Bir kez daha ittifaklar, cepheler ve devrimci partinin inşası üzerine
»
Türkiye İsrail’e ne kadar karşı? Ortadoğu ve Kuzey Afrika’da on yıllardan beri sağlam kayalara benzetilen taşların yerinden oynaması, bölgedeki rejimler haritasının yeniden çizilmesini gündeme getirdi. Emperyalizmin masasında açık duran Arap dünyası dosyasında henüz karşılığı aranmakta olan başlıca soru, bölgedeki devrimci dalganın nasıl denetim altına alınabileceği. Bin Ali, Mübarek, Kaddafi ve yarın muhtemelen Esad’ın olmadığı bir dünyada bölge halklarının İntifada’sı küresel kapitalizmin kanallarına nasıl akıtılabilecek? Devrimci proletaryanın Arap halklara henüz örgütlü bir önderlik sunamadığı bir dönemde ve “koyunun bulunmadığı yerde keçiye Abdurrahman Çelebi denir” misali, Türkiye, daha doğrusu Batı dünyasında “ılımlı İslam” diye betimlenen AKP hükümeti, dünya “kamuoyu oluşturucularının” yıldızı haline gelmeye başladı.
sini geri yollamasını, Siyonist devletle olan askeri-ekonomik ilişkilerini dondurmasını ve Akdeniz’de Türk savaş gemilerinin seyrüseferine ilişkin askeri çatışma ihtimali çağrıştıran bir karar almasını, emperyalizmin yörüngesinden çıkmış ulusalcı-popülist bir hükümetin “sorumsuzluğuna” ya da İslami faşizan bir partinin fanatik liderinin kaprislerine bağlamak yanlış olur. AKP hükümetinin İsrail’e yönelik bu sert adımı Türkiye’nin emperyalizmin Arap ülkelerindeki önderlik boşluğunu doldurmaya yönelik politikasının bir parçası ve bu çerçevede anlam kazanmakta. Filistin halkının mücadelesini emperyalizmin istekleri doğrultusunda frenleyen Mübarek diktatörlüğünün ya da Hizbullah ve Hamas gibi silahlı kitle örgütlerinin Siyonizm karşısındaki mücadelelerinin kırmızı burjuva sınırlarını belirleyen Esad rejiminin olmadığı bir ortamda, Arap halklarının Siyonist devTürkiye’de tek parti diktatörlüğü let karşısında duydukları öfkeyi ancak döneminde İsmet İnönü’nün “eğer bir “büyük devlet” manipüle edebilir. bu memlekette komünizm gerekliyse, Bu açıdan, Arap devrimleri Türkiye onu da biz kurarız” diye dile getirdiği burjuvazisine bölgedeki egemenlik Bonapartist iddia, düne kadar iktidarda emellerini hayata geçirebilmesi açısınolan Arap diktatörlüklerinin de temel dan tarihi bir fırsat yaratmış durumda. karakteriydi. Emperyalist kompradorlardan yeni yetme ulusal burjuvalara Ama Cezayir’in bağımsızlığını uzun kadar yayılan geniş bir egemenler süre tanımayan, Siyonist İsrail’in kesimi, asker-polis diktatörlükleri reji- dostu, Esad’a ve Kaddafi’ye “kardeş” minin içine sığdırılmaya çalışılıyordu ve statüsü tanıyan, üstelik işgalci Osmanlı zaman zaman şikâyetlerine karşın em- saltanatının uzantısı görünümündeki peryalizm durumdan memnundu. Ama Türkiye’nin “sıfır sorun” gibisinden bu denklem şimdi bozuldu ve bugün kitlelerin anlamadığı diplomasi kusadece proleter ve emekçi kesimler de- ramlarının ötesinde bir şeyler yapması ğil, son ana kadar kanlı diktatörlüklerin gerekiyordu ve işte bunun için Filistin ardında duran emperyalizm de bölgede Ulusal Yönetiminin Eylül ayı içinde ciddi bir önderlik sıkıntısı çekmeye Birleşmiş Milletler’e taşıyacağı ulusal başladı. Şimdi ona bir politik referans devlet olarak tanınma talebi iyi bir gerekli ve onun bu ihtiyacı ile Türk fırsat yaratmış durumda. BM Geburjuvazisinin bölgede ekonomik ve nel Konsey’inde 140 kadar devletin politik açılardan güçlenme emelleriyle onaylayacağı, ama ABD’nin mutlaka üst üste düşüyor. Ve de tabii Tayyip veto edeceği ve Avrupa Birliği devletleErdoğan’ın “uluslararası önder” olma rinin farklı tutumlar alacağı (Almanya, hevesi konjonktür ile çakışıyor. Hollanda, İtalya karşı, İspanya Portekiz olumlu oy kullanacaklar) Türk hükümetinin İsrail büyükelçibu karar önerisi kuşkusuz
Arap dünyasında yeni seferberliklerin doğmasına neden olacak. Türk hükümetinin İsrail karşısında sertleşen tutumu, kitlelerin mücadele isteklerinin diplomasinin emperyalizm için tehlikesiz kanallarına akıtılması hazırlığının ötesinde fazlaca anlam taşımıyor. Obama, Merkel ya da Sarkozy’nin AKP hükümetinin Siyonist devlet karşısındaki kabadayılığına pek ses çıkarmamaları, NATO’nun sessiz kalması, Batı basınının “iki tarafa itidal” çağrılarının ötesine geçmemesi başka nasıl açıklanabilir? Eğer Filistin sorununa ilişkin yeni bir Camp David ya da Oslo antlaşması olacaksa, Mübarek’ten boşalan koltuğa oturtulacak yeni bir “lider” gerekiyor. Filistin’in ulusal devlet olarak tanınma kararının Genel Konsey’de çoğunluk oyu almasına karşın veto edilecek olması Filistin ve Arap devrimlerine yeni bir enerji taşıyacaktır. Kendi Kürt halkına en temel ulusal ve demokratik hakları tanımamak için Bonapartist diktatörlüklerin kirli baskı mekanizmalarına başvuran bir hükümetin Arap halklarına sunacağı önderlik, burjuva şarlatanlığın ötesinde, canice bir emperyalist manevradır. Bu gerçeği Türkiyeli devrimci Marksistler olarak kitlelere sabırla anlatmalıyız. Türkiye rejimi asla Siyonist devletin yıkılmasını, bölge halklarının birlikte kardeşçe yaşayabileceği bağımsız, demokratik ve laik bir Filistin devletinin kurulmasını asla savunmayacak, bu uğurda mücadele eden kitleleri emperyalizme ve Siyonizm’e bağımlılığın yörüngesinde tutamaya çalışacaktır. Evet, Arap devrimlerinin yeni bir önderliğe ihtiyacı var, ama bu devrimleri ilerletecek olan AKP benzeri karşıdevrimci partiler değil, devrimci, sosyalist ve enternasyonalist mücadelelerdir. Arap devrimleriyle enternasyonalist dayanışma, bu mücadelelerin partileşmesine ilişkin dayanışmayı da içermektedir.
İşçi Cephesi, 10 Eylül 2011
»4 Mihri Belli ve yiğidin kalesine sığınmak
»6 Yüzyılın dolandırıcılığı
» 10 Biten mi vardı ki, başlayan olsun!
» 15 Kaddafi’den sonra sıra kimde?
Foto: Meridith Kohut, Plight of the Warao
Aylık Siyasi İşçi Gazetesi • Sayı: 32 • Eylül 2011 • Fiyatı: 2 TL
Sosyalist çevrelerin, güncel politikayı etkileyecek gücünün olmayışı “güçlü bir parti kurmanın yeni yolları nelerdir?” sorusunu sorduruyor... 8
2
»İLAN TAHTASI 2İLAN TAHTASI
2011 Mezopotamya Sosyal Forumu gerçekleşiyor İC - Haber, 25 Temmuz 2011 2009’dan beri gerçekleşen Mezopotamya Sosyal Forumu bu yıl, 20-25 Eylül tarihlerinde Diyarbakır’da gerçekleşecek. Mezopotamya Sosyal Forumu’nun kendi internet sitesinde, “Biz Kimiz” başlığı altında MSF şu şekilde nitelenmiş:
düzenleyecekleri, dayanışma ağları kuracakları, ortak mücadele takvimleri oluşturacakları ve birlikte ütopyalar, alternatifler geliştirecekleri bir zemin olmayı amaçlar. Bu zeminde ayrımcılığa uğrayan tüm çevrelerin seslerini duyurmaları için olanaklar yaratılması temel
hedefler arasındadır.” Öncesinde gerçekleşmiş ve bu yılki etkinliği ile kalıcılığını sağlayacak olan forum, hem Kürt sorununun can alıcı konumu hem de Arap devrimci sürecinin etkileri ile bu yıl daha da büyük bir önem kazanmış durumda.
“MSF sadece protestolarla sınırlı olmayıp, toplumsal hareketlerin ve bireylerin, deneyimlerini paylaşacakları, eğitici etkinlikler
Hazırlık toplantıları halen Diyarbakır, İstanbul ve Van’da süren forumun bu yılki programı henüz netleşmemiş olsa da, önerilerin zenginliği, hazırlık toplantılarının verimliliği ve gündemin yoğunluğu göz ününde bulundurulacak olursa bu yılki forumun oldukça verimli geçeceği şimdiden belli oluyor. Forum ile ilgili olarak gelişmeleri takip etmek ve ulaşım bilgilerini edinmek için şu link takip edilebilir: http://www.msf.web.tr
Para-şike: İşte sermaye, işte! Ümit Yılmaz, 5 Eylül 2011
3 Temmuz’da başlayan ve Türkiye gündemine oturan şike soruşturması yeni gözaltılarla hâlâ devam ediyor. 2010-2011 sezonunda Süper Lig’de şampiyon olan Fenerbahçe’nin şampiyonluk kutlamalarından uzunca bir süre sonra, FB’nin bu şampiyonluğu şike yoluyla elde ettiği kanısına varıldı; başta FB Başkanı Aziz Yıldırım olmak üzere şikeye karıştığı
Görüş, öneri, katkı ve mektuplarınızı bekliyoruz... iscicephesi@gmail.com
dolayı futbola olan ilginin azalmasından yakınan belirtilen bazı kulüp yöneticileri, medi ve sürekli erteledi. Sadece Süper Lig’in yayıncı kuruteknik direktörler ve futbolcular UEFA’nın baskısıyla FB’nin luşu Lig TV patronunun, TFF gözaltına alındı. Bir çoğunun Şampiyonlar Ligi’ne gitmesi enyönetimine “zarar ediyorum, bunu soruşturması devam ediyor. gellendi ve yerine ligi ikinci sırada telafi edelim” demesinin ardından, bitiren Trabzonspor gitti. jet hızıyla Süper Lig’de ilk dörde 6222 sayılı sporda şiddet ve giren takımlar arasında play-off düzensizliğin önlenmesine dair TFF’nin FB veya benzeri kukarşılaşmalarının yapılacağı ve kanunun 19. maddesi çerçevesin- lüpleri cezalandıramaması sadece şampiyon takımın bu karşılaşde TFF’nin (Türkiye Futbol Feiradesizlik olarak adlandırılamaz. malar sonucunda belli olacağı derasyonu) etik kurulu tarafından Çünkü çok daha ötesi var, futbol kararının çıkması ve bu kararı incelenen belgelerden sonra açık- endüstriyel hale geldiğinden bu büyük kulüplerin yöneticilerinin lama yapan TFF Başkanı Mehmet yana, kulüplerin başında başkan de desteklemesi tesadüf olmasa Ali Aydınlar’ın dile getirdiği; “söz olarak dünyanın en zengin işagerek. Mali kayıplar düşünülerek konusu belgelerin paylaşılmasının damlarının bulunması tesadüf halen gizli bir şekilde sürmekte olan değildir. Futbol sermayenin elinde futbolun geleceği yok edildi ve soruşturmanın selametini olumsuz olduğu sürece şike ve şiddet kaçı- ediliyor. Milyonlarca insanın üzeşekilde etkileyeceği açıktır. Karar nılmazdır. TFF’nin “Türk futbolu rine bahis oynadığı ve güçlü olan kulübün zayıf olanı satın alabildiverilmesi için gerekli tüm delillleri zarar görecek, itibar kaybedecek” ği ve bu para babalarına hesap bile incelemeden ve savunma hakkı açıklamasının altında, kulüp sorulamayan bir arena da şikenin tanınmadan bir kanaate varmamız yöneticilerinin kasasına girecek olmasından daha doğal ne olabilir hakkaniyete uygun olmayacaktır.” paranın azalması tehlikesidir gibi gerekçelerle, karar verilkastedilen. Şike soruşturmasından ki?
İspanya’da parti okulu gerçekleştirildi! SAYI: 32 • EYLUL 2011 Aylık Siyasi İşçi Gazetesi (Aylık Yerel Süreli Yayın) Sahibi ve yazı işleri müdürü Atakan Çiftçi (Enternasyonal Yayıncılık) Yönetim yeri Şehit Muhtar Mah. Süslü Saksı Sok. No: 19/6 Beyoğlu - İstanbul 1 yıllık abonelik Yurtiçi: 25 TL • Yurtdışı: 25 € Her türlü haberleşme ve abonelik talebi için e-posta adresimiz iscicephesi@gmail.com Baskı Estet Ajans Matbaacılık Merkezefendi Mah. Fazılpaşa Cad. 4. Zer San. Sit. No: 16/26 Topkapı - İstanbul Fiyatı: 2 TL
Uluslararası Birlik Komitesi birleşeni Lucha Internacionalista (Enternasyonalist Mücadele), geleneksel parti okulu etkinliğini geçtiğimiz ay içerisinde gerçekleştirdi. Okulun bu yılki konusu Avrupa ekonomik
kriziydi. Krizin tarihsel kökenleri, Avrupa birliğinin sınırları, Avrupa’da sınıf mücadelesinin olanakları ve parti inşası konuları dört gün boyunca tartışıldı.
olduğu okul boyunca politik çalışmaların yanı sıra, yoldaşlığı geliştirecek sosyal faaliyetlere de yer verildi. Etkinlik Avrupa’daki örgütlenmelerin güçlendirilİspanya dışında Fransa, Arjan- mesi için alınan kararlarla son buldu. tin ve Türkiye’den katılımların
Ne savunuyoruz? Neyi hedefliyoruz?
İşçi Cephesi, Troçkist bir yayın organıdır. Türkiye’de devrimci bir işçi partisinin inşası için mücadele ediyoruz. Hedefimiz sosyalist devrim, kapitalizmin ilgası ve sosyalizmin inşasıdır. İşçi sınıfının ve
gençliğin mücadelesini destekliyor, işçi demokrasisinin yaygınlaşması için uğraş veriyoruz. Sermayenin baskı ve şiddet rejimine karşı mücadele ediyoruz ve halkların kendi kaderlerini tayin hakkını
destekliyoruz. Mücadelemiz uluslararası ölçeklidir ve kendimizi, işçi sınıfının dünya partisi olan IV. Enternasyonal’in yeniden inşasının bir parçası olarak görüyoruz.
EMEK GÜNCESİ
EMEK GÜNCESİ
» 3 3
Gerze: Şirketlerin çıkarı mı, halk ve çevre mi? İC - Haber, Eylül 2011 Sinop-Gerze’de, Anadolu Grubu adlı şirketin izinsizce başlattığı Termik santral inşasına köylülerin doğadan yana verdiği kararlı tepki jandarma ve polisin insafsız saldırısı ile karşılaştı. Ancak bu baskı köylülerin bu onurlu direnişini engelleyemedi. Bu sayımızda, Gerze direnişi ile ilişkili olarak, doğadan yana çeşitli kurumların hazırlamış oldukları metni sizlerle paylaşıyoruz. Gerzelilerin yanındayız! Direnişi yaygınlaştıralım!
ısrarını sürdüren Anadolu Grubu isimli şirket, sondaj çalışması yapma gerekçesiyle alana intikal ettirilen yüzlerce polis, jandarma ve panzer eşliğinde Yaykıl köyüne girmeye çalıştı. Yaşamı ve doğayı savunan Gerzeliler 12 saate yakın süre boyunca atılan yoğun gaz bombalarının, tazyikli su, cop ve yer yer plastik mermilerin kullanıldığı vahşi müdahale karşısında bir kez daha ne pahasına olursa olsun termik santral cinayetine izin vermeyeceklerini gösterdiler.
Yaykıl köyünün ormanlık bölgelerinde yaşanan çatışmalar esnasında silah sesleri duyuldu, çok Gerze Yaykıl köyünde Anadolu Grubu tarafından kurulması plan- sayıda köylü yaralandı, atılan biber gazlarının etkisiyle bölgede ağaçlar lanan termik santrale karşı Ağusalev aldı ve yaralanan köylülerin tos ayının başından beri sondaj hastaneye ulaştırılmasında pek çok yapılması öngörülen alanda gece güçlük yaşandı. Köylüler gözaltına gündüz nöbet bekleyen köylüalındı ve gözaltıların devam etmesi ler, 24 Ağustos’ta sondaj yapmak bekleniyor. Gerze halkına yaşatılan isteyen termikçi şirket temsilcilerini Gerze’den bir kez daha eli boş tüm bu fütursuz şiddete, tehdide rağmen termikçi şirket songöndermişlerdi. daj çalışmasını tamamlayamadı. İki yıldır termikçi şirketin, devGerzelilerin geçtiğimiz haftalarda letin şiddet aygıtının da desteğini yaptıkları bilgi edinme başvuruları alarak Gerze’de kurmaya çalıştığı sonucunda mülki amirden aldıklatermik santrale karşı kitlesel ve rı yanıta göre termikçi şirketin bölmeşru bir mücadeleyle topraklarını gede sondaj çalışması yapmak için savunmayı sürdüren Gerze halkı, herhangi bir izin başvurusunda bir kez daha saldırıya maruz kaldı. bulunmadıkları öğrenilmişti. Buna Gerze halkının son iki yılda karşın, termikçi şirkete güvenlik göstermiş olduğu tüm tepkiye güçlerinin hangi yasal dayanakrağmen termik santral yapma la sondaj çalışması yapmak için
destek sağladığı, köyü ablukaya alıp halka şiddet uyguladığı yanıt bekleyen en önemli sorudur. Jandarma bölgesi olan köyde çevik kuvvet polisinin valilik emriyle köylülere ve destekçilerine saldırıyor olması cevaba ışık tutabilir. Üstüne üstlük bölgede bulunan Roma ve erken Bizans dönemine ait buluntular yüzünden sit alanı ilan edilmesi bile gerekirken, kendini halkın, tarihin, kültürün ve doğanın üzerinde gören vali sırtını kime dayamaktadır? Gerze’de yaşananlar; devlet aygıtının ve kolluk güçlerinin sermayenin doğayı ve yaşamı talanının hizmetinde olduğunu bir kez daha açık biçimde ortaya sermiştir. Dün Hopa’da suyun ticarileştirilmesine karşı derelerini savunanlara Metin Lokumcu’nun yaşamını yitirmesine sebep olacak şekilde dizginsizce şiddet uygulayanların, bugün Gerze’de topraklarını savunan Gerzelilere ayni ölçüde şiddetle saldırması tesadüf olamaz. AKP iktidarı “ustalık” döneminde doğanın, emeğin ve yaşamın sermaye tarafından sömürgeleştirilmesine karşı direnenleri zor yoluyla sindirmeyi anlaşılan kendisine şiar edinmiş gözüküyor. Ama uygulanan tüm bu şiddete, baskıya rağmen doğanın yok edilmesine karşı direniş yayılıyor.
Bugün Hopa direnişi Gerze’ye esin veriyor. Yarın özgür bir ülke ve sömürüsüz bir dünya için mücadele eden milyonlar Gerzeli direnenlerden öğrenecek. Bu sebeple bizler dün Gerze’de, bugün her yerde, direnenlerle birlikteyiz! Biz aşağıda imzası bulunan demokratik kitle örgütleri, doğanın ve emeğin köleleştirilmesine karşı çıkan herkesi Gerzelilerin meşru mücadelesine destek olmaya, güç vermeye çağırıyoruz. Ekoloji Kolektifi, Çevre Mühendisleri Odası, Peyzaj Mimarları Odası, Kimya Mühendisleri Odası, Çağdaş Hukukçular Derneği İzmir Şubesi, Çevre İçin Hekimler Derneği, GDO’ya Hayır Platformu, EGEÇEP, EGE Su Platformu, Bolkar Dağları Koruma Platformu, Maden Köyü Çevre Platformu, Hasan Gazi Porsuk Köy Meclisleri, IMECE-Toplumun Şehircilik hareketi, YACEP, Yalova Eğitim-SEN, Kazdağlarını Koruma Girişimi, Akkuyu Nükleer Karşıtı Kollektif, Tarım OrkamSEN Mersin Şubesi, EKODER, DOĞADER, Gemlik Yaşam atölyesi Derneği, Nilüfer Kent Konseyi, Divriği Kültür Derneği, Pir Sultan Abdal Kültür Derneği, Gördeşliler Derneği Ç.evre Komisyonu, TOZDER, GÜLDAM, Yer Yüzü Derneği
4 » 4
POLİTİKA
POLİTİKA
Mihri Belli ve yiğidin kalesine sığınmak dünya devriminin ilerleyişini durSosyalist hareketin önemli lider- duran ve böylece emperyalist blokla barış içerisinde yaşamaya çalışan lerinden biri olan Mihri Belli, 16 Ağustos 2011’de solunum yetersiz- Sovyet bürokrasisinin bir tezidir. liği nedeniyle hayata veda etti. Teo- MDD, Türkiye’de sınıf güçlerini risi ve eylemiyle devrimci kuşaklara ordunun ilerici kanadıyla yapacağı yön veren kadrolardan biridir Belli. darbeye bağlayan anlayıştır. Bu anlayış sonucunda Türkiye sosyalist “Yiğidin kalesine sığınmak” deyihareketi birçok olanağı yitirmiş, mi onun mücadele anlayışının da onlarca militan da bu yolda şehit kısa bir özetidir. Eşi Sevim Belli, olmuş ve tutsak düşmüştür. anılarını yazdığı kitabında (BoşuDevrimci Marksistler, Stalinizna mMı Çiğnedik, Sevim Belli, min devrimleri burjuva sınırlara Belge Yayınları), Mihri Belli’nin hapseden, gerici aşamalı devrim bu cümleyi yoldaşlarına sorguda moral vermek ve sessiz kalmalarını tezinin aksine sürekli devrim tezini savunurlar. Devrimci Marksizmin sağlamak için kullandığını söyler. proleter devrim anlayışı açıktır; Belli’nin hayatı böylesine direngen, kararlı ve aynı zamanda diğer “emperyalist kapitalizm koşullarında Leninist parti yönetimindeki bir militanlar için moral vericidir. Bu işçi sınıfının doğrudan müdahalesi nedenle de cenazesi çok sayıda ve girişimi olmaksızın ne devrim farklı siyasi çevreyi de bir araya olabilir, ne de toplumsal sorungetirmiştir. Cenazeye katılan her siyasi çevre lara kalıcı çözümler sağlanabilir. Emperyalizme karşı ancak işçi Belli’yi ve elbette cenaze törenini sınıfı önderliğinde sürekli devrim kendi öznel politik tercihlerine ve dünya devrimi perspektifiyle, göre değerlendirmiştir. Bizler açıtüm emekçi kitlelerin katılımıyla sından Belli önemli bir mücadele gerçekleşecek muzaffer proleter insanı olmasına rağmen, programatik açıdan sorunlu bir anlayışın devrimleriyle zafer kazanmak mümkündür.” Bu açıdan Belli’nin Türkiye’deki teorisyenidir. Bu anlayış Stalinizmin aşamalı devrim anlayışı Stalinizmin bu topraklardaki yansımasıdır, ve bu prograteorisinin Türkiye’ye uyarlanmış matik sapma ömrünü sosyalizm hali olan Milli Demokratik Devrim (MDD) tezidir. Sömürge, yarı davasına adamış bir mücadele insasömürge vb ülkelerde burjuvazinin nı olmasına rağmen Mihri Belli’yi ilerici kanadıyla ittifak yaparak de- sürekli Kemalizm’le ve ordunun mokratik devrimi gerçekleştirmeyi ilerici kanadıyla bir ittifak arayışına itmiştir. hedefleyen bu anlayış, esas olarak Fuat Karahan, 5 Eylül 2011
Belli’nin programatik/örgütsel hattındaki yanlışların devrimci işçi kuşakları için bir ders olduğunu unutmadan, mücadele dolu yaşamı ve komünizm davasına bağlılığı önünde saygıyla eğiliyoruz. Belli’nin mücadele hayatı 1916 yılında Selanik’te doğan Belli, 1936-40 arasında üniversite okumak için gittiği ABD’de devrimci fikirlerle tanıştı. 1940 yılında Türkiye’ye döndü ve o dönemin TKP’sine üye oldu. 1944’de tutuklandı ve iki2 yıl hapis ve ardından sürgün cezası aldı. 1946 yılı sonlarında Yunan İç Savaşı’na katıldı ve cuntaya karşı Yunan emekçileriyle birlikte savaştı. İç savaş sırasında iki kez yaralandı. 1950 yılında ülkeye geri döndü. Kısa bir tutukluluktan sonra serbest bırakıldı. Ancak 1951’de bir kez daha tutuklandı. Yedi yıl hapis cezası aldı. Cezaevinde eşi Sevim Belli (Şu an Sosyalist Parti Genel Başkanı) ile evlendi. 1960’da toprak reformu üzerine bir yazısından dolayı tekrar tutuklandı. 60’lı yıllarda “Türk Solu” ve “Aydınlık” dergilerine yazdığı yazılarla aşamalı devrim anlayışının bir ifadesi olan Milli Demokratik Ddevrim (MDD) tezini savundu ve bu tez uzun yıllar Türkiye solunu etkiledi. 1964 yılında Cezayir’e geçti. 1968 ve 69’da yazılarından dolayı iki kez daha tutuklandı. 12 Mart
1971 darbesinden sonra illegale geçti ve Filistin Kurtuluş Örgütü kamplarına katıldı. 1973’te ülkeye geri döndü. 1974’de yoldaşlarıyla Türkiye Emek Partisi’ni (TEP) kurdu. 6 ay parti yöneticiliğinden cezaevinde kaldı. 1979’da silahlı saldırıya uğradı, yaralı kurtuldu. Darbeden sonra yurtdışına çıktı. ÖDP, SDP ve Sosyalist Partinin kurucuları arasında yer aldı. Solu ve Kürt hareketini birleştirecek parti projelerinin savunucusu oldu. Ömrünün son nefesine kadar mücadelenin içerisinde kaldı. Belli’nin yayınlanan kitapları; Rigas’ın Dediği (1983), Ulusal Sorun (1984), Türk Solu–Dün Bugün (1986), Türkiye: Toplumsal Yapı, İnsanlar Tanıdım (1997), Gurbetten Notlar (1998), Gerilla Anıları (2000), Asıl Mesele O Kiraz Ağaçları (2002) “Evet, mutlu insanların işidir devrimci savaş. Fedakarlıklara, ölümlere, açlığa, yorgunluğa, soğuğa karşın mutlu ve şen insanların. Ben bu kitapta o insanlardan tanıdığım bazılarını, birbirinden çok farklı insanları dilim döndüğünce anlatacağım. Devrimci savaşın o cins insanların, gerillacının çetin hayatına katlanırken gülen, şakalaşan, türkü söyleyen, horon tepen, sevinç dolu, mutlu insanların işi olduğunu…” (Rigas’ın Dediği, Dönem Yayınevi, Nisan 1988)
POLİTİKA Dilçem Sarin, 4 Eylül 2011
Emek ve adalet, ama nasıl?
Ramazan bitti. Ancak bu Ramazan ayı diğerlerinden ayrı olarak farklı bir tartışmayı da gündeme getirdi: Lüks iftarlar! Aslında şimdiye değin her Ramazan olağan bir durumdu bu! Bu sene İhsan Eliaçık’ın ön saflarında yer aldığı Emek ve Adalet Platformu tarafından otel önü iftarlarıyla protesto edildi. Ve bir anlamda bu eylemler aracılığıyla daha da görünür oldu, bir nevi lüks iftarlar gözlere adeta sokuldu. Kuşkusuz basın-yayın organları konuyu manşetlerine taşımamış olsaydı eğer, bu derece gündem olması mümkün olamazdı.
Diğer bir ifadeyle ne Türkiye ilk defa lüks iftarlara sahne oluyordu ne de kapitalizm memlekete yeni gelmişti. Söz konusu kapitalizm olduğunda lüks ve şaşa da asla sınır olmaz, bunu yaşadığımız dünya ekonomik krizi nedeniyle de biliyoruz. Kapitalizm oburluktur, tüketmeyi bile tüketmektir.
olan ekonomik krizin sonuçları resmi işsizlik ve yoksulluk rakamlarında da görülmekte. Hayata tutunmaya çalışan yoksul emekçilere dağıtılan yardımlar da bir diğer gösterge. Bu şartlar altında “bedava” yemek için oruç tutan-tutmayan emekçilerin çadırlara doluşmasından da doğal bir şey yok. Ve bu insanlar kendileri bu koşullar altında yaşarken dini bütün devlet adamlarının ve patronların şaşalı lüks iftarlarını görmeyecek derecede de kör değiller; özellikle de Ramazan’da ve üstelik dini bütün bir hükümet başta iken…
Öyle ise hangi dağda kurt öldü de yılların lüks iftarları bizzat başını İslamcı düşünürlerin, aktivistlerin çektiği eylemcilerin gadrine uğradı. Ve nasıl oldu da kimi basın-yayın organları bunu gördü, önemsedi ve manşetlerine taşıdı?
Basın-yayın organlarının hükümet yanlısı olanları doğal olarak bu eylemleri ya görmemeyi tercih etti ya da küçümseme-suçlama amacıyla haberleştirdi. Hükümet yanlısı olmayan basın-yayın organları için ise güçlü Erdoğan hükümetini aşındırmanın bir aracı olarak görüldüğünü söyleyebiliriz. Çünkü bu lüks iftarları haberleştirmeleri, manşete taşımaları için söz konusu eylemleri beklemelerine gerek yoktu. Muhtemelen akıllarında da, vicdanlarında da böylesi bir sıkıntı yaşamıyorlardı. Ama haber ellerine gelmişken değerlendirmemek olmazdı!
Bu soruların ilk cevabı olarak mızrak artık çuvaldıza sığmaz hale geldi diyebiliriz. Nitekim işçi sınıfını ve emekçi yoksul halkları teğet geçmediği açık
Ne var ki başını Başbakan ve Meclis Başkanı Cemil Çiçek’in çektiği hükümet üyeleri de itiraz etmekte geçikmedi. Beş yıldızlı otellerde yapılan
Kemal Boran, 4 Eylül 2011 AKP hükümetinin Kürt siyasi hareketi ve müttefikleri üzerindeki baskı ve yıldırma politikaları devam ediyor. Bu baskılar güncel olarak 12 Haziran genel seçimleri öncesinde başladı. Seçimlerin ardından da artarak devam etti.
lüks iftarları hoş görmediğini sözcüleri aracılığıyla dile getiren AKP hükümeti bir anlamda mevcut aşırılık karşısında denge kurmakta gecikmedi. Lakin ok yaydan bir kez çıkmıştı ve lüks iftarları protesto etmek amacıyla bu otellerin önünde yer sofrası kurarak iftarını açanlar arasına Murat Menteş, karikatürist Metin Üstündağ, oyuncu Ahmet Mümtaz Taylan, şarkıcı Aylin Aslım ve BDP milletvekili Sırrı Süreyya Önder gibi isimler de katıldı. “Emek ve Adalet Platformu sermayenin emeği sömürmesinin ‘de’ bir zulüm olduğu gerçeğini atlamadan her türlü haksızlık ve zulme karşı toplumsal adalet mücadelesine katkı sunmayı amaçlar” diyen platform, “sosyalistler ve İslamcılar arasındaki ötekileştirmeyi kıracak bir fikri ve eylemsel damarın yaratılmasına katkı sunmayı başlıca faaliyet alanlarından biri olarak kabul ettiğini” dile getiriyor. Yukarıda da ifade ettiğimiz üzere ne lüks iftarlar ilk defa yapılıyor ne de Ramazan’dan sonra kapitalizm tatile çıkacak! Yani kişi başı asgari ücretin yarısına verilen lüks yemekler Ramazan sonrası da devam ediyor olacak. Bu durumda beş yıldızlı oteller önünde sofra kurmayı gelenekselleştirmek sorunu çözmeye yetebilir mi? Öbür türlü, bu protestolar sadece Ramazan’la sınırlı kalacaksa, bu durum “gerçek Müslüman böyle
5
ibadet eder” algısını oluşturur ve sadece bu sınırlar içerisinde kalmasına sebep olmaz mı sorularını da beraberinde getiriyor.
Aslında lafı uzatmaya gerek yok. Mesele bir takım cüzdanı şişkin, ensesi kalın insanların lüks yemek yemesi değil. İşi bu kadar ucuzlatmaya, dramatik hale getirmeye gerek yok. Mesele kapitalizm yani özel mülkiyet, yani emek sömürüsü… Birilerinin lüks iftar yapmaması, farzı mahal hükümet üyelerinin, patronların mütevazı bir Ramazan çadırında iftarını açmasıyla sorun çözülseydi işimiz kolay olurdu. Hal böyleyken de düşünmeden edilmiyor: İftar protestolarında zenginlerin kul hakkı yediğini söyleyen platformun amacı sosyal adaletsizliğin bir nebze olsun giderilmesi mi? Eğer öyle ise 30 günlük Ramazan sonrasında 335 gün kul hakkı yemeye devam eden patronlara ve hükümete söyleyecek söz kalmaz tabii. Yok, eğer 365 gün kul hakkı yemeye de karşıyız deniyorsa, yapılacak iş belli: anti-kapitalist bir tutum! Ramazan’da kurulan lüks iftar sofraları 365 gün kurulmaya devam ediyor. Çadırlarda “bedava” yemek bulan yoksul emekçiler ise bu fırsatı da kaçırmış oluyor. Eliaçık’ın deyimiyle oruç açlarla dayanışma ve duygudaşlık kurmak ise bunun ne 30 günle sınırlanması bir sonuç verebilir ne de bu tür mücadele sahici kabul edilebilir.
Emekçi halklar kardeştir!
AKP hükümeti baskıların temel gerekçesini PKK ile ilişkili olmak ve/veya gereken mesafeyi araya koymamak olarak ilan ediyor. Zaten KCK bahanesiyle sayısı binlerle ifade edilen kovuşturma ve tutuklamaların da temel gerekçesi buydu. İçlerinde seçilmiş belediye başkanlarının da olduğu Kürt siyasetçilere yönelik bu baskı ve tutuklamaların da halen ve artarak devam ettiğini belirtmek gerekir. İşte BDP, bağımsızlarla katıldığı seçimlerde bu koşullar altında 36 milletvekili çıkardı. Hatip Dicle’nin vekilliği kabul edilemez şekilde düşürüldü. Sayı 35’e indi. Seçilmiş beş milletvekili de KCK davasından tutuklu olmalarına rağmen
bırakılmadı. BDP-Blok, bu şartlar altında milletvekili yemini etmenin anlamsız olduğu söyleyerek boykot tutumu aldı ve yemin törenine katılmadı.
PKK kamplarına tonlarca bomba attı.
Abdullah Öcalan’ın da, “Artık ben devrede değilim. Devlet de PKK de beni kullanıyor” demesi “pekiyi, muhatap kim?” meselesini doğurdu.
Bir inat uğruna ölüyoruz. Savaş baronlarının çocukları ölmüyor. Yoksul halkların çocukları ölüyor. İşçi Mehmet’ in oğlu, memur Ayşe bacının bakmaya kıyamadığı evladı ya da yoksul köylümüzün kızları... Kısacası hep bizler -sömürülen ve ezilenler- ölüyoruz.
Mevcut süreç ırkçılık ve şovenizmi her geçen gün körüklüyor. İşçi ve emekçileri çalıştıkları işyerSüreç birbirini tetikleyen her bir lerinde, oturdukları mahallelerde yeni olayla daha da sertleşti. AKP Türk- Kürt çatışmasına maruz hükümeti bu durumu Kürt siyasi bırakıyor. Savaşlar özgürlük alanlahareketi üzerindeki baskıyı arttırrımızı kısıtladığı gibi ekmeğimizi de manın bir aracı haline getirdi. Aske- küçültüyor. ri ve siyasi operasyonların artmasına Anneler bir kez daha barış çığPKK’nin de savaşı yükseltmesi eşlik lıkları atıyor. Yürekler yine, bir kez ettiği oranda çatışmalarda daha daha yanıyor. Kürt ya da Türk, fazla can kaybı yaşanmaya başladı. ölenler bu ülkenin çocukları…
Tırmanan gerilim, çatışmaların artması, içerde seslerin yükselmesi sonucunda büyük bir hava operasyonuna dönüştü. Kandil’i bombalayan uçaklar ve uzun menzilli toplar,
Kürt halkının kendi kaderini
tayin etmesi en tabii hakkıdır. Kürtler ana dilde eğitim hakkına sahip olmalıdır. Başkalarının bahşetmesi ile değil en temel insani hakları olduğu için… Türk ve Kürt işçi sınıfı ve bütün halklar ile el ele vererek savaş baronlarının bizleri birbirimize kırdırmasına müsaade etmemeliyiz. Sınıf dayanışmasını esas alarak çalıştığımız fabrikalarda, atölyelerde Kürt- Türk ayırt etmeden saflarımızı sıklaştırarak emek ekseninde mücadelemizi yükseltmeli, ırkçı, milliyetçi, şoven duygulardan arınarak bu savaşın tırmanmasını engellemeliyiz. Çünkü bizim birbirimizle alıp veremediğimiz hiçbir şey yok. Askeri ve siyasi operasyonlar acilen durdurulmalıdır! Kürt siyasetinin üzerindeki baskılara, tutuklamalara son verilmeli, tutuklanan siyasetçiler serbest bırakılmalıdır! Halkların kardeşliği, işçi sınıfının birliği temelindeki politika tüm Türkiye’yi kapsamalıdır. Emekçi halklar kardeştir...
6 » 6
POLİTİKA
POLİTİKA
Yüzyılın dolandırıcılığı
Rukiye B., 4 Eylül 2011
kayıtlarının Kanal 7’nin internet Sitelerinde kendilerini “yüzyılın serverında çıkması ve Avrupa’daki yardım kuruluşu” diye tanımlayan Deniz Feneri e.V ile Türkiye’deki Kanal 7’nin başkanlığını aynı Deniz Feneri Derneği’nin, arakişinin yapması işin basit bir isim larında para transferi belgelerle benzerliği olmadığını gösteriyor. kanıtlanan Almanya’daki kardeşi Deniz Feneri e.V. Derneği’nin daDava ile gündeme gelen RTÜK vası ilk olarak 2007’de Almanya’da başkanı Zahid Akman’ın ismi başladı. Alman savcıların soruştur- Almanya’daki mahkeme iddimasında ortaya çıkanlar şunlar: anamelerinde şirketin kuryesi Almanya’daki Deniz Feneri e.V. Derneği, 2002 yılından başlayarak Avrupalı Türkler’den ‘yardım parası’ adıyla paralar toplamıştı. Bağış olarak toplanan bu paralar, 41 milyon avroyu bulmuştu. Fakat bu meblağın 18 milyon avrosunun hesabı verilemiyordu. Bu para dernek yöneticileri tarafından taşınmaz mülke çevrilerek kullanılmış, bir kısmı da kuryeler eliyle Türkiye’ye gönderilmişti.
olarak geçerken Başbakan Tayyip Erdoğan’ın da ismi iddianamelerde geçiyor.
Türkiye’deki bağlantılar derin
2005 yılında Tayyip Erdoğan Tarafından RTÜK başkanlığına getirilen Zahid Akman da uzun yıllar Almanya’daki Deniz Feneri e.V kurumunun yönetim kurulunda başkanlık yapmış ve Akman, RTÜK’teki başkanlık görevinin ilk altı ayında da Deniz Feneri e.V başkanlığını sürdürmüş.
Frankfurt Eyalet Mahkemesi’nde dava açıldı. 1 Eylül 2008 gününde başlayan duruşmalar sonunda Dernek Yöneticisi Mehmet Gürhan 5 yıl 10 ay, Mehmet Taşkan 2 yıl 9 ay, Firdevsi Ermiş 1 yıl 10 ay hapse mahkûm edildi. Hâkim Müller, gerekçeli kararında Mehmet Gürhan’ın yardım paralarını bir sermaye aracı olarak kullandığını, paraların Türkiye’deki Kanal 7 televizyonuna aktarıldığını, paraların nasıl kullanılacağına karar verenlerin aralarında Zekeriya Karaman, İsmail Karahan, Mustafa Çelik ve bazı zamanlarda Zahid Akman’ın bulunduğu kişiler olduğuna hükmetti. Hakim Müller, 5 yıl hapis cezası alan Mehmet Gürhan’ın aslında bir kukla olduğunu asıl faillerin Türkiye’de bulunduğunu bunların da Türkiye’deki Kanal 7 televizyonu yöneticileri olduğunu açıkladı. Hâkim Müller, Deniz Feneri olayının bir suç olayı olmadığını demokrasi karşıtı bir tutum olduğunu açıkladı.
İddianamede ortaya çıkan bir başka gelişme ise Firdevsi Ermiş’in ifadeleri ile Almanya’daki Deniz Feneri e.V Derneği’nin topladığı paraları Türkiye’de Milli Görüş bünyesindeki kurum ve kuruluşların hesaplarına aktarmasıyla gündeme geldi. Adresler paravan şirket olarak Almanya’da kurulan ve Zahid Akman’ın da kurucuları arasında olduğu İstanbul merkezli Beyaz Holding’i gösteriyor. Zahid Akman RTÜK başkanı olurken şirketi aynı zamanda Kanal 7’nin başkanı olan Zekeriya Karaman’a devretmiş. Yine Firdevsi Ermiş’in açıklamaları doğrultusunda Yargıtay Başsavcılığı, Almanya’da yöneticileri yolsuzluktan mahkum olan Deniz Feneri’nden seçim döneminde AKP’ye para aktarıldığı iddiasıyla soruşturma başlattı. Savcılık, dava dosyasının bir kopyasını istedi. Ayrıca davanın ilişkileri belgelerle kanıtlayan ve daha bir çok bağlantıyı ortaya çıkaran belgelerine Birgün ve sendika.org’dan ulaşmak mümkün.
Deniz Feneri yöneticileri internet sitesinden durumu “isim benzerliği” olarak nitelendirdi. Ancak mahkemece ulaşılan belgelerde ve sunulan iddianamelerde, Deniz Feneri e.V’nin muhasebe
Dava Türkiye’ye sıçrıyor Böylece, Alman savcı ve hâkimlerinden sonra dava, Türkiye’deki savcılara gelmiş oldu. Fakat onların işe başlaması hayli zaman aldı. Aylarca beklenen bel-
gelerin çevirisi bile üç ay sürdü.
Mehmet Tamöz, Abdülvahap Yaren ve Nadi Türkaslan’ın yerleSoruşturmayla görevlendirilen rine, Deniz Feneri soruşturması üç savcı Mehmet Tamöz, Abgörevine iki başka savcı getirildi. dülvahap Yaren ve Nadi TürkasMehmet Tamöz bu davadan alınsa lan çalışmaya başladılar. Bir ara Almanya’ya gidip oradaki bulgula- bile Deniz Feneri tutuklularının şirketleri ve İBB arasındaki iharı yerinde incelediler. leye fesat karıştırma suçlamasıyla Soruşturma gizli tutuldu. 2009 yeni bir soruşturma başlattı. Bu yılının ekim ayında şüphelilerin hızlı değişim yandaş medyada bürolarında aramalar yapıldı. bile AKP’nin davaya müdahalesi İşyeri aramalarında, birtakım olarak yer aldı. belgelerin yok edildiği anlaşıldı. Peki biz bu senaryonun nereAyrıca yapılan aramaların şüphelilere bazı ‘köstebek’ler tarafından sindeyiz? aranacakları bilgisinin detaylı bir Türkiye’deki soruşturmanın şekilde bildirildiği de saptandı. üstü kapatılmaya çalışılıyor. Hatta O ‘köstebek’lerin adı da belirlen- bütün belge ve delillere rağmen mişti. Savcılar, onlar hakkında da tutuklular da serbest kalabilir, işlem yapmaya hazırlanmışlardı. cezaları indirilebilir. Fakat burada AKP’nin parasını nereden finanse Ancak şöyle bir şey oldu: Araettiğinin ya da yargıya olan mümaların gecikmesine ve üstelik ‘köstebek’ler tarafından ihbar edil- dahalesinin tartışılmasının yanınmesine rağmen bilgisayar kayıtla- da önemli olan ve vurgulanması rının silinmesi sırasında unutulan gereken bir sorun daha var. bazı belgeler ele geçti. Bunlar, savcılara göre çok kesin deliller niteliğindeydi. Bu kapsamda Zahid Akman, Zekeriya Karaman, İsmail Karahan, Mustafa Çelik tutuklandı.
Deniz Feneri Derneği’ne ve birçoklarına bütün bu parayı toplamalarını sağlayan davranış da tartışılması gereken bir konu. Asıl sorun sınıf perspektifinden yoksun İslam dininden beslenen bu sadaka kültürü ile dünyadaki Savcılar geçersiz bir nedenle adaletsizliği azaltabileceğimizi, davadan el çektiriliyor sınıflar arasındaki uçurumu kaAğustos’un 1’inde, Hâkimler ve patabileceğimizi sanmamız. Oysa Savcılar Yüksek Kurulu’nun ilgili yardım kampanyalarının kendisi dairesi, bir karar aldı. Deniz Fene- uluslararası ticaret halini almış ri şüphelileri, haklarındaki soruş- bulunuyor. Verdiğimiz bağışlarla turmayı yürüten savcıların usulsüz sadece yardım hizmetini sunaişlemler yaptığını öne sürmüşler- cak şirketlerin patronlarına daha di. Kurul dilekçenin verilmesinfazla para kazandırıyor, toplumsal den 18 ay sonra, tam da içinde eşitsizliği daha da arttırıyoruz. Bu belediye başkanlarının da olduğu yardımı hangi kuruma yaptığımız köstebekler hakkında soruşturma ise sadece hangi sermaye grubuaçılmak üzereyken işleme alındı, nu desteklediğimizi gösteriyor o savcılar hakkında inceleme yapkadar. Aldıkları yardım ihalelemaları için iki müfettişi Ankara ri ile yetinemeyenler ise Deniz Adliyesi’ne gönderdi. Feneri’nde olduğu gibi trilyonları cebe indirebiliyorlar. O inceleme sürerken, Deniz Feneri’nin üç savcısının başındaki Deniz Feneri Davası Türkiye’de başsavcıvekili değiştirildi. Yerine kökenlerine kadar incelenmeli, başkası atandı. O sırada üç savsorumluları bakanlar, yöneticiler cıyla ilgili incelemeyi sürdüren olsa bile tespit edilip, yargılanmaHSYK müfettişleri, incelemeyi lı. Ama artık bizim de toplumdaki soruşturmaya çevirme kararı alyerimizi görmemizin ve bu tarz mışlardı. O karar üzerine Ankara yardım şirketlerine pabuç bırakBaşsavcılığı, üç savcıya Deniz Fe- mamamızın zamanı gelmedi mi? neri soruşturmasından el çektirme kararı aldı.
KADIN SAYFASI
7
Kadın ve Aile Bireylerinin Şiddetten Korunmasına Dair Kanun Tasarısı Taslağı Damla Tezcan, 25 Ağustos 2011
Kadına yönelik şiddet her geçen gün artarak devam ediyor. Her gün 5 kadın öldürülüyor. En az 3’ü tecavüze uğruyor. Dövülenler kayıt altına bile alınmıyor. Peki, kim yaşatıyor kadınlara bu acıları? Neden? Azılı katiller mi var her sokakta? Hayır, kadınlar, babaları, erkek kardeşleri, sevgilileri, kocaları vb. en yakınları tarafından şiddet görüyor. Sadece kadın oldukları için!
kapsıyor. Tasarının en dikkat çekici yanı, uygulanabilmesi için kadının önce şiddet görmesi gerekiyor! Yani, şiddetin oluşma koşullarını ortadan kaldıracak bir tasarı hazırlanmış değil. 29 madde ve 6 bölümden oluşan taslak, yine de şiddete uğrayan kadının lehine maddeler içeriyor: • Tasarı, şiddete uğrayan kadına korunma kararının verilebilmesi için evli olma şartı koşmuyor.
• Ayrıca şiddet gören kadının, başKadının şiddete maruz kalması, vuruda bulunması durumunda tecavüze uğraması ve öldürülmesi delil göstermesi de istenmeyecek. münferit olaylardan ibaretmiş gibi gösteriliyor. Medya, yaralanan, • “Hakim, şiddet gören kadının öldürülen kadınların haberini kalacak yeri olmaması durumunyaparken öldürenlerin işsizliğinden da çocuklarıyla birlikte kalabileya da cinnetinden bahsediyor. Peki ya zarar gören ya da artık aramızda olmayan kadın? Unutulan, aşağılanan kadın? Peki kadınlar hiç mi mücadele etmiyor? Uğradıkları şiddetin sona ermesi için, hayatta kalmak için polise, jandarmaya ve savcılığa başvuran kadınlar neden öldürülüyor? Evet, kadınlar gördükleri sistematik şiddetin sona ermesi için devlet tarafından korunma almaya çalışıyorlar. Fakat başvurdukları polis ve jandarma karakollarından şiddet gördüğü kişilerle zorla barıştırılarak çıkıyorlar. Kısa bir süre sonra ise biz tanıyoruz onları üçüncü sayfa haberlerinden.
kararına uymuyor, yaklaşmaması gereken haneye yaklaşıyorsa, o suçu işliyorsa, onu uyarıcı bir elektronik takip sistemidir. Kolluk kuvvetlerine erken müdahale şansı verecektir. ” diyor. • Taslağa göre, “koruyucu tedbirlerin gecikmesinde sakınca bulunan hallerde ve resmi çalışma saatleri dışında savcı kararını sözlü olarak kolluğa bildirecek”. Böylece acil durumlarda kolluk kuvvetleri hemen müdahale edebilecek. • Tasarıda şiddete tanık olan kamu görevlileri de durumu kolluk kuvvetlerine bildirmekle yükümlü. • Adliyelerde şiddetten korunma
ceği barınma yeri ve geçici maddi bürosu kurularak yeterli sayıda yardım sağlayabilecek. Mağdur savcı görevlendirilecek. kadın bir kamu kuruluşunda ça• Taslak, koruyucu tedbir kararlışıyorsa işyeri değiştirilebilecek. larını yerine getirmeyen veya • Korunan kadına hangi güvenlik şiddet uygulama ihtimali bulutedbirinin alınacağına kolluk nan kişiye 4–8 ay hapis cezası kuvvetleri karar verecek. İşte bu verilmesini de kapsıyor. Geçtiğimiz ay, kadının şiddetnoktada kafa karıştıran elektten korunmasına yönelik bir yasa Tüm bu düzenlemeler, olumlu ronik kelepçe sistemi devreye tasarısı hazırlandı. Aile ve Sosyal giriyor. Nedir bu kelepçe sistemi? olsa da, aslında kadına yönelik Politikalar Bakanı Fatma Şahin Bakan Fatma Şahin; “Devlet bir şiddeti polisiye bir vakadan öteye tarafından hazırlanan ve daha çok mahkeme kararıyla uzaklaştırma geçirmiyor. Tasarıda maddeleşen elektronik kelepçe sistemiyle duyukararların ne kadar ciddiyetle uyvermiş ama birey o mahkeme rulan tasarı başka uygulamaları da
gulanacağı tartışma konusuyken, tam olarak uygulansa bile sorunu ortadan kaldırmayacağı aşikâr. Bugün kadınlar kolluk kuvvetlerinin yanında, adliye kapılarında, ambulanslarda öldürülüyor. Kadın katilleri haksız tahrik indiriminden faydalanarak kısa sürede cezaevlerinden çıkıyor. Kadın cinayetleri hala nitelikli halden sayılmıyor. Kadın sığınma evleri ise çok niteliksiz ve yeterli sayıda değil. Kadın ve Aile Bakanlığı kısa bir süre önce Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı olarak değiştirildi. Yani kadın artık TBMM’de bile varlığıyla temsil edilmiyor. Kadını aile içine hapseden ve birey olarak görmeyen bu anlayış, toplumsal eşitsizlikleri pekiştirip kadına yönelik şiddeti besleyecektir. Hal böyleyken kadına yönelik şiddeti önlemek için yapılan yasal düzenlemelerin ne kadar işe yarayacağı da şimdiden belli. Cinsiyetçi bakış açısının değişmesi şart! Çünkü kadının şiddet görmesi toplumsal cinsiyet eşitsizliklerinden kaynaklanıyor. Bedenimiz ve kimliğimiz topluma ve erkeğe mal edilmiş, emeğimizse görünmez. Kabul gören kadınlık ve erkeklik rollerinin değiştirilmesi ve eşitlik üzerine kurulu cinsiyetçi olmayan bir toplumsal anlayışın benimsenmesi kadına yönelik şiddetin oluşma koşullarını zamanla ortadan kaldıracaktır. Bunun için ne yapmalı? Bireysel kurtuluş çabalarımızla birlikte, örgütlenerek mücadele etmeli. Kadınız, şiddete karşı yalnız değil binlerce, milyonlarcayız… Yeter ki eşit yarınlar için birlikte mücadele edelim.
8
ARKA PLAN
Bir kez daha ittifaklar, cepheler ve Sedat Durel, 5 Eylül 2011 Türkiye sosyalist hareketi uzun yıllardır bir kriz içerisinde. Sosyalist çevrelerin, güncel politikayı etkileyecek gücünün olmayışı “güçlü bir parti kurmanın yeni yolları nelerdir?” sorusunu sorduruyor. Referandum sürecinde Türkiye sosyalist hareketinin etkisizliği ve bu dönemde oluşmaya başlayan ittifaklar, aynı soruyu yeniden gündeme getirdi. Ancak yeniden gündeme gelen bu soruna, yeni cevaplar değil de her kriz anında tekrarlanan o meşhur cevap ile yaklaşılmaya devam ediliyor.
eşlik eder: “Türkiye’de işçi sınıfının mücadelesi artık yeterince güçlü değil. O dönem kapandı! Bizim güçlü partiler inşa edebilmemiz için tüm muhalifleri, birbirleri ile çatışmadan bir araya getirmemiz gerekmektedir.” Bu ilk bakıldığında kulağa sıcak ve yeni gelen, fakat hiç de yeni olmayan ve birlik adına yenilgilere ya da devrimcilikten uzaklaşmaya sebep olan argüman, bugün yeniden aramızda! Devrimci parti ve cephe sorunu
Bizim için cephe sorunu burjuvaziden bağımsızlaşmak ve sınıfın birliğini sağlamak sorunudur. Biz Devrimci parti mi, “en geniş yalnızca bu ikisine hizmet ettikçe cephe” mi? bir cephe içerisinde bulunabiliriz. Bir partiye olan gereksinimimiz, Bu tavrımız, kimi çevreler ile geçici kapitalizmi yıkıp yerine yeni bir ve taktiksel (Blok’taki seçim işbirdüzen kurabilecek olan tek sınıfın, liğimiz gibi) birlikler yapmamızı yani işçi sınıfının verili mücadeengellemese de, bu birlikteliklerin lesini iktidara yönlendirmek ve diğer konulara sıçrayacak biçimde sınıfsız, sömürüsüz bir toplumuna kalıcı hale gelmesi durumunda asla yönelmek amacımızdan kaynakbu kalıcı birlikteliğin (cephenin) lanır. Bunun için de partimiz bir parçası haline gelmeyiz. Bu gibi kapitalizmin doğurduğu güncel birlikleri; burjuvaziden bağımsızsorunlar ile, bir işçi devleti kurmak lığımızı sağlamadığı gibi birlikamacı arasındaki bağı kurmakla teliğin pek çok burjuva akımı ile yükümlüdür. Eğer partimiz, günbütünleşmek anlamına gelen bir cel sorunlara cevaplar üreten parti halk cephesi içeriği taşıdığı için, programımız etrafında işçi sınıfıreddederiz. nın seferberliğini yönlendirebilirse, İşçi sınıfı her an burjuvaziye karşı kapitalizme son verebileceğimize irili ufaklı mücadeleler içerisine inanıyoruz. girer. Ancak bu mücadelelerin kitİşçi sınıfı devrimcidir ve kapitalesellik kazanması durumu sadece lizmin yol açtığı her felakete karşı, kimi kriz koşulları altında mümdevrimci bir savaşıma girebilir. kündür. İşte bizim partilerimiz de Bunu sadece ezberden bilmiyoruz. bu gibi az görünen kriz koşullarınSon olarak Tunus’la başlayan Arap da, seferberlikler içerisinde ortaya devrimleri işçi sınıfının nasıl da çıkar ve bu seferberlikler içerisinde bu sorunlar ile tek tek yüzleşebilcepheleşmeyi önerir ve teşvik eder, diğini gösterdi. Ancak şunu da dahası işçi sınıfının bu kalıcı birbiliyoruz ki, özellikle Tunus devrilikteliğinin saflarına da katılır. Aksi minde gördüğümüz gibi işçi sınıfı durumda, işçi sınıfı geri çekilmişse kapitalizme karşı kendiliğinden ve inisiyatif burjuvazinin elinde bir mücadeleye girişebilse dahi, ise bizlere düşen görev, seferberliğe kendiliğinden bir biçimde bir hazırlanmak ve kriz dinamiklerini işçi iktidarı kuramaz. Bu noktada görerek buna yönelik talepler etrabizim ihtiyaç duyduğumuz şey işçi fında partimizi güçlendirmektir. sınıfının en gelişmiş politik bilinci Türkiye de sınıf mücadelesi ve olan partinin sınıfa öncülük etmesi sosyalist mücadelenin son üç yılı ve iktidarın zaptını sağlamasıdır. Kağıt üzerinde sosyalistlerin hemen tamamı bu argüman üzerinde anlaşmaktadır. Ancak bu anlaşmaya şu meşhur karşı argüman derhal
İçerisinden geçmekte olduğumuz dönem, Türkiye açısından, sınıfın topyekün seferber olmadığı bir dönemdir. Bu tespiti yapmak
parti inşası adına önümüze doğru görevleri koymak ve sınıf hareketi ile kalıcı bağlar kurmak için doğru taktikler geliştirebilmek adına oldukça önemlidir. Ancak Türkiye’de 89 bahar eylemliliklerinin ardından kimi kısmi mücadeleleri saymazsak, geri çekiliş halinde olan ve hatta uzunca bir süre saldırıda değil de “savunma hattında” sıkışan sınıf mücadelesini gören pek çok kimse, işçi sınıfından umudu kesti ve kestirme yollar aramaya koyuldu. Bu süreci; “parti olmayan partiler”, “gökkuşağı hareketleri” ve yeni parti inşası toplantıları ile yeşeren umutları takiben, hızla yaşanan hüsranlar kapladı. Buna paralel olarak pek çok sosyalist de artık işçi sınıfından umudu kesip, diğer toplumsal muhalefetlere gönül bağladılar. Kriz koşulları ise denklemi değiştirir gibi olsa da, işçi sınıfını çoktan kelime dağarcığından atmış olan kimseler için, herhangi bir toplumsal dinamikten başka bir anlam ifade etmedi. 2008 sonundaki Sinter direnişi ile başlayan Birleşik Metal’in direnişleri sınıf mücadelesine bir ivme kazandırmış ve ardından gelen Marmaray, İtfaiye gibi direnişler de sınıfı, onu unutmuş ve küçümsemiş olanların gözünde görünür kılmaya başlamıştı. Sonrasında yine savunma karakterli olarak açığa çıkan Tekel direnişi de bu kesimler üzerinde ilahi bir umut yarattı. Öncesinde oluşmuş geniş seferberliklere dayanmayan ve sonrasında da destekleyici sektörleri bulunmayan bu onurlu direniş, bugünün kestirme yol arayıcıları tarafından yere göğe sığdırılamadı. Ancak onurlu Tekel direnişinin de sönümlenmesi sonrası, dün “Tekel’in ardından, hiçbir şey eskisi gibi olmayacak” diyenler, yeniden güçlü(!) bir parti için işçi sınıfının dışındaki kaynaklara yönelmeye başladılar. Özellikle referandum döneminde, politikada etkin olamadığını gösteren sol, yeni ittifaklar içerisi-
ne girmenin yollarını aramaya koyuldu. ÖDP-TKP-EMEP-HE’nin eylem birliği kalıcılaşma yolları ararken, referandumda boykot tavrı alan çevreler de, Kürt hareketinin etrafında kümelendi. Bu süreç içerisinde sınıf hareketine yönelik torba yasa ile hızlanan saldırılara rağmen güçlü bir karşı koyuşun olmayışı, yine sınıftan umudunu kesmiş kimseleri, AKP’nin yıkılmaz sanılan gücü karşısında ya ulusalcı kamplaşmalara yakınlaştırdı, ya da büyük bir dinamik taşıyan Kürt hareketine yaslanma ihtiyacını doğurdu. Son olarak seçim süreci ve onun öncesinde de, özellikle AKP ve CHP-MHP olarak gösterilen iki kampın karşısına “üçüncü bir
cephe” ile çıkmak daha sesli bir biçimde tartışılır hale geldi. İşçi ve emekçi düşmanı saldırılar ve de Kürt önderliğinin tasfiyesi hususunda hemfikir olan bu burjuva siyasetçilerinin karşısında ancak ikinci bir cephenin kurulabileceği gerçeğini uzun uzadıya incelemek maalesef ki bu yazının sınırlarını aşmaktadır. Ancak yine de, “ne İslamcılar, ne statükocular!” diyerek burjuvazinin bölündüğünden bahsedip, üçüncü bir cepheyi kurmaktan bahsetmek demek, burjuvazi karşısında birleşik bir işçi cephesinden bahsetmek değil de,
ARKA PLAN
9
e devrimci partinin inşası üzerine en temkinlisinin ağzında dahi bu iki kanadın dışında kalanları birleştirmek, yani proleter olmayan kesimlerle kalıcı bir cephe arayışına girmek anlamına gelmekteydi. AKP’nin Özelleştirme politikaları yoluyla devleti küçültüp burjuvalara açmak ve işçi sınıfına karşı yoğun bir sömürüye girişip hak gasplarını arttırmak olarak açıklanabilecek olan temel politikası; emperyalizmin de, TÜSİAD’ın da, MÜSİAD’ın da çıkarlarını aynı potada eritmektedir. Buna karşın, AKP’nin temel dayanağı olan işçi sınıfının hak gasplarına yönelik, sınıfın en geniş birlikteliğinin, birleşik işçi cephesinin olanaklarını araştırmak ve işçi sınıfının var olan mücadelelerini birleştirmek yerine,
sınıf mücadelesinin güçsüzlüğünü bahane ederek, nasıl bir muhalefet örgütleriz tartışması seçim öncesinde başladı, seçim sonuçlarının ardından da nihayetinde somutlaştı. Sınıf cephesi mi, halk cepheleri mi? İşçi sınıfının en geniş birliği ve burjuvaziden kesin ayrılığı olarak kısaca açıklanabilecek olan işçi cephesi taktiğinin anti-tezi olarak “halk cephesi” taktiği bundan çok önceleri Stalinistler tarafından üretilmiş bir taktikti. Halk cephe-
si taktiği, işçi sınıfının tek başına güçsüz olduğunun kabulü ile; işçi sınıfı, köylülük, küçük burjuvazi, burjuvazinin ilerici kesimi(!) ve aydınlar arasında kurulmuş olan 5li bir sınıf bloğu anlamına gelmektedir.
değilse devrimci Marksistler için, işçi sınıfını burjuvaziden tamamen ayırmak ve sınıfın sürekli seferberliğini sağlamak adına, bu kesimlerle yalnızca konusu ve süresi belirli olan eylem birlikleri kurulabilir.
Bizler çeşitli dönemlerde, işçi sınıfı kökenli olmayan kimi çevrelerle iş birlikleri yaparak konu özelinde güç kazanmaya çalışabiliriz. Örneğin, bizler çevre katliamına yol açan HES yapımına karşı çeşitli çevreci gruplar ile eylem birlikleri yapabiliriz. Ancak bu çevrelerle iş birliğimizi kalıcı bir parti formuna taşımayız. Basit bir örnekle açıklayacak olursak, Türkiye’deki pek çok çevreci hareket, HES’lere ve nükleere karşı çıkarken Avrupa Birliği’ni referans almakta ve AB’nin çevreci kriterlerini işaret etmektedirler. Öyle ki, bu çevrelerin önderliği ile kalıcı bir cepheye girişmiş olmak, işçi sınıfına yabancı fikirlerle birleşmek, yani halk cephesinin içerisinde yer almak anlamına gelecektir. Sonuç olarak da, bugün Türkiye’yi Avrupa’nın kazan dairesi haline getirmek isteyen ve bu doğrultuda Türkiye’deki nükleer ve HES yapımlarını da destekleyen AB’ye onay veren bir birlikteliğe ortak olmak anlamına gelecektir. Ayrıca AB’nin emek düşmanı yapısının, işçi sınıfına ve kapitalizmin sömürdüğü tüm diğer kesimlere vereceği zararlardan bahsetmeye dahi lüzum yok.
Seçim birliğinden, üçüncü cepheye
Günümüzde, en ilerici burjuva demokratik hareket dahi, duyarlı olduğu soruna dair kalıcı bir çözüm getirememektedir. Dahası, en ilerici burjuva fikirler dahi, özgürlüğü öncelikle mülk edinme özgürlüğü olarak kavrar ve en fazla “daha insani bir kapitalizm” ile sınırlıdır. Bu sınırlılık, proletaryanın öncüsünün mücadelesi için sadece kısıtlayıcı olmakla kalmaz, ayrıca tam teslimiyet anlamına da gelmektedir. Bu yüzden de hiç
Yukarıdaki halk cephesi ve işçi cephesi taktiklerinin yanı sıra, cephe ve eylem birliği farkını da akılda tutarsak, Blok sürecini ve sonrasını daha net kavrayabiliriz. Blok, hem oluşum döneminde hem de seçimin sonrasında gelen bilanço döneminde AKP’ye karşı “yeni bir muhalefet örgütlemenin” temel dayanağı haline geldi. Seçim sürecinde rejimin antidemokratik uygulamaları ve de Blokça sürdürülen işçi dostu çalışmalar, sonucunda Blok içerisinde kalmak hem burjuvazinin gücünü kıran hem de işçi ve emekçilere moral katan bir çalışma olmuştu. Bu bağlamda seçim bloğu ile bir seçim birliği (eylem birliği) yapmak, hem rejim karşısındaki mücadelemiz hem de, işçi sınıfı içerisindeki çalışmamız açısından oldukça faydalı bir sonuç doğurmuştu. Ancak bu birlikteliği kalıcı hale getirme fikri, düzenden rahatsız olan ancak uzlaşma yollarını arayan daha pek çok çevreyi de içine katarak, işçi sınıfını da bu bileşenlerden herhangi biri düzeyine indirgeyen kalıcı bir cephe önerisi halinde olgunlaşmış oldu. Öyle ki, sınıf mücadelesine dair somut taleplere yer vermeyip, işçi dostu olduğunu söyleyen bir söylemle yetinen, işçi düşmanı ve ulusal sorundaki gerici yasaları ile AKP hükümetine örnek olan AB’ye karşı bir tavrı olmayan, demokratik dönüşümler sorununu anayasa tartışmalarına ve özerkliğe indirgeyen ve bunun için bir kurucu meclis talep etmeyen, son olarak da Kürt Halkının Kaderini Tayin Hakkı’nı doğrudan talep etmeyip, esasında rejim içerisinde kalan kimi demokratik taleplerle kendisini sınırlayan bir program ile karşı karşıyayız. Kuşkusuz ki
bu program sınıfın burjuvaziye karşı birlik ve bütünlüğünü sağlamak anlamına değil, tam tersine işçi sınıfının bir kesimini diğer burjuva akımlara eklemleyen bir halk cephesi anlamına gelmektedir. 21. yüzyılda Leninist olmak Kuşkusuz ki Türkiye’de yaşanan tartışmalar hiç de kendine özgü, dünyada eşi benzeri bulunmaz tartışmalar değildir. Hatta tam aksine, Türkiye’deki bu birlik çalışmaları, dünyadaki onca başarısızlığa uğramış tartışmanın, geç bir şekilde yansıması olarak coğrafyamıza sıçrayabildi. Dünya’da sınıf mücadelesinin geri çekiliş dönemlerinde daha güçlü bir muhalefet örgütlemek adına oluşturulan halk cepheci partiler, sınıf mücadelesinin keskinleştiği anda ona yardımcı olmaktan çok, engel olucu bir pozisyona girdiler ve iç çatışmalar altında parçalanıp ufalandılar. (Bu konu ile ilgili olarak Mesafe’nin Parti dosya konulu 3. sayısındaki, Yusuf Barman’ın “Leninist Parti, XXI. Yüzyılda Ortodoks Olmak” adlı yazı incelenebilir.) Dünyadaki bu gökkuşağı partilerinin geldiği nokta oldukça eğiticidir. İşte şimdi, her ülkede yenilgi, ya da devrimci politikadan uzaklaşma ile sonuçlanan bu deneyim Türkiye’de de bir kez daha aynı sonuçlara ulaşmak üzere yola çıkmış durumda Buna karşın biz devrimci Marksistlerin üzerine düşen de, inatla sınıf politikasında diretmek ve partimizi sınıfın en geniş birliği içerisinde inşa etmektir. Kriz koşullarının keskinleşmesi ve işçi sınıfının hali hazırda sürdürdüğü mücadeleler bizlerin mütevazı ancak tek emin dayanağını oluşturmaktadır. Seçimler öncesinde olduğu gibi, seçimlerin sonrasında da Leninist olup, bir sınıf partisini inşa etmeye girişmek oldukça zor bir görev. Ancak kapitalizmle mücadele etmek ve onu yok etmek adına, kestirme bir yolun olmadığını hayat bize bir kez daha gösteriyor.
10 » 10
ULUSAL SORUN ULUSAL SORUN ULUSAL SORUN
Biten mi vardı ki, başlayan olsun! B.Turgut, 7 Eylül 2011 Silvan saldırısı ve Demokratik Toplum Kongresi’nin (DTK) demokratik özerklik programını ilan etmesinin, AKP hükümetinin en azından bir dönem boyunca açıkça dillendirilmekten kaçındığı savaş ve şiddet uygulamasının başlamasına/yoğunlaşmasına vesile olduğu söyleniyor. Aslında AKP hükümetinin bugüne kadarki uygulamaları içinde bol miktarda sınır ötesi harekât ve yoğun hava bombardımanları var. Nitekim bugüne kadar üç sınır ötesine taşmış askeri harekât ve sayısı 10’ları aşan sayıda yoğun bombardıman bizzat AKP hükümeti tarafından yönetilmiş idi.
dığı “Kürt açılımı”, aslında sadece Türk liberalleri ile evvelden bu yana çıkarları gereği Türk burjuvazisine yedeklenmiş durumda olan Kürt burjuvaları dışında kimseyi ikna etmeye yetmedi. Bu süreci sonunda yeni bir “milli birlik ve beraberlik” teranesine dönüştüren AKP hükümeti bu açılım sürecinde TRT6 ve Şivan Perwer ile görüşme dışında tek bir somut adımla “açılmayı” beceremedi. Ve akıllarda TRT6’dan daha çok KCK tutuklamaları kaldı. Elbette, 30 yıla yakın bir süredir devam eden ve on binlerce insanın ölümüne neden olan bir “kirli savaş”ın bir TV müzik kanalı ile çözüleceği yok.
Yeni olan, bugün için, bu savaş ve şiddet döneminin Sri Lanka çözümü diye adlandırılan bir topyekün imhayı da içerecek kararlılıkta dillendiriliyor oluşu. Oysa bu savaş ve “artık kemiğe dayandı” dili çeşitli hükümetler tarafından, çeşitli başka ittifaklar ile defalarca denendi. Bu savaş ve şiddet yöntemi, sınır ötesi harekâtlar, bombardıman vs. Kürt siyasi hareketini bastıramadı. Tam tersine, her seferinde Kürt siyasi hareketi giderek daha da fazla kitleselleşerek bu süreçten çıktı. Bizim için malum olan bu durumun, en azından sistemin ideolojik yeniden üreticileri açısından da malum olduğu bir gerçek.
Peki, adının Kürt açılımından, Milli Birlik Beraberlik Projesi’ne dönüşmesinden de rahatlıkla anlaşılacağı üzere hükümetin bu keskin dönüşünün sırrı nedir? Ve şiddet ve Kandil bölgesine yapılan sınır öte- savaş çözümünün aslında bir işe yasi hava bombardımanı, PKK kuvramadığı da herkesçe malum olmavetlerine zarar vermediği gibi sivil sına rağmen, bu yöntem, neden bir ölümlere ve bir süredir suni olarak kez daha masaya konan bıçak haline sütliman halde duran Kuzey Irak bürünüyor. Kürt Federe Devleti ile Türk devleGenel olarak, bu sürecin temel tinin ilişkilerinin gerilmesine neden belirleyeninin, seçim süresince büoluyor. Ayrıca uluslararası planda, Ortadoğu diktatörlerine, demokrasi ründüğü dile de bakılarak, AKP‘nin bir türlü kazanamadığı Kürt kitlelehavarisi rolünü oynayan ve şidderini artık gözden çıkardığı ve AKP ti bırakarak halkının sesine kulak kurmaylarının gözlerini Türk sağvermesini salık veren Türk Dış Politikasının, uluslararası kamuoyu milliyetçi oylara çevirdiği yönünde bir genel kanı sıklıkla dillendiriliyor. nezdinde iflasına da neden oluyor. 12 Haziran Genel Seçimleri’nin Nereye, neden? sonuçlarının analizlerine bakılırsa, AKP hükümetinin başlarda öyle -bu doğruysa- bunu kısmen de olsa adlandırılmasından beis duymabaşarmış görünüyorlar.
Elbette bu dönemin aynı zamanda böyle bir sonucu olmuş olabilir ancak bizce, bu “dönüşümün” temel nedeni; bir toplum mühendisliği ile, “daha fazla, en fazla kahraman biziz” hesabıyla oy oranlarının artmasını istemekten daha derinlerde.
Ya tutarsa?
AKP hükümetinin kısmi ekonomik göstergelerinde yükselişler yakalamasının, açıklanan büyüme rakamlarının vs. bir süredir devam eden “ateşkes süreci” ile de bağlantılı olduğunu görmek durumundayız. Asıl sır hiçbir sırrın olmadığı Kısmi ekonomik büyümeye yaslanan ve bölgede ve Ortadoğu’da lider Bu süreci anlamak için dünya güç olma düsturu ile hareket etmetarihinin yeni bir kaotik döneme ye çalışan hükümet, içerdeki derin girdiğini hatırlamak yerinde olur. Uluslararası burjuvazi, kimi burjuva sorunlarını da bir şekilde “çözmek” ideologlarının da itiraf ettiği üzere, istiyordu. Bu nedenle yukarda yazılı tarihinde geçecek en derin ve anlatılmaya çalışılan açılım süreci başladı. en uzun ekonomik krizine giriyor. Bu durumun, aynı zamanda merkez Barış gönüllülerinin karşılanmakapitalizminin çeperinde yedeksının ardından yapılan fren, YSK lenmiş ülke ekonomilerinin havlu protestolarındaki seferberliklerle de atmasına neden olacağı aşikâr. rejim açısından giderek büyüyen bir sıkıntıya dönüştü. AKP hükümetinin, -bölgedeki devrim ve ayaklanmalar da hesaba katıldığında- içerde gelişen kitle gösterilerini gittikçe sertleşecek/zorlaşacak yöntemlerle bastırmak ile uğraşmak yerine, ya da bununla birlikte, PKK ile Kandil ve civarında gövde gövdeye harp yapmayı olası tüm kayıp ihtimallerine rağmen, -taktik bir hamle olarak- tercih ettiği görünüyor.
Bu duruma bir de Avrupa’da başlayıp şiddetlenerek devam eden ve Tunus’ta başlayıp tüm Mağrip coğrafyasına yayılarak en sonunda burnumuzun dibine kadar gelmiş olan ve kiminde hükümetlerin devrilmesine, kiminde de ciddi alt üst oluşlara neden olan kitle seferberlikleri eşlik ediyor. Durum oldukça karmaşık görünüyor. Avrupa’da başlayan kitle hareketleri, Mağrip ülkelerinde gelişen ayaklanmaların muzaffer olmasından aldıkları güven ve esin ile yeniden mobilize oluyorlar.
Kuşkusuz bu “savaş” dönemini, giderek daha da içeriksizleştirilmiş barış ve anlaşma döneminin takip etmesi ise şaşırtıcı olmayacaktır. Hükümetin tercih ettiği bu yol, tek yol olmadığı gibi, siyasi ve toplumsal sonuçları itibariyle evdeki hesabın çarşıya uymaması sonucunu doğurması da yüksek ihtimaldir.
Bu nedenle eğer Kürt sorununda tüm taraflar için onurlu bir çözüm ve halklar arasında toplumsal kalıcı bir barış isteniyorsa; Kürt halkının seçilmiş -tutuklu- temsilcilerine kapatılmaya çalışılan Meclis yolunun derhal açılması; bütün KCK tutukluları ve tüm siyasi Bütün dünya tarihinin bir komp- mahkûmların derhal salıverilmesi; lolar dizisinin ürünü olduğunu siyasal demokrasi için bu tutuklama söyleyenlerden değiliz. Durum ve mahkûmiyetlere yol açan ceza bizler açısından çok net ve basit; yasalarının demokratikleştirilmesi; kapitalizmin krizi derinleşiyor ve her türlü askeri ve sınır ötesi opegeniş yığınlar, eskisi gibi yönetilmek rasyonlara son verilmesi çok daha istemiyor! isabetli bir başlangıç olacaktır.
GENÇLİK
11
Tutuklu öğrencilere özgürlük !
Barış Sansar, 6 Eylül 2011 Bugüne kadar gazetemizin gençlik sayfasında, Bologna süreciyle beraber eğitimin hızlı bir biçimde piyasalaşması, barınma, ulaşım, işsizlik gibi sorunlara değindik ve değinmeyi de sürdüreceğiz. Ancak, nispeten “gündem dışı” olmaya zorlanan tutuklu öğrencilerle de dayanışmayı sürdürmenin zorunluluğuna inanıyoruz. Bugün Türkiye’de çeşitli gerekçelerle gözaltında ya da tutuklu olan yüzü aşkın öğrenci bulunmakta. Bunlardan biri, Galatasaray Üniversitesi Endüstri Mühendisliği Bölümü 3. Sınıf öğrencisi Cihan Kırmızıgül. Yaklaşık 20 aydır tutuklu ve Tekirdağ F Tipi Cezaevinde. 20 Şubat 2010 tarihinde Kağıthane’de bir “molotoflama” eylemine katıldığı gerekçesiyle gözaltına alınan Cihan o günden beri yalan ve iftiralar silsilesiyle karşı karşıya.
Polis tutanağında, boynundaki puşi ve telefonundaki Kürtçe bayram mesajları gözaltına alınmasına gerekçe olarak gösteriliyor, polise direndiği ve uyarı ateşine rağmen kaçmaya devam ettiği hatta polislerin silahını almaya çalıştığı belirtiliyor.
recinde ortaya çıkan gizli tanık dahi “yüzleştirildiğim kişi bu kişi değildir” diyerek ifadesini geri çekmiştir. Bu tür davalarda alışık olunmayan bir biçimde, savcı, Cihan’ın tahliyesini talep ettiği halde mahkeme bu isteği reddetmiş ve “delilleri karartma ve suçun niteliğine
boyutuyla burjuva hukukuna aykırılığını gözler önüne sermektedir. Anlaşılan o ki, Hukuk Fakültesi’nin verdiği üst düzey eğitimle övünmekten geri durmayan Galatasaray Üniversitesi Yönetimi “ masumiyet karinesi” kavramından bihaber durumdadır.
Lafı daha fazla uzatmadan belirtmek gerekir ki, Cihan’ın ve onunla beraber bizlerin karşı karşıya olduğu durum açıkça devletin ve onun hukukunun niteliğini gözler önüne seriyor. Zira, bir “ bez parçası”, “sakıncalı” bir yerde doğmuş ve “sakıncalı” bir kökene sahip kişi ya da kişilerin omuzlarında bir suç deliline dönüşebilmektedir. Dahası bu ve buna benzer gerekçelerle insanların özgürlüğü ellerinden alınmakta, eğitim hakkı gasp edilmektedir. Bu durum, sadece Cihan’ı n istinaden” tutukluluk halinin Oysa bu tutanak, gözaltına değil bizlerin de her an bu tür devamına kanaat getirmiştir. alındığı saatten başlayarak, yabaskı ve şiddet yöntemlerine lanlarla dolu. Kendi ifadesiyle Polis, hâkim, rektör el ele maruz kalabileceğinin en açık Bir suç delili olarak puşi otobüs durağına doğru giderArkadaşımız, olmayan delilleri göstergesi. Dolayısıyla, 13 “Şüphelinin üst aramasından ken önünde duran arabadan karartma şüphesiyle ve işleme- Eylül Salı günü saat 12.00’de elde edilen puşi tabir edilen bez inen kişiler polis bile oldukla- diği bir suçtan iki yıla yakın bir İnsan Hakları Derneği İstanparçasının yapılan incelemesinrını belirtmeden, Cihan’ı yere süredir tutuklu bulunmaktadır. bul Şubesi’nde düzenlenecek de; PKK-KONGRA-GEL terör yatırıp dipçikle darp ederek basın açıklamasına ve ardından Yaşadığı sağlık sorunlarını bir örgütüne müzahir kitle taragözaltına aldılar. kenara bıraksak dahi, Galatasa- 14 Eylül Çarşamba günü saat fından gerçekleştirilen molotof Evinde yapılan aramada hiçbir ray Üniversitesi Rektörlüğü’nün 11.00’de Beşiktaş Adliyesi’nde kokteylli korsan gösteri, araç suç delili ve/veya eyleme katıl- polis ve adli makamlarla itinalı gerçekleştirilecek duruşmaya kundaklama vb. eylemlerde mümkün olan en yüksek katılıdığına dair hiçbir delil buluna- bir biçimde sürdürdüğü işbirşüphelilerin tanınmamak için mın sağlanması ve arkadaşımıza mamasına rağmen tutuklanan liği neticesinde arkadaşımızın yüzlerini kapatmakta kullanelimizden gelen desteği vermek dıkları puşi olduğu […] anlaşıl- Cihan Kırmızıgül, halen tutuk- eğitim hakkının gasp ediliyor lu yargılanmaktadır. Dava süolması bile bu davanın birçok oldukça önemli görünüyor. mıştır”
12
İŞ YERLERİNDEN
METAL
İSKİ’ye istediğiniz su miktarı karşılığında parayı ödedikten Kontör bitti, suya ulaşamı- sonra, bu miktara denk gelen yoruz! kontör bir karta yükleniyor, bu Çalıştığım fabrikada yoğun ısı, kart cihaza okutuluyor ve sayaç toz, yağ, kir gibi faktörlerden do- devreye giriyor. Kontör bittiğinde ise otomatik olarak suyu kesiyor. layı en çok ihtiyaç duyduğumuz Bizim fabrika gibi suyun her şey şey su. İçtiğimiz su bile şebeke olduğu bir yer için, susuz geçen suyundan arıtma cihazına bağlı olduğu için sular herhangi bir ne- her dakika bizi zorlarken, bir de denden ötürü kesildiğinde, içecek bu saçma uygulama yüzünden saatlerce susuz kalıyoruz ve bazen ve yıkanacak su bulamıyoruz. banyo yapamadan fabrikadan Önceleri bu su kesintileri sık çıkmak zorunda kalıyoruz. olmazdı, ama son zamanlarda Tabii patronun böyle bir sısıklaşmaya başladı ve birkaç defa kıntısı olmadığı için, onun penbanyoda sabunlu halde mahceresinden suyun akmadığı her sur kaldık. Yetkililer ise kontör dakika kâr. Neden bu uygulamabitmiştir deyip ilgilenmiyorlar. ya geçtiğini anlamak zor olmasa İlk seferinde hepimiz “ne bu ya, gerek. Senelerdir söylememize telefon mu bu kontörü bitsin” rağmen hâlâ fabrikaya bir su diye şakalaşmıştık, ama durumun ciddiyetini anladık zamanla. deposu dahi alınmadı. Ve biz işMeğer İSKİ yeni bir sayaç kulla- çiler bir araya gelip taleplerimizi örgütlü bir şekilde haykırmadınımına geçmiş, bu su sayacının ğımız sürece bu tür hak gasplarıfarkı şu; peşin parayla çalışıyor.
Nicola Alsa’afin
na maruz kalmamız kaçınılmaz sanırım. Ama bunu başarabilirsek patronun tüm taleplerimizi karşılaması da bir o kadar kaçınılmaz olacaktır.
TEKSTİL Tek yol birlik ve mücadele! Merhaba ben otuz beş kişilik bir atölyede çalışıyorum. Benimle birlikte çalışan arkadaşların ekonomik durumları hiç iyi değil; özelikle kiracılar için… Bizim işyerinde yemek ve servis yok. Yemek ve yol parası da almıyoruz, kendi cebimizden karşılıyoruz. Bu da çok büyük sorun oluyor. Bazı arkadaşlarımız sürekli öğle yemeğini yarım ekmek arası peynir ve zeytin ile idare ediyorlar ve bazen de paraları olmadığı için öğle yemeğini yemeden çalışıyorlar. Aldıkları para ancak ev kirası,
mutfak masrafı, elektrik ve su faturasına yetiyor. Kemal Sunal’ın filmi hayatlarını özetliyor aslında. “Atla gel Şaban” filminde Kemal Sunal bir sakız firmasında beyit yazıyor ve aldığı para ev kirasına yetiyor; bakkal, manav ve kasaba ise borçlu kalıyor, o da at yarışı oynuyor. Benim işyerindeki arkadaşlar da hem at yarışı hem de iddia oynuyorlar. Film gereği Niyazi at yarışından para kazanıyor ve hayatı kurtuluyor. Ama gerçek hayatta bu biraz zor bir olasılık! Evet, bazen iddiayı tutturuyorlar fakat en fazla yüz ya da iki yüz lira… O da hayatlarını kurtarmıyor haliyle. Ama hayatlarımızı değiştirebilecek bir yol var, o da patronlara karşı birlikte hareket etmek. Ancak bu şekilde bir şeyler yapabiliriz.
Bir bayram hatırası
1984 yılında ülkesinden (Filistin) uzaklarda dünyaya gelen, yaşamının büyük bölümünü Filistin davasına adamış ve tıp öğrenimi gördüğü süreçte Türkiye’de geçirdiği 6 yılı içerisinde de Filistin davasından kopmayan ve Türkiye’de, gazetemiz İşçi Cephesi’nin de bir bileşeni olduğu Filistin için İsrail’e Boykot grubunun kurucu faaliyetini yürüten dostumuz Nicola Alsa’afin şu anda Ürdün’de yaşamakta ve mücadelesini orada sürdürmekte. Kendisinin Boykot grubu için hazırladığı “Bir bayram hatırası” başlıklı mektubunu sizlerle paylaşıyoruz. Bugün yıllardır yerine getiremediğim bayram-akraba ziyaretleri gezisini gerçekleştirdim. Tabii ki mülteci kampına gitmeden de bu gezinin ne tadı olur ne de kokusu. İki, üç gündür bayram tatlısının (yediğiniz hurma tatlısı) fırından
çıkma tazeliğinin kokusu mülteci kampına sindikten sonra bayram gelir, çocuklar dar sokaklara dökülür. Hatıralar toplu hafıza ile karışıp büyür...
merhaba fasıllarından ve Arap dünyası hallerinden konuştuktan sonra gözlerinden yaş geldi, “Nedir bu dünya?” diye fısıldadı, “bayram diye bir şey mi olur, iptal etseler şu geleneKampa gitmeden önce Amman’da yeni tanıştığım yaşlı ği. Ne olacak halimize, bayram
bir akrabamızı ziyaret ettik. Nasıl giderse hayat öyle yaşlan- denen şey bize bayram değil de keder günü. Sabahtan beri mış, dünya tatlısı amcamızla camide ağlıyorum. Küçük kar-
deşim sabah beni aradı. Kendisini hiç göremedim hayatım boyunca. Göç ettiğimiz yıllarda doğdu. Ailemin bir bölümü Gazze’ye, bir bölümü de buraya ve Batıi Şeria’ya dağılmıştı. Ben karımı alıp bu tarafa taşındığımda annem doğum sancıları ile Gazze’ye, dünyanın öbür ucuna taşındı” (1967 savaşı). O gün bugün dağılmış olan aile birbirini görememiş, telefonla bayramlaşmış, ilişkilerini yaşatmış. Bayram diyince adam ürküyor gibiydi... Zihnimde geri kalanlar ise; bir başka evde “Razı olan yaşar” denmesi ve mülteci kapında bir köşede çizilen FHKC amblemi... “Bayramınız kutlu olsun” dendiğinde, “Dönenlerdensiniz inşallah”şeklinde karşılık verenler... Ve bir duvar yazısında, “Halk Filistin’e dönmek istiyor” sloganı...
EMEK GÜNCESİ
13
Kıdem tazminatının kaldırılmasına, esnekgüvencesiz çalışmaya karşı birleşik mücadeleye! İC - Haber , 23 Temmuz 2011
3 Kasım 2002’deki seçimlerden beri her sandık sürecinden güçlenerek çıkan AKP, küresel ekonomik krizle beraber sertleşen neoliberal saldırı dalgasının Türkiye’deki ayağını yürütme görevini itinayla yerine getirmeye devam ediyor. Bu amaçla “ustalık döneminin” ilk icraatları da, tıpkı daha önceki dönemlerde gördüğümüz gibi, doğrudan işçi sınıfının kazanılmış haklarına saldırı biçiminde ortaya çıkıyor. Kıdem tazminatının kaldırılması ve esnek çalışma ile ilgili yasa taslakları; işçi sınıfının, yaklaştığı neredeyse herkes tarafından kabul edilen küresel ekonomik krizin “ikinci dibi” öncesi, burjuvazinin elini güçlendirmeye yönelik saldırılara maruz kalmaya devam edeceğinin de en açık göstergesi. Herkese Sağlık ve Güvenli Gelecek Platformu (HSGGP) ile Belediye-İş İstanbul Şubelerinin çağrısıyla, Taksim
Meydanı’nda bu saldırıya karşı bir basın açıklaması gerçekleştirildi. Saat 19.00’da Galatasaray Meydanı’ndan başlayan yürüyüşe içlerinde BDSP, BDP, EMEP, EHP, DİP, İşçi Cephesi
genel greve” gibi sloganlar atıldı. Taksim Tramvay Durağı’nda son bulan yürüyüşün ardından Emek, Demokrasi ve Özgürlük Bloku milletvekillerinden Levent Tüzel ve Sırrı Süreyya Önder
ifadeler yer aldı:
gibi siyasi çevrelerin ve Hava-İş üyelerinin de bulunduğu yaklaşık 400 kişilik bir kalabalık katıldı. Yürüyüş sırasında “Hak verilmez alınır, zafer sokakta kazanılır”, “Kıdeme uzanan eller kırılsın”, “Sendikalar göreve,
Kıdem tazminatının kaldırılmasını “genel grev nedeni” sayan Türk-İş’in bile bu konuyla ilgili sadece basın toplantısı yapmakla yetindiği ve hükümet karşısında kararlı bir tutum almadığının söz alarak, sendikaların süreci baltalayacı rolüne dikkat çektiler da belirtildiği açıklama, sık sık ve direnişleri birleştirme ve genel “Kahrolsun sendika ağaları” slogrev silahını kuşanma çağrısında ganları ile kesildi ve haklarımız, iş güvencemiz, güvenli gelecebulundular. ğimiz için birleşik mücadeleyi Konuşmaların ardından yapıörgütleme çağrısıyla son buldu. lan basın açıklamasında ise şu
“Kıdem Tazminatı Fonu buzdağının görünen yüzüdür. Patronlar ‘Kıdem tazminatınız devlet fonunda birikiyor’ diyerek işçileri istedikleri sürelerde, istedikleri gibi çalıştırıcaklardır. Sermaye ‘Git tazminatını devletten al’ diyecek, aradan kendini sıyıracaktır. Çalışma hayatının bütününde kuralsızlık, güvencesizlik hâkim olacaktır. İşten çıkarmalar kolaylaşacak, yarı- zamanlı çalışma, kiralık işçilik yaygınlaşacak, bölgesel asgari ücret gündeme gelecektir.”
İstanbul’da ulaşıma keyfi zam İETT’nin ne olduğu anlatılmayan giderlerinin gerçekten AKP için alışkanlık haline de o denli büyük olduğunu gelen zam uygulamalarına bir düşünsek dahi, son dönemlerde yenisi daha eklendi. 15 Ağustos 2011 tarihinde İstanbul’da akbil uygulamasını sonlandırma çalışması ve “İstanbul kart” İETT’nin giderleri komik bir şekilde bahane edilerek ulaşıma uygulaması sürecinde yapılan satışlar dahi belediye için neyüzdesiz, keyfi oranlarla zam redeyse yeni bir soygun şansı yapıldı. Gelen zamlarla artık yaratmıştı. ulaşım ücretleri tam kontör 1,75 lira, öğrenci 1 lira olurİETT’nin kuşkusuz olan iyi ken tek geçişlik bilet fiyatı 3 durumunun yanı sıra, ülkede lira olarak belirlendi. Kademeli birçok işçinin çalıştıkları yerlerbilet sisteminin uygulandığı den ulaşım ücreti alamamaları, metrobüste yolcular, insanca öğrencilerin yol paralarının olmayan koşullarda seyahat olmadığını, en kötüsü ülkenin etmek için üç durağa kadar tam üçte birinin işsiz ve açlık sını1,45; öğrenciler 0,85 lira; üç rında olduğunu düşündüğüdurak sonrası için tam 2,10; müzde bu zamlar hiç küçümseöğrenciler ise 1 lira ödeyecek. necek miktarlar değil. Armağan Balzamin, 5 Eylül 2011
Üstelik her gün gelen bu zamlar karşısında işçi, emekli ve memur maaşlarında hiçbir artış yıllardır maalesef gözlenememekte. Güvencesiz olarak çalışan işçiler zaten alamadıkları yol paraları için şimdi ceplerinden daha fazlasını vermeye başladılar.
sektöründe yatırımı olan patronları zenginleştirmek için mi?
Peki, İETT’nin bütçesini aşan giderleri için yapılan bu zam, raylı sistemlerin çöplerden üretilen elektrik enerjisi için mi? Hizmete başladığından beri üç defa değiştirilen ve her gün arızalanan metrobüs tamirleri için mi? akaryakıta yapılan zamlar artık karşılanamaz boyutlara geldiği için mi? Yoksa hızla özelleşen şehir içi taşımacılık
Şehir içi seyahatin bile lüks haline geldiği şu günlerde işçi sınıfının nasıl ücretli köle haline geldiğini bir kez daha görüyoruz. Bizler yapılan zamların önce geri alınmasını, sonrasında da belediye olanaklarının patronlara yağma edilmesinin durdurulması ile ulaşımın tüm işçi ve işçi çocukları için uygun bir düzeye çekilmesini istiyoruz.
Kuşkusuz ki, İBB Başkanı Kadir Topbaş, bunun öncesinde büyük bir toplumsal muhalefet sonrası kaybettiği dava ile geri çekmek zorunda kaldığı zamların da rövanşını, daha köklü değişikliklerle alıyor.
14 »
ULUSLARARASI
ULUSLARARASI
Kaddafi Trablus’u kaybetti; sıra Esad, Salih ve diğerlerinde! Uluslararası Birlik Komitesi, 5 Eylül 2011 emperyalizmle ilişkilerini
onarmaya başlayan ve 2000’li yıllardan itibaren emperyalizmin sadık bir müttefiki haline gelen Kaddafi’nin yanında yer almak oldu. Bu nedenle, Kaddafi’nin devrimi hırpalaması ve direnişçiler arasında emperyalizme sadık, burjuva bir önderliğin oluşması için, uzun bir süre suskunluklarını korudular. Ama Devrimin Mağrip ve Ortadoğu coğrafyasında giderek yaygınlaşması ve Kaddafi’nin ülkedeki çıkarlarını koruma kapasitesini artık yitirdiğini anladıkları anda ise, sürece doğrudan müdahale ettiler. Bu bağlamda, 17 Şubat’ta Kaddafi’nin başlattığı katliamlarla 18 Mart’ta başlayan NATO saldırıLibya’da halk isyanı, Tunus ve ları, karşıdevrim madalyonunun iki Mısır devrimlerinin ardından Şubat yüzünü oluşturdu. ayında başladı. İlk etapta, Tunus ve Kaddafi’nin yıkılmasının ardınMısır’daki gibi kitlesel ve barışçıl dan, Libya Devrimi’nin kaderini gösteriler düzenleyen Libya halkına tayin edecek olanlar silahlı milislerkarşı, Kaddafi’nin kitlesel kıyımlara dir. Libya’da Kaddafi’nin ardından başlaması ve iç savaş yöntemlerini gerçekte iktidarı ellerinde bulunhayata geçirmesiyle, barışçıl gösteduran, Ulusal Geçiş Konseyi değil, riler bir anda silahlı ayaklanmaya silahlı milislerin komiteleridir. dönüştü. Emperyalizmin ilk etapLibya’da devrimin ilerlemesi veya taki tutumu, 90’lı yıllardan itibaren Libya’da 42 yıl süren Kaddafi diktatörlüğü, 6 aylık bir iç savaşın ardından tarihe gömüldü. Öncelikle, bu kanlı rejimin silahlanan Libya halkı tarafından yıkılışı, Libya halkı ve Arap devrimci süreci adına bir zaferdir ve Arap devrimci süreci adına ileri doğru atılmış bir adım anlamına gelmektedir. Ne var ki, NATO güçlerinin gelişmelere müdahalesi ve Ulusal Geçiş Konseyi üzerindeki kontrolü, isyan hareketinin eski rejimin topyekûn imha etmesi ve devrimi nihai zafere ulaştırması adına aşması gereken temel bir engele dönüşmüş durumdadır.
gerilemesi, bu komitelerin alacağı politik tutumlara bağlıdır. Ulusal Geçiş Konseyi (UGK) ise, emperyalizme sadık, burjuva sektörlerin oluşturduğu bir aygıttır. UGK’nin hedefi, devrimci sürece son verebilmek amacıyla, bir senelik bir süreç içinde yeni bir anayasanın kabulü ve seçimlerin ardından devrimi gerçekleştiren silahlı milislerin komitelerinin dağıtılması ve milislerin silahsızlandırılması olacaktır. UGK, Libya’da yeni burjuva düzene “düzenli geçiş i” ancak bu şekilde gerçekleştirebilir. Bu nedenle biz sosyalist devrimciler açısından Libya’da silahlı milislerin ve Halk komitelerinin savunusu, Bu organizmalara karşı sorumlu olacak bir hükümetin kuruluşu, derhal bağımsız ve egemen bir Kurucu Meclis’in oluşturulması, emperyalist müdahalenin son bulması Libya Devrimi’nin ilerlemesi açısından en acil talepleridir. Uyguladığı iç savaş yöntemleriyle diğer diktatörlere de örnek teşkil eden ve Arap Devrimi’nin önüne ateşten bir duvar örmeye
çalışan Kaddafi’nin yıkılması, Arap Devrimi’nin önündeki önemli bir engelin kalkmasına neden olmuştur. Esad’ın, Salih’in ve diğer diktatörlerin Kaddafi’nin çöküşünü endişeyle izlediği bilinmektedir. Son aylarda Arap Devrimi’nin kilit bölgesi haline gelen Suriye’de ise Beşar Esad, Kaddafi’den ilham alarak, devrim karşısında kitlesel kıyım ve iç savaş metotlarını hayata geçirmektedir. Suriye’deki devrimci süreç, inişler ve çıkışlarla birlikte beşinci ayını geride bırakmış durumda. İlk etapta rejimden demokratik reformlar talep eden ve Esad’ı doğrudan hedef almayan kitleler, barışçıl gösterilerin üzerine ateş açılmasıyla tutumunu değiştirdi ve temel talep Esad’ın gitmesi ve Esad rejiminin yıkılmasına dönüştü. Esad diktatörlüğü seferber olan kitleler üzerinde ağır bir devlet terörü uygularken, bir yandan da rejimde demokratik reformlar yapıldığı ve yapılacağı yanılsaması yaratmaya çalışmakta. Olağanüstü Hal Yasası’nı kaldırması, ülkenin
ULUSLARARASI
» 15
Somali’de insanlık müsameresi ULUSLARARASI
Canan Yılmaz, 31 Ağustos 2011 olduğunu söylemek de safdillik olacaktır. Açlığı kampanyaya Gazeteler, televizyonlar bir çevirip pazarlayanlar, Somali’nin süredir yüzünü Somali’deki açlığa kanlı yakın tarihinden hiç bahdönmüş, milyon dolarlık ‘yarsetmiyor. Somali, 19. yy’dan beri dım harekâtı’ örgütlüyorlar. Bir zengin yeraltı yandan Ramazan ayında daha kaynaklarıyla, kötüleri gösterip halimize şükelmas havzaretmeye çağırırken; diğer yandan larıyla Avrupa ‘hangimiz daha yardımseveriz’ burjuvazisi tespiti için, kimin kaç para vertarafından södiğini ekranlarda altyazı olarak mürü ve talan veriyorlar. Bizlerse, Kara Afrika’da bölgesi haline yıllardır süren kıtlığın yeni fark getirilmişken, edilmesine şaşırarak, bu sınır ötesi tarihi işgaller, zekât operasyonunun zamanlama- darbe ve iç sını sorguluyoruz. savaşlarla dolu Kuraklık sürpriz mi? bu açlar ülkesinin bugün Somali’de son üç ay içinde beş geldiği durum yaşın altında 29 milyon çocuk emperyalistöldü. Ne oldu da bu topraklar, leri şaşırtıüstündeki insanları artık doyurayor olamaz. mıyor? Önümüzdeki üç ay daha Çok değil, yağış beklenmediğini söyleyen Birleşmiş Milletler, şimdiye kadar 1980’lerde on binlerce kişinin öldüğünü tah- IMF’nin bölgede uyguladığı kalkınma min ederken, bu kuraklığı öncepolitikaları sebebiyle tarımın zora den bilmediğini söyleyemez. girdiğini ve bölgenin artık kendiKuraklığın sürpriz olmaması ne yetemediğini görmek çok zor bir yana, bunun doğal bir felaket değil. Savaş, göç ve insan ticare-
tinden kurtulabilmiş (!) insanlar şimdi açlıkla savaşıyor.
yaklaşık yüzde 10’unu oluşturan Kürtlere vatandaşlık hakkını (nihayet!) tanıması, çok partili yaşam ve basın özgürlüğüne dair yasaların çıkartılması, bu çerçevede gerçekleştirilen uygulamalardı. İronik olansa, ilan edilen her “reform”un ardından, sokaklarda gerçekleştirilen katliamların daha da artmasıydı.
özellikle Kürt meselesi bağlamında kendisini yakındıran ilgilendiren Suriye Devrimi’ne yönelik olarak Türkiye hükümeti, bir yandan Esad’a “son uyarıları”nı yaparken, diğer yandan, emperyalizme sadık, burjuva bir muhalefetin inşasıyla meşgul olmakta.
Suriye’de devrim sürecinin başlamasının ardından, üç binden fazla insanın katledildiği ve binlerce insanın kaybolduğu veya gözaltında olduğu tahmin ediliyor. Gerçekleştirilen katliamlarsa, kitlelerin kararlığını artırması ve korku eşiğini yitirmelerinden başka sonuç vermiş değil. Öte yandan emperyalizmin Suriye’deki tutumu, Arap Devrimi sürecinde aldığı pozisyonlarla tutarlı bir biçimde, öncelikle devrim karşısında Esad’ın yanında yer almak oldu. Emperyalizm, İsrail ve Türkiye gibi bölgenin “güçlü” ülkelerini de yanına alarak, demokratik bir devrim tehlikesi karşısında, yaşadıkları göreli çatışmalara karşın, ülkesinde neoliberal süreci kararlılıkla sürdüren ve emperya-
lizmle ilişkilerini onarmaya çalışan Esad’ı tercih etmekteydiler. Fakat, Esad’ın süreci yürütme kapasitesini yitirdiğine ikna olduktan sonra ve ülke kamuoyları karşısında, Libya müdahalesindeki söylemleriyle tamamen tutarsızlığa düşmemek amacıyla, Esad’a çekilme çağrısı yapmaya ve Suriye üzerindeki ekonomik ve siyasi yaptırımları artırmaya başladılar. Bu süreçte ekonomik problemlerle boğuşan ve yeni bir cephe açmaya gönülsüz durumdaki ABD, Suriye’deki “düzenli geçiş”in koordinasyonunda Türkiye’ye önemli görev yükledi. Devrim sürecinin öncesinde Erdoğan’ın “kardeşim” diye hitap ettiği ve AKP hükümetinin yakın müttefiki Esad’a hükümet, bir yandan “demokratik reform”ların yararları konusunda vaaz verirken, bir yandan Suriyeli muhaliflere ev sahipliği yaparak, Suriyeli mültecilere kapılarını ardına kadar açarak, Esad rejimini sıkıştırmaya çalıştı. Gelinen noktada ise, Suriye’deki ekonomik yatırımlarının geleceğinden endişelenen ve
Piyasaları hareketlendiren Ramazan bereketi! Türkiye bu ‘açlık nimeti’nden fazlasıyla yararlanmış durumda. Hem oruçla terbiye olmayan insanlarına Somali’yi gösterip şükrettiriyor, hem de topladığı ‘yardım sermayesi’ ile iç pazarından aldığı gıda malzemeleri sayesinde Türk burjuvazisinin de yüzünü güldürüyor. Üstelik,“Afrika ülkelerindeki ana sorun iş gücünün eğitilmiş olmamasıdır. Türkiye’nin Afrika’nın iş gücü eğitiminde
Emperyalizmin mevcut kriz durumu ve Arap ve Filistin halkları arasında doğuracağı tepkiler göz önünde bulundurulduğunda, her ne kadar Suriye’ye yönelik bir askeri müdahale ihtimali zayıf görünse de, Libya’daki süreci kendi hanesine olumlu bir bilanço olarak yansıtmaya çalışan emperyalistlerin Suriye’ye yönelik olası bir askeri müdahalesine, UBK olarak tümüyle karşısındayız ve tüm işçi ve halk örgütlerini emperyalizmin Suriye’ye yönelik herhangi bir müdahalesine karşı ve Suriye halkını Esad’ın Bonapartist diktatörlüğüne karşı mücadelesinde desteklemeye çağırıyoruz. Suriye’nin geleceğini yalnızca Suriye halkının kendisi tayin edebilir. Suriye Devrimi’nin mevcut du-
etkin bir role sahip olabileceğini düşünüyoruz. Somali, Etiyopya gibi ülkelerin zengin maden kaynakları var. Bunları iyi şekilde değerlendirmeleri için bilgiye ihtiyaçları var. Bizim de iş gücüne ihtiyacımız var.” diyerek Somali’den ‘misafir işçi’ getirmeyi öneren Maden İhracatçıları Birliği Başkanı’mız da var! Libya’da işçilerin yüzde 80’ini sigortasız çalıştıran patronlarımız ölümü gören Somalilileri sıtmaya razı ettirebileceğini düşünüyor olmalı... Türk burjuvazisi, Libya’da kaybettiği yatırım alanlarını amorti etmeye çalışırken, yeni bir pazar adına Somali’de bir insanlık müsameresi düzenliyor. Açık olan, bölgede emperyalizmin yapacağı hiçbir yardımın karşılıksız olmadığı ve tam da bu yüzden Somalilere hiçbir kurtuluş vaat etmediği... Oysa gerçek kurtuluşu Somalilere, Kuzey Afrika’da başlayan mücadeleler vaat ediyor. Bu kurtuluş, tüm dünyadaki açlık, savaşa karşı kendi kaderini ellerine alan halkların mücadelesinde yatıyor. rumunda görünen en büyük zaaf, işçilerin ve emekçilerin sokak seferberliklerine aktif olarak katılmasına rağmen, rejime karşı örgütlü bir sınıf muhalefeti geliştirmekten henüz uzak olmaları. Tunus ve Mısır’da diktatörlüklerin yıkılışında kitlesel seferberliklerin yanı sıra, belirleyici etmenin işçi sınıfının yaygın politik grevlere girişmesi olduğunu, diktatörlerin ancak bu genel grevlerin ardından yıkıldığının altını çizmek isteriz. Öte yandan, Arap Devrimi sürecinin bütünü için söylenebilecek devrimci önderlik eksikliği, bütün bir sürece damgasını vurmaktadır. Demokratik devrim taleplerinin mantıki sonuçlarına ulaştırılması, taleplerin “demokratik aşamada” sınırlı kalmayarak, ekonomik ve sosyal önlemlerle bir sürekli devrim sürecine dönüşmesi, kurulan özyönetim organlarının iktidar organları haline dönüştürülmesi, ancak kitlesel devrimci işçi partileriyle gerçekleştirilebilir. Bütün enternasyonalistlerin ve devrimcilerin acil görevi, Arap devrimlerinde böylesi partilerinin inşasına yardımcı olmaktır.
12 Eylül’e karşı mücadelemiz bitmedi “ Darbeyle hesaplaşmak, ceberut devletin anti-demokratik yapısıyla gerçek anlamda yüzleşmeyi ve onu çöpe yollamayı gerektirir. ”
men olmak durumunda kalmış, 23 bin 700 dernek kapatılmış, işkencelerde 171 kişi öldürülmüştür. 517 kişiye idam cezası verilip, 50’si infaz edilmiştir. 1980 yılında 5 milyon 721 bin olan sendikalı sayısı, 1985’te 1 12 Eylül askeri darbesi, kuşku- milyon 711 bine; işçi ücretleriysuz, bu toplumun emekçi kitle- se 1979’da günlük 8,4 dolarken leri nezdinde politik, ekonomik 1985’te 4 dolara düşmüştür. ve toplumsal bir kırılmadır. Dar- Yani 12 Eylül ideolojisinin beyi, yalnızca faşizan bir askeri varlığını sürdürdüğünü, bugüyönetimin toplumsal muhalefeti nün ucuz, örgütsüz, güvencesiz fiziksel olarak imha etmesini çalışma düzenine bakarak anladeğil; neoliberal ekonomik yapı- yabiliriz. lanmanın temellerinin atıldığı, 12 Eylül referandumu: Takviişçi sınıfı örgütlülüğünün tasfiye ye mi, tasfiye mi? edildiği, bir kuşağın zihinsel Geçen yıl yapılan Referankodlarına biat ve korku tohumunun ekildiği politik bir karşı devrimci eylem olarak kavramak gerekir. Elbette ki bütün bunlar, Troçki’nin deyimiyle, “Ulusun hakemi rolündeki kılıçtan bir hükümet” vasıtasıyla, önce 12 Eylül Anayasası ile ceberut rejimin MGK, YÖK gibi baskı aygıtlarıyla sağlaşmasını sağlayarak, ardından 24 Ocak kararları ile emperyalizmle bağların güçlendirilerek neoliberal programın hayata geçirilmesi ile mümkün olmuştur. İşçi sınıfı örgütlerinin parçalanması, sendikaların kapatılması, örgütlenmenin yasaklanması ile sermaye düzeninin sömürü çarklarının daha güçlü çalışması sağlanmıştır. 12 Eylül darbesi, bu arka plan görülmeden anlaşılamaz. Darbenin ardından 650 bin kişi gözaltına alınmış, 1 milyon 683 bin kişi fişlenmiştir. 14 bin kişi vatandaşlıktan çıkarılmış, 110 bin kişi zorunlu siyasi göç-
ratik dönüşüme uğrayacağını; Paket’in geçmesi durumunda da, işçi ve emekçilerin, muhalif kesimlerin rejimin etkisi altına alarak, onları demokratik hak ve özgürlükler için seferber etmek, rejimin demokratik dönüşümünü gerçekleştirmek önünde engel olacağını belirtmiştik.
Yine seçim öncesi Hopa olaylarında bir emekçinin ölümüne sebep olanlar, çok sayıda sosyalisti gözaltına aldı, darp etti. Basın üzerindeki baskılar devam etti. Ahmet Şık, Nedim Şener ve birçok gazeteci tutuklandı. Ayrıca işçi sınıfı örgütlerin yetkisizleştirildiği, kıdem tazminatının Nitekim, “Vesayeti kaldırdık” kaldırılmasının konuşulduğu diyen AKP’nin anayasa makya- bir ortamda sınıf cephesinde de olumlu bir gelişme yaşandığını jı, referandumdan kısa bir süre söyleyemeyeceğiz. Benzer şekilde sonra akmaya başladı. “Evet” kadın erkek eşitliğinde önemli diyerek, asker-polis rejimimin bir ilerleme olarak kayda geçen tasfiye edildiğini ya da iyimser söz konusu referandum maddebir deyişle 12 Eylül ruhunda gedikler açıldığını iddia edenlere si; kadınlar açısından hayırlı bir şu son bir yıla dikkatlice bakma- gelişme sağlayamadı. Aksine her gün onlarca kadının öldürülmelarını tavsiye ediyoruz. sini, hükümetin somut bir adım atmadığını görerek, kaygı ve öfkeyle izliyoruz. Gerçek bir tasfiye için!
dumla 12 Eylül gününü “iade-i itibar” günü ilan eden Başbakan, darbeyle hesaplaşma adına kitleleri “evet” demeye çağırmıştı. Bizse, İşçi Cephesi gazetesinde; “Reforme edilmiş yeni anayasa girişimleri esas olarak 12 Eylül ruhunun ve Bonapartizmin cilalanarak yeniden meşrulaştırılmasından başka bir anlam taşımayacaktır” diyerek, bu makyaja “hayır!” demiştik. Baskı ve şiddet rejiminin ancak kitlelerin seferberliğiyle demok-
Geçen bir yılda, Kürt halkının mücadelesi güçlü bir biçimde tasfiye edilmeye devam ederken, siyasi-demokratik hakların gaspı seçimlerde YSK’nin Blok adaylarını iptalinde gerçek anlamına ulaştı. KCK davasından binlerce Kürt muhalif gözaltına alındı. Seçimlerden önce gözaltına alınanların sayısı 3 bini aştı. Bugünse, hükümet İran ile işbirliği yaparak operasyonları sürdürüyor.
Tekrara kaçmak pahasına, 12 Eylül darbesi; Anayasası ve kurumlarıyla, yarattığı baskı ideolojisyle, bizatihi asker-polis rejiminin özünde varlığını koruyor. Darbeyle hesaplaşmak, ceberut devletin anti-demokratik yapısıyla gerçek anlamda yüzleşmeyi ve onu çöpe yollamayı gerektirir. Bu ise tarihten bugüne, Arap devrimlerinde şahit olduğumuz üzere, muktedirlerin ‘bahşedeceği’ bir yolla mümkün değildir. Demokrasi, her durum ve şartta temsil ettiği sınıfın çıkarları ile anlamına kavuşur. 12 Eylül’ün ezdiği kitlelerin çıkarları, baskı ve şiddetten devrimci kopuşu hedefleyenlerin inşa edeceği demokraside ifadesini bulur.
Dicle Nadin, 4 Eylül 2011
www.iscicephesi.net