Bir kez daha ittifaklar, cepheler ve devrimci partinin inşası üzerine
»
Türkiye İsrail’e ne kadar karşı? Ortadoğu ve Kuzey Afrika’da on yıllardan beri sağlam kayalara benzetilen taşların yerinden oynaması, bölgedeki rejimler haritasının yeniden çizilmesini gündeme getirdi. Emperyalizmin masasında açık duran Arap dünyası dosyasında henüz karşılığı aranmakta olan başlıca soru, bölgedeki devrimci dalganın nasıl denetim altına alınabileceği. Bin Ali, Mübarek, Kaddafi ve yarın muhtemelen Esad’ın olmadığı bir dünyada bölge halklarının İntifada’sı küresel kapitalizmin kanallarına nasıl akıtılabilecek? Devrimci proletaryanın Arap halklara henüz örgütlü bir önderlik sunamadığı bir dönemde ve “koyunun bulunmadığı yerde keçiye Abdurrahman Çelebi denir” misali, Türkiye, daha doğrusu Batı dünyasında “ılımlı İslam” diye betimlenen AKP hükümeti, dünya “kamuoyu oluşturucularının” yıldızı haline gelmeye başladı.
sini geri yollamasını, Siyonist devletle olan askeri-ekonomik ilişkilerini dondurmasını ve Akdeniz’de Türk savaş gemilerinin seyrüseferine ilişkin askeri çatışma ihtimali çağrıştıran bir karar almasını, emperyalizmin yörüngesinden çıkmış ulusalcı-popülist bir hükümetin “sorumsuzluğuna” ya da İslami faşizan bir partinin fanatik liderinin kaprislerine bağlamak yanlış olur. AKP hükümetinin İsrail’e yönelik bu sert adımı Türkiye’nin emperyalizmin Arap ülkelerindeki önderlik boşluğunu doldurmaya yönelik politikasının bir parçası ve bu çerçevede anlam kazanmakta. Filistin halkının mücadelesini emperyalizmin istekleri doğrultusunda frenleyen Mübarek diktatörlüğünün ya da Hizbullah ve Hamas gibi silahlı kitle örgütlerinin Siyonizm karşısındaki mücadelelerinin kırmızı burjuva sınırlarını belirleyen Esad rejiminin olmadığı bir ortamda, Arap halklarının Siyonist devTürkiye’de tek parti diktatörlüğü let karşısında duydukları öfkeyi ancak döneminde İsmet İnönü’nün “eğer bir “büyük devlet” manipüle edebilir. bu memlekette komünizm gerekliyse, Bu açıdan, Arap devrimleri Türkiye onu da biz kurarız” diye dile getirdiği burjuvazisine bölgedeki egemenlik Bonapartist iddia, düne kadar iktidarda emellerini hayata geçirebilmesi açısınolan Arap diktatörlüklerinin de temel dan tarihi bir fırsat yaratmış durumda. karakteriydi. Emperyalist kompradorlardan yeni yetme ulusal burjuvalara Ama Cezayir’in bağımsızlığını uzun kadar yayılan geniş bir egemenler süre tanımayan, Siyonist İsrail’in kesimi, asker-polis diktatörlükleri reji- dostu, Esad’a ve Kaddafi’ye “kardeş” minin içine sığdırılmaya çalışılıyordu ve statüsü tanıyan, üstelik işgalci Osmanlı zaman zaman şikâyetlerine karşın em- saltanatının uzantısı görünümündeki peryalizm durumdan memnundu. Ama Türkiye’nin “sıfır sorun” gibisinden bu denklem şimdi bozuldu ve bugün kitlelerin anlamadığı diplomasi kusadece proleter ve emekçi kesimler de- ramlarının ötesinde bir şeyler yapması ğil, son ana kadar kanlı diktatörlüklerin gerekiyordu ve işte bunun için Filistin ardında duran emperyalizm de bölgede Ulusal Yönetiminin Eylül ayı içinde ciddi bir önderlik sıkıntısı çekmeye Birleşmiş Milletler’e taşıyacağı ulusal başladı. Şimdi ona bir politik referans devlet olarak tanınma talebi iyi bir gerekli ve onun bu ihtiyacı ile Türk fırsat yaratmış durumda. BM Geburjuvazisinin bölgede ekonomik ve nel Konsey’inde 140 kadar devletin politik açılardan güçlenme emelleriyle onaylayacağı, ama ABD’nin mutlaka üst üste düşüyor. Ve de tabii Tayyip veto edeceği ve Avrupa Birliği devletleErdoğan’ın “uluslararası önder” olma rinin farklı tutumlar alacağı (Almanya, hevesi konjonktür ile çakışıyor. Hollanda, İtalya karşı, İspanya Portekiz olumlu oy kullanacaklar) Türk hükümetinin İsrail büyükelçibu karar önerisi kuşkusuz
Arap dünyasında yeni seferberliklerin doğmasına neden olacak. Türk hükümetinin İsrail karşısında sertleşen tutumu, kitlelerin mücadele isteklerinin diplomasinin emperyalizm için tehlikesiz kanallarına akıtılması hazırlığının ötesinde fazlaca anlam taşımıyor. Obama, Merkel ya da Sarkozy’nin AKP hükümetinin Siyonist devlet karşısındaki kabadayılığına pek ses çıkarmamaları, NATO’nun sessiz kalması, Batı basınının “iki tarafa itidal” çağrılarının ötesine geçmemesi başka nasıl açıklanabilir? Eğer Filistin sorununa ilişkin yeni bir Camp David ya da Oslo antlaşması olacaksa, Mübarek’ten boşalan koltuğa oturtulacak yeni bir “lider” gerekiyor. Filistin’in ulusal devlet olarak tanınma kararının Genel Konsey’de çoğunluk oyu almasına karşın veto edilecek olması Filistin ve Arap devrimlerine yeni bir enerji taşıyacaktır. Kendi Kürt halkına en temel ulusal ve demokratik hakları tanımamak için Bonapartist diktatörlüklerin kirli baskı mekanizmalarına başvuran bir hükümetin Arap halklarına sunacağı önderlik, burjuva şarlatanlığın ötesinde, canice bir emperyalist manevradır. Bu gerçeği Türkiyeli devrimci Marksistler olarak kitlelere sabırla anlatmalıyız. Türkiye rejimi asla Siyonist devletin yıkılmasını, bölge halklarının birlikte kardeşçe yaşayabileceği bağımsız, demokratik ve laik bir Filistin devletinin kurulmasını asla savunmayacak, bu uğurda mücadele eden kitleleri emperyalizme ve Siyonizm’e bağımlılığın yörüngesinde tutamaya çalışacaktır. Evet, Arap devrimlerinin yeni bir önderliğe ihtiyacı var, ama bu devrimleri ilerletecek olan AKP benzeri karşıdevrimci partiler değil, devrimci, sosyalist ve enternasyonalist mücadelelerdir. Arap devrimleriyle enternasyonalist dayanışma, bu mücadelelerin partileşmesine ilişkin dayanışmayı da içermektedir.
İşçi Cephesi, 10 Eylül 2011
»4 Mihri Belli ve yiğidin kalesine sığınmak
»6 Yüzyılın dolandırıcılığı
» 10 Biten mi vardı ki, başlayan olsun!
» 15 Kaddafi’den sonra sıra kimde?
Foto: Meridith Kohut, Plight of the Warao
Aylık Siyasi İşçi Gazetesi • Sayı: 32 • Eylül 2011 • Fiyatı: 2 TL
Sosyalist çevrelerin, güncel politikayı etkileyecek gücünün olmayışı “güçlü bir parti kurmanın yeni yolları nelerdir?” sorusunu sorduruyor... 8