Ic30

Page 1

Seçim sonuçları üzerine

Aylık Siyasi İşçi Gazetesi • Sayı: 30 • Haziran 2011 • Fiyatı: 2 TL

»8

2011 Genel Seçim sonuçları mecliste kazandığı 326 milletvekilliği ile AKP’yi yeniden birinci parti ilan etti. Onu sırasıyla 135 ve 53 milletvekilliği ile CHP ve MHP izliyor. Diğer partilerin hiçbiri yüzde 10 barajını geçemezken, hepsinin toplam oyları yüzde 5’e bile ulaşmadı. Emek, Demokrasi ve Özgürlük Bloğu ise 36 bağımsız adayını baraj engelini aşarak meclise göndermeyi başardı...

Seçimlerin ardından

Yeni bir mücadele dönemi

12 Haziran genel seçimine AKP ile Emek, Demokrasi ve Özgürlük Bloku’nun başarısı damgasını vurdu. Katılımın yüzde 87 gibi oldukça yüksek bir seviyede olduğu seçimde, 9 yıllık bir iktidar sürecinin ardından AKP, oyların yüzde 50’sini alarak önemli bir başarıya imza attı. Öte yandan, AKP bu seçimde oylarını artırmasına rağmen, milletvekili sayısı 341’den 326’ya düştü ve tek başına anayasa değişikliği yapabilmek için gerekli 330 milletvekili sayısına ulaşamadı.

elinden alınması pahası yaşanmasına karşın, bu durum orta sınıflarda ve emekçi kesimlerde, yaşam düzeylerinin yükseleceğine dair beklenti yaratmayı sürdürmektir.

Bu noktada, dünya ekonomik krizinin bütün şiddetini Türkiye’de de hissettirdiği 2009 yerel seçim döneminde, AKP oylarının yüzde 38’e düştüğünü hatırda tutmak gerekiyor. Bu dönemin ardından, dünya çapında kamu kaynaklarının şirketlere hibe edilmesi, devasa miktarda para basımı (ABD) ve kemer sıkma poBu durum tam da patronların, litikaları (Avrupa) sayesinde dünya finans çevrelerinin istediği bir ekonomisinde yaşanan kısmi ve tablo ortaya çıkardı. AKP’nin geçici ekonomik toparlanmanın tek parti iktidarının sürmesi Türkiye’ye yansıması ve ekonomik sayesinde, kârlarını her geçen yıl büyümenin devam etmesi, AKP’ye katlamalarını sağlayan ekonomik olan güvenin sürmesine ve oylarını ‘istikrar’ın ve işçilere, emekçi halka artırmasına neden olmuştur. dönük ekonomik saldırı progKılıçdaroğlu’nun ‘yeni CHP’si ramının ilerletilmesi bir dönem oy oranını ve milletvekili sayısını daha garanti altına alınmış oldu. artırmasına karşın, ortaya koyBununla birlikte patronların duğu iddia ve yarattığı beklenti denetimsiz bir güç kazanmasını ölçüsünde, kitleler nezdinde istemediği AKP’nin, parlamento- henüz ciddi bir alternatif olamada anayasa değişikliği için mutlak dığını göstermiş ve hayal kırıklığı bir çoğunluk elde edemeyişi, yeni yaratmıştır. Bahçeli önderliğindeki bir anayasa çerçevesinde, düzen MHP de, barajı geçme ‘başarısı’nı partileri arasında bir ‘siyasi uzlaş- göstermesine karşın, iç sorunlarma’ ihtimali doğurdu. dan azade değildir. Bu iki partinin AKP 9 yıldır iktidarda olmasına rağmen oylarını artırmayı ve her iki seçmenden birinin oyunu almayı nasıl başarabildi? Bunun için pek çok sebep sayılabilir fakat bize göre bunun temel nedeni, AKP iktidarı döneminde yaşanan kesintisiz ekonomik büyümede yatıyor. Ekonomik büyüme ve ‘istikrar’ süreci, işçi ve emekçi kesimlerin yoğun sömürüsü ve haklarının

önümüzdeki dönemde yaşayacağı iç tartışma süreci, bu süreçten çıkış biçimi ve yeni anayasanın yapım sürecine karşı alacakları tavırların belirleyici politik önemleri olacaktır. Seçimlerin bir diğer galibiyse Emek, Demokrasi ve Özgürlük Bloku’dur. Yüzde 10 seçim barajına,

bütün engellemelere ve yasaklamalara karşın, 36 milletvekili çıkarmayı başararak Blok, Kürt halkının mecliste daha güçlü bir şekilde temsilini sağlayacağı gibi, sosyalistlerin de mecliste yer bulmasına imkan verecek. Bu bağlamda önümüzdeki dönemde, politik sürecin muhtevası düşünüldüğünde, Blok milletvekillerine hayati önemde sorumluluklar düşecek. Seçimlerin ardından önümüze yeni bir mücadele dönemi açılıyor. Yeni anayasa süreciyle, baskı ve şiddet rejiminin demokratik kırıntılarla vaftiz edilerek kutsanmaya hazırlanıldığı, emekçi kesimlere dönük ekonomik karşıdevrim sürecinin ilerletileceği bir dönemin arifesindeyiz. Bu dönemde, aldığı yüzde 50 oy oranı ve güvenoyuna rağmen AKP’nin işi ise, sanıldığı kadar kolay olmayacak. Dünya ekonomik krizinin yeni dalgalarının kapıda olduğu ve kırılgan Türkiye ekonomisini de girdabına alacağı, Ortadoğu ve Güney Avrupa’da devrimci süreçlerin ve kitlesel mücadelelerin yükseldiği, Kürt halkının ulusal hakları için seferberliklerinin rejimin meşruiyetini giderek sarstığı bir dönemde, AKP’nin ajandasındaki programı uygulaması pek çok engelle karşılaşabilir. Egemen sınıfların AKP önderliğinde gerçekleştirmeye hazırlandığı yeni saldırı programına karşı, işçi sınıfı önderliğinde ezilen ve sömürülen kesimlerin direniş hattının inşası, önümüzdeki dönemin de başlıca görevini oluşturuyor.

İşçi Cephesi, 14 Haziran 2011

»3 Son bir ayın emek güncesi

»4 2011 seçimleri ve yeni dönem

» 10 Seçimler, Kürdistan: Sonuçlar ve olasılıklar

» 14 Meydanlar sosyalistleri cezalandırdı


2 » 2

İLAN TAHTASI

Peter Norman’ın hayatı ve

İLAN TAHTASI

protestosu

Sedat Durel, 15 Haziran 2011 Yanda duran fotoğraf 1968 Meksika Olimpiyatları’nın akla kazınan manzarası olmuştu. Birincilik ve üçüncülük derecelerini kazanmış iki siyahi atletin ırkçılığı deri eldivenleri ile protesto edişi, on yıllar boyunca pek çok devrimci ve ırkçılık karşıtına ilham olacaktı. Ortada duran (birinci) Tommie

SAYI: 30 • HAZİRAN 2011 Aylık Siyasi İşçi Gazetesi (Aylık Yerel Süreli Yayın) Sahibi ve yazı işleri müdürü Atakan Çiftçi (Enternasyonal Yayıncılık) Yönetim yeri Şehit Muhtar Mah. Süslü Saksı Sok. No: 19/6 Beyoğlu - İstanbul 1 yıllık abonelik Yurtiçi: 25 TL • Yurtdışı: 25 € Her türlü haberleşme ve abonelik talebi için e-posta adresimiz iscicephesi@gmail.com Baskı Estet Ajans Matbaacılık Merkezefendi Mah. Fazılpaşa Cad. 4. Zer San. Sit. No: 16/26 Topkapı - İstanbul Fiyatı: 2 TL

Smith ve sağda duran (üçüncü) John Carlos’un bu protestosu, onların profesyonel spordan dışanmaları ve spor kariyerlerinin sonlanması anlamına gelecekti. Hikayenin en iyi bilinen kısmı bu.

musun?” Peter Norman cevaplar: “Evet inanıyorum.” Bunun üzerine Carlos aklıllarındaki protesto fikrini Norman’a açar. Norman da bu protesto fikrini desteklediğini belirtir. Hatta beyaz atlet bu fikre katılmakla kalmaz, prtestonun bir çift deri eldiveni giyen iki siyah atletin, eldivenli ellerini tam da Amerikan marşınınn okunduğu anda yumruk yaparak havaya kaldırmaları ile gerçekleşmesi fikrini de üretir.

Ancak az bilinen bir kısmı da var ki, o da ‘68 Meksika Olimpiyatları’nda ikinci olan atlet Peter Norman’ın hikayesidir. ‘68 Meksika Olimpiyatları, yalnızca iki siyahinin sporculuk kariyerlerinin bitmesine sebep olmamış, bu onurlu Böylece onurlu bir beyazın, fakirprotestoya fikir babalığı yapan liği betimlemek için çıplak ayakla rekortmen bir beyazın da kariyerini kürsüye gelen iki mücadeleci siyaha sonlandırmıştı. verdiği destek ile dünya tarihine kazınan, fotoğrafta gördüğümüz ırk‘68 Olimpiyatları’nda 200 metre çılık karşıtı protesto gerçekleşiverir. koşusu tamamlandığında 3. gelen siyahi atlet, 2. gelen beyaz atlete sorar: “İnsan haklarına inanıyor

Bilanço, siyahi atletlerin afaroz edilmesi ile sınırlı değildir. Hiçbir

Avusturalyalı atletin, halen hızını geçemediği Norman da, bir daha hayatı boyunca hiçbir turnuvaya katılamayacaktır. Hatta yaşadığı ciddi mali sorunlardan ötürü açlık dahi çekecektir. Ancak yaşanan tüm acılar bu üç atlet arasında ebedi bir dostluk kurar. Ve 3 Ekim 2006’da yoksulluk ve dışlanmışlık içerisinde ölen Peter Norman’ın cenazesini yine en önde duran iki siyahi atlet taşır. Irkçı söylemlerin böylesine yüksek perdeden söylenebildiği bir ülkede, Emek Demokrasi ve Özgürlük Bloku’nun edindiği bu büyük seçim zaferinin hemen ardından, bu üç onurlu sporcuyu anımsama fırsatını yakalayıp, insanlığımızla gurur duyuyoruz.

Ne savunuyoruz? Neyi hedefliyoruz?

İşçi Cephesi, Troçkist bir yayın organıdır. Türkiye’de devrimci bir işçi partisinin inşası için mücadele ediyoruz. Hedefimiz sosyalist devrim, kapitalizmin ilgası ve sosyalizmin inşasıdır. İşçi sınıfının ve

gençliğin mücadelesini destekliyor, işçi demokrasisinin yaygınlaşması için uğraş veriyoruz. Sermayenin baskı ve şiddet rejimine karşı mücadele ediyoruz ve halkların kendi kaderlerini tayin hakkını

destekliyoruz. Mücadelemiz uluslararası ölçeklidir ve kendimizi, işçi sınıfının dünya partisi olan IV. Enternasyonal’in yeniden inşasının bir parçası olarak görüyoruz.


EMEK GÜNCESİ

3

Son bir ayın grev, direniş ve mücadele güncesi İC - Haber, 14 Haziran 2011 Sağlık emekçileri Sağlık emekçileri Bursa ve İstanbul’da haklarını arıyor. Bursa Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi’nde taşerona karşı mücadele yürüten Devrimci Sağlık-İş 9 Haziranda iş bıraktı. Sendika, mahkemece verilen “taşeron sağlık işçileri hastanenin asıl işçileridir” kararını esas alan bir mutabakat imzalamak istiyor. Hastane yönetimine 16 Hazirana kadar zaman tanındı. İstanbul Üniversitesi Çapa Tıp Fakültesi Hastanesi’nde ise Taş-İş Der (Taşeron İşçileri Dayanışma ve Yardımlaşma Derneği) 7 Haziran günü “yıllık ücretli izin”, “kıdem tazminatı”, “kreş”, “kadrolu iş”, “taşerona son” talepleriyle bir eylem düzenledi.

Hizmet sektörü Burger King çağrı merkezinde çalışan 4 işçi sendikalı oldukları için çeşitli bahanelerle işten çıkarıldı. Tez Koop İş öncülüğünde 30 Hazirana kadar çağrı eylemi düzenlenecek. Destek vermek için yapmanız gereken: “444 54 64 Burger King’i arıyoruz, 1’i tuşluyoruz; ‘Sendikalı olma mücadelenizi destekliyoruz; sipariş yok, destek var!’ diyoruz.” Gelişmeleri Facebook’taki “Sipariş yok, destek var” grubundan takip edebilirsiniz.

Maden sektörü Elazığ’da bulunan Ferrokrom fabrikasında çalışan 200 işçi daha iyi çalışma şartları ve sendika hakkı için 31 Mayıs günü iş bıraktı. İş kazalarında 5 yılda 19 işçinin hayatını kaybettiği madende işçiler “tatil hakkı, ücretlerin artırılması, bayram tatillerinde ek ücret verilmesi, sendika hakkı” istiyor. Metal sektörü

Kocaeli’deki Körfez Döküm işçileri Birleşik Metal-İş’e üye oldukları için işten atılıp mücadele Toplu iş sözleşmesinde anlaşma- edenlerden. 10’dan fazla işçinin ya varamayan Metro Grosmarket atıldığı fabrikada geçen sene de işçileri, Sosyal-İş Sendikası öncülü- kriz bahanesiyle 100 işçi işten ğünde greve gidiyor. 7 Haziranda atılmıştı. alınan kararla Metro’ya bağlı 19 Düzce Organize Sanayi Bölgemağaza, bir depo ve genel müsindeki Mas Daf fabrikasında da dürlükte grev ilan edildi. Sendika yine Birleşik Metal-İş’e üye olan insani çalışma koşulları ve ücret 120 işçi yaklaşık 5 aydır direnişte. artışı talep ediyor.

Talepleri yine sendikalı olabilmek. Deri sektörü Deri İş Sendikası’na üye oldukları için işten atılan Tuzla Organize Sanayi Bölgesindeki Kampana Deri işçileri de 90 küsür gündür sendikal hakları için ve taşerona karşı direnişlerini sürdürüyor. Son olarak Ontex ve PTT işçileri de işten atılmalara karşı direnişlerine devam ediyor. Her cumartesi Galatasaray’dan Taksim Meydanı’na yürüyen işçilere pek çok kurum ve sendika da destek veriyor. Bu saydıklarımızın dışında da pek çok yerde grevler, direnişler ve eylemler sürüyor. Güncel haberler için sitemizi, Facebook ve Twitter sayfamızı takip edebilirsiniz.

Kamuda toplu sözleşme süreci devam ediyor Salih Şimşek, 12 Haziran 2011 250 üyeyi temsil ediyor. Kamuda çalışan ve 101 işyerinden 230 bin işçinin haklarını ilgilendiren toplu iş sözleşmesi için görüşmeler seçim sonrasına ertelendi. 2012’nin Ocak, Şubat ve Mart aylarında yürürlüğe girecek toplu iş sözleşmesi için Trabzon’da biraraya gelen Devlet Bakanı Hayati Yazıcı ve Türk-İş Genel Başkanı Mustafa Kumlu öncülüğündeki kurul 1,5 saatlik bir toplantı gerçekleştirdi. Türkİş’i temsil eden Kamu Kesimi Toplu İş Sözleşmeleri Koordinasyon Kurulu, Demiryol-İş, Genel Maden-İş, Haber-İş, Harb-İş, Maden-İş, Petrol-İş, Şeker-İş, Tarım-İş, Tek Gıda-İş, Tes-İş, TezKoop-İş, TOLEYİS, Türk Metal ve Yol-İş’ten oluşuyor. Petrol-İş’in tepkisi ve talepleri Türk-İş’in görüşme sürecini iyi yönetemediğini ve hükümetin de ciddi adımlar atmadığını belirten Petrol-İş ise 30 Mayıs günü bir saatlik işe geç başlama eylemi düzenledi. Petrol-İş, TPAO, BOTAŞ, Eti Maden, Makina Kimya, Afyon Alkoloid işyerlerinde çalışan 6 bin

puan olması, Petrol-İş Genel Başkanı Musta- • Çerçeve protokolüne işyeri sorunlarının çözümünü engellefa Öztaşkın yaptığı açıklamada, yecek hükümlerin konmaması, kamu toplu iş sözleşmelerinin hem ilgili sendikalar hem de • Yılbaşındaki ücret seviyelerinin Türk-İş tarafından doğru bir plan- yıl sonuna kadar korunmasını lamayla yapılmadığını belirtti. sağlayacak tedbirlerin alınması, Petrol-İş’in talepleri şunlar: • İşletmelerdeki müteahhit-taşe• Kazaron uygunılmış lamalarına hakların son verilkorunmesi. ması ve Kamu 4857 toplu iş sözsayılı leşmelerinYasa’nın de sürecin esnek hızlandırılçalışmaması ve taleplerin gerçekleşmesi ya ilişkin hükümlerinin toplu iş için hazır olduklarını ifade eden sözleşmelerinde yer almaması, Öztaşkın, 230 bin kamu işçisinin • Düşük ücretlerin iyileştirilmesi ortak mücadelesinin örgütlenmesi ve işyerlerindeki ücret dengesiz- gerektiğine inandıklarını açıkladı. liklerinin giderilmesi, Harb-İş de ayakta • İşyerlerinde ilk giriş ücretleri23 bin üyeyi temsil eden Türk nin en düşük memur maaşları Harb-İş Sendikası da gelişmelerin da gözetilerek 1500 TL’den az olmayacak şekilde belirlenmesi, yavaşlığından şikayetçi. Nitekim geçtiğimiz hafta çeşitli illerdeki • Ücret zamlarının birinci yıl için basın açıklamalarının yanında, yüzde 20 oranında, ikinci yıl Kartal E-5 yolunu yaklaşık bir için gerçekleşen enflasyon artı 4

saat trafiğe kapatarak tepkilerini gösterdiler. Eyleme Birleşik Metalİş, Eğitim Sen, Genel İş, Yol-İş ve MAS-DAF işçileri de destek verdi. Basın açıklamasında “Türk-İş yöneticilerini açık, somut ve etkili tutum almaya, hükümet yetkilileri ile yapılan tüm görüşmeleri üye sendikalarla ve kamuoyu ile paylaşmaya; toplu sözleşme kapsamında olsun ya da olmasın tüm sendikaları ve üyelerini el ele, omuz omuza dayanışmaya çağırıyoruz.” denilerek destek istendi. Toplu sözleşme değil görüşme aldatmacası Süreçte bir gelişme de memur cephesinde yaşandı. 12 Eylül 2010 referandumunda büyük gelişme olarak sunulan memurlar için toplusözleşme hakkı ise fiili uygulamayla sözde kaldı. KESK’e (Kamu Emekçileri Sendikaları Konfederasyonu) Başbakanlık’tan gönderilen yazıyla konfederasyon toplusözleşmeye değil, toplu “görüşmeye” çağrıldı. Yani anayasada artık resmen hak olan bir madde çiğnenerek eski uygulamaya devam edildi.


4 » 4

POLİTİKA

POLİTİKA

2011 seçimleri ve yeni dönem Bütün bunlara karşın, kendini 2011 genel seçiminin işaret ettiği Türk olarak tanımlayan seçmenlerin çoğunluğu için ekonomik büeğilimleri iyi anlayabilmek için, yümenin ve piyasa istikrarının –şu sonuçların bölge hatta mahalle ölçeğinde ayrıntılı bir incelemesini an sunduğu değil- vaat ettiği bekyapmalıyız. Ama bazı genel değer- lentilerin tercihlerinde belirleyici lendirmelerde bulunabilir ve bun- olduğunu söyleyebiliriz. Bu kitleler ların sınıf mücadelesinde yaratacağı verili tempodaki bir büyümenin yeni iş alanları açacağını, ücretlerde etkiler üzerinde durabiliriz. Her şeyden önce, neden her iki seçmen- ve emekçi ailelerin yaşam düzeyinden biri AKP’yi tercih etti? İslamcı de iyileşme yaratacağını, tüketim maddesi fiyatlarını denetim altında ideolojik söylemin, siyasette asker ağırlığına karşıt görünümün, sanal tutacağını, eğitim ve sağlık hizmetlerini yaygınlaştıracağını; kısacası, demokrasi taraftarlığının, halkçı imaj propagandasının, yaygın siya- kendilerini yoksulluktan kurtarıp si-toplumsal örgütlenme ağı gücü- refaha taşıyacağını düşünüyorlar. Bu beklentiler, özellikle Anadonün, diğer sağ partilerin seçenek lu kentlerinde küçük ve görece olmaktan çıkmasının, vb. bunda müreffeh bir orta sınıf kesiminin etkili olduğu söylenebilir. Bütün bu ve başka etmenlerin var olduğu oluşmaya başladığının görülmesiyle de birleşince, ciddi arzuya ve sarı doğrudur. Ama bizce bunlardan oya dönüşüyor. Benzer umutları, biri ağırlıklı olarak AKP’nin oylarını artırmasında belirleyici olmuş- sendika bürokrasilerinin ihanetintur: Son on yıldan beri (2008’deki den, sözde sosyal demokrasinin milliyetçi gericiliğinden, devrimci geçici düşüş dışında) yaşanmakta sol seçeneğin parçalanmışlığı ve olan ekonomik sürekli büyüme. güçsüzlüğünden şikâyetçi işçi sınıfı Bu dönem içinde GSMH’nin kesimleri de taşıyor maalesef. 200 milyar dolardan 800 milyar Kürt illerinde ise durum daha dolara yükselmiş olması; kamu borcunun yüzde 75’ten yüzde 30’a değişik. Kürt kitlelerin büyük bir çoğunluğu rejimin on yıllardan gerilemesi; enflasyonun yüzde beri süren inkâr ve imha uygu5’e yakın düzeylere inmesi; diğer lamaları karşısında ulusal kimlik Akdeniz ülkelerinin ekonomive haklar sorununu ekonomik leri iflasın eşiğinde dolanırken, beklentilerden daha önemli görTürkiye’nin Avrupa’nın altıncı düğünü bir kez daha vurguladı. ekonomik gücü haline gelmesi; Bu bağlamda AKP’nin dini grupdış ticaret hacminin ve yabancı ları harekete geçirmesi ve içi boş sermaye girişinin katlana katlademokrasi sözleri vermesine karşın na büyümesi; AKP iktidarlarının bilanço girdisine yazılmıştır. Bütün Kürt kitlelerin KCK/BDP önderbu ekonomik büyümenin toplum- liğine ve İmralı’ya bağlı kalmaya devam ettiklerini de vurgulamamız sal zenginliklerin özelleştirilerek burjuvazinin hizmetine sunulması; gerekir. Bu gerçekliği arkasına alan çalışma koşullarının ağırlaştırılarak 36 Emek, Demokrasi ve Özgürlük iş güvencesinin yok edilmesi; toplu Bloku milletvekilinin meclis içi ve dışındaki etkinlikleri, önümüzdeki işten çıkarmaların etkisiyle işsizliğin daha da yaygınlaştırılması; sen- dönemde politik gündemin şekillenmesinde çoğu kez belirleyici dikasızlaştırmanın desteklenmesi; tarımın ve doğanın tahrip edilme- olacaktır. CHP, oylarını yüzde 5 oranında si... pahasına gerçekleştirildiğini (1,5 milyon oy) arttırdığı, MHP biliyoruz. Kişi başına milli gelirin son on yıl içinde 3 bin dolardan 10 ise kendi deyişiyle hükümetin ve basının tüm saldırısına karşın bin dolara yükselmesinin, halkın kısmi bir kayıpla seçimleri atlattırefah düzeyinin artmasından çok, ğını düşünerek kendilerini başarılı bir avuç burjuva ile emekçi halk görüyorlar. Ve herkes, sanırız haklı arasındaki gelir ve yaşam düzeyi farkının daha da açılmasına neden olarak, bu iki partinin bir önderlik sorunuyla karşı karşıya olduklarıolduğu da bir gerçektir. Yusuf Barman, 15 Haziran 2011

nı söylüyor. Bu sorunların çözüm biçimi, iki parti arasındaki politik ve programatik mesafenin yeniden belirlenmesinde etkili olacak, bu durum özellikle önümüzdeki dönemde anayasa tartışmalarında kendini açığa vuracaktır. Bu genel çerçeveden baktığımızda yeni meclisin oluşumundan sonra sınıf mücadelesini ve parti inşası çalışmalarımızı yakından etkileyecek iki olguya işaret edebiliriz: Yeni anayasa tartışmaları ve Blok’un geleceği. Neden yeni anayasa tartışmaları? Erdoğan ve AKP önderliği ekonomik büyüme ve yüzde 50’ye ulaşan oy oranından aldıkları güçle rejim üzerinde başlattıkları yeniden inşa çalışmalarına hız kazandıracak ve sonuçlandırmaya çalışacaklardır. Temel amaçları, askeri ve sivil bürokrasinin denetimindeki bütün ekonomik kaynakları ve etkinlik alanlarını tekelci ve ulusal burjuvazinin hizmetine açmak, olanaklıysa hepsini ona devretmek ve bunun için gerekli olan siyasi ve kurumsal değişiklikleri gerçekleştirmektir. Liberal ekonomik politikalar liberal siyasi değişiklikler gerektirdikçe, bu durum kitlelere bir demokratikleşme olarak sunulmakta. Liberal burjuvazinin, hedeflediği değişikleri gerçekleştirebilmek için toplumun kendisi dışındaki bazı kesimleriyle uzlaşmaya çalışması, kitle hareketinin önündeki bazı anti-demokratik engellerin aşılmasına neden olmakla birlikte, yarısömürge bir ülkedeki burjuva iktidarın kırmızı çizgileri AKP önderliğinin de politik-programatik sınırlarını belirlemekte. En kaba hatlarıyla bu çizgiler emperyalizmden bağımsızlık, Kürtlere kendi kaderlerini belirleme hakkının tanınması, toprak ağalığı sisteminin yok edilmesi ve işçi-emekçi kitlelerin doğrudan denetimindeki bir demokratik yönetim sisteminin kurulması noktalarının gerisinde kalmaktadır. Ne denli demokratik olursa olsun hiçbir burjuva yönetim bu tip bir programı üstlenmez. (Bu konunun daha ayrıntılı bir tartışması için, Mesafe dergisinin “Rejim” dosya başlıklı 7. sayısına bakılabilir.)

Dolayısıyla AKP’nin, Erdoğan’ın son parti başkanlığı dönemini oluşturacak yeni parlamentodaki çabası, ekonomik büyümenin sürdürülebilmesi için bütün işçiemekçi karşıtı önlemleri almaya devam etmenin yanı sıra, Kemalist rejimin yarı-Bonapartist (yarı-demokratik) bir yönetim sistemine dönüştürülmesine ilişkin değişikliklerin gerçekleştirilmesine yönelik olacak ve bu çabalar yeni anayasanın oluşturulması çalışmalarında somutlanacaktır. Bu noktada İşçi Cephesi’nin referandum sırasında aldığı tutumun temelinde yatan devrimci anlayışı ve politikayı daha da geliştirip sürdürerek, sahte demokratik değişikliklerle –emperyalizme bağımlılığı, Kürtlerin ulusal haklardan mahrumiyetini, işçi-emekçi düşmanlığını kurumsallaştıracak- yarı-Bonapartist rejim inşası çabalarına HAYIR demesi ve bu yolda en geniş devrimci, sol ve ulusal bağımsızlıkçı ittifak olanaklarını araması önem taşıyacaktır. Bu bağlamda Blok’un kendisine seçeceği gelecek de belirleyici olacaktır. Kuşkusuz Blok’un ana gücü olan BDP’nin seçeceği yol platformun kaderi üzerinde ağırlıklı etkiye sahiptir, ama Türk devrimci solundan meclise giren üç Blok temsilcisinin, özellikle de 1968 devrimci hareketinin simgesi olan Ertuğrul Kürkçü’nün görüşleri ve çalışmaları da sol hareketin yeniden biçimlenmesinde önem taşıyabilecektir. Blok’un sürekliliğini koruması ve onun çevresinde tüm Türkiye ölçeğinde işçi ve emekçi halk seferberliklerinin örülmesi, yarı-Bonapartist rejim inşası çabaları karşısında demokratik devrimci bir engelin oluşturulmasının en önemli koşulu olacaktır. İşçi-emekçi temelli gerçek bir demokrasinin yolu AKP önderliğindeki bir meclisten ve onun içinde yapılacak pazarlıklardan değil, verili yönetsel ve kurumsal yapıyı radikal demokratik bir dönüşüme uğratabilecek yegâne güç olan bir kurucu meclisin oluşturulmasından geçmektedir.


POLİTİKA

5

Yatay havuç, dikey sopa Fuat Karahan, 15 Haziran 2011

İşçi Cephesi gazetesi olarak, 12 Eylül 2010’da gerçekleşen referandumda mevcut değişikliklerin rejimin demokratikleşmesini sağlamak bir yana, 12 Eylül askeri darbesi anayasasını takviye edeceğini ve rejimin baskıcı karakterinde bir değişim yapmayacağını ifade etmiş ve darbe anayasasının makyajlanmasına “hayır” demiştik. Referandumdan sonra “vesayeti kaldırdık” diyen AKP’nin anayasa makyajı kısa süre içerisinde akmaya başladı. “Vesayetin, statükonun...” kaldırılmadığı sadece el değiştirdiği açığa çıktı. Derin ekonomik kriz devam ederken, Arap demokratik devrimleri yayılırken, işçi sınıfının birleşik olmasa da mücadeleleri artarken, Kürt halkının hak mücadeleleri, Yunan işçi sınıfının grev dalgaları kıyılarımızda gezinirken, burjuvazinin asker-polis rejimini tasfiye edeceğini düşünmek hayalcilik olurdu. Referandumun ardından, SDP ve TÖP üyelerinin ve bir dizi sosyalistin ciddi deliller olmaksızın Devrimci Karargâh davası kapsamında tutuklanması, rejimin dimdik ayakta durduğunu gösteriyordu. Operasyonlar bununla sınırlı kalmadı, Recep Erdoğan’ın “ileri demokrasisinin” özel yetkili savcıları görevlerini ifşa etmek için cansiperane çalıştılar. KCK davasından binlerce Kürt muhalif gözaltına alındı. Seçimlerden önce gözaltına alınanların sayısı 3 bini aştı. 1 Mayıs’ın ardından çok sayıda demokratik kuruma baskınlar gerçekleşti. İşçi direnişleri ve yürü-

yüşleri polisin saldırısıyla karşılaştı. Adana’da Deniz Gezmiş anmasına katılan öğrenci de, basın açıklamasına katılan memur da gözaltına alınmaktan kurtulamadı. Ahmet Şık, Nedim Şener gibi muhalif gazeteciler yazılarından dolayı tutuklandılar, birçok gazete, dergi ve gazeteciye ciddi para cezaları geldi. Tayyip Erdoğan’ı ve destekçilerini eleştirmek neredeyse bir suç haline geldi. Çok sayıda temelsiz suçlamalar davalara delil olarak sunuldu. Seçim öncesinde Hopa’da Metin Lokumcu’nun öldürülmesi ve ardından gerçekleşen gözaltılar hükümetin saldırılarının yeni adresiydi. Başbakanın ölen Metin Lokumcu’ya “eşkıya” demesi hükümetin yaklaşımının kısa bir özetiydi. Metin Lokumcu’nun öldürülmesini protesto eden devrimcilerden 12’sinin Hopa’da, 5’inin Ankara’da tutuklanması da bu yaklaşımın sonucuydu.

Halkevi Başkanı gözaltına alındı. 13 Haziran’da Hopa’da basın açıklamasına katılan 22 kişi karakola ifadeye alındı. Yine Ankara’da protestolara katılan Halkevleri, Öğrenci Kollektifleri, ÖDP, SDP ve TKP üyesi 17 kişi gözaltına alındı. Yine İstanbul’daki 1 Mayıs gösterisinde “Mahir, Hüseyin, Ulaş” sloganı atan 5 ÖDP’li Çorum’da gözaltına alındı. Seçim zaferinin verdiği özgüvenle saldırıya geçmişti hükümet. Faşizm mi? Bildiğimiz rejim mi?

Hükümetin bu politikası faşizm midir? Ya da her baskı faşizm anlamına mı gelmektedir? Daha önce de söylediğimiz gibi her baskı rejimi faşizm değildir. Hükümetin bu sopa politikasını onun faşizmine bağlamamız, ya da rejimin faşizme gittiği yanılgısına girmemiz meselenin bir burjuva sınıf politikası olduğu gerçeğini gözden kaçırmamıza neden olur. Hükümetin sopayı elinden düşürmediği doğBurjuvazinin desteğine, rejimin rudur, ancak bu havucu bıraktığı gücünü de ekleyen ve böylece her gün özgüveni ve elbette kibri biraz manasına da gelmemektedir. Bir tür demokratik gericilik politikası daha artan başbakan, kendisine uygulayan hükümet, bir yandan muhalefet etme cüreti gösteren herkesin cezasının verilmesi emrini belli demokratik düzenlemelerle kitlelerin gözünü boyayarak, sınıf buyuruyordu, amiri memuru da önderliklerini ve Kürt hareketini gereğini yerine getiriyordu. paralize etmeye çalışırken bir yanGenel seçimler sonrası: Durdan da her tür baskıyı emekçilere mak yok, sopaya devam reva görmektedir. Hükümet seçimlerden sonra da Örneğin bir sosyalist olarak kaldığı yerden devam etti. Balkimliğini ifade etmekte özgürkondan kaynaşma ve birlik çağrısı sün diyen hükümet, ancak bunu yapan başbakan, sokakta emekemekçiler arasında bir örgütlülüğe çiye, devrimciye sopayı uygun dönüştürmeye başladığında kışgördü. 12 Haziran akşamı Artvin kırtıcı olarak devrimcileri tutukla-

mayı ve baskı altına almayı uygun görmektedir. Ya da emekçiler taleplerini sokağa çıkarak ifade etmeye kalktığında, özel yetkili savcıların görev aşkıyla baskınlara koşuşması da bu politikanın sonucudur. Avrupa Birliği’ne girmek isteyen ve emperyalistleşerek kârlarına kâr katmak isteyen Türkiye burjuvazisi, hükümetten bir yandan demokratik düzenlemeler talep ederken, öte yandan işçi sınıfının ve örgütlerinin bu yükselişe ayak bağı olmasını istememektedir. İşçi Cephesi sayfalarında bunu yürütmenin güçlendirilmesi eğilimi olarak ifade etmiştik. Krizle birlikte işçi sınıfından korkan burjuvazinin yürütmeyi güçlendirmeye çalıştığını ve bunun uluslararası bir politika olduğunu, Türkiye’de de Erdoğan’ın yürütmeyi güçlendirmeye çalışacağını ifade etmiştik. Bugün Fransa’da da Sarkozy’nin, Almanya’da Merkel’in yapmaya çalıştığı budur. Gözaltılardaki keyfilikte AKP’nin ve Erdoğan’ın etkileri de olsa, bunun bir burjuva siyaset olduğu biz emekçilerce unutulmamalıdır. Daha önce de birçok kez ifade ettiğimiz gibi Türkiye burjuvazisinin rejimin demokratik dönüşümünü sağlaması mümkün değildir. Demokratik dönüşüm ve elbette, ezilenden emekçilerden yana bir demokratik anayasanın oluşturulması da, Kürt sorununun çözümü de işçi sınıfı önderliğinde, emekçi halkın ve ezilen tüm kesimlerin örgütlü mücadelesi ile mümkün olabilecektir.


6 » 6

POLİTİKA

POLİTİKA

Seçimlerin ardından kuşatmanın şifreleri Murat Yakın, 13 Haziran 2011 12 Haziran’da gerçekleşen seçimler, AKP önderliğinin önümüzdeki yıllar boyunca Türkiye’nin siyasi ve ekonomik yaşamına damga vuracağını tescil etmiş oldu. AKP yönetiminin elde etmiş olduğu oy oranlarının, izlemiş olduğu sözde demokratik dönüşümcü, popülist söylem gücünün ve etkili örgütlenme yetisinin yanısıra ve bundan da önemlisi, son onyıldır elde edilen sistematik ekonomik büyümenin geniş yığınlar nezdinde kurmuş olduğu hegemonya ve beklentilerle ilişkili olduğu aşikâr. Bu büyüme “mucizesinin” kaynaklarına göz atmak devrimci kırılma dinamiklerini analiz etmek açısından belirleyici önem taşıyor. Zira AKP’ye diğer tüm yeni liberal muadillerini ya kendi çatısı altına iltihak etmek ya da erimek seçeneğiyle karşı karşıya bırakan ekonomik mucize propagandasının ardında, ülkenin bir fazla mesai, iş kazaları ve örgütsüz ve güvencesiz çalışma cehennemine dönüşmesi gerçeği yatıyor. Yoğunlaştırılmış sömürü koşullarında elde edilen ulusal zenginliğin, ülkedeki yoksullarla bir burjuva azınlık arasındaki gelir uçurumunu artırmaktan başka

bir sonuç vermediği –yakınlarda 35 bin kişinin 1 milyon TL’nin üzerinde mevduat hesabı olduğu açıklandı, yetersiz sermeye birikimi sorunun üstesinden doğanın ve beslenme kaynaklarının hunharca tahrip edilmesiyle gelindiği ortada.

bile gelmek mümkün. Zira çalışma saatlerinde yalnızca 1 saatlik bir düşüş, ortalama 230 bin yeni işçiye istihdam olanağı sağlayabilir. Devlet Planlama Teşkilatı verilerine göre, seçim dönemi boyunca AKP hükümetinin tamamlanmış

milyar TL– yağmalanmasına bağlı. Ülkenin sağlık, eğitim, ulaştırma vb. alanlardaki kamusal yatırım göstergeleri, Sırbistan, Hırvatistan, Moldova, Ukrayna ve Rusya gibi çevre ülkelerin değerlerinin çok altında. Zira AKP yönetiminin programında nitelikli kamu hizmetleri yer tutmuyor. Hiç şüphesiz bütün bu çerçeve bilinçli bir tercihin, AKP önderliğince uygulanan yeni liberal ekonomik yıkım politikalarının bir sonucu. Dahası bütün bir seçim dönemi boyunca, AKP bu istihdama düşman ve üretimsiz modelin sürdürüleceğinin sinyalini verdi. Tüketimin körüklenmesine ve buna bağlı ithalat ağırlıklı, sıcak paraya bağımlı “ekonomik mucize’nin” tipik sonucu bir süredir gündemin baş köşesini işgal eden cari açık oranının milli gelire göre yüzde 8 gibi korkutucu bir düzeye sıçraması oldu.

Bu ülkenin tümüyle örgütsüz ve güvencesizliğe mahkum edilmiş emekçileri, derin bir işsizlik kuşatması altında, fazla mesailerle birlikte haftada ortalama 53.7 saat çalışmakta ki bu rakam, Norveçli bir işçinin 14.5 saat üzerinde. Oysa ülkenin kronikleşmiş işsizlik sorunun üstesinden, çalışma saatlerinin düşürülmesi suretiyle

olduğu yanılsamasını yarattığı –yaklaşık 202 milyar dolar tutarındaki– 2425 kamu projesinin yarısından azı tamamlanabilmiş durumda. GAP projesi gibi yıllardır tamamlanması yılan hikayesine dönmüş projelerin hayata geçirilebilmesi bile emekçilerin alınterinden biriktirilmiş işsizlik fonunun –her yıl ortalama 5

Seçimlerin ardından iş başına gelecek yeni AKP hükümetinin, 2007 yılında patlak veren ve 30 milyon işyerinin kapısına kilit vurulmasına, şu an itibarıyla 205 milyon emekçinin işsiz kalmasına yol açan dünya çapındaki ekonomik kriz koşullarına rağmen bu bilinçli tercihi en uç örneklerine dek uygulayacağından kuşku duyulmamalıdır.

Çevre felaketi, iktidar ve özelleştirmeler Tekin Güven, 15 Haziran 2011 geldi. Ardından polis engeliyle karşılaşan göstericiler, zorla AnSermaye gün geçmiyor ki, kâr kara dışına çıkartıldı. Yaklaşık bir uğruna doğal kaynaklara saldırmasın, insanları yerinden etmesin aydır, Ankara dışında çadır kuraya da yüzlerce yıl sürecek kirlen- rak direnişlerini sürdüren yüzlerce insan en temel ihtiyaçlarından meye sebep olmasın. Binlerce yıllık tarihiyle Anadolu, bir avuç bile mahrum bırakılıyor.

nükleer santrallerini kapatmaya çalışırken, AKP iktidarı gizli antlaşmalarla nükleer santrallerin kurulması için çalışmalarına devam ediyor. Utanmadan kapatılacağı tarihi bile şimdiden verebiliyor ve nükleer bir kazayı tüp gaz tehlikesiyle karşılaştırabiliyor.

daha da yaymasından korkan uzmanlara karşılık Kütahya valisi “yağmur Allah’ın bileceği iş” telkininde bulunarak kendini ve çevresindekileri ciddi bir sorundan kurtardı! Bu kazanın meydana gelmesindeki temel sebep ise özelleştirilen madenin, atık insanla beraber malesef yaşama Aynı, Hopa’da öldürülen Metin savaşı veriyor. Hoca’yı olduğu gibi, HES’lere Bugünlerde ise başka bir felaket, sorununu göz ardı ederek kapasikarşı direnişi de görmezden gelen göz göre göre Kütahya’da gerçek- tesinden fazla üretim yapması. Bu Anadolu’yu yaşatmak ve dodönemde temel talebimiz suyun, AKP iktidarı, nükleer enerjiyi leşmekte. Gümüş madenine ait ğanın talan edilmesini engelleseçimler süresince koz olarak siyanür havuzlarında gerçekleşen madenlerin ve enerji santrallerinin mek için nisan ayında başlayan kullandı. Daha yeni, İtalyan halkı çöküntülerin ardından, sızan siya- kamulaştırılması ve enerji çalışBüyük Anadolu Yürüyüşü ile, ma grupları oluşturularak, enerji Türkiye’nin dört bir yanında yüz- referadumla nükleer enerjiye hayır nür doğaya ciddi zarar vermekte. politikalarının saptanması. derken, birçok Avrupa ülkesi Yağmurların siyanürlü çökeltiyi lerce insan Ankara’da bir araya


KADIN SAYFASI

7

Sendikal hareket ve kadın mücadelesi üzerine Necla Akgökçe ile söyleşi Rukiye Bakan, 7 Haziran 2011

Necla Akgökçe, 25 yıldır kadın mücadelesi içerisinde yer alan bir feminist. Hayatını kazanmak için gazetecilik yapmış ama burada da kadın gazeteciliği yapmaya özen göstermiş. 8 yıl önce Petrol-İş Kadın dergisi için kolları sıvamış, şimdi derginin 39. sayısı çıktı. Türkiye’de resmi-boyalı basın dahil en uzun ve periyodik olarak çıkan kadın dergisi, bu dergi. Yakın zamanda “kadın mücadelesine ve kadın dayanışmasına katkılarından ötürü” Halkevleri’nden ödül aldı. Emek cephesinde kadın haberciliği üzerine önemli işler yaptıkları halde muhalif basında görülmemekten şikayetçi Akgökçe; “Bu ödül bizi sevindirdi, en azından emeğimizin göründüğünü hissettik” diyor. Dergi ücretsiz, adresinizi vererek abone olabilirsiniz. Kadın üyelerde bilinçlenmeye çok etkili olsa da, erkeklerde pek bir algı değişimine neden olmamış. “Onlar için halen kendi karısı bir de başkasının karısı var,” diyor Akgökçe. Petrol-İş Kadın dergisinin çıkışının hikâyesi nedir, size nasıl geldi ya da siz mi önerdiniz? Bana böyle bir teklif gelmesine ben de şaşıyorum esasında; çünkü bu tür hikâyeler benim gibi kadınları bulmaz. Çok iyi bir tesadüf oldu. Burada eğitim dairesinde çalışan Erhan Kaplan, Kadın Sorunlarını Araştırma ve Uygulama Merkezinde master yapmış. Master hocalarından biri Serpil Çakır. İşte oraya gitmiş böyle böyle bir gazeteci kadına ihtiyaç var demiş. Serpil beni önermiş. İçerik hazırladım ben, sendikaya sundum. Ona eklemelerde de bulunuldu. Derginin yapılması için bir de tasarımcı gerekiyordu. Ben de bir kadın olsun dedim. Erhan, Sergin Zırhlı’yı önerdi ve o tasarımı yapacak, ben de editöryel işleri yürütecektim. Böyle başladık işe, şimdi 39. sayısı... Aradan 8 yıl geçti halen devam ediyoruz. Petrol-İş Kadın dergisi Türkiye’de bir sendika tarafından çıkarılan ilk ve tek periyodik kadın dergisi. İki aylık bir dergi. Başlangıçta biz belki örnek alınırız, başka sendikalar da çıkarır diye düşündük. Her konuda birbirlerinden feyz alan sendikalar bu konuda atılımcı olmadılar. Petrol-İş’in kadın üyelerinin profili nasıl? Petrol-İş kadın üyesi azaldı, şu anda 1400 civarında. 4 sene önce bu rakam biraz daha fazlaydı. Özelleştirmeler ve kriz kadın üye sayısını bütün sendikalarda olduğu gibi etkiledi. İlk

vazgeçilen kadın emeği... Bir de petrol sektörü, erkek ağırlıklı bir sektör. Kadın emeği, gözetilen bir emek değil. Kadın emeği sektörün hangi alanlarında kullanılıyor?

ortak bilincin uyandığına dair bize umut verdi.

Dergide kullandığınız dil birçok sendika dergisinden çok farklı. Neden böyle bir dil kullanıyorsunuz?

Kadınlar genel olarak kimya kısDergiye baktığınızda uzmanların mında. İlaç fabrikalarında çalışanların yazdığı yazılar dışında çok fazla yorum büyük bir bölümü kadınmış. Şimdi ve kalıp bir politika dergisi olmadığını kozmetik, deterjan bir de plastik alt görürsünüz. Genel olarak söyleşilere sanayi var. Plastik alt sanayide yedek çok yer veriyoruz. Şubelerde kadın parça otomobillere plastik yedek parça işçilerle yaptığımız söyleşiler öncelikle üretilen yerlerde kadın emeği görülonları güçlendiriyor, yani belli şeylerin meye başlanbilinç düzeyiNecla Akgökçe: Sendikalarda kadı. Kadınların ne çıkmasını dınların kadınları seçtiği bir kadın çalıştığı işlere sağlıyor. İkinbaktığında, komisyonu kurulmalı ve bunun cisi bu söyleşidüşük üctemsilcisi sendikanın merkez yöne- ler aracılığıyla retli... Sekbirbirlerinin tim kurulunda bulunmalı töre bakınca deneyimTüpraş’ta, Petkim’de erkekler 2 bin leri hakkında bilgi sahibi oluyorlar. liranın üzerinde ücret alıyor. Genel Üçüncü olarak da, şöyle bir fonksiolarak bu sektörün alt ve yan sanayile- yon yerine getiriyor söyleşiler; kadın rinde özellikle plastikte kadın emeişçiyi kendi sözü üzerinden belgelere ğinin girdiğini gözlemliyorum ben. aktarmış oluyoruz. Bundan beş sene Bir de şöyle bir şey var, bunların bir öncesinin genel bir işçi kadın portrebölümü de geçici olarak çalışan işçiler, sine Petrol-İş Kadın dergilerini tarayageçiciler genel olarak kadın. rak ulaşmanız mümkün. Böylece işçi sınıfı deneyimi içerisine kendi ifadeleri Petrol-İş Kadın dergisinin içeriği nedir? Genel olarak neleri işliyorsu- üzerinden kadın işçi deneyimi de aktarılmış, eklemlenmiş oluyor. Söyleşi nuz? dilini tercih etmemiz, aynı zamanda Derginin içeriğini genel olarak kadın bir konuşma dilini de tercih etmemiz hareketinin gündemi ile sendikanın, anlamına geliyor. Akademik bir dile emek hareketinin gündeminin kesişgöre kolay okunuyor. tiği noktalardan hareketle oluşturmaya Sendikalarda kadının temsiliyet çalışıyoruz. Derginin en çok dikkat ve hak arama mücadelesi hakkında çeken yerlerinden bir tanesi kadınlarnasıl bir gözleminiz var? Ya da denela yaptığımız söyleşiler. Bu söyleşiler genel olarak bilinç yükseltme grupları yimlediğiniz şeyler var mı? kıvamında oluyor. Mesela konuşurSendikalarda kadınların güçlü bir ken soruyla kadınların bir sorununu biçimde ses çıkarmaları için sendikalar ortaya çıkarıyoruz. O sorunun nasıl içinde kadın örgütlenmelerine ihtiyaç giderilebileceğine dair ortaya başka var. Şimdiye kadar genel olarak KESK bir soru çıkıyor ya da birileri de şöyle dışında, iki büyük işçi konfedarasyodiyor, “Bizim de şu sorunumuz var, nunda da sendikal kadın yapılarının bu nasıl çözülecek”. Bu şekilde konuş- olmadığını görüyoruz. Ki ben size maya başlıyoruz, söyleşiden ziyade bu söyleyeyim Batı’da bu 1955’lerde falan havada geçiyor. Bu sayede Petrol-İş’te telaffuz edilmeye başlamış, kadın koüye kadınların bilincinde kadın emeği misyonları falan... Biz de hâlâ mücasömürüsüne dair ve mücadele etmeye delesini verdiğimiz bir durum. Bu da dair belli kalıpların oluştuğunu düşü- tabi kadınların hak taleplerinin yeteri nüyorum. Şimdi bir kadına, “Çalışma kadar sendikal ana metinlere yansımasana ne kazandırdı” diye sorunca ken- ması sonucunu doğruyor. Böyle bir di ayaklarım üzerinde durmayı öğren- şey olunca kadınlar aktif üye olmudim diyor mesela. Başta bu kalıbı biz yorlar. Bir sendika fabrikada doğum, ortaya çıkardık ama artık yayıldı ve bir evlenme, kreş ya da fabrikada uğradığı grup kadın bu kalıbı kullanmaya baş- cinsel taciz filan gibi kadınlara özgü ladı. Para kazanıyorum, kazandığım sorunları takip etmeyince ve bunu parayla şunu şunu yapıyorum ayrıca çözümlemeye çalışmayınca sendika kendime güvenim geldi, kendi ayakla- kadınların örgütlenmesi açısından hiç rım üzerinde duruyorum, belli kode cazip bir yapı olmuyor. O yüzden nularda geleneksel iş bölümüne itiraz mesafeli duruyorlar. Ama tabi çeşitli edebiliyorum falan gibi kalıp cevaplar sendika yöneticileriyle konuştuğunuzgelmeye başladı. Bu da kadınlar arası da bunun da kadınların suçu olduğu

söylenebiliyor. Kadınlar sendikal yaşamla ilgilenmiyorlar deniyor. Ama bu, sonuç. Neden ilgilenmiyorlar konusunda sendikaların çok fazla bir şey yaptığını söylemek mümkün değil.

Petrol sektörü kadınların çok az çalıştığı, erkek egemen bir sektör ama kadınların daha yoğun olduğu tekstil gibi sektörlerde mutlaka sendikalar içersinde kadın örgütlenmelerine ihtiyaç var. Bizde olmasın demiyorum ben. Kadın komisyonları oluşmalı. Kadınlar kadınları seçmeli, bu komisyonun başkanı ya da yürütücüsü sendika merkez yönetim kurulu (MYK) içersinde mutlaka yer almalı. Bunlar Batı’da olan şeyler, örnekler üzerinden konuşuyorum. Türk-İş’te bir tane kadın bürosu var. Şu anda bir kadın geçici ya da devamlı olarak başka uzmanlığı olan bir kadını, kadın mücadelesinden haberdar olmayan bir kadını oraya getirmişler, şimdi hiçbir şey yapılmıyor. DİSK’te şu sıralar birkaç tane duyarlı kadının bir araya gelerek oluşturdukları bir kadın komisyonu var ama kadın komisyonunun sorumlusu bir erkek. Böyle bir örgütlenme modeli olmaz. En aşağıdan, fabrikadan itibaren kadınların kadınları seçtiği bir komisyon olmalı. Kurultayı olur bunun tüzüğe yansır, programı olur. Böyle yapılara ihtiyaç var. Sendikal mücadeleye kadınları katmak için bunlar yapılmalı. Kaç kadın temsilci var? Ne gibi zorluklar yaşıyorlar? Petrol-İş’te şu anda 13 tane kadın temsilci var. Şöyle söyleyebilirim, fabrikanın en kafası işleyen, en başarılı, gerçekten çok aktif, mücadele içinde yer almış kadınlarını temsilci seçiyorlar. Sıradan bir kadını, sendikal mücadeleye ilgi duymayan, okumayan, düşünmeyen kadınların temsilci seçilmesi çok az. O yüzden temsilciliğe geldiklerinde gerçekten mücadele etmeye çalışıyorlar. Bir şeyler yapmaya çalışıyorlar. Ve hani konuştuklarımda, kadınlar için bir şeyler yapmaya çalıştıklarını görüyorum. Ama bunu yapıyorlar mı? Petrol-İş de genel olarak erkek egemen bir sendika. Yani epey bir engellemelerle karşılaşıyorlar. Çünkü kadın politikası çok elzem görülmüyor. Olmazsa da olur gibi bakılıyor. Bu kadar sorunumuz varken şimdi kadın sorununa mı geldik, diyorlar. Kadın ağırlıklı bir işyerinde bile bu durum böyle... Teşekkür ederiz... (Röportajın tamamına internet sitemizden ulaşabilirsiniz)


8

ARKA PLAN

Cemre Sava, 15 Haziran 2011

Seçim sonuçları üzerine

Seçmenin yüzde 87’sinin sandığa gittiği 2011 Genel Seçim sonuçları mecliste kazandığı 326 milletvekilliği ile AKP’yi yeniden birinci parti ilan etti. Onu sırasıyla 135 ve 53 milletvekilliği ile CHP ve MHP izliyor. Diğer partilerin hiçbiri yüzde 10 barajını geçemezken, hepsinin toplam oyları yüzde 5’e bile ulaşmadı. Emek, Demokrasi ve Özgürlük Bloğu ise 36 bağımsız adayını baraj engelini aşarak meclise göndermeyi başardı. Peki, bu sonuçları nasıl yorumlamalı?

tadır. Bu anlamda, bugün tekelci burjuvazinin ve Anadolu burjuvazisinin üç temel hedefi AKP iktidarının dününü de bugününü de somutlamaktadır: ABD ile stratejik ilişkilerin geliştirilmesi, AB ile tam bütünleşme (ve devlet kurumlarının ve yasaların AB normlarında dönüşümü), Büyük Ortadoğu Projesi çerçevesinde etkin bir Türkiye. Bunlar, Avrupa’da durulmayan kriz ve Ortadoğu’da alaşağı edilen baskıcı rejimlerle birlikte düşünüldüğünde “ekonomik ve siyasi istikrarın sürdürülmesi” arayışı ile birleşmekte ve “güçlü” bir rejim ihtiyacını da ortaya koymaktadır.

Öncelikle, AKP yüzde 49,9’luk bir oranla yeniden birinci parti olmuştur ve CHP’deki kısmi oy artışına rağmen -referandum sonuçları sonrasında da ifade Peki, bu tabloda CHP’yi nasıl ettiğimiz- iktidarın tek alternatifi konumlandırmak gerekir? Daha olma durumunu sürdürmektedir. önce de belirttiğimiz gibi Kemal AKP’yi birinci parti kılan ise sekiz Kılıçdaroğlu ve “Yeni CHP” yılı aşkın iktidarının da formülü olan ekonomik anlamda liberal, siyasal anlamda muhafazakâr uygulamalar bütünüdür. Bir başka ifadeyle, 1980’den bu yana Türkiye’ye uyarlanmaya çalışılan yeniliberallik/yenimuhafazakarlık alaşımının en başarılı öğrencisi AKP olmuştur. Geleneksel burjuva partilerinin yıpranmışlığı karşısında, AKP egemen sınıfın tüm ekonomik ve politik taleplerini kendi programında birleştirerek hem tekelci burjuvazinin hem de Anadolu burjuvazisinin neoliberal taleplerinin demokratik gericilik politikaları halinde uygulanmasının öncülüğünü üstlenmiştir. Bu durum, ekonomik istikrarını siyasi istikrarı ile pekiştirmek zorunda olan burjuvazi için AKP’nin neden halen tek iktidar alternatifi olduğunu ve AKP iktidarı ardındaki sermaye desteğini açıklamak-

projesi burjuvazi tarafından bir iktidar değil muhalefet gücü olarak desteklenmektedir. CHP’ye biçilen, toplumsal huzursuzluğun artışına paralel olarak oluşacak tepkiyi kontrol edip yönlendirecek bir dengeleyici roldür. Böyle bir muhalefet (bir iktidar potansiyeli), burjuvazinin iktidar partisi üzerindeki kontrolünü de pekiştirecektir. Diğer yandan, MHP ile birlikte de düşünüldüğünde, dünyada ve bölgede çelişkilerin derinleştiği ve kırılmaların yaşan-

dığı bu dönemde, Türkiye’de de yansımasını bulacak sağa ve sola savrulmaların/kayışların merkezden kopuşunu engelleyecek bir imkân olarak düşünülmektedir. Bu açıdan değerlendirirsek, CHP ve MHP iddialarının altında kalan bir oyla da olsa (iç çatışmalarını aşabilirlerse) başarısız olmayan bir seçim çıkarmışlardır. Burjuvazinin sonuçtan oldukça memnun olduğunu tahmin etmek ise zor değil. Sonuçların hemen ardından da TÜSİAD’dan MÜSİAD’a hepsi tek ağız, iktidar için iki önemli görevi hatırlatmışlardır: AB’ye uyum sürecinin sürdürülmesi ve yeni bir anayasa. Meclisin yeni bileşiminde, burjuvazi ve temsilcisi düzen partileri için tek engel ise 36 milletvekilliğini alan Emek, Demokrasi ve Özgürlük Bloku temsilcileri ola-

cak. Emekçilerin sınıfsal ve Kürt halkının ulusal çıkarları üzerinden meclisteki tek sahici muhalefetin de Kürt ve/ya sosyalist bu milletvekilleriyle sürdürüleceği açık. Blok, geçmiş yıllardaki sosyalist ve Kürt oyları göz önünde tutulduğunda yüzde 6.65’lik bir oyla önemli bir başarıya adım atmış durumda. Fakat aynı başarı, Türkiye’de sosyalist solun tarihsel başarısızlığını örtmeye yetmiyor. Elbette meseleyi toplumsal durumu görmezden gelerek

anlamaya çalışmak yanlış olur. AKP’nin neredeyse yüzde 50’lik oyunun ardında, AKP’nin “ekonomik büyüme ve istikrar” söyleminin etkileri ve emekçi kesimlerin, şimdiye kadar kaybettikleri pahasına kazanacaklarına olan inançlarının yattığı bir gerçek. Fakat şu da bir diğer gerçek, sosyalist sol Türkiye’de (elbette dünyadakinden bağımsız olmayarak) halen kendi bileşiminden fazlasını ifade edemiyor. Bunun en temel sebebi, halen emekçi ve ezilen kesimlerin acil taleplerini ifade eden devrimci bir programın temsilciliğini yeterince yapamıyor oluşu. Teşhirden öteye geçemiyor ve talep ve sloganlarını ürettiği güncel politikalar üzerine yerleştirme konusunda yetersiz. Bu nedenle, emekçi ve ezilen kesimlerin büyük çoğunluğu gözünde ekonomik ve sosyal politikalar yarışı yine CHP ve AKP arasında geçiyor. Seçimlere yönelik gerçek bir bilanço, bu durumun nedenleri üzerinde durabilmekle başlayacaktır. Sosyalistler ve Kürtler arasındaki ittifakın mütevazı başarısının değeri de, farklı sosyalist çevrelerin Blok karşısındaki farklı tutumları da, bu noktada yeniden anlam kazanacaktır. Blok’un sadece sosyalistlerle Kürtler arasında değil ama aynı zamanda sosyalistlerle sosyalistler arasında da acil talepler etrafında bir ittifak olarak vücut bulabilmesi ve geleceğe taşınması belki bu şekilde mümkün olacaktır. Açık ki, rejim ve yeni bir anayasa tartışmalarının gündemde olacağı, “ileri demokrasi” adı altında sınıfsal ve ulusal baskı politikalarının hâkimiyetini sürdüreceği bu yeni AKP döneminde, bir işçi ve emekçi halk seferberliğinin örülebilmesinin koşullarından biri de budur.


ARKA PLAN

9

Emek, Demokrasi ve Özgürlük Bloku’nun zaferi elbette ki, Kürt halkının iradesinin parlamentoya taşınması oldu. 12 Haziran seçimlerine ilişkin Ancak bir o kadar önemli bir olarak, pek çok farklı değerlenbaşka kazanımı da, Blok adaylarıdirmeyle karşılaşmak mümkün. nın içerisinde yer alan kimi müAncak hemen tüm değerlendirmecadeleci sosyalistlerin de meclise lerin ortak noktası şu ki, 12 Hazigirebilmesi oldu. Yeni anayasanın ran seçimlerinin en büyük galibi hazırlanacağı ve hazırlanacak olan BDP oldu. emekçi düşmanı ve yarı-Bonaİşçi Cephesi’nin de bir bileşeni olpartist karakterli yeni anayasanın, duğu Emek, Demokrasi ve Özgürburjuvazi ve AKP tarafından topİşçi Cephesi için, Blok içerisinlük Bloku adayları iki aylık güçlü lumun tümünü kucaklar göründe yer almanın dört temel hedefi bir seçim çalışmasının ardından, tüsü verilmesi istendiği aşikar. Bu vardı. Emperyalizmden kopuş, tüm engellere rağmen meclise 36 Kürt halkının kendi kaderini tayin bağlamda her iki düzen partisinin milletvekili sokmayı başardı. Bu hakkı, demokratik dönüşümler ve (AKP ve CHP) içerisindeki sensayede meclisteki milletvekili sayısı iş güvencesi. İşçi Cephesi’nin tüm dikacılar, işçi sınıfının birer ajanı 22 olan BDP, bu sayıyı yüzde 50 olarak parlamento içerisindeki seçim çalışması da bu dört temel oranında arttırdı. yerlerini aldılar. Buna karşın bu talep etrafında yürütülen bir çaba Tek başarı sayıdaki artış olmadı. olarak sürdü. Süreç içerisinde artan mücadeleci sosyalistlerin, emeği ilgilendiren önemli tartışmalarda Daha önce hiç vekil çıkmamış olan anti-demokratik uygulamalar ve Ağrı, Kars, Adana ve Mersin’den ilk kez vekiller çıktı. Hakkari’deki üç adayın üçü de meclise girdi. Ayrıca pek çok KCK tutuklusu da bu sayede özgürlüğüne kavuştu. Sedat Durel, 12 Haziran 2011

zorunda kalmış olsa da, seçim süreci boyunca başka pek çok antidemokratik uygulamalar ile bizzat karşılaştık. Seçim bürolarımız basıldı, toplantılarımız gaz bombaları ile kesildi, kimi zaman toplantı yapacak salon dahi bulmakta güçlük çektik. Bunca terörize etme girişimlerine rağmen yürüttüğümüz çalışma zafer ile sonuçlandı.

Tüm bunların dışında kimi sosyalist adayların meclise girmesi de, sınıf mücadelesinin geleceği açısından biz işçilere güç katacak başka bir destek noktasını oluşturdu. Sadece seçim sonuçları itibari ile değil, seçim sürecinde de işçi sınıfı, yoksul Kürt halkı, azınlıklar ve tüm ezilenler içerisinde sürdürülen güçlü çalışmalar bizlere pek çok yeni mevzi bıraktı. Blok adayları sadece tanıtım broşürleri, halk toplantıları, mitingler ve şenlikler ile değil, yoksulların kapısını tek tek çalarak ve hatta direnişlere ziyaretlerde bulunarak iş güvencesi ve örgütlenme özgürlüğü taleplerini işçi sınıfına yaydılar. 12 Haziran’a kadar yapılan tüm bu çalışmalar, bizlerin önünü seçim sonrası dönemde de açmaya devam edecek. Blok’un bu zaferi varlık sebebini de fazlası ile kucaklamaktadır. Zira, blok yüzde onluk anti-demokratik seçim barajının olduğu koşullarda düzen partilerine karşı bir alternatif oluşturmak niyetindeydi. Nitekim, Blok’un zaferinin hayali dahi devleti ürkütmeye yetmişti ve Yüksek Seçim Kurulu 6 adaya yönelik veto kararı almıştı. YSK, büyük protestolar ve burjuvazinin meşru bir anayasaya ilişkin meclisteki BDP varlığına duyduğu ihtiyaç karşısında geri adım atmak

kimi sosyalist blok adaylarının işçi sınıfı ile kaynaşma çabası bu dört temel talebimizi ifade edebilme olanaklarını bizlere sundu. Ancak bunca olumlu dinamiğin yanında, Blok’un kimi zayıflıklar içerdiğini söylemekten de başından itibaren hiçbir zaman geri durmadık. Bizim için Blok, saydığımız dört asgari talep sınırları dahilinde kurduğumuz bir seçim ittifakı idi. Bu bağlamda hem böyle bir çalışmanın çalışkan bir parçası olmak, hem de saydığımız dört temel talebimizi daha çok dillendirebilmek adına, Blok’a dair umudumuz, süreç içerisinde gerçeklik buldu. Ancak seçimler bitti ve BDP’ye geçen Blok adaylarının bize gelecekte neler sunabileceğini olumlu yönden değerlendirmek ve tehlike dinamiklerini görmek bizler için dünden daha da önemli bir hale gelmiş durumda. Blok’un en önemli kazanımı

oynayacakları rol sınıf mücadelesi için ön açıcı olabilecektir. Ayrıca grev ve direnişlere bu sosyalist vekillerin göstereceği destekler de, sınıf mücadelesi açısından bir başka olumlu yön olacaktır. Ancak tam da aynı anayasa tartışmaları içerisinde Blok’un 36 adayının takınacağı tavır gelecek adına olumsuz bir eğilimi de içerisinde barındırabilir. Seçim sonuçları açıklanır açıklanmaz, Erdoğan pençelerini patilerine gömerek bir uzlaşı çağrısında bulundu. 330 sayısını yakalayamayarak anayasa oylamasında en az 4 oya daha ihtiyaç duyan AKP, önümüzdeki dönemde CHP’ye olduğu kadar BDP’ye de el uzatacaktır. Bu süreç içerisinde kimi tartışmalarda AKP ile uzlaşı arayışları içerisinde anayasaya destek verilmesi rejimin, burjuvazi lehine yeniden yapılandırılması adına bir desteğe dönüşebilir. İşte bu durum da patronlar

lehine bir dizi dönüşüm yapacak olan anayasayı kitleler gözünde daha da meşrulaştırma dinamiği taşımaktadır. Demokratik dönüşümlere ilişkin bu mühim noktanın yanı sıra, emperyalizmden kopuş talebinin hayata geçişi önünde de kimi engeller mevcuttur. Demokratik özerklik talebi ile yerel yönetim talepleri arasında bağ kuran BDP’nin AB üyeliğini desteklemesi ve mecliste bu doğrultuda bir tavır takınması, AB’deki azınlıklar ve işçi sınıfına karşı olan kimi yasa ve tavırların hızla ve kolaylıkla Türkiye’ye taşınmasını sağlayabilecektir. Öte yandan, seçim çalışmalarının son döneminde sıkça telaffuz edilen “çatı partisi” fikrinin de can damarını bu iki meseleye dair vekillerin takındığı tavır belirleyecektir. Ayrıca, seçimlerden önce olduğu gibi, şu anda da bu ittifakın üzerinde örgütlü bir mücadele halindeki işçi sınıfının bir basıncı kurulamamıştır ve bu basıncı oluşturabilecek sosyalistlerin gücü ise son derecede sınırlıdır. Bu doğrultuda bu tartışma da, birliklerin değil, ayrılıkların derinleşeceği bir yola doğru sapma eğilimi içerebilir. Bunların yanı sıra, rejimin BDP’nin vekillerine, BDP’ye ve bu vekilleri destekleyenlere karşı kurduğu baskı ilerleyen zamanda hiç de azalacak gibi görünmüyor. Buna karşı, güçler dengesinin burjuvazinin temsilcisi AKP aleyhine kırılması ve kendi kaderini tayin hakkı talebi ile önümüzdeki süreçte de BDP’li vekillerin ve BDP’nin savunulması yine işçi sınıfının çıkarına olacaktır. Her şeye rağmen, tüm bu olanaklar ve tehlikeler içerisinde son sözü söyleyecek olan, mücadele halindeki işçi sınıfı olacaktır. Onun, birleşik bir örgütlenme yaratarak bu tartışmalara dahil olması her zamankinden de önemlidir. Ve işçi sınıfının bu tartışmada birleşik olarak yer alabilmesi için devrimci bir partiye duyduğu ihtiyacın yeri hâlâ dolmamıştır. Seçim sonrası dönemde de, bu ihtiyaca cevap vermek için her zamankinden de çok çalışmak! İşte İşçi Cephesi’nin önünde duran görev budur.


10 » 10

ULUSAL SORUN ULUSAL SORUN ULUSAL SORUN

Seçimler, Kürdistan: Sonuçlar ve olasılıklar Görkem Duru, 14 Haziran 2011

da ise yukarıdaki değerlendirmeye aşağıdaki saikları de ekleyebiliriz: Örgütlü bir halkın mücadelesinin baskılara rağmen en yakın, acil hedefine ulaşabildiğini ve Emek, Demokrasi ve Özgürlük Bloku çatısı altında, Kürtlerin, Türkiyeli işçi ve emekçilerin, sosyalistlerin birleşik

“Açılım” politikalarının sonlanmasından sonra seçim dönemine geldiğimizde, egemenlerin uygulamalarının ve dillerinin milliyetçi, şoven ve militarist bir düzleme kaydığını görüyoruz. PKK’nin “açılım” süreciyle başlattığı ve seçimlerin sonuna kadar ertelediği tek taraflı

Seçim süreci geride kaldı. AKP, aldığı oyla, ekonomik krize ve ulusal soruna rağmen Türkiye’de bir yönetim krizinin yaşanmadığını gösterdi diyebiliriz. Öte taraftan da Emek, Demokrasi ve Özgürlük Bloku altında birleşik bir mücadele örneği veren Kürt halkı ve sosyalistler, meclise 36 milletvekili Seçimler, örgütlü bir halkın mücadelesinin basgöndererek anti-demokratik seçim kılara rağmen en yakın, acil hedefine ulaşabildiğibarajına rağmen önemli bir başarı elde ettiler. Bu noktada vurgulanni ve Emek, Demokrasi ve Özgürlük Bloku çatısı ması gereken, özellikle Kürdistan’da altında, Kürtler’in, Türkiyeli işçi ve emekçilerin, bağımsız oylarının geçen seçimlere göre yüksek bir artış göstermesi. sosyalistlerin birleşik bir mücadele sergileyerek Birkaç örnekle somutlamak adına; Diyarbakır’da 2007 seçimlerinde sürecin tüm anti-demokratikliğine karşın sınırları yüzde 47 olan oylar 2011 seçimlezorlayabildiğini gösterdi rinde yüzde 62’ye, Hakkari’de yüzde 56’dan 82’ye, Mardin’de ise yüzde eylemsizlik kararına rağmen devletin 39’dan 61’e yükselerek azımsanama- bir mücadele sergileyerek sürecin tüm anti-demokratikliğine karşın düzenlediği askeri operasyonlar ve yacak bir ivme kazandı. sınırları zorlayabildiğini! Ki biz de, bu operasyonlar sonucunda 40’ın Evet, sadece bağımsız adaylara İşçi Cephesi olarak, tüm eksikleüzerinde gerillanın katledilmesi çıkan oy sayılarına ve meclise giren rine rağmen, böylesi bir dönemde imha politikalarının en belirgin milletvekili sayısına baktığımızda birleşik mücadeleyi mümkün kılan örneği. Yine bu dönemde KCK bile bunu önemli bir ileri adım bu bloğun örgütleyicisi olmamızın davası kapsamında artan gözaltı ve olarak değerlendirebiliriz. Ancak, çıkış noktalarını önceki sayılarımız- tutuklamalar da (son 4 ayda 3 bini yapılacak böyle bir değerlendirme da vurgulamıştık. aşkın gözaltı vakası yaşandı) Kürt hem eksik kalır hem de böyle bir halkının özgürlük mücadelesinde Seçim süreci: Baskı ve imha! mücadelenin örülmesini gerekli devletin ve hükümetin tutumunu kılan politik arka planın üzerini Seçim sürecinde Kürt halkı üzeaçıkça ortaya koydu. YSK’nın veto örter. Peki, nedir bu politik arka rinde yoğunlaşan baskı ve sindirme kararının geri çekilmesini sağlayan plan? Türkiye’de rejimin Kürtler’e politikaları karşısında böylesi bir kitlesel eylemlilikler, operasyonlara karşı uyguladığı sürekli bir politibirleşik mücadelenin oluşturulması ve tutuklamalara karşı geliştirilen kadan, baskı, imha ve inkâr politidaha da anlamlı hale geldi. AKP kalarından sıkça söz ediyoruz. Son 2-3 aylık sürece baktığımızda ise bu Akılda tutmamız gereken, baskı rejiminin sürpolitikalar daha da görünür oldu ve düğü ve kendi çözümünü dayatma konusunda ısgerek Kürt halkı gerekse de Emek, Demokrasi ve Özgürlük Bloku rarlı olacağı. Bu noktada Kürt önderliğinin gelişüzerinde önemli bir basınç yarattı. tireceği taleplerin rejim ile uzlaşıya dayanmaması Atlanılmaması gereken bir başka nokta ise, tam da bu dönemin bir gerekmekte, hele ki sorunun çözümünde Kürtler seçim süreci olmasıydı. Yani, burjuhâlâ siyasi bir özne olarak kabul edilmezken va demokrasisinin sınırlarında dahi görece daha rahat bir kendini ifade ve mücadele alanı bulunabilecek bir hükümeti geçtiğimiz dönemde protestolarda da eylemcilere dönük, dönem! Aşağıda daha da ayrıntılı “açılım” politikalarının uygulayıcısı İbrahim Oruç’un öldürülmesine yol olarak ele alacağımız bu politikalar olmuş, “demokratikleşme” ve Kürt açan sert müdahale de, Türkiye’de bir geri çekiliş yaratabilirdi ama sorununu çözme adı altında Kürt “ileri demokrasinin” baskı, imha ve aksine, tüm ezilen kesimlerin müca- önderliğini tasfiye ve kendi çözüinkâr politikalarından ibaret oldudelesinde itekleyici bir etki yarattı. münü dayatma yoluna gitmişti. Ki ğunu gösterirken, tüm bu baskılar Ve yine bu dönem, Türkiye’de Bobu “açılım” süreci, seçilmiş Kürt Kürt halkı üzerinde mücadeleye napartist rejimin sınırlarının, AKP liderlerinin, aydınlarının büyük dönük yoğun bir istenç yarattı. Ki hükümeti eliye “ileri demokrasi” bir bölümünün gözaltına alındığı Kürt lideri Abdullah Öcalan yaptığı kılıfı ardından yürütülen demokra- KCK davasıyla eşgüdümlü olarak açıklamada, PKK’nin eylemsizlik tik gericilik politikalarının görünür sürdürülmüş ve bu da Kürt kitleler kararının sona ereceği tarih olan 15 kılınması gibi bir sonucu doğurdu. nezdinde, hükümetin demokratik Haziran’ı hatırlatarak, Kürtler’in ve Tüm bunları hesaba katarak, seçim gericilik politikalarının görünür hale sosyalistlerin barış için çabalamasına sonuçlarına tekrardan baktığımızgelmesini sağlamıştı. karşın devletin buna şiddetle, savaşla

cevap verdiğini ve sorunu bir çıkmaza soktuğunu dile getirdi. Seçim sonuçları: Mücadele nereye doğru? Kürt özgürlük hareketi açısından böyle bir ortamda gerçekleştirilen seçimlerde Emek, Demokrasi ve Özgürlük Bloku’nun 36 bağımsız adayını meclise gönderiyor olması önemli bir başarı ancak savaşımın bundan sonraki seyrinde, oluşturulan birleşik mücadele hattının tüm eksikliklerine rağmen korunabilmesi ve hatta ileri taşınabilmesi oldukça belirleyici olacak. Hele ki, Kürt halkı üzerinde uygulanan baskı, imha ve inkâr politikalarının son dönemdeki uygulayıcısı olan AKP’nin yüzde 49 gibi yüksek bir oyla birinci parti seçildiği yeni dönemde… Seçim öncesinde idam cezasına methiyeler düzen Recep Tayyip Erdoğan seçim sonrasında yaptığı “balkon” konuşmasında, kampanya dönemindeki dilini biraz yumuşatarak; “imha politikalarını sonlandırdık, inkârı da sonlandırdık, asimilasyonu da bitirdik bitireceğiz” açıklamasında bulundu. Yukarıdaki örnekler tam tersini gösterirken... Bu belki, yeni meclis toplanmadan önce bir “hoş” görünme çabasıdır ama Blok ve kitlesi nezdinde bir cevap bulabileceğini söylemek safdillik olur. 36 milletvekilinin mecliste yerini alması Kürt kimliğinin görünür kılınması açısından oldukça önemli. Türkiye burjuvazisinin kendi çıkarları doğrultusunda Kürt sorununda bir çözüm istediğini de hesaba katmalıyız. Ancak AKP’nin bu konuda nasıl manevralar yapacağını şimdiden kestirebilmek oldukça güç. Akılda tutmamız gereken ise, baskı rejiminin sürdüğü ve kendi çözümünü dayatma konusunda ısrarlı olacağı. Bu noktada Kürt önderliğinin geliştireceği taleplerin rejim ile uzlaşıya dayanmaması gerekmekte, hele ki sorunun çözümünde Kürtler hâlâ siyasi bir özne olarak kabul edilmezken. Ve bunu sağlamanın yolu, kendi kaderini tayin hakkı şiarı etrafında rejimin sınırlarını zorlayacak, dönüştürücü etki yaratabilecek seferberlikler örmekten, Türkiye işçi sınıfı ve emekçi halkıyla, sosyalistlerle kurulan birleşik mücadele hattını ileri taşımaktan geçiyor.


Dicle Nadin, 14 Haziran 2011 Geçtiğimiz ayın sonunda Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün himayesinde, Yüksek Öğretim Kurulu (YÖK) tarafından “Yükseköğretim Kongresi: Yönelişler ve Sorunlar” konulu kongre düzenlenmişti. Kongreye davet edilmeyen öğrenciler ve hocalar “Nasıl bir üniversite istiyoruz?” başlıklı dosyalarını sunmak ve toplantıyı protesto etmek amacıyla toplanınca, Dolmabahçe’de polisin tazyikli su ve biber gazı bombardımanına maruz kalmışlardı. Bir üniversite düşünün ki, öğrenciler olmadan yeniden yapılandırılıyor. Seçimlerden sonra AKP hükümetinin Yükseköğretim Kanunu’nda değişiklik yapacağını ve bu kongreninse uluslararası kuruluşlar ve sermayedarlarla hükümetin istişare etme çabasının bir ürünü olduğunu söyleyebilriz. Nitekim öğrencinin “gereksizleştiği” nokta da burası. AKP’nin okullarda bir süredir işletime soktuğu Bologna süreci –ki bu süreçten yeterli verim

Yeni YÖK reformu alamadıklarını sermaye sözcüleri sıklıkla dile getirince– şimdi YÖK yasasıyla nihai sonucuna erişiyor. Eğitim-Sen’in ve birçok muahlif akademisyenin de dile getirdiği gibi, YÖK’ün hazırlamakta olduğu yasa tasarısının ruhunu eğitimin

bir meta haline getirilmesi ve sermayenin yeni kâr sahası olarak inşa edilmesi, üniversitelerin şirket gibi çalışan yapılara dönüştürülmesi, iş güvencesinin ortadan kaldırılması ve üniversite yönetiminin sermaye temsilcilerinin eline bırakılması oluşturmaktadır. Kongre progra-

GENÇLİK

mında duyurulan küreselleşme ve uluslararasılaşma, girişimci eğitim, yükseköğretimde kalite güvence sistemi, finansman modelleri, üniversitelerin endüstri ve iş dünyası ile ilişkileri, üniversitelerin yapılandırılması, vakıf ve özel üniversitelerin kurulması gibi konu başlık-

ları yükseköğretimin sorunlarının özelleştirme, piyasa ihtiyaçlarına uyumlulaştırma, sermayenin yönetime ortak edilmesi ve güvencesizleştirme, taşeronlaştırma anlamına geliyor. Öyle ki, parasız eğitimin artık akla hayale sığmayan bir şey oldu-

11

ğunu dile getirenlere, YÖK Başkanı Yusuf Ziya Özcan’dan “İleride zaten üniversitelerimizde okuyacak öğrenci bulamayacağız” diyerek destek geldi. İşsizliğin sebebini herkesin üniversiteye girmesi, eğitimin sermayenin ihtiyaçlarına uymadığı için nitelikli işçiler yetiştirememesi olarak sıralayanlar, parası olmayanları elediklerinde rahata kavuşacak görünüyorlar. YÖK bu noktada müjdeyi veriyor: ‘Yoksul ama zeki öğrencileri de düşündük!’. Onlar da bu sistemde karşılıklı burs alarak okuyabilecekler. Yani yoksul öğrencilerin okulu silip süpürdüğü, karşılığında da okumaya hak kazandığı günler yakındır... Bologna Süreci’ni tamamlayıcı unsur olan YÖK Yasa Tasarısı’nın taşları, “ustalık” dönemindeki AKP Hükümeti tarafından döşenmiş durumda. Seçimde güvenoyu alan hükümet, üniversite reformunu layıkıyla yerine getirecek. Bu noktada hocalar, öğrenciler, üniversite mezunu işsizlerin bu yasaya karşı birlikte söz söyleyebilmeleri acil önem kazanıyor.

Bir öğrenci deneyiminden notlar

oluşmaya başladı kafamızda, bu da bizi anket sürecine sürükledi. Merhaba, Anketi uygulama aşamasında bizi büyük yokuşa sürükleyecek kararı Ben, İstanbul’daki bir lisenin aldık ve anketi öğrenci birliği son sınıf öğrencisiyim. Okuluaracılığıyla düzenleyebilmek muz kısıtlı teneffüs saatleri nedeniyle okul içerisindeki öğrenci için okuldan izin alarak yapmak istedik. Bu süreç, bekletimizin dıtartışmalarına kapalı bir yer, ancak küçük arkadaş grupları içe- şında anket formatımız reddedilerisinde bu sorunlar tartışılır, baş rek sonuçlandı (idarenin oyalama ağrıtır sonra da unutulup giderdi. politikasıydı besbelli). Öğrenci Birliği de yapısı gereği okulun piBu sene öğrenciler olarak okul yonu haline gelmiş bir kurumdu saatleri dışında forumlar düzenleve yardımcı olacağına argümanlameye başladık. Tarihteki öğrenci rıyla bize köstek olmuştu. İdareye hareketlerinin deneyimlerinden bir kere anket fikri ile gittikten yararlanmak amacıyla sunumlar sonra el altından yapma seçeneğiyapıldı ve bu sunumlar bizi okul mizi de öldürmüş bulunduk. içerisindeki somut sorunlara deBu aşamadan sonra elimizde ğinmeye itti. 600 kişilik bir okulnasıl yaygınlaşacağımıza dair da 25 kişiydik ve aklımıza hep benzer sorunlar geliyordu; kantin sorunlar kaldı. Okulun tatile girmek üzere oluşu da herkesi enfiyatları, güvenlik kameraları, üniforma vb. Kantin fiyatlarının dişelendiriyordu. Bu sene yaygınlaşamasak da acaba seneye devam üzerinde durmakta kararlıyken edebilecek miydik? seferberlik sağlayıp sağlayamayacağımıza yönelik şüpheler Liseli bir öğrenci, Haziran 2011

Son senem olduğu için seneye yapılacak toplantılarda yer alamayacaktım, ancak çoğunluğun alt dönemlerden oluşması beni umutlandırıyordu. Tabii insanlara da seneye devam edeceğimizi bildirmek ve kendimizi cazip kılmak istiyorduk. Sesimizi nasıl duyuralım diye düşünürken fanzin fikri ortaya atıldı. Sene bitmeden insanlara; ‘toplantıları bize neler rahatsızlık veriyor da düzenliyoruz’u göstermek istiyorduk. Fanzinimiz basımı beklemekte ve son güne yetiştirmeyi umut ediyoruz. Benzer hataları tekrarlamamak için bu sefer el altından dağıtabildiğimiz kadar insana bedevaya dağıtmayı planlıyoruz, ki bu durum anket sürecinden ders çıkardığımızı göstermektedir. Böylece pratikte örgütlenmeyi de öğrenmiş bulunuyoruz.

Hepimiz aynı beklentiler ile katılmaya başlamadık bu foruma,

fakat zaman içerisinde beklentilerimiz ortaklaşmaya başladı. Eskiden okulun üzerimizde kurduğu baskıyı nasıl yadsıdığımızı gördük hep birlikte. Bilinçlendikçe daha fazla sorgulamaya ve eğitim hayatımızda kapitalizmin sömürü araçlarının nasıl işlediğini farketmeye başladık. Bu forum süreci okul içerisinde başarıya ulaşsın ya da ulaşmasın hepimiz artık farklı bireyler olarak oradan çıkacağız. Ben burayı bir politizasyon süreci olarak görüyorum ve bu yapısıyla Tekel Direnişi’ne de benzetiyorum. Hak kazanımı olmasa da oradaki işçiler kadın, lgbt, Kürt mücadelesine eskisinden daha farklı bakıyorlardı; biz öğrenciler için de öyle, sınıflara, sıralara aynı anlamları yüklemiyoruz. Zil çalıp okuldan çıktıktan sonra bizlerin aynı veya farklı mücadelelerin parçası olacağımıza inanıyorum.


12

İŞ YERLERİNDEN

PETROKİMYA İşten atmalar başladı Merhaba arkadaşlar, ben petro kimya sektöründe çalışan bir işçiyim. Daha önceki mektuplarımda da belirttiğim gibi birlik ve örgütlülüğün ne kadar önemli olduğunu her gün biraz daha iyi anlıyorum çünkü, patronların biz işçiler özerindeki baskılar gittikçe artıyor. Bizleri daha ucuz ve zor şartlar altında çalıştırmak için ellerinden geleni yapıyorlar. Nasılsa onlara yandaşlık eden devlet var, istediklerini yasalaştırıp kendi istediklerini rahat bir şekilde uyguluyorlar.

ve örgütlü değiliz. Arkadaşlarıma ne yapalım diye sorduğumda da kimseden karşılık alamadım çünkü, gözleri korkmuştu bizleri de işten atarlar diye. Evet en büyük korkumuz da bu.

Bizler korktuğumuz sürece, birlik olmadığımız sürece, patronlara boyun eğmek zorunda kalacağız. Boyun eğmek zorunda kalmamak için korkmak yerine örgütlenelim ve birlik olalım. Çünkü kaybedecek bir şeyimiz yok. Bugün mücadele etmezsek yarın başımıza geldiğinde mücadele etmekte ne kadar geç kaldığımızın farkına varırız. Geç olmadan bugünden Bizler ise işsiz, sokaklarda her örgütlenelim, mücadeleye bugünkapıyı çalıp iş ararken onlar bizleri den başlayalım. Hep beraber birlik işsiz bırakmak için elerinden geleni olduğumuzda göreceğiz ne kadar yapmaya çalışıyorlar. İşsizler ordu- güçlü olduğumuzu ve korkması su onların işine yarıyor, biz çalıgerekenin bizler değil de onların şanlar ise her gün daha esnek ve olduğunu. Daha net göreceğiz zor şartlar altında çalıştırılıyoruz. çünkü, bizim kaybedecek zincirKarşı çıkamıyoruz çünkü örgütlü lerimizden başka bir şeyimiz yok değiliz. Kişisel olarak patrona karşı ama onların servetleri var. çıktığımızda da kendimizi kapıda buluyoruz. Nerdeyse en kötü şartTEKSTİL larda bile çalıştığımızda, en azından çalıştığımız için şükür ediyoMesai hırsızlığı ruz. Zaten patronların da isteği de Merhaba arkadaşlar, ben tekstil bu değil mi? bize söyledikleri de, sektöründe çalışan bir işçiyim. “Bak dışarıda işsizler ordusu var, Çalıştığım işyerinde başımdan bir ilan astığımızda kapının önüne geçen bir olayı sizinle paylaşmak dolarlar, işinizden olmak istemiistiyorum. Beş aydır bu işyerinde yorsanız adam gibi çalışın ve bizim çalışıyorum ve beş aylık süreçte istediğimiz şekilde çalışın”, oluyor. maaşlarımızı hiç tam ve zamanınBuna örnek olarak, kendi çada alamadık. Her zamanki bahanelıştığım fabrikadan bir deneyimi ler, ya işler ödemeye girmedi ya da paylaşabilirim. Geçen mektubum- para alınacak firma, ödemede bizi da yazmıştım, patronun bizleri geriye attı. Oysa ki, hepsi bizi kanmesaiye bıraktırıp mesai saatini dırmak için uydurdukları yalanlar! normal ücret üzerinden çalıştırmak Her hafta ödeme alıp kendi borçistediğini. Buna karşı çıkan arkalarını ödüyorlar, bize gelince ise daşlarım vardı, hemen kabul edip para yok! Patronların umurlarında çalışmaya başlayan arkadaşlarım da mı ki işçinin kirası, son ödeme tavardı. Karşı çıkan arkadaşlarımla rihi geçmiş faturası, borcu, mutfak daha önce de konuşmuştum, hep alışverişi... Hiçbirini önemsemiyor beraber karşı çıkarsak patrona patronlar. Elimize koyuyor 3-5 kugeri adım attırabiliriz diye. Birçok ruş, ay başında hepsini kapatırsınız arkadaşım söylediğim gibi karşı diyorlar. çıktılar ve patron geri adım attı. Maaş zamanı geldiğinde ben ve Mesaiye kalıp eski sistemde olduğu diğer iki kadın arkadaşımla patgibi mesai saatlerimiz yüzde 50 ronun karşısına dikildik. Bugün hesaplanacak. maaşlarımızı almıyor muyuz diye Patrona geri adım attırdığımız sorduk. Ve ben mesai paralarımızı için sevindim ama hesaplamadıda sordum. Bana senin mesain yok ğımız bir şey daha vardı. Patron dedi. Nasıl olmaz, kaç kere mesaikarşı çıkanları işten atmaya başlaye kaldığımı biliyorum dediğimde, dı. Şu ana kadar 3 arkadaşım işten cumartesi gelmedin bir gününü atıldı ve biz karşı çıkamadık çünoradan kestim dedi. Oysa ki cukü, birlik olup patrona geri adım martesi günü yarım gün çalışırız attırdığımız gibi bir arada değildik ve 4,5 saat yapar. Yani tam günü-

mü değil yarım günümü kesmesi gerekiyordu. Diğer 1,5 gün ise benim tatilim zaten, oradan kesemezsin dedim, ama nafile. Patron tatil günümüze de göz dikerek, çalıştığımız günler yetmiyormuş gibi tatil günümüz üzerinden de sömürmeye devam ediyor. Halbuki biliyorum, her işçi arkadaşımın başına gelen bu durumları kabul etmemeliydik. Sadece 3 kadın işçi değil, işyerinde çalışan tüm işçi arkadaşlarım kafa kafaya verip patronun karşısına çıksaydık o zaman bu kadar baskı ve sömürüye maruz kalmazdık.

ki salı günü patronun tuhaf bir şekilde beni gözetim altına aldığını, sürekli beni izlediğini fark ettim. Sanki açık arıyordu. Ben de buna fırsat vermemek için tempo yaparak çalışmaya devam ettim. Bu arada işyerinde bazı arkadaşlarla yemek ve çay molalarında sohbet ediyorduk.

Bir işçiyle daha samimi olmuştuk. Muhalif olduğunu, seçimlerde oy kullanmayı düşünmediğini, kullanırsa da bağımsız adaya oy vereceğini, bu sistemin işçiye göre olmadığını, işçiye uygun sistemin komünist sistem olduğunu, komünizmde işsizlik, açlık diye bir İşçi işçiye saldırır mı? şey olmadığını söylüyordu. Ben Merhaba, sevgili İşçi Cephesi işyerlerinde güven oluşmadan okurları! kendimi açığa vermemeyi tercih ederim. Çünkü sonuç bana zarar Sizlere kısa bir süre önce maruz olarak dönebilir. Pazartesi günü, kaldığım bir durumdan bahsedeİşçi Cephesi’nin yeni sayısı arka ceğim. Ben bir tekstil işçisiyim. Bir fabrikada çalışırken, fabrikanın cebimdeydi. “O cebindeki ne?” deyince ben de “Gazete” diye cevapkapanması sonucu işten atıldım. ladım ve aylık çıktığını söyledim. Yaklaşık üç yıl önceydi o zamandan beri sağlıklı bir iş bulamadım. “Görebilir miyim?” dedi, ben de gösterdim bayağı ilgili görünüyorMecburen küçük atölyelerde du. Ben de isterse verebileceğimi çalışmak durumunda kalıyorum. Birçok işyeri değiştirmek zorunda söyledim. Teşekkür ederek aldı. Patron, salı akşamı beni odasına kaldım. İşler durunca patronlar çağırarak çok yavaş çalıştığımı ve işçiyi işten çıkartıyorlar. benimle çalışamayacağını söyleyeEn son çıkarıldığım işten söz rek iki günlük ücretimi ödedi ve etmek istiyorum; bir arkadaşım işten çıkarttı. Ben yavaş çalışmadıvasıtasıyla girdiğim işyeri, kadın ğımı, bana haksızlık yaptığını söyceketi üreten, yaklaşık otuz kişinin leyerek hiç olmazsa hafta sonuna çalıştığı bir atölyeydi. İşe başlarken kadar çalışmak istediğimi, hafta patron kendisinin de işçilikten gel- içi iş bulamayacağımı, beni zor diğini, o yüzden işçinin halinden durumda bırakmamasını söyledim anladığını söyleyerek ne kadar iyi ama kabul etmedi. Ben de ücrebir insan olduğunu anlattı. Bir aile timi aldım. Ayrılırken “Sen düolduğumuzdan bahsedip “Haydi rüstüm diyordun ama sen dürüst kolay gelsin” diyerek işe başlamamı adam değilsin. Sokakta karşılaştığısöyledi. Ben de böylece yeni işime mızda selamlaşma ortamı da bırakbaşlamış oldum. Bir hafta çalıştım madın” dedim önce ses çıkarmadı. ve hafta sonu geldi. Yani ücret Çünkü içeride kimse yoktu. Ben konuşma zamanı... Ama hafta bo- ve o vardı. Merdivene yöneldim. yunca gençlerle yarışmak zorunda O arada dikim bölümünden 5 kaldım. Çok yoruluyordum ama işçi bizim sesimize yanımıza geldi onlardan aşağı da kalmadım. Hat- onları gören patron birden bana ta tecrübem sayesinde çoğundan “Şerefsiz” diyerek hakaret etti. Ben da iyi iş çıkarttım. Ücretin aylık de “Şerefsiz sensin, aşağılık herif ” olduğunu söyleyen patron benim dedim. Birkaç işçi koluma girip ısrarım üzerine iki hafta haftalık beni uzaklaştırmak istedi. Patron ücret vermeyi kabul etti. Aslında küfrün dozunu artırarak hakarete ücret tatminkâr değildi ama yine devam etti. Ben de altında kalmade devam ettim. Patron işlerin dım, karşılık verdim. İşçiler beni canlı olmadığını bir ay çalıştıktan tutarken patronu kimse tutmuyorsonra ücreti tekrar konuşabileceği- du ve patron bana şiddet kullanmizi söyledi. Şimdilik idare etme- maya kalkıştı. Yumruğunu kaldımi istedi. Çalışmaya devam ettim. rarak bana vurmaya çalışan patron İki hafta haftalık aldıktan sonra ona verdiğim tepki karşısında geri artık aylık çalışmaya başlamıştım adım attı: Ben, isterse bana vurabi-


İŞ YERLERİNDEN leceğini ama sonucuna katlanmayı göze almasını, bunu onun yanına bırakmayacağımı söyledim. İşçiler beni yaka paça aşağıya indirdi. Biri hariç... Diğerleri oradan uzaklaşmamı ve zarar görmememi istiyorlardı, tavırlarından anlaşılıyordu. O bir kişi ise ben aşağıya inmiş olsam bile, “Sen patrona nasıl küfredersin?” diyerek üstüme yürüdü. Diğer işçiler araya girdi ve onu uzaklaştırdı. Ben de adama “Kırk yaşını geçmişsin ama sınıf bilincin yok” diyerek ordan uzaklaştım. O sinirle eve nasıl geldiğimi bir ben bilirim. O gece uyuyamadım. Sabahı zor ettim. Patron neyse de işçinin bana yaptığını hazmedemedim. Çünkü onunla problemim yoktu. Bana neden saldırdı anlaşılır gibi değil. Sabah kalktım, yeni bir iş aramam lazımdı. Ama ben bana saldıran işçiyle görüşmeye karar verdim. İşyerinin tam karşısında caddenin öbür tarafında yemek yiyorduk. Ben de lokantanın önünde 12:55’te beklemeye başladım. 5 dakika sonra işçiler yemek kuyruğuna girdi. Benim beklediğim işçi de aralarındaydı. İsmini söyleyerek omuzundan tutup kenara çektim. Beni görünce suratı mosmor oldu. Bana “Amacın ne?” dedi. “Kavga yapmaya gelmedim, sen dün akşam bana neden saldırdın?” dedim. Kem küm edip cevap vermeye çalıştı. “Ama sen patrona küfrettin” dedi. Ben de önce patronun bana küfrettiğini söyleyerek yaptığının doğru olmadığını, bir daha böyle davranmamasını, yalakalığın iyi olmadığını, başkalarına karşı da böyle davranmamasını, ikimizin de işçi olduğunu, patronun bir gün kendisini de işten atabileceğini, bilinçli olmasını öğütledim. Çevremizde, aynı yerde çalıştığımız işçiler de vardı.

Bana yapılanın doğru olmadığını, aynı şeyin kendi başlarına da gelebileceğini söylediler. Bir de beni çıkartmasının başka sebebi olması gerektiğini, yavaş çalışmadığımı söylediler ama ben sebebini anlamıştım gazete verdiğim arkadaş beni ispiyonladı. Onu da buldum yok diyerek kabul etmedi ama gözümün içine bakamadı. İşçiyim her şeye alışkınım ama işçi arkadaşımın bana saldırmasına çok üzüldüm. İşçi bilinçli olmazsa kendi safını da bulamaz. O yüzden de diyoruz ki, SINIFINI BİL SAFA GEL!

BÜRO Evleneceklere uyarılar Merhaba arkadaşlar, ben büro çalışanı bir işsizim. En son çalıştığım işyerinde esnek çalışma koşulları, ücretlerin geç ve parçalar halinde yatırılmasından dolayı ocak ayında işten ayrıldım. Bu süreçten sonra farklı bir işyerinde 2 aya yakın çalıştım. Bu işyerinde de fazla çalıştırma ve servis sıkıntısından dolayı işten ayrıldım. 2,5 aydır işsizim, bu sürede farklı birçok iş başvurusunda bulundum ve dayatılmak istenen hep aynı şeyler esnek çalıştırma, düşük ücretler vs... Ayrıca size yaşadığım başka bir sorundan daha bahsetmek isterim. Ben nişanlı bir kadınım. Gittiğim iş görüşmelerinde süreç başlangıçta güzel gerçekleşiyor, daha sonra benim nişanlı olduğumu ve evlilik sürecimin yakın bir tarihten kaynaklanmasından dolayı patronlar bunu bir sıkıntı olarak görüyorlarmış ve nişanlılarla çalışmayı tercih etmek istemiyorlarmış. Çalışmaya her zamanki süreçten daha fazla ihtiyacım olan bu süreçte, pat-

ronların neden tercih etmediklerini sorduğumda balayı ve evlilik işlemleri için fazla izin isteyeceğimden dolayı çalıştırmak istemiyorlarmış. Düşünebiliyor musunuz patronlar neyin hesaplarını yapıyorlar ve neleri düşünüyorlar. Özel hayatlarımıza müdahaleden ve bizi yönlendirmek istemekten de geri kalmıyorlar. Eğer aramızda ve çevremizde nişanlı arkadaşlarımız varsa uyaralım buradan, iş değiştirmek istiyorlarsa bu süreci evlendikten sonraya bıraksınlar yoksa onlar da benim gibi zor bir süreç yaşayacaklar. Anlayacağınız gibi bu süreçte ne nişanlılığımın tadını yaşayabiliyorum ne de yeni bir ev kurma mutluluğunu. Çünkü biliyorum ki, iş bulamasam daha fazla zorluk ve sıkıntı beni bekliyor olacak. Ben de bu süreçte kendimce bir çözüm olarak part time (tabii onu da bulabilirsem) işlerde çalışarak, bu zamanın geçmesini bekliyorum. Umarım patronlar evlendikten sonra da yeni evli olduğum için iş vermek istemeyi bahane olarak sunmazlar. İster kadın, ister erkek, ister evli, ister bekar, ister genç, ister yaşlı olalım, var olan bu süreçte birçoğumuz patronların keyfi işten atmaları, keyfi işe alınmamalar gibi bahanelerle karşı karşıya kalıyoruz. Esnek çalışma koşullarını yasallaştığı, kriz bahaneleriyle düşük ücretlerin dayatıldığı bu koşullarda daha fazla örgütlü ve bilinçli olmalıyız. Kadın işçilere daha fazla istihdam! Esnek çalıştırmalar yasaklansın! Patronların keyfi tutumları yasaklansın!

Saybolt

grevi 6 gün

sonunda bitti İC - Haber, Haziran 2011 Geçen ay gazetemizde haber yaptığımız Saybolt grevi olumlu bir biçimde bitti. Saybolt çalışanları limanlara gelen petrol gemilerinden numune alıyorlar, laboratuvarlara gelen numuneleri inceleyerek rapor ediyorlar. Burası hayli az nufuslu (70 kusur kisilik) ve çok dağınık, standartlara uymayan farklı bir işyeri sendika açısından. Gebze'de, Mersin'de, Aliağa'da, Haremidere'de yani tankerlerin akaryakıt dolumu-boşaltımı yaptığı yerlerde ölçüm yapan çoğu vasıflı elemanlardan olusan bir üye profili var ve yeni üye oldular. Saybolt işyerinde 1 Kasım 2010 tarihinde başlayan toplu iş sözleşmesi görüşmelerinde fazla çalışma ücretleri ve yıllık ikramiye konusunda uzlaşma sağlanamamıştı. Anlaşma sağlanamaması üzerine 4 mayıs 2011 tarihinde greve çıktılar. Grev 10 mayısta anlaşma sağlanmasıyla bitti.

Benim de söyleyeceklerim

VAR! ▼diyorsanız▼ iscicephesi@gmail.com

490 Mutlu Akü işçisi örgütlendi, kazandı! iş sözleşmesinde, ilk yıl Mutlu Akü işçilerinin aylık ücretlerine Tuzla - Tepe Ören mevkiinde 190 TL zam yapıldı. İkinci yıl faaliyet gösteren, Petrol-İş üyesi ise ücretlere enflasyon oranı + 20 490 işçinin çalıştığı Mutlu Akü ve TL’lik miktarda zam uygulanaMalzemeleri San. A.Ş’ de 24 macak. Sosyal haklarda ise yüzde 7.2 yıs sabah saat 08:00’de başlayan oranında artış sağlanacak. Mevcut ve 5 saat süren grev, Mutlu Akü sosyal yardımlara ilave olarak 37 işvereni ile yapılan görüşmelerden TL’lik gıda ödentisi de toplu iş sonra anlaşmayla sonuçlandı. Yasözleşmesine girmiş oldu. pılan anlaşma ile 2 yıl süreli toplu İC - Haber, Haziran 2011

13


14 »

ULUSLARARASI

Meydanlar sosyalistleri cezalandırdı, ULUSLARARASI

seçimleri muhafazakârlar kazandı karşılığında herkesi seferber edecek 15 Mayıs günü Madrid’in Puerta bir seçenek ileri sürülemiyordu. Sadece bu değil, bu seçeneğin ördel Sol meydanı kendini “sistem gütlü bir biçimde ileri sürülmesine karşıtı” olarak gençlerle dolmaya de karşı çıkıyorlardı. Bu gençlere ve meydanın orta yerine kamp göre “doğrudan demokrasi” bireyçadırları kurulmaya başladığında tüm İspanya halkı sadece uzun so- sel katılımın ötesine geçmemeli ve luklu bir mücadelenin başladığına hiçbir politik gruplaşma harekete dâhil edilmemeliydi. Profesyonel inanmakla kalmadı, ama aynı zamanda yıllardan beri sesi çıkmayan burjuva politikacılarına yönelik eleştiri, her türlü sol ve devrimci genç kitlelerin itmesiyle ülkenin yeni bir seferberlik evresine doğru örgütlenmeyi, hatta sendikaları yol almaya başladığını düşünmeye da “kurumsal” ve “diktatoryal” hiyerarşi grubuna dâhil ederek koyuldu. dışlıyordu. Puerta del Sol’u, Kataİşsizlik oranının üç yıldan lonya meydanını ve diğer kentlerberi giderek arttığı ve 30 yaş altı deki benzer alanları, kendilerine gençler arasında yüzde 45’e gelip atfettikleri Tahrir olma vasfından dayandığı bir ortamda, mühendis, ayıran belki de en önemli fark buavukat, mimar vb. meslek gruprada yatıyordu: Tahrir, diktatörlük larından bir grup kalifiye genç rejimine karşı sendikal ve politik işsizin, “Hemen Şimdi Gerçek Demokrasi Platformu” adı altında Facebook ve Twitter aracılığıyla yaptıkları yakınmalar ve çağırılar sonuçta yanıt bulmuş ve kentli orta sınıf gençler, kendiliğinden bir biçimde alana dolmaya başlamıştı. Anarşist bireycilerden, alternatif yaşam savunucularına ve punk kolektiflerine kadar değişen bir yelpazede önce yüzlerce, ardından bin ve on binlerce insan meydana akın ediyor, kendiliğinden oluşan çeşitli komisyonlara katılıyor, genel toplantılarda görüşlerini örgütlenme hakkı için mücadele dile getirmenin tadına varıyorlardı. ederken, burjuva demokrasisinin kendilerine tanıdığı olanaklardan Hemen her şeyden şikâyet ediyorlardı: işsizlikten, bankerlerden, yararlanan İspanyol gençler devrimci örgütlenmeyi yasaklamaya, politikacılardan, çevre kirliliğindışlamaya yöneliyorlardı. Ve tabii den, özelleştirmelerden, eğitim sisteminden, ataerkil toplum yapı- sonuçta, “sistem karşıtı” meydanlar sisteme alternatif bir proje geliştirsından, kapitalist sistemden, dört yılda bir oy vermekten ibaret sahte me olanağı yakalayamıyordu. demokrasiden... her şeyden. Puerta Bu merkezi zaafına karşın 15-M del Sol’un İspanya’nın “Tahrir alanları kuşkusuz çok önemli bir Meydanı” olduğunu söylüyorlar seferberlik kaynağı, yıllardan beri ve “İspanya devrimi”nin başladısüren kitle eylemsizliğinden çıkışın ğını iddia ediyorlardı. Ve talepleri olası bir fünyesi. Bugünlerde alanyerine getirilinceye değin alandan lar, eylemliliğin ne tarzda sürdürüayrılmayacaklarını bildiriyorlardı. lebileceğini tartışıyor. Tahrir ben15-M hareketi birkaç gün içinde zetmesinden hareketle bazı önemli başta Barselona olmak üzere diğer sorulara yanıt getirebilmek gerekentlere de yayılmaya yüz tutkiyor. Tunus ve Mısır’da alanlar tuğunda ortaya merkezi bir soru Bonapartist rejimlerin saldırılarına çıkıyordu: şikâyetlerinin karşılığın- kahramanca dayanarak karşılık da ileri sürdükleri temel talepleri vermişlerdi; ama Bin Ali ve Mübaneydi? İşte hareketin en zayıf oldu- rek, alanların açtığı gedikten tam ğu nokta buydu: Sistem eleştirileri da işçi sınıfı yürümeye başladığınYusuf Barman, 26 Mayıs 2011

da barutlarını tükettiklerini anlamışlar ve bavullarını hazırlamaya koyulmuşlardı. Şimdi Madrid ve Barselona başta olmak üzere alan seferberlikleri İspanya proletaryasını harekete geçirecek mi? Alanlar eylemlerini işçi mahallelerine ve sanayi bölgelerine taşıyabilecek mi ya da böyle bir perspektife sahip olacak mı? Güçler dengesinde ve sınıf bilinci düzeyinde devrimci bir değişiklik gerçekleşecek mi? Bunlar önemli sorular, ama ne var ki 22 Mayıs yerel seçimlerinin sonuçları fazlaca iyimser olmamıza olanak tanımıyor. Üç yıldan beri süren ve genel işsizlik oranını yüzde 20’ye (5 milyonun üzerinde işsiz) dayandıran ekonomik krizin faturasını, kriz karşısında neoliberal politikalar izlemenin

ötesine geçemeyen Sosyalist Parti (PSOE) üstlenmek zorunda kaldı, oyları dört yıl önceki 7,7 milyondan (%34,9) 6,3 milyona (%27,8) geriledi. Ama bu kayıp 1,5 milyon oy sol partilere değil, içinde güçlü bir faşist kanat da taşıyan sağcı Halk Partisi’ne (PP) kayarak bu partinin hemen bütün kentlerde ve otonom bölgelerde yönetimi eline geçirmesini sağladı. Barselona gibi otuz yılı aşkın bir süreden beri sosyalistlerin çoğunlukta olduğu bir “kızıl kent” bile, merkez sağ milliyetçi Katalanların (CiU) denetimine girdi. Valensiya’da yolsuzluktan yargılanan PP yönetimi sosyalistleri ezdi geçti. Madrid’de faşizan söylemleriyle ünlü PP lideri Esperanza Aguirre, PSOE ve Sol Birlik’in toplamından iki kat fazla temsilci çıkardı. Cordoba, Sevilla gibi tarihi sol kentler PP’cilerin yönetimine girdi. Özetle İspanyol

sağı, 2012 Nisan genel seçimlerini bile beklemeden merkezi hükümeti eline geçirmek için her türlü “demokratik” gerekçeye sahip olduğunu belli etti.

Politik parti ve “sahte demokrasi” karşıtı 15-M alanlar hareketinin neoliberal Sosyalistleri ve reformist solu bu hezimetten kurtarması beklenemezdi elbette. Ama genel eğilimi “kimseye oy yok” olmasından ötürü seçimlere katılım oranında bir düşüşe yol açması, düşman tarafından daha bir ciddiye alınmasına neden olabilirdi. Oysa öyle olmadı, katılım oranı iki buçuk puan artarak %66 oldu; sadece “beyaz oy”larda kısmı bir artış yaşandı (%2’den %2,5’a yükseldi). Yani alan seferberlikleri, “ben sizin aranızdaki dalaşa karışmıyorum” tutumuyla belediyelerin ve otonom bölge yönetimlerinin sağcı PP’nin eline geçmesine kayıtsız kaldı, ülkedeki politik renk değişikliğine sırtını döndü. Yegâne olumlu gelişme, Bask yurtsever solunu temsil eden Bildu’nun kendi otonom bölgesinde onlarca belediyeyi ve San Sebastian gibi büyük bir kentin yönetimini ele geçirmesi ve tüm bölge düzeyinde milliyetçi sağın (PNV) ardından ikinci parti haline gelmesi oldu. İspanya, bugünlerde ciddi bir çelişki yaşıyor: Tüm ülke düzeyinde denge sağın lehine doğru eğilirken gençliğin başlattığı meydan seferberlikleri kentlere yeni bir canlılık getiriyor. Sorun işçi sınıfının tutumunda düğümleniyor. Proletarya, bürokratik sendika önderliklerine karşı ve onlara rağmen sürdürmeye çalıştığı mücadelesinde yeni bir sıçrama gerçekleştirebilecek mi? Sağlık ve eğitim alanlarında başlayan yeni işten çıkarma ve sosyal kesinti saldırılarına karşı gelişmekte olan mücadeleler yaygınlaşabilecek mi? Çok uluslu Telefonica şirketinin hazırlandığı 8.500 kişilik tensikat planına sendikalar ciddi bir yanıt geliştirebilecek mi?.. Meydan seferberlikleri İspanya’da yeni bir mücadele dönemine işaret ediyor, ama dönemin proletaryanın kitle seferberliğine ve devrimci partisine ihtiyacı var.


ULUSLARARASI

ULUSLARARASI

» 15

Tahrir, Puerta del Sol, Sintagma: Aynı mı? Oktay Benol, 13 Haziran 2011 Değişim kaçınılmaz. Her şey değişiyor. Doğa gibi toplumlar da sürekli bir değişim yaşıyor. Kuşkusuz toplumsal değişim genellikle yavaş gerçekleşiyor. Bazen ise değişim enerji yüklenmiş bir fay hattının kırılması gibi deprem şeklinde de olabiliyor. Böylesi durumlarda konum ve kuralların değişimine, yerleşik düzenin altüst oluşuna tanık oluyoruz. Herakleitos’tan esinlenerek söylersek, hayatta değişmeyen tek şey değişimin bizzat kendisi. Lakin değişimin yönü ve nedenleri, diğer bir ifadeyle dinamikleri anlaşılmaksızın aslında ne olduğunun ve olabileceğinin kavranması olanaksız. Son dönemde bu yanılsamalı durumun en iyi örneklerinden biri Mısır, İspanya ve Yunanistan’daki kitlesel seferberliklerin tanımı üzerinden yaşanmakta. Bunları bir ve aynı şey olarak eşleştirme konusunda oldukça hevesli bir tutum söz konusu. Tahrir, Puerta del Sol ve Sintagma meydanlarında yaşanan/yaşanmakta olan direniş ve seferberlikler gerçekten aynı şey mi?

tehlikesi Mısır devletinin (başta ordu) ve egemen sermaye sınıfının (kuşkusuz ABD ve AB emperyalizmlerinin) tehlike çanlarını çaldırdı. Bu nedenle Mübarek rejiminin ölüm fermanını vermek Tahrir’in bölgenin devrimci zembereğini boşaltma dinamiğiyle kıyaslandığında Mısır devleti ve emperyalizm için çok küçük bir bedel oldu, kuşkusuz...

nedeniyle orada bulunmak isteyen emek eksenli sendika ve partilere dahi izin vermiyorlar. Eğer bir hareket, emekçilerin mücadele örgütü olan sendikayla, sendika bürokrasisini birbirinden ayırt edemiyorsa; emekçi halkın ve ezilensömürülenlerin sınıf örgütleri ile burjuva partileri aynı kaba koyarak dışlıyorsa, ortada ciddi bir sınıfsalpolitik sorun var demektir.

Tahrir’i dolduran kitlelerin devrimci bir işçi-emekçi önderlikten/ partiden yoksun oluşu, seferberliklere önderlik eden kişi ve kurumların çok parçalılığı ve sınıfsal açıdan politik-programatik farklılıkları ise Mısır devriminin daha da ilerlemesini güçleştiriyor.

Bu anlamda Tahrir ve Puerta del Sol arasında mevcut haliyle bir meydanı doldurmak dışında bir sınıfsal-politik benzerlik yoktur. Toplumun hoşnutsuz (orta sınıf ) kesimlerinin meydanları doldurması ne kadar önemli olsa da mevcut haliyle Puerta del Sol’un Tahrir’in sınıfsal-politik içeriği boşaltılmış kötü bir kopyası olduğunu da söylemek zorundayız.

İspanya, Puerta del Sol

Puerto del Sol’un Tahrir’den esinlenmesine ancak mutlu olunur ama bunları eşlemek, ya teorik-politik bir kavrayışsızlığın ya da derin umutsuzluğun tetiklediği bir hayalin ürünü olabilir. Zira İspanya’da bir rejim krizi olmadığı gibi gerçek anlamda bir hükümet krizinden dahi bahsedilemez. Belediye ve özerk bölge meclisleri seçimlerini Zapatero’nun Sosyalist İşçi Partisi (PSOE) önünde açık ara kazanan Mısır, Tahrir sağcı Halk Partisi (PP) 2012 genel Bu soruya cevap bulmak için seçimlerinin de şimdiden mutlak öyle derin teorik-politik analizlere kazananı görünüyor. Kısacası, gerek yok, çünkü politik-pratik İspanya’da egemenlerin bir yönesonuçlar dahi birçok soruyu cevap- tememe krizinden bahsetmeye lamış durumda. Tahrir Meydanı’nı olanak yok. Üstelik kitlelerin eskisi dolduranlar 30 yıllık Mübarek gibi yönetilmek istemediklerine rejimini yıktılar. Kitle seferberlikle- dair tek kanıt olarak Puerto del Sol ri Mısır’da demokratik bir devrime Meydanı gösteriliyorsa. yol açtı. Mübarek ve rejimi direnÇoğunluğu orta sınıf gençlerden meye çalıştı ama emekçi halkın, oluşan bu aktivistlerin hareketi, gençlerin ve kadınların araladığı bırakın işçi sınıfını ve emekçi halkı mücadele kapısında Mısır prolekapsamayı, üniversite gençliğitaryası göründüğü anda diktatör ni dahi seferber edebilmiş değil. yolun sonuna geldiğini anladı. Örnek aldıkları Tahrir’in aksine Mübarek rejiminin Tahrir karşı- rejime-hükümete yönelik sistemasında direnmesinin kitle seferbertik politik taleplerden yoksunlar. liklerini demokratik bir devrimden Örgütlenmeye olan güvensizlikleri toplumsal bir devrime sıçratma

Yunanistan, Sintagma Yunanistan’da ise bir öndevrimci durum yaşanıyor. Ciddi bir hükümet krizi söz konusu. Hükümet yönetme konusunda çok zorlanıyor. Bu durum rejim üzerinde büyük bir baskı oluşturuyor, ama şu aşamada bir rejim krizinden de bahsedilemez. Yıllardır sürdürülen neoliberal saldırı politikaları ve son dünya ekonomik krizi Yunan işçi sınıfını ve gençliğini sürekli bir seferberliğe süreklemiş durumda. Lakin iki faktör oldukça belirleyici: Birincisi, AB emperyalizminin en zayıf halkası Yunanistan’ın dönüşsüz bir krize sürüklenmesi ve çökmesi sıçramalı bir karakter kazanabilir. Muhtemelen AB emperyalizminin en son isteyeceği şey bu olacaktır. Bu nedenle AB emperyalizmi, her biri Yunan emekçi halkını daha da kötü yaşam koşullarına sürükleyen yardım paketlerini açmaya devam ediyor. Bu ise saldırganlığın daha da derinleşmesine yol açıyor. Bu nokta-

da işçi sınıfının ve emekçi halkın seferberliklerinin sürmesi ve daha da birleşik ve kitlesel bir karakter kazanması hayati önemde. İkinci faktör de burda devreye giriyor. Şimdiye dek 15’e yakın genel grev söz konusu oldu. Geleneksel olarak Yunanistan’da çok güçlü olan anarşist hareketler, genel grev ve benzeri sınıf yöntemlerinin işe yaramadığını, saldırıları durduramadığını giderek daha yüksek sesle ifade eder hale gelmiş durumdalar. Bu durumun seferberlikleri yavaşlatıp parçalayacağını öngörmek için müneccim olmaya gerek yok. Yunanistan’da öteden beri eylemlerin hep üçe bölündüğü hatırlanacak olunursa parçalanmanın alt yapısının ne kadar güçlü olduğu da görülecektir. Sadece gerçekler devrimcidir Bu yazının amacı Tahrir, Puerta del Sol ve Sintagma meydanları üzerinden şekillenen seferberlikleri sınıfsal nitelik ve politik talep-program açısından eşleştirme girişimlerinin yanlışlığını tartışmaktı. Bu eşleştirme girişiminin büyük oranda yeni bir “politik” yönelim olduğunu tespit etmemiz gerekiyor: yeni toplumsal hareketçilik, diğer bir ifadeyle hareketlerin hareketi! Bu analiz ve eleştirileri yaptığımızda indirgemecilik ve/ veya güdük komünistlikle eleştirilmemiz ise sadece traji-komik oluyor. Eğer söz konusu ihtiyaç anlamak ise, bunun için bir yönteme ve programa gerek olduğu aşikârdır. Mesele de zaten burada; eldeki bütün sınıfsal-politik araç edevatı bırakınca kılavuz niyetine kalan sadece esen rüzgar oluyor. Onun da sizi hangi yöne çevireceğini sadece Allah bilir! Dendiği gibi “uyuyor taklidi yapan bir adamı uyandırmak imkânsızdır.” (Navajo Kabilesi)


15-16 Haziran’dan dersler 12 Haziran 2011 seçimleriyle birlikte patronlar sınıfının ve onların temsilcileri düzen partilerinin önlerine koydukları görevler yine biz işçi, emekçi ve ezilen tüm kesimler için yeni saldırı planları olarak karşımızda durmakta. Seçimlerden sonra rejimin yeniden yapılandırılması amacıyla yeni bir anayasa hazırlamak için kolları sıvayan düzen partileri bir yandan burjuvazinin “prangalarını” kaldırırken diğer yandan neoliberal saldırılarla bizim prangalarımıza zincirler vurmaya devam ediyor. Geçtiğimiz dönem esnek ve güvencesiz çalışmayı kural haline getiren Torba Yasa gibi bir saldırı paketini istediği şekilde geçiremeyen hükümet, bu dönem güvencesiz, taşeron, sigortasız, düşük ücretli, sendikasız çalışma sistemini hayata geçireceğe benziyor. Patronlar krizlerden kârlarını artırarak çıkarken, bizim cephemizde artan ise yoksulluk, güvencesizlik ve işsizlikten başka bir şey olmuyor. Lakin bu yasaları meclisten geçirtmemek de elimizde!

gelen Demokrat Parti döneminde de ekonomik ve siyasal saldırılara maruz kaldı. 27 Mayıs askeri darbesinin Menderes iktidarını devirmesiyle birlikte yeni bir döneme girilmiş oldu. Bu dönemde özellikle de 60’lı yılların son yarısında kapitalizmin hızla gelişmesiyle sanayileşme ve kentleşme hızı da artıyordu. Bu durum yeni, genç, deneyimsiz ama uyanan bir proleteryayı işaret ediyordu. 1961 anayasasının getirdiği görece liberal atmosferde bir yandan yasaklı sol kitapların serbest kalmasıyla sosyalist düşüncenin geniş aydın ve öğrenci kesimlere ulaşması, diğer yandansa işçi sınıfının gücünü toparlamaya başlaması söz konusu idi.

derasyonu DİSK’in kuruluşunu açıkladı. Yine 1967 yılında DİSK’ in kurulmasıyla hızla üye kaybeden Türk-İş’ in imdadına 274 sayılı Sendikalar Yasası değişikliği yetişti. O yasanın hazırlayıcılarından biri de 1970’lerin sonunda DİSK’e başkan seçilecek olan CHP’li Abdullah Baştürk idi. Yasa değişikliği tasarısı; sendikadan ayrılmayı zorlaştırıyor, bir sendikanın Türkiye çapında faaliyette bulunabilmesi için ilgili işkolundaki toplam işçi sayısının en az üçte birini üye olarak temsil etmesini şart koşuyordu. Bu da DİSK’i işlevsiz hale getiriyor ve yeni kurulacak sendikaların önünü kapatıyordu.

polisin ateş açmasıyla çatışmalar çıkmış, üç işçi öldürülmüştü. Ordu ise tanklarıyla olaylara müdahele etmeye çalışıyor, askerin oluşturduğu barikatlar aşılıyor ve mücadeleye devam ediliyordu. Tüm bunların karşısında burjuvazi devlet şiddetini arttırdı. Akşam saatlerinde ordunun sıkıyönetim ilan etmesiyle mücadelenin arkasında durmayarak işçilere direnişi bitirme çağrısında bulunan DİSK bürokrasisi 15-16 Haziran direnişini bu şekilde sonlandırıyordu. 15-16 Haziran direnişinden öğreneceklerimiz

Türkiye’de sınıf mücadelesinin en yüksek örneklerinden biri olan bu direniş sınıfa kendi muazzam İşte 15-16 Haziran direnişine bu gücünü göstermiş, örgütlü gücün 60’lı yıllarla birlikte Türkiye işçi koşullar altında gelinmişti. karşısında hiçbir şeyin duramayacasınıfı geleneksel sınıf mücadelelerini Tasarı kabul edildi. DİSK ise onun ğını kanıtlamıştır. Dahası devrimin öğreniyor, sayıca az olsa da uzun varoluş koşullarını ortadan kaldıran öncü gücünün işçi sınıfı olduğu, soluklu grevler gerçekleştiriyordu. yasa tasarısına karşı 17 Haziran için öznesi işçi sınıfı olmayan bir devrim Kuruluş amacı işçi hareketini devlet eylem kararı aldı. Ancak bu eyleme olamayacağını ispatlamıştır. denetiminde tutmak olan Türk-İş, de izin vermediler. DİSK’in eylem 15-16 Haziran yıllara yayılan bir gerek grevlere verdiği “destekle” için beklemelerini haber verdiği mücadelenin ürünüdür ancak şu gerek meclisten çıkan işçi sınıfına işçiler izin çıkmadığı halde bu karar da unutulmamalıdır ki devrimci saldırı niteliği taşıyan yasalara verkarşısında kendiliğinden sokaklara bir önderliğe sahip olmayan hiçbir diği destekle artık bu harekete dar 15-16 Haziran 1970’te verilen döküldü. 15 Haziran günü 115 mücadelenin ilerletilmesi ve kazadireniş bunun en iyi örneklerinden gelmeye başlamıştı. Türk-İş’in bütün işyeri ve 75 bin işçi, 16 Haziran nımlarının korunması mümkün bu tutumlarını eleştiren ve sendikal günü ise 168 işyeri ve 150 bin işçi biri. Türkiye işçi sınıfı tarihinin bu olmayacaktır. Yaşadığımız çağda en büyük eylemi örgütlü gücün kar- mücadeleye yeni bir yön vermek sanayi proleteryasının yoğun oldutıpkı Arap devrimlerinde görüldüğü şısında hiçbir şeyin duramayacağını isteyen sınıf mücadeleci sendikalar ğu İstanbul ve İzmit’te işyerlerini, gibi patlamalı seferberlikler açığa Türk-İş’ten tasfiye edildiler. Ancak kanıtlamaştır. sokakları, meydanları zapt etmiştir. çıkacaktır. Ancak mesele bu seferbu durum yeni bir sınıf örgütünü Öncü işçiler ve devrimcilerin yol CHP’nin iktidar olduğu tek partili doğuruyordu: DİSK. Maden-İş, berliklere ve sınıfa önderlik edebiledönemde ne grev hakkı ne de toplu Gıda-İş ve Lastik-İş yaptıkları ortak göstermesiyle onbinlerce işçi yücek devrimci bir sınıf partisini inşa rüyüşler ve mitingler düzenleyerek iş sözleşmesi hakkına sahip olan etmekte yatmaktadır. bir kongreyle 13 Şubat 1967’de kent merkezlerine doğru ilerliyorTürkiye işçi sınıfı, sözde demokDevrimci İşçi Sendikaları Konfelardı. Ertesi gün ratikleşme söylemleriyle iktidara

Dilçem Sarin, 12 Haziran 2011

www.iscicephesi.net


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.