietnam’da savafl suçlusu olarak alt› y›l hapis yatm›fl. 47 yafl›ndaki Obama ise, yaln›z bir anne taraf›ndan büyütülmenin zorluklar› içinde, fiikago’ya yerleflmeden önce birkaç farkl› yerde (Endonezya bunlardan biri) yaflam›n› sürdürmüfl. fiikago’nun yoksullu¤a mahkûm edilmifl güney kesiminde halk örgütlenmesi yürüttü¤ü zamanlar›, gençli¤inin en önemli deneyimi olarak aktar›yor Obama. Temel farkl›l›klar Baflkan adaylar› kamuoyunca kabul edilebilir politik söylemlerle donanm›fl durumda. Her ikisi de, öncelikli hedefin Ortado¤u terörizmini yenilgiye u¤ratmak ve ‹ran’›n nükleer silah sahibi olmas›n› engellemek oldu¤unu söylüyor. Bunu yapmak için gerekirse askeri güç kullanmaya haz›r olduklar›n› özellikle vurguluyorlar. Gene de bak›fl aç›lar›nda ve sezgilerinde keskin farkl›l›klar göze çarp›yor. McCain’in so¤uk savafl döneminin ilk zamanlar›nda, gücünün doruk noktas›nda olan Amerikan ordusu ile kurdu¤u yak›n iliflkiyi göz önünde bulundurdu¤umuzda, onun, dirilmekte olan Rusya’y›, ABD güvenli¤ini tehdit eden en büyük güç olarak de¤erlendirmesi ya da NATO’nun (ABD’nin bask›n güç oldu¤u orjinal biçimiyle) canlanmas›n› buna en uygun tepki olarak düflünmesi bizi pek flafl›rtmayacakt›r. McCain’in dünyaya görüflü Truman, Eisenhower ve Kennedy’nin Sovyetler Birli¤i’ne karfl› izledi¤i politik yaklafl›mlardan ilhâm alarak biçimlenmifl gibi görünüyor. 2007’de flöyle yazm›flt›: “Bat›l› uluslar›n, Balt›k Denizi’nden Karadeniz’e kadar uzanan NATO dayan›flmas›n›n bölünmez oldu¤unu ve kurumun kap›lar›n› kendini özgürlü¤ün savunmas›na adam›fl bütün demokrasilere aç›k tuttu¤unu net olarak belirtmesi gerekir.” Bu, Obama’n›nkinden çok farkl› bir bak›fl aç›s›. Obama, özgürlük ve demokrasiye tutkuyla ba¤l› olmas›na ra¤men, cepheleflmekten ve ortak ç›karlar çevresinde konsensüs oluflturmaktan kaç›nmay› tercih ediyor. So¤uk savafl sonras› dönemde yetiflti¤i için terörizm, biyolojik savafl, AIDS salg›n›, küresel ›s›nma gibi Sovyetler Birli¤i’nin da¤›lmas›ndan sonra gün-
demde gelen tehlikeleri vurgulamas› asla flafl›rt›c› de¤il. Bak›fl aç›lar›ndaki farkl›l›k d›fl politika ile ilgili bütün sorunlara nüfuz etmifl durumda. Gürcistan ve Rusya aras›nda çat›flmalar patlak vermeden önce iki aday aras›ndaki derin felsefi ayr›mlar, Irak ve ‹ran hakk›ndaki görüfl ayr›l›klar›n›n gölgesinde kal›yor, fark edilmiyordu. Irak’taki savafl, ABD’nin politik sahas›na hükmeden bir konu oldu¤u için, baflkanl›k seçimini de bu konunun flekillendirece¤i düflünülüyordu. McCain, ABD’nin bölgedeki askeri varl›¤›n› sürdürmesinden yana, Obama ise hemen çekilmek gerekti¤ini savunuyor. Fakat bu görüfl ayr›l›¤›, aralar›ndaki felsefi çat›flman›n yaln›zca baz› yönlerine ›fl›k tutuyor. McCain için, Irak, teröre karfl› sürdürülecek olan savafl›n “merkez cephesi” ve bu yüzden, oray› kontrol alt›nda tutma konusunda yaflanacak herhangi bir baflar›s›zl›k, uluslararas› terörizmde küresel bir t›rman›fla neden olacak. Obama için “teröre karfl› savaflta merkez cephe Irak de¤il ve hiçbir zaman Irak olmad›”; ona göre bu mücadelede baflar›l› ol-
liri Demokrat yönetimler alt›nda Cumhuriyetçi yönetimlere nazaran iki kat fazla büyüdü. Çal›flan yoksul ailelerin gelirlerindeki art›fl ise Demokratlar›n lehine alt› kat fazlayd›.” Bu farkl›l›k, Obama ile McCain aras›ndaki yar›fl›n da belirleyicisiydi. 11 Eylül sonras›nda beyaz iflçi s›n›f›n› saran milliyetçi/faflizan söylem, 2004 seçimlerinde Ohio’da somutlaflm›flt›. Ohio’nun dinibütün h›ristiyan mavi yakal›lar›, ABD’nin en büyük sorununun “küresel terörizm” ve “eflcinsel evlilik” oldu¤una Bush taraf›ndan ikna edilmiflti. Ama bugün durum farkl›. Forbes dergisinin ekim say›s›nda yay›nlad›¤› “Amerikan’›n en h›zl› çöken 10 kenti” listesinde bulunan dört kent Ohio eyaletinin s›n›rlar› içinde. Küresel ekonomik krizin ilk vurdu¤u yerlerden biri Ohio’ydu; hem krize neden olan konut kredilerinden yararland›lar, hem de kriz sonucu oluflan iflsizlik ve flok yoksullaflma do¤rudan onlar› buldu. Emekçi s›n›flar k›zg›n. Kredi daralmas› ve ücretlerin dondurulmas› sonucu zaten azalm›fl bulunan al›m gücü, enerji fiyatlar›ndaki art›flla birlikte dibe vurdu.
Obama’n›n Ohio ziyaretlerinden birinde karfl›s›na ç›k›p vergi politikas›n› elefltiren Muslukçu Joe, final tart›flmas›nda McCain’in can simidi oldu. Cumhuriyetçilerin ç›karlar›na düflkün orta s›n›f Amerikan seçmenini ayartmak için baflvurdu¤u “düflük vergi” numaras›, Muslukçu Joe’yu kahraman ilân ederek tekrar sahnelendi. Özetle, Joe, 15 y›l iflçi olarak çal›flt›ktan sonra 250 bin dolar sermayeyle kendi iflini kuracak duruma gelmiflti, ama Obama’n›n vergi reformu gerçekleflirse daha fazla vergi verecekti. fiöyle sordu: “Amerikan rüyâs›n› gerçeklefltirdi¤im için cezaland›r›l›yor muyum?” Obama ise Joe’nun durumundakiler için fazla bir art›fl olmayaca¤›n›, as›l büyük vergi gelirini en zengin yüzde 5’ten sa¤layaca¤›n› anlatt›. Bir toplumsal eflitlik gereci olarak vergilendirmeyi komünizm sayan Cumhuriyetçiler, Joe’nun temsil etti¤i tuzukuru oylar› kazanm›fl olabilir. Ama Joe’nun yan›nda çal›flt›raca¤› iflçileri kaybetmifl görünüyorlar. Muharebe eyaletlerinden Ohio’da, “evrensel sa¤l›k hizmeti” vaat eden Obama’n›n kazanmas› sürpriz olmayacak.
leye baflvurma seçene¤inin yok say›lamayaca¤›n› vurguluyor. Bu durumda farkl›l›k, konunun özüyle ilgili olmaktan çok taktiksel gibi görünüyor. Fakat Gürcistan ve Kafkaslar ile ilgili anlaflmazl›klar, iki aday aras›nda var olan çok daha derin farklar› a盤a ç›kar›yor. Bu konuya iliflkin olarak, Obama, her iki tarafa da s›n›rlama getirilmesini talep ederek müzakereler düzenleme yoluyla bir sonuca var›lmas› gerekti¤ini savundu. ‹flgalin bafllad›¤› 8 A¤ustos’ta flunlar› söyledi: “Gürcistan’daki istikrar ad›na, taraflar do¤rudan iletiflim içinde bulunmal›d›r.” Sonra daha sert bir durufl sergileyerek Gürcistan’›n nedensiz yere istila etmesinden dolay› Moskova’y› k›nad› ve Rus birliklerini bölgeden çekilmeye ça¤›rd›. Gene de uzlaflmadan yanayd›. Kendisinden beklenildi¤i gibi, McCain’in bu geliflmelere verdi¤i tepkiler çok daha savaflç› nitelikler tafl›yordu; onun demeçlerinde ne uzlaflman›n ne de müzakerelerin bahsi geçiyordu. Rusya’n›n sebepsiz yere Gürcistan’› iflgal etti¤i için cezaland›r›lmas› ve uluslararas› topluluktan tamam›yla soyutlanmas› gerekti¤i konusunda ›srar ediyordu –Gürcistan’›n 7 A¤ustos’ta Güney Osetya’ya yapt›¤› sald›r›dan hiç söz etmeden.
mak “Afganistan ve Pakistan’da El Kaide ile savaflmay›” gerektiriyor. E¤er seçilirse, muharebe birliklerini büyük bir k›sm›n› Irak’tan çekmeyi düflünüyor; Afganistan-Pakistan s›n›rlar›nda bulunan El Kaide ve Taliban s›¤›naklar›n› yok etmek için Afganistan’daki birlikleri art›rmay› planl›yor. Ayn› zamanda Pakistan s›n›rlar› içinde yer alan El Kaide hedeflerine de sald›r›larda bulunman›n gerekli oldu¤unu savunuyor –bu son zamanlarda Bush yönetimi taraf›ndan da benimsenmifl bir taktik. Bunlar, teröre karfl› küresel savafl› nas›l yürüteceklerine iliflkin metodolojik farkl›l›klar. Ayn› fley ‹ran yaklafl›mlar›nda da göze çarp›yor. ‹ki aday, bu konuda birbirinden çok ayr› düflüncelere sahip: Obama, ‹ran’›n uranyum zenginlefltirme program›n› durdurma amac›yla, do¤rudan do¤ruya ABD-‹ran müzakereleri düzenlemekten yana, McCain ise buna hiddetle karfl› ç›k›yor. Her ikisi de, ‹ran’›n nükleer silahlara sahip olmas›n›n kabul edilemeyece¤ini, ekonomik yapt›r›mlar›n yetersiz kalmas› durumunda askeri müdaha-
Turnusol k⤛d›: Rusya Çat›flmaya iliflkin daha genifl ç›kar›mlara gelindi¤inde, adaylar›n görüfllerinin birbirinden çok daha keskin bir flekilde ayr›ld›¤› gözleniyor. Obama, e¤er Rusya z›tlaflan hareket tarz›ndan vazgeçerse, Gürcistan’daki çat›flmadan dolay› hasar gören ABD-Rusya iliflkilerinin düzeltilebilece¤ini düflünüyor. 11 A¤ustos’ta, “Aç›k konuflaca¤›m, Rus yönetimi ile iflbirli¤i içinde olaca¤›m›z, Rus halk›n› dostumuz kabul edece¤imiz bir gelecek tasarl›yoruz” dedi. McCain için böyle bir gelece¤in eriflilebilirli¤i söz konusu de¤il. Kafas›ndaki plan, Rusya’y› zora sokup boyun e¤meye zorlamak: Rusya’y› G-8 grubundan ç›karmak, Rusya’n›n çevresindeki bat›c› uluslara askeri ve ekonomik yard›mda bulunmak ve Gürcistan ile Ukrayna’y› NATO üyesi yapmak. Bu ülkelere, topraklar›n›n gelecekte Rusya’n›n sald›r›s›na hedef olma ihtimaline karfl›, ABD’den ve Avrupa’dan askeri destek alaca¤›n› garanti etmek. McCain aç›kça söylemese de, önerilerinin önemli bir “ordu unsuru” gerektirdi¤ine kuflku yok. 11 A¤ustos’ta, ABD’nin müttefikleriy-
le birlik olup, “derhal Ukrayna yönetimi ve konuyla ilgili di¤er ülkelerle, ba¤›ms›zl›¤› güvence alt›na almak için izleyecekleri yol konusunda görüflmeler yapmas›n›” önerdi. Ve bunu flöyle temellendirdi: “Çünkü flu anda Gürcistan sular›nda bulunan Rus savafl gemileri, Ukrayna’n›n K›r›m bölgesindeki Rus üssünde mevzileniyor.” McCain’in bu sözleriyle, ABD-NATO askeri gücünün Rusya’n›n Karadeniz’de çoktan beridir bulundurdu¤u donanmaya karfl› harekete geçme olas›l›¤›ndan bahsetti¤i aç›kt›. “BaküTiflis-Ceyhan boru hatt›n›n güvenli¤inin art›r›lmas›na” yönelik ABD destekli bir harekattan, ileride Amerikan birliklerinin Gürcistan, Azerbaycan ve bölgedeki baflka noktalara y›¤›nak yapmas›yla sonlanacak türden giriflimlerden söz ediyordu. Adaylar›n tercihleri, ABD-Avrupa iliflkileri hususunda önemli ayr›mlar içeriyor. Obama, Irak’›n iflgali ile bu iliflkilerin zedelendi¤ini vurguluyor ve eflitlikçi bir iliflki kurma konusunda kararl›l›k gösteriyor. McCain ise, Bush yönetimi alt›nda geçen y›llar boyunca ortaya konan tek tarafl› eylemlerin iliflkilere verdi¤i zarar› göz önünde bulunduruyor gibi görünmüyor ve daha iflbirlikçi bir durufl sergilenebilece¤ini iddia ediyor. Fakat yorumlar, eninde sonunda bu ortak çabalar›n liderli¤ini ABD’nin yapabilece¤i fikrine do¤ru dümen k›r›yor. Obama, Gürcistan krizine verilen tepkiyi elefltirdi¤i konuflmas›nda, Bat›’n›n so¤uk savaflta üstün gelmesinin nedenini flöyle aç›kl›yordu: “Çünkü büyük demokrasiler biraraya geldi, Amerika’n›n daimi ve nihaî liderli¤i alt›nda birbirine ba¤land›.” Burada imâ edilen fley gayet aç›k: Bat›l› devletler, Rusya’ya karfl› sürdürülecek mücadelede galip gelmek için, gene ayn› flekilde, Amerika’n›n önderli¤inde bir birliktelik oluflturmal›lar. Kafkaslarda yaflanan çat›flma, bize adaylar›n d›fl politikadaki görüfl fakl›l›klar› hakk›nda çok daha net bilgiler sunuyor. Çat›flmadan önce, onlar›n farkl› düflündükleri en önemli konu, teröre karfl› savafl›n as›l olarak Afganistan’da m› yoksa Irak’ta m› yer tutmas› gerekti¤i sorunu gibiydi. Obama seçmenlerine ileriye bakma u¤rafl›nda oldu¤unu, h›zla de¤iflen dünyadaki küresel tehlikelere çare bulmaya çabalayaca¤›n› iletmeye çal›fl›yor. McCain ise geçmifle bak›yor; so¤uk savafl günlerine, ABD’nin Sovyetler Birli¤i ile yar›flt›¤› y›llara özgü köhne bak›fl aç›s›yla karfl›m›za ç›k›yor. Çeviren: P›nar Uygun
33
DER‹N AMER‹KA’NIN V‹ZYONU
‹mparatorluk Bush’u atlatacak Neoliberalizmin çöküflü ve dünya siyasetinin yeniden çokkutuplulaflmas›, Reagan’›n “Yeni Dünya Düzeni” hedeflerinin tam tersine iflaret ediyor. Sekiz y›l›n sonunda mâlum ilân ediliyor; Bush her fleyi mahvetmifl! McCain veya Obama, kim gelirse gelsin Amerikan d›fl politikas›n› yeniden biçimlendirmek durumunda. Ancak ikisi de ABD’nin imparatorluk statüsü ve misyonunu terk etmeyecektir. Çünkü bu “partilerüstü” bir konudur... ABD’nin güç odaklar› emperyal ç›karlar›n› 11 Eylül’den beri radikal ‹slâm’a karfl› verilen savafl üstünden savunuyor ARNO J. MAYER Le Monde Diplomatique, Ekim 2008
ABD, Irak fiyaskosundan neredeyse burnu bile kanamadan ç›kabilir. Anl›k telafl›na ra¤men Amerikan ‹mparatorlu¤u iki-partili (bipartizan) yönetim ve mega-flirket bask›lar› alt›nda ve evanjelik kutsamalarla yoluna devam edecektir. Pahal›ya patlayan gaflarla bafla ç›kabilmek, olgunlaflm›fl emperyalist devletlerin karakteristik bir özelli¤i; ne de olsa, bu bedel elitler taraf›ndan de¤il yoksul s›n›flar taraf›ndan ödenecek. Amerikan imparatorlu¤unun çöküflünün eli kula¤›nda oldu¤una yönelik öngörüler ise abart›l›; ciddi bir askeri rakibin yoklu¤unda, dünyan›n tek süpergücü olarak bir süre daha dayanacakt›r. Ancak gere¤inden fazla geliflkin imparatorluklar güçlerine ve prestijlerine verilen hasarlardan mustariptir. Böyle anlarda, k⤛ttan kaplan gibi görünmemek u¤runa sald›rmaya e¤ilimli olurlar. Washington’un Irak’ta sapland›¤› batak göz önüne al›nd›¤›nda, ABD acaba ‹ran, Suriye, Lübnan, Afganistan, Pakistan, Sudan, Somali veya Venezüella’daki müdahalelerini k›z›flt›racak m›? ABD dünyan›n flimdiye dek gördü¤ü en güçlü orduya sahip. Denizde, havada ve uzayda (siberuzay dahil) hâkim, gücünü inan›lmaz mesafelerde h›zla gösterme kapasitesine sahip; dünyan›n neresinde olursa olsun, gerçek veya sözde krizleri yönetmek için koflturan kerameti kendinden menkul bir flerif. Eski savunma bakan› Donald Rumsfeld’in deyifliyle: “Düflmanlar›m›z için dünyan›n hiçbir köflesi yeteri kadar uzak, hiçbir da¤› yeteri kadar yüksek, hiçbir ma¤ara ya da s›¤›nak yeteri kadar derin, hiçbir dört çeker yeteri kadar h›zl› de¤ildir ki elimiz yetiflemesin.” ABD y›ll›k bütçesinin yüzde 20’den fazlas›n› savunmaya harc›yor; bu mebla¤ dünyan›n geri kalan›n›n savunma için harcad›¤›n›n afla¤› yukar› yar›s›. Bu geliflkinlik, ABD’nin büyük silah üreticisi flirketlerine ve onlar›n ihracat gelirinin artmas›na yar›yor. Suudi Arabistan’›n bafl›n› çekti¤i körfez ülkeleri, ileri teknoloji ürünü savafl gereçlerini milyarlarca dolar ödeyip sat›n al›yor.
34
S›n›rs›zl›¤›n gözü kula¤› ABD, klasik bölgesel koloniler kurmak yerine hegemonyas›n› yüzden fazla ülkede kurdu¤u 700 askeri, deniz ve hava üssü üzerinden güvenceye al›yor; ki bunlar›n en sonuncular› Bulgaristan, Çek Cumhuriyeti, Polonya, Romanya, Türkmenistan, K›rg›zistan, Tacikistan, Etiyopya ve Kenya’da kuruldu. En az 16 istihbarat üssü ile tüm dünya bu s›n›rs›z imparatorlu¤un gözü kula¤› olarak çal›fl›yor. ABD’nin 12 adet uçak gemisi var. Üçü hariç hepsi nükleer güce sahip, 80 uçak, helikopterler, subaylar, denizciler ve pilotlar› tafl›mak üzere tasarlanm›fllar. Her süper gemiyle birlikte kruvazörler, destroyerler ve denizalt›lardan oluflan bir görev gücü konuflland›r›lm›fl durumda; hem sald›r› hem korunma amaçl› güdümlü füzeleri var. Tüm dünyada hayati önem tafl›yan su yollar›nda devriye gezen ABD donanmas›, yeni model imparatorlu¤un omurili¤ini ve atardamarlar›n› oluflturuyor. Donanma flu anda, Pentagon ve Washington’da kara ve hava kuvvetlerinin üzerinde yükselen y›ld›z. ABD askerinin 2006’dan 2008’e, Do¤u Akdeniz, K›z›ldeniz, Basra Körfezi ve Hint Okyanusu’ndaki varl›¤›, ABD’nin kaslar›n› bütün bir yar› küre boyunca nas›l da uzatabildi¤inin (ve politik kazan›mlar için namlu ucunda insani yard›m sa¤lamas›n›n) göstergesi. Ç›kartma gemisi, amfibik araçlar ve özel operasyon timlerinin yan›nda binlerce asker ve denizcisiyle en az iki savafl gemisi Bahreyn, Katar ve Cibuti aç›klar›nda operasyon yürütüyor. Bu gemiler, görevdeki savunma bakan› Robert Gates’in 2007 Ocak ay›nda Kabil’de söyledi¤i gibi, ABD’nin “Körfezde uzun süre, daha güçlü bir flekilde kalmaya devam edece¤i” konusunda bizleri uyarmaya yetiyor. Gates’den bir hafta sonra, siyasi iliflkilerden sorumlu d›fliflleri müsteflar› Nicholas Burns, Dubai’de flöyle diyordu: “Ortado¤u ‹ran taraf›ndan yönetilecek bir bölge de¤ildir. Körfez, ‹ran taraf›ndan kontrol edilecek bir deniz sahas› de¤ildir.” Bu, yeni bir durum de¤il. Ocak 1980’de yapt›¤› veda konuflmas›nda Baflkan Jimmy Carter, herhangi bir d›fl gücün, Basra Körfezi’nin kontrolünü ele geçirmek üzere
yapaca¤› müdahalenin ABD’ye yap›lm›fl bir sald›r› olarak kabul edilece¤ini ve böyle bir sald›r›n›n askeri güç kullan›m› dahil gereken her flekilde karfl›lanaca¤›n› son derece aç›k bir biçimde belirtmiflti. Carter, Afganistan’daki Rus birliklerinin sadece “dünyan›n ihraç edilebilir petrollerinin üçte birini bar›nd›ran” bir bölgeyi tehdit etmekle kalmay›p, “dünya petrol ak›fl›n›n ço¤unun yap›ld›¤› bir su yoluna, Hint Okyanusu’na 480 km. mesafede ve Hürmüz Bo¤az›’na yak›n konuflland›¤›n›” söylemiflti. Bir çeyrek yüzy›l sonra, eski d›fliflleri bakan› Henry Kissinger, Carter doktrinini yenileyerek tehdidi Moskova’dan Tahran’a kayd›rd›: “‹ran, Pers emperyal gelene¤ini güncel ‹slâmî coflkuyla birlefltirmekte ›srar etti¤i takdirde, dünyan›n geri kalan› için böylesine önemli bir bölgede emperyal yönetim hayalini gerçeklefltirmesine izin verilmesi mümkün de¤ildir.” Her türden müdahale Ultra-modern konvansiyonel askeri birlik ve silahlar, günümüzün geleneksel olmayan silah ve taktikler kullanan devlet-d›fl› güçleriyle savaflmak için uygun de¤il. Ama süper gemiler, süpersonik hava araçlar›, roketsavar füzeler, askeri uydular, gözetleme robotlar›, insans›z araç ve teknelerin modas› geçmifl de¤il. Di¤er devletlerin içifllerine do¤rudan ya da dolayl›, aç›k veya gizli, askeri ya da sivil müdahale etmek ise, 1945’den beri ABD d›fl politikas›n›n al›fl›lagelmifl yöntemi. ABD, emperyal ç›karlar›n› elde etmek için, Afganistan, Pakistan, Irak, Lübnan, Filistin, ‹ran, Suriye, Somali, Sudan, Ukrayna, Gürcistan, Kazakistan, Bolivya ve Kolombiya’ya müdahale etmekten çekinmedi; ço¤u tektarafl›yd›. ABD ekonomisi, kaynafl›m kültürü ve “Büyük Bilim” üçlüsü emsalsizdir. Mali borçlar›, cari a盤› ve Wall Street bankalar› ile sigorta flirketlerinin çivisinden ç›karak dünya ekonomisine yay›lan çöküflüne ra¤men, toplamda ABD ekonomisi hâlâ sa¤lam ve bu yarat›c› y›k›m›n belirleyicisi. ABD araflt›rma gelifltirme öncülü¤ünü ve sibernetik, moleküler biyoloji ve nöroloji bilimindeki patentleriyle sars›lmaz teknolojik liderli¤ini hâlâ koruyor. Bu durum, kamu, kifliler ve flirketler taraf›ndan fonlanan
Mahflerin dört atl›s›: Baflkan yard›mc›s› Cheney, eski savunma bakan› Rumsfeld, d›fliflleri bakan› Rice ve W. Bush
ve yerkürenin dört bir yan›nda ileri karakollar kurarak dünyadan beyin göçü emen araflt›rma üniversiteleri ve laboratuarlar taraf›ndan sa¤lan›yor. Bunlar, müzeleri, kurumsal mimari deyimlerini ve pazarlama stratejilerini (hem siyasî hem ticarî anlamda) küresellefltirerek dünyan›n geri kalan› için model oluyor. ABD’nin sadece ekonomide de¤il do¤a bilimlerinde de orant›s›z olarak Nobel Ödülü hasad› kald›rmas› ya da Amerikan ‹ngilizcesinin küresel bir dil haline gelmesi çok da flafl›rt›c› de¤il. Amerikan popüler ve tüketici kültürü gezegenin en ücra noktalar›na kadar s›z›yor. Ailevî benzerlik Bu Amerikan ‹mparatorlu¤u’nun geçmifl imparatorluklarla, hayatî do¤al kaynaklar›, kitlesel pazarlar› ve stratejik ileri karakollar› ele geçirme hususunda kayda de¤er ailevî benzerlikleri var. Amerikal›lar imparatorluklar›n›n bekas›nda önemli bir paylar› oldu¤unu biliyor. Baz› s›n›flar ganimetten di¤erlerinden daha fazla pay alsa da, toplumsal, kültürel ve psikolojik olarak kârl› bir ülke; özellikle intelijensiya, liberal meslekler ve medya için. ‹mparatorlu¤un müdahalecili¤ini sürdürmek için kulland›¤›, özel olarak yap›lm›fl yumuflak ve sert güç depolar› var. ABD, Irak’ta zevahiri kurtaracak bir gidiflat için gerekli imkânlara ve iste¤e sahip. Genifl kara harekâtlar› yapacak muharebe birliklerinde eksikler oldu¤u gibi, asiler, gerillalar ve terörist güçlere karfl› verilen düzensiz savaflta stratejik tutars›zl›klar var. Ama asker a盤›n›n icab›na bak›lacak. Özel sektörden savafl müteahhitleri, tercihen üçüncü dünyadaki sömürgelerden gelen, üç otuz paraya çal›flacak silahl› ve sivil paral› askerlerden bir ordu kuracak. Washington sivil haklar, kalk›nma, kad›n özgürlü¤ü, hukukun üstünlü¤ü ve demokrasi nutuklar›yla emperyal ç›karlar›n› gizliyor. ABD’nin güç odaklar› için, partilerden ba¤›ms›z olarak, kesin bir ihtiyaç ve öncelik bulunuyor: Bu, Sovyetler Birli¤i’nin çöküflünden önce komünizm hayaletini yere sermekti; 11 Eylül’den beri ise radikal ‹slâm denen y›lan›n bafl›n› ezmek. ‹ki-partili Baker-Hamilton Komisyonu ta-
raf›ndan haz›rlanan, 6 Aral›k 2006 tarihli Irak Çal›flma Grubu raporu kargaflan›n kendinden çok ABD imparatorlu¤u üzerindeki etkisiyle ilgili: “Irak, bölgesel, hattâ küresel istikrar için hayatî ve ABD ç›karlar› aç›s›ndan kritik önem tafl›yor. fiii ve Sünni ‹slâm aras›ndaki mezhep çat›flmas›n›n fay hatlar›n›n ve Kürt-Arap halklar›n›n tam ortas›nda. Dünyan›n bilinen ikinci en büyük petrol rezervlerine sahip. fiu an ElKaide dahil uluslararas› terör örgütlerinin üssü konumunda. Irak, Amerikan d›fl politikas›n›n çekirde¤ini oluflturuyor ve ABD’nin hem bölgede hem de dünyadaki görünümünün ilham kayna¤›.” Irak önemli, çünkü “daha fazla kaosa batt›¤›” takdirde “ABD’nin küresel mertebesini” indirme riski tafl›yor. James Baker (Cumhuriyetçi) ve Lee Hamilton (Demokrat), ABD’nin, 1945’ten beri yapt›¤› gibi, Büyük Ortado¤u’da kurallar› koymaya devam edece¤inden eminler: “ABD birliklerinin tümünü Irak’tan çekse bile, Irak’ta kalacak önemli miktardaki gücümüz ve Kuveyt, Bahreyn ve Katar’a yay›lm›fl hava, kara ve deniz birliklerimiz kadar, Afganistan’daki art›r›lm›fl gücümüzle de bölgede dikkate de¤er bir askeri varl›k göstermeye devam edece¤iz.” Allame-i Cihan Baker-Hamilton, rapor haz›rlan›rken Vietnam Savafl›’ndan beri mantar gibi biten partiler-d›fl› veya iki-partili düflünce kurulufllar›n›n (think tank) en parlaklar›ndan yard›m istemiflti. K›smen Bill & Melinda Gates Vakf› taraf›ndan fonlanan “bipartizan” Stratejik ve Uluslararas› Çal›flmalar Merkezi (CSIS) komisyonun birincil kat›l›mc›lar›ndan biriydi. “Halk politikalar› ve özel sektörden eflit a¤›rl›kta” mütevelli ve dan›flmanlar› toplayan vakf›n amac› “küresel güvenli¤i ve refah› art›rmak ve karar vericilere stratejik yaklafl›mlar ile pratik çözümler sa¤layarak siyasal dönüflüm.” John McCain taraf›ndan baflkanl›¤› yap›lan tarafs›z Uluslararas› Cumhuriyetçi Enstitü (IRI) “bütün dünyada siyasal partiler, yurttafl enstitüleri, fleffaf seçimler, iyi yönetimler ve hukukun üstünlü¤ünü oluflturarak özgürlük ve demokrasiyi gelifltirmeyi” hedefliyor. Eski
d›fliflleri bakan› Madeleine Albright taraf›ndan yönetilen, uluslararas› iliflkiler odakl› Ulusal Demokratik Enstitü (NDI) ise “demokrasiyi bütün dünyaya yaymak ve güçlendirmek” için çal›fl›yor; kâr amac› gütmeden. Kendini çift partili olarak tan›tan ama asl›nda afl›r› sa¤da yer alan Washington Yak›ndo¤u Politikalar› Enstitüsü (WI) de amac›n›n “Ortado¤u’da ABD ç›karlar› için dengeli ve gerçekçi bir yaklafl›m gelifltirmek [ve] Amerikan angajman›n› desteklemek,” oldu¤unu iddia ediyor. Baker-Hamilton Komisyonu ayn› zamanda eski devlet görevlilerine, sertifikal› araflt›rma uzmanlar›na ve D›fliliflkiler Konseyi (Council on Foreign Relations), Brookings Enstitüsü, Rand Dernegi ve Amerikan Giriflim Enstitüsü (AEI) gibi kamu siyasi enstitülerine dan›flm›flt›. Politik e¤ilimleri ne olursa olsun, bu politika merkezlerinin kat›l›mc›lar›, yöneticileri ve paydafllar›ndan pek az› imparatorlu¤un hem ABD hem dünya için oluflturaca¤› politik, ekonomik veya toplumsal bedelleri ve kazan›mlar› tart›flt›. Anlaflmazl›k ve tart›flmalar imparatorlu¤un en iyi hangi flekilde güvenceye al›naca¤›, kullan›laca¤› ve korunaca¤› üzerine oldu. Sa¤l›kl› tutum ABD’nin onsuz pek az problemin çözülebildi¤i bir dünyadaki rolünün eflsizli¤inin alt›n› çizen d›fliflleri bakan› Condoleezza Rice flunlar› söylüyordu: “Biz Amerikal›lar d›fl politikaya sadece istedi¤imiz için de¤il bunu yapmak zorunda oldu¤umuz için müdahil oluyoruz. Bu tutum, bir imparatorlu¤un de¤il bir demokrasinin tutumudur.” Savunma bakan› Gates ise ABD’nin “Küresel kaynaklarda hareket özgürlü¤ünü ve ulusal güvenlik ihtiyaçlar›n›n gerektirdi¤i üzere dünyan›n önemli bölgelerine stratejik eriflimini” korumak zorunda oldu¤unu söylüyor, ki bu söyledi¤inin arkas›nda enerji kaynaklar›na haz›r eriflime sahip küresel bir ekonomi gereklili¤i yat›yor. Merkeziyetçi ahlak zab›talar› bile Washington’un ‹srail’e koflulsuz deste¤ini sorgulam›yor. T›pk› neocon’lar gibi onlar da Irak bata¤› ile ‹srail-Filistin kördü¤ümü aras›ndaki derin ba¤lara karfl› ç›k›yor. Her iki taraf da Baker-Hamilton raporunun ABD’nin “Ortado¤u’daki amaçlar›na Arap-‹srail çat›flmas› ve bölgesel istikrars›zl›kla do¤rudan u¤raflmad›¤› sürece ulaflamayaca¤›n›” söyleyen önerisini görmezden geliyor. Demokratlar ve Cumhuriyetçiler, tam bir ekonomik abluka veya askeri harekât tehdidiyle durdurulan ‹ran’daki gizli operasyonlara h›z vermek konusunda ayn› kafadalar. ‹ki baflkan aday› da, ‹ran, Çin, Hindistan ve yeniden dirilen Rusya ile sürdürülen çekiflmeli iliflkilerle ilgili mesihvari retori¤i terennüm etmek d›fl›nda bir alternatif getirmiyor. Bu dört ülke daha önce denenmemifl, kendine has, ulusal kapitalizm biçimleri ile yönetiliyor. Her iki aday da, emperyal hüsnüniyet ve kararl›l›klar›n› beyan edecekleri sahne olarak yabanc› baflkentleri kulland›: Tahran, Pekin, Moskova, vd... Obama adayl›¤›n› ilân etti¤i söylevi Denver’de verdi; ama Demokratik Parti kongresinin yap›ld›¤› 19 bin kiflilik Pepsi Centre’› de¤il, Amerikan futbolu arenas›, 75 bin kapasiteli Broncos’ Invesco Stadyumu’nu tercih etti. Roma ‹mparatorlu¤u’nun Colesseum’undan 25 bin kifli fazla... Çeviren: Damla Özlüer
35
GÖÇ KONULU DÜNYA SOSYAL FORUMU
Küresel gurbet ça¤› Geçen ay ‹stanbul’da, bir s›¤›nmaevinde göçmenler ayaklan›nca, bolca “misafirperverli¤imizin k›ymetini bilmiyorlar” edebiyat› yap›ld›. Halbuki Türkiye’nin göçmenler konusundaki sab›kas› hiç de parlak de¤il, ayn› Türkiye’ye bask› yapan Avrupa, Türkiye’nin bask› yapt›¤› daha do¤udaki ülkeler gibi. 90’› aflk›n ülkeden 3 binin üzerinde göçmen ve mülteci haklar› savunucusu örgüt ve hareketin kat›ld›¤›, “Göç Konulu Dünya Sosyal Forumu” buluflmalar›n›n üçüncüsü, 11-13 Eylül’de Madrid’de yap›ld›. Express oradayd›... adrid’deki göç konulu Dünya Sosyal Forumu’na evsahipli¤i yapan Rivas-Vaciamadrid belediyesi, iktidardaki Zapatero’nun Sosyalist Parti’sinin epeyce solunda mevzilenen Solda Birlik (Izquierda Unida) koalisyonunun en güçlü oldu¤u bölgelerden biri; Franco’dan beri sa¤c› alternatiflerden flaflmayan Madrid de solun “kale”si de¤il ama, “ada”s› durumunda. 2005’te Porto Alegre’de yap›lan ilk göç temal› Dünya Sosyal Forumu’ndan sonra, ikinci buluflma 2006’da yine Rivas-Vaciamadrid’de gerçekleflmifl. Forum için ‹spanya’n›n seçilmesi tesadüf de¤il. ‹spanya, Avrupa’n›n en çok göç alan ülkelerinden. Resmî rakamlara göre ülkede 4.5 milyon yabanc› var; bu, nüfusun yüzde 11’i demek. 2002-2007 aras›nda ‹spanya’n›n göçmen nüfusu 2.5 milyondan fazla artarak ikiye katlanm›fl. ‹spanya’n›n göçmenleri aras›nda Fas’tan gelen Ma¤riplilerle, baflta Kolombiya ve Ekvador olmak üzere Latin Amerikal› eski koloni tebas› bafl› çekiyor. 2005’te getirilen afla 700 binden fazla göçmen legalleflmifl. Avrupa’da “kaçak göç” denince herkesin akl›na, Bat› Afrika k›y›lar›ndan ‹spanya’n›n Kanarya Adalar›’na ulaflmaya çal›fl›rken Atlantik Okyanusu’nda bo¤ulan, kaybolan göçmenler geliyor. BM rakamlar›na göre, dünyada çal›flmak ya da yaflamak için baflka bir ülkeye göç etmifl 191 milyon insan var; bu, dünya nüfusunun yüzde 3’üne denk geliyor. Bu göçmenlerin 30-40 milyonunun düzensiz yollardan göç etmifl, kaçak durumda insanlar oldu¤u tahmin ediliyor.
M
Son otuz y›lda dünya göçmen nüfusu ikiye katlanm›fl. Avrupa’da 65 milyon, Kuzey Amerika’da 45 milyon göçmen var. ABD’de 12 milyon, AB’de ise 8 milyondan fazla kay›td›fl› göçmen oldu¤u söyleniyor. ‹nsanlar› göç etmeye iten sebepler aras›nda yoksulluk ve ekonomik eflitsizlikler bafl› çekse de, göç fenomeninin içinde ülkelerini savafl ve zulümden dolay› terketmifl 14 milyondan fazla “mülteci” de var. Göç hareketleri yaln›zca yoksul Güney ülkelerinden zengin Kuzey ülkelerine do¤ru gerçekleflmiyor; dünya göçmen nüfusunun yüzde 47’si Güney ülkeleri aras›nda göç etmifl insanlar. Dünya Bankas› verilerine göre, 2007’de göçmenlerin geldikleri ülkelere aktard›klar› iflçi dövizleri 318 milyar dolar›n üzerine ç›km›fl. Bu rakam, zengin ülkelerin fakir ülkelere “kalk›nma yard›m›” ad› alt›nda aktard›¤› kayna¤›n üç kat›ndan fazla. ‹flçi dövizleri, d›fl borç ve yoksulluk sarmal›ndaki birçok ülke için k›smen de olsa bir ayakta kalma yolu. Göçmenler yerlefltikleri ülkelerdeki emek piyasas›n›n en dibinde konumlan›yor; sömürüye aç›k, kölelik benzeri koflullarda, yok paraya çal›fl›yorlar. Avrupa ve Kuzey Amerika bir taraftan yoksul dünyan›n doktorlar›n›, yaz›l›m uzmanlar›n›, ö¤retmenlerini, kalifiye iflgücünü kendi koyduklar› usûller ve kriterler çerçevesinde ülkelerine çekme derdinde, yani arzu edilen bir göçmen profili de var. Ama bir taraftan da dünyan›n zenginleri, düzensiz yollardan Bat›’n›n kap›lar›n› zorlayan, bazen aç›lmayan kap›lardan hayatlar› pahas›na geçmeye çal›flan
Dünya Bankas› verilerine göre, 2007’de göçmenlerin geldikleri ülkelere aktard›klar› iflçi dövizleri 318 milyar dolar›n üzerine ç›km›fl. Bu rakam, zengin ülkelerin fakir ülkelere “kalk›nma yard›m›” ad› alt›nda aktard›¤› kayna¤›n üç kat›ndan fazla.
“istenmeyen göçmenlere” karfl› s›n›rlar›n› yükseltme derdinde. Ama kaçaklar Avrupa’ya ve ABD’ye gelmeye devam ediyor. Çünkü onlar› yollara düflüren yap›sal nedenler, emperyal savafllar (mesela Afganistan, mesela Irak), yoksulluk ve eflitsizlik azalm›yor, ço¤al›yor. Yasal ve güvenli yollar kapan›nca, göçmenler kaçak yollardan, tehlikeli çöllerden, denizlerden geçip zenginlerin “yasak cennetine” ulafl›yor. Asl›nda bu kay›td›fl› göçmenlerin kapitalist zenginli¤in merkez m›nt›kas›nda kaçak göçek yaflad›¤› hayata cennet demek zor. En kötü koflullarda çal›fl›yorlar, pek ortalarda dolaflm›yorlar. ‹flin gerçe¤i, zengin ülkelerin tam da böyle bir ucuz ve uysal iflgücüne ihtiyac› var. Müreffeh ülkelerde nüfus yafllan›yor; küresel rekabet koflullar›nda hep daha fazla kâr etmek isteyenler, iflçi maliyetlerini daha da afla¤›ya çekmenin yollar›n› ar›yor. ABD ve Avrupa’da tar›m, inflaat, ev hizmeti, temizlik, bulafl›kç›l›k gibi vas›fs›z ifller, seks endüstrisi gibi sektörler kaçak göçmenlerin her türlü ifl güvencesinden yoksun, sömürü koflullar›nda sarfetti¤i ucuz emekle dönüyor. ‹flte göçmen ve yabanc› karfl›t› popülist söylem ve politikalar› körükleyenlerin konuflmay› pek sevmedi¤i, ama herkesin bildi¤i s›r bu. Göçmenler kimsenin yapmak istemedi¤i iflleri, hem güvencesiz, hem de en düflük ücretlerle yapmaya raz›. Bu durum hem maliyetleri daha da düflürmenin, hem de örgütlü iflgücünün pazarl›k gücünü daha da k›rman›n bir arac›. ‹flçileri birbirine k›rd›ran bir düzen bu. Yerli iflçiler göçmen iflçilere, göçmen iflçiler birbirlerine karfl›, geçim ve hayat mücadelesinde. Avrupa kalesinin demir duvarlar› Dünyan›n bizim bulundu¤umuz taraf›nda, AB’nin “yasad›fl› göçle mücadele” politikalar› Avrupa Kalesi yak›flt›rmas›yla an›l›yor. Bat› Afrika k›y›lar›ndan ‹spanya’n›n Kanarya Adalar›’na, Libya’dan ‹talya’ya ve Malta’ya, Türkiye’den Yunanistan’a geçmeye çal›flan derme çatma kaçak teknelerini durdurmak için askerî teçhizat ve teknolojiler seferber ediliyor. AB’nin S›n›r Koruma Teflkilat› FRONTEX, gemiler, uçaklar ve helikopterlerle Akdeniz’de, Moritanya ve Senegal k›y›lar›nda devriye geziyor. AB ülkeleri, bu y›l tesis edilen EUROSUR sistemiyle, kaçak göçmen hareketlerini uydular ve insans›z uçaklarla izlemeye haz›rlan›yor. ‹spanya’n›n Cebelitar›k’›n Fas k›y›s›ndaki iki flehri Ceuta ve Melilla, milyonlarca avroya malolan iki s›ra duvar ve dikenli tellerle korunuyor. Yaln›zca 2007’nin ilk yar›s›nda Avrupa’da 200 bin kaçak göçmen yakalanm›fl. Avrupa sath›nda kay›td›fl› göçmenlerin ve kaçaklar›n kapat›ld›¤› toplam 30 bin kapasiteli 224 kamp var. AB ülkeleri, Sahra-alt› Afrika, Asya ve Ortado¤u’dan Avrupa’ya uzanan göç yollar›n›n üzerinde bulunan Fas, Moritanya, Senegal, Libya, Ukrayna gibi ülkelerle, ekonomik yard›mlar›n önkoflulu olarak “yasad›fl› göçle mücadele”de iflbirli¤i antlaflmalar› imzal›yor. Avrupa,
37
s›n›rlar›n›n kontrolünü bask› ve rüflvet karfl›l›¤›nda üçüncü ülkelere havale etme peflinde. ‹talya Libya’ya, ‹spanya Fas, Senegal ve Moritanya’ya, göçmen kay›klar›n›n önünü daha yola ç›kmadan kesmeye yönelik istihbarat ve teknik ekipman sa¤l›yor. Avrupa Kalesi’nin s›n›r hatt› Fas, Libya, Türkiye, Ukrayna gibi çeperdeki transit ülkelere do¤ru geniflliyor. Örne¤in Türkiye’den, Yunanistan ve Bulgaristan’a düzensiz geçiflleri her ne pahas›na olursa olsun durdurmas› isteniyor. Türkiye de bu s›n›r bekçili¤i görevini heveskârl›kla yerine getiriyor. Edirne ve K›rklareli’ndeki göçmen hapishanelerinde yüzlerce insan gayr›insanî koflullarda tutuluyor, s›¤›nma talepleri iflleme konmuyor, hukuksuz s›n›rd›fl› olaylar› h›z kesmiyor. 23 Nisan’da aralar›nda tescilli mültecilerin de oldu¤u 18 ‹ran ve Suriye uyruklu insan Habur yak›nlar›nda, silah zoruyla yüzerek Dicle nehrinin Irak taraf›na geçmeye zorland›, dört kifli ak›nt›ya kap›ld›, cesetler bulunamad›. Avrupa, göçmenlerin Türkiye, Ukrayna, Fas gibi transit ülkelerde maruz kald›¤› fliddet ve ihlallere gözünü kapat›yor; “yasad›fl› göçle mücadelenin” kirli ifllerini yapmak baflkalar›na kal›yor. Avrupa’n›n s›n›rlar›n› koruma faaliyetini önce çeperdeki, sonra uzaktaki üçüncü ülkelere kayd›rma yaklafl›m›, neo-liberal küreselleflmenin stratejik oyun plan›yla uyum içinde. Zengin ülkelerin endüstriyel üretimi yoksul ülkelere kayd›r›rken gözetti¤i “maliyetleri azaltma” kayg›s› burada da belirleyici. Uluslararas› hukuk ve demokratik kamuoyu bask›lar›ndan uzakta, gözden ›rak ve “düflük maliyetli” bir göç kontrolü politikas› bu. Avrupa bir yandan duvarlar›n› yükseltip kaçaklar› d›flarda tutmaya çal›fl›rken, bir yandan da hem Avrupa’ya göç veren ülkelerle, hem de göç yollar› üzerinde bulunan transit ülkelerle ikili iade antlaflmalar› yaparak, her nas›lsa Avrupa’ya ulaflabilmifl kaçak göçmenleri geri göndermenin zeminini ve araçlar›n› haz›rlama peflinde. AB hem üye devletler hem de Avrupa Komisyonu’nun giriflimleriyle sadece Rusya, Ukrayna, Balkan ülkeleri gibi çeperdekilerle de¤il, Tunus’tan Mali’ye, Sri Lanka’ya, Hong Kong’a kadar toplam 111 ülkeyle bu türden s›n›rd›fl› antlaflmalar› imzalam›fl durumda. AB bir taraftan da bizatihi üçüncü ülkeleri kendi aralar›nda benzer antlaflmalar imzalamaya teflvik ediyor. Böylece kaçaklar› geldikleri ülkelere geri gönderecek zincirleme s›n›rd›fl›lar›n yolu aç›lm›fl oluyor. Örne¤in Türkiye’nin halihaz›rda Yunanistan, Suriye, Gürcistan ve Ukrayna’yla imzalad›¤› böyle antlaflmalar var. Avrupa Komisyonu Türkiye’yle bütün AB ülkeleri aras›nda s›n›rd›fl›lar› mümkün k›lacak çok tarafl› bir iade antlaflmas› için bast›r›yor. Türkiye de Libya, Pakistan, Sri Lanka gibi daha do¤udaki ülkelerle müzakere halinde. Geçen y›l 30 binden fazla göçmen Bat› Afrika k›y›lar›ndan bindikleri kay›klarla ‹spanya’n›n Kanarya Adalar›’na ulaflm›fl. fians› yaver gitmeyen en az yüzlercesinin de bo¤uldu¤u, kayboldu¤u söy-
38
leniyor. Bu yolculuk tehlikeli okyanus sular›nda, denizin durumuna göre 8 ila 12 gün sürüyor. Göçmenler ‹spanyollar›n “cayuco” dedi¤i küçük teknelere otuz-k›rk kifli biniyor. Atlantik’te son on y›lda kay›tlara geçmifl ölüm ve kay›plar›n say›s› 5 bine yak›n. Fas’›n güneyinden bafllay›p afla¤› do¤ru Bat› Sahra, Moritanya, Senegal’e devam eden k›y› hatt›ndan bu kay›klara binenler, Sahra-alt› Afrikal›lar. Bu bölge dünyan›n en yoksul yeri. Avrupa’da, yar›s› kay›td›fl›, yedi-sekiz milyon Afrikal› göçmen oldu¤u söyleniyor. Bunlar›n yaklafl›k üçte ikisi Fas, Cezayir, Tunus gibi Kuzey Afrika ülkelerinden, ama Avrupa’daki Sahra-alt› Afrikal› göçmen nüfusu da art›yor. Bunlar›n aras›nda Gana, Nijerya ve Senegalliler ço¤unlukta. Göçmen kay›klar› bundan befl y›l öncesine kadar Kanarya Adalar›’na en yak›n nokta olan Fas’tan yola ç›k›yormufl. Ama ‹spanya ve AB önce Fas’la, sonra afla¤› do¤ru Moritanya ve Senegal’le “yasad›fl› göçle mücadele” antlaflmalar› yap›nca, kaçak seyahat merkezi peyderpey çok daha güneyde ve uzakta yer alan Gambiya’ya kadar inmifl, mesafe artt›kça ölümler ve kay›plar da t›rmanm›fl. Bu arada, Gambiya bizim için geçen 20 Haziran Dünya Mülteciler Günü’nde Beyo¤lu polisinin çekiçle dövüp kolunu k›rd›¤› adam›n geldi¤i ülke. Haritaya bak›nca düflünüyoruz. Gambiya’yla Kanarya Adalar› aras› bal›kç› kay›¤›yla okyanusta al›nacak mesafe de¤il. Ama insanlar bu yola ç›kmaya devam ediyor... Peki bal›kç› kay›klar› insan tafl›yorsa, denizden bal›¤› kim ç›karacak? Bu noktada, “Afrika’n›n insanlar› çaresiz b›rakan yoksullu¤u tesadüf de¤il” diyenlere kulak verdik. Afrika neden açl›¤a mahkûm? Meflhur “bana bal›k verme, bal›k tutmay› ö¤ret” hikâyesi vard›r ya, iflte Avrupa, Afrikal›lar›n bal›¤›n› da ellerinden alm›fl. AB sübvansiyonlar›yla palazlanan Avrupal› bal›kç›l›k flirketleri, borç bata¤›ndaki hükümetlere paras›n› verip ald›klar› imtiyazlarla Kuzeybat› Afrika k›y›lar›n› mesken tutmufl. Bu fakir halklar için bal›kç›l›k hayatî önemde bir geçim kap›s›. Örne¤in Senegal’de istihdam›n yüzde 15’i bal›kç›l›k sektöründe. Oysa Avrupal› flirketlerin endüstriyel trol gemileriyle y›llard›r yapt›¤› kontrolsüz ve büyük miktarlardaki avlanman›n sonucunda denizde bal›k kalmam›fl. 25 sene öncesine k›yasla Afrika k›y›lar›ndaki bal›k sto¤unun yüzde 75 azald›¤›, baz› türlerin tamamen tükendi¤i söyleniyor. Moritanyal›, Senegalli bal›kç›lar iflas›n efli¤inde. Bal›¤›n bitmesi hem yoksulluk demek, hem de insanlar›n karn›n›n art›k daha da zor doymas› demek. Denizde bal›k kalmay›nca, bal›kç›lar için de kay›klar›n› Kanarya Adalar›’na sürmekten baflka seçenek kalm›yor... Örne¤in Moritanya, iki y›l önce AB’yle yapt›¤› bir antlaflmayla k›y›lar›nda avlanma hakk›n› alt› y›ll›¤›na, seneli¤i 143 milyon dolara satm›fl. Bu para Avrupal› flirketlerin o denizden ç›kard›¤› büyük kârlar›n yan›nda devede
Dünya Bankas› verilerine göre, 2007’de göçmenlerin geldikleri ülkelere aktard›klar› iflçi dövizleri 318 milyar dolar›n üzerine ç›km›fl. Bu rakam, zengin ülkelerin fakir ülkelere “kalk›nma yard›m›” ad› alt›nda aktard›¤› kayna¤›n üç kat›ndan fazla.
kulak kal›yor, ama Moritanya bütçesinin neredeyse beflte biri. Mali, Senegal gibi ülkeler için çok büyük önemi olan pamukta yine ayn› hikâyeyi görüyoruz. Afrikal› pamuk çiftçileri, büyük sübvansiyonlar ve ihraç kredileriyle desteklenen ABD ve Avrupal› üreticiler karfl›s›nda ayakta durmakta zorlan›yor. 2004’te bu sübvansiyonlar nedeniyle dünya pamuk fiyatlar› yüzde 30 düflünce, Mali gibi pamuk ihraç eden fakir ülkeler büyük kay›plara u¤ram›fl. ABD 25 bin pamuk üreticisine y›lda üç-dört milyar dolar› bulan sübvansiyon da¤›t›yor. Bu, ABD’nin Sahra-alt› Afrika’n›n tamam›na yapt›¤› toplam kalk›nma yard›m›ndan çok. Örnekler ço¤alt›labilir. Dünya Bankas› 2000’de Bat› Afrika hükümetlerini tavuk ürünlerine uygulanan ithalat vergilerini yüzde 55’den yüzde 20’ye indirmeye ikna etmifl. K›sa sürede bu ülkeler Avrupa’dan gelen tavuk bacaklar›n›n iflgali alt›nda kalm›fl. Örne¤in Senegal’in tavukçuluk sektörü iflas etmifl... Kim cin, kim fleytan? Güvenli ve yasal göç imkânlar›n›n yoklu¤unda, göçmenlerin ve mültecilerin insan kaçakç›lar›na güvenmekten baflka çaresi yok. Bu güven bazen geçen ay Büyükçekmece’de araziye b›rak›lan 13 ceset örne¤inde oldu¤u gibi havas›z kalm›fl bir kamyon kasas›nda ya da her sene Ege’de esmer derili yolcular›yla birlikte batan, dümensiz ve motorsuz tekne hurdalar›ndan birinde bofla ç›kabiliyor. ‹nsan kaçakç›lar›na ve yasal olmayan göç yollar›na ümit ba¤layanlar› bekleyen di¤er bir tehlike de insan ticareti. Her y›l 800 bin civar›nda insan›n insan ticareti flebekeleri eliyle uluslararas› s›n›rlar› geçti¤i, bunlar›n yüzde 80’inin kad›n, yüzde 50’sinin 18 yafl›ndan küçük çocuklar oldu¤u söyleniyor. Bu insanlar seks iflçili¤ine zorlan›yor, ev ifllerinde, tar›m ve di¤er sektörlerde köle olarak çal›flt›r›l›yor. Yaln›z bu kaçakç› ve insan tüccar› meselesinde pusulay› flafl›rmamak lâz›m. Yüzbinlerce insan› hayatlar› pahas›na yollara düflüren bu arac›lar de¤il, maruz kald›klar› yoksulluk, savafl ya da zulüm. Uluslararas› hukuka göre, devletlerin savafl ve zulümden kaç›p kendilerine s›¤›nan kiflilere iltica korumas› sa¤lama yükümlülü¤ü var. Oysa mülteciler için ülkelerinden ç›k›p güvenli bir kap›ya ulaflmak, ço¤u zaman ancak kaçakç›lar›n yard›m›yla mümkün. Avrupa’n›n göçmenlerin önünü kesme politikalar›ndan “mülteci” durumunda insanlar da nasibini al›yor. Mülteciler için AB ülkelerine ulaflmak gittikçe zorlafl›yor. 2007’de AB ülkelerine yap›lan iltica baflvurular› son 20 y›l›n en düflük seviyesine indi. Bunun sebebi dünyan›n süt liman olmas› de¤il. Dünyada mülteci nüfusu artarken, Avrupa’da azal›yor. Çünkü mülteciler Avrupa’ya ulaflam›yor. Kaçakç›lar ve insan tacirleriyle ilgili tart›flman›n, bir taraftan göçmenleri ma¤dur olarak resmederken, bir taraftan da onlar› kaçak yollara mecbur eden Kale Avrupas› politikalar›n› meflrulaflt›rmaya hizmet eden ideolojik bir yan› var. Bu
söylem, örne¤in kad›n ticareti fenomenini Moldoval›, Nijeryal›, Brezilyal› kad›nlar› ülkelerini terk etmeye ve seks iflçili¤i yapmaya iten yoksullukla, hayatta kalma stratejileriyle de¤il, bir tak›m kötü niyetli “insan tüccarlar›n›n fleytanl›klar›yla” aç›kl›yor. ‹nsanlar› Senegallerden, Gambiyalardan derme çatma kay›klarla okyanusa ç›kmaya mecbur edenler, göçmen yakalama operasyonlar›n› “insan kaçakç›lar›n›n kand›rd›¤›” göçmenleri kurtarmak için, insaniyet nam›na yapt›¤›n› söylüyor. Oysa milyonlarca insan› hayat aramak için göç etmeye zorlayan eflitsizliklerden söz eden yok. AB Komisyonu’nun göç ifllerinden sorumlu bir önceki üyesi ‹talyan Franco Frattini (bu görevi Berlusconi’nin yeni kabinesinde d›fliflleri bakan› olmak için terk etti) piflkince, insanlar›n hayatlar›n› tehlikeye atmas›n›n ancak yola ç›kmalar›n› engelleyerek mümkün olaca¤›n› buyurmufltu. “Utanç Yönergesi” ne getiriyor? Sarkozy’nin geçen ay AB Dönem Baflkan› s›fat›yla epey gürültü ç›kararak aç›klad›¤› “Göç Pakt›”n›n iki esas› var : Yasad›fl› göçü durdurmak ve Avrupa’y› kalifiye iflgücü için daha cazip hale getirmek. Tabii ismi “pakt” olmakla birlikte, bu durufl birli¤ine, ‹slâm korkusu ve yabanc› düflmanl›¤›ndan fazlas›yla malûl seçmen kitlelerini memnun etme telafl›ndaki AB liderlerinden baflka kimin taraf oldu¤u meçhul. Göçmenlerin ve göçmen haklar› savunucular›n›n, mültecilerle çal›flan hak örgütlerinin taraf olmad›¤› kesin. Fransa 2009 sonunda benzer bir siyaset belgesinin AB ile yirmi Afrika ülkesi aras›nda imza edilmesi için çal›fl›yor. Avrupa Parlamentosu, geçti¤imiz haziran ay›nda, AB üye devletlerinin daha önce üzerinde anlaflt›¤› ‹llegal Üçüncü Ülke Vatandafllar›n›n Geri Gönderilmesi’ni düzenleyen bir yönergeyi kabul etti. Bu yönerge, AB devletlerinin ülkede yasad›fl› olarak bulunan yabanc›lar›n s›n›rd›fl› ifllemlerinde ortak kurallar ve usûller izlemelerini öngörüyor. Göçmen ve mülteci haklar› örgütlerinin sert elefltirilerine hedef olan düzenleme, yabanc›lar›n s›n›rd›fl› edilmek amac›yla 15 aya kadar idarî gözetim alt›nda tutulabilmesi, kendi iste¤iyle dönmeyi kabul etmeyenlere befl y›ll›k yeniden girifl yasa¤› uygulanmas› gibi, temel insan haklar› güvencelerini yok sayan tedbirler içeriyor. Muhaliflerin “Utanç Yönergesi” ad›n› verdi¤i bu düzenleme, Madrid’deki Forum’da göçmen ve mülteci örgütleri temsilcilerinin de hedefindeydi. Bu arada, yönergeye destek veren Zapatero hükümeti de elefltirilerden pay›na düfleni ald›. Bütçesinin yüzde 10’unu iflçi dövizlerinden karfl›layan Bolivya’n›n lideri Evo Morales, haziran ay›nda, yönergenin oylanmas› öncesinde Avrupa Parlamentosu üyelerine hitaben yazd›¤› aç›k mektupta, kolonyal Avrupa’n›n günahlar›n›, yeni Avrupa’n›n Üçüncü Dünya’yla dayan›flma eksiklerini hat›rlat›p “Amerikal›, Ma¤ripli, Asyal› ve Afrikal› bütün kardefllerim ad›na Avrupa’n›n vicdan›na sesleniyorum, bu utanç yönergesini reddedin” demiflti..
Amerikan rüyas›ndan uyanmak ABD-Meksika s›n›r›ndan y›lda 500 bin kaçak göçmenin ABD’ye geçti¤i tahmin ediliyor. ABD’nin 12 milyonluk kaçak göçmen nüfusunun yüzde 90’› Orta ve Güney Amerika ülkelerinden; yar›ya yak›n› da Meksikal›lar. Meksikan›n yoksullar› da Amerika’da hayat ar›yor. Meksika nüfusunun yar›dan ço¤u yoksulluk s›n›r›n›n alt›nda; her dört Meksikal›dan biri günde 1 dolardan az bir gelirle yaflamaya çal›fl›yor. ‹flsizlik yüzde 40’larda. Milyonlarca Meksikal›y› Amerikan rüyas› peflinde çöl yollar›na düflüren y›k›c› yoksulluk ve eflitsizlik nas›l üretildi, hat›rlamak lâz›m. Meksika, Naomi Klein’›n “felaket kapitalizmi” dedi¤i fenomenin en ürkütücü örneklerinden biri. Bir ekonomiyi ve toplumu neo-liberalizmin kitab›na uygun olarak dönüfltürmek için en ideal zaman, bütün dirençlerin k›r›ld›¤› kriz zaman›. 1982’de Meksika ekonomisi iflas edince, neoliberalizmin kutsal üçlüsüne (IMF, Dünya Bankas› ve ABD) meflhur “yap›sal reform” listesini Meksika hükümetine dayatma flans› do¤uyor. Meksika 1984-94 aras›nda ciddi istihdam sa¤layan devlet teflekküllerini özellefltiriyor, iflsizlik art›yor, ücretler yar› yar›ya azal›yor, sendikalar›n beli k›r›l›yor. Yerli halklar›n tar›m arazisi üzerindeki kolektif mülkiyet hakk› bertaraf ediliyor, bu topraklar özellefltirmeye ve yabanc› flirketlerin kullan›m›na aç›l›yor. Serbest ticaret önündeki engeller kald›r›l›yor; sübvansiyonlarla desteklenen Amerikan m›s›r› Meksika köylülerinin rekabet edemeyece¤i fiyatlarla ülkeye girince, milyonlarca çiftçi topu at›p iflsizler ve yoksullar ordusuna kat›l›yor... Meksika ekonomisi 1995’te “tekila krizi” denen ikinci bir iflas yafl›yor. Meksika paras›n›n tarumar olmas›n› f›rsat bilen Amerikan sermayesi, baflta bankalar olmak üzere ifle yarar gördü¤ü ne varsa sat›n al›veriyor. Bu 20 y›l›n neticesi flu: Meksika’n›n dünya liginde milyarder zenginleri var, ama halk da periflan. ‘80’lerde Meksika pesosunun de¤eri düflünce, binlerce ABD flirketi ucuz emek peflinde üretimlerini Meksika’ya kayd›rm›fl. Yüzbinlerce Meksikal› ABD s›n›r›na yak›n bölgelerde aç›lan fabrikalarda çal›flmak için göç etmifl. ‘90’lar›n sonundan itibaren ayn› ABD flirketleri bu sefer Meksika’y› terk edip iflçi maliyetleri ve sömürü dozu bak›m›ndan daha da cazip olan Asya’ya tafl›n›nca, yüzbinlerce insan
Edirne ve K›rklareli’ndeki göçmen hapishanelerinde yüzlerce insan gayr›insanî koflullarda tutuluyor, s›¤›nma talepleri iflleme konmuyor, hukuksuz s›n›rd›fl› olaylar› h›z kesmiyor. Geçen 23 Nisan’da aralar›nda tescilli mültecilerin de bulundu¤u 18 ‹ran ve Suriye uyruklu insan Habur yak›nlar›nda, silah zoruyla yüzerek Dicle nehrinin Irak taraf›na geçmeye zorland›, dört kifli ak›nt›ya kap›ld›, cesetler bulunamad›.
bir anda iflsiz kalm›fl. Bush bir k›s›m kaçak göçmeni legalize etmeyi öngören “göç reformu” plan›n› geçen yaz Kongre’den geçirmeyi baflaramad›. Plana muhalif olanlar “kaçaklara prim mi verece¤iz” diyor. ABD 2006’da s›n›r›n 1125 km’lik bölümünü kapatacak yüksek teknolojili bir güvenlik duvar›n›n inflaat›na bafllad›. Bu s›rada, s›n›r eyaletlerinde durumdan vazife ç›karan bir tak›m vatanperver Amerikal›lar›n fiyakal› milis k›yafetleri kuflan›p ellerinde otomatik kaçak av›na ç›kmas› gibi tuhaf ve ürkütücü ifller oluyor. Bu adamlar kendilerine “sivil savunma kuvveti” diyor. ABD’de kaçak göçmen çal›flt›rman›n cezas› k⤛t üzerinde a¤›r. Ama iflin hakikati, Amerikan ekonomisi kaçaklar›n ucuz ve güvencesiz eme¤inden büyük rant sa¤l›yor. Tütünü kald›ranlar, inflaatlarda a¤›r iflçilik yapanlar, tavuk fabrikas›nda kemik ay›klayanlar hep bu kaçaklar. Üstelik kaçak göçmenlerin sahte sosyal güvenlik numaralar›yla çal›fl›p y›lda 7 milyar dolardan fazla prim ödedi¤i söyleniyor. Bu primler karfl›s›nda herhangi bir hizmet alamad›klar› için bu para federal hükümet kasas›na girdi¤iyle kal›yor.. Baflka bir dünya nas›l mümkün? Forumun son etkinli¤i için 14 Eylül Pazar sabah› Madrid’in Legazpi Meydan›’nda toplaflt›k; bizim buralar›n mitinglerinden pek al›fl›k olmad›¤›m›z sambal›, kostümlü karnaval k›vam›ndaki kalabal›¤a kar›flt›k. Yaklafl›k 5 bin kifli “duvarlar› olmayan bir dünya” için hayk›r›rken, Avrupa’n›n göçmenlerle giriflti¤i savafl›n en zayiatl› cephelerinden biri olan bizim memleketin kay›p kaçaklar›n› düflündük. Dicle’de, Büyükçekmece’de, Ege sular›nda ya da Beyo¤lu’nda bir sorgu odas›nda yoksulluktan, savafltan ya da zulümden kaç›rd›¤› hayat›n› kaybedenleri düflündük. Devletlerin dünyas›nda sürgün olmufl mültecilerle çal›flan, her gün devletin devletlik halleriyle cebelleflen cephe yorgunlar› için “duvarlar› olmayan dünya” slogan›na samimiyetle iman etmek belki çok güç. Ama yoldakiler ve kay›plar› temsilen, biraz öfkeyle, biraz umutla biz de ba¤›rd›k. Forum’un sonuç bildirgesinde 1948 Filistin mülteci krizinin 65. y›ldönümü hat›rland›; neo-liberal küreselleflmeye muhalefet hatt›na binaen, Allende’nin devriliflinin 35. y›ldönümünde Morales’in Bolivya’s›yla dayan›flma ça¤r›s› yap›ld›. Göç etmek suç de¤il, as›l insanlara göç etmekten baflka seçenek b›rakmayan politikalar›n kendisi suç dendi. Devletler, göçmenlere yönelik ayr›mc›l›k ve emek sömürüsüne karfl› etkili tedbirler ve güvenceler getiren, ama her ne hikmetse göç alan zengin ülkelerden hiçbirinin imzalamaya yanaflmad›¤› 1990 tarihli BM Göçmen ‹flçiler Sözleflmesi’ni onaylamaya davet edildi. Bir sonraki Göç Temal› Dünya Sosyal Forumu için 2010’da, Tar›k Ali’nin “Karayip Korsanlar›” dedi¤i ekibin en yeni üyesi Rafael Correa’n›n Ekvador’unda, Quito kentinde buluflmak üzere sözleflildi... Oktay Durukan
39
Foto¤raflar: fiahan Nuho¤lu
HALKALI-BEZ‹RGANBAHÇE TOK‹ KONUTLARI
Getto ithalat› TOK‹ Çarfl›s›, at›l durumda bulunan TOK‹ Spor Salonu ve yak›n zamanda karakola dönüfltürülecek olan TOK‹ Sa¤l›k Oca¤› d›fl›nda kamusal alana sahip olmayan Bezirganbahçe konut toplulu¤u, ödeme zorlu¤unun s›n›rlar›nda dolaflan borçlu ahalisi, belediyenin önayak oldu¤u spekülasyon yüzünden evlerini satan yoksul kesimi, flimdiden birkaç kere patlak veren Kürt-Türk gerginli¤i, gecekondu mahallesinin dayan›flma a¤lar›n› buharlaflt›ran ve kad›nlar› eve hapseden dokusu ile ithal etti¤imiz Bat› “gettolaflmas›n›n” yak›n gelecekteki akla zarar sonuçlar›na iflaret ediyor... üçükçekmece-Halkal› tema park›n›n gazetelerde çarflaf çarflaf ç›kan reklamlar›nda, ihaleye kat›lacak muhtemel yat›r›mc›lara öneri mahiyetinde konmufl foto¤raflara gözümüz tak›l›yor. “Do¤a ve e¤lenceyi bir araya getirecek” 1.5 milyon metrekarelik park›n ana temas›n› “su” teflkil ediyor. Dünyan›n çeflitli köflelerinden apart›lm›fl foto¤raflarda Japonya’daki üstü kapal› bir sunî plaj›n ya da Afrika’dan bir kano parkurunun yan›s›ra, Dubai’den üstü kapal› bir kayak pistini veya yine Afrika’dan bir golf sahas›n› temafla edebiliyorsunuz. TOK‹, yat›r›mc›lar› Halkal›’n›n abuk disneylandlaflmas›na el vermeye ça¤›r›yor. Halkal› tema park›, asl›nda TOK‹’nin Halkal›’da acul bir tav›rla hayata geçirdi¤i ve üst-orta s›n›flara hitap eden kapal› sitelerin hizmetine sunulacak bir hediye niteli¤inde. Ço¤unu has›lat paylafl›m› yöntemiyle (yani yap›lacak binalar›n sat›fl›ndan sonra ortaya ç›kacak kâr› bölüflmek saikiyle) da¤›tt›¤› kamu arazilerinin üzerine Albayrak, Kay› Gayr›menkul ve Özsaya gibi flirketler lüks kapal› sitelerle Küçükçekmece gölünün do¤u yakas›n› birbirinden ba¤›ms›z birimlerden oluflan gayr›-kentsel yap› sto¤una evriltiyor. Metronun Halkal› ve Gebze’yi birbirine ba¤lamas›yla ulafl›m›n da ko-
K
laylaflaca¤› bölgeye üst-orta s›n›flar› çekmeye çal›flan firmalar, muhayyile s›n›rlar›n› zorlayan tüketim çeflnisi üretmekten de usanm›yor. Tek örnekle geçmek gerekirse, Sinpafl Gyo'nun “Bo¤az’a kardefl geliyor” slogan›yla pazarlamaya çal›flt›¤› “Bosphorus City” projesinde, devasa konut bloklar›n›n hemen önüne 720 metrelik sunî bir kanal yerlefltiriliyor. Kanal boyunca uzanacak Kanl›ca, Kuzguncuk, Arnavutköy gibi Bo¤az mahallelerinin mini replikalar›na yerlefltirilen beton “konaklar” 2.360 milyon liraya al›c›lar›n› bekliyor. “Fethi Pafla yal›s›nda yaflayam›yorsan›z, al›n size bizden bir k›yak” deniyor. Ancak, Küçükçekmece-Halkal›’n›n bu fantazmaya evrilebilmesi için önce bir temizlik yap›lmas› gerekiyordu. Zira kent sosyolo¤u Hatice Kurtulufl’un da ifade etti¤i gibi “baz›lar›n›n güven alt›na al›nabilmesi için baz›lar›n›n da kontrol alt›na al›nmas›” elzemdi. “Kontrol alt›na al›nacak baz›lar›ndan” murad edilenin Ayazma mahallesinin önemli bir k›sm› zorunlu göç ma¤duru olan Kürtleri ve Tepeüstü’nün k›smen yerleflik Kürt ahalisi ile Karadenizli göçmenleri oldu¤u anlafl›l›yordu. 2005’ten beri Küçükçekmece Belediyesi’nin “böl, yönet, tehdit et ve imzay› al” fleklinde bask› uygulad›¤›,
Bezirganbahçe, gecekondu hayat›n› toprak rant›, estetik kayg›lar ve kaba bir modernizm söylemine feda edenlerin kente nas›l bir gelecek biçti¤ini anlamak için önemli bir örnek olarak karfl›m›zda duruyor.
yandafllar›na birden fazla daire verdi¤i, kirac›lar›n büyük k›sm›n› es geçti¤i sürecin sonuda, 2007 yaz›nda mahallenin y›k›lma ve tafl›nma süreci tamamland› ve mahalle yaflam› sona erdi. Mahallenin Bezirganbahçe mevkiindeki 55 kaba apartmandan menkul yeni hayat› ‹stanbul’un gelece¤ine dair önemli ipuçlar› tafl›yor. Mahalleden siteye geçilirken ayn› zamanda bir toplumsal mekândan salt bir uzama geçildi¤ini hemen sitenin giriflinde farkediyorsunuz. Kap›da “bu site 60 mobesse kameras› ile izlenmektedir” ibaresiyle karfl›lan›yorsunuz. 2640 konutun 300’ü de polis ailelerine tahsis edilerek beklenen f›rt›nan›n emarelerine cevap verilmifl. Sitede sohbet etti¤imiz gençler “Bizi tedirgin ediyorlar. Maç yapt›k, iki ekip arabas› geldi, ‘burada maç yapamazs›n›z’ dediler. Her an göz alt›nda tutuyorlar” diye veryas›n ediyor. Gerçekten de sitede az miktardaki yeflil alanda toplaflmak, çamafl›r asmak, halay çekmek, futbol oynamak yasak. Ancak, bunca güvenlik yo¤unlu¤una ra¤men site içindeki h›rs›zl›k vakalar› önlenemiyor. Zira güvenlikten anlafl›lan, etnik çat›flmalara el atmaktan ve henüz sat›lmam›fl dairelere, yani TOK‹'nin üzümlerine göz kulak olmaktan öteye geçmiyor. TOK‹ Çarfl›s›, yak›n zamanda
41
karakola dönüfltürülecek olan TOK‹ Sa¤l›k Oca¤› ve at›l duran TOK‹ Spor Salonu d›fl›nda herhangi bir kamusal alana sahip olmayan Bezirganbahçe konut toplulu¤u, ödeme zorlu¤unun s›n›rlar›nda dolaflan borçlu ahalisi, belediyelerin önayak olmas›yla spekülasyon yüzünden evlerini gazetecilere, hosteslere satan yoksul kesimi, flimdiden birkaç kere patlak veren Kürt-Türk gerginli¤i, gecekondu mahallesinin dayan›flma a¤lar›n› buharlaflt›ran ve kad›nlar› eve hapseden dokusu ile, ithal etti¤imiz Bat› “gettolaflmas›n›n” yak›n gelecekteki akla zarar sonuçlar›na iflaret ediyor. Tüm bu muhtemel sonuçlar› Dilan’›n sözlerinden okumak mümkün: “Buraya gelince bizim için bir fley de¤iflmedi, ama hayat› de¤iflen çok var. Burada biri biriyle konufltu¤u zaman, hemen dedikodu ç›k›yor; burada erkeklerle k›zlar aras›nda normal arkadafll›k iliflkisini sürdürmek zor. Ayazma’da öyle de¤ildi. Birbirimizi tan›yorduk.” ‹flin göç ma¤durlar›yla ilgili boyutunu ise bir kad›n flöyle ifade ediyor: “Arkadafl›m›n kocas› ö¤retmendi, PKK yüzünden iflten ç›kt›. Okulunu yakt›lar, hâlâ boflta. Korkudan çocuklar›n› da okutamad›. Buraya geldi, Ayazma’dan ev al›p yapt›rd›. Onu da hükümet y›kt›. fiimdi ortal›kta kald›, borcu var, nereden verecek? Devlet bizi bir yandan s›k›flt›r›r, PKK bir yandan öldürür. Hükümet der ki, nereden ne getirirsen bana ver. Ben nereden getirece¤im, iflim, param, sigortam, mesle¤im yok!” Bezirganbahçe, gecekondu hayat›n› toprak rant›, estetik kayg›lar ve kaba bir modernizm söylemine feda edenlerin kente nas›l bir gelecek biçti¤ini anlamak için önemli bir örnek olarak karfl›m›zda duruyor. Amerikan gettolar›n›n FordistKeynesyen üretimin bitmesiyle nas›l bir mahfler yerine dönüfltü¤ünü Loic Wacquant gibi araflt›rmac›lardan bilirken, Sema Erder’in deyifliyle gettolar›n iki tarafl› bir d›fllanmay›, “tecrit etmenin içe kapanma e¤ilimlerini destekledi¤ini, içe kapanma(n›n) da tecrit etme e¤ilimlerini besledi¤ini” okurken ve Avrupa’n›n son yirmi senesine damga vuran getto ayaklanmalar›n›n sonuçlar› ortadayken, gettolaflman›n ithali etnik sorunlardan s›n›fsal-mekânsal ayr›flmaya, kent kültürünün berhava olmas›ndan emlâk balonunun tüm topluma ç›kacak faturas›na kadar bir dizi sorunu da beraberinde getirecek. Henüz yol yak›nken, alternatifleri düflünmenin tam s›ras›d›r. Zira Kürtlerden, muhafazakâr mahallelerden ve Çingeneler gibi “zay›f halkalardan” bafllayan gettolaflt›rma giderek tüm yoksul s›n›flara empoze edilmeye çal›fl›lacak. Sadece beher konut alan› için kaç polis ailesinin gerekece¤ini düflünmek bile insan› dehflete düflürmeye yetiyor. Halkal›-Bezirganbahçe’nin iflaret ettiklerini bölgede çal›flmalar yürüten Bo¤aziçi Üniversitesi ö¤retim üyesi sosyolog Ayfer Bartu, Galatasaray Ünivesitesi ö¤retim üyesi antropolog Jean-François Perouse ve Ayazma mahalle komitesi üyesi Osman Özdemir'den dinliyoruz. Ulus Atayurt
42
SOSYOLOG AYFER BARTU’NUN GÖZÜYLE TOPLU KONUTLAR
Yoksulluk yer de¤ifltiriyor Araflt›rmalar›n›z sonucunda, ‹stanbul’daki kentsel dönüflüm projeleri dahilinde yeni yoksulluk ve yeni vars›ll›k biçimlerinin eflzamanl› bir aradal›¤›ndan bahsediyorsunuz... Ayfer Bartu: ‹stanbul’da yaflanan de¤iflimin ad›na son y›llarda kentsel dönüflüm dense de, bu asl›nda ‘80’lerden beri devam eden bir süreç. Özellikle kentsel yönetiflim modelinde çok önemli bir de¤iflim var. Bizim için bu süreçte dikkat çekici olan, “neoliberal dil”in görünürleflmesi. De¤iflimi meflrulaflt›ran, do¤allaflt›ran ve çeflitli yerlerde eflzamanl› olarak ortaya ç›kan yeni bir dil bu ve belli ifadeleri var: Kat›l›mc›l›k, fleffafl›k, hesap verilebilirlik, verimlilik... 2000’li y›llarda kentsel dönüflümün çok farkl› bir dille yap›ld›¤›n› görüyoruz. “Bunlar› ‹stanbul halk› için yap›yoruz” diye bir iddia var. Oysa 1980’lerdeki dönüflümün en önemli aktörü olan Dalan ve ekibi Tarlabafl› Bulvar›’n›n aç›lmas›, Haliç’in temizlenmesi gibi büyük projeleri yaparken, “biz asl›nda bunu ‹stanbul halk›n›n yarar›na yap›yoruz” gibi ifadeler kullanm›yordu; böyle bir meflrulaflt›rma derdi yoktu. Bugün dönüflümü meflrulaflt›rman›n bir yolu da kullan›lan aciliyet söylemi. ‹stanbul’un birkaç “acil meselesi” var. En önemlilerinden biri deprem, bir de bizim “do¤allaflt›r›lm›fl afetler” diye ifade etti¤imiz ‹stanbul’un çeflitli sorunlar› –göç, yoksulluk, gecekondu, suç vs.– acilen müdahale edilmesi gereken meseleler olarak sunuluyor. Özellikle suç üzerine üretilen söylem, medyan›n da körüklemesiyle herkesin kafas›nda gayet normallefltirilmifl, do¤allaflt›r›lm›fl bir denkleme dönüflüyor. Böylece kentsel dönüflüm projelerinin meflrulaflt›r›lmas› tamamlanm›fl oluyor. Birkaç tür kentsel dönüflüm projesi var. Bunlar›n aras›ndaki farkl›l›klar ve ortak noktalar neler? Kartal, Haydarpafla, Küçükçekmece gibi baz› semtleri tümüyle de¤ifltirmeyi amaçlayan, yabanc› miAyfer Bartu marlar›n davet edildi¤i mega projeler var. Bunlar baz› ortak özelliklere sahip. Birincisi, hedeflenen semtler sanki bofl araziymifl, oralarda yaflayan insanlar yokmufl gibi davran›lmas›. Zaha Hadid’e, Ken Young’a “buralar› tasarla” denirken sanki bu semtlerin tarihi, üretim iliflkileri, sosyal iliflkileri yokmufl gibi davran›l›yor. Buralar›n yeni kullan›c› ve seyircileri de mevcut nüfustan daha varl›kl› kesimler olacak, çünkü tasarlanan yap›lar aras›nda yer alan marinalar, al›flverifl merkezleri, te-
Her ay TOK‹’ye yap›lacak sabit bir ödeme var. Bunun d›fl›nda su, elektrik faturas›, aidat... Bu insanlar›n genel olarak 400 ila 1000 YTL aras› bir hane geliri var. Her ay düzenli ödemeleri gereken konut masraf› ise 300-400 lira.
ma parklar›n›n hedef kitlesi belli. Di¤er yandan kent merkezinde, emlâk piyasas›ndaki de¤iflimle beraber de¤eri artan Sulukule, Tarlabafl› gibi 5366 no’lu yasayla dönüfltürülmek istenen tarihî ve kültürel yerler var. Son olarak da, gecekondu dönüflüm projeleri. Mesela Küçükçekmece’deki gecekondular› y›karak oralar› “temizlemeyi” hedefleyen bir kentsel dönüflüm projesi söz konusu. Ayazma ve Tepeüstü’nden Bezirganbahçe’ye tafl›nanlar da bu plan›n bir parças›. Ancak bu yeni dönemin fark›, demin sözünü etti¤im “kimseyi ma¤dur etmeyece¤iz, halk›n yarar›na yap›yoruz” söylemi kapsam›nda, yoksul kesimlere de konut edindirme projesi olarak sunuluyor olmas›. Bu üç tür kentsel dönüflüm modelinde de flehirde yoksullu¤un yer de¤ifltirmesi, flehrin kullan›c›lar›n›n farkl›laflmas› söz konusu. Bezirganbahçe bu tabloda nereye oturuyor? Bezirganbahçe pek çok aç›dan ilginç bir yer. ‹stasyon mahallesinde, Yenido¤an yerlefliminin hemen yan›nda, devasa 11 katl› 55 bloktan oluflan bir yerleflim. Etraf›nda da inflas› süren rezidanslar, yeni siteler var. Bezirganbahçe’nin önemli bir k›sm› kentsel dönüflüm projeleri kapsam›nda Ayazma ve Tepeüstü’nde y›k›lan gecekondu bölgelerinden buraya tafl›nd›. Ayazma a¤›rl›kl› olarak Kürt nüfusun yaflad›¤›, Tepeüstü ise daha çok Karadenizlilerin ve Kürtlerin yaflad›¤› bir yer. Ancak Tepeüstü’ndeki Kürtler Ayazma’dakilere göre daha asimile olmufl kifliler olarak görülüyor. Bu iki yerden gelenler toplu konutlarda bir arada yaflamaya bafll›yor. TOK‹’nin, ‹BB’nin ve Küçükçekmece belediyesinin söylemlerinde Bezirganbahçe, dar gelirli kesimlerin konut sorununa çözüm bulmak amac›yla yap›lm›fl bir yer olarak lanse ediliyor. Bu insanlar›n TOK‹ ile imzalad›¤› anlaflmaya göre Ayazma veya Tepeüstü’ndeki evleri y›k›l›yor ve güya evinin büyüklü¤üne, bahçesine göre belirlenen bir miktar ilk ödeme olarak say›l›yor. Ama uygulamaya bakt›¤›m›zda, bu de¤erlendirmelerden ba¤›ms›z olarak herkese 10.000 lira say›lm›fl. Geriye kalan –ki bu konutlar›n maliyeti 40-50 bin lira olarak hesaplanm›fl –ayl›k 200-250 liral›k taksitler halinde ödenecek sekilde planlanm›fl. Bu, tapu sahipleri için yap›lm›fl düzenleme. Ayazma ve Tepeüstü’ndeki kirac›lara ne oldu? Ayazma’daki kirac›lar›n bir k›sm› hâlâ çad›rlarda yafl›yor. Ev sahipleri aras›nda da ikili bir yap› var. Bir yanda zaman›nda tapu
alm›fl olanlar, öbür yanda tapu tahsis belgesi alm›fl gecekondulular var. Tapulularla bir anlaflma yap›l›yor. Ancak k⤛t üstündeki anlaflmalara ra¤men, belediyeyle süregelen müzakareler var. Eli daha güçlü olanlar, mülkiyetin durumu, tapu olup olmamas›, oraya tafl›nma y›l›, hangi aflardan yararlan›ld›¤› gibi kriterlere ba¤l› olarak belediyeyle pazarl›k yap›yorlar. Nispeten daha varl›kl› olanlar, ölçüm yapmaya gelenlere yemek ›smarlam›fl. Kaç elektrik saati varsa o kadar ev say›ld›¤› için baz›lar› yan odaya elektrik saati takt›rtm›fl, oda bir ev daha say›lm›fl. Tüm bunlar orada varolan iktidar iliflkilerini yeniden üretiyor. Kentsel dönüflüm projelerinin en sorunlu alanlar›ndan biri olan gecekondu bölgeleri çok homojen, yekpare yerlermifl gibi kabul ediliyor. Halbuki böyle olmad›¤›n› çok iyi biliyoruz. Mülk sahipli¤i, etnik farkl›l›k gibi özelliklere ba¤l› olarak gayet heterojen bir yap› var asl›nda. Gecekondulardan Bezirganbahçe toplu konutlar›na tafl›nan insanlar›n hayatlar›nda ne gibi de¤ifliklikler oluyor? Toplu konutlara tafl›nd›ktan sonra en önemli de¤iflim, orada oturan insanlarla belediyenin iliflkisinin formelleflmesi. Art›k her ay TOK‹’ye yap›lacak sabit bir ödeme var. Bunun d›fl›nda su, elektrik faturas› ve site yönetimine ödenmesi gereken 35 liral›k aidat var. Bu insanlar›n hemen hiçbirinin düzenli bir geliri yok, çok flansl› olanlar ‹kitelli veya Davutpafla’da sanayide çal›fl›yor. Genç kad›nlar›n bir k›sm› tül fabrikas›nda çal›fl›yor. Maafllar genelde asgari ücret. E¤er aile kalabal›ksa, çocuklar çal›fl›yorsa durum biraz daha iyi. Genel olarak 400 ila 1000 lira aras› bir hane geliri var. Her ay düzenli ödemeleri gereken konut masraf› ise 300400 lira. Bu insanlar birdenbire kendilerini farkl› bir yoksullu¤un içinde buluyorlar. TOK‹ aidatlar›n› ödeyemeyenlerin ya evlerine haciz geliyor ya da bir süre sonra evlerini satmak zorunda kal›yorlar ve Çerkezköy gibi flehrin daha da d›fl›ndaki yerlere yeni gecekondular kurmaya gidiyorlar. Yani yoksulluk flehir içinde yer de¤ifltiriyor. Buradaki site hayat› ve terkedilen mahalle aras›nda gündelik hayat aç›s›ndan nas›l bir fark var? Oyunun kurallar› de¤ifliyor derken sadece maddî koflullardan bahsetmiyoruz. Mekâna dair de ciddi de¤iflimler var. Bezirganbahçe modern yeni konutlar olarak sunulsa da, hiç de öyle yeni yap›lm›fl gibi de¤il. ‹nflaat kalitesi çok kötü, banyolar ak›yor, evlerde çatlaklar var... Pencereler yerlerine sa¤lam tak›lmad›¤› için düflüp ölen çocuklardan bahsediliyor. Bu insanlar› ayakta tutan baz› mekanizmalar vard›. Bunlardan en önemlisi bahçeleriydi. Paralar› olmay›nca, bahçede ektiklerini yiyorlar ve bu önemli bir geçim kayna¤› oluyordu. Toplu konutlara geldiklerinde ise art›k bahçeleri yok. Sadece parayla al›flverifl yap›lan pazarlar ve marketler var. Bir di¤er hayatî mekanizma veresiye sistemi. Ayazma ve Tepeüstü’nde al›flveriflini tan›d›¤› bakkaldan yap›yordu. Veresiye güven iliflkisine ve ta-
Bu insanlar› ayakta tutan baz› mekanizmalar vard›. Bunlardan en önemlisi bahçeleriydi. Paralar› olmay›nca, bahçede ektiklerini yiyorlar ve bu önemli bir geçim kayna¤› oluyordu. Toplu konutlara geldiklerinde ise art›k bahçeleri yok. Sadece parayla al›flverifl yap›lan pazarlar ve marketler var. Bir di¤er hayatî mekanizma veresiye sistemi. Toplu konut alan› içerisindeki süpermarkette daha anonim bir iliflki var.
n›fl›kl›¤a dayal›d›r. Bezirganbahçe’ye geldiklerinde ise aflina olmad›klar› bir çevreye geliyorlar. Toplu konut alan› içerisindeki süpermarkette daha anonim bir iliflki var. Bu bahçeler ve veresiye meselesi bir anda çok kilit iki unsur olarak Bezirganbahçe’de ortadan kalk›yor. Bunun d›fl›nda hep anlat›lan “bir yere gidememe” hali var –hem maddî, hem de pratik anlamda. Okuma-yazma bilmeyen, 55 yafllar›nda bir kad›n “binadan ç›km›yorum, çünkü buralar› iyi bilmedi¤im için eve geri dönememekten korkuyorum” demiflti. Oturduklar› yerlere hapsolmufl insanlardan bahsediyoruz. Tayyip Erdo¤an ödemeler için “200 lira ne ki?” diyordu, oysa ayl›k gelirin 500 liraysa bu önemli bir mebla¤. Davutpafla’daki bir imalathanede çal›flan üç çocuklu, kar›s› çal›flmayan bir adam asgari ücret al›yor ve 2 liral›k minibüs ücretini biriktiremedi¤i için ailesini yar›m saat mesafedeki Küçükçekmece sahiline götüremiyor. Konut alan›n› denetleyen bir mekanizma var m›? Bo¤aziçi A.fi. site yönetiminden sorumlu. Yaln›zca aidat toplam›yor, ayn› zamanda oradaki mekân›n kullan›m›n› regüle ediyor. Örne¤in, bahçeye domates ekilemiyor veya apartman önlerindeki çimenlik alanlarda toplan›p oturulam›yor. Böylelikle çok güçlü bir sosyal iliflkiler a¤› ve bilgi ak›fl›n› düzenleyen mekânsal pratiklerden mahrum kal›n›yor. Her apartman›n giriflinde apartmanda yaflaman›n kurallar›n› anlatan renkli bir levha as›l› (çamafl›r nereye as›l›r, asansör nas›l kullan›l›r, kap› önünde ayakkab› b›rak›lmaz vs.). Site yönetimi “bunlar kurallara uymuyorlar, çünkü apartmanda yaflamay› bilmiyorlar” veya “çimenlerin üzerinde halay çekiyorlar” gibi gerekçelerle durumdan flikâyetçi. Halay çekildi¤i do¤ru, çünkü baflka yer yok. Oturanlardan biri “sizin cenazeleriniz bizimkilere benzemez” diyordu, “memleketten gelen oluyor; bize topluca oturaca¤›m›z yerler lâz›m.” Bu nedenle, apartman›n alt›ndaki s›¤›naklar› bir ara toplu oturma alan›na dönüfltürmüfller. TOK‹’nin toplu konut alanlar›nda bloklar, tanzim edilmifl bahçeler standart bir modernite tan›m› içinde yaflamay› flart kofluyor. ‹nsan-
lar›n ihtiyaçlar›, dü¤ünleri, ölümleri, sosyal iliflkileri tamamen düzlefltirilmifl. Etnik iliflkiler bu mekânsal kurgudan nas›l etkileniyor? Ayazma ve Tepeüstü sakinleri bir arada yaflayan, benzer gruplar de¤iller. fiimdiyse siz bütün bu insanlar› al›p bir toplu konuta koyuyor ve üstüne bir de Yenido¤an gibi milliyetçi damar› güçlü bir alan›n yan›na yerlefltiriyorsunuz. Bugün Kürt nüfusunun yo¤un oldu¤u alanlara bakan duvarlarda üç hilal graffitileri var. Bu gerilim ilk anda havada hissedilen bir fley. Tepeüstü’nden gelenler “biz burada Kürtlerle yaflamak istemiyoruz; umudumuz taksitleri ödeyememeleri ve çekip gitmeleri” diyor. Do¤uda asker ölümleri oldu¤u zaman bu gerilim daha da art›yor, çünkü Tepeüstü’nden gelenler hemen Türk bayraklar›n› as›yor, Kürtler de buna tepki veriyor. Yenido¤an’dan üzeri Türk bayra¤› kapl› arabalara binip gövde gösterisi yapmaktan b›çakla yaralamalara kadar varan olaylar yaflan›yor ve Türkiye’nin gidiflat›na da bak›lacak olursa bu gerilim artmaya devam edecek. Bütün bunlar yetmiyormufl gibi, ayn› alana Halkal›’dan boflalt›lan polis lojmanlar› tafl›n›yor. Tepeüstü’nden gelenler için bu olumlu bir geliflme. “Biraz da polis görsün bunlar. Burada Nevruz kutland›, inanabiliyor musunuz? Hepsi Kürtçe konufluyor burada” diyorlar. Di¤er yandan baz› Kürtler “bizimkiler hakikaten de apartmanda yaflamay› bilmiyor, burada ö¤renecekler inflallah” diyebiliyor. Dolay›s›yla, buras› “ana ak›m Türk kültürü”nü ö¤renme mekân› olarak da alg›lanabiliyor, fakat elbette orada olmaktan rahats›zl›k duyanlar da var. Belediye bütün bu süreçten bir sosyal içerme projesi olarak bahsediyor, fakat sizin bu anlatt›klar›n›zdan bir kesimin d›flland›¤›, bunun da sosyal s›n›f kriterleriyle yap›ld›¤› aç›k.. Benim anlatt›¤›m hikâyeyi baflka yerlerde çal›flma yapanlar da anlat›yor. Benim anlatt›¤›m durumdaki yenilik, neoliberal yönetiflim modeli denen fley. Sembolik düzeyde bu bir içerme projesiymifl gibi görünüyor, ancak eflzamanl› olarak maddî koflullara bak›ld›¤›nda tamamen bir d›fllama projesi. Zaten bu içerme kayg›-
43
s›ndan feragat edilebildi¤i zamanlar da oluyor. Küçükçekmece belediye baflkan› Aziz Yeniay bir demecinde hem sosyal içermenin, fleffafl›¤›n önemine dikkat çekiyor, hem de “böyle herkesi ikna edece¤iz, toplu konuta tafl›yaca¤›z, içerece¤iz diye devam edersek kentsel dönüflümü 500 y›lda gerçeklefltiririz. Oysa ki ‹stanbul'un acilen bu süreci tamamlamas› lâz›m” diyor. Yeniay bunu bir “ulusal güvenlik sorunu” olarak adland›rmaktan da çekinmiyor, hatta e¤er bu “savaflta” ikna yoluyla kentsel dönüflümü baflaramazsak hukuk yoluyla baflar›r›z diyor. Hukuk bir anda “savafl›n” silah› haline geliyor, ki asl›nda bu ana kadar geçen yasalara bakt›¤›n›zda bunun halihaz›rda öyle olageldi¤ini görüyoruz. Kadir Topbafl'›n bahsetti¤i “devletin flefkatli eli” bu olsa gerek. Bezirganbahçe'yi ziyaretlerinden birinde “kentsel dönüflümü baflbakan›m›z›n talimat› ve devletin flefkatli eliyle gerçeklefltiriyoruz” demiflti. ‹flte, ikna olunmuyorsa o flefkatli el yumru¤a da dönüflebiliyor! Gecekonduya bak›fltaki dönüflüm TOK‹ baflkan› Erdo¤an Bayraktar'›n pek çok demecinde görülebilir. Buralar “terör yata¤›” ve kentsel dönüflüme karfl› oluflacak herhangi bir direnifli bu bak›flla bertaraf etmek çok kolay: Bu tip giriflimlerde bulunan insanlar dönüflümü istemeyen, rant›n› buralardan kazanan “teröristler” oluyor o zaman. Bu sadece Erdo¤an Bayraktar’›n söyledi¤i bir fley olarak da kalm›yor. Tepeüstü'nden gelenlere evlerini almadan önce hiç direnmeyi düflünüp düflünmediklerini sorduk. Bir grup diyor ki “e¤er gecekonducuysan›z direnemezsiniz, tu-
tunaca¤›n›z bir fley yok. Kabul etmeyip ne yapacakt›k? O zaman toplu konuta da gelemeyecektik”. Baflka bir kad›nsa bir tak›m ö¤rencilerin kendilerini ziyaret ettiklerinden bahsetti, ama “pazar günü akflam, karanl›kta geldiler” diyor, “Neden karanl›kta geldiler? Bizi kim bilir neye alet edeceklerdi.” Yani herhangi bir örgütlenme ve direnifl hali “PKK”, “terörizm” gibi kavramlarla o kadar özdefllefltirilmifl ki, muhalif hareket nereden ç›kacak, nas›l örgütlenecek, bilemiyorum. Bayraktar baflka bir demecinde yoksulluk mekânlar›nda “uyuflturucu, terörizm ve kad›n ticareti”nin konuflland›¤›ndan
bahsediyordu. Bunu neye dayanarak söyledi¤i belli de¤il, ama iddias› bu insanlar›n hayat›nda bir karfl›l›k buluyor. Onun için d›flar›dan gelip mahalleyi örgütlemek veya mahallenin içinden ç›k›p direnifl sergilemek isteyenler hemen bir flüphe unsuruna dönüflebiliyor. ‹çerme konusuna geri dönecek olursak, Bezirganbahçe’de sosyo-ekonomik iyileflme sa¤layacak herhangi bir proje gerçeklefltiriliyor mu? Toplu konut alan›nda bir kariyer merkezi var ve sözde AB’den al›nm›fl bir “sosyal içerme projesi”ni tatbik ediyor. “Sosyal içerme” laf› neoliberal dilde hep var,
AYAZMA MAHALLE KOM‹TES‹’NDEN OSMAN ÖZDEM‹R
Belediye çok sinsi Belediye “evlerinizi y›kaca¤›z” diye bir tebligat göndermifl miydi size? Osman Özdemir: Hay›r, belediye insanlara süre tan›d›. “22 Mart 2007’ye kadar tafl›n›rsan›z, evinizi ben tafl›yaca¤›m” dedi. Ama ne yap›yordu, getirip apartman›n önüne at›yordu. Asansörler çal›flm›yor, insanlar dokuzuncu kata eflyalar›n› kendileri ç›kar›yor. 22 Mart’a kadar gitmeyenlere günlük ceza kesilecek söylentisi de ç›kard›lar. Öyle olunca, arkanda insan kalm›yor. Ben de gittim, 20 Nisan’da imza atmak zorunda kald›m. ‹flin tuhaf›, daha önce, 2006 a¤ustosunda belediyeden beni arad›lar. Ayazma’da sa¤l›k oca¤›nda oturuyoruz. “Gözünayd›n, size daire ç›kt›” dediler. Dilim a¤z›ma kar›flt›. “Ya ne diyorsunuz!” dedim. Bakt›m, herkesi aram›fllar. Sanki piyangodan ç›km›fl gibi. “Sizi çamurdan kurtard›k” diyorlar. Oysa bize daire sat›yorlar. Ayda en az 500 lira giderim olacak. Belediye baflkan›na söyledim, “ayda 400 lira geliri olmayan en az yüz aile gösterebilirim size” dedim. Baflkan da “tüm masraflar›n›z ömür boyu bana ait” dedi. Sanki ömür boyu koltu¤a yap›flacakm›fl gibi... Toplu konuttaki evlerle ilgili nas›l bir ön bilgi verdiler? Evleri göstermediler bile. “Evin eksiklerini bir göre-
44
Osman Özdemir
yim, anlaflmay› ona göre yapal›m” dedim. Ben deli miyim, görmedi¤im ev için imza atay›m? Zorla, k›sac›k gösterdiler, “tamam tamam, gördün iflte” dediler. Anlaflmada, “eve girdikten sonra hiçbir onar›m, tadilat hakk› isteyemezsiniz” diye yazm›fllar. Eve girdikten sonra banyoyu dört-befl kere onartt›m, hâlâ ak›yor. Konutlara nas›l yerlefltirildiniz? Burada 2640 daire var. Bunlar komple hazine için yap›ld›. Tepeüstü ve fiahintepe de dahil olmak üze-
re, oralardan ç›kar›lacaklar için. fiahintepe hâlâ imza vermedi, duruyor. Ama buraya sadece yerinden edilenleri yerlefltirmediler. fiu yukardaki konutlarda gazeteciler var mesela. Geçenlerde bir bayan geldi. Daire sat›n almak istiyor. Almak istedi¤i dairenin sahibi belli de¤il. Adam öyle, yat›r›m olsun diye alm›fl. Kim nas›l vermifl, belli de¤il. Bizim Ayazma’dan ç›kanlar› genelde yan yana yerlefltirdiler. Ödemeler nas›l gidiyor? Yerel seçimler geliyor diye flimdi faizleri durdurdular. Ben ço¤u kifliden fazla veriyorum; ayda 375 lira, nedeni belli de¤il. Zeytinburnu’nda y›k›lan apartmandan gelenleri yerlefltirdiler. Onlara 60 milyar gibi bir para ödetiyorlar. Bir yanl›fl anlama var. Biz ana paradan ödemeye devam ediyoruz. Ama her alt› ayda bir TÜFE üzerinden, kalan paray› faizlendiriyorlar. Zeytinburnu’ndan gelenlere alt› ay için 1600 lira gibi bir faiz de ekstra geldi. Bizim zamlar› da baflbakan seçim yat›r›m› diye durdurdu. Seçimden sonra zamma devam. Zeytinburnu’ndan gelenleri kand›rm›fllar. Düflünsene, kalan ana paraya bak›yorlar; alt› ayda bir onun üzerinden bir de faiz ekleniyor. B›rak›p gidenler, hakk›n› devredenler oldu¤u söyleniyor. 10-15 milyara evini b›rakanlar oldu. Belediye çok sinsi davrand› bu konuda. “Ödeyemezsen, hakk›n› parayla devreder, ç›kar gidersin” dediler. Bir seneye kadar hakk›n› devredemezsin, ama ondan sonra isteyene ver. Hakk›n› devredenlerin ço¤u ald›klar› paray› bir senede harcay›p sokakta kald›lar. 7-
Söylefli: Didem Dan›fl - Özlem Ünsal
fakat kariyer merkezine gitti¤inizde asl›nda pek bir fley yap›lmad›¤›n› görüyorsunuz. Bir tak›m e¤itim programlar› var, ama bunlar “tül fabrikas›nda nas›l daha iyi bir iflçi olabilirsin?” gibi, asl›nda insanlar›n koflullar›n› çok da dönüfltürmeyen konulara odaklan›yor. Bunun d›fl›nda, sa¤l›k taramalar› yap›l›yor, fakat karfl›laflt›¤›n›z genel tav›r “bunlardan adam olmaz”›n d›fl›na ç›km›yor: “Bunlar bedavac›lar. O kadar al›flm›fllar ki, ifl bulsan da çal›flmazlar.” Bölgeden ayr›lanlar olmufl, onlarla görüflebildiniz mi? Köye dönenler var m›? Henüz yapamad›k, fakat çal›flmam›z sürüyor. Olan bitenin kuflkusuz en önemli boyutlar›ndan biri bu: Gidenler kim ve nerelere gidiyorlar? fiu ana kadar duydu¤umuz hikâyelerde Çerkezköy’ün ad› geçiyor, bunun d›fl›nda ‹stanbul d›fl›na gidifle dair bir duyum henüz almad›k. Fakat flimdi konufltu¤umuz aileleri düflününce görüyorum ki, onlar›n dönecek köyleri de yok, hepsi boflalt›lm›fl. Bu iflin sonu neye varacak dersiniz? Aç›kças› flu anda biraz kötümserim, çünkü son dönemde geçen tüm yasalar belediyenin elini öyle güçlendirmifl ki buna direnifl nereden ve nas›l gelecek, göremiyorum. Sonuçta, her yasa belediyenin lehine çal›fl›yor, projeler alm›fl bafl›n› gidiyor, iflin boyutu katlanarak büyüyor ve bu insanlar›n yerlefltirildikleri mekânlara tutunabilmeleri hem maddî, hem de varoluflsal anlamda çok zor görünüyor. ‹flin etnik gerilim boyutu da hesaba kat›l›nca bu insanlar oralardan gidecek ve flehrin temizlenme projesi gerçekleflecek gibi görünüyor, ama bir umut da beslemek istiyorum.
AYAZMA’DAN BEZ‹RGANBAHÇE’YE GEÇME SANCILARI
Niye bizi soktun buraya* Kürt nüfusunun yo¤un oldu¤u alanlara bakan duvarlarda üç hilal graffitileri var. Bu gerilim ilk anda havada hissediliyor. Tepeüstü’nden gelenler “biz burada Kürtlerle yaflamak istemiyoruz, umudumuz taksitleri ödeyememeleri ve çekip gitmeleri” diyor. Do¤uda asker ölümleri oldu¤u zaman bu gerilim daha da art›yor, çünkü Tepeüstü’nden gelenler hemen Türk bayraklar›n› as›yor, Kürtler de buna tepki veriyor.
8 milyara devretti¤i daire asl›nda 70 milyar lira ediyor. Burada böyle 15 tane daire alan tek bir adam var. Adam› yönlendirmifller hazineden. Gidip herkese 10-15 milyar verip daireleri toplam›fl. Benim komflumun akarabalar› ›srar etti, 35 milyara satt› evi. Sonra para harcand› bitti, köye dönmek zorunda kald›. Bezirganbahçe’de flimdiden kiralar 400-500 liraya ç›kt›. Kad›nlar daha çok zorlan›yor galiba... Zorlanmaz m›, ne bahçesi kalm›fl, ne ekmek yapacak yeri. Park diye bir fley yapm›fllar, kad›nlar›n toplanaca¤› bir yer de¤il. Eve hapsolmufl durumdalar. Burada etnik sorunlar ç›k›yormufl... ‹ki büyük olaya ben flahit oldum. Bir kalabal›k sesi duyup balkona ç›kt›m. Bakt›m bir araba, komple kapatacak flekilde bayrak asm›fl üstüne. Araba ilerleyince olay ç›km›fl, iki kiflinin yaraland›¤› söyleniyor. Seçim sürecinde de gelenler oldu, iki kifli b›çakland›. Sonra panzerler geldi. O gün 60 yafl›ndaki bir kad›n›n panzerlere kald›r›m tafllar›n› söküp att›¤›n› gördüm. DTP ilçe baflkan› devreye girdi. “Bu ifli önlemeyenler bu iflten sorumludur” dediler. Giriflte polis arabalar› duruyor, CHP, MHP adaylar› geliyor, kimse ses ç›karm›yor. Ba¤›ms›z adaylar geldi¤inde ise önleri kesiliyor, “buraya giremezsiniz” deniyor. Etraftan gelen insanlara da müdahale ediyorlar, bir kad›n› h›rpalad›lar. Bizim Karadenizlilerle sorunumuz yok. D›flardan gelen gruplar sorun yarat›yor asl›nda. Polislerin buraya yerlefltirilmesi konusunda ne düflünüyorsunuz? Alt› blo¤u onlara verdiler. “Güvenlik artacak” diyorlar, ama pencereden bakt›¤›m›zda görüyoruz, köflelerde her türlü pislik var, onlar hiç müdahale etmiyor. Bizim binada mesela birkaç kifli içmifl, gürültü yapm›fl. Komflu da karakola gitmifl, ama polis “git savc›l›¤a dilekçe ver, beni ilgilendirmez” demifl. Gecenin ikisinde ben nerden savc› bulay›m?
epeüstü/Ayazma’dan Bezirganbahçe’ye
T tafl›nd›rma ve “medeniyete intikal ettir-
menin” bafllang›c›n›n üzerinden bir buçuk sene geçti. Vaad edilen “s›n›f atlat›lmas›”** ve flehir modernitesine özlenen intikal gerçekleflmifl mi acaba? Bu k›sa zaman zarf›nda, TOK‹ müteahhitleri taraf›ndan h›zla dikilen 55 blok aras›ndaki “kentsel dönüflüme tâbi olanlara ayr›lm›fl” 25-30 blokta neler oldu? Eski Ayazmal›lar›n Bezirganbahçe’den kaç›fl e¤ilimini göz önünde bulundurdu¤umuzda, bahis konusu fizikî/sosyal/siyasî süreci yeniden sorgulamamak imkâns›zd›r. Yapt›¤›m›z mülâkatlar ve gözlemler ›fl›¤›nda, Bezirganbahçe’den sat›p-kaç›fllar› (“her gün bir aile gidiyor”) ve gayr›resmî hak aktarma stratejilerini bir kenara b›rakacak olursak, “geçme sanc›lar›n›” dört bafll›kta özetleyebiliriz. Ucuz bir siteye “geçifltirilme” duygusu Yeni Bezirganbahçeli eski Ayazmal›lar, s›k s›k, “karfl› model” haline gelmifl olan yak›nda yer alan ve orta s›n›flara hitap eden Baflakflehir’e referans yaparak, konut kalitesi, donat› arz› ve çevre düzenlemesi aç›s›ndan “gerçek” bir sitede oturmad›klar›n›n fark›ndalar. Sözü edilen “Kentsel Dönüflüm Bloklar›”nda yaflanan güçlükler nedeniyle (asansör sorunu, su s›z›nt›s›, çöküfller, çatlaklar, çat› sorunu...) bu erken y›llanm›fl ve y›pranm›fl yeni binalar hiç de cazip gelmiyor art›k. Aksine, tam tersi geçerli. Bir gencin dedi¤i gibi, bak›ms›zl›k ve “çevresizlikten” dolay›, bir “site karikatüründe” yaflad›klar›n› düflünüyor ço¤u. Yüzeysel ve s›rf görsel ilerlemeler kal›c› ve tatmin edici olarak alg›lanm›yor. Aldat›lm›fll›k duygusu Muntazam bir flekilde aidat ödeme zorluklar› ve maddî/teknik sorunlar›n Ayazma kökenli aileleri giderek d›flar›ya kovalamas›n›n yan›nda, bir de somut yaflam standartlar›nda vaat edilen kentsel “art› de¤er” hiç kaydedilemedi. Konufltu¤umuz gençlere göre, ne kültürel ne sportif ne de sosyal faaliyetlerini zenginlefltiren bir de¤iflim olmufl. Aç›kt›r ki, medeniyet rüyalar›, her gireni mutlaka depresyona iten dördüncü s›n›f bir al›flverifl merkezine ya da renkleri solmufl, bak›ms›z çocuk parklar›na kesinlikle s›¤d›r›lamaz. Gençlerin ço¤u, gerçekleflmeyen ihtiyaçlar›n› gayet derli toplu ifade edip site içerisinde spor imkânlar›, internet kafesi, kütüphanesi ve derslerini çal›flabilecekleri odalar› bar›nd›ran çal›flma mekânlar› olmamas›ndan yak›n›yor. Korkutucu hapishaneye geçme hissi S›k›c› ve izole bir siteye geçme, daha da somutlarsak –özellikle genç k›zlar ve kad›nlar için– eve hapsedilme hissi, burada Ayazma’ya oranla çok daha yayg›n gözüküyor. Bu his, yeni mecburî yaflam ortam›n›n al›fl›lmam›fl büyüklü¤ü ve yeni bir araya gelenlerin birbirlerini tan›mamalar›ndan kaynaklan›yor olabilir. Fakat sitenin net fizikî s›n›rlar› ve afl›r› genifl yollar ya da ekilmemifl bofl arsalar gi-
bi itici bir çevrenin varl›¤›ndan baflka, d›fla yönelik hareketlili¤i s›n›rlayan ve korkular› teflvik eden hem parasal, hem psikolojik, hem de sosyal engeller örülmüfltür. Bu ezici korku ortam› farkl› düzlemlerden olufluyor: Site içerisinde her alt-birim baflkas›ndan korkuyor; Karadenizli k›zlar Do¤ulu delikanl›lardan korkuyor, site sakinleri çevredeki “kendilerinden önceki” sakinlerden korkuyor ve nihayet, göreceli “eski ve yerel” halk ise, yeni gelenlerden korkuyor. Her meydana gelen olay› büyüten ve vahfli boyutlara vard›ran bu güvensizlik çemberi bo¤ucu bir hale gelmifle benziyor. Bu ba¤lamda, her mülâkat›m›zda, inan›lmaz bir güvenlik talebi ifade edildi. Sanki Bezirganbahçe’de, “site” ruhunda yakalanm›fl olan tek sa¤lam ortak unsur, güvenlik talebine benzer! Yani, oluflturulmufl ve henüz oturtulmam›fl bu yeni yaflam ortam›nda, belli ç›kar çevreleri ve/veya siyasî kesimler taraf›ndan körüklenmifl hummal› bir “Biz ve Onlar” söylemi dolafl›yor. Birbirlerini besleyen damgalanma mekanizmalar›, s›n›fsal, etnik, siyasî ö¤eleri iyice birbirine kar›flt›r›yor. A¤›r bir d›fllanmayla zorunlu imtihan Bunun neticesinde, kuflkusuz ki en çok vurgulanan husus flu: Ayazma kökenliler için Do¤ulu olmalar›, bu ba¤lamda, çok daha hissedilir ve sorun oluflturur hale gelmifltir. ‹çeride “site”nin öbür sakinleri (kentsel dönüflüme ayr›lmam›fl kalan 25-30 blo¤un sakinleri) ve öte yandan yak›n çevre mahallerdeki “eskiden beri” oturanlar›n varl›¤›, jestleri, bazen somut olarak kendileriyle iliflkilenme biçimleri, günlük hayatta Ayazmal›lara “farkl›” olduklar›n›, televizyondaki teröristlerden farkl› olmad›klar›n› ve pek istenmediklerini sürekli hissettirir. Örne¤in, Haziran 2008’de, zaferle noktalanm›fl bir millî maçtan sonra baz› Ayazma kökenliler “d›flar›da” olay› kutlamak istediler. Soka¤a ç›k›p korna çalarak, davul zurnayla halay çekmeye bafllad›lar. Bu arada, Kürtçe flark› söylediklerinden dolay›, polise flikâyet edildiler... Nefleli “millî” hava, böylece, baya¤› so¤utulmufl oldu. Herkes, dayat›lan kamp›na dönmek zorunda kald›. Görünen o ki, “gruplar/cemaatlerin” temasa ve rekabete geçebildi¤i ve aralar›nda “koruyucu” ve farkl›laflt›r›c›” s›n›rlar kurduklar› bu ortamda, Ayazma’n›n ufak ölçe¤inde pek hissedilememifl bir “etnik” damgalanma bafllad›. Bu ötekilefltirici/d›fllay›c› “kimliklefltirme” süreci mekânsal geçifl sürecine efllik etti. Ayr›l›nan ve y›k›lan (gecekondulu) Ayazma çok fazla idealize ediliyor olsa bile, konufltu¤umuz gençlerin “flehir” tan›m›n› dikkate almakta yarar var. Onlar için, flehri flehir yapan as›l ve belirleyici etken, fizikî ö¤elerden ziyade, “özgür” bir ruh. Ayr›m olmadan hareket edebilme, farkl› insanlarla kaynaflabilme ve rahat soka¤a ç›kabilme imkânlar› sa¤lanamad›¤› sürece, Medine’ye de¤il, cehenneme geçme hissiyatlar› sürecek gibi gözüküyor. Jean-François Perouse
* Küçükçekmece belediye baflkan›na hitap eden bir Bezirganbahçeli, 23.06.2008. ** Bkz. “Kentsel Düfller”, Radikal 2, 24.06.2007 ve Ç. Aykaç, E. Y›lmaz ve D. Dan›fl: “Bir ‘Medenilefltirme’ projesi olarak toplu konutlar. ‹stasyon Mahallesi ve sonras›”, ‹stanbul Dergisi, Say› 64, Temmuz 2008, 26-33.
45
k›raat
Da¤larca Faz›l Hüsnü 15 Ekim 2008 14 26 A¤ustos 19
lmemifl, de benzeri görü Türkçenin fliirin iri, Faz›l fla r bi ek ec ey belki de görülm r›ndan ap tik. Son kit la Hüsnü’yü kaybet betisa › ›n ad in rin n– bi –baflyap›tlar›nda tu. ufl ym ir Hayvan›” ko tle “‹çimdeki fii tu , yle isi itk bir hayvan Gerçekten de, at› bir in kâ ve › ay ny ›, dü kusuyla fliir yazd cumd›. Türkçeyi bir hayvan gibi kokla ›yla as ed i en tm i ö¤re huriyet dönem u, rd du limelerini de uy r sevdi, kendi ke bi ne Yi e. rd edi¤i ye buldu, dilin yetm le u¤liy di , la l›y ak k cu ö¤retmen gibi ço l›flt›. Bir de bakmaya ça raflt›, onlar gibi rleri bir flii li et cumhuriy sürü destanl›, a, kâAllah”tan “Asû”y yana, “Çocuk ve sini, ce ön n derdi) insa inat›n (o “evren” duy› ›n as nr so n sa lki in insanl› halini, be fliiri k” oji liba en “ontol maya çal›flt›. Ga da › rl›¤ va , da ik eflyay› o kurdu, gündel çmaka e zm isi ist m ru merakla, ama ku düflünden b›rakmadan dan, ak›lc›l›¤› el ha da da , uk ud tle ok dü. fiiirini hayre p çohe n serüveninin okuyaca¤›z. ‹nsa . z.. ru yo ›yla u¤urlu cuk flairini sayg
* Liberal merkez dikkat çekici bir • flekilde nadiren söyledi¤i fleyi kasteder ya da vaaz etti¤i fleyi uygular. Göz önündeki baz› temalar›, örne¤in özgürlü¤ü ele alal›m. Liberal merkez, insanlar›n serbestçe d›flar›ya göç etmesine izin vermedi¤i için SSCB’yi sürekli olarak suçlad›. Fakat d›flar›ya serbest göçün öteki yüzü elbette d›flar›dan serbest göçtür. Bir baflka yere kabul edilmedi¤iniz sürece bir ülkeyi terketmenize izin verilmesinin bir de¤eri yoktur. Aç›k s›n›rlar için bask› yapmal›y›z. Liberal merkez, hükümeti giriflimcilerin karar alma sürecinin d›fl›nda tutarak devaml› daha serbest ticaret, daha serbest giriflim talebinde bulunur. Bunun di¤er yüzü ise, pazarda iflas eden giriflimcilerin kurtar›lmamas› gerekti¤idir. Baflar›l› olduklar› zaman kârlar› üzerine geçirirler; baflar›s›zl›¤a u¤rad›klar›nda da kay›plar› üstlenmeleri gerekir. Genellikle flirketleri kurtarman›n iflleri kurtarmak oldu¤u iddia edilir. Fakat iflleri kurtarman›n –iflsizlik sigortas› için ödeme yap›lmas›, iflçilerin yeniden e¤itimi, hatta yeni ifl f›rsatlar›n›n yarat›lmas› gibi– çok daha ucuz yollar› var. Ama bu gereksinmelerden hiçbiri, iflas eden giriflimcinin borçlar›n›n kurtar›lmas›n› içermez. (...) As›l mesele, liberal merkezin kendi retori¤inden vazgeçmesine ve önermelerinin bedellerini ödemedi¤i halde bu retori¤in ödüllerini toplamas›na izin verilmemesidir. Üstelik merkezci düflünceyi tarafs›zlaflt›rmak için izlenmesi gereken do¤ru politik yol, onun ç›karlar›na de¤il, ideallerine seslenmektir ve retorikteki iddialar› talep etmek de merkezci unsurlar›n ç›karlar›ndan çok ideallerine seslenmenin bir yoludur.
46
Mi Soplete, Ekme¤e bakmakla, eline alabilece¤in kadar s›cak olup olmad›¤›n› anlayabilirsin. Eczanenin afla¤›s›ndaki f›r›n›n önünde akflam alt›da yirmi adam s›raya giriyor. Üzerimde beyaz önlü¤üm varsa hep benim önden girmeme izin verirler. En az›ndan on befl dakika orada bekleyip ekme¤in ç›kar›l›fl›n› seyrederler. Bizim bunu yapmaya hiç zaman›m›z olmam›flt› sanki. F›r›nc› adamlara hiç bakmaz. Gözü hep ekmeklerde ve beyaz, s›cak kubbenin arkas›ndaki korlarda. Adamlar da bir nevi müsabaka seyreder gibi pür dikkat bekler. Sana anlatmak istedi¤im baflka bir fley daha var. Umutla beklenti aras›nda büyük fark var. ‹lk baflta süreyle ilgili oldu¤unu düflünmüfltüm, umudun daha uzaktaki bir fleyi beklemek oldu¤unu. Yan›lm›fl›m. Beklenti bedene ait, umutsa ruha. Fark bu. ‹kisi birbiriyle temas ediyor, birbirini tetikliyor ya da yat›flt›r›yor ama her birinin hayali farkl›. Bir fley daha ö¤rendim. Bir vücudun beklentisi bir umut kadar uzun sürebilir. Seninkini bekleyen benim vücudumun mesela. Sana iki kere müebbet verdikleri anda onlar›n zaman›na inanmay› b›rakt›m. A.
X - KÜTÜPHANE Albert Caraco Post Mortem (Versus) Bülent Somay Çok Bilmifl Özne (Metis) Didem Dan›fl - Verda ‹rtifl (der.) Türkiye’den Fransa’ya Göç ve Göçmenlik Halleri (Bilgi Ün.) Edward Said Medyada ‹slâm (Metis) Faz›l Hüsnü Da¤larca ‹çimdeki fiiir Hayvan› (Norgunk) Fernando Pessoa fieytan›n Saati (Can) Frans de Waal ‹çimizdeki Maymun –Biz Neden Biziz (Can) Gilles Deleuze Spinoza Üzerine Onbir Ders (Kabalc›) Goran Thernborn ‹ktidar›n ‹deolojisi, ‹deolojinin ‹ktidar› (Dipnot) Immanuel Wallerstein 21. Yüzy›lda Siyaset (Aram) John Berger A’dan X’e (Metis) John Gray Saman Köpekler (YKY) Judith Butler Cinsiyet Belası (Metis) Margaret Hooks Devrimci Foto¤rafç› Tina Modotti (Agora) Max Frisch Günlükler 1966 - 1971 (YKY) Metin And Oyun ve Bügü –Türk Kültüründe Oyun Kavram› (YKY) Michael Löwy Franz Kafka –Boyun E¤meyen Hayalperest (Versus) Philippe Sollers Tanr›sal Hayat (Agora) Steven Nadler Spinoza –Bir Yaflam (‹letiflim) Truman Capote Yerel Renkler (Sel)
* •
Lukács –o dönemde SSCB’nin bafl›n› çekti¤i– Bar›fl Hareketi’ni bütün yirminci yüzy›l edebiyat›n› yarg›laman›n temel mihenk noktas› olarak görür. (...) Stalinci tanr›bilimin bu küçük baflyap›t›nda Kafka, “bar›fl için mücadele etmeyi reddeden” “dekadan avangardç›l›¤›n” en eksiksiz sembolü ve ifadesi olur... (...) 1956 y›l›nda Sovyet iflgalinin ve Imre Nagy baflkanl›¤›ndaki Macar ‹flçi Konseyleri Cumhuriyeti’nin düflüflünün ard›ndan, Nagy ve belli bafll› bakanlar› –Lukács da eski kültür bakan›d›r– Romanya’da bir yerlerdeki bir kaleye kapat›l›rlar ve yarg›lanmay› beklerler. ‹ddianameye ulaflamad›klar›ndan, hangi suçlardan sorumlu görüldüklerini bilmezler ve kendilerini savunmalar› imkâns›zd›r. Onlar› yarg›lama iddias›ndaki mahkemenin yap›s›n› da bilmemektedirler: Macar yarg›çlar m›, partinin yeni yönetimi mi, Sovyet politbürosu mu onlar› yarg›layacakt›r? Yoksa yaln›zca Macar ve Rus siyasi polislerinden oluflan karma bir komisyon mu? Birkaç ay sonra –aralar›nda Imre Nagy’nin de bulundu¤u– kimileri bu kaleden infaz edilmek için ç›kacakken, Lukács gibi kimileri de kuflku uyand›racak flekilde serbest b›rak›l›rlar. Günün birinde, bu uzun ve endifle verici bekleme s›ras›nda, filozof, avluda gezinirlerken, efline dönerek ona flu itirafta bulunmufltur: “Kafka war doch ein Realist (Kafka gerçekçiymifl)...”
Spinoza’ya göre siyasi güce sahip bir zorba, bir köle ve ruhani güce sahip bir rahip aras›nda ortak olan nedir? Bu ortak fley Spinoza’ya flöyle dedirtecek olan fleydir: Onlar güçsüzdür! fiöyle ya da böyle hayat› karartmaya ihtiyaçlar› vard›r! ‹lginç bir fikir. Nietzsche de buna benzer fleyler söyleyecektir: Üzüntüyü hakim k›lmaya ihtiyaçlar› var. Hissediyor, derinden hissediyor: Üzüntüyü hakim k›lmaya ihtiyaçlar› var, çünkü sahip olduklar› güç yaln›zca üzüntü üzerinden temellenebilir. Ve Spinoza zorban›n her fleyden önce tebas›n›n üzüntüsüne ihtiyaç duyan birisi oldu¤unu, çünkü ortak bir üzüntüyü temel almayan hiçbir fliddetin olmad›¤›n› söyleyerek çok acayip bir zorba portresi çizer. Rahip ise, belki tamamen farkl› nedenlerle kendi flartlar›nda insan›n mutsuzlu¤una ihtiyaç duyar. Gülümsedi¤i zaman, bu art›k güven verici bir gülümseme de¤ildir. Zorba gülebilir, zorban›n gözdeleri, ak›l hocalar› da gülebilir. Bu pis bir gülüfltür. Niçin pis bir gülüfltür? Niteli¤i bak›m›ndan de¤il, Spinoza böyle demeyecektir, bu üzüntüden ve üzüntü al›flveriflinden baflka bir konusu olmayan bir gülüfltür. Bu ne demek? Tuhaf. Rahibin, Spinoza’ya göre, vicdan azab›na ba¤l› davran›fllara esasen ihtiyac› vard›r. Vicdan azab›n› öne ç›karmak. Bu bir üzüntü kültürüdür. Amaç ne olursa olsun, Spinoza burada diyecektir ki, amac›n ne oldu¤u farketmez. Sadece fluna önem verir: Üzüntü ekip biçmek.
e l i
k u l a ¤ › n d a
Devletin maskesini indirmek Versus Kitap taraf›ndan bu ay yay›nlanacak olan “Üzgün Olmaktansa Öfkeli Olmay› Ye¤lerim” adl› kitap, ‘70’lerin tarihî figürlerinden Ulrike Meinhof’un –ve dolay›s›yla Baader ve di¤er arkadafllar›n›n– hayat›na, fikirlerine, eylemlerine odaklan›yor. Önden bir okuma parças› al›yoruz... lrike Meinhof, entelektüel sola sald›r›yordu. Ona göre entelektüel sol, neyin önemli oldu¤unu teorik olarak kavram›flt›, ama söylediklerini hayata geçiremezdi, çünkü “hâlâ yitirecek çok fleyi var”d› ve hâlâ burjuva varoluflunun sundu¤u ayr›cal›klara ba¤l›yd›. Baader’in kurtar›lmas›yla gerekli pratik ad›m at›lm›flt›, bundan sonra toplumdaki proleter gruplar› desteklemek için bir “K›z›l Ordu” infla edilecekti. Meinhof’a göre böyle bir silahl› yard›m olmaks›z›n, ezilenler, devlet erkiyle çat›flmada daima k›sa çöpü çekeceklerdi ve asla herhangi bir fley de¤iflmeyecekti. Yeterince radikal olmayan sola karfl› da söyleyecekleri vard›. Onlar için bir polis yaln›zca üniforma giydi¤inde ve deyim yerindeyse iflleri gere¤i göstericileri dövdü¤ünde “domuz”du, tekil, özel bir insan olarak de¤il. Bu ince ay›r›m
U
–eski, H›ristiyan insan konseptinden art›k çok uzaklaflm›fl olan– Ulrike Meinhof için art›k geçerli de¤ildi: “Bu bir sorun ve biz diyoruz ki, elbette polisler domuzdur, üniforma içindeki tip, insan de¤il bir domuz oldu¤u için, onunla çat›flmam›z gerekir. Yani onunla konuflacak bir fleyimiz olamaz, zaten bu kiflilerle konuflmak da yanl›flt›r, elbette ki atefl edilebilir.” (...) Yeralt›ndan bak›ld›¤›nda, bu toplumda insanca bir yaflam ütopyas›n› koruyabilmenin, yok edilmemenin tek yolu mücadeleydi. ‹nsanlar kendilerini ne kadar güçlü biçimde savunurlarsa, polisler o kadar vahflice sald›r›yor, mahkemeler o kadar ac›mas›z hükümler veriyor, insanl›k d›fl›, totaliter devlet de demokratik görünümünün ard›na gizledi¤i gerçek yüzünü daha aç›k biçimde gösteriyordu. Ulrike Meinhof Bu, sergilenen direniflin ne ka-
dar hakl› oldu¤unun aç›k kan›t›yd›; savafl, meflru müdafaadan kaynaklan›yordu. Fakat devleti, yüzüne takt›¤› maskeyi indirmeye zorlayarak faflist kontrol devleti –ki devletin özü her zaman buydu– oldu¤unu a盤a ç›karmak için de mücadele etmek flartt›. Bu anlay›fl, grubu, kitlelere neden savaflt›klar›n› anlatabilmek için savaflmak zorunda olduklar› k›s›r bir döngüye sokmufltu. Daha sonra Ulrike Meinhof’un ortaya att›¤› fliar son derece mant›kl›yd›: “Hedef, savafla yol açan savaflt›r.” (...) Meinhof, Andreas Baader ve Gudrun Ensslin’den farkl› olarak daha önce hiç hapishaneye girmemiflti. Daha sonralar› yazd›¤›na göre, ilk zamanlar onun için adeta “balyoz” olmufltu. Art›k üzerinde örme h›rka ve mavi gömlekten ibaret hapishane giysisi vard›. Sabahlar› belli bir süre havaland›rmada kald›ktan sonra, bir sonraki sabaha kadar, yeniden hücresine kapat›l›yordu. Gece gündüz neon lambas›yla ayd›nlat›lan hücresinde yeme¤i getiren gardiyanlar›n d›fl›nda hiç kimseyi görmüyor, hiç bir fley duymuyordu. Posta da ö¤le yeme¤i verilirken da¤›t›l›yordu. ‹lk hafta, dergilerden birinde annelerinin tutuklan›rken foto¤raf›n› gören ve an›lar›ndaki “anne” ile bu foto¤raf› bir türlü ba¤daflt›ramayan k›zlar› Bettina ve Regine’den mektup alm›fl, en yak›n zamanda ziyaretine geleceklerini ö¤renmiflti. K›zlar›n mektubuna a¤ustosta verdi¤i yan›tta flöyle diyordu: “Hey Fareler! Metin olun. Sak›n anneniz hapishanede oldu¤u için üzgün olman›z gerekti¤ini düflünmeyin. Asl›nda öfkeli olmak üzgün olmaktan iyidir...” Alois Prinz, “Ulrike Meinhof –Üzgün Olmaktansa Öfkeli Olmay› Ye¤lerim” (Versus)
Duman› üstünde
Tuna’n›n derinli¤inde Claudio Magris - Tuna Boyunca - çeviren: Leyla Tonguç Basmac› (Turkuvaz)
imi yolculuklar vard›r, baz› kararlar› vermeden önce ille de yapmak gerekir. Örne¤in 2009’un mart ay›nda ‹stanbul’da gerçeklefltirilecek Su Forumu’nun ard›ndan Türkiye co¤rafyas›nda yaral› bereli de olsa akmakta olan 14 nehri ve ya¤mur sular›n› özellefltirmeyi düflünen Türkiyeli kanun yap›c›lara bu nehirler boyunca yolculuk etmeyi ›srarla önermek herhalde yanl›fl olmaz. Lâkin, bu nehir yolculuklar›na bir derinlik de katmak lâz›m, ki iflte bu hayli müflkül bir ifl. Zira bunun için önce insan›n bir nehre nas›l bakaca¤›n› ö¤renmesi gerekir. Claudio Magris, esasen 1986 tarihli kitab›nda bir nehre bakman›n yordam› konusunda bir emsal-i mükemmele sergiliyor. Magris, Tuna’y› do¤du¤u topraklardan, yani Avrupa’n›n orta yerinden Karadeniz’e dökülünceye de¤in takip ediyor. Bir o k›y›ya, bir bu k›y›ya de¤en ayaklar›n›n nehrin iflaret etmekle kalmay›p belirledi¤i, yolunu de¤ifltirdi¤i tarihin üzerinde durdu¤unun fark›nda. Bu yüzden co¤rafyay›, tarihi, mitolojiyi, edebiyat›, felsefeyi, ekonomiyi birbirinden ay›rt etmeksizin, t›pk› Tuna’n›n taflt›¤› zamanlarda önüne ç›kan her ne varsa birbirine kat›p denize sürükledi¤i gibi, anlat›s›na dahil ediyor. Tuna’y› olabilecek tüm anlat› alanlar›n›n merkezine koyup dünyaya akan suyun gözünden bak›yor. Magris bu yolculu¤u 1980’li y›llar›n ortas›nda, yani henüz dünyan›n iki kutbunu birbirine kar›flt›ran o büyük erime vuku bulmadan evvel yap›yor. Tuna, dünyay› iki kutba ay›ran
K
48
buzlu tarihi yararak ilerliyor Karadeniz’e do¤ru. Nehir, daha kayna¤›ndan yola ç›kmadan düflürüyor çevresinde yaflayanlar› birbirine: “Breg Nehri’nin kayna¤› yak›n›ndaki tabelada, Tuna’n›n bafll›ca kolunun burada do¤du¤u yazar. Bu levha üzerindeki iddiaya ra¤men, Tuna’n›n kayna¤›yla ilgili yüzy›llard›r süregelen tart›flma hâlâ hararetli bir flekilde devam etmektedir ve Furtwangen ile Donauschingen flehirleri aras›ndaki ateflli çekiflmenin temelinde bu yatar.” Tuna’n›n bir baflka özelli¤i ise, neredeyse u¤rad›¤› her flehirde farkl› bir isim almas›d›r. Dolay›s›yla Tuna boyunca yolculuk yapmak, onunla defalarca ve yeniden tan›fl›p halleflmek anlam›na gelir. Magris, nehrin tarihe katk›s›n› böylece belirler. T›pk› Tuna’n›n küçük küçük derelerden beslenip büyümesi gibi, tarih de hepimizin birer deresi oldu¤umuz koca bir nehirdir, bunun için kavga etmeye de lüzum yoktur. “Tuna s›k s›k Alman karfl›t› simgesel bir haleyle çevrilidir; ari ›rk›n efsanevî muhaf›z› say›lan Ren’in tersine, Tuna boyunca de¤iflik ›rklar karfl›lafl›r, kesiflir ve kar›fl›r. Viyana’n›n, Bratislava’n›n, Budapeflte’nin, Belgrad’›n ve Daçya’n›n nehridir, Okyanus’un eski Yunan dünyas›n› çevrelemesi gibi, efasenesi ve ideolojisi çok yönlü, uluslarüstü bir koine ile simgelenen Habsburglar›n Avusturya’s›n›, hükümdar›n ‘milletlerim’ diye hitap etti¤i ve millî marfl›n›n on bir ayr› dilde söylendi¤i imparatorlu¤u saran kurdeledir. Tuna Nehri, Alman-Macar-Slav-Latin-Musevi Orta Avrupas›’d›r, tart›flmal› bir flekilde Germen Reich’›na karfl›d›r, Johannes Urzidil’in Prag’da övdü¤ü gibi ‘Hinternasyonel’ bir ekümendir, ‘uluslar›n ard›nda’ bir dünyad›r.” Ama Tuna’y› çevreleyen insan kalabal›¤›n›n aras›nda kendisine ayr›cal›kl› konumlar elde etmekte çok da zorlanmayan kimilerinin bunu anlamazl›ktan gelmeleri için yeterince sebep de her zaman olacakt›r. Çünkü “Her birimiz gibi Tuna Nehri de bir Noteentiendo’dur, bir ‘seni anlam›yorum’dur, Mexico City Müzesi’nde gördü¤üm, aflk ve soylar konusunda bir çeflit ‘k›zma birader’ oyunu olan Las Castas eserini oluflturan on alt› panodaki figürler gibidir. ...Panolar, sosyal s›n›flar› ve ›rklar› –hatta giyim tarzlar›n›– kat› bir flekilde s›n›fland›rmay› ve ay›rmay› amaçl›yor, ama sonuçta, bütün kapal› sosyal hiyerarflileri y›kan, bütün düzenli k⤛t destelerini da¤›t›p kar›flt›ran, oyunu zevkli, hatta oynanabilir k›lmak için karolarla sinekleri veya maçalar› kar›flt›ran kaprisli ve isyankâr aflk oyununu istemeden yüceltmifl oluyor.” Kitab›n tamam›nda Magris s›k s›k Tu-
na’n›n “bizi birlefltiren” ifllevini ortaya koyuyor, adeta diyor ki, “Tuna akt›kça birbirimizle kurabilece¤imiz en kötü iliflki “düflman kardefllik”tir, zira hepimiz Tuna’n›n dölleriyiz”. Magris’in bunu vurgulamak için seçti¤i yöntemse hiç de “bak›n hepimiz kardefliz, sevin birbirinizi” türünden naif bir söyleme tekabül etmiyor. Aksine Magris, alabildi¤ine sert bir dille Tuna’n›n tan›kl›k etti¤i çat›flmalara, savafllara, depresyonlara, toplu nevroz ve psikozlara göndermeler yap›yor. Bu yüzden Tuna k›y›lar›ndan beslenen karanl›k ve ac›l› düflüncelere, kavray›fllara, tahayyüllere yer veriyor anlat›s›nda. Mesela s›k s›k Kara Orman köylülerinden biri oldu¤unu tekrar eden Heidegger’in masumiyeti etraf›ndaki tart›flmaya bir yenisini ekliyor: “(Heidegger) Kendisine aflina ve yak›n gelen o toplumla –ormanlar›yla, lehçesiyle, aile oca¤›yla– vurgulad›¤› özdeflleflme ile hakikat›n tekeline, neredeyse ayr›cal›kl› bir markaya ima ediliyordu, sanki kendi topra¤›na içten ba¤l›l›¤›, baflka insanlar›n baflka topraklara veya vatanlara –ahflap kulübelerine, sabit kiral› konutlar›na veya gökdelenlerine– ba¤l›l›¤›na yer vermiyormufl gibi. Her ne kadar kendi halk›na kardeflçe bir sevgiyle ba¤l› idiyse de, Heidegger yafll›yken, herhangi bir konfordan uzak bir yaln›zl›k içinde s›¤›nmaktan zevk ald›¤› o ünlü kulübesinde, Var Olma’n›n çoban›n›n alçakgönüllü¤ünü belki de bilmiyordu; inatç› bir flekilde ama fark›nda olmadan Bafl Çoban ve Var Olma’n›n Yönetici ‹darecisi oldu¤unu varsayd›¤›ndan dolay› o alçakgönüllülükten mahrum b›rak›lm›flt›. ...Da¤lar›n ve denizlerin ötesinde, göremedi¤i ve dokunamad›¤› ve varl›klar› sadece dolayl› olarak bilinen baflka köylüler, ormanlar, kelimeler ve adetler ona soyut, ideolojik ve gerçek d›fl› geliyordu, sanki sadece kuru istatistikler olarak vard›lar ve demagojik propaganda ürünüydüler.” Sonunda Magris, Heidegger’in faflizmle olan maceras›n›n bir tesadüf olmad›¤›n› söylese de onun kök salma inanc›na baflar›l› bir flekilde karfl› ç›kt›¤›n› hat›rlatarak Tuna’dan kaynaklanabilecek içsel paradokslardan birine daha iflaret etmifl oluyor. Ama bu Heidegger’i affedebilece¤imiz anlam›na da gelmiyor. Anlafl›laca¤› üzere Magris, Tuna’y› zamansal derinli¤i içerisinde anlat›yor. Onun manikdepresif karakterinin içinden akt›¤› co¤rafyaya da yans›d›¤›n› söylüyor. Orta Avrupa ve Balkanlar›n tarihi ile Tuna’n›n çeflitli halleri aras›nda sembolik ba¤lar kuruyor. Tuna’y› çocuklar›n›n kaderleri üzerinden tan›maya çal›fl›yor. Bunun için birbirine alabildi¤ine uzak tarihsel dönemler aras›nda çekirge gibi dolafl›yor. Örne¤in Napolyon’dan bahsederken bir anda Roma’ya atlay›veriyor. Özellikle bu z›play›fllar esnas›nda kafas›ndaki enternasyonalist ütopyan›n ipuçlar›n› veriyor. Tuna’n›n (ve zaman›n) ak›fl›ndaki bunca a¤r›n›n sebebinin de bu düflün dile bile getirilemeyiflinden ya da olabilecek en kötü flekilde yorumlanmas›ndan kaynakland›¤›n› ima ediyor. Gene umutsuz de¤il, çünkü Tuna’n›n ak›fl›ndan da anlafl›laca¤› üzere yeryüzündeki her fley geçicilikle malul: “Nazi yetkililerin üniformalar›, bir kan banyosu sayesinde bin y›l giyileceklerine inan›lan, rehinciden kiralanm›fl de¤ersiz, karnavalvari, all› pullu kostümler gibi duruyor. Ama o üniformalar on iki y›l giyildiler, yani genellikle k›r gezilerinde giydi¤im eski rüzgârl›¤›mdan daha az.” Magris, arada birden çok daha s›k baz› ge-
Claudio Magris
Kafle’den artan bir Hay M›g›rdiç Margosyan - Tespih Taneleri (Aras)
›g›rdiç Margosyan 1938’de Diyarbak›r’da, Hançepek’in Gavur Mahallesi’nde do¤mufl, büyümüfl. Kendi hikâyesini, çocukluk y›llar›n› anlat›yor “Tespih Taneleri”nde. “Margos efendi”, o yafltaki her çocuk kadar haflar›, haylaz: Okulu k›ran, top oynayan, sigara içerken yakalanan, dökmeden götürmesi gereken ekmek teknesini aya¤› tak›l›p çamura yuvarlayan, kavga eden, düflüp dizlerini yaralayan, yazlar› demirci day›s›n›n yan›nda ç›rakl›k yapan, haylazl›klar› yüzünden s›k s›k annesinden beddualar ifliten bir o¤lan. ‹smi farkl› oldu¤u için bir mucit olaca¤›n› zanneden, icatlar›yla bafl›na ifller açan bir çocuk... Bu çocukluk an›lar›n› ço¤umuzunkinden ay›rmaya bafllayan fleyse, etraf›ndakilerden duydu¤u “kafle” (kafile, tehcir) hikâyeleri: Daciglerin, Müslümanlar›n yan›nda Sarkis’ken Ali, Apraham’ken ‹brahim, Agop’ken Yakup, Ahmet, Mehmet olan tan›d›klar›, pazarlar› kiliseye gitmesi, Hisus Krisdos’a inanan bir Hay, Ermeni olmas›... Baba Diflçi Ali, nam-› di¤er Diflçi Sarkis’in “flimdi o¤h›ma¤ zamanid›r” diyerek ‹stanbul’a, Ermeni okuluna gönderdi¤i M›g›rdiç, Diyarbak›r’da f›lla, gâvur iken ‹stanbul’da da “Diyarbak›rl› Kürt” oluverir. S›n›f arkadafllar›, onu ve onun gibi Diyarbak›r’dan, Sivas’tan, Hatay’dan, Malatya’dan gelen Ermeni çocuklar›n› yad›rgar. Konuflmalar›, giyim kuflamlar› bu çocuklar›n hayat›na baflka bir “fark” daha ekler. Ermenice bilmedi¤i gibi, bildi¤i bir-iki kelime Ermenice de ‹stanbullular›n konufltu¤undan farkl›d›r. Kürtçe, Zazaca ve Ermenice kar›fl›m› k›r›k bir Türkçe yerine ‹stan-
M
nellemelere, kimilerine toptanc› gelebilecek tan›mlamalara baflvuruyor. Fakat kaynaklar› edebiyat, tarih ve mitoloji oldu¤u, Tuna’ya onu yutmaya de¤il anlamaya çal›flan gözlerle bakt›¤›, nehri etraf›nda olup bitenlerle etkileflimi çerçevesinde tasvir etti¤i için neredeyse yürek delici isabetlilik gösteriyor: “Orta Avrupa büyük bir savunma uygarl›¤›d›r... Tuna kültürü, dünyan›n tehdidi alt›nda olununca, hayat›n sald›r›s›na u¤ray›nca ve ac›mas›z gerçe¤in içinde kaybolmaktan korkulunca s›¤›n›lacak bir kale gibidir...” Bilindi¤i üzere, ‹stanbul’dan yola ç›kan Osmanl› ordular›n›n toslad›¤› yer de Magris’in sözünü etti¤i bu “savunma uygarl›¤›”d›r. Magris, “Viyana Kap›lar›nda Türkler” adl› bir sergiden yola ç›karak bu toslaflman›n derinliklerine bir göz at›yor: “Avrupa’yla Osmanl› ‹mparatorlu¤u aras›ndaki karfl›laflma, birbirlerine sald›r›p parçalayan ama sonuçta fark etmeden birbirlerinin içine iflleyen ve karfl›l›kl› zenginleflen iki dünyan›n örne¤idir.” Tuna boyunca Do¤u’ya do¤ru ilerledikçe Magris’in gözlemleri kaç›n›lmaz olarak derinli¤ini yitirmeye bafll›yor. As›l uzmanl›k alan› Alman edebiyat› ve “Habsburg miti” olan Magris, o günlerde henüz varl›¤›n› koruyan Yugoslavya’ya, varl›¤›n› bugün de koruyan ancak flekli-flemali de¤iflen Macaristan’a, Romanya’ya ancak Habsburg dolay›m›yla bakabiliyor. Kitab›n Almanya ve Avusturya bölümlerinde orijinal ve keskin olan anlat›, orijinalli¤ini de¤ilse bile keskinli¤ini yitiriyor. Bunu da Magris’in dürüstlü¤üne ba¤lamak gerekiyor san›r›m. Art›k bir yabanc›n›n gözüyle bak›yor ve bu co¤rafyayla aras›ndaki mesafeyi vurgulamaktan kaç›nm›yor: “Yolculu¤un kendisi de¤ilse de, ondan söz etmek biraz riskli olmaya bafll›yor, zira en dikkatli –ve dikkatle baflvurulan- bir bibliyografi bile, temelsiz bir bilginin ihtiyaçlar›n› karfl›lamaz ve insan, bitiflken bir dilin konufluldu¤u ülkede Viyana’n›n sokaklar›nda ve halk› aras›nda dolafl›r gibi rahatl›kla dolaflamaz. ...Avustrya ile Macaristan aras›ndaki s›n›rda dünyan›n iki süper gücünün etki alanlar›n› ay›ran demirperde, insan› evrensel tarih ile ilgili genifl kapsaml›, kolay metapolitik tan›mlamalar ve yaz›tvari formüller yaratmaya itiyor...” Kolayl›kla kendisinin de düflebilece¤i bu tuzaktan Magris, Cioran’a, Canetti’ye, Lukacs’a ve Tuna boyunca dolafl›rken dinledi¤i hikâyelere tutunarak kurtuluyor. Tuna’n›n Karadeniz’e döküldü¤ü yerde ise Magris’i sarsan bir son bekliyor: “Nehrin a¤z› yok, Tuna görünmüyor. ...Nehrin a¤z›n› o tarafta, kumullar›n ve kumsal›n, ufkun ve denizin s›n›rs›z bofllu¤unda aramak, küçük derelerin yay›lmas›n› ve da¤›lmas›n› izlemek hatayd›. ...Burada bir kanal haline gelmifl olan Tuna, liman personeline ayr›lm›fl bir bölgede denize dökülüyor ve Liman Müdürlü¤ü’nün denetiminde denizde kayboluyor.” Siyah beyaz foto¤raf: Birinci Dünya Savafl› esnas›nda Romanya birlikleri Tuna’y› dubalar üzerine kurulan geçici bir köprüyü kullanarak geçiyorlar... – Ayfle Çavdar
bul Türkçesini, anadilini, ‹ngilizce ve Frans›zcay›, pilav›n da kafl›kla yenilmeyece¤ini ö¤renmek zorunda kalacakt›r. ‹stanbul’da geçen okul günlerini Diyarbak›r y›llar›na paralel bir kurguyla anlatm›fl Margosyan. Bir tarafta Gâvur Meydan›’ndaki “top sehasi”nda top peflinde kofluflturdu¤u zamanlar›, di¤er yanda tramvay›, denizi, Galata köprüsünü, ‹stiklal Caddesi’ni keflfediflini... Diyarbak›r’da tehcirden yirmi-otuz y›l sonra Gavur Mahallesi’nde çocuk olmay›, çocukça hayaller ve oyunlar eflli¤inde dünyay› alg›lamay›, yine bir çocu¤un gözünden “k›l›ç art›¤›”, “kafle art›¤›” insanlar›n hayatlar›n› dinliyorsunuz... Margosyan konuflma dilinin özelliklerini inan›lmaz bir güzellikte yans›tm›fl yaz›m›na, sesler yan›bafl›n›zda ç›nl›yor... Margosyan’›n Müslüman, Keldani, Yezidi, Süryani, ço¤unlu¤u 1948’den sonra ‹srail’e göçen Yahudi komflular›yla dolu çocuklu¤unun mahallesinde yaflam süren Ermenilerin nüfusu art›k bir elin parmaklar›n› geçmiyor. Keldani, Süryani ve Yezidiler de bir o kadar azald›. ‹fllenen her cinayette, yaflanan her gerginlikte, milliyetçili¤in her yükseliflinde yavafl yavafl terk ediyorlar do¤duklar›, binlerce y›ld›r yaflad›klar› bu topraklar›. Birlikte yaflamaya devam etmeyi savunan, kimsenin can derdine düflüp gitmesini istemeyen insanlara da bu ülkenin yeni “az›nl›klar›” olmak kal›yor. Keflke bu kitab› herkes, ama özellikle tafl›d›¤› kimlikler nedeniyle birbirine uzak kalan, içindeki duyguyu negatifliklerle oluflturan herkes al›p okusa da, birbirimizden nas›l ve neden ayr›ld›¤›m›z› bir kez daha sorsalar kendilerine... Büyük kalem M›g›rdiç Margosyan’›n an›-roman›, bir hazine bulmuflcas›na sevindiriyor insan›... – Seda Salman
Türk müyüz, devrimci miyiz? Antonis Liakos - Dünyay› De¤ifltirmek ‹steyenler, Ulusu Nas›l Tasavvur Ettiler? çeviren: Merih Erol (‹letiflim)
smanl› solu nas›ld› acaba? 1905’in çokdilli pankartlar›n› tafl›yor muydu? Sonras›nda Kemalizmle millet kavram› ve tarihselli¤i aç›s›ndan pek ayr›fl›lmad›¤›n›, yani mesela Mustafa Suphi’nin Zeki Velidi Togan’dan çok da uzak durmad›¤›n› iyi kötü biliyoruz. Bir anti-emperyalizm ve Bandung çeflnili üçüncü dünyac›l›k aç›s›ndan TKP gelene¤i hep Kemalizme yak›n durdu. Fakat bugünlerde bir tak›m liberallerin Deniz Gezmifl –yani temel bir “mit”– üzerinden Türkiye’deki solun bir ›rkç›l›k üzerine bina edildi¤ini ispat etmeye çal›flt›¤›n› da hayretle izliyoruz. Bu abuk tart›flma bir yana, hele son otuz senede Kürt sorunu üzerinden, solun milletle, ulusla iliflkisi, yani sol mu, yoksa Türk solu mu oldu¤u zaten büyük bir ayr›flma noktas›. Peki ama bu ifller daha önce nas›ld›, modern sosyalizmin örgütlendi¤i, teorize edildi¤i zamanlarda, I. Enternasyonalciler uluslar üzerinden mi düflünüyorlard›? Diyelim ‹ngilizler ‹ngilizli¤in, Frans›zlar Frans›zl›¤›n tarihsel seyrini ve bir ulus olarak oluflumunu sa¤c› tarihçiler gibi mi ele al›yorlard› veya bunu kaale al›yorlar m›yd›? Biz Türklü¤ü resmî tarihin önerdi¤i bir seyir, bir düz çizgi olarak m› kabul ettik? Irk, kan, dil, din vs. unsurlar›n›n haricinde, öncelikleri farkl› mekanizmalara yükleyerek bir millet/ulus tarihselli¤i düflündük mü? Bunlar belirleyici sorular. Antonis Liakos da öyle düflünüyor ki, Yunanistan’›n etkili tarihçilerinden Svoronos’un sakl› kalm›fl bir makalesinin açt›¤› tart›flma üzerine, sol birikimin (dünyay› de¤ifltirmek isteyenlerin) ›rk, ulus, millet gibi kavramlar› ve bunlar›n süreklili¤ini veya kopuflunu nas›l de¤erlendirdi¤ini, hangi tarihsel efliklerin nas›l tezler ve tav›rlar getirdi¤ini Marx’tan bafllayarak görmeye çal›flm›fl. Zaman zaman Yunan (antik Yunan’dan bugünkü Yunan ulusuna düz bir çizgi mi?) özelinde parantezler açsa da, bu k›sa kitap, nihayet bir düflünce tarihi özeti. II. Enternasyonal dönemecinden sonra Stalin, Gramsci, Arendt, Anderson, Habermas derken, solun asl›nda nas›l milliyetçilerin düflünce sular›nda yüzmeye maruz kald›¤›n› genifl bir perspektiften görmeye çal›flan kitap, Agamben, Negri gibi son dönem düflünürler, “samimiyet cemaatleri” gibi son dönem “e¤ilimler” eliyle, bu ç›kmaz›n nas›l afl›labilece¤i üzerinde bir düflünce k›lavuzu sunuyor. Hâlâ Türk solu filan demeyelim ya da flu Türklük neyin nesiymifl, eme¤imiz sömürülürken bizim Orta Asya’yla ne iflimiz varm›fl, bir düflünelim diye... – Merve Erol
O
49
ERTU⁄RUL MAV‹O⁄LU’YLA “B‹Z‹M ÇOCUKLAR YAPAMADI” ÜZER‹NE
Darbenin görünmeyen yüzü Gazeteci-yazar Ertu¤rul Mavio¤lu, “As›lmay›p Beslenenler” ve “Apoletli Adalet”i müteakip 12 Eylül’le hesaplaflma serisinin üçüncü kitab›n› ç›kard›: “Bizim Çocuklar Yapamad›”. ‹lk iki kitaptan farkl› olarak, içe dönük bir hesaplaflmay› amaçlayan “Bizim Çocuklar Yapamad›”da,12 Eylül döneminde sol siyasetin içinde bulunanlar›n anlat›mlar›, yaln›z geçmifle de¤il, bugüne de ›fl›k tutuyor. Mavio¤lu’na kulak veriyoruz. “Bizim Çocuklar Yapamad›” 12 Eylül’le hesaplaflma serisinin üçüncü kitab›. Ne tür bir hesaplaflma söz konusu? Ertu¤rul Mavio¤lu: 12 Eylül denince akl›m›za büyük bir tahribat, ölümler, iflkenceler, bütün demokratik kurumlar›n üstünden geçilmesi gelir. Ama darbe asl›nda yaln›zca o günleri de¤il, gelecek kuflaklar› da etkileyen bir toplumsal travma halidir. Düflünün, 12 Eylül’ün üzerinden 28 sene geçti ve söz gelimi hâlâ Taksim’de miting düzenleyemiyoruz. 1982 cunta anayasas› yerli yerinde duruyor. Cunta taraf›ndan kurulmufl bütün yasalar, kurumlar dimdik ayakta. Dernek kurmaya kalk›flt›¤›n›zda karfl›n›za hâlâ 12 Eylül yasaklar› ç›k›yor. Bunlar› düflününce, 12 Eylül’ün geçmiflte kalm›fl, bitmifl bir fley de¤il, tam aksine, yaflayan bir varl›k olarak karfl›m›zda durdu¤u sonucuna var›yorum. Demek ki 12 Eylül’le hesaplafl›lamam›fl. Bu toplumsal travman›n afl›labilmesi için büyük bir hesaplaflmaya ihtiyaç var. Bu, iki aç›dan yap›lmal›. Birincisi, do¤rudan do¤ruya sorumlularla hesaplaflma. Cuntac›lar›n yarg›lanmas›, iflledikleri suçlar›n hesab›n›n sorulmas›, cuntan›n getirmifl oldu¤u yasaklar›n sosyal, siyasal sistem üzerindeki ipote¤inin tamamen ortadan kald›r›lmas›... Bu, hesaplaflman›n bir taraf›. Di¤er tarafta da “12 Eylül’de biz neydik, ne olduk, ne yapt›k, ne yapamad›k, neyi baflard›k, neyi baflaramad›k” hesaplaflmas› var. Bunu yaparken geçmiflte iyi yapt›¤›m›z fleyleri hat›rlayal›m, tamam. Mesela direnme gelene¤i, bafl› dik tutma, en zor flartlarda ç›k›fl yolu arayabilme bunlardan baz›lar›. Ama bir yandan da o çocuk yafl›m›zda, genç bilincimizle yerli yerine oturtamad›¤›m›z, yanl›fla düfltü¤ümüz fleyleri de konuflmal›, bunlar›n hepsinden dersler ç›karmal›y›z. Yoksa “ben iyiydim, çok güzeldim” dersiniz, aynaya bakars›n›z, kendinize meftun olursunuz.
50
Kötü yapt›¤›n›z, baflaramad›¤›n›z her fleyin üstünü örtersiniz, kedinin pisli¤ini örttü¤ü gibi. Kitaplar›n›z bu hesaplaflman›n neresinde duruyor? Bu seri flöyle bafllad›: 19 Aral›k 2000’de cezaevlerinde F Tipi’ne karfl› direnen mahkûmlara yönelik “Hayata dönüfl” operasyonu yap›lm›fl ve 29 tutuklu öldürülmüfltü. Ve bu, toplumsal duyarl›l›¤› olan herkes gibi beni de etkiledi. Ama Türkiye için bu hücreler, bu vahflet yeni fleyler de¤ildi asl›nda. Düflündüm ki, darbenin üstünden yirmi y›l geçmifl, hâlâ ayn› fleyler yaflan›yor. 12 Eylül sonras›nda cezaevlerinde yaflananlarla 19 Aral›k dönemini karfl›laflt›r›nca bunun tarihsel sürecin kesintisiz devam eden bir parças› oldu¤u sonucuna vard›m ve 19 Aral›k vahfletinin tarihle ba¤lant›s›n› kurmam gerekti¤ini düflündüm. Bu çerçevede “As›lmay›p Beslenenler” kitab›n› haz›rlad›m. Bu çal›flma benim sekiz y›ll›k cezaevi sürecimde tan›kl›k ettiklerimle s›n›rl› olmamal›yd›. Türkiye’nin de¤iflik yerlerinde bunun nas›l yafland›¤›n› ö¤renmek için Sinop, Mamak, Adana, Diyarbak›r, Elaz›¤, ‹zmir cezaevlerinde kalanlarla konufltum ve toplam bir foto¤raf ç›kt› ortaya. Bunun ad›n› “12 Eylül sonras›nda cuntan›n cezaevlerindeki kontrgerilla operasyonlar›” olarak koydum. Her fley birbiriyle o kadar ba¤lant›l›yd› ki, kimi yerlerde dozaj› daha düflük, kimi yerde daha sert, ama insan› daha fazla içine kapatmaya, kimli¤inden, kiflili¤inden uzaklaflt›rmaya yönelik bir politikayd› bu. 19 Aral›k vahfletinin temelleri daha 12 Eylül’de at›lm›flt›. Bunun ard›ndan, “Apoletli Adalet” kitab›mda da 12 Eylül yarg› sürecini tan›kl›klara dayanarak anlatmaya çal›flt›m. Cezaevlerinin yan›s›ra yarg› süreci de çok önemliydi çünkü. Cezaevi yönetimleriyle mahkemeler aras›nda gizli bir anlaflma var gi-
12 Eylül’ün befl generalin ürünü oldu¤una inanm›yorum. Darbeler ancak büyük sermaye eliyle gerçekleflirse baflar›l› olabilir. Bu çerçevede 12 Eylül’ün bir asker darbesi de¤il, büyük sermaye darbesi oldu¤unu düflünüyorum. Asker suçludur, ama bu iflte memur edilmifltir.
biydi. ‹flkence konusunda bal gibi bir iflbirli¤i içindeydiler. Cezaevindesiniz ve size tek tip elbise dayat›lm›fl. Reddediyorsunuz giymeyi, bu kez sizi atlet-don mahkemeye götürüyorlar, mahkeme yarg›lamakla ilgilenmek yerine sizi duruflmadan atarak bir daha orada görünmemenizi sa¤l›yor. Cezaevi yönetimleriyle ilgili suç duyurusunda bulunuyorsunuz, “bunlar mahkemeyi ilgilendirmez” diyorlar. O kitapta adalet sistemini avukatlar›n, tutuklular›n de¤il, bizzat savc›lar›n, hakimlerin anlatmas›n› istedim. Bu insanlar 12 Eylül adaletinin ne anlama geldi¤ini kendileri anlatt›lar. Mesela bir hakim toplu davalar›n Genelkurmay’›n emriyle aç›ld›¤›n›, hakim ve savc›lar›n karargâha toplanarak bilfiil Genelkurmay ikinci baflkan› taraf›ndan kendilerine fikir verildi¤ini anlatt›. Bunlar›n hepsini toplad›¤›n›zda, Türkiye’deki adalet sistemine dair çok ciddi ipuçlar› elde ediyorsunuz. Ama benim amac›m “biz 12 Eylül’de nas›l kötü yarg›land›k, vah vah” demek de¤ildi, ayn› zamanda bu adalet sisteminin o günlerden bugünlere neler tafl›d›¤›n› göstermeye çal›flt›m. Ne oldu ki, s›k›yönetim mahkemeleri kapat›l›nca demokrasi mi geldi? Hay›r, yerlerine DGM’ler geldi. Yine ayn› yöntemler, yine iflkenceyle yap›lan sorgular, al›nan ifadeler, bu sorgularla arkan›zdan polisin gönderdi¤i fezlekeler, fezlekelerin iddianameye dönüflmesi, yine san›ks›z mahkemeler, yine d›flar› at›lan, söz hakk› verilmeyen tutuklular. Sonras›na bakal›m, DGM’ler AB uyum yasalar› çerçevesinde kald›r›ld› da bir fley mi oldu, hay›r, sadece tabelalar› de¤iflti. Yerine özel görevli mahkemeler kuruldu. Bu çerçevede bak›ld›¤›nda 12 Eylül yasalar› de¤iflmemifl, yarg›lama sistemi de¤iflmemifl, iflkence ve bask›ya dayal› politika de¤iflmemifl; bir k›sm› daha da a¤›rlaflt›r›lm›fl hatta. Mesela, eskiden örgüt üyeli¤inden dört sene yat›yordunuz, flimdi 12 sene. Eskiden daha fazla delile dayanmaya çal›fl›yorlard›, flimdi o kadar delile dahi ihtiyaçlar› yok ceza vermek için. Evinde bildiri yakalanan çocuk senelerce ceza al›yor. Bugün F Tipi cezaevlerinde yatanlar›n yüzde 80’inin tek bir eylemi dahi yok. Zaten Türkiye’nin bat›s›nda senelerdir silahl› eylem mi var? Ona ra¤men, F Tipi cezaevleri a¤z›na kadar dolu. Bir toplum evlatlar›n›n içine düfltü¤ü adaletsizlikle yüzleflmezse, hesaplaflmazsa bunlar›n hepsi olur. Üçüncü kitab›n›z “Bizim Çocuklar Yapamad›”da ilk iki kitaptan farkl› olarak içe dönük bir hesaplaflma var. 12 Eylül döneminde sol siyasetin içinde bulunmufl insanlar yaflad›klar›n› anlat›yor. Bu anlat›c›lar› neye göre seçtiniz? Hepsi toplumla ilgili kayg›lar duyan, gelinen noktadaki olumsuzluklar›, yaln›zlaflmay› fark etmifl insanlard›. Örgüt ayr›m› yapmad›m. Yeter ki anlat›c›n›n 12 Eylül öncesinde yap›lanlara karfl› derin önyarg›lar› olmas›n, o dönemi göklere ç›karmak ya da kötülemek için çaba harc›yor olmas›n, objektif baks›n, anlatacak güçlü bir hikâyesi olsun. Hiçbir örgütü yarg›lamak gibi bir amac›m yoktu. Ken-
bir bast›rma operasyonu de¤il, 10, 20, 28 sene sonras›n› da güç ve denetim alt›na almay› hedefliyor. Bu operasyonun bu kadar zamana yay›lmas› befl geri zekâl› generalin politikas›d›r dersek, onlara kendi konumlar›ndan daha büyük payeler biçmifl oluruz. Cevdet, sözünü etti¤iniz anlat›mlar›nda sendikalar›n bu denli güçlü bir darbeyle karfl› karfl›ya kalmas›n›n anlam›n› çözmeye, 12 Eylül’ün ç›kard›¤› sendika yasalar›n› yorumlamaya çal›fl›yor. Ve flu sonuca var›yor: Bu operasyon günümüzde kapitalizmin ulaflt›¤› küresel boyutun temellerini atmak için o y›llarda dünya genelinde yap›lan bir operasyonun Türkiye aya¤›d›r. Kapitalizm her zaman küreseldi, ama flimdi ulaflt›¤› boyutla ‘80’lerin bafl› aras›nda da¤lar kadar fark var. Sermayenin bugünkü yay›lma h›z› o y›llarla k›yaslanamaz. Art›k büyük sermaye yat›r›mlar›n› istedi¤i yere tafl›yor; yeter ki daha ucuz iflgücü olsun, yeter ki karfl›s›na dikilecek bir iflçi s›n›f› gücü olmas›n. Orada bir tak›m kar›fl›kl›klar m› oldu, sendikalar güçlenmeye mi bafllad›, söküyor fabrikas›n›, baflka yere gidiyor. Bu aflamaya gelebilmek için baz› fleyleri çözmeleri gerekirdi. Dünya genelinde ‘70’lerin sonundan itibaren bafllayan bir sendikas›zlaflt›rma operasyonu var. O y›llar Fransa, Almanya, Japonya gibi geliflmifl kapitalist ülkelerde de sendikal örgütlenmelerin flok fleklinde düflüfle geçti¤i y›llar. O ülkelerde darbe olmay›p bizde olmas›n›n sebebi ne peki? Oralarda darbe olmamas›n›n sebebi, sermayenin çok geliflmifl olmas› ve sendikas›zlaflt›rma operasyonunu ekonomi içi zor mekanizmalar›yla çözebilme güçleri olmas›d›r. Bizim ve Latin Amerika ülkelerinin böyle geliflmifl sermayeleri yok, ama yerel sermayenin küresel sermayeyle bütünleflme sürecinin bir an önce bafllamas› gerekiyor. 12 Eylül’den hemen önce yürürlü¤e giren 24 Ocak Kararlar›’n›n sebebi budur. Bu kararlar yerli sermayeyi küresel sermayeyle bütünlefltirme plan›d›r. Daha sonra Özal taraf›ndan getirilen
“12 Eylül'ün bu kadar zamana yay›lmas› befl geri zekâl› generalin politikas›d›r dersek, onlara kendi bulunduklar› durumdan çok daha büyük payeler biçmifl oluruz.”
12 Eylül’den hemen önce yürürlü¤e giren 24 Ocak Kararlar›, yerli sermayeyi küresel sermayeyle bütünlefltirme plan›d›r. Düflünün, karfl›n›zda yüzde 300 zam talepleriyle grevlere gitmifl, anti-faflist mücadele içinde keskinleflmifl bir iflçi s›n›f› var. Yapmak istediklerini mecburen ekonomi d›fl› zor mekanizmas›yla yapacaklard›.
Ertu¤rul Mavio¤lu
Foto: fiahan Nuho¤lu
di sorular›m›n peflinden gittim. Neydi bu sorular? Bu sorular, kitab›n dört ana do¤rultusunu oluflturuyor: 12 Eylül sonras›nda mahallelerde ne oldu? 12 Eylül sonras›nda sendikalar ve iflçi s›n›f›n›n içinde bulundu¤u durum ne oldu? Üniversitelerde neler yafland›? K›rsal alanda, köylerde ne oldu? Kitab›n›z›n ad›n›, dönemin CIA Ortado¤u istasyon flefi Paul Henze’nin 12 Eylül darbesini ABD Baflkan› Carter’a “Bizim çocuklar yapt›” diye haber vermesine gönderme yaparak koymuflsunuz. “Bizim çocuklar neden yapamad›” sorusunun yan›t›n› buldu¤unuzu düflünüyor musunuz? Kitaptaki anlat›mlar, geçmifl de¤erlendirmeleri gösteriyor ki, halk içinde kökleflemedik. “Bizim çocuklar neden yapamad›” sorusunun yan›t›, “halk içinde kökleflseydik yapabilirdik” olabilir. Yapamad›k, ama yapabilirdik. Yapsayd›k nas›l olurdu, bilmiyorum, bu da ayr› bir tart›flma ve bir kitap konusu galiba. 1970’lerde solun böyle bir fley yapacak bir toplum projesi yokmufl sanki. Sizce var m›yd›? Hakl› olabilirsiniz, ama bunun sebepleri vard›. Bir kere hakikaten çocuk yafltayd›k. Ayr›ca, ne kitlesel, ne de ideolojik olarak güçlü bir miras kalm›flt› bize. Evet, Çayan’›n, K›v›lc›ml›’n›n, Avc›o¤lu’nun yazd›klar› vard› tabii, ama bu teorik külliyat insanlardaki ö¤renme iste¤i ve ihtiyac›n› karfl›lamaya yeter miydi? Buna “yeterdi” cevab›n› veremiyorum. Kitab›n›zdaki anlat›c›lardan Cevdet, mektubunda “Cuntan›n bize karfl› yap›ld›¤›n› ya da darbenin muhalifleri bast›rmak amac›yla tezgahland›¤›n› ifade etmek, iflin sadece görünen yüzüyle ilgilenmektir” diyor. Darbenin görünmeyen yüzünde neler var? Bunlar›n bafl›nda toplumsal muhalefetin bast›r›lmas› var. Ama neden bast›r›lma ihtiyac› duyuldu¤u sorusunun yan›t›n› aramaya bafllad›¤›n›zda bütün foto¤raf ç›k›yor. Biz o kadar flablonlaflt›rm›fl›z ki ifli, “12 Eylül toplumsal muhalefetin üstüne kan ve gözyafl›yla, ateflle gitti, idamlarla, ölümle bast›rd›. Çünkü onlar faflistti” demek yeterli olabiliyor. Faflist olduklar› muhakkak, ama bu eksik bir yan›t. Çünkü 12 Eylül’ün befl generalin ürünü oldu¤una inanm›yorum. Dünya üzerindeki darbelerin hepsi ancak büyük sermaye eliyle gerçekleflirse baflar›l› olabilir. Bu çerçevede 12 Eylül’ün bir asker darbesi de¤il, büyük sermaye darbesi oldu¤unu düflünüyorum. Askeri aklamak niyetinde de¤ilim, asker suçludur, ama bu iflte memur edilmifltir. Memuriyetlerinin gereklerini sonuna kadar yerine getirdiler ve dozaj› kaç›rarak yapt›lar bunu. Dozaj› neden kaç›rd›lar? Belki de gelecek y›llara ipotek koyma arzusuyla alâkal›yd›. Güçler dengesi aç›s›ndan bakt›¤›n›zda, 12 Eylül’deki bütün halk güçlerini düflünün ve darbenin bu güçlere ne kadar fliddetle sald›rd›¤›n› hesaplay›n. Ortada inan›lmaz bir dengesizlik var. Belli ki daha az fliddetle bast›rabilirlerdi. Ama söz konusu olan öyle basit
serbest bölgeler ve yabanc› sermayeye grevsiz, sendikas›z yat›r›m olanaklar› açan yasalar hep bu resmin parças›d›r. Düflünün, küresel sermayeye eklemlenmek için sendikas›zlaflt›rma gerekiyor, fakat karfl›n›zda yüzde 300 zam talepleriyle grevlere gitmifl, anti-faflist mücadele içinde keskinleflmifl, kendisine yönelik sald›r›lara karfl› koyma yetene¤i olan, 1516 Haziran 1970’i, 1 May›s 1977’yi yaflam›fl cevval bir iflçi s›n›f› var. Yapmak istediklerini ekonomi içi zor mekanizmalar›yla yapamazlar, çünkü Türkiye’de geliflmifl kapitalist ülkelerdeki sermaye gücü yok. Mecburen ekonomi d›fl› zor mekanizmas›yla yapacaklard›, darbe yapt›rd›lar. Bu nedenle 12 Eylül bir büyük sermaye darbesidir diyorum. Anlat›c›lar›n›zdan Cevdet “12 Eylül’de kaybettiklerimizin çetelesini tutmak gerekirse s›n›f kavram›n›n unutulmufl olmas›n› ilk s›raya yazar›m” diyor. Hakikaten o y›llarda bu çapta bir s›n›f bilincinden söz edilebilir mi? Kitapta konuflan sendikac›lardan Kâmil’in sözleriyle cevaplayay›m: “1980 öncesinde bir yere grev dayan›flmas›na gitti¤imizde, insanlar çad›rda kalmaya bile raz›lard›, ama çad›rda kalmaya hiç ihtiyaç olmad›. Çünkü gidilen yerdeki insanlar canla baflla misafirleri konuk etmeye u¤rafl›yordu. fiimdi ise bir iflçiyi bir yere dayan›flmaya götürdü¤ümde kaç y›ld›zl› otelde kalaca¤›n› soruyor.” Bu anlat›lanlar iflçi s›n›f›n›n içinde bulundu¤u durumu sergilemesi aç›s›ndan ipuçlar› veriyor. Daha genel bir fley söylemek gerekirse, 12 Eylül’ün verdi¤i en önemli zararlardan biri, toplumsal mücadelenin antitezi olan bireycili¤i toplumun içine sokmas›d›r. Özal felsefesinin de köfledönmecili¤i, baflkas›n›n üzerine bas›p yükselmeyi de¤er haline getirmesi 12 Eylül aç›s›ndan tamamlay›c› bir süreçtir. Bu sürecin iflçi s›n›f›na yans›mas› da s›n›f bilincinin, emekçi kültürünün kaybedilmesi oldu. Böyle olmasa, sendikal hareket bugünkü durumunda olmazd›. Bu durumun tek sebebi 12 Eylül’ün bask› politikalar› m›? Sadece bask›yla dedi¤iniz kadar güçlü bir iflçi s›n›f›n› bast›rmak mümkün mü? Elbette toplumsal dayan›flma duygusunun ortadan kalkmas›n›n sebeplerinden biri bask›lard›r, ama bu her fleyi aç›kla-
51
52
“Tarihsel” bir çift: Kenan Evren ve Turgut Özal
S›k›yönetim mahkemeleri kapat›l›nca demokrasi mi geldi? Hay›r, yerlerine DGM’ler geldi. DGM’ler AB uyum yasalar› çerçevesinde kald›r›ld› da bir fley mi oldu, hay›r, sadece tabelalar› de¤iflti. 12 Eylül yasalar› de¤iflmemifl, yarg›lama sistemi de¤iflmemifl, iflkence ve bask›ya dayal› politika de¤iflmemifl, bir k›sm› daha da a¤›rlaflt›r›lm›fl hatta.
de yafllar› çok gençti hakikaten. Ve bütün hengameye, sald›r›lara ra¤men okuyorlar, ö¤renmeye çal›fl›yorlard›. Fakat bu gençlerin geliflmelerine, tecrübe kazanmalar›na vakit yetmedi. Darbenin zamanlamas› da ilginçtir. Ben hapse düfltü¤ümde 19 yafl›ndayd›m, bütün arkadafllar›m yak›n yafllardayd›. Muhtemel ki daha fazla f›rsat ve düflünme imkân›m›z olsayd›, do¤ruyu bulacakt›k, halk içinde kal›c› olmay› da baflaracakt›k, ama olmad›. Kitab›n›zdaki anlat›c›lar 12 Eylül sonras› halk›n kendilerine s›rt çevirmesine “halk bizi satt›” kolayc›l›¤›yla yaklaflmak yerine, özelefltiri yap›p hatalar›n› sorguluyor. Genel anlamda sol, bu sorgulamay› yapt› m›? Aç›kças› yaflananlara dair çok elefltirel metinlerle karfl›laflmad›m. Sol kendini bir sorgulamaya tâbi tutmak yerine olumlu yönlerini öne ç›karma çabas› gösterdi. Her geliflme bir tarihsel zemin üzerinde olur. E¤er tarihsel zemininizi do¤ru yorumlayamazsan›z, gelece¤inizi de var edemezsiniz. Solun, özellikle de “flu kadar senedir siyasal mücadele yap›yorum” iddias›ndaki hareketlerin i¤neyi kendilerine bat›rarak böyle bir sorgulamaya girmesi gerekti¤ine inan›yorum. “Nas›l devrim yapar›m” sorusunun cevab› “nas›l bir ülkede yafl›yoruz” sorusunun cevab›yla do¤rudan alâkal›. Bu sorulara do¤ru yan›tlar bulamazsan›z, devrim yapamazs›n›z. Halk›n olaylar karfl›s›ndaki davran›fllar›yla ilgilenmezseniz, halk›n içinde örgütlenemezsiniz. Devrimciler 1970’lerde neleri de¤ifltirdi sizce? Eflitlik ve özgürlük iste¤i, bir rufleym halinde olsa da, her dönem yaflam›flsa, o siyasal örgütlenmeler sayesindedir. Ama en önemlisi, devrimciler bir adalet umudunun varl›¤›n› gösterdiler. Bunun toplumsal karfl›l›¤› olmayabilir, hayal kuruyor da olabilirim. Ama kendimden örnek verirsem, kendi içimdeki adalet duygusunu tamamen kendi siyasal çal›flmalar›m sayesinde ald›m.
Adalet umudunun varl›¤›n› gösterdiler dedi¤iniz sol örgütlerden baz›lar› sol içi çat›flmalara kat›ld› ve çok say›da devrimci bu çat›flmalara kurban gitti. Solun birbirini bo¤azlamas›, pek çok insan›n bu çat›flmalarda hayat›n› yitirmesi adaletsizli¤e dair güçlü bir tak›m veriler olarak da görülebilir. Ama bugün hiç kimse bu çat›flmalar› ve ölümleri savunabilecek durumda de¤ilse, bunun sebebi de y›llar içinde yarat›lm›fl o adalet duygusuyla alâkal›d›r. Anlat›c›lardan Kemal “Toplumda 1984-85’ten itibaren oluflan yeni kanaat, devletin de¤il, piyasan›n alt edilemeyece¤i düflüncesidir” diyor. Bunun sola yans›mas› ne oldu? Bugüne bakarsak, kendisine “liberal solcu” diyen insanlar bu düflüncenin ürünü. Kendilerine liberal sol ad›n› tak›yorlar –ki bana sorarsan›z bunlar›n hepsi sa¤c›l›¤›n politik analiz alan›ndad›r– ve amaçlar› solu uysallaflt›rmak. Birço¤u geçmiflinde bir dönem devrim hayal eden insanlard›r. Sonra kendilerine yeni bir yol aram›fllar. Hem muhalif görünsünler, hem sistem içinde kals›nlar. Sola ak›l vermeye çal›fl›yorlar. Öyle bir düzen kurulsun ki içinde piyasa olsun, özel mülkiyet olsun, sömürünün en katmerlisi olsun, ama bunun içerisinde demokrasi de, insan haklar› da olsun. Yani toplamda daha akla uygun bir piyasa sistemi istiyorlar. Elleri kalem tutuyor, güzel yaz›yorlar. Çünkü yaz›ya dair tüm birikimlerini geçmiflteki sol jargon içerisinden alm›fllar. Bence inand›r›c›l›klar› da, toplum içindeki etki güçleri de buradan geliyor. Ama bana sorarsan›z bu, ruhunu, kendini satm›fll›kt›r. Bu insanlar geçmiflte devrim istiyordu. Bugün sistemin yaflat›lmas›n›n bir unsuruna dönüflmüfl durumdalar. En baflta kendilerini ikna etmeye çal›flt›klar› için çevrelerinde eskileri ça¤r›flt›ran vicdanl› seslere yer vermek istemiyorlar. Kendilerine “liberal sol” deyip hâlâ solda olduklar›n› kan›tlamaya u¤rafl›yorlar. Solla bunlar aras›nda gerçek alt›nla sahte alt›n aras›ndaki kadar fark var asl›nda. Ama kendisinin gerçek oldu¤unu kan›tlamak için ne yapacak, gerçek olana sald›racak “o sahte, ben gerçe¤im” diye. Bunu yaparken tabu y›k›yor gibi görünmek de istiyorlar. Sürekli "Deniz Gezmifl flöyleydi, böyleydi" demek tabu y›kmakm›fl. Deniz tabu de¤il ki yahu! O bizim hayat›m›z, zenginli¤imiz. Hem bunlar› yazanlara sormak lâz›m, sen kimsin? Deniz’i ne zaman tan›d›n? Sen kaç defa öldün ki Deniz’lerin ölümünü anlayabiliyorsun? Irkç› dedi¤in Deniz 26 yafl›nda idam sehpas›nda “yaflas›n Kürt ve Türk halklar›n›n kardeflli¤i” diye slogan atm›fl. O yaflta bir adam bunu hangi motivasyonla yapm›fl, kafan› biraz buna çal›flt›r. Ama dedi¤im gibi, böyle fleyler yap›p “ayk›r›” görünmeye çal›fl›yorlar. Bunu bir süre topluma yutturabilirler de, ama hep sürmez. ‹flte mahfler, hep birlikte görece¤iz.
Söylefli: Murat Toklucu
maya yetmiyor. 12 Eylül’den söz ederken hep depolitizasyondan, yani insanlar›n politikadan uzaklaflt›r›lmas›ndan söz ederiz. Bunun do¤rulu¤undan çok emin de¤ilim. Çünkü mesela siyasal ‹slâm’a yönelenler oldu, yani tam bir politikadan uzaklaflt›rma söz konusu de¤il. Bence bunun yerine despolitizasyonu, yani insanlar›n kendi politik ç›karlar›ndan uzaklaflt›r›lmas›n› kullanmal›y›z. Çünkü insanlar kendi ç›karlar›n›n oldu¤u yerde politika yapmaktan vazgeçip ‹slâm’a, bireycili¤e ya da lumpen kültüre yönelerek buralarda kendini yeniden var etti. Ha, tabii bask› yasalar› eflli¤inde oldu bu. Baflka türlü de olmazd› zaten. Arjantin, fiili, Brezilya gibi ülkelerde de bizimkine yak›n dönemde çok vahfli darbeler oldu. Ama Latin Amerika’n›n birçok ülkesinde bugün sol rüzgârlar esiyor. Onlar›n bizden fark› ne? Bu, pefline düflmeyi tasarlad›¤›m sorulardan biri. Uzun zamand›r Latin Amerika soluna dair okumalar yap›yorum. Kafamda Latin Amerika’da bir süre kal›p “onlarda olup da bizde olmayan ne” sorusunun pefline düflmek, bunu bana anlatacak, tarif edecek insanlarla konuflmak var. Do¤rusu, bu çal›flmay› yapmadan sorunuza yan›t vermek istemiyorum. fiimdi verece¤im cevap okumalar›mla s›n›rl›, eksik ve yanl›fl olur. Darbeden önce egemen olunan mahallelerde bar›namamak kitab›n›zdaki ana konulardan biri. Örne¤in, anlat›c›lar›n›zdan Leyla “Ev çal›flmalar›nda en komik olan, kad›nlarla birlikte kitap okumakt›. Mesela ‘Leninizmin ‹lkeleri’ni okurduk. Kimse bir fley anlamazd›. Onlar› okumak yerine insanî iliflkilerimizi daha fazla gelifltirseydik, daha kal›c› bir örgütlenme oluflturabilirdik” diyor. Sol egemen oldu¤u mahallelerde bile neden kal›c› örgütlenme yaratamad›? Düflünün, hâlâ devrimcilerin kurdu¤u mahalleler var. Mesela Ümraniye, Nurtepe, Ça¤layan öyledir. Böyle çok örnek var. Mahalleyi kurmuflsun ve orada vars›n, halk seni kabul etmifl. Ve buralarda kökleflememiflsin. Bunu beceriksizlik olarak görüyor de¤ilim. Devrimci hareket daha rufleym halindeyken, kendini daha var edememiflken inan›lmaz faflist sald›r›larla karfl› karfl›ya kald›. 1975 ve ‘76’dan itibaren her yerden devrimci cenazesi kald›r›lmaya baflland›. Hâl böyle olunca faflistlere karfl› verilen mücadele devrimcilerin eksenini belirler hale geliyor. Yani bu insanlar›n aç›kças› çok proje üretmeye, bu halk›n içinde nas›l köklefliriz sorusunun yan›tlar›n› bulmaya vakit ve f›rsatlar› oldu¤unu düflünmüyorum. Kahveler, grev çad›rlar›, okullar taran›yordu. 16 Mart Katliam› bir efsane de¤il, çok somut, üniversiteden ç›kan ö¤rencilerin bombalanmas› ve otomatik silahlarla taranmas› olay›d›r. Okuldan toplu ç›k›yorlar, çünkü tek tek dolaflsalar mutlaka sald›r›ya u¤rayacaklar. fiiddetin dozuna bak›n. Üstelik bu, devletin resmî güvenlik görevlilerinin aç›k iflbirli¤inde gerçeklefltiriliyor. Bir
Onlar kitap okuyor. ‹PEK SOKAK 5, 34433 BEYO⁄LU, ‹STANBUL
Toplum Gönüllüleri "Hâlâ Kitap Okuyoruz" kampanyas› Samsun, Cumhuriyet Meydan› 26 Nisan 2008 Foto¤raf: Aflir Çal›flkan
Yeni Kitaplar ‹çimizdeki Maymun, Frans de Waal Medyada ‹slam, Edward W. Said A'dan X'e, John Berger Ekfli Üzümler, Jon Elster fieffaf Zihinler, Dorrit Cohn Uzak Y›ld›z, Roberto Bolaño Arma¤an, Lewis Hyde Kurfluni, Kemal Selçuk Cinsiyet Belas›, Judith Butler Çokbilmifl Özne, Bülent Somay Ifl›k Sözcükleri, Eduardo Cadava Geç Dönem Üslubu, Edward W. Said Dünyevi ve Kutsal, Özgür Taburo¤lu Nedenselli¤in Kültürel Tarihi, Stephen Kern Kelebek Düflleri, Baflo Haiku, Oruç Aruoba
Okumak ‹steyen Herkesi Bekliyoruz..
Tüyap Kitap Fuar› 1-9 Kas›m 2008, Salon 3, Stand No: 306
metis T 212 2454509
F 212 2454519
E bilgi@metiskitap.com
W metiskitap.com
F‹KR‹ TAK‹P: “‹STANBUL’DA B‹R SÜRREAL‹ST”
Dali’nin cesetleri, iflçinin biletleri Dali sergisinin tozu dumana katmas› üzerine biz de geçen say›da George Orwell’e baflvurmufl, Dali’nin nas›l bir flahsiyet oldu¤unu bizzat kendi otobiyografisi üzerinden anlamaya çal›flm›flt›k. Peki o flahsiyet bizim için neyi temsil ediyor, büyük burjuvazimiz bu sergiden nas›l bir sembolik ve reel sermaye umuyor? Biraz kafay› çal›flt›ral›m... e kadar do¤rudur bilinmez, Sak›p Sabanc› Müzesi’nde bafllayan Salvador Dali sergisini bir buçuk günde 4 bin 200 “sanatsever” gezmifl. Gazetenin haberine göre bu rekormufl. Gazetedeki haberin foto¤raf›nda “sanatsever” bir kuyruk görüyoruz, ama yine de bu haberde verilen “sanatsever” say›s›na kuflkuyla yaklaflmam›z›n nedeni, bu tür haberlerin tam da “önünde kuyruk oluflsun” diye yap›lan sergiler için manipülasyon arac› olmas› ve halkla iliflkiler niteli¤i tafl›mas›. Yukar›da bahsetti¤imiz haber, 22 Eylül Pazartesi günü ‹stanbul’da ücretsiz da¤›t›lan gazetelerden birinde ç›km›flt›. Google’da küçük bir araflt›rma yap›yoruz. 19 Eylül Cuma yani yukar›daki haberden üç gün önceki Milliyet gazetesinin kültür sanat sayfas›nda bir bafll›k: “Dali’den rekor beklentisi.” Sergiyi haz›rlayanlar, bas›n toplant›s›nda serginin muhteviyat›na iliflkin bilgileri verdikten hemen sonra “serginin Picasso sergisinin ziyaretçi rakamlar›n› geçece¤ini ve rekor k›raca¤›n› düflündüklerini” de sözlerine ekleyerek yönlendirmelerini yapm›fllar. NTVMSNBC internet haber portal›ndan devam edelim: “Dün akflam, ‘‹stanbul’da Bir Sürrealist: Salvador Dali’ sergisiyle ilgili bas›n toplant›s›na gösterilen ilgi gerçekten de efline az rastlan›r bir ilgiydi. 18 gazete, 18 televizyon kanal›, 4 haber ajans›, 24 dergi, 4 haber portal›, Türkiye’de temsilcili¤i bulunan yabanc› bas›n kurulufllar›ndan 6 temsilci, 1 radyo ve yurtd›fl›ndan da Le Monde, El Pais, The Times gibi gazetelerden 10 kifli bas›n toplant›s›n› izledi. Toplamda 75 yay›n ve 149 bas›n mensubu vard›.” Müze müdiresi, bas›n toplant›s›na gösterilen yo¤un ilgiden yola ç›karak, “Picasso’da bu kadar bas›n ilgisi yoktu, san›r›m Dali sergisiyle büyük bir rekor k›r›lacak” demifl. Serginin maliyetiyle ilgili sorulara net bir yan›t vermekten kaç›nan müze müdiresi, sadece serginin çok maliyetli ve masrafl› oldu¤undan bahsetmifl. Serginin maliyet, masraf, para k›sm›na yaz›n›n sonunda tekrar dönece¤iz. Gördü¤ümüz tüm haberlerdeki ana yönlendirme bu serginin çok gezilece¤i! Bafltan sona bir yönlendirme ve halkla iliflkiler faaliyeti fleklindeki haberleri, en son cumhurbaflkan› ve eflinin de sergi aç›l›fl›na geldi¤ini gösteren haberler taçland›r›yor. Böylece, toplumdaki tüm kesimlerin, ilericisinden muhafazakâr›na, bu sergiyi gezmesi için foto¤raftaki son halka da tamamlanm›fl oluyor. Bu son görüntü, sanat›n bir yan›yla burjuva s›n›f›n›n ince zevkinin bir ürünü, di¤er
N
54
yan›yla devletin ve ulusun ne kadar ileride oldu¤unu gösteren anlay›fl›n temsili ayn› zamanda.
Ceset olarak sanat eseri fiu ana kadar sergiyle ilgili gazete ve internet üzerindeki haberlerden bahsettik. Türkiye’deki gazete okuma al›flkanl›¤› ve gazete tirajlar› düflünüldü¤ünde, rekor beklentili bir sergiyi destekleyecek yeterli kitle iletifliminin sa¤land›¤› söylenemez. ‹stanbul’da yaflayanlar bilir, E5 karayolu üzerindeki üstgeçitler, Büyükflehir Belediyesi taraf›ndan propaganda amaçl› duyurularda kullan›l›r. Önünden günde binlerce arac›n geçti¤i bu aç›k alan reklam yerleri hiçbir flekilde özel flirketlere verilmez. Zaten do¤rusu da budur. Çünkü trafik yönetmeli¤ince bu yerlere reklam verilmesi, araç güvenli¤i aç›s›ndan sak›ncal›d›r. Buna ra¤men belediyenin, hükümetin propaganda amaçl› duyurular›nda ve kültür organizasyonlar›n›n duyurular›nda bir istisna uygulan›r. ‹stanbul’daki, Formula1 dahil, tüm di¤er büyük gösterilerin reklamlar›na sponsor adlar›yla birlikte burada rastlars›n›z. O istikamette yolculuk yap›yorsan›z, buradaki duyurular› kaç›rma flans›n›z hemen hemen hiç yoktur. Belediye tüm bu imSalvador Dali ve kurukafas›
Dali, burjuvaziyi floka u¤ratamaman›n yan›nda, asl›nda tam da istenildi¤i gibi özgün, nadir ve “tehlikeli” bir e¤lencelik olarak al›mlanm›flt›r. Günümüzde ise bir baflka Dali’nin, Damien Hirst’ün yap›tlar›nda, parçalama, vahflilik, gösteriflli lüks ve ölüm gibi temalarla yeniden karfl›lafl›yoruz.
kânlar› sa¤larken, kültür ve sanat›n yaratt›¤› masumiyet z›rh›n›n arkas›na s›¤›n›r. Dali sergisini haz›rlayanlar bas›n toplant›s›nda bu serginin 2010 Avrupa Kültür Baflkenti ‹stanbul’un marka de¤erine katk›da bulunaca¤›n› söyleyerek, masumiyet z›rh›n›n yaratt›¤› bu mazereti desteklemek için adeta kendi aralar›nda paslafl›rlar. Bu yaz›n›n haz›rland›¤› s›ralarda serginin sponsoru banka, bunca halkla iliflkiler ve tan›t›m haberinin oluflturdu¤u atmosfer üzerinden televizyon ve radyo reklamlar›yla finali gerçeklefltiriyor, herkesi sergiye davet ediyordu! Ama ortada flöyle bir sorun var: Önlerinde kuyruk oluflsun diye yap›lan bu tür sergiler ilgiyi günümüzden tamamen uzaklaflt›r›yor. Güncel olan›n perspektifini de¤ifltirip oda¤a geçmifli oturtuyor. Geçmifl ve geçmifli koruyan müzeler deyince, müze uygulamalar›n›n ideolojik pozisyonundan bahsetmek gerekir. Bu pozisyondan bahsetmek, tarihin nas›l yaz›ld›¤› ve iletiflime sokuldu¤u üzerine, kimin tarihine ses verildi¤i, kimin susturuldu¤u üzerine konuflmak demektir. ‹ktidar, temsil ve kültürel kimlik aras›ndaki iliflkiler, müze uygulamalar› üzerinden yeniden üretilir. Müzenin koruma, toplama ve sanat yap›tlar›na statü biçme ifllevi sorgulanmal›d›r. ‹ster müze olsun ister galeri, “beyaz küp”ün tarafs›z ve masum bir mekân olmad›¤›, s›n›fsal bir uzant›s› oldu¤u, herkesin kabul etti¤i bir gerçektir art›k. Müzeler sanat yap›tlar›n›n aile mezarl›¤›d›r. Müze emekçileri bu malzemeyi tarihsel bir s›ra içinde tasnif edip “sanat ardiyesi”nin “envanter defteri”ne gömme göreviyle hep karfl› karfl›ya kalm›fllard›r.1 Gömülü kalmak her fleyden önce cesetlerin yazg›s›d›r. “Salon resmi” iyiden iyiye ölü bulunal› çok oldu. Ama ço¤unlukla sanat tarihçileri, toz halindeki kal›nt›lar aras›nda aranarak yaflam taklidi yapan bir fleyler ç›karmaya ticarî nedenlerle çok merakl›d›r. Türkiye’de burjuvazinin bu tür sergileri yapmak istemesinin bir nedeni de, “salon sanat›”n› kullanmak, dünya burjuvazisine “bak›n, biz de yapt›k” demek içindir. Bu tür sergi ba¤lamlar›n›n nesnelere nas›l anlam yükledi¤ini, sanat›yla olan iliflkimize nas›l egemen oldu¤unu her zaman deflifre etmek gerekiyor.
Kapitalist dekadans ve sanat Buraya kadar, Dali’nin ‹spanya ‹ç Savafl›’n›n sonunda faflist Franco rejimini nas›l destekledi¤inden, André Breton taraf›ndan “dolar heveslisi” olmakla suçlan›p sürrealist gruptan nas›l at›ld›¤›ndan falan bahsetmedik. Yi-
ne de zihin aç›c› olacak birkaç noktaya de¤inmekte fayda var. 1920’ler Paris’i her anlamda modern sanat›n dokunulmaz “fleytanî deha”lar› için bir beflik görevi görmüfltür ve ayn› zamanda bu Paris, dekadans›n doru¤a ç›kt›¤›, bohemli¤in son demlerini yaflad›¤›, aristokrasinin gösteriflli ziyanl›klara ve lükse doymad›¤›, sermaye birikiminin, zenginli¤in ve tüketimin vahflice artt›¤› bir zaman aral›¤›na iflaret eder. Dali (Picasso da) iflte tam bu zaman aral›¤›nda ç›k›fl›n› yapm›flt›r. Dali’nin resimlerinde s›kça görülen kafataslar›, bir arzu nesnesi olarak çizilmifl cesetler, fliddete maruz kalm›fl, deforme olmufl ve uzam›fl bedenler bu aristokrasinin ilgi oda¤› olmufltur. Aristokrasi/burjuvazi ile bu tür fliddet yüklü sapk›nl›klar›n sergilenmesinden zevk alma durumu aras›nda irdelenmeyi hak eden bir ba¤lant› oldu¤u aflikâr. Bu ba¤lant› belki kapitalizmin vahflili¤i ile kötülük (sömürü ve ezme zevki gibi) aras›ndaki ba¤dan veya sömürenin sömürüsünden, uygulad›¤› fliddetten kendine itiraf edemedi¤i zevki ancak bu flekilde ifade edebiliyor olmas›ndan kaynaklan›yor olabilir. Ne olursa olsun Dali’nin resimleri ve Dali, aristokrasi/burjuvaziyi floka u¤ratamaman›n yan›nda, asl›nda tam da istenildi¤i gibi özgün, nadir ve “tehlikeli” bir e¤lencelik olarak al›mlanm›flt›r. Günümüzde ise bir baflka Dali’nin, Damien Hirst’ün yap›tlar›n› düflündü¤ümüzde, parçalama, vahflilik, gösteriflli lüks ve ölüm (kuru kafa) gibi temalarla yeniden karfl›lafl›yoruz. Manidar olan, dünyan›n son yirmi-otuz y›ll›k döneminin de kapitalizmin yaratt›¤› eflitsiz zenginliklerin, devasa al›flverifl merkezlerinin, tüketimin gemi az›ya ald›¤›, dokuz ömrü olsa paras›n› bitiremeyecek olan CEO’lar›n servetlerini saçmalar› için sahnelenen nadir lüks objelerin, gösteriflli e¤lencelerin ve ayn› zamanda hafsalaya s›¤mayan yoksullu¤un ça¤› olmas›. Avrupa’n›n 19. yüzy›l sonu ile 20. yüzy›l bafl› aras›nda yaflad›¤› ütopya dönemi 1929 kriziyle sonland› ve arkas›ndan faflizm ve ‹kinci Dünya Savafl› geldi. Bizimki ise 2008 kriziyle sonlanmak üzere. Daha da garip olan, mazbut Türkiye burjuvazisinin Dali ile kendine övünecek bir nesne buldu¤unu düflünmesi! ‹çeri¤e bu kadar yabanc›lafl›lmas› hem sanat›n ne kadar kaygan bir zemin oldu¤unu hem de Dali’nin oynad›¤› sahte flok oyununun ne kadar geçersiz oldu¤unu bir kez daha gösteriyor. ‹nsan›n içinden “Paflazade Hülya han›m, onlar inci de¤il, bok!” demek geliyor. Dali’nin sanatsal de¤eri gibi sanat›n “sözde özerk” konusu olabilecek alanlara daha fazla girmeyelim. Sadece Marksist Yunan sanat tarihçisi Nicos Hadjinicolaou’nun bir görüflünü hat›rlatmakla yetinelim: Sanat› “büyük sanat” yap›tlar›n›n toplam› sayan belli bir anlay›fltan kaynaklanan tüm zihinsel ça¤r›fl›mlar› kafam›zdan atmam›zda fayda var. Ve devam›nda, bir sanat yap›t› kim taraf›ndan ve hangi nedenlerle “güzel” say›lm›flt›r? Bu maddeci soruyu sormay› unutmamal›y›z.
Sanat›n tehlikesiz sular› Müze müdiresinin söyledi¤i gibi, Dali sergisi tafl›nma, sigorta ve di¤er çal›flmalarla çok büyük, çok masrafl› bir sergi... Türk burjuvazisi hem ‹stanbul’un marka de¤erine katk›da bulunman›n, hem de Türkiye’ye böyle bir sergiyi getirerek tan›t›m gibi “ulvî” bir amac› gerçeklefltirmenin mutlulu¤u içerisinde hiçbir masraftan kaç›nmad›klar›n› “görgü” kurallar› çerçevesinde bas›n toplant›s›nda söylemeye çal›fl›yor. (Sanat, kültür, hay›r gibi ifllerde paradan bahsetmek asl›nda çok büyük bir görgüsüzlük de¤il mi?) Ama tam da bu masraf meselesi üzerinden serginin neden bu kadar pohpohland›¤›n› anlayabiliriz. Picasso sergisi de o güne kadar yap›lm›fl en büyük bütçeli sergi idi. Fakat o sergide kesilen biletler üzerinden elde edilen sat›fl gelirleriyle Sabanc› Müzesi masraflar›n› karfl›lad›¤› gibi, müzenin kasas›na ekstra para kalm›flt›r. (Bu bilgiyi güvenilir kaynaklardan teyit ettik.) Müze müdiresinin “Dali sergisi rekor k›racak” 盤›rtkanl›¤›n›n arkas›nda, serginin masraflar›n›, bu tür etkinlikleri mutlaka izlemesi gerekti¤i yan›lsamas›na kap›lan “flehir proletaryas›”na bilet keserek ç›kartmaktan baflka amaç yatm›yor. Güncel olan›n bu tür gösterisel sergilerle örtbas edilmesi ve bu örtbas ifllemi s›ras›nda Türkiye burjuvazisinin kendi ad›na biraz daha simgesel ve maddî de¤er katmas› söz konusu serginin as›l anlam ve amac›n› oluflturmaktad›r. Bu gösteride izleyiciye/flehir proletaryas›na biçilen görev bilet alarak sergiyi gezmek ve burjuvazinin kültürel alanda yürüttü¤ü s›n›f mücadelesinin bir arac› olan mekanizmada müteflekkir bir çark ifllevi görmektir. Bu gösterilerin gördü¤ü sanal ilgiyi yaratan dürtü Dünya Kupas› ya da rekor bir bütçeyle çekilen bir Hollywood yap›m›n›n gördü¤ü ilgiyi yaratan dürtüyle ayn›d›r: Büyük bir gösterinin parças› olma dürtüsü. Yarat›lan sanal ve ütopik dünyan›n bir parças› olmak dürtüsü. ‹flte burjuvazi kurgulad›¤› o dünyan›n kap›s›n›n önünde bilet kesmektedir. Sanat bütün bu gösteride sanki ana rolü oynuyor gibidir, fakat ortada sanattan bahsedilebilecek herhangi bir nüve bulunmamaktad›r. Sanat›n bu sanal sunumunda yaflama, topluma dair zenginlefltirici bir anlam bulmak da mümkün de¤ildir. Türkiye burjuvazisi, ulusalc› ya da muhafazakâr olsun, kültürel olarak her zaman tutucu ve kapal› olagelmifltir. Tarihin raflar›ndaki tozlu, ehlîleflmifl, zarars›z cesetlere duydu¤u ilginin ve ‘60’lar sonras› geliflen, güncel olana dokunan sanatsal tav›rlar› ›srarla görmezden gelmesinin alt›ndaki bir baflka neden de budur. Daha da can al›c› olan, bu tavr›n›n sanat akademileri ve sanat entelijensiyas› taraf›ndan desteklenmifl ve hâlâ destekleniyor olmas›d›r. Marcel Broodthaers ve Hans Haacke gibi müze ve galerilerin ideolojik ifllevlerini sorunsallaflt›ran sanatç›lar› sanat tarihi kitaplar›ndan bilen, ama bir türlü güncel durumla ba¤lant›s›n› kuramayan yar› kör
Zaman›m›z›n Dali’si Damien Hirst’ün mücevherli kurukafas›
Burjuvazi ile Dali’ninki gibi fliddet yüklü sapk›nl›klar›n sergilenmesinden zevk alma durumu aras›nda irdelenmeyi hak eden bir ba¤lant› oldu¤u aflikâr. Bu ba¤lant› belki kapitalizmin vahflili¤i ile kötülük aras›ndaki ba¤dan veya sömürenin sömürüsünden, uygulad›¤› fliddetten kendine itiraf edemedi¤i zevki ancak bu flekilde ifade edebiliyor olmas›ndan kaynaklan›yor olabilir.
yar› sa¤›r entelijensiya, sanat› hep nostaljik bir aurayla süslü, flimdiki zamana de¤il, kay›p bir geçmifle seslenen sihirli bir obje olarak görmekte diretir ve onu tehlikesizli¤in uslu sular›na mahkûm eder. Böylece sanat›n flimdiki zamana dokunabilecek, kapal› kap›lar› açabilecek, hayat› dönüfltürebilecek potansiyelleri sinsice bast›r›l›r ve yok say›l›r. Kültür ve sanat üzerindeki s›n›f mücadelesi sadece ve sadece sponsorluk sisteminin açmazlar›n› veya kültürel üretim araçlar› üzerindeki hâkimiyeti deflifre etmekle kendini s›n›rlamamal›d›r. Bütün bu maddî tablonun arkas›nda sanat›n biçimi üzerinde kurulan hem siyasal hem de sanatsal bir mücadele vard›r. Burada biçimle kast›m›zdan hem sanat›n –kurumlar, bankalar, sponsorluk sistemi gibi– üretim ve al›mlanma flartlar› hem de sanata yaflamsall›k katabilecek güçleri etkinlefltiren ya da bast›ran sanatsal biçimler anlafl›lmal›d›r. Bu noktada belli bir sanatsal biçimin belli bir siyasete denk geldi¤i ak›ldan ç›kar›lmamal›d›r. Yani Dali sergisinin sinsili¤i, flimdiki zaman› örtbas etmesi ve halkla iliflkiler etkinli¤i olmas› bir yana, belli bir sanat anlay›fl›n›n propagandas›ndan ibaret olmas›ndad›r. Burak Delier - Kamil fienol *Bu yaz›n›n k›sa bir versiyonu ‹flçi Mücadelesi dergisinde yay›nlanm›flt›r. 1. Müze/mezar metaforu ilk olarak Rus avangard sanat elefltirmeni Nikalai Tarabukin, daha sonra da Theodor W. Adorno taraf›ndan kullan›lm›flt›r.
55
GALATASARAY TR‹BÜNLER‹ ALPASLAN D‹KMEN’E A⁄LIYOR
S›n›flararas› ba¤lant›n›n en güzel ön liberosu fiiflli Camisi geçen ay tarihi günlerinden birini yaflad›. Trafik kazas›nda hayat›n› kaybeden 43 yafl›ndaki Alpaslan Dikmen 5 bin kifli taraf›ndan son yolculu¤una u¤urland›. Tam bir organizasyon adam›yd›, ama rakiple kavga için sokak krokileri ç›kartmak de¤ildi bu tribün sevdal›s›n›n ifli. Tam da böyle bir adam oldu¤u için, farkl› renklere sevdalananlar son yolculu¤unda kol kola yürüdüler... Mevzubahis olan samimiyetti, arkadafll›kt›; renkler ne ola ki... on yolculu¤una alk›fllarla u¤urlanan ayd›nlar, sanatç›lar; öfkeli kalabal›klar›n hayk›r›fllar›yla topra¤a verilen flehitler; sloganlarla yüceltilen politikac›lar, ard›ndan a¤›tlar yak›lan gençler; gözyafllar›yla u¤urlanan aile büyükleri, dostlar, komflular... Bunlardan en az birine flahitlik etmiflsinizdir. Bir insan ebedî istirahatgâh›na tezahüratlarla u¤urlanabilir mi peki? Türkiye’de tribün kültürünün en önemli figürlerinden Alpaslan Dikmen geçen ay fiiflli Camii’nden iflte bu tezahüratla u¤urland›: “Y›llar y›l› hiç b›kmad›n, büyük bir aflkla ba¤land›n / Yeri geldi sabahlad›n bütün ömrünü harcad›n / fiimdi söyle nerdesin sen, oldu mu b›rak›p gitmen / Keflke ç›k›p flaka desen, ne olur Alpaslan Dikmen….” Bayram tatili için ailesiyle birlikte ‹stanbul’dan Antalya’ya yola ç›km›flt›. Bursa’da flarampole yuvarlanan araçtan emniyet kemeri takmad›¤› için f›rlay›p 50 metre öteye sürüklendi. Efli ve çocu¤u kazay› ufak s›yr›klarla atlat›rken Alpaslan olay yerinde hayat›n› kaybetti. Haber ‹stanbul’a ulaflt›¤›nda kimse ertesi gün Ali Sami Yen’de görmeyi umduklar› arkadafllar›n›n Antalya’ya gitti¤ine inanmad› önce. Hayat›n› Galatasaray’a adam›fl Alpaslan Dikmen, dört günde iki maç varken bayram tatiline mi giderdi? ‹hmal, kader, ecel ve keder kelimelerinin anlam›na sözlükten hiçbiri bakmad›. Alpaslan hepsine hat›rlatm›flt› zaten...
S
Sosyal projeler adam› 2000 y›l›n›n ikinci yar›s›na gelindi¤inde Galatasaray, arka arkaya dört flampiyonluk kazanm›fl, Kopenhag’da UEFA, Monaco’da Süper Kupa kald›r›lm›fl, sar›-k›rm›z›l› taraftarlar kendinden geçmiflti. Ertesi sezon “art›k kazanacak ne kald› ki” diyenler tribünleri bofl b›rak›nca, çocuk yafltan beri Galatasaray’›n peflinden koflan farkl› sosyal çevrelerden kad›nl› erkekli 53 kifli, 20 Ocak 2001’de “ultrAslan” ad›n› verdikleri taraftar grubunu kurdular. Her fley legal olmal›yd›, dernek olmak için valili¤e baflvurdular. Kuruculardan biri de derne¤in genel sekreterli¤ini üstlenecek olan Alpaslan Dikmen’di. ‹stanbul’un zengin semtlerinde yaflayan, cipiyle maça gelenler, flehrin varofllar›ndan t›kabasa dolu otobüslere binip stada gelenlerle ayn› masalarda, tribünde yan yana koltuklarda bulufluyordu. Bunu bu dünyada ancak “güzel oyun” futbol baflarabilirdi. Galatasaray ‹stanbul kulübüydü, ama bu co¤rafyada taraftar›n›n olmad›¤› köy, mahalle, sokak var m›yd› ki? Alpaslan Dikmen, gün gelecek koordina-
56
O gün fiiflli Camii’ni dolduran befl bin kiflinin belki de yüzde 90’›n› flahsen tan›yordu. Binlerce Galatasarayl›, yüzlerce Fenerli, Befliktafll›, Trabzonlu, Sakaryal› vard›. Onlar› bir araya getiren, Alpaslan Dikmen’in fair-play ruhuydu.
Ölüm y›ldönümlerinde Taçs›z Kral’›n mezar› gül bahçesine dönüyorsa, Ali Sami Yen’in efli Fahriye Yen ölümünden birkaç y›l önce Galatasaray formal› gençleri dizinin dibinde bulup son kahkahalar›n› att›ysa, Kar›ncaezmez fievki ölüm döfle¤inde elini tutan bir Galatasarayl› görebildiyse, Ankara’da Metin Oktay ‹lkokulu ö¤rencileri her eylülde yenilenmifl okullar›nda ders bafl› yap›yorsa, tüm bu gönül ifllerinde imzas› olan Alpaslan Dikmen’di.
tör s›fat›yla Türkiye’deki tüm üniversitelerde sar›-k›rm›z›l› taraftarlar› örgütleyecek ve her üniversitede (hatta liselerde) ultrAslan-Üni gruplar› o üniversitenin en faal sosyal kulüplerinden biri haline gelecekti. Galatasaray art›k hangi deplasmana gitse o flehirdeki ultrAslan oluflumu tak›m› havaalan›nda karfl›l›yor; maç için pankartlar haz›rl›yor ve stadyumda büyük destek veriyordu. Dikmen proje adam›yd›, ultrAslan, önce K›br›s sonra Avrupa derken befl k›tadaki temsilcilikleriyle de¤erli bir marka haline geldi. Yola ç›karken “amac›m›z hiçbir zaman Galatasaray’›n önüne geçmek de¤il” diyorlard›, ultrAslan markas›n›n kullan›m hakk›n› kulübe hediye ettiler. Alpaslan Dikmen ve arkadafllar›n›n baflar›s›n›n alt›nda yatan, dünyada birçok tribün grubunun kartvizitinde yazan politik duruflu ultrAslan’›n kimli¤inde bofl b›rakmak oldu. Grubun politik bir kimli¤i yoktu ve ifllevi sadece futbol tak›m›n› 15 günde bir Ali Sami Yen’de desteklemek de de¤ildi. Birçok sivil toplum kuruluflunun sadece ad›yla varoldu¤u ülkede, Galatasaray sevdal›lar›n› birçok sosyal projede bir araya getirdi Alpaslan Dikmen. Metin Oktay’› unutmayan oydu. 2002’den beri ölüm y›ldönümlerinde Taçs›z Kral’›n mezar› sar›-k›rm›z› gül bahçesine dönüyorsa, Galatasaray’›n kurucusu Ali Sami Yen’in efli Fahriye Yen ölümünden birkaç y›l önce bir huzurevinde, üzerinde Galatasaray formal› gençleri dizinin dibinde bulup son kahkahalar›n› att›ysa; efsane amigo Ka-
r›ncaezmez fievki ölüm döfle¤inde elini tutan bir Galatasarayl› görebildiyse; Ankara’da Metin Oktay ‹lkokulu ö¤rencileri her Eylül’de yenilenmifl okullar›nda, k›rtasiye dolu hediye paketleriyle ders bafl› yap›yorsa; Anadolu’da birçok okula kitap-kalem-defter ya¤›yorsa, tüm bu gönül ifllerinde imzas› olan Alpaslan Dikmen’di iflte. O gün fiiflli Camii’ni dolduran befl bin kiflinin belki de yüzde 90’›n› flahsen tan›yordu Dikmen. Binlerce Galatasarayl›, yüzlerce Fenerli, Befliktafll›, Trabzonlu, Sakaryal›, Anadolu’nun birçok kulübünün tribünlerinden temsilciler vard›. Onlar› bir araya getiren Dikmen’in fair-play ruhuydu. Tribün terörüne onun taraftarl›k sözlü¤ünde yer yoktu. Rakiple kavga için sokak krokileri ç›kartmak de¤ildi bu tribün sevdal›s›n›n ifli. Farkl› renklere sevdalananlar son yolculu¤unda veda ederken kol kola yürüdüler. Mevzubahis olan samimiyetti, arkadafll›kt›; renkler ne ola ki... Geceyi fiamdan’da bitirenle, üniversite yurdunda kal›p burs paras›yla kombine bilet alan Anadolulu gencin ortak arkadafl›yd› Alpaslan Dikmen. S›n›flararas› ba¤lant›n›n en güzel ön liberosu! Amigo muydu? Sözlük anlam›yla tribünleri coflturan. Coflturan de¤il; geçmifli unutan Galatasaray taraftar›n›, efsanelerinin mezar›na koflturand› Alpaslan Dikmen. fiiflli Cami’nden Galatasaray formas› sar›l› tabut ç›kacakt› da Alpaslan orada olmayacakt›! fiaflard› onu tan›yanlar. Alpaslan yan›ltmad›. Oradayd›. Eller üstünde... – Bülent Timurlenk
MEfi‹N YUVARLAK OLAY MAHALL‹NDEN B‹LD‹R‹YOR
Newcastle isyanda 24 Eylül 2008 Çarflamba, saatler Greenwich’e göre 17:30'u gösteriyor. ‹ngiltere’nin kuzey flehirlerinden Newcastle’day›z. Carling Cup maç›nda Newcastle ile Tottenham karfl›laflacak. Newcastle taraftarlar›nın gözünde geçen sene burun büktükleri Carling Kupas› sezonun hedefi haline gelmifl. ewcastle United neredeyse tarihinin en kötü günlerini yafl›yor. Teknik Direktör Kevin Keagan, baflkan Mike Ashley'nin söz verdi¤i transfer bütçesinde kesinti yap›nca istifa etmiflti. Taraftarlar yönetimi ve tak›m› protesto etmek için soka¤a dökülünce, tepkilere dayanamayan Ashley tak›m› sat›fla ç›kard›. Ligde sadece Bolton'a karfl› al›nan galibiyet var ve Keagan gitti¤inden beri tak›m›n pek de top oynad›¤› söylenemez. Ligdeki hedeflere havlu atmak bir yana, kulübün sat›fl› gecikti¤i takdirde teknik direktörsüzlük durumunun devam edece¤i ve düflme potas›ndan kurtulman›n imkâns›z hale gelebilece¤i endiflesi var. ‹nsana “bizim oralarda olsa tam Y›lmaz Vural'l›k tak›m” dedirtmesine ra¤men, gazetelerde “geçici” teknik direktörlük için Terry Venables'a teklif götürülmüfl durumda. Kurt hoca son y›llarda futbola küsmüfl olsa da Newcastle ilginç bir teklifte bulunuyor; normalden yüksek haftal›k ücret, sat›fl sonras› yeni yönetimin baflkas›yla anlaflmak istemesi durumunda hat›r› say›l›r bir tazminat. Yani Venables sadece iki ay çal›fl›p neredeyse bütün sezonun paras›n› alabilecek. Taraftarlar Venables’› istese de hocadan çeliflkili cevaplar geliyor. fiimdilik ortal›kta net bir durum yok anlayaca¤›n›z. ‹flte böyle bir ortamda 24 pound vererek stad›n sat›fla ç›km›fl en pahal› biletini al›yoruz. Bilet fiyatlar› konusunda bir baflka not: Kulüp yöneticilerimiz Avrupa'da maç izlemenin ne kadar da pahal› oldu¤u konusunda bizi alenen kand›rm›fl. Newcastle United ayar›ndaki bir Premier League tak›m›n›n sezonluk kombine biletini ald›¤›n›z zaman ortalama maç bafl›na 19 pound kadar bir miktar ödüyorsunuz. Ligin büyük a¤abeyleri ile olan maçlar hariç ço¤u maç› en fazla 24 pound vererek maç izlemeniz mümkün. Bu arada yanl›fl anlafl›lmas›n, bizim en pahal› bileti alarak girdi¤imiz yer en iyi yer de¤il. Stad›n en iyi bölümleri kombine sahiplerine ayr›lm›fl. Buna ra¤men kombine bilet sistemi de çok elefltiriliyor. Örne¤in, SKY Sport News’in bir haberinde farkl› tak›mlar›n taraftarlar›ndan oluflan bir grubun maçlar›n pahal›l›¤›n› protesto etmek için bir gösteri düzenledi¤ini görmüfltük. Eylemin sözcüsü mikrofonlara flunlar› söylemiflti: “Tak›m›n› tüm sezon boyunca desteklemek istiyorum, ancak kombine bilet alsam, tüm deplasmanlar›na gitsem, bir servet ödemem gerekiyor. Futbol her ne kadar fakir halk›n e¤lencesiymifl gibi gösterilmeye çal›fl›lsa de ben bu paray› vererek çok rahatl›kla bir golf kulübüne üye olabilirim. Art›k bilet gelirlerinin kulüp bütçelerinde daha az bir yer kaplamas›n›n zaman› geldi.” Maç devam ederken stattaki biletli seyirci say›s› anons ediliyor; 20577 kifli. Taraftar›n protestosu hedefine ulaflm›fl –seneler önce amatör bir tak›mla oynanan FA Cup maç›ndaki 19 bin seyirciyi saymazsak– bu son 15 y›l›n en düflük seyirci say›s›. Maç› Newcastle 1-2’lik skorla kaybediyor. Son dakikalarda gelen frikikte, topun bafl›na Geremi geçince, tribünler boflalmaya bafll›yor. Geremi, pas yüzdesindeki düflüklük, tehlikeli yerlerde kapt›rd›¤› toplar nedeniyle pek sevilmiyor. Sonuç olarak Geremi taraftar›n› yan›ltm›yor ve serbest vurufltan gol gelmiyor. K›sa süre sonra maç bitiyor ve taraftar Türkçeye “a¤ustosta lige eylülde kupaya veda ettiniz, haftal›k ald›¤›n›z binlerce pound size haram olsun” diye çevirebilece¤imiz nidalarla stad› terk ediyor. – Burak Ata - Gürbüz Akb›y›k
N
Küçük Asya’ya selam
KARATREN Tanju Duru (2 Mart 1965 - 2 Ekim 2008) ok sevdi¤imiz bir dostumuzu, Türk
Ç rock’unun sakl› lokomotiflerinden
birini hazin bir kazada yitirdik. Tanju Duru, tek albümü “Duru Zamanlar”› müzisyenli¤inin ileri bir evresinde –biraz da çekinerek, ama çokça özenerek– yay›nlam›flt›, ayn› soyad› gibi duru bir müzik ç›karm›flt› ortaya. 1980’lerin Ezginin Günlü¤ü’nün en genç eleman›yd›, ama gitar›yla, müzikal ve toplumsal donan›m›yla varl›¤›n› hissettirmiflti. Stüdyosu, Ak›n Eldes’ten Pinhani’ye, Mehmet Güreli’den Sumru A¤›ryürüyen’e, pek çok müzisyen dostunun u¤rak yeriydi. Daha buradan ne albümler ç›kacak, o evden bozma mütevaz› stüdyoda ne muhabbetler dönecekti, olmad›. Bisikletten da¤ yürüyüfllerine, do¤ayla son zamanlar›nda iyice bar›fl›klaflan dostumuzu Ni¤de Alada¤lar’da, bir da¤ kazas›nda kaybettik...
Adalet mihveri Tom Morello / The Fabled City (Sony BMG) e Morello tek tabanca geri döndü, do¤ru zamanda do¤ru yerde bulunmak, baflta memleketi ABD olmak üzere dünyan›n köfle buca¤›nda çeliflkileri keskinlefltirmek için. Morello, zaman›m›z›n kahramanlar›ndan biri. ‘90’lar boyunca grubu Rage Against The Machine’le rock tarihinin en politik, en sert müziklerinden birine imza atm›flt›, onun için “Jimi’den sonra en iyi gitarist” diyenlere inanmazl›k edemezdiniz kolay kolay, yani bir gitar kahraman›yd› bir defa, ama baflka Los Angeles gitar kahramanlar› gibi janjanl› k›yafetler ve manyakça bir h›z sayesinde de¤il, bir basit beysbol flapkas›, acayip efektlerle ve canl›l›kla dolu gitar› yüzünden. Kenyal› bir baban›n çocu¤u Morello, ayr›mc›l›k ne demek, küçük yafllardan biliyor. Hardvard’l›, siyaset bilimine hayli aflina... Rage maalesef ara verince kurduklar› Audioslave onu iyiden iyiye gitar›na kilitlemifl, sosyal boyutunu s›f›rlam›flt›. Bush gemi az›ya al›rken, gözler ister istemez onu ve arkadafllar›n› ar›yordu, stadyumda güç gösterisi yapan bir standart rock grubunu de¤il. Bu durum onun da can›n› s›km›fl olacak ki, geçen sene The Nightwatchman kartvizitiyle, bir akustik gitarla, geleneksel üslûptan ses veren mücadele flark›lar›yla ç›kagelmiflti Tom Morello. Me¤er y›llarca ülkesinin küçücük kulüplerinde, kamyoncu barlar›nda, amatör flark› yar›flmalar›nda, pizzac›larda üç-befl kifliye bu flark›lar› söylemifl durmufl, sesini de, dizelerini de piflirip demlendirmifl. “The Fabled City”, ilk albüm “One Night Revolution”›n devam› niteli¤inde. Albümle beraber Axis Of Justice turnesinin bir belgeseli de yay›nland›. Bu turne, “The Fabled City”nin bir flark›s›na da konuk olan System Of A Down flark›c›s› Serj Tankian’›n önayak oldu-
V
58
Müzik dolab›
10 albüm AC/DC Black Ice Beck Modern Guilt Calexico Carried To Dust The Cure 4:13 Dream Cyndi Lauper Bring Ya To The Brink Kul Ahmet ‹smini Sevdi¤im Luxus Acayip fieyler Motörhead Motörizer Paolo Conte Psiche Shajin During Afro-Anatolian Tales
5 flark› David Byrne & Brian Eno Strange Overtones Emily Haines Mostly Waving Gönül Akkor Ölüyorum Kederimden Kings Of Leon Manhattan Niyaz Feraghi
¤u, politik bilinci yükseltmek için düzenlenmifl, geliri baflta evsizler olmak üzere ihtiyac› olanlara nakledilmiflti. Turne boyunca Morello’nun yan›nda Rage’cilerin hepsine büyük ilham kayna¤› olan MC5 grubunun tarihî flahsiyeti Wayne Kramer da vard›... The Nightwatchman personas›n›n ard›nda böyle büyük müzisyenler, bir büyük folk gelene¤i var. Woody Guthrie, Bob Dylan, Bruce Springsteen... Ama en baflta Joe Hill: Bugüne kay›tlar› kalmam›fl, ama ad›na bir sürü türkü yak›lm›fl, yüzy›l bafl›nda yaflam›fl iflçi s›n›f› kahraman›... “The Fabled City”yi gönül rahatl›¤›yla baflucu albümü yapabilirsiniz. Evvelkine göre biraz daha bireyden kalk›fl yapan, arka mahallelerin yaflam mücadelelerinden söz alan, siyasetin dinamiklerini etkilemek üzere kotar›lm›fl flark›lar var burada. Son olarak, ekleyelim: Morello, bir Obamac›, gözükara bir liberal filan de¤il, ama seçimlerde oyu Obama’ya. Siyasîlere de¤il, devrimci halk›n gücüne inan›yor hakiki bir de¤iflim için. As›l deste¤ininse, Bush’u savafl suçlar›ndan dolay› adalet karfl›s›na ç›karmaya söz veren siyasîye olaca¤›n› söylüyor... – Merve Erol
Stelyo Kazancidis / Ta Tragoudia Tis Anatolis (AJS Müzik) ki dilli, iki kültürlü flark›lar Anadolu topraklar›nda s›kça rastlanan bir durum: “Sar› Gelin”in Ermenicesiyle Türkçesi ayn› ölçüde etkiliyor bizi. Kimi flark›larsa, baflka bir dile çevrilmifl olmalar›na ra¤men orijinal dillerinde söylendi¤inde bir mânâ ifade ediyor. Stelyo Kazancidis, tam da bunu görmüfl ve Anadolu özlemini, bir dönem söyledi¤i Türkçe flark›larla dile getirmifl. Bafltan anlatal›m: Kazancidis, Yunanistan’›n en mühim flark›c›lar›ndan. fiahane bir yorumcu, besteci ve söz yazar›. Bir komünist. Henüz 14 yafl›ndayken tan›flt›¤› “emniyet”, bir bölümünü sürgünde geçirdi¤i yaflam› boyunca s›kça ziyaret etti¤i mekânlardan. Küçük yaflta babas›n› kaybediyor, kestane, su, sigara satarak, fabrikalarda çal›flarak ailesine bak›yor. Sesini be¤enen bir ustabafl› bir gün ona bir küçük gitar hediye ediyor. Evinde flark› söylerken tesadüfen sokaktan geçen Mantos Venetis de kendisine bir grup kurma teklifinde bulunuyor. K›sa sürede ünleniyorlar. Bu esnada tan›flt›¤› besteci Hrisinis’ten müzik dersleri al›yor ve pek ilgi görmeyen ilk albümünü 1952’de yap›yor. ‹kinci albümle birlikte bütün ülke Ka-
‹
zancidis ad›n› ö¤reniyor. 1956’da tan›flt›¤› Marinella’yla da ikili oluyorlar ve çok be¤eniliyorlar. ‘60’lar ve ‘70’ler, Kazancidis’in ad›n› Yunanistan d›fl›nda da duyurdu¤u y›llar. Baz› flark›lar› (mesela “Olmaz Olmaz Bu ‹fl Olamaz”) bizde de Türkçelefltiriliyor ve popüler oluyor. Bu arada ‹stanbul’a da gelip konserler veriyor. Rivayet o ki, Zeki Müren, Kazancidis’i ‹stanbul’da dinlerken gözyafllar›na hakim olamam›fl... Kazancidis, 14 Eylül 2001’de öldü¤ünde, cenazesi bir halk kahraman›na yak›fl›rcas›na kald›r›l›yor. fiark›lara getirdi¤i içten yoruma gecikmifl bir teflekkür belki de bu. Elimizdeki albümde yer alan flark›lar elbette bu muhteflem yorumu tümüyle önümüze getirmeye vak›f de¤il. Ancak bildi¤imiz flark›lar› büyük bir yorumcudan ve k›r›k bir Türkçeyle dinlemenin keyfi bambaflka. “Bekledim de Gelmedin”den “Konyal›”ya, “Hamsi Koydum Tavaya”dan “Çad›r›m›n Üstüne fi›p Dedi Damlad›”ya uzanan (ikisi enstrümental) 14 flark› var bu albümde. “Ta Tragoudia Tis Anatolis / Anadolu fiark›lar›”, faflizme, zulme, “emniyet”e, politikac›lara inat iki yakay› bir araya getiriyor! Nefretin körüklendi¤i bugünlerde bu flark›lar› dinlemenin müzik keyfi d›fl›nda da bir anlam› var elbet. – Murat Meriç
Rock around sendika Müzik endüstrisi keskin bir dönemecin efli¤inde, bir bunal›m›n ortas›ndayken, üretim ve tüketim biçimleri her anlamda de¤iflirken, ‹ngiltere’nin önde gelen müzisyenleri sömürülmemek, sömürtmemek için bir araya geldi... David Gilmour
Thom Yorke (Radiohead) Billy Bragg
jones palmer • grace a d n a m a cube • e rt ic a ny lewis • dave stew dengue fever s•hrines • walter becker • jen king khan & the
‹NG‹L‹Z MÜZ‹SYENLER SEND‹KA ‹Ç‹N BAYRAK AÇTI
ROLL
134 kas›m ‘08
Robbie Williams
üzi¤in üretim ve da¤›t›m flekilleri de¤ifltikçe kültürümüz de de¤ifliyor. Gitara elektrik verilmesi, kara plaklar, kasetler, CD’ler, kablolu televizyon, müzi¤in üretimini, dinleme biçimlerini çokça etkiledi, ama internetin bütün dünyay› saran paylafl›m imkân› denizi belki de en çok dalgaland›ran geliflim oldu. Metallica gibileri telif hakk› diye aya¤a kalkarken, Radiohead son albümünü “gönlünüzden ne koparsa” diye internet üzerinden yay›nlay›verdi. ‹nternet en çok plak flirketlerinin kârlar›na dokundu, dinleyiciyse bu flirketlerin insaf›na ve de¤erlendirme k›staslar›na muhtaç kalmadan dünyan›n her yerinden yeni müzikler keflfetme ve paylaflma imkân›na sahip oldu. Son y›llarda uluslararas› müzik tekelleri, hukuk firmalar›, bürokratlar ve devasa dijital flirketler har›l har›l çal›fl›yor, müzik üzerindeki haklar›n›n ve kârlar›n›n ortadan kalkmamas›, aksine, bu bofllu¤u ve krizi daha büyük kâr paylar›yla aflabilmek için... Onlar›n senaryosuna göre hiçbir fley lehimize olmayacak. Müzi¤e ulaflmak yine pahal› olacak, herkes müzi¤ini diledi¤i gibi yayamayacak, müzisyen haklar›ndan taviz vermek durumunda kalacak, ortal›¤› sadece para kazand›raca¤› düflünülen formüller saracak... Bu senaryoya karfl› ‹ngiltere’de örgütlenen müzisyenler, bir sendika kurarak kendi sözlerini söylemek, haklar› için mücadele vermek istiyorlar. Radiohead, The Verve, Travis, Wet Wet Wet, Bryan Ferry, Billy Bragg, David Gilmour, Gang Of Four, The Pretenders, Iron Maiden, Klaxons, Richard Ashcroft, Jools Holland, Kate Nash, hatta 2002’de müzi¤inin bütün haklar›n› EMI’a 80 milyon pound’a satan Robbie Williams gibi yafll›-genç bir sürü ünlü ismin bir araya gelerek oluflturdu¤u Featured Artists Coalition, ünlü ünsüz, bütün müzisyenleri haklar›n› aramak üzerine bir araya getirmeye çal›fl›yor. fiirketlerin kendilerine ba¤l› müziklerin haklar›n› ilelebet ellerinde tutamamalar›, dijital ortamda yay›nlanacak müziklerin hak ve gelir paylafl›m› gibi konularda kendi sözlerini üretmeye çal›flan örgüt, sözleflme masas›nda müzisyenlerin yan›nda yer alacak. Örgütün temel prensibi olarak, elbette, müzi¤e demokratik ulafl›m hakk› aç›s›ndan dinleyiciler de gözetiliyor. ‹ngiltere’den bafllayarak tekelleri sarsmas› muhtemel olan birli¤in Amerika’ya, Avrupa’n›n di¤er ülkelerine, Türkiye’ye de yay›lmas›n› dört gözle bekliyoruz. Billy Bragg’in vaktiyle dedi¤i gibi: Sendika demek, güç demek, elinin kuvvetli olmas› demek... – M.E.
M
tanju duru’nun ard›ndan dostlar› anlat›yor
ac/dc
e¤itim zayiat›
motörhead ikinci ligin zirvesi
oasis
sihirli mantar günleri
niyaz
gurbetin tozu
fela kuti
afrikal› spartaküs ve “siyah baflkan”
luxus
deli gömlekli dü¤ün dernek
beck
flark›lar›n iskeleti
paul newman çocu¤un kurgular›
abonelik: expressroll@gmail.com
AMER‹KALI TAR‹HÇ‹ HOWARD ZINN ANLATIYOR
Ben Marksist de¤ilim Bugünlerde dünyan›n dört bir yan›nda bir heyula kol geziyor, Marx heyulas›. Bunda garipsenecek bir fley yok, nas›l ki Newton’suz, Einstein’s›z fiziksel dünyay›, Freud’suz, Lacan’s›z ruhsal dünyay› anlamak mümkün de¤ilse, Marx’s›z da politik ve ekonomik dünyay› –hele böyle global kriz günlerinde– anlamak mümkün de¤il. Üstelik mesele, sadece anlamak de¤il, de¤ifltirmekse, Marx’a baflvurmamak ne mümkün! “Öteki Amerika”n›n tarihçisi Howard Zinn’in 1988’de Z Magazine’de yay›nlanan yaz›s›na ba¤lan›yoruz. ›sa bir süre önce, birileri benden “Marksist profesör” diye söz etti. Asl›nda bunu yapan iki kifliydi. Bunlardan biri –kendimi daha az önemli saymam› ve o kadar da yaln›z olmad›¤›m› hissetmemi sa¤lam›flt›– ABD’de “befl bin Marksist ö¤retim görevlisi” oldu¤undan endiflelenen “Akademide Do¤ruluk” adl› kuruluflun sözcüsüydü. Di¤eri ise New York’a gidifl-dönüfllerimden birinde rastlad›¤›m, bana yol arkadafll›¤› yapan eski bir ö¤rencimdi. Biraz gururland›m do¤rusu.“Marksist” demek –profesör kelimesinin ça¤r›flt›rd›¤› o sakinli¤i, uysall›¤› telafi edecek bir flekilde– s›k› biri demekti. Hararetli siyasî tart›flmalar›n adam›yd›; mutlak de¤erle göreli art› de¤er aras›ndaki fark› ve meta fetiflizminin ne oldu¤unu bilen ve buna kendisini kapt›rmayan, hafife al›nmayacak bir kiflilikti. Biraz da irkilmifltim –yoga yapanlar›n çok iyi anlad›¤› bir ruh durumu asl›nda, günde iki kere böyle hissetmek faydal› oluyor. Yoksa, “Marksist” olmak, çekmecemde küçük bir Lenin heykeli bulundurdu¤umu ve emperyalistler kamp›nda süregiden çeliflkileri keskinlefltirmek üzere nas›l bir politika izlemek gerekti¤ini ya da emperyalistlerin ellerine düflersek ne tür marfllar söylememizin uygun düflece¤ini keflfetmek üzere, zaman zaman onun bafl›n› okflad›¤›m anlam›na m› geliyordu? Sonra Marx’›n o ünlü deyiflini hat›r-
K
lad›m: “Je ne suis pas Marxiste.” (Ben Marksist de¤ilim.) ‹ngilizce bilen, doktora tezi için Yunanca ö¤renen bir Alman›n, böylesine önemli ifadeyi neden Frans›zca söyledi¤ini hep merak etmiflimdir. Ama ona bu sözleri söyletenin ne oldu¤unu bildi¤imi san›yorum. Marx ve efli Jenny, çocuklar›ndan alt›s›n› hastal›ktan dolay› kaybettikleri ve y›llarca sefalet içinde yaflad›klar› Londra’ya tafl›nd›klar›nda, Pieper ad›nda genç bir Alman göçmen, onlar› s›k s›k zi-
yaret ederdi. Bu adam tam bir s›rnafl›kt› (siyasî yelpazede on ad›mda bir karfl›m›za ç›kan bir sürü “s›rnafl›k” mevcuttur zaten, fakat devrimcileri çileden ç›karmak üzere polis taraf›ndan özel olarak yerlefltirilmifl solcu s›rnafl›klar da vard›r). Pieper (yemin ederim ki onu kafamdan uydurmuyorum) hayranl›ktan nutku tutulmufl bir flekilde Marx’›n etraf›nda dolafl›p duruyordu. Bir keresinde “Kapital”i kendisinin zorlukla konufltu¤u bir dil olan ‹ngilizceye çevirmeyi önermiflti. Sürekli “Karl Marx Kulüpler”i kuruyor, Marx’›n söyledi¤i her kelimenin kutsal oldu¤unu ›srarla vurguluyordu. Sonunda Marx’›n sabr›n› tafl›rd›. Ve bir gün flu sözleri söyleyerek Pieper’›n fliddetli bir mide kramp›yla sars›lmas›na neden oldu: “Beni Karl Marx Kulübü’ne konuflma yapmak üzere davet etti¤in için çok teflekkür ederim, fakat maalesef gelemem. Çünkü ben bir Marksist de¤ilim.” Marx’›n hayat›nda önemli bir nokta say›labilecek olan bu olay, ayn› zamanda bizim için de, Marx’›n fikirlerini baflka bir Pieper (ya da Stalin, ya da Kim ‹l Sung veya “Das Kapital”in birinci, ikinci ve üçüncü ciltlerinde, özellikle de “Grundrisse”de geçen her kelimenin tart›fl›lmaz bir flekilde do¤ru oldu¤unu iddia eden bir Marksist) haline gelmeden dikkate almam›z gerekti¤ini belirten yeni bir bafllang›ç noktas› olarak da düflünülebilir. Çünkü, bana öyle geliyor ki –bu ifadem sonucunda Norman Podhoretz’in “Tescilli Marksistler” kitab›n›n ikinci bas›m›na ismimin dahil edilme riskini de göze alarak söylüyorum– Marx’›n çok faydal› baz› fikirleri vard›. Örne¤in, “Feuerbach Üzerine Tezler” bafll›kl› k›sa ve güçlü eserinde flimdiye kadar ifllerinin dünyay› anlamak ve yorumlamak oldu¤unu düflünen filozoflar›n, art›k hem yaz›lar›yla, hem de hayatlar›yla, dünyay› de¤ifltirmeyi amaçlamalar› gerekti¤i fikriyle karfl›lafl›yoruz. Marx’›n kendisi buna örnek olarak gösterilebilecek bir kiflilikti. Her ne kadar tarih ona, tüm vaktini ‹ngiltere müzesinin kütüphanesinde harcayan ve bu flekilde yerleflik bir hayat süren bir bilgin
Howard Zinn
61
rolü vermifl olsa da, o asl›nda ayn› zamanda, hayat› boyunca yorulmak nedir bilmeyen bir eylemciydi. Bu nedenle Almanya’dan, Belçika’dan, Fransa’dan kovulmufl ve Köln’de tutuklan›p mahkemeye ç›kar›lm›flt›. Londra’da sürgünde oldu¤u süre boyunca, dünyan›n dört bir yan›ndaki devrimci hareketlerle ba¤lar›n› hiç koparmad›. Kar›s› Jenny ve çocuklar›yla birlikte yaflad›¤› yoksulluk içindeki evler, siyasal faaliyetlerin hareketli merkezleri, Avrupa’dan gelen siyasî mültecilerin topland›¤› üsler oldu. Do¤ru, yaz›lar›n›n birço¤u müthifl soyut (özellikle de politik ekonomiyle ilgili olanlar; 19 yafl›mda onu okurken zavall› beynim toprak rant› ve diferansiyel rant, düflen kâr oran›, sermayenin organik bileflimi aç›klamalar› içinde yüzmüfl, daha do¤rusu bo¤ulmufltu). Fakat , yaflad›¤› zaman›n hadiselerini araflt›rmak, 1848 devrimi, Paris Komünü, Hindistan’da patlak veren isyan ve ABD’deki iç savafl hakk›nda yazmak üzere, çal›flma alan›nda sürekli de¤ifliklikler yapt›.
Eme¤in yabanc›laflmas› Yirmi befl yafl›nda, Paris’te sürgün oldu¤u s›ralarda (bir yandan da Engels, Proudhon, Bakunin, Heine ve Stirner ile kafelerde vakit geçirirken) yazd›¤› metinler, genellikle kat› fundemantalistler taraf›ndan “olgunlaflmam›fl” olarak nitelendirilip reddedilseler de, asl›nda bu metinler, onun bugün kabul gören de¤erli, derin fikirlerinin önemli bir k›sm›-
Marx’›n öne sürdü¤ü, “proletarya diktatörlü¤ü” fikrinin temeli 1871 Paris Komünü’ydü. Komün döneminde, flehrin sokaklar›nda ve salonlar›nda sürüp giden sonu gelmez tart›flmalar›n hayat verdi¤i bir taban demokrasisi vard›. Seçilen yöneticiler, halk oyuyla an›nda görevlerinden al›nabiliyor, hükümet liderlerinin maafllar› s›radan bir iflçinin ücretini geçmiyordu. Ölüm cezas›n›n sembolü olan giyotin ortadan kald›r›lm›flt›.
n› oluflturmaktayd›. 1844’te kaleme ald›¤› “‹ktisadî ve Felsefî Elyazmalar›”ndaki kapitalizm elefltirisinde “art› de¤er”in matematiksel olarak kan›tlarla gösterilmesine gerek yoktu. Bu metinlerde dile getirdi¤i fley, temel olarak (fakat bunu yaparken s›radan, basit yollar› kulland›¤› söylenemez) kapitalist sistemin insan olmay› anlamland›ran her fleyi ihlâl etti¤idir. Marx Avrupa’da geliflmekte olan endüstriyel sistemin, iflçileri sarfetikleri emekle ortaya ç›kard›klar› ürünlere sahip olmaktan al›koymakla kalmad›¤›n›, insanlar› sahip olduklar› yarat›c› potansiyellere, insan olarak birbirlerine, do¤an›n güzelliklerine ve kendi gerçek kifliliklerine yabanc›laflt›rd›¤›n› gözlemlemiflti. Hayatlar›n› içsel ihtiyaçlar› do¤rultusunda de¤il de, var kalmak için gerekli olan fleyleri temin etmeye çal›flarak yaflamak zorundayd›lar. Bu, kendi benli¤inden ve di¤er insanlardan uzaklaflma durumuna, insan olmay› anlamland›ran her fleyden yabanc›laflma haline, entelektüel bir çabayla, zihinde oluflan fleylerle karfl› koymak mümkün de¤ildi. ‹nsanlarda varolan potansiyellerin a盤a ç›kmas›n›, tarihte hiçbir zaman tecrübe edilememifl olan o gerçek özgürlü¤e do¤ru s›çray›fl›n gerçekleflmesini sa¤lamak için gerekli olan koflullar –daha k›sa iflgünleri, dünyan›n do¤al zenginlikleriyle insanlar›n do¤al yeteneklerinin ak›lc› kullan›m›, insan eme¤inin meyvelerinin adil bir flekilde bölüflümü, yeni bir toplumsal bilinç– an-
cak esasl›, devrimci toplumsal de¤iflimlerle yarat›labilirdi. Marx bu koflullar› gerçeklefltirmenin ne kadar zor oldu¤unun fark›ndayd›, çünkü ne kadar “devrimci” olursak olal›m geleneklerin, al›flkanl›klar›n, kuflaktan kufla¤a aktar›lan e¤itimsizli¤in a¤›rl›¤›, “yaflayanlar›n beynine bir kâbus gibi çöküyordu.”
S›n›flar ve sömürünün alfabesi Marx, politikan›n özünü kavram›flt›. Politik çat›flmalar›n arkas›nda s›n›f meselesinin yatt›¤›n› görmüfltü: Kim neye sahip oluyor? O müflfik “birlik-beraberlik” kisvesinin (“bizim milletimiz”, “bizim ülkemiz”, “millî güvenli¤imiz”) ard›nda, güçlüler ve varl›kl›lar kendi ç›karlar›na uygun kanunlar yap›yordu. 1848 Frans›z devriminden sonra, bir darbeyle iktidara el koyan Napoléon yönetimini inceledi¤i keskin ve dahiyane eseri “Louis Bonaparte’›n 18 Brumaire’i”nde, modern anayasan›n mutlak haklar› beyan ettikten sonra, bu haklar› kenar notlar›yla nas›l s›n›rland›rd›¤›n›, bir s›n›f›n baflka bir s›n›f üzerinde kurdu¤u hakimiyeti yaz›l› kanunlara ald›rmaks›z›n nas›l icra etti¤ini gözler önüne serdi. Dini sadece olumsuzlayarak “insanlar›n afyonu” olarak de¤il, “mazlumun iç çekifli, kalpsiz bir dünyan›n kalbi, ruhsuz bir hayat›n ruhu” olarak tarif etti. Bu tarif, korkunç derecede yoksul ülkelerde dinin ruhanîli¤ini devrimci hareketlerin enerjisiyle birlefltiren Kurtulufl Teolojisi’ni ol-
du¤u kadar, televizyonlar›m›zdaki dinci flarlatanlar›n kitleleri nas›l cezbetti¤ini anlamam›z› da sa¤layacak bir tespittir. Marx s›k s›k yan›ld›, dogmatizme düfltü, ”Marksist” oldu. Emperyal hegemonyay›, üçüncü dünya ülkelerinin kapitalizme geçiflini h›zland›rd›¤›, dolay›s›yla sosyalizme giden yolu açt›¤› düflüncesiyle “ilerici” olarak gördü. (Fakat yine de, ‹rlandal›lar›n, Polonyal›lar›n, K›z›lderililerin ve Çinlilerin sömürgecilere karfl› ayaklanmalar›n› sadakatle destekledi.) Devrimin öznesinin endüstriyel iflçi s›n›f› oldu¤u ve devrimin öncelikle geliflmifl kapitalist ülkelerde gerçekleflmesi gerekti¤i konusunda fazla ›srarl›yd›. Fazlas›yla yo¤un ekonomik analizler yap›yordu. Halbuki, sömürüye getirdi¤i yal›n, berrak aç›klama yeterliydi: Ekonomiyi hakimiyetleri alt›nda tutanlar, iflçilerin ürettikleri ürünlerin de¤eri ne olursa olsun, onlara istedikleri kadar az ücret ödüyor ve üretilen de¤er ile ödenen ücret aras›ndaki fark sayesinde zenginlefltikçe zenginlefliyorlard›.
‹nsan olarak Marx Marx özel hayat›nda bazen canayak›n, cömert ve özveriliydi, bazen de küstah, sevimsiz ve küfürbazd›. Eflini, çocuklar›n› seviyordu ve aç›kça belli oluyordu ki, onlar da Marx’› çok seviyorlard›, ama Marx’›n, Alman hizmetçisi Lenchen’›n o¤lunun babas› olmas› da kuvvetle muhtemeldi. Marx’›n Uluslararas› ‹flçi Derne¤i’ndeki siyasal hasm›, anarflist Bakunin, onun hakk›nda flunlar› söylemiflti: “Marx’›n bilgisine, proletaryan›n davas›na karfl› samimi ve tutkulu ba¤l›l›¤›na hayran›m. Fakat… mizaçlar›m›z birbirine uymad›. O beni duygusal bir idealist olarak nitelendirdi ve bu konuda hakl›yd›. Bense onun bencil, güvenilmez ve huysuz oldu¤unu söyledim ve hakl›yd›m.” Öte yandan, Marx’›n k›z› Eleanor, babas›n› “dünya üzerinde varolmufl en nefleli, en keyifli ruh, mizah duygusuyla dolup taflan bir adam” olarak anlat›yordu. Asl›nda o, bizleri kendisine karfl› uyarm›flt›: “‹nsanlar düflünsel alanda ne kadar geliflmifl olurlarsa olsunlar, yaflad›klar› zaman›n s›n›rland›rmalar›na tabidirler.” Yine de Marx, bizleri derin bir kavray›flla donatm›fl ve esin verecek öngörüler sunmufltur.
Marx’›n miras› Marx’›n, Sovyetler Birli¤i’nde uygulanan “sosyalizm”den hoflnut kalaca¤›n› tahayyül edemiyorum. Moskova’da bir muhalif olurdu diye düflünüyorum. Marx’›n öne sürdü¤ü, “proletarya diktatörlü¤ü” fikrinin temeli 1871 Paris Komünü’ydü. Komün döneminde, flehrin sokaklar›nda ve salonlar›nda sürüp giden sonu gelmez tart›flmalar›n hayat verdi¤i bir taban demokrasisi vard›. Seçilen yöneticiler, halk oyuyla an›nda görevlerinden al›nabiliyor, hükümet liderlerinin maafllar› s›radan bir iflçinin ücretini geçmiyordu. Ölüm cezas›n›n sembolü olan giyotin ortadan kald›r›lm›flt›. Marx bir keresinde, New York Tribune gazetesinde, “ölüm cezas› nas›l olur da ‘uygarl›¤›yla övünen bir toplumda’ meflru bir uygulama olarak görülebilir, anlam›yorum” diye yazm›flt›. Belki de Marx’›n bize b›rakt›¤› en önemli düflünsel miras, onun enternasyonalizmi, ulus-devletlere duydu¤u düflmanl›k, s›radan insanlar›n emir ald›klar› ve savaflta u¤runa hayatlar›n› verecekleri bir milletlerinin olmamas›, hepimizin yerkürenin dört bir yan›ndaki insanlar olarak birbirimize ba¤l› olmam›za dair ›srar›d›r. Ve bu, modern kapitalist ulusçulu¤a, bu uluflçulu¤un ülke d›fl›ndaki “düflman”a dair zihinlerde oluflturulan çirkin nefrete ve çizilen suni s›n›rlar›n içinde bir ortak ç›kar yan›lsamas› yarat›lmas›na karfl› do¤rudan bir meydan okuma de¤il yaln›zca, ayn› zamanda ister Sovyetler Birli¤i veya Çin veya bir baflkas› olsun, ça¤›m›z›n “Marksist” devletlerinin dar milliyetçiliklerinin de reddidir. Marx’›n yaln›zca kapitalizm elefltirisi olarak de¤il, devrimcileri uyarma amac›yla da söyledi¤i önemli sözleri vard›; bu ba¤lamda “Alman ‹deolojisi”nde, devrimciler için, “e¤er toplumu devrimcilefltirme niyetindeyseler, önce kendilerini devrimcilefltirsinler” diye yazm›flt›. O, dogmatiklere, “dedi¤im dedik”çilere, Pieper’lara, Stalin’lere, parti komiserlerine, “Marksist”lere bir panzehir sunmufltu: “‹nsana dair hiçbir fley bana yabanc› de¤ildir.” Bu, dünyay› de¤ifltirmek üzere gidece¤imiz yolda iyi bir bafllang›ç noktas› olarak görünüyor. Howard Zinn Çeviren: P›nar Uygun
fiimdiye kadar asla iflitmedi¤im bir gürültüyle karanl›k bir köfleden yedi köpek gün›fl›¤›na ç›kt›. Onlara efllik eden gürültü pek flafl›rtm›flt› beni, ama ne de olsa köpektiler, benim gibi, senin gibi. Benim içinde yer ald›¤›m köpek cinsinden de¤illerdi, ama gene de boy pos ve biçim bak›m›ndan pek yabanc› say›lmazlard›. Dikkatli bak›nca, alabildi¤ine gergin olduklar›n› görüyordum. Bacaklar› her ad›mda korkulu bir kas›lmayla titriyor, boyuna yeniden söz geçirmeyi baflard›klar› dilleri gene bir kar›fl a¤›zlar›ndan sark›yordu. Onlar› böylesine heyecanland›ran korku de¤ildi; onlar›nki gibi bir fleye yeltenebilenin korku nesineydi? Hem neden korksunlard›? Dayanamay›p sorular›m› yüksek sesle ve meydan okurcas›na hayk›rd›m. Onlarsa– ak›l erdirilebilecek gibi de¤ildi do¤rusu– cevap vermeyerek sanki orada yokmuflum gibi davrand›lar. Köpek seslenmesini büsbütün cevaps›z b›rakan köpekler asla ba¤›fllanmaz. Yoksa köpek de¤iller miydi? Ama nas›l olurdu, flimdi daha bir dikkatle kulak kabart›yor, usulcac›k birbirlerine seslendiklerini iflitiyordum. Birbirlerini flevke getiriyor, birbirlerinin dikkatini çekiyorlard›. Seslenmelerime en çok hedef ald›¤›m küçük köpek, ikide bir yan gözle bana bak›yordu. Sanki cevap vermeyi pek istiyordu da, müsaade edilmedi¤i için kendini tutuyordu. Ama ne diye müsaade edilmesindi? Yasalar›m›z›n kay›ts›z flarts›z gerçeklefltirilmesini istedi¤i bir fley neden gerçeklefltirilmesindi? ‹çimde bu soru baflkald›r›p duruyordu. Bu köpekler yasalar› ayaklar› alt›na al›yorlard›. Ne kadar büyük sihirbaz olsalar bile, kendileri için de geçerliydi bu yasalar. fiimdi görüyordum ki, tüm haya duygular›n› atm›fllard› üzerlerinden, dünyan›n en utanç verici eylemini gerçeklefltiriyorlar, arka bacaklar› üzerinde yürüyorlard›. Dünya tersine mi dönmüfltü? Neredeydim? Ne olmufltu? Çok geçmeden tüm gürültü ve ayd›nl›¤›
yanlar›nda götürerek karanl›kta gözden kayboldular. Ama büyükler için kapanan bir olay küçükler için henüz kapanm›fl say›lmaz. Sa¤da solda olup biteni anlatmaya, sorular sorup suçlamalarda bulunmaya, araflt›r›p incelemeye bafllam›flt›m. Araflt›rmalar›ma köpeklerin neyle beslendiklerinden bafllam›flt›m. Kuflkusuz basit bir sorun de¤il; çok, çok eski zamanlardan beri u¤raflt›r›r durur bizi. Biliyorum, ele geçirdi¤imiz yiyecekleri aram›zda da¤›tmak köpek ulusunun erdemlerinden biri de¤ildir. Yiyece¤i olan baflkas›na vermez, bu bencillik de¤il, bir köpek yasas›, oybirli¤iyle al›nm›fl ulusal bir karard›r. Bir sürü kötü beslenmifl köpek sa¤da solda koflup duruyor, elden geldi mi onlar›n az›c›k yiyecekleri ellerinden kap›l›p al›n›yordu. Açgözlülükten de¤il de, ilke bak›m›ndan böyle davran›l›yordu. Bu yoldaki sesli ya da sessiz bir soruya, sa¤›r yüz ifadeleri, yan gözle bak›fllar, puslu, bulan›k gözler cevap verir. Denebilirdi ki: “Sen köpek soydafllar›ndan dert yan›yorsun, önemli sorunlara iliflkin susmalar›ndan yak›n›yorsun, nedenini a盤a vurmad›klar› bu susufllar› yaflam› sana zehir ediyor. Ama sen de bir köpeksin,
sende de bu köpek bilgisi var, vursana iflte a盤a bunu, soru biçiminde de¤il de cevap olarak. Bunu a盤a vurdun mu, kim sana karfl› durabilir? O büyük köpek korosu çöküp y›k›lacak, o zaman da iflte istedi¤in kadar gerçek, istedi¤in kadar aç›kl›k, bu bas›k yaflam›n tavan› aç›lacak ve biz köpekler hep birden özgürlü¤e do¤ru yükselece¤iz. Diyelim ki bu baflar›ya ulaflamad›. fiimdiye kadarkinden daha m› kötüleflecek durum? Niçin baflkalar›n› susmalar›ndan ötürü k›n›yor, ama kendin susuyorsun?” Cevap kolay: Bir köpe¤im de ondan. T›pk› ötekiler gibi s›ms›k› içine kapal›, kendi sorular›na karfl› duran, korkudan kaskat› bir köpek. Yaflam›m›z›n dayand›¤› temelleri görüyor, bunlar›n çok derinlerde bulunduklar›n› seziyor, bunlar›n inflas›nda, bu karanl›k eserde çal›flanlar› görüyorum. Öyleyken, sordu¤um sorular üzerine, bunlar›n tümünün yok edilece¤ini mi bekliyorum? Hay›r, böyle bir fley bekledi¤im yok. Onlar› anl›yorum, benim de damarlar›mda onlar›n kan› var. Biz köpekler, sanki kötülük için hayran olunacak güçte bir yürek, vaktinden önce eskitilemeyecek bir akci¤erle donat›lm›fl›zd›r. Bütün sorulara, hatta kendi sorular›m›za karfl› durabiliriz, adeta bir suskunluk dalgak›ran›ndan geri kal›r yan›m›z yoktur. Franz Kafka, “Bir Köpe¤in Araflt›rmalar›”