Ic22

Page 1

Devrimci Ýþçi Partisinin ve 4. Enternasyonalin inþasý için

iþçi cephesi Yeni Dönem sayý: 22

Aralýk 2005

http://iscicephesi.org

Baský ve ve þiddet þiddet rejimi rejimi Baský Þemdinli’de Þemdinli’de

Gündem ve Politika

syf. 2-6

Sýnýf Mücadelesi Özelleþtirmeler ve sýnýf mücadelesi

Kapitalist devlet pislik kusuyor

Kuruluþundan bugüne Emekli-Sen

Baský ve þiddet rejimi Þemdinli’de

Emek güncesi

Þemdinli’de AB standardý

Fabrikalardan iþçi mektuplarý

Hükümet ve ordu “Gizli Anayasa” onayladý Dünya

Türban davasý bitti mi? Ekonomi

syf. 7

Türk Telekom’un satýþý iptal edilsin

syf. 8-13

syf. 14-15 Fransa’da ‘Baldýrý Çýplaklar’ ayaklanmasý

Ýþçi Cephesi

syf. 16

Serna: Birleþen iþçiler yenilmez

ÝÞÇÝ SINIFININ KURTULUÞU KENDÝ ESERÝ OLACAKTIR

1


ÝLAN TAHTASI

GÜNDEMDEN... Kapitalist devletin neresine dokunsan pislik akýyor ! Malatya’daki Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu’na (SHÇEK) baðlý çocuk yuvasýnda yaþanan þiddet görüntüleri bir anda burjuva medya tarafýndan “büyük habercilik” anonslarý eþliðinde Türkiye’nin gündemine oturdu. Medya bu olayýn üzerine gitti ve çocuklara atýlan dayak görüntüleri haber programlarýnda sýk sýk yayýnlandý. Toplumun bu olaya büyük bir tepki göstermesinin nedeni basýnýn olayý iki hafta ekranda tutmasýydý. Bunu medya patronlarýnýn AKP hükümetine diþ göstermesi olarak algýlayabiliriz. Yoksa bu ülkede insanlarý isyan ettirecek o kadar çok görüntü var ki bunu burjuva medya bilinçli olarak vermiyor. Bu yüzden medya sanki Malatya çocuk yuvasýndaki olaylarý ilk defa yaþanýyormuþ gibi gösteriyor. Hâlbuki bu þiddet sahneleri hayatýmýzýn her anýnda iþyerlerinde, cezaevlerinde, hak arayýþýnda var ve yaþýyoruz. Medya bu görüntüleri verirken her zamanki gibi yanýltýcý bilgi vermeyi de ihmal etmedi. Çünkü bu yuvada yaþanan olaylarýn sorumlusu ilk olarak bakýcý kadýnlar gösterildi. Ama bu çocuk yuvasýnýn iþletilmesinin devlet tarafýndan bir taþeron þirkete verildiði gizlendi. Taþeronlaþma sadece AKP’nin deðil tüm burjuva hükümetlerin izlediði bir politika. Medya olayýn bu kýsmýyla ilgilenmek istemedi. Hükümet öncelikle kendini kurtarmak için bu olayda sorumluluklarýnýn olmadýðýný, olayýn “münferit” olduðunu söyledi. Týpký iþkencenin de “münferit” olmasý gibi… Hatta devlet, olayý kamerayla çeken kiþiye soruþturma açtý. Toplumda oluþan tepkiler ve düzenin pisliklerinin akmasý nedeniyle hükümet basýn yayýn organlarýna mahkeme kararýyla yasak getirerek bu olayýn yayýnlanmasýný engelledi. Hükümet yayýn yasaðý getirerek kitlelerin bu tepkisini þimdilik engellemiþ oldu. Peki, sorun çözüldü mü? Hayýr.

Hükümetin olaydan haberi vardý Meclis Ýnsan Haklarý Komisyon’u Baþkaný Mehmet Elkatmýþ’ýn dayak görüntülerinin yayýnlanmasýndan önce ilgili bakaný sorguladýklarýný açýklamasý, hükümetin konudan haberdar olduðunu ortaya koydu. Çocuklara yönelik þiddete iliþkin olarak inceleme yapmak için Malatya’ya giden Elkatmýþ, 20 Ekim’de Devlet Bakaný Nimet Çubukçu’yu komisyona davet ettiklerini belirterek, “biz bu olayýn takibindeydik, 20 Ekim’de sayýn bakaný komisyonumuza davet ettik, iki saat sorguladýk” dedi. Elkatmýþ, “neden daha önce Malatya’ya gelmediniz?” þeklindeki soruya ise “mecliste önemli konular görüþüyorduk” diyerek yanýt verdi. Elkatmýþ’ýn önemli dediði konular ise herhalde SHÇEK’in taþeronlaþmasýnýn önünü açacak olan yeni yasa tasarýsý idi. Londra dönüþü gazetecilerin sorularýný yanýtlayan Erdoðan ise, Malatya’daki olay ile kurumun tamamen çöktüðünü ve yeni Sosyal Hizmetler Yasasý’nýn hazýr olduðunu belirterek “köklü deðiþiklikler yapýlacaðýný” söylemiþti. Yani yapýlacak olan SHÇEK’in verdiði tüm hizmetlerin özelleþtirilmesi ve çocuklarýn eðitimsizliðe ve dayaða karþý daha da savunmasýz kalmasýna neden olmak. Zaten burjuva düzeninden de bu beklenir. Daha düþük ücret, daha çok iþ SHÇEK yetkilileri daha fazla kâr yapabilmek için çocuk bakýmý ile ilgili uzman kiþileri tercih etmiyorlar. Temizlik þirketinde çalýþan taþeron iþçiler yetkililer tarafýndan düþük bir ücret karþýlýðýnda yuvadaki çocuklara da bakýcýlýk yapýyorlar. Zaten aðýr yaþam koþullarýndan bunalmýþ olan ve bu iþin eðitimini almamýþ bu insanlarýn baþvurduðu yöntem ise þiddet oluyor. Bizler tabi ki bu þiddeti savunmuyoruz ama bunun asýl sorumlusu bu bakýcýlar deðildir. Asýl sorumlu düzenin kendisinden kaynaklanmaktadýr. Daha önce de Ýzmir’deki Barbaros Çocuk Köyü’nde meydana gelen taciz olayýnda yetkililer olaya sözde el koymuþlardý, deðiþen bir þey olmamýþtý. Suçlu bulunan birkaç yönetici baþka illere gönderilerek görevlendirilmiþti. Bu olay þunu gösteriyor ki bu tür olaylar daha çok yaþanacak ve bu düzende devlet yetkililerinin bu olaylara köklü bir çözüm bulmasýný beklemek hayalcilik olacak. Futbolda, hapishanede, karakolda, sokakta, evde olsun gerçekleþen bütün þiddet ve iþkence olaylarýnýn uygulayýcýsý ve tek sorumlusu kapitalist devlettir. Bu nedenle bu olaylarýn hesabýný vermesi gereken ve cezalandýrýlmasý gereken kapitalist devlettir. Yýlmaz Uður

EÐÝTÝM– S E N KAPATILAMAZ

2


Þemdinli’de 9 Kasým tarihinde bir kitapevi bombalandý. Bombalama sonucu ölen ve yaralananlar oldu. Bombalamanýn tanýðý olan Þemdinli halký anýnda tepki gösterdi ve tertipçileri suç aletleriyle birlikte yakaladý. Tertipçiler asker ve PKK itirafçýsý çýktý. Olay bununla sýnýrlý kalmadý. Olay mahalline gelen asker-polis gücü –üstelik kaymakam, emniyet müdürü, alay komutaný ve savcýnýn da orada bulunduðu sýradaÞemdinli halkýnýn üzerine ateþ açtý. Açýlan ateþ sonucu ölen ve yaralananlar oldu. Bombayý atan itirafçý ve iþbirlikçisi subaylar ve devamýnda halkýn üzerine kurþun sýkýp öldüren asker önce serbest býrakýldý, sonrasýnda kamuoyu baskýsý nedeniyle göstermelik birkaç tutuklama oldu. Bu arada Orgeneral Yaþar Büyükanýt bombacý katillerden birine, “Ben o çocuðu tanýrým, iyi bir astsubaydý” diyerek kefil oldu. Öldürülen Kürtler ise F16’larýn alçaktan uçuþlarý eþliðinde defnedildi. Ne münferit ne de lokal, sistematik ve genel Susurluk sonrasý, “bir daha hiçbir þey eskisi gibi olmayacak!” gibi sözler edilmiþti. Oysa her þey eskisi gibi kaldý. Þemdinli’ye gelinceye kadar baský ve þiddet rejimi iþledi. Kürt halkýna karþý sürdürülen savaþ her þeyi mubah hale getirdi. Tansu Çiller, “kurþun atan da, yiyen de bizdendir” demiþti. Gizli operasyonlar, faili meçhul cinayetler, mafya ve çetelerin taþeron olarak kullanýlmasý söz konusu oldu. Gündem gazetesinin bombalanmasý, Musa Anter gibi nice Kürt aydýnýn, politikacýsýnýn, iþçisinin, emekçisinin öldürülmesi bu sürecin bir ürünüydü. Milyonlarca Kürt bu baský ve þiddet ortamýnda sürgün edildi; binlerce köy ve onlarca orman yakýldý; daðlar, tepeler bombalandý. Bombalanan, öldürülen, sürgün edilen, bok yedirilen, yediden yetmiþe iliklerine kadar iðfal edilip, baský ve þiddetle ezilen Kürt halkýna karþý acýmasýz bir savaþ sürüyor. Bu Türkiye’nin gerçek yüzüdür. Þemdinli bombalamasý asker-polis rejimin bir ürünüdür. Susurluk gibi Þemdinli’de ne münferittir ne de lokal. Devlete raðmen deðil, bizzat devletin kendisi Binlerce örnekte olduðu gibi Þemdinli örneðinde de, “devletin bekasý, vatanýn, milletin bölünmez bütünlüðü” adýna kimi çevrelerin bu tür eylemlerde bulunduðu, devlet adýna hareket ettiði açýklamasý yapýlýyor. Evet bu þekilde hareket edenleri tespit edelim, takipçisi olalým, suçlarý cezasýz kalmasýn. Ama baský ve þiddeti doðal çalýþma yöntemi haline getiren bizzat devletin kendisidir; ve mevcut baský ve þiddet bu siyasal rejimin bir sonucudur. Bu nedenle rejimin copu hem Kürt halkýnýn hem de Türkiye’nin diðer iþçi ve emekçilerinin tepesine inmekte. Bugün Kürt halkýna kurþun sýkanlar bir baþka gün Kýzýlay meydanýnda kamu emekçilerinin üzerine panzer sürüyor. Ana muhalefet partisi, “Sosyal Demokrat” CHP rejimi sahipleniyor, Þemdinli olayýnýn tanýðý olan kendi milletvekilini par-

tisinin olay araþtýrma komisyonuna bile almýyor. Sýk sýk orduyu göreve davet eden Deniz Baykal, “derin devletin” en baþ savunucularýndan biri. Ve diðer burjuva partiler de baský ve sömürünün nemasýndan yararlanma peþindeler. Kürt halkýna ve emekçilere en yoðun saldýrý ve baskýlarý, iþçi ve emekçilerin siyasal, ekonomik, demokratik haklarýnýn gaspýný gerçekleþtirme konusunda bu partiler birbiriyle yarýþmakta. AKP hükümeti ise ömrünü uzatmak, hükümet olmanýn avantajlarýndan yararlanmaya devam etmek peþinde. Bu nedenle Þemdinli olayý AKP için çözülecek deðil kullanýlacak bir konu. AKP sözcüleri biraz Kürtlere göz kýrpacak, biraz kamuoyuna AB cilasý çekecek ama esas olarak parçasý ve hizmetlisi olduklarý devletin ve rejimin kýrmýzý çizgilerini takip edecekler. Her fýrsat bulduðunda baþörtüsü, imam hatip vb. konularý insan haklarý ihlali olarak sunan Erdoðan, baþkent Ankara’da öðretmenleri polis panzerleriyle ezmeyi, kafalarýný patlatmayý ise bir görev olarak görüyor. Bu ikiyüzlülüktür, burjuva politikasý budur. AKP sermayeye hizmet ediyor ve sermayenin korunmasý için asker-polis rejimiyle bütünleþiyor. Ýþçi ve emekçi düþmaný bir hükümetin sermaye adýna bunlarý yapmasý normal. AB’nin “demokrasi” söyleminin ise bir palavra olduðu zaten ortada.

GÜNDEM

Baský ve þiddet rejimi Þemdinli’de

Þemdinli’de Kürtler, Kýzýlay’da öðretmenler Bu noktadan öteye gitmek ne bu partilerle, ne bu partilerin kurduðu parlamentolarla, ne de bu baský ve þiddet rejimiyle mümkündür. AB’nin demokrasi ve ekonomik refah getirerek Türkiye’yi kurtaracaðýna inananlara Fransa iyi bir örnek. Dünyanýn en refah ülkelerinden sayýlan Belçika’da ise iki kiþi birkaç gün önce donarak öldü. Bu refah ülkesinin baþkentinde binlerce evsiz sokaklarda yaþam mücadelesi veriyor. Belçika’nýn imkanlarý sokakta yaþayanlarý kurtarmaya yetmiyormuþ! Ýþte Avrupa. Fransa ve Belçika’da yaþananlar yarý sömürge bir ülke olan Türkiye’de misliyle yaþanýyor. Buna dur demek için iþçi sýnýfý ve emekçiler kendi kaderlerini kendi ellerine almalýdýr. Þemdinli’deki bombalamanýn, Malatya’daki iþkencenin, sokaklardaki linç giriþimlerinin, Kýzýlay’da öðretmenlere uygulanan þiddetin son bulmasýný istiyoruz. Baský ve þiddeti uygulayan tüm kurumlar daðýtýlýp yok edilmeli, sorumlularý yaptýklarýnýn cezasýný ödemelidir. Kontrgerillanýn yok edilmesi, MGK’nýn tasfiyesi, faþist odaklarýn daðýtýlmasý bu doðrultuda bir ilk adýmdýr. Ancak bu kurumlar, bu anlayýþ, bu baský ve þiddet rejimin bizzat kendisidir. Bu rejimin ilgasý için iþçi ve emekçilerin önderliðinde bir kurucu meclis; ve 12 Eylül Anayasasý’ný ortadan kaldýracak, iþçi ve emekçilerin önderliðinde yeni bir anayasanýn oluþturulmasý. Bu mücadelelerin baþarýya ulaþmasý için olmazsa olmaz þart ise devrimci iþçi partisinin inþasý. Ýþçi Cephesi 3


Þemdinli’de AB standardý Türkiye siyasal rejimi çok merkezlidir ve sürekli kriz ile karakterize olur. Rejime öncelikle asker-polis gücü damgasýný vurur. MGK, TSK, MÝT gibi kurumlar seçilmiþ sivil yönetimlerin üzerinde bir iktidar gücüne sahiptir. Ama sivil yönetimlerin sivillikleri de laftadýr. Baþta hükümet olmak üzere parlamento, Anayasa Mahkemesi, cumhurbaþkanlýðý dahil tüm sivil yapýlar askerin-polisin belirleyici önceliðini kabul eder. Diðer yandan bu güç merkezleri tüm yetkileri ellerinde toplamak, iktidara nüfuz etmek için kendi aralarýnda sürekli bir savaþ verir. Kendi içlerinde de bölünüp, parçalanmýþ olan bu güç merkezleri, bizimki gibi ülkelerde iþçi sýnýfýnýn, emekçi kitlelerin ve Kürt halký dahil tüm ezilen ve sömürülenlerin üzerinde sürekli bir baský ve þiddet uygular. Baský ve þiddet rejimi “Demokrasi” Türkiye gibi yarý sömürge -ve diðer sömürge- ülkeler için bir lüks olarak görülür. Çünkü tüm hain ve iþbirlikçi karþý devrimci önderliklere raðmen burjuva demokrasi oyunu iþçi sýnýfýnýn ve emekçilerin sisteme olan nefretini yok edemez ve onlarý tam bir boyunduruk altýna alamaz. Sýnýfýn nefretinin demokratik

4

mekanizmalar içinde sönümlendirilmesi burjuvazi için altýndan kalkamayacaðý bir faturadýr. Bizim ki gibi ülkelerde bizzat burjuvazinin kendisi “demokrasi” kurallarýna uymaz, sýk sýk ihlal eder. Kuþkusuz sadece Türkiye’de deðil, tüm kapitalist dünyada, ABD ve AB’de dahil olmak üzere- burjuva hukuku iþçi sýnýfý ve emekçi kitleler üzerinde bir sömürü ve baský aracý olarak iþler. Fransa’da “göçmenlere” karþý devletin uyguladýðý baský ve þiddet henüz çok taze. Belçika ve Alman devletleri de ayný yöntemi uygulamaktan çekinmediler. Bu nedenle Þemdinli olayýný “hukuk dýþýlýk” diye tanýmlamak baþtan kendimizi bir yalanýn içine hapsetmek olacaktýr. Burjuva hukuk sistemi Þemdinli’de Kürtlere ve Fransa’da “göçmenlere” karþý “gerektiðinde” ayný “yasal” baský ve þiddeti uygulama hakkýný burjuva devlete vermektedir. “Hukuk dýþýlýk” komedisi ve burjuva ikiyüzlülüðü Bu konuda asker-polis rejiminin baský ve þiddet karakterini gösterecek çok örnek var. Son aylarda meydana gelen linç olaylarýný hatýrlayalým. Gözü dönmüþ milliyetçifaþist güruhlar insanlarý güpegündüz linç etmeye kalktý. Linç edilmek istenenler -halký galeyana getirmek-

ten- tutuklandý. Linççilere vali, kaymakam, emniyet müdürü, belediye baþkaný, milletvekili gibi sýfatlarý taþýyan kiþilerce destek verildi, hiçbiri tutuklanmadý. Daha birkaç hafta önce Malatya’da devlete ait çocuk yurdunda uygulanan eziyet ortaya döküldü. Ne oldu? Ýþ birkaç garibana havale edildi. Bunlarýn dýþýnda istifa eden, soruþturma gören, ceza alan olmadý. Burjuva medya “insanlýk bitti” diye baþlýk atmýþtý. Türkiye’de bu sorun bitti mi? Bitmedi, ama sesler kesildi. Kimse kendisini aldatmasýn, zaten olay anýnda gösterilen tepkilerin nedeni insanlýk, hak-hukuk falan deðildi. Sermaye, hükümet ve medya tepki gösterir gibi yaptý, çünkü Avrupa Birliði yollarýnda olan Türkiye’de bu olaylar imajlarýný bozuyor. AB ne der? Sermaye yatýrýma gelir mi? Dertleri bu. Tabii bunun anlamý rejim, baský ve þiddetinden vazgeçsin deðil. Baský ve þiddetin ayný AB’de, ABD’de ve benzeri diðer burjuva demokrasilerindeki gibi usturuplu þekilde iþlemesini istiyorlar: güpegündüz ve açýkta deðil, alacakaranlýkta ve sokak aralarýnda sinsice... Katýksýz sömürü, katýksýz baský ve þiddet Burjuva kapitalist ikiyüzlülük Fransa’da, Belçika’da, Almanya’da “göçmenlere”, Ankara Kýzýlay’da öðretmenlere ve Þemdinli’de Kürtlere “AB standartlarý”nda baský ve þiddet uyguluyor. Egemenler diyor ki; F16’lar cenazeleri taciz etsin, kitapevleri bombalansýn, çocuklar iþkence görsün, istismar edilsin, linç gündelik hayatýn bir parçasý olsun, asgari ücret açlýk sýnýrýnýn yarýsý kadar olsun, özelleþtirmeler hýzlansýn, her þey özelleþtirilsin, emeklilik yaþý daha da artsýn, Kürtler “dað Türkü” olsun, bütün dünya Türk olsun, devleti yönetenler bin sene iktidar olsun, polis istediði kiþiyi, istediði zaman dinlensin, gözaltýna alsýn, gerekirse dövsün, öldürsün ama kimse bir þey demesin, asker ne yaparsa hep doðru yapar, askere sual edilmesin, asker hesap sorsun, kimse askere hesap sormasýn, patronlarýmýz dünyanýn en zengin patronlarý olsun; her þeye raðmen iþçinin, emekçinin, Kürtlerin sesi soluðu çýkmasýn, kol kýrýlsýn yen içinde kalsýn. Þikayet etmediði, tep-


ki göstermediði, ne olursa olsun isyan etmediði için dünyada örnek gösteriliyor Türkiye’nin iþçisi, emekçisi. Ve Arjantinliye, Fransalýya benzemediði için övülüyor, patronlar ve hükümetleri tarafýndan.

Kuþkusuz bu sermayenin dileði. Oysa iþçiler, emekçiler tüm zorluklara raðmen haksýzlýða, sömürüye, baský ve þiddete karþý mücadele ediyorlar. Kapitalist sömürüye, emperyalist iþgallere,

baský ve þiddet rejimlerine karþý iþçi sýnýfý ve emekçiler tüm ezilen ve sömürülen kesimler birlikte ve örgütlü bir sýnýf mücadelesi vererek zincirlerinden kurtulacaktýr. Arif Benol

Hükümet ve Ordu “Gizli Anayasa” onayladý Ekim ayýnda toplanan Milli Güvenlik Kurulu’nda (MGK) görüþülmesi iki kez ertelenen yeni Milli Güvenlik Siyaset Belgesi (MGSB) onaylandý. AKP hükümeti AB’nin Uyum Yasalarý çerçevesinde ordunun yetkilerini kýsýtlama çabalarý planlanýrken MGSB’de iç güvenlikteki rolünü kuvvetlendirdiðini görüyoruz. MGK’da görüþülen MGSB yeniden güncelleþtirildi ve yürürlüðe kondu. Basýna “sýzdýrýlan” bölümleri arasýnda yer alan “aþýrý sað’ýn tehdit olmaktan çýkarýlmasý” ve daha önce öncelikli tehdit olarak belirlenen “bölücü terör ve irtica”nýn yanýna yeni olarak “aþýrý sol”un eklenmiþ olmasý MGSB’nin iþlevini ve çerçevesini ortaya koyan önemli verilerdir. Burjuva devletin “gizli anayasasý” olarak da bilinen MGSB’ye göre iþçi sýnýfýnýn örgütlenme ve eylem hakkýndan, Kürt halkýnýn en demokratik haklarýna kadar her þeyin “iç güvenliði” tehdit ediyor fakat Trabzon’da, Bozöyük’de ve son olarak Rize’de yaþanan linç ve ýrkçý-faþist saldýrýlarý tehdit olarak algýlamýyor. Böylece devlet son zamanlarda yaþanan bu saldýrýlarý MGSB ile de desteklediðini ilan ediyor. Burjuva devletin nasýl bir sýnýf karakterine sahip olduðu ortadadýr. Burjuvazi saldýrýlarýna çok yönlü devam ediyor. Bir taraftan iþsizlik, sefalet, açlýk ve toplumsal çürümeler artarken, diðer taraftan da iþçi ve emekçilerin içindeki öfke birikiyor. Bu biriken öfkeyi belli zamanlarda burjuvaziyi uyarmak için sendika bürokrasileri, belli zamanlarda “itibarlý” gazeteciler, belli zamanlarda patron örgütleri ve benzerleri “sosyal patlama” tehlikesi diyerek dile getiriyorlar. Bu koþullara uygun olarak hazýrlanan MGSB’de iþsizliðin ulaþtýðý boyutlara vurgu yapýlarak toplumsal hareketler de iç tehdit listesine

alýndý. Burjuva devlet iþçi ve emekçi hareketlerini sistemi için tehdit olarak görüyor. Buna karþý da “teröre karþý önlemler” adý altýnda bir dizi önlem almak için düðmeye basýyor. Ceza Yasasý ve Ceza Ýnfaz Yasasý ile cezalarýn katlanmasý yetmiyormuþ gibi, þimdi de Terörle Mücadele Yasasý’nýn daha da aðýrlaþtýrýlmasý gündemde. Devletin bu hazýrlýklarýnýn hedefinde kim var? Tabii ki, Kürt-Türk demeden bütün iþçiler, emekçiler ve yoksul kitleler. Ýþçiler haklarýný aradýðýnda patronlar tarafýndan terörist ilan ediliyor. Kürt halkýnýn en demokratik taleplerine karþý devletin cevabý, baský, inkar ve imha etme politikasý. Hükümet ve askerler, Þemdinli ve Yüksekova’daki olaylarý incelemek için gerçekleþtirdikleri “Terör ve Güvenlik Zirvesi”nde yaþanan olaylarýn aydýnlatýlmasý için somut adýmlar atmak yerine, “asayiþ ve güvenlik” için daha fazla tedbirin alýnmasý kararlaþtýrýldý. Askeri zanlýlarýn yargýlanmasý için yapýlan eylemlerin “kanunsuz” ve “bölücü” ilan edildiði toplantýda bu tür eylemlere izin verilmeyeceði vurgusu yapýlarak Kürt halkýna gözdaðý verilmek istendi. Sonuç olarak, burjuva devletin MSGB’yi yenilemesinin bir nedeni de burjuvazinin hayat pahalýlýðý karþýsýnda gittikçe yoksullaþan kitlelerden gelebilecek tepkilerden korkusudur. Bu tepkileri önlemek ve burjuva sistemine gelebilecek herhangi bir tehditten, özellikle de “aþýrý solcu”lardan korunmak amacýyla baskýlarý ve sömürüyü arttýrmak arzularýdýr.

Bizce de burjuvazinin korkusu yersiz deðil. Burjuvazi, yüzyýllardýr iþçileri, emekçileri ve yoksul kitleleri sömürmek, baský altýnda tutmak için yasal veya gizli anayasalarla kitleleri yönetmeye çalýþmaktadýr. Burjuvazi iþçi sýnýfýna karþý her gün yeni bir yasa çýkarmakta. Ýþçi sýnýfý burjuvazinin bütün saldýrýlarýný ve baskýlarýný geri püskürtebilecek bir güce sahiptir. Bugün iþçi sýnýfý bu gücünü kullanabilecek ne morale ne güvene ne de gerçek anlamda devrimci bir iþçi partisine sahiptir. Burjuvazi gittikçe saldýrganlaþmaktadýr. En son Eðitim- Sen’in düzenlediði mitinge arsýzca saldýrmasýný da bu çerçevede ele almak gerekir. Bu saldýrý ayný zamanda hak arayan tüm emekçilere de bir uyarý niteliði taþýmaktadýr. Bu anlamda; gizli anlaþmalar iptal edilmeli ve belgeleri açýklanmalý; MHP, BBP gibi milliyetçi-faþist partiler ve kontrgerilla tarzý milliyetçi-faþist yapýlar daðýtýlmalý; MÝT, JÝTEM, MGK gibi baský ve þiddet rejimini ayakta tutan kurumlar tasfiye edilmelidir. Bu talepler için önümüzdeki en acil sorun kendini dayatan devrimci iþçi partisinin inþa sorunudur. Þahin Yýldýrým

5


Türban davasý bitti mi? Ýstanbul Üniversitesi Týp Fakültesi’nde öðrenciyken Türban taktýðý için derslere girmesine izin verilmeyen Leyla Þahin, Avrupa Ýnsan Haklarý Mahkemesi’ne (AÝHM) dava açtý. Leyla Þahin’in 1 Kasým 1998’de açtýðý dava 7 yýl sürdü. 29 Haziran 2004’de mahkeme türban yasaðý konusunda Türkiye’yi haklý buldu. Bunun üzerine Leyla Þahin temyiz baþvurusunda bulundu. 10 Kasým 2005’te Büyük Daire ilk kararý onadý. Mahkeme Leyla Þahin’in itirazýný kabul etmedi. Leyla Þahin Avusturya’da yaþýyor. Çok pahalý bir üniversitede okudu ve kendi mesleði olan doktorluk görevini de yapmýyor. 7 yýl bir davayý sürdürmek, pahalý bir okulda okumak kolay olmasa gerek. Böyle bir davanýn kazanýlmasý için destek sunanlarýn olduðu açýk. AÝHM’de Türkiye aleyhine açýlan ve sayýlarý yaklaþýk 100’ü bulan türban davasý var. Dýþiþleri Bakan’ý Abdullah Gül’ün eþi Hayrulnisa

Gül’de türban nedeniyle AÝHM’e dava açtý. Eþi hükümette görev aldýktan sonra davayý geri çekti. AKP hükümeti ve türban AKP iktidara gelmeden önce türban eylemleri camilerde, üniversiteler vb. yerlerde sýkça yaþanýyordu. AKP iktidara gelir gelmez bu eylemlilikler býçak sýrtý gibi birden bire kesildi. Bunun nedeni, bu sorunu yaþayanlarýn bir bölümünün AKP hükümetinden beklentilerinin olmasý. Burjuva siyasetçiler ise hep ikiyüzlü davranýyor. Muhalefetteyken türbaný malzeme olarak öne çýkartýp, iktidardayken timsah gözyaþlarý döküyorlar. Türkiye davayý kazandý. Ama hükümet yetkilileri üzüldüklerini belirttiler. Sanki davayý Leyla Þahin deðil devlet kaybetmiþ gibi ikiyüzlü davranýyorlar. Oysa üç yýldýr iktidardalar. Meclis de çoðunluk ellerinde, istedikleri her deðiþikliði yapabilme güçleri var. AÝHM’in türban yasaðýyla ilgili kararýný manþetlerinden indirmeyen

burjuva gazeteler, ayný gün tam sekiz davadan Türkiye’nin AÝHM’de mahkum olduðundan tek satýr bile söz etmediler. AKP hükümetinin üç yýllýk süreci deðerlendirildiðinde hiçte masum deðil. Helal gýda, içki yasaðý, harem selamlýk havuzlar vb. en son olarak da Ümraniye Belediye Baþkaný’nýn, Çanakkale Savaþý’ný çizgi film haline getirmesi (400 milyar liraya maloldu) ve bu yolla çocuklara ilahi güçlerin anlatýlmasý. Kuran kurslarý, yatýlý din eðitimi verilen okullar çoðalýyor. Bütün bunlar bilimsel düþünceye karþý geliþmelerdir. Türban, AB karþýsýnda hükümetin elini ayaðýný baðlamamasý için arada bir öne çýkarýlan malzeme olarak kalacak görünüyor. Türban siyasal bir simge Örgenciler türbanlý okula alýnmadý diye kýyamet koparýlýyor. Oysa hiç okula gidemeyen 6 milyon çocuk eðitim hizmetinden yararlanamýyor. Bunlarýn yüzde 72,7’sini ise kýz çocuklarý oluþturuyor. Zaten az olan eðitim almýþ kadýn sayýsýna, bir de genel olarak erkeklerin isteði üzerine ve çevre baskýsý nedeniyle örtülen türban nedeniyle okuyamayan kadýnlar eklenince sayý daha da kabarýyor. Parasý olan, cemaatlerden destek gören küçük bir azýnlýk yurtdýþýnda okuyabiliyor. (Baþbakanýn çocuklarý bir patron tarafýndan ABD’de okutuluyor.) Küçük kýz çocuklarýna türban taktýrýlýyor. Daha sonra çýkýp bu kadýnlar kendi isteði ile türban takýyor deniliyor. Kuþkusuz kendi isteði ile takan kadýnlar vardýr. Ama bu sayý azýnlýkta kalmaktadýr. Kadýnlar baský, dayak, þiddet, töre cinayetleri vb. sorunlarla karþý karþýyadýr. Türbaný öne çýkaran ve mücadelesini verenler, kendi yaþadýklarý bu sorunlara sessiz kalýyorlar. Burada bilinçli bir tercih yapýlýyor. Çünkü türban artýk bir baþörtüsü biçimi deðil, siyasi simge haline gelmiþtir. Siyasi duruþun, tavrýn simgesidir. Türban kadýnlara özgürlük getirebilir mi? Bizce getiremez çünkü kapitalist sömürüyü gizlemek, baský ve þiddeti perdelemek için kullanýlan bir simge haline getirilmiþtir. Nergis Çayýr

6


Türk Telekom’un Satýþý Ýptal Edilsin! Sermaye emrediyor, hükümet halkýn vergileriyle kurulan kamu kuruluþlarýný yok pahasýna satýyor. “Zarar ediyor” diye neredeyse arsa parasýnýn altýnda satýlan iþletmelerden sonra, geriye tekel konumundaki iþletmeler kaldý. Bu iþletmeler için de AKP’nin bahanesi hazýr: “devlet iþletmeci olmaz, devletin elindeki iþletmeleri kâr da etse zarar de etse, parayý verene satacaðýz.” “Babalar gibi satarýz.” Hiçbir hükümet bu kadar pervasýz olmamýþtý, emekçilerden korkusuna hiçbir hükümet bu kadar sermayeden yana olamamýþtý… Baþbakan daha da ileriye gitti. Ýþlerini, ekmeklerini, geleceklerini korumak için mücadele eden kamu iþletmelerinin iþçilerini “ideolojik davranmakla” suçladý. Özelleþtirilen iþletmelerden biri de Türk Telekom. Elektirk Mühendisleri Odasý’nýn hazýrladýðý broþüre göre Türk Telekom, kredi kullanmayan, borcu olmayan, özkaynaklarýyla yetinen dünyadaki ender Telekom operatörlerinden biri. Hiç SKK ve vergi borcu bulunmuyor. 2000-2004 döneminde en fazla Kurumlar Vergisi ödeyen þirket durumunda. 2004 yýlý cirosu 9 milyar YTL, net kârý 2,2 Milyar YTL. Ýletiþim alanýnda çok önemli bir aða ve kazanca sahip olan bu iþletme, 01.07.05’te ihale ile satýþa çýkarýldý. Sabit þebekenin büyüklüðü açýsýndan dünyada 13. sýrada olan Türk Telekom’un yüzde 55’lik çoðunluk hissesi 6 milyar 550 milyon dolara Lübnan asýllý, Suudi sermayesi destekli Hariri’ye satýldý. Böylece Telekom’un toplam deðeri 12 milyar dolar haline geldi. Oysa mevcut temposu ile 10 yýlda 25 milyar dolar kâr getiren Telekom’un, uzmanlarýn deðerlendirmelerine göre deðeri 40 Milyar dolarýn üzerinde. Yani ödenen para þirketin ancak 3 yýllýk kârýna denk geliyor. Üstelik Oger borcunu 5 taksitle ödeyecek. Elektrik Mühendisleri Odasý ve Haber-Sen anayasaya aykýrý olduðu gerekçesiyle özelleþtirilmenin durdurulmasý için dava

açtýlar. Özelleþtirmeyi durdurmak isteyen iþçiler de birçok eylem gerçekleþtirdiler. Kasým ayý içerisinde Türk Telekom binasýný iþgal ettiler. Uzun saatler içeride kalan iþçiler, polis zoruyla dýþarý çýkarýldý. Özelleþtirmeye izin vermeyeceklerini söyleyen iþçiler, iþçi-memur ayýrmadan tüm iþçileri saldýrýlara karþý mücadeleye çaðýrdýlar. Baþta sendikalar olmak üzere, tüm parti ve kuruluþlarý mücadelelerine destek olmaya davet ettiler. Özelleþtirmeler karþý mücadele Türk Telekom’un satýþý iptal edilmeli, Türk Telekom iþçilerinin kontrolünde yeniden üretime baþlamalýdýr. Ne yabancý, ne de yerli sermayeye peþkeþ çekilmemelidir. Bu iþletme emekçilerin vergileri ile kurulmuþtur. Tayyip’in kendi fabrikasý deðildir. Türk Telekom iþçilerinin ve emekçi halkýn malýdýr. Bizler için sorun ödenen paranýn azlýðý ya da yerli ya da yabancý sermayeye bu iþletmelerin satýlmasý deðildir. Biz, özelleþtirmenin kendisine karþýyýz. Çünkü özelleþtirmenin iþsizlik getirdiðini, pahalýlýk getirdiðini biliyoruz. Çünkü özelleþtirmenin emekçi halka dönük bir saldýrý olduðunu gördük, görüyoruz. Çünkü Sümerbank iþçilerinin fabrikalarýndan nasýl sökülüp atýldýðýný gördük. Etibank’ý gördük,

SEKA’yý gördük, Et-Balýk Kurumunu gördük. Buralarda yaþanan iþten çýkarmalarý, ücret düþürmelerini, hak gasplarýný gördük. Þunu unutmamalýyýz, özelleþtirme iþçi sýnýfýna dönük topyekün mücadelenin bir parçasýdýr. Özelleþtirme iþçilere, emekçi halka zenginlik getirmez, aksine daha fazla sömürü ve sefalet getirir. Kim özelleþtirme iyidir diyorsa yalan söylüyordur. Özelleþtirmelere karþý mücadele bitmemiþtir. Özel sektöre satýlan ve halen iþleyen ya da kapatýlan iþletmeler iþçilerin denetiminde yeniden millileþtirilmelidir. Buralardan atýlan iþçiler geri alýnmalýdýr. Tüm ücret kayýplarý, hak gasplarý telafi edilmelidir. Mali defterler açýlmalý ve her tür merkezi karar iþçilerin denetimine sunulmalýdýr. Millileþtirmeleri gerçekleþtirmek için emekçilerin bireþik mücadelesi zorunludur. Derya Deniz

7


Özelleþtirmeler ve sýnýf müc

Özelleþtirmeler, burjuvazinin iþçi sýnýfýna ve emekçi yoksul kitlelere yönelik en önemli ve en saldýrýsý emperyalist-kapitalist yeni-liberal politikanýn temel taþlarýnda biridir. Uluslararasý b kârlarýný yükseltmek amacýyla özellikle 1970’lerin ortalarýndan baþlayarak bu politikayý dün yýllarda 50’den fazla ülkede bu yeni-liberal politika iþlemiþtir. Günümüzde de onlarca ülkede karþýyadýr. Türkiye’de de özelleþtirmeler 12 Eylül Askeri Darbesi’ni önceleyen bir þekilde 24 Ocak Kararlarý ile gündeme geldi. Önce darbeciler, peþinden Özallý ANAP hükümetleri bu politikayý baþ tacý yaptý. 1990’lý yýllarda iyice hýz kazanan özelleþtirme saldýrýsý Çiller-Karayalçýn hükümetinin 1994 5 Nisan Kararlarý ile sonraki tüm hükümetlerin de temel politikasý haline geldi. Son 25 yýldýr artarak devam eden bu saldýrýlar sonucunda son olarak AKP hükümetinin yönetimi altýnda SEKA, TÜPRAÞ ve PETKÝM gibi kuruluþlar da tamamen ya da kýsmen özelleþtirildi. Diðer bir ifadeyle son 25 yýlýn burjuva hükümetleri, özelleþtirme politikasý baþta olmak üzere yeni-liberal politik yönelimleriyle dünya kapitalizmiyle tam bütünleþme çizgisini izlemektedir. Burjuvazi için yeni-liberal politikalar düþen kârlarýný yükseltmek için baský ve sömürüyü arttýrmak anlamýna gelmektedir. Bu amaçla iþçi sýnýfýnýn ve emekçi yoksul kitlelerin kazanýmlarýnýn gasp edilmesi, hak ve özgürlükler alanýnda kazanýlmýþ mevzilere yönelik saldýrýlarýn gerçekleþtirilmesi söz konusu olmaktadýr. Ücretlerin düþmesi ve ödemelerin düzensizleþmesi, iþyerlerinin kapanmasý,

iþsizliðin artmasý, çalýþma þart ve koþullarýnýn iþçi ve emekçiler aleyhine aðýrlaþmasý, sigortasýz çalýþtýrma, sendikasýzlaþtýrma, taþeron çalýþmanýn yaygýnlaþtýrýlmasý, bir bütün olarak sýnýfýn örgütsüz kýlýnmasý, eðitim, saðlýk, ulaþým, barýnma ve belediye hizmetleri gibi alanlarda parasý olmayanýn aç ve susuz, hasta ve sokakta kalmasýna yol açacak uygulamalarýn gerçekleþtirilmesi bu politikanýn bir sonucu olmaktadýr. Özelleþtirme yalanlarý Özelleþtirmeler patronlarýn ve iþbirlikçilerinin iddia ettiði gibi devletin masraflarýnýn azaltýlmasý, kaliteli ve hýzlý hizmet saðlanmasý, devlet kuruluþlarýnda yaðma ve kadrolaþmanýn durdurulmasý ya da zarar edenlerin kamuya yük olmaktan çýkarýlmasý amacýyla yapýlmamaktadýr. Nitekim son olarak yüzde 50’den fazlasý özelleþtirilen TÜPRAÞ ve PETKÝM gibi kuruluþlar zarar etmek ve verimsizlik bir yana, kâr eden ve verimliliði çok yüksek olan, dünya standartlarýnda mal üreten kuruluþlardýr. Örneðin TÜPRAÞ’ýn son 1,5 yýllýk net satýþý 17.4 milyar YTL (yaklaþýk 13 milyar dolar) ve 2005 yýlý ilk yarýsý net kârý 292 milyon YTL (yaklaþýk 216 milyon

dolar) olmuþtur. Nitekim özelleþtirilen ya da özelleþtirilme kapsamýna alýnan bir çok iþletmenin durumu patronlarýn iddia ettiði gibi verimsiz ve zarar da deðil tam tersine TÜPRAÞ örneðinde ki þekildedir. Görüldüðü üzere özelleþtirmeler bir ekonomik zorunluluk deðil, ideolojik-politik bir tutumdur ve burjuvazinin tercihidir. Özelleþtirilen iþletmeler; et, balýk, süt, yem, þeker, çimento, kömür, demiryolu ulaþýmý, elektrik enerjisi, kimya, iletiþim, haberleþme, posta, saðlýk, eðitim, tarým gibi çok geniþ bir sektörel daðýlým göstermiþtir. Özelleþtirmenin saðlanmasý için birçok iþletmeye yatýrým yapýlmamýþ, teknolojisi bilinçli olarak geri býraktýrýlmýþ, kötü yönetilmesine, kalitesiz mal ve hizmet üretmesine göz yumulmuþ, adeta insanlarýn özelleþtirmeleri yalvararak istemesine imkan veren bir ortam planlý þekilde oluþturulmuþtur. Özelleþtirmenin yapýlamadýðý kimi sektörlerde iþletmeler tamamen tasfiye edilmiþ ve dolaylý yollardan patronlara alan açýlmýþtýr. AKP hükümetinin öncesine kadar, 1990’lardan 2002’ye dek, Özal, Demirel, Çiller, Karayalçýn, Erbakan, Yýlmaz, Bahçeli ve Ecevit hükümetleri döneminde gerçekleþtirilen özelleþtirmeler sonucu

Artarak süren salýrýlar Þimdiye dek özelleþtirilen kuruluþlarda çalýþanlarýn ez az yarýya yakýnýnýn iþini kaybetmiþ olmasý bu gerçeði göstermektedir. Özelleþtirilen çimento fabrikalarýnda çalýþan 5400 iþçiden 3028’i iþten atýlmýþtýr, bu çalýþanlarýn yüzde 56’sýna denk gelmektedir. Et Balýk Kurumu’nda çalýþanlarýn yüzde 80’i iþinden atýlmýþtýr, 867 iþçiden 691’i kapý önüne konmuþtur. HAVAÞ’ta 2256 iþçinin 559’u, çalýþanlarýn 8

yüzde 25’i iþten atýlmýþtýr. Petrol Ofisi’nde iþçilerin yüzde 73’ü, yani çalýþan 3800 iþçiden 2780’i ve SEK’de çalýþanlarýn yüzde 64’ü, yani çalýþan 1400 iþçinin 900’ü özelleþtirme sonucu iþten atýlmýþtýr. Özelleþtirilen bu iþyerlerinde sendikalaþma oraný yüzde 90’lardan yüzde 36’lara gerilemiþ ve ücretler düþmüþtür. Bu rakamlarýnda gösterdiði üzere özelleþtirmeler yeni-liberal saldýrýlarda temel bir öneme sahiptir. 1996-2003

döneminde Türk-Ýþ’e baðlý 9 sendikadan, -POAÞ, PETLAS, Keban, TZDK, çimento fabrikalarý, Sümerbank ve liman iþletmeleri baþta olmak üzere- özelleþtirme sonucu 3 bin 104 iþçi iþten atýlmýþtýr. En çok iþçi atýlan kuruluþlarýn baþýnda ORÜS, Sümerbank ve çimento fabrikalarý bulunmaktadýr. Ayný dönemde SEKA’dan 832 iþçi atýlmýþtýr.2000’li yýllarda gerçekleþen özelleþtirmeler sonucu her yüz sendikalý

iþçiden 79’u iþinden olm toplamda bu sayý 22 bin sendikalý iþçiye ulaþmýþt Maliye Bakaný Unakýtan Dünya Bankasý’na gönd 20 Haziran 2005 tarihli tupta özelleþtirme saldýrý artarak devam edeceði b lirtilmektedir. Unakýtan 2009 döneminde içlerind Tekel, SEKA’nýn tüm þubeleri, PETKÝM, TÜP TEDAÞ, THY, Türk Telekom’un da bulundu KÝT’i satacaklarýný ilan


cadelesi

kapsamlý saldýrýlarýnýn baþýnda gelmektedir. Özelleþtirme burjuvazi dünya ekonomik krizine paralel olarak azalan nyanýn birçok ülkesinde uygulamaya sokmuþtur. 1980’li e iþçi sýnýfý ve emekçiler özelleþtirme saldýrýsýyla karþý sadece 7 milyar dolar civarýnda gelir saðlanmýþ buna mukabil KÝT’lerde çalýþan iþçi sayýsý 643 binden 385 bine kadar gerilemiþtir. Görüldüðü üzere özelleþtirmeler sonucu kamu mallarý bir avuç patronun mülkiyetine sunulmakta ve sonuçlarý daha fazla iþsizlik, yoksulluk ve örgütsüzlük olmaktadýr. Oysa patronlar KÝT’lerin zarar ettiðini yalanýný söylemekte ve bu zararlarýn da bütçede kara delikler yarattýðý iddiasýyla yalanlarýný kuyruklu hale getirmektedir. Bütçe açýklarý zarar ettiði söylenen KÝT’lerden deðil 250 milyar dolarý aþan borç ve faizlerinden kaynaklanmaktadýr. Zarar eden ya da teknolojik olarak geri kalmýþ KÝT’lere yatýrým yaparak modernize etmeye para bulamayan hükümetlerin patronlar için her türlü özel teþvik ve desteði sunmak için daima para bulmasý bu durumun açýklamasýdýr. Özelleþtirme yanlýsý iþçi sendikalarý ve “sol” partiler Özelleþtirmelere karþý birçok iþçi sendikasý ve “sol parti” ikircikli, ikiyüzlü bir politika izlemektedir. Özelleþtirmeler arasýnda tercih yapan iþçi sendikalarý, sol partiler olduðu gibi, iyi paraya satalým ya da yabancýya deðil yerliye gitsin diyen

muþ, n 779 tý. n’ýn derdiði mekýsýnýn be2005de

etmiþtir. Nitekim bu kuruluþlarýn bazýlarý özelleþtirildi. 2005 yýlýnda yapýlacak özelleþtirmeler sonucu Tekel’den 1502, Telekom’dan 1175, TEDAÞ’dan 752, Þeker fabrikalarýndan 700 ve TÜPRAÞ’dan 325 olmak üzere toplamda 9 bin 381 iþçinin çýkarýlacaðýný söyleyen PRAÞ, Unakýtan böylece 2003-2009 döneminde 29 bin iþçinin uðu 21 iþten atýlacaðýný DB’ye iletmiþtir.

sözüm ona “ulusalcý” iþçi sendikalarý ve “sol partiler”de mevcuttur. Öncelikle kamu kuruluþlarýnýn yabancýya satýlmasý kötü, yerliye satýlmasý iyidir anlayýþý çok yanlýþ ve ideolojik-politik olarak da bir çarpýk anlayýþtýr. Ýster yerliye, ister yabancýya satýlsýn özelleþtirme özelleþtirmedir ve her iki durumda da sonuçlarý iþçi ve emekçiler için aynýdýr: yani iþsizlik, yoksulluk ve örgütsüzlük… Son TÜPRAÞ ve PETKÝM örneðinde olduðu gibi yabancýlara gidecek özelleþtirmeye karþý çýkýp, bunu da “vatan savunmasý” olarak ifade edenler ya kendi hesaplarýna bu kuruluþlardan pay kapma peþinde olan çeþitli sermaye gruplarýdýr (ATO ve TOBB gibi) ya da çeþitli sermaye gruplarý adýna bu iþin taþeronluðunu yapan komisyonculardýr. Ýþçi sýnýfýnýn ve emekçi yoksul kitlelerin çýkarý sermaye gruplarý arasýnda seçim yapmak deðil, her türden özelleþtirmeye hayýr diyerek devlet mülkiyetini, millileþtirmeyi ve iþçi denetimini savunmaktan geçer. Ýþçi denetimi ve millileþtirme Diðer yandan “devrimci Marksistler, özelleþtirme sorununda, kapita-list devlet mülkiyeti ile kapitalist özel mülkiyet arasýnda bir taraf deðildir-ler” diyerek meseleye bakan anlayýþlarda vardýr. Kuþkusuz kapitalist sistem içinde kapitalist devlet elinde bulunan kuruluþlar, kapitalist devlet mülkiyeti altýndadýr. Bununla birlikte özelleþtirmeler sonucunda iþçilerin yarýsý iþlerinden oluyorsa, sendikalýlýk oraný yüzde 90’lardan yüzde 30’lara düþüyorsa, taþeronlaþtýrma yaygýn çalýþma biçimi haline geliyor ve örgütsüzlük genelleþiyorsa, iþyerleri kapanýyor, yoksulluk ve açlýk derinleþiyorsa bu durum kapitalist de olsa devlet mülkiyetinin, kapitalist özel mülkiyetten daha fazla hak ve özgürlük alaný saðlayabildiðini gösterir. Bu durumda iþçi sýnýfýna ve

emekçi yoksul kitlelere mücadele ve haklar açýsýndan daha fazla alan saðladýðý sürece her koþulda özelleþtirmelere karþý mücadele etmek gerekir. Özelleþtirmelere karþý mücadele ederken de “ha tek bir patronun elinde, ha da onun devletinin elinde, bir þey fark etmez” mantýðýyla bakmaktan daha fazlasý söylemek ve yapmak gerekir. Bu nedenle sýnýf mücadelesinin dinamiklerini ve iþçi sýnýfýnýn mücadele ve bilinç düzeylerini hesaba katarýz. Nitekim temel savlarý, “devlet burjuva kapitalist devlet olduðundan, ha devlet mülkiyeti, ha özel mülkiyet, deðiþen bir þey yok” diyenlere karþý biz devrimci Troçkistler olarak özelleþtirmelerin iþçi sýnýfý ve emekçi yýðýnlarýn gerek ekonomik koþullarýnda, gerekse bilinç, örgütlenme ve mücadele olanaklarýnda büyük gerilemeler yaratacaðýný, uzun vadede ise sosyalist iktidarýn ve merkezi planlamanýn ekonomik temellerini zayýflatacaðýný söyleyerek özelleþtirmelere karþý mücadeleyi ön plana çýkarmýþtýk. Bugün de bunu ifade etmeye devam ediyoruz. Çünkü devlete baðlý ve “verimsiz” olarak addedilen sanayi kuruluþlarýnýn kapatýlmasýyla birlikte

9


düþünüldüðünde özelleþtirmeler yalnýzca kýsa vadede tensikatlarýn yaygýnlaþmasý, iþ olanaklarýnýn daralmasý, iþsizliðin ve yoksulluðun derinleþmesi, sendikasýzlaþtýrmanýn hýzlandýrýlmasý anlamýna gelmekle kalmayacak, ama ayný zamanda uzun vadede gelecekteki olasý bir iþçi-emekçi iktidarýnýn giriþeceði sosyalizmin inþasý çabalarýnýn ekonomik temellerini de bugünden tahrip etme iþlevi görecektir. KÝT’lerin kapitalist özel mülkiyete geçmesini istemiyoruz ve hayýr diyoruz; bu öncelikli bir sýnýf politikasýdýr. Ama KÝT’lerin kapitalist devlet mülkiyetinin elinde olmasýný ya da kalmasýný da savunmuyor ve istemiyoruz, buna da hayýr diyoruz; lakin bir kez daha ifade etmek gerekirse mevcut özelleþtirme saldýrýsýnýn iþçi ve emekçiler üzerinde yarattýðý büyük yýkýmýn kapitalist de olsa devlet mülkiyetinden özel mülkiyete geçiþ sürecinde

gerçekleþmesi mücadele düzeyleri arasýnda ayrým yapmamýzý gerektirir. Kapitalizm koþullarýnda da olsa eðitim, saðlýk, ulaþým, belediye hizmetleri, et, süt, þeker gibi kamusal mal ve hizmet üretimlerinin iþçi sýnýfý açýsýndan birer kazaným ve mevzi anlamýna, bir bilinç ve örgütlenme düzeyine denk geldiðini görmemiz gerekir. Kapitalist de olsa devlet mülkiyetinin geniþliði, iþçi sýnýfý lehine mücadelenin ve kazanýmlarýn ileriliðini gösterir. Devlet mülkiyeti toplumsal mülkiyete geçiþte bir ilk adýmdýr. Devrimci Troçkistler olarak özelleþtirmelere karþý çýkarken mevcut olaný savunmakla sýnýrlý kalmak gibi bir hata da yapmamalýyýz. Nasýl ki iþçi ve emekçiler aleyhine

tüm çalýþma þart ve koþullarýný esnek hale getiren yeni iþ yasasýna karþý çýktýk ve önceki iþ yasasýndaki daha ileri haklarý savunduk ama bununla da kendimizi sýnýrlamadýk ve daha fazlasýný talep ettik, ayný þekilde verimsiz, yaðmaya açýk, arpalýk haline gelmiþ, kalitesiz mal ve hizmet sunan KÝT’lerin mevcut halleriyle devam etmesini de savunmuyoruz. Öncelikle ve özellikle KÝT’lerde iþçi denetimi talebini dile getiriyoruz.

Kuruluþundan bugüne Emekli-Sen

ücret alýyor. Açlýk sýnýrýnýn 600 YTL olduðu bugünlerde emeklilerin bu þartlarda geçinmeleri bir mucize. Bu parayý da alabilmek için banka kuyruklarýnda ölenler oluyor. Ýþçi ve emekçiler “emekli olursam rahat ederim” diye düþünürken, ÝMF ve patronlarýn sömürücü politikalarý yüzünden iþ bulabilen emekliler çalýþmak zorunda býrakýlýyor. Bütün bu olumsuzluklara raðmen mücadeleyle kazanýlan haklar devlet tarafýndan yeni yasalar çýkarýlarak (Sosyal Güvenlik Yasasý gibi…) ÝMF ve patronlara peþkeþ çekiliyor. Þimdi çalýþanlar yeni çýkan yasaya göre mezarda emekliliði zor görecek durumda. Emekliler kazanýlmýþ haklarýna sahip çýkarak mücadeleye devam ediyor. Son olarak da toplu sözleþme talebiyle bir kampanya baþlatýldý. Emekli-Sen üyesi emeklilerin talepleri þunlar: Açlýk sýnýrýnýn altýnda ücret deðil, insanca yaþayacak ücret istiyoruz, Hastanelerde itilip, kakýlýp, horlanmak istemiyoruz, Yargýtay kararýyla kazandýðýmýz TÜFE alacaklarýmýzýn derhal ödenmesini istiyoruz, Tüm emekliler olarak iki maaþ tutarýnda ikramiye, yakacak yardýmý ve toplu taþýma araçlarýndan ücretsiz yararlanma hakký istiyoruz, 10 yýldýr kabul edilmeyen emekliler sendika yasamýzýn derhal kabul edilmesini istiyoruz, DÝSK / Emekli-Sen olarak ücretlerimizin belirlenmesinde taraf olmak toplusözleþme yapmak istiyoruz.

DÝSK’in tutumu Emekli-Sen ilk kurulduðunda DÝSK sahip çýkmýþtý. Ama süreç içinde Emekli-Sen’in sürekli mücadelesinden ve ürettiði politikalardan rahatsýz olduðu için DÝSK destek vermemeye baþladý. Emekli-Sen, bütün eylemliklerini DÝSK ve baðlý sendikalarýna haber verdiði halde hiçbir eylemliliðe ciddi anlamda katýlým olmadý. Nitekim Ankara eylemine de 160 kiþi katýldý. EmekliSen Genel Merkezi’de yaptýðý uyarýyla eyleme pankart, afiþ getirilmemesi uyarýsý yaptý. Kampanyada toplanan imzalar meclise götürüldü ama emeklilere randevu verilmedi. DÝSK örgütlü olduðu iþyerlerinde emekli olan üyelerini Emekli-Sen Sendikasý’na yönlendiriyordu ve bunu tüzüðüne koymuþtu. Son yapýlan 12. kongresinde bu kararý deðiþtirerek emekli olan üyelerinin bulunduðu sendikalarda kalmalarýný yol açan tüzük deðiþikliði yaptý. DÝSK Sendikasý, köklü mücadelelerden geçmiþ ve deneyimleri olan Emekli-Sen üyesi emekli iþçileri, genç üyeleriyle buluþturmak yerine, onlarý dýþlamayý seçiyor. Sonuç olarak geçmiþ deneyimleri yaþamýþ, yaþlarý ortalama 60 olan Emekli-Sen üyeleri, “demokrasi, insan haklarý ve özgürlükler mücadelesinden emekli olunmaz” deyip mücadeleye devam ederek bugün genç iþçi sýnýfýna önderlik etmeye, yol göstermeye ve deneyimlerini paylaþmaya devam ediyor. Oya Þen

DÝSK’e baðlý Emekli-Sen sendikasý 12 Temmuz 1995 yýlýnda, 139 emekli tarafýndan baðýmsýz olarak kuruldu. Yaptýðý ilk kongrede DÝSK’e katýlma kararý aldý. Türkiye genelinde 40 bin üyesi var. Kurucularý arasýnda 15-16 Haziranlarý, Kavel direniþini, 1977 1 Mayýs’ýný, 1989 Bahar eylemlerini ve birçok mücadeleyi yaþamýþ iþçi ve emekçiler bulunmakta. Sendikanýn kurulmasýnýn birçok amacý var. Ama en önemlisi, “demokrasi, insan haklarý ve özgürlükler mücadelesinden emekli olunmaz” þiarýyla yola çýkmýþ olmalarý. O günden bugüne yasallaþmasý ve tanýnmasý için bir çok sokak eylemi yapýldý ve örgütlenmek için mücadele verildi. Ayný zamanda hukuki yollar denenerek davalar açýldý ve kazanýldý. Buna raðmen devlet iç düzenlemeyi yapmayarak, Emekli-Sen’in yasal olmadýðýný iddia etti. Ama diðer bir yandan da devletin birçok kurumu eylemlikler eylem için izin istendiðinde, izin vererek Emekli-Sen’i fiilen tanýmýþ oldu. Bugün devlet Emekli-Sen sendikasýnýn eylemliklerinden rahatsýz olduðu için sendika adýna yapýlan baþvurularý kabul etmiyor.

10

Emeklilerin genel durumu Bugün Türkiye genelinde 7 milyon emekli var. Türkiye’de çalýþanlar gibi emeklilerinde birçok sorunu bulunmakta. Siyasi olarak örgütsüzlük ve ekonomik sýkýntýlar baþta geliyor. Ortalama olarak bir iþçi emeklisi 410 YTL

Özelleþtirmeler yasaklanmalýdýr! Özelleþtirilen KÝT’ler derhal millileþtirilmelidir! Tüm KÝT’lerde iþçi denetimi! Arif Benol


Emek Güncesi Coca Cola ýþçileri tazminatlarýný aldý 19 Mayýs’tan bu yana Coca Cola daðýtýmýný yapan, Trakya Nakliyat adlý taþeron firmada çalýþan ve DÝSK’e baðlý Nakliyat- Ýþ Sendikasý’na üye olunca iþlerine son verilen 110 iþçi, kararlý direniþleri sonucunda tazminatlarýnýn ödenmesiyle direniþlerine son verdiler. Dudullu ve Yenibosna Coca Cola daðýtým þirketlerinde çalýþan iþçiler, 20 Mayýs’ ta fabrikayý terk etmeme eylemine baþlamýþ, daha sonraki süreçte polis iþçilere biber gazýyla müdahale edince iþçiler de Ümraniye Cumhuriyet Savcýlýðý’na suç duyurusunda bulunmuþlardý. Ýþverenin iþçilerin taleplerini karþýlamasý sonucu direniþe oybirliðiyle son verdiler. Kazanýlan talepler: Tüm iþçilerin kýdem ve ihbar tazminatlarý ödendi. Ýþçilere direniþ süresince çalýþmamalarýndan dolayý 4 aylýk, sendikal tazminat olarak 14 aylýk ücretleri tutarýndaki tazminatlarý bir defada ve peþin olarak ödendi. Ýþçilerin iþlerine geri dönmesi ise saðlanamadý. Buna raðmen kazanýmlarý ile, iþçi sýnýfýnýn örgütlü ve kararlý mücadelesinin kazanýmlar getirdiðine örnek olmasý açýsýndan önemlidir.

Kararlý mücadele kazanýmla sonuçlandý Almanya´da Getrag firmasýnýn çalýþalanlarý verdikleri hukuk mücadelesini kazandýlar. Ludwigsburg’ta bulunan Getrag Þubesi’nde yaklaþýk 600 kiþinin çalýþtýðý firma, BMW ve SMART araba markalarýna þanzýman parçasý üretiyor. 2008’e kadar Ludwigsburg þubesinin kapanacaðýný söyleyen firma yetkilileri kademeli olarak iþçi çýkýþlarýný imzalayarak 109’a yakýn iþçinin çýkýþýný vermiþti. Bunun üzerine 40 iþçi firmayý “sosyal plana uymadýðý” gerekçesiyle Mart ayýnda firma hakkýnda Ýþ Mahkemesi’nde dava açmýþtý. Gruplarýn firmayý ayrý ayrý verdiði mahkemede hazýr bulunan firma yetkilileri, çýkýþ tazminatý olarak 6 bin Euro ek yaptýlar. Ancak iþçiler bu teklifi kabul etmeyip, kendi haklarýný aralarýnda birlik oluþturarak hukuk mücadelesine devam kararý aldýlar. Ýþçiler, baþ vurduklarý Ludwigsburg Ýþ Mahkemesi tarafýndan haklý bulundu. Böylece Getrag iþçileri mahkeme kararýyla iþlerine geri döndüler.

Yunanistan’ da miting Yunanistan’ýn baþkenti Atina’da onbinlerce kiþi özelleþtirmelerden iþgale verilen desteðe kadar birçok hükümet politikasýný protesto etti. Mücadeleci Ýþçi Sendikalarý Birliði (PAME) tarafýndan düzenlenen

mitinge iþçi ve emekçi sendikalarýnýn yaný sýra özel þirketlerde çalýþanlar ve OLEYS sendikasýna baðlý otel iþçileri de 3 saat iþ býrakma eylemine katýldý. Göçmen iþçilerin de yer aldýðý mitingde Fransa’daki isyana da deðinilirken Filistin, Irak ve Suriye halklarý ile dayanýþma dile getirildi. Yunanistan’ýn her yerinden katýlýmýn olduðu mitingde yaklaþýk 60 bin kiþi yer aldý. Mitingde, sermaye sahipleri, özelleþtirmelerle iþten atmalarla ve hak gasplarý ile çalýþma yasalarýnýn deðiþtirilmesi ile geleceðimizi karartmaya çalýþýyor. Ýzin vermeyecek, boyun bükmeyeceðiz. Sermayenin çýkarlarýna karþý konmadýkça iþçi çýkarlarý savunulamaz” denildi. Hükümetin iþgallere destek vermesinin emperyalist saldýrýlara ortak olmak anlamýna geldiðini söyleyen konuþmacýlar, Irak ve Suriye halký ile dayanýþma içinde olduklarýný söyledi. “Sermayenin halk karþýtý politikalarýna hayýr! Ýþçiler ve emekçiler birleþin” sloganý ile düzenlenen mitingde özellikle son dönemlerde artan özelleþtirmeler ve sosyal haklara getirilen kýsýtlamalar protesto edildi

Latin Amerika’da kitlesel gösteri Arjantin’in Mar del Plata kentinde baþlayan 4. Amerika Kýtasý Zirvesi, ABD karþýtý protestolarla sarsýldý. Arjantin’in baºkenti Buenos Aires’te, Uruguay ve Venezüella’da benzer gösteriler düzenlendi. Þili iþçi sendikasý (CUT) ve Alternatif Eðitim Merkezi (CENDA), Serbest Ticaret Anlaþmasý’na karþý ülkelerinde ve kýtada mücadele edeceklerini ve Arjantin’deki protesto gösterilerine, 300 kiþi ile birlikte Arjantin’e giderek katýlacaklarýný ve buna hazýr olduklarýný açýkladýlar. Zirvenin baþlamasýndan önce, kent sokaklarýnda onbinlerin katýldýðý büyük bir eylem düzenlendi. ABD’nin dayattýðý, “Amerika Serbest Ticaret Anlaþmasý”nýn (FTAA) amacýnýn, yoksulluk ve açlýk getiren neoliberal politikalarý tüm kýtaya yaymak olduðu dile getirildi. FTAA’nýn ilk toplantýsý 1994 yýlýnda Miami’de yapýlmýþtý. Bu bölgesel serbest ticaret anlaþmasý kapsamýnda ABD, Kanada ve Meksika’nýn yaný sýra bütün Latin Amerika ülkeleri de dahil olmak (Küba hariç) üzere toplam 34 ülke var. FTAA düzenlemelerinde, büyük kurumlara özelleþtirme yoluyla verilen ayrýcalýklarla, hükümetlerin toplum saðlýðý ve güvenlik, iþçi haklarý, çalýþma koþullarý, doðal hayatýn korunmasý gibi konularda elleri-kollarý baðlanýyor, “sosyal haklar ve temel özgürlükler”le ilgili kanunlarýn çýkartýlmasý da sýnýrlandýrýlýyor. Böylece girdikleri ülkelerde uluslararasý þirketlere, ayrýcalýklý, büyük olanaklar saðlanabiliyor. Sonuç olarak dünyada ve Türkiye’de sermayenin iþçi sýnýfýna saldýrýlarý gittikçe yaygýnlaþýyor. Dünya düzeyindeki bu saldýrýya karþý iþçi sýnýfýnýn cevabý da enternasyonal olmalýdýr. Derleyen Mavi Mayýs

Emek Güncesi

11


Sözleþme yaklaþtýkça patron da boþ durmuyor Patronun yaklaþan sözleþmeye yaptýðý hazýrlýk iyice belirginleþti. Þu an fabrikada iþ yok. Kumaþ gelmiyor gerekçesiyle kesimhane boþ oturuyor. Zaman zaman bantlar boþa çýkýyor. Hâlbuki iþlerin çoðunun fasona verildiðini hepimiz biliyoruz. Bize göre, bu da patronun sözleþme öncesi yaptýðý bir siyasettir. Patronun kumaþ yok bahanesiyle bizleri boþa çýkarmasýnýn bir mantýðý var. Patron, þimdiden fabrika zarar ediyor görüntüsünü vermek istiyor. Patronun sözleþme günü geldiðinde bizlerin taleplerine karþý vereceði ilk cevap: “zarar ediyorum” olacak. Bizler de çoðu zaman iyi niyetli olduðumuz için patronun bu siyasetine inanýrýz. Çünkü boþ kaldýðýmýz zamanlarý düþündüðümüzde “ya adamlar gerçekten zarar ediyor, çünkü 3-4 aydýr boþ yattýk, hiç iþ çýkmadý” diyebiliyoruz. Ama hiçte öyle göründüðü gibi deðil. Patronun sözleþmede taleplerimizi en aza indirmek için bilinçli bir siyasettir. Oysa patronun iþlerini fasona verip sipariþlerini hiç aksatmadan zamanýnda verdiðini de duyuyoruz. Bunlarýn farkýnda olan bilinçli iþçilere düþen görev, her toplantýda, patronun izlediði bu politikayý anlatmak

olmalýdýr. Patronun yalanlarýna karþý uyanýk olmalýyýz. Patron ve idareciler bazen içimizdeki iþçileri, kendi saflarýna çekerek bize karþý kullanýrlar, bu konuda da uyanýk olmalýyýz. Bu gibi patron yalakalarýný kendi aramýzda etkisiz hale getirmeliyiz. Sendikacýlar bizleri nihayet hatýrladý Uzun zamandýr ortalýkta gözükmeyen sendikacýlar birden bire bizleri hatýrladýlar. Hatýrlamakla kalmadýlar bizlere eðitim seminerleri vereceklerini söylediler. Önce þaþýrdýk madem sendikacýlar koltuklarýndan kalkýp gelme ve bizleri bilgilendirme zahmetine katlanacaklar onlara fazla haksýzlýk etmeyelim diye düþünürken sendikacýlar Aralýk ayýnýn ilk haftasýnda verilecek seminerin konusunu 2822 Sayýlý Toplu Ýþ Sözleþmesi, Grev ve Lokavt Kanunu olduðunu söylediler. Bizler, sendikacýlarýn neden bu konu üzerine bir seminer vermek istediklerini anlýyoruz. Sendikacýlar bizi yanýltmadýlar. Amaçlarý bizleri bilgilendirmek deðil, böyle olmuþ olsaydý 1,5 senedir sendikalý çalýþýyoruz ve bizlere bu eðitimleri rahatlýkla verebilirlerdi. Ama vermediler. Ne oldu da sendikacýlar bizlere bu konuda eðitim vermek istiyor. Bilindiði gibi iþçilerle patronlar arasýnda imzalanan sözleþmelerin anlaþmazlýkla sonuçlanmasý durumunda iþçilerin yasal olarak grev hakký vardýr. Ancak patronlarýn hükümetleri, iþçilerin grev silahýný etkisizleþtirmek için buna karþý lokavt (iþyerini kapatma) kanunu (“iþçi dostu” Ecevit’in 1963 yýlýnda Çalýþma Bakanlýðý döneminde çýkardýðý bir yasadýr) çýkardý. Böylece iþçiler grev silahýný kullanýrsa, patron da lokavt hakkýný kullanabilir. (77 gündür grevde olan Serna Seral tekstil iþçileri örnektir.) Bugün sendikacýlarýn bizlere vermek istedikleri eðitim bizleri bilinçlendirmek deðil, tam tersine bizlere 2822 sayýlý yasayý anlatarak patronun karþýsýnda çok fazla seçeneðimizin olmadýðýný anlatarak bizleri kararsýzlaþtýrmak ve patronun sunacaðý önerileri baþtan kabul etmemizi saðlamaktýr. Bizler bu konuda da iþçi arkadaþlarýmýzý uyarmalýyýz. Bir Tekstil Ýþçisi

Nasýl davranacaðýmýzý müdürlerden mi öðreneceðiz?

12

Her akþam mesaiye kalan kadýn iþçiler, þeflere mesaiye kalmak istemediklerini söylediler. Þefler durumu müdüre söylediler. Müdür ise “eve gidip ne yapacaksýnýz, evde daha çok yoruluyorsunuz” dedi. Arkadaþýmýz ise elindeki pensi müdüre uzattý, “al bir tut aç dedi.” Müdür de açtý, “ne var parmak kaslarýnýz geliþir” dedi. Arkadaþýmýz ise “bütün gün kas mý geliþir, yoruluyoruz” dedi. Daha sonra müdür þefleri bir iþçiye sahip çýkamadýnýz diye azarladý. Þefler de


arkadaþýmýza gidip “böyle davranman gerekmiyordu” diyerek üstüne gittiler. Diðer arkadaþlar, iþçi arkadaþa “iyi yaptýn, bravo” dediler. Arkadaþýmýz haklýydý. Davranýþýnda da hiçbir kusuru yoktu. Sesimizi çýkartmadýðýmýzda, mesailere kaldýðýmýzda bir problem yok. Mesaiye kalmak istemediðimizi, yorulduðumuzu söylediðimizde davranýþýmýzý beðenmiyorlar. Onlar davranýþlarýmýzý beðenmemeye devam etsinler, bugün bir kiþi tek baþýna müdüre ve onlarýn yalaka þeflerine tepkisini göstermesi iyi olmasýna raðmen, önemli olan bu tutumu bütün iþçilerle birlikte vermektir. Yoksa bizlere daha çok baský yaparak çalýþtýrýrlar. Buna izin vermemek için birlik olmak zorundayýz. Bir Tekstil Ýþçisi

Zam almak için birlik olalým Patron beklediðimiz kömür parasýný nihayet ödedi. Geçen yýl 125 milyon olan yakacak parasýna patron 10 milyon zam yapmýþ, 135 YTL ödendi. Kömürün torbasý 7-8 YTL, patronun verdiði bu parayla ancak yarým ton kömür alabiliriz. Ücretlerimiz Yetmiyor Zam ayý da yaklaþýyor, ama belirsizlik devam ediyor. Patron 2000 yýlýnda krizi bahane ederek iki yýl zam yapmadý. Þimdi de bütün iþyerlerindeki gibi, zammý yýllýk vereceðini açýkladý. Yani hakkýmýz olan altýncý ay zamlarýný böylece patronlar elimizden almýþ oldular. 56 yýllýk iþçilerin ücreti 550 YTL. Bu ücret emeðimizin karþýlýðý deðil. Sendikalarýn açýkladýðý açlýk sýnýrýnýn altýndaki bu ücret ihtiyaçlarýmýzý karþýlamýyor. Ayýn ortasýnda parasýz pulsuz kalýyoruz. Sonra kendimize soruyoruz “çok mu harcama yaptým?” diye. Sorun bizde deðil, sorun bizleri her geçen gün daha fazla sömüren düzenin ta kendisindedir. Bizlerin emeðini çalan patronlardadýr. Bizler bunlarý görerek hakkýmýzý almayý öðrenmeliyiz. Yoksa patronlar bizleri daha düþük ücretle çalýþtýrmak için can atýyorlar. Bizler buna fýrsat vermemeliyiz. Bir Tekstil Ýþçisi

oruz. Yalnýz koskoca fabrikada toplam 3 adet banyo kabini var. Bu da yetersiz kalýyor. Paydos saatinde banyoda bir yýðýlma oluyor. 35–40 iþçi ayný anda banyo yapmaya çalýþtýðý için tam bir kargaþa ortamý oluþuyor. Çünkü herkes bir an önce banyo yapýp çýkmak istiyor. Üstelik banyo bölümünün camlarý kýrýk, yazýn bir problem olmuyordu ama havalarýn soðumasýyla birlikte çok büyük bir problem olmaya baþladý. Banyodaki bu yoðunluktan dolayý 15–20 dakika bu soðuða maruz kalýyoruz. Bu sorunlar yetmiyormuþ gibi iþçilere ayda bir daðýtýlan 4 adet kalýp sabun idare tarafýndan çok görüldü. Patron, iþçilerin sabunlarý eve götürdüðünü gerekçe göstererek, bundan sonra sabunun 2 ayda bir daðýtýlacaðýný açýkladý. Ýþçiler bu olaya kendi aralarýnda, “patronu ilgilendirmez, sabun bizim hakkýmýz deðil mi? Ýstediðimiz gibi kullanýrýz” diye sözlü tepkiler gösterdiler. Son sabun daðýtýldýðýndan bu yana 2 ay geçti. Ama sabunlar daha öncesinden tükendi. Ýþçiler birbirlerinden sabun istemeye baþladýlar. Bu sorunu ustabaþýna ve mühendislere ilettik. Onlarda bu günlerde sabun daðýtýlacaðýný söylediler. Birkaç gün sonra nihayet sabunlarýmýzý alabildik. Sabun sorunu belli ki bir süre sonra yine gündeme gelecek. Çünkü patron bu uygulamaya devam edeceðe benziyor. Patronun bu hak gasplarý sabunla baþlayýp, tepki gelmezse daha büyük hak gasplarýyla devam edecektir. Bizler bu ve benzeri olaylara karþý birlik olup patronu caydýrýcý bir tepki göstermeliyiz. Aksi halde var olan haklarýmýzý da yitirebiliriz. Bir Metal Ýþçisi

Çaldýðý sabunlar patronun pisliklerini temizleyemez Çalýþtýðýmýz fabrika demir-çelik üretimi yaptýðý için fabrika da yað, kir, pas yoðun. Aðýr çalýþma koþullarýnýn ve sýcaðýnda etkisiyle terlememek kaçýnýlmaz oluyor. Bu nedenden mesai saati bitiminde yað, kir ve ter içinde kaldýðýmýz için her gün paydostan sonra banyo yapýy-

13


Fransa’da “baldýrý çýplaklarýn” isyaný 27 Ekim gecesi Cumhuriyetçi Fransa uzunca bir kýþ uykusundan uyandý: Paris’in kenar mahallelerinden Clichy-sous-bois’da polisin kovaladýðý ikisi Afrikalý biri Türk üç genç, resmi basýnýn iddiasýna göre, saklandýklarý elektrik trafosunda cereyana kapýlmýþlar, Afrikalý gençler ölmüþ, üçüncü genç ise aðýr yaralanmýþtý. Bunu duyan, mahalle gençleri bir anda “sýfýr tolerans” sloganýyla güvenlik güçlerine tepki olarak sokaklara dökülmüþler, yollardaki otomobilleri, okul, postane, itfaiye gibi resmi binalarý ateþe vermeye baþlamýþlardý. Harekete geçen gençlerin büyük bir çoðunluðu, Arap ve Siyah Afrika kökenli eski göçmenlerin ikinci, üçüncü kuþak çocuklarýydý. Ertesi gün Fransýz basýný, “suç dünyasýna” ait, mafyalarca yönetilen iþsiz güçsüzler takýmýnýn vandalizminden, “it kopuklarýn”, yaðmacýlarýn serseriliðinden, hatta Ýslamcý akýmlarýn muhtemel bir komplosundan söz etmeye baþlamýþlardý. Söz konusu olan derhal bastýrýlmasý gereken “barbarlýktý”. Nitekim, özellikle iç iþleri bakaný Nicolas Sarkozy, “bölgede denetimin elden kaçýrýlmayacaðýný” duyurdu ve “düzenin bir an önce yeniden tesisi” için baský makinesini hemen harekete geçirdi.

14

Ýsyan yayýlýyor Oysa Clichy-sous-bois’da patlak veren olaylarýn temelinde yatan nedenler sadece bu bölgeye özgü deðildi. Buradaki gençler, bütün bir ülkedeki toplumdan dýþlanan, sistematik bir biçimde ayrýmcýlýða maruz kalan, eðitim ve düzenli bir iþ olanaðýndan mahrum edilen yüz binlerce göçmen kökenli gençliðin bir parçasýydý. 27 Ekim gecesi sokakta top oynarken kendilerini basmaya gelen polisin tutumu da sadece bu mahalleye özgü deðildi. Güvenlik güçlerinin özellikle Maðrip ve Siyah Afrika kökenli geçlere yönelik uyguladýðý ölçüsüz baský, hakaret ve þiddet, yýllardan beri tüm ülkede þikayet konusuydu. Daha bir hafta önce Sarkozy bu kenar mahallerden birini ziyaret ettiðinde, baskýlarýn sorumlusu olarak istifasýný isteyen gençlerin taþlý küfürlü protestosuyla karþýlaþmýþ, ardýndan da “bu pisliði hortumla temizleyeceðim” açýklamasýnda bulunmuþtu. Böylece 27 Ekim gecesi iki gencin polis baskýsýndan kaçarken yaþamlarýný yitirmesi bardaðý taþýran bir damla oldu ve tek bir mahallede patlayan protesto gösterisi ertesi akþamdan itibaren baþka mahallelere ve kentlere yayýlmaya baþladý. Çatýþmalar ve protestolar önce Seine Saint-Denis çevresinde yoðunlaþtý, ardýndan Paris’in bütün Kuzey ve Doðu ilçelerine sýçradý. Hükümet bu yerlerde baský aygýtýný daha sert çalýþtýrmaya yöneldikçe tepkiler daha da þiddetlendi. 31 Ekim gecesi polisin ibadet edenlerle dolu bir camiye göz yaþartýcý bomba atmasý gençlerin kýzgýnlýðýný daha da derinleþtirdi ve 2 Kasým’dan itibaren yaklaþýk 20 kentte geceleri tam bir gerilla savaþý yaþanmaya baþladý. Kasým ayýnýn ilk haftasý sonunda isyan 300 beldeye yayýlmýþ, yakýlan araba sayýsý 6 bini aþmýþ, bu arada yaklaþýk 1.500 genç tutuklanmýþ durumdaydý. Üstelik baþka ülkelerde de benzer protestolar baþ göstermiþ, Belçika, Hollanda ve Almanya, ikinci-üçüncü kuþak göçmen gençlerin protestolarýndan nasibini alan ülkelerin baþýnda gelmiþti. Bu noktadan sonra, gençlerin kýzgýnlýðýný yatýþtýrabilmek için hükümet içinde biraz geriye çekilen Sarkozy’nin yýldýzý yeniden parýldamaya baþladý ve devlet baþkaný Jaques Chirac ve baþbakan Dominique de

Villepin’in de onayýyla, belediye baþkanlarýna gece sokaða çýkma yasaðý koyma yetkisi tanýndý. 20’yi aþkýn beldede derhal uygulamaya konan yasak, hükümetin ve burjuvazinin bu “baldýrý çýplaklar” ayaklanmasýný ne denli ciddiye aldýðýnýn bir kanýtýydý, zira bu uygulama ilk önce 1955 yýlýnda Cezayir’deki ulusal kurtuluþ savaþýný ezebilmek için yasalaþtýrýlmýþ ve bundan sonra da sadece 1984’te Yeni Kaledonya’daki baðýmsýzlýk hareketine karþý yürürlüðe konmuþtu. Yasaklarla birlikte artan polis baskýlarý ve yaygýn tutuklamalar 9 ve 10 Kasým günlerinde isyanýn bir miktar hafiflemesinde etkili olduysa da bunu takip eden günlerde ve Kasýmýn ikinci hafta sonunda protestolar ayný þiddetiyle sürdü. Cuma gecesi 502, Cumartesi ise 374 otomobil yakýldý, ülkenin üçüncü büyük kenti olan Lyon’un merkezinde, Toulouse, Ile de France ve Strasbourg’da çatýþmalar bütün þiddetiyle sürdü. Burjuvazinin tepkisi Hükümet, özellikle Sarkozy kanalýyla, isyancý gençlere toplumda herhangi bir sempatinin ya da anlayýþýn doðmamasý için bütün gerici söylemlerini harekete geçirerek, bu gençleri toplum dýþý serseriler, þiddet düþkünü avareler, çalýþmak istemeyen ve kolay kazanç amacýyla uyuþturucu trafiðine ve her türlü cürüm dünyasýna katýlan suçlular, kýsacasý toplum artýðý süprüntü bir güruh olarak göstermek için elinden geleni yaptý. Bu gayretinde büyük basýný da büyük ölçüde yanýna almayý baþardý. Öyle ki, sertlik yanlýsý Sarkozy kamuoyu anketlerinde yüzde 54’lük bir inanýrlýk düzeyine yükseldi. Basýna göre bu olaylar karþýsýnda asýl “ellerini ovuþturan” Le Pen ve onun Ulusal Cephe’siydi. UC’nin ikinci adamý ve bir dolu ýrkçýlýk davasýyla ünlü olan Bruno Golnisch, partisinin Ýnternet sitesinde “Fransýzlar bugün bir iþgal ve þiddet dalgasý altýndadýrlar. Ve ýrkçýlýkla suçlanma korkusuyla da bundan þikayet edememektedirler. Bu tarihimizde hiç yaþanmamýþ bir durumdur ve buna daha fazla izin verilemez” açýklamasýnda bulundu. Sosyalist eðilimli sendika konfederasyonuna baðlý polis sendikasý daha olaylarýn hemen baþýnda, derhal sokaða çýkma yasaðýnýn ilan edilmesini ve ordunun harekete geçirilmesini önerdi. Muhalefetteki Sosyalist Parti de isyancý gençlerin savunmaya yanaþmadý ve asýl ve ilk amacýn düzenin saðlanmasý olduðu konusunda hükümete destek verdiðini ilan etti. Tek yakýndýðý, kendi dönemlerinde kurduklarý ve bir tür bekçilik sistemi olan “yakýn polis” uygulamasýnýn Sarkozy tarafýndan ilga edilmiþ olmasýydý. Komünist Parti de ayný trene katýlarak, gençlerin “þiddet eylemlerinin kabul edilemez” olduðunu açýklamýþ ve sosyalistler gibi yakýn polis uygulamasýnýn yeniden tesisi, ve ne olduðu belli olmayan bir “diyalog” çaðrýsýyla yetinmiþti. Kim bu gençler? Irkçýlýða, ayrýmcýlýða ve polis baskýlarýna karþý isyana geçen gençlerin Fransa’ya göç eden Maðripliler ve Siyah Afrikalýlar olduðu söylenerek kamuoyunda sistemli olarak göçmen iþçiler aleyhinde bir hava yaratýlmaya çalýþmakta. Resmi rakamlara göre bugün Fransa’daki göçmen sayýsý 3,5 milyon dolayýnda, yani toplam nüfusun yaklaþýk yüzde 6,5’ini oluþturuyorlar. Bunun yaklaþýk 2 milyonunu Cezayir, Tunus ve Fas, 700 bin kadarýný da Sahra-altý Afrika ülkesi kökenliler oluþturmakta. Bunlara en az 1 milyon civarýnda “kaðýtsýz” göçmeni de eklemek


gerekiyor. Ama, bir baþka grup daha var ki, istatistiklerde “yurttaþlýða kabul edilmiþ Fransýzlar” olarak anýlýyor, yani bir tür “manevi yurttaþ” kategorisi bu. 2,5 milyon dolayýndaki bu Fransýz “yurttaþlarýn” 1,5 milyon kadarý Fransa’nýn dýþýnda, 1 milyonu ise bizzat Fransa’da doðmuþ olan manevi evlatlar. Tamamen ýrk ve etnik köken ayrýmýna dayandýrýlan bu “sonradan edinilmiþ yurttaþlar” kategorisinin ana çekirdeðini de eski Fransýz sömürgelerinin insanlarý oluþturmakta (Cezayir, Tunus, Fas, Hindiçin ve çeþitli Siyah Afrika ülkeleri). Son baldýrý çýplaklar ayaklanmasýnýn ana çekirdeðini de özellikle bu 1 milyonluk Fransa doðumlu “manevi yurttaþ” gençler oluþturuyor, yani en eski göçmenlerin çocuklarý ve torunlarý. Eski göçmen iþçiler kuþaðý gerçekte Fransa’nýn II. Dünya Savaþý sonrasýndaki ekonomik yeniden inþasýnýn ve bir emperyalist güç olarak yeniden dirilmesinin temel kaynaðýný oluþturmuþtu. Bu kitlesel ve ucuz, neredeyse köle, emek gücü sanayiye yerleþtirilmiþ ve kolayca denetlenebilmeleri için de kendilerine yurttaþlýk hakký tanýnmýþtý. Bu hak onlarýn sendikalara üye olabilmesini olanaklý kýlmýþ, böylece sendika bürokrasinin denetimi altýna alýnmýþ, ayrýca özellikle savaþ sonrasý burjuva sistemin yeniden inþasýna aktif olarak katýlan, ve ülkede olasý bir devrimi baþarýyla önleyen Stalinist Komünist Parti aracýlýðýyla düzene entegrasyonlarý saðlanmýþtý. Bununla birlikte, yurttaþlýk hakký göçmen iþçilerin Fransýz toplumuna gerçekten dahil olmalarý anlamýna gelmiyordu. Tam tersine Fransýz devleti bu göçmenleri sistematik bir biçimde kentlerin varoþlarýnda, kenar mahallelerinde yerleþtiriyor, toplumsal yaþamýn tüm kesimlerine girmelerini bilinçli bir biçimde engelliyordu. Böylece büyük kentlerin çevrelerinde “cité” (kent) olarak adlandýrýlan, bir ya da iki odalý dairelerin bulunduðu eski püskü yapýlardan oluþan, alt yapýsý kötü, ulaþýmý yetersiz, okullarý ellialtmýþ kiþilik derslikli, belediye hizmetlerinin yeterince verilmediði, çocuklarýn mahalle aralarýnda pislik içinde oynadýðý “getto”lar doðdu. 1980’lerde ünlü “reformlar” ve ekonomik dönüþümler gelmeye baþladý. Yeni küreselleþme, Fransýz burjuvazisinin sanayiyi yavaþ yavaþ daðýtarak yatýrýmlarýný hizmet sektörlerine yönelmesi, üretimi ise üçüncü dünya ülkelerine taþýmaya baþlamasý anlamýna geliyordu. Bu arada yaygýn özelleþtirmeler her sektörde emek hacminin daralmasýný ve iþsizliðin artmasýný getiriyordu. Tabii iþsizliðin ilk vurduðu kesimler de “manevi yurttaþlar” oluyordu. Böylece “cité”lerdeki iþsizlik oraný hýzla arttý. Bu geliþmelerden en fazla etkilenenler elbette ilk kuþak göçmenlerin çocuklarý ve torunlarý oldu. Bu gençler daha baþýndan iþsiz güçsüz sokakta kalmaya baþladýlar. Ülke genelinde yüzde 20 dolaylarýnda olan iþsizlik oraný, göçmen mahallelerinde bunun iki katý bir düzeye ulaþtý. Gençlerin Fransýz toplumundaki ýrkçý ve ayrýmcý eðilimleri fark edebilmeleri için iþ müracaatlarýnýn salt adlarý nedeniyle reddedildiðini görmeleri yetiyordu. Bu gençler bir süre sonra, istihdam edilmelerinde hiçbir iþe yaramayan ve zaten yetersiz olan eðitim sistemini de reddetmeye baþladýlar ve varoþlardaki eðitim düzeyi hýzla düþtü (bugün isyancý gençlerin okullarý ateþe vermeleri tam da bu tepkiden kaynaklanmaktadýr). Toplumdan dýþlanan, en kötü mahallelerde yaþayan, en kötü iþlerde o da ancak ayda bir iki günlüðüne iþ bulabilen bu gençler ayný zamanda her türlü toplumsal hakaretin ve polisin açýk baskýsýnýn hedefi haline geldiler. Buna elbette ciddi bir kimlik krizi eþlik ediyordu. Bu gençler artýk Fransýz’dýlar ve geri dönecekleri bir baþka yerleri yoktu, ama ayný zamanda Arap ya da Siyah’týlar ve bu özelliklerinden ötürü Fransýz toplumunun dýþýna itiliyorlardý.

Bu kitleye giderek, emperyalizmin sömürüsü altýndaki ülkelerden gelen yeni yoksul gençler de katýlmaya baþlamýþtý. Gençlerin topluma, sisteme ve devlete öfkesi arttýkça, devlet bu varoþlardaki denetimini iyiden iyiye yitirmeye baþladý, entegrasyon amaçlý sosyal yardýmlar hepten kesildi ve ortaya polisin dýþtan kuþattýðý ve istediði zaman girip insanlarý terörize ettiði, neredeyse “baðýmsýz”, kendi yasalarýný uygulayan bölgeler çýktý. Ýsyanýn niteliði ve geleceði Ýsyaný baþlatanlar büyük bölümüyle 13 ile 18 yaþ arasýndaki gençler oldu, tutuklananlar arasýnda 10 yaþýnda çocuklar bile vardý. Bu gençler genellikle okula gitmeyi gereksiz görmekteler, çoðu iþ bulmaktan umudunu kesmiþ durumda, bazýlarý ise arada sýrada pizza daðýtýmýnda ya da Burger King tipindeki en berbat iþlerde birkaç günlüðüne iþ bulabilmekte. Pek çoðunun da poliste genellikle küçük hýrsýzlýklardan veya kavga gürültü nedeniyle dosyasý bulunmakta. Ýsyancý gençleri birbirine baðlayan herhangi bir etnik ya da dinsel zemin bulunmamakta. Tutuklananlar arasýnda Müslüman ve Hýristiyan ailelerden olanlar var, ama gençlerin çoðu kendini herhangi bir dine ait görmüyor. Çoðunluðunu Kuzey ve Güney Afrika kökenliler oluþturmakla birlikte, aralarýnda Portekizliler, Ýspanyollar ve hatta Türkler de var. Büyük bölümü de Fransýz yurttaþý. Ýsyancýlarýn kendi aralarýnda bir örgütü de yok, sadece mahalle arkadaþlarý. Ne de bir programlarý ya da (“Sarkozy istifa” sloganýnýn dýþýnda) somut talepleri bulunmakta. Amaçlarý ortalýðý yaðmalamak da deðil, sadece kýzgýnlýklarýný, öfkelerini gösterebilmenin yolunu arýyorlar, ve bunun için de yaptýklarý tek þey tüketim toplumunun sembolü olan arabalarý yakmak. Mahalleler sanki araba yakmak konusunda aralarýnda bir yarýþa girmiþ durumdalar. Sabah gazeteden komþu mahallede kaç araba yakýldýðýný okuyan gençler ayný gece daha fazlasýný kendileri yapabilmek için sokaða çýkmaktalar. Öfkelerinin hedefleri arasýnda eðitim kurumlarý, lüks tüketim maðazalarý, uyduruk ve pis iþlerin verildiði merkezler de bulunmakta. Gençleri siyasi veya toplumsal hiçbir kuruma güvenleri veya saygýlarý bulunmamakta. Eskiden dokunulmaz olarak görülen eðitim kuruluþlarý, itfaiye, kiliseler, sinagoglar ve hatta þimdi camiler de ateþ alanlarýnýn içinde. Hiçbir þey talep etmiyorlar, sadece metodik ve etkin bir biçimde tahrip ediyorlar. Gençlerin temsilcileri de yok, aslýnda temsilci de kabul etmiyorlar. Hükümetle diyaloga girmek, pazarlýk yapmak gibi bir niyetleri bulunmuyor. Ne örgütlü Fransýz gençlerinin temsilcileri, ne belediye baþkanlarý, ne partiler, ne sivil toplum örgütleri, ne imamlar, hiç kimse bu gençlerin temsilini üstlenmeye cesaret edebiliyorlar. Bütün bu özellikleriyle mevcut isyan nereye ulaþacak? Burjuvazinin bu tip bir “düzensizliðe” daha fazla tahammül edebilmesinin olanaðý yok. Zaten bütün baský aygýtýný harekete geçirmiþ ve yaygýn tutuklamalara ve hýzlý cezalandýrmalara giriþmiþ durumda. Üstelik hükümet, Fransýz yurttaþý olsalar bile bu göçmenlerin ülkeden çýkarýlacaðý tehdidinde bulunuyor. Kurumsal muhalefet, “düzenin saðlanmasý konusunda hükümeti destekliyor. Bu koþullar altýnda, ve gençlerin öfkelerinin yatýþmasý ve biraz da yorulmalarýyla birlikte isyanýn durulacaðýný ve kenar mahallelerde gündelik yaþama dönüleceðini söylemek kehanet olmaz. Ama Fransýz Cumhuriyeti, Fransýz burjuva sistemi aðýr bir yara almýþ durumda, ve bunun devrimci onuru da paryalarýn, baldýrý çýplaklarýn göðsünde parýldýyor. Þimdi baþta Fransýz olmak üzere tüm Avrupa devrimci hareketine düþen görev, bu isyandan özellikle kendi eksikliklerinin, kendi yetersizliklerinin ve hatta kendi içine sýzmýþ olan ayrýmcýlýðýn bilançosunu çýkartabilmek, ve Avrupa’daki gerçek isyan merkezlerinden ne denli uzak olduðunu kavrayabilmektir. Ama her þeyden önce hedef Fransýz hükümetinin baskýlarýný ve sürgün politikasýný engelleyebilmek, gençlerin mücadelesi etrafýnda emekçi sýnýflar dayanýþmasýný saðlamak ve tüm Fransýz gençliðini devrim bayraðý altýnda örgütleyebilmektir. Ýþçi Cephesi

15


Serna Grevi: Birleþen Ýþçiler Yenilmezler! Bahardan kalma bir kýþ günü çýkýyoruz yola... Ýstanbul’un bir ucundan, diðerine doðru ilerliyor arabamýz. Ýþçi arkadaþlarý topluyor, iþe gider gibi. Ama bu kez gideceðimiz yer farklý...Grevci Serna iþçileriyle dayanýþmaya, kavgalarýný kavgamýz yapmaya gidiyoruz. Aramýzda ilk defa grev gören iþçiler var, greve çýkmaya hazýrlanan iþçiler var. Bostancý köprüsünden geçiyoruz. Köprüden sonra 2. sokakta Serna fabrikasý karþýmýza çýkýyor. “Bu Ýþyerinde Grev Var” yazýsýný görüyoruz. Grevin onuru çadýrý görüyoruz. Birkaç iþçi çadýrý düzenlemeye çalýþýyorlar. Grevin 72. günü yazýyor bir kartonda. Patronun mülkünü koruyan polisler de fabrikanýn önünde bekliyor. Emekleri için mücadele eden iþçilerden neden bu kadar korkuyorsunuz? Ýlerliyoruz polislerin arasýndan. Grevci iþçiler coþkuyla karþýlýyor bizi. Onlar sýnýf dostlarýný tanýmýþlar. “Çadýrý büyütüyoruz, diðer çadýra gitseniz daha iyi olur” diyor bir iþçi. Polis çadýra müdahale etmesin diye uzaklaþýyoruz. 5 metre aþaðýda bir sürpriz bekliyor bizi. Neredeyse küçük bir ev inþa edilmiþ. Grev çadýrý büyümüþ bir ev olmuþ. Bu çadýr, birliðin, inancýn, bilincin, direncin eseri. Polis çadýrý yýkmýþ, iþçileri gözaltýna almýþ, durmamýþlar. Gözaltýndaki arkadaþlarýný karakolun önünde soganlarla beklemiþler. Ne polis, ne kanun dinlemiþler. Her gün biraz daha büyütmüþler çadýrý. Grev çadýrý evleri olmuþ, umutlarý, yarýnlarý... Onlarca grevci iþçi karþýlýyor bizi. Giriyoruz grev çadýrýna. Ortada bir soba, kenarda bir lavabo ve boydan boya bir oturma alaný. Üstelik üstte de oturacak, yatacak yerler var. Geceleri de nöbet bekliyor grevciler. Soba yanýyor, grev çayý demleniyor. Baþlýyoruz sohbete Serna’da direnen iþçi dostlarýmýzla. Grev öncesi süreci anlatýyorlar. 130 Kiþi çalýþýyor. Bunlarýn arasýnda, ofis çalýþanlarý ve þoförler de var. Patron dikimi fason olarak dýþarýda yaptýrýyor. Ýþçilerin en yenisi 8-10 yýllýk. Çok beklemiþler koþullar düzelsin diye. Çok çalýþmýþlar, patron çok kazanmýþ ama iþçiler için hiçbir þey deðiþmemiþ. Örgütlenmeye, mücadele etmeye karar vermiþler. Baþta sýnýf bilinci çok düþükmüþ. Ama kavgada yetiþtirmiþler kendilerini. Önce bir komite oluþturmuþlar. Fabrika bir öz yönetim organýdýr diyorlar bize. Bütün kararlarý birlikte alýyorlar. Gizli bir örgütlenme yapmýþlar. Ýþveren açýða çýkaramamýþ örgütlenmeyi. Ve Türk-iþ’e baðlý TEKSÝF sendikasýnýn Bakýrköy Þubesine üye olmuþlar. Ýkinci sorun ise aileler olmuþ. Mücadele etmelerini istememiþler. Onlarda mücadeleyi destekleyen ailelerden bir aile komitesi oluþturmuþlar. Aile komitesi ev ev gezmiþ aileleri ikna etmek için. Çoðunluk saðlanmýþ, patron önce itiraz etmiþ ve 4 iþçiyi iþten çýkarmýþ. Ýþçilerin birliði ve kararlýlýðý iþverene geri adým attýrmýþ. Hem sendikayý kabul etmiþ hem de atýlan iþçileri geri almýþ. Ancak toplu 16

sözleþmede yine sorun çýkmýþ. Ýþveren Serna iþçilerinin ücret dýþýndaki tüm taleplerini kabul etmiþ. Serna iþçilerinin yüzde 30’luk zam isteðine yüzde 3 zam önerince, greve çýkmaktan baþka bir yol kalmamýþ. Patronun satýn alma tekliflerine, tehditlerine kulak asmamýþlar ve 16 Eylül’de greve çýkmýþlar. Grevdeki iþçi sayýsý 72. Geri kalanlar modelhane, ofis çalýþanlarý. Patron da lokavt ilan etmiþ. Grev çadýrý kurmuþlar, çevik kuvvet yýkmýþ. Direnmiþler, 16 saat gözaltýnda kalmýþlar. Yýlmamýþlar, çadýrýn grevin onuru olduðunun bilincindeler. Çadýrýn kararlýlýklarýnýn sembolü olduðunun farkýndalar. Grev çadýrý yeni iþ kanununda yasak. Grevciler, “hak mücadeleyle alýnýr” diyorlar. Basýn açýklamalarý yapmýþlar, imza kampanyalarý düzenlemiþler. Grevi maddi olarak desteklemek için kalem basmýþlar. Ayrýca bir gece yapmayý planlýyorlar. Bu arada iþçiler grevde bulunduklarý süre içinde sendikadan para alabilmek için Ankara’ya kadar gitmiþ. Ankara’da sendika kiþi baþý aylýk 300 YTL vaat etmiþ ama Ýstanbul’a gelindiðinde bu para 225 YTL’ye düþmüþ. Ýþçiler mücadeleyi kaybedebiliriz ama sonuna kadar götüreceðiz diyorlar. Bunun sýnýf mücadelesi olduðunun farkýndalar. Ýþçi sýnýfýnýn nasýl politikleþtirileceðini konuþuyoruz. Grevci iþçiler, sendika bürokrasisine karþý nasýl mücadele edileceðini anlatýyor. Toplu sözleþme aþamasýndaki fabrikadan arkadaþlarla deneyimlerini paylaþýyorlar. Onlara umut veriyorlar. Ýþverenin görüþmeye niyeti yok. Ama iþçiler sonun kadar bu mücadeleyi götürmekte kararlýlar. Tek istekleri diðer fabrikalardan iþçilerin, emekçilerin, öðrencilerin, sendika ve partilerin onlara destek vermesi. Çünkü bu mücadele hepimizin diyorlar. Umutla ayrýlýyoruz fabrikadan. “Hoþ geldiniz, yine bekleriz” diye haykýrýyor grevci Serna iþçileri. Hep birlikte yumruklarýmýzý sýkýyoruz ve haykýrýyoruz: “Ýþçilerin Birliði Sermayeyi Yenecek”. Sanayi yankýlanýyor sesimizden. Varýz, varolacaðýz diyor grevci iþçiler, patrona, polise... Yalnýz deðilsiniz diyoruz. Tekrar gelmek üzere grevci iþçilerden ayrýlýyoruz. Onlar birleþen iþçilerin küçücük bir fabrikada neler yapabileceðini gösteriyor, görmek istemeyen gözlere... Grev yeri: Prof. Ali Nihat Tarlan CD. Eryýlmazlar Sok, No:11 Ýçerenköy. Ýrtibat tel: 0 212 582 12 55 Fuat Karan


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.