Ic11

Page 1

Yeni Dönem Sayı: 11 17 Aralık: Bir sahte Kurtuluş Günü - İŞÇİ CEPHESİ

Açıklama [1]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [2]: <!--[endif]-->

İşte AB demokrasisi: 19 Aralık katliamı - DERYA DENİZ “Uğur Kaymaz teröristse, biz de teröristiz!” - FUAT KARAN Nasıl bir İşçi Partisi? - İŞÇİ CEPHESİ

SSK işçilerindir, satılamaz!

- FUAT KARAN

Bir sendikalaşma deneyimi - BİR GRUP TEKSTİL İŞÇİSİ

Fabrikalardan - OKUYUCU MEKTUPLARI Açıklama [3]: <!--[if !supportEmptyParas]-->

Emekliler kazanılmış hakları için Ankara’da - FUAT KARAN

Açıklama [4]: <!--[endif]--> Açıklama [5]: <!--[if !supportEmptyParas]-->

Colin’s Loft işçileri suçlamalara cevap veriyor!

Açıklama [6]: <!--[endif]--> Açıklama [7]: <!--[if !supportEmptyParas]-->

04/10/2004 tarihli, “Bir para toplama etkinliği üzerine” adlı metne Colin’s işçilerinin cevabı…

Açıklama [8]: <!--[endif]--> Açıklama [9]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [10]: <!--[endif]-->

Emek hareketinden... - MAVİ MAYIS

Açıklama [11]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [12]: <!--[endif]-->

Felluce son değil, Irakta direniş yaygınlaşıyor! - MURAT YAKIN

Açıklama [13]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [14]: <!--[endif]--> Açıklama [15]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [16]: <!--[endif]-->

Peru’da devlet terörü - MURAT YAKIN

Açıklama [17]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [18]: <!--[endif]-->

Caleta Olivia Tutsaklarına Özgürlük! - MURAT YAKIN

Açıklama [19]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [20]: <!--[endif]--> Açıklama [21]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [22]: <!--[endif]--> Açıklama [23]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [24]: <!--[endif]-->

17 Aralık: Bir sahte Kurtuluş Günü

Açıklama [25]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [26]: <!--[endif]--> Açıklama [27]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [28]: <!--[endif]-->


İşçi Cephesi İşçiler ve emekçiler hayatlarından memnun değil. Neden? Çünkü yaşam koşulları çok zor. İşçi ve emekçilerin büyük çoğunluğu geleceğe kaygıyla bakıyor ve umutsuz. Yaygın kanı işçi ve emekçiler için şartların her geçen gün daha da kötüye gittiği yönünde. Geliri az ve düzensiz, imkanları sınırlı milyonlarca işçi ve emekçi bu şekilde düşünmekte haksız mı? Öteden beri işçi ve emekçiler arasında, “Allah devlet kapısına düşürmesin!” diye çok bilinen bir serzeniş vardır. Zorda kalmadıkça, seçenek tükenmedikçe kimse kolay kolay “devlet” kapısına düşmek istemez. İstemez ama şartlarda ortada. İstemeden de olsa sağlık için SSK kapısına, emekli maaşımız için Ziraat Bankası şubelerinin önlerine, çocuğumuzu katkı payı vermeden okuluna kayıt ettirmek için “milli eğitim”cilerin kapılarına düşmekten hiç birimizde kurtulamayız. Düştüğümüz anda da hasta olduğumuza, emekli olduğumuza, okul çağına gelmiş çocuğumuz olduğuna kahredip, verip veriştiririz kendimize. Düştüğümüz bu kapılarda ölüp, yitenimizde az olmaz. Eninde sonunda başımıza gelecek olanın canlı canlı, kederler içinde, boynumuz bükük zora ki tanığı oluruz. Bu da yetmez patronların televizyon ve gazeteleri binlercesi yaşanan bu olaylardan birini, en “dramatik” olanını alır ve “Devlet yok mu? Nerede bu devlet?” diye bas bas bağırarak bizi, bize haber yapar. Siz, işçi ve emekçiler için bir çözüm önerisi beklerken her defasında önünüze, “Her şeyi de devletten beklememek gerekir!” mesajı konur. Bir adım ötesi ise sağlık, eğitim, sosyal güvenlik, ulaşım, enerji hepsi özelleşsin ki rekabet ve kalite gelsin çözüm önerisidir. Bir yanda 50 bin lira daha ucuz olduğu için saatlerce halk ekmek önünde bekleyen, pazarcının sebzeyimeyveyi en ucuz sattığı akşam saatlerini takip eden, en ucuz şekilde ulaşım için tek bilet tek vesait için saatlerce bilmem kaç numaralı otobüsü kollayan, hasta olduğu için hastaneye gitmek zorunda kaldığı halde numara almak için gecenin 05’inde sıraya giren milyonlarca işçi ve emekçinin varlığı. Diğer yanda “her şeyi devletten beklememek gerek” diyen özelleştirmeci patron borazanları. İşçiler ve emekçiler ölesiye çalışıyor, üretiyor, üstelik karın tokluğuna bile değil artık. Kriz var deniyor işçiler işsiz kalıyor, aç ve açıkta kalıyor. İş dönüp dolaşıp açlık sınırının altında olan asgari ücretin Türkiye sanayisi için ne kadar büyük yük oluşturduğuna geliyor. Çözüm hep aynı: işçiler kemer sıkıp fedakarlık yapsın; zam yok, az ücret, az işçi, çok iş; özelleştirme şart; kitlesel işten çıkarmalar, işsizlik… Ocak 2005 asgari ücret tespitinde patronlar “batarız” diye, hükümet “bütçe, denge, İMF” diye işçilere yüzde 5’lik bir zam artışı öngörüyor. Tam olarak brüt 22 milyon 400 bin lira. Bir aylık mavi kartın 60 milyon lira olduğunu düşünün. Diğer yandan hükümet ve patronlar 17 Aralık’ta açıklanacak nihai raporun Avrupa Birliği’nden tam üyelik müzakerelerinin başlaması için tarih içermesini talep ediyor. Gerekçeleri de ilginç: “Türkiye her şeyiyle Avrupa Birliği’ne tam üye olmaya adaydır.” Asgari ücrete yüzde 5’ten fazla zam yapılması ülke ekonomisini batırma potansiyeline sahip ama ekonomi AB’ye üye olacak kadar güçlü! AB’li emperyalist patronların yüzde 5’ler tabii ki umurunda değil. Onlar daha fazla zam vermek için gelmiyor. Sömürüyü yoğunlaştırmak için geliyor. AKP hükümeti ve sözcülüğünü yaptığı patronlar hazırladıkları raporlarla Türkiye’nin AB’ye yük olmayacağını kanıtlamaya çalışıyor. Hazırladıkları rapora göre Türkiye’nin AB’ye katkısı yıllar içinde artarak devam edecek. İlginç olan bu raporda başlangıç yılı 2004 ve işsizlik oranı yüzde 10 olarak verilmiş. Rapora göre 2020 yılında en iyimser senaryoya göre Türkiye’de işsizlik yüzde 8,6 olarak öngörülüyor. Türkiye’nin AB’ye katkı kaynağı açık değil mi? AB işçi ve emekçilere bugün olmasa bile 20-30 yıl sonra büyük katkı sağlayacak diye hayal kuranlar ne kendilerini ne de işçi sınıfını böyle boş hayallerle oyalamasınlar. Kaldı ki Avrupa Birliği’nde işsiz sayısı şu an bile 34,5 milyon. Yeni kitlesel işten çıkarmalar, sosyal güvenlik sistemini tasfiyesi, ücretlerin çok uzun yıllar dondurulması yönünde patronların baskıları da çabası… Ama sadece ekonomik alan mı? Sömürü ve baskı tüm alanlarda devam ediyor. 17 Aralık tarihine kitlenen Türkiye ne bugün ne de yakın geçmişte yaşadıklarını yok sayma, unutma hakkına sahiptir. 12 yaşındaki Uğur Kaymaz’ın babasıyla birlikte Mardin Kızıltepe’de katledilmesinin üzerinden kaç gün geçti. 19 Aralık 2000’de “Hayata Dönüş Operasyonu” adını verdikleri katliamı gerçekleştiren, bunlara onay ve destek verenler buhar olup uçtu mu? Şuna eminiz: 17 Aralık tarihinde eğer tam üyelik müzakerelerine başlamak için tarih verilirse bu cennete açılan kapı olacaktır diyenler yalan söylüyor. Biz başımıza gelecekleri biliyoruz. Türkiye işçi sınıfının ve emekçilerin 17 Aralık gibi sahte kurtuluş günlerine bel bağlamamaları, kurtuluşu ne AB’de ne de özelleştirmelerde aramamaları gerekir. Tek kurtuluş haklarımız ve özgürlüklerimiz için sınıf mücadelesine devam etmektir.

Açıklama [29]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [30]: <!--[endif]-->

Açıklama [31]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [32]: <!--[endif]-->

Açıklama [33]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [34]: <!--[endif]-->

Açıklama [35]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [36]: <!--[endif]-->

Açıklama [37]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [38]: <!--[endif]-->


Açıklama [39]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [40]: <!--[endif]--> Açıklama [41]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [42]: <!--[endif]--> Açıklama [43]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [44]: <!--[endif]-->

İşte AB demokrasisi: 19 Aralık katliamı Açıklama [45]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [46]: <!--[endif]-->

Derya Deniz

Açıklama [47]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [48]: <!--[endif]-->

19 Aralık 2000’de F Tiplerine karşı direnen siyasi tutsakları imha etmek için bütün cezaevlerine yönelik “Hayata Dönüş Operasyonu” adı verilen eş zamanlı bir saldırı gerçekleştirildi. Operasyonun gerekçesi şöyle açıklanıyordu: “Ölüm oruçları 60 gündür sürmektedir. Her an insanlar ölebilir. Bunun için müdahale edilmeliydi. Tutuklu ve hükümlüler koğuşlarda kalıyorlar ve birbirlerini etkiliyorlardı. Hatta örgüt baskısı ile bu ölüm orucu eylemini sürdürüyorlardı. Ölüm orucunu sürdüren tutuklu ve hükümlüleri bu baskıdan kurtarmak gerekir. F Tipleri kullanıma hazır olmadığı halde zorunlu olarak nakiller F Tiplerine yapılmıştır. Çünkü diğer cezaevlerinde yer yoktur." Asker-Polis rejimi, F Tipi Cezaevleri ile, siyasi tutsakları tecrit edip iradelerini yok etmeyi ve böylece tüm toplumsal muhalefete gözdağı vermeyi planlıyordu. Hükümetlerin bir çok kez denediği fakat başarılı olamadığı tecrit politikası, sınıf hareketinin ve onun örgütlerinin zayıflaması nedeniyle çok daha sert ve kararlı biçimde bir kez daha gündeme geldi. Bunun üzerine devrimci tutsaklar saldırıyı püskürtmek için bedenlerini ölüme yatırdılar ve ölüm orucuna başladılar. Ölüm orucunun 60. gününde sokaklarda mücadele yükselirken ve aydınların girişimleri devam ederken, Türkiye'deki 20 cezaevine "Hayata Dönüş Operasyonu" adı verilen buldozerli, gaz bombalı, Skorsky helikopterli saldırı düzenlendi. On bine yakın güvenlik görevlisi ile yüksek enerjili silah ve askeri malzemenin kullanıldığı operasyonda 30 devrimci katledildi. 2 asker de yaşamını yitirdi. Operasyon sırasında atılan gaz bombaları sonucu yanan ve Haseki Hastanesi'ne kaldırılan 3 kadın tutukludan Birsen Kars'ın hastaneye götürülürken "6 kişiyi diri diri yaktılar" diye bağırması, hafızalara kazındı. Operasyon günü Başbakan; "bütün güvenlik güçlerimiz tam bir uyum içinde ve sabırla çalışıyorlar. Cana kıyılmaması için ellerinden geleni yapıyorlar, kırıp dökmeden olabildiğince barışçıl yollardan sorun çözülmeye çalışılıyor" diyerek, Adalet Bakanı ise operasyonlarda ölenlerin çoğunun kendini yakarak öldüğünü söyleyerek katliamı gizlemeye çalıştılar.

Açıklama [49]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [50]: <!--[endif]-->

Açıklama [51]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [52]: <!--[endif]-->

Operasyonun ardından, güvenlik güçleri evlatlarının durumu hakkında haber almak isteyen ailelere saldırarak göz altına aldılar. Yine olayları protesto eden eylemlere sert müdahalede bulunarak yüzlerce insanı gözaltına aldılar. Devrimci tutsakların saldırılara rağmen ölüm orucunu bırakmamaları üzerine serum verilerek zorla müdahale edilmeye çalışıldı ve bu yüzden yüzlerce devrimci sakat bırakıldı. Buna rağmen ölüm oruçları sürdü. Ayrıca dışarıda Küçükarmutlu ve Alibeyköy'de ölüm orucu eylemi başladı. Eylemin yapıldığı bu evlere polis, 5 Kasım 2001'de müdahale etti. Özel timler, itfaiye araçları, panzerler ve 3 bine yakın polis eşliğinde gerçekleştirilen operasyon sonucunda, biri ölüm orucu eylemcisi 4 kişi yaşamını yitirdi, 10 kişi de yaralandı. Ardından Alibeyköy'deki ölüm orucu evine müdahale eden polisler, 7'si eylemci 10 kişiyi gözaltına aldı. Ölüm oruçları bugün hala devam etmektedir. Bugüne kadar 117 devrimci şehit oldu, 600 devrimci sakat kaldı. Birçok ölüm orucu eylemcisi Korsakoff hastalığına yakalandı. Operasyonun yapıldığı bütün cezaevlerinde tutuklulara, "Cezaevi idaresine isyan" ve "Kamu malına zarar vermekten" davalar açılırken, operasyonu yapanlar hakkında tüm kanıt ve raporlara rağmen "ölüme sebebiyet vermekten" dava açılmadı. Hatta F Tipi cezaevlerinin hayata geçirilmesinin ve

Açıklama [53]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [54]: <!--[endif]-->


"Hayata Dönüş Operasyonu"nun yürütücüsü olan Ceza ve Tevkif Evleri Genel Müdürü Ali Suat Ertosun'a 'üstün hizmetlerinden' dolayı madalya verildi. Bu uzun ölüm orucu direnişine rağmen, hükümetler F Tipi cezaevlerinden geri atmadılar aksine tabutluk denen ve yer altında inşa edilen L Tipi Yüksek Güvenlikli Cezaevleri'ni inşa etmeye giriştiler. F Tipi cezaevlerinde izole edilen ve her tür baskıya maruz kalan tutsaklar ciddi fiziksel ve psikolojik rahatsızlıklar yaşıyorlar, ayrıca her tür keyfi baskı ve şiddete maruz kalıyorlar. Tecrit ve her türlü kötü muameleye hemen son vermek için F Tipi ve benzeri cezaevleri yıkılmalıdır. F tipi cezaevi saldırısının püskürtülebilmesi bedenlerini ölüme yatıran devrimci tutsakların cüret, irade ve kararlılığına rağmen bugüne kadar mümkün olamamıştır. Şunu unutmamak gerekiyor tecride karşı mücadele de sınıf mücadelesinin bir parçasıdır. Bunun başarılabilmesi için asker-polis rejimine karşı kitlesel ve birleşik bir mücadele gerekmektedir. 19 Aralık katliamını unutmadık. Katliamın sorumlularından hesap soruluncaya kadar bu davanın takipçisi olacağız! Devrim şehitleri ölümsüzdür!

Açıklama [55]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [56]: <!--[endif]-->

Açıklama [57]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [58]: <!--[endif]--> Açıklama [59]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [60]: <!--[endif]-->

İçeride dışarıda hücreleri parçala! Devrimci tutsaklara özgürlük! Açıklama [61]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [62]: <!--[endif]--> Açıklama [63]: <!--[if !supportEmptyParas]-->

Uğur Kaymaz teröristse, biz de teröristiz!”

Açıklama [64]: <!--[endif]--> Açıklama [65]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [66]: <!--[endif]--> Açıklama [67]: <!--[if !supportEmptyParas]-->

Fuat Karan

Mardin’in Kızıltepe ilçesinde bir çocuk Uğur Kaymaz. Daha 12 yaşında küçük bir çocuk... Ama her Kürt çocuğu gibi minik elleri çalışmaya alışmış; gözleri yaşadığı coğrafyadaki acılara aşina bir çocuk... Yemeğini yiyor ailesiyle ve evin ekmek kapısı kamyonuna yük koymak için giden babası Ahmet Kaymaz’ın ardından, koşuyor sokağa. Her çocuk gibi babasını mutlulukla izliyor. Soğuk kış gününde sadece terlik var ayağında. Sonra karanlığın içinden gelen kar maskeli, sözde vatan için öldüren, çalan, tecavüz eden, yıkan, yakan katiller çıkıyor ortaya: özel harekatçı polisler. 30 özel harekatçı, sorgusuz, sualsiz mermilerini boşaltıyorlar. Uğur’un minik bedenine 11 kurşun sıkıyorlar. 12 Yaşında 11 kurşun, çünkü Uğur terörist, çünkü Uğur Kızıltepeli, çünkü Uğur bir Kürt. Baba oğul evlerinin önünde hiçbir gerekçe olmaksızın katlediliyor. Fevzi Can, 18 yaşında Hakkarili bir çoban. Hayatını sürdürmek için sürüsünü gütmek zorunda. Geziyor yüzyıllardır çobanların gezindiği topraklarda. Ama o topraklarda gezmek suç. Çünkü devletin ordusu yasaklamış oralarda izinsiz gezmeyi. Çünkü oralarda köyler yakılmış, boşaltılmış, tarlalar yakılmış, hayvanlar vurulmuş. Ne cüretle gezer O, kendi ailesine, halkına ait topraklarda! Komando bozuntusu katiller boşaltıyorlar mermileri üzerine: “Dur emrine uymamış!” Sadece Hakkarili olduğu için, sadece Kürt olduğu için.

Açıklama [68]: <!--[endif]--> Açıklama [69]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [70]: <!--[endif]--> Açıklama [71]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [72]: <!--[endif]--> Açıklama [73]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [74]: <!--[endif]-->

Açıklama [75]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [76]: <!--[endif]-->

Açıklama [77]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [78]: <!--[endif]-->


Çocuklar çabuk büyüyorlar, erken ölüyorlar bu coğrafyada, hem de devlet terörüyle... Minik elleri çalışmayı öğreniyor önce, sonra bedenleri ölümü... Birileri de Avrupa Birliği ve demokrasi masalları anlatmaya devam ediyor. Irak’ta, Filistin’de, Mardin’de çocuklar öldürülüyor. Hepsinin de faili belli... Açıklama [79]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [80]: <!--[endif]-->

Nasıl bir İşçi Partisi?

Açıklama [81]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [82]: <!--[endif]--> Açıklama [83]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [84]: <!--[endif]-->

İşçi Cephesi

Açıklama [85]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [86]: <!--[endif]-->

1990’ların başında Sovyetler Birliği’nin yıkılması ve emperyalizmin “küreselleşme” ideolojisini güçlü bir biçimde propaganda etmeye başlamasıyla birlikte, işçi sınıfı hareketi içinde bir çürüme yaşanmaya başladı. O döneme değin işçi sınıfının sosyalist iktidarı için mücadele ettiğini iddia eden pek çok politik akım, artık bu sınıfın toplum içindeki önemini yitirdiğini, kaldı ki proletarya iktidarının toplum üzerinde kötücül bir diktatörlük olduğunu savunmaya yöneldi. Bu kesimler için “gerçekçi” çözüm kapitalizmin “insancıllaştırılması” olmalıydı. Bunu gerçekleştirecek güçler ise, işçiler de dahil olmak üzere toplumun talep sahibi her kesimiydi. Bütün bu “sosyal hareketlerin” toplamından, henüz tarif edilemeyen, ama “vahşi kapitalizm”den daha “insancıl ve barışçıl” bir düzen çıkacaktı. Türkiye’de başını ÖDP’nin çektiği bu akım artık işçi sınıfının ve emekçi halkın devrimci iktidarı, dolayısıyla da sınıf partisi düşüncesinden ve kaygısından tamamen kopmuş durumdalar. Elbette sol kesim içinde herkes böyle düşünmüyor. İşçi sınıfının, bırakın yok olmayı, tam tersine tüm dünyada nicesel olarak büyüdüğü, özellikle emperyalizme bağımlı sömürge ve yarı-sömürge ülkelerde yoğunlaştığı, sınıf mücadelesinin ulusal ve uluslararası ölçeklerde artan şiddetle sürdüğü gerçeğini görmezlikten gelmenin olanaksız olduğunu kabul edenler de var Marksist kamp içinde. Dolayısıyla bunlar, proletaryanın sınıf partisi düşüncesini bütün bütün terk etmiş değiller. Ama emperyalizmin 1990’larda giriştiği ideolojik ve politik saldırı o denli güçlü, Sovyetler Birliği ile birlikte koskoca bir Stalinist imparatorluğun yıkılması o denli çarpıcı oldu ki, ideolojik kriz ve çarpılma Marksistleri de etkiledi. Belki ÖDP örneğinde olduğu kadar açık bir inkara yol açmadı, ama değişik biçimlerde savrulmalara neden oldu. Bu savrulmalardan birini de, Leninist öncü devrimci parti yerine soyut bir “işçi kitle partisi” anlayışını ikame edenler oldu.

Açıklama [87]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [88]: <!--[endif]--> Açıklama [89]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [90]: <!--[endif]-->

Açıklama [91]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [92]: <!--[endif]-->

Açıklama [93]: <!--[if !supportEmptyParas]-->

Leninist parti nedir?

Devrimci Marksistler işçi sınıfının mücadelesinde her zaman Leninist tarzda örgütlenmiş öncü devrimci bir partinin gereğine inanmışlardır. Nedir Leninist parti? İşçi sınıfının önderliğinde emekçi yığınların iktidarı hedefini gözeten, bu hedef doğrultusundaki bir eylem programı ekseninde etkinlik gösteren, iç işlerliğinde alabildiğine demokratik, etkinlikte ise sağlam bir biçimde merkeziyetçi bir politik partidir bu. Bu partinin öncü niteliği ise, bünyesinde işçi sınıfının ve emekçi halk yığınlarının en mücadeleci, en kararlı, önder kesimlerini toplamış olmasından kaynaklanır. Böyle bir Leninist partinin öncü nitelikte olması, onun kitlesel desteğe sahip olmayan bir avuç militandan oluşması anlamına mı gelir? Hayır. Sınıf mücadelesi şiddetlendikçe, işçi sınıfının giderek büyüyen kesimleri proletaryanın iktidarı düşüncesine yaklaştıkça, devrimci partiye duyulan güvenirlik artıkça, bu parti kendi programını ve etkinliğini işçi sınıfı içinde yaygınlaştırdıkça, programının ve çizgisinin doğruluğunu kanıtladıkça, militan sayısını artırma, kitleselleşme, yığınların desteğini kazanma sürecine girer. Kimi zaman ise sınıf mücadelesi geri çekilir, ya da emekçi kitleler güçlü bir darbe yer, ya da yenilgiye uğrar, o zaman parti küçülebilir, hatta bir avuç militandan ibaret hale gelebilir. Bu büyüme ve küçülmelerin pek çok örneği yaşanmıştır tarihte. İşe bir avuç militanla başlayıp kitlelerin desteğinde iktidara gelen devrimci partiler olduğu gibi, iktidarı alacak kadar güçlenen, ama sonra ardı ardına gelen ideolojik ve politik darbelerle ve iflaslarla yıkılıp yok olan partiler de görülmüştür.

Açıklama [94]: <!--[endif]--> Açıklama [95]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [96]: <!--[endif]-->

Açıklama [97]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [98]: <!--[endif]-->


Özetle, Leninist partide, işçi sınıfının devrimci iktidar programı ve demokratik merkeziyetçi işlerlik en önemli özelliklerdir, kriterlerdir. Leninist partinin hedefi, programını ve etkinliğini işçi sınıfının ve halk yığınlarının en geniş kesimlerine yaymak ve en geniş mücadeleci öncü kesimleri kendi içinde ve çevresinde birleştirmektir. Leninist parti, böylesine bir devrimci bir program ve etkinlik ekseninde kitleselleşmeye çalışır, kitlelerin güvenini ve desteğini kazanmayı gözetir. İşçi kitle partisi nedir? Ama sınıf mücadelesi tarihi içinde öylesine süreçler olmuştur ki, bir anda ortaya Leninist olmayan, buna karşılık işçilerden oluşan, onların mücadelesine dayanan, kitlesel sınıf partileri doğmuştur. İşçi yığınlar patronlara ve iktidarlara karşı verdikleri ekonomik ve politik mücadeleler içinde kendilerine ait bir partinin ihtiyacını duymuşlar, ve mücadele içinde öne çıkan çeşitli sendikacıların ve politik önderlerin etrafında bütünleşip partileşmişlerdir. Bunun en çarpıcı örneklerinden biri, 1970’lerin sonunda kurulup bir yıl önce seçim yoluyla iktidara gelen Brezilya İşçi Partisi’dir. Bu tip işçi kitle partilerini Leninist partiden ayıran en önemli özellikler nelerdir? Birincisi, işçi kitle partilerinin programının, Leninist partidekinin tersine, işçi sınıfının ve halk kitlelerinin devrimci iktidarı hedefine yönelmiyor olmasıdır. Bu tip partiler genellikle işçi sınıfının önündeki en acil ekonomik ve politik sorunların çözümünü hedefler, bu çözüm için iktidarların zorlanması, hatta iktidarın parti tarafından ele alınması amacını gözetir. Ama bütün bu çözümler sistem içinde aranır, yani kapitalizmin yıkılması değil, iyileştirilmesi, düzeltilmesi, hedeflenir. İkincisi, bu partiler, merkeziyetçi bir işlerliğe sahip olamazlar, zira içlerinde her türlü programı, faaliyet biçimini, metodu, hatta ideolojiyi savunan pek çok akım ve militan yer alır. Tıpkı sendikalar gibi. İşçi kitle partileri politik federasyonlara benzer, içinde yer alan her akım kendi propaganda ve etkinlik özgürlüğüne sahiptir. Elbette en kritik durumlarda, çoğunluğu oluşturan akımlar partiye kendi damgalarını vurur ve geri kalanları dışarı doğru iter. Hatta Brezilya İşçi Partisi örneğinde olduğu gibi, bir dizi akım ve grubu ihraç eder. Dolayısıyla başlangıçta çok demokratik bir işlerliğe sahipmiş gibi görünseler de, sonunda en kaba bürokratik yöntemlere baş vururlar. Özetle işçi kitle partisini Leninist partiden ayırt eden en önemli özellikler, bunların programı ve etkinlik biçimidir: bu açılardan işçi kitle partileri genellikle reformist bir programa (kapitalist sistem içi düzenlemeler) ve son tahlilde bürokratik bir işleyişe (yasaklamalar, ihraçlar, vs) sahip iken, Leninist partiler devrimci program çerçevesinde (işçi sınıfının devrimci iktidarı ve kapitalist sistemin yıkılması) demokratik merkeziyetçi bir faaliyet (tartışmada özgürlük, eylemde birlik) gösterirler.

Açıklama [99]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [100]: <!--[endif]-->

Açıklama [101]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [102]: <!--[endif]--> Açıklama [103]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [104]: <!--[endif]-->

Açıklama [105]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [106]: <!--[endif]-->

Açıklama [107]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [108]: <!--[endif]-->

Açıklama [109]: <!--[if !supportEmptyParas]-->

Kitle partisinin kurulması ve çürümesi İşçi kitle partilerinin reformist ve bürokratik olması, gene de bizim bu tip partileri bir anda ve tümüyle reddetmemiz gerektiği anlamına gelmez. Sınıf mücadelesinde öyle dönemler olur ki, işçi ve emekçi yığınlar devrim düşüncesine ulaşmamakla birklikte mücadeleleri içinde klasik burjuva partilerinden kopma gereğini hissedebilirler. İçlerinden, Leninist ve Troçkist olmamakla birlikte, mücadeleci, yığınların güvenini kazanmış pek çok unsur öne çıkıp bu duyarlılığı örgütler, işçilerin kendi partilerine sahip olması inancı doğrultusunda, samimi, dürüst bir arayışa önderlik eder. Herkesi bu düşünce ve ihtiyaç doğrultusunda birleşmeye davet eder.

Bu tip anlarda sendika tipinde olmakla birlikte, mücadeleyi politik olarak birleştirebilecek kitlesel bir işçi partisinin doğması, sınıf mücadelesinin ileriye doğru dev bir adım atmasına yol açar. Zira her şeyden önemlisi, işçilerin klasik, geleneksel, çürümüş düzen partilerinden kopmasına yol açar. Bu muazzam bir kazanımdır. Devrimci Marksistler olarak biz bu tip anlarda, işçi kitle partilerinin yaratılmasını destekleriz, hatta ona öncülük etmeye çalışırız. Nitekim, Brezilya İşçi Partisi’nin kurulmasında devrimci Troçkistler başı çekmişlerdir.

Açıklama [110]: <!--[endif]-->

Açıklama [111]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [112]: <!--[endif]-->

Açıklama [113]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [114]: <!--[endif]-->


Evet, bu bir dev adım oluşturur, ama her şey bundan sonra başlar. Zira, halk kitlelerinin önündeki en acil sorunların çözülmesine yönelik olarak işçilerin sınıf partisinin yaratılması önemlidir, ama asıl politik hedef ne olacaktır? Bu çözümler kapitalizmin yıkılmasında mı, yoksa düzeltilmesinde mi aranacaktır? İşçilerin devrimci sınıf iktidarı mı gözetilecektir, yoksa burjuvazinin dört-beş yıllık demokrasicilik oyununa mı hapis olunacaktır? Mevcut sistemin kurumları lağvedilip yerine işçi-emekçi iktidarı organları mı yaratılacaktır, yoksa bu kurumların birer memuru haline mi gelinecektir? Böylece parti içinde program ve etkinlik anlayışları üzerinde pek çok tartışma başlar. Belli anlarda birlik sağlansa da temel konularda pek çok ayrılık söz konusu olur. Parti içinde her akım kendi anlayışını yaygınlaştırmaya, egemen kılmaya uğraşır. Mücadelenin kritik anlarındaki ayrılıklar ise uzlaşmaz çelişkiler haline gelir. Bu arada partinin reformist kesimleri burjuva kurumlar içinde mevki sahibi olmaya başlarlar (belediyeler, parlamento, hatta bakanlıklar), yani sistemin içine doğru çekilirler, bürokratlaşırlar. Eğer devrimci akımlar partiye damgalarını vurmazsa, bürokratik kesimler eninde sonunda devrimcileri partiden uzaklaştırırlar ve partiyi düzenin iyiden iyiye bir parçası haline getirirler. Nitekim Brezilya’da Lula yönetimi bunu yapmış ve İşçi Partisi’ni kapitalist sistemin savunucusu haline dönüştürmüştür. İP’den tasfiye edilen devrimciler ise, İşçilerin Birleşik Sosyalist Partisi’ni (PSTU) kurmuşlardır.

Açıklama [115]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [116]: <!--[endif]-->

Açıklama [117]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [118]: <!--[endif]-->

Açıklama [119]: <!--[if !supportEmptyParas]-->

Taktiğin strateji haline getirilmesi İşçi kitle partileri bir iki küçük politik grubun ya da partinin bu tip bir kitle partisi kurmak istemesiyle yaratılamaz. Kitle partisi, belirli özel mücadele koşullarında bir ihtiyaç ve olasılık haline gelir. Yukarda da değindiğimiz gibi bu tip partiler, işçi ve halk yığınlarının mücadelesinin şiddetlenip yaygınlaştığı, geleneksel burjuva partilerinin dışında yeni bir politik mücadele aracına ihtiyaç duydukları dönemlerde, ve ama ortada güvenecekleri devrimci bir parti seçeneğinin bulunmadığı koşullarda bir olasılık haline gelebilir. Ve elbette bu olasılığı örgütleyebilecek, mücadele içinde kitlelerin güvenini kazanmış önderlerin de bulunması gerekir. İşte bu durumda, reformist eğilimli de olsa sınıf mücadelesinde işçi yığınların burjuva partilerinden kopmasına yardımcı olacağı için bir kitle partisinin yaratılması önemli hale gelebilir. Bu koşullarda, devrimci Troçkistler bu tip önerileri desteklerler, hatta kendileri önerir. Ancak işçi kitle partisi, Troçkistler için taktik adımdır, yani ana hedef olan Leninist devrimci öncü partinin yaratılmasında bir aşama oluşturur. Zira, yukarıda da değindiğimiz gibi, işçi kitle partisi bir süre sonra ya reformistleşip düzenin bir parçası haline gelecektir, ya da devrimci bir programı kendisine bayrak edinecektir. Koşullar bu ayrımı kaçınılmaz olarak dayatır. Bugün için Türkiye’de bir işçi kitle partisinin yaratılabilme olanağı var mı? Bize göre, yok. Çünkü ne yaygınlaşmış işçi ve emekçi kitle mücadeleleri, ne de bu mücadeleler içinde ileri çıkmış ve yığınları yeni bir sınıf partisinde toplayabilecek önderler söz konusu. İşçi ve halk kitleleri büyük bir çoğunlukla hala burjuva partilerine şu veya bu oranda güven duymakta ve yeni bir sınıf partisi talebi dile getirmemekte. O halde bugün eğer küçük bir veya birkaç politik grup bir işçi kitle partisi kurmak isterlerse bu ne anlama gelir? Böyle bir partinin kurulma koşullarının bulunmadığı bir durumda bu tip bir öneriye sarılmak, bize göre, aslında bu küçük grupların kendi reformistleşme süreçlerine bir kılıf bulma çabalarıdır. Yazının başında da söylediğimiz gibi, devrimci Marksizmden kopuş her zaman ÖDP örneğindeki gibi açık bir biçimde olmuyor. Bazı akımlar, sınıf söyleminden kopmamakla birlikte, anlayışlarını ve programlarını yavaş yavaş değiştirip reformist bir çizgiye geçebiliyorlar, ve bu arada bu değişimlerine denk düşecek yeni politik önerilerde bulunuyorlar.

Bugün işçi kitle partisi kuralım diyenler, bu tip bir partinin içinde reformistler de bulunabileceği için, kendi programlarını reformistleştirip bir-iki başka grup, veya sendikacıyla birlikte kitle partisi kurduklarını veya kurmakta olduklarını iddia ediyorlar. Yani kendi reformizmlerini kitle partisi söylemi altında gizlemeye

Açıklama [120]: <!--[endif]-->

Açıklama [121]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [122]: <!--[endif]-->

Açıklama [123]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [124]: <!--[endif]-->

Açıklama [125]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [126]: <!--[endif]-->

Açıklama [127]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [128]: <!--[endif]-->

Açıklama [129]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [130]: <!--[endif]-->


yöneliyorlar. Yani taktik bir adımı strateji haline getiriyorlar. Bu anlayışın en çıplak örneklerinden biri, bugün kendini Fransa’da İşçi Partisi adı altında sunan, bir zamanların devrimci Troçkist partisi Enternasyonal Komünist Örgüt’tür. Pierre Lambert’in önderliğindeki, yaklaşık 2.000 üyeli bu örgüt, süreç içinde reformistleşip sağa kaymış, ardından saflarına bir-iki sendikacı katıp adını işçi partisine çevirmiştir. Bizce ortaya çıkan bir işçi kitle partisi olmamış, Lambertçiler kendi reformizmlerini bu parti kılıfı içinde gizlemeye yönelmişlerdir. Ayrıca Lambertçiler’in Brezilya kanadı bugün burjuva rejiminin yöneticisi haline gelmiş İşçi Partisi içinde yer almakta ve Lula önderliğinin karşı devrimci çizgisinden herhangi bir kopuş eğilimi göstermemektedirler. Türkiye’de bir işçi kitle partisinin doğma koşulları oluşursa, biz İşçi Cephesi olarak bu tip bir partinin yaratılması için elbette mücadele edeceğiz. Ama elbette, bu partinin devrimci bir programa ve faaliyet tarzına, enternasyonalist bir kavrayışa, Leninist bir yapıya kavuşması için uğraş vereceğiz. Yani ana stratejimiz olan devrimci partinin yaratılması yolunda taktik bir adım olacaktır bu. Bunun tam tersini, yani bu tip bir partinin kurulma koşullarının bulunmadığı bir ortamda programlarını reformistleştirenler ise, devrimci Leninist-Troçkist çizgiden kopuşlarını belgeliyor olacaklardır.

Açıklama [131]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [132]: <!--[endif]-->

Açıklama [133]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [134]: <!--[endif]-->

Açıklama [135]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [136]: <!--[endif]--> Açıklama [137]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [138]: <!--[endif]-->

SSK işçilerindir, satılamaz!

Açıklama [139]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [140]: <!--[endif]--> Açıklama [141]: <!--[if !supportEmptyParas]-->

Fuat Karan Gittikçe artan hak kayıpları, düşen ücretler, işten atılmalar, kölelik sözleşmeleri kapitalizmin derinleşen krizinin doğal sonuçları... Patronlar karlarını artırmak için emekçilerin koşullarını daha da ağırlaştırıyorlar. İşçi sınıfının bu saldırılara karşı güçlü birlikler oluşturamaması saldırıları daha da pervasızlaştırıyor. Türkiye’de de AKP hükümeti patronların istediklerini bir bir yerine getiriyor. Şimdi de emekçilerin maaşlarından kesilerek oluşturulan ve yegane güvenceleri olan Sosyal Sigortalar Kurumu (sanki devletinmiş gibi!) özelleştirmek isteniyor. Hükümet, özelleştirmenin önünü açmak için SSK’yı Sağlık Bakanlığı’na devretmeyi planlıyor. Bakanlar Kurulu, “Kamu Kurum ve Kuruluşlarına ait Sağlık Birimlerinin Sağlık Bakanlığına devredilmesine dair kanun tasarısı taslağı”nı imzaladı. 21.07.2004’de yayınlanan 5220 Sayılı kanunla Sağlık Bakanlığı’na ait taşınmazların mülkiyetinin hazineye bedelsiz devrinden sonra satılması da olanaklı hale gelmişti. Böylece emekçilerden gasp edilen vergilerle kurulan Sağlık Bakanlığı’na bağlı kuruluşlar ve işçilerin maaşlarından kesilen primlerle oluşturulan SSK sermayeye peşkeş çekilmek isteniyor. Sorun SSK’nın Çalışma Bakanlığı’ndan Sağlık Bakanlığı’na devri değildir. Sorun, SSK hastanelerinin ticarethaneye, SSK’dan faydalanan 36 milyon kişinin de müşteriye dönüştürülmek istenmesidir. Bu emekçilerin en önemli güvencelerini de kaybetmeleri anlamına gelmektedir. Ayrıca sözde “sosyal güvenlik reformu” içerisinde yer alan genel sağlık sigortası tasarısı ile emekçilerin maaşından yapılan yüzde 5 oranındaki kesinti yüzde 6’ya çıkarılıyor. Bu kesinti yapılan emekçi “Temel sağlık paketinden” yararlanabiliyor. Paketin dışındaki hizmetlerin farkını ise cebinden ödemek zorunda kalıyor. Bu saldırının bir ayağı da sağlık emekçilerine dönüktür. Çok zor şartlarda, yetersiz ekipmanla çalışan sağlık emekçileri Kamu Personeli Rejim Yasa Tasarısı ile “sözleşmeli personel” statüsüne geçirilmek isteniyor. Böylece 55 bin sağlık emekçisinin özelleştirmeyle devrinin önü açılmış oluyor ve sağlık emekçilerinin iş güvencesi ellerinden alınıyor. Hükümet, saldırılarını gerçekleştirebilmek için kamu emekçilerini örgütsüzleştirmeye çalışıyor. Hükümet SSK zarar ediyor, halk kötü hizmet alıyor bu yüzden özelleştirilmeli diyor. Eğer SSK zarar ediyorsa neden büyük patronlar SSK’yı almak için sıraya geçiyorlar? SSK milyonlarca emekçiden her ay yapılan onca kesintiye rağmen zarar ediyorsa bunun sorumlusu SSK değil, hastaneleri ticarethaneye çevirmek isteyen hükümetlerdir. Hükümet

Açıklama [142]: <!--[endif]--> Açıklama [143]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [144]: <!--[endif]--> Açıklama [145]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [146]: <!--[endif]--> Açıklama [147]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [148]: <!--[endif]--> Açıklama [149]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [150]: <!--[endif]--> Açıklama [151]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [152]: <!--[endif]-->

Açıklama [153]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [154]: <!--[endif]-->


patronlardan alması gereken ve alamadığı primlerin peşine düşeceğine emekçilerin tek güvencesi SSK’yı satmanın peşine düşüyor. Patronların SSK’ya borcu 5 katrilyon lira; yani SSK’nın hükümetin açıkladığı açığıyla aynı. Neden bu açığı patronlardan tahsil etmiyorlar? Ya da sigortasız çalıştırılan binlerce emekçinin primlerini patronlardan talep etmiyorlar? Çünkü burjuva hükümetleri, patronların daha fazla kazanması ve emekçi halkın daha fazla sömürülmesi için çalışıyorlar, aksini yapmalarını beklememiz hayal olur. Bugün SSK hastanelerinin kötü hizmet veriyor diye satılmak istenmesi kabul edilemez. Devlet eğitim ve sağlığı tüm halka ücretsiz olarak sunmak zorundadır. Halkın sağlığı parababalarının insafına bırakılamaz. Hükümete geri adım attırabilmek için, öncelikle saldırının tüm emekçilere yapıldığını görmek ve tam da bu yüzden sadece sağlık emekçilerini değil işçi sınıfının tamamını kapsayan bir birlik oluşturmak gerekir. Kasım ayında Ankara’da gerçekleşen miting bunun bir adımıydı. Bu adımın sürekliliğinin sağlanması ve hükümete ve onun gerici yasalarına karşı birleşik bir mücadelenin örülmesi zorunludur. Bu mücadelede hükümetten taleplerimiz şunlardır: Sağlık emekçilerini köleleştiren Kamu Personel Yasa Tasarısı, özelleştirmenin önünü açan “Kamu Kurum ve Kuruluşlarına ait Sağlık Birimlerinin Sağlık Bakanlığı’na devredilmesine dair kanun tasarısı taslağı” hemen geri çekilmeli;

Açıklama [155]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [156]: <!--[endif]-->

Açıklama [157]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [158]: <!--[endif]-->

Emekçilerin maaşlarından yapılan SSK prim kesintilerine son verilmeli. Zaten kıt kanaat geçinebilen milyonlarca emekçi yerine bu paralar patronlardan alınmalı. Hükümet patronlardan daha fazla kesinti yaparak SSK hastanelerini çok daha iyi hizmet verir hale getirebilir; Sigortasız işçi çalıştırma engellenmeli; SSK hastanelerinin personel ve ekipman ihtiyacı acilen giderilmeli; Sağlık kurumlarının hesaplarının kontrolü ve işleyişi sağlık emekçilerinin denetiminde sürdürülmelidir. Açıklama [159]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [160]: <!--[endif]--> Açıklama [161]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [162]: <!--[endif]-->

Bir sendikalaşma deneyimi üzerine

Açıklama [163]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [164]: <!--[endif]--> Açıklama [165]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [166]: <!--[endif]-->

Bir Grup Tekstil İşçisi

Açıklama [167]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [168]: <!--[endif]-->

Merhaba arkadaşlar,

Açıklama [169]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [170]: <!--[endif]-->

Öncelikle çalıştığımız fabrika hakkında biraz bilgi vererek başlamak istiyoruz. Çalıştığımız fabrikada 610 ile 650 arasında işçi çalışmakta. Çalışma saatleri 08.00 ile 18.30 arasında, yemek paydosu bir saat, çay paydosları 15 dakika. Fabrika imalat, ütü-yıkama, model ve depo olmak üzere beş bölümden oluşuyor. Patronun bu büyüklükte Tekirdağ ilinde de bir fabrikası bulunmakta. Genelde pantolon üretimi yapan işyerinde patron işçilerin örgütlenmesini önlemek için üç firma üzerine işçileri kayıtlı göstermiş. Aynı sorunları yaşıyoruz Bizlerde diğer tekstil işkolunda çalışan işçi arkadaşlarla aynı sorunları yaşıyoruz. Öncelikle patron işçilerin örgütsüzlüğünden yararlanarak düşük zam verdi. Bugüne kadar birbirimize güvenmediğimizden dolayı hiçbir şekilde tepki gösteremiyorduk. Çünkü işçiler arasında bir güven ilişkisi yoktu ayrıca yapılan bu haksızlıklara

Açıklama [171]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [172]: <!--[endif]--> Açıklama [173]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [174]: <!--[endif]-->

Açıklama [175]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [176]: <!--[endif]--> Açıklama [177]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [178]: <!--[endif]-->


karşı gelmelerini nasıl anlatacağımızı çok iyi bilmiyorduk. Daha önceleri belli deneyimler yaşamış olsak da bu deneyimlerin sınırlı olduğunu biliyoruz. İşyerinde her geçen gün baskılar artıyordu. Viziteye çıktığımız günün yevmiyesi kesiliyordu. Tüm bu baskılara özellikle de yapılan düşük zamma karşı imalat bölümünde üretimi yavaşlatarak ilk tepkimizi gösterdik. İşçiler arasında güven oluşmaya başladı Öncelikle bütün bölüm bu eyleme katıldı. İdare ne yapacağını şaşırmış durumdaydı. İşçiler arasında bu eylem büyük bir moral oldu. Ve işçiler arasında birbirine karşı güven oluşmaya başladı. Bu güvenin oluşmasından sonra kendi aramızda yaşadığımız sorunları tartışma ve buna karşı neler yapabileceğimizi güvendiğimiz arkadaşlarla konuşmaya başladık. Üretimi yavaşlatmamız patronu şaşırttı. Çünkü yıllardır patronun baskısına, hakaretlerine, düşük verilen zamma karşı tepki göstermeyen işçiler bir noktadan sonra artık yeter demeyi denemişler ve patron neye uğradığını şaşırmış bir durumdaydı ve bizleri sindirmek için yeni baskı yöntemlerine baş vurmaya çalıştı. Baskılar ve sonucunda eylemler Esnek çalışmayı kabul etmemizi isteyen bir belgeyi imzalamamızı istediler. Patronun esnek çalışmayı dayatmasının ne anlama geldiğini iyi bildiğimiz için, hemen diğer işçilerle konuşarak bunu imzalamamak gerektiğini, aksi halde patronun bizleri istediği zaman, istediği şekilde çalıştıracağını konuştuk. İdare bu kağıtları imzalamaları için her işçiye verdi. Ama işçilerin, özelliklede imalat bölümündeki işçilerin hiç biri bu kağıdı imzalamayarak tepkisini gösterdi. Bu ortak davranış işçiler arasında ki güveni pekiştirdi. Ama şunu da belirtmek lazım kendiliğinden gelişen bu tepkileri örgütleyemezsek patronun daha büyük karşı saldırılarında dağılabileceğimizi de biliyoruz. Bu eylemlerden sonra mesaiye kalmama kararı alındı. Ve bu uygulanmaya başlandı. Hiçbir işçi artık mesaiye kalmak istemediğini söyleyerek mesaiye kalmıyordu. Fabrikada belli bir süre sessizlik yaşandı, patron işçilerin tepkisinin ne derece olduğunu ölçmeye çalışıyordu. Bizler de bu işyerinde yaşadığımız sorunları çözmek için sendikalaşalım diyerek bununla ilgili girişimlerde bulunduk. Bize bu konuda kimler yardımcı olabilir diye düşündük. Ve bu sendikal çalışmayı nasıl yapacağımızı bizlerde çok iyi bilmiyorduk. Bu seviyede bir deneyimimiz de yoktu.

Yaşadığımız baskı ortamından kurtulmak ve patrona karşı sessiz kalmadığımızı göstermek için, yaptığımız eylemlerin bir yere bağlanması gerektiğini düşünerek sendikalaşmayı gündemimize aldık. İşyerinde bu konuda daha önce başka tekstil fabrikasında deneyim yaşamış olan bir işçi arkadaşımız bizlere bu konuda yardım edebilecek birilerini tanıdığını söyledi. Ve bu arkadaşlarla tanıştık. Yaşadığımız süreci anlattık ve sendikalaşmak istediğimizi söyledik. Bu arkadaşlarda özetle bizlere şunu söylediler “tekstil iş kolunda işçilerin sınıf bilinci zayıf ve tekstilde yoğun bir sömürü ve baskı söz konusudur. Bundan dolayı patronun saldırısına ‘yeter’ deyip tepki göstermek mümkün ama bu tepkiyi örgütlemek ve bunun için zaman harcamak, özveride bulunmak ve sabırla bu mücadeleyi en iyi şekilde örmek çok zor. Bir mücadeleye başlarken bunların bilincinde olarak başlamak ve karşılaşacağımız zorluklar karşısında mücadeleyi yarıda bırakmamak gerekir... Sendikalaşma öyle sanıldığı gibi kolay değildir, sadece üye olmak yetmez, bunun için önce bizlerin güven temelinde bir birlik oluşturmamız ve bu konularda kendimizi bilinçlendirmemiz gerekli. Çünkü patron her tür imkana sahipken işçilerin birliği yeterli değil. Bu birliği bilinçli bir şekilde işlemek işçileri güçlü bir konuma getirebilir. Bunun için düzenli toplantılar yaparak bu işe başlayabiliriz…” Bu arkadaşlarla yaptığımız toplantı bir yanıyla iyi oldu. Ama bir yanıyla da hayal kırıklığına uğradık. Çünkü bizler sendikaya üye olduğumuzda ve işyerinde çoğunluğu sağladığımızda sendikanın hemen işyerine geleceğini düşünüyorduk. Ayrıca sendika gelirse ücretlerimiz yükselecek, ikramiye hakkımız olacak ve patron bu kadar bizlere baskı

Açıklama [179]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [180]: <!--[endif]--> Açıklama [181]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [182]: <!--[endif]-->

Açıklama [183]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [184]: <!--[endif]--> Açıklama [185]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [186]: <!--[endif]-->

Açıklama [187]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [188]: <!--[endif]-->

Açıklama [189]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [190]: <!--[endif]-->

Açıklama [191]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [192]: <!--[endif]-->

Açıklama [193]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [194]: <!--[endif]-->

Açıklama [195]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [196]: <!--[endif]-->


uygulamayacak diye düşünüyorduk. Bu arkadaşların bize önerdikleri yolun doğru olduğunu biliyoruz ama uzun bir yol olduğunu da bildiğimizden dolayı ve işçilerde mücadele etme gibi bir fırsatı yakaladığımızdan dolayı hemen sendikaya üye olmayı düşündük. Teksif sendikasına en güvendiğimiz arkadaşlarla gidip üye olduk. Bir yandan bunlar gelişirken diğer bir yandan da işyerinde de bir hareketlilik yaşanıyordu. En son tuvalet konusunda bir usta işçiyle tartıştı. Bu olay idareye duyuruldu ve idare, işçi ustaya küfür ettiği için işten çıkarttı. Bunun üzerine önce imalat bölümünde iş yavaşlatıldı. Dört çayında ise şalterler kapatıldı. İdareciler toplu imalat bölümüne indiler. Hemen işçilere bağırarak işçileri sindirmeye çalıştılar. Ama başarılı olamayınca noter çağırdılar. Noter “çalışmak isteyenler ile çalışmak istemeyenler şu kağıdı imzalasın” deyince çoğunluk çalışmaya başladı. Patron hemen bizlere şunu söyledi “işyerinde bütün sorunlar imalat bölümünde çıkıyor” dedi. İşçiler, “bizim sorunlarımızı kimse dinlemiyor” diyerek karşılık verince, patron ortamı sakinleştirmek için “bir toplantı yapacağını” açıkladı. Bizler bu konuyu değerlendirmek üzere bize yardım eden arkadaşlarla birlikte bundan sonraki süreçte neler yaşanabileceğini tartışmak üzere bir araya geldik. Patronun yapılan bu eyleme nasıl bir tepki vereceğini ve buna karşı neler yapabileceğimizi konuştuk. Aslında düşük zamma, fazla mesailere, işçi arkadaşın atılmasına karşı verdiğimiz mücadele, örgütlü ve planlı değildi. Gelişen saldırılara tepki olarak bu refleksi gösteriyorduk. Çünkü artık kaybedecek bir şeyimizin olduğunu inanıyorduk. Bir yandan da sendikalaşmak istiyorduk. Ve bunun bir an önce olup bitmesi için elimizden gelen her şeyi yapmaya çalışıyorduk. Ve sendikaya üye olunması için arkadaşların bize önerdikleri yolun yerine kendi bildiğimiz yolu denemeye çalıştık. Çünkü şunu düşündük “işyerinde iyi bir fırsat var. İşçiler şu an patrona karşı tepkili, bu tepki geçmeden işçileri bir an önce sendikaya üye yapalım yoksa böyle bir fırsatı bir daha yakalayamayız” diye bu yolu seçtik. Görüştüğümüz arkadaşlar ise bu yolun yanlış olduğunu ve buna rağmen bizlerle sonuna kadar birlikte hareket edebileceklerini söylediler.

Açıklama [197]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [198]: <!--[endif]-->

Açıklama [199]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [200]: <!--[endif]-->

Açıklama [201]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [202]: <!--[endif]-->

Açıklama [203]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [204]: <!--[endif]-->

Patron saldırıya geçti Biz işçileri sendikaya üye yapmaya devam ederken birden bire patron üretimi daraltmaya gidiyorum diyerek 20 işçiyi tazminatlarını vererek işten attı. Atılan işçilerin 10 tanesi sendikaya üye idi. Üye olan işçiler atılmalar karşısında bir tepki göstermediler. Çünkü sendikalaşmanın devam etmesi ve deşifre olmamasını istiyorlardı. Bizim ise bundan sonra işten atılacak işçiler olursa nasıl bir tutum almamız gerektiğini tartışmamız gerekiyor. Yoksa patron yavaş yavaş herhangi bir gerekçe ile bizleri işten atabilir. O zaman üyeliğin bir anlamı olmayacağını düşünüyoruz. Sendikacılar ise işten atılmaların sendikalaşmadan dolayı olmadığını açıklıyorlar. Bizce bu doğru değil. Çünkü şu ana kadar 150’den fazla üye yaptık. Ama bu üyeliklerin yapılma şeklinden dolayı patronun haberdar olma olasılığı yüksek görünüyor. Bizler buna rağmen işçileri üye yapmaya devam ediyoruz. Ama üye olan işçilerin yarın patronun herhangi bir saldırısı karşısında ne yapacakları konusu eksik görünüyor. Çünkü işçiler sadece üye oluyorlar. Biz işçilere üye olmanın yeterli olmadığını kendimizi bilinçlendirmemiz gerektiğini söylememize rağmen ne sendikacılar bunun üzerinde duruyorlar, ne de işçilerin böyle bir talebi var.

Çünkü sendikacılar bir an önce çoğunluğu sağlamak için işçilere sendikal bilinç dahi vermiyorlar. Ama bunun elbette bize bir yansıması olacaktır. Bizler eğer örgütlü olmazsak, bölümler arası iletişimi sağlamazsak, patronun olası saldırılarına karşı tutumumuzu belirlemezsek ve planlamazsak en ufak bir saldırıda moralimiz bozulabilir. Şu an işyerinde bir sessizlik hakim. Bu sessizliği fırtına öncesi bir sessizlik olarak da algılayabiliriz.

Açıklama [205]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [206]: <!--[endif]-->

Açıklama [207]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [208]: <!--[endif]-->

Açıklama [209]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [210]: <!--[endif]-->


Sonuç olarak patronu baskılarına karşı gelmek için böyle bir çalışmayı başlattık ve bu çalışma devam ediyor. Çok eksikliklerimizin olduğunu bugün daha iyi anlıyoruz. O gün bizlere yapılan eleştirileri daha fazla dikkate almış olsaydık bugün başarılı olma şansımız biraz daha yüksek olabilirdi. Ama buna rağmen geç kalmış değiliz. Öncelikle bu eksikliklerimizi bir an önce gidermeliyiz. İşçi arkadaşlarla bir yandan sendikalaşmayı devam ettirmeliyiz. Diğer yandan da kendimizi bilinçlendirerek donatmalıyız. O zaman patrona karşı mücadele etme ve bunu başarılı kılma şansımız olabilir. Sendikal bir mücadele verme şansımız olabilir.

Açıklama [211]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [212]: <!--[endif]-->

Açıklama [213]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [214]: <!--[endif]--> Açıklama [215]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [216]: <!--[endif]-->

Fabrikalardan...

Açıklama [217]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [218]: <!--[endif]--> Açıklama [219]: <!--[if !supportEmptyParas]-->

Yeni bir işyerinden merhaba

Açıklama [220]: <!--[endif]--> Açıklama [221]: <!--[if !supportEmptyParas]-->

Fabrikada 500’e yakın işçi çalışıyor. Kalıphane, preshane, boyahane, paket, montaj, depo vb. bölümleri var. Genelde işçilere asgari ücret veriliyor. Vasıflı ve vasıfsız ayrı ücret grupları var. Preshane, barel, boya bölümü iki vardiya çalışıyor. Üç ayda bir yarım ikramiye var. Ama patron bu ikramiyeleri kendi keyfine göre 56 ayda bir veriyor. Fabrikada ısıtma sistemi yok. Bu nedenle işçiler sık sık hastalanıyor. Yemekhane tavan bölümünde, çok kötü, tavanda açıklıklar olduğu için kuşlar yuva yapıyor. İşçiler olarak yemek yerken ansızın kuş tüyleri ve kuş dışkısıyla karşılaşabiliyoruz. Yemekler metal tabldotlarda ve üç çeşit veriliyor. Bu çeşitlerde ne tatlı ne de meyve var. Bu üç çeşide yoğurtta dahil. Mutfağa yeterli eleman alınmadığı için tabaklar temiz yıkanmıyor. İşçiler temiz tabak aramaktan usanmış durumdalar.

Açıklama [222]: <!--[endif]--> Açıklama [223]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [224]: <!--[endif]--> Açıklama [225]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [226]: <!--[endif]--> Açıklama [227]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [228]: <!--[endif]-->

Ayrıca vardiya da ise yemekler genelde yenmeyecek kadar kötü. Bir parça domates, bir dilim peynir, beş adet zeytin tanesi yanında çay yok, ancak su içebiliyoruz. Yemek oluyor ise de yemekler bozuk, işçiler zehirlenme ve mide ağrılarıyla karşılaşıyorlar. Bir başka sorun ise ücretlerimiz hiçbir zaman zamanında ödenmiyor. Normalde her ayın 10’unda ücretleri, 20’inde ise avansları almamız gerekirken 13-16 gün geciktiriliyor. Buna karşı sesini yükselten işçilere karşı idare ya işçileri tehdit ediyor ya da işten atıyor. Fabrikada dönem dönem de olsa belli ufak hareketlilikler görülmüştür. Ancak idare hemen bu hareketlilikleri bastırmıştır. Görüldüğü gibi bizim işyerindeki sorunlarda, diğer işyerlerindeki sorunlara benzer durumda. Sorunlarımızı çözmek için güven temelinde işyeri sorunlarından başlayarak kendimizi bilinçlendirerek örgütlenmemiz gerektiğini biliyoruz. Bu birliğimizi hem işyerimizde hem de diğer işyerlerine yaymadığımız sürece başarılı olma şansımız çok zayıf. Bunun için hepimize düşen görev örgütlü davranmak.

Açıklama [229]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [230]: <!--[endif]--> Açıklama [231]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [232]: <!--[endif]-->

Açıklama [233]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [234]: <!--[endif]-->

Açıklama [235]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [236]: <!--[endif]-->


Bir Metal İşçisi Açıklama [237]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [238]: <!--[endif]--> Açıklama [239]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [240]: <!--[endif]-->

Paydoslarda izdiham İşyerinde işe giriş ve çıkış kapılarında iki tane kart basma makinesi var. Patron daha önceden ayırdığı bir bölüme kart basma makinesi alacağına, yetersiz olan makinelerden birini o bölüme götürdü. İdare bundan sonra birinci katta çalışanların giriş ve çıkışlarını o kapıdan yapacaklarını söyledi. Her iki bölüm paydos zili çalar çalmaz, işçiler çıkışlara doğru koşuyorlar. Haliyle kalabalıktan dolayı izdiham yaşanıyor. Yeni gelen müdür ise bu izdihama karşı, “Ne yapıyorsunuz, koşmayın, nereye koşuyorsunuz, böyle yaparak elinize ne geçiyor. Aferin böyle yapmaya devam edin, sizin ahlakınız bu kadarmış” diye işçileri küçümser bir tavır takındıktan sonra çekip gitti. Müdür bizlerin nasıl ahlaklı olmamız gerektiğini söyleyeceğine var olan soruna bir çözüm bulması daha ahlaklı olmaz mı? Paydoslarda 600 işçinin birden çıkmasını ve buna karşı bir kart makinesinin yetmediğini görmüyorsa, gözüne büyüteçli gözlük takmasını öneririz.

Bir Tekstil İşçisi

Açıklama [241]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [242]: <!--[endif]-->

Açıklama [243]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [244]: <!--[endif]-->

Açıklama [245]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [246]: <!--[endif]--> Açıklama [247]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [248]: <!--[endif]--> Açıklama [249]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [250]: <!--[endif]-->

Patronun amacı zam vermemek

Açıklama [251]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [252]: <!--[endif]-->

Yeni müdürün gelmesi bir yığın yasaklar ve baskıları da beraberinde getirdi. Bantların şekli yine değişti. Önceden çıraklar iş topluyordu şimdi makineciler iş toplayıp regola yapıyor. Makinecinin işini arttırarak, aynı zamanda da performansları yükseltmek için baskı yapıyorlar. Az işçiyle çok iş siyaseti izliyorlar. İstenilen sayı çıkmadığında şefler ve müdür yanımıza gelip soruyorlar. İşten çıkartmakla tehdit ediyorlar.

Açıklama [253]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [254]: <!--[endif]--> Açıklama [255]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [256]: <!--[endif]-->

Fabrikanın her bölümünde çıkış söylentisi var. Konfeksiyon bölümü ikiye ayrıldığından alt katta bir haftanın içinde 10’a yakın işçi işten atıldı. Bu olaylardan dolayı işçilerin morali bozuldu. Söylentilere göre çıkışlar devam edecekmiş. Müdürün şeflere ve personel şefine söylediği performans raporları düşük olanların çıkışını verin demiş. Zam ayının gelmesiyle birlikte patron baskıları arttırarak, işten çıkartmaları gündeme getirerek bizlere gözdağı vermeye çalışıyor. Patronun amacının zam vermemek olduğu ortaya çıktı. Patronun baskılarını boşa çıkarmak için işten atılmalara tepki göstermeli ve zam hakkımızı istemeliyiz. Bir Tekstil İşçisi

Açıklama [257]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [258]: <!--[endif]--> Açıklama [259]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [260]: <!--[endif]--> Açıklama [261]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [262]: <!--[endif]--> Açıklama [263]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [264]: <!--[endif]--> Açıklama [265]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [266]: <!--[endif]--> Açıklama [267]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [268]: <!--[endif]-->


Emekliler kazanılmış hakları için Ankara’da Açıklama [269]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [270]: <!--[endif]-->

Fuat Karan DİSK’e bağlı Emekli-Sen sendikası 21 Kasım günü Sosyal Reform Yasasına karşı bir aylık imza kampanya başlattı. Kampanyanın diğer bir amacıda 9 yıldır, devlet tarafından tanınmadı ve kapatma davası açıldı. Bütün davalar Emekli-Sen lehine sonuçlandığı halde devlet bu sendikayı tanımamakta ısrar ediyor. Emeklilerin amacı da seslerini duyurmak. İstanbul’un çeşitli yerlerinde imza standı açılarak, Türkiye genelinde 60 bine yakın imza toplandı. Kampanyanın sonunda Marmara Bölgesi’nden 80 emekliyle 30 Kasım’da Ankara’ya miting ve toplanan imzaların Çalışma Bakanlığı’na verilmesi için gidildi. Saat 11’de Nakliyat-İş önünde 100 kişiyle toplanıldı. Polis yürütmeyeceğini söyleyerek barikat kurdu. Bir saate yakın bekledik ve sloganlar atıldı (“Direne direne kazanacağız!”, “Yılgınlık yok direniş var!”, “Zafer direnen emekçinin olacak!”) Ve sonunda polis pankart ve dövizleri indirip kaldırımdan yürümemize izin verdi. Yolun yarısında Emekli-Sen üyeleri pankart ve dövizleri açıp, sloganlarını yeniden attılar. Polis müdahale etmeye çalıştı ama başarılı olamadılar. Çalışma Bakanlığı’nın önüne geldiğimizde polis bizleri kaldırıma çıkarmaya çalıştı. Emekli-Sen yönetimi Çalışma Bakanı Murat Başeskioğlu ile görüşmek ve toplanan imzaları vermek için içeri girdi. Bu sırada polis “içerden haber geldi yürüyüşçü arkadaşlar isterlerse büyük toplantı salonunda bekleyebilir, çay ve kahve içerek ısınırsınız” dedi. Devlet bir yandan 7 bin emekliyi açlığa ve soğuğa mahkum ederken, bizleri içeri alarak iyi niyet gösterisi yapmak istedi. Bu bir çelişkidir. Herkes itiraz ederek “biz temsilcilerimizi burada bekleyeceğiz” denildi. Halaylar çekilerek beklendi. Görüşme bittiğinde Genel Başkan, bakanla neler konuşulduğunu anlattı. Bakanın her şeye olumlu yaklaştığını, her söylediğimize bende sizin gibi düşünüyorum diyerek geçiştirdiğini söyledi. Bu açıklamadan sonra eylem bitti. Yapılan bu eylemler de şunu gördük. Genel Merkez çok uzlaşmacı bir tavır alarak eylemlere göstermelik yaklaştı, Ankara’da hiçbir hazırlık yapmadı. İşçi sınıfına yapılan saldırılar had safhaya ulaştığı bir dönemde. Hükümette işçi sınıfının örgütsüzlüğünden, sendikaların uzlaşmacı tutumlarından dolayı kazanılmış haklara daha rahat saldırmaktadır. Bu kampanyalar tabi ki bu saldırıları durduramaz. Ancak işçi ve emekçiler örgütlenip birlik olabilirse hükümetin ve patronların saldırıları geri teper. Son olarak Emekli-Sen mekansız kaldı. Emekli-Sen, DİSK Bank-Sen sendikasının merkez binasında ki bir odayı mekan olarak kullanmaktaydı. DİSK Bank-Sen merkezinde yenilenme amacıyla tadilat başladığında Emekli-Sen kullandığı odadan çıkarıldı. Merkez binadaki çalışmalar bittiğinde Emekli-Sen’e yeniden yer verilmeyeceği bildirildi. Eğer bu karar değiştirilmez ve yeni bir mekan bulunamazsa Emekli-Sen tam anlamıyla sokakta kalmış olacak. DİSK’e bir an önce bu soruna bir çözüm bulma çağrısı yapıyoruz. Bu yanlıştan dönülmeli ve Emekli-Sen mekansız bırakılmamalıdır.

Açıklama [271]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [272]: <!--[endif]--> Açıklama [273]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [274]: <!--[endif]--> Açıklama [275]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [276]: <!--[endif]-->

Açıklama [277]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [278]: <!--[endif]-->

Açıklama [279]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [280]: <!--[endif]-->

Açıklama [281]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [282]: <!--[endif]--> Açıklama [283]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [284]: <!--[endif]-->

Açıklama [285]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [286]: <!--[endif]--> Açıklama [287]: <!--[if !supportEmptyParas]-->

Colin’s Loft işçileri suçlamalara cevap veriyor!

Açıklama [288]: <!--[endif]--> Açıklama [289]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [290]: <!--[endif]-->

Bizler Colin’s Loft işçileri olarak bugüne kadar sadece haklarımız için mücadele ettik. Alın terimiz için, çocuklarımız için, birlikte kader birliği yaptığımız diğer işçi arkadaşlarımızla birlikte mücadele ederken çok şeyler gördük ve öğrendik.

Açıklama [291]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [292]: <!--[endif]-->


Öncelikle patronun kâr hırsının ne kadar sınırsız olduğunu, kapitalist sömürünün ne kadar acımasız olduğunu ve bu düzenin hukukuyla, hükümetiyle, partisiyle nasıl işçi-emekçi düşmanı ve fakat ne kadar da patron dostu olduğunu gördük. Artık biliyoruz ki bu düzen zenginin düzenidir. Bu düzen işçilere, emekçilere hayat hakkı tanımayan bir düzendir. Mücadelemizden dersler çıkardık. Dostu ve düşmanı tanıdık. Artık biliyoruz ki birlik ve dayanışma içinde olmayan işçiler, emekçiler haklarını alamazlar. Haklarımızı kazanmak için birlik olmak ve mücadele etmek gerekir.

Mücadelemiz sırasında birçok sınıf dostumuz bizlere omuz verdi, dayanışma gösterdi. Sınıf dostlarının desteğiyle, dayanışmasıyla, öneri ve katkılarıyla hem daha güçlü olduk hem de yanlışlarımızı, hatalarımızı gördük, öğrendik. Mücadelemiz sırasında gördük ve öğrendik ki işçiler, emekçiler sadece patronlara karşı değil kendi içlerindeki bozgunculara karşıda mücadele etmek zorundadır. Bizler yaptıklarıyla patronun ekmeğine yağ süren bu aklı evvelleri bir an önce akıllarını başlarına almaya davet ediyoruz. Hakları için mücadele eden Colin’s işçileri biliyor ki 12/08/2004 tarihinde yaşadığımız mücadeleden sonra mahkeme sürecini takip etmek ve birliğimizi dağıtmamak için her hafta bir siyasi parti lokalinde toplantılar yaptık. Toplantılar da hem hukuki süreç boyunca hem de bundan sonra neler yapabileceğimiz üzerine görüş alışverişlerinde bulunduk. Hatta mahkeme ve avukatı takip etmek için dört işçiden oluşan bir komite kurduk. Ama kendisini İşçi Sendika Evi Girişimi olarak tanıtan çevre Colin’s işçileri ne yaparsa tersini söylemeyi ve yapmayı kendine iş edindi. Oysa mahkeme ve avukatı takip komitesinde İşçi Sendika Evi Girişimi’nden de iki işçi bulunuyordu. Ama Colin’s işçileri bu çevrenin söz ve davranışlarını tutarlı bulmadı ve inanmadı. İşçiler üzerinde bir etki sağlayamadığını gören bu çevre birlik ve beraberliği kuvvetlendirip, çoğunluğa uyacağı yerde maalesef işçileri birbirine kışkırtılar. İşçilerin kurduğu birliğe zarar verecek tutumlar takındılar. Sonucunda da yapmak istediklerinin bir kısmını başardılar. Birlikte patrona karşı mücadele eden işçilerin bir kısmı bu çevre sayesinde birbirine karşı oldu. Hakaretlere varan söylemler işçiler arasında güvensizlik yarattı. Bu çevrenin etkisinde olan işçi, komiteyle avukata gitmediği gibi toplantılarda çevresi tarafından eline tutuşturulan notları gelişi güzel ve toplantılara zarar verecek şekilde kullandı. Sorumsuzca davranmayı bir marifet saydı. Bu çevre kendi yetersizliklerini kapamak ve mücadelenin olumlu veya olumsuz sonucuna katlanmak yerine, “biz bu işten nasıl sıyrılırız” bahaneleri aradı. Bugüne kadar mücadelede katkısı olan işçiyi dışlamayı denediler. İstediklerini yapamayınca da olmadık karalama kampanyalarıyla, yalan dolanla işçilerin kafasını karıştırmak gibi küçük burjuva yöntemlere sarıldılar. Ama ne yaparlarsa yapsınlar Colin’s işçilerini kandıramadılar. Onların küçük burjuva yöntemleri işçilerin sınıf dayanışması ve sağduyusuyla başarısızlığa mahkum oldu. İstediklerini başaramayınca yeni yöntemlere sarıldılar: “Biz sana güvenmiyoruz, bizim mahkeme sürecimizi dışardan biri takip etsin” demeye başladılar. Ama Colin’s işçileri komitede olmasına rağmen hem avukata gidilecek randevuya gelmeyen hem de işi başkasına havale eden bu kara çalan anlayışa geçit vermedi. Çünkü Colin’s işçileri bugüne kadar birbirine güvenen işçilerin bu anlayış yüzünden nasıl birbirine güvensizlik belirtecek noktaya geldiğini gördü. Buna neden olan nedir, kimdir? Biliyoruz ki buna neden olan anlayış işçilerin birliğini bozan, kendi grup ve hatta şahsi kariyerlerini ön plana koyan küçük burjuva anlayıştır. Bu anlayış Colin’s işçilerinin birliğine zarar vermiştir. Bana yar olmayan kimseye yar olmasın mantığının bir ürünüdür.

Açıklama [293]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [294]: <!--[endif]-->

Açıklama [295]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [296]: <!--[endif]-->

Açıklama [297]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [298]: <!--[endif]-->

Açıklama [299]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [300]: <!--[endif]-->

Açıklama [301]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [302]: <!--[endif]-->

Açıklama [303]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [304]: <!--[endif]-->

Açıklama [305]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [306]: <!--[endif]-->

Açıklama [307]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [308]: <!--[endif]-->

Açıklama [309]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [310]: <!--[endif]-->

Açıklama [311]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [312]: <!--[endif]-->


Süreç içinde işçilerin bu küçük burjuva anlayışı tam olarak keşfetmesinden rahatsız olan bu çevre işi iyice azıtmış ve Colin’s işçileri ne yaparsa yapsın kötü demeye başlamıştır. Yani bu çevre iş yapmak yerine Colin’s işçilerine, “çamur at, izi kalsın!” anlayışıyla yaklaşmaya başlamıştır. Biz bu gibi anlayışları iyi tanıyoruz. Bizler yaptıklarımızla ve yapabileceklerimizle tartışırız. Yoksa küçük burjuva hırslara ve dedikodulara ayıracak zamanımız yok. Bu çevrenin izlediği siyaset anlayışı yanlıştır. İşçiler bu anlayıştan mümkün olduğu ölçüde uzak duracaktır. Çünkü bu anlayış işçilerin mücadelesine zarar veren, patronun ekmeğine yağ süren bir anlayıştır. Kuşkusuz bu anlayışın sahipleri bu veya şu gibi gerekçeler sunacaktır ama bu yapılanın adını değiştirmez. İşçi Sendika Evi Girişimi girişiminin anlayışını daha iyi aktarmak için biz Colin’s işçilerini hedef seçtikleri metinlerinden örnekler vereceğiz. Bir grup işçi imzalı tarihi belli olmayan, “Colin’s: mahkemeden ret!” başlıklı metinde İşçi Sendika Evi Girişimi’nin mahkemenin ret edilmesine verdiği cevap şu: 1)“…davayı açan işçilere ‘önderlik’ eden işçilerin süreci avukata bırakması” deniyor. Arkadaşlarının da içinde bulunduğu komitede kendileri yokmuş gibi açıklama yapmaları ne kadar dürüstçe olur. Ayrıca hangi işçi arkadaş veya bir başkası avukat üzerinde baskı oluşturmuşta bizler bırakmamışız? 2)Davanın kaybedilmesine gerekçe olarak, “…pişmanlık dilekçelerini imzalayanlara dava açılması…” gösteriliyor. Bu çevre, söz konusu arkadaşlar için dava açılmasına hep birlikte karar vermemize rağmen ve bir yılı aşkın bir süredir bu konu hiç gündeme gelmediği halde bugün bunu pişkin pişkin önümüze getirmeleri ne anlama geliyor?

Evet bir yanlışımız varsa buna hep birlikte karar verdik ve bunun sonucuna da birlikte katlanırız. Bundan dolayı gocunmayız. Kendimizi sıyırmaya çalışmayız. Bunu mücadelede bir eksikliğimiz olarak kenara yazarız, gereken dersi çıkarırız. Metinde bir başka gerekçe olarak, “davayı gerektiği gibi takip etmeyip, avukata gerekli baskıyı yapmamış olmaları” deniyor. Avukata kim baskı yapacak?: Dışarıdan birileri mi? Bizler mi? Avukatı takip komitesinin randevusuna gelmeyenlerin böyle bir gerekçeyi ileri sürmelerine ne denir?

Bu çevre metinlerinde sürekli olarak mücadele eden Colin’s işçilerini suçluyor. Sonuna kadar kendilerini sürecin dışında tutuyorlar ama her şeyin doğrusunu da biliyorlar! Yeni anlayışları da bu olsa gerek. İşlerine geldiklerinde biz bu sürecin içindeyiz! İşlerine gelmediğinde ise kendileri sürecin dışında! Yazdıkları metne imza bile atmayıp, bir grup işçi diyerek geçiştiren bu çevreye –hangi işçileri muhatap kabul edeceğimiz belli olmadığı halde- bir cevap yazdık. Çünkü herkesin şunu bilmesini istiyoruz: Bizler Colin’s işçileri olarak yanlış ya da doğru bugüne kadar yaptığımız her şeyin arkasında durduk. Haklarımız için mücadele ettiğimiz gibi doğrularımız içinde mücadele ettik. Yanlışlarımızı kabul etmekten gocunmadık, çekinmedik. Çünkü biz işçi sınıfının yanlışlarından ve yenilgilerinden de dersler çıkarması gerektiğini biliyoruz… Colin’s mücadelesinde de hem patronun dalaverelerini hem de bozguncuların sinsi yöntemlerini daha iyi gördük ve öğrendik…

Açıklama [313]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [314]: <!--[endif]-->

Açıklama [315]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [316]: <!--[endif]-->

Açıklama [317]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [318]: <!--[endif]-->

Açıklama [319]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [320]: <!--[endif]--> Açıklama [321]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [322]: <!--[endif]-->

Açıklama [323]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [324]: <!--[endif]-->

Açıklama [325]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [326]: <!--[endif]-->

Açıklama [327]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [328]: <!--[endif]-->

Açıklama [329]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [330]: <!--[endif]-->

Açıklama [331]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [332]: <!--[endif]-->

Açıklama [333]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [334]: <!--[endif]--> Açıklama [335]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [336]: <!--[endif]--> Açıklama [337]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [338]: <!--[endif]-->


04/10/2004 tarihli, “Bir para toplama etkinliği üzerine” adlı metne

Colin’s işçilerinin cevabı… Açıklama [339]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [340]: <!--[endif]-->

Öncelikle yazılan metnin gerçeklerle bağdaşmadığını, baştan sona yalan ve kulaktan dolma bilgilerle dolu olduğunu ve yazarının hayali katkılarıyla hazırlanmış olduğunu düşünüyoruz. Ayrıca her cümlesi çarpıtma olan bir metne nasıl cevap verilir? Doğrusu bilmiyoruz. Çünkü öyle bir senaryo yazılmış ki yazanın bu konuda hem yetenekli olduğu hem de oldukça çaba harcadığını düşünüyoruz. Ama Colin’s işçileri sorumluluklarının bir gereği olarak gerçekleri dile getirmek için bir kez daha mücadele boyunca yaşadıklarını anlatmayı görev olarak görmektedir. 1) Bizler Colin’s işçileri olarak 12/08/2003 tarihinden itibaren bugüne kadar ki süreçte bütün kararları hep birlikte almak prensibiyle hareket ettik. Bunun için süreci bilmek adına kısa bir giriş yapmak istiyoruz. Direnişten sonraki hukuki süreci takip etmek ve toplantıları yapmak için bir siyasi partinin lokalini kullanmak için izin aldık. Burada yapılan haftalık toplantılarda İşçi Sendika Evi Girişimi’nin toplantılarda hakim olma girişimi oldu. Başarılı olamayınca bu kez çevrelerinde bulunan işçiler üzerinden toplantılarda mücadeleye katkısı olan işçiyi yıpratma girişimleri, hakaretler hatta “sen bize ihanet ettin” gibi saldırılarla bir kampanyaya giriştiler. Bizler bu arkadaşlara birbirimize güvenimiz yoksa, birbirimize hakaretler edeceksek birlikte bu mücadeleyi sürdüremeyiz dedik. Ve bizler bundan sonra toplantıları bir sendika bürosunda yapacağımızı açıkladık. Ve o günden sonra haftalık toplantıları burada devam ettirdik. Bu çevreyle ilişkisi olan üç işçi ise ilk zamanlar toplantılara katılmamış olsalar da daha sonraki toplantılara düzensiz şekilde bir iki kez katıldılar. Katıldılar çünkü kendileriyle toplantı yapacak işçi bulamadılar. O ana kadar bizlere hakaretlere varan sözler etmiş olmalarına rağmen yinede toplantılara katıldıklarında bizler bu arkadaşlara onların bize davrandığı gibi davranmadık. Doğal olarak bu çevrenin dediği gibi bilgilendirme toplantıları yapılmamış değil, kendileri katılmadıkları için yapılmamış olarak değerlendiriyorlarsa diyecek bir şeyimiz olamaz. 2) Metinde talep edilen ve ödenmesi gereken miktarı 370 milyon lira olarak söylüyorlar. Bu rakamı en azından bizler kendi aramızda telaffuz etmedik. Bu rakamı neye dayandırarak söylüyorlarsa da bilemiyoruz. 3) Patronun avukatı mahkemeyi kazandıktan sonra temyiz cevabını beklemeden 29 işçiden alacağını tahsil etmek için işçileri icraya verdi. Bunun üzerine yapılan toplantıda işçiler öncelikle Yargıtay’ın cevabının ne zaman geleceği belirsiz olduğundan, “bu parayı verelim, kapımıza icra gelmesin” dediler. Bu çevre ise “önce parayı vermeden gidip Bakırköy Teksif Sendikası’ndan bu parayı isteyelim” diye bir öneri sundular. Sendikanın bu parayı vermeyeceği belli de olsa bu arkadaşlar deneyelim deyince işçiler tamam dedi. O zaman sendikadan randevu alacaklardı. Ne randevu ile ilgili bilgi iletildi ne de sendikanın bu öneriye cevabı geldi!!!

4) Bizler zaten sendikanın bu parayı vermeyeceğini biliyorduk. İki haftadan fazla bir zaman geçti ve bu çevreden bir haber çıkmaktı. Düşüncemizin doğrulandığını gördüğümüzde bizler beklemek yerine toplantıda hep birlikte şu öneriyi geliştirdik: “Eğer bu parayı toplamak istiyorsak, gidip birilerinden bana şu kadar para ver demek bizlere mantıklı gelmedi. Ve bir dayanışma konseri düzenlersek hiç olmasa insanlara elimizdeki bileti satarak bu dayanışmayı sağlayabiliriz” dedik. Bu öneri toplantıdaki işçilere mantıklı geldi. Zaten kaybedecek bir şeyimiz yoktu. Bu fikrimizi paylaşmak için daha geniş bir toplantı yaptık. Ve bu çalışmanın organizasyonunu planladık. Konseri bizler böyle planlarken siz gelin bizlere yapılan eleştiriye bakın! Senaryo şöyleymiş: bizler bir arkadaşımızı bu çevrenin toplantısına sizsice göndermişiz. Bu arkadaşımız burada konuşulanları onların deyimiyle fikir hırsızlığı yapmış ve bizler bu arkadaşlardan önce davranmışız.

Açıklama [341]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [342]: <!--[endif]-->

Açıklama [343]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [344]: <!--[endif]--> Açıklama [345]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [346]: <!--[endif]-->

Açıklama [347]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [348]: <!--[endif]-->

Açıklama [349]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [350]: <!--[endif]--> Açıklama [351]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [352]: <!--[endif]-->

Açıklama [353]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [354]: <!--[endif]-->

Açıklama [355]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [356]: <!--[endif]-->


Bir senaryo ancak bu kadar olur.

5) Bir sonraki haftalık toplantıda ise yapılacak etkinliğin yeri, zamanı ve katılan sanatçıların bulunması ve biletlerin basılması vb gibi işlerin aramızda iş bölümünü yaparak ayrıldık. Tabi ki toplantıların yerini ve zamanını bilen bu çevre katılmadığı gibi toplantıda nelerin konuşulduğunu bilmemesi kadar doğal ne olabilir? Ama bir sonraki toplantıya katıldılar. 6) Metinde bir başka bölümde ise dayanışma için toplanan para eksik gelirse geri kalanını sendika tamamlar demediğimiz halde metinlerinde böyle uydurma bilgileri gerçekmiş gibi yazıyorlar. Merak ediyoruz, acaba bu yazılanlara kendileri inanıyorlar mı? Bu bilgileri nereden öğrendiklerini açıklarlarsa herkes öğrenmiş olur. 7) Daha sonra bu çevreden bir işçi yapılan toplantıya katıldı. Ve bizlere “böyle bir etkinliği düşündüğümüz için memnun olduk” dedi. Sonra, “etkinliğin fabrikanın bulunduğu bölgede olması daha iyi olur” dedi. Tabi ki bu arkadaş toplantılara katılmadığından dolayı hem her şeyden habersizdi hem de yapılan çalışmaları öğrenmek yerine yargılayan bir tutum içindeydi. Oysa bizler Colin’s işçileri olarak fabrikanın bulunduğu bölgedeki kültür merkezi ile buradaki yasal koşulları yerine getirmek bizleri zorlayacağından ve bunun yanına 2,5 milyarlık ses düzeni vb masrafların altından kalkamayacağımızdan dolayı bir başka seçenek olarak “Sümerbank fabrikasında olabilir” dedik. Sendika ve Sümerbank işçileriyle birlikte bir toplantı yaptık. Hem sendika hem de Sümerbank işçileri yapılacak etkinliğin yasal iznini ve biletlerin basımını dayanışma olarak karşılayacaklarını söylediler. Bizlerde bu şartlarda en mantıklı yerin Sümerbank olduğuna karar verdik. Süreç böyle gelişti. Ama süreci nasıl ve ne şekilde çarpıtacağını şaşıran çevre önce etkinliği ve para toplanmasını kendilerinin önerdiklerini söylüyor. Çok güzel! Ama sonra bu çevre U dönüşü yapıyor. Çelişkilerle dolu ve belli ki kafaları karışık olan bu çevrenin hem dayanışma konserine bir bilet dahi almayıp hem de bu yetmiyormuş gibi birde işçileri telefonla arayıp “dayanışma konserine gitmeyin, biz gitmiyoruz” demesi ne anlama gelir? İşçileri dayanışma konserine gitmemeleri yönünde telefonla arayıp karşı kampanya başlatan bu çevrenin gerekçeleri de şunlar: “patronun avukatına biz neden para verecekmişiz!”, “icra geldiğinde adreslerimizi değiştiririz!...” Kendilerinin inanmadıkları bir şeye işçilerin inanmasını bekliyorlar. Maalesef önce “parayı sendikadan isteyelim” diyenler kendileri, şimdi de “neden patronun avukatına para toplayalım” diyorlar. Bu metni kaleme alan çevrenin hangi ruh halinde olduklarını bu metni okuyanlar tahmin edebilirler. 8) Bu çevrenin iddiasına göre bizler davası olmayanlara zorla bilet sattırmışız. Kime? Ayrıca davası olmayan ve bizlerle dayanışma için bilet satmak isteyen arkadaşların ne sakıncası olabilir? Sınıf dayanışması göstermek, birlik ve beraberlik içinde patrona karşı mücadele etmek ne zamandır zorlama oldu? Kuşkusuz Colin’s işçileri bu çevrenin pabucunu dama çıkardığından bu yana… Böyle öfke dolu şekilde desteksiz atmalarının nedeni sadece bundan dolayı. Başka bir şeyden değil… 9) Bu çevre birde avukatlar arasında araştırma yapmış! Patronun avukatının bu davranışını (işçileri icraya vermesi vs.) mesleki ahlak açısından hoş karşılanmadığı sonucunu çıkarmış! Patron bizleri yıldırmak ve sindirmek için her yolu denerken olayı avukatın ahlaki açısına indirgeyenlere lafımız yok. Buyursunlar oradan bakmaya devam etsinler. 10) Devam ediyorlar. Avukatın mahkeme masraflarını ve icra faizi ve masrafları için toplanan paranın buraya verilmesine karşı çıkıyorlar. Ve bunu “ver kurtul!” olarak değerlendiriyorlar. Peki siz sendikadan parayı almış olsaydınız nerede kullanmayı düşünüyordunuz? Bunu adı ne olacaktı? Toplanan dayanışma parasıyla işçilerin mağduriyetini gidermek ne zamandan beri “ver kurtul!” oldu? 11) Colin’s işçileri hakları için mücadeleye başladı. Patron hem ekonomik hem de siyasi gücüyle haklarını isteyen işçileri işten attı. Hakları için hukuki yollara başvuran işçiler bir kez daha düzenin işçi düşmanı çarklarına çarptı. Ve haklı olduğumuz bir davada borçlu konumuna düştük. Bize çıkarılan faturayı şimdi hep

Açıklama [357]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [358]: <!--[endif]-->

Açıklama [359]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [360]: <!--[endif]-->

Açıklama [361]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [362]: <!--[endif]-->

Açıklama [363]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [364]: <!--[endif]-->

Açıklama [365]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [366]: <!--[endif]-->

Açıklama [367]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [368]: <!--[endif]-->

Açıklama [369]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [370]: <!--[endif]-->

Açıklama [371]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [372]: <!--[endif]-->


birlikte yükleneceğiz ama bizler kimseye borcunuzu öderiz taahhüdünde bulunmadık, bulunmayız. Hep birlikte bu mücadeleye emek harcadık. İşçilerin çoğunluğu elinden geleni yapmaya çalıştı, tabi ki dayanışma konserinden toplanan paradan da tüm işçiler para cezalarını ödemek için eşit şekilde yararlanacaktır. Ama emek harcamadan işçilerin konsere gelmemeleri için telefonlar açarak, “biz konsere katılmıyoruz” diyerek etkinliğin zayıflaması için çalışan bu çevreyi kınıyoruz. Bu gibi tutumlar sergileyenler zaten bizden biri olamaz. Çünkü bizler bu etkinliğin en iyi şekilde geçmesi için elimizden gelen her şeyi yaptık. 12) Bir tek bilet dahi almayan bu çevre bize bakın ne öneriyor: “bütün işçilerin parasını ödeyin!” Siz kimsiniz? Yoksa kendinizi işçilerin yerine ikame eden zihniyetin bir ürünü müsünüz? Bu sizlerin izlediği yol yol değil. Sizin bu izlediğiniz yol işçilere zarar veriyor. İşçiler bunu görmeye başladılar ve telefonla aradığınız işçilerden aldığınız cevaplar sizlere en iyi cevap oldu. Dayanışma konserinin zayıf geçmesi kimin işine yarar? Tabi ki patronun. O zaman bu yaptığınız patronun ekmeğine yağ sürmek değil de nedir? Bu tutumunuzu Colin’s işçileri olarak kınıyoruz. Hem patronun saldırılarına hem de sizin bu küçük burjuva tutumunuza karşı en iyi cevap yapılan etkinliğimiz oldu. Ama bu çevre işçilerle dayanışma gösterecek ve bu yönde emek harcayacak yerde Colin’s işçilerini suçlamaya devam ediyor. Öyle ki metinlerini mücadelenin başını çeken Colin’s işçilerinden hesap soracaklarını söyleyerek bitiriyorlar. Biz bu anlayışın genelde Stalinist geleneğe ait olduğunu sanırdık!

Açıklama [373]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [374]: <!--[endif]-->

Açıklama [375]: <!--[if !supportEmptyParas]-->

Sonuç olarak…

Açıklama [376]: <!--[endif]-->

Colin’s mücadelesi süresince, özellikle de mahkeme sürecinde hiçbir katkı sunmadıkları gibi köstek olan, bununla da yetinmeyip yalan yanlış suçlamalarla mücadele eden işçileri suçlamayı kendilerine iş edinerek patronun ekmeğine yağ süren İşçi Sendika Evi Girişimi çevresini kınıyoruz.. İşçilerin moralini bozmak için iyi bir çalışma yaptılar. Bunda da bir dereceye kadar başarılı oldular. Kendileriyle övünebilirler. Tüm bunlara rağmen bizler başlattığımız mücadeleyi tüm engellemelere ve zorluklara rağmen bir dayanışma konseri düzenleyerek devam ettirmeyi planladık ve bunu kısa bir süre içerisinde en iyi şekilde organize etmeye çalıştık. Dayanışma konserine gelen 250’yi aşkın kişi ve sunulan programın aksilik olmadan sonuçlanması da bunun göstergesidir. Dayanışma konseri hem Colin’s işçilerine hem de başka fabrikalardan gelen işçilere moral oldu. Bu dayanışma konserinde 639 adet bilet satıldı. 232 milyon gider oldu. İşçilerle yapılan toplantıda dayanışma konserinden toplanan paranın bir işçi adına bankaya yatırılması kararlaştırıldı. Yargıtay’ın kesinleşen sonucuna göre 18 işçinin işe geri dönüş talebi reddedildi. Bu işçilerin patronun avukatının talep ettiğini mahkeme masraflarını ödemeleri yasal olarak kesinleşmiş oldu. Diğer işçiler Yargıtay’ın kararını bekliyorlar. Colin’s işçileriyle dayanışma konserinde emeği geçen ve tüm suçlama ve karalamalara rağmen dayanışma konserine katılarak destek veren tüm sınıf dostlarına teşekkür ediyoruz… Colin’s işçileri patronlara ve bozgunculara rağmen mücadelelerine devam edecektir…

Açıklama [377]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [378]: <!--[endif]-->

Açıklama [379]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [380]: <!--[endif]-->

Açıklama [381]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [382]: <!--[endif]-->

Açıklama [383]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [384]: <!--[endif]-->

Açıklama [385]: <!--[if !supportEmptyParas]-->

Colin’s İşçileri

Açıklama [386]: <!--[endif]--> Açıklama [387]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [388]: <!--[endif]--> Açıklama [389]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [390]: <!--[endif]-->

Emek hareketinden...

Açıklama [391]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [392]: <!--[endif]-->


Derleyen: Mavi Mayıs Açıklama [393]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [394]: <!--[endif]-->

SSK Hastanelerinin Özelleştirilmesi SSK Hastanelerinin Sağlık Bakanlığı’na devri ve Köy Hizmetleri Genel Müdürlüğü’nün kapatılmasına ilişkin tasarıları protesto etmek amacıyla tüm yurtta “uyarı eylemleri” yapıldı. Kamu Yönetimi Temel İlkeleri Kanun Tasarısı’nda, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı bu uygulamanın dışında bırakıldı. Bununla birlikte SSK Sağlık Kuruluşları’nın yerel yönetimlere devri mümkün hale getirildi. Tüm bu aşamaların yasal kılıflarının oluşturulmasındaki amaç, SSK Hastanelerinin özelleştirilmesine uygun zemin hazırlamak. Bu demektir ki yerel yönetimlere devredilen hastaneler özel sektöre verilecek. Sadece parası olan sağlık hizmeti alabilecek. Birçok sağlık emekçisi işsiz kalacak. AKP Hükümeti IMF endeksli saldırı yasalarını çıkarmaya Avrupa Birliği sürecinde hızla devam edecektir.

Açıklama [395]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [396]: <!--[endif]-->

Açıklama [397]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [398]: <!--[endif]-->

KESK’in Ankara Yürüyüşü Geçtiğimiz haftalarda KESK, AKP hükümetinin son dönemdeki özelleştirme politikalarını protesto etmek için tüm yurttan Ankara’ya varılmak üzere yürüyüşlere başlama kararı almıştı. KESK Genel Sekreteri Mustafa Avcı yaptığı açıklamada “Yıkım politikalarına, IMF bütçesine ‘dur’ demek için yürüyoruz” dedi. Tüm yurttan Ankara’ya yapılan yürüyüşlerde zaman zaman gerginlikler yaşandı. AKP hükümetinin tüm kamu hizmetlerini ticarileştirmek istediğini ve işçinin-emekçinin sosyal haklarının yanı sıra iş güvencesinin de elinden alındığı şu günlerde ihtiyacımız olan işçi sınıfının birleşik, bilinçli ve sınıf tabanlı mücadelesidir.

Açıklama [399]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [400]: <!--[endif]--> Açıklama [401]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [402]: <!--[endif]-->

Açıklama [403]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [404]: <!--[endif]-->

Eğitim-Sen Davası Nereye Gidiyor? Yargıtay, Ankara 2.İş Mahkemesi’nin Eğitim-Sen’e anadilde eğitim hakkını savunduğu için açılan kapatma davasına verdiği ret kararını bozdu. Bozma kararı gereği kapama davası Ankara 2.İş Mahkemesi’nde yeniden görülecek.

Eğitim-Sen Genel Başkanı Dinçer, Yargıtay’ın kararını bir basın açıklamasıyla protesto etti ve eylem çağrısında bulundu. Avrupa Birliği sürecinde demokratikleşme nutukları atan AKP hükümetinin insan hak ve özgürlüklerine aykırı aldığı bu karar aslında illüzyonu gözler önüne seriyor. İşsizlikle, insan hakları ihlalleriyle sadece Türkiye işçi sınıfının karşı karşıya kalmadığını, Avrupa’da ki işçi ve emekçilerinde bu sömürü ve baskılara maruz kaldığını biliyoruz. Ve bu süreç örneklerinde de görüldüğü üzere bir demokratikleşme süreci değil, sermayenin kâr oranlarını arttırma adına sömürüyü yoğunlaştırdığı bir saldırı projesidir.

Açıklama [405]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [406]: <!--[endif]--> Açıklama [407]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [408]: <!--[endif]-->

Açıklama [409]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [410]: <!--[endif]-->


Açıklama [411]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [412]: <!--[endif]--> Açıklama [413]: <!--[if !supportEmptyParas]-->

Felluce son değil, Irakta direniş yaygınlaşıyor! Murat Yakın Irak’ta işgal güçleri ülke çapında giderek yayılan kararlı direniş karşısında her geçen gün ağır kayıplar vermeye başladı. Dahası başta İspanya olmak üzere bir dizi koalisyon gücünün de bölgeden çekilmesiyle işgal yönetimi bunalımlı bir döneme girdi. Bu nedenle ülke içindeki yerel işbirlikçilere dayanan bir sömürge yönetimi arayışına yönelen ABD emperyalizminin geçtiğimiz nisan ayında “yönetimi” İyad Allawi başkanlığındaki geçici hükümet konseyine “devretmesi” bölgede sürdürülen sömürgeleştirme girişimlerinde belirleyici bir adım oldu. Emperyalizmin ikinci stratejik adımı ise ülke çapındaki direniş odaklarının tümüyle bastırılması ve ocak 2005’de gerçekleştirilmesi hedeflenen genel seçimlere dayanarak, kitlelerin gözünde emperyalist işgali meşru kılacak bir kukla yönetimin seçilebilmesi.

Açıklama [414]: <!--[endif]--> Açıklama [415]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [416]: <!--[endif]-->

Açıklama [417]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [418]: <!--[endif]--> Açıklama [419]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [420]: <!--[endif]-->

Açıklama [421]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [422]: <!--[endif]-->

Felluce’de katliam Bağdat’ın 50 km batısında bulunan ve Sünnilerin çoğunlukta olduğu Felluce kenti geçtiğimiz ay içinde ağır bir kuşatma ve acımasız bir saldırının ardından yerle bir edilmiş durumda. Bütün dünyanın gözü önünde acımasız bir kitle kırımının yaşandığı Felluce, Irak’ta geçtiğimiz nisan ayında gerçeklesen “yönetim” değişikliğinden beri, işgale karşı direnişin kalelerinden birine dönüşmüştü. Felluce kenti işgal öncesinde BAAS rejiminin (Saddam Hüseyin’in partisi) üst düzeyde örgütlü olduğu bir bölgeydi. Bölgede ABD saldırısından önce çoğunluğunu Sünnilerin oluşturduğu ve Arap sosyalizminden etkilenmiş çok sayıda BAAS grubu ile çeşitli direniş çevrelerinin olduğundan söz ediliyordu. Felluce’nin direnişin temel merkezlerinden biri olmasında ikinci bir faktör ise hiç kuskusuz işgal güçlerinin ilk günden itibaren bölgede gerçekleştirdikleri kitle katliamlarının halkta yarattığı derin nefret. Kentte kitlelere defalarca ateş açıldı, operasyonlarda yüzlerce insan tutsak alındı. Yalnızca 28 Nisan 2003 tarihinde gerçeklesen işgal karşıtı gösteriye ABD güçlerinin açtığı ateş sonucu 15 kişi can vermişti. O dönemden bu yana işgal güçlerine karşı direniş örgütlerinin organize ettiği pusularda onlarca ABD askeri öldürüldü. ABD genelkurmayının “kanserli bölge” olarak nitelendirdiği ve aylardır denetim kurulamayan Felluce kentine bir operasyon gerçekleştirilmesi uzun zamandır planlanıyordu. Ne var ki bölgenin gerilla savaşına elverişli koşulları ve kentteki çeşitli grupların örgütlülük düzeyi ve oluşturmuş olduğu ittifak, işgal kuvvetleri açısından en temel engel oldu.

Kasım ayı başında 15 bin ABD askerinin katılımıyla gerçekleşen ve haftalarca süren “hayalet öfke” adlı imha operasyonunda resmi açıklamalara göre 1200 direnişçi katledildi. Taş üstünde taş kalmayan kentteki operasyonun en çarpıcı özetini ise Amerikan NBC televizyonunda yayınlanan ve bir camide yaralı ve silahsız durumdaki Iraklının ABD askerlerince katledilmesi görüntüleri sundu. Açıklama [423]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [424]: <!--[endif]-->


İşgalciler köşeye sıkışıyor Sayıca ve donanım olarak kendilerinden oldukça üstün işgal kuvvetlerine karşı direniş gruplarının ilk elde üstünlük sağlayamayacağı zaten bilinmekteydi. Ama ağır bombardımana uğrayarak yok edilen Felluce’deki direnişin, Irak’ta istikrar arayışındaki emperyalizmi köşeye sıkıştırmış olduğu da bir gerçek. Nitekim, ABD ordusunun şehirde masum Sünni halka karşı giriştiği ayırımsız katliam yalnızca uluslararası kamuoyunda değil, aynı zamanda ABD işgal yönetiminin istikrar adına işbirliği geliştirmeye mahkum olduğu yerel güçlerde de büyük bir nefretle karşılandı. Irak’ı ABD’nin büyük önem verdiği Ocak 2005’te ki genel seçimlere götürecek Irak Geçici Yönetimi, Felluce’de yaşanan olayların ardından ciddi bir itibar kaybına uğramış durumda. Hatta Ocak ayında gerçekleştirilmesi planlanan genel seçimlerin kendisi kitleler açısından sorgulanır durumda. Operasyonun ardından Irak’taki Sünnilerin en büyük partisi olan Irak İslami Partisi geçici yönetimden çekildiğini açıkladı. Yine Sünni toplumun önde gelen liderleri halka işgal güçlerine karşı itaatsizlik ve seçimlere boykot çağrısı yaptı. Sonuç olarak işgalci güçler bir süreliğine Felluce’yi ele geçirmiş olsalar bile, askeri ve politik açıdan çok daha ağır bedeller ödemek durumunda kalacaklar. Ülkenin kuzeyindeki Telaferden, batıdaki El kaim’e ve doğuda yer alan Buhruza dek giderek etkinlik kazanan direnişin açığa çıkardığı gerçek bu. Nitekim Felluce’de gerçekleştirilen vahşetin daha üçüncü gününde direniş güçleri Irak’ın üçüncü büyük kenti Musul, bir diğer önemli kent olan el Anbar, Bakuba, Ramadi ve Bağdat çevresindeki belirleyici mevzileri işgalci birliklerden temizlediler…

Açıklama [425]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [426]: <!--[endif]-->

Açıklama [427]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [428]: <!--[endif]--> Açıklama [429]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [430]: <!--[endif]-->

Peru’da devlet terörü!

Açıklama [431]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [432]: <!--[endif]--> Açıklama [433]: <!--[if !supportEmptyParas]-->

Murat Yakın Emperyalizmin şiddetini giderek artıran sömürgeleştirme politikaları, Latin Amerika’da uzun bir dönemden beri sürmekte olan kitle mücadelelerini yeni bir aşamaya sıçratmış durumda. IMF ve Dünya Bankası aracılığı ile ve işbirlikçi hükümetler eliyle kıta ölçeğinde kesintisiz bir yağmaya dönüşen saldırı politikaları, temelde ulusal endüstrinin tam anlamıyla özelleştirilmesine ve ülke kaynaklarının IMF eliyle çokuluslu şirketlere peşkeş çekilmesi suretiyle, tüm bir kıtanın sömürgeleştirilmesi esasına dayanıyor.

Açıklama [434]: <!--[endif]--> Açıklama [435]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [436]: <!--[endif]--> Açıklama [437]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [438]: <!--[endif]-->

Bu durum, Arjantin’den Peru’ya, Ekvator’dan Brezilya’ya patlayan kitlesel seferberlikleri beraberinde getiriyor. İste bu nedenle ve yükselen işçi hareketini kontrol altına alabilmek için, emperyalizm tüm kıta ülkelerine dönük yeni bir politik çizgiyi yürürlüğe koymuş durumda. Kitlelerin bilincinde demokratik beklentiler oluşturacak “sol” hükümetlerin işbaşına geçişini desteklemek. İşçi sınıfının son derece örgütlü ve belirleyici olduğu Brezilya ve Uruguay gibi ülkelerde Stalinist ve Merkezci partilerinde desteği ile- halk cephelerinin -Burjuva ve sol partilerin koalisyonu- oluşumuna arka çıkmak. Yaklaşık iki yıldır sürdürülen bu “saldırı politikasının” bir ayağını da Peru oluşturuyor. Zira 10 yıllık kanlı Fujimori diktatörlüğünün Perulu kitlelerde yarattığı derin hoşnutsuzluk nerdeyse ülkede kapitalizmi ciddi bir bunalıma sürüklemişti. Son seçimlerde emperyalizmin rüzgarını arkasına alan Toledo yönetiminin temel sloganları ise “ülkenin demokratikleştirilmesi”, işçi sınıfının şartlarında bir dizi “iyileştirilmeye” gidilmesi ve ülke “yönetiminde şeffaflık” idi. Oysa geride kalan süreç IMF’e tam bağımlılık, yolsuzluk bataklığı, giderek artan borç yükü ve işçi sınıfının ekonomik ve örgütsel koşullarında derin bir erozyon yaratan özelleştirme politikalarını beraberinde getirdi.

Açıklama [439]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [440]: <!--[endif]-->

Açıklama [441]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [442]: <!--[endif]-->


Ülke 2 yıldır bu politikalara karşı direnişin kalesine dönüşmüş durumda. Kitlesel seferberlikler yayıldıkça, hükümetin saldırıları da şiddetini artırıyor. Bunun son örneği ülkenin güneyinde yer alan Yurimaguas kentinde yaşananlar. Kentteki maden işçileri özelleştirme saldırılarına karşı, 12 gün süren kahramanca bir grev örgütlediler. İşçilerle başa çıkamayan hükümet çareyi kentte “olağanüstü hal“ ilan etmekte buldu. Grevci işçileri destekleyen sendikalar ve devrimci partiler ise “Yurimaguas Savunma Cephesi” adıyla bir savunma cephesi oluşturdular. Hükümet geçtiğimiz günlerde bu savunma cephesinin önderleri hakkında tutuklama emri çıkarttı ve grevci işçilerin önderlerinden ve Uluslararası İsçi Birliği - Dördüncü Enternasyonal (LIT-CI) Peru Seksiyonu PST (Sosyalist İşçi Partisi) militanı Jose “pepe” Arevalo (33) yoldaşı grevin beyni olmak ve grevde dağıtılan bildirileri kaleme almak suçlamasıyla tutuklandı. Kahraman grevci işçilerin üzerindeki baskıların son bulması ve Jose yoldaşın derhal salıverilmesi için Latin Amerika Avrupa ülkeleri ölçeğinde büyük bir kampanya başlatılmış durumda.

Açıklama [443]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [444]: <!--[endif]-->

Açıklama [445]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [446]: <!--[endif]-->

Açıklama [447]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [448]: <!--[endif]--> Açıklama [449]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [450]: <!--[endif]--> Açıklama [451]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [452]: <!--[endif]--> Açıklama [453]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [454]: <!--[endif]--> Açıklama [455]: <!--[if !supportEmptyParas]-->

Arjantin

Açıklama [456]: <!--[endif]--> Açıklama [457]: <!--[if !supportEmptyParas]-->

Caleta Olivia Tutsaklarına Özgürlük!

Açıklama [458]: <!--[endif]--> Açıklama [459]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [460]: <!--[endif]-->

Murat Yakın Arjantin’de Santa Cruz Bölgesi’nin kuzeyinde yer alan Caleta Olivia kenti, son aylarda giderek yoğunlaşan IMF destekli saldırılar nedeniyle işlerini kaybetmiş petrol işçilerinin seferberlikleriyle sarsılıyor. Bugünkü Arjantin devlet başkanı Nestor Kirchner’in uzun yıllar belediye başkanlığı yaptığı Caleta Olivia’nin temel ekonomisi, petrol ürünlerinin üretimine dayanıyor.

Açıklama [461]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [462]: <!--[endif]--> Açıklama [463]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [464]: <!--[endif]--> Açıklama [465]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [466]: <!--[endif]-->

Eski devlet başkanı Menem ve belediye başkanlığı dönemi boyunca Kirchner’in bölgedeki petrol endüstrisine yönelik olarak izlediği özelleştirme politikaları, geride binlerce işsiz bırakmış durumda. Öte yandan bu politikalar sayesinde petrol üretim sahalarının peşkeş çekildiği İspanyol ve Amerikalı çokuluslu şirketler bölgede pervasızca bir yağmalamaya girişmiş durumda. Kent halkı ise her geçen gün daha fazla yoksullaşıyor.

Açıklama [467]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [468]: <!--[endif]-->

Açıklama [469]: <!--[if !supportEmptyParas]-->

Durdurulamayan direniş Ülkede hızla derinleşen yeni liberal saldırıların bir sonucu olarak işlerinden olan Caleta Olivia emekçileri kentte son aylar boyunca gelişen mücadelelerin de öncüsü haline gelmiş durumda. Hakları olan işlerine ve ekmeklerine sahip çıkmak için yol kesme, çokuluslu şirketlerin eline geçen fabrikalardan petrol tankerlerin

Açıklama [470]: <!--[endif]--> Açıklama [471]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [472]: <!--[endif]-->


çıkışını engelleme ve bir dizi işgal eyleminin başını çeken işçiler farklı iş kollarından işçilerin, devrimci partilerin ve sendikaların da tam desteğini almış durumda. Ciddi bir ekonomik krizle boğuşmakta olan Kirchner hükümeti ise kentte sürekli olarak gelişen bu seferberliklerin ülkede gelişmekte olan işçi seferberlikleri açısından bir örnek oluşturması olasılığından bile dehşete kapılıyor. İşte bu nedenle geçtiğimiz haftalarda hükümetin kararı ve yüksek mahkemenin emri ile, kentte direnişe geçen emekçilerin öncülerine ve mücadelenin başını çekenlere yönelik bir cadı avı başlatıldı. Şu ana dek 10 işçi tutuklandı ve 40’tan fazlası göz altında tutuluyor. Tutuklu işçiler arasında Uluslararası İsçi Birliği - Dördüncü Enternasyonal (LIT-CI) Arjantin seksiyonu FOS (Sosyalist İşçi Cephesi) ulusal yönetiminden Hugo Iglesias ile iki FOS militanı yoldaşımız da bulunuyor. Caleta Olivia’da yaşananlar IMF’in kölesi durumuna gelmiş Kirchner yönetiminin gelişmekte olan Arjantin devriminden duyduğu korkunun tipik bir kanıtı. Ülkede yaşanan işçi ayaklanmalarını durdurabilmek için burjuvazinin büyük umutlarıyla işbaşına gelen yeni hükümet, emekçilere karşı her geçen gün daha da saldırganlaşıyor. Oysa Arjantin’de 1982 yılında devrilen ve on binlerce devrimcinin katlinden ve ülke kaynaklarının yabancı sermaye tarafından yağmalanmasından sorumlu faşist cuntanın yöneticileri hala serbestler. Kirchner’in “solculuğu ve demokratlığı” yalnızca ücret, ekmek ve işleri için mücadele edenleri yargılayıp susturmaktan ibaret. Caleta Olivia’da yaşanan bu pervasız saldırı karşısında tüm uluslararası işçi hareketini, sendikal örgütleri ve devrimci partileri bu gelişmeleri protesto etmeye ve Caleta Oliva tutsaklarıyla dayanışmaya çağırıyoruz. Ekmekleri uğruna tutsak düşen yoldaşlarımıza özgürlük!

Açıklama [473]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [474]: <!--[endif]-->

Açıklama [475]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [476]: <!--[endif]--> Açıklama [477]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [478]: <!--[endif]-->

Açıklama [479]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [480]: <!--[endif]--> Açıklama [481]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [482]: <!--[endif]-->


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.