Devrimci Ýþçi Partisinin ve 4. Enternasyonalin inþasý için
iþçi cephesi Yeni Dönem sayý: 36
Þubat 2007
http://iscicephesi.org
proletarya enternasyonalizmi
sýnýf mücadelesi
sýnýfdaþlýk
özne iþçi sýnýfýdýr Gündem ve Politika
syf. 2-11
Ölüm orucuna ara verildi Bolu Tüneli çýkmazda Özne iþçi sýnýfýdýr
Sýnýf mücadelesi
syf. 12-14
Emek güncesi Fabrikalardan okur mektuplarý
Yurttaþlýk deðil sýnýfdaþlýk Egemenlerin çýkar çatýþmasý Kerkük’ün kaderi referandumla mý çizilecek?
Enternasyonal
syf. 14-16
“Türkiye Barýþýný Arýyor” konferansý Cinayetin adresi: devletin ve rejimin niteliði
Lübnan’da Genel Grev
Görkemli bir cenaze ve kurtlar puslu havayý sever
“Yeni Irak Planý” felaketi engelleyebilir mi?
ÝÞÇÝ SINIFININ KURTULUÞU KENDÝ ESERÝ OLACAKTIR
1
ÝLAN TAHTASI
GÜNDEMDEN...
Ölüm Orucuna Ara Verildi F tipi cezaevlerinde tecride son verilmesi amacýyla 293 gün ölüm orucunu sürdüren Avukat Behiç Aþçý, Adana’da 262 gündür ölüm orucunda bulunan iki çocuk annesi Gülcan Görüroðlu ve Uþak Kapalý Cezaevi’nde 268 gündür ölüm orucunda bulunan Sevgi Saymaz taleplerin kabul edilmesi üzerine eyleme ara verdiler. Son olarak TTB (Türk Tabipler Birliði) F tipleriyle ilgili 5 Ocak’ta hazýrlayýp bakanlýða sunduðu raporda, çok aðýr olan tecrit koþullarýnýn hafifletilmesi için bazý önerilerde bulundu. Sonra da Adalet Bakanlýðý, cezaevlerinde uygulamada ortaya çýkan sorunlarý gidermek amacýyla 20 sayfalýk bir genelge yayýnladý. Genelgeye göre F tipi cezaevlerinde ortak faaliyet ve sohbet zamaný haftada 10 saate çýkarýldý. Bu süre daha önce hafta da 5 saat olarak uygulanýyordu. Bu faaliyet, hafta içerisinde açýk görüþ, avukat ve ziyaretçi görüþlerini aksatmayacak þekilde yaptýrýlacak.
20 Ekim 2000’de baþlayan ölüm orucu direniþine 22 Ocak 2007, saat 19.00 itibariyle ara verildi. 7 yýldýr sürdürülen ölüm orucu direniþinde toplam 122 kiþi hayatýný kaybetti, 600’den fazla kiþi sakat kaldý. Düþünüldüðünde bu deðiþikliði yapmak için 122 kiþinin ölmesi mi gerekiyordu? Bu kadar insan ölmeden, sakat kalmadan da bu adýmlar atýlabilirdi Genelge, cezaevlerindeki insani koþullar konusundaki isteklerin tamamýný karþýlamasa da, olumlu bir adým. Bu genelgenin uygulanýp uygulanmadýðý sorunu kýsa sürede ortaya çýkacaktýr. Seçim zamanýnýn yaklaþmasý, AB ve kamuoyu baskýsý hükümete bu adýmý attýrdý. Nergis Çayýr - 06/02/2007
Bolu Tüneli Çýkmazda
2
Bolu Daðý tüneli için çalýþmalara 1987 yýlýnda baþlandý. Proje için 19 Ocak 1990’da ihaleye çýkýldý. Ýhaleyi Ýtalyan firmasý Asaldi kazandý. Tünel için ilk kazma 1993’de vuruldu, 12 Kasým 1999 depreminde meydana gelen hasar nedeniyle inþaat uzadý. Deprem sonrasý oluþan hasarlar sigorta tazminatý ile giderildi ve proje revize edildi. Projenin keþif bedeli 570,5 milyon dolar olarak belirlendi. Bolu Daðý tüneli inþaatýný Karayollarý Genel Müdürlüðü adýna denetleyen Yüksel Proje Kontrol Teþkilat Baþkaný Faik Tokgözoðlu’nun verdiði bilgiye göre projenin fiyat farký dahil toplam maliyeti 900 milyon dolarý buluyor. Bu tutarýn 290 milyon dolarý tünel için harcandý. 2007 yýlýnda 15-20 milyon dolarlýk bir tutar sarktý. Gümüþova-Gerede otoyolu projesinin bir bölümünü oluþturan Bolu Daðý geçiþi bu otoyolun 30. km.sindeki Kaynaþlý’da baþlýyor, doðu yönünde Asarsuyu vadisi boyunca ilerleyerek, Bolu Daðý’ný bir tünelle açýyor ve Yumrukaya mevkiinde sona eriyor. Ýstanbul-Ankara Karayolunu 3,5 saate indirecek Bolu Daðý geçiþinin toplam uzunluðunun 26,6 km’si otoyol, 1,6 km’si baðlantý yolu olmak üzere toplam 27,2 km’yi buluyor. Yapýmýna baþlanmasýndan bu yana 14 yýl geçen Bolu Daðý tünelinde ilk yýllarda 1200 kiþi çalýþtý. Bu sayý þimdi 500 kiþiye
indi. Geçen süre de 16 bakan eskiten tünel iki büyük deprem geçirdi. Baþbakan Tayyip Erdoðan Türkiye’yi þantiyeye çevirdiðini belirtmiþti. Ama bu þantiyelerin vatandaþýn hayatýný olumsuz etkilediðini, adeta cehenneme çevirdiðini unutuyor. Eksiklikleri bitmemiþ olan tünelin açýlýþýný Ýtalyan Baþbakaný Prodi ile 23 Ocak’ta yapan Baþbakan uyarýlarý dikkate almadý. Ýstanbul-Ankara istikametindeki bölümün geride kalan bir hafta içinde iki kez kapatýlmasý projenin yüklenicisi Ýtalyan Asaldi firmasýnýn “eksikler var açmayýn” uyarýsýný yeniden gündeme getirdi. Asaldi, Kurban Bayramý öncesinde karayollarýna noter kanalýyla gönderdiði uyarý yazýsýnda tünelin buz çözücü ve sinyalizasyon gibi elektrifikasyona dayalý bölümlerinin tamamlanmadýðýna dikkat çekerek doðabilecek kazalardan sorumlu deðiliz demiþti. TMMOB Ýnþaat Mühendisleri Odasý yaptýðý yazýlý açýklamada yaþanan olumsuzluklarýn ve tüneldeki eksiklerin bu iddialý projeyle örtüþmediðini savundu “eksikler var açmayýn” uyarýsýnýn dikkate alýnmadýðý vurgulanan açýklamada Bolu Daðý’nda yaþanan fiyaskodan sonra kamuoyunun “insan hayatý mý yoksa politik hesaplar mý daha önemlidir?” sorusuna yanýt bulunmasý gerekmektedir denildi. Hükümetin zaten yapmasý gereken hizmetleri adeta kendi reklam ve þovlarýna dönüþtürmeleri, bunlarý hizmet deðil lütuf gibi göstermeleri kendi beceriksizliklerini ortaya koyuyor. Akýn Sel - 05/02/2007
Sivil Toplum ve Yurttaþlýk Nedir? Devrimci, zor olaný basitleþtirerek; karmaþýk olaný sadeleþtirerek iþçi sýnýfýnýn ve emekçi yoksul halklarýn aklý ve yüreði olur. Devrimci, herkesin karamsarlýða kapýldýðý anlarda, korkunun ve karanlýðýn içinde yolunu kaybetmeden ilerlemesiyle devrimci olur. Karmaþadan bir düzen çýkarabilmek devrimcinin gerçek gücüdür. Kuþkusuz bu, ne büyüdür ne de tanrýsal bir durum. Bu, tarihsel ve sosyal olarak devrimcinin program ve yöntemiyle; ve onun tarihsel, toplumsal anlamda devrimci-Marksist bir politik/pratik bilinç düzeyine sahip olmasýyla doðrudan ilintilidir. Sýnýfdaþlýk mý yurttaþlýk mý? Öyleyse neler oluyor? Neden kendi sýnýfýmýzýn diliyle konuþmuyoruz? Neden tutumuzu, düþüncemizi, acý ve sevincimizi kendi sýnýfýmýzýn diliyle ifade etmiyoruz? Neden devletin korkunç yüzü, rejimin zorba kimliði karþýsýnda ayakta kalmak, direnmek ve kazanmak için sýnýfýmýzýn gücüne en küçük bir atýfta bile bulunmuyoruz? Neden ýsrarla ve umutsuzca tarihin en devrimci sýnýfýný, modern toplumun devrimci dönüþümünün motor gücü olan iþçi sýnýfýný bir halk bulamacý içinde eritmeye çalýþýyoruz? Sýnýfdaþlýk ne zaman yurttaþlýk oldu ve neden? Vataný olmayan enternasyonalist proletarya nasýl vatansever olabilir? Kapitalizmin yarattýðý ve/veya önceki devirlerden devralýp besleyip büyüttüðü tüm ayrýmcýlýklarýn temelinde esas olarak özel mülkiyet bulunur. Emek gücünün sömürüsü küçük bir azýnlýðýn zenginliði, güç ve iktidarý adýna büyük çoðunluðun insani olmayan yaþam koþullarýna mahkum edilmesine yol açar. Böyle bir toplumda bir sömürenler, bir de sömürülenler vardýr. Sömürenler, sömürülerini sürdürebilmek için toplumu dengede tutacak ara toplumsal katmanlar/ kesimler (orta sýnýf) oluþmasýna olanak verirler. Bu cambazlýk yeri geldiðinde ve gerektiðinde 403 YTL asgari ücret alan bir iþçiyle 10 milyar dolar serveti olan Koç ve Sabancýyý yurttaþlýk þemsiyesi altýnda bir araya getirme marifetidir. Lakin “hayat” iþçi sýnýfýna ve emekçi yoksul halklara karþý çok acýmasýzdýr ve yurttaþlýk ne karýn doyurur ne de özgürlük verir. Eðer niceliksel deðil niteliksel bir durumdan bahsediyorsak, adil ve eþit bir paylaþým, hak ve özgürlüklerin herkes için eþit oranda kullanýlabilir olmasý emperyalist-kapitalist bir sistem içinde geçersizdir. Emperyalist-kapitalist sistem kendi baský ve sömürü düzeninin gerçeklerini örtmek için hayatý her alanda ve her anlamda bölüp parçalayarak söz konusu eþitsizliði, ayrýmcýlýðý bir tür kader, deðiþmez bir kural olarak benimsetmeye çalýþýr. Bu anlamda tarihsel-toplumsal sürecin ortaya çýkardýðý sosyo-kültürel, sosyo-ekonomik farklýlýklar emperyalist-kapitalist sistemin çýkarlarýna uygun olarak yeniden þekillendirilir; düzenin sahiplerinin ellerinde iþçi sýnýfý ve emekçi yoksul halklar bölüpparçalanarak birbirileri için tehdit ve düþman haline getirilmeye çalýþýlýr. Çýkarlarý ve gelecekleri ortak olan
emekçilere sahte düþmanlýklar pompalanýr ve düþmanlýk bir vücut derisi gibi üzerlerine giydirilmek istenir. Ortaya olmazsa olmaz düþman kimlikler çýkar. Milliyetçilik ve onun doðrudan uzantýlarý/yansýmalarý olan þovenizm, ýrkçýlýk, faþizm ve benzeri ideolojikpolitik yapýlar emperyalist-kapitalist sistemin organik paçalarýdýr. Sivil toplum, demokratik bir yanýlsamadýr Israrla vurgu yapýlan sivil toplum neyin çözümüdür? Örneðin emek gücünün sömürüsü sivil toplum altýnda son bulur mu? Örneðin bir sýnýfýn diðer sýnýf(lar) ve kesimler/katmanlar üzerindeki kapitalist sömürüsü son bulur ve bundan kaynaklý eþitsiz paylaþým sivil toplum altýnda eþit ve adil bir sonuca ulaþýr mý? Sonuç olarak bir iþçi kendi sýnýfýnýn bir üyesidir ve toplumsal yaþama, siyasi ve ekonomik süreçlere bu sýnýfsal konumuyla katýlýr. Sivil toplum, liberalizm (sol da olsa!) buna son verir mi? Tarih ezenler ve ezilenler arasýnda bir mücadeledir. Küçük bir azýnlýðýn güç ve çýkarý adýna büyük çoðunluk daima sömürülür; baský ve þiddet altýnda tutulur. Bu durumda sivil toplum, sýnýflý bir toplumda sýnýf gerçeðini perdeleyerek sömürüyü, baský ve þiddetin kaynaðýný, dolayýsýyla sistemin kendisini saklamasý ve korumasýný daha fazla saðlamaz mý? Öyleyse çýkarý ve geleceði ortak olanlarýn sömürü ve yoksunluk içinde boðulmalarýna yol açacak aldanmalarýn daha da derinleþmesine, tarihsel ve güncel anlamda sýnýf bilincinin kýrýlmasýna daha da fazla oranda yol açacak bir sivil toplum kimin yararýna olmaktadýr? Avrupa Birliði, sivil toplumun güçlendirilmesi, yurttaþlýk, hukukun üstünlüðü gibi kavramlarla hareket edenlerin iþçi sýnýfýna vaat ettiði sýnýr nedir? Türkiye’de (ve de dünyada) kapitalizmin insanileþtirilmesi projesi bu toplum kendi iç dinamikleriyle, kendi öz gücüyle deðiþemez, geliþemez anlayýþýyla birlikte anýlmakta; ve toplumun adam edilmesi adýna emperyalistkapitalizmin yeni sömürü anlayýþlarý devreye sokulmakta deðil midir? Bugün sivil toplum gerekli diyerek okullarda Kürtçe seçmeli ders olsun deme noktasýna kadar gelen TÜSÝAD; askeri darbelerin, baskýcý yasalarýn, en sýradan ekonomik-demokratik haklarýn gasp edilmesinin mimarý deðil midir? Ve halen bu yasa ve uygulamalarýn þemsiyesi altýnda bulunan bu TÜSAÝD deðil midir asgari ücret 500 YTL olursa Türkiye’de ekonomi çöker, sanayi biter diyen? Nasýl oluyor da ayný gemide olmamýza raðmen kürekleri sürekli iþçi ve emekçiler çekmesine raðmen dümende hep onlar oluyor? Ýþçi sýnýfý ve emekçi yoksul halklarýn vahþi kapitalistlerle, iyi kapitalistler arasýnda bir seçim yapmak zorunda býrakýlmasý -en karikatür haliyle- iyi polis kötü polis oyunu deðil mi? Bu topluma sivil toplum ve yurttaþlýk önerenler emeklilik yaþý ve maaþý, asgari ücret, iþ güvencesi, sendikal örgütlenme gibi en basit konularda ne öneriyorlar, biraz da bunlardan bahsetsinler… Ýþçi Cephesi - 04/02/2007
GÜNDEM
Özne Ýþçi Sýnýfýdýr!
3
Avrupa Birliði Deðil Proletarya Enternasyonalizmi, Sivil Toplum Deðil Sýnýf Mücadelesi,
Yurttaþlýk Deðil Sýnýfdaþlýk Agos Gazetesi Genel Yayýn Yönetmeni Hrant Dink, 19 Ocak 2007 tarihinde katledildi. Olay yeri görüntülerinin medyaya verilmesi sonucu tetikçi, babasýnýn ihbarý üzerine Samsun’da yakalandý. Faþist katilin Trabzon nüfusuna kayýtlý 17 yaþýndaki Ogün Samast olduðu ortaya çýktý. Linç giriþimleriyle, çeþitli cinayetleriyle, yüksek suç ve silahlanma oranýyla ve bir yýl önce gerçekleþen Rahip Santoro cinayetiyle zaten ön planda olan Trabzon iyice gündeme oturdu. Samast’ýn iþlediði cinayet baþta Ýstanbul Emniyet Müdürü ve Trabzon valisi olmak üzere birçok kesim tarafýndan adi ve sýradan bir olay olarak sunulmak istendi. Oysa Samast’ýn ardýndan bir düzine doðrudan tertipçi þimdiden ortaya çýkarýlmýþ durumda ve her birinin ortak özelliði milliyetçi-faþist olmasý. Cinayetlerini bir anlýk öfkeyle iþlemediklerinin kanýtlarý ise ortada: Samast ilk ifadesinde yine olsa yine öldürürüm derken, görünürdeki azmettirici Yasin Hayal, polislerin arasýnda savcýya götürülürken Orhan Pamuk’a hitaben “akýllý ol!” tehdidi savuracak kadar da kendinden emin. Sadece bu kadar mý? Cinayetin iþlenmesinin üzerinden 32 saat geçmiþ, yer yerinden oynamýþ ve Samast, Samsun’da “yakalanýyor”; ama sonradan medyaya yansýyan görüntüler Samast’ýn bir katil gibi deðil bir “kahraman” gibi aðýrlandýðý gösteriyor. Polislerin, jandarmalarýn faþist katille, muhtemelen çocuklarýna, torunlarýna, arkadaþlarýna göstermek için hatýra fotoðrafý çektirme yarýþýnda olduklarýna hep birlikte tanýk oluyoruz.
4
Katille bir aile fotoðrafý Faþist tetikçi Samast dahil þu ana kadar 8 kiþi olayla ilgili olarak tutuklanmýþ durumda. Katil ve görünürdeki tertipçilerin tamamý milliyetçi-faþist parti ve derneklerin üye ya da sempatizanlarý. Baþta BBP, MHP olmak üzere bu faþist partilere baðlý dernek ve ocaklarýn tetikçi ve diðer tertipçilerin mekaný olduðu açýk. Diðer yandan bu katiller sürüsünün sadece bu mekanlarda yetiþtiðini düþünmek büyük bir yanlýþ olur. Çünkü ortalama bir milliyetçi-faþist katil (ve adaylar) için esas yüreklendirici olan devletinin/rejiminin -en azýndan gaflet ve delalet içinde olmayanlarýn ki onlar da çoðunlukta- arkasýnda olduðunu bilmektir. Örneðin iki bin kiþilik milliyetçi-faþist bir güruh 4-5 kiþilik devrimci-demokrat genci Trabzon’da linç etmeye giriþiyor. Ölümden dönen gençler halký galeyana getirmek ve genel huzuru bozmaktan gözaltýna alýnýyor. Linççi faþist güruh ise bizzat il mülki amirlerinin teþekkürleriyle sakin olmaya davet ediliyor. Sonuç; vatandaþýn milli hisleriyle oynanmýþ olmasý. 19 Mayýs törenlerinde birkaç genç Lübnan’a asker göndermeyelim diye pankart açtýðýnda yine hisli vatandaþlarca linç edilmek istenmiþti. Ýstanbul Emniyet Müdürü vatandaþlarýn gençleri PKK’li sanmalarýndan dolayý bu þekilde hareket ettiklerini açýklamýþtý. Sonuç; düþmanlarýnýzý linç edebilirsiniz. Düþman kim?: Ermeni, Rum, Kürt, Komünist, dönek bir Türk aklýna ne gelirse… Bu örnekler bir iki tane deðil, binlerce. Samast ile fotoðraf çektirme yarýþýna giren polisjandarma istisna örnek deðil. Bu milliyetçi-faþist anlayýþ özellikle devlet aygýtýnýn çoðunluðunu, muhtemelen genel ortalamasýný ifade ediyor. Her þey birbirine öylesine baðlý ki: Hrant Dink’e cezayý ýsrarla onaylayan Yargýtay; onu yargýlayan hakim ve savcýlar; katili yakalayan asker-polisler; Trabzon’da, Ýstanbul’da linççilere teþekkür eden valiler, emniyet
müdürleri; 301 kere kem küm eden, Ermeni Konferansý düzenleyenleri Türkiye’yi arkadan hançerlemekle suçlayan Adalet Bakaný Cemil Çiçek; Orhan Pamuk’a Nobel Ödülü almasýna raðmen “milli hassasiyetleri” nedeniyle tebrik mesajý iletmeyen Cumhurbaþkaný Sezer; 301 kalkarsa herkes Türklüðe küfredecek diyen CHP’li Baykal; Etyen Mahçupyan’a alenen hakaret eden ve ayný Hrant Dink’i hedef gösterdikleri gibi onu da hedef göstermekten çekinmeyen Hürriyet Gazetesi Genel Yayýn Yönetmeni Ertuðrul Özkök ve daha nicesi. Belki cinayet tek baþýna deðil, ama katille poz veren asker-polisten Adalet Bakaný Çiçek’e, Cumhurbaþkaný Sezer’den Ertuðrul Özkök’e kadar olan zincir devletin ve rejimin niteliðinin gerçek bir fotoðrafýný sunuyor. Milliyetçifaþist bir yapý, asker-polis zihniyeti, baský ve þiddet rejimi… sadece devletin deðil, ayrýlmaz parçasý medya ve diðer “sivil” uzantýlarýyla birlikte bir milliyetçi-faþist yapý. Bu yapýnýn bir bütün olarak ne kadar milliyetçi-faþist bir anlayýþ üzerinde durduðunun kanýtý, nerdeyse aðýz birliði etmiþçesine kurþunun Türkiye’ye sýkýldýðý palavrasýný söylemiþ olmalarýydý. Oysa daima potansiyel düþman olarak mimlenmiþ bir “azýnlýk” mensubu olarak, bir aydýn, bir Ermeni gazeteci olarak Hrant Dink katledildiði güne kadar medyanýn büyük çoðunluðu tarafýndan hep hedef gösterildi. Hükümet mensuplarý kendisini Türkiye’yi arkadan hançerlemekle suçladý. Cinayetin ardýndan ise sanki Hrant Dink’i yeni tanýmýþlar, fikirlerini ilk kez duymuþlar, samimiyetine ilk kez tanýk olmuþlar gibi timsah gözyaþlarý döktüler. Ve Hrant ne kadar samimi ise hasýmlarý da o kadar samimiyetsiz ve alçak oldular. Öyle ki onun cansýz bedeni henüz düþtüðü kaldýrýmda yatarken Türkiye’nin imajý peþine düþtüler. Katilin Adý: Asker-Polis Rejimi Ýnanýyoruz ki Hrant Dink’in Ermeni olmasý onun milliyetçi-faþist katillerce katledilmesine giden yolu açtý; ama Hrant sadece Ermeni olduðu için de öldürülmedi. Bu nokta önemli çünkü karþý karþýya olduðumuz milliyetçi-faþist yapý bizzat devletin ve rejimin baský ve
þiddet, asker ve polis niteliðinin bir sonucu. Bu milliyetçi-faþist katiller için hedeflerin sýrasý deðiþse de düþman bellediklerinin listesi çok geniþ. Ve bu listede sadece Ermenilerin deðil, kendilerinden saymadýklarý Türkler dahil olmak üzere Kürtlerin, Rumlarýn, Alevilerin, sendikacýlarýn, iþçi önderlerinin, yazar ve çizerlerin, devrimci ve demokratlarýn, eþcinsellerin ve namuslu, düþünen, samimi olanlarýn kýsacasý kendilerine benzemeyen herkesin olduðunu bilmek gerekiyor. Bu nedenle Hepimiz Ermeni’yiz sözü sadece anlýk bir dayanýþmayý ifade etmiyor, gerçek bir düþmana karþý gerçek bir dayanýþma ihtiyacýný da gündeme getiriyor. Hrant’ýn cenazesinde toplanan 200 bini aþkýn insanýn varlýðý bu açýdan çok önemli. Ama gerçekleri unutmadan. Örgütsüz, daðýnýk, birlik ve beraberlikten yoksun bir topluluk asla direnemez, asla kazanamaz. Cenazeye katýlan yüz binlerce insan belirli bir ortak örgütlülükten yoksundu. Öne çýkan Hepimiz Hrant’ýz, Hepimiz Ermeni’yiz sloganý ortak duyguyu ifade etti; ama bu topluluðun öznesi önce sýnýfsal, sonra politik-ideolojik olarak nedir, kimdir? Katýlýmcýlar sýnýfsal ve politik açýdan çeþitlilik gösterse de ana vurgunun aðýrlýklý olarak Avrupa Birliði rotasýnda olduðunu, sivil toplum anlayýþýnýn ve yurttaþlýk vurgusunun egemen bir söylem ve ortak payda olarak öne çýkmýþ olduðunu da tespit etmek gerekiyor. Ýþçi Cephesi olarak Avrupa Birliðine karþý proletarya enternasyonalizmini, sivil toplum anlayýþýna karþý sýnýf mücadelesini, yurttaþlýk anlayýþýna karþý da sýnýfdaþlýðý benimsiyor ve savunuyoruz. Bu çerçevede cenazeye iþçi sýnýfýnýn ve emekçi yoksul halklarýn geniþ bir katýlýmýnýn saðlanamamýþ olmasý en büyük eksiklikti. Ýþçi sýnýfý toplumsal-siyasal mücadelenin öznesi olmak zorundadýr; çünkü onun önderliði ve fiziki varlýðý olmaksýzýn kalýcý ve saðlýklý bir þekilde mücadeleler kazanýlamaz. Arif Benol 4 Þubat 2007
Egemenlerin Çýkar Çatýþmasý TÜSÝAD’ýn güncellediði, “Türk Demokrasisinde 130 Yýl” baþlýklý rapor faþist MHP ile patronlar örgütü TÜSÝAD arasýnda tartýþmalara neden oldu. TÜSÝAD raporunda yer alan, Kürtçe’nin seçmeli ders olmasý ve etnik temelde siyaset önerilerine karþý MHP Genel Baþkaný Devlet Bahçeli, “TÜSÝAD’ýn raporunda yer alan, Türkçe dýþýndaki ana dillerin seçmeli ders olmasý ve etnik temelde siyaset yapýlmasýna imkân verilmesi önerileri, TÜSÝAD’ýn da PKK’nýn siyasallaþma projelerine sahip çýktýðýný göstermiþtir. Bizim TÜSÝAD’a tavsiyemiz: eðer PKK’nýn siyasi hedeflerini benimsiyorlarsa, bunlarý siyasi bir program haline getirip, bir siyasi parti çatýsý altýnda örgütlenerek Türk milletinin önüne çýkmalýdýr” dedi. Ömer Sabancý’da, Devlet Bahçeli’nin bu açýklamalarýna, TÜSÝAD’ýn 37. Genel Kurulu’nda yaptýðý konuþmayla cevap verdi. Sabancý, “bir parti baþkaný sözlerin nereye gideceðini, hangi dinamikleri etkileyeceðini düþünerek konuþmalýdýr. Siyasetçilerden daha akýlcý, vakur ve demokrasiyi yücelten sözler bekliyoruz” dedi. 12 Yýl Sonra Tarih Tekerrür Etti TÜSÝAD ile MHP arasýndaki çatýþma, 1995 yýlýnda MHP Genel Baþkaný Alparslan Türkeþ ile Sakýp Sabancý arasýndaki çatýþmayý hatýrlattý. 1995 yýlýndaki çatýþma TÜSÝAD’ýn “Doðu Raporu” üzerine patlak vermiþti. O dönemde Sakýp Sabancý, Kürt sorununun kuvvet kullanýlarak çözülemeyeceðini vurgulamýþ, çözüm için Ýspanya’da ki Bask bölgesinden ve Ýrlanda’dan söz etmiþti. Bunun üzerine Türkeþ, Sabancýya: “Aða, Aða çizmeyi aþýyorsun” demiþti. Aradan geçen 12 yýlda egemenlerin saflarýnda Kürt sorununa yaklaþým deðiþmedi. Yaþar Büyükanýt’ýn Genelkurmay Baþkaný olmasýyla birlikte asker, saldýrganlýk politikasýný daha bir “etkin” kullanmaya baþladý. Askerin yaklaþan cumhurbaþkanlýðý ve genel seçimler öncesi siyasette ki aðýrlýðýný daha da arttýrmasý, hükümetin ve sermayedarlarýn etki gücünü azaltýyor. Askerin yaptýðý hamlelere karþý TÜSÝAD, Kürt sorunu ve Kýbrýs meselesi üzerinden hamleler yaparak cevap veriyor ve bu þekilde askerin siyasetteki etkisini kýrmak istiyor. MHP’nin TÜSÝAD’a yaptýðý çýkýþýn altýnda yatan nedenlerden biri de AKP döneminde kasalarýný dolduran patronlarýn “istikrarýn sürmesi”, AB ve ABD ile yola en az pürüzle devam edilmesi karþýlýðýnda AKP hükümetine olasý 2007 Kasým seçimlerinde de onay verdiðinin konuþulmasý. Ayrýca Hrant Dink cinayetini gerçekleþtiren katilin Alperen kökenli olmasý nedeniyle BBP’nin ekmeðine yað sürmesi MHP’nin hýrçýnlýðýný daha da arttýrmakta. Çünkü MHP tabanýnýn son süreçte yüzünü BBP’ye döndüðü yorumlarý yapýlýyor. Bu da MHP’nin saldýrganlaþmasýna yetecek bir gerekçe. Bir yanda faþist bir parti (MHP), diðer yanda iþçinin emekçinin sýrtýndan beslenen asalaklar topluluðu patronlar (TÜSÝAD). Bu iki kurum yerine göre tahtlarýný sallayacak bir tehlike gördüklerinde halkýn haklý talepleri karþýsýnda birleþip, en adi politikalarý ve en cani yöntemleri kullanmaktan çekinmezler. Ama çýkar mantýðýndan dolayý birbirlerine havlarlar, ama ýsýrmazlar. TÜSÝAD çýkarlarý için göstermelik burjuva demokrasisi ile göz boyarken, MHP ise milliyetçilerin oylarýný toplayabilmek için milliyetçi faþist tavrýný hayata geçirerek en demokratik taleplerin bile hayat bulmasýný engellemeye çalýþýyor. Uður Yýlmaz 01/02/2007
5
Kerkük’ün Kaderi Referandumla mý Çizilecek? Orta-Doðu’daki emperyalist iþgal bölgedeki gerilim ve belirsizliklerin artarak devam etmesine neden oluyor. ABD emperyalizminin bölge haritalarýnda deðiþiklik yapma isteðinin kan ve þiddetsiz olmayacaðý ortada. ABD de bu deðiþiklikleri gerçekleþtirmek için her tür kanlý planý uyguluyor. Emperyalizmin bu planlarýný hayata geçirmesi için en önemli engellerden biri, emperyalist iþgale karþý direniþini inatla sürdüren Irak’týr. Direniþ karþýsýnda baþarý elde edemeyen ABD emperyalizmi ve müttefikleri, direniþi etnik ve mezhepsel çatýþmalarla zayýflatma politikasý gütmeye baþladý. Son dönemde olaylarýn ortasýndaki þehir ise Kerkük. Kerkük bir Kürt þehri olmasýna raðmen Türkmen, Arap ve Asurlu nüfusuyla farklý halklarýn bir arada yaþadýðý bir þehir. Kerkük’ü benzerlerinden ayýran ise Irak’ýn en önemli petrol rezervlerinden birine sahip olmasý. Bu özelliðiyle Kerkük tüm emperyalist kavgalarýn ortasýnda kalmýþ bir þehir. Birinci Dünya Savaþý’nýn ardýndan Kürdistan’ýn parçalanarak Türkiye, Ýran, Irak, Suriye arasýnda paylaþtýrýlmasý sonucunda Kerkük Irak topraklarý içerisinde kalmýþtý. 1925’ten sonra yoðun bir Araplaþtýrma politikasýna maruz kalmýþtý. 11 Mart 1970’de Saddam Hüseyin ile Molla Mustafa Barzani arasýnda yapýlan anlaþma gereði, Kerkük’te 4 yýl içerisinde referandum yapýlmasý planlandý. Bu plana göre Kerkük’ün Irak’ta mý, Otonom Kürt bölgesinde mi kalacaðýna karar verilecekti. Ancak Saddam planý uygulamaya sokmadýðý gibi, yoðun bir araplaþtýrma faliyetine giriþti. 1975 yýlýnýn Eylül ayýnda Kürtlerin gerçekleþtirdiði ayaklanmanýn baþarýsýzlýkla sonuçlanmasý Saddam’ýn bölgenin Araplaþtýrýlmasýna dönük siyasetini daha da þiddetlendirdi.
6
Irak Anayasasýnýn Ardýndan Gerilim Týrmanýyor Kerkük’ü yeniden gündeme taþýyan ise, Irak’ýn iþgalinin
ardýndan, yeniden çizilen Irak haritasý. Kerkük’ün kurulan özerk Kürt devletinin içerisinde yer alýp almayacaðý tartýþmasý gerilimi arttýrmakta. Ýþgalci emperyalist devletlerin hazýrlattýðý Irak Anayasasýnýn 140. maddesi tartýþmalarý alevlendiriyor. Bu maddeye göre Kerkük’ün geleceði, Kürtlerin çýkarlarý doðrultusunda yapýlanacak. Buna göre normalleþtirme (zorla göç ettirilenlerin geri çaðrýlmasý), nüfus sayýmý ve referandum 2007 sonuna kadar gerçekleþtirilecek. Shell, BP, Exxon gibi uluslararasý petrol tekelleri bu þehirdeki petrol rezervlerini iþletme hakkýna sahipler ve doðal olarak Kerkük’ün, ABD emperyalizminin müttefiki olan Talabani ve Barzani’nin kontrolü altýnda kalmasýný istiyorlar. Bu durum, bir Kürt kenti olan Kerkük’ün Kürdistan sýnýrlarý içerisinde kalmasýný saðlayacak. Fakat tarihsel Türk devlet politikasýnýn, yani Musul ve Kerkük’ün Türkleþtirilmesinin, biraz daha zorlaþmasý anlamýna gelecek. Kerkük’ün Kürdistan’da kalmasýyla, hem Türkiye burjuvazisinin Kerkük petrollerinin ele geçirme hayali zorlaþacak, hem de Türk devletinin zayýf karný olan Kürtlerin bu þehrin kontrolünü almasý anlamýna gelecek. Kürtlerin Kerkük’ü Kürt devletinin baþkenti ilan edeceðini ifade etmesi özellikle Türk devletinde ciddi bir infiale neden olmakta. Türkiye burjuvazisi de Türkmen nüfusu ile vilayette hak idda etmekte. MÝT Müsteþarý Emre Taner’in, Türkiye’nin bölgesindeki geliþmeler karþýsýnda savunmada kalmayacaðýný söylemesi bu konuda Türkiye’nin politikasýz kalmayacaðýnýn açýk iþareti. Öte yandan ABD de Kerkük’te referandumda ýsrarcý. Bu baðlamda son dönemde özellikle Kerkük’te patlayan bombalar dikkat çekici. Önce bir Türkmen karakoluna bombalý saldýrý gerçekleþtirildi ve 30 kiþi öldü. Ardýndan Türkmenlerin liderine dönük baþarýsýz bir saldýrý gerçekleþtirildi. Türkiye Irak’la olan
ticareti de durdurdu. Kerkük’ün Kürtleþtirilmesine karþý ve özellikle de PKK’nin tasfiye edilmesi bahanesiyle Türk devletinin Irak’a girmesi kamuoyunun gündemine sokuldu. Türkiye’nin Kerkük Planý Türkiye burjuvazisinin ve onun hükümeti AKP’nin Kerkük’le ilgili düþüncesi, Kerkük’ün özel statüsünün korunmasý ve 10 yýl boyunca BM kontrolüne verilmesi. Hükümet bu konuyu Mecliste gizli oturumla tartýþtý. Türkiye burjuvazisi, ayrýca Kerkük’te yapýlacak referandumun da ertelenmesini talep etmekte. ABD ise Irak anaysasýna uygun olarak referandum yapýlmasýný istiyor. Türk burjuvazisinin hayallerini kýran da ABD’nin bu net tutumu. Ancak ABD, bir diðer sadýk müttefiði Türkiye’yi de gözden çýkarmak istemiyor ve onun PKK’ye karþý hassasiyetine de belli oran da destek oluyor. PKK’ye karþý Türkiye hükümetinin bazý operasyonlarýna da göz yumuyor. Durum Türkiye burjuvazisi için hiç de iç açýcý deðil. Türkiye burjuvazisi Kerkük’ü iþgal etmek gibi bir politik maceraya þimdilik hazýr deðil. Böylesi bir hareketin kayýplarý, Türkiye için kazanýmlarýndan çok daha fazla olacaktýr. Ancak bir iç seçim malzemesi olarak mesele kurcalanmaya devam edilecek. Fakat daha önemlisi Irak’a asker göndermemenin bir diyeti olarak Kerkük’ün kaybý gündeme getirilecek ve Irak’a iþgalci olarak katýlmanýn zemini yaratýlmaya çalýþýlacak. Türkiyeli emekçilerin iþgalci ordularýn bir parçasý olmama konusunda, bugün dünden daha fazla mücadele etmesi gerekmekte. Kürdistanlý emekçiler için sorun oldukça karmaþýk. Bir yanda baðýmsýzlýk hayalleri ve bunun sözde saðlayýcýsý ABD emperyalizmi, müttefikleri ve sadýk uþaklarý yani savaþ baronlarý Talabani ve Barzaniler... Öte yanda inkarcý ve baskýcý Türk, Ýran ve Suriye devletleri… Kürt ve Ortadoðu halklarýnýn bu iki alternatiften daha iyi bir alternatife, ezilenden, sömürülenden yana bir iþçi-emekçi alternatifine çok daha fazla ihtiyaçlarý var. Fuat Karan 01/02/2007
“Türkiye Barýþýný Arýyor” Konferansý Türkiye’de Kürt sorunu ve buna baðlý geliþen þiddet ortamýna dikkat çekmek amacýyla, Kürt ve Türk aydýnlarý, “Türkiye Barýþýný Arýyor” konferansýnda bir araya geldi. Ankara’da Ýç Kale Otel’de Demokratik Barýþ Ýnisiyatifi’nin düzen-lediði ve Cumhurbaþkaný Ahmet Necdet Sezer, TBMM Baþkaný Bülent Arýnç ve Baþbakan Recep Tayyip Erdoðan’ýn da davet edildiði toplantýya, akademisyen, gazeteci, yazar ve eski politikacýlardan oluþan çok sayýda tanýnmýþ isim katýldý. Yaþar Kemal, Deniz Türkali, Eþber Yaðmurdereli, ANAP’lý eski bakan Eyüp Aþýk, ÖDP Genel Baþkaný Hayri Kozanoðlu, eski ÝHD genel baþkaný Akýn Birdal, Gaziantep eski belediye baþkaný bu isimlerden bazýlarýydý. Konferansla ilgili bazý gazetelere verilen tam sayfa ilanlarda konferansýn amacýnýn Kürt sorununun barýþçýl ve demokratik bir çözüme kavuþmak için her türlü þiddeti ve ayrýmcýlýðý reddeden ve çözümü Türkiye’nin iç dinamiklerinde arayan, yaþananlarýn herkesin ortak acýsý olduðu gerçeðinden hareket eden, sosyal barýþý, sosyal adaletten ayrý düþünmeyen bir toplumsal mutabakat saðlamaya yönelik, çabalarý güçlendirmek ve bu barýþý programlamak olduðu kaydedildi. Konferans iki gün boyunca 6 oturum halinde gerçekleþtirildi. Her oturumda iki grup iki konu baþlýðý altýnda tartýþma yürüterek, anlaþmazlýklarýn þiddet dýþý barýþçýl yöntemlerle çözümü, çatýþma nedenlerinin ortadan kaldýrýlmasý,
hukuksal, siyasal, ekonomik yaklaþýmlar ve farklý toplumsal kesimlerin barýþ ortamýna yönelik rolü tartýþýldý. ikinci gün ise medya ve barýþ kültürü, barýþýn dili, empati ve diyalog kültürünün geliþtirilmesi, barýþ üzerine siyasi görüþler masaya yatýrýldý. Konferansýn ikinci gününde açýlýþ konuþmasýný yapan Yazar Vedat Türkali, “bu memlekette, Türk’ü Kürt’ten ayýrmak mümkün deðil. Tek yol diyalog yolu, daha yapýlacak çok iþ var bu memlekette” dedi. Türkali konuþmasýnda böyle bir toplantýnýn Türkiye’de yapýlýyor olmasýndan büyük mutluluk duyduðunu söyledi. Bir baþka halký baský altýnda tutan ülke kendi halkýný da özgür býrakmaz, bende özgür deðilim diyen Türkali, egemen güçlerin toplumu ürküttüðünü söyledi. Kürt sorununun sadece daðda deðil köyde, kentte, toplumun içinde yaþandýðýný söyleyen Türkali, genel seçimlerdeki %10’luk baraj uygulamasýyla Kürtlerin parlamentoda temsil hakkýnýn önüne geçilmeye çalýþýldýðýný da belirtti. Dünyanýn içinde bulunduðu süreçte emperyalizmin en aþaðýlýk oyunlarýna sahne olduðunu ifade eden Türkali, Türkiye’nin de bu ortamda adýmlarýný dikkatli atmasý gerektiðini dile getirdi. Yazar Yasar Kemal ise, konuþmasýnda “gerillanýn adýný terörist koyduk, sözcükler bir gün iþe yaramaz olur, kendi halkýyla savaþan bir ülke olduk” dedi. Türklerle Kürtlerin dost olduðunu vurgulayan Kemal, “Ey milliyetçi ýrkçýlarýmýz! Dünyada bir tane dostumuz varsa o da Irak Kürt’leridir” diye konuþtu. Konferansýn sonunda bazý siyasi ve ekonomik öneriler dillendirildi: Kürt sorununun þiddet ve terörizm sorunu olarak adlandýrýlmaktan vaz-
geçilmesi. Silahlý çatýþmalarýn karþýlýklý olarak acilen durdurulmasý. Barýþýn dilde baþlatýlmasý; ötekileþtirici, yabancýlaþtýrýcý ve düþmanlaþtýrýcý tüm söylemlerin terk edilmesi, siyasetin dilinin, þiddete yol açan ayrýmcýlýktan ve milliyetçilikten arýndýrýlmasý. Kürtlerin siyasal alanýn aktif özneleri olabilmesinin önündeki tüm engellerin kaldýrýlmasý. Kadýnlarýn her düzeyde sivil, resmi ve siyasi kurum ve kurullarda yer almalarýnýn önündeki tüm yasal ve fiili engeller kaldýrýlmaya çalýþýlmasý. Faili meçhul cinayetler aydýnlatýlmasý, suçlu resmi görevliler korunmamasý, adil bir þekilde yargýlanýp cezalandýrýlmasý. Koruculuk sisteminin kaldýrýlmasý. Bölgedeki yoðun yoksulluðu ve bölgelerarasý dengesizliði giderici pozitif ayrýmcýlýðý esas alan kalkýnma plan ve projelerin gerçekleþtirilmesi bu önerilerden bazýlarý… Baþta Kürt halký olmak üzere tüm ezilen ve sömürülen kesimlerin hak ve özgürlüklerini kazanmasýný istiyoruz. Lakin kazanýmlarýn geçici deðil kalýcý olmasýný da istiyoruz. Ýþçi sýnýfý özne olmadýðý sürece Türkiye barýþýna ulaþamaz. Baþta Kürt ve Türk iþçi ve emekçileri olmak üzere Türkiye’nin emekçilerinin öznesi olmadýðý bir barýþ, barýþ deðildir. Bugüne kadar böyle bir barýþ olmadý, bundan sonra da olamaz. Gerçek barýþ isteklileri bilmelidir ki barýþýn gerçek müttefiki ve taþýyýcýsý ancak ve ancak iþçi sýnýfýdýr. Jiyan 02/02/2007 7
Cinayetin Adresi: Devlet ve Rejimin Niteliði Günlerden Cuma, saat 15:00 sularýnda haber merkezlerinden iletilen son dakika haberi: Osmanbey Halasgaragazi Caddesi’nde AGOS gazetesinden çýkan Hrant Dink suikasta uðradý. Bu yankýya duyarsýz kalýnamazdý. Hemen olay yerine gelen birçok insan Taksim’den Osmanbey’e kadar sloganlarla yürüdü. Bu kitlesel tepki siyasi suikasta sessiz kalýnmayacaðýnýn da aslýnda ilk habercisi oldu. Hrant Dink, Türkiye Devleti’nin resmi tezlerinden bir olan “Türkiye Türklerindir” anlayýþýna karþý gelen ve bunun karþýsýna “Ermeni kökenli olabiliriz ama bizler de bu topraðýn sahipleriyiz” anlayýþýný koyan bir çizgi izliyordu. Hrant Dink þunu söylemiþti; “evet bizde bu topraðý istiyoruz ama alýp götürmek için deðil, altýnda yatmak için…” Hrant Dink’in cansýz bedeninin 30 dakika boyunca Halasgaragazi Caddesi’nde durmasý iþlenen cinayete devletin yetkili organlarýnýn nasýl bir yaklaþým sergileyeceðini göstermesi açýsýndan önemliydi. Þiþli Karakolu’na 10 dakika yürüme mesafesindeki yere görevlilerin 30– 40 dakika sonra gelebilmeleri neyle
8
açýklanabilir? Ýstanbul’un merkezinde on binlerce resmi-sivil polisin cirit attýðý bir süreçte, katile kaçmak için tanýnan zaman ne anlama geliyor? Bu siyasi suikastýn iþlendiði andan itibaren ilgili ilgisiz herkesin olaya yorumlar getirdiðini görüyoruz. Kimileri bu cinayeti iþleyenlerin kökünün dýþarýda olduðunu, amaçlarýnýn Türkiye’yi Ermeni sorununda sýkýþtýrmak olduðunu; kimileri, bu olayýn bir þekilde Kerkük’le alakalý olduðunu; kimileri de bu cinayetin “derin” devlet tarafýndan iþlendiðini söyledi. Bu yorumlara devlet erkânýndan ve siyasi parti liderlerinden de bilindik, kliþeleþmiþ açýklamalar ardý ardýna geldi: Cumhurbaþkaný Sezer, “utanç verici saldýrýyý kýnýyorum”, Baþbakan Erdoðan, “bu saldýrý hepimize”, Genelkurmay Baþkaný Büyükanýt, “bu kurþunlar Türkiye’ye sýkýldý”, CHP Baþkaný Baykal, “Türkiye’yi güç duruma düþürmek isteyenlerin tertibi”, Avukat Kerinçsiz, “saldýrýyý kýnýyoruz” þeklinde açýklamalar yaptý... Bu açýklamalarý yapanlara bakacak olursak, bu siyasi suikastýn sorumlularýnýn bu kiþi ve kurumlarýn savunduðu bu düzen
olmadýðýna kanaat getirmek hiçte zor olmasa gerek. Acaba, gerçek böyle mi? Gerçek suçlular kim? Bizce Hrant Dink’i öldüren ve azmettiren asýl bu siyasi rejimin ta kendisidir. Çünkü devletin resmi tezinin ana mantýðý “Türkiye Türk’lerindir”. Bu mantýktan hareket eden resmi ideoloji, bu topraklarda yüzyýllardýr yaþayan ve yaþamaya devam eden halklarý ya azýnlýk, (Ermeni ve Rumlar) olarak görmüþ ya da devletin Kürt halkýna yaptýðý gibi, “Kürt diye bir þey yoktur” diyerek inkârcý bir yol izleyerek Kürtleri, Türkleþtirme siyaseti izlemiþtir. Kapitalizm, devlet aygýtýna kendi sömürü düzenini sürdürmek için ihtiyaç duyar ve bu temelde kullanýr. Bundan dolayý, devletin resmi ideolojisi bu topraklar üzerinde yaþayan halklarýn birbirine düþman olmasýný saðlayan zehirli tohumlarý ekmiþtir. Kapitalizm sömürüsünü bunun üzerinden sürdürmektedir. (Irak’ta farklý mezheplerin birbirleriyle düþmancasýna savaþtýðý ve yok ettiði bir ortamda emperyalistler petrol boru hatlarýndan kasalarýna milyar dolarlarý akýtmaya devam ediyorlar…) Ýþte bundan dolayý Hrant Dink ve buna benzer suikastlarýn katillerini orada, þurada, yukarýda, aþaðýda, saðda-solda aramak yerine, asýl katili toplumlara bu zehirli tohumlarý (milliyetçilik, yurtsever, vatanperver) ekenlerdir; suçu kapitalizmde aramak yanlýþ olmaz. Cinayetin siyasi mimarý hükümetin 301. maddesi Hrant Dink’in katlinin asýl nedenlerine yukarýda deðindik. Bu cinayetin iþlenmesine olanak saðlayan, zemin hazýrlayan yani, yardým ve yataklýk yapanlar var. Kim mi bunlar? Baþta hükümet olmak üzere siyasi parti liderlerinin yaptýklarý açýklamala bakacak olursak bu siyasi suikasta hepsinin üzüldüðüne inanmamýz gerekiyor. Ama biz inanmýyoruz, inanmayacaðýz. Çünkü bu söylemler kliþeleþmiþ sözlerden ibaret. Dökülen gözyaþlarý ise timsah gözyaþlarý. Bilindiði gibi hükümetin AB’ye uyum yasalarý çerçevesinde TCK’da (Türk Ceza Kanunu) yaptýðý bazý deðiþiklikler içinde
301. madde de bulunuyor. Bu madde “Türklüðü aþaðýlama”yý içeriyor. Hrant Dink ve benzeri yazarlar ve aydýnlar yani sisteme muhalif olan ve bu konuda görüþ bildiren tüm düþünürlere TCK’nýn 301. maddesi, rejim tarafýndan devletin bekasýný korumak amacýyla uygulanmaktadýr. Hrant Dink yazdýðý yazýlarda “Türklüðü aþaðýlamak” suçlamasýyla 2,5 yýldýr rejimin zehirli kanýndan beslenenler tarafýndan hedef olarak seçilmiþ ve özel olarak gündemde tutulmuþtur, hedef gösterilmiþtir. Ayrýca Hrant Dink’in öldürülmesinden sonra hükümet göstermelik olarak sicilleri bozuk iki bakaný görevlendirdiðini açýkladý: Adalet Bakaný Cemil Çiçek ve Ýçiþleri Bakaný Abdulkadir Aksu (Aksu’nun bakanlýk yaptýðý dönemde birçok gazeteci, bürokrat, akademisyen (Çetin Emeç, Turan Dursun, Bahriye Üçok gibi) suikastlara kurban gitmiþtir. 301. maddenin mimarý olan Cemil Çiçek, “uygulamada görelim, sonra bakarýz” diyerek maddeyi savunmuþtu. Bu maddeyi savunarak aslýnda cinayetin mimarlýðýný da yapmýþ oldu. Ayný Cemil Çiçek Ýstanbul’da yapýlacak Ermeni Konferansý’ný, “bunlar bizi arkadan hançerlediler” diyerek engellemiþ, böylece Konferansa katýlanlarý hedef göstermiþti. Konferans ancak baþka bir tarihte ve mekanda yapýlabilmiþti. Hrant Dink’de bu Konferansa katýlanlar arasýndaydý. Bize göre hükümet bu siyasi cinayetin siyasi mimarlýðýný yapmýþtýr. Siyasi cinayetin taþeronlarý: yargý, emniyet Bir de bu siyasi cinayetin taþeronluðunu yapanlar var. Bu taþeronlarý farklý farklý yerlerde ve partilerde görmek mümkündür. Ama nerede olurlarsa olsunlar hepsi ayný þeye hizmet ediyorlar. Hizmet ettikleri þey ise kendi sömürü düzenlerinin devamýdýr. Bu sömürü düzenini gizlemek ya da perdelemek için belli kalýplara ihtiyaç duyulur. Bunu bazen din adýna, bazen milliyetçilik-yurtseverlik adýna yapmaktalar. Bunun üzerine bir de “Türkiye’yi bölmek isteyenler var” yaygarasýný koparanlarý ve buna hizmet eden burjuva gazeteleri ve yazarlarý ekleyelim...
Ýþte böyle ortamlarda siyasi cinayetleri “ülke menfaatleri” adýna iþleyen “tosuncuklar” ortaya çýkar; ve katil “iyi çocuk”lar bu siyasi düzende kahraman ilan edilir. Bu siyasi cinayetin gerçek sorumlularýnýn bulunmasý mümkün deðil çünkü bu zihniyet devletin tüm kurumlarýnýn kýlcal damarlarýna kadar iþlemiþ durumda. Trabzon Valisi’nin, “bu cinayetin arkasýnda örgüt yoktur” demesi ve Ýstanbul Emniyeti’nin benzer bir açýklama yapmasý ayný zehirli tohumdan beslendiklerini göstermiyor mu? Ogün Samastý’ýn gözaltýndayken emniyetçilerin zanlýyla çektirdiði fotoðraflar bu düzenin kurumlarýnýn ne kadar çürümüþ olduðunu göstermesi için yeterli deðil mi? Evet, bu cinayetteki diðer taþeron ise, Adalet Bakanlýðý’na baðlý savcýlar, hakimler yani yargýdýr. Hrant Dink kendi yazmýþ olduðu yazýlarda uzun zamandan beri tehditler aldýðýný belirtmiþ ve bunlardan en ciddi olanýnýn ise Bursa’dan gelen tehdit olduðunu ve savcýlýða gitmesine raðmen, savcýlýktan bu konuyla ilgili hiçbir destek ve açýklama alamadýðýný belirtmiþtir. Ama konu AGOS gazetesi veya Hrant Dink oldu mu devletin “yýlmaz bekçileri” olan cumhuriyet savcýlarý bir zebani cellâdý gibi besledikleri zehirlerini boþaltmak için yazýlarý didik didik edercesine araþtýrýrlar. Yazýlarda suç unsuru bulunmaz ise de zorlamayla suçu iþlediðine kanaat getirirler. Ýþte bu dava Türkiye Devleti’nin ne kadar hukuk devleti olduðuna dair iyi bir örnek deðil mi? Çünkü Hrant Dink’e yazdýðý bir yazýdan dolayý “Türklüðü aþaðýlamaktan” dolayý dava açýlýr. Dava mahkemece onanýr ve Dink temyize gider. Mahkeme (Yargýtay) yazýlan yazý için bilirkiþi raporu ister. Bilirkiþinin hazýrladýðý rapora göre yazýda “Türklüðü aþaðýlamak” suçuna rastlanmaz. Bu rapora raðmen Yargýtay jet hýzýyla suçu onar ve Hrant Dink’e 6 ay hapis cezasý kesinleþir. Zaten karar (ceza) önceden kesinleþmiþtir. Ama olsun Türkiye ne de olsa hukuk devletidir! Süreç buna uygun yürümelidir. Yoksa topluma bu nasýl izah edilir! Zaten þeriatýn kestiði parmak acýmaz yani, hüküm verilmiþtir.
Hrant Dink’in tetikçisi Ogün Samast olabilir. Önemli olan Samast’ýn yakalanmasý deðildir. Çünkü bu cinayetin proje mimarlýðýný hazýrlayanlar, hazýrlanan bu projeden beslenen taþeronlar ve bu taþeronlara hizmet eden yargý ve emniyet kurumlarý suçludur. Bu rejimin içinde kartopu gibi iç içe geçmiþ iþleyiþin ürünüdür bu cinayet. Cinayeti iþleyenler kendilerini -en azýndan bu rejimdesuçlu bulmayacaklarýna göre birkaç kiþinin tutuklanmasýyla sýnýrlý kalacak. Hatta hükümetin göstermelik olarak iki müfettiþ görevlendirmesi bu iþin makyaj tarafýdýr. Ama bu gerçek suçlularýn bilinmediði anlamýna gelmez. Cinayetin servisini MEDYA yaptý Hrant Dink’in öldürülmesinden sonra timsah gözyaþý döken bir diðer taraf ise Medya. Cinayetten sonraki gün burjuva gazetelerinin attýklarý manþetler þöyleydi: Hükümet yanlýsý Yeni Þafak: Hrant’ýmýza kýydýlar; Sabah: En bükük ihanet; Star: Yetiþemedik; Zaman: Bu kurþun Türkiye’ye sýkýldý, Milliyet: Hrant Dink Türkiye’dir… Bu yayýnlara ve atýlan manþetlere bakacak olursak, medya aslýnda Hrant Dink ve benzeri düþünceleri savunanlara sahip çýkan bir çizgi izlemektedir. Ama böyle bir izlenime kapýlmamakta fayda var. Çünkü Hrant Dink’in topluma hedef olarak sunulmasýnýn servisini bu medyanýn ta kendisi yapmýþtýr. Bugüne kadar Hrant Dink ve benzerlerine mahkeme salonlarýnda ýrkçý-faþist milliyetçi saldýrganlara karþý hangi yargý kurumu, hangi emniyet görevlileri veya hangi medya tutum aldý. Býrakýn tutum almayý tetikçinin yakalanmasýyla birlikte medyanýn da manþetleri gerçek yüzlerini açýða çýkartmaya yetti. Tercüman Gazetesi: Katil Ermeni, 2500 kiþi bir anda Taksim de nasýl toplandý. TGRT TV: Katilin Ermeni asýllý olduðunu… Yeni Çað: Dink’in cinayetinden sonra atýlan “halklarýn kardeþliði” sloganýný düþündürücü deðil mi? Ýþte baþlýklar böyle… Bu gazetelerin hepsinin isteði manþet ve haberleriyle kitlelerin bilincini bulandýrmak ve hedef þaþýrmaktýr. Burjuva medya bu
9
devletten beslendiði için baðýmsýz davranamaz. Çünkü bu zihniyetin temsilcileri zehirli tohumlarý bu vesileyle kusmanýn da yolunu bulmaya çalýþtýlar. Halklarýn kardeþliðinden dahi rahatsýz olan bir anlayýþ bu cinayetin ortaðý deðil midir? Hrant Dink’in öldürülmesinden sonra kendi suçlarýný bir günlük attýklarý manþetlerle kurtarabileceklerini sanýyorlarsa, ya da vicdanlarýný rahatlattýklarýný düþünüyorlarsa yanýlýyorlar. Çünkü bu medya yaþanan siyasi cinayetin oluþmasýna servis görevi yapmaktan dolayý suçludur. Devletin “derinliði” kalmadý Bir baþka söylem ise “derin” devletin bu cinayeti iþlediðine yönelik açýklamalar. Devletin derinliðini bir yana býrakmalý ve suçlunun bizzat rejimin/devletin kendisi olduðunu görmek gerekir. Devlet bu süreçte artýk bir derinliðe ihtiyaç duymuyor. Son bir yýl içinde iþlenmiþ üç siyasi suikasta baktýðýmýzda bunu görmek mümkün. Rahip Santoro, Danýþtay baskýný ve son olarak Hrant Dink suikastý. Bu üç olayda da aslýnda ayný anlayýþýn ve ayný çevrelerin bu olaylarý gerçekletirmiþ olduklarýný görmek için günlük medyanýn vermiþ olduðu haberleri, çekilmiþ olan resimleri yan yana getirmek bile yeterli. Rahip Santoro cinayeti Trabzon’da 16 yaþýndaki bir tetikçi tarafýndan iþlendi. Ve tetikçi yakalandý. Tetikçi bu cinayeti “milli duygu”larýndan dolayý iþlediðini açýkladý. Ailesi de gurur duyduðunu söyledi. Hrant Dink cinayeti 17 yaþýnda Trabzonlu bir tetikçi tarafýndan iþlendi. Tetikçi yakalandý. Ardýndan sözde azmettiren de yakalandý. Daha sonra “abi” ortaya
10
çýktý. Ýþte o “abi”nin BBP lideri Muhsin Yazýcýoðlu’yla çekilmiþ resimleri basýna yansýdý. Bu tetikçi de cinayeti “milli duygularla” iþlediðini açýkladý. Danýþtay cinayetinde ise, tetikçi olarak bir avukat kullanýldý. Bu tetikçinin fikirleri de diðer tetikçilerle ortak. Bu tetikçinin de Susurluk davasýyla adý özdeþleþen emekli Tuðgeneral Veli Küçük ile çekilmiþ resimleri yayýnlandý. Ayný karede avukat Kerinçsiz’i de görmek mümkün. Bunlarýn ne kadarý tesadüf? Bizce hiçbiri tesadüfi deðil. Ayrýca böyle çarþaf çarþaf resim ve görüntülerin yayýnlanmasýna raðmen bu kiþiler hakkýnda hiçbir kurum, hiçbir þekilde harekete geçmiyor, geçemiyor. “Çaresiz” bir þekilde olaylarý izleyen bir hükümet, bir emniyet teþkilatý, bir yargý kurumu söz konusu. Düzenin neresine dokunulursa orada bir çeteleþmiþ örgütlenmenin ortaya çýktýðýný görüyoruz. Bu çetelerin içinde yüksek düzeyli askerler, emniyet müdürleri baþta olmak üzere uzayan bir liste var. Bu ayný zamanda rejimin içindeki çeteleþmenin ve rant kavgasýnýn ne boyutlara ulaþtýðýnýn göstergesi, yansýmalarý. Ayný düzenin pisliðinden beslenenlerin bugün birbirlerini tasfiye etmeye çalýþtýklarýný da görmek gerekir. Ne hikmetse Hrant Dink’i hiç tanýmadýðýný söyleyen Veli Küçük, mahkemeye baþvurarak Hrant Dink’in yargýlandýðý davaya müdahil olarak katýlmak istediðini açýklar. Hrant Dink’in ise bu süreçten sonra tedirginliði artar ve kendi yayýn organý AGOS’da bunu açýkça belirtir. Ne hikmetse Dink’in bu tedirginliðine hiçbir devlet kurumu kulak asmaz. Asma gereði duymaz. Çünkü o bir Ermeni! Çünkü o bu topraklarda yaþayan halklarýn kardeþçe yaþayabileceðini ifade ediyordu, yazýyordu. Sonuç olarak bu üç cinayetin failleri belli olduðu için devletin “faili meçhul” damgasý yemeyerek rahatlayacaðý kesin. Yani bu iþlerin arkasýnda “derin devlet” aramanýn mantýðý da
yok. Görünen o ki devletin “derinliðe” artýk ihtiyacý kalmamýþ. Baþbakan Erdoðan’ýn deyimiyle “derin devlet, devletin tüm kurumlarýn içinde”; bu kurumlarýn içindeki iktidar mücadelesinin yankýlarý bu cinayette açýða çýktý. Büyük burjuvazi yani TÜSÝAD kendi çýkarlarýný AB sürecinde görüyor ve buna uygun bir hat izliyor. Bu hattýn bugün savunuculuðunu AKP iktidarý yapýyor. Bu kesim belli talepler ileri sürüyor. Bu talepler baþta Kürt sorununun barýþçýl çözümü, 301. maddenin kaldýrýlmasý, ifade ve örgütlenme özgürlüðü, askerin siyasetten tümüyle çekilmesi, tüm azýnlýk haklarýnýn tanýnmasý vb... Aslýnda bu taleplerle doðru dürüst bir burjuva demokrasisi hedeflenmek isteniyor. Neden mi? Çünkü bu talepleri savunan baþta büyük sermaye gereksiz toplumsal gerginliklerin kalktýðý, rahat ve istikrarlý bir ortamda kârlarýna daha rahat kâr katacaklarýný düþündüklerinden dolayý bu programý savunmakta. Diðer bir kesim ise bu taleplere karþý duran ve direnenler. Kürt sorununda “barýþçýl” adýmlarýn atýldýðý anda Þemdinli bombasýný patlatanlarý “iyi çocuk” diye övenler. Ateþkes ilan edildiðinde operasyonlara hýz verenler. Azýnlýklarý “yabancý”, “misafir” veya “öteki” gibi kavramlar kullanarak hedef gösterenler. Bu görüþlerin siyasi temsilciliðini CHP, MHP ve BBP; vurucu gücünü ise TSK yapmakta. Bugün bu iki kesim (sermaye çevreleri rekabeti) arasýndaki çatýþma Hrant Dink’e fatura edildi. Bu vesileyle toplumda belli kamplaþmalarýn daha da derinleþmesi hedefleniyor. Evet, Hrant Dink’in katledilmesinde asýl bu rejim sorumludur. Bu rejim cenazede atýlan “hepimiz Ermeni’yiz”, “hepimiz Kürt’üz” sloganýna tahammül bile edemediðini açýða vurmuþtur. Yüz binlerce kiþinin haykýrdýðý bu sloganlar aslýnda ýrkçý-faþist milliyetçiliðe karþý bir darbedir. Irkçý-milliyetçi partileri telaþlandýran ektikleri zehirli tohumlarýn bir iþe yaramayacaðý kaygýsý ve telaþýdýr. En azýndan þimdilik. ÞahinYýldýrým 31/01/2007
Görkemli Bir Cenaze ve Kurtlarýn Puslu Havasý Hrant Dink’in katledilmesiyle birlikte tepkiler kitlesel boyuta ulaþtý. Aslýnda bu siyasi cinayetler bizlere yabancý deðil. Türkiye Cumhuriyeti Devleti bu tarz cinayetler konusunda zaten sabýkalý. Bu cinayeti iþleyen ve iþletenler ilk gün Taksim’den Osmanbey’e kadar kitlesel bir yürüyüþle protesto edildi. Bu yürüyüþte sýk sýk cinayetin gerçek sorumlusu olan devlete yönelik “katil devlet” sloganý atýldý. Hrant Dink’in Ermeni kökenli olmasýndan dolayý cinayeti iþletenlerin böyle bir tepki seliyle karþýlaþacaklarýný hesaba kattýklarýný sanmýyoruz. Bu kitlesel tepkiyi aslýnda bugüne kadar iþlenmiþ tüm failli (belli) meçhul cinayetlere karþý da bir tepki olarak algýlamak gerekir. Bundan dolayý “Hepimiz Hrant Dink’iz, Hepimiz Ermeni’yiz” sloganý bu cinayetle özdeþleþen bir anlamý da ifade etmektedir. Yüz binlerin cenazesi Cenazenin iþ gününe denk gelmesine raðmen AGOS Gazetesinin önünü yüz binler doldurmuþtu. Bu kitlesel kalabalýk devlet içinde örgütlenmiþ ýrkçý-faþist milliyetçi çeteleþmeye karþý olan tepkisini göstermek için oradaydý. Çünkü bu topraklarda bugüne kadar onlarca siyasi cinayet iþlenmiþ ve bunlarýn failleri ne hikmetse bulunamadý, bulunmak istenmedi. Ýþte bu yüz binler en azýndan bundan sonra bu cinayetlerin son olma talebiyle alanlardaydý. Hükümet çaresiz, muhalefet partileri þaþkýn bir þekilde cenazeye katýlan yüz binleri izlemekle yetindi. Ýþte bu yüz binlerin hep bir aðýzdan haykýrdýðý “Hepimiz Hrant Dink’iz, Hepimiz Ermeni’yiz” sloganý ayný zamanda bugüne kadar devletin resmi tezine de (tek dil, tek din, tek millet) somut bir baþkaldýrý, bir cevap niteliði taþýyor. Neyin baþkaldýrýsý? Yüzyýllardýr bu topraklarda yaþayan Ermeni halkýna karþý önce imparatorluðun son dönemlerinde, sonra da Türkiye Cumhuriyeti
Devleti döneminde ýrkçý-milliyetçiinkârcý bir siyaset izlendi. Ermenileri bu topraklardan sürmenin bin bir yoluna baþvuruldu. Azýnlýk haline getirilen Ermenilere “misafir” muamelesi yapýldý. Bu yetmedi “azýnlýk olan, tehdittir” denerek mülklerine el kondu. Ermeniler sindirilmeye, yok sayýlmaya çalýþýldý. Nihayetinde bugüne kadar devletin/rejimin izlemiþ olduðu bu inkarcý siyasete tepki cenazede patladý; Ermeni’siyle, Kürdi’yle, Yahudi’siyle, Türkü’yle, Çerkez’iyle, iþçisiyle esnafýyla yani her dinden her görüþten ve her sýnýfsal tabakadan bir araya gelen insan yeter dedi. “Hepimiz Ermeni’yiz” sloganý, devletin ve beslediði ýrkçý-milliyetçiinkarcý siyasetin reddidir. Ýnkârcý ýrkçý-milliyetçi siyasiler, “biz Ermeni deðil, Türk’üz” çýkýþlarýyla toplumun cenazeyi sahiplenmesine karþý bir tepki oluþturma gayretinde. Çünkü yüz binlerin haykýrdýðý slogan, devletin resmi ideolojisinin reddi, diðer halklarý sahiplenen, kendisini onun yerine koyan bir kardeþliðin çýðlýðýydý. Bu anlamda cenazeye ikinci damgasýný vuran slogan halklarýn kardeþliðiydi. Irkçýmilliyetçi siyasilerin bu kardeþlik çýðlýðýndan rahatsýzlýk duymalarý normaldir. Bugüne kadar halklarý birbirine düþman ederek beslenen bu siyasilere verilebilecek en iyi cevap cenazedeki kardeþliktir. Halklarýn kardeþliði Halklarýn kardeþliðinden rahatsýzlýk duyan Irkçý-milliyetçi partiler (MHP, BBP baþta olmak üzere) cenazede atýlan sloganlardan hareketle kendilerine yeni bir saf ve zemin yaratmak niyetindeler. “Hepimiz Ermeni’yiz”de ne demek? ‘bizler Mehmet, Fatih, Muhammetleriz, bizler Türk’üz” kampanyasýyla toplumda kamplaþmalarýn tetikçiliðini yapmaktalar. Futbol maçlarýnda açýlan pankartlar giderek yaygýnlýk kazanýyor. Toplumun bu þekilde kamplaþmasýný isteyenler, aslýnda Hrant
Dink’i öldürenlerdir. Çünkü kurtlar puslu havayý severler. Bu puslu havadan nemalanmak isteyen bir diðer parti de CHP. CHP bu kulvarda uzun zamandýr ýrkçýmilliyetçi partilerle yarýþ içinde. CHP lideri Deniz Baykal “Milliyetçilik bu toplumun betonudur.” diyerek milliyetçilik zehrini toplumda meþrulaþtýrmaya çalýþýyor. Hrant Dink’in arkasýndan timsah gözyaþý dökenler aradan bir gün geçmeden gerçek yüzlerini göstermeye baþladýlar. Bugüne kadar iþlenmiþ siyasi cinayetlerin tetikçileri ýrkçýmilliyetçi faþistler veya “Çýlgýn Türkler” deðil mi? O zaman bu toplumu ve toplumlarý karanlýða sürükleyen bu anlayýþý savunan siyasilerden bu siyasi cinayet ve cinayetlerin gerçek sorumlularýný bulmalarýný beklemek hayal olmaz mý? Milliyetçiliðin iyisi kötüsü olmaz. Bizler milliyetçiliðin her türüne karþýyýz. Çünkü bu rejim dün Çatlýlarý, Kýrcýlarý, Çakýcýlarý… bugün Ogünleri, Yasinleri, Erhanlarý yarattý… yarýn da baþkalarýný yaratacaktýr. Bu tetikçilerin hepsinin ortak noktasý ve beslendikleri zehir ayný: ýrkçý-milliyetçilik. Bu tetikçiler karþýmýza hep ayný kimlikle çýktýlar: “milli hassasiyet”ler. Topluma yayýlmak istenen bu zehirli tohumlar aslýnda sömürücülerin sömürülerini katmerleþtirerek devam etmelerine olanak saðlayan bir süreçtir. Kitlelerin bir birleriyle kamplaþtýðý bir süreçte birlikten, beraberlikten, kardeþlikten bahsetmek mümkün deðil. O zaman bu oluþturulmak istenen ortam, sömürücü sermayeye yaramaktadýr. Sermaye kendi sömürücü düzeni için ýrkçý-milliyetçi fikirlere ihtiyaç duyar ve gerektiðinde kullanýr. Sonuç olarak, bu anlayýþ bugün Hrant Dink olayýnda karþýmýza çýktý. Yarýn bir baþka þekilde karþýmýza çýkacak. Bizler bu ýrkçý-milliyetçi anlayýþý kapitalizmin baðrýnda yeþeren zehirli bir tohum olarak görüyoruz. Bu anlayýþýn yok edilmesi kapitalizmin ortadan kaldýrýlmasýna baðlý. Peki kim kaldýracak? Þahin Yýldýrým 30/01/2007 11
Emek Güncesi Sendikalaþtýklarý için iþten atýlan Akyýl Tekstil iþçileri, iþe iade davasýný kazandý. Mahkeme TEKSÝF Sendikasý’na üye olduklarý için iþten atýlan 120 iþçiden 51’i hakkýnda iþe iade kararý verdi. Kalan 69 iþçinin davasý ise 9 Þubat’ta görülecek. Mahkeme iþe iade kararýný açýklarken Akyýl patronu yasalarý çiðnemeye, kaçak ve çocuk iþçi çalýþtýrmaya devam ediyor. Yetkililer ise patronun yasalarý ve mahkeme kararlarýný hiçe saymasý karþýsýnda suskunluðunu bozmuyor. TEKSÝF Diyarbakýr Ýrtibat Büro Sorumlusu Aziz Bürçün, Akyýl patronlarýnýn yasalarý ihlal ederek iþçileri iþten çýkardýðýný, iþçilere yapýlan hukuk dýþý uygulamalarýn sonuna kadar takipçisi olacaklarýný vurguladý. Ýþten çýkarýlan iþçiler mahkeme kararýnýn arkadaþlarýný sevindirdiðini dile getirdiler. Kararlý bir þekilde birlik ve beraberlik içinde olmalarýnýn meyvelerini almaya baþladýklarýný söyleyen iþçiler haklarýný almak için sonuna kadar mücadele edeceklerini söylediler.
Ankara Üniversitesi Týp Fakültesi hastanelerinde çalýþan hekimler, saðlýk emekçileri ve iþçileri, “ek ödemeler ile ikramiyelerin ödenmesi ve iþ güvencesinin korunmasý” talepleriyle yarým gün iþ býraktý. Kadrolu, sözleþmeli, taþeron ayrýmý yapmaksýzýn hastane bahçelerini eylem alanýna çeviren emekçiler, “ortak örgütlenme” için harekete geçtiler.
TÜMTÝS’in kayyuma devredilmesi için dava açan sendika
12
görevlilerinden Çayan Dursun ve Ali Rýza Atik kayyuma karþý çýkan iþçilerden Ýstanbul 1 No’lu Þube üyesi Mehmet Ceylan’a saldýrdý. Ceylan’ýn darp edilmesine tepki gösteren Kartal ambarlarýnda çalýþan sendika üyeleri, saldýrýyý kýnadýlar. Ýþçiler tarafýndan yapýlan açýklamada, pazartesi günü Pamukkale ambarýna giden Atik ve
Dursun’un, burada þirket müdürüyle tartýþtýklarý, tartýþmayý duyarak içeri giren sendika üyesi ve sevkýyat sorumlusu Mehmet Ceylan’ý darp ettiði ifade edildi. Ýþçiler þu açýklamayý yaptýlar: “Sendika üyeleri olarak bu olayý kýnýyor ve bu eylemlerin sendikacýlýk deðil eþkýyalýk olduðunu düþünüyoruz. Bu tutum ve davranýþlarla sendikal eylemin hiçbir yere varamayacaðýný ayrýca belirtmek istiyoruz. Ayrýca bizler 1 No’lu þubeye baðlý bulunduðumuzu tekrar belirtir, bunun dýþýnda herhangi bir þubenin direktiflerini kabul etmeyeceðimizi bildiririz.” dedi.
Ankara Üniversitesi Ýbn-i Sina Hastanesi ve Ankara Üniversitesi Týp Fakültesi Cebeci Kampüsü’nde döner sermaye paylarý ve ikramiyeleri yatýrýlmayan saðlýk çalýþanlarý bugün paralarýnýn ödenmesi için eylem yaptýlar.
Ýstanbul Menkul Kýymetler Borsasý (ÝMKB) ile Tez-Koop-Ýþ sendikasý arasýndaki toplu iþ sözleþmesi görüþmelerinde bugün de bir sonuç alýnamadý. Tez-KoopÝþ Sendikasý Genel Örgütlenme Sekreteri Fikret Omak, yaptýðý açýklamada, bugünkü görüþmede iþverenden kendilerine herhangi bir teklif gelmediði belirterek, “Biz de sendika olarak tek taraflý uyuþmazlýðýmýzý tutup Çalýþma Bakanlýðý Ýl Bölge Çalýþma Müdürlüðüne vereceðiz” dedi. Türkiye Petrol Rafinerileri Anonim Þirketi TÜPRAÞ’a ait Ýzmit rafinerisinde meydana gelen patlamada, 2 iþçi öldü, 7 iþçi yaralandý. Kocaeli Körfez ilçesinde bulunan TÜPRAÞ Ýzmit rafinerisinde saat 16 sýralarýnda benzin katký maddesi olarak kullanýlan kurþun tetra etil tankýnýn sökümü sýrasýnda patlama meydana geldi. Boþ olan tankýn patlamasý sonucu tankta çalýþan Güney Afrikalý bir iþçi olay yerinde,
bir iþçi de tedavi gördüðü hastanede öldü.
Almanya’da metal iþçileri, uçak üreticisi Airbus þirketinin tesisi satma ve binlerce iþçiyi iþten çýkarma ihtimaline karþý protesto gösterileri düzenledi. Ünlü uçak firmasý Airbus’un Almanya’daki tesisleri, metal iþçilerinin protesto gösterisine sahne oldu. Almanya’da metal iþçileri sendikasýnýn düzenlediði protesto gösterisinin sloganý, “Geleceðimiz için mücadele ediyoruz.” Gösterinin nedeni ise, Airbus þirketinin, A–380 tipi uçaklarýn teslimindeki gecikmeye baðlý olarak, tesisleri satma ve binlerce Ýþçiyi iþten çýkarma ihtimali...
Ýsrail ticaretinin en önemli kapýsý sayýlan, en büyük limaný Aþdod’da grev baþladý. Ýsrail’in de ihracat sezonunun baþladýðý dönemde baþlatýlan grev, Aþdod limanýnýn iþletmecisi þirketle, Ýþçi Sendikalarý Konfederasyonu (Histadrut) arasýndaki çekiþmeden kaynaklanýyor. Bu çekiþmeler üzerine geçen aybaþýnda liman iþçileri iþleri yavaþlatmýþ, soðuk hava depolarýna konulmasý gereken birçok ürün kullanýlamaz hale gelmiþti. Grev uygulamasý da mahkeme tarafýndan 30 Ocak’a ertelenmiþti.
Yunanistan’da öðretim görevlileri, parlamentoda görüþülen “Özel Üniversitelerin Açýlmasý” konulu yasa tasarýsýný protesto etmek amacýyla 72 saatlik grev baþlattý. Öðretim görevlileri, geliþmeler çerçevesinde süresiz grev yapýlýp yapýlmamasý kararý alacaklarýný kaydettiler. Grev süresince çok sayýda üniversitenin kapalý kalacaðý açýklandý. Öðretim görevlileri geçen haftalarda da ayný nedenle 24 ile 48 saat arasýnda deðiþen grevler yapmýþlardý. Oya Þen 04/02/2007
tekstil Yeni Bir Ýþyeri Yeni bir ise baþladým. Ýþyerinde arkadaþlarýmý tanýmaya gayret ediyorum. Çalýþtýðým yerde 200 yakýn isçi var. Çoðu Kürt kökenli. Daha önce haftalýk ücret ödeniyordu. Þimdi aylýða cevirdiler. Ýsçilerin geneli sigortasýzdý. Yeni uygulamayla sigortalý çalýþmaya baþlayacaðýz. Sigorta ücretinin bir bölümünü bizlerden kesecekler. Kesilecek kýsým yaklaþýk 160 YTL. Bazý arkadaþlar “sigorta yapmayýn, maaþýmý kesmeyin, bu maaþla geçinemem” diyor. Hafta içi isçilerin talebi üzerine bir toplantý yapýldý. Ýsçi arkadaþlar isteklerini iþverene ilettiler. Ýsteklerin bazýlarý þöyle: Cumartesi çalýþmak istemiyoruz. Çalýþýrsak mesai sayýlsýn. Senede 15 gün ücretli izin olsun. Patronun baþvuru esnasýnda imzalattýðý bir kaðýt var. Bu kaðýtta iþveren isterse ücretsiz izne gönderebilir yazýyor. Bu þartý kabul etmiyoruz! Servis istiyoruz. Maaþlar aksatýlmasýn. Pazar mesaileri yüzde 100 fazla olsun (þu an birebir ödeniyor.) Sorunlarýmýz ciddiye alýnsýn… Buna benzer isteklerimizi iþverene bildirdik. Henüz cevap alamadýk. Pazartesi cevap verecekler. Ýþyerinde din temelli bir örgütlenme var. Bu talepleri dile getirmek gibi onlar savunmak da önemli. Bunun için birliðe ihtiyacýmýz var. Aksi durumda patron bu taleplerimizi ciddiye almayacaktýr. Bir Ýþçi
Senelik Zam Yapýldý! Önceden söylentiler de olsa zammýn yüzde kaç olduðu iþçiler arasýnda konuþulurdu. Þimdi ise ayýn 5’ine bir gün kala yüzde 11,5 kadar zam yapýldýðý açýklandý. Þefler Cuma günü saat 17.45’de herkese teker teker “þu kadar oldu” diye zammýný söyledi. Haliyle kimse zamdan memnun deðil. Çünkü ücretler çok düþük; ortalama 450–550 arasýnda deðiþiyor. Bazý iþçiler þefe “tamam sen þimdi git, pazartesi koþacaðýz” dediler. Bazý bölümlerde ise þefler iþçilere
“önceden zamlar yüzde 70’ti, toplanýyor müdürün odasýný basýyordunuz da ne oldu? Þimdi 11,5 olduðu halde bir þey yapýlmýyor” dedi. Bütün patronlar en düþük zammý vermek istiyor. Bunu yapabilmek için de iþlerin kötü gittiðinden bahsediyorlar ve iþçileri tehdit etmeye kadar her yolu da deniyorlar. Hepimiz biliyoruz ki patronlar bu numaralarý en çok zam dönemlerinde yapýyor. Oysa ne iþler kötü gitmekte, ne de asarýzkeseriz palavralarýnýn bir karþýlýðý var. Patronun amacý zam dönemini en az zararla kapamak. Bu yalanlara kanmamak, korkmamak, baþýmýza gelecekleri bilerek en baþýndan birlik ve beraberlik içinde olup haklarýmýz için örgütlenip, mücadele etmek en doðru yoldur. Bir Ýþçi
kargo Selam Emekçi Arkadaþlar Yine bir zam ayý dönemi geldi. Patron bu zammý vermemek için çeþitli bahaneler uyduruyor. Pirim sistemiyle çalýþýrsak daha fazla kazanacaðýmýzý söylüyor. Bu þekilde yaklaþarak bizim zammý geri planda tutuyor. Her geçen gün baskýlarýn arttýðý bir ortamda, zorunlu mesailer dayatýlýyor. Ne zaman paydos edeceðimizi bilmeden çalýþýyoruz. Patronlar her seferinde bizden (iþçilerden) taraf olduklarýný vurguluyorlar. Ama bu taraf hep tek taraflý oluyor nedense. Çünkü onlarýn gözü daha çok üretim, iþ bitecek, çok acil vs. diyerek bizleri robot haline getirmek. Hemen hemen her gün toplantý yapýyorlar. Ýþlerin iyi gitmediðinden dolayý þikayetçi olduklarýný söylüyorlar. Aslýnda bu þikâyeti üretimi arttýrmak için öne sürüyorlar. Çalýþtýðýmýz halde çalýþmýyormuþuz gibi muamele uyguluyorlar. Onlarýn hesabýna göre iþyeri her ay zarar ediyormuþ. Zarar eden bir iþyeri gece gündüz demeden çalýþýr mý? Bizce patron zammý düþük tutmak için bu tip giriþimlerde bulunuyor.
Patronlar her zam dönemlerinde bu gerekçeleri ileri sürüyorlar. Bunu yaparken yeni makineler almayý, arabalarýný deðiþtirmeyi, yeni iþyeri açmayý ihmal etmiyorlar. Ama unutmamalýyýz ki patronlar her ay zarar ediyoruz deseler bile, yalan söylüyorlar. Asýl zarar eden bizleriz. Çünkü aldýðýmýz ücretle geçinebilmek için mucizeler yaratýyoruz. Bir aileyi geçindirebilmek için tam 4 kiþi çalýþmak zorunda kalýyoruz. Bu yüzden patronlarýn yalanlarýna kanmadan kendi çýkarlarýmýzý korumak için birlik olmanýn yollarýný bulmalýyýz. Bir Ýþçi
metal Bir Zam Dönemi Daha Kötü Sonuçlandý Þubat ayýnda zamlý maaþ alacaðýmýz için zam oranýnýn ne olacaðýný merak ediyorduk. Ocak ayýnýn sonlarýna doðru zam konusu daha yoðun konuþulmaya baþlandý. Ustabaþý da zam oraný ile ilgili bir þey bilmediðini söylüyordu. Birkaç gün sonra zam oranýyla ilgili bir toplantý yapýlacaðý söylendi. Biz genel bir toplantý bekliyorduk. Patron ustabaþýna, “üç dört iþçi gelsin zam iþini konuþalým” demiþ. Bunun üzerine her iki vardiyadan ikiþer kiþi toplam dört arkadaþýmýz patronla görüþmeye gittiler. Patron ilk önce iþçilere, “ne kadar zam istiyor-sunuz?” diye sormuþ. Bir arkada-þýmýz yüzde 15 demiþ. Patron da, “yapmayýn beyler ben size bu kadar zam veremem, bu ay 25000YTL elektrik faturasý, 130000YTL doðal gaz faturasý geldi. Ýnanýn zarar ediyoruz. Depodaki stoklar olmasa batarýz” demiþ. Bir arkadaþýmýz, “sorun bizden mi kaynaklanýyor, çalýþmamýzdan memnun deðil misiniz?” diye sormuþ. Patron; “yok hayýr, benim sizden bir zammý yapamam ama enflasyon oranýnýn birkaç puan üzerinde zam yapacaðým, elimden daha fazlasý gelmez” demiþ ve görüþme sona ermiþ.
13
14
Arkadaþlar gelip durumu bize anlattýklarýnda tüm arkadaþlarda bir moral bozukluðu oldu. Hiçbirimiz patronun bu palavralarýna inanmadýk; ama fabrikada iþçiler olarak henüz bir örgütlülük oluþturamadýðýmýzdan dolayý bir tepki gösteremedik ve zammýn açýklanmasýný bekledik. Bazý iþçiler de bireysel olarak patronun yanýna çýkarak ücretlerinin yükseltilmesini istedi. Bu zaten patronun ekmeðine yað süren bir davranýþ. Çünkü patron bireysel olarak yanýna gelen iþçilere “tamam senin maaþýna zam yaparým ama kimseye söyleme” diyor ve bu þekilde fabrikada ki örgütlülüðü engelliyor. Ýþçileri bireysel ve bencil davranmaya sevk ediyor. Birkaç gün sonra zam açýklandý. Zam oraný yüzde 6 idi. Yalnýz haddehane bölümünde çalýþan iþçiler ayný maaþý aldýklarý için zamdan sonra bazý iþçilere 10YTL daha az zam yapýlmýþ. Bunun üzerine haddehanede çalýþan bu arkadaþlar patronun yanýna çýktýlar. Patrona, “hepimiz ayný iþi yapýyoruz. Bize neden 10YTL az veriyorsunuz” diye sorunca patron da, “haklýsýnýz, tamam sizin maaþlarýnýza 10YTL daha zam yaptým. Ýsterseniz 6 aylýk zam olan 60 YTL’yi peþin olarak þimdi verebilirim” demiþ. Arkadaþlarýmýzda, “hayýr, biz bu paranýn bordroya yansýtýlmasýný istiyoruz” demiþler. Daha sonra bu arkadaþlar zafer kazanmýþlar gibi seviniyorlardý. Bu sahne aslýnda durumun ne kadar vahim olduðunu gösteriyordu. Patron yanýna çýkan iþçilerin örgütsüz olduðunun farkýnda ve bu nedenle iþçileri 10YTL ile kandýrabiliyor, böylece iþçilerin de arasý açýlmýþ oluyor. Tabi bardaðýn dolu tarafýna bakacak olursak, “domuzdan bir kýl bile koparsan kârdýr” diyebiliriz; ama bu iþi birlikte yapmasak domuzdan kýl koparalým derken kaz gibi yolunabiliriz. Fabrikada emekli sayýsýnýn fazla olmasý ve iþçilerin çok büyük bir kýsmýnýn evli olmasýndan dolayý sýkýntýlar yaþýyoruz. Emekliler ne gelirse kârdýr mantýðý ile hareket ediyorlar. Evliler ve ailesini geçindirmek zorunda olanlar da iþten ayrýlmaktan çekiniyorlar. Bu nedenlerden dolayý henüz bir örgütlenme yapabilmiþ deðiliz. Ama önümüzdeki acil görev biran önce birlikte hareket edebileceðimiz bir örgütlenme yaratmaktýr. Bu kolay olmayacak ama baþka þansýmýz da yok. Hak verilmez alýnýr… Bir Ýþçi
Lübnan’da Genel Grev
23 Ocak Salý günü Lübnan, nüfusun yaklaþýk yarýsýnýn (2 milyon) katýldýðý dev bir genel grevle sarsýldý. Þii Hizbullah ve Amel örgütleri ile Hýristiyan Özgür Yurtsever Hareketi’nin oluþturduðu 8 Mart Ýttifaký’nýn çaðrýsýyla gerçekleþen grev sýrasýnda Beyrut’ta yaþam neredeyse tümüyle durdu, yollarda yanan lastiklerin oluþturduðu barikatlar kuruldu, yer yer grevciler ile hükümet güçleri arasýnda çatýþmalar yaþandý, olaylarda 3 grevci yaþamýný yitirirken 133 kiþi de yaralandý. Dünya basýn-yayýn organlarýnýn ifadesine göre büyük bir disiplinle ve baþarýyla gerçekleþen grev, gene çaðýrýcýlarýnýn talebiyle akþam saatlerinde sona erdirildi. Batýlý gözlemciler ve pek çok basýn organý grevi, Þii ve Michel Aoun yanlýsý Hýristiyanlarýn oluþturduðu muhalefet akýmýnýn, emperyalist hükümetlerce desteklenen Fuad Siniori hükümeti yanlýsý Sünni (Saad el-Hariri), Dürzi (Welit Canbolat) ve diðer Hýristiyan kesimlere (Samir Geagea) karþý açtýklarý dini temelli bir savaþ, “demokratik” rejime karþý Ýran ve Suriye yanlýlarýnýn giriþtikleri bir “darbe” harekatý olarak sunmaya çalýþtý. Ülkede politik kutuplaþmanýn belirli dini ve mezhepsel örgütlenmelerle iliþkisi olmakla birlikte, bu kesimlerin unuttuðu gerçek, 8 Mart Ýttifaký’nýn
parlamentodaki 23 sandalyesinden 14’üne Hizbullah sahipken, üçünün Sünni Müslümanlar, ikisinin Maroni Hýristiyanlar, ikisinin Rum Katolikleri, birinin Rum Ortodokslarý, birinin de Dürziler tarafýnda paylaþýldýðý, yani muhalefetin geniþ bir toplumsal kesimi, üstelik halkýn en yoksul sýnýflarýný içermekte olduðuydu. Ama unutulan, daha doðrusu saklanmaya çalýþýlan bir baþka gerçek daha vardý: Genel Grevin ülkenin en güçlü iþçi merkezi olan Genel Ýþ Konfederasyonu (CGT) tarafýndan da desteklendiði. Gerçekte, genel grev önerisini ilk ileri süren CGT olmuþtu. 1996’dan beri süregelen ücret dondurmalarý, vergi yükseltmeleri, özelleþtirmeler, çalýþma saatlerinin esnekleþtirilmesi, yaygýnlaþan iþsizlik, giderek artan dýþ borçlanma ve ülke ekonomisinin baþta ABD ve Fransa olmak üzere emperyalist sömürüye tümüyle açýk hale getirilmesi karþýsýnda CGT yönetimi, bu gidiþe dur demek için bu tip bir greve baþvurabileceklerini açýklamýþlardý. Ama bu öneriyi derhal 8 Mart Ýttifaký sahiplenmiþ ve iþçi sýnýfýnýn tepkisini kendi politik projesiyle birleþtirmeyi baþarmýþtý. Böylece 23 Ocak grevi gerçekleþtirilmiþ, ama sendika önderlikleri mücadeledeki öncü niteliklerini yitirip olaylarýn geliþimine yön verme inisiyatifini politik gruplara terk etmiþti.
Hizbullah ne istiyor? Lübnanlý emekçi kitlelerin büyük bir çoðunluðu politik planda 8 Mart Ýttifaký’ný, halkýn yarýsýný oluþturan Þii nüfus da esas olarak Hizbullah’ý desteklemekle birlikte, Ýttifak’ý oluþturan politik gruplar iþçi ve emekçi yýðýnlarýn taleplerine yanýt vermekten çok uzaktalar. Nitekim Hizbullah 2005 Haziraný’nda kurulan emperyalizm yanlýsý Siniori hükümeti içinde yer almýþ ve Lübnan ekonomisinin liberalleþtirilmesinde etkin görev üstlenmiþti. Ýsrail’in Haziran 2006 saldýrýsýnýn baþarýyla püskürtülmesinde ve ABD desteðindeki Siyonist birliklerin aðýr bir yenilgi almasýnda baþrolü oynadýktan sonra ise, artan kitle desteðini politik arenaya yansýtabilmek için hükümet içinde kendisine daha fazla bakanlýk verilmesini istemiþ, bu isteðinin reddedilmesi üzerine de 8 Mart ittifaký’nýn diðer unsurlarýyla birlikte hükümetten ayrýlmýþtý. Lübnan anayasasý uyarýnca Siniori hükümeti yasallýðýný böylece yitirmiþ, Hizbullah da Aralýk 2006’dan itibaren hükümetin istifasý ve yeni seçimlerin düzenlenmesi için geniþ bir protesto kampanyasý baþlatmýþtý. Batýlý emperyalist çevrelerin Ýran ve Suriye’nin Lübnan’a müdahale aracý olarak gördükleri Hizbullah, kitleler içindeki gücünü gerek Beyrut’ta düzenlediði milyonluk yürüyüþlerle, gerekse de son genel grev sýrasýnda göstermiþ durumda. Bu anlamda bizce, anti-emperyalist ve anti-Siyonist duyarlýlýklarý nedeniyle Hizbullah’a destek veren iþçi ve emekçi yýðýnlar açýsýndan bu örgütün bir buçuk yýllýk iktidarý henüz öðretici olmuþ durumda deðil. Her ne kadar sýrtýný Ýran ve Suriye’ye dayayýp emperyalizme karþý tutum alsa da, Hizbullah, emperyalizm destekli hükümetin içinde yer almakta ve Lübnanlý kitlelerin sömürülmesinde emperyalist burjuvaziye ortak olmakta bir mahsur görmemiþ, ancak iktidarda daha fazla pay talep etmeye baþlayýp bunu yerine getiremeyince hükümete karþý bir tutum üstlenmiþtir. Bu anlamda Hizbullah’ýn tek baþýna iktidarda ya da koalisyon ortaðý olacaðý bir hükümetin iþçi sýnýfýnýn taleplerini yerine getirmekten çok Lübnan
burjuvazisinin belirli kesimlerine hizmet edeceði çok açýk, týpký Ýran ve Suriye’de olduðu gibi. Önemli olan emekçi yýðýnlarýn bu gerçeði hangi aþamada görebilecekleri ve bölge halklarýyla birlikte sýnýf iktidarýna yönelen devrimci bir iþçi alternatifinin nasýl inþa edilebileceði. Emperyalist “yardým” Genel Grev sýrasýnda baþbakan Siniori’nin Paris’e kaçtýðý yolunda söylentiler çýkmakla birlikte hükümet gün boyunca yerli yerinde kalmýþtý. Aslýnda 8 Mart Ýttifaký’nýn hükümeti devirmek gibi bir amacý da yoktu, Batýlý basýnýn tüm “darbe giriþimi” yorumlarýna karþýlýk sadece dev bir gösteriyle baþbakandan “istifa” etmesi isteniyordu. Hizbullah lideri Seyit Hasan Nasrallah grev çaðrýsý sýrasýnda bunu çok açýk belirtmiþ, “biz yollarda yürüyeceðiz, binimizi öldürseler bile onlara karþý silah kullanmayacaðýz” demiþti. Ýki gün sonra da Siniori Paris’e uçup Fransa ve ABD’nin düzenlediði Lübnan’a “yardým” konferansýna katýldý. Konferansta batýlý devletler Lübnan’ýn 2006 savaþý sýrasýnda yýkýma uðrayan kesimlerinin yeniden inþasý için yardým çaðrýsýnda bulundular ve aralarýnda ilk aþama olarak kaðýt üzerinde 7,6 milyar dolarlýk bir “yardým ve baðýþ” miktarý belirlediler. Ne var ki, bu gerçek bir baðýþ olmaktan çok uzak, zira bu paranýn büyük bir bölümü Lübnan hükümetine geri ödenmek üzere borç olarak tasarlanmýþ durumda. Ve tabii bu “yardýmýn” karþýlýðýnda ayrýca Lübnan hükümetinden Dünya Bankasý ve IMF’nin ekonominin liberalleþtirilmesi doðrultusundaki direktiflerini yerine getirmesi bekleniyor: sosyal harcamalarýn kýsýlmasý, baþta elektrik, su ve telekomünikasyon kuruluþlarý olmak üzere tüm devlet iþletmelerinin özelleþtirilmesi, yeni vergiler konmasý, emperyalist þirketlere yatýrým olanaklarý tanýnmasý, “yeniden inþa” sürecinde ihalelerin emperyalist
þirketlere verilmesi, vs. Lübnan’ýn halen 40 milyar dolar düzeyindeki dýþ borcuna bu yükler de eklenince, yüzde 40’ý zaten resmi yoksulluk düzeyinin altýnda yaþamakta olan Lübnanlý emekçileri hangi yeni güçlüklerin beklediði çok açýk. ABD hükümeti ayrýca 230 milyon dolarlýk bir “yardým” çerçevesinde Lübnan silahlý kuvvetlerinin güçlendirilmesi hedefini de Siniori hükümetinin önüne koymuþ durumda. Amacý elbette kitlelerin, özellikle de Hizbullah’ýn silahsýzlandýrýlmasý ve Lübnan ordusunun baskýcý niteliðinin güçlendirilmesi. Lübnan bugün Hizbullah’ýn önderliðindeki 8 Mart Ýttifaký ile hükümet ve onun destekçileri arasýnda yaþanan ve giderek þiddetlenen bir kutuplaþma içine girmiþ durumda. Haziran 2006’da yayýlmacý Ýsrail’e indirilen darbe, ABD’nin Irak bataklýðýnda boðulmaya baþlamasýyla birleþince, bölge halklarýnda emperyalizmin ve Siyonizm’in askeri olarak da yenilebileceði inancýný güçlendirmiþ durumda. Emperyalizm çareyi, týpký Irak’ta yapmaya çalýþtýðý gibi emekçi kitleleri Lübnan’da da etnik, dini ve mezhepsel temellerde bölmekte aramakta. Kitlelerin çýkarý ise, sadece ulusal düzeyde deðil, ama ayný zamanda bölge düzeyinde de anti-emperyalist temelde enternasyonalist ve devrimci mücadele birliðini saðlamakta yatýyor. Emperyalizme nihai darbeyi indirmenin yolu böylece açýlabilecektir. Arif Benol 06/02/2007
15
“Yeni Irak Planý” Felaketi Engelleyebilir mi? Bush yönetimi yeni Irak planýný açýkladý. ABD ulusal güvenlik danýþmanlarýnýn ve strateji uzmanlarýnýn 2008 yýlýndan itibaren Irak’tan çekilmek ve Suriye ve Ýran ile diplomatik görüþmelere aðýrlýk verilmesi yönündeki tüm uyarýlarýna karþýn, açýklanan yeni Irak stratejisi emperyalizmin Ortadoðu’da savaþý yaygýnlaþtýrma eðiliminde olduðunu ortaya koyuyor. Açýklanan “yeni plan” tümüyle saldýrgan hedefler gözeten askeri ve politik temellere sahip. Bush’un geçtiðimiz ay baþýnda açýkladýðý plana göre, Irak’a 21.500 yeni deniz piyadesinin sevk edilmesini, emperyalist iþgal güçlerine aðýr darbeler indirmeye baþlayan direniþ güçlerinin izole edilebilmesi için Baðdat’ýn 5 ayrý yönetim birimine bölünmesini, artan saldýrýlar karþýsýnda Baðdat’ýn iþgal güçlerince donatýlmýþ Irak’lý yerel birliklerce -iþbirlikçi hükümet birlikleri ve Kürt Peþmergeleri- savunulmasýný ve iþbirlikçi Irak hükümetine katýlmayý reddeden ve Iraklý Sünni direniþ güçlerine iþgale karþý ortak mücadele öneren Þii önder Sadr gibi önderlerin tasfiye edilmesini öngörmekte. Öte yandan planýn diplomatik boyutunda ise aksi yönde artmakta olan tüm uluslararasý basýnçlara karþýn, Bush yönetimi Suriye ve Ýran ile politik tansiyonu artýrmak niyetinde. Son haftalarda dört son model savaþ helikopteri ve yüzlerce asker kaybeden ABD, bu kayýplarýn baþlýca sorumlusu olarak, Suriye ve Ýran’ý adres gösteriyor. Bush yönetimi, bu ülkelerin direniþçileri cesaretlendirdiði ve onlara lojistik destek sunduðu yönünde bir kampanyaya aðýrlýk veriyor. Bu doðrultuda Ýran Körfezi’ne doðru yeni bir uçak gemisini yola çýkartan Bush, Ýran’a saldýrmak için artýk yeni bir kanýt aramaya ihtiyaç duymayacaðýný açýkça deklare etti. Söz konusu yeni iþgal planý doðrultusunda geçtiðimiz haftalarda, Þiilerce kutsal kabul edilen Necef kentine yönelik kapsamlý bir operasyon gerçekleþtiren iþgal güçleri, aralarýnda çok sayýda kadýn ve çocuðun bulunduðu 263 kiþiyi katletti ve 210 kiþinin de yaralanmasýna yol açtý. Saldýrý süresinde dýþ dünyaya kapatýlan Necef kentinde, görgü tanýklarý, gerçekte direniþçilerin deðil, sivil halkýn hedef alýndýðýný ve kentte gerçek bir kitle katliamýnýn gerçekleþtirildiðini savunuyorlar. Yaþanan geliþmeler Bush yönetiminin Irak’ta yalnýzca “böl ve kazan” stratejisini deðil ayný anda Þii güçlere dayanarak “yeni bir düzen” kurma stratejisini de gözettiklerini ortaya koyuyor. Ne var ki, iþgal güçlerinin askeri yetersizlikleri ve direniþin artmakta olan etkisi iþgal güçlerini içinden çýkýlmaz bir kaosa doðru sürüklüyor, dahasý, izole edilmeye çalýþýlan Sünni direniþi yaygýnlaþtýðý gibi, Þii lider Sadr gibi iþgal karþýtý sektörlerin oluþturduðu tehditte büyüyor.
16
Savaþýn faturasý kabarýyor Ama bütün Ortadoðu’ya yaygýnlaþtýrýlmaya çalýþýlan iþgal planlarýnýn önünde daha ciddi bir engel var. Giderek devasa bir boyut kazanan savaþ ekonomisinin zaten duraklamakta olan ABD ekonomisine getirdiði kabarýk fatura. Yan maliyetler de düþünüldüðünde,
Irak’ýn iþgal edilmesinin þu ana dek ABD ekonomisine getirdiði maliyetin 1 trilyon dolarý aþtýðý görülüyor. ABD emperyalizminin ilk aðýr askeri yenilgiyi tattýðý Vietnam savaþýnýn faturasý 660 milyar dolardý. Dahasý iþgal, direniþin vurduðu sürekli darbeler nedeniyle bir türlü kârlý bir yatýrýma dönüþemiyor ABD ekonomisi için. Irak’taki acýmasýz talandan en büyük çýkarý, petrol gelirlerinin yapýlan son anlaþmayla yüzde 70’ini kasalarýna indirmeyi garantileyen Ýngiliz, ABD ve Hollanda petrol þirketleri, ABD eski güvenlik danýþmaný -ve savaþýn baþlýca mimarý- Chaney’in inþaat þirketi Halliburton, Bush’un seçim kampanyasýna 117 bin dolar yardým yapan Bearingpoint ve dünyanýn en büyük silah üreticisi olan Lockeed Martin gibi savaþ endüstrisi tekelleri elde ediyor. Kuzey Irak kartý Geçtiðimiz ay MÝT Müsteþarý Emre Taner’in teþkilatýn 80. kuruluþ yýldönümü münasebetiyle yapmýþ olduðu açýklamalar, yalnýzca Türk devleti ile PKK arasýnda süren çatýþmalar baðlamýnda deðil, ayný zamanda Irak’taki iþgal ve Türkiye’nin pozisyonu baðlamýnda da derin yankýlar uyandýrdý. Kabaran milliyetçi dalga, resmi söylemde ABD ve ”Irak hükümeti” ile PKK’yi etkisiz hale getirmek için oluþturulan sekreterliðin hayal kýrýklýðý yaratmýþ olduðunun vurgulanmasý ve dahasý son dönemde ABD ile son derece gizli bir þekilde sürdürülen üst düzey askeri ve diplomatik trafik Taner’in sözlerini daha da bir anlamlý kýldý. Taner’in, ulus-devletlerin hýzla irtifa kaybettiklerini ve önlem alýnmazsa Türkiye’nin de bu gerçekle yüzleþmek zorunda kalacaðýný söylemesi büyük önem taþýyor. Bu sözler açýkça Türk dýþ politikasýnda köklü bir deðiþiklik talebine iþaret ediyor: yalnýz savunma pozisyonda beklememek, yani saldýrýya geçmek, Türkiye’yi çevreleyen sýcak bölgede daha etkin bir pozisyon almak; Kürt sorunu ve dahasý Kuzey Irak’ta ete kemiðe bürünen yeni yönetim düþünüldüðünde tehlikeli bir dönemecin dönüldüðünün iþaretleri olarak alýnabilir. Kuzey Irak’taki mevcut Kürt yönetiminin etkinleþmeye baþlamasý, öte yandan Kerkük üzerinde doðrudan denetim giriþimlerine yoðunluk vermesi Türkiye’yi bölgenin aktif unsurlarýndan biri olmaya itiyor. Kuþkusuz ABD emperyalizminin bölgedeki en önemli müttefiklerinden Türkiye’nin Irak iþgalinin içine o ya da bu þekilde çekilebilmesi son derece önemli. Bu doðrultuda kamuoyunda estirilen fýrtýnaya karþýn, Türk hükümetinin emperyalist güçlerin doðrudan denetimi dýþýnda bir adým atmasý pek olasý görülmüyor. Kuzey Irak konusunda daha aðýrlýklý seçeneðin, Türkiye’nin, kuvvetle muhtemelen üçe bölünecek Irak’ta oluþabilecek bir güdümlü “Kürt devletinin” hamiliðini üstlenmek karþýlýðýnda ABD güçlerinden PKK’nin tasfiyesini talep etmesi olduðu aðýrlýk kazanýyor. Murat Yakýn - 06/02/2007