Acil talepler için
»8
mücadele programı
Herkes için iş ve iş güvencesi talep ediyoruz… İşten atılmaların yasaklanması gerektiğini savunuyoruz. Ücretler düşürülmeksizin, iş saatlerinin kısaltılması ve ek vardiyalara yeni işçilerin alınması yolu ile işsizliğin çözüleceğini iddia ediyoruz
Aylık Siyasi İşçi Gazetesi • Sayı: 26 • Şubat 2011 • Fiyatı: 2 TL
Hükümetin “istihdam stratejisi”:
Esnek ve güvencesiz çalışma! Haklarımıza dönük kapsamlı bir saldırıyı hayata geçirecek Torba Yasa’nın, Meclis Genel Kurulu’nda görüşmeleri sürüyor. Hükümetin planlarına göre, yasa paketinin Şubat ayı ortasında Meclis’ten geçmiş olması bekleniyor Esnek ve güvencesiz çalışmayı yaygınlaştıran Torba Yasa saldırısı, AKP hükümetinin bu konudaki ne ilk adımı, ne de son adımı olacak. AKP, esnek ve güvencesiz çalışmayı, işsizliği kullanarak, “istihdamı artırma” söylemiyle meşrulaştırmaya çalışıyor. Patron örgütleriyle birlikte hazırladıkları fakat kamuoyuna sunmaya henüz çekindikleri “Ulusal İstihdam Stratejisi” ise, esnek ve güvencesiz çalışmanın ‘gizli anayasası’ niteliğinde. Bugün Torba Yasa’yla gündeme gelen saldırı maddelerinin de, bu belgede yer aldığı tahmin ediliyor.
getirilmeye başlandı. Burjuva medyada, kıdem tazminatlarının alınması kolaylaştırılıyor diye sunulan tasarıyla, yakın bir zaman içinde, kıdem tazminatları da mazide kalan bir nostalji haline getirilmeye çalışılacak.
dönemde, başta kıdem tazminatları olmak üzere yeni saldırıların kapıda olduğunu unutmamalıyız.
Arap devrimi ilerliyor Sayfa: 04
Dolayısıyla, hükümetin “istihdam stratejisi”nin karşısına, işçilerin “istihdam stratejisi”ni çıkarabilmemiz gerekiyor. Bu saldırı dalgası ise, kuşku- İşsizliği gerekçe gösterip esnek suz, işçi sınıfının birleşik bir ve güvencesiz çalışmayı damücadelesiyle püskürtülebilir. yatan, yani ölümü gösterip Bugün bu mücadelenin başını sıtmaya razı olmamızı isteyen Torba yasası kadınların lehine değil! çekmesi gereken organlar ise, AKP hükümetine karşı, işsizişçi sınıfının halihazırda yega- liğin gerçek nedenini ortaya Sayfa: 07 ne örgütleri olan sendikalar. koyan, herkese iş ve iş güvenNe var ki, sendikaların başına cesi temelinde bir mücadele çöreklenmiş bürokratlar, Tor- hattı örülmeli. ba Yasa’ya karşı da ya Türk-İş İşsizliğin tek gerçekçi çöörneğinde olduğu gibi, hiçbir zümü, ücretler düşürülmekVe dahası, hükümetin “isşey yapmadılar ya da DİSK sizin iş saatlerinin kısaltılması tihdam stratejisi”nde kıdem örneğinde olduğu gibi, göster- ve açılan ek vardiyalara yeni tazminatlarının kaldırılması, melik basın açıklamalarından işçilerin alınmasıdır. Ve iş bölgesel asgari ücret uygula- ve eylemlerden öteye gitmegüvencesidir, yani işten atması, özel istihdam büroları diler. maların yasaklanması, sendiyer alıyor. Yani hükümete göre Bu noktada, sendika tabaSayfa: 10 kalaşma önündeki engellerin yüksek işsizlik oranları, patnının, öncü işçilerin, mücakaldırılması, taşeronun yaronların kıdem tazminatları deleci sendika şubelerinin, bu saklanmasıdır. Hükümetin ve nedeniyle diledikleri gibi işçi saldırı dalgasına karşı birleşik patronların saldırısını durduatmakta zorlanması, ücretlerin ve etkili bir eylem programı racak ve savunma hattından yüksekliği (!) gibi nedenlere için, sendikalarda oluşturacağı saldırıya geçmemizi sağlayacak dayanıyor. basınç, belirleyici önemde. böyle bir mücadele programı
İki dilli yaşam
Bu “istihdam stratejisi” dahilinde de, daha Torba Yasa Meclis’ten geçmeden, kıdem tazminatı hakkı gündeme
Torba Yasa’ya karşı böyle bir mücadele hattının kurulması henüz sağlanamamış olsa da, önümüzdeki
etrafında birleşmeliyiz!
İşçi Cephesi, 3 Şubat 2011
Ve UPS işçisi kazandı Sayfa: 13
2
İLAN TAHTASI
İşçi Cephesi okurları İstanbul’da bir araya geldi İC - Haber, 31 Ocak 2011 İşçi Cephesi okurları İstanbul’da 2011 senesinin ilk buluşmasını gerçekleştirdi. 30 Ocak günü gerçekleştirilen etkinlikte dokuz aydır Kurtköy ve Mahmutbey’de direnişlerini sürdüren UPS işçilerinden arkadaşlarımız ve İşçi Kardeşliği Partisi (İKP) Genel Başkan’ı Şadi Ozansü de davetlilerimiz olarak bulundular. Yaklaşık üç saat süren birlikteliğimizde, son dönemin öne çıkan üç konusu üzerinde duruldu. İlk olarak, şu an Türkiye işçi sınıfının gündemini oldukça meşgul eden, yeni saldırı paketi, Torba Yasa hakkında bir arkadaşımız yasanın ana hatlarını açıklayan bir sunuş yaptı. Ardından öğrenci ve işçi arkadaşlar söz alarak, yasayla ve sınıf mücadelesinin genel durumuyla ilgili görüşlerini dile getirdiler. Özellikle son kısımda haklarımızın biraz daha kırpıldığı Torba Yasa’ya karşı geliştirilen tepkilerin yetersizliğinden söz ettik ve mücadelenin hangi temeller üzerinde örülmesi gerektiğini tartış-
tık. Türkiye’de emekçi sınıfı temsil eden, birleşik mücadele ağını örebilecek bir programa sahip ve mücadele içinde gelişebilecek devrimci bir işçi partisinin eksikliğini, bu eksiği kapatabilmek adına savaşımımızı ne şekilde ilerletebileceğimizi konuştuk.
özellikle vurgulanan noktalardan birisi, Tunus ve Mısır ile başlayan devrimci sürecin başka coğrafyalarda da etkilerini hissettirmeye başlaması ve bu kitle seferberliklerinin yenilgiyle sonuçlanmaması adına mücadelelerin ortak temelde örülebilmesini sağlayacak uluslararası bir koordinasyonun kurulmasının aciliyetiydi.
İkinci bölümde ise, iki senedir, krizle birlikte gelişen kitle seferberliklerinin en üst noktası olan ve Etkinliğimizin üçüncü ve son mücadelenin akışını önemli ölçüde bölümünde ise, Türkiye’de sınıf müdeğiştiren Tunus devrimini, Mısır’da- cadelesinin seyri açısından oldukça ki kitle seferberliklerini ve bunların önemli bir yere sahip olan UPS Magrip ve Arap dünyasına yansıdirenişinden bir işçi arkadaşımız malarını içeren bir sunum yapıldı. sendikal mücadelelerinin nasıl geÖnce ayaklanmaların çıkış dinamik- liştiğini ve kazanıma yaklaşmalarını leri üzerinde durduktan sonra, mücadelenin genel İC - Haber, 17 Ocak 2011 sını aklımıza getirdi. seyiri ve Hatırlayacağımız gibi Ankara’daki İşçi Cephesi ne şekilde başbakan referandumda evrilebiokurları olarak 16 Ocak evet çıktığı takdirde 1980 leceğini günü bir araya geldik. Bu darbesinin darbecilerinin tartıştık. ay buluşmamızda memur, Burada işçi ve öğrencilerin yanı sıra yargılanacağını açıklamıştı.
Görüş, öneri, katkı ve mektuplarınızı bekliyoruz... iscicephesi@gmail.com
SAYI: 26 • ŞUBAT 2011 Aylık Siyasi İşçi Gazetesi (Aylık Yerel Süreli Yayın)
Sahibi ve yazı işleri müdürü Atakan Çiftçi (Enternasyonal Yayıncılık)
Yönetim yeri Caferağa Mah. Sarraf Ali Sok. Saraçoğlu İş Hanı No: 36/17 Kadıköy - İstanbul
sağlayan temel noktaları vurgulayan bir sunum yaptı. Sunumun ardından söz alan arkadaşlar ise UPS direnişinin önemini vurgulayan konuşmalar yaptılar. Bunlar kısaca; UPS direnişinin savunma değil saldırı karakteri taşıması, direniş süresince gerçekleşen uluslararası dayanışma, lojistik sektörünün önemi şeklinde sıralanabilir. Oldukça verimli tartışmaların geçtiği etkinliğimizi, önümüzdeki dönemde tekrardan biraraya gelmek ve yaptığımız tartışmaları hedeflerimiz doğrultusunda biraz daha ileri taşımak amaçlarıyla sonlandırdık.
Ankara’da İşçi Cephesi okurları buluştu
İstanbul’dan gelen iki İC yazarı da vardı. Etkinliğimizde Beynelmilel filmini izledik, darbecilerden ne kadar hesap sorulduğunu tartıştık ve Tunus’ta patlak veren ayaklanmayı sorguladık. İzleyenlerin hatırlayacağı gibi, Beynelmilel küçük bir Anadolu kasabasında darbenin gündelik hayata nasıl yansıdığını eğlenceli bir dille anlatan bir filmdir. Her ne kadar yasakların ve zorunlulukların getirdiği saçmalıklarla yüz güldürse de sonunda asıl kahramanların sorgusuz sualsiz asker tarafından öldürülmesiyle ağlatıyor. Film, yaptığımız tartışmalarda Tayyip Erdoğan’ın referandumda sıkça iddia ettiği “geçmişle yüzleşmek, darbecilerden hesap sormak” propaganda-
görüşüne vardık. Türkiye’de de işçi karşıtı, neoliberal politikaları uygulamada tüm engelleri kaldırmış ve elinden geleni ardına koymayan bir yönetim varken darbeci diktatör Kenan Evren’in Referandumdan evet çıkyargılanmasının Türkiye’deki masına rağmen bu ne kademokrasi ve sınıf mücadedar gerçekleştirildi, bunun lesi bakımından bir kazanım gerçekleştirilmesi için neler olmadığını düşündük. yapıldı diye sorduğumuzda cevabın koskocaman bir sıfır Son olarak, etkinliğimiz olduğu kanaatine vardık. yaptığımız gün Tunus’ta halk “Peki, yargılansalar ne olaayaklanmasının ilk günlecak?” dedik ve yüzümüzü rine denk gelmişti. EmekArjantin’e çevirdik. Çünkü çilerin iş ve özgürlük ortak orada 1976 yılında askeri talebinde buluşan halkın bir darbe gerçekleşmişti ve ayaklanmasının çok önemli 22 Aralık’ta, 1976–1981 ve yakından takip edilmesi yıllarında başında olduğu gereken bir hareket olduğu askeri cunta ile insanlık suçu görüşüne vardık. Fakat halkı işleyen Jorge Rafael Videla, yönlendirebilecek devrimci Arjantin yasalarınca ömür önder partinin yokluğundan boyu hapis cezasına çarptıda bahsettik. rıldı. Peki, bu yargılama ne Yoğun tartışmalarla gerkadar geçmişle hesaplaşmak- çekleştirdiğimiz etkinliğimitır, ne kadar demokratik bir zi, görüşmelerimizi paylaşadımdır? Bizler, bir kişinin mak için önümüzdeki ay yargılanmasının geçmişle tekrar bir araya gelmek üzere yüzleşme olmadığı, olsa olsa bitirdik. demokratikleşme yolunda(!) bir parmak bal olduğu
1 yıllık abonelik Yurtiçi: 25 TL • Yurtdışı: 25 € Her türlü haberleşme ve abonelik talebi için e-posta adresimiz iscicephesi@gmail.com Baskı Estet Ajans Matbaacılık Merkezefendi Mah. Fazılpaşa Cad. 4. Zer San. Sit. No: 16/26 Topkapı - İstanbul Fiyatı: 2 TL
NE SAVUNUYORUZ? neyi hedefliyoruz? İşçi Cephesi, Troçkist bir yayın organıdır. Türkiye’de devrimci bir işçi partisinin inşası için mücadele ediyoruz. Hedefimiz sosyalist devrim, kapitalizmin ilgası ve sosyalizmin inşasıdır. İşçi sınıfının ve gençliğin mücadelesini destekliyor, işçi demokrasisinin yaygınlaşması için uğraş veriyoruz. Sermayenin baskı ve şiddet rejimine karşı mücadele ediyoruz ve halkların kendi kaderlerini tayin hakkını destekliyoruz. Mücadelemiz uluslararası ölçeklidir ve kendimizi, işçi sınıfının dünya partisi olan IV. Enternasyonal’in yeniden inşasının bir parçası olarak görüyoruz.
EMEK GÜNCESİ
3
Bir sendikalılaşma mücadelesi daha:
Nemtras işçileri direniyor! İC - Haber, 29 Ocak 2011 Nemtras Lojistik şirketi işçileri 27 Aralık’tan bu yana direnişteler… Başlarına gelenler, son dönemde sendikalılaşma mücadelesi veren işçilerin yaşadıkları ile hemen hemen aynı. Temel sorun, uzun çalışma saatleri ve düşük ücret… İş Bankası’na bağlı Nemtras Lojistik şirketinde DİSK Nakliyat-iş sendikası olarak örgütleniyorlar. Üstelik yaklaşık 60 kişinin çalıştığı işyerinde 46 kişi ile çoğunluğu da sağlıyorlar ve Bakanlığa başvuruları değerlendirildikten sonra sendika işyerinde yetkiyi alıyor… Ve elbette tanıdık olduğumuz süreç işverenin üyelere sendikadan istifa edin baskıları ile başlıyor. İstanbul İş Kuleleri önünde ziyaret ettiğimiz işçiler işverenin sendika düşmanı tutumunu şu sözlerle özetliyor: “İşveren, ‘benim diğer şirketim Genport’ta Türk-İş’e bağlı Liman-İş sendikası var, oraya geçin, onunla uyumlu çalışıyoruz’ diyerek baskı yapmaya başladı, ‘bu sendika teröristtir’e varacak ithamlarda bulundu. Geri adım atmadık, ‘biz yasal tercihimizi bu sendikadan yana yaptık ve bu sendikadan istifa etmiyoruz’ dedik”. Ancak işçilerin bu sözleri işveren için bir şey ifade etmiyor ve
elindeki en önemli kozu kullanarak işveren 14 işçiyi işten çıkarıyor; geri kalan işçilere de İş Bankası’na bağlı diğer şirket Genport’a geçmeleri konusunda baskı yapıyor. Ona da geçmeyi kabul etmeyen işçilerin 27’sininde iş akidleri feshediliyor ve Gemlik’teki işyeri önünde direnişlerini başlatıyorlar... Gemlik meydanında ve işyerleri önünde basın açıklaması yapıyorlar. Ardından, direnişlerinin 12. gününde işin asıl sahibi İş Bankası’nı teşhir etmek için İstanbul’a İş Kuleleri’ne yürüme kararı alıyorlar. Şimdi direnişlerini İş Bankası önündeki çadır, pankart ve dövizleri ile sürdürüyorlar… Talepleri ise açık: “Atılan tüm işçiler işe geri alınana ve sendikal hakkımız tanınana kadar buradayız.” İş Bankası’nın dört hissedarının CHP’den milletvekili olduğunu vurgulayan işçiler, “Onları da yazılar göndererek bilgilendirdik ama hiç ses çıkarmıyorlar, sessiz kalmış durumdalar. Onlardan da bir açıklama bekliyoruz” diyorlar. “Binlerce çalışanı olan İş Bankası’nın 45 işçiye en temel demokratik, anayasal haklarını kullandıkları için yaptığı bu zulüm kabul edilemez” diyen işçiler, buradaki bekleyişleri
boyunca sonuç alamazlarsa mücadelelerini ülke çapında tüm işyerleri önüne taşıyacaklarını da belirtiyorlar… Sendikalılaştıkları için işten atılan diğer işçilerle ve süre giden direnişlerle aralarındaki bağı sorduğumuzda, direnişlerinin yeni başladığını, belki de bu nedenle henüz diğer direnişlerden dayanışma görmediklerini ama çeşitli sendika ve siyasi kurumların kendilerine destek sunmaya başladığını söylüyorlar… Sınıf dayanışmasının direnişlerine güç ve moral vereceğini, bu yüzden direnişleri boyunca sınıfdaşlarından ve emek dostlarından tek beklentilerinin dayanışma olduğunu ise özellikle dile getiriyorlar. Başta da belirttiğimiz gibi, Nemtras işçileri sendikalılaştıkları için işten atılan ilk işçiler değiller, süre giden mücadelelere rağmen işverenler sendika karşıtı pervasız tutumlarını sergilemekte çekince duymuyorlar. Bu nedenle, iş güvencemizin olmadığı ve sendikal örgütlenmenin engellendiği, Torba Yasa gibi düzenlemelerle esnekleştirmenin yasallaştırıldığı bu saldırı ortamında, emekten yana ortak mücadeleyi bu direnişler etrafından örebilmek büyük önem taşıyor…
PTT’de direniş sürüyor!
duruma boyun eğmiyorlar. PTT’de yaklaşık olarak 37 bin İstanbul Topkapı’da bulunan işçi çalışıyor. Bunun 7 bine yakıAvrupa Yakası Posta İşlem Dağını taşeron işçi statüsünde. Dört tım Merkezi (AVPİM) önünde, ayrı taşeron şirkete çalışan bu Sarıyer’de ve Ankara’da PTT taşeron işçilerden şu ana kadar işçilerinin direnişi sürüyor. Dar yaklaşık 200 tanesi işten atılmış kaldırımın üzerine derme çatma durumda. Direnişçi işçilerden kurulmuş iki metrekarelik çabiri bu sayının Türkiye çapında dır bu direnişin somut belgesi. 1000’e ulaşabileceğini söylüyor. Teneke içinde yakılan tahtalarla AVPİM’de ise yaklaşık 1400 ısınmaya çalışan üç direnişçi işçi, taşeron işçi çalışıyor ve ortalaçadırı akşam 18:00’da kaldırdıkma 700 TL civarında bir ücret larını ve sabah 08:00’da de yenialmaktalar. den kurduklarını anlatıyor. Pazar Saldırı şimdilik ve özellikle günü hariç her gün orada olan taşeron işçilere yönelik. Lakin işçiler direnişin başlarında polisin baskı-yıldırma girişimleri olsa da PTT’nin özelleştirilmesinin (A.Ş. olmasının) taşeron olmayan 30 haklı ve kararlı duruşlarıyla bu İC - Haber, 1 Şubat 2011
bine yakın kadrolu ve/veya farklı statülü işçiyi de doğrudan etkileyeceği unutulmamalı. Nitekim yeni işten atmalar da kapıdaymış, dolayısıyla sayı artmaya devam edecek. Bu nedenle hem işten atılan işçilerin hem de çalışmaya devam edenlerin direnişe aktif katılımını sağlamak çok önemli. Hatırlanacağı üzere 2005 yılında Türk Telekom, yüzde 55 hissesi 6 milyar 550 milyon dolar karşılığı Lübnanlı Hariri Ailesi’ne satılarak özelleştirilmişti. 2005 yılında Türk Telekom çalışan sayısı 51 bin 737 idi. 2010 yılı sonu itibariyle bu sayı 25 bine geriledi. Diğer bir ifa-
deyle 26 binden fazla işçi özelleştirme sonrası çeşitli biçimlerde işinden olmuştu. Görüştüğümüz PTT işçileri, soğukta, haklarını alıncaya kadar direnmeye devam edeceklerini söyleyerek Torba Yasa ile birlikte işçi sınıfına yapılan saldırıların arttığını, kendi direnişlerinin taşeronluk sisteminin kölece koşullarına karşı çıkış olduğunu ifade ettiler. Sermayenin bu saldırılarına karşı işçi ve emekçilerin birleşik mücadeleyi yükseltmelerinin zorunlu olduğunu ve daha fazla emekçinin desteğini beklediklerini de sözlerine eklediler…
4
POLİTİKA
Arap demokratik devrimi yaygınlaşarak sürüyor
Tunus devrimiyle birlikte “yap-boz”un parçaları artık dökülmeye başladı. Tunus’tan sonra Mısır’da rejimin ayakta duracak hali kalmadı. Sahneye yüz binlerce, milyonlarca, genç, işçi, emekçi, aydın giriyor. Cezayir’de, Yemen’de, Sudan’da, Ürdün’de, hatta Suudi Arabistan’da kentler kitle seferberlikleriyle sarsılıyor. Depremin Fas, Libya ve Suriye’yi etkilememesi mümkün değil, mutlaka oraları da sarsacak Yusuf Barman, 1 Şubat 2011
başlayan bu demokratik devrimin öncülüğünü, kendisininkiyle birlikte halkının geleceğini kurmaya, ülkesini diktatörlüklerin elinden kurtarmaya azimli gençlik üstlenmiş durumda. Emperyalizm dâhil, herkesin üzerinde müttefik olduğu bir görüş var: artık Arap dünyasında hiçbir şey eskisi gibi olmayacak.
çağrısında bulunuyorlar. Bin Ali’den sonra Mübarek’i de gözden çıkarmış durumdalar; Arap halklarını yarım yüzyılı aşkın bir süreonların yerine demokratik gericilik politikadir çelikten cendere içinde ezen Bonapartist sını uygulayabilecek, yani kitlelere bir miktar rejimler çökmeye başladı. Bu rejimlerin modemokrasi tavizi verdikten sonra burjuva dünarşi ya da cumhuriyet biçiminde örgütlenmiş zeni yeniden tesis edecek ve emperyalizmle işolmaları, parlamentolarının bulunup bulunbirliğini sürdürebilecek yeni önderlikler arayışı maması veya çok partili seçimler düzenleyip içindeler. Bu yüzden bir zamanlar “terörist” düzenlememeleri temel karakterlerini değiştirArap halkların bu İntifadası karşısında dedikleri İslamcı Raşid Gannuşi’yi Tunus’a, miyor. Hepsi ailelerin, aşiretlerin, iktidardaki şaşıran, telaşlanan sadece emperyalist ülke tek partinin ya da ordunun veya bunların hükümetleri değil; Tunus’ta ve Mısır’da ayakla- El Baradei’yi Mısır’a yolladılar. Kendiliğinden hepsinin birden çevresinde toplanmış, emnan kitlelerin “iş, ekmek, özgürlük” taleplerini gelişen devrimin önderliğini kendi adamlarıyla doldurmaya çalışıyorlar. Bir yandan da peryalizmle işbirliği içinde kendi sınırları “yeterince sosyalist” bulmayan, bu taleplerle diğer Arap ülkelerine, devrimin oralara yayıldâhilindeki halkları insafsızca sömüren ve ezen ancak burjuva bir hükümet kurulabileceğini masını beklemeden “reformlar” yapmalarını egemen sınıfların asker-polis diktatörlüğü. düşünen solcular da var. Oysa Lenin, “saf bir salık veriyorlar. devrim aramayın, hiçbir yerde bulamazsınız” Emperyalizm bu rejimleri tüm dünyaya Ama devrim pek çok potansiyele sahip. sürekli olarak Arap halkının evrensel karakteri, demişti. Arap devrimi de Tunus ve Mısır’da Bonapartizme karşı demokratik taleplerle, Tunus’ta halk direniş komiteleri, devrim İslam dünyasının temel özelliği, “geri ülke“saf olmayan” bir tarzda başladı. Tıpkı 1917 hırsızlarına karşı bir ikili iktidar embriyolerin” kaçınılmaz kaderi olarak sundu. ABD Şubatı’nda Rus devriminin Çarlık monarşisinu. Pek çok kamu işletmesinde eski rejimin ve Avrupa hükümetleri kendi kamuoylarına ne karşı “barış, ekmek, özgürlük” talepleriyle yöneticileri kovulmuş ve işletmeler çalışanların bu rejimlerle yaptığı ittifakların ve işbirliklebaşlamış olduğu gibi. Bu iki devrimin aradenetimine geçmiş durumda. Bu organların rin gerekçesi olarak da, “uygarlaşmamış” bu yayılıp merkezileşebilmesi halinhalkların var olandan daha da kötü seçimler yapabilecekleri id- Arap halkların bu İntifadası karşısında şaşıran, telaşlanan sa- de devrim demokratik talepleri diasını sundu. Bin Ali ve Hüsnü dece emperyalist ülke hükümetleri değil; Tunus’ta ve Mısır’da gerçek çözümlere bağlarken ileri Mübarek’ten daha kötü seçenek- ayaklanan kitlelerin “iş, ekmek, özgürlük” taleplerini “yeterin- sıçramalar da gerçekleştirebilir. Mısır’da devrimci güçler şu an ler de önceleri komünizm idi, ce sosyalist” bulmayan, bu taleplerle ancak burjuva bir hükü- için alternatif bir meclis oluşsonra onun yerini İslami köktenmet kurulabileceğini düşünen solcular da var. Oysa Lenin, “saf turmuş ve eski illegal örgütlerin dincilik aldı. Emperyalizm bu bir devrim aramayın, hiçbir yerde bulamazsınız” demişti de katıldığı 10 kişilik bir komisırkçı ve ikiyüzlü propagandasıyla yon kurmuş bulunuyorlar. Öte bir süre, Arap halkın 20. yüzyısındaki en büyük fark ise, Rusya’da devrime yandan, rejime bağlı sendika konfederasyonu lın ilk yarısında sömürgeciliğe karşı vermiş dışındaki bağımsız sendikalar 30 Ocak’ta olduğu kahramanca mücadeleyi unutturmayı hazırlanmış Bolşevik partinin tersine, Arap dünyasında devrimci bir önderlik boşluğunun Mısır Sendikaları Konfederasyonu’nun kurulbaşardı. Bu halkları ülkelere böldü ve başına geçirmeyi başardığı Bonapartist diktatörlükler bulunması. Bu da Arap işçi ve emekçi yığınları duğunu ilan ettiler. Tunus’ta sendika konfederasyonu UGTT içinde uzlaşmacı önderliğe aracılığıyla, bu yetmediğinde de doğrudan as- olduğu kadar, biz enternasyonalist devrimcikarşı amansız bir mücadele sürüyor. Bütün bu keri müdahalelerle ve savaşlarla bölgenin tüm lerin önündeki en acil sorunun ne olduğunu ortaya koyuyor. gelişmeler Arap işçi sınıfının devrimin karakzenginliklerini sömürmeyi becerdi. terinde önemli bir sıçrama yaratabilmesinin Adı insanlık tarihine daha şimdiden altın Ama Tunus devrimiyle birlikte bu “yapharflerle kazılmış olan devrim şehidi Muham- olanaklarını sunuyor. boz”un parçaları artık dökülmeye başladı. med Bouazizi’nin çaktığı kıvılcımla parlayan Ve Arap halkları bu tarihsel atılımı gerçekTunus’tan sonra Mısır’da rejimin ayakta Arap devrimi kendiliğinden patlak verdi ve leştirirken, onların “ağabeyliğine” özenen Türk duracak hali kalmadı. Sahneye yüz binlerce, hükümeti, kitlelerin demokratik mücadelemilyonlarca, genç, işçi, emekçi, aydın giriyor. aynı şekilde gelişiyor. Devrim pek çok tehlikeyle karşı karşıya, bunların en büyüğü de lerini desteklediğine dair tek bir açıklamada Cezayir’de, Yemen’de, Sudan’da, Ürdün’de, diktatörlük rejimlerinin baskısı değil, emperbulunmuyor. Bulunmadığı gibi, Suriye’deki hatta Suudi Arabistan’da kentler kitle seferyalizmin ve Arap burjuvazisinin bu devrimi asker-polis diktatörlüğünün ordusunu eğiteceberlikleriyle sarsılıyor. Depremin Fas, Libya gençliğin ve emekçi kitlelerin elinden çalması. ğini ilan ediyor göğsünü gere gere. Bir tek bu ve Suriye’yi etkilememesi mümkün değil, mutlaka oraları da sarsacak. Arap dünyasında Obama, Sarkozy, Merkel, ardı ardına Mısır’da bile Türkiye’deki rejimin niteliğini anlatmıyor “barış ve düzenin” bir an önce kurulması mu bize?
POLİTİKA
Yargının yapılandırılması
ve Hizbullah örneği
Görkem Duru, 31 Ocak 2011 Geçtiğimiz bir ay içerisinde yargı mekanizmasının yeniden yapılandırılması konusunda önemli gelişmeler yaşandı. İlk etapta, siyasi dosyalarda tutukluluk süresinin 10 yılı aşmaması için Ceza Muhakemesi Kanunu’nun (CMK) 102. maddesi yürürlüğe sokuldu. Ardından da Yargıtay ve Danıştay’da daire sayısını arttıran ve buraları yeniden düzenleyen Yüksek Yargı Tasarısı Meclis’te tartışılmaya başlandı. Bu iki gelişme, referandum süreciyle birlikte rejimin işlerliği konusunda temsiliyetini pekiştiren AKP hükümetinin, rejim içi çatışmada en kilit rollerden birine sahip olan yargı erkinde kendi lehine bir ivme kazanmasının önünü açacak nitelikte. Özellikle Yargıtay ve Danıştay’ın yeniden yapılandırılmaları süreci bunun en önemli belirleyeni olacak. 1 Ocak 2011 itibariyle CMK’nın 102. maddesinin yürürlüğe girmesiyle birçok silahlı eylemin sorumlusu olarak yargılanan Hizbullah üyeleri serbest bırakıldı ve ardından da bu gelişmelere çelişkili olarak gözaltılara ve operasyonlara yeniden başlandı. Belirtmek gerekir ki, 188 kişinin katili olarak yargılanan Hizbullah üyelerinin bir anda serbest kalması, hükümet ve yargı arasında bir “sorumluluk paylaşamama” durumunu da beraberinde getirdi. Maddenin yürürlüğe girmesiyle serbest kalacaklarının bilinmesi bir yana, bu örnek Türkiye’de yargı sürecinin kimler için hızlı işletildiği ve devletin “işine gelmeyen” durumlarda nasıl süreci ağırdan alınabildiğini göstermesi açısından oldukça önemli. Ayrıca Hizbullah’ın, Kürt halkının mücadelesine karşı devletle işbirliği içinde hareket ediyor olması da düşünüldüğünde, Kürt hareketinin tasfiyesi noktasında kendisine yeniden nasıl bir rol biçildiğini de önümüzdeki dönemde gözlemlemek gerekecek. Bir yandan uzlaşma, demokratikleşme naraları atılırken öte taraftan egemenlerin yine kendi çözümlerini, kendi bildikleri gibi uygulayabilecekleri de görülüyor.
Hem CMK’nın geçmesiyle Hizbullah üyelerinin serbest kalması hem de Yüksek Yargı Tasarısı’nın Meclis’te tartışılmaya başlanmasıysa hükümet, yargı ve muhalefet arasındaki çatışmayı biraz daha kızıştırmış durumda. Muhalefet, AKP’nin yargıyı tekeline aldığını vurgulayarak kendisine alan açmaya çalışıyor. Yargı ile hükümet arasındaki uzlaşamama durumu ise, bir yandan yeni reformlarla yargının yükünü hafifletmeye çalışmak tartışmalarına ve bu eksende CMK’nın geçmesiyle Hizbullah üyelerinin serbest kalmasına dayanıyor. Ancak bu durum “yasalar böyle, ne yapalım” diyerek geçiştirilemediği için yeniden baskınlara ve gözaltılara başlanmış durumda. 10 sene içerisinde Hzibullah gibi bir davayı çözüme ulaştırmamak, ardından çıkartılan bir yasayla bir günde hepsini serbest bırakmak ve sonrasında gelen tepkilerle operasyonlara başlamak... İşte burjuva hukukunun sınırları! Son bir haftadır da Yüksek Yargı Tasarısı, Meclis Adalet Komisyonu’nda tartışılmaktaydı. Tasarıya göre; Danıştay daire sayısı 13’ten 15’e, üye sayısı ise 95’den 156’ya çıkacak. Yargıtay da ise 32 olan daire sayısı 38’e, 250 olan üye sayısı ise 387’ye çıkacak. Bu süreçte CHP’li üyeler tasarının tartışılmadığını, AKP’nin dayatmacı olduğunu belirterek Meclis Adalet Komisyonu’ndan istifa ettiler. Şimdi tartışılan ise, tasarının CHP’li üyeler olmadan Meclis Adalet Komisyonu’nda onaylanıp Meclis Genel Kurulu’na gidip gidemeyeceği. Bir yandan AKP yargı erkindeki söz hakkını biraz daha güçlendirmenin peşindeyken, muhalefet ise buna anlık tepkiler geliştirmekte. Referandumla beraber AKP burjuvaziden güvenoyu almış durumda ve devlet aygıtının yeniden yapılandırılması sorununda da bu temsiliyetini en “faydalı” şekilde kullanmanın ve rejim içerisinde “uzlaşıyı” biraz daha pekiştirmenin peşinde. Yüksek Yargı Tasarısı’nın kabulü halinde ise ilerleyen dönemde yeni reform tartışmaları, yeni çatışmalar bizleri ya da daha doğrusu egemenleri beklemekte.
5
Seçim barajı yüzde 20 olsun! Oktay Benol, 27 Ocak 2011 Malumunuz devlet erkânımız istikrara çok düşkündür. Bu nedenle olsa gerek Başbakan Erdoğan yüzde 10 olan seçim barajının indirilmesi önerilerine şiddetle karşı çıkıyor. Memleket istikrarsızlığa sürüklenir. Eskiyi ne çabuk unuttunuz, o koalisyonlu günlere geri mi dönmek istiyorsunuz, diyor.
insan demek... Dünyanın birçok ülkesinden daha büyük bir rakam bu... Evet, yanlış anlamadınız! Örneğin bir milyon insanın oy verdiği bir partiniz var ama Başbakan diyor ki senin mecliste için yok. Niye? İstikrarı bozarsın! Pekiyi istikrarı bozmamak için ne kadar gerekiyor? En az 5 milyon! Ne demokrasiymiş!
Yani? Bir toplumda öyle 10 Sevsinler sizin demokrasinitane, 20 tane farklı düşünce zi de, muhafazakâr demokratolmaz, olsa da meclise girelığınızı da! mez, diyor... Bitti mi? Bitmedi tabii! Pekiyi de nasıl olacak? Örneğin sizin partiniz bir Başbakan’a göre şöyle: ilin çoğunluğunun desteğini Senin tuttuğun parti seçim alıyor. Diyelim seçmen sayısı barajını geçebiliyor mu? Yok! o ilde 400 bin. Ve sizin partiMadem öyle, oyun ziyan niz o ilde 300 bin oya sahip. olmasın, gel oyunu bize ver. Ama partiniz ülke genelinde Ya da verme, zaten senin parti yüzde 10 barajını geçemiyor. barajı geçemeyince oyların Bu nedenle 300 bin oyunuz bana milletvekili olarak döçöpe gidiyor. İkinci partinin nüyor. İşte bu kadar basit! 30 bin oyu var ve o parti ülke Unutmadan, bunun adına barajını geçtiği için o ilin da demokrasi diyorlar, üstelik bütün milletvekillerini kazatekmili birden... Tekmili bir- nıyor. den, çünkü bunların demokDüşünebiliyor musunuz? rat olanları da ancak barajın On kat fazla oy aldığınız yüzde 7’ye, 5’e düşürülmesini parti sizin yerinize meclise önerebiliyor. milletvekili gönderiyor. Ve Neden yüzde 7 ya da 5? Neden, çünkü o oran kendilerinin meclise girmesi için yeterli de ondan. Demokrasileri oraya kadar! Rakamlarla konuşalım. Seçmen sayısı yaklaşık 50 milyon. Herkesin oy kullandığını varsaysak yüzde 10 oy, 5 milyon seçmen yapıyor. Yani 4,5 milyon oyun varsa meclisin kapısı sana kapalı. Buna demokrasi ve istikrar diyorlar. Ya yüzde 5 oy? O da gerçekten yüksek rakam, 2,5 milyon seçmen anlamına geliyor. İşte sınırlı demokratlar bu rakam meclis dışında bırakılamaz diyerek seçim barajı indirilsin diyor. İyi de 2 milyon insan az mı? O da yüzde 4’e denk geliyor. Ya yüzde 2? Bir milyon
Başbakan buna demokrasi ve istikrar diyor. Aynı kendinden öncekiler gibi... Masallar, masallar! Kuşkusuz baraj maraj olmamalı! Hangi seçim bölgesinde oy kullanıyorsanız oradan bir milletvekili çıkarmak için gereken oyu almanız yeterli olmalı.
Ama yok madem bu kadar istikrara âşıksınız baraj yüzde 20 olsun! Evet, ülke seçim barajı yüzde 20 olsun! Üstelik oy kullanmayana da 10 bin lira para, 6 ay da hapis cezası verilsin! Tekrarında bütün malına el konulsun. Ömür boyu tüm hakları elinden alınsın! Madem istikrara dayalı demokrasi istiyorsunuz, alın size yöntem!
6
POLİTİKA
TÜSİAD-Erdoğan ilişki- Kim yaptı size o stadı? lerinde bahar mevsimi ve Hatırlatalım... “Sermaye taraflara bölünmedi” Sedat Durel, 30 Ocak 2011 Başbakan Erdoğan dört yıl sonra TÜSİAD Genel Kurulu’na Onur Konuğu sıfatı ile katıldı ve yaptığı konuşma sonucu alkışlar ile uğurlandı. TÜSİAD’ın 41. Genel Kurulu, hem TÜSİAD-AKP gerginliğine dair ortaya atılan tezleri yanlışlarken, hem de 2011 seçimlerine dair AKP’nin programı ve TÜSİAD’ın taleplerinin belirginleşmesi açısından kritik bir öneme sahipti. Erdoğan programını açıkladı Konuşmasının başında sekiz yıllık hükümeti boyunca TÜSİAD burjuvazisine yaptığı hizmetlerden ve bu hizmetlerin karşısında TÜSİAD’ın duyduğu memnuniyetten bahseden Erdoğan, kendi sunumunu desteklemesi için TÜSİAD verilerine dayandı. Öncelikle, ekonomideki TÜSİAD lehine olan gelişmelere vurgu yapan Erdoğan, Ümit Boyner’in konuşmasına göndermeler yaparak devletin yapısal dönüşümünün TÜSİAD’ın beklentileri doğrultusunda geçtiğini açıkladı. Bunun dışında ise, TÜSAİD’ın CEO’ları arasında yapılmış bir anketin sonuçlarına dayanarak, TÜSAD’ın AKP’ye duyduğu güveni nasıl ifade ettiğini vurguladı. Erdoğan’ın en çok konuşulan verisi ise son dönemde öğrencilere yönelik baskıları yüzde yetmiş üç oranında onaylayan anket sonucu idi.
vermeyeceğiz. Para politikalarının yürütülmesine destek olunacak, ekonomik dengenin sarsılmasına müsaade etmeyeceğiz” diyerek ekonomi programını özetledi. Konuşmasının sonunda da, muhalefet partilerinin bu programı hayata geçirebilecek bir güce ve kararlılığa sahip olmadıklarını vurgulayarak, AKP’nin TÜSİAD’ın da partisi olduğunu hatırlattı. TÜSİAD’dan yeni anayasa hazırlığı Erdoğan’ın konuşmasını büyük bir olumlulukla dinleyen “İstanbul burjuvazisi”, yeni bir anayasa hazırlığına dair 25 akademisyenden oluşan bir heyet oluşturduklarını ve 22 Mart tarihinde raporlarını sunacaklarını açıkladı. Sonrasında ise, çeşitli farklı patronlar tarafından AKP’den seçim döneminde de siyasi istikrara özen göstermesi talebinde bulunuldu. Bunun için yaşanan “içki” ve “heykel” polemiklerine atfen uyarılar dile getirildi. Toplantı ertesi gün çeşitli gazetelerin köşe yazarları tarafından “baldan tatlı bir toplantı” olarak nitelenecekti.
TÜSİAD toplantısından bizlerin çıkarması gereken sonuç şu: AKP elde ettiği devlet aygıtının nimetlerinden kimi TÜSİAD’a yakın olmayan sermaye çevrelerini faydalandırKonuşmasının en can alıcı kısmın- makta, dahası kendisine doğrudan da Erdoğan seçim sonrası programın- cephe alan bir sermaye grubunu da dan bahsetti. Öncelikle TÜSİAD’ın cezalandırmaya girişebilmektedir. da rahatsızlığını dile getirdiği yargı AKP’nin TÜSİAD ile arasında yaşasorununa ilişkin, devletin yeniden nan ve yaşanmakta olan çatışmaların yapılandırılması adına yeni adımlar temelini bunlar oluşturmaktadır. atacağının garantisini verdi ve yeni Ancak bu çatışmalar her ne kadar anayasanın hazırlık sürecinde herkesi TÜSİAD’ı sürekli olarak AKP’ye (siz sadece “patronları” diye okuyun. uyarılar göndermek ve onun bir Çünkü başbakan patronların toplan- alternatifini arayarak AKP’yi dentısında yoksulları “herkes”ten saymı- ge konumuna sürüklemek zorunda yor) sürece dâhil edeceğini açıkladı. bıraksa da; AKP’nin devleti burjuvazi Mali anlamda ise vergi afları ve maaş lehine yeniden yapılandırma girişimzamları gibi konularda ne kadar da leri, yüksek oy potansiyeli ile kitledikkatli davrandıklarını (Torba Yasa leri düzen içi kanallarda tutması ve vb. ile emekçilere yaptığı saldırılarsağladığı siyasi istikrar ile işçi düşmadan bahsediyor) söylerken geleceknı yasaları bir bir hayata geçirişi ile, te bu tavrı derinleştireceklerini de AKP TÜSİAD için “baldan tatlı” bir belirtti. “Mali disiplinden asla taviz hükümet partisi olmaktadır.
Ümit Yılmaz, 31 Ocak 2011
Galatasaray Spor Kulübü’nün Seyrantepe’de inşa edilen yeni stadının açılış gösterilerinde söz verilen TOKİ Başkanı Erdoğan Bayraktar’ın konuşması sırasında tribünlerden gelen protesto ıslıkları Başbakan Erdoğan’ın isminin anılmasının ardından daha da yükseldi. Protestolar nedeniyle Başbakan Erdoğan açılış konuşmasını yapmaktan vazgeçti ve stadı terk etti. Bunun üzerine çeşitli çevrelerden gelen yorumlar olayın gündeme oturmasına neden oldu. Başta GS Spor Kulübü Başkanı Adnan Polat tribünlerden gelen protesto ıslıklarına ilişkin, “bunu yapanlar GS’li olamaz. Bunlar bu protestoyu başka amaçla yapıyorlar, hepsini kamerayla tespit edip bir daha stada sokmayacagız” dedi. Bu açıklamanın ardından fatura, endüstriyel futbola karşı tutumuyla tanınan sol görüşlü taraftar grubu Tekyumruk’a çıkartıldı ve Tekyumruk taraftar grubuna yönelik bir cadı avı başlatıldı. Başbakan ise kendisine yapılan protestolar üzerine yaptığı açıklamada, “Birileri çıkıyor Seyrantepe Stadı’nda, burada şunun şunun emeği var diyor. Seyrantepe Stadı’nın A’dan Z’ye yatırımında, Galatasaray Kulübü’nün bir Allah kuruşu yoktur. Tamamıyla bu tesis TOKİ tarafından yapılmıştır ve Galatasaray Kulübü’müzün de kullanma hakkı olarak kendisine tahsis edilmiştir. Sadece 310 trilyonluk yatırımla kalmadık, bunun yanında gerek metre gerekse oradaki kavşak düzenlemesiyle birlikte, oradaki yatırımın toplam bedeli 600 trilyonu bulmuştur. Herhalde böyle bir yatırımın karşılığı bu olmamalıydı diye düşünüyorum” dedi. Demokrasi kelimesini ağzından düşürmeyen Başbakan’ın demokrasiden ne anladığının en iyi ifadesidir bu açıklama. İfade ve eleştiri özgürlüğünü kendine göre yontan, kendisine yapılan her protestoyu haksızlık, her
protestocuyu da çeşitli kurumların maşası olmakla suçlayan Başbakan’ın bu açıklaması hepimize tanıdık gelmiştir mutlaka. Tabii Başbakan bu açıklamayı yapar da etrafındaki bakanlar, milletvekilleri ve bürokratlar susar mı? Örneğin; kendini bilmez bir bürokrat GS taraftarlarına yönelik şöyle bir soru sormuştu.”Kim yaptı lan size o stadı?” Bu soruya cevap verelim öyleyse. Bu stadı asıl görevi yoksula, dar gelirliye konut, hastane, okul vb. yapılar inşa etmek olan ama tam tersine; yoksulun evini başına yıkıp, zenginlere peşkeş çekilen lüks konutlar inşa eden, TOKİ’nin bünyesindeki firmalarda taşeron olarak çalıştırılan ve stadın inşaatı sırasında hayatını kaybeden; Gökhan Yavuz, Raşit Ek ve Cihan Gayretli isimli üç işçi kardeşimiz ve aynı şartlarda çalışan diğer işçi, emekçi kardeşlerimiz inşa etmiştir. Ayrıca öyle bir hava yaratıldı ki sanki AKP bu stadı kendi cebinden yaptırıp GS Spor Kulübüne bağışladı! TOKİ, GS Spor Kulübü’yle çok kârlı bir anlaşma karşılığında bu işe soyunmuştur. Yeni stada karşılık Mecidiyeköy’deki, Ali Sami Yen Stadı’nın yıkılıp yerine gökdelenlerin yapılması ve yeni stat çevresinde yapılacak olan hastane ve diğer yapılardan gelen gelirlerle fazlasını kazanacak olması yadsınamaz bir gerçek zaten.
Toplam bedel olan 600 trilyon lira para her devlet kurumunda olduğu gibi halkın vergilerinden toplanarak TOKİ’nin kasasına girmiştir. TOKİ’nin kasasında böylesi devasa paralar bizim vergilerimizden toplanıyor ama zenginlerin çıkarlarına yönelik işletiliyor. TOKİ kurulduğundan bu yana başlıca görevi “Kentsel Dönüşüm” adı altında yoksulun evini başına yıkmak olmuştur. “Böyle bir yatırımın karşılığı bu olmamalıydı” diyen Başbakan’a sormak lazım: İşçiden, emekçiden alıp patronlara yapılan yardımın karşılığı ne olmalıdır peki?
KADIN SAYFASI
7
Torba yasası kadınların lehine değil! Canan Yılmaz , 29 Ocak 2011
İşçi ve emekçilerin cebinde kalan ne varsa silip süpürmeyi amaçlayan yeni bir saldırı paketi mecliste. Birçok hak gaspının tek bir başlıkta toplandığı Torba Yasa, önümüzdeki günlerde yürürlüğe girecek.
zanacağı birazcık ücretle de ev ekonomisine katkı sağlamasını istiyor. Bu tip bir çalışma hiçbir sosyal hak, sendika, iş ve hayat güvencesi öngörmüyor. Kadınlara yine evin reisinin işleri düzeldiğinde evde oturmak ve çocuk yapmaya devam etmek yolları gözüküyor.
Peki, bu pakette kadınlar için hangi düzenPeki, sermaye, kadın istihdamını neden lemeler öngörülüyor? Torba Yasa kadınların bu kadar önemsiyor? lehine mi? TÜSİAD’ın kadın istihdamı hakkında Kadınlar hem üç çocuk yapsın hem de bunca raporlar çıkarması, toplantılar düzençalışsın! lemesi neden? Gerçekten kadınların kendi İktidarı aldığından beri kadınları üç çoekonomik bağımsızlığını kazanması, özgürcuklu kutsal anne olarak görmek isteyen leşmesi için mi? Hayır. Bugün git, yarın gel AKP hükümeti, aynı anda kadın istihdamını biçiminde çağrı üzerine çalışma ya da eve arttırmanın yollarını da buldu: Esnek ve verilen parça başı işleri yapma türünden işlergüvencesiz çalışma! le kadın emeği, sermaye için en ucuz, en güvenilir işgücü anlamına geliyor. Bu yasa tasarısında uzaktan çalışma diye müjdelenen şey, kadınların evde çocuklarıBu yasayla, işverenlerin kadın işçilere ne na bakarken aynı anda çalışabilecek olması. yıllık iznini vermesi ne de sigortasını ödemeVeyahut kadınlar çağrı üzerine çalışarak, be- si gerekiyor. lirli olmayan zamanlarda ev işlerini halleder Üstüne üstlük tasarıda, genç ve kadın işçi halletmez de işine gidebilecek. çalıştırmasını teşvik etmek üzere, işverenin Çalışma hakkının kadını ekonomik olarak düşen prim hisselerinin İşsizlik Sigortası bağımsızlaştıracağı ve özgürleştireceği düşü- Fonu’ndan ödenmesi öngörülüyor. Bu dünülür. Ancak serbest piyasa koşullarına göre zenleme kadının değil, işverenin lehine! Bir düzenlenen bu esnek ve güvencesiz çalışkez daha, vergilerimizle oluşan fon, işverene ma biçimi, kadının sırtındaki yükü iki kat peşkeş çekiliyor. arttırıyor. Yasa çocuklar için kreşten, yaşlılar Çocuklu aileler ne yapacak? için ücretsiz sağlanacak bakım hizmetinden Tasarıda bu çalışma biçimlerine sembolik söz etmiyor. Kadınların aile içindeki emeğini olarak bazı haklar verilmiş. Örneğin, kızına, karşılıksız sürdürmesini tembihlerken, ka-
eşine, anne-babasına bakan kadın işçiye üç aya kadar ücretli, altı aya kadar ücretsiz izin veriliyor. Şaka gibi! Sosyal hak diye yapılan bu düzenleme dahi kadını daha fazla ailesine bağlıyor; evde harcadığı karşılıksız emeği teşvik ediyor. Aksine bu yasa, işverene ücretsiz kreşler, bakım evleri açma zorunluluğundan bahsetmiyor! Benzer şekilde, tasarıda 16 haftalık annelik izni ve 10 günlük babalık izni öngörülmüş. Bu ücretli izin bitince anne 24 ay daha ücretsiz izin yapabilecek, doğumdan sonra eğer baba da isterse 24 aylık ücretsiz izinden faydalanabilecek. Hangi dünyadan bahsediyoruz ki, yeni çocuğu olan bir ebeveyn 24 ay ücretsiz izin kullansın? Ve hangi dünyadaki bir babadan bahsediyoruz ki, karısı çalışsın ve çocuğa o baksın? Bizlere sosyal hak gibi yutturulmaya çalışılan bu düzenlemeyi reddediyoruz ve ücretli ebeveyn izinleri ve devredilemez babalık izni talep ediyoruz! Bitmedi! Çocuklu ebeveynler için durum böyleyken, sadaka gibi verilen aile yardımlarında iki çocuk sınırı da kaldırılıyor! Artık ücretsiz izinlerde gönül rahatlığıyla üç çocuk yapabilir ve aile yardımlarıyla sürünebiliriz! Biz güvenceli, sendika, kreş, ücretli izin gibi sosyal hakları olan istihdam biçimleri istiyoruz! Torba Yasa’yı değil, kadınlar için pozitif ayrımcılık anlamına gelecek cinsiyetli yasalar talep ediyoruz!
Tecavüzcülere devletten tam tekmil koruma! Çiçek N., 29 Ocak 2011 Türkiye’nin Muğla ilinde 2007 yazında bir ‘toplu tecavüz’ olayı gerçekleşti. Tecavüze maruz bırakılan kadın yılmadı ve üç sene mücadele etti, hâlâ da ediyor. Bu süreçte yaşananlar ‘bu kadar da olmaz’ dedirtmeye devam ediyor ve “Erkek vuruyor, Tecavüz ediyor, Devlet koruyor!” sloganının haklılığını bir kez daha tüm açıklığıyla gözler önüne seriyor. Tecavüze maruz kalan kadın, tecavüzcülerin tam sayısını veremese de içlerinden sekiz kişiyi tanıyor ve olayın sarsıntısını -görece- atlattıktan sonra bu sekiz kişi adına suç duyurusunda bulunuyor. Savcılık, İstanbul Adli Tıp Kurumu’nun tecavüzü doğrulayan bilirkişi raporunu hiçe sayarak tecavüzcüleri yargılamaya gerek görmüyor, tecavüzü doğrulamak için delil toplama başvurularının ise
hepsini reddediyor. Adalet Bakanlığı’na olağanüstü yol olan yazılı emir yoluyla tekrar başvuruluyor ve mevcut kadın örgütlerinin eylemliliklerinin basın üzerindeki baskısıyla da Bakanlık hatalı karar verdiğini kabul ediyor ve Yargıtay kararıyla dosya yeniden görüşülmeye başlanıyor. Tecavüzcüler bu süre boyunca ne tutuklanabildi ne de yargılanabildi. Sekiz zanlıdan yalnızca 18 yaşından küçük olan ikisi hakkında dava açıldı ve ilk dava 26 Ocak 2011’de gerçekleşebildi.
edip duruşma günü vermesi, her iki davanın aynı mahkemede görülmesi ve dosyaların birleştirilmesi bekleniyor. Mahkeme destekçi birçok kadın örgütünün duruşmalarda bulunma talebini ve sanıklar hakkında tutuklama kararı çıkarılması talebini ise reddetti. İzmir Barosu’nun gözlemci olarak davayı izleme talebi de sanıkların yaşlarının 18’den küçük olması ve davada gizlilik kararı bulunması nedeniyle reddedildi. Bir dahaki dava 16 Mart’ta.
Gerçekleşti de ne oldu diye sorulacak olursa, kadının teşhis ettiği ve Yargıtay kararına rağmen haklarında dava açılmayan altı kişi hakkındaki iddianame sonunda tamamlandı! Çarşamba günkü duruşmada bu altı kişi sanık değil tanık olarak orada bulunacaklardı -ki bu 6 kişi de duruşmaya gelmedi-. Mahkemenin iddianameyi kabul
Süreç ortada, yaşanan bu korkunç olayın tam üç yıl sonrasında ‘yargılanabilir’ olduğuna hüküm getiren ve tecavüzcülerin ortada rahatça gezmesine göz yuman bir hukuk sistemi! Söylenecek fazla söz yok! Erkek şiddeti ve erkek adalet ile hesaplaşmanın dirençli kadınların örgütlü mücadelesi ile gerçekleşebildiği ve gerçekleşebileceği çok açık.
8
ARKA PLAN
Acil talepler için mücadele programı: Herk Herkes için iş ve iş güvencesi talep ediyoruz… İşten atılmaların yasaklanması gerektiğini savunuyoruz. Ücretler düşürülmeksizin, iş saatlerinin kısaltılması ve ek vardiyalara yeni işçilerin alınması yolu ile işsizliğin çözüleceğini iddia ediyoruz İşçi Cephesi, Şubat 2011 Özelleştirme ve piyasalaştırmayla yol alan neoliberal saldırılar sonucunda eğitimden sağlığa her şey artık paralı; sosyal güvenlik sistemi ve emeklilik fiilen tasfiye edilmiş durumda. Kapitalistler böylece neredeyse nefes alışımızdan kâr elde etmeye çalışırken, açlık ve yoksulluk tüm dünya toplumlarında tarihin en yüksek seviyesinde. İşçi sınıfı güvencesiz; sürekli ve düzenli iş imkânlarına sahip değil; esnek, taşeron, düşük ücretli, sigortasız ve sendikasız çalışma koşullarına boyun eğiyor. Ekonomik krizin etkisiyle artan işsizlik bu koşulları daha da yaygınlaştırıyor. Türkiye’de olduğu gibi, hükümetlerin istihdam stratejileri, işsizliği esnek ve taşeron çalışma koşullarını yaygınlaştırarak yasallaştırma yöntemini izliyor. İşçi sınıfından kesilerek oluşturulan fonlar kapitalistlere sunuluyor… Diğer tarafta ise işsiz ama işsizlik fonundan yararlanamayanlar… Böylece hükümet aracılığıyla kapitalistler kendi çözümlerini dayatıyorlar, yeni çalışma düzeninin kurallarını (esnek, taşeron, sigortasız, sendikasız..) kendileri koyuyorlar. İş istiyorsan buyur, artık böyle diyorlar…
Baskı rejimine son! DemokKürt Halkı için Kendi Kaderiratik hak ve özgürlükler önün- ni Tayin Hakkı! deki engeller kaldırılsın! Baskı rejiminin önemli bir dayanağı ise Kürt
halkı ve mücadelesine yönelik sistemli imha ve inkâr politikalarıdır. . AKP hükümeti, açılım süreci ile birlikte, kitlelerin hoşnutsuzluklarını ve eylemlerini, baskı yöntemlerini takviye, kısmi uzlaşmalar ve tavizlerle rejimin içine çekerek durdurma amacı güden “demokratik gericilik” politikalarına yöneldi. “Muhatapsızlaştırılmış” bir çözüm olarak kendini açığa vuran bu yönelim, Kürt ulusal sorunu açısından belirleyici olacak çözümü, ulusların siyasal İşçi sınıfının, Kürt halkının, gençliğin, kadın eşitliğini sağlayacak kendi kaderini tayin hakve eşçinsel hareketinin örgütlülüğü ve her kını konu bile etmeyerek, ortak bir yaşamın türlü demokratik hak ve özgürlük talepleri koşullarını çiğnemeye devam etmektedir. önünde fiili ve/ya yasal bir engel olmaya deBu nedenle, Kürt ulusal mücadelesi için vam ediyor ve ağzından düşürmediği demoktemel talebimiz, inkâr ve imha politikalarasi yalanının sınırlarını her defasında ortaya rına son verilmesi ve Kürt ulusuna kendi koyuyor. Dünyaya paralel olarak Türkiye’de rejim, ekonomik anlamda liberal politikalarını, siyasal anlamda baskı politikaları ile birlikte sürdürüyor. 12 Eylül Anayasası’na dayalı asker-polis rejimi, AKP hükümetinin çeşitli makyajlamalarına rağmen bu baskıcı öz niteliğini koruyor ve, krizin ardından açığa çıkan yürütmelerin güçlenmesi eğilimi de göz önünde tutulduğunda, bundan destek alıyor.
kaderini tayin hakkının tanınmasıdır.
Fakat biz iş istemiyoruz, biz “güvenceli bir iş” istiyoruz! Hükümetin sömürüye dayalı istihdam stratejisinin aksine bizim stratejimiz onurlu yaşam koşullarına dayanıyor. Kimse taşeron, esnek, sigortasız çalışmaya boyun eğdirilemez, bunlar yasallaştırılamaz, yasaklanmak zorundadır. Herkes için iş
ve iş güvencesi talep ediyoruz… İşten atılmaların yasaklanması gerektiğini savunuyoruz. Ücretler düşürülmeksizin, iş saatlerinin kısaltılması ve ek vardiyalara yeni işçilerin alınması yolu ile işsizliğin çözüleceğini iddia ediyoruz.
İşçilere birden çok sendikaya üye olma Bu hakkın dâhil edilmediği her çözüm eksik hakkı tanırken, birine üye oldukları için işten kalacaktır. çıkarılmalarına göz yumuyor. Kürt halkına çeşitli açılımlar yolu ile çözüm vaat ederken, anadilde eğitim hakkını bile yok sayıyor. Parasız ve bilimsel eğitim isteyen öğrencileri sokaklarda dövüyor. Kadın örgütlerinin kadın cinayetlerine ilişkin taleplerini görmezden geliyor, sığınma evi yapmayan devlet, çözümü eğitilmiş din adamlarının fetvasında buluyor, eşcinselliği bir hastalık olarak ilan ediyor… Diğer yandan, Hizbullah üyeleri salıverilirken, Hrant Dink gibi siyasi cinayet davaları hâlâ Cinsiyetçi uygulamalara son! adalet bekliyor… Bizler, baskı rejimine karşı siyasal demokrasi alanının genişletilmesi gerektiğini söylüyoruz. Seçim barajı kaldırılmalıdır ve bir Kurucu Meclis’in toplanması yolu ile, herkesin
iş-aş-ifade-örgütlenme-var olma hakkını garanti altına alacak, emekten ve özgürlüklerden yana yeni bir anayasa talep ediyoruz. Anadilde eğitim hakkını savunuyoruz.
Baskı rejiminin önemli bir yüzü ise cinsiyetçi uygulamalardır. Kadının kimliğine, bedenine ve emeğine yönelik sömürü ve erkek-egemen baskıyı meşrulaştıran yasal, ekonomik, politik ve kültürel yapı, lgbtt bireylere yönelik de benzer ve kimi zaman daha ağır sorunları beraberinde getirmektedir. Kadın cinayetleri ve nefret cinayetlerinin sayısı sürekli artarken, bunlara yönelik gerekli yasal düzenlemeler
ARKA PLAN
9
kes için iş ve onurlu yaşam koşulları! yapılmamaktadır. Bizler, bu davalarda sıkça karşımıza çıkan haksız tahrik indirimine karşıyız… Ve kadın ve nefret cinayetle-
rinin nitelikli cinayet kapsamında sayılmasını talep ediyoruz. Kadına yönelik
erkek şiddetine karşı sığınma evlerinin arttırılması gerektiğini savunuyoruz. Aynı zamanda,
şekilde kaybettiğimiz yüzlerce kültür ve doğa varlıklarının pahasına. Görüyoruz ki, kapitalist sistem üretici güçlerin temel iki unsuru insan ve doğanın tahribi; hatta yok oluşu pahasına kârını arttırmaya – varlığını sürdürmeye çalışacak kadar akıl-dışı bir sistem.
Buna karşın bizler, tüm doğal kaynakhomofobi ve transfobiye karşı mücadele- ların kamu mülküne geçirilerek korunnin yaygınlaştırılması gerekiyor. masını ve de tüm kirletici sanayilerin doğanın ve insanın lehine kamulaştırılErkek-egemen uygulamaların bir diğer masını savunuyoruz. yönü de kadın emeğini değersizleştirmesi. Emekleri ikincil ve geçici görülen kadınlar, bu nedenle, daha az ücretle daha kötü koşullarda çalışmaya mahkûm ediliyor. Emeğin muhafazakârlaştırılması süreci yine en çok kadın üzerinde etkisini gösteriyor. Bizler, kadınların çalışma yaşamına katılımının ancak güvenceli iş ve, ev ve bakım hizmetlerinin toplumsallaştırılması sonucunda kadının özgürleşmesi mücadelesine katkı sunabileceğini savunuyoruz. Bu yüzden, toplu yemekhane-
ler, çamaşırhaneler, her işyerine kreş ve eşdeğer işe eşit ücret talep ediyoruz.
Emperyalist-kapitalist vurgun düzenine hayır! Emperyalizmle işbirliğine son!
Emperyalizm ekonomik saldırganlığını IMF ve Dünya Bankası gibi kurumlarla kriz koşullarını aşma adına borçlandırmaya dayalı olarak daha da arttırarak sürdürüyor. Bu kurumların rehberliğinde, bankalar ve devletler çeşitli yöntemlerle kurtarılırken, bedel ağırlaşan yüküyle işçi ve emekçilerin omuzlarına bırakılıyor. Sonuç, yaygınlaşan işsizlik ve yoksulluk… Çürüyen bu sisteme karşı gelişen Doğanın tahribine hayır! hoşnutsuzluklar ve başlayan ayaklanmalar Kasırgalar, seller, dengesiz sıcak ve soğuk da demokratik gericilik yöntemleri ile yine hava dalgaları, nesli tükenen canlılar ve mevaynı –sorunun sebebi- emperyalistler tarafınsim normallerinin bir hayli uzağındaki iklim dan kontrol altına alınmaya çalışılıyor. Bizler, verileri ile “küresel ısınma” gündelik hayatımı- emperyalistlerin günü kurtarmaya ve kendi zın içerisine girmiş durumda. Bunun sorumegemenliklerini pekiştirmeye dayalı çözümlelusu olan kirletici sanayilere dair ise, hiçbir rine karşılık, krizin yaratıcısı ve merkez üssü yasal tedbir getirilmiyor. Üstüne üstlük daha bankaların millileştirilmesi ve borsanın fazla kar edebilmeleri için daha büyük tahribat yasaklanması talebimizi öne sürüyoruz. yaratmalarının önü açılıyor. Ülke ekonomilerini emperyalizme bağımlı Bunun için kapitalizm hükümetin düzenle- kılan tüm antlaşmaların feshedilmesimeleri ile bir yandan su gibi doğal kaynakları ni talep ediyoruz. Dış borç ödemelerine ticarileştirerek daha çabuk tükenip daha hızlı hayır! kirlenmesine yol açıyor. Öte yandan en büyük Emperyalizmin ekonomik saldırganlığına, kirletici sektör olan enerji piyasası ise, daha askeri saldırganlığı eşlik ediyor. Özellikle verimli enerji kullanımı politiakalarına yöOrtadoğu ve Latin Amerika’da demokratik nelmek yerine, daha fazla kar elde edebilmek gericilik politikaları yanı sıra askeri yöntemleri için gün geçtikçe doğanın tahribatını arttırıde elden bırakmayan emperyalistler için şimdi yor. Şurası açık ki; inşası onaylanan HES’ler Kuzey Afrika da yakından kontrol edilmeyi ve termik santraller, Nabucco projesi, onay gerektiren bir bölge durumuna gelmiş dubekleyen Nükleer santraller ve başka çevreci rumda. Türkiye devleti, emperyalizmin Orgibi görünen enerji kaynakları ile Avrupa’nın tadoğu’daki maşası olma görevini kaçırmak kazan dairesi haline gelinmek hedefleniyor! Hem de ne pahasına, şimdiden geri dönülmez istemiyor ve kozlarını olabildiğince kullanma
telaşında. Biz ise, “emperyalist işgal ve
saldırganlığa hayır, emperyalizmle her türlü işbirliğine son,” diyoruz. Türkiye derhal NATO’dan çıkmalıdır!
Devrimci bir partinin ve enternasyonalin inşası için ileri! Bölgede ve dünyada emperyalist-kapitalist vurgun düzenine karşı süre giden mücadelede devrimci bir önderliğin eksikliği sorunu tüm yakıcılığını korumaktadır. İşçi sınıfı ve emekçi yığınlar ne zaman acil gereksinimlerini dile getirip bunların uğruna mücadele etmeye kalkışsalar, karşılarına ya rejimin copu, ya İslam’ın vaazı ya da sendika bürokratlarının ihaneti dikilmekte. Sınıf hareketi birleşik bir önderlikten, net bir politik yönelişten ve bunların cisimleşebileceği bir örgütlülükten yoksun durumdadır. Bu yüzden de, toplumun devrimci dönüşümüne öncülük edebilecek yegane ilerici sınıf olan proletarya, politik ve toplumsal yaşama müdahale edebilecek konumdan uzak bir durumdadır. Bu müdahalenin temel aracı işçi sınıfının devrimci partisidir ve hâlâ inşa edilmeyi beklemektedir. Devrimci Marksistlerin temel görevi devrimci sınıf partisi bilincini emekçi yığınlar içinde sistematik olarak yaymak, sınıf mücadelesinin öncü kesimlerinin bu bilinç ve devrimci program çevresinde toplanmalarına yardımcı olmak ve partinin inşasına bizzat kitle seferberlikleri içinde öncülük etmektir. Yüz yıllık sosyalizm tarihi bu uğurda uygulanabilecek pek çok taktiğin bulunduğunu göstermiştir. Oportünizme ya da sekterliğe düşmeden, somut durumun somut tahlilinden hareketle ve asla sınıf bağımsızlığı ilkesinden ayrılmadan, kitlesel işçi partilerinden devrimcilerin birleşik cephesine kadar uzanan farklı oluşum biçimlerine başvurulabilir. İşçi sınıfının bugün toplumsal dönüşümü sınıfların ortadan kaldırılmasına kadar götürebilecek yegâne ilerici-devrimci sınıf olması, onun dünya ölçeğinde bir sınıf olmasından kaynaklanmaktadır. Öte yandan, çok uluslu şirketlerin dünya ölçeğinde bir sömürü ağı oluşturduğu günümüzde en yerel ve acil talepler uğruna mücadele bile, işçi sınıfının uluslararası ölçekteki dayanışması ve işbirliği gereksinimini doğurmaktadır. Bu yüzden Türkiye ölçeğinde inşa edilecek bir sınıf partisi önüne işçi sınıfının uluslararası mücade-
le birliği temelinde inşa edilecek dünya partisi hedefini de koymak durumundadır. Devrimci bir işçi partisinin inşası için! Ya enternasyonalist kurtuluş, ya emperyalist yok oluş!
10
ULUSAL SORUN
Güney Sudan ayrıldı! Canan Yılmaz , 28 Ocak 2011 Geçtiğimiz günlerde Güney Sudan’ın, Sudan’dan ayrılması için referandum yapıldı ve katılanların yüzde 99’unun bağımsızlığa EVET dediği tahmin ediliyor. Öncelikle yapılan referandumun ve Güney’in ayrılması fikrinin pek yeni olmadığını vurgulamak gerekiyor. Referandumun 2011 yılında yapılması, 22 yıl süren iç savaşın sonunda 2005’te imzalanan barış anlaşmasında tayin edilmişti. Güney’in ayrılması ise, emperyalistlerin uzun süredir benimsediği bir fikir. Esasen, Ortadoğu’nun ve Afrika’nın petrol yatakları, emperyalist devletler için hep iştah kabartıcı olmuştur. Bu sebeple, emperyalist devletler, bölgenin kontrolü için I. Dünya Savaşı’ndan bu yana halkların kendi söz haklarını hiçe sayarak sömürgeleştirdikleri topraklar üzerinde kendileri için daha güvenli olacak kararlar almışlardır. Bu planlar doğrultusunda kıtada tarihi, kültürel hiçbir şey gözetmeksizin cetvelle yeni sınırlar çizilmiştir.
savaşları körükleme gibi politikaları doğurmuştur. Nitekim, Sudan coğrafyası 19.yy sonlarına doğru İngiliz-Mısır burjuvazisi tarafından Mehdi rejimi devrilerek, sömürgeleştirilmiş. Sömürge yönetimi süresince İngilizler, bölgeyi İngiliz Doğu Afrika yönetimine dâhil etmek maksadıyla, güneyde İngilizce konuşulmasını teşvik ederek, bölgeye çok sayıda Hıristiyan misyoner göndermişler. Güneydeki üç bölgeyi tek bir yönetime bağlayarak, güneydeki Arap memurları kademeli olarak güneyli siyahlarla değiştirmişlerdir. Diğer sömürgeci devlet Mısır ise, Sudan’ı topraklarına katmak düşüncesiyle, ülkeye İslami değerleri dayatmayı sürdürmüştür. Güdülen bu politikalar sonucu güney ve kuzey arasında tarihsel, kültürel bağlar kopmuş ve bu onları yıllarca içinden çıkamayacakları bir iç savaşın kucağına atmaya hazırlamıştır. II. Dünya Savaşı sonrasında ise emperyalistler için daha güvenli olan; bu iç savaşlardan yapay barış anlaşmaları çıkarmak olmuştu. Nitekim İn-
Emperyalizmin kıtaya cetvelle çizdiği sınırlardan biri de Sudan coğrafyasına ait. Sudan kuzeyinde Müslüman Arapların, güneyinde ise azınlık olarak Hıristiyan veya animist kabilelerin yaşadığı en geniş Afrika ülkesi. Nüfusu yaklaşık 40 milyon. 450’den fazla kabile ve 130’dan fazla dil mevcut. Bölgenin bu çok dilli ve kültürlü yapısı ise emperyalizm için, ayrılıkları besleyen kabile savaşları için birer kaynak olarak görülmüş. Bu algılayış, bölgeyi silah deposu haline getirme, iç
Dicle Nadin, 29 Ocak 2011
giliz burjuvazisi, 1947’de yönetimleri birleştirmiş ve 1956’da Sudan bağımsız bir devlet olmuştur. Bundan sonrasıysa, Kuzey ve Güney arasında 22 yıllık bir iç savaşlar tarihidir. Savaşın bilançosu ise çok ağır; iki milyon insan yaşamını yitirdi, 200 bin’den fazla insan kaçırılarak köle yapıldı, dört milyondan fazlası evini yurdunu terk ederek mülteci; yüz binlerce çocuk ise asker oldu... Emperyalizm Afrika’dan dışarı! Şimdiyse, Afrika’da kukla rejimler kurup, her bir devletle ayrı ayrı, ekonomik ve politik planlarını uygulamak emperyalistler için en kolayı gözüküyor. Yapay birleştirme politikaları iflas etmiş olacak ki emperyalistler şimdi de bu yeni bölünmeyle kendileri için daha güvenli bir yola giriyorlar. İç savaşın tamamen biteceği umudu da Güney’lilerin Güney’in ayrılması istemini anlaşılır kılıyor. Ancak aynı coğrafyayı paylaşan bir halkın birbirine düşmesi ve iç savaşın yıllarca sürmesi; kuşkusuz emperyalizmin bölgede uyguladığı kâr politikalarının bir sonucuydu. Ancak biliyoruz ki, emperyalizm için güvenli yol bizler için hiçbir zaman güvenli olmadı. Şimdi başta Çin, ABD ve İsrail’in çok uluslu petrol şirketleri bölgede yeni yatırım planları yapıyorlar. Sudan Devlet Başkanı Ömer Beşir’in ise, bu bağımsızlığı milli ve daha çok mali gururuna yediremeyip, yeni bir saldırı yapmayacağının garantisi yok. Bölgede ayrı ya da birleşik Güney ve Kuzey arasında tarihsel kültürel bağların tekrar kurulması ve artık savaşın olmadığı bir Afrika kıtasının hayali en önce emperyalizmin Afrika’yı boşaltmasıyla mümkün.
İki dilli yaşam
Geçtiğimiz ay Kürt Halkı’nın demokratik kitle örgütlerinin ortak platformu niteliğindeki Demokratik Toplum Kongresi (DTK) Demokratik Özerklik Projesi taslağını sundu. Bu proje bağlamında DTK, “iki dilli yaşam” kampanyasını başlattı. Anadilde eğitimi de kapsayan “iki dilli yaşam” önerisi kamusal alanda, işyerlerinde, çarşı pazarda Kürtçenin yazılı ve sözlü pratikte kullanımını içeriyor. Bugün Mardin’den Hakkâri’ye birçok BDP’li belediye; bu kampanyayla birlikte, bölgede kullanılan mahalli dillerde de hizmet vereceğini açıkladı. Bunun üzerine, devlet erkânı koro halinde tehditler savurmaya ve saldırmaya başladı. DTK hakkında soruşturma başlatmak, BDP hakkında kapatma davası açılması tartışılır oldu. Önce Abdullah Gül, “herkes daha dikkatli olsun” diyerek, Mehmet Ali Şahin ise “sonucuna katlanırlar” minvalindeki sözleriyle üstü kapalı bir biçimde tehdit etti. AKP Genel Başkan Yardımcısı Ömer Çelik, AKP’nin başlattığı açılım ve demokratikleşme sürecine
karşı yapılmış bir “suikast girişimi” olarak değerlendirdi. Ve MGK, yılın son toplantısında resmi dilin “Türkçe olduğu gerçeğini değiştirmeye yönelik hiçbir girişimin kabul edilemeyeceğini” yüksek sesle açıkladı.
belli olmaktadır… Bu yüzden “tek devlet, tek millet” edebiyatı yapan AKP, CHP ve MHP’nin tek dilin Türkçe olduğunu söylemeleri, sanki bu kuralı da kendileri koymamış gibi, değiştirilemez, doğal bir gerçekmiş gibi dayatan ordunun, Kürt halkının yanında olÖncelikle şu belirtilmeli ki, Türk ve Kürt halklarının eşit, özgür ve gönüllü birliktelikleri madığı ve bu sorunun çözümünde duracakları yer açıktır. için iki dilli yaşam kampanyası ve bu konuda atılan her adım çok önemlidir. Bu çerçevede “İki dilli yaşam” tartışmaları aynı zamanda Kürt halkının kendi kaderine ilişkin vereceği özerklik tartışmalarıyla birlikte ele alınmalıdır. her türlü karar da dâhil olmak üzere, nasıl En önemlisi de, şu an fiili olarak hayata geçiriyaşayacakları, iç yaşamlarını nasıl düzenleyelen bir pratiğin kalıcı olması ve diğer haklarla ceklerini belirlemeleri yine kendilerine aittir. birlikte nasıl güvence altına alınacağı sorusuKürt sorununu tanıyıp, onu çözmeye soyunan dur. Tabii varılmaya çalışılan nokta, eşit, özgür AKP’nin, bu çok doğal ve haklı istem karşıve gönüllü birliktelikse; bunun nasıl sağlanasında aldığı tavır, rejimin asimilasyoncu, inkâr cağını, DTK’nın önerdiği demokratik özerklik siyasetinin parçası ve destekçisi olduğunu projesinin alacağı karşılık belirleyecektir. Oysa gösterir. Bunun üzerine söylenecek her söz, projenin şu anda taslak olması ve toplum lafazanlıktır, gerçekçi değildir. nezdinde tartışılmaya açılması henüz hatlaDevlet kanadı Kürtçenin resmi dil olamaya- rının belirginleşmediğini gösterir. Ve devlet cağı düzeyinde tartışmaları sürdürürken, BDP tarafından değil yasayla güvence altına alınise mahalli dil serbestîsi üzerinden tartışmaları ması; kabul bile edilmeyen iki dilli yaşamın sürdürülebilirliği aslında yine Kürt halkının sürdürmektedir. Kürt halkının şu an resmi mücadelesi ve BDP’nin devletin tavrı karşısındilin değişmesi gibi bir talebi olmadığı gibi, da alacağı tutum ile belirlenecektir. taleplerine de kulakların tıkandığı nasıl da
GENÇLİK
11
Türkiye’de öğrencileri
temsil eden ÖTK’lar vardı! Rukiye B., 1 Şubat 2011 Avrupa’da Bologna sürecinin hızlanmasıyla üniversite işgalleri ve hareketlilik artarken Türkiye’ye bu hareketlerin sıçramasından korkan burjuva hükümet ardarda “öğrenci temsilcileri” ile görüşmeler yapıyor. Peki, bu görüşmelere Jaguar marka otomobiliyle giden, seçildikleri meçhul ÖTK (öğrenci temsilcileri konseyi) temsilcileri gerçekten biz öğrencileri temsil ediyor mu?
netime yakın isimleri seçtiklerini, temsilcilerin “seçildikten” sonra tek bir öğrenciyle sorunlarına ilişkin muhatap olmadıklarını, ÖTK’ların hiçbir yetkisi olmadığı halde görünürde öğrencilerin de üniversite yönetiminde söz hakkı olduğu izlenimi yaratmak için kurulduğunu ve bununla öğrenci seferberliklerinin hiçbir yetkisi olmayan ÖTK’lar çerçevesine hapsedilerek, öğrenci seferberliklerini sönümlendirmeye çalışıldığını biliyoruz. Tabii ki gerçekten seçilen ve bir şeyler yapmaya çalışan az sayıdaki temsilcileri bu genellemenin dışında tutmak gerekiyor. Eğer sözlerimiz farazi kaldıysa YÖK’ün yönetmeliklerinde yer alan ÖTK ile maddeler bize durumu açıklayacaktır.
şartlara uymayan adaylar seçilme hakkına sahip değildir” (madde 15). En ufak bir protestoda bile okuldan uzaklaştırmalar yaşanırken, adli davalar açılırken ÖTK temsilciliğine gerçekten öğrenci haklarını savunan bir öğrencinin gelmesinin önü kapatılıyor. Dolayısıyla, bu örnekler dahi, ÖTK’ların gerçek niteliğini gözler önüne seriyor.
Son dönem Bologna sürecini hızlandırmaya ODTÜ ÖTK deneyimi çalışan İtalya ve İngiltere’de, harçlara yapılan yüzde 300 oranındaki artışlara ve eğitime 1975’te ODTÜ’de faşist saldırılara karşı ayrılan bütçenin azalmasına karşı gerçekleştiyurt ve kantinde başlayan 1. boykot’tan sonra rilen eylemlere ve işgallere tanık olduk. Aynı ortaya çıkan ve bugünkü ÖTK’lara isim veren sürecin mağduru olan Türkiye’deki öğrenciler öğrenci temsil konseyi, sol harekete yönelik de bu hattı izliyor. Bizde de üniversite işgalleri baskıların arttığı ve kutuplaşmaların yaşandığı “... ilgili birim yöneticisinin daveti üzerine ve özyönetim biçimleri oluşmasa da Bologna öğrencileri temsilen oy hakkı olmaksızın katılır. bir dönemde kitlesel ve demokratik bir öğrensürecinin işleticisi olan AKP hükümetine karşı Öğrencilerle ilgili konuların bitiminde toplantı- ci örgütlenmesidir. Bir diğer özelliği ise siyaprotestolar artıyor. Erdoğan’ın Boğaziçi Üniset yapılmasına karşın öğrencilerin gündelik dan ayrılır. “ (madde 31) versitesi ziyaretinde öğrencilerin gaz bombası hayatının sorunları ile yoğrulmasıdır. yemesiyle başlayan gösteriler En ufak bir protestoda bile okuldan uzaklaştırmalar Sınıf, bölüm, fakülte, yurt Dolmabahçe’de kamuoyunun konseyi birimleri acil yaşanırken, adli davalar açılırken ÖTK temsilciliğine temsilcileri büyük tepkisini çeken “orandurumlar dışında alınan bütün tısız güç” kullanımıyla devam gerçekten öğrenci haklarını savunan bir öğrencinin kararlarda tartışmalara katılmış etti. Eylemler ne yazık ki büyük gelmesinin önü kapatılıyor. Dolayısıyla, bu örnekler ve kararlarda etkili olmuştur. öğrenci kitlelerine ulaşabilmiş Toplanan aidatları birimler değil. Yine de burada dikkati çe- dahi, ÖTK'ların gerçek niteliğini gözler önüne seriyor kendileri kullanabildiği gibi ihken, haklı taleplerini duyurmaya tiyacı olan öğrencilere burs olarak verilmiştir. ÖTK temsilcileri sadece kendilerini ilgilençalışan öğrencilerin daha ağızlarını açamadan Güvenlik güçleri işlevsizleştirilerek okuldan diren konularda davet üzerine toplantılara gaz bombalarına boğulmaları. katılabilir ama hiçbir söz ve oy yetkileri olma- ayrılmaları sağlanmıştır. Sınavlardan, kafeAvrupa’daki öğrenci ve eğitim emekçilerinin dan. Yani sadece göstermelik… Ayrıca öğrenteryaya ve politik sorunlara kadar her alanda hareketinin Türkiye’ye sıçramasından korkan etkindi ÖTK. Örneğin tüm politik grupların ci temsilcileri istenildiği anda toplantılardan AKP hükümeti kolluk kuvvetleri aracılığıyla afişlerini asabildiği duvarlar vardı ve buraların çıkarılabilir. (madde 31). sesleri bastıramayınca eylemlerin kitleselleştüm denetim ve sorumluluğu ÖTK’deydi. 2. “Üniversite Öğrenci Konseyinin ihtiyaçları memesi ve sahte demokratik kimliğine zeval boykot döneminde sadece derslere girmemek için gerekli bütçe Üniversite Yönetim Kurulungelmemesi için ikna yollarını kullanmaya değil herkesin katıldığı turnuvalar düzenlenca belirlenir” (madde 37). ÖTK hangi paraya başladı. Bunun ilk ayağı ise 19 Ocak’ta Yusuf miş, öğrenciler ders programını belirlemeye sahip olacağına kendisi karar veremeyecek, Ziya Özcan’ın YÖK binasında 40 üniversitekadar etkinliklerini sürdürmüşlerdir. Tarihe çalışma raporunu elinde olmayan paraya göre den gelen ÖTK temsilcileri ile görüşmesiyle geçen Hasan Tan direnişi ise ODTÜ’ye ataşekillendirecektir. başladı. nan ülkücü rektör Hasan Tan’ın istifa etmesi “ÖTK seçildiği dönemde yaptıklarını veya ile sonuçlanmıştır. Peki, bu ÖTK’lar bizi gerçekten temsil yapamadıklarını (yapmayı planladıklarını) ediyor mu? YÖK’ün ÖTK’lerine karşı anlamlı bir örnek anlatan çalışma raporunu Rektörlük Makamına olarak, ODTÜ ÖTK deneyimi Türkiye’de yaYusuf Ziya Özcan’la ÖTK temsilcilerinin sunmakla yükümlüdür” (madde 36). ÖTK’lar görüşmesinden medyaya arda kalan, görüşme- bu raporu öğrencilerle beraber hazırlamadıkla- şanan en kitlesel, demokratik ve güçlü öğrenci örgütlülüklerinden biridir. Bizim de hedefimiz ye Jaguarı ile gelen temsilci olmuştu. Oysa biz rı gibi, rapor öğrencilere de sunulmaz. bu deneyimin ışığında öğrenci seferberlikleri YÖK tarafından kurulan ÖTK’ların içlerinin “Temsilci adayı olmak isteyen öğrencilerin içinde bu tarz özyönetim organları oluşturmane kadar boş olduğunu, seçimlerin demokrabelli bir not ortalamasına sahip olması ve hiç ya çalışmak olmalıdır. tik olmadığını, çoğu seçimin hiç haber verilmediğini ve son gün yapıldığını, okulların yö- soruşturma geçirmemiş olması gerekmektedir. Bu
12
İŞ YERLERİNDEN
METAL Şu denetlemeler de olmasa... Fabrikada iş elbisesi, eldiven, çelik burunlu ayakkabı ve baret senede bir anca verilir. Ama kullanılış süresine bakarsanız; kiminin üç, kiminin altı ay ömrü vardır. Üzerimizdeki elbiseler ve ayakkabılarımız paramparça dâhi olsa, yenisini istediğimizde son elbise alış tarihimize bakıyorlar ve eğer süremiz altı aydan az ise kesinlikle yenisini vermiyorlar. Vermeme nedenlerini ise şöyle açıklıyorlar “dikkatli kullansaydınız, yırtılmazdı”. Daha önce fabrikayı denetlemeye gelen iş güvenliği uzmanına da durumu anlattık; fakat eskiden devletin bünyesinde çalışıp maaşını devletten alan bu uzmanlar, 4857 sayılı iş kanununda yapılan değişiklikle, artık maaşlarını anlaşma yapıp belirli zamanlarda göstermelik denetlemeler yaptıkları şirketlerden alacaklar. Bu da demek oluyor ki iş güvenliği uzmanı da artık bizim gibi patrona çalışan, maaşlı işçi durumuna düşürüldü. Bu durumdaki bir iş güvenliği uzmanından da mucize beklememek lazım. Nitekim iş güvenliği uzmanı anlattıklarımızı dinledi, fakat değişen hiçbir şey olmadı. Derken bu hafta ise birden herkese yeni ayakkabı dağıtıldı. Yeni elbise ve baretler de geldi ve onların da yakında dağıtılacağı söylendi. Biz de haliyle “hayırdır!” diye sormak durumunda kaldık. Mesele anlaşıldı tabii. Bakanlıktan müfettişler fabrikayı denetlemeye geleceklermiş bu ay… Meğerse tüm hazırlıklar bunun içinmiş.
şeyden önce pazarları da çalışmamıza rağmen zamlı mesai ücreti almıyoruz. Mesaiye kalmasak, bu sefer de asgari ücretle geçinemiyoruz. Fabrikada tonlarca ağırlıkta radyatörler üretiyoruz. Bu kadar ağır yükleri kaldıracak makinemiz yok, o yüzden 20-30 kişi kaldırıp fabrika dışına taşıyoruz. Fabrikadakilerin yarısının bel fıtığı var. Ama bunların da yarısı işten atılma korkusuyla patrona söyleyemiyor. Her gün iş kazaları geçiriyoruz. Sonrasında ne izin veriliyor ne de gereken önlemler alınıyor. Aksine patron namazdan yemekten üçer beşer dakika çalmanın peşinde. Biz ise birbirimize güvenemiyoruz, aksinin gerekli olduğunu bilsek de herkes kendi çıkarını kolluyor işsizlik korkusuyla.
TEKSTİL Merhaba, Ben İşçi Cephesi okuru bir tekstil işçisiyim. Her sektörde olduğu gibi bizim sektörde de sorunlar çok… En büyük sorunumuz da esnek çalışma denen çalışma şekli. Bizler günde 10 saat üzerinde çalışıyoruz, yalnız daha önemli sorun ise sezon boşluğu dediğimiz dönem. Bu dönemlerde ücretsiz izine çıkarılıyoruz… Ücretsiz izin demek en az 15 gün ve bazen iki bazen üç ay işsiz-parasız kalma dönemi demek. Zaten sigortasız ve iş güvencesi olmadan çalışıyoruz, bir de bu dönem çıkıyor. Sonucunda kiramızı ve doğal ihtiyaçlarımızı karşılamayacak durumlarla karşı karşıya kalıyoruz.
Bu dönemi bir haftayla atlatan, bu yüzden şanslı sayılabilecek biriyim; Müfettişler geldiğinde bizi temiz ve ama bu dönemde bizim patron yeni giysiler içinde görüp gidecekler coştu… Hakaretler, tuvalete gitme ve patron da geçer not alacak müsürelerini kısıtlamalar ve çıkınca fettişlerden. Peki, ya biz işçiler için bağırmalar aldı başını gidiyor… değişen ne olacak? Her şey kaldığı Bu arada bizim patron çok dindar yerden devam edecek, diğer sıkınolduğunu söyler ama namaz kılmaya tılarımız gibi elbise sıkıntımız da kalkan bir arkadaşımızı namaz kıldı devam edecek. Elbise alabilmek için diye işten çıkarabildi; başka birini denetleme tarihini iple çekmenin de tuvalette uzun kalıyor diye uyardı… faydası yok. Bize göstermelik değil, Bunlar gibi sudan sebeplerden işten köklü değişiklikler gerekiyor. Bunun atılabiliyoruz. Bu günlerde Torba yolu da kimseden medet ummadan, Yasa çıkarılacak, bu yasa aslında işçiler olarak kendi gücümüzün bunun gibi yaşadığımız sorunları, farkına varıp birlik olmamızdan geçi- uygulanan neoliberal politikaları, yor. yasal hale getirebilmek için… Bu günlerde buna karşı ne yapabiliriz Merhaba, diye düşünürken aklıma bir kez daha, birleşmenin, mücadeleyi ayrı Ben 200’den fazla kişinin çalıştığı bir metal fabrikasında işçiyim. Gün- ayrı değil birlikte yürütmenin önemi geldi… Bunun en güzel yolu ise de 13-14 saat çalışıyorum ve benim bizleri temsil edecek devrimci bir işçi gibi mesaiye kalan çok arkadaşım partisi… Ne dersiniz bizim mücavar. Herkesin mesaiye kalma sebepdelemizi birleştirecek parti güzel leri farklı ama sorunları ortak. Her
olurdu herhalde? Yaşasın işçilerin örgütlü mücadelesi!
Bir işçinin canının ne önemi var ki! Merhaba arkadaşlar, Ben 300 kişilik bir tekstil atölyesinde çalışıyorum. Burada çalışmaya başlayalı 2 ay oldu. Tekstil sektöründe çalışma koşulları çok ağır, hani şu “esnek çalışma koşulları” dediklerinden. Bizi günde 15 saat çalıştırıyorlar. Patronların gözünü bu da doyurmuyor, daha fazla çalışmamızı istiyorlar. Ay sonunda elimize geçen fazla mesai paraları ise “pul” değerinde. Tabii bu yoğun çalışma temposunda hastalanan arkadaşlarımız oluyor. Daha geçen gün bir arkadaşım dinlenmeden, saatlerdir çalıştığı için rahatsızlanıp bayıldı. Hemen önümde olduğu için kalkıp yardım ettim. Sonrasında ustalar geldi ve ne olduğunu sordular. Durumu izah ettiğimizdeyse bana yerime geçip çalışmaya devam etmemi söylediler ve arkadaşımı oradan uzaklaştırdılar. Bende arkadaşımı hastaneye götüreceklerini düşünüp çalışmaya devam ettim. Bir ara arkadaşımı sormak için kalktığımda ne göreyim, meğerse arkadaşımı bir yandan depo olarak kullandıkları bir yandan da namaz kıldıkları odaya götürmüşler. Halbuki 300 kişinin çalıştığı bir işyerinde bir doktorun ya da bir sağlık görevlisinin olması gerekirdi ama yoktu. Dahası herhangi bir ecza dolabı dahi yoktu. Kolonya bile bulamamışlar, bir kumaş parçasını yakıp, arkadaşımın burnuna tutmuşlar. O sırada arkadaşımın burnunu yakmaları da çabası. Bir kez daha bizim canımızın patronun hiç umurunda olmadığını anladım. Ustalara arkadaşımı neden hastaneye götürmediklerini sorduğumda bana derhal işimin başına gitmem gerektiğini söylediler. Yetiştireceğim işleri düşünmem gerekiyormuş. Ben işleri düşünürüm ama sizde bu yaptıklarınızı düşünün diye karşılık verdim. Çünkü arkadaşımın çok daha ağır bir rahatsızlığı olabilirdi ve hastaneye götürülmediği için ölebilirdi de. Ama ne de olsa bir işçinin canının ne önemi var ki! Bir işçi ölürse, dışarıda bekleyen milyonlarca kişilik işsiz ordusundan yeni birini bulabilirlerdi. İş bitiminde işlerimin hepsini yetiştirememiştim ve bu ustadan azar işiteceğim anlamına geliyordu. Usta bana başkalarına yardım edeceğime işimi yapmam gerektiğini söyledi
ve “yoksa sen zor durumda kalırsın” diye de beni tehdit etti. Arkadaşlar, bizler çalıştırdığımız makineler değiliz. Bizler her söyleneni yapıp, aralıksız çalışabilecek robotlar da değiliz. Bizler insanız! Sırf patronlar daha fazla kâr elde edecek diye hastalanıyor, canımızdan oluyoruz. Eğer patron o kadar üretim yapmak istiyorsa birkaç işçi daha alabilir. Ama birkaç işçi daha işe almak, patronun cebinden biraz daha para çıkması anlamına geliyor. Yapılacak olan belli arkadaşlar! Bu dünya öküzün boynuzları üzerinde dönmüyor. Bu dünya bizim emeğimizle dönüyor. Madem öyle, bizler haklarımızı almak için bir araya gelmeli, birlikte mücadele etmeliyiz.
Çoklar ama hiç yoklar! Tekstil işçisiyim. Yıllardır bu sektörde çalışıyorum. Uzun süredir de hiçbir sosyal güvencem olmadan çalışıyorum. Yaşım itibarı ile sigortasız çalışıyorum. Sigortası olan bir iş bulamadım. Daha önceki yıllarda sigortalı çalışıyordum. Güvencesi olmadan çalışan yalnız ben değilim, biliyorum; ama yine de kendi kendime sorup duruyordum, “Neden?” diye. Bir araştırma yapmaya niyetlendim sonuçlarını siz İşçi Cephesi okurlarıyla paylaşmak istiyorum: Türkiye’de dört milyon altı yüz bin tekstil işçisi mevcut. Bu işçilerin tam dört milyonu kayıt dışı yani hiçbir sosyal güvenceye sahip değil. Yani aslında yoklar… Peki devlet bunun farkında değil mi? Tabii ki farkında, 560-600 bin arasında kayıtlı tekstil işçisi var. Peki, kaçı sendikalı derseniz, 2009 verilerine göre sendikalı tekstil işçisi sayısı çoğunluğu dokuma sektöründe olmak üzere 86 bin 940. Bu durumu gördüğümde işin boyutları beni gerçekten şaşırttı, bu kadarını doğrusunu isterseniz beklemiyordum. Devlet güvencesiz çalışmaya göz yumuyor, bunun başka açıklaması yok. O zaman “ne yapmak lazım?” diye sorarsanız ben de bilmiyorum ama tek şey varsa oda el ele verirsek çözüm daha kolay… Hani diyorlar ya “sen yoksan bir eksiğiz” diye tam da öğle… İşte çözüm burada başlar diye düşünüyorum yani birlik beraberlikle… Kısacası, örgütlü işçi yalnız değildir.
EMEK GÜNCESİ
13
Ve UPS işçisi kazandı:
Sıra toplu iş sözleşmesinde! Dilçem Sarin, 1 Şubat 2011 TÜMTİS’e (Türkiye Motorlu Taşıt İşçileri Sendikası) üye oldukları için işten çıkartılan 163 UPS işçisi 272 gün süren direnişlerini zaferle sonuçlandırdılar. Direnişin başından beri dayanışma içinde olduğumuz UPS işçilerinin bu haklı mutluluklarını bizde İşçi Cephesi gazetesi olarak paylaşıyoruz. 1 Şubat 2011 tarihi itibariyle işe geri dönen 151 işçi İstanbul, Ankara, İzmir ve Balıkesir’deki UPS’ye ait işyerlerinde çalışmaya başladılar. Dört aylık boşta geçen süre tazminatları taraflarına ödenmiş; işe başlamayan işçiler 12 aylık brüt ücretleri tutarı ile kıdem ve ihbar tazminatlarını almışlardır. Bu direnişin adım adım kazanıma ilerlemesinde, işçisini yalnız bırakmayan TÜMTİS’in yanı sıra, TÜMTİS’in üst kuruluşları olan
ITF (Uluslararası Taşımacılık İşçileri Federasyonu) ve ETF’nin (Avrupa Taşımacılık İşçileri Federasyonu) katkıları büyük. Enternasyonal dayanışmayı ören kıta ve dünya ölçekli federasyonlara bağlı işçilerin gerçekleştirdikleri eylemler sayesinde mücadele büyümüş, direniş ileriye taşınmıştır.
zaman, “Asıl mücadele o zaman başlayacak”, oluyordu. Evet, gerçekten de UPS işçilerinin mücadelesi şimdi başlayacak. İşe geri dönmek yetmez, önce bütün UPS genelinde sendikalılaşma sağlanmalı, akabinde de toplu iş sözleşmesi gerçekleştirilmelidir. Ancak bu sayede sendikal kazanımlar kalıcı olabilir diyoruz.
UPS işçisi sınıf kardeşlerine sorumluluklarını yerine getirmiştir. Ama görevleri burada bitmiyor. Direniş süresince edindikleri deneyimleri diğer direniş alanlarına da taşımaları, oradaki mücadeleleri yükseltmeleri gerekir. Çok önemli bir sektör olan taşımacılık sektöründe elde edilen bu zafer diğer zaferlerin de kapılarını aralayacak, diğer kargo şirketlerinin işçileri de sendika hakları için mücadeleye başlayacaklardır. UPS işçisi sınıf mücadelesinde saldırı hattının genişletilmesi için önemli Yalnız iş bu kadarla kalmıyor! Direnişin ba- bir adım atmıştır. Direniş bitse de mücadele şından beri sorduğumuz, “Peki direniş bittikten bitmeyecektir! sonra ne olacak?”, sorusuna işçilerin cevabı her 272 gün boyunca sabır ve kararlılıkla süren UPS direnişinin en büyük kazanımı, çoğunlukta olan taşeron işçilerin kadrolu işçilerle birlikte sendikalı olarak içeriye girebilmesidir. Aylar öncesinde kadrolu işçilerin işe geri dönmesini kabul eden UPS patronuna işçilerin cevabı “ya hep, ya hiç!” olmuştu. Şimdiyse bu onurlu duruşları sayesinde UPS işçisi benzerine dünya genelinde dahi pek rastlanmayan bir zafer elde etmiştir.
Bericap direnişi sürüyor İC - Haber, 1 Şubat 2011 Petrol-İş’in örgütlü olduğu Bericap Kapak Sanayi Limited Şirketi’nde 23 Aralık’ta sendikalı olan dört işçi, bir gün işe gelmemeleri gerekçe gösterilerek işten atıldı. Bunun üzerine Petrolİş’te örgütlü Bericap işçileri bu keyfî işten atmaya karşı direnişe geçtiler. 40. gününe giren direniş sürüyor. 23 Aralık’tan bu yana polis ablukasına maruz kalan işçiler, patronun her türlü baskısına direndiler. 4 ve 28 Ocak’ta,
fabrikada bekleyen kolluk güçleri tarafından, sendikanın kurduğu çadır söküldü. Bir gün sonra çadır tekrar kurularak direniş sürdürüldü. Bu baskılara karşı işçiler, fabrika çev-
işçileri protesto ettiler. İşçilerin genel olarak talepleri, atılan işçilerin geri alınması, sendikaya yönelik saldırıların ve taşeronlaşmanın kaldırılmasıdır.
resinde düzenli olarak yürüyüşe geçtiler ve direnişi kırmak amacıyla içeri alınan taşeron
Patronla sendikanın görüşmelerinden şu ana kadar bir sonuç çıkmış değil. Geri adım atmayan, işçileri her şekilde yıldırmaya çalışan patrona karşı, direnişi kararlılıkla sürdüren Bericap işçilerinin anayasal bir hak olan sendikalı olma taleplerini destekliyoruz. Sendika bir haktır! İşten atmalar yasaklansın!
ULUSLARARASI
Tunus ve Mağrip devrim
14
Tunus halkı sürekli bir seferberlik ve kahramanlıkla ve tüm ülkeye yayılan bir tarihsel ayaklanm Bin Ali yönetimini yenilgiye uğratmış bulunuyor. Ayaklanmaya yol açan kıvılcım, işsiz bir genç seyyar satıcılık lisansı olmadığı gerekçesiyle arabasına el konulmasını protesto etmek için ke Uluslararası Birlik Komitesi, 18 Ocak 2011 miş olan Muhammed Enformatik eğitimi almış bu gencin kendini feda etmesi ve rejimin kolluk güçlerinin aşağılayıcılığı öyle bir etki yarattı ki, başta Fransa olmak üzere emperyalizmin hizmetindeki bu çürümüş diktatörlük rejimi karşısında önce gençlik olmak üzere tüm bir halkın sabrının sınırları aşılmış oldu. Bu aşamadan itibaren protesto gösterileri ulusal bir kalkışmaya dönüşerek tüm kentlere –ve hatta Ürdün ve Cezayir gibi ülkelere– yayıldı.
Gannuşi, başkanlığı da devraldı ve kısa süre sonra o döneme dek parlamento başkanlığı görevini yürüten Fuad Mebazaa tarafından bir “ulusal birlik” hükümeti oluşturmakla görevlendirildi. İşte bu aşamadan itibaren rejimin “hiçbir değişikliğe yol açmamak için her şeyi değiştirmeye” yönelik manevraları da başlamış oldu. Gannuşi, hükümetine ülkedeki üç etkisiz ve yasal partiden liderleri –İlerici Demokratik Parti, İş ve Özgürlükler için Demokratik Forum ve Yeniden Doğuş Partisi– ve
rüşvet şüphelilerinin araştırılmasını da kapsıyordu. Diğer yandan, halk arasında kaos ve karışıklık yaratmaya çalışan Bin Ali’nin eski muhafızlarının ve çetelerin yol açtığı yağma ve kışkırtmalar karşısında birçok şehirde ve mahallede halk savunma milisleri oluşturuldu. Bu milisler aynı zamanda rejim işbirlikçilerini bulup açığa çıkartmaya ve Bin Ali ailesinin halktan çalmış olduğu birçok mal varlığını kamulaştırma girişimlerine başladı.
Gün be gün, kendilerini gerçekten demokratik temelNe sokakları zapt eden kitleler üzeGün be gün, kendilerini gerçekten demokratik de temsil imkanı bulamayacaklarını rinde rejimin uygutemelde temsil imkanı bulamayacaklarını ananlayan pek çok ladığı vahşi saldırı –ki bu saldırı dalgası layan pek çok kesim açısından yeni hükümete kesim açısından yeni yönelik 100’den fazla ölüme yönelik güvensizlik dalga dalga yayılmakta hükümete güvensizlik dalga ve pek çok yaralıya dalga yayılmakta. En önemlisi de yol açtı– ne de Bin Ali’nin verdiği bir dizi “bağımsız” önderi de dâhil tavizler –önce 2014 seçimlerinde ederek, yeni yönetime ulusal birlikçi UGTT sendikası içinde oluşturulacak yeni hükümetin içinde Bin Ali aday olmayacağını ve ardından altı ve demokrat bir görüntü kazandırrejiminin partisinin temsil edilmeay içinde yeni seçimleri gerçekleştimaya uğraşıyordu. Ne var ki, tüm receğini vaat etmişti– bu iki yüzlü önemli görevleri ülkeyi 50 yıldan bu sine karşı çıkan güçlerin varlığı. Bu gruplar, diktatörlük boyunca ülkeyi rejimin karakterini yakından tanıyan yana diktatoryal bir yöntemle yöyöneten anlayışın, politik bir geçiş halkı ikna etmeye yetmedi. Kitle neten kendi partisi RCD –Anayasal seferberliklerinin yarattığı basınç Demokratik Oluşum– için ayırmıştı; döneminin akabinde yeniden hao denli etkiliydi ki, sonunda bu İçişleri ve Dışişleri Bakanlığı, Savun- yat bulmasından kaygı duyuyorlar. UGTT’nin batı ve güneydeki taban asker polis rejiminin sadık müttema Bakanlığı. örgütlenmeleri, eski rejimden köklü fiki UGTT –Tunus İşçileri Genel Bu manevraya Tunus halkının ilk bir kopuşu arzulamakta. Özellikle Birliği– protestolara destek vermeye tepkisi, güvensizlik oldu. Gerilimin “Yasemin Devriminin” patlak verdiği ve isyancı güçlere, koordinasyon ve ulaştığı nokta binlerce kişilik göstebölgelerdeki sektörlerle sendikanın, toplantı merkezi olarak ofislerini rici gruplarının “Devrim sürüyor... ulusal birlik hükümetine katılmaya açmaya mecbur kalacaktı. Bu gelişKahrolsun RCD” sloganları eşliğinde taraftar ulusal önderliğinin pozismelere paralel olarak işçi sınıfının sokaklara geri dönmesiyle ve Bin yonları arasında ciddi açılar oluşmuş birçok kesimi, –özellikle sağlık, Ali’nin partisinin lağvedilmesi talep- durumda. Bu cepheden reddedişin ulaşım, maden ve eğitim– demoklerinde somutlanmaktaydı. Bu esna- en önemli örneklerinden biri, 17 rasi ve iş talebiyle genel grev ilan da polisin seferberlik halindeki kitle- Ocak günü –ülkenin en önemli gelir ettiler. İşçi sınıfının devrimci sürece lere yönelik saldırısı, basınçlı su, gaz kaynaklarından biri olan– fosfat müdahalesinin ardından, rejimin bombası ve havaya ateş açmak gibi madenlerinin yoğunlaştığı Kafsa’da Bin Ali önderliğinde ayaklandırmayı yöntemlerle sürmekteydi. Gannuşi, rejim partisinin lağvedilmesi için savuşturma olanakları da tümüyle yeni vaatlerle yığınları sakinleştirip, yapılan gösteriler oldu. İşçilerin tükenmiş oldu. Nihayetinde devrik seferberlikleri sonlandırmaya çalıştı; gösterileri sonunda 18 Ocak günü, başkan ve şürekâsı, 15 Ocak günü talep eden tüm politik örgütlenmeler konfederasyon önderliği, Gannuşi sadık müttefikliğini yaptıkları Nicogelecek seçimlere yasal olarak katılhükümetinde yer alan üç üyesini geri las Sarkozy tarafından reddedildikten ma hakkını kazanacaktı, seçimler altı çekmek zorunda kaldığı gibi, RCD sonra Suudi Arabistan’a sürgüne ay içinde gerçekleştirilecekti, siyasi partisinin de kapatılmasını talep gönderildi. mahkumlar hapislerden salıverilecek- etmeye başladı. İlerlemekte olan devrim ti. “Değişiklikler” ayrıca, (istihbarat Seferberliklerin bir ayı doldurduğu servisinden sorumlu) Enformasyon Bin Ali’nin sürgüne gidişiyle birKafsa, Kassarin, Sidi Bu Zeyd ve Bakanlığı’nın tasfiyesini ve tüm likte rejimin başbakanlığını üstlen-
Tala şehirlerinde, yerel yönetimin ve polisin kaçışıyla, kitleler güvenlik, gıda temini, sağlık ve temizlik hizmetlerini, oluşturdukları halk komiteleriyle düzenlediler. Kimi örneklerde seçimlerle işleyen bu komiteler, çoğunlukla rejime karşı mücadele eden sendikacılar, öğretmenler ve avukatlardan oluşuyor. Bu komiteler, rejimle uzlaşmacı bir geçiş sürecine karşı protesto çağrılarında bulunmaya devam ediyor. Devrimimizi çalmalarına izin vermeyelim! Tüm göstergeler, Tunus’taki asker polis rejiminin ABD ve Avrupa emperyalizmlerinin desteklediği ve emperyalizm yanlısı burjuva partileri tarafından oluşturulan bir parlamento aracılığıyla, bir yandan demokratik gericilik diğer yandan da baskı politikalarıyla, sürmekte olan devrimi sönümlendirmeye çalışacağının altını çizmekte. Kimi kez Bin Ali yönetimindeki bazı yolsuzlukları araştıracak olsa bile, temelde kamu şirketlerinin özelleştirilmesi sürecine devam edecek, kimi kez eski rejimin bazı üst düzey kolluk güçlerini cezalandırsa bile devlet şiddeti mekanizmasını imha etmeye yanaşmayacak, politik partilere yasallık hakkı tanısa bile “terörizme karşı mücadele” bahanesiyle tüm devrimci akımlara darbeler indirecek bir hükümet ve parlamentodan söz etmekteyiz. Ama emperyalizmin ikiyüzlü manevraları, eski rejimin bir aparatı olan RCD partisince yeni bir hükümet oluşturulmasından ibaret
mi ilerliyor!
ma sayesinde, eski diktatör başkan Zeynel Abidin olan Muhammed Bouazizi’nin 17 Aralık tarihinde endini ateşe vermesiyle parlayıverdi değil; bir yandan Sarkozy Paris’te bir “sürgün hükümeti” oluşumuna ön ayak olurken, diğer yandan Büyük Britanya 1989 yılından bu yana Londra’da sürgünde bulunmakta olan İslamcı parti Ennadah’ın lideri Raşid Gannuşi’yi Tunus’a göndermeye hazırlanıyor. Ayrıca ABD, Bin Ali rejiminin üst düzey yetkilisi olan ve Dünya Bankası’yla yakın ilişkilere sahip Mustafa Kamel Nabli’nin Tunus merkez bankasının başına direktör olarak yerleştirilmesiyle ülkenin uluslararası kapitalist pazardaki sürekliliğini garanti altına alıyor.
sarfettiği sözlerde açıkça görülüyor. Pazartesi Avrupa Parlamentosu, Tunus devriminin desteklenmesi ve diktatörlüğün kınanması önerisini, sağ kanat ve sosyal demokrat oylarla, reddetti.
Tüm partilere yasallık tanınması ve tüm güçlerle donanmış, hükümran bir kurucu meclisin oluşturulması eski rejimin son bulmasının ve gerçekten demokratik bir sisteme doğru ilerleyişin garantileri olacaktır. Diğer yandan herkes adına onurlu iş ve ücretler temelinde yükselen adil bir ekonomi için Bin Ali şürekasının Tunus devriminin geleceği, işçi sını- halktan çaldığı mal varlıklarına el fının, UGTT tabanının ve gençliğin konulması ve emperyalist kuruluşlasürekli seferberliğine ve halk milisleri- rın kamulaştırılarak işçilerin kontrolü nin yaygınlaşmasına, merkezileşmesi- altında merkezileşmiş bir ekonomik ne ve kalıcılaşmasına bağlı. RCD’nin plan oluşturulması temel önem taşıkapatılması ve rejimin baskı aygıtları- maktadır. Tunus halkının üstleneceği nın –polis ve ordu– işçi sınıfı ve halk bir dış borç yoktur. Var olan borcu örgütlerince tasfiyesi, kuruluşundan Bin Ali, ailesi ve eski rejimin hırsızları itibaren ödesin! BonaparTunus devrimi, emperyalizme ve tizmle onun Mağrip’teki hizmetkâr hükübelirlenen metlerine yönelik ilk darbe olacakbir rejimin tır. Daha şimdiden Mısır, Cezayir, son bulFas, Moritanya, Ürdün ve Suudi ması adına Arabistan’da seferberlikler başlamış atılacak ilk durumda. Libya lideri Kaddafi, diktaadımlar törün sonunu getiren tehdit karşıolacaktır. sında duyduğu korkuyla Bin Ali’ye Bu rejim, övgüler yağdırıyor. Emperyalist ülemperyakeler Kuzey Afrika ve Ortadoğu’daki lizm açısın- yağmalarına kaldıkları yerden devam dan yarı edebilmek için, Tunus’ta süratle “norsömürge male dönülmesini” istiyorlar. Tunus’ta bir ülke işçi sınıfının ve halkın devrimci bir olarak Tu- zaferi, yalnızca bölgedeki durumu nus üzerin- tümden değiştirmekle kalmayacak, deki hâkimiyetini pekiştirmek ve aynı aynı zamanda Arap halklarının polizamanda tüm Mağrip’te Arap halkla- tik ve sosyal kurtuluşu doğrultusunda rına boyun eğdirmek için Tunus’u bir güçlü bir itki sağlayacaktır. sıçrama tahtası olarak kullanmakta Tunus işçisinin ve gençliğin zaferi mükemmel bir araçtır. için uluslararası dayanışma zorunBu yüzden, Avrupa Birliği ve özelludur. Avrupa’daki işçi örgütleri ve likle Fransız emperyalizmi son ana demokratik örgütler, mevcut devrimi kadar Bin Ali’yi destekledi. Emperdesteklemeye öncelik vermelidirler. yalizmin diktatörlükle işbirliği, geçen Yaşasın Tunus devrimi! hafta sokaklarda göstericiler öldürülürken ayaklanma karşıtı güçlerin Yaşasın uluslararası Arap devrimi! oluşturulmasını öneren Fransız DışişEmperyalizm Mağrip’ten dışarı! leri Bakanı Michèle Alliot-Marie’nin
ULUSLARARASI
15
Tam teslimiyet Tarık Ali
deşik birkaç himaye yönetimine daha imza atmadan Filistin’in Geçtiğimiz ay içerisinde elyıkılmasını istiyorlardı. Hamas Cezire’de yayımlanan kimi belortadan kalksın istiyorlardı. geler FKÖ’nün Filistin davasına FKÖ kabul etti. Son Gazyaptığı ihanetleri ve Siyonizm ile ze saldırısı, Abbas ve Hüsnü iş birliğini ortaya koymakta idi. Mübarek’in onayıyla gerçekleşti, Konuya ilişkin Tarık Ali taraWashington ve onun AB’sinden fından hazırlanmış ve ilk olarak bahsetmiyorum bile. Kelimenin London Review Blog’da yayımtam anlamıyla FKÖ her şeyini lanmış olan bu yazının çevirisi sattı. Parayla satın alındılar ve Filistin İçin İsrail’e Karşı Boykot uşak gibi muamele gördüler. Girişimi tarafından yapılmıştır. Camp David’de Ehud Barak ve Bil Clinton’un Arafat’ın zirveBu hafta el-Cezire tarafından den ayrılmasını durdurmak için yayımlanan “Filistin Belgeleşakacıktan kefiyesini çekiştirri”, birçok Filistinlinin uzun dikleri bir TV çekimi var. Üçü zamandır şüphelendiği şeyin de gülüyor. Filistin’deki birçok detaylarıyla doğrulanmasıdır: liderleri en utanç verici biçimde FKÖ destekçisiyse el-Cezire’yi seyredip liderlerinin ihanetinin İsrail ve Birleşik Devletler ile boyutlarını ve mutlak sinizmini işbirliği içinde. Rezillikleri en çirkin ayrıntılarıyla açıklanıyor. anladıkça gözyaşlarını boğuO zaman çok az kişi bunu kabul luyor olmalı. İsrail/ABD/AB sacayağı Filistin seçimlerinin soetmesine rağmen bu süreç, Edward Said’in London Review of nuçlarını hiçe sayarak Hamas’ı Books’ta “Filistin Versay’ı” diye askeri yoldan ortada kaldırmaya niçin o kadar hevesle çalışıyornitelediği, o göklere çıkarılan du, şimdi biliyoruz. Oslo Anlaşmaları ile başladı. FKÖ liderliğinin neleri teslim İki devletli çözüm artık öletmeye razı olduğunu görse müştür ve İsrail ile FKÖ taraEdward Said bile şaşırırdı: kendi fından cenazesi kaldırılmıştır. maaşları hariç neredeyse her şey! Bağımsız bir Filistin devleti Zayıflıkları, yetersizlikleri ve olabilecekmiş gibi davranmak alçaklıkları şimdi kamuoyuna herkes için (BBC için bile) mal oldu. imkânsızdır. Uzun bir akşamŞimdi biliyoruz ki bu tam bir dan kalmalık, işgal altındaki Filistin’i sarıp sarmalıyor, fakat teslimiyetti, FKÖ’nün vassalı İsrail beğensin beğenmesin, bir olduğu İsrailli beyler gene de gün bu bölgede tek bir devlet anlaşma imzalamayı reddetti. olacaktır, muhtemelen bu yüzyıl Basındaki dostları da, işi yoson bulmadan. Soykırımı bir kuşa sürüyor diye Filistinlilekenara bırakırsak tek mümkün ri suçladılar. Onlar koşulsuz denetimleri altında olacak delik çözüm budur.
Ortadoğu’da devrim yangını! Tunus Devrimi’nin açığa çıkardığı enerji, Ortadoğu coğrafyasına dalga dalga yayılıyor. Tunus’taki devrimci sürecin gelişmesiyle beraber Cezayir, Ürdün, Moritanya ve Yemen’de benzer taleplerle kitlesel protesto hareketleri patlak verirken, özellikle Mısır’daki isyan dalgasının Mübarek rejimini düşürmesi an meselesi. Kitle hareketleri sonucunda Tunus’taki diktatörlük rejiminin ağır darbeler alması ve 23 yıldır ülkeyi yöneten Bin Ali’nin ülkeyi terk etmesi, benzer rejimler altında bulunan Arap halkları için de önemli bir ilham kaynağı oldu. Tıpkı Tunus’taki gibi kitleler, işsizliğe, yoksulluğa, hayat pahalılığına karşı taleplerle, baskı rejimlerinin yıkılması ve demokratik hak ve özgürlükler için harekete geçtiler. İsyan dalgası Ürdün’de hükümetin düşmesine neden olurken, Yemen ve Mısır’daki seferberlikler, 30 yıllık diktatörleri alaşağı etmek üzere.
gerçekleştirdiği kitlesel ve militan grev hareketlerine tanık olduk. Öte yandan emperyalizmin dolaysız desteği, sıkıyönetim ve göstermelik seçimlerle, 32 yıldır iktidarda bulunan Hüsnü Mübarek ve partisine karşı, geçtiğimiz aylardaki hileli parlamento seçimleri sonrasında, kitlesel protestolar gerçekleşmişti. Fakat Tunus’taki devrim süreci, öfkeli Mısır emekçi halkı için, ihtiyaç duyduğu kıvılcım işlevini gördü ve büyüyen isyan dalgası, Mübarek rejiminin ölüm fermanını ilan etti.
Mısır’da patlak veren devrimci durum ise, bugünlerde sürece damgasını vurmuş durumda. Esasında Mısır’da, ekonomik ve demokratik taleplerle Mübarek rejimine karşı mücadele yeni başlamış değil. Son yıllarda ülkede, tekstil işçilerinin
‘Eylem günü’ ilan edilen 25 Ocak’tan itibaren, “Mübarek defol!” sloganlarıyla, işsizliğe, yoksulluğa, yolsuzluğa karşı taleplerle seferber olan Mısırlı kitlelerin protesto dalgası giderek büyüdü. Yüz binlerce kişinin günler boyunca sokakları zapt ettiği bu süreçte, Mübarek kitle hareketini bastırabilmek için her yolu denedi. Önce, internet ve cep telefonu iletişimi kesildi, sokağa çıkma yasağı ilan edildi, polis kitlelerin üstüne vahşice saldırdı. Tüm bunlar, daha fazla insanın
Kitleler Yemen’de de ayakta! Ortadoğu’da Tunus’un ardından rejimin sallandığı tek yer Mısır değil. 32 yıldır Abdullah Salih tarafından demir yumrukla yönetilen Yemen’de de, kitleler Tunus ve Mısır’dakine benzer taleplerle ayaklanmış durumda. İsyan dalgasının giderek büyüdüğü Yemen’de, geçtiğimiz hafta başkent Sanaa’da, Cumhurbaşkanı Salih’in istifası ve işsizlik ve yoksulluğa karşı taleplerle, on binlerce kişinin katıldığı gösteriler düzenlendi. Seferberliklerin yükselişiyle, tıpkı Bin Ali ve Mübarek gibi manevralar yapmaya başlayan Salih, bir sonraki seçimlerde aday olmayacağını ve oğlunu da aday göstermeyeceğini açıkladı
ve ekonomik reformlar vaat ederek kitleleri yatıştırmaya çalıştı. Kitleler ise, Bin Ali ve Mübarek’in manevraları nasıl cevap bulduysa, Salih’e de o şekilde cevap verdi. Salih’in açıklamasının ardından, ‘öfke günü’ ilan edilen 3 Şubat’ta, o zamana kadarki en büyük eylemler düzenlendi ve 20 binden fazla kişinin katıldığı protestolarda, Salih’in derhal istifası çağrısında bulunuldu. Yemen, nüfusun yüzde 25’inin günde 2 dolardan az bir parayla yaşamak zorunda kaldığı ve nüfusun yüzde 30’dan fazlasının ise kronik yoksulluk çektiği, Ortadoğu’nun en yoksul ülkesi. İşsizlik oranı ise yüzde 40’ı aşıyor.
daha büyük bir öfkeyle mücadeleye atılmasından başka bir işe yaramadı. Ardından, Mübarek göstermelik vaatlerde bulundu ve hükümet değişikliğine gitti. Bu manevraları da işe yaramayınca, “Mübarek taraftarları” kılıfıyla, rejimin paralı artıkları kitlelerin üzerine saldırtılarak, halk sokaklardan süpürülmeye çalışıldı. Ne var ki, kitlelerin verdiği onlarca ölüye rağmen, kahramanca mücadelesi, alanlarını barikat barikat savunusu, bu önlemi de boşa çıkardı. Şimdiyse, devrimin ikinci ve daha zor safhasına geçmek üzereyiz. Mübarek’in gidişi artık an meselesi. Fakat emperyalizm ve Mısır burjuvazisi, Mübarek’in gidişiyle, demokrasiye “düzenli geçiş” adı altında, devrim sürecini parlamenter demokratik cendereye hapsetmeye, kitleleri evlerine yollamaya çalışarak, devrimi kitlelerin elinden çalmanın hesabı içinde. Mübarek’in gidişiyle Mısır’da mücadele, emperyalizmin ve burjuvazinin “demokrasiyi, düzeni ve istikrarı” sağlama çabasıyla, emekçilerin komiteleriyle, bağımsız sendikalarıyla devrim sürecini ilerletme çabası arasında yaşanacak.
İC - Haber, 5 Şubat 2011
OSTİM’de cevapsız kalan sorular
İC - Haber Ankara, 4 Şubat 2011
Ankara Ostim Organize Sanayi bölgesinde 4 katlı bir iş merkezinde meydana gelen patlamada ölü sayısı 7’ye ulaştı, onlarca kişi yaralandı. Yenimahalle’deki OSTİM Sanayi sitesinde bulunan Mega Center içindeki jenaratör üretim tesisinde meydana gelen şiddetli patlama sonucu, dört katlı binanın iki katı tamamen çökerken, üretim tesisinde çalışan 40-50 kadar işçinin de enkaz altında kaldığı öne sürüldü. Patlamanın gerçek sebebi hâlâ bilinmiyor. Alanda incelemelerde bulunan Yenimahalle Belediye Başkanı Fethi Yaşar’ın yanı sıra, olay yerine gelen Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek gazetecilerin soruları üzerine patlamaya doğal gaz sıkışmasının neden olmadığını belirtti. Gökçek: “Burası hidrolik makine üreten bir sanayi kuruluşu. Burada özellikle oksijen tüpü ve normal tüp kullanıyorlarmış. Kesin doğru olmayabilir, ama büyük bir ihtimalle işçilerin yanlış bir uygulamasından tüp patlaması olabilir ve patla-
yan tüp diğer bir tüpü etkilemiş olabilir.” dedi. Belediye başkanının olaylar karşısında suçu işçilere atıyor olması akıllara başka bir soruyu getiriyor: Doğru söylüyor olsanız dahi, işçilerin çalışma koşulları ve bilgilendirmesi konusunda sorumlu olan Mega Center Jenaratör üretim tesisi yöneticilerinin patlama konusunda hiç mi ihmali yoktu? Ölen 7 kişinin yakın-
çalışma koşulları ve yaşam standartları hâlâ aynı. Yetkililer bu konuda da suskunluğunu sürdürüyor. Çok ağır koşullarda ve hayatları hiçe sayılarak çok düşük ücretlerde çalıştırılan işçiler, tüm bunlar yetmiyormuş gibi bir de suçlu durumuna sokulmak isteniyor. İşçilerin bu durum karşısında yaslanabilecekleri yasaların yokluğu da bir diğer sorun olarak karşımıza çıkıyor.
Kendi varlıklarını devam ettirmek isteyen işverenler ve bunun en büyük koruyuculuğunu yapan devletin bu konudaki suskunluğu bu sistemde işçilerin hayatlarının anlamı olmadığı gerçeğini bir kez daha gösteriyor. Böylesi çarpık ve çürümüş bir düzenin devamı için tek bir hayatın bile kaybedilmesine göz yummak, sessiz kalmak imkânsız. Sermayesini büyütlarının ve yaralanan 50 kişinin bundan sonraki mekten başka bir derdi olmayan işverenden süreçte hayatlarını nasıl idame ettirecekleri ölümlerin hesabını sormak yerine, suçu işçiye sorusuna ise herhangi bir cevap alamıyoruz. yükleyen devlet yetkililerine söyleyecek bir Bilindiği gibi tersane işçileri, kot taşlama sözümüz var: Tüm bu ölümlerin hesabını işçi işçileri ve daha niceleri de güvencesiz çalışma sınıfı sizden soracak ve tüm suskunluğunuzu koşulları nedeniyle hayatını kaybediyor. Ağır bozacaktır!
www.iscicephesi.net