Yoksulluk sınırı 3.000 liraya dayandı! Türk-İş’in 24 yıldan bu yana her ay açıkladığı açlık ve yoksulluk sınırının Ekim ayı verilerine göre, dört kişilik bir ailenin açlık sınırı 913, yoksul-
luk sınırı 2975 Lira’ya yükseldi. Son zamların karşısında mutfak enflasyonu yıllık yüzde 6,7 artarken son üç aydaki gıda ürünlerinin fiyat artışı yüzde
4,16’yı buldu.Türkiye’de kriz bahanesiyle maaş zamlarının bir bir atlandığını görecek olursak, patronlar kriz koşullarını kalıcılaştırıp zenginleşmenin
yolunu bulmuş görünüyorlar. Bu verilere göre Türkiye nüfusunun ezici çoğunluğu olarak yoksulluk sınırının altına itiliyoruz. Buna karşılık dünyanın en
zenginleri listesine Türkiye’den on yeni isim eklenerek 38 dolar milyarderi girebiliyor! İşte dolar milyarderlerinin sayısındaki artışın tablosu:
Aylık Siyasi İşçi Gazetesi • Sayı: 34 • Kasım 2011 • Fiyatı: 2 TL
Kırda ve kentte enkaz 19 Ekim 2011 tarihinde Hakkari bölgesinde çıkan şiddetli çatışmalarda 24 askerin ve 7 gerillanın acı bir biçimde yaşamını yitirmesi, Türkiye siyasetinde yeni bir sarsıntı dalgasına yol açtı. Yitirilen yaşamlar bir yandan barışın aciliyetini ve zorunluluğunu anlatırken, bir yandan da kimi siyasetçiler için tam da anayasa tartışmaları öncesinde katliam naralarının atılabilmesini sağladı. AKP ise her ne kadar PKK’yi tamamen yok edecek bir operasyonun mümkün olmadığını bilse de, PKK’yi uluslararası anlamda yalıtmaya ve Irak yönetiminin de desteğini PKK üzerinden çekmesini sağlamaya yönelik çabalara girişti. Buna paralel olarak AKP, soruna nihai çözümü yakıştıracağı yeni anayasa sürecine tüm Kürtleri ikna edebilmek için bir gözdağı verme kararı aldı. Nihayetinde Türk Silahlı Kuvvetleri’nce saldırıların hemen ardından başlatılan ve 10.000 askeri kapsayan sınır ötesi operasyon bu politik hatla yakından ilişkiliydi.
AKP bu gözdağı ile yeni anayasa tartışmalarında güç toplamaya, rakibini yalıtarak daha azına razı etmeye çalıştı. Ancak bu sırada ipini koparmış kimi katliam severler için aranan kan, operasyonla olmasa da Van’dan gelen acı deprem haberi ile bulundu. Bir operasyon kaç Van eder? Geçtiğimiz ayın ikinci acı haberi olan Van depreminden altı gün sonra pek çok köye temel insani yardım ekipmanının ulaştırılamadığı Van valisi tarafından dahi kabul edilmiş durumda. Van’daki ölü ve yaralı sayısının yanı sıra, zarar gören ev sayısını tespit etmek bile şimdilik mümkün değil. Öte yandan, on bine yakın askerin katıldığı ve mali bilançosu henüz belli olmayan kara ve hava operasyonunun da “terörü” bitirmediği ortada. Peki bu sonuçsuz kalmaya mahkum sınır ötesi operasyona harcanan para ile kaç tane “Van” depreme dayanıklı hale getirilebilirdi? Van tüm Türkiye’nin kaderidir
Van’da yaşanan deprem, yalnızca Van’daki Kürtlerin değil, tüm Türkiye’nin kaderini göstermektedir. 1999 depreminin ardından Ecevit’in başlattığı ve sonradan kalıcı hale getirilen deprem vergilerinin faizleriyle toplam 90 milyon liraya bedel olduğu açıklandı. Bugüne değin bu paranın tek kuruşunun altyapı güçlendirmeleri için harcanmadığı bilinmekteydi. Şimdi de Maliye Bakanı Mehmet Şimşek toplanan vergilerin depreme karşı önleme değil de; sağlık, eğitim ve duble yollara yatırılarak patronlara yapılmış yatırımlara dönüştüğünü itiraf etti! Yani bu sayede, çalışanlardan alınan deprem vergileri, hiçbir koşulda depremden korunmaya değil, doğrudan doğruya uluslararası şirketlerin ve yerli şirketlerin hızla büyümesi ve de eğitim ve sağlık hizmetlerinin derhal paralı ve pahalı hale getirilmesi için harcanmıştı! Demek, Van’daki ölümlerin ve kayıpların önlenebilmesi işten bile değildi. Oysa ki bu amaçla toplanmış paralar doğrudan doğruya patronların hizmetine sunulmuştu.
Dahası tüm Türkiye’de durum Van’dakine benzer bir halde. Bugün herhangi bir şehrin yaşayacağı deprem kaçınılmaz bir biçimde aynı korkunç manzara ile karşılaşmamıza sebep olacaktır.
dırmak için bu dönüşümleri topyekün içeren bir anayasa hazırlığına girişmiş bulunuyorlar. Ve bu anayasaya dair BDP’yi daha hızlı ikna etmek için bir yandan operasyonlar ile gözdağı verilip Türkiye patronlarının tek Kürt siyasetini sıkıştırılmaya büyüme reçetesi olan ulusla- çalışılıyor. Öte yandan, işçi rarası sermayeye bağımlı ge- ve özgürlük düşmanı anayalişim, yalnızca barış umutla- saya dair uzlaşma tartışmalarını söndürmekle kalmıyor, rı yaparak, Kürt sorununun her depremde bir kez daha çözümünü de rejimin tekelibizleri enkaz altında bırak- ne bırakmayı hedefliyorlar. mayı sürdürüyor. AKP hükümeti tarafından masaya sunulan anayasa, Operasyon ve anayasa neo-liberal bir anayasadır barış getirir mi? ve patronların bu anayasası Van depremi sonucu açığa barış umutlarımızı gömüp; çıkan manzara, on yıllardır eğitim ve sağlığın tamamen sürdürülen ve bizim neoözelleşmesi, işsizlik fonu, liberal yıkım politikaları deprem vergisi, kıdem tazolarak adlandırdığımız, minatı gibi fonların patronpatronları zenginleştirmek lara açılması gibi saldırıların için kamu kuruluşlarını daha bütünlüklü bir zemine özelleştirip, işçi maaşlarını oturmasını hedeflemektedir. baskılayan sömürü saldırıYoksul Kürt halkı ve işçi larının bir sonucudur. Bu neo-liberal saldırılar bugüne sınıfının, operasyonlar ve değin bizleri sistematik bir Van depremine bakarak yeni anayasayı reddetmeleri ve yoksulluk sarmalına mahkum etti şimdi de canımızı bu çerçevede barış ve ekmeği beraberce savunmaları almakta tereddüt etmiyor. ihtimali tek gerçekçi çıkış Öte yandan AKP ve diğer yolunu göstermektedir. düzen partileri birleşerek, neo-liberal saldırıları hızlanİşçi Cephesi
»2
2
İLAN TAHTASI
İcetto aramızdaydı!
IC Haber, 30 Ekim
Geçtiğimiz haziran ayında İşçi Cephesi’nin pikniğinde, “Biz öyle sandık” oyunuyla ağırladığımız İcetto tiyatro topluluğu “Ezilenlerin Tiyatrosu” çalışma teknikleriyle ilk atölye çalışmasını gerçekleştirdi. Yapılan sunumda tiyatronun her dönemde politik bir etkinlik olduğu, Antik Yunan baskıcı tragedyalarından başlayarak Ezilenlerin Tiyatrosu kuramıyla açıklandı. Tiyatronun yalnızca salonlarda profesyonal oyuncular tarafından yapılan bir eğlence olmaması gerektiği, her yerde oyuncu olmayanların da yapabileceği bir faaliyet olması üzerine tartışıldı.
Konuşmaların arkasından Ezilenlerin Tiyatrosu çalışma teknikleriyle, İmge Tiyatrosu, Maskeler ve Ritüeller gibi tür-
ler atölyedeki işçiler, öğrenciler ve oyuncu olmayan pek çok kimseyle denendi. Atölye çalışmasıyla; tiyatronun politikayla
ayrılamayacağını ve ezilenlerin edecek. politik birer özne olma sürecinde Ezilenlerin Tiyatrosu nedir? tiyatronun çok devrimci bir rolü Augusto Boal’ın geliştirdiği,ilk olabileceğine olan inanç pekişolarak 1956’da Brezilya’da ortaya çıkan bir tiyatro biçimidir. Ezilenlerin Tiyatrosu’nda amaçlanan; seyirciyi oyuna dahil etmek; sahnede olan biten karşısında seyircinin oyuncu haline gelerek özne olmasını sağlamaktır. Oyuncu, edilgen bir şekilde oyuncuları izleyip onlarla özdeşleşmek yerine, bizzat kendini oyunun içinde bulur; gidişatı değiştirme ve bir karar alma dinamiğinin içine girer. Böylece kişiler, kendi miş oldu. Oyuncu olan-olmayan hayatlarındaki ekonomik-politik baskı karşısında da tepkileriherkes bu topluluğun parçası olabilir, İcetto atölyeleri ve oyun- ni prova etme şansı elde etmiş olurlar. larıyla aramızda olmaya devam
“Adı, Kadın” sergisinin ardından... IC Haber, 28 Ekim
Geçtiğimiz ay Yasemin Aliköleoğlu’nun resimlerini Enternasyonal Yayıncılık’ta ağırlama fırsatı elde ettik. 15 Ekim’de gerçekleştirdiğimiz açılışta, ressamın dostları, resmin afişini gören Beyoğluların katılımları ve İşçi Cephesi’nden dostların ev sahiplikleriyle güzel bir paylaşım yaşadık. Resimleri çalıştığı için ilk fırsatta göremeyen yoldaşlar, ilerleyen günlerde giriş ücreti vs. dert etmeden sergiyi ziyaret edebildiler. Aliköleoğlu’yla tanışamayan ziyaretçiler, ressamın kişisel defterine resimlerle ilgili izlenimlerini yazarak ressama geri dönüşlerini ve teşekkürlerini iletebildiler. Ayrıca Aliköleoğlu, serginin afişinde de kullandığımız tabloyu yayınevine armağan etti. Bu şekilde, yayınevin-
de gerçekleştirdiğimiz ilk sergi, klasik ‘sanat etkinlikleri’ne inat, güzel olanı özgürce paylaşarak yoldaşça bir hava içinde gerçekleşmiş oldu. Aliköleoğlu’nu ağırlamış olmak bizler için çok anlamlıydı.
Ressam Yasemin Aliköleoğlu’na, sergiyi kurarken emeğini ve desteğini esirgemeyen tüm yoldaşlara teşekkür ediyoruz. Önümüzdeki etkinlikleri buradan duyurmaya devam edeceğiz.
Ne savunuyoruz? Neyi hedefliyoruz? İşçi Cephesi, Troçkist bir yayın organıdır. Türkiye’de devrimci bir işçi partisinin inşası için mücadele ediyoruz. Hedefimiz sosyalist devrim, kapitalizmin ilgası ve sosyalizmin inşasıdır. İşçi
sınıfının ve gençliğin mücadelesini destekliyor, işçi demokrasisinin yaygınlaşması için uğraş veriyoruz. Sermayenin baskı ve şiddet rejimine karşı mücadele ediyoruz ve halkların kendi kaderlerini
tayin hakkını destekliyoruz. Mücadelemiz uluslararası ölçeklidir ve kendimizi, işçi sınıfının dünya partisi olan IV. Enternasyonal’in yeniden inşasının bir parçası olarak görüyoruz.
EMEK GÜNCESİ
3
Kıdem tazminatlarını savunmak için toplantı çağrısı Sermaye iktidarının emeği hedef alan saldırıları her geçen gün artarak devam ediyor. İşçi-emekçilerin sefalet koşullarında yaşamalarına, iş cinayetleri ve meslek hastalıkları ile katledilmelerine göz yuman iktidar bütün bu insanlık dışı uygulamalara ulusal ve uluslararası sermayenin direktifleri ile yasal kılıflar oluştururken, medya eliyle de bilgi kirliliği yaratılmakta ve geleceksizlik-güvencesizlik tablosu derinleştirilmektedir. Eğitim, sağlık gibi birçok kamusal alanın tasfiyesi, torba yasa ile yasal güvenceye kavuşan köleleştirme uygulamaları ve derinleştirilen esnek çalışma modeli, işçi-emekçilerin adli mekanizmalara başvuru hakkının sınırlandırılması olarak özetlenebilecek sistematik saldırı sürecinin yeni halkası bugün kamuoyunda bilindiği haliyle “kıdem tazminatı hakkının gaspı” olacaktır. Kıdem tazminatı ile ilgili öngörülen bu düzenleme Özel istihdam bürolarının açılması, bölgesel asgari ücret uygulamalarına kadar daha birçok alt başlıkla emeği tamamen korumasız bırakmaya
yönelik köklü ve bütünlüklü bir stratejinin ürünüdür. Burjuva medya aracılığı ile gelişmelerden haberdar olan geniş kesimler, saldırının yaşamlarından ne götüreceğinden habersizdir. İşçi ve emekçiler, kurulacak
Yine bu saldırıya karşı örgütsüz ve dağınık karşı koyuşların sonuç üretmeyeceği de...
araçlarını tartışacağımız toplantıya, emekten yana bütün kurumları çağırıyoruz.
Biz aşağıda imzası olan kurumlar, işçi-emekçileri hedef alan köleleştirme saldırılarına karşı ortak bir mücadele zemini yaratmayı,
Ulusal istihdam strateji belgesi tüm emekçileri hedef alan bir savaşın ilanıdır! Emek mücadelesi veren bütün güçleri bu savaş ilanına karşı birlikte mücadeleye çağırıyoruz! Toplantı yeri: Eğitim-Sen İstanbul 6 nolu şube Sıraselviler Cad. Sim Apt. No: 18/1 daire:2 Taksim - Beyoğlu / İSTANBUL Toplantı tarihi: 2 Kasım 2011 – Çarşamba, 19.00
bir fonla tazminatlarına ulaşabilecekleri, iş yaşamındaki hak gasplarına karşı bir devlet güvencesi oluşturulacağı umudu beslemektedir. Saldırının kapsamı ve sermaye iktidarının yöntemleri ortadadır.
bugünün en temel ve öncelikli görevi, saldırıları püskürtebilmenin tek yolu olarak görüyoruz. Bu bağlamda 2 Kasım günü, Eğitim-Sen İstanbul 6 Nolu Şube’de gerçekleştireceğimiz ve ortak mücadelenin gündem ve
Basın-iş Sendikası İstanbul Şubesi, BDSP, Bilişim Çalışanları Dayanışma Ağı, ÇHD, Deri Kundura ve Tekstil İşçileri Derneği, Devrimci Proleterya, EHP, Esenyurt Deri Kundura ve Tekstil İşçileri Dernek Girişimi, HSGGP, Hukuk Bürosu Çalışanları Dayanışma Ağı, İstanbul Takip Elemanları Dernek Girişimi, İstanbul Tabip Odası, İşçilerin Sesi Gazetesi, Plaza Eylem Platformu, Sivil Havcılık İşçileri Gökkuşağı Hareketi, SODAP, TKP, Ürün Sosyalist Dergi
Petlas’ta bugün eylem vardı veriliyor ve verilen hedef (günde 400 lastik yapmak gibi bir hedef Türkiye’de F-16 uçaklarına var) tutturulamayınca da ücretlastik üreten tek firma olan ve siz fazla mesaiye bırakılıyoruz. burjuva yayınlarda “Kriz tanıma- Ayrıca zam için belirli bir zaman yan firma olarak anılan Petlas’ta işçiler 2003 senesinde grev kararı almışlardı. Ancak bu süreç karşısında, Bakanlar Kurulu acil toplamış ve grevin “milli güvenliği bozucu nitelikte” olduğu kararını vererek Petlas’ta grevi yasaklamıştı. İşçilerinin sendikalı olduğu ama sendikalı işçilerin grev hakkının olmadığı Petlas’ta bugün eylem vardı. IC Haber - Kırşehir, 27 Ekim
Çalışma şartları İş kazalarının eksik olmadığı fabrikada işçilere dayatılan şartları İşçi Cephesi okuru bir işçi şu şekilde özetliyor: “Fabrikada aralığı yok. Ne zaman, ne kadar zorunlu mesai uygulaması var. zam yapılacak bilmiyoruz! Buna İşçilere aşırı derecede sorumluluk
karşılık patron da işçiyi istediği zaman işten atabiliyor.” Talepler 2-3 yıldır taşeron altında çalışan işçiler, taşerondan kadroya geçmek istiyorlardı. Sendikanın düzenli toplantıları sırasında işçiler sorunlarını dile getirdi ve sendikada uyarı maiyetinde bir yürüyüş önerisinde bulundu. Öneriyi
işçilerin kabul etmesiyle beraber iş çıkışında 1000 kadar işçi şehir merkezine yürüyerek eylem yaptı. Yukarıda özetlenen çalışma şartlarına karşı işçiler, iş güvencesi ve iş güvenliği istiyorlar. Sonuç Kadrolu işçilerinde desteklediği eylemden korkan patron, sendikadan görüşme talebinin bulundu. Görüşme sonrasında sendikacılardan işçilere yapılan açıklama da önümüzdeki yıl ocak ayından sonra makina başında üretim yapan 300 kadar işçinin kadrolu olacağı aktarıldı. Fakat diğerlerinin ne olacağının belirsiz bırakılması işçiler arasında rahatsızlık yaratsa da sendikacılar mücadelenin takipçisi olacaklarını söyleyerek eylemi sonlandırdı.
4
POLİTİKA
Yusuf Barman, 29 Ekim
ETA artık “Silahsız Reformist”
ETA (Euskadi ta Askatasuna – Bask Ülkesi ve Özgürlük) Mart 2006’da onuncu “sürekli ateşkesini” ilan ettiğinde, Avrupa kıtasının bu belki de sonuncu silahlı örgütünün “silahlı reformizmden” silahsız olanına geçmeye hazırlandığını belirtmiştik (“Bask Ülkesinde Hangi Sonun Başlangıcı?”; bak.: http://bianet.org/ bianet/bianet/77135-baskulkesinde-hangi-sonunbaslangici). Bu bir kehanet değil, olguları ve olayları izleyen her aklı başında devrimci Marksistin görebileceği bir gelişmeydi. Nitekim örgüt bu yıl 20 Ekim’de yayımladığı bir deklarasyonla “silahlı faaliyetine nihai olarak son verdiğini” duyurdu. ETA’nın bu noktaya nasıl geldiğini yukarıda andığımız makalede anlattığımızdan burada tekrar ele almayacağız. Sadece Mart 2006 ateşkesi sonrasında ETA ile hükümet arasında gerçekleştirilen görüşmelerin ETA açısından bir sonuç vermediğini; çatışmasızlık halinin 30 Aralık’ta örgütün Barajas (Madrid) havalimanı otoparkına bomba koymasıyla (iki göçmen işçinin ölümüyle sonuçlanmıştı) bozulduğunu ve bunu Sosyalist hükümetin başlattığı şiddetli bir baskı, takip ve tutuklama kampanyasının izlediğini belirtmekle yetinelim. Aradan geçen beş yıl içinde ETA ardı ardına darbeler aldı ve her seferinde yenilediği önderliğini İspanyol ve Fransız hükümetlerine kaptırmaktan kurtulamadı. Kuşkusuz ETA’nın aldığı fiziki darbeler örgütün zayıflamasında etkili oldu. Hatta hükümet ve tüm diğer resmi yetkililer (burjuva muhalefet dâhil) örgütün bu kararını “güvenlik güçleri ile adaletin kesintisiz çalışmasına” bağladılar. Aynı çevreler ETA’nın en fazla 50 dolayında aktif militana sahip olduğunu ve yeni militan kaydetmekte büyük zorluklarla karşılaştığını iddia ediyorlar. Ama bu iddiaları ile Bask ülkesindeki politik gerçeklik arasındaki çelişkiyi açıklamıyorlar: ETA bu denli zayıflamışsa, “ETA’nın uzantısı” olduğunu iddia ettikleri Yurtsever Sol’un
(Izquierda Abertzale) 22 Mayıs’ta düzenlenen yerel seçimlerde Bask bölgesinde ikinci parti haline gelmesini, onlarca belediyeye yüzlerce temsilci sokmasını ve hatta bölgenin başkentinin (San Sebastian) belediye başkanlığını kazanmasını nasıl izah etmeli? Ya da İspanya’nın uzak yerlerine dağıtılmış haldeki Basklı mahkûmların Bask ülkesine getirilmesi talebiyle yüz binlerin sokaklara çıkabilme gücünü? İspanyol hükümetinin görmezlikten geldiği asıl sorun, Basklı kitlelerin ulusal ve demokratik taleplerini korumakta olduğu. Hükümet ve burjuvazi, ETA’nın silahlı şiddeti ile kitlelerin haklı taleplerini özdeşleştirerek Bask halkını İspanya’nın bütününden koparmak, tecrit etmek ve taleplerini “kabul edilemez terörist istemler” düzeyine düşürmek için tüm propaganda araçlarını kullanıyorlar. Sürekli olarak ETA’nın öldürdüğü 800’ün üzerindeki kişiden “mağdurlar” olarak söz ediyorlar, ama İspanya devletinin katlettiği binlerce Basklıya değinmiyorlar bile. Bütün bu kan gölüne karşın Basklı emekçiler seferberliklerini sürdürüyorlar. O halde ETA neden teslim bayrağını çekmeye başlamış durumda? Çünkü Basklı emekçiler, seferberlikleri ile ETA’nın bireysel şiddete dayalı yöntemlerini birbirinden ayırdıklarını seçimlerde, sendikal mücadelelerde, kitle gösterilerinde, vb. dirençli bir biçimde gösteriyorlar. Dolayısıyla, ETA’nın zayıflayıp dağıl-
manın eşiğine gelmesinin asıl nedeni devlet güçlerinin polisiye ve adli operasyonları değil, örgütün bizzat kendisinin her geçen gün biraz daha fazla kitlelerden ve kitle mücadelelerinden kopması, uzaklaşması. Hükümet bu olguyu sağdan bir yorumla, “toplumun ETA’yı tecrit etmesi” olarak yorumluyor. Bu yarı doğru bir yorum ve her yarım doğru gibi bütünü açısından yanlış; zira kitlelerin ETA’dan uzaklaşması hiçbir şekilde onların İspanyol burjuvazisinin “tek bayrak, tek ulus, tek dil” iddiasına yaklaştıkları anlamına gelmiyor. Tam tersine, ETA’nın emekçileri bölücü stratejisini aştıkları oranda İspanyol monarşisi için daha büyük bir tehlike oluşturmaya başlıyorlar.
kitle çizgili mücadeleyi seçim yarışına, burjuva demokratik kurumlar içinde temsil edilme çabasına, parlamenter manevralara, vb. indirgedikçe, seferberliklerin enerjisinin boşalması ve emekçilerin ulusal, demokratik ve toplumsal taleplerinin her seferinde biraz daha geri çekilmesi kaçınılmaz hale gelecek. Gerçekten de, ETA’nın ve Yurtsever hareketin “demokratik politika” doğrultusunda attıkları her adıma, savunulan taleplerin içeriğinde, biçiminde ve sayısında bir düşüş eşlik etmekte. Özetle, bir zamanların silahlı devrimcileri, önce silahlı reformist çizgiye çekilmişlerdi, şimdi de silahları bırakarak klasik reformizme sığınmış durumdalar.
ETA’nın bireysel şiddet strateBu durum elbette Yurtsever jisine son vermesi, kitle mücadehareketin önderliğine de yansıleleri açısından olumlu bir adım. yor. Nitekim başta Daniel Otegi Çünkü bu strateji, hele onun olmak üzere pek çok kıdemli ulusal amaçlarla uygulanması, Ulusal Mücadele önderi ETA ve emekçi hareketin bölünmesine onun silahlı kent gerillası strate- yol açmış ve merkezi hükümetin jisinden koptuklarını açıkça ilan baskılarını meşrulaştırabilmesine etmiş durumdalar. Bu önderlerin neden olmuştu. Ama bu dönüörgüt üzerindeki politik-ideolo- şün burjuva kurumsallığının, jik baskısının da, ETA’nın artık yani monarşik İspanya anayasasıneredeyse içi boşalmış durumnın kabulü temelinde gerçekleşdaki önderliğinin “silahlara mesi, ETA’nın da dâhil olduğu veda, politikaya selam” kararı yurtsever ulusalcı sol akımın realmasında büyük etkisi oldu. formizm doğrultusunda yeni bir Ama tam burada yeni ve belki de adım atması anlamına geliyor. daha büyük bir tehlike beliriyor: Dolayısıyla Basklı emekçilerin Yurtsever hareketin kitle mücaönüne eski bir sorun yeniden, delelerini, “demokratik aygıtlar” ama bu kez daha büyük bir acildiye tanımladıkları burjuva likle dikiliyor: devrimci proleter kurumların içine hapsetmesi yeni bir önderliğin inşası. tehlikesi. Yurtsever ulusalcı sol,
POLİTİKA
Tunus’ta devrimcileri katledenlerin yargılanması için uluslararası kampanya
İşçi Cephesi’nin 09 Ekim Pazar günü, Tunuslu devrimci Hacı Münir ile yapılan telekonferas eşiliğinde gerçekleştirdiği Tunus etkinliğinde, Hacı Münir tüm Türkiye işçi sınıfı örgütlerini Tunus’un Ragep kentinde katledilen beş devrimcinin faillerinin yargılanması ile ilişkili olarak halihazırda süren uluslararası bir kampanyaya davet etti. IC Haber, 28 Ekim
gerici yöntemlere baş vurup, Tunus devrimini boğazlama işine girişmiş durumdalar. Buna karşılık olarak bu partilerin ezici çoğunluğunun ve muhtemel galiplerinin de katliamcıları yargılamak gibi bir perspektifi bulunmamakta-
5
Devrimi ve Türkiye işçi sınıfı arasında bir bağın kurulmasını sağlayacaktır. Tunuslu devrimcilerinin faillerinin yargılanması için başlatılan kampanyaya şimdilik İşçi Cephesi dışında İşçi Kardeşliği Partisi’de olumlu yanıt vererek dahil olmuş ve Tunus devriminin ilerlemesine yönelik bir destek vermiş durumdadırlar. Kampanyaya katılmak ve destek olmak isteyenlerin İşçi Cephesi ve İKP`nin bürolarına uğramaları ya da açtıkları stantlara gelerek imza metinlerinin bir kopyalarını edinip kampanyanın bitiği tarihte bu metinleri ilgili e-posta adreslerine ya da kampanyanın sürdürücülerine iletmeleri yeterli olacaktır.
Bu kampanya doğrultusunda, hem beş devrimcinin faillerinin yargılanması için kurum olarak imza atılacak, hem de kişilere yönelik bir imza kampanyası gerçekleştirilmesi hedeflenmektedir. Kampanyanın bitişinde de toplanan imzalar Tunus içişleri ve adalet bakanlıklarına teslim edilecektir.
Yaşasın enternasyonalist dayanışma!
Uzunca bir süredir İşçi Cephesi gaztesi’nde yer ayırdığımız üzere Tunus’taki restorasyoncu-karşı devrimci güçler 105 partinin katıldığı seçimler aracılığı ile demokratik
dır. Bu bağlamda yapılan uluslarası kampanya, hem Tunus devriminin tamamlanmasına dair bir geçiş talebini ayakta tutacak, hem de Tunus
amcı güçler!
Kahrolsun Tunus’taki restorasyoncu ve katli-
Yaşasın Tunus Devrimi!
Hopa’da mücadeleye devam
Tekin Güven, 30 Ekim
Hopa’da seçimlerin öncesinde gerçekleşen ve Devrimci öğretmen Metin Lokumcu’nun öldürülmesiyle sonuçlanan protestoların ardından başlayan devrimci avı hala devam etmekte. Hopa’nın bozuk düzen karşıtı bu direnişine ise sermaye yanlısı medya “Hopa’nın Sicili biliniyordu” diyerek bu baskılara destek çıkıyor. Görüleceği gibi, haksızlığa karşı sesini yükseltenler, sermaye yanlısı medya tarafından bir tür başkalaştırma politikasıyla terörist ilan edilliyor. Saldırılara karşı gelenler ise hükumetin kolluk güçlerince darp edildikten sonra
tutuklanarak aylarca duruşma gününü bekliyor. Tıpkı geçtiğimiz günlerde Hopa’da gerçekleşenler gibi.
bir olay ise, polisin Hopa’da bir grup ülkücünün yanına giderek” Burayı solculara neden bırakıyorsunuz, bir
Hopa’da 22 Ekim’de bir grup ülkücünün şehirde gerginlik yaratmasının ve Hopa halkına saldırmasının ardından, 25 Ekim Salı günü saldırıya maruz kalan Hopalıların ülkücü grubu tespit edip polise şikayet etmesi üzerine, polisin cevabı “Size ne? Sizin kafanızı ezeriz!” olmuştu. Polisin bu duruşu- şeyler yapın biz arkanıznu destekler nitelikteki diğer dayız” şeklindeki söylemi olmuştu. Buna karşılık, bu
haksızlığı protesto edenler ise, darp edilerek göz altına alındılar.
tan sonra 24 Ekim Pazartesi günü 5 tutuklu Mahkemeye çıkartılarak tahliye edildi.
Bu gelişmelerin bilançosu olarak Hopa genelinde 13 kişi göz altına alındı ve 1 kişi 31 Mayıs Hopa olayları ile ilgili olarak, toplantı ve yürüyüş kanuna muhalefet ettiği (!) iddiasıyla tutuklandı. 31 Mayıstan bu yana Hopa’da tutuklananların sayısı 16’ya çıktı ve hala mahkeme önüne çıkamamış tutukluların yanı sıra, 4 ay haksız bir biçimde tutuklu kaldık-
Burjuva düzen için Hopa’nın haklı mücadelesi bir korkulu rüyaya dönüşmüş durumda. Polis Hopa’nın adını her duyduğu yerde aynı ceberut yüzünü göstermekten yana imtina etmiyor. 31 Mayıs’taki Hopa protestolarının ardından, Ankara’da gerçekleşen eyleminde polisinin sert müdahalesi sonucu 22 kişinin tutuklanarak 5 aydır örgüt üyeliğinden gözaltına alındı. Davanın ilk duruşması olaylardan yaklaşık 6 ay sonra, 9 aralık günü saat 10’da Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesinde görülecek.
Saldırılara karşı gelenler ise hükumetin kolluk güçlerince darp edildikten sonra tutuklanarak aylarca duruşma gününü bekliyor. Tıpkı geçtiğimiz günlerde Hopa’da gerçekleşenler gibi.
6
POLİTİKA
Van depreminin kısa bilançosu Salih Şimşek, 30 Ekim Şimşek’e, 1999 depreminden sonra çıkarılan vergilerle elde edilen 47 Van’daki depremde milyar liranın nereye harresmi rakamlara göre yüzcandığı soruldu (Van için lerce kişi hayatını kaybetacil gereken paranın 12 ti. Toplanan yardımlar, katı). Şimşek, toplanan erzak dağıtımı, yaraların vergilerin sağlık, eğitim, sarılması ve geçmişten duble yollar gibi hizmetçıkarılmayan dersler, her ler için kullanıldığını biri birer skandal... söyledi. Devletin parası yok Maliye Bakanı, bu mu? vergilerin kendilerinden Valilik ve hükümet her önceki hükümet döneşeyi kontrol altına aldığı- minde ‘geçici’ olarak nı iddia etti. Bir yandan çıkarıldığını; daha sonra da BDP’li belediyeyi yine kendilerinden önsürecin dışındaymış gibi ceki hükümet tarafından gösterdi ve belediyenin ‘kalıcı’ hale getirildiğini vermeye çalıştığı desteğin anlattı. Dolayısıyla kendi önünü kesti. Başta İsrail hükümetleri döneminde olmak üzere, Yunanistan, ‘deprem’ adı altında bir Almanya gibi pek çok vergi uygulamaya koymaülkenin yardım teklifleri dıklarını, mevcut şekliyle reddedildi. Devamında vergi alımına devam öyle bir duruma gelindi ettiklerini söyledi. ki, tüm dünyadan erzak, Paralar madem hayırlı prefabrik ev yardımları işlere harcanıyor, bakan talep edilmeye başlandı. neden gocunur gibi yasaTürkiye’den de yardım- yı biz çıkarmadık diyor? lar yağmur gibi yağıyorÇünkü suçlu olduğunu du: Önce Samanyolu biliyor. Çünkü o para televizyonunun 5 saatte deprem olduğunda ortada topladığı 65 milyon, yok. Deprem için alınan ardından hemen hemen vergiler deprem hariç her tüm ulusal kanalların yere kullanılıyor, sonra ortak topladığı 62 milda bu gayet doğalmış gibi yon lira. Şimdi sormamız savunuluyor. Unutmayagereken bunlara muhtaç lım, paranın harcandığı olup olmadığımız... söylenen sağlık, eğitim ve duble yollar bugün 1993 ile 2003 yılları özelleştiriliyor. Bizim arasında TMSF’ye devredilen ve devlete faiziyle vergimizle üretilen hizmetler gene patronlara birlikte 65 milyar dolara ‘kelepir’ fiyatlara peşkeş (90 milyar TL) mal olan çekiliyor. 25 banka bizim vergilerimizle kurtarıldı. Bugün Hangi samimiyet, hanVan’da tüm yapıların gi ibadet? yeniden inşa edilerek, Çevre ve Şehircilik dayanıklı bir hale getiBakanı Erdoğan Bayrilmesinin maliyetinin raktar, Van depremiyle 3.9 milyar lira olduğu ilgili “Şehirlerimizi kaçak söyleniyor. Yani sadece yapılardan kurtaracağız... batık bankalara ödediBu işte samimiyiz, bu ğimiz paralarla Van’ı 23 işte iyi niyetliyiz, bu işi kere baştan yaratabiliribadet duygusu içinde dik. Tabii bir de malum yapıyoruz.” dedi. Hatırdeprem vergisinden söz lamakta fayda var, ilk kez etmeli. 1948 yılında tanıştığımız Deprem vergileri nere- imar affı, hükümetin bu ye gitti? senenin başında yasalaşMaliye Bakanı Mehmet tırdığı torba yasayla bir
kez daha yapıldı. İmara uygun olmayan yerlere konut yapımına yıllarca hükümetler göz yumdu. Bunu bu hükümet de yaptı ve yine yapacak. İstanbul’daki konutların %60-70’inin imara aykırı olduğunu söyleyen Kadir Topbaş, bu mart ayında deprem güçlendirmesi adına ruhsatsız binalara geçici bir kullanım belgesi verilmesi için meclise yasa teklifi vermek istediklerini açıkladı. Bu teklif yasalaşsa sanki tüm binalar güçlendirilecekmiş gibi konuşan Topbaş, sorunu sadece ruhsat alamamaya ingirdeyerek yeni bir imar affıyla denetimsizliği ve hortumculuğu aklamaya çalışıyor. Yapı denetim sektörü ve kentsel dönüşüm 2000 yılından itibaren özel şirketlere vcrilen yapı denetimi işi, bugün tüm Türkiye’de uygulanıyor. İşin devlet eliyle değil, ticari bir mantıkla yapılması ve bu denetleyici firmaların denetlenmemesi yüzünden imara uygun olmayan konutlar türlü yolsuzluklarla inşa ediliyor. Bugün, denetim şirketlerinin sadece denetim yaparak, inşaat yapımını üstlenmek gibi işleri tamamen bırakması tartışılıyor. Elbette tüm bu uygulamalar, özel şirket mantığına ve işin ticaretine dokunmadığı için, inşaat sektöründeki yolsuzluklara asla bir çözüm olmayacak. Depremle ilgili açıklamalarında, bizzat hayata geçirdiği ve bu yüzden asıl sorumlusu olduğu özel sektör uygulamalarının sonuçlarını eleştiren Başbakan Erdoğan, bilinçli bir biçimde konuyu saptırıyor. Depremi bahane gösterip inşaat devlerinin çıkarını savunan Başbakan Erdoğan, sanki imar aflarını
yapan, deprem vergilerini deprem dışı işlere aktaran kendi hükümeti değilmiş gibi, mangalda kül bırakmıyor: “Çevre ve Şehircilik Bakanlığımız ile bir çalışma içine gireceğiz. Artık şehirlerimizde kaçak yapı, gecekondu, bunlara yönelik gerekirse yetkiyi tamamen bakanlığımıza alacağız ve bu tür binalarını değiştirmeyen, bunları yıkmayanlara sormadan kamulaştırmasını yapacak ve bu binaları biz yıkacağız. Bedeli ne olursa olsun, oy verirmiş vermezmiş biz bunları dinlemeyeceğiz artık... Vatandaşlarımıza ‘gel kardeşim, senin binanın enkaz bedeli budur ve gel buraya gir, 20 yıl vadeyle de gel burada otur... Yok şöyleydi, yok böyleydi, kusura bakma...” Bu sözler bize mi hitap ediyor sizce? Hiç de değil. Gözünü para bürümüş eskinin müteahhitleri, yeni Ağa babalar, yapı denetim ve inşaat şirketleri, TOKİ’nin taşeronluğunu yaparak vatandaşın vergisiyle köşeyi dönüp, çalıştırdığı işçisinin gözünün yaşına bakmayan patronlar... şimdi bu sözleri işitip ağızları sulanarak ellerini ovuşturuyorlar. Yepyeni konutlar, yepyeni rant alanları... Kendi evinde 20 yıl kiracı olacak ‘enayi’ vatandaşların dişi tırnağıyla kazıdığı paralar... Vur ağzına ekmeğini al! İşte Erdoğan’ın asıl hitap ettiği zihniyet. Dün Sulukule’de, Tuzla’da, Başıbüyük’te, Tozkoparan’da, Derbent’te yaptıklarını bugün Van’ı meşru gösterip tüm Türkiye’de hayata geçirmeyi vaadediyor. Erdoğan’ın çok sevdiği bir sözü değiştirecek olursak, bizim komşusunun elinden ekmeğini alıp onu aç bırakanla işimiz olamaz!
Deprem vergisi nedir? Marmara depremi sonrasında deprem yaralarını sarmak ve depreme dönük çalışmalar için 26 Kasım 1999’da çıkarılan 4481 sayılı kanun ile Ek Gelir, Ek Kurumlar, Ek Emlak ve Ek Motorlu Taşıtlar vergisi getirildi. Ayrıca Özel İletişim ve Özel İşlem Vergisi adı altında iki yeni vergi uygulamaya girdi. Özel İletişim ve Özel İşlem Vergisi uygulamaları önce bazı kanunlarla uzatıldı. 2003 yılı sonunda özel işlem vergisi kaldırılarak; özel iletişim vergisi kalıcı hale getirildi. Buna göre telefon kullanan ve telefon abonesi olan herkes, aboneliğinin başında, Özel İletişim Vergisi ödüyor. Yeni aboneler için ödenecek vergi tutarı her yıl başında, yeniden değerleme oranında artırılıyor. 2011 yılı için 34 lira olarak belirlenen yeni abone vergisi; 2012 yılında yüzde 10 civarında artarak 38 liraya yükselecek. Telefon aboneleri ayrıca konuşma ücretlerinin yüzde 25’i oranında da özel iletişim vergisi ödüyor. Maliye, 2011 yılında 4.4 milyar lira özel iletişim vergisi toplamayı planlıyor. Bu yılın 9 ayında toplanan vergi ise 3.3 milyara ulaşmış bulunuyor. Bunları biliyor muydunuz? Maliye Bakanı Mehmet Şimşek bireysel olarak bir aylık maaşını depremzedelere bağışlayacağını... Batık 25 bankaya ne olduğunu TMSF’nin hazırladığı raftemizligi.com sitesinden öğrenebileceğinizi... Kızılay Çadır Üretim İşletmesi Genel Koordinatörü Mehmet Çebi’nin verdiği bilgiye göre, 100 bin çadır stoku bulunan İran’dan sonra, 50 bin adet çadır stoku ile Türkiye’nin stokta ikinci sırada yer aldığını...
Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı ve Diyanet işbirliği protokolü imzaladı Rukiye B. Bianet’in yerel ve ulusal gazetelerden ve ajanslardan derlediği haberlere göre erkekler Temmuz’da 26 kadını öldürdü. 21 kadın tecavüze, dokuz kadın taciz ve cinsel şiddete uğradı. Erkekler 32 kadını yaraladı, üç kadını rehin aldı, bir kadını kaçırdı. Üç çocuk aile içinde istismara uğradı. Basına yansıyan haberlere göre kadınları en çok kocaları öldürdü. Onları sevgilileri, boşandıkları eski kocalar, eski sevgililer ve tanıdıkları erkekler izledi. Ne yazık ki ne adalet bakanlığından ne de eski “kadın ve aile” şimdinin “Aile ve Sosyal Polititkalar Bakanlığı”ndan bu konu ile ilgili derlenmiş veriler alabiliyoruz. Bilebildiklerimiz basına yansıdığı kadar. Kadın cinayetleri ve kadına yönelik şiddet sistematik ve politiktir. En başından beri dillendirdiğimiz gerçekler bunlar. Sistematiktir çünkü erkeler her gün 3 en az üç kadın öldürüyor. Politiktir çünkü bu erkeklerin kadınlar üzerinde kurdukları iktidardar kaynaklanıyor. Dini önderler çözer bu işi Böyle bir tablo içinde “ Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlı” ile Diyanet İşleri’nin bir araya gelerek kadına yönelik şiddet ile iigili çalışma yaptığını söylmek mevcut politik yapının niyetini yeterince teşhir ediyor. Bakan Fatma Şahin, Diyanet İşleri Başkanlığı’nda düzenlenen imza töreninde, kadına yönelik şiddet ve cinayetlere dinin yanlış yorumlanmış halinin referans gösterildiğini, Diyanet’le birlikte bu algıyı kırmaya çalışacaklarını belirtti. “Biz yüzde 99’u Müslüman, demokratik, laik, sosyal hukuk devleti olan, dünyada eşi benzeri olmayan ülkeyiz. O yüzden bugün modern dünyanın yaşadığı birçok sorunu da ülkemiz beraberinde yaşamaktadır” diyen Şahin, “Hz. Muhammed’in Veda
Hutbesi’nde Birleşmiş Milletler Evrensel Beyannamesi’nden çok daha ileri hükümlerle insanlar arasında her türlü ayrımcılıkla birlikte cinsiyet ayrımcılığının da bulunmadığının belirtildiğini” de söyledi.
Kadının yeri “aile” Protokolde altı çizilen hususların bir kısmı şöyle;
referans olarak kullanılmasını önleyecek, aile değerlerinin korunması, ailede rol paylaşımı, aile içi şiddet, çocuk yetiştirme, ev ekonomisi gibi konularda bilgilendirme ve eğitim faaliyetlerini yürütecek görevliler için eğitim
programları düzenleyerek uygulamak.
* Ailelerin çocukları ile sağlıklı ilişki kurmaları, koruyucu ailelik, *Aile ile ilgili problemleri tespit çocuk hakları, çocuk ihmal ve isederek bu problemlerin çözümü tismarının önlenmesi, çocukların amacıyla; ailelere yönelik eğitim, suça yöneltilmemeleri, çocukların danışmanlık ve sosyal hizmet sokakta çalıştırılmamaları, sokakmodelleri geliştirmek, bu model- ta bekleyen tehlikeler, çocukların lerin uygulamasına yönelik öneri- küçük yaşta evlendirilmemeleri, ler ortaya koymak ve aile eğitimi töre cinayetleri, kadının insan ve danışmanlığının içeriğinin haklarının geliştirilmesi, kadına belirlenmesinde ortak çalışmalar karşı her türlü ayrımcılığın önyapmak. lenmesi, sorun çözme kapasitele* Türk aile yapısının karakteris- rinin arttırılması gibi konularda toplumda bilinç ve duyarlılığın tik özelliklerini ortaya koymak, arttırılması amacıyla çeşitli faalibu yapıda meydana gelen değiyetler yapmak. şimleri tespit ederek toplumsal etkilerini belirlemek amacıyla * Bakanlığa bağlı kuruluşlarda yurtiçinde ve yurtdışında araşöncelikle millî ve dinî günler tırma, yayın ve değerlendirme olmak üzere çeşitli zamanlarda konularını belirlemek ve bu ahlakî, dinî ve millî duyguları alanda çalışan Bakanlık ve Başgeliştirmeye yönelik ortak faalikanlık personeline yönelik ortak- yetler yapmak. laşa yapılacak eğitim programları * Protokolün amaçları doğhazırlamak. rultusunda televizyon ve radyo * Aile bireylerinin sorumluluk programları yapmak; sosyokültübilinci kazanmalarını ve karşırel içerikli kampanyalar açmak; laştıkları olay ve olgulara sağlıklı konferans, panel, sempozyum, tepkiler verebilmelerini sağlamak seminer vb. toplantılar düzenleamacıyla onları psikolojik, sosyo- mek. lojik, ekonomik, hukuki kültürel Genel bir bakışla bu protokove dini konularda bilgilendirelün AB yasalarına uyum süreci cek, dinin yanlışı onaylayıcı bir
KADIN
7
yasaları ile “Türk aile değerlerinin” harmanlanmış hali olduğu söylenebilir. Yukarıda altı çizilen meseleler hayata geçirilebilirse böyle bir çalışma kadına yönelik şiddetin azaltılmasında yararlı da olabilir. Yine de bir noktayı gözden kaçırmamak gerekiyor. Bakan Fatma Şahin’e göre kadına yönelik şiddet dinin yanlış yorumlanmasından kaynaklanıyor. Oysa biz kadınlarının dini, ırkı ne olursa olsun ikinci sınıf insan olarak görüldüğünü ve şiddetin dünyanın her yerinde olduğunu biliyoruz. Şiddetin kapitalist sistemle iç içe geçmiş erkek egemen anlayıştan kaynaklandığını biliyoruz. Kadınlar hep eşleri, eski eşleri, sevgilileri vs. gibi en yakınlarındakilerden, “ailelerinden” olan erkekler tarafından şiddet görüyor, öldürülüyorlar. Bu nedenle daha ılımlı, daha dini duygularına bağlı bir aile yaratmak kadına yönelik şiddeti engellemez.
25 Kasım: Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü 25 Kasım 1960’ta Dominik Cumhuriyeti’ndeki diktatörlüğe karşı mücadelede katledilen Mirabal kardeşler, kadına yönelik şiddete karşı mücadelede sembol haline gelmişlerdir. Sistemli erkek ve devlet şiddetine karşı özgürleşme mücadelesi veren kadınlar ne Mirabal kardeşleri ne de diğer kadınları unutturdular. 25 Kasım, tüm kadınlar için cinsel, ulusal, sınıfsal her türlü sömürüye karşı örgütlü mücadelenin günü olmuştur. Biz Türkiyeli kadınlar olarak da hep beraber kendi çözümlerimizi haykırmak için 25 Kasım’da sokaklarda olacağız. Çünkü kadına yönelik şiddet politiktir!
8
ARKA PLAN devrimci işçi gazetesidir.
Murat Yakın
Politik mücadele, devrimci partinin fabrika, mahalle gibi yerel sorunların yanısıra, bizi kuşatan sistemin işleyişine dair bütünlüklü düşünce ve önerilerine insanları ikna etmek anlamını taşır. Bu nedenle temelde ulusal ve uluslararası gerçekliğe yönelik değerlendirmeler üzerinde yükselir. “Kahrolsun neo liberal saldırı politikaları, %10 zam hemen, politik tutsaklara özgürlük ve tüm destek Arap devrimlerine” türünden talepler bu anlayışın pratikteki karşılıklarıdır. Bu nedenle devrimci partinin bir fabrika ya da iş yerine yönelik talepleri bu organizmanın en genel kavrayış ve önermelerinin yerel sorunlara dair yansımaları anlamını taşıyacaktır. O halde bulunduğu alanda mücadele yürütmekte olan bir işçi, mevcut politik duruma ilişkin partinin en temel önermelerinin hangileri olduğuna nasıl karar verebilir? İzlenen politik hattın kavranılmasını kolaylaştırmak için fiili gelişmelere yönelik politik/metodik tutumlar devrimci işçi gazetesinin giriş ve merkez sayfalarına yerleştirilir. Böylelikle, bir devrimci işçi gazetesinin ilk işlevi olan, işçinin çevresindekilere ajitasyon yapabilmesinin, yani daha yalın bir ifadeyle iki ya da üç merkezi önerme doğrultusunda insanları harekete geçirme sanatının koşulları yaratılmış olacaktır. – bir imza kampanyası, greve çıkmak vb-
Bir propaganda aracı olarak devrimci yayın Devrimci yayının ikinci işlevi, devrimci propaganda yapmaktır. Propaganda bir politik tutum ya da önerinin detaylı bir biçimde anlatılması anlamına gelir. Konuşmaların kısa tutulmasının zorunlu olduğu bir işçi toplantısında ya da kitle gösterisi esnasında politik görüşlerin uzun uzadıya aktarılması olanak dışıdır. Böylesi toplantılarda yalnızca mücadele selamlanabilir ve bazı hedeflere vurgu yapılarak mücadelenin önüne konulması gereken iki ya da üç görevin altı çizilebilir. Ama mücadeleci işçi bu tip alanlarda müdahaleye yönelik önerilerinin arka planını sunabileceği bir araca sahiptir; Devrimci işçi gazetesi. Mücadeleyi sahiplenmekte olan eylemcilere ya da parti tarafından dile getirilen önerilere ilgi gösterenlere sunulacak devrimci işçi gazetesi aynı zamanda mücadelenin mevcut seyrine ilişkin çok daha derin ve detaylı açıklamaların yer bulduğu bir platform işlevi görür. Böyle bir propaganda aracı sayesinde bir işçi bir bankacıyla eğitim politikaları hakkında, bir öğretmenle Libya’daki emperyalist müdahale hakkında ya da Kürt kökenli bir işçiyle Van
Devrimci yayını
retmen, Kürt kökenli işçi, farklı sanılan sorunlarının ve aslında düşmanlarının – hükümet, burjuvazi, emperyalizm- ortak olduğunu kavramaya başlar. Partiyi örgütlemek ve inşa etmek için bir araç; devrimci yayın
Propaganda ve Ajitasyon çalışmasının bütünleştirilmesi esnasında devrimci işçi gazetesinin üçüncü ve olağanüstü önemde yeni bir işlevi ortaya çıkar; Lenin’in ifadesiyle partinin vazgeçilmez inşa aracı olarak “kolektif örgütleyicilik”. Mücadeleci işçi açısından yayının kolektif örgütleyici rolünü kavramak sanıldığı kadar karmaşık olmamalıdır; eğer politik hattına bir kişiyi kazanmak istiyorsa ona yayını okumasını önermek ve ardından neler düşündüğünü, kafasında ne tip sorular oluştuğunu ve ardından hangi kampanyalara katılmaya eğilimli olduğunu açığa çıkartmak bir ilk adım olacaktır. Aslında sürdürülen mücadele ile devrimci yayın arasındaki ilişki bu denli basittir. Partinin politik hattını onaylayan üç ya da dört düzenli okuyucu açığa çıktığında, haftada bir kez yayını tartışmak için buluşmayı ve ortak faaliyetlerde bulunmayı önermekle, aynı zamanda bir mücadele çekirdeğinin de ilk adımları atılmış olur. Bu aşamadan itibaren devrimci işçi gazetesi daha üst düzeyde bir önem kazanır, zira öncü işçiye tartışmalara hangi konudan, ne tip önermelerle başlanacağının, partinin sürdürmekte olduğu seferberlik ve kampanyaların neler olduğunun, hangi sınıf sektörlerine ne şekilde müdahalede bulunulmakta olup, bu müdahalelere yeni okurlarla birlikte nasıl des-
Özellikle Filistin Halk Partisi’nin katıldığı tüm oturumlarda ısrarla Arap devrimci sürecini bir devrim olarak nitelememesi ve buralarla ilişkiye geçilmesinin ihanet olacağını belirtmesi Ortadoğu’daki bürokratik partilerin, seferberliklerden nasıl da korktuğunu gösterir nitelikteydi
İşyerindeki yakıcı bir sorunla ya da patlak veren bir grevle ilgili bir toplantıya gidecek işçi, gazetede yayımlanan merkezi metinlerden yararlanarak politik müdahalesine yön verebilir. En yakıcı, önemli ve bu nedenle öne çıkartılması gerekli sorunları ortaya koyacak ve dahası bu konulara ilişkin partinin önerilerini görünür kılacak araç, esasen
depremi üzerine sohbet etme fırsatı bulabilir. Devrimci yayın böylece bir anda farklı sektörler, bölgeler ve sorunlar arasında bir köprü işlevi görmeye başlar. Bu sayede işçi, banka çalışanı, öğ-
tek olunabileceğinin yöntemini yayın sunacaktır. Gazetede yayımlanan makaleler yemek molalarında, öğretmen odalarında ve hatta makine başında geliştirilebilecek sohbetlerin vesilesine dönüşürler. Bu sohbetler esnasında arkadaşlarınca öncü işçinin o an cevaplamakta güçlük çekeceği soru ve sorunlar ortaya çıktığında, öncü işçi parti birimine geri dönerek sorulara ve gördüğü eksikliklere işaret etmelidir. Bu tarz bir pratiğin alışkanlık haline gelmesiyle öncü işçi etrafında etki alanı yaratabilen, arkadaşlarını seferber ve organize edebilen aktif bir militan karakteri kazanacaktır. Mücadele hattında ortaklaşılamayan kişilerle dostane ilişkiler sürdürülmeli, gazeteyi onlara önermekten imtina edilmemelidir. Gelgitlerle dolu mücadele seyri boyunca ortak mücadele ihtiyacının ne zaman ve hangi koşullar altında yeniden gündeme geleceği bilinemez. Parti büyüdükçe yeni bir biçim, yeni bir boyut kazanır ve onunla birlikte anlamlı ve üretken bir düzeye sıçrayarak dönüşen tüm devrimcilerin tek bir hedefi olmalıdır; tüm ezilen ve sömürülenlerin bir sözcüsüne, bir politik referansa, bir halk liderine dönüşmek. Yayının temel anlamı Bir devrimci yayın pek çok
9
ın işlevi üzerine
celerin propaganda edilmesiyle sınırlandırılamaz. – eğer bundan ibaret olsaydı internet pek ala bu işlevi kendi başına görüverirdiNe var ki sınıf bilincini harekete geçirebilmek, ilk elde alınteriyle geçinen sıradan emekçilerin, kadınların ve gençlerin gündelik hayatlarına ve mücadelelerine dâhil olmaktan geçer. Öte yandan bu hedefe evde bilgisayar karşısında değil ancak iş yerindeki, okuldaki ya da mahalledeki gerçek hayata katılmakla ulaşılabilir. Mücadelenin bu farklı alanlarında devrimci militan koltuk altındaki gazetesiyle silahlanmış olarak hazır bulunmalıdır.
adlı kitabında Lenin devrimci partinin inşası açısından yayın faaliyetinin üstlendiği temel görevleri formüle etmekteydi. Yaklaşımı esasen dönemin “ekonomist” olarak adlandırılan sosyal demokrat kesimlerinde yansımasını bulan reformist ve sendikalist eğilimlere karşı uzlaşmaz bir mücadeleden beslenmekteydi. Devrimci hareketin uzun tarihine damgasını vuracak bu tartışmanın can alıcı noktası Lenin’in yayın faaliyetinin temeÖte yandan şunu hatırlamakta linde tüm ülke çapında örgütyarar var ki, internet türünden lenme, ajitasyon ve propagandayeni iletişim araçları örneğin nın merkezi organı işlevi görmesi yalnızca Brezilya da dijital yatmaktaydı. imkânlardan yoksun yaklaşık Lenin’e göre gerçek bir entelek- 100 milyon emekçinin varolduşeyden söz edebilir ve etmelidir. tüel kolektif olarak parti yayını, ğu düşünüldüğünde – bu oran ekonomist eğilimleri aşacak ger- Türkiye’de de görmezden geliTemel görevi işçi sınıfının ideoçek bir devrimci politik pratiğin nemeyecek türdedir - yığınlarla lojisi ve kurtuluşunun bilimsel koşullarını açmaya odaklanmayöntemi olan sosyalizm düşünaramızda ciddi bir engel oluştulıydı. Bu işlevleri yüklenecek bir cesinin etkili bir propaganda rabilir. Bu engel işçi sınıfının en devrimci yayın organı olmaksıkürsüsüne dönüşmektir. İşçi, yoğun sömürüye maruz kalan zın, yerel faaliyet el yordamıydevrimci yayında sosyal yaşamın kesimlerine ulaşmaya kilitlenmiş la ilerleyen gevşek bir faaliyet en can alıcı ve derin konularıbir parti için yabana atılabilecek olacaktır. Partinin formasyonu na ilişkin sorulara dair berrak cinsten değildir. İş yeri toplantıbu partiyi ustalıkla temsil edecek larında, fabrikalarda ve okullarda yanıtlar bulabilmelidir; İşçiler nasıl ve neden sömürülmektedir, bir yayın etrafında örülmedikçe, Tablet bilgisayar ya da Notebook ekonomik krizlerin nedeni nedir, açık bir biçimde lafta kalacaktır.- dağıtmak imkânsız olduğuna Ortadoğu’da yaşanan çatışmala- Lenin Yayın hakkındagöre, devrimci işçi gazetesi işçiler rın arkasında yatan gerçek neiçin partinin önerilerine ve yöneBasılı yayının devri geçti mi? denler nelerdir. İnternet, FaDevrimci yayının etki çapı cebook, Twitter ve tirajının büyüklüğü bizzat ya da Youtube, partinin etki gücüne ve boyutu- günümüzde kana bağlıdır. Bir devrimci parti zandıkları büyük yayınını bir gecede editoryal bir etki alanıyla geniş fenomen haline dönüştürecek yığınlara ulaşmak sihirli bir formül ya da pazaristeyen bir parti lama oyunu bulunmadığını için görmezden akıldan çıkartmamak gereklidir. gelinemeyecek Kitleleri etkilemeye giden yol araçlara dönüşuzun, meşakkatli, başarısızlıkmüşlerdir. Ama lar, sıçramalar, gerilemeler ve yine de son derece ilerlemelerle doludur. Devrimci basit bir nedenyayının milyonlarca okuyucunun den ötürü basılı kalbini fethetmesi için bizzat devrimci yayının partinin milyonlarca kalbi ve yerini tutamazlar; aklı fethetmesi gerekir. Bu hedef zira devrimci polilişlerine ulaşmanın hala en temel ancak çetin, sabırlı ve sürekli tika ve sosyalist mücadele insan aracı konumunu korumaktadır. bir ajitasyon, propaganda, inşa, temelli, yani etten ve kemikten örgütlenme ve politik eğitim Günümüzde yeni iletişim araçyapılı işçiler arasında yürütülen yoluyla mümkün olabilir. larını hünerli bir şekilde kullanfaaliyetlerdir. İnsanların politik mayı bilmek, sınıf mücadalasi bilincini kazanmak için sürdüLenin ve devrimci yayın rülen mücadele yalnızca düşün- açısından belirgin bir ihtiyaç 1902 yılında “Ne Yapmalı?”
haline gelmiş durumda. Lenin’de zamanında bolşevik hareketin yeni iletişim araçlarına önem atfetmesini dahası yetikin bir biçimde kullanmayı öğrenmesini önemsemişti. Ekim devriminin zorlu günlerinde radyo, internetin günümüzde üstlandiğine benzer devrimci bir konum kazanmıştı. Rusya’da iktidarın işçi sınıfı tarafından zaptedilmesinin ardından, Lenin’in, Radyodifüzyon’un yaratıcılarından Mikhail Alexandrovich Bonch-Bruyevich’e yazmış olduğu mektup bu yeni tip araçları emekçi yığınların hizmetine sunmak konusunda Lenin’in tutkulu arayışlarının sadece bir örneğidir; Söz konusu mektupta Lenin, Radyonun sahip olduğu işlevsel potansiyeli selamlamakta ve “alıcı ve vericiler yardımıyla kağıtsız ve sınır tanımayan bir gazeteye dönüşen bu muazzam aracın” yardımıyla Moskovadaki merkezden okunan bir gazetenin tüm Rusya’da binlerce dinleyiciye ulaşabildiğini vurgulamaktadır. Bu yaklaşımın da açık bir biçimde işaret ettiği üzere, gelişmekte olan yeni teknoloji ve dile hakim olmak adına tüm gücümüzü seferber etmeliyiz. Ne var ki, bunu bu araçların sınırlılıklarının bilincinde olarak yapmak durumundayız. Devrimci işçi gazetesi propaganda, ajitasyon ve partinin örgütlenme faaliyetlerinde üstlendiği işlevle, halen iletişim ağının merkezi rölünü sürdürmekte. Bu araç, devrimci tutumlardan hareketle işçi ve emekçi yığınlara nüfuz edebilme hedefine odaklanmış başlıca iletişim gücü olma görevini sürdürse de temel işlevlerini eksiksiz yerine getirebilmesinin yegane yolunun bu vazgeçilmez aracı, günümüzün “kağıtsız gazeteleriyle” desteklemekten geçtiğini unutmamalıyız.
“Devrimimiz tamamlanmamıştır. Biz rejimi yok edemedik, sadece başındaki diktatörü ve en yakınlarını kovduk. Ancak mekanizması hala ayakta. Bu da bizi anti-kapitalist yapan unsurdur. Beraber hareket etmek, devrimi tüm dünyaya taşımak zorundayız.”
10
ULUSAL SORUN
Irkçılık, şovenizm ve yoksul çocuklar Kemal Boran
Siz İşçi Cephesi okurlarına Kemal Boran ismiyle üç yıldır birçok konuda yazılar yazdım. Bir gün kendi başımdan geçen böyle bir olayı sizlere aktaracağımı hiç düşünmemiştim. Yaşadıklarım tuhaf ve alışılmışın dışındaydı. Büyük bir atölyede çalışıyorum. Bir cumartesi günü mesai bitiminin sonrasında bir arkadaşımla işyerinden çıkıp birlikte Taksim otobüsüne bindik. Arkadaşım Şişli’de indi. Şişli durağında otobüse 3 tane çocuk bindi. Çocuklar 6-8 yaşları arasında 2 kız, 1 erkek idi. Ben en arkada 5’li koltukta oturuyordum. Arkadaşım inince yanımda boşalan yere çocuklardan bir tanesi oturdu. Sonra diğeri de arkadaşının yanına oturdu. Cam kenarında 20-25 yaşlarında bir genç oturuyordu. Çocukların üstü başı berbat, ayaklarında terlikler... Yani sizin bizim gibi fakir çocukları... Köşedeki genç çocuklardan rahatsız oldu ve yeni oturduğu halde yerinden kalkıp ayakta yolculuk etmeyi tercih etti. Diğer çocuk da kalkan gencin yerine oturdu. Çocukları bilirsiniz; biraz şamatayı, gürültüyü severler. Zaten çocuk dediğin de biraz cıvıl cıvıl, neşeli, ele avuca sığmaz olur. Dikkatimi çeken çocukların otobüse binmesinden bazı yolcuların davranışları ve mimiklerinin değişmesi oldu. Adeta çocuklarla aynı otobüste bulunmaktan rahatsız oldular. Çocukların fakirliği, üstlerinin başlarının kirli olması onları tedirgin etmişti. Önümüzde bir kadın ve bir adam oturuyordu. Kadın, adamla Arapça olduğunu düşündüğüm bir dille bir şeyler konuştu. Sanırım çocuklarla ilgiliydi. Çocuklardan biri bana “Amca,
nerelisin?” diye sordu. Ben cevap vererek onun nereli olduğunu sordum. Çocuklar Adana Ceyhan’lıymış. Adana lafını duyunca öndeki adam çocuklara burada ne yaptıklarını, neden otobüste yalnız olduklarını sordu. Yanımdaki çocuk “Eve gidiyoruz, evimiz Tarlabaşı’nda.” diye cevap verdi. Çocuk, “Amca, sen nerelisin?” diye sorunca adam da “İskenderun” diye cevap verdi. Kadın, adama Arapça yine bir şeyler söyledi. Cam dibinde oturan kız çocuğu kadına “Abla sen Arap mısın?” dedi. Kadın çok
dönerek çocuğa parmağını sallayıp “Bir daha koltuğuma tekme vurursan seni döverim!” diyerek tehditler savurdu. Ben çocuğa “Yapma kızım, bak abiyi sinirlendiriyorsun” diyerek uyarıda bulundum. Fakat bilirsiniz çocuklar siz yapma dedikçe muzipliklerine devam ederler. Çocuk ayağını yavaşça koltuğa uzatıyor, belli belirsiz değdirip geri çekiyordu. Ben ayağını tutarak yapmaması için tekrar uyardım. “Canım sıkılıyor” dedi. “Peki canının sıkıntısını nasıl gidereceğiz?” dedim. “Amca bir türkü söyle, ca-
bozuldu, suratı değişti. Adam da keza öyle... Kız çocuğunun “Arap mısın?” demesine bozulmuşlardı. Nedenini anlayamadım açıkçası. Sonra çocuklarla ilgilenmediler. Önlerine döndüler. Adam kafasını sallayıp duruyordu. Yanımdaki çocuk ayağını adamın koltuğuna hafif hafif vurup çekiyordu. Bu vurmalar devam edince adam sinirle
nımın sıkıntısı geçer” dedi. Ben de şaka yollu “Sesim çok güzel, türkü söylersem şimdi bir daha, bir daha isteyecekler, boğazım ağrıyacak.” diye cevap verdim. Ama bu arada ayağını sallamaya devam ediyordu. Nihayetinde ayağı koltuğa biraz sert değince adam yerinden fırladı. O ara otobüs durakta durmuştu. Arka kapı açıktı. Adam
“Ben sana vurma demedim mi?” diyerek cam dibindeki çocuğu kapıp otobüsten aşağıya attı ve ortada oturan erkek çocuğunu da aynı şekilde bir çöp poşeti atar gibi aşağıya attı. Yanımdaki çocuk ağlayıp çığlık atıyor, bana sarılıyordu. “Amca beni kurtar!” diye bağırıyordu. Neye uğradığımı anlayamadım. Ve adama engel olmaya çalışarak “Ne yapıyorsun? Bak çocuğu korkuttun, sakin ol.” diyerek yatıştırmaya çalıştım. Adam çıldırmış gibiydi. Çocuğu elimden çekip almaya uğraşıyordu. Ben de adamın elini iterek
piçleri” diye küfür etmeye başladı. Ve bana yönelerek “PKK piçi” türünden laflar kullandı. Otobüsün ortalarından biri gelip yakama yapıştı. “Sen onu yalnız mı buldun?” diyordu. Adam ise o arada bana bir yumruk salladı. Başımı kenara çektim yumruk elmacık kemiğime denk geldi. Kadın çığlık atıyordu. Adam “PKK’lı piçler” demeye devam ediyordu. Millet galeyana gelmiş üstüme yürüyor, çocuğu kucaklayıp şoföre orta kapıyı açmasını söyledim. Çocukla birlikte aşağı indim. Adam hala “PKK’lı” diye bağırıyordu. Otobüsten 4-5 kişi inip bana saldırdı. “PKK’lı” diye bağırışıyorlardı. İlk defa o an işin ciddiyetini daha iyi anladım. Adam provakasyon yapıyor milleti bana karşı kışkırtıyordu. Biri yakama yapıştı, bana vurmaya çalıştı, iteledim. Bu arada çocuk kaçıp gitmişti. Diğer 4 kişi de üstüme gelince “Ne yapıyorsunuz? Sakin olun. Adam çocuğa saldırdı ben de korumaya çalıştım” diyerek onları ikna etmeye çalıştım. Adamlar durdu, yakama yapışan ise bana vurmaya niyetli, iteledim, sendeledi, sonra ne oldu bilmiyorum, geri çekildiler. Toplum linç psikolojisi içerisinde bir kıvılcımla karşısındakine saldırmaya meyilli. Bilmeden, etmeden beni PKK’lı diye düşünerek akılları sıra o milliyetçi duygularını bana engel olmaya çalışıyor, bir karşı linç olarak kullanmak yandan da çocuğu sakinleş- istediler. Doğudaki operastirmeye uğraşıyordum. Ço- yonlar, çatışmalar, toplumcuk gerçekten çok korkmuş da kırılmalara ve kavgaya görünüyordu. “Madem dönüşmüş durumda. Artık çok korkuyorsun, o zaman sokakta, otobüste, işyesahip çık” diyerek bana rinde, herhangi bir yerde yöneldi. Adamın yanındaki konuşurken dikkatli olmak kadın araya girip adamı gerekiyor. Bu toplumu bu sakinleştirmeye uğraşıhale getirenler acaba kardeş yordu. Ağzından salyalar kavgasına sebep olduklarını saçılıyordu adamın. Birhiç düşünüyorlar mı? den bire çocuklara “PKK
Yeni MEB yönetmeliği:
GENÇLİK
11
“Ekonomik durumunuz iyi olacak, şimdiden rekabet etmeye başlayacaksınız!” nitelikler yönünden gelişÖğretmenin bu iki yüzlü tiren ve insan haklarına 12. sınıf öğrencisi olarak konuşması o an bizi şaşırtsa dayalı toplum yapısının bu sene ilk kez sosyolove küresel düzeyde rekabet da aslında MEB’in kendi ji dersi görüyor ve dört gücüne sahip, ekonomik ve ona verdiği görevinsosyoloğun düşünceleri sistemin gerektirdiği bilgi ve den başka bir şey değildi. hakkında kısa bilgiler becerilerle donatarak geleceğe 2003’te ki yönetmelik: öğreniyoruz. Marx da bu hazırlayan eğitim ve öğretim Öğrencilere, Atatürk ilke sosyologlar arasında ama programlarını tasarlamak, ve inkılâplarını benimsetne yazık ki MEB sadece uygulamak, güncellemek; onu: “Her şeyi ekonomiye me; Türkiye Cumhuriyeti öğretmen ve öğrencilerin indirgemiştir.” diye eleştiri- Anayasası’na ve demokrasieğitim ve öğretim hizmetlerinin ilkelerine, insan hakları, ni bu çerçevede yürütmek ve yor. Başka hiçbir sosyolog çocuk hakları ve uluslararası denetlemek, olmuştur. için bir eleştirisi de yok. sözleşmelere uygun olarak Biz de bu eleştiri üzerine Yani Marx’ı her şeyi haklarını kullanma, başarkadaşlarla eğlenirken bir ekonomiye indirgiyor kalarının haklarına saygı öğretmenimiz gelip: “Yahu diye eleştirenler, artık eski duyma, görevini yapma ve haklılar tabii, her şey ekokanunların bu ekonomik sorumluluk yüklenebilen nomi onun için...” ile başbirey olma bilincini kazan- sistemde yeteri kadar işe layan ve sonunu “...Ekoyaramadığını ve ekonodırmak. nomik durumunuzun iyi mik kalkınma için “küresel 25.8.2011 Bakanlar Kuolması lazım o yüzden sizin düzeyde rekabet gücüne çok ders çalışıp, arkadaşla- rulu Kararı ile çıkan Kanun sahip, ekonomik sistemin Hükmünde Kararname; rınızdan daha iyi puanlar gerektirdiği bilgi ve beceyapıp iyi bir üniversiteye rilerle donatarak geleceğe Okul öncesi, ilk ve orta girmeniz lazım” ile bitiren hazırlayan eğitim ve öğretim öğretim çağındaki öğrencibir konuşma yaptı. Biz de programlarını tasarlamak” leri bedenî, zihnî, ahlakî, biraz şaşkınlıkla gidişini olarak değiştirilmesine manevî, sosyal ve kültürel Liseli bir İşçi Cephesi okuru
seyrettik.
Basına ve kamuoyuna, Bu yıl 6 Kasım 1981’de kurulmuş YÖK’ün 30. yılı. 30 yıldır sermaye sınıfı YÖK eliyle üniversitelerde düşünen, sorgulayan, üreten öğrencilere, akademisyenlere, üniversite çalışanlarına saldırmakta, bilimsel olmayan eğitim anlayışıyla gençliğin aklını zehirleyerek, onları bencilleştirmektedir. Üniversitelede neoliberal politikaların uygulanmasını amaçlayan YÖK ve uygulamaları esasında bütünlüklü bir yeniden yapılandırma sürecinin parçasıdır. Toplumsal olarak saldırılar yoğunlaşır, işçi ve emekçilere yönelik sömürü politikaları azgınlaşırken, üniversite öğrencilerinin payına da gizli harç zamları düşmekte, öğrenciler üniversitelerinde müşteri olarak görülmektedir. ... Bugün bu toplantılarda konuşulanların bir bir uygulamaya
konulduğunu görüyoruz. Girdiğimiz yeni dönemde, UYK eylemi de dahil birçok konuda üniversitelerde soruşturma saldırısı devreye sokuldu. Okuldan atma ve uzaklaştırma cezaları verildi. Giderek artan tutuklamalar da buna eşlik ediyor. Böylelikle gençliğin mücadelesi bastırılmak isteniyor. Alınan kararların üniversitelere bir başka yansıması Bologna süreci kapsamında yoğunlaşan paralı eğitim uygulamalarıdır. Yeni döneme üniversite har(a)çlarına yapılan gizli zamlarla girdik. Başlatılan kampanyalar sonucunda YÖK geri adım attı. Ancak bunun somutta nasıl karşılık bulacağı halen belirsiz. Bizler düzenin sınırlarına uymayan parasız eğitim talebimizi ve kapıları emekçi çocuklarına açık üniversiteler için verdiğimiz mücadelemizi uzun soluklu bir biçimde sürdüreceğiz. Okulumuzu bitirdiğimizde de
karar vermiştir.
çalışacağımızı eklemeyi Zaten 10. sınıfta “girişim- unutmuyorlar. Ama bizdecilik”, 11. sınıfta “yönetim ki rekabeti arttırmak adına bilimi” ve 12. sınıfta “işlet- “Çok çalışırsanız belki iyi me” ve “ekonomi” dersleri bir maaş alabilirsiniz” de diyorlar. vererek sistem hakkında her türlü bilgi ve birikimle Peki lise bittikten sonra donatılıp; artık biz rekabet neler olacak? Üniversitelere etmeliyiz, herkes bizim yapılan saldırılar ortada. İlrakibimiz bilincine ulaşmış kokuldan itibaren, bugüne bulunmaktayız. Sadece bu kadar işçilerin mücadelederslerde değil herhangi bir leriyle kazandıkları hakları dersin herhangi bir yerinsanki kapitalizmin kendi de gerek öğretmenlerden isteğiyle, işçileri düşünerek gerek ders kitaplarından verdiğini anlatmaları ortabunlar bize anlatılmaya da. Bugün işçilerin saldırıdevam ediyor. Hatta o lan haklarının “öyle olması kadar sistemli bir şekilde gerektiğine” inandırmaları ilerliyorlar ki sırayla; nasıl da ortada. rekabet edeceğini, yöneBunlara karşı neler teceğini, işletmeyi nasıl yapılabilir diye düşünüldüoluşturacağını ve sistemde ğünde: Öğrenciler olarak neler yapman gerektiğini her fırsatta bu konular anlatıyorlar. Elbette bizleüzerinde konuşup, ortak rin birer işletme kuramaya- bir şekilde, işçi sınıfının cağını, zaten büyük şirket- yanında savaşmalı ve işçi lerin bütün işleri yaptığını sınıfına dahil olduğumuzu ve bizim burada ancak unutmamalıyız.
sorunlar sonlanmıyor. Mezun olduktan sonra önümüze üç kuruş maaşa sabahtan akşama kadar canımızın çıkarılması ya da diplomalı işsizlik gibi iki “seçenek” sunuluyor. Sömürü düzeni yalnızca öğrencilerin geleceğini karartmıyor. Bugün egemenler kölelik yasalarıyla işçi ve emekçilerin kıdem tazminatı hakkını gaspetmeye hazırlanıyor. Biz öğrenci gençlik olarak işçi sınıfı ile aynı kaderi paylaşıyoruz. İşçi ve emekçilerle birlikte mücadele edeceğiz. YÖK 30 yıldır üniversitelerin üzerindeki bir kara bulut olarak varlığını sürdürüyor. Ancak her şeye rağmen üniversite gençliğinin mücadele ateşi on yıllardır söndürülemiyor. Yunanistan’dan Fransa’ya, İngiltere’ye, Şili’ye, İtalya’ya tüm dünyada gerçekleşen kitlesel eylem ve mücadele dalgası yükseliyor. Bu iki olgu egemenlerin korkularını büyütüyor.
... Üniversite öğrencileri olarak geleceğimizi elimize almak, özgürleşebilmek için devrim mücadelesini büyüteceğiz. YÖK’ün kaldırılmasının, daha doğrusu yeni ihtiyaçlara uygun bir merkezi mekanizmanın kurulmasının gündemde olduğu şu günlerde bizler bunun ne anlama geldiğini biliyoruz. YÖK’ü ve YÖK düzenini gerçekten kaldırıp, eşit, parasız, bilimsel ve anadilde eğitim hakkını elde etmek, üniversite kapılarının emekçi çocuklarına açılmasını sağlamak ancak bizlerin vereceği mücadele ile kazanılacaktır. YÖK Karşıtı Birlik (Devrimci Gençlik, DÖB, Ekim Gençliği, Gençlik Cephesi, İşçi Cephesi, Kaldıraç, ÖEP, PDG, SDH, Sosyalist Dayanışma Gençliği, Sosyalizm Gençliği, TÜM-İGD, YDG)
12
İŞ YERLERİNDEN
TEKSTİL Patron onu evladı gibi seviyormuş Çalıştığım atölyede kadınlar aralarında konuşuyorlardı. Bir kadın arkadaş kardeşlerinin tekstil atölyesi açtıklarını kendisinin de işten çıkıp kardeşleriyle çalışacağını anlatıyordu. Patronla konuştum çok üzüldü, gözleri doldu, diyor. Seni çok seviyorum evladım gibi görüyorum, demiş. 9 yıldır benim yanımdasın, senden çok memnunum işten çıkman çok zoruma gidiyor, demiş. Ben de madem üzülüyor, kendisi çıkartmış gibi yapıp tazminatını ödesin, dedim. Ne tazminatı benim sigortam yok, dedi. Çok şaşırdım patron onu evladı gibi görüyormuş ama evladının geleceğini hiç düşünmemiş. Baban hayırsızmış, dedim. Ben birşey demedim o da sigorta yapmadı ama bana hep iyi davrandı, diyerek pek laf söyletmedi. Ne diyelim patronların sevdiği işçi tipidir böyleleri. Sadık, çalışkan ama hak aramayan aza kanaat eden, çalış denilince gece gündüz çalışan ama ne verilirse kabul eden... Böyle olmamak gerekir sorgulamak, hak aramak, sınıf bilincinin olmazsa olmazıdır. Biz hakkımızı aramazsak kendiliğinden vermezler çünkü onların doğasına aykırı. Onlar saflarını seçmiş bizleri sömürüyorlar, biz de hakkımızı aramalı kendi safımızı belirlemeliyiz. İC okuru bir işçi
PETRO KİMYA Irkçılığa karşı durmalıyız Merhaba arkadaşlar, ben petro kimya sektöründe çalışıyorum. Son zamanlarda gelen şehit haberleriyle ülkemizde yükselen ırkçı ve faşist saldırı-
lar ve baskılar var. Birçok işyerinde olduğu gibi şu an çalıştığım işyerinde de etkilerini görüyoruz. Biz işçiler işyerlerinde birleşip kendi haklarımızı savunacağımıza, kardeş olduğumuzu ve çıkarlarımızın ortak olduğunu unutup sen Kürtsün sen Türksün tartışması yapıyoruz. Zaten patronların istediği de bu değil mi? Bizleri birbirimize düşürüp sırtımızdan daha çok para kazanmak değil mi? Biz işçiler ortak çıkarlarımızı unutup birbirimize düştüğümüz zaman kârlı çıkan patronlar olmayacak mı? Bizler birbirimizin çıkarını korumadığımız zaman ve çatışmalarda ölen gerilla ve askerlerin hesabını Kürtlere veya Türklere soracağımıza seçimlerde bizleri temsil etsinler diye oy kullanıp meclise gönderdiğimiz; devleti kuran ve şu anda bizleri yönetenlere sormamız daha doğru olmaz mı? Bizler çıkarlarımızı korumaları için bunları seçmiyor muyuz? Bunlar patronların çıkarlarını korumak için bizleri birbirimize düşman edenler değil mi? O halde biz çalışanlar, kardeş olduğumuzu ve çıkarlarımızın ortak olduğunu unuttuğumuz ve kendi çıkarımız için mücadele vermediğimiz sürece kaybedeceğiz. Kazanmak için her birimiz kendi işyerlerimizde bunu konuşup, ırkçılığın bizlere zarar vermekten başka bir işe yaramayacağını bütün işçi kardeşlerimize anlatmalıyız. Asıl şimdi kendi işyerlerimiz-
de örgütlenmemiz ve ortak mücadele vermemiz gerektiğini anlatmamız lazım. İC okuru bir işçi
nın yanında, krizden sonra işe alınan kişilerin ücretlerinde 300-400 liralık azalma da söz konusu. Tabii bu duruma hiçbirimiz ses çıkaramadık. Bir arkadaşımız sanki kendisi istifa ediyormuş gibi gösterilerek Birlikte dur demeliyiz işten çıkarıldı. Yine ses çıkarmamızın önüne bu taktikle Merhaba, üniversitede geçildi. Birkaç ay sonra bir okurken aynı zamanda çalışarkadaşımız daha başka bir iş mak zorunda kalan bir işçi bulması nedeniyle işten ayrılve öğrenci olarak benim ve iş dı. Bu, eskiden dokuz kişinin arkadaşlarımın deneyimlediği yaptığı işi artık 6 kişinin daha süreci sizinle paylaşmak istefazla müşteri sayısıyla yapması rim. demekti. Bu da tabii ki gelen Bir bilişim firmasının çağrı çağrıların hepsinin cevaplamerkezinde çalışıyorum. Benamayacağı, dolayısıyla şirket nimle aynı itibarının sarsılması anlamına işi yapan geliyordu. Bu süreçte yönemesai ar- ticiler yeni bir arkadaşın işe kadaşları- alınıp yetiştirileceği en az 2 mın hepsi aylık süreçte herbirimizin hiç öğrenci. karşılık alamadan haftada 1 Bu durum mesai fazladan gelmesi kararıişe başnı bize mail ile bildirdi. Tabii ladığımki hepimizin haftada 42-52 da beni saat çalışacağı anlamına gelen oldukça bu karar özellikle vize ve final şaşırtmış- haftalarımıza gelen bu süreçte tı. Ancak hiçbirimizin kabul edebilecegünümüz ği birşey değildi. Dolayısıyla koşullahepimiz bu artı çalışmaları rını, patkabul edemeyeceğimizi bildirronların dik. Bu kararın daha önce çok ucuz işgücü için “okurken açık ve yazılı bir şekilde bize çalışın, ileride yüksek kariyer bildirilmesine rağmen aldısahibi olun.” aldatmacalarını, ğımız cevap “Siz bizi yanlış ailelerin çocuklarının temel anlamışsınız aslında biz her ihtiyaçlarını bile karşılamakta hafta sadece bir kişi fazladan çektiği zorlukları düşününce bir mesaiye gelecek ve daha sonucun böyle olması çok sonra bu artı çalışmalarınız normal tabii ki. size izin olarak geri dönecektir Haftada 5 vardiya olmak “ şeklinde oldu. üzere, çalışma saatimiz 35-45 Bu süreç hepimize göstersaat arası değişiyor. Eskiden di ki patronlar asla ne kadar 9 kişi günde 3 mesaiyle 7/24 yükü kaldırabileceğimizi telefonlara bakarken, şirketin objektif olarak görmüyor ve kriz sonrasında önlemler algörmek istemiyor. Onlar bize masıyla mesailere 8 kişi olarak daha çok iş, daha az maaş devam ettik. Bu arada şirkedayatmasını biz dur diyene tin aldığı yeni işler sayesinde kadar hep yapacak. Bu süreci müşteri sayısındaki 3.000sadece biz birlik ve dayanış4.000 kişilik artıştan da bah- ma içerisinde “DUR” diyerek setmek gerek. Yeni işler çağrı, sonlandırabiliriz. kayıt yoğunluğunun artması ve çalışan sayısının azalması-
HİZMET
İŞ YERLERİNDEN
13
Belirli ve belirsiz süreli iş sözleşmesi nedir? Çoğu zamanda ise, işçi işe başlar, çalışmanın ne zaman Çalışma hayatında hangi hak- biteceğini işçi de işveren de lara sahip olduğumuzu, çalıştı- kararlaştırmaz. Bu çoğunlukla rıldığımız sözleşme tipine baka- yaygın olan sözleşme biçimidir. rak anlayabiliriz. Bu sözleşmeler Örneğin; sürekli üretim yapan bazen belirli bir süre öngörüle- bir tekstil fabrikasında çalışan rek yapılır, çoğu zamansa süresiz işçiler için belirli bir süre öngöşekilde kurulur. rülemez. Bu türde olan sözleşKimi zaman işin niteliği me yasalarda, belirsiz süreli iş gereği, işçilere belirli süreli iş sözleşmesi olarak geçer. Yazılı sözleşmeleri (muayyen süreli da olabilir, sözlü de kurulabiiş akdi) yapılmaktadır. Örlir. İşçiler için daha avantajlı neğin; bir yıl içinde bitirilecek olan bu sözleşmedir. Çünkü, bir inşaatta, işçiler için bir yılla işe iade hakkı, iş güvencesi sınırlanmış bir iş sözleşmesi tazminatı, ihbar tazminatı gibi kurulacaktır. Bu sözleşmelerin bazı haklar sadece belirsiz süreli üzerinde, sözleşme süresi, bitiş sözleşme ile çalışan işçiler için tarihi gibi ifadeler yazar. geçerlidir. İC Emek Atölyesi
METAL İşçinin işçiden başka dostu yok Malum daha önce de birkaç kez mektuplarımda belirttiğim gibi, bizim fabrikada iş kazaları yoğun yaşanıyor. Bundan iki sene önce de bir arkadaşımız makinada ayar yaparken, büyük bir demirin elinin üzerine düşmesi sonucu, iş kazası geçirdi ve durum ciddiydi. Birkaç operasyon geçirdi fakat doktorlar sürekli sağ elini kullanamayabilir diyorlardı. Patron da kendini kurtarmak adına iş kazası geçiren arkadaşımıza ilk yaklaşımı “Oğlum sakın davacı olma ben gereken neyse yaparım” olmuştu. Arkadaşımız da iyi niyetinden bunu kabul etmişti ve davacı olmadı. Birkaç operasyon ve fizik tedavinin ardından arkadaşımız elini tam olarak değil ama yine de kullanabiliyordu. Bir süre istirahatten sonra işbaşı yapan arkadaşımızı yine aynı makine çalışmak üzere gö-
revlendirdiler. Elini de yeteri derece kullanamadığı için arkadaşımız bir süre sonra yine iş kazası geçirdi ve bir süre daha istirahat aldı. Patronun bu kez yaklaşımı daha farklıydı, bu işçi çok iş kazası geçiriyor, sanki suç işçininmiş gibi yaklaşarak “Bunu başka
Ancak günümüzde işverenler bir kısım haklara el koymak amacıyla belirsiz süreli sözleşme ile çalışan işçileri bu kapsamdan çıkarmaya ve diğer sözleşmelerle çalışır duruma getirmeye çalışmaktadır. Örneğin yıllardır aynı işyerinde çalışan işçiler, yeni girenlerle birlikte veya yılın belli dönemlerinde bir takım yenileme bahaneleriyle farklı farklı sözleşmeleri imzalamaya zorlanacaklardır. İşçilerin bunları imzalamaması veya imzalamadan da bilen birilerine göstermeleri gerekiyor, zira bazen işverenler sözleşmelerin bazı kısımlarını saklamaya çalışıyorlar. Belirli sürede çalışan işçiler yasadaki iş
işi bıraktı. Aradan bir sene geçtikten sonra arkadaşımız uzun bir süre işsiz kaldığı, borçları biriktiği için tekrar bizim patrondan iş istedi ve şunu söyledi, “Siz zamanında benden şikayetçi olmamamı istemiştiniz yaptım ve şimdi zor durumdayım siz de be-
güvencelerinden yoksunlar, patronlar da bunu fırsat biliyorlar. Kimi zaman da patronlar işçileri direkt belirli süreyle alıp, her yıl yeni sözleşme imzalatarak zincirleme iş sözleşmesi yapmaktadırlar. Ancak bu durum yasalarda “esaslı neden olmadıkça üst üste birden fazla (zincirleme) “belirli süreli” iş sözleşmesi yapılamaz” diyerek yasaklanmıştır. İşveren işçiyi kıdem ve ihbar tazminatından yoksun bırakmak için bunu yapmaya çalışacaktır. Ancak yasalarda yasaklandığı için bu durumda, sözleşme belirsiz süreli gibi sayılacak ve işçiler haklarını alabilecektir.
150-200 lira daha az. Ve daha ne kadar dayanabilir belli değil. Bu olay da çok net gösteriyor ki, patron için işçi sağlığı hiç önemli değil. Onun gözünde işçiler birer makine, biri bozulursa yenisi gelir. Kendini sağlama alana kadar canım gülüm dediği arkadaşımıza, arkadaşımız davacı olmayacağını açıkladıktan sonra selam vermez oldu. Çıkar ilişkisi bu nihayetinde. Arkadaşımız zamanında davacı olmadığı için çok pişman ama bu olay bizlere yani diğer çalışanlara çok iyi bir ders niteliğinde. Yani işçinin işçiden başka dostu yok. Patronun işçiyle kurduğu ilişki çıkar ilişkisidir ve çıkarı yoksa o ilişki sonlanır. İşçiler olarak bu ve benzeri durumlarda hem fabrika görevlere verelim” dedi. Ve nim isteğimi yerine getirin”. içindeki birlikteliğimizle arkadaşımızı kapıya bekçi Bu konuşma üzerine arkadaş birbirimize maddi ve manevi olarak koydular, ama arkada- tekrar işe alındı ama yine yönden destek olurken, hem şımızın bu işi istemeyeceğini patron aynı politikaya devam de yasal yollardan hakkımızı biliyorlardı, işi kendi rızaediyor. Hem arkadaşımızı sonuna kadar aramalıyız ki sıyla bırakması için psikoçok zorlayacak bir iş sahasına bu tür olaylarla tekrar karşılojik baskı yaptılar aslında. verdiler, hem de onun maa- laşmayalım. Ve başardılar, arkadaşımız şı diğer işçilerden ortalama İC okuru bir işçi
14
ULUSLARARASI
Arjantin’de seçimler: Kirchner’in zaferi, sol cephenin oyları Murat Yakın
kün; İlk olarak, Kirchner’in egemen sınıfların geniş Arjantin’de gerçekleştirikesimlerin desteğini arkasına len iki basamaklı başkanlık almış olduğundan ve daseçimlerinin galibi, %54’lük hası karşısına çıkan Binner oy oranına ulaşan eski devlet gibi rakiplerinin hitabet ve başkanı Cristina Kirchner güven uyandırıcı politik oldu. 23 Ekim’de gerçekleş- projeler bağlamında tirilen ikinci basmak seçim- hayli zayıf kaldığınlerinde, 2007 yılında görevi dan söz edelim. eşi Nestor Kirchner’den Ama hiç kuşkusuz, devralan Peronist Cristian zaferi sağlayan asıl Kirchner’in en yakın rakibi etmen, Kirchner’in “Sosyalist” aday Hermes Binner ise tüm oyların yak- Arjantin’deki geniş laşık %17’sini alarak rakibi- yığınlarda uyandırmış olduğu ve 2001 nin çok gerisinde kaldı. yılında yaşanan devasa Önümüzdeki dönemde ekonomik çöküşle kıyaslanhem parlamentonun hem dığında mevcut ekonomik de kongrenin çoğunluğunu gidişatın umut verici olelinde tutmayı garantileyen duğuna yönelik yanılsama Kirchnerin zaferini iki temel oldu. 2001 yıkımından faktörle açıklamak mümsonra, özellikle de son 3 yıl
içinde Arjantin’in başlıca ihracatçılarından olduğu soya, mısır vb tarım kalemlerinin dünya piyasalarında tavan fiyat kazanmasıyla yaşanan görece ekonomik toparlanma Kirchner’i geniş
yığınlar için kötünün iyisi, alternatifsiz lider konumuna getirdi. Yine de bu yanılsamayı yaratırken Kirchner’in bu güne dek işini kolaylaştıran, muhalefet ayaklarımı
bağlıyor argümanının artık geçerli olmadığını, yeni başkanın, kararlılıkla sürdüreceği dünya piyasalarıyla entegrasyonu temel alan özelleştirmeci neo liberal yıkım politikaları nedeniyle önümüzdeki dönemde daha etkili ve patlamalı seferberliklerle karşı karşıya kalacağını öngörmek için kahin olmaya gerek yok. Bu genel seçim panaroması içinde altı çizilmesi gerekli bir diğer olgu ise, işçi sınıfı örgütleri ve Troçkist sol güçlerin ortak bir seçim ve mücadele programı oluşturarak yarattıkları Solun ve emekçilerin cephesinin-
FİT- elde etmiş olduğu 600 bini aşkın oy oranı oldu. Cephe bir yandan tüm ezilenler için ülke genelinde bir politik referansa dönüşürken diğer yandan da 14 Ağustos tarihli ilk basamak seçimlerinde elde etmiş olduğu 500 binlik oy oranını daha da yukarılara taşımış oldu. Açığa çıkartmış olduğu muazzam enerji ve umutla, solun ve emekçilerin cephesi’nin önünde şimdi yeni bir görev var; Derinleşen ekonomik kriz koşullarında patlak verecek tüm mücadelelere eşlik edecek, tüm ülke çapında devrimci bir alternatif odağı, bayraklar karışmaksızın birlikte vurulabilecek bir mücadele zemini olarak yoluna devam etmek.
Bolivya’da yerli halkın büyük zaferi
Atakan Çiftçi, 30 Ekim 2011
Bolivya’da Morales hükümetinin çokuluslu şirketlerle işbirliği içerisinde hayata geçirmeye çalıştığı otoyol projesi, yerli halkın ve emekçilerin büyük seferberlikleri sonucu yenilgiye uğratıldı. Anayasa gereğince, yerli halkların egemenliğindeki TIPNIS diye bilinen milli parktan geçmesi planlanan ve uygulanması halinde buradaki Amazon ormanlarını ve doğal yaşamı büyük ölçüde tahrip edecek proje, bölgenin yerli halkını ayağa kaldırdı ve yerli halkın mücadelesi ülke çapında yoğun bir destek buldu.
Ağustos ayının sonunda, ülkenin Yıllar önce Dünya Bankası tara- doğusunda yer alan ve başkente fından önerilen ve bugün Brezilya 500 kilometre uzaklıktaki TIPhükümeti (ve onun Petrobras başta NIS bölgesinden başkent La Paz’a olmak üzere çok uluslu şirketleri) binlerce kişiyle yürüyüş kararı aldı. tarafından yoğun bir biçimde des- Yürüyüş sırasında açlık, susuzluk teklenen Atlantik ve Pasifik’i kara- ve hastalıkların yanısıra ağır poyoluyla bağlama projesi, temelde lis şiddeti ve Morales’in partisi çok uluslu şirketlerin Latin AmeMAS’ın (Sosyalizme Doğru Harika kıtasının iç bölgelerine nüfuz reket) seferber ettiği kesimlerin etme, buradaki doğal zenginlikleri saldırılarına maruz kalan kitle, dünya pazarlarına aktarma strateji- bütün engellere karşın 67 günün sinin bir parçası. Morales hüküme- sonunda başkent La Paz’a ulaştı ve ti tarafından ilan edilen proje de, burada müthiş bir kitle desteğiyle bu büyük projenin bir parçasını karşılandı. oluşturuyor ve Brezilya hükümeti Süreç içerisinde, önce görüşmetarafından finanse ediliyor. leri reddeden ve kitlenin üzerine Projenin ilan edilmesinin arpolisi ve parti tabanını salan Modından seferber olan bölge halkı, rales, protestoların ülke çapında
destek bulması, kendi partisinin yerli milletvekillerinin istifasıyla karşılaşması ve başkentteki kitlesel seferberliklerin ardından önce, protestoculara uygulanan şiddetten dolayı özür diledi ve projenin referanduma sunulacağını açıkladı. Fakat, Morales’in bu manevrası kitleleri yatıştırmadığı gibi kararlılıklarını daha da artırdı. Ardından Bolivya İşçi Merkezi (COB)’nin başkentte ilan ettiği iki günlük grev ve hükümet üzerindeki baskıların yoğunlaşmasıyla, Morales projenin iptal edildiğini açıkladı ve TIPNIS’in korunmasıyla ilgili yeni bir yasayı meclisten geçirdi. Morales hükümeti, geçtiğimiz aylarda da petrol üzerindeki dev-
let sübvansiyonlarını kaldırmış ve petrol ürünlerine yüzde 82 oranında zam yapmıştı. Bu önlemin ülke çapında yarattığı büyük protesto dalgası karşısında ise, son yaşanan gelişmelerde olduğu gibi geri adım atmak zorunda kalmıştı. Morales’in otoyol projesi ve protestoculara uyguladığı yoğun şiddet, yerli kökenden gelen ve “sol” bir söylem kullanan Morales’in ve hükümetinin halk-karşıtı, emperyalizm-yanlısı ve karşıdevrimci karakterini ortaya koymakta. Gerçek yüzü giderek daha net açığa çıkan Morales hükümetine karşı, işçilerden, yerlilerden ve halktan yana gerçek bir devrimci alternatifin inşası, aciliyetini sürdürmekte.
ULUSLARARASI
15
Şili: Öğenci eylemlerinden genel greve kümet de bunun farkında olacak ki, 1989’dan bu yana çok fazla kullanılmayan ve içinde oldukça ağır uygulamaları barındıran “devlet güvenlik yasası” nı uygulamanın yolunu aramakta.
İC-Haber, 30 Ekim 2011 Şili’de eğitim alanında reform yapılmasını talep eden öğrenciler mayıs ayından beri sokaklarda. Eylemlerin ilk döneminde kitle sadece üniversite ve lise öğrencileriyle velilerden oluşurken zamanla daha da genişledi ve bu genişlemeye paralel olarak mücadele daha da yaygınlaştı. Örneğin; kötü çalışma koşullarına karşı greve çıkan maden işçileri, güvenceli çalışma talep eden ulaştırma işçileri... Hepsi birlikte öğrencilerle ortak eylemler düzenlediler. 1989’dan, yani Pinochet diktatörlüğü yıkıldığından bu yana Şili’deki en kitlesel eylemler gerçekleşiyor. Bunda Pinochet döneminde ( 1973- 1989 ) uygulan-
masının önü açılan ve diktatörlük rejiminden sonra da devam edilen, Şili ekonomisinin neoliberal dönüşümünün “getirdiklerinin” kitleler üzerinde gittikçe daha da derinden hissedilmesinin etksi oldukça fazla. Eylemlerini sürdüren öğrencilerin de taleplerine baktığımızda, çıkış noktasının, devletin eğitim alanına yetersiz kaynak ayırması olduğu
gözümüze çarpıyor. Öğrencilerin taleplerini ise şu şekilde sıralayabiliriz; devletin eğitim alanının kontrolünü eline alması ve eğitime ayrılan bütçenin arttırılması, yoksul öğrencilere kredi yerine burs sağlanması, eğitim alanında kâr amaçlayan kurumlara izin verilmemesi ve eğitimin parasız hale getirilmesi. Mücadele bu talepler etrafında sürdürülürken,
dönem dönem hükümet ile görüşmelere başlanması kitle içerisinde bir ikilik yaratsa da şu ana kadar hareketin geri çekilmesine dönük herhangi bir işaret gözükmüyor. Hatta ekim ayı içerisinde öğrencilerin sendikalara yaptığı çağrı sonucunda gerçekleştirilen 2 günlük genel greve katılımın bir hayli yüksek olması, öğrencilerin taleplerinin önemli bir kabul gördüğünün de göstergesi. Hü-
Tüm dünyadaki seferberliklere baktığımızda, hepsinin çıkış noktalarının ve taleplerinin birbirine oldukça yakın olduğunu görüyoruz. Ülkeler özeline döndüğümüzde ise ilk elde, mücadelelerin ortak bir zeminde toplanabilmesi en can alıcı ihtiyaçlardan biri olarak karşımıza çıkıyor. Şili’de de hükümetin kitle üzerinde arttırması muhtemel duran baskıya karşı en geniş birliği sağlamak ve mücadeleyi derinleştirmek önümüzdeki dönemin belirleyeni olacak gibi gözüküyor.
Yunanistan’da Rejimin Bekçisi; “Komünist” Partisi Bahadır B. Imf, memur maaşlarını ödeyemeyecek durumda olan Yunanistan’a vermek istediği yardımın 8 milyar avroluk dilimi için, işçi ve emekçilere büyük bir saldırı planı barındıran tasarruf (kemer sıkma) paketinin meclisten geçmesini şart koşmuştu. 20 ekimde krizin faturasını işçilere ödetmek için toplanan mecliste ki tasarruf paketinin oylanması sıralarda, dışarda 2 gün süren, kitlelerin meydanlara aktığı, fırınların dahi kapalı olduğu genel grev vardı. Grev sırasında gözümüze takılan en önemli şey, meclisi polisle birlikte koruyan Yunanistan komünist partisiydi (YKP). 20 ekim, Grevin ikinci günü meclise yürüyen binlerce kişinin karşısına, polisle birlikte Yunanistan komünist partisi üyeleri ile
bu partinin denetimindeki Mücadeleci sendikalar birliği (Pame) bürokratları da dikildi. Alana anarşistlerinde girmesiyle YKP ve kitleler arasında şiddetli çatışmalar çıktı. Polisin
meclis çevresine kurduğu barikatlara mevzilenen ve ellerindeki tahta sopalarla, Syntagma meydanındaki gösterici grupların hiçbirini meclise yaklaştırmayan stalinist YKP, aynı sıralarda
işçi ve emekçilere saldırı paketini onaylayan parlementoyu kitlelerden canla başla koruyarak safını ve özel mülkiyet yanlısı olduğunu çok net belli etmiştir. Bu olayın basına yansımasıyla stalinist grupların YKP yanlısı yazıları gecikmedi. Türkiye komünist partisi haberi “YKP üzerinde oynanan provaksyon” olarak duyurarak yaşanan çatışmaları “güçlenen YKP’den ürken egemenlerin saldırıları” olarak niteledi. Doğu bloğunun dağılmasıyla tüm dünyada güç kaybeden stalinizm bugün sendikalar ve “komünist” partiler (kp) aracılığıyla işçi sınıfı üzerindeki taahkümünü sürdürüyor. Ve görünen o ki işçi sınıfı sadece burjuvaziyle değil “komünizm” maskesi takan stalinist bürokrasiylede savaşmak zorundadır. Yunanistan’daki bu
olayında gösterdiği gibi, sınıf mücadelesi keskinleştikçe safların netleştiği görülmüştür ve kimin karşı devrimci olduğu ortaya çıkmıştır. Stalinizmin tarihide, günümüzdeki hali de herşeyi anlatıyor. Hitlerin iktidara gelişindeki rollerinden, İspanyol faşizmine iktidarı altın tepsiyle vermelerine dek, karşı devrimci tutumları tescillenmiş stalinislerin, bugünkü arap devrimlerine “emperyalist komplo” demeleri ve Yunanistan’daki son olay, işçi sınıfının gözünden kaçmayacaktır. Sadece Yunanistan’da değil, tüm dünya’da burjuvaziyi mülksüzleştirecek, devrimci Marksist programı uygulamaya koyacak, burjuvazi ve stalinizmle uzlaşmaz bir şekilde savaşacak, işçi sınıfının devrimci bir partisini yaratmak, tüm yakıcılığıyla ortadadır.
94. yılında parti ve devrim Tarihin bize öğretmeye devam ettiği değişmez gerçek toplumsal rejimlerin ölümsüz olmadığıdır. “Doğan her şey yok edilmeyi hak eder.” Fakat şu ana dek hiçbir egemen sınıf isteyerek ve barışçı yollarla sahneden çekilmemiştir. Ölüm kalım anı geldiğinde akıl hiçbir zaman zorun yerini tutamaz.
işbaşına getirilmesi; generallik de dahil olmak üzere onbaşılıktan itibaren tüm rütbelerin ve askeri sıfatların kaldırılması; bu türden ayrımlara işaret eden her türden süsleme ve
Devrimi’nin zaferinden altmış üç yıl sonra bugün, onun bu yüzyılda bir istisna olduğunu, onun özelliklerinden bir başka devrimin gerçekleşmediğini kabul etmeliyiz. Ne muzaffer
İnsanlık tarihinin akışını değiştiren, karmaşık, siyasal bir alt üst oluştan bahsediyoruz: Devrim!
1917’de Rusya’da iktidarı alan emekçiler, pek çok kararname çıkartarak ekonomik, siyasal ve kültürel yaşama ilişkin yeni yasal düzenlemeler yaptılar. Yani devrim, yeni bir düzenin kapılarını açtı. Askeri birliklerde iktidarın asker sovyetlerine ait olması; ordu içinde subayların artık seçimle
Ekim Devrimi’nin açtığı yol ve devasa deneyim, dünya işçi sınıfının hala en önemli rehberidir. Bugün Tunus’la başlayan, Mısır’la ilerleyen, Libya, Suriye, Yemen ve bir dizi ülkeye yayılan Arap demokratik devrimleri kendisini Ekim’e bağlayacak tarihsel bir dizi etmenin bir araya geldiği o kritik anın izini sürüyor. Shakespeare’in de dediği gibi: “İnsan hayatta suların yükseldiği anı iyi kollamalı: O an geldiğinde davranıp denize açılırsan, yolun sonunda emeline erişirsin.”
İşte 7 Kasim 1917’de Çarlık Rusya’sında gerçekleşen devrimde Rusya işçi sınıfı, ezilen halkların, yoksul köylülerin ve emekçi halkın desteğini alarak sınıf savaşımını kendi lehine çevirerek emekçilerin iktidarını kurdular.
Devrim, toplumsal düzen değişikliği demektir. Troçki’nin de değindiği üzere, “İktidarı, kendisini tüketmiş olan bir sınıfın elinden yükselmekte olan diğer bir sınıfın eline geçirir. Ayaklanma anı iki sınıfın iktidar mücadelesindeki en keskin ve kritik anı oluşturur. Ayaklanma, ancak halkın ezici çoğunluğunu etrafında toplayabilecek ilerici bir sınıfa dayanıyorsa devrimi gerçek zafere ve yeni bir düzenin kurulmasına götürebilir.”
en önemli kazanımı olan Üçüncü Enternasyonal’in kuruluşu gerçekleşebilirdi.”
işaretin kaldırılması; askeri selamlamanın kaldırılması vb. gibi düzenlemeler yapıldı. Yine çalışma saatlerinin 8 saatle sınırlandırılması, devlet memurlarının işçilerin arasından seçilmesi, kadınları özgürleştirici bir çok hak önemli kazanımlardandır. Nahuel Moreno, Ekim Devrimi’nin 63. yılında şu satırları yazar: “Ekim
devrimlerin ne de yenilgiye uğramış olan devrimlerin herhangi birinde benzer bir devrimci süreç gerçekleşmemiştir. (...) Ekim Devrimi’nin günümüze dek süren istisnai karakteri, Bolşevik Parti gibi bir partinin varlığıyla belirlenmiştir. Bu partinin ve dünya proleteryasının devrimci solunun yokluğunda, ne Ekim Devrimi’nin zaferi ne de onun
Arap işçi sınıfı bugün suların yükseldiği anı iyi kollayacak enternasyonal bir partiden yoksun, dahası Moreno’nun bahsettiği Ekim’i istisnai kılan Bolşevik partilere de sahip değil. Avrupa’da, Amerika’da, Latin Amerika ve Asya’da kapitalizmin zorbalığı ve kar hırsına karşı isyan eden bütün emekçilerin ortak taleplerini, mücadelelerini tek bir programda birleştiren yekpare bir sınıf örgütlenmesinden bahsediyoruz. Ekim Devrimi’ni bir zafer hatırası olarak anmayı değil de, bir eylem kılavuzu olarak anlamayı seçmemiz sınıfsız ve sömürüsüz bir dünyaya olan inancımızdan kaynağını alıyor. Dolayısıyla yeni Ekim Devrimleri için yeni Bolşevik Partiler inşa etmek temel görevimiz olmaya devam ediyor.
Dicle Nadin, 31 Ekim
www.iscicephesi.net Aylık Siyasi İşçi Gazetesi (Aylık Yerel Süreli Yayın) • Sahibi ve yazı işleri müdürü Atakan Çiftçi (Enternasyonal Yayıncılık) • Yönetim yeri Şehit Muhtar Mah. Süslü Saksı Sok. No: 19/6 Beyoğlu - İstanbul • 1 yıllık abonelik Yurtiçi: 25 TL • Yurtdışı: 25 € Baskı Estet Ajans Matbaacılık, Merkezefendi Mah. Fazılpaşa Cad. 4. Zer San. Sit. No: 16/26 Topkapı - İstanbul • Fiyatı 2 TL • Her türlü haberleşme ve abonelik talebi için e-posta adresimiz iscicephesi@gmail.com