Ic38

Page 1

İşyerlerinde ölüm yüzde 24 arttı! Türkiye çalışma hayatının cehennem haline gelmesi konusunda onlarca rekora sahip bir ülke. Öyle ki, SGK iş kazaları raporunu her sene bir yıl gecikmeli olarak açıklamayı tercih ediyor. 2010 yılının rakamları yeni rekorları anlatıyor. SGK’nın Ocak ayında yayımlanan raporuna göre Türkiye’de 2010 yılında her

saat 7 iş kazası gerçekleşmiş. Bu da 2010’da tam 62 bin 903 iş kazasının yaşandığı anlamına geliyor. Bu kazların sonucunda 1.444 işçi iş cinayetine kurban gitmiş. Bu sayı 2009’a göre yüzde 24 daha fazla. Ek olarak da 2.085 işçi çalışma koşullarından ve iş kazalarından kaynaklı olarak sürekli iş göremez hale gelmiş.

Türkiye’de iş kazalarının raporlanmasındaki usülsüzlükleri düşünecek olursak, iş kazaları sayısının raporlanandan oldukça yüksek olduğunu da rahatlıkla söyleyebiliriz. Bunun yanı sıra, 2012’de teşvik edilen güvencesiz ve esnek çalışma koşulları da, işçi sağlığı ve iş güvenliği önlemlerinin daha da gevşetileceğine işaret ediyor.

Hükümet, yeni istihdam projesi ile cumhuriyet tarihinin her alandaki iş cinayetleri istatistik rekorlarını kırmaya koşuyor. Bu durumda, hükümetin istihdam projesine karşı gelmek ve onu durdurmak, iş cinayetlerinde sıranın bize ya da bir yakınımıza gelmesini de engellemek anlamına geliyor.

Hey Tekstil’den kadınlar soruyor: İşçiler burada, Aynur Bektaş nerede? Aylık Siyasi İşçi Gazetesi • Sayı: 38 • Mart 2012 • Fiyatı: 2 TL

Ulusal İstihdam Strateji Belgesi:

Suriye Devrimi’nin yanında!

Güvenceli esneklik sahtekârlığı!

Enternasyonalistlerin görevleri

»7

» 14

Hey Tekstil işçileri 9 şubat 2012’den beri direnişteler. İşçi Cephesi olarak direnişlerinin 19. gününde işçilerle direnişlerinin seyri üzerine konuştuk.

»8

Sosyal haklar paramparça! Bir yanda aylık 295 lira gelirden mahrum 2 milyon 300 bin kişi, diğer yanda 95 milyar servetiyle 100 kişi! Sömürünün adı ne zaman kader oldu? çıktı. Mevcut brüt asgari ücret 886 lira. Üçte biri 295 lira. Diğer bir ifadeyle 2 milyon 300 bin kişi, aylık gelirim 295 liradan daha az demiş ve SGK tarafından resmi olarak kayıt altına alınmış.

Şubat ayının son gününe ait iki haber. Biri yoksulluk, bir diğeri zenginlikle ilgili...

TÜRK-İŞ’in Şubat 2012 ayı araştırma sonuçlarına göre ise dört kişilik bir ailenin açlık sınırı 974 lira. Kısacası bir kişinin açlık sınırı 243 lira.

Birinci haber, yoksullukla ilgili olan, gelir testi sonuçları üzerine. Gelir beyanı değil, açlık beyanı! AKP hükümeti herhangi bir sosyal güvenlik kaydı bulunmayan herkese gelirini beyan etme zorunluluğu getirdi. Gelirini bildirmek için şu ana dek 3 milyon 300 bin kişi başvurdu. İnceleme sonucu yaklaşık 2 milyon 300 bin kişinin gelirinin brüt asgari ücretin üçte birinden daha az olduğu ortaya

Sözün özü gelir beyanı olmuş açlık beyanı!

değişmez bir doğa kanunu mu bütün bunlar? Zenginlik değil, tiranlık! İkinci haber, zenginlikle ilgili olan, Türkiye’nin dolar milyarderleri üzerine. Her yıl Türkiye’nin milyarder sayısı ve servetlerinin büyüklüğü açıklanıyor. Türkiye’de 35 adet dolar milyarderi mevcut. En tepedekinin serveti üç milyar dolar.

mahrum 2 milyon 300 bin kişi, diğer yanda 95 milyar servetiyle 100 kişi! Sömürünün adı ne zaman kader oldu? Tek bir adamın serveti 2 milyon 300 bin kişinin toplam gelirinin beş katı ediyor! Doğa kanunu mu? Bu derece vahşi bir paylaşımı hiçbir ormanda bulamazsınız! İşte bu Türkiye’nin gerçek fotoğrafıdır.

Tek bir adamın serveti 2 milyon 300 bin kişinin toplam

Bir kişinin açlık sınırı 243 liraygelirinin beş katı ediyor! Doğa kanunu mu? Bu derece ken 2 milyon 300 bin kişi, aylık vahşi bir paylaşımı hiçbir ormanda bulamazsınız! gelirim 295 liradan az, demiş. Resmi olarak aç sayılmaları için arada en iyi ihtimal 52 lira fark kalmış. Türkiye’nin “En Zengin 100” lisPekiyi, kasaları dolanların gözleri tesinde yer alan patronların toplam de doymuş mudur? Milyonlarca insanın açlık ve servetleri ise 95 milyar dolar! yoksullukla bu yakın akrabalığı Üç milyar dolar kaçınılmaz bir kader mi? Şaşmaz,

Bir yanda aylık 295 lira gelirden

servetiyle bu yılın bi-

»2

Homeless, Jason Franson

Kriz teğet geçti! Onlar batarken biz büyüyoruz! Yükselen dev! Ve daha nice şamata... AKP hükümeti iftiharla sunuyor, patronlar elleri patlarcasına alkışlıyor... Gerçekte olan nedir?


2

İLAN TAHTASI

Sosyal haklar paramparça! Kapak sayfasından devam rincisi Hüsnü Özyeğin, sosyal haklar diğer ülkelerle rekabette bizi dezavantajlı konuma getiriyor, diyor. Sosyal haklar dediği nedir? Hani şu kıdem tazminatı gibi haklar! 2 milyon 300 bin kişinin toplam gelirinin beş katı serveti olan adam hala Türkiye’de sosyal haklar fazla diyor. Anlıyoruz ki, milyonlarca insan açlık, yoksulluk, işsizlik içindeyken tek dişi kalmış sosyal hakların da peşinde koşmanın adıdır zenginlik. Ve en zengin 100’ler, 500’ler listesi en yoğun sömürüyü hangi patronların daha iyi becerdiğinin iftihar vesikasıdır. Direnç hattı Patronlar kıdem tazminatı gibi sosyal haklar rekabette dezavantaj yaratıyor diye üzülüp, merak buyurmasınlar. AKP onun da icabına bakıyor! Aylık 295 lira geliri olan açlık sınırındaki insandan dahi 35,5 lira sosyal güvenlik primi almanın hesabına yapan AKP hükümeti elbet kıdem tazminatının da hakkından gelecektir. Diğerlerinin hakkından geldiği gibi... Görüldüğü üzere işçi ve emekçiler için kriz teğet geçmiş değil. Büyüyen sadece patronların servetleri. AKP hükümetinin izlediği politikalar sosyal güvenliği paramparça etti, ediyor. Nüfusun büyük çoğunluğu çok daha kötü yaşam koşullarına mahkûm ediliyor. Ki bütün bunlar sadece krizle ilgili, sınırlı değil. Ulusal İstihdam Strateji Belgesi’nin de gösterdiği üzere AKP hükümeti işçi ve emekçilere kalıcı darbeler indirmenin peşinde. Bedelini sadece bizim ya da çocuklarımızın değil torunlarımızın dahi ödeyeceği kalıcı darbeler. Kıdem tazminat hakkımız işte bu darbelerin önünde duran hayati bir direnç hattını oluşturuyor...

Ne savunuyoruz? Neyi hedefliyoruz? İşçi Cephesi, Troçkist bir yayın organıdır. Türkiye’de devrimci bir işçi partisinin inşası için mücadele ediyoruz. Hedefimiz sosyalist devrim, kapitalizmin ilgası ve sosyalizmin inşasıdır. İşçi sınıfının ve gençliğin mücadelesini destekliyor, işçi demokrasisinin yaygınlaşması için uğraş veriyoruz. Sermayenin baskı ve şiddet rejimine karşı mücadele ediyoruz ve halkların kendi kaderlerini tayin hakkını destekliyoruz. Mücadelemiz uluslararası ölçeklidir ve kendimizi, işçi sınıfının dünya partisi olan IV. Enternasyonal’in yeniden inşasının bir parçası olarak görüyoruz.

Mesafe’nin 8. sayısının dosya konusu Arap devrimleri Mesafe Dergisi Arap devrimleri dosya konulu 8. sayısıyla Mart ayında okuyucuyla buluşuyor İşçi Cephesi, 3 Mart Mesafe Dergisi, 8. sayısında “Arap Baharı” ya da “Arap Devrimleri” diye adlandırılan Ortadoğu ve Kuzey Afrika ülkelerindeki devrimleri dosya konusu olarak seçti. Mesafe’nin bir önceki sayısında bu devrimlerin niteliği üzerine ve Libya devrimine ilişkin yazılar yayınlanmıştı. Mesafe Dergisi’nin devrimler karşısındaki politik tutumu başından itibaren emperyalizmin işbirlikçisi diktatörlük rejimleri karşısında mücadele eden işçi ve emekçi kitlelerin, ezilenlerin ve yoksulların safında oldu. Mesafe Dergisi, Arap devrimlerinin devrimci Marksist kuramın, özellikle de emperyalist çağın henüz tüm geçerliliğini korumakta olan devrim kavrayışının, Sürekli Devrim kuramının ışığında incelenmesinin, onlardan gerekli derslerin çıkartılmasının öneminin inkâr edilemez olduğuna inanmakta. Bu nedenle 8. sayıda yer alan yazılar “uzaktan” hazır reçeteler ilan etmek yerine, Arap halkların mücadelesinden öğrenmeye çalışmak üzerine kuruldu. 8. sayının yazılarına gelince:

Yusuf Barman, “Arap Devrimi ve Olasılıklar” başlıklı yazısında, Ortadoğu ve Kuzey Afrika devrimlerinin kökenlerine işaret ettikten sonra, sürecin öğrettiklerini “tezler” biçiminde topluyor.

Mesafe Dergisi’nin devrimler karşısındaki politik tutumu başından itibaren emperyalizmin işbirlikçisi diktatörlük rejimleri karşısında mücadele eden işçi ve emekçi kitlelerin, ezilenlerin ve yoksulların safında oldu Atakan Çiftçi, “Suriye’de Devrim ve Karşıdevrim” başlıklı yazısında Arap devriminin odak noktası haline gelen Suriye’deki durumu inceliyor. Murat Yakın, aynı tür bir incelemeyi Mısır ve Tunus devrimleriyle

ilgili olarak “Bastırılanın Geri Dönüşü” adlı makalesinde yapıyor. Libya devrimi, bölgedeki devrimlere ilişkin olarak Dünya Solu içinde ortaya çıkan bölünmeyi derinleştirdi, onu iki düşman kampa böldü. Bu konuya ilişkin tartışma Simon Assaf ’ın, International Socialist dergisinin 133. sayısında (Ocak 2012) yayımlanan “Libya Yol Ayrımında” başlıklı Dicle Nadin, “İran’da Rejim ve Muhalefet” adlı yazısında Ortadoğu’daki devrimci ateşten ürkenlerin arasında yer alan İran’daki karşıdevrimci molla rejiminin karakterini ve muhalefet güçlerinin niteliğini inceliyor. Oktay Benol, “Arap Devrimleri ve Türkiye’nin Ortadoğu Politikası” makalesinde Arap devrimlerinin Türkiye’nin dış politika çizgisinde yarattığı yansımaları irdeliyor. Hakkı Yükselen, “Bir Devrimi Tanımak” başlıklı yazısında Arap devrimlerinden hareketle devrim olgusunu tartışıyor. Mesafe Dergisi Arap devrimleri dosya konulu 8. sayısıyla Mart ayında okuyucuyla buluşuyor...

8 Mart öncesi salon etkinliğimizden... İşçi Cephesi, 4 Mart İşçi Cephesi’nden kadınlar takip ettiği davalarda sonucun olarak 8 Mart öncesi okur nasıl değiştiği, örnekler verilerek çevremizle bir araya geldik. Ana açıklandı. gündemimiz kadına yönelik şiddet ve tam da 8 Mart’ta mecliste ele alınacak Ailenin Korunmasına Dair Yasa Tasarısı idi. İşçi Cephesi muhabirlerinden iki kadın arkadaşımızın gerçekleştirdiği sunumda, kadın cinayetlerinin son yıllardaki artışı ve kadınların neden öldürüldüğü üzerinde duruldu. Salonun da katkılarıyla, kadınların hayır dedikleri; üzerlerindeki baba, eş, ağabey baskılarına karşı çıktıkları için şiddet gördükleri ve mahkemelerin de katillere sistematik olarak ceza indirimleri uygulamasıyla cinayetlerde artış olduğu konuşuldu. Mahkemenin erkeği koruyan kararları eleştirilerek, kadınların

Ardından 2043 sayılı Ailenin Korunmasına Dair Yasa Tasarısı’nda neden kadının değil de ailenin korunduğu üzerinde duruldu. Hükümetin kadını ikinci cins, erkeği egemen kılan aile anlayışından nasıl faydalandığı anlatıldı. İkinci bölümde

ise, AKP’nin yürüttüğü neoliberal politikaların kadın emeğini nasıl iş güvencesinden uzaklaştırdığı ve ucuz emek sömürüsüne açtığından bahsedildi. Sunumun ardından, İcetto tiyatro ekibi, hepimizin bildiği çocuk masallarının kadını edilgenleştiren cinsiyetçi dilini konu alan bir mit tiyatrosu sahneledi. Oyunda özellikle Kırmızı Başlıklı Kız ve Pamuk Prenses öykülerindeki kadın kahramanların nasıl gerçekten ‘kahraman’ olacağı şekilde farklı versiyonları oynandı. Günün sonunda geçtiğimiz yılın mitinginden görüntüler eşliğinde tüm kadın konuklar mitinge çağrıldı. Daha güçlü ve daha kalabalık bir 8 Mart için herkesle sözleşildi.


EMEK GÜNCESİ

3

KESK: “Korkmuyoruz, teslim olmuyoruz, susmuyoruz!” Hey Tekstil ve Maltepe belediye işçilerinin katılımı gibi diğer bir dizi olumluluğu bir kenarda tutarsak gerçek şu ki, KESK mitingi gereken etkiyi yaratamamıştır İC - Haber, 5 Mart Kamu Emekçileri Sendikaları Konfederasyonu’nun (KESK) “Korkmuyoruz, teslim olmuyoruz, susmuyoruz!” ana başlığı ile duyurduğu miting, 26 Şubat pazar günü Kadıköy’de gerçekleşti. Birçok talebin dile getirildiği mitingde, Toplu İş İlişkileri Yasa Tasarısı (TİİYT) ve hükümetin, Kürt halkına ve kadın mücadelesine yaptığı son saldırılar sonucu dokuz KESK’li kadının suçsuz yere tutuklanması protesto edildi. DİSK, Türk-İş, TBB, Halkların Demokratik Kongresi (HDK), çeşitli siyasi kurumlar ve Tek Yumruk’un destek verdiği mitingde, direnişteki Hey Tekstil ve Maltepe Belediyesi işçileri de canlı kortejleri ve sloganları ile dikkat çekti. Mitingden notlar Mitingin örgütleyicisi olan ama katılımcı sayısı birkaç yüzü geçmeyen KESK, 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü hazırlığındaki dokuz KESK’li kadının tutululuğunu protesto etmek amacıyla, tutuklanan üyelerinin fotoğraflarının olduğu pankartı ile yürüdü. Düşük katılımlı KESK kortejinin önemli bir kısmını oluşturan Eğitim Sen,

“Hepimiz tinerciyiz!” pankartı ve sloganları ile hükümeti protesto etti. Kortejde öne çıkan slogan, “KESK’li tutsaklar onurumuzdur!” oldu.

Sendikalı olmak için işyerlerinde örgütlenen ve bundan dolayı işten atılan Maltepe Belediyesi taşeron işçilerinin sözcüsü, devam eden Çoğunluğu kadınlardan oluşan ka- direnişlerine destek olunmasını tılımıyla HDK’nin kortejinde, “He- istedi. Ayrıca Ankara’da CHP Genel pimiz Kürdüz, Hepimiz KCK’lıyız!” Merkezi ve meclis önünde yapacakları eylemi duyurdu. sloganı ile hükümetin Kürt halkını baskı altında tutma girişimleri proMadolyonun öteki yüzü testo edildi. Hey Tekstil ve Maltepe belediye

Katılımcı sayısı, kortej disiplini ve sloganları ile mitinge damgasını vuran Hey Tekstil ve Maltepe Belediyesi işçileri oldu. Hey Tekstil işçileri, Şubat ayının başlarında hiçbir hakları ve üç aylık maaşları verilmeden işten atılmıştı. Mitinge aileleri ile katılan direnişteki Hey Tekstil işçilerinin sözcüsü, kürsüde aldığı söz ile sendikalı olmanın önemini vurgularken, tazminatlarını ve üç aylık maaşlarını istediklerini belirtti.

için diğer sektörler ile bağlantıya geçip güçlü ve gerçekçi grevlerin ön hazırlığını yapmaktır. KESK bürokrasisinin bu konuda ne kadar istekli olduğunu tahmin edebiliriz. Buna karşılık KESK’e üye işçilere düşen sorumluluk, sendika-

Bu mitingin ardından KESK'in önünde duran işçilerinin katılımı gibi diğer bir dizi görev, işçi sınıfının mücaolumluluğu bir kenarda tutarsak dele halindeki sektörlerigerçek şu ki, KESK mitingi gereken etkiyi yaratamamıştır. Sendikal ne filli desteği sürdürmek harekete büyük bir darbe indirecek ve aynı taleplerle daha olan TİİYT’nin meclise sunulduğu, güçlü bir mücadeleye KCK operasyonlarının yoğunlaşarak girişilebilmesi için diğer devam ettiği ve 8 Mart’ın yaklaşsektörler ile bağlantıya tığı şu zamanda, KESK’in böylesi geçip güçlü ve gerçekçi bir mitinge çok daha güçlü bir grevlerin ön hazırlığını hazırlık ile giriş yapması gerekirdi. Oysa ki, işyerlerindeki çalışmalar yapmaktır yine yetersiz kaldı ve diğer işkolları ile ortaklaşabilecek bu taleplerde, birlikte hareket edilmedi. Bu mitingin ardından KESK’in önünde duran görev, işçi sınıfının mücadele halindeki sektörlerine filli desteği sürdürmek ve aynı taleplerle daha güçlü bir mücadeleye girişilebilmesi

larını bu doğrultuda hareket etmeye zorlamak ve şimdiden mitingin bilançosunu çıkartıp, taleplerinin etrafında yeni bir mücadele programı ile sendikalarını harekete geçirmektir.

Maltepe Belediyesi işçileri Ankara’da! CHP’nin teorisi ile pratiği birbirini tutmuyor. Taşeron çalışmayı 21. yüzyılın ayıbı olarak niteleyen CHP, belediyelerde taşeronlaştırma saldırısı uyguluyor. Karşı çıkan işçileri işten atıyor. Son örnek Maltepe Belediyesi işçileri... İC - Haber, 4 Mart Taşeron çalışmaya karşı çıkmaları nedeniyle işten çıkartılan ve 21 Aralık 2011 tarihinden beri direnişlerini sürdüren Maltepe Belediyesi işçileri, 14 gün süren yürüyüşün sonunda 2012 Mart ayı başında Ankara’ya ulaştı.

rini sürdüren işçiler, Ankara’daki CHP Genel Merkezi önünde seslerini daha fazla duyurabilmek ve taleplerini milletvekillerine iletmek adına Ankara’ya yürü-

çevre kirliliği ile ilgili açıklamalarda bulundular. Ankara’da ise, öncelikle CHP Genel Merkezi’ne yürünerek

Taşeron çalışmaya karşı çıkmaları nedeniyle işten çıkartılan ve 21 Aralık 2011 tarihinden beri direnişlerini sürdüren Maltepe Belediyesi işçileri 14 gün süren yürüyüşün sonunda 2012 Mart ayı başında Ankara’ya ulaştı

Seçim öncesi ve sonrasında kendi belediyelerinde hızlıca taşeronlaşmaya giden CHP, tüm bunlara rağmen seçim propagandalarında taşeronluğu 21. yüzyılın ayıbı olarak tanımlamaktan da çekinmemişti. Ve CHP’li Maltepe Belediyesi işçileri de bu “ayıbın” kendime kararı almıştı. İşçiler yürüyüş sine, taşeronluğa karşı çıktıkları sırasında geçtikleri birçok yerde de gerekçesiyle işten atılmışlardı. basın açıklamaları gerçekleştirdi. İşten atıldıkları tarihten itibaren Örneğin; Tuzla’da tersane işçilerine belediye binası önünde direnişledestek olmak için, Dilovası’nda da

yetkililerle görüşme talep edildi. Yapılan görüşmelerde yetkililer taşeronlukla ilgili AKP hükümetini suçlayarak kendilerinin yapabileceği bir şey olmadığını, ancak

işçilere başka belediyelerde iş verme şanslarının olduğunu söylediler. Görüşmelerden bir sonuç alınamamasının ardından işçiler 2. gün (3 Mart Cumartesi) Sakarya Caddesi’nde bir basın açıklaması gerçekleştirdi. Basın açıklamasının ana vurgusu taşeronluğa, esnek ve güvencesiz çalıştırmaya son verilmesi idi ve işçiler tüm sınıfın sorunlarının bu üç temel nokta etrafında birleştiğini vurguladılar. Açıklama sırasında, “Kahrolsun ücretli kölelik düzeni!”, “Kar, boran, fırtına, işte geldik Ankara!”, “Taşeron işçisi köle değildir!” sloganları atıldı. Basın açıklamasının ardından işçiler Maltepe Belediyesi önündeki direnişlerini sürdürmek için İstanbul’a döndüler.


4

POLİTİKA

MİT krizi ve bir kez daha demokratikleşme üzerine Bugün hükümet yanlılarınca “sivil darbe” yapmakla suçlanan Özel Yetkili Mahkemeler AKP'nin eski devlet bürokrasisi ile yaptığı mücadelede ilk elden yaslandığı kurumlardan biri olmuştu. MİT ise doğrudan hükümete bağlanarak ordunun karşısında emniyet ile birlikte AKP'nin en güçlü dayanağını oluşturmuştu Sedat Durel, 5 Mart Yargı, MİT, Emniyet arasında başlayan ve sonrasında hükümeti de içerisine çeken kriz uzunca bir süredir gündemdeki varlığını korumakta. Her ne kadar, “MİT’i kurtarma yasası” ile müsteşarların ifade vermeleri engellenerek sorun çözülmüş görünse de, tartışmanın kaynağının MİT’in baş müsteşarı ve yardımcılarının şüpheli sıfatı ile sorgulanmasından ibaret olmadığı açık. Farklı çıkar odaklarının yeni anayasa, Kürt sorununun çözümü ve de başkanlık sistemlerine dair husumetlerinin var olduğu görülmekte. Esas tartışmanın bu üç temelde olduğunu görecek olursak, yeni çatışmaların önümüzdeki dönemde de karşımıza çıkabileceğini söyleyebiliriz. Kriz nasıl başladı? MİT Müsteşarı Hakan Fidan, Emre Taner ve Afet Güneş’in Özel Yetkili Mahkemelerce ifadeye çağırılması krizi başlatan etmen olmuştu. Peki bu isimlerin ifadeye çağırılması niçin bu denli büyük bir olaydı? Çünkü Hakan Fidan tüm MİT teşkilatının başındaki isimdi ve başbakanı temsilen PKK ile görüşmeler yaptığı ortaya çıkmıştı. Fidan hem Erdoğan’ın en önemli kadrolarından biri idi hem de, Kürt sorununun çözümüne dair “müzakereci kanat” olarak adlandırılan ekibin de başını çekmekte idi. Her ne kadar kimileri, “müzakereci kanadı” barışçı kanat olarak lanse etmeye çalışsa da, son zamanlarda açığa çıkan kimi bilgilere göre müzakerecilerin yakın zamanda da pek çok suça ve provokasyona karıştığı artık yetkililerce de dillendirilmekte. Fidan’ın bu kritik konumunun yanı sıra, sorguya çağırılan bir diğer isim olan Afet Güneş ise, devletin kara kutusu olarak tanınmakta ve kirli pek çok bilgiye sahip olduğu tahmin edilmekteydi.

yanlısı” olarak betimlenirken, bunun dışındaki hemen tüm yazarlar krizin hükümet ile cemaat arasında yaşandığı ifade etmekte, cemaatin başta MİT olmak üzere kimi başka devlet kurumlarında da daha fazla kadro talep ettiğini ifade etmekteler. Çatışmanın cemaat-AKP ekseninde geçtiğine şimdilik kesin gözü ile bakılıyor olsa da, cemaatin hangi kanadının hangi gerekçeler ile AKP’yi karşısına aldığı ve hangi isimler üzerinden neyi amaçladığına dair net olmayan pek çok husus var.

Madem demokratikleşmeden bahsediliyor, o halde AKP niçin krize Özel Yetkili Mahkemeleri kaldırarak değil de yalnızca MİT’e hatta kişiye özel bir yasa çıkartarak karşılık veriyor?

Ancak krizin çıktığı döneme bakacak olursak, sınırları ve kişileri henüz afişe olmamış tarafların üç temel anlaşmazlıklarının olduğu ortaya çıkmaktadır: 1- PKK ile görüşmelerde Hükümet adına baş müzakereci haline gelen Hakan Fidan’ın hedef seçilmesi, “baharda barış geliyor” söylentilerinin askıya alınması sonucunu doğurdu. Bu durum, Kürt sorununun çözümüne dair anlaşmazlıkların var olduğuna işaret etmektedir. 2- İfadeye çağırma atağının tam da Meclis Anayasa Komisyonu’nun toplandığı döneme denk gelmesi, yeni anayasaya dair de kimi anlaşmazlıkların söz konusu olduğunu göstermektedir.

3- Yeni anayasa ile birlikte yeni MİT mensuplarının ifadeye çağırıl- rejimin baskın kurumunun hangisi masının önem taşımasının biçimsel olacağı sorusu gündeme gelmiştir. sebebi çağırılanların niteliği olsa da, Buna bağlı olarak da olası bir başErdoğan şahsında hükümetin karan- kanlık ya da yarı başkanlık sistemlelık yönlerini temsil eden bu yüzlerine dair de kimi anlaşmazlıklar söz rin ifadeye çağrılması, farklı çıkar konusudur. odaklarının varlığını ortaya koymakMİT krizi etrafında açığa çıkan tadır. Hükümet yanlısı yazarlarca, tartışmanın bu üç eksende geçmeyargı “Kürt sorununda operasyon

sinin bizler için büyük bir önemi var. Çünkü Kürt sorununun çözüm biçimi ve yeni anayasa sürecine dair süren tartışmalar, aslında hiç de AKP’nin ifade ettiği gibi demokratikleşme sürecine paralel olarak gitmiyor. Tartışmanın gösterdiği şey o ki, anayasa değişikliği ve devlet tarafındaki Kürt sorununu çözme isteği tamamen çıkar odaklarının ihtiyaçlarına cevap olarak masaya koyulmuş durumda. Demokratikleşme mi dediniz? Özel Yetkili Mahkemeler Kaldırılsın!

Şimdilik her şeyi bir kenara bırakalım ve şu soruyu soralım; bir devlet kurumu olan MİT savcıya ifade verse ne olabilir ki? Bir devlet kurumunun nasıl bir suçu olabilir? Lafı fazla uzatmadan PKK içerisinde MİT’in sızmalar gerçekleştirdiğini ifade eden Bekir Bozdağ’a kulak veriyoruz: “Sızmanın suç işlemeden yapılmasının imkanı yok.” Yani Bozdağ, devlet yasalarına göre de MİT’in pek çok suçu işlediğini kabul ederken, partisi AKP’nin de işlenen bu suçları gizlemek için MİT’e özel yasa çıkardığını ifade ediyor.

Bugün hükümet yanlılarınca “sivil darbe” yapmakla suçlanan Özel Yetkili Mahkemeler AKP’nin eski devlet bürokrasisi ile yaptığı mücadelede ilk elden yaslandığı kurumlardan biri olmuştu. MİT ise doğrudan hükümete bağlanarak ordunun karşısında, Emniyet ile birlikte AKP’nin en güçlü dayanağını oluşturmuştu.

AKP hangi suçları gizlemeye çalışıyor olabilir? Umut Kitap Evi’ne PKK’li kılığına girip bomba bırakan askerin işlediği suçlar gibi mi? Yoksa fali meçhuller gibi mi? Bugün Can Dündar dahi belediye otobüsü yakılması vakalarına istinaden “otobüsü onlar (MİT) yakmış olabilir mi?” diye soruyor.

Demokrasi ile hiçbir şekilde uyum içerisinde olmayan bu Özel Yetkili Mahkemeler, eski devlet bürokrasisinin tasfiye edilmesi için görülmekte olan Ergenekon davasına da bakan kurum olmuştu. Bunun yanı sıra, Devrimci Karargah ve KCK davalarına da bakarak, ne denli anti-demokratik bir kurum olduğunu da zaten gözler önüne sermekteydi. Sonuç olarak da Özel Yetkili Mahkemeler, tüm işçi ve emekçilerin demokratik mevzileri için de, Kürt halkının haklı taleplerini dile getirebilmesi adına da bir tehdit niteliği taşımaktadır.

Özel Yetkili Mahkemelerin kaldırılmasından yana olduğumuz gibi, aynı zamanda, işlendiği ifade edilen suçların açıklanıp suçluların yargılanmasını ve kontrgerilla görevi gören kurumların derhal lağvedilmesini istiyoruz

***

Özel Yetkili Mahkemelerin kaldırılmasından yana olduğumuz gibi, aynı zamanda, işlendiği ifade edilen Madem demokratikleşmeden bahsediliyor, o halde AKP niçin krize suçların açıklanıp suçluların yarÖzel Yetkili Mahkemeleri kaldırarak gılanmasını ve kontrgerilla görevi gören kurumların derhal lağvedilmedeğil de yalnızca MİT’e hatta kişisini istiyoruz. ye özel bir yasa çıkartarak karşılık veriyor? Gerçekten de demokratikYoksulluk sorunumuzun çözüleşmeden yanaysak, tüm demokratik münün yanı sıra, demokratikleşme kurumların denetiminden uzak olan sorunumuzun da çıkar odaklarınca ve demokratik mevzileri daraltmakla karanlık odalarda tartışılmasını istegörevli olan Özel Yetkili Mahkememiyoruz. Demokratikleşme sorunulerin (benzer yetkilere sahip farklı bir muz mevcut şekilde çözülememekkurum yaratılmaksızın) kaldırılmatedir. İşsizlik, yoksulluk, demokrasi sından yana olmalıyız. sorunlarını çözme ve kaderini tayin hakkını tanıma işini ancak bir kuruBekir Bozdağ: Suç işlemeden cu meclis gerçekleştirebilir. MİT olunmaz


POLİTİKA

5

Bu mesele, sendikalı ya da değil, tüm işçilerin ve onların çocuklarının geleceğini etkileyecek bir saldırıdır

Toplu İş İlişkileri Yasa Tasarısı:

Çanlar kimin için çalıyor? Deniz Koçak, 1 Mart Türk-İş’in kuruluşundan Kavel Direnişi’ne, DİSK’in kuruluşundan 15-16 Haziran Kalkışması’na, 89 Bahar Eylemleri’nden Zonguldak maden işçilerinin Uzun Yürüyüşü’ne, kısacası TC’nin kuruluşundan bugüne kadar süregelen Türkiye işçi sınıfının mücadele tarihinde inişleri ve çıkışları ile birçok kazanım elde edilmiştir. Bugün gelinen son noktada, geçmişte işçi sınıfının elde ettiği kazanımlar ileri taşınamadığı gibi var olan kazanımlar da tek tek kaybedilmeye başlamıştır. Hükümet tarafından Şubat ayında meclise sunulan Toplu İş İlişkileri Yasa Tasarısı (TİİYT), TC tarihi boyunca yapılmış en kapsamlı karşı saldırılardan birisi olarak önümüzde duruyor. TİİYT’nin getirdikleri ve götürdükleri Yeni düzenlemenin, yabancı işçilerin sendika kurucusu ve yöneticisi olabilmesi, örgütlenmede noter şartının kaldırılması ve sendikaya üyelik yaşının aşağı çekilmesi dışında olumlu bir getirisi bulunmamaktadır. Tasarının diğer maddeleri incelendiğinde hükümetin TİİTY ile gerçek niyeti net bir şekilde gözüküyor. 12 Eylül Darbesi’nin mirası olan mevcut düzenlemeden daha gerici olan yasa tasarısında, iş kolu barajı yüzde 3, işyeri barajı yüzde 50+1

olarak belirleniyor. Hükümet, mevcut yasada işkolu barajının yüzde 10 olduğunu ve bu tasarı ile barajı aşağı çektiğini dillendirerek, aslında yeni düzenlemenin bir reform olduğunu savunuyor. Fakat TİİYT’yi reform olarak sunan hükümet, yeni düzenlemedeki işkolu sayısının 28’den 18’e düşürülmesindeki gerçek niyetini açıklamıyor! Yeni tasarı ile baraj aşağı çekilmiş gibi gözükse de birleştirilen işkollarından ötürü, aslında baraj yukarı çekilmiş oluyor. Birleştirilen işkollarında fiili işçi sayısı arttığı için sendikaların yetki alması için gerekli işçi sayısı katlanmaktadır. Bunu şu şekilde somutlaştırabiliriz: Yeni tasarının getirdiği birleştirilen iş kolları ve yüzde 3’lük baraj sonucunda, mevcut toplu sözleşme yapma yetkisi olan 50 sendikanın yarısı yetkisini kaybedecek! 12 Eylül ile hesaplaştıklarını iddia eden hükümet, 12 Eylül Darbesi’nin getirdiği grev yasaklarını kaldırmadığı gibi yeni grev yasakları ile sendikal hareketi sonlandırmayı hedeflemektedir. Sendika yöneticilerinin ruh hali ve mücadelenin yeniden örgütlenmesi Yolsuzlukları, usulsüzlükleri ve örgütledikleri işçilerin çıkarlarından önce kendi çıkarlarını gözeten çoğunluktaki sendika yönetici-

leri sayesinde, bugün sendika yöneticiliği ülkenin en kazançlı “mesleği” haline gelmiş durumda! Yasa meclise sunulmadan önce sadece baraj pazarlığı yapan sendika bürokratları, barajın mevcut durumlarını koruyabilecek yüzde 0,5 yerine yüzde 3 olarak belirlenmesi ile tutuşmuş durumdalar. Çünkü yeni tasarı yasalaştığında sendikalara tanınan 5 yıllık süre içerisinde üye sayılarını 10 kat artıramadıkları takdirde, başta DİSK ve HAK-İŞ olmak üzere tüm konfederasyonlar yetkilerini önemli ölçüde kaybedecekler! Bu trajikomik hale karşı protestolar organize edeceğini duyuran sendikalardan KESK, 26 Şubat’ta Kadıköy’de, “Korkmuyoruz, teslim olmuyoruz, susmuyoruz” sloganı ile örgütlediği eyleme, kendi bünyesinden sadece birkaç yüz işçi getirebilmiştir! TİİYT yasalaşırsa bu son olmayacak! Hükümet, patronlarımızın daha rahat “rekabet etmeleri” için özel istihdam büroları, bölgesel asgari ücret, kıdem tazminatının kaldırılması gibi geleceksizleştirme planlarını uygulamaya girişecek! Bu mesele, sendikalı ya da değil, tüm işçilerin ve onların çocuklarının geleceğini etkileyecek bir saldırıdır. Çanlar bizim için çalıyorken, sendika yöneticilerinin devamı gelecek saldırılara

karşı tutumu şimdilik bu şekilde. Şimdilik diyoruz çünkü geçmişte elde edilen kazanımlar için örülen mücadelelerde de aynı niyete sahip insanlar yine yönetimdeydi. Kazanımlar ile sonuçlanmış mücadelelerde örgütlülüğünden güç alan işçiler, oluşturdukları baskı ile devlete ülkenin ilk konfederasyonu olan TÜRK-İŞ’i kurmaya mecbur etmişti! Tüm bu saldırılara

Yeni düzenlemenin, yabancı işçilerin sendika kurucusu ve yöneticisi olabilmesi, örgütlenmede noter şartının kaldırılması ve sendikaya üyelik yaşının aşağı çekilmesi dışında olumlu bir getirisi bulunmamaktadır

karşı işçiler, işçi sınıfının çıkarları için mücadele veren mevzilerde ve sendikalarında örgütlenerek göğüs gerebilir. Tüm bu saldırılara karşı durmak için örgütlenmekten başka çarenin olmadığı tüm yakıcılığı ile bir kez daha kendisini doğruluyor.


6

POLİTİKA

Fon değil, güvenceli gelecek istiyoruz! Kıdem tazminatının tasfiyesi güvencesiz, esnek, sendikasız bir çalışma düzeninin daha da rahatlıkla hayata geçirilmesi demektir! Dilçem Sarın, 29 Şubat Tüm dünyada sermayenin temsilciliğini üstlenmiş hükümetler işçi sınıfının kazanılmış haklarına ilişkin saldırı programlarını hayata geçiriyorlar. Patronlar kârlarını yükseltebilmek, kendi yarattıkları krizin faturasını emekçilere ödetmek için işçi sınıfının elindeki son haklarına saldırmaktan geri durmuyor. Türkiye’de de emeğe yönelik bu saldırılar AKP eliyle, dünyayla eşgüdümlü olarak gerçekleştiriliyor.

dan kullanılmasını sağlayacakmış! Oysa tam tersine eğer hükümet bu fonu kurarsa çalışanlar on yıl boyunca kıdem tazminat hakkından hiçbir şekilde yararlanamayacak, on yılın sonunda da birikmiş tazminatının ancak bir kısmını alabilecek, üstelik şimdi bir yıl çalışmayla tam

Son olarak hükümetin Kıdem Tazminatı Fonu’nda birikecek parayı patronlara ucuz kredi ya da teşvik olarak vereceğini de belirtelim. Nereden biliyoruz? İşsizlik Fonu’ndan her on işsizden sadece biri yararlanabilirken fonda biriken paranın GAP projelerine, patron-

Hükümet bu fonu kurarsa çalışanlar on yıl boyunca kıdem tazminat hakkından hiçbir şekilde yararlanamayacak, on yılın sonunda da birikmiş tazminatının ancak bir kısmını alabilecek

Türkiye’de gündemdeki son saldırı 75 yıllık kıdem tazminatına yönelik. 1936 yılından bu yana geçerli olan bu hak işçi sınıfının mücadeleleriyle 1975’ten bu yana şimdiki haliyle uygulamada. Lakin çok önemli bir iş güvencesi olan bu hak hükümet ve patronlara göre çağın ekonomik-sosyal gerçekleriyle örtüşmüyormuş! Öyle ya çalışanları bir maaş tazminat hakkı kazanılıristedikleri gibi, istedikleri zaman, ken bu hak bir yıla yarım maaşa sıfır maliyetle kapı önüne koymak düşecek. Bir çalışanın kıdem tazmigüzel olurdu patronlar için... natının tamamını alması ise ancak AKP hükümetine göre kıdem emekli olunca mümkün olacak. tazminatının bir fona devredilmesi Emeklilik yaşının 65 olduğu düşü(Kıdem Tazminatı Fonu) çalışanla- nülürse ne kadar beklemek gerekerın ancak yüzde 8’inin kullanabildi- ceği de ortada. ği bu hakkın tüm çalışanlar tarafın-

lara sermaye yapılmasından biliyoruz. Geçmişin Konut Edindirme Fonu (KEY), Tasarrufu Teşvik Fonu (TTF) gibi örnekleri de görünen köyün kılavuz istemediğini gösteriyor. AKP iktidara geldiğinden beri emeğe yönelik mevcut saldırı

programını patronlar adına başarıyla yürütüyor. Hükümet tabii ki haklarınızı elinizden alıyorum demiyor, tersine hakları güçlendiriyorum, yeni haklar veriyorum diyor. Kısacası yaptıklarını örtbas etmek için yalan söylüyor. Nitekim Kıdem Tazminatı Fonu’nu eşitsizliğin ortadan kaldırılması olarak sunarken aslında iş ve gelir güvencemizi tasfiye ediyor. Kıdem tazminatının tasfiyesi güvencesiz, esnek, sendikasız bir çalışma düzeninin daha da rahatlıkla hayata geçirilmesi demektir! Önümüzde karanlık bir tablo var ancak umutsuzluğa yer olmamalı. Unutulmamalı ki birlik ve kararlılık içinde verilen mücadeleler en zorlu koşulları dahi aşacaktır. Bu nedenle yapılması gereken güvencesiz, esnek, taşeron çalışma biçimlerinin terk edilmesi, tüm çalışanlar için insanca yaşayacak ücret ve çalışma koşullarının sağlanması ve tüm sosyal hakların emeklilik, işsizlik sigortası, sağlık hizmetleri dahil tüm çalışanlar ve aileleri için ulaşılabilir, yararlanılabilir şekilde düzenlenmesi için mücadele etmektir.

HES yaşamı yok ediyor, işçileri katlediyor Tekin Güven, 7 Mart 24 Şubat Cuma günü Adana’nın Kozan ilçesindeki Gökdere Köprü Barajı’nda gerçekleşen patlamada 3 işçi öldü, 7 işçi ise kapıldıkları sel sularında hâlâ bulunamıyor. İnşaatı yapan EnerjiSa firması derin bir sessizlikteyken, TMMOB’un hazırladığı rapor ise söz konusu ihmallerin altını çiziyor. Rapordan çarpıcı birkaç kısım şöyle: “Baraj inşaatı tamamlanmadan gövdede su tutulmaya başlanmış olması, mansap bölgesinde işçilerin çalışmaya devam etmesi felakete davetiye çıkartmıştır.” “Barajda su tutulmaya başlandığında, kapaktan su sızıntılarının olduğu ve kum torbalarıyla önlem

alınmaya çalışıldığı ifade edilmiştir. Bu denemenin fayda etmediği görüldüğü halde işçiler neden tünelin çıkış ağzında (mansabında) çalıştırılmaya devam edilmiştir?” Şu ana kadar inşa edilmekte olan HES’lerde 70’ten fazla iş kazası gerçekleşmiş ve bu kazalarda 63 emekçi ölmüştü. Fakat bunları görmezden gelen bir basın ve çevreyi sözde koruyan bir ‘bakan’lık var. Çevre ve Gözlem Bakanlığı, “seyrediyoruz, sorun yok” HES inşaatların denetlenmesi, inşaatı yapan firmaya bırakılmış durumda. Bakan Veysel Eroğlu,

özelleştirme politikalarının şu ana kadarki vahim sonuçlarına hiç değinmeyerek, kamunun işlevini denetimlerle sınırlandırılmasını istiyor. Bunun şu ana kadar gerçekleştirilememiş olmasını ise HES’lere karşı mücadele edenlere çıkartmış durumda. “Biz bu konuda dedik ki; bu inşaatların DSİ bir denetlemelik hazırlayarak denetlemesi veya mühendislik, müşavirlik firmaları tarafına denettirmesi lazım”. Bu anlayış özelleştirme politikasını aklamaktan öte bir şey ifade etmiyor. Kozan’da yaşanan facia ne ilkti ne de son olacak. Hükümetin “sermayedar güvenliğinden” yana bu tutumu devam

ettikçe, iş güvenliği HES’lerin daha hızlı bitirilebilmesi için göz ardı edilecek ve işçilerin hayatı GAP inşası sırasında ölen işçilerin arından dikilen anıtta yazan “keşke ölmeseydik” temennisi kadar pamuk ipliğine bağlı olacak. HES inşatları durdurulsun HES’lerin verdiği zararı görerek mücadelemizi doğanın ve kültürün tahribatına karşı, yaşam alanlarını koruma talepleri üzerine kurmalıyız. Enerji patronlarının, daha fazla kâr için doğayı yok etmekte tereddüt etmediklerini görüyoruz. Bu sebeple, enerji sektörünün derhal kamulaştırılmasından yanayız.


POLİTİKA

Ulusal İstihdam Strateji Belgesi

7

ya da güvenceli esneklik sahtekârlığı! Güvenceli esneklik diye bir şey olamaz. Adı üzerinde güvence teminat anlamına gelir, garanti demektir. Örneğin kıdem tazminatı bir güvencedir. İşsizlik sigortası bir güvencedir. Emeklilik hakkı bir güvencedir. Esneklik ise bütün bu haklara karşı olmaktır. Biri varsa diğeri yoktur Oktay Benol, 3 Mart Ulusal İstihdam Strateji Belgesi (UİSB) ekonomik krizin faturasının işçi ve emekçilere kesildiğinin belgesidir. Süslü akademik söylemlerin ve sözüm ona bilimsel verilerin ulaştığı tek bir sonuç var: Güvencesizliğin tüm çalışma hayatında egemen kılınması! Çalışanlar aleyhine esnetilmedik tek bir alanın bırakılmaması! Sosyal hakların paramparça edilmesi! Malum fıkrayı birçoğunuz bilirsiniz! Napolyon, savaşı kaybeden komutanını çağırıp sorar: Savaşı niçin kaybettin? Komutan, 40 nedeni var efendim der... Napolyon, say der! Komutan, birincisi barutumuz yoktu, der. İkincisi... Napolyon, tamam der, kalan 39’una gerek yok. Mesele anlaşılmıştır!.. Güvenceli esneklik sahtekârlıktır! Kıssadan hisse, fıkrayı UİSB’ne uygularsak; “istihdam dostu büyüme” gibi süslü laflarla dolu bu

belgenin dönüp dolaşıp dayandığı nokta güvenceli esnekliktir!

çalışma süresi bir güvencedir. İş kazalarına, meslek hastalıklarına, sakatlanmaya, ölüme karşı sigortalı Süslü akademik olmak bir güvencesöylemlerin ve sö- dir. İşsizlik sigortası bir güvencedir. züm ona bilimsel Emeklilik hakkı verilerin ulaştığı tek bir sonuç var: bir güvencedir. Esneklik ise bütün Güvencesizliğin bu haklara karşı tüm çalışma haolmaktır. Biri varsa yatında egemen diğeri yoktur.

cevabını bize veriyor. Güvence esnekliğe tabii olacak!

Şöyle yazmışlar; “Temel politika eksenleri belirlenirken… güvenceli esneklik anlayışı temel bir bileşen olarak kabul edilmiştir.” Tüm çözüm önerilerinin temeli güvenceli esnekliğe dayanmaktadır. Ardını dinlemeye gerek var mı?

UİSB şöyle diyor: “Bu strateji belgesi; politika ve tedbirlerle Türkiye işgücü piyasasındaki yapısal sorunların çözülmesi, orta ve uzun vadede büyümenin istihdama katkısının artırılarak işsizlik sorununa kalıcı çözüm sağlanması hedeflemektedir.”

Aklını yitirmemiş herkes “işsizlik sorununa kalıcı çözüm kılınması! Çalışan- Olmayan hangisi? sağlanması”nı doğal olarak ister. Pekiyi, bu çözümün yolu nedir? lar aleyhine esne- Güvence mi, esStrateji belgesine göre “işgücü neklik mi? Hangisi piyasalarının katılıktan arıntilmedik tek bir diğerine tabii olaGüvenceli esdırılması.” Katılık dedikleri ise alanın bırakılmacak? Güvence mi neklik diye bir ması! Sosyal hak- esnekliğe; esneklik kıdem tazminatıdır, yukarıda şey olamaz. Adı saydığımız bütün sosyal güvence ların paramparça mi güvenceye? üzerinde güvence haklarımızdır. UİSB’nin ağzındaki edilmesi! Strateji belgesinin teminat anlamına bakla budur! Bu belgenin Avrupa baştan sona bütün gelir, garanti deİstihdam Stratejisi’ne uyum proönerilerinin dayanmektir. Örneğin kıdem tazminatı jesi olduğunu da belirtelim. UİSB dığı, “işgücü piyasasının yapısal bir güvencedir. Hafta tatili, yıllık işçi sınıfı için kabul edilemez bir sorunları” tespiti bu sorunun izin, iş arası mola, günlük-haftalık saldırı stratejisidir.

NATO füze kalkanı ve Rasmussen'in hatırlattıkları Salih Şimşek, 2 Mart NATO Genel Sekreteri Anders Rasmussen'in geçtiğimiz ay bir televizyon kanalında yaptığı söyleşide NATO'nun füze savunma sisteminin Türkiye'de konuşlandırılması talebinin Ankara'dan geldiğini söylemesi, füze kalkanı projesini tekrar gündemin ön sıralarına taşıdı. Nedir NATO füze kalkanı? Füze kalkanı projesi, ilk önce Soğuk Savaş döneminde ABD tarafından “Yıldız Savaşları” adı altında SSCB’ye yönelik olarak uygulanmaya çalışılmıştı. SSCB’nin dağılmasının ardından Bush döneminde yeniden Rusya ve Kuzey Kore’ye karşı bir ABD projesi olarak ve bu sefer de İran’dan gelebilecek tehditlere

yönelik bir “gereklilik” olarak NATO şemsiyesi altında gündeme getirildi. Bu sistem ile bir füzenin ateşlenmesi ile birlikte, ya birinci aşama olarak atmosfere girmeden, ya ikinci aşama olarak atmosferde, bunun da başarısız olması durumunda ise üçüncü aşama olarak hedeflediği ülkeye varmadan imhası mümkün olacaktı. Bu biçimiyle de bu sistem bir savunma sistemi olarak sunulmakta ve füze kalkanının Türkiye’ye konuşlanması önerilmekteydi. Geçen yılın kasım ayında Portekiz'de yapılan NATO toplantısında, üye ülkelerin önümüzdeki dönemde uygulayacağı bir strateji belgesi oylandı. Türkiye'nin de onay-

ladığı 54 maddelik belge gereği, “terörizm” ve “siber saldırılar” gibi güncel tüm tehditlere karşı füze kalkanı geliştirilmesi kararı alındı. Bahsi geçen kalkanın bir parçası Malatya'nın Kürecik bucağına kuruldu. Diğer bileşenleri Doğu Avrupa'da ve “doğal müttefik” İsrail'de kurulu durumda. Önümüzdeki dönem Söyleşiye dönecek olursak, soğuk savaş döneminde Türkiye'nin Rusya'nın komşusu olarak önemli bir rol oynadığını hatırlatan Rasmussen, "Türkiye bugün de önemli bir rol oynamaya devam ediyor. Bizim Kosova, Afganistan ve son olarak da Libya'daki operasyonlarımıza çok önemli katkıda bulundu... İzmir'de

güçlü bir kara kuvvetleri komutanlığı kurulmasına karar verdik. Burası hem Türkiye hem NATO için önemli bir üs olacak.” diyerek Türkiye'nin kilit rolünü açıkça ortaya koyuyor. Buradan hareketle önümüzdeki dönemin taleplerini kesin biçimde sıralayabiliriz. Emperyalist politikalara karşı: Füze kalkanı anlaşması iptal edilmeli ve gizli tüm askeri anlaşmalar açıklanmalı. Türkiye derhal NATO'dan ayrılmalı. Projenin baş mimarları ABD ve İsrail ile askeri, ekonomik, diplomatik ilişkiler kesilmeli.


8

ARKA PLAN

Rukiye Bakan , 27 Şubat Müdür sürekli beni ezmeye çalışıyordu. Ezdiği pek çok insan vardı. Gülcan: Bekarım Mesela bir sefer, bir arkadaşa çok Çiğdem: Evliyim kötü bağırdı. Resmen rezillik! Hey Tekstil’de kaç saat çalışı- “Senin ayakta ne işin var, çalışıyoryordunuz? İş sonrasında neler san çalış, yoksa kapı orada, çık git” dedi. yapıyorsunuz? Daha önce de bir gün direniş G: Saat 8’de işbaşı, 6’da paydos yaptık, makinelerimizi kapattık. oluyordu. Mesailer çok yoğun Çünkü, direnişe çıkmadan önce oluyordu. Çoğu zaman 9’a kadar paramızı alamıyorduk. Biz dedik çalışıyorduk. Eve gidince de ister istemez işler yapıyorum. Bir tek ev- ki, “Maaşlarımızı istiyoruz.” Buliler yapmıyor, ben de yapıyorum. nun için muhasebeye gittik. Bize, Ya temizlik falan işte! Ev kadınları “Gidin çalışın, size bir miktar para yatacak”, dediler. O gün de bize, temizlik, yemek yapar, bulaşık şu bu derken vakit gidiyor. Çok yoru- 100 lira civarında para yattı. Bir miktar dedikleri buymuş. Biz bir cu gerçekten. maaş bekliyoruz. Ondan sonra Ç: Buradan çıkıp da eve gittiaradan biraz zaman geçti. Bir ablağim zaman yemeğin hazırlanması, mız var, Naime abla, müdürümüz yemek bittikten sonra sofranın geldi, direnişteyiz, “Makinelerinizi toplanması, bulaşık, temizlik deraçın, çalışacaksınız” diye bağırdı, ken, bir sürü iş yapıyorum. Eviçağırdı. Kimse bir şey diyemedi. min düzenli olması gerekiyor. Ne Bir tek Naime abla cevap verdi, olacağını bilmiyorsun çünkü, hafta “Bana bağıramazsın”, diye. “Sesonuna kalsa çok sıkışıyor. Sürekli nin buna hakkın yok”, dedi. Hep bir koşuşturma halindeyiz. beraber muhasebeye gittik, muÇalışma koşullarınız nasıldı? hasebecilerin yanında da müdür bağırmaya devam etti. Muhasebeci, G: Çalışma koşulları hiç iyi değildi. Mesela biz çalıştığımız süre müdürü uyarmak zorunda kaldı. Bize nasıl baskı yapıldığı ortaya içinde müdürlerimiz ustalarımız bağırıp çağırıyorlardı. İşlerimize karışıyorlardı. “İş duruyor, siz çalışmıyorsunuz!” diyorlardı. Bir Hakkımızı alıncaya de lavabolara gittiğimiz zaman kadar soğuk, yağmur, güvenlikler geliyordu. Bize saat kar, kış demeden bututuyorlardı. 10 dakika kalmışım mesela, “20 dakikadır neredesin?” radan ayrılmayacağız diyorlardı. Evli misiniz?

Bazıları da içeriden laf taşıyordu. Mesela bir arkadaşımız vardı, güvenlik geldi, “Çok şımardın sen”, dedi. Herkes içeri girdi, biz beş altı kişi kaldık. Kızın kolunu tuttu, çekti, çizdi. Resmen darp etti. Bu kadarı bile oldu. Sonra bu güvenlik görevlisi için ihtar verildi, o güvenlik gitti, ama içeride baskılar sürekli devam ediyordu. Sürekli aynı biçimde çalışılıyordu. Biz oturarak çalışıyoruz, her yanımız saatlerce çalışmaktan tutuluyor. Ben makineciyim, diğerleri daha kötü çalışıyor. Ben ayağa kalkınca bağırıyorlar, “Sen ayakta ne yapıyorsun?”, diye. Bir saatlik saat yemek paydosu ve 15 dakikalık çay molası dışında hep çalışıyoruz. Öyle kalkıp bir yere gitmek, söz konusu değil. Müdürle hiç anlaşamıyorduk.

ve eminim ki hakkımızı alacağız

çıktı. Çok bağırış çağırış oluyordu. Arada sırada kavga olduğu bile oldu. Direnişe ne zaman başladınız? Ç: Bugün 19. gün. 13 gündür dışarıdayız. 3 gün içeride oturma eylemimiz oldu. 3 günden sonra bize kar tatili diye 3 gün izin verdiler. Avukatlar geldi, “Gidin bir şey olmaz”, dediler ama biz ısrarla ücretli izin kağıdı istedik. Sonra bize hiçbir hukuki karşılığı olmayan bir kağıt vermeye çalıştılar. Bunun üzerine, biz bastırdık. İşçileri bir şey bilmeyen zayıf insanlar olarak düşündükleri için şaşırdılar tepki-

Hey Tekstil’den diren

İşçiler burada, Ayn duk. Bir şeyleri görmek istemi-

Hey Tekstil işçileri 9 şubat 2012’den beri direnişteler. İşçi C direnişlerinin seyri üzerine konuştuk. Maaşlarının düzenli öd önce bir günlük bir oturma eylemi yapmış, sonra da kar tatil bir gerekçe göstermeden işten çıkaran Aynur Bektaş, medyada kayeleri ile gündeme gelen ve gözünü bakanlığa kadar dikmi gibi kârını artırmak için işçilere aylardır maaş ödemediği gib gösteren Aynur Bektaş’a bakanlık bile inanmadı. Atılan işçile istihdamını artırmak için aldığı teşviklerin ve ödüllerin nere (36) ve 9. yılında olan Gülcan Kaygusuz (30) ile görüştük. mize. Aslında öyle değil, hepimiz durumun farkındaydık ama bazı yerlerde susmak zorunda kalıyorduk. Çoğunluk gidip çalışıyordu. Çoğunluk ezilmeyi kabul etmişti. Arkadaşlarımızın çoğu yaşlıydı ve borçları vardı. Sorun çıksın istemiyorlardı. 3 günlük iznin sonunda, Pazartesi günü fabrikaya geldiğimizde hepimizin çıkışı verildi. “Hepinizin kağıtları eve gönderildi”, denildi. Biz de direnişimize o gün başladık. Kimler destek veriyor? Ç: Sendikalar, Emek Partisi, birçok grup, gazete, sizin gazeteniz İşçi Cephesi ve bir çok kişi direnişimize geliyor. Zaten bizim en büyük hatamız sendikalı olmamamız. Çünkü burada daha önce bir sendikalaşma çalışması oldu fakat hiçbirimiz bu çalışmaya omuz vermedik. Hiçbir şekilde verdikleri kağıtları almıyor-

3 aylık maaşım içeride, tazminatım içeride ve hiçbir açıklama yapmadan bizleri kapının önüne koymalarının sebebini açıklamalarını istiyorum

yordk herhalde! Bu tip şeylerin başımıza geleceğini hiç düşünmedik. Sendikaya tepki gösterdik. Kadın erkek geliyorlardı, çok kötü karşılıyorduk. Çünkü biz başımızı önümüze eğip, geçip gittiğimiz için hangi sendika geldi bilmiyoruz. Ama içeride sendikalı olan arkadaşlarımız varmış. Onların hatası ise, farklı farklı sendikalara girmek olmuş. Onlar da sonra işten çıkarıldı zaten. Direnişten ne bekliyorsunuz? Ç: Benim beklentim, hakkımı almak. Ama en çok da Aynur Hanım’ın gerçek yüzünün ortaya çıkmasını istiyoum. Televizyon programlarına çıkıp, kadınlar için yaptığı çalışmalardan, Batman’da kadınlarda istihdam sağladığından bahsediyor. Ben bunların bütün hepsinin yalan olduğunun ortaya çıkmasını istiyorum. Kadınların emeğini sonuna kadar sömürdüğü bilinmeli. Bu yüzden, hakkımızı alıncaya kadar soğuk, yağmur, kar, kış demeden buradan ayrılmayacağız ve eminim ki hakkımızı alacağız. Talepleriniz tam olarak nedir? Ç: 3 aylık maaşım içeride, tazminatım içeride ve hiçbir açıklama


ARKA PLAN

Şükran diye bir arkadaşım var, bacağından dolayı özürlü, 4 yaşında bir oğlu ve ilk okula giden 13 yaşında kızı var. Şimdi her yere borcu var.

nen kadınlar soruyor:

nur Bektaş nerede? yapmadan bizleri kapının önüne

Cephesi Gazetesi olarak direnişlerinin 19. gününde işçilerle denmesinde yıllardır sıkıntı çeken işçiler, işten atılmadan li adı altında işten çıkarılmışlardı. 460 işçiyi bir anda hiça tekstil kraliçesi olarak anılıyor. Sürekli üstün başarı hiiş olan Aynur Bektaş, her “soylunun” yani patronun yaptığı bi şimdi de onları işten çıkarttı. Çalışma Bakanlığı’na iflas erin 300’e yakını kadın işçiler; şimdi Aynur Bektaş’ın kadın eye gittiğini soruyorlar. İşçiler adına 6 yıldır çalışan Çiğdem

koymalarının sebebini açıklamalarını istiyorum. Bunun arkasında hiç kimse durmuyor. Biz bu fabrikada çalışan işçiler olarak haklarımızın nasıl sömürüldüğünü, içeride neler çektiğimizi, aslında Aynur Bektaş’ın vaatlerinin yalan olduğunun ortaya çıkmasını istiyoruz. İşe dönmek istemiyor musunuz?

Ç: Kesinlikle hayır! Böyle insanlarla daha fazla çalışmak istemiyoruz.

için belirli günlerde izin almam gerekiyordu ve bunun fabrifadaki doktorumuzdan sevk aldım ama benim şefim, “Her gün her gün doktoramı gidiyorsun?” diye beni rahatsız ediyordu. Ben ilk tüp bebeğimi yaptığımda, işe gelmek zorunda kaldım ve tutmadı. En az 15 gün evde kalmam gerekiyordu ki, o izni bana doktor veriyordu. Ama işyerinde çok üstüme gelindiği için ben o izni kullanamadım ve o hakkımı kaybettim ve hamile kalamadım. Psikolojim altüst olmuştu ve şefim sürekli üzerime geliyordu.

Atılan işçilerin çoğu kadın, direnişe de siz öncülük ediyorsunuz. Peki genel olarak kadınların direnişe katılımı nasıl? Ç: Artık kadınlar da daha güçlü olmaya başladılar, yani güçlü olmak zorundayız. Her yerde en çok ezilen biziz, küçük yaşta evlendirilen kızlar mı dersin, çalışınca hakkını alamayanlar, taciz, vs. vs. Hey Tekstil’de çalışan kadınlar şu direnişten sonra daha da güçlendi, kendimize güvenimiz arttı. Aramızda anneler, hamile kadınlar var ve halen burada direniyorlar. Daha da güçlü olacağız, eminim bundan. Direnişe gelen kadınların ailelerinin tepkileri nasıl? Ç: Biz rahatız. Birçok kişinin ailesi de olumsuz tepki vermiyor sanırım çünkü, verselerdi birçoğu burada olamazdı. Çünkü kadın arkadaşlarımızın çoğu muhafazakar ailelerden geliyorlar ve kapalılar. Biraz daha sert aileleri var, bize göre. Ama kadın arkadaşlarımızın hepsi direnişe geliyor, mesela pazar günü KESK’in eylemi vardı, Kadıköy’de, katılanların çoğu kadındı, diyebilirim. Ailelerimizle katıldık, çok kalabalıktık. Direnişte kadın olmanızdan dolayı bir sorun yaşıyor musunuz?

Ç: Bizim sayımız çok fazla, bu direnişi biz götürüyoruz. Kimse bize, “Ne yapıyorsun? Kadın Ç: Tek bir şartla dönmek isterim; Bunun dışında, bir maaş veriyor- başına direnişte ne yapıyorsun?” sendikalı olarak. Bunu her zaman lardı ardından 3 ay maaş alamıyor- diyemiyor. Cesaret edip kimse söylüyorum, 20 tane işyerinden duk. Bu 3 maaş almama meselesi söyleyemez, hiçbirimiz izin vermez kovulacağımı da bilsem bundan şimdi olan bir şey değil, 2 yıldır sü- böyle bir şeye. Çünkü buradaki sonra yanımda örgütlü işçi istiyoren bir şey. 3 ayda bir maaş alıyor- insanlar birleşince, o kadar güçlenrum. Bundan sonra hep beraber duk biz. Bu hep böyle devam edidik ki, bunun farkına varıp dışarı çalışalım, istiyorum. Ve gittiğim yordu. Baskı yapıyorlardı sürekli. çıktığımızda, diğer işyerlerindeki yerlerde bunu sürekli söyleyeceğim, kadınların hepsinin bize el sallasendikalı olacağım. maları, yanınızdayız demeleri bize G: İsterlerse kovsunlar, sonuna büyük destek oluyor. Artık kadınlar da daha kadar yapacağız. Çünkü örgütlü güçlü olmaya başladılar, G: Varlığımız çevredeki diğer değiliz, bak 8 yıl sonra pat diye yani güçlü olmak zoruntekstil fabrikalarını etkiliyormuş. işten atıyor zaten. dayız. Hey Tekstil'de Çalışma Bakanlığı’na şikayet etmişKadın bir işçi olarak çalışırçalışan kadınlar şu ler, işçilere paralarını verin gitsinken belli zorluklarla karşılaşıler, diye. Çünkü onların işyerledirenişten sonra daha yor musunuz? rindeki işçiler bizi örnek alabilir, da güçlendi, kendimize bundan korkuyorlar. güvenimiz arttı Ç: Tabii ki, en başta ben tüp beGittiğiniz yer daha mı farklı olacak?

bek hastasıyım. Tüp bebeğe gitmek

Ç: Öyle bir şey ki, bizim patro-

9

numuz içeride bize, “Size para ödeyemiyorum, kredi de çekemiyorum, biraz uzayacak”, diyor. Sonra hep cumaya denk geliyor ödeme nedense, sonra cumartesi pazar geçip diğer hafta sonuna bırakıyor. Bir toplantıda da şunu söyledi: “Ben kredi çekemiyorum, siz kredi çekin, bir süre daha beni idare edin”. Zaten insanlar kredi çekmiş, çoğu kredi kartlarına borçlanmışlar. “Peki, tamam kredi çekelim ama siz para ödemiyorsunuz, biz kredi borçlarımızı nasıl ödeyeceğiz?” dedik, cevap veremedi.

Varlığımız çevredeki diğer tekstil fabrikalarını etkiliyormuş. Çalışma Bakanlığı’na şikayet etmişler, işçilere paralarını verin gitsinler, diye. Çünkü onların işyerlerindeki işçiler bizi örnek alabilir, bundan korkuyorlar

G: Ben mesela şirketi mahkemeye verecektim, para bulamadım. Avukata vereceğim, param yok. 500 lira mahkeme parası ödememiz gerek. Bunu çoğu arkadaşımız ödeyemiyor çünkü, 4 aydır maaş alamamış, neyle ödeyecek? Dava açabilenler de gece çalışan arkadaşlarımız. Gündüz buraya geliyor, direnişe katılıyor, gece çalışıyorlar. İşsizlik parası da alamıyoruz. Belgelerimiz içeride. Raporlarımız falan var, onları almamız lazım, onu da vermiyorlar, evrakları yokmuş. Onlara da el koydular. Şu an çok zor durumdayız yani. İşten çıkarıldık ve içerideki özel eşyalarımızı da atmışlar. Bütün dolaplar kırılmış, onların hepsi çöpe atılmış. Kuran’lar bile çöpteydi. Ne bulmuşlarsa dolaplarda, her şeyi çöpe koymuşlar ve biz çöpten eşyalarımızı çıkarmaya çalıştık. Direnişin başarısı konusunda olumlu musunuz? Ç: Bence kesin kazanacağız, çok güçlüyüz. Gittiğim yerlerde de sonumuzun aynı olmaması için sendikaya üye olmamız gerektiğini söyleyeceğim.


10

ULUSAL SORUN

KCK tutuklamaları sürüyor Hükümet tutuklamalarla Kürt sorununu sanki basit bir suç örgütü tarafından yaratılan bir sorunmuş gibi göstererek tutuklamaları haklı kılmaya çalışıyor. Baskı ve şiddet yöntemleriyle 'halledilmeye' çalışılan bu mesele her geçen gün daha da çözümsüzleşmektedir Canan Yılmaz, 24 Şubat 13 Şubat günü dokuz KESK yöneticisi ve üyesi kadının tutuklanması ve yazar Mizgin Müjde Arslan ve görüntü yönetmeni Özay Şahin’in gözaltına alınması süreciyle Hükümet, KCK tutuklamalarına Şubat ayında da hız kaybetmeksizin devam etti. Aralarında Demokratik Özgür Kadın Hareketi’nin çalışmalarında yer alan kadına yönelik ayrımcı uygulama ve davranışlara karşı çaba harcayan kadınlar; avukatlar, akademisyenler, bazı demokratik kitle örgütlerinin başkan, yönetici ve üyeleri bulunan tutukluların sayısı 4 bini aşmış bulunuyor. 14 Şubat 2009’dan beri tutukluluk hali süren ve geçtiğimiz 15 Şubat’ta açlık grevine başlayan Hatice Özdemir’in Diyarbakır Cezaevi’nde yazdığı mektuptaki ifadesiyle, “İşte ben de sizlerden biriyim, kadın kimliğimin, Kürt kimliğimin bilincinde olduğumdan, yıldırılmak, teslim alınmak için tutuklandım. Onlar iken

yüzlere binlere varan bu tutuklama dalgası zindanları tıkabasa doldurdu. Bazen 8 kişilik odada 28 kişi, bazense 12 kişilik odada 35 kişi kaldık, kalıyoruz...’

maları sürdürerek, yarattığı terör havası ile Kürt halkının taleplerini destekleyen tüm çevrelerin sesini kısmaya çalışıyor. Medyada her ne kadar operasyonların yalnızca

Kürt sorunu cumhuriyetin kuruluşundan itibaren başta kendi kaderini tayin hakkı gasp edilen bir halkın sorunudur ve bu haliyle tüm Türkiye'yi kapsayan toplumsal, siyasal bir sorundur Tutuklamalara karşı onlarca protestoyu, imza metnini hatta iki günlük açlık grevine başlayan BDP’li milletvekillerini görmezden gelen AKP hükümeti tutukla-

Kürt hareketinden olanlara yönelik olduğu görüntüsü yaratılmaya çalışılsa da çok açık ki, yıllardır bu konuda fikir üreten aydınlar ve kadın hareketi içerisinden mücadele

eden kadınlar da tutuklanarak, bir bütün olarak muhalif olan herkes yalnızlaştırılmaya ve korkutulmaya çalışılmaktadır. Hükümet tutuklamalarla Kürt sorununu sanki basit bir suç örgütü tarafından yaratılan bir sorunmuş gibi göstererek tutuklamaları haklı kılmaya çalışıyor. Baskı ve şiddet yöntemleriyle ‘halledilmeye’ çalışılan bu mesele her geçen gün daha da çözümsüzleşmektedir. Kürt sorunu cumhuriyetin kuruluşundan itibaren başta kendi kaderini tayin hakkı gasp edilen bir halkın sorunudur ve bu haliyle tüm Türkiye’yi kapsayan toplumsal, siyasal bir sorundur. Biz Türkiyeli sosyalistler olarak, tutuklamaların seyircisi değil bizzat muhatabıyız ve böylesi bir durumda, hükümetin bahşedeceği salt bir ‘barış açılımı’ da bizleri tatmin etmeyecektir. Bizler tutukluların derhal salıverilmelerini ve Kürt halkına kendi kaderlerini tayin hakkının iade edilmesini talep ediyoruz.

Kürtler medeniyetsiz mi? Kemal Boran, 25 Şubat Bülent Arınç’ın, bir süre önce bir TV kanalında, “Kürtçe ana dilde eğitim olmaz, çünkü Kürtçe medeni bir dil değildir” şeklindeki sözü, en hafif deyimiyle bilgisizlik örneğidir. Üstelik Kürtçenin medeniyet dili olup olmadığına kim karar verecek? Bülent Arınç mı? Kürtçede yüz binden fazla kelime mevcuttur. Kürtçe bu kadar baskılara asimilasyona ve yasaklamaya rağmen hala yaşıyorsa, bu Kürtçenin ne kadar sağlam bir yapıya sahip olduğunu gösterir. Kaldı ki, bunların bir önemi de yok. Önemli olan Arınç’ın 30 milyonu aşkın insanın kullandığı Kürtçeyi yok sayan bakış açısıdır. Kuşkusuz, Arınç dahil hiç kimsenin Kürtçe

hakkında medeniyet hükmü vermeye hakkı yoktur. Anadilde eğitim haktır!

sıyla anadilde eğitimin kapılarını açmak, Kürtlere lütuf değildir. Anadil eğitim herkes gibi Kürtlerin de en temel hakkıdır.

Kürtçe anadilde eğitimin önünYeryüzünde insanların konuştudeki engeller kaldırılmalıdır. Anadilde eğitim almak, her bireyin ğu yüzlerce dil var. Her dil önemlidir. Çünkü onu konuşan insandoğuştan gelen hakkıdır. Dolayı-

dır. Bizler tüm insanlık ailesinin mensupları olarak kendi dilimize, kültürümüze saygı gösterilmesini istiyorsak bizler de başkalarına saygı göstermek zorundayız. Bülent Arınç’a bu basit ama evrensel kuralı öğretmemişler ya da Arınç kendine Müslüman. Benim dilim, benim dinim, benim kültürüm diyor. O zaman ne yapmak lazım? Herhalde dünyanın Arınç’a uyacak hali yok. Güneş balçıkla sıvanmaz. Dili yasaklamak, hor görmek kabul edilemez. Kürtçe üzerindeki baskılar son verilmelidir. Anadilde eğitim hakkı engellenmemelidir. Em dayika zımaneme dığozın! (Anadilde eğitim istiyoruz!)


GENÇLİK

11

İktidar nasıl bir gençlik istiyor? Ömer Sevi, 2 Mart Her toplumsal yapı içerisinde sınıflar arası çelişkilerin keskinleşmesi, beraberinde muhafazakâr ideolojinin kaynaklarını da yoğunlaştırır. Bu durumun başlıca nedeni egemen sınıfların sömürüyü ve itaati meşrulaştırmak için “kutsal” bir araca duydukları ihtiyaçtır. Günümüz Türkiye’sinde bu sınıfsal kutuplaşma neoliberal dönüşüm tarafından gerçekleştirilirken, ekonomik çelişkilerin yoğun bir şekilde kendini hissettirmesine karşılık hayata geçirilen muhafazakâr politikalar ise dinsel düşünceler temelinde somutlanmakta. Elbette bu tarz bir süreç içerisinden geçerken, bundan toplumun bütün bireylerinin etkilendiği ve etkileneceği şüphesizdir. Ancak, gündemden düşmeyen “dindar nesil” tartışmalarının da işaret ettiği gibi, bu politikaların özellikle hedef aldığı özel bir hedefin söz konusu olduğunu görmek gerekli. Bu hedef kesim, gençlik ve öğrencilerdir. Pekiyi, neden sosyal bir yelpaze içerisinden muhafazakâr politika-

ların hedef aldığı kesim öğrencilerdir? Bilindiği üzere 2008 yılında Amerika Birleşik Devletleri’nde patlak veren Mortgage krizinin etkileri küresel bir nitelik kazanmış ve böylece bütün bir dünya ekonomisi ile beraber çeşitli ülke ekonomileri de alt üst olmuştu. Egemenler kemer sıkma politikaları ve sosyal kesintiler gibi stratejileri hayata geçirmelerine rağmen krizin etkilerini hafifletmekte başarılı olamadılar. Ekonomik hayatın tüm alanlarında etkisini gösteren bu sürece paralel olarak, bir yandan da harç zamları artmış, eğitimin ticarileşmesi büyük bir hız kazanmıştı. Krizin kitlelerde yarattığı sefalet ve bu sefaletin kitlelerce kabullenilmeyişi Türkiye de dahil uluslararası alanda pek çok hükümeti kendi politikalarında daha da sağ, muhafazakar ve saldırgan bir yönelişe mecbur bıraktı. Türkiye’deki mevcut iktidar, elbette uluslararası bağlamından kop(a)mayarak, bu yönelişin temel odaklarından birisini öğrenciler

haline getirmek zorunda kaldı. Bunun nedeni açık; çünkü biz öğrenciler, geleceğin işçileri ve işsizleriyiz ve geleceğin işçileri ve işsizleri olarak başkaldırmamız istenmiyor. Bir süredir geleceksizliğimiz ile “barışmamız” ve itaatkarlaşmamızın önünü açabilmek amacıyla hükümet saldırgan bir muhafazakar politikalar silsilesini devreye sokmuş durumda.. “Dindar nesil yetiştirmek istiyoruz” söylevi ile 8 yıllık kesintisiz eğitim süreci yerine 4+4+4’ten oluşan kademeli sistemin getirilmeye çalışılması bu icraatların ürünlerindendir. Yeni kademeli sisteme göre bir öğrenci meslek tercihini artık 4. sınıfta yapmak durumundadır. Böylece çocuklar ömürlerinin sonuna kadar yaptıkları bu bilinçsizce seçime mahkûm kalacaklardır. Kademeli eğitimin taşıdığı bir diğer risk ise, kız öğrencilerin 4 senelik eğitimin ardından okuldan alınabilmesinin olanaklarını bir hayli genişletmesidir. Bu sistemle birlikte çıraklığa başlama

yaşı, uluslararası insan hakları sözleşmesine aykırı olarak ortalama 11’e inecektir. Başka bir deyişle, çocuk işçiliği bir hayli yaygınlaşacak ve meşrulaşacaktır. İlk 4 senenin sonundaki sınavlar sebebiyle ise, çocukların 10 yaşından itibaren iş hayatının rekabet koşullarına benzer şartlara atılarak sınav yarışlarına girmeleri, onların daha 2. sınıftayken dershanelere başlamalarına neden olacaktır. Görüldüğü üzere, krizin yol açtığı ekonomik tahripler ile toplumsal baskının en ağır yükleri genç nesillerin omuzlarına binmek üzeredir, hatta binmiştir. Bu nedenlerle önümüzdeki dönemlerde gençlere ve öğrencilere daha da gerici propagandalar dayatılırsa buna hiç şaşırmayız. Biz devrimci öğrencilerin görevi ise, gerçeği her yerde ve her alanda ifşa ederek bizi bekleyen geleceksizliğimizi ve sermayenin hayatlarımız üzerinde oynadığı kirli oyunları kitlelerin gözleri önünde teşhir etmektir.

Onların adaleti bize dar geliyor! Zeynep Uğur, 23 Şubat Devletin, hukukun sözcüsü olarak görevlendirdiği mahkemeler, ‘’makbul vatandaş’’ tanımına uymayan herkese ayrım gözetmeksizin adalet dağıtıyor. Gazetelerimiz, internet sitelerimiz, basılmadan el konulan kitaplarımız bu adaletin izini taşıyor. Zihinlerimiz üniversitelerden aralıksız gelen tutuklama ve gözaltı haberleriyle doldu taştı. Şerzan Kurt’u andıkları gerekçesiyle tutuklanan Ege ve Pamukkale Üniversitesi öğrencileri, henüz hangisi olduğu belirtilmeyen bir örgüte üyelikle suçlanan Kocaeli Üniversitesi öğrencileri, parasız eğitim talebinde bulundukları için tutuklanan Ferhat ve Berna, bir eylem sonrasında polisin eylemin tek sanığı olarak tuttuğu durakta otobüs bekleyen Cihan ve ayrıca ‘’ÖDP, Sosyalist Parti, SDP, TKP, EHP, ESP

gibi yasal partilere, Halkevleri, Temel Haklar Derneği, TAYAD, Koordinasyon, İnisiyatifler vb. yasal dernek ve oluşumlara üye veya taraftar’’[1] olup gözaltına alınan/ tutuklanan öğrenciler bahsi geçen uzun listenin sadece küçük bir kısmını oluşturuyor. İçeride tutulan arkadaşlarımızın cebir hesabını sayılarla yapmak zor; zira bir kısmının serbest bırakıldığı gün diğer bir kısmı tutuklanıyor. Bu kitlesel devir daimde tutuklananlar ve serbest bırakılanların yanı sıra henüz tutuklanmamış olanlara da yasalar ve YÖK’ün disiplin yönetmelikleriyle pay biçiliyor. 20 Şubat 2012: Cihan 2 yıldır F tipinde Henüz tutuklanmamış ancak söyleyecek sözü olan öğrenciler olarak daha önce de takip ve dayanışma haberlerini yaptığımız Cihan Kırmı-

zıgül için 20 Şubat 2012, Pazartesi günü Tutuklu Öğrencilerle Dayanışma İnsiyatifi’nin de katkılarıyla umut verici bir eylem düzenledik. Cihan’ın tutukluluğunun 2. yılında Galatasaray Üniversitesi’nde toplanan arkadaşları ve hocaları olarak sorduk: ‘’Bir gün tutuklanabileceğinizi düşünüyor musunuz?’’ Cevaplar korku ve baskıyla dolmuştu. Diğer pek çok arkadaşı gibi terör örgütüne üyelikten 46 yıla kadar hapsi istenen Cihan için hiç de azımsanmayacak bir kalabalık üniversiteden davanın şimdiye kadar görülmüş olduğu Beşiktaş Adliyesi’ne kadar yürüdü. Delil yokluğuna rağmen Cihan’ı yaşama ve eğitim hakkından alıkoyanın ne olduğunu sormak için, Cihan’ın yanında diğer öğrencileri, akademisyenleri, gazetecileri vb. aynı keyfiyetle içeri alan 1991’den beri yürürlükte olup 2006’da yeni-

den düzenlenen Terörle Mücadele Kanunu’nun kaldırılması ve Özel Yetkili Mahkemeler’in lağvedilmesi için... 23 Mart 2012: Karar duruşması Tablo iç açıcı değil, lakin biz de yalnız değiliz. Bir devlet adamının da sık sık belirttiği gibi ‘’Bizler, basiretle, ferasetle, inanç ve muhabbetle yolumuza devam edeceğiz.’’[2] Cihan’ın ve diğer arkadaşlarımızın hayatından daha fazla çalınmaması için hepinizi 23 Mart 2012 tarihinde Çağlayan Adliyesi’nde gerçekleşecek olan duruşmaya bekliyoruz. [1] Hüseyin Aygün, tutuklu öğrenciler için hazırlanan raporun tam metni [2] Tayyip Erdoğan, İstanbul İl Gençlik Kolları 3. Olağan Kongresi’ndeki konuşmasından


12

İŞ YERLERİNDEN

Tekstil Adalet hepimiz için Tekstil işçisiyim. Çağlayan’da çalışıyorum. Malum, futbolda şike davası da Çağlayan Adliyesi’nde görülüyor. İşçi arkadaşlar yakınımızda, gidip bir bakalım dediler. Birlikte Adliye’nin önüne gittik. Binden fazla insan vardı. Bağırıp çağırıyorlar, Aziz Yıldırım’a destek sloganları atıyorlardı. Evet, mazluma destek olduklarını düşünüyor, başkanlarına sahip çıkıyorlardı. Öyle düşünüyorlardı. Belki de haklıydılar, kim bilir! Arkadaşım, “Abi bunların babası mahkemelik olsa inan bu kadar destek olmazlar. Sanki bu memlekette Aziz Yıldırım’dan başkasına haksızlık yapılmamış” dedi. Diğer arkadaş da, “Gelin, işçilerin hakkı yeniyor, bir araya gelip ses çıkaralım desek, hepsi toz olur” diyordu. Evet, ne yazık ki öyle!

yorgun kalkıyoruz. Geç kalan arkadaşlardan kadın olanı usta azarlayarak kapıdan içeri bile sokmadı! Ben de işi bırakıp arkadaşımın yanına gittim. Kadın ağlıyordu ve gitmek istiyordu. Bırakmadım onu, gitmesine izin vermedim çünkü giderse hata yapardı. Ben de bu durumun aynısını yaşadığım için orada müdahale ettim. Arkadaşa, “Bırakıp gitme, gel insanlara örnek olalım! Bütün bu zorluklara rağmen biz burada çalışıp iş çıkarıyorsak, patronun da bizim 10 dakika gecikmemize anlayış göstermesi lazım”, dedim. Sonra üç arkadaşa daha durumu anlattık ve beş kişi olduk.

Günlerden cumartesiydi ve iş sözde ikide bitecekti ama patron gelip, sabahlanılacağını ve pazar günü saat üçte evlerimize gidebileceğimizi söyledi. Biz de bunun Öğrenciler parasız eğitim iste- üzerine cumartesi günü saat diğinde pankart açarak protesto birde işi durdurduk, yemeğe gitmedik. Patronun gelip toplantı etmişler ve yargılanmışlardı. yapmasını istedik. Bizim örgütBizler ses çıkartsak onları böyle lendiğimizi gören diğer arkadaşkolay ceza evine atamazlardı ya lar da bize katıldılar. Hep birlite da gazeteciler tutuklandığıniki saat çalışmadık sonra patron da sahip çıksaydık... Malum, geldi. “Sorunlarınız nedir?” diye 100’den fazla gazeteci sadece haber yazdıkları için içerde. İkti- sordu. Ben de, “Çok yoğun çalıdara muhalif olmanın bedeli bu! şıyoruz ve yorgun oluyoruz hatta sakatlanan arkadaşlarımız bile Kuşku yok ki biz sesimizi var. Bizim de bir ailemiz, dışarda çoğaltırsak yapamazlar. Adalet bir hayatımız var!” dedim. Diğer sadece Aziz Yıldırım’a değil, herkese lazım. Emeğimizin, özgürlüğümüzün çalınmasına sessiz kalmayalım. Ses olalım, çoğalalım. İC okuru tekstil işçisi

Birlik olduk, direncimizi gösterdik ve kazandık Ben tekstil sektöründe çalışıyorum, ütücüyüm. Geçenlerde yanımda çalışan iki arkadaşım işe 10 dakika geç kalmışlardı. Sabah işe başlayıp ertesi günün akşamına kadar çalışıyoruz, yani sabahlıyoruz. O yüzden bu gecikmenin sebebi yoğun mesailer. Cumartesi ve pazar günleri bile dinlenemiyoruz, yorgun yatıp

MEKTUPLARINIZI

BEKLİYORUZ

ISCICEPHESI@

GMAIL.COM

üç arkadaş da o kadar mesaiye kaldıklarını ama ustaların işçilere kötü davrandığından, bir beş dakika bile geç kalmasıyla kapı önüne konduklarından şikayetçi oldular. Herkes bizim baş kaldırışımız sonrası tüm şikayetlerini söyledi! Bunun sonucunda bir şeyleri değiştirmeyi başardık. Mesela sabahlama artık vardiyalı hale getirildi, pazar günü çalışmak kalktı ve patron işçinin her zaman sessiz kalmayacağını anladı! Her şeye rağmen hakkımızı savunalım ama bunu yaparken arkadaşlarımıza danışıp, mücadeleyi birlikte örelim. Çünkü birleşen işçiler kazanıyor! İC okuru tekstil işçisi

Ne olacak bilmiyoruz Ben üç senedir bir tekstil atölyesinde çalışıyorum. Toplam işçi sayısı on yedi. İş yerimizde ne yemek ne de servis var. Burayı iki ortak çalıştırıyor. İşe başlarken bize ihracat yapıyoruz, yurt dışındaki üçüncü ortağımızın mağazalarına iş göndereceğiz dediler. Bir sene geçti, bu iki ortak zarar ediyoruz demeye başladı. İşlerin adetini çoğalttılar. Bu sefer de yurtdışındaki mağazaların sahibi fazla iş gönderiyorsunuz,

hepsini satamayınca zarar ediyorum demiş. Sonra olarak ortak bir noktada anlaştılar denildi ama şubat sonunda duyduğumuza göre buradaki patronlar zarar ettiği için artık tek patron yurtdışındaki mağazaların sahibi. Henüz biz işçilere resmi bir açıklama yapmadılar, pazartesi bir konuşma yapılacağı söylendi. Sonumuz ne olacak bilmiyoruz. İC okuru tekstil işçisi

Hizmet Bölünmemeli, biraraya gelmeliyiz! Merhaba. Ben hizmet seköründe çalışan bir işçiyim. Çalıştığım okulda yedi taşeron işçi ve okul bünyesinde kadrolu olarak çalışan, teknik işlerden sorumlu bir işçi var. Okul müdürü kadrolu olan bu arkadaşı adeta maşa gibi kullanıyor ve her eksiklikte bizi işten atmakla tehdit ediyor. Kadrolu olsun ya da olmasın hepimizin işten çıkma ihtimalimiz olduğunu unutmamamız gerekir. Kadrolu olan işçi arkadaş da okul müdürünün kendisini ayrı tuttuğunu ve biz işçiler yerine onun yanında yer alarak iş güvencesini sağlayabileceğini düşünüyor ve bizim işten atılmamızı istiyor. Oysa ki daha bir kaç ay önce kendisine takdir verilmiş olan bir işçi arkadaşımız hakkında çıkan söylenti nedeniyle savunması bile alınmadan işten çıkarılmıştı. Bilmeliyiz ki patronların bütün takdiri ve iyiliği, kendi çıkarları tehlikeye girdiğinde biter ve patronların işçiler arasında böyle bir ayrımcılığı desteklemesi tamamen kendi çıkarları için yürüttüğü bir politikadır. Patronların işçilere karşı kullandığı bu kozu, biz işçiler ancak bir arada durarak yok edebiliriz ve kendi çıkarlarımızı korumak için mücadele edebiliriz. İC okuru hizmet işçisi


POLİTİKA

13

Bölgesel asgari ücret nedir? Bölgesel asgari ücret, ücretlerin bölgeler düzeyinde, o bölgenin koşulları bahane edilerek baskılanmasını ve bu yolla genel bir ücret düşüşünün sağlanmasını amaçlamaktadır. İşçi Cephesi, Mart 2012 1989 yılından beri işkolu ayrımı olmaksızın ülke çapında yürürlükte olan asgari ücret uygulamasının, yakın zamanda yerini bölgesel asgari ücret uygulamasına bırakması planlanıyor. Aslında, bölgesel asgari ücret daha önce de çeşitli biçim ve sürelerde uygulanmış ve hatta bir kez “eşitlik ilkesine aykırı olduğu” gerekçesiyle Anayasa Mahkemesi tarafından yürürlükten kaldırılmıştı. Kuşkusuz mahkemelerin insafı değil, sınıf mücadelesinin seyri, sınıflar arası güç ilişkileri, uluslararası durum gibi etkenler hukuku belirler. Tıpkı bugün, bütün bu etkenlere bağlı olarak Ulusal İstihdam Stratejisi’nin belirlediği gibi. Küresel ekonomik krizin bir sonucu olarak düşen kâr oranlarını yeniden artırabilmek adına plan üstüne plan yapan burjuvazi, adı geçen belgede niyetini açıkça ifade ediyor:

“Güvenceli esneklik yaklaşımı, dam güvencesi’ önem kazanmaya işgücü piyasasında esneklik ve gübaşlamıştır.” vencenin bir arada sağlanabileceğini Bahsi geçen “güvenceli esneklik öngörmektedir. Bir yandan, işgücü rejiminin” bir uzantısı olarak karpiyasasının esnekleştirilmesi ile işlet- şımıza çıkan bölgesel asgari ücret, melerin rekabet ortamına ve değişen yürürlüğe girmesi halinde, sözde koşullara iş güvenceuyum gücüBahsi geçen “güvenceli es- sinin yerini nün artırılneklik rejiminin” bir uzan- istihdam ması hedefgüvencesilenirken, tısı olarak karşımıza çıkan nin alması diğer yanbölgesel asgari ücret, yürür- yönünde dan işgücü lüğe girmesi halinde, sözde atılmış bir piyasasında adım olayer alanlaiş güvencesinin yerini is- caktır. Yani rın istihdam tihdam güvencesinin alma- işten çıkarve gelir malar daha güvencesinin sı yönünde atılmış bir adım da kolaylaolacaktır. sağlanması şacak, işçi hedeflenalımında mektedir. İşin korunmasını ve aynı işverenin üzerindeki “yükler” işte kalabilme güvencesini ifade hafifleyecek, kıdem tazminatı fonu eden ‘iş güvencesi’ yerini, istihdamın “rekabet gücünü” artırma adına korunması ve tek bir işverene bağlı işverenlere aktarılacak ve bütün olmadan çalışmanın sürdürülebilbunlara ek olarak da ücretler bölmesi güvencesini ifade eden ‘istih-

gelere göre farklılık gösterecek. Özetle, önceden belirlenmiş 26 ayrı bölgeyi temel alan bu uygulama, her bölgede vali, belediye başkanı, patronlar ve diğer sermaye temsilcilerinin bir araya gelerek merkezde belirlenecek olan ücrete göre, bölgesel koşulları da göz önüne alarak bir ayarlamaya gidilmesini öngörüyor. Bu sayede, istihdamın artırılması, yeni yatırımların teşviki, vs. sağlanacağı iddia edilmekte. Oysa, bölgesel asgari ücret, ücretlerin bölgeler düzeyinde, o bölgenin koşulları bahane edilerek baskılanmasını ve bu yolla genel bir ücret düşüşünün sağlanmasını amaçlamaktadır. Bu, aynı zamanda daha az ücret alan bölgelerden daha çok alanlara doğru bir göç dalgasını tetikleyebileceği gibi, sanayinin daha ucuz işgücü olan bölgelere doğru kaymasının da önünü açacaktır.

2012 Şubat ayında Türk-İş verilerine göre dört kişilik bir ailenin sağlıklı, dengeli ve yeterli beslenebilmesi için yapması gereken gıda harcaması tutarı (açlık sınırı)

~970TL Gıda harcaması ile birlikte giyim, konut (kira, elektrik, su, yakıt), ulaşım, eğitim, sağlık ve benzeri ihtiyaçlar için yapılması zorunlu diğer harcamaların toplam tutarı (yoksulluk sınırı)

~3.170TL 2011 açlık sınırı

~890TL 2011 yoksulluk sınırı

~2.900TL


14

ULUSLARARASI

AKP hükümetinin, Suriye’deki sürece bu denli müdahil olduğu bir durumda, Türkiye enternasyonalist devrimcilerinin görevinin, Suriye devrimini destekleyen, onunla dayanışmanın yollarını arayan ve emperyalist müdaheleye karşı çıkan bir kampanya başlatmak olduğunu savunuyoruz.

Suriye Devrimi’nin yanında!

Emperyalist müdahelenin karşısında! Atakan Çiftçi, 3 Mart Suriye Devrimi birinci yılını tamamlamak üzere. Arap devrimci sürecinin bir parçası olarak, geçtiğimiz yılın 15 Martı’nda, “özgürlük ve ekmek” talepleriyle patlak veren devrim, çok geçmeden rejimin vahşi saldırılarıyla yüzleşmek zorunda kaldı. Esad rejiminin, her ne pahasına olursa olsun, devrimi “iç savaş yöntemleriyle” ezme girişimi, binlerce insanın ölümüne, on binlerce insanın tutuklanmasına ve işkenceden geçmesine rağmen, kitlelerce başarısızlığa uğratıldı. Bugün, devrim halen sürüyor ve henüz rejimi yıkma noktasına ulaşmamış olsa da, diktatörlüğün meşruiyetini temellerinden sarsmayı başardı ve rejimin günleri artık sayılı.

altına girdi.

mamış olsa da, Konsey’in Suriye’nin meşru bir temsilcisi sayılması, Suriye üzerindeki yaptırımların artırılması gibi başlıklar karara bağlandı. Konferans’ın bir sonraki toplantısı ise Türkiye’de gerçekleştirilecek.

siyasi alternatif olarak Suriye Ulusal Konseyi’nin kuruluşu Türkiye’nin İşçi sınıfının devrim sürecinde himayesinde gerçekleştirildiği gibi, grevler, fabrika işgalleri gibi yöntemTürkiye hükümeti, Özgür Suriye lerle kitlesel olarak sahneye henüz Ordusu’nu açıktan destekleyen birçıkmamış olmasının bir sonucu olakaç ülkeden biri konumunda. Aynı rak, rejimin yenilgiye uğratılamadığı mevcut durumda, emperyalizmin AKP hükümeti Suriye’de, emperya- zamanda, Suriye’deki gelişmeler, sürece müdahalesi de giderek artıyor. lizmle eşgüdüm halinde, oldukça ak- Sünni temelli mezhepçi bir söylem Libya’daki sürece benzer biçimde, tif bir tutum sergiliyor. Ortadoğu’da- ve müdaheleci tutumla şovenist duygulara hitap edilmesi üzerinden AKP ilk aşamada ayaklanmanın bastıki güç dengeleri açısından kilit bir hükümeti tarafından, bir iç politika rılması için Esad’ın yanında duran konumda bulunan Suriye’de, Esad emperyalist güçler; Esad’ın iktidarını rejiminin yıkılmasının ardından açı- malzemesi olarak da kullanılmakta. sürdürebilme imkanını yitirdiğiBu durum karşısında, Türkiye ne ikna olduktan sonra, devrimi sosyalist hareketinin büyük bir Türkiye sosyalist harekekapitalizmin ve emperyalizmin kesiminin Suriye konusunda aldığı tinin büyük bir kesiminin sınırlarına hapsetmek ve onu tutum ise oldukça vahim. Suriye’deki Suriye konusunda aldığı rayından saptırmak için, “demokgelişmelerin bir halk ayaklanması tutum ise oldukça vahim. rasi”, “insan hakları” maskesiyle, değil, ABD emperyalizminin bir tezSuriye'deki gelişmelerin devrim sürecini yönlendirmeye gahı olduğunu savunan bu kesimler, bir halk ayaklanması deDevrimin başlamasından bu yana girişmişti. Suriye’de emperyalist bir müdahaleye ğil, ABD emperyalizminin Esad rejimi, baskı ve katliam uygukarşı olduklarını ilan ederken, Esad Emperyalizmin doğrudan bir lamalarını aralıksız sürdürürken, bir askeri müdahele gerçekleştirme rejimine ve gerçekleşen katliamlara bir tezgahı olduğunu sayandan da içeride ve dışarıda rejimin kabiliyetinin zayıf olduğu bir karşı tek bir söz söylemeyerek, kivunan bu kesimler, en tukaybolan meşruiyetini toparlayabilmileri dolaylı kimileri ise doğrudan tarlı anti-emperyalistler dönemde ise, Suriye’de “düzenmek adına çeşitli “reformlara” girişti. li geçiş”in sağlanması, özellikle bir biçimde Esad diktatörlüğünün olduklarını zannederken, Bunun en son örneği, 26 Şubat’ta arkasında duruyorlar. Böylelikle en Türkiye ve Arap Birliği üzerinesasında, demokratik gerçekleşen anayasa referandumuytutarlı anti-emperyalistler olduklarıden gerçekleştirilmeye çalışıldı. hakların savunusuna dair du. Silahların ve katliamların gölnı zannederken, esasında, demokraSon olarak, ABD, Avrupa Birliği hiçbir tutum almayarak, gesinde gerçekleşen ve muhalefetin tik hakların savunusuna dair hiçbir ve Arap Birliği’nin inisiyatifiyemperyalizmin ve AKP boykot ettiği referandum sonucunda, le Birleşmiş Milletler Güvenlik tutum almayarak, emperyalizmin hükümetinin “demokraBaas Partisi’nin devlet tekeli kaldırı- Konseyi’nden, Suriye üzerindeki ve AKP hükümetinin “demokrasi” ve “insan haklarının lıyor, üç ay içerisinde seçimlere gidil- yaptırımları güçlendirecek ve si” ve “insan haklarının savunusu” savunusu” söylemiyle, mesi öngörülüyor. Devrim sürecinde olası bir askeri müdaheleye kapı söylemiyle, sürece müdahelesini sürece müdahalesini ilan ettiği her “reform paketi”ni yeni aralayacak karar çıkarma girişimi kolaylaştırıyorlar. AKP hükümetinin, bir saldırı dalgasıyla takviye eden Suriye’deki sürece bu denli müdakolaylaştırıyorlar. Rusya ve Çin’in vetosuna takıldı. Esad rejimi, bu sefer de bu geleneği- Vetonun ardından örgütlenmehil olduğu bir durumda, Türkiye ni bozmadı. Referandumun hemen enternasyonalist devrimcilerinin sine girişilen “Suriye’nin Dostlaardından, bir aydır kuşatma altında lacak yeni dönemde, AKP hükümeti, görevinin, Suriye devrimini desteklerı” konferansı ise, geçtiğimiz hafta tutulan Humus’a yeni ve seçkin bir kendi nüfuzu altında bir hükümeyen, onunla dayanışmanın yollarını Tunus’ta gerçekleşti. Suriye Ulusal ordu birliği sevk edildi ve uygulanan Konseyi ve Katar gibi ülkelerin tin kurulabilmesi için var gücüyle arayan ve emperyalist müdaheleye yoğun devlet terörünün sonucunçalışıyor. Bu hedef dahilinde, emkarşı çıkan bir kampanya başlatmak taleplerine rağmen, Konferans’tan da Humus tekrar rejimin denetimi olduğunu savunuyoruz. muhalefeti silahlandırma kararı çık- peryalizm-yanlısı ve burjuva bir


ULUSLARARASI

15

Pandora’nın kutusu; Yunanistan Yunan işçi sınıfı, emperyalizm tarafından günden güne köleleştirilmekte. Emperyalizm, içinde bulunduğu bu büyük krizle birlikte, Yunan halkının boynuna sarılmış bir zincir gibi onu boyunduruk altına almaya çalışmakta. Gidişatı değiştirecek ve zinciri kıracak olan Yunan işçi sınıfıdır. Bu tarihsel görev onun önünde tüm yakıcılığıyla durmaktadır. Bahadır B., 26 Şubat 2000’lerde geleceği alenen belli olan ve 2008’de patlayan içinde bulunduğumuz kriz, emperyalizm tarafından kapitalist sınırlar içinde çözülmeye çalışıldıkça, çözüm şöyle dursun kriz gittikçe derinleşmekte. Bu kriz sarmalıyla birlikte artık tüm Avrupa’nın mali politikaları birkaç finans tekelince belirlenmekte. Almanya ve Fransa merkezli bu tekeller tüm Avrupa işçi sınıfının kazanımlarını son kertesine kadar yok ediyor. Bu durumun siyasal yansımasıysa -özellikle İtalya ve Yunanistan’da görüldüğü gibi demokrasi dışı eğilimlerin güçlenmesi ve emekçi yığınların taleplerine kulakların tıkanması oluyor. Avrupa emperyalizmi açık açık söylüyor; “Demokrasiyle kaybedecek vaktimiz yok!”

geçti. Önce “demokrasiyle kaybedecek vakti olmayan” Avrupa, 19 Şubat’ta yapılması planlanan seçimleri Nisan ayına aldı. Paketin kabul edilmesi için dayatılan tasarruf önlemleri kemer sıkmanın ötesinde tam bir yıkım içeriyordu. Yıkım paketine göre; 15 bin kamu çalışanı Mart ayında hiçbir tazminat almadan kapı dışarı edilecek. Asgari ücret yüzde 22 oranında azaltılacak. Özel sektörde çoktan yok olmuş kadrolu çalışma, kamuda da tamamen kaldırılıp esneklik bir kural haline getirilecekti.

durumu ülkedeki krizi derinleştirecekti. Borcu borçla kapatmaya çalışarak, emperyalizme bu programı sonuna kadar uygulayacağını garanti eden PASOK ve Yeni Demokrasi Partisi, Yunan işçi sınıfının ölüm fermanını onaylamak için mecliste toplandı. Bunun üzerine Yunanistan İşçi Sendikaları Konfederasyonu (GSEE), Yunanistan Kamu Çalışanları Konfederasyonu (ADEDY) ve Mücadeleci İşçi Cephesi Sendikası (PAME) 11-12 Şubat’ta iki günlük genel grev kararı

Bugüne nasıl gelindi? Öncelikle Yunanistan’ın bugüne nasıl geldiğine ve istatiksel durumuna bakalım. GSYH’sinin yüzde 160’ına denk gelen 357 milyar avroluk borç batağına saplanmış bu ülke, kesintilere (kemer sıkma) 2009 yılında başladı. 2010 yılında verilen 110 milyar avroluk ilk yardım paketini, çeşitli kemer sıkma politikaları karşılığında aldı. 20 Ekim 2011’de bu ilk yardım paketinin 8 milyar avroluk dilimini almak için, Avrupa Merkez Bankası, Avrupa Birliği ve IMF’den (troyka) oluşan heyet o güne kadar görülmemiş sertlikte tasarruf (kemer sıkma) paketini meclisten geçirmeyi şart koşmuştu. O günlerde yapılan iki günlük genel grev, paketin meclisten geçmesini engelleyememişti. Engelleyemediği gibi greve, anarşistler ve komünist partililer arasındaki çatışma damgasını vurmuştu. Yine de bu grev sonrasında emperyalizmin gözünden iyice düşen Papandreu hükümeti, 2011 Kasım’ında istifa etmesiyle bugünkü teknokrat hükümeti troyka tarafından kurulmuş oldu. PASOK (Panhelenik Sosyalist Hareket Partisi), NDP (Yeni Demokrasi Partisi), LAOS (Halkçı Ortodoks Cephe) bu 3 parti bir araya gelerek 19 Şubat’ta yapılacak seçimlere kadar teknokrat hükümetini oluşturdu. Kemer sıkmalarda tam sınıra dayanıldı derken, 130 milyar avroluk ikinci yardım paketi devreye girdi. Emperyalizm, doymak bilmeyen açgözlü bir vampir gibi Yunan halkının elinde avucunda ne varsa almak için harekete

Geçişsel talepler etrafında örülecek politik bir hatla bir işçi-köylü hükümetinin kapısı aralanabilir Bütün bunlar yetmezmiş gibi Yunanistan’ın çıkarması öngörülen bir yasayla kaynak aktarımı sırasında devlet hizmetleri yerine borç ödemelerini öncelik tutması istendi. Yani bundan sonra zor durumda kalan devlet, işçilerin ve memurların maaşlarını ödemektense borçlarını ödemeye öncelik vereceğini garanti etmiş olacaktı. Ayrıca bütçe dışında fazladan bir hesap oluşturulacak ve hesapta üç ay içinde vadesi gelen borçların geri ödenmesine yetecek kadar para bulunması şart koşulacak. Hükümet bunları yaparken, hangi parti iktidara gelirse gelsin, 2020’ye kadar, tüm borcu GSYH’nin yüzde 160’ından yüzde 120’sine indirmekle mükellef olacaktı. Hükümetin bu yıkımı kabul etmesi halinde Yunanistan’ın özel sektöre olan borcunun 107 milyar avroluk kısmı silinecekti. Bağımsız bir ülkenin mali işlerine eşi benzeri görülmemiş bu müdahaleler, teknokrat hükümeti tarafından halka, “ülkeyi krizden kurtaracak reçete” olarak sunuldu. Oysa alım gücü iyice düşecek olan Yunan halkının

aldılar. 100 binlerce emekçinin katıldığı eylemler boyunca neredeyse tüm okullarda ders yapılmadı. Birçok bakanlık işgal edildi. Toplu taşıma dahil hava ve deniz ulaşımı durdu. Sintagma Meydanı’na giren, çoğu anarşist olan gruplar, 12 Şubat gecesi Atina’da 45 binayı küle çevirdi. Fırsatlar ve olasılıklar Tüm bu olanlara rağmen paket mecliste onaylandı. Fakat halkın öfkesi, paketin mecliste oylanmasına engel olamadıysa da teknokrat hükümetin parçalanmasına yetti. O gece faşist LAOS partisi siyasal bir hamleyle, Nisan’da yapılacak seçimlere güçlü girebilmek için hükümetten çekilme kararı aldı ve pakete onay vermeyeceğini açıkladı. Ardından PASOK ve Yeni Demokrasi’den 20’şer milletvekili de pakete hayır oyu vereceğini açıkladılar. Açıkladıkları saat itibariyle de partilerinden ihraç edildiler. Hükümet çatlamıştı, ama ölüm fermanını da meclisten geçirdiler, hem de pakete

sonuna kadar bağlı kalacaklarını ilan ederek... Peki bu önlenemez miydi? Ekim 2011’deki Papandreu hükümetini düşüren meclis oylamasında da sendikalar iki günlük grev kararı almışlardı, başarılı olamadılar. Şubat’taki oylamada da aynı planı izleyen sendikalar yine genel grevi 48 saatle sınırlı tuttular. Cebindeki son ekmeğinin peşinde olan, bakanlıkları, belediyeleri işgal eden Yunan işçi sınıfı, süresiz genel greve gidecek isteğe ve azme sahip olduğu halde, sendika bürokratları, sınıfı frenlemeye çalışmaktaydı. Üstelik tek sıkıntı bu değildi. Yunanistan’ın en güçlü sol partisi olan Yunanistan Komünist Partisi (YKP), sınıf mücadelesindeki tüm gelişmeler benim kontrolümde olmalı havasından çıkabilmiş değil. Parti, politikasını Nisan’daki seçimlere endekslemiş bir biçimde, parlamentodaki koltuk sayısını artırmanın peşine düşmüş durumda. Sınıf hareketinin acil ihtiyaçları temelinde tüm mücadeleci güçleri bütünleştirebilecek bir programatik ve örgütsel zeminin oluşturulamamış olması aşılması gerekli başlıca engel haline dönüşmüş durumda. Tam bir öndevrimci durumun yaşandığı bu ülkede maalesef, sokakta neoliberal politikalara karşı kazanılmış bir mevzi yok. Lakin, “Borç ödemeleri durdurulsun! Avrodan çıkısın! Tüm bankalar millileştirilsin!” gibi geçişsel talepler etrafında örülecek bir politik hatla hareket edecek radikal sol bir çizgi, bir işçi-köylü hükümetinin kapısını aralayabilir. Devrimci koşullar tüm keskinliğiyle önümüzde dururken karşıdevrimin durmadığını unutmamamız gerek. Faşist LAOS şimdiden yüzde 7 oy oranına sahip… Solun gerçek anlamda bir çözüm üretemediği her durumda, bu partinin taban kazanıp güçlenmesi büyük olasılık. Pandora’nın kutusu gibi içinde umudu ve tehlikeyi barındıran bu ülkenin kaderi, tüm Avrupa işçi sınıfının kaderini belirleyecek duruma geldi. Bu gidişatı değiştirecek, ülkeyi “kurtarmak isteyen” kan emici vampirlerden kurtaracak, zincirlerini kıracak olan Yunan işçi sınıfı ve onun önderliğidir. Bu tarihsel görev onun önünde duruyor. Muvaffak olup, dünya işçi sınıfını ilerletecek bir basamak olmak ya da faşizmin sarmalı içinde Yunanistan’da kapitalizmin yeniden tesisi… İşte önümüzde duran iki seçenek bunlardır.


Erkek egemenliğine, sömürüye, şiddete ve cinsel ayrımcılığa hayır demek için 8 Mart’ta alanlara! 8 Mart, kadın işçilerin daha iyi çalışma koşulları için verdikleri mücadeleyi yaşamlarıyla ödedikleri bir tarihtir. 1910’dan bu yana kadınların birlik ve dayanışma günü olarak kabul edilen 8 Mart’ı, 102. yılında direniş ve mücadele günü olarak kutluyoruz.

8 Mart, biz kadınlar için hayati bir gün!

rinden tanımlıyor. ‘Kadın erkek fıtraten eşit değildir’ diyen Başbakan, cinayetleri önlemek için Diyanet ile işbirliğine gidiyor, Kadın Bakanlığı Aile Bakanlığı’na dönüştürülüyor. Oysa devletin aileden anladığı, erkeğin çalıştığı, kadının evde oturduğu –gerekirse çalıştığı- ve kadının kocasına itaat ettiği bir anlayıştır. Eğer kadın bu tanımın dışına çıkıyorsa, davranışları kocayı “haksız bir biçimde tahrik” edebilir!

Bu yüzden geçtiğimiz ay Bakanlığa sunulan Ailenin Korunmasına İlişkin Kanun’da nikahsız kadınlar korunmuyor, erkeğin beyanı esas alınıÇünkü, bu sene de kadınların yaşama hakkı kocaları, babaları ve sevdikleri erkekler tarafından yor, koruma kararları vali ve kaymakamın inisiyatifine bırakılıyor. Bizler failiyle arasında nasıl ellerinden alındı. Erkekler 2011’de 257 kadını öldürdü; en az 102 kadın ve 59 kız çocuğu cinsel bir ilişki olduğuna bakmaksızın şiddet gören kadınları koruyacak düzenlemeler istiyoruz. Cinşiddete maruz kaldı. Kadınlar, şiddet gördüğü erkekleri şikayet etti, devletten koruma talep etti. sel taciz, şiddet vakalarında kadının beyanının Savcılığa veya polise şikayette bulunmasına ya da esas alınmasını, kendini aklamak zorunda olanın sığınma evlerine yerleştirilmesine rağmen onlarca şiddet uygulayan erkek olmasını istiyoruz. kadın yaralandı ve öldürüldü. Şiddetin bahanesi bu sene de çoktu. En yaygını kadınların ayrılma isteği ya da erkeği geri çevirmesi, yani “hayır” demesiydi. Şiddete neden gösterilen bahanelerin tümü erkeklerin tahakkümlerinin sarsıldığını hissettikleri durumlara işaret ediyordu. “Namus”, kıskançlık, paranoya, kadının evi terk etmesi ve boşanma davaları bu nedenlerin başında geldi. Kadın cinayetleri ya da kadına yönelik şiddet davalarında verilen kararlar birçok kadının yaşamını alt üst etti. Geçtiğimiz sene 12 yaşında bir kız çocuğuna 36 erkeğin tecavüz etmesiyle görülen davada, kız çocuğunun tecavüzde ‘rıza’sı olduğu gerekçesiyle hakimler, faillere en alt sınırdan ceza verdi. Yine yargı, birçok kadın cinayeti davasında erkekleri “haksız tahrik” indirimiyle ödüllendirerek, cinayetleri teşvik etti. Kadın katillerini cezalandırmayan erkek devlet bu cinayetlerin sorumlusudur. Bu yüzden; • Kadın cinayetlerinde, nefret cinayetlerinde, taciz ve tecavüz davalarında var olan yasaların uygulanmasını, bu cinayetlerin “nitelikli hal” kapsamına alınması, ceza indirimlerinin son bulmasını istiyoruz! • Her mahalleye/ ilçeye nitelikli sığınma evleri istiyoruz!

8 Mart, ikiyüzlü kadın politikalarına hayır deme günüdür! AKP iktidarı ve tüm düzen partileri biz kadınlardan bahsetmek yerine her cümlesine Türk aile yapısı, Aileyi Koruma Kanunu, Aile Sigortası ile başlayarak, bizi bir birey olarak değil de, aile üze-

8 Mart, cinsiyetçi işbölümüne hayır deme günüdür! Çünkü, bu sene de çocuklara bakarak, tüm aileyi doyurmaya çalışarak, her gün tüm aile bireylerinin çamaşırını, bulaşığını yıkayarak geçti. Karşılığındaysa payımıza bir şey düşmediği gibi, her gün daha da ağırlaşan yaşam koşullarıyla, yoksullukla mücadele ederek geçti. Hem üç çocuk doğurmamız istendi, hem de kreş, bakım evi talebimiz reddedildi. Üstelik, bu hizmetimiz karşılığında ne emekli olabildik, ne de sosyal hizmetlerden ücretsiz olarak faydalanabildik. Bu sene de iş yaşamında esnek çalışma biçimleriyle, güvencesiz ve düşük ücretlerle istihdam edildik. Erkeklerle aynı işi yapmamıza rağmen onlarla eşit ücrete layık görülmedik. Kriz koşullarında ücretlerimiz yetmeyince eve iş aldık, ucuz emeğimizle krizi işverenler için bir fırsata çevirdik. Buna rağmen sosyal güvencemiz, sağlık hakkımız kocaya/babaya bağlılığımız üzerinden tanındı. Bu yüzden; • Babadan ve kocadan bağımsız sağlık sigortası güvencesi ve işsizlik ödeneği! • Hasta, yaşlılara ücretsiz bakım evleri, işyerlerine, mahallelere ücretsiz kreşler açılsın! • Ev kadınlarına emeklilik hakkı! • Eşdeğer işe eşit ücret!

altında tutuyor. Son üç yılda cinsel yönelimleri, cinsiyet kimliği nedeniyle 29 eşcinsel ve transseksüel öldürüldü. Eşcinselliği hastalık ilan eden AKP iktidarı nefret söylemini yaygınlaştırarak LGBT bireyleri hedef gösteriyor. İşte bu yüzden nefret cinayetleri politiktir ve bu yüzden “nitelikli hal” kapsamına alınarak failler cezalandırılmalıdır. Katilleri koruyan devlet bu cinayetlerin bizzat sorumlusudur.

8 Mart, kimliğimiz bizimdir deme günüdür! “Kadınım” demenin bir nezaketsizlik, bir ayıp olarak algılanması erkek egemen bir sistemde kadın olmanın nasıl algılandığının bir göstergesi. Biz kadınlar, “ev kadını”, “anne”, “eş” olarak yalnızca görevlerimizle tanımlanıyoruz. Görevlerimizi eksiksiz yerine getirdiğimiz ve bize biçilen toplumsal rollere itaat ettiğimiz takdirde saygıyı hak ediyor, “kadın” olarak var olduğumuzda ise ayıplanmayla ya da fazla “özgür davranmakla” suçlanıyoruz. İşte bu yüzden, “Kadınım, kimliğimiz bizimdir!” demenin politik bir anlamı var. Kadın olarak var olmanın yanısıra baskı altında tutulan bir etnik kimliğe sahip olmak da yaşadığımız sıkıntıyı derinleştiriyor. Bu topraklarda, kirli savaşın, inkar ve imha politikalarının faturasını en çok da Kürt kadınlarının ödemesi bunun bir örneğidir. Afetlerin, ekonomik yoksunlukların devlet şiddetine dönüştüğü, anadillerini özgürce konuşamadıkları için en temel sosyal hizmetlerden dahi mahrum kalan Kürt kadınlar... 8 Mart, barış içinde onurlu bir yaşam talep etmenin; hem Kürt hem kadın kimliğine sahip çıkmanın günüdür. Öte yandan sistemin baskıcı ve ayrımcı yapısına karşı mücadele veren örgütlü kadınlara baskılar devam ediyor. Bu sene de sendikalı, örgütlü mücadele ettikleri için onlarca kadın tutuklandı. 8 Mart aynı zamanda baskılara karşı örgütlü olarak karşı durmanın günüdür. Tüm bu sebeplerden ötürü, erkek egemenliğine, kapitalist sömürüye, şiddete, kimliğimize yönelik baskı politikalarına, cinsiyet yönelimden kaynaklanan her türlü ayrımcılığa, cinsiyetçi işbölümüne hayır demek için hep birlikte 8 Mart’ta alanlarda olalım.

8 Mart, cinsel ayrımcılığa karşı mücadele günüdür! Çünkü, erkek egemen kapitalist sistem kendinden olmayanı tecrit ediyor, şiddet yoluyla baskı

İşçi Cephesi'nden Kadınlar, 1 Mart

www.iscicephesi.net Aylık Siyasi İşçi Gazetesi (Aylık Yerel Süreli Yayın) • Sahibi ve yazı işleri müdürü Atakan Çiftçi (Enternasyonal Yayıncılık) • Yönetim yeri Şehit Muhtar Mah. Süslü Saksı Sok. No: 19/6 Beyoğlu - İstanbul • 1 yıllık abonelik Yurtiçi: 25 TL • Yurtdışı: 25 € Baskı Estet Ajans Matbaacılık, Merkezefendi Mah. Fazılpaşa Cad. 4. Zer San. Sit. No: 16/26 Topkapı - İstanbul • Fiyatı 2 TL • Her türlü haberleşme ve abonelik talebi için e-posta adresimiz iscicephesi@gmail.com


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.