Ic30

Page 1

Devrimci Ýþçi Partisinin ve 4. Enternasyonalin inþasý için

iþçi cephesi Yeni Dönem sayý: 30

Aðustos 2006

http://iscicephesi.org

Lübnan Ortadoðu’da Emperyalist Ýþgalin Yeni Aþamasý

Emperyalizm ve Siyonizm Ortadoðu’dan Defol ! Gündem ve Politika

syf. 2-7

Sýnýf mücadelesi

Bergama’dan sonra þimdi de Kýþladað

Fýndýk üreticileri eylemde

Lübnan: Ortadoðu’da emperyalist iþgalin yeni aþamasý

Burjuvazinin Korkusu Boþuna Deðil

Sýnýr ötesi harekat neyi hedefliyor?

Fabrikalardan Okur Mektuplarý

Milliyetçi histeri: Kurtlar puslu havayý sever

15-16 Haziran Direniþinin Ardýndan

Ölüm orucu direniþi Sýnýf mücadelesi

Dünya syf. 8-12

Sendikalar

syf. 13-15 Siyonizmin Arap halklarýna yeni bir saldýrýsý

Anma

Fatih Belediye iþçileri ücret zammýnda anlaþtý

syf. 8-12

syf. 16 Katlinin 66. yýlýnda Troçki

ÝÞÇÝ SINIFININ KURTULUÞU KENDÝ ESERÝ OLACAKTIR

1


ÝLAN TAHTASI

GÜNDEMDEN...

Bergama’dan Sonra Þimdi de Kýþladað’a Zehir Tesisi Açýldý Yýllarca Türkiye’nin gündemine oturan Bergama köylülerinin altýn madenine karþý verdiði mücadelenin bir benzeri Uþak’ta baþlýyor. 27 Haziran’da Eþme ve köylerinden 1000’e yakýn vatandaþ “þiddetli baþ aðrýsý, mide bulantýsý, nefes darlýðý, bacak ve kollarda uyuþma ve ishal” belirtileriyle saðlýk merkezlerine baþvurdu. Yetkililerin suya kanalizasyon karýþmýþ olabileceði yolundaki açýklamalarýna raðmen “Elele Hareketi” sözcüleri, olayýn siyanür zehirlenmesinden kaynaklandýðýný savundu. Ýzmir Tabip Odasý’nda bir basýn toplantýsý düzenleyen Ege Üniversitesi Týp Fakültesi Halk Saðlýðý Bölümü öðretim üyesi Prof. Dr. Ali Osman Karababa þu açýklamayý yaptý: “Ekiplerimiz 29 ve 30 Haziran’da zehirlenen bazý yurttaþlardan kan örnekleri aldý. Eþme Kaymakamlýðý tarafýndan el konulan 8 tüp kanýn dýþýndaki 9 kiþiye ait kan örneklerinde siyanür tahlili yaptýrýldý. () Tahlil sonuçlarýna göre; belirtilerin bir su kaynaðýndan oluþan enfeksiyon olmadýðýný gördük. Siyanür zehirlenmesi ile karþý karþýya olduðumuz anlaþýlmaktadýr. () Bu siyanür deðerleri normalden çok daha yüksektir. () Kýþladað Altýn Madeni ve Kimya Tesisleri’nde dünyanýn en barbar ve ilkel yöntemi olarak bilinen ‘siyanür yýðýn liçi’ yöntemi uygulanmaktadýr. Bu yöntemde her zaman havaya serbest siyanürün karýþacaðý bilinmektedir. () Yetkililer bir an önce tedbir almalýdýr.” Profesör Dr. Al’ Osman Karababa’nýn bu açýklamasýnýn tam aksine Kýþladað Altýn Madeni’nin açýlýþýnda konuþan Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakaný Hilmi Güler ise, “Ege’nin en önemli kaynaklarýndan

birisi de altýn. Zaten bizim taþýmýz topraðýmýz altýn; bunun farkýna yeni varýyoruz. Biz bu noktada çok kararlýyýz. Bu madenleri ve altýný son gramýna kadar çýkarýp ekonominin hizmetine sunacaðýz. Çünkü ülkemizin bu zenginliklere ihtiyacý var. Biz yeraltý zenginliklerinin fakir bekçileri olmak istemiyoruz. Bunun içinde çok kararlý bir þekilde çalýþmalarýmýzý sürdüreceðiz. Türkiye’nin deðiþik bölgelerindeki tüm madenlerini son gramýna kadar çýkaracaðýz. Bunu önlemek için bir takým protestolarla suni engellemelerle karþýlaþabiliriz. Ancak biz onlardan hiçbir zaman çekinmeyeceðiz. Biz öyle kuru gürültüye pabuç býrakacak bakanlýk ve hükümet deðiliz. Bu zenginliði insanýmýzýn, Uþaklýmýzýn ve Eþmelimizin hizmetine sunmakta kararlýyýz. Daha önce bunu Bergama’da yaptýk” dedi.

Kapitalistler kâr için insan hayatýný hiçe sayýyor Görüldüðü gibi sermayenin hükümeti de siyanürlü altýn aramaya karþý protesto gösterileri yapan Uþak halkýný “biz kuru gürültüye pabuç býrakacak bakanlýk ve hükümet deðiliz” diyerek uyarýyor ve “biz bu zenginliði Uþaklýmýzýn-Eþmelimizin hizmetlerine sunmakta kararlýyýz” diyor. Bu ne yüzsüzlüktür. Zenginlik diye bahsettiði altýnlarý kapitalistler alacak. Zehri de Uþak halkýna kalacak. Yani bu zenginlik Uþak halkýna ölümden baþka bir þey getirmeyecek. Örneðin tarihte Avrupalý emperyalistler yer altý madenleri bol olan ülkeleri istila edip özellikle Meksika ve Peru‘da ki altýn madenlerini çýkarmak için, buradaki yerli halký ölesiye çalýþtýrýp çýkarýlan altýnlarý da kendi ülkelerine götürmediler mi? Geride ise bu ülkede 17 Aðustos Depreminin 7. Yýlý: aðýr çalýþma koþullarýndan dolayý binlerce ölüden baþka ne kaldý? 17 Aðustos 1999 yýlýnda yaþanan depremin ardýndan 7 yýl geçti. Bugüne Kapitalistler ve onlarýn hükümeti Uþak’ta kadar ne deðiþti? Göstermelik tutuklanan birkaç müteahhidin (onlar da da yine ayný taktiði uyguluyor. Kendi þimdi dýþarýda) dýþýnda! Diðer yandan bir de ölen ve kaybolan 40 bin çýkarlarýný toplumun çýkarlarý gibi gösterip insan var. Hükümet bir ders çýkardý mý bu depremden? Sanmýyoruz. katliamlarýný meþrulaþtýrmaya çalýþýyorlar. Depremden sonra inþaat sektörü yaygýn bir þekilde geliþti. Ýhaleler, arsalar Kapitalistlerin dini imaný para, bunun için hükümet yandaþlarýna peþkeþ çekildi. her þey onlara mubah. Siyanürlü altýn çýkararak insanlarý da zehirleyebilirler, Hükümet deprem yönetmeliðine dikkat etmeden, hýzlý bir þekilde, zehirli varilleri gömerek çevreyi ve canlýlarý Ýstanbul’un tümünde konutlar yaparak halka sattý. Oysa ki Ýstanbul da katledebilirler. Ama bu barbar deprem bölgesi. Çok katlý binalar yerine depreme dayanýklý binalar inþa kapitalistlere dur demenin yolu Uþak edilmeli. Belediyeler rüþvet yiyerek çok katlý binalarýn yapýlmasýna göz halkýnýn ve altýn madeninde çalýþan yumuyor. Belediyelerin konut yapýp sattýðý bu kiþiler dar gelirli ailelerden iþçilerin birlikte maden sahiplerine ve bu oluþuyor. Orta ve üst gelir grubundaki halk ise banka kredisi alarak konuda duyarlý herkesin hükümete karþý Ataþehir, Baþakþehir vb. bölgelerdeki sitelerde konut sahibi olma yoluna bu zehir tesisini kapattýrabilecek güçlü ve gitti. Hükümet ve belediyeler kýsa vadeli çýkarlarýný düþünerek bütün bu kararlý bir mücadelesinden geçiyor. saðlýksýz yapýlaþmaya göz yummakta. Çevrenin bir bütün olduðunu ve Uþak’taki Þimdi de bu çok katlý binalar belediyelerin dikkatini çekmezken deprem kirliliðin sadece o bölgeyle sýnýrlý bahanesiyle Ýstanbul’un birçok semtinde yýkým olacaðý söyleniyor. kalmayacaðýný bilmeliyiz. Bergama Depremin olmasý insanlarýn canýný yakarken buradan karlarýna kâr katanlar halkýnýn karalý mücadelesi örnek alýnabilir. hýzlý bir çalýþma içindeler. Yýlmaz Uður Nergis Çayýr 31 Temmuz 2006

Görünen Köy Kýlavuz Ýstemez

EÐÝTÝM– SEN KAPA T I L AMAZ

2


Ýsrail, 12 Temmuz tarihinde Hizbullah’ýn 2 askerini esir almasýný bahane ederek Lübnan’ý bombalamaya baþladý. Geride kalan 20 gün içinde Ýsrail saldýrýlarý sonucu çoðu Lübnan’lý 575 kiþi hayatýný kaybetti. Ölenlerin 450’den fazlasý sivil ve büyük bir çoðunluðu da kadýn ve çocuklardan oluþmakta. Enkaza dönen binalarýn yýkýntýlarý altýnda kalanlarla ölenlerin sayýsýnýn 750’ye ulaþmasý söz konusu. Son olarak Ýsrail saldýrýlarý Lübnan’ýn Kana kasabasýný vurdu. Yine çoðu kadýn ve çocuk 56 kiþi katledildi. Ayrýca on binlerce insan yerlerini yurtlarýný terk etmek zorunda kaldý. Saldýrýlar hýz kesmeden, artarak devam ediyor. Önümüzdeki günlerde Kana’daki gibi yeni katliamlarýn yaþanmasý kaçýnýlmaz görünüyor. Lübnan’ýn bombalanmaya baþlanmasýndan daha önce, Filistin’li direniþçilerin bir Ýsrail askerini esir almasýný bahane eden Ýsrail ordusu, 28 Haziran’da Gazze Þeridi’ni yeniden iþgal etmeye baþladý. “Gazze’nin Hizbullahlaþtýrýlmasýna engel olmak adýna” Ýsrail ordusu, Gazze Þeridi’nde aðýr hava saldýrýlarýyla yüzlerce Filistinliyi öldürdü. Öteden beri özellikle Batý Þeria ve Gazze’de Ýsrail’in uyguladýðý baský, þiddet ve tecrit politikasý bu dönemde daha da yoðunluk kazandý ve bölge halký için tam bir yýkým yarattý. Filistin’de Hamas’ý, Lübnan’da da Hizbullah’ý kendi güvenliði için tehdit olarak gören Siyonist Ýsrail devleti gerçekleþtirdiði saldýrýlarýn “meþru müdafaa” olduðunun iddia etmekte. Oysa terörist ve iþgalci olan ve bölge halký için kan ve gözyaþý anlamýna gelen Siyonist Ýsrail devletinin bizzat kendisi. Ýþgalci Siyonist Ýsrail devleti ABD emperyalizminin bölgedeki jandarmasý durumunda. Nitekim son Gazze iþgali ve Lübnan’ýn bombalanmasý sonucu gerçekleþen katliamlar ve ortaya çýkan trajik manzara karþýsýnda hem Ýsrail hem de ABD ayný fütursuz tutumu takýnmakta. Sorumluluðu Hamas ve Hizbullah örgütlerinin üzerine atan Siyonist Ýsrail ve emperyalist ABD devletleri her durumda Suriye ve Ýran’ý da bu örgütlerin hamisi ilan etmekten geri durmuyor. Bu durum emperyalizmin gerçek niyetlerini de açýkça ortaya koymakta. BM’in, Siyonist Ýsrail’e zaman kazandýrma taktikleri ve AB ülkelerinin göstermelik dahi olsa doðrudan Siyonist Ýsrail’i suçlamaya yanaþmamalarý ve adeta yok edilen Lübnan halkýný sorumlu sayan açýklamalarý emperyalist-kapitalist dünyanýn ikiyüzlülüðünü bir kez daha göstermekte. Baþýný ABD’nin çektiði emperyalist güçler Irak’ý iþgal ederken gerekçe Saddam’ýn kimyasal silahlara sahip olmasý ve El-Kaide örgütüne yataklýk yaptýðý iddiasýydý. Emperyalist yalan makinelerinin propaganda çarklarý çalýþtý ve bu iddialara dayanarak Irak, emperyalist güçler tarafýndan iþgal edildi. Benzer þekilde Afganistan iþgali de Taliban rejimine dayandýrýlmýþtý. Hem Afganistan’a hem de Irak’a “demokrasi “ getireceðini vaaz edenlerin geride kalan süre içinde bu ülke halklarýna kan ve gözyaþý dýþýnda

bir þey getirmediðine tüm dünya tanýklýk etmekte. Sonradan ortaya kimyasal silahlarýn çýkmamasý, Irak askeri yapýsýnýn birkaç hafta içinde çökmesi gibi gerçekler ise tüm çýplaklýðýyla ortada durmakta. Ve þimdi ayný yalan makinesinin çarklarý yine dönüyor: Bu kez, Filistin halkýnýn iradesiyle iþbaþýna gelmiþ Hamas’a, Lübnan halkýnýn büyük çoðunluðunun desteðine sahip olan Hizbullah’a karþý çarklar iþlemekte. Çünkü Hamas, El Fetih’in aksine Ýsrail devletini tanýmamakta direniyor. Hizbullah ise sadece Lübnan’da deðil tüm Ortadoðu bölgesinde ve yakýn coðrafyada Siyonist Ýsrail’e karþý en önemli direniþ mevzilerinden birini temsil ediyor. Bunun anlamý bu örgütlerin, baþýný ABD emperyalizminin çektiði iþgalci güçlerin “Büyük Ortadoðu Projesi” önünde de bir engel teþkil ediyor olmasý. ABD dýþiþleri bakaný Rice’ýn, yeni bir Ortadoðu’nun zamaný geldi açýklamalarýný tam bu noktada anmak gerekir. Bu nedenle Hamas, Hizbullah ve arkalarýndaki devletler olarak görülen Suriye ve Ýran, Afganistan, Irak ve Lübnan’ýn kaderine doðru sürüklenmek istenmekte. Kuþkusuz bu sadece bu ülke halklarýnýn deðil baþta Ortadoðu olmak üzere tüm dünya emekçilerinin ve yoksul halklarýnýn yenilgisi olacaktýr. Bölge ülke yönetimlerinin büyük çoðunluðu baþta Mýsýr, Ürdün, Suudi Arabistan ve Kuveyt olmak üzere ABD ve emperyalizm yanlýsý bir politika izlemekte. Türkiye devleti ve hükümeti de bu koronun içinde yer almakta. Üstelik diðer ülke yönetimlerinden farklý olarak Türkiye, Ýsrail’in bölgedeki en önemli müttefiki olarak öne çýkmakta. ABD ile olan müttefiklik de bu “ortaklýðý” daha da güçlü kýlýyor. Baþbakan Erdoðan’ýn Ýsrail’in Gazze ve Lübnan’da yaptýklarýna yönelik kimi eleþtirel açýklamalarýna raðmen geçerli ve gerçek olan iliþki budur. Nitekim Türkiye, Lübnan’da gerçekleþmesi olasý bir uluslararasý askeri gücün (iþgali teminat altýna alma gücünün) içinde yer alma konusunda öne çýkmýþ durumda. Büyük olasýlýkla bir NATO þemsiyesi altýnda olacak bu askeri gücün baþýný TC ordusunun çekmesi söz konusu.

GÜNDEM

Lübnan: Ortadoðu’da Emperyalist Ýþgalin Yeni Aþamasý

Türk Ordusu Irak sýnýrýnda: içerde, dýþarýda savaþ… Diðer yandan sýnýra yýðdýðý 250 bin askerle Kuzey Irak’ta konuþlanmýþ PKK güçlerinin kendisine sýnýr ötesi operasyon yapma hakký doðurduðunu öne süren Türkiye, ABD’nin böylesi bir harekatý istemediði açýk olmasýna raðmen meseleyi gündemde tutmaya devam ediyor. Baþbakan Erdoðan ve kurmaylarý bir yandan Ýsrail saldýrýlarýný kýnarken diðer yandan ayný iþgalci, saldýrgan politikanýn kendi hakký olduðunu da yüksek sesle ifade etmekten geri durmuyor. ABD emperyalizminin ayak izlerini izlemenin ve onun gölgesinde yer almanýn erdemlerini anlatma ve sahiplenme korosunda geniþ bir yelpaze mevcut.

3


Akan kendi kaný olmayacaksa ve dökülen göz yaþlarý kendi cebine girecek dolarlar, eurolar olacaksa varsýn kan da, göz yaþý da aksýn… Her fýrsatta yurtta ve dünyada barýþtan bahseden ama içerde Kürt halkýna karþý savaþýp, dýþarýda talan edilen topraklardan pay kapma peþinde olanlarýn tahtlarýnda oturabilecekleri sürenin sayýlý olduðunu da bilmeleri gerekir. Ve böylesi yönetimlerin peþinden giden halklarýn tarih boyunca huzur ve zenginliðe asla ulaþamadýklarýný, bilakis yýkým, kan ve gözyaþýnýn peþlerini býrakmadýðýný da unutmamalarý gerekir. Ýþçi sýnýfýnýn ve emekçi yoksul halklarýn Ortadoðu’su Baþýný ABD emperyalizminin çektiði “demokrasi”nin ne menem bir þey olduðunu gördük. “Ýsrail’e Telin, Filistin’e Destek” mitingleri düzenleyenlerin bizzat Ýsrail ile en yakýn iliþkileri kurduklarýný hep birlikte yaþadýk. Türkiye’de “Müslüman” bir hükümet varken Irak’ýn nasýl iþgal edildiðini, Filistin’de kan ve göz yaþýnýn nasýl oluk gibi aktýðýný gördük. Ve þimdi bu büyük koro, “aman biz karýþmayalým, dönem duygusallýk deðil, hesap dönemi; aklýmýzý kullanalým, güçlünün yanýnda yer alýp, kýrýntýlardan payýmýzý almaya bakalým” buyurmakta. Türkiye iþçi sýnýfý, emekçiler ve baþta Kürt halký olmak üzere tüm ezilen ve sömürülenler bir karar vermek zorunda: olanlarý uzaktan seyredip, avlarýný parçalayanlara alkýþ tutup, kalanlarla bir leþ kargasý gibi karnýný doyurmayý mý seçecek? Yoksa silkinip, ayaða kalkacak sömürücüye, iþgalciye karþý insan olmayý mý? Ýkinci yol bizim yolumuzdur. Bu yol; emperyalist-kapitalizme karþý, anti-kapitalist ve anti-emperyalist temelde, enternasyonalist bir devrimci mücadele yoludur. Siyonist Ýsrail devletine ve baþýný ABD’nin çektiði emperyalist iþgalcilere karþý iþçi sýnýfýnýn ve emekçi yoksul halklarýn Ortadoðu’suna sahip çýkmanýn tam zamanýdýr…

4

Ýþçi Cephesi -1 Aðustos 2006

Sýnýr Ötesi Harekât Neyi Hedefliyor? Bundan iki ay önce TSK, Kürdistan sýnýr bölgelerine 250 bin asker sevk etti. Gerekçe PKK’ya karþý top yekûn bir savaþ baþlatmak idi. Baþta TSK olmak üzere hükümet ve muhalefet daðlarda “birkaç çapulcu” dediði PKK gerillalarýna karþý, bu kadar askeri sevk etmesi gerçekçi mi? Bizce hayýr. Neden mi? Çünkü baþta ABD ve diðer emperyalist ülkeler, Ortadoðu bölgesindeki zenginlik kaynaklarýný, kendi denetimlerine almak için planlamýþ olduklarý Büyük Ortadoðu Projesini (BOP) Irak’ý iþgal ederek hayata geçirmeye baþlatmýþ oldular. Bilindiði gibi emperyalistlerin Ortadoðu’daki jandarmalýðýný üstlenen ülke Ýsrail’dir. Ýsrail uzun süreden beri Filistin halkýna karþý zulüm etmektedir. Siyonist Ýsrail emperyalist yaðmacýlarla birlikte BOP’u hayata geçirmek için Hamas ve Hizbullah’ýn, iki askerini kaçýrmasýný gerekçe gösteriyor. Ayný “bir Türk dün-yaya bedeldir” ýrkçýlýðýyla, “bir Ýsrail askeri bütün Filistin’e bedeldir” diyen Siyonist ideoloji arasýnda ne kadar da benzerlikler olduðunu gözlemlemek zor ol-masa gerek. Ýsrail baþta ABD ve diðer emperyalist yaðmacýlarýnda desteði ve elindeki geliþmiþ teknolojik silahlarla, hem Filistin halkýný hem de Lübnan halkýný bombalamaya baþladý. AKP hükümeti 1 Mart Tezkeresi’ni mi telafi ediyor? Ýsrail’in Lübnan’ý, Hizbullah’ý gerekçe göstererek bombalamaya baþlamasýnýn ardýndan, AKP hükümeti baþta olmak üzeri,

TSK ve diðer “þahinler” savaþ çýðýrtkanlýðýna soyundular. Erdoðan, bölgede yaþanan savaþ ortamýndan yararlanmak için ABD’den görev beklediðinin altýný ýsrarla çiziyor. Acaba bunun nedeni 1 Mart Tezkeresi’nde ABD ile yýpranan iliþkilerin tekrardan düzelmesi ihtiyacý mý? Ya da ikinci bir Ýsrail olmak için mi çýrpýnýyor? Türkiye iþçi sýnýfý çýkarý olmadýðý bir savaþa sürüklemek isteniyor. Ne için mi? Yaðmacý emperyalistlerin çýkarlarý için. Baþbakan Erdoðan, bu savaþa Türkiye’yi sokmak için kendisine gerekçe olarak PKK’nin son günlerdeki saldýrýlarýný gösteriyor. Topluma da bu mesaj verilmek isteniyor. Hükümetin Kürt sorununa yaklaþýmýna bakýlýrsa savaþ tam tamlarý çalmaya baþlamýþ görünüyor. Yani sýnýr ötesi harekâta onay verdiðini açýklýyor. Hükümet veya TSK, bugüne kadar Kürt sorunun çözümü için çaba harcamýþ gibi, bugün bu çabadan vazgeçtiðini açýklýyor. Bu tamamen aldatmacadýr.


Çünkü TSK, 1983 yýlýndan bu yana “Balyoz”, “Sýcak Takip”, “Murat” vb. gibi isimlerle 24 sýnýr ötesi operasyon düzenledi. Bu operasyonlarýn hiçbiri Kürt sorununu çözmediði gibi PKK’yi de ortadan kaldýrmadý. Kürt halkýna baský ve zulümden baþka bir þey getirmedi. Aslýnda hükümet veya TSK’nin sýnýr ötesi operasyon dediði, baþka bir ülkenin sýnýrýna askeri bir operasyon düzenlemek. Peki, TSK baþka bir ülkenin sýnýrýna hangi hak ve amaçla operasyon düzenlemek istiyor. Böyle bir hakký var mý? Yarýn baþka bir ülke, Türkiye’nin sýnýrýna girmek isterse ne olacak? O zaman “bir karýþ topraðý vermeyeceðiz” edebiyatý mý yapýlacak? Türkiye burjuvazisi, hükümet ve TSK, baþta Irak olmak üzeri Ortadoðu’da sýnýrlarýn yani haritalarýn yeniden çizilme olasýlýðýndan ve bu fýrsattan leþ kargalarý gibi yararlanarak Kuzey Irak’tan, Kerkük’ten pay alma hevesindedir. Sýnýra bu kadar askerin yýðýlmasýnýn da asýl nedeni de budur. Buna emperyalist yaðmacýlarýn ne kadar izin vereceði ise ayrý bir sorundur. Ayrýca burada bir hatýrlatma yapmakta yarar var. Birinci körfez savaþýnda, Özal “bir koyup üç alacaðýz” diyerek ABD’nin yanýnda savaþa katýlmýþtý. Býrakýn üç almayý bu savaþ Türkiye’yi yüz milyar dolar zarara uðratmýþtý. Burjuva hükümetler bu zararýn faturasýný yýllarca iþçi ve emekçilere ödettiler. Baþbakan Erdoðan “bizim Ýsrail’den neyimiz eksik” diyerek Kürt halký baþta olmak üzere tüm toplumda aslýnda bir savaþ psikolojisi yaratarak, kendi politikalarýný bu zeminde uygulamak istiyor. Ve bu konuda boyalý basýn iþ baþýnda. Böyle bir ortam neden yaratýlmak isteniyor? Bu ortamýn iþçi sýnýfýna ne gibi zararlarý olacak? Bilindiði gibi AKP hükümeti baþtan beri iþçi düþmaný bir siyaset izliyor. Bu siyasetin sonucu hükümet kitlelerin gözünde bir yýpranma sürecine girdi. Þimdi hem yaklaþan seçimleri de göz önünde bulundurarak hem de ABD ile olan iliþkileri düzeltmek için bir hat izlemektedir.

Yaþadýðýmýz coðrafyadaki savaþ, olaylarý izleyen sýradan bir vatandaþa ne düþündürür? Öncelikli olarak, kendi ülkesini (bu ayný zamanda kendisinin de zarar görmemesi demek) korumak. Bunun içinde dereyi geçerken at deðiþtirmenin “atalarýmýza göre” yanlýþ olacaðýndan hareketle, hükümetin izlemiþ olduðu tüm iþçi düþmaný siyasetine raðmen yine de hükümeti bu süreç içinde savunma pozisyonuna girecektir. En azýndan bu süreç için. Bunun bilincinde olan baþta burjuvazi ve hükümet, böylesi ortamlardan yararlanarak iþçi sýnýfýna saldýrýlarý daha da arttýracaktýr. Ayrýca IMF, hükümete verdiði son talimatlarla; asgari ücretin düþürülmesinden kýdem tazminatlarýnýn kaldýrýlmasýna, bölgesel asgari ücrete geçilmesinden saðlýkta daha sýký tasarruflarýn yapýlmasýna kadar varan bir listenin hayata geçirilmesini istemektedir. Bunun karþýlýðýnda ÝMF, Türkiye hükümetine 1,9 milyar dolarlýk krediyi serbest býrakmýþtýr. Hükümet bu krediyle bir süre daha pembe tablolar çizmeye çalýþacaktýr. Ama nafile. Hükümet bu kredinin faturasýný iþçilere, emekçilere, yoksullara ve Kürt halkýna ödetmek istiyor. Nasýl mý? Tabii ki baský ve zulümle. Ýkinci olarak, bu savaþ ortamýnda özellikle Terörle Mücadele Yasasý (TMY) çýkarýlarak burjuva düzenine muhalif olan –özellikle de sosyalisttüm düþüncelere pranga vurma isteðidir. Bu, hakkýný arayan, greve çýkan, görüþünü ifade edene karþý çýkarýlmýþ bir yasadýr.

Üçüncü olarak, patronlar bu savaþý kullanarak iþlerinin kötü olduðunu, maliyetlerin yüksekliðinden bahsedip iþçilere altýncý ayýn zammýný vermemeyi bir yol olarak deneyeceklerdir. Sýnýf bilincine sahip olmayan bir iþçinin, patronun söylemlerini kabullenme olasýlýðý yüksektir. Burjuvazi böylesi fýrsatlardan yararlanarak iþçileri daha fazla çalýþtýrarak kârýna kâr katacaktýr. Sonuç olarak, hükümet ve TSK arasýnda ne kadar belli konularda fikir ayrýlýklarý olsa da, konu iþçi sýnýfýna ve Kürt halkýna yönelik saldýrý, sömürü, baský ve zulüm olunca ayný safta yer almaktan kaçýnmazlar. Bugün emperyalist yaðmacýlar kârlarýna kâr katmak için dünyayý talan ve yok etmekte sakýnca görmüyorlar. Çünkü hayatý yok olan, ömür boyu sakat kalan, onlar deðil. Emperyalist- kapitalistler, iþçi sýnýfýný ve yoksul halklarý kendi kirli siyasetleri sonucu bölüyorlar, parçalýyorlar ve yok ediyorlar. Bu kirli siyasete dur diyebilecek ve bugün dünden daha acil ihtiyaç duyulan bir dünya partisi olan enternasyonaldir. Bugün emperyalistlerin ve iþbirlikçi kapitalistlerin dünya arenasýnda böyle rahat at koþturmalarýnýn nedeni bu eksikliktendir. Tüm devrimci Marksistlerin görevi bu ihtiyacý gidermek olmalýdýr.

Þahin Yýldýrým 1 Aðustos 2006

5


Milliyetçi Histeri: Kurtlar Puslu Havayý Sever Türkiye’nin gündemindeki en önemli konulardan biri Lübnan ve Filistin’in iþgali. Diðeri ise TC’nin saldýrýlarý, PKK’nin artan eylemleri ve sýnýra asker kaydýrýlmasý. Birbiriyle baðlantýsýz gibi görünen bu baþlýklar aslýnda bölgedeki siyasal geliþmelerin bir sonucu. Bu yazýnýn konusu bu olaylarýn detaylarý deðil, dikkatimizi çekmek istediðimiz konu, rejimin bu iç ve dýþ tehditleri gündeme getirerek toplumda panik havasý yaratmasý. Rejimin sahipleri bu havadan ne umuyorlar? Birincisi, toplumda yarattýklarý bu hava sayesinde güvenlik güçlerine ve burjuvazinin baskýcý kanunlarýna toplumun tepki göstermemesini, hatta desteklemesini istiyorlar. Bu aslýnda gittikçe militaristleþen toplumda askere ve polise olan ihtiyacýn daha fazla olmasý

6

anlamýna geliyor. Yani silaha olan yatýrýmýn artmasý, saðlýða, eðitime vb ayrýlan bütçenin daha da azalmasý anlamýna geliyor. Bu, iþçi örgütleri baþta olmak üzere, bütün muhalefeti sindirmek anlamýna geliyor. Terörle mücadele yasasý bunun bir ayaðý. Ancak sadece bir ayaðý. Saldýrýlar önümüzdeki günlerde daha da artacak.

Ýkincisi, toplumu daha fazla militarize etmek, hatta hak arayanlara karþý yöneltmek için, bu havayý yaratýyorlar. Trabzon’da, Adapazarýn’da, Ýstanbul’da, daha yeni Ordu’daki fýndýk mitinginde yaþanan linç eylemleri, aslýnda bilinçli bir kýþkýrtmanýn sonuçlarý. Toplumu gittikçe bu panik havasýna sokanlar, yarattýklarý düþmana karþý azgýnlaþmýþ faþistleri, emekçilerin üzerine sürüyorlar. Üçüncüsü, bu hava ile, emperyalist devletlerle birlikte bölgede yapacaklarý askeri müdahalelerin, yani emperyalizmin jandarmalýðý rolünü gerekçelendiriyorlar ve toplumu buna hazýrlýyorlar. “Aman Kürt devleti kurulacak, Suriye PKK’yi destekliyor, Ýran þeriatçýlarý besliyor” vb. Bu tehditlere karþý ABD ile birlikte Ortadoðu’ya kanlý demokrasi getireceðiz diyecekler. Dördüncüsü, bu havayý yaratarak emekçileri bölüyorlar ve birbirlerine düþman ediyorlar. Asýl amaç artan sömürü ve baskýlarý gizlemek. Böylece emekçi halkýn yükselen milliyetçi ve militarist dalganýn etkisiyle sömürü düzenini unutup “iç ve dýþ düþmanlara karþý” yönelmesini hedefliyorlar. Bu faþizan havadan bilinçli iþçiler etkilenmemeli, yaratýlan panik havasýna karþý, diðer iþçileri bu saldýrýlarýn gerçek nedenlerini anlatarak bilinçlendirmeli ve örgütlemeli. Gerçek düþmanýn Kürt, Arap, Ermeni emekçiler deðil, halklarý birbirine boðazlatan burjuvazi olduðunu anlatmalýyýz. Bu yüzden silahýmýzý, öfkemizi birbirimize deðil, burjuvaziye yöneltmeliyiz. Rejimin baskýlarýna karþý bugün daha fazla örgütlülüðe ihtiyacýmýz var. Aksi takdirde yarýnýmýz daha kötü olacak. Fuat Karan 2 Aðustos 2006


Ölüm Orucu Direniþi Ölüm orucu veya açlýk grevi bir intihar biçimi deðil; bir protesto biçimidir. Kiþi kendi iradesiyle bilinçli olarak yiyeceði reddetmektedir. Ölüm orucu eylemi, ölümle sonuçlanmasa bile geriye dönüþ imkânsýzlaþýyor. Önceleri bulantý, kusma, yataða baðýmlýlýk, bilinç bozukluðu, baþ dönmesi, düþük tansiyon, kalpte ritim bozukluklarý, sindirim sistemi ve idrar yollarýnda kanamalar ortaya çýkýyor. Süreç içinde bulanýk görme, iþitmede azalma buna ekleniyor; müdahale gecikirse eylemcinin bilinci tamamen kapanýyor ve koma hali baþlýyor ve sonuç ne yazýk ki ölüm. Ama temel amaç hiçbir zaman ölüm deðildir, olamaz da. Bir politik talebin gerçekleþmesi için, devrimci tutsaklar bedenlerini ölüme yatýrýrlar. Bu talep kimi zaman tek tip elbiseye, kimi zaman iþkenceye, kimi zaman tecride vb. karþýdýr. Açlýk grevi ve ölüm orucu birçok ülkede bir protesto þekli olarak uygulanmýþtýr. 1980’li yýllarda, Kürt özgürlük hareketi PKK’nýn önder kadrolarýndan çok sayýda militan, Diyarbakýr zindanýnda baskýlara, tek tip giyimi ve bir çok olumsuzluðu protesto için ölüm orucu eylemini gerçekleþtirmiþ, bunun sonucu olarak önder militan kadrosundan dördü þehit düþmüþtür. Yine 80’li yýllarýn baþýnda devrimci tutsaklar tek tipe ve cezaevlerindeki baskýlara karþý ölüm orucuna yatmýþlardýr. Bu mücadele sürecinde 3 Dev-Sol ve bir TÝKB militaný þehit düþmüþtür. Baþta analar olmak üzere, toplumsal muhalefetin desteði ve yaygýn protestolar hükümete geri adým attýrmýþtýr. Bu sürecin sonucunda örgütlenme olanaklarý yakalayan kimi devrimci örgütler, ölüm orucunu ileriki dönemlerde kitlelerle bað kurmanýn bir aracý olarak kullanmaya baþlamýþlardýr.

1996 yýllarýnda cezaevlerinde Ftipi hücreleri ve baskýlarý protesto etmek için ölüm oruçlarý gerçekleþtirilmiþ, bunun sonucunda da 12 direniþçi þehit olmuþtu. 19 Aralýk 2000 yýlýnda “hayata dönüþ” adý altýnda hapishanelere yönelik operasyonda 28 devrimci tutsak yaþamýný yitirmiþ, sað kalanlar ise iþkence altýnda F-tipi hapishanelere götürülmüþlerdir. Günümüzde, yani 2006 yýlýnda da ölüm oruçlarý hala devam ediyor. Ölümler 122’lere ulaþtý. Kamuoyu ölümleri kanýksadý; daha da önemlisi direniþin ardýnda geniþ bir emekçi desteði mevcut deðil. Bu durum mücadelenin etkili olmasýný engelliyor ve devrime adanmýþ bedenler, eriyerek bir bir þehit düþüyorlar. Bu duyarsýzlýk karþýsýnda, cezaevlerinde ölüm oruçlarý sürerken, cezaevi dýþýnda da ölüm oruçlarýna çeþitli eylemlerle destek verenler bulunmakta. Eylemlerden

biri de dýþarýda ölüm orucunu sürdürmek. Ýþte bu eylemcilerin arasýnda öyle bir ölüm orucu eylemcisi var ki, O, ölüm orucunda olan bir çok eylemcinin avukatlýðýný yapan biri! Ýstanbul’dan Avukat Behiç Aþçý. Behiç Aþçý ölüm orucu direniþini tam 121 gündür sürdürüyor. Bir hukuk insanýnýn bedenini ölüme yatýrmasý sanýrýz görülmüþ bir þey deðil, en azýndan ülkemiz için. Behiç Aþçý’yý bu eylemi yapmaya götüren sebepler ise devletin cezaevlerinde siyasi tutuklulara karþý çok acýmasýz bir tutum takýnmasý ve adeta onlardan intikam almasý. Burjuvazi, F-tipi cezaevlerinde, cezaevi içinde ikinci cezaevi oluþturarak devrimci tutsaklarý birbirinden soyutluyor, tek kiþilik hücrelerde yalnýzlaþtýrýyor, bedenlerine ve düþüncelerine hükmetmeye çalýþýyor, onlarý kiþiliksizleþtirmek istiyor. Ýstanbul Þiþli’de oturan Behiç Aþçý’nýn evine destek ziyaretleri sürüyor. Çeþitli kitle örgütleri, sanatçýlar ve sendikalar, destek ziyaretlerinde bulunuyor. Ziyaret saatleri 11.00 ile 15.00 arasý, akþam da 18.00 ile 21.00 arasýnda devam ediyor. Bu arada bazý sanatçýlar Ýnternet’ten de canlý olarak izlenebilen tecridin ne demek olduðunu anlatan bir oyun gerçekleþtirdiler. Oyuna katýlan sanatçýlar tecride 8 saat zor dayanabildiler. Biz devrimci Troçkistler, bedenlerini eyleme yatýran tutsaklarýn ve onlarý destekleyenlerin taleplerini destekliyoruz. Burjuvazinin saldýrýlarýna karþý onlarla birlikteyiz. Ancak ölüm orucu eyleminin kendisinin bugün burjuvaziye geri adým attýrmasý mümkün deðildir. Bu yüzden, hele dýþarýda yapacak birçok þey varken, devrimcilerin bedenlerini ölüme yatýrmalarýný doðru bulmuyoruz. Eðer amacýmýz iþçi sýnýfýnýn ve emekçi, yoksul halkýn hak ve özgürlükleri için mücadele ise, her koþulda sürdürülen mücadelenin bu kesimlerle buluþmasý temel hedef olmalýdýr. Ýþçi sýnýfý ve emekçilerle buluþmayan bir talep burjuvaziye geri adým attýrmayacaktýr. Sürdürülen mücadelelerin kitlelerden kopukluðunu aþabilmek için, bu mücadelenin iþçi sýnýfýnýn ve emekçi halkýn mücadelesiyle baðýný kurmak gerekir. Jiyan Temmuz 2006

7


Sendikalaþma mücadelesinin sorunlarý Fabrikalardaki sendikal örgütlenmeler konusunda devrimciler farklý yol ve yöntemler izleyerek örgütleniyorlar. Tabiî ki elimizde hazýr reçeteler yok. Ama sýnýf mücadelesi tarihi bu konuda son derece zengin deneyimlerle yüklü. Sendikalarýn, devrimci gruplarýn ya da örgütsüz iþçilerin yaþadýðý farklý deneyimler var. Öte yandan, her yerde ortak amaç sendika örgütlülüðünün geliþtirilmesi olsa da, mücadele yol ve yöntemleri, iþyerleri, iþkollarý ve hatta bölgeler düzeyinde önemli farklýlýklar gösterebiliyor. Bu farklýlýklar gerçekte mücadelelerin zenginliði anlamýna geliyor ve de bizim için önemli olan, bu farklý deneyimlerden gerekli dersleri çýkarýp iþçi sýnýfýnýn kolektif bilincine katkýda bulunmak olmalý.

8

Ama öte yandan, politik faaliyetinin eksenine sýnýf mücadelesini yerleþtirmemiþ, sýnýfýn gündelik yaþamýndan ve mücadelesinden kopuk faaliyet yürüten pek çok akým ve grup da var. Bunlarýn en önemli ortak özelliklerinden birisi, iþçi sýnýfýnýn ekonomik mücadelesini sistemli bir biçimde küçümsemektir. Oysa politik duraðanlýk, kýsmi istikrar ya da baský dönemlerinde iþçiler gündelik yaþamlarýný ekonomik talepler ve kýsmi, hatta yerel mücadeleler çerçevesinde örgütlerler. Devrimcilerin böylesi dönemlerdeki görevi bu mücadelenin içinde yer almak, kýsmi ve ekonomik taleplere örgütlü biçimler kazandýrarak politik bilincin geliþmesine yardýmcý olmaktýr. Buna karþýlýk iþçilerin ekonomik mücadelesini küçümseyenler, onlarýn kýsmi ve ekonomik talepleri ile politik hedefler arasýndaki köprüyü de kuramazlar. Yaptýklarý tek þey, iþçi sýnýfýna yukardan politik þiarlar dayatmaya çalýþmak olur ve böylece kendilerini sýnýfýn yerine koyarak onun adýna hareket eder konumuna düþerler. Türkiye’de sýnýf hareketi son yýllarda belirli bir durgunluk ve savunma döneminden geçmekte. Ýktidar, ekonomik dalgalanmalarý, savaþý vs gerekçe göstererek iþçi ve emekçi karþýtý pek çok yasa ve uygulamayý gündeme getirebilmekte. Buna, sendika bürokratlarýnýn hükümetle uzlaþmacý politikalarý da eklendiðinde özellikle büyük iþletmelerdeki durgunluðun nedenleri anlaþýlabilir. Bu, bu tip iþyerlerinde hiç mücadele olmadýðý anlamýna gelmiyor, ne var ki savunma eksenli çýkýþlar iþyeri düzeyinde kalýyor ve hükümetin ve sendika bürokratlarýnýn iþbirliði ve demagojisi sonucunda eritilebiliyor. Buna karþýlýk son dönemlerde, yoðun sömürünün ve sendikal örgütsüz-

lüðün egemen olduðu küçük çaplý iþyerlerinde sistematik bir iþçi-patron gerginliði ve savaþýmý yaþanmakta. Bu tip iþyerlerinde sendikalaþma ve toplu sözleþme mücadelesinin baþýný genellikle bilinçli, devrimci iþçiler çekiyor. Ya da mücadele deneyimi olmayan, olasý geliþmeler karþýsýnda hazýrlýksýz, kendiliðinden öne çýkan doðal öncülerin baþý çektiði irili ufaklý mücadeleler yaþanýyor. Son dönemlerde bu tip hareketliliklere çoðunlukla tekstil ve metal sektörlerinde rastlanmakta. Ve ne yazýk ki bu mücadelelerin çoðu patron ve sendika bürokratlarýnýn oluþturduðu bir engelle karþýlaþýyor. Bunun en son örneklerinden biri de Castleblair iþyerindeki direniþ oldu. Toplu sözleþme sürecinde grev aþamasýna gelinmiþ olmasýna karþýn, DÝSK-Tekstil þube baþkaný Muharrem Kýlýç ve diðer sendika bürokratlarýnýn uzlaþmacý tutumu sonucunda grev kararý örgütlü bir biçimde uygulamaya konmadý ve iþçilerin mücadele birliði kýrýldý. Sonuç elbette yenilgi oldu. Son olarak Mito Metal, Has Alüminyum, GU Metal vb. iþyerlerindeki mücadelelerde de, benzer geliþmelere rastlanmakta. Ýþçilerin þikâyeti hep ayný. Ýþçiler sendika bürokrasisine ciddi eleþtiriler yöneltiyorlar. Genel þikayet, sendikanýn kimi þube ya da merkez yöneticilerinin mücadeleyi ilerletmek adýna hiçbir adým atmamasý. GU iþçilerinin 7-8 defa çadýrlarý yýkýlýyor. Sendika bürokratlarý “yýkýlabilir olur böyle þeyler, çadýr kurmanýza, hatta iþyerinin önüne gelip gitmenize bile gerek yok, gidin baþka yerlerde çalýþýn, slogan atmanýza gerek yok” diyorlar. Mito iþçilerinin durumu da GU iþçilerinden farklý deðil. Bürokratlarýn tavrýnýn özcesi þu: “Siz bu iþe karýþmayýn, biz

sizin haklarýnýzý ararýz”. Onlarýn ne kadar hak aradýklarý, mücadelelerin sonucundan belli. Sendikalara iliþkin tavrýmýz Mücadelelerin önünde engel haline gelen bürokratlara bu denli eleþtirisel tutum almamýzýn nedeni, sendikal örgütlülüðe kuþkulu yaklaþmamýzdan kaynaklanmýyor. Tam tersine, bugün sendikalar iþçi sýnýfýnýn yegâne kitle örgütleridir ve iþçilerin sýnýf olarak örgütlenmelerinde ilk bilinçli adýmý oluþturur. Ýþçiler sendikayý genellikle ekonomik koþullarýnýn düzeltilmesinde önemli bir araç olarak görürler. Bu nedenle de gündelik mücadelede devrimci sosyalistlerin en önemli görevlerinden biri de, iþçilerin bu adýmý atmalarýnda onlara yardýmcý olmak, bir sýnýf örgütü olarak sendikanýn çatýsý altýnda birleþmelerini saðlamaktýr. Devrimci sosyalistler ve ileri iþçiler elbette sendika bürokrasisinin ne olduðunu, aný geldiðinde bürokratlarýn en basit sözleþme mücadelesinin bile önünde nasýl bir engel oluþturabileceklerini gayet iyi bilirler. Ne var ki, sýnýf mücadelesinde öncelikli olan, bürokratlara karþý bu güvensizlik deðil, iþçilerin birliðini saðlamak olmalýdýr. Bu nedenle de, bürokratlarýn haince tutumlarýný bahane ederek sendikal örgütlenmeyi istemeyen, sendikalara karþý düþmanlýk eðilimlerini yaygýnlaþtýran anlayýþlara karþý tavýr almak durumundayýz. Bu anlayýþlar esas itibariyle sýnýfýn birliðini, dolayýsýyla da mücadelesini engellemeye, kýrmaya yönelik tutumlardýr. Bizler sendika bürokratlarýnýn olasý ihanetleri ile sendikal örgütlülüðün gerekliliðini birbirinden dikkatle ayýrabilmeli ve bu gerçekleri tüm çýplaklýðýyla iþçilere anlatabilmeliyiz. Benzer bir baþka eðilim de, kimi sosyalist akýmlarýn gene sendika bürokratlarýnýn haince uygulamalarýný gerekçe göstererek, iþçileri kitle sendikalarýnda örgütlemeye çalýþmak yerine kendi “baðýmsýz ve devrimci” sendikalarýný kurmalarý olmakta. Tekstil-Sen, Dokuma-Ýþ gibi sendikalar bunlarýn örnekleri. Bu eðilimler de son tahlilde sýnýf mücadelesinin bölünmesi, kitle sendikalarýnýn bürokratlarýn eline teslim edilmesi anlamýna gelmekte. Oysa devrimcilerin görevi, mücadeleyi bu yöntemle parçalamak deðil, kitleleri ayný sýnýf örgütlenmeleri içinde birleþtirebilmek olmalýdýr. Ayrý sendikalar kurmanýn iþçi sýnýfýnýn


gücünü böleceðini bu nedenle bütün sendikalarýn iþkolu ayrýmý, iþçi, memur ayrýmý gözetmeden birleþmesi gerektiðini düþünüyoruz. O halde önümüzdeki öncelikli görev, iþçi sýnýfýný kitle sendikalar bünyesinde toplayabilmek, mücadele birliðini saðlayabilmektir. Ancak bu yöntemle sendikalarýn ve mücadelelerin baþýna çöreklenmiþ bürokratlarýna karþý etkili bir mücadele verilebilir ve sendikalarýn yönetimine sýnýfýn mücadele ruhunu temsil eden iþçilerin gelmesi saðlanabilir. Bu iki görevi birleþtirmenin zor olsa da olanaklý olduðunu düþünüyoruz. Nasýl örgütlenmeli? Örgütsüz ve özellikle küçük ölçekli iþyerlerinde patrona karþý mücadelenin örgütlenmesinde elbette iþçilerin bilgilendirilmesi ve birliðinin saðlanmasý bakýmýndan zamana, ama iyi kullanýlmýþ zamana ihtiyaç vardýr. Ama bazen saat çok hýzlý ilerler ve kendimizi hazýrlýksýz olduðumuz bir anda mücadelenin içinde buluruz. En önemli hazýrlýk ise iþçilerin bilgilendirilmesi ve kararlýlýk bilincinin geliþtirilmesidir. Bu da en iyi ifadesini iþçilerin dikkatle örülmüþ örgütlenmesinde bulur. Biz iþyerlerinde sendika öncesi hazýrlýða yönelik olarak iþçilerin komitelerde toplanmasýnýn en etkili yöntem olduðunu düþünüyoruz (komiteleri sadece grev, direniþ zamanýnda kurmak yeterli deðildir, hazýrlýk döneminde de bu tip örgütlenmelere ihtiyaç vardýr). Elbette bu komitelerin iþçilerin ortak kararýyla seçecekleri ve onlarýn güvendiði kiþilerden oluþmasý gerekmektedir. Herkesin, kendi baþýna buyruk davranmadan, birbirine sorarak, ikna ederek, ortak kararlar çerçevesinde hareket etmesi mücadele birliðinin ve komiteye olan güvenin korunmasý bakýmýndan büyük önemi vardýr. Bu hazýrlýk evresinin belirli bir aþamasýnda devrimci iþçinin görevi iþyerinin sendikal örgütlenmesi sorununu iþçilerin gündemine getirmek olmalýdýr. Ancak bu konuda da acele etmeden, dayatmalara giriþmeden, iþçilerin büyük bir çoðunluðunun onayýný almak zorunludur. Zira onlarýn kararý ve kararlýlýðý olmadan mücadeleye giriþmek, daha baþtan yenilgiyi kabul etmek anlamýna gelir. Aslýnda iþçiler genellikle sendikalaþmaktan yana tavýr alýrlar, ama önemli olan onlarýn kendilerini bekleyen süreç hakkýnda berrak bir bilince sahip olmalarý ve örgütlülüklerini saðlamlaþtýrabil-

meleridir. Bu saðlandýðýnda sendikaya üye olmak rahatlýkla örgütlenebilir. Buna iliþkin gelenekselleþmiþ olan yöntemlerle (çorba içmeye gidiyoruz bahanesiyle grup grup iþyerinden çýkýp imzaya gitmek, vs) patronun haberi olmadan üyelik süreci tamamlanabilir. Görece hýzlý ilerleyen üyelik iþlemlerinin ardýndan gelen süreç ise daha zahmetli olmaktadýr. Sendikalaþma sürecinde iþçilere gerekli mücadele bilincinin taþýnmasý büyük öneme sahiptir. Onlarýn, sendikanýn tek baþýna, iþçilerin birliði, kararlýlýðý ve mücadelesi olmadan bir güce sahip olamayacaðýný kavramalarý ve kabul etmeleri, sendika bürokratlarýnýn kritik anlarda ayak sürüyebileceklerini, hatta mücadelenin önünde engel haline dönüþebileceklerini bilmeleri gerekmektedir. Her þey iþçinin kararlýlýðýna ve örgütlülüðüne baðlýdýr. Bu iki unsur olmadýðý sürece patron veya bürokrat her an mücadelenin parçalanmasýna ve yenilgiye yol açabilir. Dolayýsýyla bürokratlara yönelik kuþkunun sendika düþmanlýðýna dönüþmesine izin vermeden mücadele birliðinin ve azminin korunabilmesi gerekmektedir. Bu mücadele sýrasýnda, mücadelenin içinde yer almakla birlikte asýl amacý sendika içinde mevki kapmak olan kiþi ve akýmlara rastlandýðýný da unutmamamýz gerekiyor. Bu tip eðilimler genellikle sendika yöneticilerine karþý eleþtirilerini salt onun yerine geçebilmek için geliþtirmekte, bir kez yönetime geldikten sonra da kendileri birer bürokrat olarak davranmakta ve diðer ileri ve devrimci iþçileri, patronlarýn da yardýmýyla, sendikalardan ve iþyerlerinden uzaklaþtýrmaya yönelmekteler. Dolayýsýyla sendikal bürokrasiye karþý mücadele de bireysel deðil, örgütlü ve politik bir düzlemde sürdürülmeli ve sendika içinde iþçi kontrolünün saðlanmasý gerçekleþtirilebilmelidir. Sendika bürokratlarýnýn taktikleri Bir iþçi iþe girerken patron onun hakkýnda ayrýntýlý bir inceleme yapar: iþyerinde tanýdýðý kimse var mý, Öz geçmiþi nedir, sicil kâðýdýnda neler vardýr, nerede oturmaktadýr, vs. Sendika bürokratlarý da yönetime getirmek istedikleri kiþileri kendi yöntemleriyle ehlileþtirip, kendi yandaþlarý haline getirmeye çalýþýrlar. Uygulamalarýný eleþtirenleri ise dýþlamaya yönelirler. Daha sendikalaþma anýnda bile

bürokratlar, bütün iþçilerle hitap etmekle birlikte kendilerine en yakýn iþçileri seçip haber aðý oluþturarak kimlerin ne düþündüðünü öðrenmek isterler. Sendika bürokratlarýnýn da iþçi kökenli olduklarýný, ve kendi aralarýnda örgütlü davrandýklarýný, yönetim mevkilerini kendi mallarýymýþçasýna aralarýnda paylaþtýklarýný unutmamamýz gerekiyor. Bürokratlar yönetici konumuna gelmeden önce iþçilerle ayný sorunlarý yaþýyorlar ama geldiklerinde otomatik olarak ücretleri yükseliyor, sosyal çevreleri deðiþiyor ve iþçilerle ayný ortamlarda bulunmaz hale geliyorlar. Fabrikaya ilk geldiklerinde ilk uðradýklarý kiþiler artýk iþçiler deðil, patron ve müdürler oluyor. Eski kiþiliklerini deðiþtirmeye yöneliyorlar. Mücadele kaçkýný haline geldiklerinde de, bu tavýrlarýna bahane olarak hükümetin iþçi karþýtý uygulamalarýný ve baðlayýcý yasalarý ileri sürüyorlar. Hatta iþçilerin mücadele kararlýlýklarýný suçlayarak iþin içinden sýyrýlmaya, dolambaçlý yollara baþvurarak görev ve sorumluluklarýndan kaçmaya çalýþýyorlar. Pekiyi dürüst, sýnýfýndan, onun mücadelesinden kopmayan sendika yöneticisi olmaz mý? Elbette olur ve vardýr. Bizim bu eleþtirilerimiz onlara deðil, bürokratlaþmýþ yöneticilere yöneliktir. Dürüst, mücadeleci ve devrimci sendika yönetici ve temsilcilerinin bir görevi de, sendikalarýn bürokrasiden arýndýrýlmasý ve sendikalarda iþçi inisiyatifinin ve denetiminin saðlanmasý olmalýdýr. Sendikalarda iþçi demokrasisinin geliþtirilebilmesi için tarihi bir sorumluluk göstererek, mevki, ve makam kaygýsý duymadan bunlarýn iþçilerin gerçek birlik ve mücadele örgütleri haline dönüþtürebilmemiz gerekmektedir. Yönetimi ne denli hain bürokratlardan oluþursa oluþsun, her sendikalaþmanýn örgütlülükte bir ileri adým oluþturduðunu düþünüyoruz. Ama iþçileri bürokratlarýn olasý ihanetlerine karþý uyarmamanýn da onlara ihanet anlamýna geleceðine inanýyoruz. Sendikalarýn sýnýfýn birlik ve mücadele örgütleri olmasý, onlarýn içinde taban inisiyatifinin ve iþçi demokrasisinin geliþtirilebilmesine baðlýdýr. Zaten devrimcilerin de iþçi sýnýfýnýn çýkarlarýndan baþka makam, mevkii gibi çýkarlarý olamaz.

Nergis Çayýr Temmuz 2006

9


tekstil Merhaba Emekçi Arkadaþlar, Ben tekstil iþçisiyim. 3 yýldýr sendikalý bir iþyerinde çalýþýyordum. Ýþveren örgütlülüðü bitirmek için sendika bürokratlarýný yanýna alarak bizleri iþten çýkarmak için elinden geleni yaptý. Maaþlarýmýzý ödemediler. Sözleþme imzalayacaðýz diye bizleri oyaladýlar. Bu karasýzlýk ortamýnda iþçiler birer birer iþten ayrýldýlar. Ve son 18 arkadaþ kaldýk. Yasal olarak tutunacak bir dayanaðýmýz kalmayýnca da bizler zorunlu olarak iþten ayrýlmak zorunda kaldýk. Yaklaþýk 3 hafta önce yeni bir iþe girdim. Bu iþyerinde 350 kiþi çalýþýyor ve sendika yok. Çalýþma koþullarý çok aðýr. Performans sistemi var. Saat baþý adet veriliyor. Bu aðýr çalýþmanýn karþýlýðý iki çeþit yemek veriliyor. Sorgusuz sualsiz zorunlu mesai var. Sabahlara kadar çalýþýlýyor. Kalmýyorum diye bir þansýmýz yok çünkü iþçiler örgütsüz ve aralarýnda güvensizlik var. Ama biz biliyoruz ki iþçinin iþçiden baþka dostu yoktur. Bu bozuk düzeni deðiþtirmek için güçlerimizi birleþtirelim. Patronun can damarý olan üretimi kullanýrsak taleplerimizi yerine getirebiliriz. Kaybedecek neyimiz var! Yeter ki mücadele edelim. Onurumuz için... Kahrolsun kölelik düzeni! Yaþasýn iþçilerin birliði! Bir Ýþçi

Bir Mücadelenin Ardýndan

10

Castleblair’de yaklaþýk 3 yýl çalýþtým. Bu süre içerisinde sendikalý bir dönem yaþadýk. Ýlk baþta sendikaya çok inanmýþ ve güvenmiþtik. Ancak bu güvenin

yerini ihanet ve çýkarcýlýk aldý. O dönem duyarlý, bilinçli, sýnýf mücadelesi içinde olan arkadaþlarýmýzla bir çalýþma içindeydik. Bizim amacýmýz eþit haklarýmýzý savunmak ve tüm iþçilere ayný fikir ve görüþte olmasalar da yalnýzca sýnýf mücadelesini onlara bir þekilde anlatmaktý. Ancak bazý gerçekleri anlattýðýmýz halde iþçi arkadaþlarýn bir kýsmý bizi dinlerken diðer bir kýsmý ise bizi dinlemedi. Ve bazýlarý da bizlere karþý çýkýp temsilcilerin peþinden gitti. Bu arkadaþlar isteyerek veya istemeyerek hem kendilerine hem de diðer iþçi arkadaþlara yarar deðil zarar getiren bir tutum almýþ oldular. Bunun suçlularý sendikanýn içinde bulunan sendikacý Muharrem Kýlýç ve onunla birlikte olan sendikanýn çanak yalayýcýlarýdýr. Hayat devam ediyor. Castleblair’den ayrýldýðýmdan beri 3 iþyeri deðiþtirdim. Maalesef iþyerlerinde hayat çok zor. Ýnsanlar çok bilinçsiz. Ýþçilerin çok büyük çoðunluðu kayýt dýþý çalýþýyor ve fazla mesaiye zorlanýyorlar. Ancak bu insanlara haklarýný anlatacak birileri olmalý. Bu da bizim gibi sosyal yaþamý savunan ve mücadelesini veren arkadaþlarýn çoðalmasýyla olabilir. Bir Ýþçi

Ýþten Atýlmak Kader Deðil Altý yýldýr çalýþtýðým fabrikada, izne çýkacaðýmýz gün saat 5.30’da personel þefi beni çaðýrdý. Odasýna girince oturmamý söyledi. Personel müdürü, “altý yýldýr çalýþýyorsun, evli misin? Bekar mýsýn? Çoluk çocuk var mý? Neyse tazminatýnla bir süre idare edersin” dedi. “Nasýl?” diye sordum. Ýþime son verildiðini söylediler. “Neden?” diye sordum. Bir dosya verdi. Hizmet akdi fesih bildirimi… Kaðýtta son dönemdeki ihracatýmýzdaki týkanmalar ve iþyerimizin satýþ imkanlarýnýn

daralmasý nedeniyle iþçi tensikatý zarureti doðmuþtur diye yazýlýydý. Personel müdürü ve fabrikanýn avukatý, “okudun, her türlü sosyal hakkýný veriyoruz” dediler. Bende, “bunlar iþten atýlmama için gerekçe mi? Ýþten atýlmamýn gerçek nedenini öðrenmek istiyorum” dedim. Avukat, “burasý patronun. Ýster alýr, ister çýkarýr. Bizi de çýkarabilirler. Duymuþsundur diðer fabrikada müdürleri, þefleri de iþten çýkardýlar. Böyle üzülme, iþ bulursun” dedi. Ben de imza atmadan önce ne yapabilirim diye düþündüm. Ýþyerimde tam bir örgütlülük yoktu. Çalýþtýðým bölümde beni seven, dinleyen iþçiler vardý ama bu yeterli olmuyordu. Çýkýþ kaðýdýný imzaladým. Moralim çok bozuktu. Personel þefi, “servisle gidersin, arkadaþlarýna söyleme iþten atýldýðýný” dedi. Çalýþtýðým bölüme gittim. Arkadaþlar merakla neredeydin dediler. Ben de iþten atýldýðýmý söyledim, þaþýrdýlar. Bant þefine gidip beni neden iþten attýrdýðýný sordum. O da, “bana sormadýlar, nasýl elemanýmý bana sormadan iþine son verebilirler” dedi. Arkadaþlarla vedalaþtým, duygulandým. Arkadaþlar “bilerek seni iþten çýkardýlar, doðru konuþuyordun, haksýzlýk olunca kendini de, bizleri de savunuyordun,” dediler. Çalýþtýðýmýz iþten atýlmak kader deðil, patronlarýn keyfi davranmalarýdýr. Bunu deðiþtirmek mümkündür. Ýþçilerin örgütlenmesi, siyasi bilincin yükselmesi gerekli. Ýþçiler olmazsa patronlarda olmazdý. Patronlar bir çivilerini atarken bile düþünürler ama iþçi attýklarý zaman düþünmezler. Bunlarý öðrenmemizi ne patronlar ister ne devlet ne hükümet. Baþýmýzý derde sokacaðýmýzý düþünen aileler de istemezler. Bunlara raðmen ýsrarla, sabýrla öðrenmeliyiz, öðretmeliyiz. Bir Ýþçi


Çýkmak Çözüm Deðil Tuvalet ve su ihtiyacýmýz kýsýtlandý. Bu da yetmezmiþ gibi düþük ücrete mahkum edildik. Bu baskýlara karþý yaklaþýk 20 kiþi personel müdürünün odasýna gittik. Müdür, “Yasaklama yok. Sadece saat 16:30-17:30 arasý tuvalete gidip gelen çok. Bunun üzerine böyle bir uygulama yaptýk dedi. Ama hepimiz biliyoruz ki tuvalet ve su gibi hayati ihtiyaçlarýmýz kýsýtlandý. Bu baskýlara dayanamayan bazý arkadaþlar, mücadele etmek yerine iþten çýkmayý tercih ettiler, etmeye de devam ediyorlar. Fakat þu hiç unutulmamalý, baþka fabrikalara da gitsek benzer sorunlarla karþýlaþacaðýz. Ancak iþçilerin birliði olursa patronun ve idarenin keyfi davranýþlarýný engelleyebiliriz. Bir Ýþçi

Yarýn Biz Konuþacaðýz Bizim iþyerinde her þey patronun kafasýna göre uygulanýyor. Yaklaþýk 500 kiþi çalýþmasýna raðmen yüzde 80’inin sigortasý yok. Patron kendine bir fabrika daha yaptý. Diðer fabrikaya taþýnýrken sigortalý olanlara girdi-çýktý yapýlmýþ. Nasýl yapýlmýþ? Bilmiyoruz… Arkadaþlara “imza attýnýz mý?” diye sorduðumuzda. Arkadaþlar, yok dediler. Anlaþýlan sahtekarlýk yaparak imzayý kendileri atmýþ. Hasta olana izin vermezler, eve göndermezler, yemekhanede sandalyenin üzerinde yatarsýn. Haftada toplam 49 saat çalýþýyoruz. Geçen bir arkadaþ lavaboda 10 dakika durdu diye yazýhaneye çaðýrýp tehditler savurmuþlar, “biz içeri çekip adamý dövüyoruz, seni komalýk ederiz” gibi þeyler söylemiþler. Bugünkü düzen iþçiler üzerinde patronlarýn istedikleri þeyleri yapmasýna ve söylemesine imkan

veriyor. Bizler inanýyoruz ki sadece iþçilerin konuþacaðý bir düzen olacak. Bir Ýþçi

metal Denize düþen yýlana (patrona) sarýlýr Fabrikada geleneksel hale gelen deniz etkinliði var. Ama ben buna bu sene ilk defa tanýk oldum. Denize gitmeden haftalar önce iþçiler kendi arasýnda denize hangi tarihte gideceklerini konuþuyorlardý. Tarih kesinlikleþtikten sonra ise asýl sorun ortaya çýktý: Cumartesi günü iþ günü olduðu için çalýþýlmayacak olan gün patron tarafýndan mý karþýlanacak, yoksa iþçiler bu sekiz saati borç olarak daha sonra mý ödeyecekler konusu tartýþýlmaya baþlandý. Bir iþçi kendince inisiyatif kullanarak kimseye danýþmadan patronun yanýna çýkýp, “biz cumartesi pazar denize gitmek istiyoruz. Cumartesi gününün borç sayýlmasýný kabul ediyoruz, çalýþýr öderiz” demiþ. Bu olayý duyan iþçiler bu konuþmayý yapan iþçiye, “sen neden bizim adýmýza konuþuyorsun, biz cumartesinin borç sayýlmasýný istemiyoruz, senin bu iþten bir çýkarýn mý var” diye sitem ettiler. Ýþçiler tepki göstermekte haklýydý, çünkü bu iþçinin gerçekten de bu iþten bir çýkarý var. Bu iþçi fabrikadaki patron yalakalarýndan birisi ve hep patronun iþine gelecek þekilde tavýrlar sergiliyor. Tabi patronda bunu karþýlýksýz býrakmýyor. Bu tartýþmalardan sonra bir grup iþçi patronun yanýna çýktý ve cumartesi gününün borç sayýlmamasýný talep etti. Bunun üzerine patronda, “cumartesi günü giderseniz sekiz saat borçlu olursunuz, iþinize gelirse, ben sizi denize gidin diye zorlamýyorum” dedi.

Patronun bu tavrý iþçileri denize gitmekten vazgeçirdi. Ýþçilerin hepsi, “madem borçlu sayýlacaðýz o zaman denize gitmeyiz” dediler. Ertesi günde birkaç iþçi daha bu konuyla ilgili konuþmak için patronun yanýna çýktýlar. Patronla yapýlan pazarlýk sonucunda patron, “dört saat benden dört saat sizden; bu son teklifim” dedi. Bu teklif de iþçiler arasýnda bir tartýþma yarattý ve vardiyanýn biri denize gitmeme kararý aldý ve o vardiyadan bir kiþi dýþýnda denize giden olmadý. Denize toplam 20-25 iþçi gitti. Ýþçilerin özellikle borç olmamasý için diretmelerinin nedeni geçen yýllarda ki yaþadýklarý sorunlardan kaynaklý. Geçen yýllarda iþçilerin denize gittiði haftadan sonra sürekli fazla mesai yaptýran patron normalde 8 saat olan sürenin kat kat fazlasýný almýþ. Ýþçiler bu uygulamaya itiraz ettiklerinde ise, “denize giderken iyi de çalýþmaya gelince neden itiraz ediyorsunuz?” diye iþçilere çýkýþmýþ. Biz bu tür olaylarda patronun gerçek yüzünü daha net görebiliyoruz. Sekiz saati iþçilere çok gören patron, iþçilerden çaldýðý saatlerin hesabýný vermiyor. Sekiz saat borcu dört saate indirmemiz bir kazanýmdýr ama önemli olan sadece yýlda bir gün olan bir etkinlik için deðil, her gün yaþadýðýmýz sorunlar üzerinde bir kazaným elde edebilmektir. Deniz etkinliðinde gösterdiðimiz genel tepkiyi, temel sorunlar üzerinde de gösterebilirsek (yemek, servis, maaþ ve çalýþma koþullarý) ve istediðimizi elde edebilirsek bizim için bunlar daha büyük kazanýmlar olur. Bu kazanýmlarý elde edebilmek içinde daha bilinçli ve örgütlü davranmamýz gerekiyor. Bundan sonraki süreçte bunu saðlayacak koþullar yaratmalýyýz. Bunun ilk koþulu olarak iþçiler arasýnda birbirine güveni ve iþçilerin kendi sýnýfýnýn gücünün farkýna varmalarýný saðlamak için çalýþmalýyýz. Bir iþçi

11


hizmet Bir Gün Sömürü Çarký Hizmet sektöründe çalýþtýðýmýz için çok uzun çalýþma saatlerine maruz kalýyoruz. Bu da yetmezmiþ gibi senelik izinde olan arkadaþlarýmýzýn yerine de çalýþmak zorunda kalýyoruz. Bu yoðun tempoya dayanacak gücü kalmayan bir arkadaþýmýz beþ senelik emeðinin karþýlýðýný almaktan bile vazgeçip, patronla görüþmeye gittiðinde patron her þeyin çözüleceðini, yeni bir sistem üzerinde çalýþtýklarýný ve gerekli eleman takviyesini yapacaðýný söyleyip arkadaþýmýza ertesi gün öðlene kadar izin verip dinlenmesini söylemiþ. Ama nereye kadar sürecek bu sistemle çalýþmak? Zaten yeteri kadar iþçi

çalýþtýrmýyorlar ve yeni arkadaþlarý iþe almalarýný söyledi-ðimiz zaman iþlerin düþük olduðu-nu söylüyorlar. Oysa iþlerin belli bir standardýn altýna düþmediðini biz biliyoruz. Hep deðiþmeyen hikaye-ler ve yerine getirilemeyen vaatler. Ýnanýyoruz ki bu düzen böyle gitmeyecek, bir gün sömürü çarký kýrýlacak. Bir Ýþçi

plastik

Üretimi Ýþçiler Yapýyor Fabrikada çalýþan iþçi sayýsý 50 civarýnda. Ýki vardiya þeklinde çalýþýyoruz ve bunun en az 20’si gece vardiyasýnda çalýþmakta. Son

Fýndýk Üreticileri Eylemde Onbinlerce fýndýk üreticisi günlerdir eylemleriyle Türkiye’nin gündemindeler. Üreticilerin öfkesinin odaðýnda ise Erdoðan, Zapsu ve Fiskobirlik var. Son olarak Ordu’da toplanan 100 bin aþkýn kiþi on saat boyunca þehirde hayatý felç etti. Fiskobirlik’in açýklamadýðý fiyatlar, 4,4 YTL civarýnda idi. Tam da bu sýrada baþbakan bir açýklama yaptý ve “Fýndýk bizim gündemimizde yoktur. Herhangi bir destek vermeyi düþünmüyoruz” dedi. Bu açýklama fiyatýn 2,9 YTL’ ye düþmesine neden oldu. Baþbakan Erdoðan yaklaþýk bir ay sonra Ordu’da yaptýðý bir diðer açýklamada, “Fýndýðý Fiskobirlik’e verirken bana mý sordunuz da bedelini bana soruyorsunuz? Fýndýðý kime verdiyseniz gidin paranýzý ondan isteyin” diyerek fiyatlarýn maliyet fiyatý olan 2,5 YTL’ nin de altýna yani 1,4 YTL’ ye düþmesine neden oldu. Ýþte bu fiyat düþüþü üreticilerin öfkesinin patlamasýna neden oldu. Fýndýk üreticilerinin sorunlarý bununla sýnýrlý deðil. MHP’li kadrolarýn oyuncaðý olmuþ Fiskobirlik, üreticilere karþý duyarsýz, tefecilik yapan tüccarlar, “alivre satýþ” (daha tarladayken satýn alma) yapan ihracatçýlar, komisyoncular vs. hepsinden býkmýþ durumdalar. Ordu’da öne çýkan eylemler, Artvin, Trabzon, Giresun, Düzce, Bartýn, Kastamonu, Sinop, Rize, Samsun, Zonguldak, Sakarya’daki yaklaþýk 8 milyon üreticinin ortak sorunu. Ayrýca Baþbakan, Fiskobirlik’in son Genel Kurul’unda istediði adayý seçtiremediði için kuruma kýzgýn. Bu nedenle Fiskobirlik, hükümet kendisine karþý tavýr aldýðý için köþeye sýkýþtý. Üreticilere 12 ödeme yapamadý. Bankalar Fiskobirlik’e

kredi vermedi. Bu durumun bir sonucu olarak 12 Eylül tarihinde Genel Kurul toplama kararý alýndý. Dünyada ki fýndýðýn yüzde 70’i Türkiye’de üretiliyor Ýlginç olan þu: Dünya fýndýk üretiminin yüzde 70’ini üreten bir ülke de nasýl olur da üreticiler bu kadar maðdur olur? Nedeni basit, üreticilerin sýrtýndan kazanan asalak toptancýlar bunun bir nedeni. Bu asalaklardan biri de Baþbakan Tayyip Erdoðan’ýn danýþmaný Cüneyt Zapsu. Zapsu, fýndýk ihracatta 3 dolar seviyesine düþmeli diyor. Bu durumda üretici malý 2 YTL’ den satmak durumunda, yani zararda. Baþka kim kârlý? AB fýndýðýn fiyatýnýn düþmesini istiyor, çünkü kendi patronlarýna daha fazla kazandýrmak istiyor. Yani AB dayatýyor. Baþka kim bu fiyatlarý dayatýyor? Dünya Bankasý. Ne diyor? Çiftçiyi destekleme, çiftçi ölsün diyor. Sözün kýsasý AB, ÝMF, Dünya Bankasý gibi kuruluþlar büyük burjuvazinin istekleri doðrultusunda tarým emekçilerini sefalete sürüklüyorlar. Geçimini büyük ölçüde fýndýktan saðlayan Karadenizli üreticilerin öfkesi bu

zamanlarda patron aldýðý makineler yetmiyormuþ gibi her müdürün ve idari kadroda çalýþan personelin altýna sýfýr arabalar aldý. Bir arkadaþýmýzýn gece vardiyasýnda çalýþýrken kaza sonucu eli makara altýnda kalýyor ve parmaklarý eziliyor. Buna karþýlýk fabrikada hiçbir araba bulunmamakta saatlerce araba aranýrken son çare ambulans oldu. Patron neden her müdürün altýna birer sýfýr araba alýyor da iþçilerin tümünün altýna bir araba almýyor. Yani bundan çýkaracaðýmýz sonuç iþçilerin tümü patronun gözünde bir hiç. Oysa üretimi koltuðunda oturup bilgisayar oynayan müdür deðil iþçiler yapýyor. Bir Ýþçi yüzden daha da büyüyor. Küçük üreticileri desteklemek için FÝSKOBÝRLÝK desteklenmeli. Ancak bu kooperatif bugün burjuva siyasilerin kontrolünde. Burada yeniden fýndýk üreticilerinin kontrolü saðlanmalý ve fiyatlar FÝKOBÝRLÝK tarafýndan belirlenmelidir. Ordu’daki fýndýk üreticilerinin mücadelesi bugün hükümeti zorlamaktadýr. Nitekim hükümet ilk tepkilerini verdi; hemen Ordu Ýl Emniyet Müdürü’nü eylemleri engelleyemediði gerekçesiyle görevinden aldý. Hükümetin beklentisi komikti. Göstericiler trafiði kapadýðý için insanlar maðdur olmuþ! Yüzbinlerce insanýn eylem yaptýðý bir anda hükümetin böyle bir beklenti içinde olmasý aslýnda yaþadýðý þoku göstermekte. Yüzbinler ayaða kalktý ve hükümetin eli ayaðýna dolaþtý. Milyonlar ayaða kalktýðýnda acaba hükümet ne yapacak? Milyonlarýn ayaða kalkmasý için, kalýcý ve gerçek kazanýmlar için bu ve benzeri mücade-lelerin iþçi sýnýfýnýn mücadelesiyle birleþmesi gerekir. Ancak Ordu’daki eylemde mücadele eden devrimcilere dönük linç giriþimi tehlikeli bir provokasyondur. Eylemi destekleyen devrimciler alana güç verir, zarar deðil. Üreticiler güçlerini gerçek düþman olan burjuvaziye, onun hükümetine, bürokratýna yönlendirmelidir. Derya Deniz 2 Aðustos 2006


Ortadoðu

Siyonizm’in Arap Halklarýna Karþý Yeni Bir Saldýrýsý Ýsrail ordusu bir yandan Filistin sýnýrlarý içinde Gazze ve Batý Þeria’ya yönelik vahþi bir askeri saldýrý sürdürmekteyken þimdi de Lübnan’a karþý vahþi bir savaþa giriþmekte. Her iki saldýrýnýn gerekçesi de biri Filistin’den Ýslamý Cihat ve ikisi Lübnan Hizbullahý tarafýndan kaçýrýlan üç Ýsrail askeri. Katliamcý bir karakter taþýyan Ýsrail saldýrýlarý þimdiden yüzlerce masum sivilin ölümüne yol açtý ve pek çok yayýn organý ve emperyalist hükümetle -Siyonizm’in sadýk müttefikleri- Ýsrail’in ölçüsüzce þiddet kullanýmýný eleþtirdi. Bu ölçüsüz þiddeti anlayabilmek ve ayný zamanda Ýsrail’in güçlenmesinin onu niçin zayýflatabileceðini kavrayabilmek için iki anahtar sorunu göz önünde bulundurmak gerekiyor. Bunlardan ilki Bush tarafýndan 11 Eylül 2001 yýlýnda uygulamaya sokulan ve Arap ve Müslüman kitlelerin durdurulamayan yükseliþini hedef alan Ortadoðu merkezli Teröre karþý savaþ politikasýnýn bir bütün olarak içine girdiði kriz. Ýkincisi ise, Ortadoðu’da kuruluþundan beri emperyalist bir askeri kilit olarak inþa edilmiþ olan Ýsrail devletinin jandarma devlet karakteri.

Bush politikalarýnýn Ortadoðu’daki krizi 120 numaralý Uluslararasý Postacý’da (Haziran 2006) belirtmiþ olduðumuz gibi, 11 Eylül 2001 yýlýndan bu yana Bush hükümetinin temel çabasý, Avrupa emperyalizminin de irili ufaklý çeliþkilerinden yararlanmak suretiyle Ortadoðu’nun kontrolünü kan ve ateþle ama kesin bir biçimde eline geçirmek. Bu politikanýn ilk adýmý, 2001 yýlýnda gerçekleþtirilen Afganistan’ýn iþgali idi. Ýkincisi ise, 2003 yýlýnda Irak’ýn iþgal edilmesi oldu. ( ) Ne var ki, bölgenin tümüyle kontrol altýna alýnmasý hedefinde umulanýn tam aksine emperyalizmin pozisyonu gerilemiþ durumda. Sert, katliamcý askeri saldýrýlara ve savaþ harcamalarýndaki korkunç yükseliþe raðmen, emperyalizm, tam Afganistan’da ikinci bir askeri cephe açmaya hazýrlanmaktayken Irak’taki kitlelerce desteklenen askeri direniþ karþýsýnda “birinci cephede” hedeflerine ulaþmaktan çok uzakta. Ýþte tam bu çerçevede þimdi gerek Filistin Ulusal Yönetimi Anayasasý, gerekse de Oslo Anlaþmasý sürecinin uðradýðý baþarýsýzlýðýn sonucu olarak Lübnan

ve Filistin’de yaþanmakta olan durum gündeme giriyor. Bush ve Ýsrail, El-Fetih yönetiminin suç ortaklýðý ve teslimiyeti ve Birleþmiþ Milletler’in koruyuculuðundan hareketle, Filistin halkýnýn mücadeleciliði ile “tarihsel sýnýrlarýný“ yeniden kazanma kavgasýný tümden tasfiye etmenin yollarýný aramaya giriþtiler. Hamas’ýn gerçekleþtirilen son seçimlerde elde ettiði seçim zaferi ise, bu politik planý baþtan sona krize sokmuþ oldu. Bu durum ayný zamanda bölgede bir üçüncü cephenin açýlýþýnýn da ön ilaný oluyordu. Bu örnekte yaþanan tek fark ise, askeri mücadelenin bu kez, emperyalizm tarafýndan deðil, bizzat onun bölgedeki ajaný olan Siyonist devlet tarafýndan üstlenilmiþ olmasýydý. Emperyalizmin bölgeye dönük politikalarýnda uðradýðý global krizin derindeki nedeni, emperyalizmin bir türlü yenilgiye uðratmayý baþaramadýðý ulusal özgürlük savaþlarýnýn açýk bir ifadesi olan Müslüman ve Arap kitlelerin devasa mücadelelerindeki yükseliþin kendisidir. Bu mücadeleler, þimdi giderek zayýflamakta olan düþman karþýsýnda daha da büyümekteler.

13


Basýnda çok yeni yayýmlanmýþ bir habere göre, Ortadoðu’daki uzmanlarýn %85’i Bush’un politikalarýnýn iflas ettiðine ve Irak’ta bataklýða saplanýldýðýna inanmakta. Bu durum, ABD’nin bizzat kendi burjuvazisinde her geçen gün daha büyük eleþtirilere yol açmakta. Burjuvazinin bazý sektörleri, Bush’u tek taraflýlýkla eleþtiriyorlar ve kendilerini cehennemden çýkartacak “çok taraflý” politikalar arýyorlar. Bu durumun güzel bir örneði, sözü geçen bir gazete olan New York Times’ýn Guantanamo hapishanesinin kapatýlmasý ve Irak hapishanelerindeki iþkencelerin son bulmasý için baþlattýðý kampanya oldu. Bir baþka örnek ise geleneksel bir dergi olan Time’ýn, son sayýsýnda kapaða taþýmýþ olduðu baþlýk; Kovboyun politikalarýnýn sonu. Buna karþýn belirtmekte yarar var ki, ABD burjuva partileri olan hem Demokratlar hem de Cumhuriyetçiler, Ýsrail’e arka çýkmak konusunda kongrede birleþmiþ durumdalar ve bu pozisyon þimdilik ülke çapýnda da geniþ bir desteðe tekabül etmekte. Dolayýsýyla, Ýsrail devletinin “ölçüsüz saldýrganlýðý” daha çok uðranan bir dizi belirleyici baþarýsýzlýðýn ortasýnda zafere ulaþmak ve mevcut krizi aþmak için bizzat Bush hükümetinin cesaretlendirdiði bir giriþim olarak görünmekte. Ýþte bu nedenle Bush hükümeti, Ýsrail’e zaman kazandýrmak ve böylece Ýsrail’in askeri hedeflerine ulaþmasýný saðlamak için acil bir ateþkes çaðrýsýna muhalefet etmekte.

14

Kolay zaferler dönemi Ýsrail devleti, 1947 yýlýnda BM tarafýndan, emperyalizmin önce Filistin topraklarýnýn %55’lik muazzam bir kýsmýnýn ve bir sonraki yýl ise, bir %20’sinin daha Siyonizm tarafýndan “silahla gasp edilmesi” ve Filistin halkýna yönelik soykýrýmcý yöntemlerin teþvik edilmesi suretiyle kuruldu. Ýsrail, Filistinli, Arap ve Müslüman kitlelerin mücadelelerini zulme uðratmak hedefiyle emperyalizm açýsýndan bir “Jandarma devlet”, bir askeri “Truva Atý” olarak doðdu. Tam da bu nedenle Ýsrail bugün, dünyanýn beþinci büyük askeri gücü ve sahip olduðu ateþ

gücü, göz önünde bulundurulabilecek herhangi bir komþusundan birkaç misli üstün. -Savaþ uçaklarý, füzeler, helikop-terler, tanklar ve 200’den fazla nükleer baþlýk.- Bu askeri güç her þeyden çok yýllýk olarak Ýsrail’e yüz binlerce dolar aktaran ABD’nin eseri. Ýþte Ýsrail devletinin sahip olduðu bu temel, bize izlemekte olduðu politikayý ve eylemlerini berrak bir þekilde açýklamakta. Zira Ýsrail’in varlýðý, Filistinliler ve komþu Arap ülkeleri karþýsýnda tartýþmasýz askeri üstünlüðünü sürdürmesine baðlý. Bu dengeyi tehdit eden herhangi bir durum ayný zamanda tasfiye edilmesi gereken bir kriz faktörüne dönüþmekte. Yýllar boyunca Siyonist ordu ve Ýsrailli yerleþimciler, olanca askeri üstünlüklerinin de yardýmýyla Arap ordularý karþýsýnda yýkýcý ve kolay zaferler elde etmeye alýþtýlar. 1948,1956,1967 ve ayrýca 1973 savaþlarý aynen böyle oldu. Arap burjuvazilerinin büyüyen teslimiyetleri de Ýsrail’in iþini bir çok kez kolaylaþtýrdý. Çok küçük düþüþler sayýlmazsa Ýsrail ve ordusu bu savaþlardan hep yüksek bir moralle ve daha fazla toprak kazanarak çýktý. Lübnan ve Ýntifada Ama bu gerçeklik Lübnan’ýn güneyinin iþgal edildiði 1980’lerden itibaren deðiþmeye baþladý. Ýsrail ordusu, baþýný Hizbullah’ýn çektiði milis güçleri karþýsýnda yenilgiye uðratýldý ve 2000 yýlýnda sonlanan uzun erimli bir geri çekiliþe baþladý. Bu, Ýsrail’in tarihindeki ilk askeri yenilgiydi ve böylece “yenilmezlik” miti de sona erecekti. Siyonizm’in bu yenilgisi, Filistin topraklarýndaki korkunç yaþam koþullarýna da paralel olarak, iþgal altýndaki Filistin topraklarýnda yaþanan 1. ve 2. Ýntifada’yý da yüreklendirdi. Bu aþamada diþlerine kadar silahlý Ýsrail askerleri tümüyle farklý bir savaþta, kendilerine taþ ve sopalarla karþý koyan gençler ve çocuklarla karþý karþýya kaldýlar. Birbiriyle doðrudan iliþkili bu iki geliþme ayný zamanda Ýsrail ordusunda derin bir krizinde yolunu açtý ve Ýsrail’in bu en temel kurumunun geçirdiði sarsýntýya paralel olarak “jandarma devletin” olasý bir alt üst oluþuna yol açacak tohumlarda yeþermeye baþladý.

Emperyalizm ve Ýsrail hükümetleri, Filistin Özerk Yönetimi’nin doðuþu ve Oslo Antlaþmalarý’ndan güç alarak bu krizi aþmanýn imkanlarýný aramaya giriþtiler. Ne var ki, Ortadoðu’da emperyalist müdahalenin global ölçekte girdiði kriz, bir kez daha emperyalizmi ve Ýsrail’i “sopa” politikasýna dönmek zorunda býraktý. “Ölçüsüz þiddet” 25 yýl sonra ilk kez kitle desteðine sahip Arap gerillalarýnýn, askeri üstlerinde Ýsrail ordusuna darbeler indirme, Siyonist askerleri öldürme ve kaçýrma, Ýsrail þehirlerine saldýrma kapasitesiyle bu kez intihar saldýrýlarýndan çok daha üstün bir askeri düzeye sahip olduðunu görüyoruz. Ayný zamanda Lübnan ve Filistin süreçlerinde net bir þekilde görüldüðü gibi, Ýsrail’e karþý mücadeleler birleþme eðilimi kazanmaktalar. “Jandarma devletin” varlýðýný tehdit eden bu eylemlilikler bu kez, onu baþýný en çok aðrýtan alanda yani askeri alanda sýkýþtýrmakta. Ýsrail’in varlýðýna yönelik bu tehdit, ayný zamanda Ýsrail’in yanýtýndaki ölçüsüzlüðü yani hem Filistin sýnýrlarý içersinde, hem de Lübnan’a karþý yürütülen top yekun savaþta uygulamakta olduðu vahþetin nedenini bize açýklýyor. Bu þiddeti sürdürebilmek için Ýsrail, tüm nüfusunu bu savaþýn arkasýnda toplamýþ durumda ve çok açýk ki, elde edeceði net bir zafer onu oldukça güçlendirecek. Lübnan’da uðranacak yeni bir yenilgi ya da kazanýlacak bir “Pirüs zaferi” ise, “Jandarma Devleti” çok derin bir krize sokabilecek. Savaþýn seyri Ýsrail’in Lübnan’a yönelik saldýrýlarýndaki en stratejik hedef Hizbullah’ý imha etmek ya da en azýndan silahsýzlandýrarak geçmiþ yenilginin hesabýný görmek. Þu ana dek Ýsrail’in gerçekleþtirdiði saldýrýlarýn aðýrlýklý kýsmý hava bombardýmanlarýna dayandý. Ama Ýsrail’in Lübnan’da gerçekleþtirdiði yoðun yýkýma karþýn, bölgedeki gazetecilerin geçtiði raporlar Hizbullah’ýn askeri eylemlilik ve Ýsrail sýnýrlarýndaki hedeflerine ulaþma kapasitesini sürdürdüðü yönünde.


Bu nedenle, asker indirmek suretiyle çok daha riskli ve zor kara harekatlarý bir zorunluluk oldu. Tüm uzmanlarýn paylaþtýðý ortak görüþ, Hizbullah’ý imha edebilmek için Ýsrail’in Lübnan’ý tümüyle iþgal etmek ve on binlerce Lübnanlýyý katletmek zorunda olduðu yönünde. Bölgedeki mevcut askeri/politik baðlam göz önüne alýndýðýnda bu yöntem aþýrý derece de zor bir alternatif ve daha önce de belirttiðimiz gibi oldukça yüksek bir risk taþýmakta. Alternatif arayýþ Ama Ýsrail’in en taktik hedefinin bile -rehineleri geri almak ya da Hizbullah’ý buna mecbur etmekgerçekleþtirilmesi zor görünmekte. Ýsrail’in Hizbullah’ý savunan bedelini öder mesajýyla yürüttüðü top yekun savaþ politikasý, bu örgütü izole etme ve Lübnanlý politik güçleri bu yönde basýnç altýna alma amacý gütmekteydi. Ne var ki bu plan tam tersi sonuçlar verdi. Zira Lübnanlýlar Ýsrail’e karþý birleþtiler ve Hizbullah, ülkenin savunulmasý mücadelesinin öncüsü konumuna dönüþtü. Örneðin gazetelerin geçtiði bir habere göre, bir Ýsrail hücum botunun Hizbullah füzesince imha edilmesi, Beyrut’un bütün sokaklarýnda kutlandý. Bu geniþ halk desteði, eski Lübnan baþbakaný Hýristiyan Michel Aoun gibi emperyalizme baðlý ve Hizbullah’a karþý politikacýlarý þimdi saldýrýlara karþý halk olarak birleþme zamaný gibi bir açýklama yapmaya mecbur býraktý. Bu durumun bir baþka örneði ise Hizbullah’ý Lübnan’ýn baðýmsýzlýðýný yeniden elde etmesini hedefleyen ve ülkeyi Ýsrail’e karþý bir savaþ alanýna çevirmeyi isteyen bir Suriye/ Ýran merkezli yapý olmakla suçlayan Dürzü önder Welit Jambolat. Top yekûn bir savaþa doðru mu? Durum Ýsrail’in bir ülke olarak Lübnan’da top yekun bir savaþ geliþtirmesi halinde çok daha karmaþýklaþabilir. Þu ana dek, yaþanan saldýrý karþýsýnda net bir tutum almaktan aciz hükümet ya da Lübnan parlamentosu göz önünde bulundurulduðunda, Hizbullah saldýrýlarý askeri ve politik olarak yanýtlayan tek güç olarak görünmekte. Bu durum Lübnanlý kitlelerin desteði ile Hizbullah’ýn

iktidarý almasýnýn ciddi bir olasýlýk olduðunu düþündürüyor. Bu olasýlýk baðlamýnda Lübnan hükümeti baþbakaný Siniora Ýsrail’in sýnýrlarý iþgal etmesi durumunda, ordunun ulusu savunacaðýný ve saygýlý olunmasý gerektiðini Ýsrail’e öðreteceðini belirtti. Lübnan ordusu ciddi bir askeri güç teþkil etmiyor. Bu gerçek Ýsrail’i Hizbullah’a saldýrma pozisyonundan, bir tanesi saldýrýya uðramýþ ve Arap toplumunun ve Müslüman dünyanýn bir parçasý olan iki ülke arasýnda açýk bir savaþa sürüklenme pozisyonuna itebilir ve durumu tümüyle deðiþtirebilir. Böyle bir durum bölgedeki diðer ülkeleri, özellikle de Lübnan üzerinde geleneksel bir aðýrlýðý olan Suriye’yi ya da Hizbullah üzerinde ciddi etkisi bulunan Ýran’ý doðrudan etkileyecektir. Þimdiden Ýsrail’i reddeden ve Lübnan’ý destekleyen kitlelerin büyük eylemlilikleri bölgeyi sarsmaya baþlamýþtýr. Özellikle Mýsýr ve Ürdün gibi baskýcý rejimleriyle Ýsrail’in dostu görünümündeki bölge ülkelerinde yaþanan kitle seferberliklerinde bu durumun açýk ifadelerine rastlanmaktadýr. Alternatif arayýþý Mevcut durumun içerdiði ciddi riskler diðer emperyalist ülkelerin de farklý çözüm arayýþlarýna yönelmelerinin önünü açmaktadýr. Hemen tüm Avrupa hükümetleri Ýsrail’in yanýnda saf tutarak, Hizbullah’ýn silahsýzlandýrýlmasýný talep ederken, Fransa gibi bazýlarý ise Siyonist politikayý frenleme arayýþýndadýr. Tam da bu nedenle Ýsrail’in kullandýðý “ölçüsüz þiddet ” hakkýnda deklarasyonlar yayýnlayarak, Lübnan’da çatýþan taraflarýn ayrýlmasýný saðlayacak bir BM “Müdahale Gücü” önerisi getirmiþlerdir. Bizzat BM genel sekreteri Kofi Annan bu projeyi aktif bir þekilde desteklemektedir. ABD hükümeti ise þimdilik bu plana muhalefet etmekte, zira daha önce belirttiðimiz gibi Ýsrail’e askeri saldýrýlarý için daha fazla zaman vermeyi tercih etmektedir. Ama savaþýn gidiþatýnýn olumsuz seyretmesi halinde paçayý kurtar-mak için ya da askeri bir zaferin ardýndan

mevzileri savunmak için emperyalist politikanýn merkezi bir aracý olarak, bir BM “Barýþ Gücünün” yakýn bir gelecekte bölgeye yerleþme olasýlýðýný da göz önünde bulundurmak gereklidir. Filistin’deki Mücadele Bu baðlamda Olmert hükümetinin “Filistin Sorununda Nihai Çözüm” planlarýnýn, bir baþka deðiþle uyduruk bir Filistin devleti ile Ýsrail devleti arasýnda yükselen “Utanç Duvarý” aracýlýðý ile hiçbir ekonomik güce sahip olmayan ve birbirleriyle sýnýr baðlantýlarý bulunmayan Filistin toprakçýklarýna dayalý sahtekar “barýþ” politikalarýnýn uygulanabilmesinin bile önünde ciddi engeller birikmektedir. Zaten Hamas’ýn seçim zaferiyle bu plan aðýr darbeler almýþken, þimdide Hizbullah, Nablus’ta bir Ýsrail askerini öldüren ve Gazze’den Kassam Füzeleri fýrlatmaya devam eden Filistin direniþine kuvvetli bir itki kazandýrmýþ durumdadýr. Ýsrail’in Lübnan’da uðrayacaðý bir askeri yenilgi, Filistin’deki durumu bir yandan iþbirlikçi Abbas yönetiminin aþýlmasýyla diðer yandan ise, Filistinli savaþçýlarýn azimle Hamas önderliði üzerinde basýnç kurmalarýyla bütünüyle farklý bir aþamaya sýçratabilir. Gerçek Çözüm Bir kez daha görülmektedir ki, Ortadoðu’da yaþanan “Sürekli Askeri Çatýþma” durumunun temelinde yatan neden, bölgenin silahla kontrolüne dayalý emperyalist politika ve bizzat, bu politikanýn hizmetinde bir “Jandarma Devlet” olarak Ýsrail devletinin varlýðýdýr. Emperyalizm Irak’ta ve Afganistan’da yenilgiye uðratýlana dek ve bu yenilginin bir parçasý olarak Ýsrail yýkýlana dek Ortadoðu’ya barýþ gelmeyecektir. Bütün devrimcilerin ve savaþçýlarýn görevi bu yenilgiyi saðlamanýn bir bileþeni olmaktýr. Bu görev, bugün Irak ve Afgan halkýný iþgalci emperyalist ordulara karþý ve Lübnan ve Filistin halkýný Ýsrail ordusuna karþý savunmaktan geçmektedir.

Uluslararasý Ýþçi Birliði Dördüncü Enternasyonal (UÝB-DE)

15


ANMA 16

Katlinin 66. yýlýnda Troçki 20 Aðustos 1940’da Lev Troçki, Stalin üzerine yaptýðý çalýþmalara devam etmektedir. Yanýna çalýþma bahanesi ile yaklaþan GPU (Daha ileride KGB ismini alacak olan Sovyet gizli servisi) ajanýnýn, celladý olacaðýnýn farkýnda deðildir. Arkadan yaklaþan katili elindeki buz baltasýyla kafatasýnda derin bir yara açar. Ancak Troçki ömrünün son mücadelesini vererek katiliyle boðuþur ve onu yakalar. Hastanede ameliyata hazýrlanýrken sekreteri Hansen’e þunlarý söyler: “Lütfen dostlarýmýza söyle... Dördüncü Enternasyonal’in zaferinden...eminim...ileri!” Bolþevik geleneðin son savaþçýsý saldýrýdan bir gün sonra 21 Aðustos 1940’da akþam saat 19:25’te hayata gözlerini yumdu. Ýþçi sýnýfýnýn iktidarýný gaspeden Stalinist bürokrasi, Marksizmin Leninizmi genç kuþaklara taþýyan, gerçek bir Bolþevik devrimciyi katlederek karþý devrimci iktidarlarýný güçlendirmeyi planlamýþtýr. Bu plan dünya devriminin durdurulmasý ve tek ülkede bürokratik bir iktidarýn kurulmasýdýr. Bu plan nedeniyle iþçilerin mücadeleleriyle kurduklarý Sovyetler Birliði’nin çöküþünün taþlarý döþenmiþtir. Ancak Troçki’nin bürokrasiye karþý mücadelesi, bugün Marksist geleneðin yaþamasýný saðlamýþ ve tarihsel metodoloji iþçi sýnýfýnýn devrimci rehberi olarak varolmuþtur. Troçki, ilk gençlik yýllarýnda mücadeleye baþlamýþ, hayatý cezaevleri, sürgünler arasýnda geçmiþtir. Mücadele dolu yaþamýnda, sadece pratik mücadelesiyle deðil yazdýðý onlarca kitap, yüzlerce makale ile iþçi sýnýfýnýn mücadelesine ýþýk tutmuþtur. Troçki, Stalinist bürokrasinin ulusalcý tek ülkede sosyalizm anlayýþýna ve aþamalý devrim teorisine karþý enternasyonalizmi, dünya partisini ve sürekli devrim anlayýþýný savun-muþtur. Ayrýca Sovyet bürokrasinin karakteri, faþizme karþý mücadele, sömürgelerde devrim sorunlarý ile ilgili olarak Marksizmin güncel sorunlarýna çözümlemeler geliþtirmiþtir. Ancak Troçki’nin ölümünün ardýndan genç, deneyimsiz Dördüncü Enternasyonal kadrolarý öndersiz kalmýþ, bunun sonucunda önemli bir güç kaybýna uðramýþtýr. Stalinistlerin kýyýmlarý ve baskýlarý sonucunda örgütlenme olanaklarýný büyük ölçüde yitirilmiþtir. Buna raðmen dördüncü Enternasyonal’i yeniden inþa mücadelesi hala sürmektedir. Biz devrimci Troçkistlere düþen görev, dünya proletaryasýnýn devrimci partisi Dördüncü Enternasyonali yeniden inþa etmek ve burjuvaziye karþý savaþ örgütü haline getirmektir. Troçki ve tüm sol muhalefetin, hayatý pahasýna taþýdýklarý MarksizmLeninizm’in bayraðýný bugün taþýmak, dünya partisini yeniden inþa etmekten geçmektedir. Bu görevi yerine getirmek biz devrimci Troçkistlerin, enternasyonalist komünistlerin boynunun borcudur. Bu büyük devrimcinin hayatýnýn kýsa bir özetini kendi sözlerinden okuyalým:

“...Dokuz yaþýma kadar, herkesten uzak bir köyde yaþadým, hiç dýþarý çýkmadan. Sekiz yýl orta öðrenim gördüm. Okuldan çýktýktan sonra ilk defa bir yýl hapse girdim. Çaðdaþlarýmýn çoðu gibi, benim üniversitem de hapishane, sürgün ve mültecilik oldu. Çarlýk yönetiminde iki seferde dört yýl hapis yattým. Ýlkinde iki yýl, ikincisinde birkaç hafta sürgünde kaldým. Ýki sefer Sibirya’dan kaçtým. Ýki sefer yurtdýþýna kaçtým, hepsi oniki yýl kadar yurt dýþýnda kaldým, Avrupa’nýn çeþitli ülkelerinde ve Amerika’da: iki yýl 1905 ayaklanmasýndan önce ve bunun bastýrýlmasýndan sonra da on yýl. Savaþ yýllarýnda Hohenzol’lerin Almanya’sý beni gýyaben mahkum etti (1915), ertesi yýl Fransa’dan Ýspanya’ya sürüldüm, Madrid’de kýsa bir süre hapiste yattýktan ve Cadix’de de bir ay polis gözetiminde kaldýktan sonra Amerika’ya gönderildim. Þubat devrimi günlerinde orada idim. New York’tan yurduma dönerken Mart 1917’de Ýngilizlerin eline düþtüm ve tam bir ay Kanada’da bir toplama kampýnda esir kaldým. 1905 ve 1917 devrimlerine katýldým, 1905’de ve sonra 1917’de Petersburg Sovyeti Baþkaný idim. Ekim devrimi içinde çalýþtým, Sovyet hükümeti üyesi oldum. Dýþ iþleri halk komiseri olarak, Alman, Avusturya-Macaristan, Bulgar ve Türk delegeleriyle Brest-Litowsk barýþ görüþmelerini yürüttüm. Savaþ ve Deniz halk komiseri olarak Kýzýl Ordunun örgütlenmesi ve kýzýl filonun yeniden kurulmasý için beþ yýl çalýþtým. 1920 yýlýnda, bunca iþin arasýnda, çýðýrýndan çýkmýþ olan demiryollarýný çekip çevirmek de bana düþen görevlerden biri olmuþtur. Sivil savaþ yýllarý bir yana býrakýlýrsa, yaptýðým iþ parti savaþçýsý olarak çalýþmak ve yazmaktý. 1923’de devlet bütün kitaplarýmý basmaya baþladý. Daha önce basýlmýþ olan askerlikle ilgili beþ ciltten baþka onüç cildim yayýnlandý. “Troçkizm”e karþý açýlan savaþýn pek kýzýþtýðý 1927’de kitaplarýmýn basýlmasý da durduruldu. Ocak 1928’de þimdiki Sovyet hükümeti beni sürgüne yolladý, bir yýl Çin sýnýrýnda kaldým, 1929 Þubatýnda Rusya’dan çýkarýldým, bu satýrlarý Ýstanbul’da yazýyorum.... ...Daha önce de görmüþtüm, iki sefer, yýðýnlarýn bayraðý býrakýp kaçtýklarýný: 1905 devrimi bastýrýldýðý zaman ve bir de Dünya Savaþý baþladýðý zaman. Böylece pek yakýndan görmüþ ve denemiþ olarak bilirim, tarihte yükselmenin ve alçalmanýn ne demek olduðunu. Bunlarýn yasalarý vardý. Bunlarý hýzla dönüþtürmek için sabýrsýz olmaya gelmez. Ben tarih olaylarýný, kendi kiþisel kaderimden daha deðiþik bir açýdan görmeye alýþtýrmýþýmdýr kendimi. Olanlarýn akla uygun nedenlerini bulmak ve yerli yerine oturtmak, bir devrimcinin yapacaðý ilk iþtir. Ve bu en büyük kiþisel mutluluðu, ancak görevini bugünkü çýkarlarýyla karýþtýrmayan bir kimse duyabilir.” (L.Troçki Büyükada, 14 Eylül 1929)


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.