1 milyon 683 bin kişi için sadece iki sanık Hacı Zengin’in polisin gaz bombası ile öldürülmesi ile, polisin yetkilerinin arttırıldığı 2007’den itibaren polis tarafından öldürüldüğü belgelenmiş kişi sayısı 111’e ulaştı. Buna karşılık 12 Eylül sürecinde kuşkulu (!) şekilde öldüğü anlaşılan kişi sayısı 300 olarak belirlenmişti. 12 Eylül döneminde 171 kişinin işken-
ceden öldüğü belirlenmişken, 2007’den bu yana Willem Tyas adlı İngiltere vatandaşının Antalya’da bir polis karakolunda ölü bulunması sonucu karakollarda işkence ile öldürülen kişi sayısı 22’ye ulaşmış oldu. Tüm bunlar yaşanmaya devam ederken, 1 milyon 683 bin kişinin (12 Eylül’de bu kadar insan fişlenmişti) ve hepimizin hayatına
karşılık 12 Eylül’ü yargıladığını söyleyen AKP, sanık sandalyesine yalnızca iki kişiyi oturtabiliyor. 12 Eylül davasının esas amacı işlenen insanlık suçlarına karşı gelmek olsaydı, işe işlenmeye devam eden suçlulardan başlanırdı. Oysa ki rejim bu işe yeltenmediği gibi, suçları işlediği belirlenen kimseleri bir de terfi
ile ödüllendiriliyor. Bu uygulamların bilinen son örneği Hırant Dink’in katili ile fotoğraf çektiren Yakup Kurtaran’ın Malatya Emniyet Müdür Yardımcılığı’na terfisi olmuştu. Şu anda Türkiye dünyadaki tüm siyasi mahkumların yüzde 40’ına tek başına sahip! AKP, 12 Eylül’ü yargılıyorum aldatmacasını sürdürürken, 12 Eylül yaşamaya devam ediyor.
1 Mayıs 2012: Güvenceli iş, onurlu bir yaşam istiyoruz! Aylık Siyasi İşçi Gazetesi • Sayı: 39 • Nisan 2012 • Fiyatı: 2 TL
Özel İstihdam Büroları’nın gerçek yüzü!
»5
Yunanistan: Leta Zotaki ile Kilkis Hastanesi İşgali üzerine
» 14
Ağırlaşan yaşam koşullarına karşı, 1 Mayıs’ta, alanlarda, iş yerlerimizde, bulunduğumuz her yerde “güvenceli iş, onurlu bir yaşam” talebimizin mücadelesini sınıf kardeşlerimizle birlikte vermeye cesaret edersek, kazanabiliriz
»9
Kaşıkla ver,
KEPÇEYLE AL! Bir yandan yüzde 8,5 ile 2011 yılında dünyanın en hızlı büyüyen ikinci ekonomisi olacaksınız; öte yandan 2012 yılında asgari ücrete yüzde 12,37 ama doğalgaza 18,72 oranında zam yapacaksınız!
Bir verip, iki alan hükümet işbaşında!
yılın en iyi zammını yaptıklarını ilan etmişti. Şimdi sadece doğalgaza yapılan zam oranı dahi yüzde 18,72. Kısacası asgari ücret zammı uçtu gitti. Konutlarda kullanılan elektriğe yapılan yüzde 9,26 zam da çabası. Son bir ayda benzine yapılan üç ayrı zammı da üzerine ekleyelim. Bunun adı kaşıkla verdiğini kepçeyle geri almak değil de nedir?
emekçilerinin de alacaklarından fazlasını çoktan kaybettikleri ortada. Bu koşullar altında milyonlarca işsiz ve dar gelirli emekçinin bu zamlarla birlikte yoksulluklarının daha da katlanacağı açıktır. Bu sebeple zamlar uygulanmamalı, derhal geri çekilmelidir!
sınız; öte yandan 2012 yılında asgari ücrete yüzde 12,37 ama doğalgaza 18,72 oranında zam yapacaksınız! Madem Türkiye 2011 yılında dünyanın en hızlı büyüyen ikinci ekonomisi, neden her şeye zam üstüne zam yapılıyor? Bir yandan ihracat rekorları
Madem Türkiye 2011 yılında dünyanın en hızlı büyüyen ikinci ekonomisi, neden her şeye zam üstüne zam yapılıyor?
Milyonlarca kamu emekçi ve emeklisinin 2012 yılı maaş Yine öyle oldu! AKP hükümeti zamları halen belirlenmedi. Bekleyişleri sürüyor. Lakin SSK Uyanık geçinen AKP! benzine, elektriğe, doğalgaza zam üstüne zam yaptı. Oysa Ça- ve Bağkur’a mensup emeklilere Bir yandan yüzde 8,5 ile 2011 2012 ilk altı ayı için yüzde 6,79 lışma Bakanı üç ay önce yüzde yılında dünyanın en hızlı büzam yapıldığı düşünülürse kamu 12,37 ile asgari ücrete son sekiz yüyen ikinci ekonomisi olacak-
kıracaksınız; öte yandan benzine bir ayda üst üste üç kez zam yaparken emekliye yüzde 6,79 zam ya-
»2
Homeless, Jason Franson
AKP, kaşıkla verdiğini kepçeyle geri alan bir hükümet. On yıllık AKP hükümetleri döneminde bu hep böyle oldu. AKP döneminde tek bir örnek yoktur ki işçiye, kamu emekçisine, emekliye yapılan maaş zammının ardından mal ve hizmetlere misliyle zam yapılmamış olsun. Yani AKP kaşıkla verdiğini daima kepçeyle geri almıştır.
2
İLAN TAHTASI
Kaşıkla ver, kepçeyle al! Kapak sayfasından devam
pacaksınız! Madem Türkiye şubattan sonra mart ayında da ihracat rekoru kırdı; neden dünyanın en pahalı benzinini kullanıyoruz? Belli ki AKP kendini çok uyanık, işçi ve emekçileri de “vur kafasına al ekmeğini” misali saf bellemekte. Malum kurnaz bakkal sadece verdiğinin hesabını tutar, aldıklarını ise yok sayıp hesaptan düşmezmiş. Aslında olan nedir? AKP hükümeti kamu hizmetlerini özelleştirerek tüm sosyal hizmetleri küçük bir zümrenin zenginleşme aracı haline getirdi. Sosyal hakları paramparça etti. Sonuç olarak Türkiye insani gelişmişlik açısından daha da gerileyerek dünyada 92. sırada bulunan bir ülke haline geldi. Yetti mi? Hayır, buna rağmen milyar dolarlık patronlar yine de, “sosyal haklar çok fazla, rekabet edemiyoruz” demeye devam ediyor. Görünen o ki AKP; ne yapsam tutuyor, ne yesem yarıyor anlayışıyla kibirle ampulünün yanmaya devam edeceğini sanıyor. Oysa dünya gibi Türkiye de değişmekte... Değişimin nelere kadir ve gebe olduğunu hep birlikte göreceğiz... 1 Mayıs’ı bu gerçeklik ve duygularla karşılıyoruz...
Ne savunuyoruz? Neyi hedefliyoruz? İşçi Cephesi, Troçkist bir yayın organıdır. Türkiye’de devrimci bir işçi partisinin inşası için mücadele ediyoruz. Hedefimiz sosyalist devrim, kapitalizmin ilgası ve sosyalizmin inşasıdır. İşçi sınıfının ve gençliğin mücadelesini destekliyor, işçi demokrasisinin yaygınlaşması için uğraş veriyoruz. Sermayenin baskı ve şiddet rejimine karşı mücadele ediyoruz ve halkların kendi kaderlerini tayin hakkını destekliyoruz. Mücadelemiz uluslararası ölçeklidir ve kendimizi, işçi sınıfının dünya partisi olan IV. Enternasyonal’in yeniden inşasının bir parçası olarak görüyoruz.
Enternasyonalist Öğrenci’nin 2. sayısı çıktı! İC - Haber, 8 Nisan İlk sayısı Şubat ayında yayımlanan Enternasyonalist Öğrenci’nin 2. sayısı öğrencilerle buluşuyor. 2. sayının tanıtım yazısı, şu şekilde:
sadece analiz etmekle kalmayarak, egemen nosyonlara karşı mücadele biçimlerini ve alter-
natifler yaratma zorunluluğunu da geniş bir zeminde tartışmaya çalıştık. “Ek dosya olarak ise, “8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü”nde karar kıldık ve böylece öğrenci-işçi-kadın muhalefeti ve hareketi arasında bir ittifak zorunluluğunun üstüne basarak toplumsal cinsiyet rollerinin yoğun bir eleştirisine girdik.
“Enternasyonalist Öğrenci’nin bu sayısında dosya konusu olarak “İdeoloji ve Öğrenci” başlığını seçerek, okullarda, eğitim kurumlarında, aile ortamında, kısacası burjuvazinin düşünsel kurumlarında karşımıza çıkan egemen fikirlerin bizlere nasıl dayatıldığını, bilgiyi nasıl biçimden ibaret kıldığını ve bu fikirlerin nasıl aslında hâkim sınıfın fikirleri olduğunu masaya yatırdık.
“Bütün bunların yanında güncel olayları da takip etmeyi ihmal etmedik ve 4+4+4 üzerine bir yazıyla birlikte birçok yeni yaşanmış olayı fanzinde ele alarak bunlara karşı alacağımız pozisyonu belirledik.”
“İdeoloji” sorunsalını
“Ölümüne büyüyoruz!” Çin’den sonra en hızlı büyüyen 2. ülke olmanın “gururunu” yaşayan Başbakan, bu büyümenin “güvenceli esneklik” rejimiyle kol kola ve işçilerin kanı üzerinden sağlandığını söyleyemediği için, “yoksul-yetim” edebiyatına sığınıyor Barış Sansar, 7 Nisan İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi’nin (İSİGM) hazırladığı raporlara göre yılbaşından bu yana, 59’u Mart ayında olmak üzere, en az 104 işçi iş cinayetine kurban gitti. En çok işçi ölümlerinin yaşandığı sektörlerin başında inşaat, enerji ve maden geliyor. İş çinayetinde hayatını kaybeden işçilerin sayısı o kadar arttı ki, neredeyse her gün ölen ve/ya yaralanan işçilerin haberleri geliyor. Yeri gelmişken, yukarıdaki rakamların sadece basına yansıyan ölümlerin kayıt altına alınmasıyla elde edilen sayılar olduğunu ve esas rakamların çok daha korkunç boyutlarda olduğunu hatırlatalım. 11 Mart’ta İstanbul Esenyurt’ta bir inşaatın şantiyesinde işçilerin barındığı çadırlarda çıkan yangın sonucu 11 işçinin hayatını kaybetmesi de buzdağının görünen yüzü. Başbakan Erdoğan bu toplu ölümden oldukça etkilenmiş ve kızmış olacak ki, olayın ardından grup toplantısında şu açıklamayı yaptı:
“Yoksulun, garibanın, işçinin, emekçinin alınteriyle geçinen insanın hayatı hiç ama hiç ucuz değildir. Milyarlarca liralık yatırım yapanların, milyarlarca lira kâr elde edenlerin alın teri ile geçinen işçilerin güvenliğini bu kadar hiçe saymasını, onların hayatlarını bu kadar değersiz görmesini kabul etmeyiz, edemeyiz. Yetim kalan çocukların, dul kalan kadınların ay sonu üç kuruş harçlık bekleyen çocukların ahını yerde bırakmayız. İhmalin aydınlığa kavuşturulmasının yakın takipçisiyiz. Müfettişlerimiz derhal dün itibariyle harekete geçtiler, olay yerinde ilk incelemelerini yaptılar. Bu olayda sorumluluğu bulunanlar en kısa sürede adalete teslim edilecektir” “Yoksul-yetim” edebiyatı yaparak “milyarlarca lira kâr elde edenlere” nefretini kusan Başbakan’ın konuşmasının üzerinden çok da uzun bir süre geçmemişken, Eskişehir’de bir madende yaşanan göçükte 4 işçinin, Aşkale’de bir HES inşaatında oluşan elektrik arızasını
gidermek için gölete açıldıktan sonra donarak hayatını kaybeden 5 işçinin ve ardından Tuzla’daki bir tersanede meydana gelen patlama sonucu 2 işçinin yaşamını yitirdiği haberleri geliyor. Yaralı sayısını bir kenara bıraksak dahi, ölümlerdeki “devamlılık”, Başbakan’ın basına yansıyan her işçi ölümünden sonra yinelediği ve her biri yukarıdakinin bir benzeri olan açıklamalarının fütursuzluğuyla örtüşüyor. Çin’den sonra en hızlı büyüyen 2. ülke olmanın “gururunu” yaşayan Başbakan, bu büyümenin “güvenceli esneklik” rejimiyle kol kola ve işçilerin kanı üzerinden sağlandığını söyleyemediği için, “yoksul-yetim” edebiyatına sığınıyor. Toplu Konutların, HES’ler ve gökdelenlerin açılışını yaparken “Ölümüne büyüyoruz!” diyemediği için ahını yerde bırakmadığı çocuklardan, kadınlardan, yetim hakkından, alınterinden dem vuruyor. Hükümet, gurur duyduğu büyümenin çimentosunu işçi kanıyla karıyor.
EMEK GÜNCESİ
3
Hey Tekstil işçileri dayanışmaya çağırıyor Direnişlerinin 60. gününde mücadelelerine ve 1 Mayıs’a ilişkin sorularımızı yanıtlayan Hey Tekstil işçilerinin tüm sınıf dostlarına bir çağrıları var: “Bizi yalnız bırakmayın” diyorlar ve 21 Nisan’daki dayanışma gecelerine davet ediyorlar İC - Söyleşi, 7 Nisan Direnişinizin 60. günündesiniz, bu süreci bize aktarabilir misiniz? R.Ç: İşçiler maaşlarını isteyince, patron zarar gösterip fabrikayı kapatmakta buldu çözümü, tabi bu arada biz çıktıktan sonra patron, başkalarını getirip çalıştırdı fabrikada ama şu an, fabrikada makineler de kalmadı, her şeyi kaçırdılar. Aslında kaçırılan makinelerden bir tanesi bile, yaklaşık 700-800 milyon lira, burada çalışan insanların bütün ihtiyaçlarını karşılayabilecek bir durumda, ama patron kendi çıkarları uğruna bunları kaçırmak istedi ve yaptı. N.B: 2-3 yıl önce 2 bin çalışanımız vardı, direnişe geçtiğimiz zaman 420 arkadaşımız kaldı ve bu süreçte herkesi tazminatını ödemeden çıkardı. Geçmişte haksız olarak çıkartılan arkadaşlarımız açtıkları davaları kazandılar fakat patron ödemek için her yolu denedi. Bu arada Hey Tekstil 2005’te en yüksek ihracat yapan firmalar arasındaydı, biz ise bunu başarabilmek için gece gündüz, her zaman çalıştık ama şu anki durumu asla tahmin edemezdik. R.Ç: Ben 12 yıldır çalışıyorum, deselerdi bu firma şu an böyle bir duruma düşecek inanmazdım. Gece gündüz çalışan bir firma, kazancı dolar üzerinden hesaplanan bir firma, nasıl bu duruma düşer hala inanamıyorum, patron daha çok kar uğruna bizlerin emeklerini çalmak, alacaklarımızı ödememek için iflas göstermeye çalışıyor. N.B: Bize yaptıklarının aynısını Batman’da açtığı fabrikada çalışan arkadaşlarımıza da yaptı. 10 ay çalıştırıp hiçbir gerekçe göstermeden, çalışanları kapı dışarıya attı, fabrikayı kapattı. Direnişiniz boyunca karşılaştığınız sorunlar neler oldu? Mesela direnişe başladığınızda 420 kişiydiniz ama bu sayı gün geçtikçe azaldı, öyle değil mi? N.B: Eşleriyle birlikte burada çalışan arkadaşlarımız vardı, işten çıkarıldıktan sonra maddi açıdan çok zorlandık hatta bu arkadaşlar boşanma derecesine kadar geldiler. Hamile arkadaşlarımız da var ama onlar burada bulunamıyor. En çok maddi açıdan zorlanıyoruz, bize bu süreçte destek veren birkaç örgüt dışında kimse yok maalesef. Ayrıca faturaları
ödeyemediğimiz için elektriğimizi suyumuzu doğal gazımızı kestiler, çocuklarımızı okuldan almak zorunda kaldık. 3.5 aylık maaşımızı ve tazminatlarımızı alamadığımız için, şu an bu yoklukta ne yapacağımızı bilmiyoruz açıkçası. Peki direnişiniz için kampanya düşünüyor musunuz? N.B: Evet, bu ayın 21’inde bir kampanya yapacağız; bu kampanya için biletleri, ulaşabildiğimiz her yere götüreceğiz ve mücadelemiz için bu kampanyaya herkesten destek istiyoruz Peki, bu 2 aylık süreçte sendikalar size yardım etti mi? N.B: Evet, Petrol-iş, Hava-iş ve Türk-Metal ellerinden geldiğince yardımcı oldular. Sesinizi duyurabilmek ve hakkınızı arayabilmek için hangi yolları denediniz? N.B: AKP Parti İl Binası’na gittik direnişimizi anlatmak için, söyledikleri sadece “üzerinde duracağız, bakacağız” oldu. Hatta işten çıkartıldığımız gün Çalışma Bakanlığına gittik, dilekçelerimiz memurlar tarafından yırtılmak istendi, arkadaşlarımız tartaklandı, maaşlarımız yatmadığından beri sözde müfettiş gönderecekler ama gönderdikleri insanlar sadece çay içip gittiler, açıkçası Çalışma Bakanlığı bizi yalnız bıraktı. Sonra CHP’den birkaç milletvekili geldi, bizimle görüştükten sonra patronla da görüşüp çekip gittiler, özellikle “patronun itibarı sarsılmasın, bacaları tütsün, onların isimleri çok önemli ” demeleri bizi sarstı, çünkü burada çalışan çoğu arkadaşımız bu partilere oy verdi ama açık ve net 2 aydır yalnız bırakıldık onlar tarafından... Bu yıl 1 Mayıs’a katılacak mısınız? N.B: 1 Mayıs benim için birlik ve mücadele günüdür ama, şu süreçte çeşitli sendikalardan gelen arkadaşların tutumu o kadar canımızı sıktı ki, açıkçası hem maddi hem manevi olarak yanımızda değillerdi, eğer onlar kürsüde de söz almaya çalışırlarsa, onları alanda konuşturmamak için elimden geleni yapacağım. Önceki 1 Mayıs’lara katılmış mıydınız? Katıldıysanız önceki 1 Mayıslardan farkı sizin için ne
olacak bu sene 1 Mayıs’ın? N.B: İşçilerin haklarının yendiğini her zaman biliyordum; ama bu sefer arkadaşlarımızla kendi mücadelemiz için katılacağız 1Mayıs’a. Mesela 8 Mart’taki yürüyüşe kadın arkadaşlarla gittik, başta çok yadırgadılar, hatta korktular da, çünkü bunları bilmiyorduk, sosyal hayatlarımız işten dolayı sıfırdı, robotlaşmıştık aslında. Daha yeni farkına varıyoruz, birlikte mücadele etmeyi... R.Ç: Önceden 1 Mayıs, örgüt ya da direniş dediler mi, insan öcü zannediyordu, sadece teröristler katılır gibi geliyordu. Hâlbuki örülmek istenen bir mücadele var ve devletin işine gelmediği için, bunları bize terörist olarak gösteriyormuş. Ayrıca, buraya giden arkadaşlardan duyduğum, başlarına gelen sorunlar eskiden abartılı geliyordu. Meğerse haklılarmış. 2 aydır olan şu direnişimizden sonra söyleyebilirim ki, insan başına gelmeden anlayamıyor. Bence bu konuda, örgütlerin ve sendikaların da suçu biraz var, bizi mücadele için bilinçlendiremediler. Eğer sendikaların bu kadar yararlı bir şey olduğunu bize anlatsalardı, çoktan sendikaya başvurmuştum. N.B: Evet, ben de katılıyorum, özellikle Güneşli bölgesinde çok fazla tekstil atölyesi var ama gidip görebileceğim, danışabileceğim hiçbir sendika yok maalesef. Ayrıca, iş yerlerinde faaliyet yürütmekte de hatalı, sendikalardan gelenler sadece işten çıkarken yardımcı olmaya çalışıyorlar, önemli olan o işçiyi iş yerinde tutup, diğer işçilere de sendikayı anlatabilmek Peki, Hey Tekstil’de bundan önce sendikal bir çalışma oldu mu? N.B: Evet oldu, ama o süreçte ben yoktum ve birçok arkadaşın işten çıkarıldığını biliyorum. Bir de, planlı ve programlı bir şekilde, gizli tutulması lazım bu tür sendikalar çalışmaların, öyle olmadığı için, patron sendika için çalışan herkesi iş yerinden attı. 2 aylık sürecin sonucunda talepleriniz nelerdir? N.B: Yasal olarak hiçbir işveren 420 kişiyi işten çıkartamaz, 17. madde yüzünden olsa bile... Madem çıkarttı bizleri, patron haklarımızı
versin, içeride 3,5 aylık maaşımız, kıdem ve ihbar tazminatlarımız gecikmişleriyle duruyor. Ve biz bu konuda kararlıyız, hiçbir şekilde bunları almadan gitmeyeceğiz. R.Ç: Gerekirse bedel ödemeye razıyız, çünkü bu bizim için paradan daha çok gurur meselesi haline geldi. Burada çalışan ve çoğunlukta olan kadın arkadaşların yaşadığı sorunlar nelerdir, özellikle direniş sürecinde? N.B: Çoğu kadın arkadaşımız çocuklarını okutabilmek için burada çalışıyordu ve şu an çocuklarının harçlarını ödeyemedikleri için ağlıyorlar. Ayrıca sütü kesilen arkadaşlarımız da var burada ve yeterince beslenemedikleri için çocuklarını emziremiyorlar. Ve direniş devam ederken her şeye zam geldi, ama kimse bize bunları nasıl öderseniz diye gelip sormuyor. Elektriğimizi ve doğal gazımızı anında kesiyorlar. Ama hakkımızı aradığımızda da kimse bizim yanımızda değil. Süleyman Çelebi buraya gelip, “patronların bacasının tütmesi lazım” derken bizim bacalarımızın tütmesini kim düşünüyor? Biz onları bu hale getirdik, bizlerin sayesinde bu ödülleri aldılar. Hatta kadın haklarını koruduğu için ödül bile verildi A. Bektaş’a ama şu an kadınlar zor durumda kapıda bekliyor. Son olarak bizlere söylemek istediğiniz neler var? N.B: Yüreklenebilmemiz için sizlere ihtiyacımız var, mesela biraz önce burada birkaç arkadaşın olması bile bizim için destekleyiciydi, bizi mücadelemizde yalnız bırakmayın. Bu ayın 21’indeki kampanyayı tekrar hatırlatmak isterim, mücadelemiz için kampanyaya destek vermeniz, biletleri satın almanız gerçekten önemli. R.Ç: Ben 4 çocuk babasıyım, ev benim üzerime olmasına rağmen çocukları okutabilecek para artık bulamıyorum, benim gibi veya benden kötü çok arkadaşımız var, o yüzden kampanya bizler için önemli. Bizler sonunda kazananın, direnen Hey Tekstil işçileri olacağına inanıyoruz; mücadeleniz bizim de mücadelemizdir... Bizlere ayırdığınız zaman için teşekkür ediyoruz.
4
POLİTİKA
Suriye’nin Sahte Dostları İstanbul’da buluşuyor Aşağıda, Uluslararası Birlik Komitesi’nin 1 Nisan’da İstanbul’da toplanan “Suriye’nin Dostları” grubunun toplantısına ilişkin 29 Mart’ta yayınlanan bildirisi yer alıyor. Suriye Devrimi başladığından bu yana emperyalizmin Suriye’deki esas düşmanının ayaklanan halk ve emperyalistlerin temel hedefinin devrimi sönümlendirmek olduğunu belirtmiştik. Annan Planı’nın kabul edilmesiyle yaşanan gelişmeler ise, bu gerçeği bir kez daha gözler önüne seriyor. Zor bir dönemden geçen Suriye Devrimi’nin yanında olma ve emperyalist planları boşa çıkarma görevleri de giderek ertelenemez bir hale geliyor. 29 Nisan-1 Mayıs tarihlerinde Tunus’ta, Suriye devriminin yanında olan ve emperyalist müdahaleye karşı çıkan uluslararası güçleri biraraya getirmeye çalışacak konferansın, bu görevlerin hayata geçirilmesinde önemli adım olacağını düşünüyoruz. İşçi Cephesi - 8 Nisan 2012 Uluslararası Birlik Komitesi, 29 Mart “Suriye’nin Dostları” grubunun ikinci toplantısı 1 Nisan’da İstanbul’da gerçekleşiyor. Başını ABD, AB, Arap Birliği ve Türkiye’nin çektiği “Suriye’nin Dostları”, BM Güvenlik Konseyi’nde gündeme getirilen yaptırım kararının Rusya ve Çin tarafından veto edilmesinin ardından kuruldu ve ilk toplantısını geçtiğimiz ay Tunus’ta gerçekleştirdi. “Suriye’nin Dostları” grubunu oluşturan emperyalist devletler ve onların işbirlikçisi rejimler, Arap Devrimleri sürecine oldukça hazırlıksız yakalandılar. Devrimlerin patlak vermesinin ardından ilk aşamada, müttefikleri olan diktatörlerin arkasında duran bu devletler, diktatörlüklerin devrim karşısında dayanamayacaklarını anladıklarında, devrimleri destekler görünüp, gerçekte devrimleri düzen sınırları içerisinde tutma çabasına giriştiler. Suriye’deki süreç de bundan farklı gelişmedi. Suriye’de ayaklanmanın başlamasının ardından, Esad rejiminin devrimi denetim altına almasını beklediler.
mokrasiye düzenli geçiş” stratejisi temelde, rejimin baskıcı karakterine dokunulmaksızın, rejimde yapılan ufak değişimlerle, devrimin sönümlendirilmesi amacını taşıyor. Nitekim bugün BM temsilcisi Kofi Annan, katil Esad rejimiyle altı noktalı bir anlaşmaya varmış durumdadır. Bu anlaşma ne
Eğer Suriye’deki muhalefet BM ile katil Esad rejimi arasındaki anlaşma planını kabul ederse, bunun hakkında söylenebilecek yegâne şey, bunun bir ihanet olduğudur
Esad’ın iktidardan uzaklaşmasını ne de baskı rejimi sorumlularının cezalandırılmasını öngörmektedir. Anlaşma, emperyalizmin bir an önce devrime bir son verme amacının açık bir delilidir. Bugüne kadar Suriye’deki politik sürece askeri müdahalede bulunmak için emperyalizm adına uygun koşullar oluşmamıştır, ve buna karşın bir yıl sonra asıl amacının ne olduğu bütün çıplaklığıyla ortadadır: her Kendilerini “Suriye’nin Dostları” ne pahasına olursa olsun devrimi olarak tanıtan devletlerin temel durdurmak. amacı, katliamların durdurulKonferansın düzenleyicisi Türması, insani yardım sağlanması kiye hükümeti, Suriye’deki gelişgibi sloganlar altında, Suriye’de düzenin yeniden hüküm sürmeye melerin başından bu yana oldukça aktif bir tutum içinde. Ayaklanbaşlamasını sağlamak ve devrimi kitlelerin elinden çalmaktır. Dev- manın öncesinde, Türkiye’nin rimden şeytan görmüş gibi korkan Ortadoğu pazarına açılmasında ve emperyalizmin ruh halini İngiltere bölgedeki siyasal hegemonyasını artırmasında Suriye ve Esad rejiBaşbakanı David Cameron’un sözleri oldukça iyi özetlemektedir: mi, Türkiye için stratejik bir ko“Suriye’de şiddeti sona erdirmenin numdaydı. Bu nedenle, devrimin patlak vermesi, Ankara’da da alarm en kısa yolu, alttan yukarı gelen zillerinin çalmasına neden oldu bir devrimdense, Esad’ın görevi ve ilk aşamada Türkiye hükümeti bıraktığı bir iktidar değişimidir.” Esad’ın yanında yer alıp onun Mısır’da ve Yemen’de tipik örakıl hocalığına soyundu. Fakat, neklerini gördüğümüz bu “derejimin devrimi denetim altına
alamayacağına ve diplomatik müdahalelerinin sonuçsuz kaldığına ikna olduktan sonra, emperyalizmin Esad’a açıktan çekilme çağrısı yapmasıyla birlikte, politikasında makas değiştirdi ve Esad-sonrası dönemde etkin bir rol alabilmek adına, rejimin devrilmesi için aktif bir çaba içerisine girdi.
devirebilme noktasına da ulaşabilmiş değil. İşçi sınıfının politik arenaya henüz çıkmamış olmasının ve devrimci bir politik önderlik eksikliğinin sonucu ortaya çıkan mevcut “pat” durumunda, muhalefet arasında emperyalist bir müdahaleden medet umanların etkisi de giderek artıyor. Eğer Suriye’deki muhalefet BM ile katil Esad rejimi arasındaki anlaşma planını kabul ederse, bunun hakkında söylenebilecek yegâne şey, bunun bir ihanet olduğudur.
Müslüman Kardeşler ve liberal eğilimlerin meydana getirdiği emperyalizm-yanlısı ve burjuva bir muhalefet koalisyonu olan Suriye Ulusal Konseyi Türkiye’nin denetimi altında kuruldu. TürBu şartlarda işçi örgütlerinin kiye, Özgür Suriye Ordusu’nun ve uluslararası sosyalist hareke(ÖSO) komutanlarına ev sahiptin Suriye Devrimi’yle dayanışliği yaptı ve hükümet resmi olama yükümlülüğü, giderek daha rak reddetse de ÖSO’ya silah ve belirleyici bir önem kazanıyor. para yardımında bulundu. AKP Bu bağlamda, uluslararası ölhükümeti, Suriye’ye ekonomik çekte, işçi örgütleri ve devrimci yaptırımları destekledi ve Suriyeli gruplar tarafından acilen Suriye sığınmacılara kapılarını ardına Devrimi’yle dayanışma komitelekadar açtı. Bütün bu müdahaleler, rinin kurulması, bu komitelerin hükümetin Suriye’de insan hakları kitlelerin özörgütlenmesi olan ve ve demokrasiden yana olduğu, seferberliklerin başını çeken Yerel zulme sessiz kalamayacağı söylemi Koordinasyon Komiteleri’yle altında gerçekleştiriliyordu. Aynı dönemde ise, Türkiye’de Ağır bir devlet terörü Kürt halkına yönelik baskı ve altında mücadele eden şiddet politikaları aralıksız bir kitleler, rejimin baskı biçimde uygulanmaya devam ve katliam politikaediyor, binlerce politik aktivist, larıyla devrimi ezme “terör suçlamasıyla” tutuklanmaya devam ediyordu. Degirişimini yenilgiye mokrasinin gereklerini yerine uğratmış olsa da, rejimi getiremeyen bir devlet kimseye devirebilme noktasına demokrasi dersi veremez. Veda ulaşabilmiş değil. rebileceği yegâne ders, darbeci generallerle ve katillerle nasıl pazarlık edileceğine ilişkin olabitemasının sağlanması, devrimci lir. Erdoğan’ın Suriye’de örneğini güçlere silah, mühimmat ve sağlık verdiği ders işte budur. malzemelerinin ulaştırılması; Suriye Devrimi’ne muazzam bir itilim Öte yandan, birinci yılını dolsağlayacaktır. duran Suriye Devrimi zor bir dönemden geçiyor. Ağır bir devlet terörü altında mücadele eden kitleler, rejimin baskı ve katliam politikalarıyla devrimi ezme girişimini yenilgiye uğratmış olsa da, rejimi
Suriye’nin Sahte Dostlarının müdahalesini engellemek ve Suriye Devrimi’ni ilerletebilmek için, Suriye Devrimi’nin gerçek dostları sahneye çıkmalı!
POLİTİKA
5
Özel İstihdam Büroları’nın gerçek yüzü! Özel İstihdam Büroları tarafından istihdam edilen çalışanlar, işyerlerindeki sendikalara üye olamayacakları gibi, aynı zamanda yeni bir sendika da kuramayacaklar Armağan Balzamin, 2 Nisan AKP hükümetinin 2023’ü hedef gösterirken, önüne koyduğu amaçlardan şüphesiz en önemlisi ve işçi sınıfını en derinden etkileyecek olanı Ulusal İstihdam Stratejisi Belgesi. 2009 ve 2010 yıllarında Çalışma Bakanlığınca düzenlenen iki ayrı çalıştayda detaylı olarak düzenlenen bu projenin temelleri aslında çok daha öncesinde yatıyor. Ocak 2000 tarihinden itibaren, Dünya Bankası, Hazine Müsteşarlığı, İş ve İşçi Bulma Kurumu, Küçük ve Orta Ölçekli Sanayi Geliştirme İdaresi Başkanlığı, Türk Standartları Enstitüsü, Devlet İstatistik Enstitüsü yetkilileri ile sürdürülen görüşmeler sonucunda, Dünya Bankası ile birlikte uygulanmakta olan, Ekonomik Reform Programı’nı desteklemek, özelleştirme programındaki hedeflerin başarıyla tamamlanmasına destek olmak, kamu kuruluşlarının özelleştirilmelerinden doğan olumsuz ekonomik ve sosyal etkileri hafifletmek amacıyla “Özelleştirme Sosyal Destek Projesi” oluşturulmuştu. Bu projenin devamı olarak sunulan Ulusal İstihdam Stratejisi ve bu bağlamda Özel İstihdam Bürolarının konumu ise uluslararası anlamda hiç de yeni değil ve ABD’de 1945’lere
değin dayanan bir geçmişe sahip. Projenin istihdamı arttırmak ve kayıtdışı çalışmayı azaltma amaçları aslında sadece buzdağının görünen kısmı olarak ortaya çıkıyor ve gerçekte haklarımızın ne denli gasp edileceğini örtbas edilerek sunuluyor bizlere. Bu projeyle uygulamaya geçirmeyi planladıklarını genel olarak, alt işveren (taşeron) uygulamasına ilişkin kısıtlamaların hafifletilmesi, kiralık işçiliğin yani modern köleliğin yasalaşması, yeni esnek çalışma biçimlerinin yasalaşması, kıdem tazminatı fonunun kurulması, asgari ücrette yaş ayrımının yeniden düzenlenmesi olarak ele alabiliriz. Son dönemde atılan adımlara bakacak olursak, AKP hükümetinin, bütün muhalefeti yok sayma pahasına amaçlarını gerçekleştirmek için durmadan ilerlemekte olduğunu görüyoruz! 4+4+4 eğitim sisteminin kabulü bunun en son örneklerinden. Eğitimin burjuvazinin ekonomik ihtiyaçları doğrultusunda yeniden şekillendirilmesi, eğitim-istihdam ilişkisinin sıkı bağlarını gözler önüne seriyor. Esnek ve güvencesiz çalışmanın yanında, sendika hakkının da elden alın-
ması bu stratejinin en önemli amaçlarından bir tanesi. Çünkü, Türkiye’de sendikal haklar mesleğe göre değil, iş kollarına göre düzenlenmiş durumda ve Özel İstihdam Bürolarının hangi işkoluna ait oldukları tüzük ve yönetmeliklerle belirtilmemiş durumda. Yani Özel İstihdam Büroları tarafından istihdam edilen çalışanlar, işyerlerindeki sendikalara üye olamayacakları gibi, aynı zamanda yeni bir sendika da kuramayacaklar. En temel hakların bile, bu denli açıkça gaspı, AKP hükümetinin anti-demokratik uygulamalarını açıkça göstermektedir. Aracı bürolar, vasıflı eleman sağlayan bürolar ve doğrudan hizmet sunan bürolar olarak üçe ayrılan Özel İstihdam Büroları, bu stratejinin uygulanmasındaki en önemli araçlardan biri. Sadece istihdam değil, aynı zamanda sertifikalı eğitim düzenlemeleri, danışmanlık ve yeniden işe yerleştirme danışmanlıklarını da hedefliyorlar. Eğitim diye sunulan hizmet, aslında kişisel gelişim çağına itaatin simgesi. Yeniden yerleştirme danışmanlığı ise, tamamen ekonomik temeller üzerine kurulu ve işe yerleştirme olanağını gerçekte sunmayan bir uygulama.
Dünya çapında yaygın bir uygulama olan outplacement, Türkçeye yeniden yerleştirme danışmanlığı olarak geçmiş ve 2001 krizi sırasında toplu işten çıkarmalar sonrası açılacak işe iade davalarının önünü kesmeyi hedefleyen bir uygulama. Bu uygulama, psikolojik destek ve kariyer danışmanlığı kısımlarını içeriyor. Yani sistemin işlemezliğini örtbas ederken, hakların kullanılmasını engellemek uğruna sözde destek sunuyor işsiz kitlelere. Sistemin adaletsizliği,
Esnek ve güvencesiz çalışmanın yanında, sendika hakkının da elden alınması bu stratejinin en önemli amaçlarından bir tanesi iş haklarımızı elimizden almakla kalmıyor, bunu doğrudan bireylerin eksikliğine indirgiyor. Bir de üstüne, hiçbir şekilde iş bulmayı garantilemeyen bu sistemle bizleri sözde teselli ediyor. Özel İstihdam Bürolarına Hayır! Herkese İş ve İş Güvencesi!
İşkence Pozantı’da başladı, Sincan’da devam ediyor! Kemal Boran, 31 Mart Cezaevinde, devletin koruması altında olması gereken mahkumlar cezaevlerinde taciz, tecavüz, darp gibi olaylara maruz kalıyor. Geçtiğimiz günlerde Pozantı Cezaevi’nde çocuk mahkumlara taciz ve tecavüz edildiğine dair iddialar gün yüzüne çıktı. Bu iddialar doğrultusunda devletin iddiaların doğruluğunu araştırması beklenirken devlet, çare olarak çocukların Pozantı Cezaevi’nden Sincan Cezaevi’ne nakledilmesi yoluna başvurdu. Cezaevinde yatan çocukların bazıları tahliye olduktan sonra cezaevinde taciz ve tecavüze uğradıklarını İnsan Hakları Derneği’ne açıkladılar. Çocukların kendilerine yapılan taciz ve tecavüzü, bir arkadaşıma yapıldı diyerek, taciz ve tecavüzün kendilerine yapıldığını direkt olarak söyleyemedikleri görüldü. Bu durumun çocuklar üzerinde yarattığı baskı ve psikolojik yıkım gerçekten insan olanın kabul edebileceği bir şey değil. Çocukların taciz ve tecavüze maruz kal-
ması devletin ve cezaevi yöneticilerinin aczini ve vurdumduymazlığını gösteren bir durumdur. Adalet Bakanlığı, çözümü çocukları bir başka cezaevine sürgüne göndermekte buldu. Bu çocukların büyük çoğunluğu kamuoyunda taş atan çocuklar diye lanse edilen Kürt çocuklar... Gittikleri Sincan Cezaevi aslında bir çocuk cezaevi değil. Şu anda çocuklar, büyüklerin yattığı koğuşlara birer ikişer dağıtılmış durumda. Bu da ayrı bir aymazlık ve sorumsuzluk anlamına geliyor. Taciz ve tecavüze uğrayan çocukların acilen gözetim altına alınıp psikologlar ve pedagogların gözetiminde tedavi ve ruh sağlığı açısından sağlıklı bir duruma gelmesinin sağlanması gerekiyor. Çözüm, çocukları daha iyi cezaevlerine tıkmak değil, bu çocukların acilen ailelerinin yanına gönderilmesidir. Bir başka durum ise, BDP’nin çocuk mahkumlar ile ilgili araştırma komisyonu kurulup cezaevindeki infaz koşulları-
nın araştırılması ve rapor haline getirilmesi için TBMM’de verdiği önergenin AKP’li vekillerin ret oylarıyla kabul edilmemesidir. Çocuklar için Kuran-ı Kerim ve peygamberin hayatının okullarda okutulması ve 4+4+4 eğitim yasasının çıkartılması için günlerce kavga, dövüş çıkartıp çocukların geleceğini ipotek altına alan AKP, çocukları ne kadar düşündüğünü cezaevindeki çocuklarla ilgili araştırma raporuna ret cevabı vererek, bizim bildiğimiz ama kamuoyunun da daha iyi bilmesi gereken o ikiyüzlülüğünü yeniden göstermiş oldu. Cezaevindeki baskılar bununla da sınırlı değil. Osmaniye T Tipi Kapalı Cezaevi’nde ziyaretçilerin ve mahkumların çırılçıplak soyularak arandığı iddia ediliyor. Aynı zamanda çocuklu mahkumlar, çocuklarına yemek verilmediğini belirtiyorlar. Yine bir başka örnek 2007 yılından. Aralık ayında V.Ç isimli bir arkadaşıyla tutuklandıklarını belirten Ö.Ç, “Henüz
adliyede iken polislerden biri Kürkçüler E Tipi Cezaevi komutanını arayarak, ‘Komutanım 2 terörist getiriyoruz, tören hazırlayın’, dedi. Biz arkadaşımla şaşkın şaşkın birbirimize baktık. Ne töreniydi bu? Cezaevine vardığımızda bu törenin ne olduğu anlaşıldı. Bizi çırılçıplak soyarak tekme tokat dövdüler. Bir sürü asker üzerimize çullandı. Bu çocuklar Apo’nun sağ koludur diyerek bizlere içeride dikkat edilmesini söylediler. Uzun süre cezaevinde baskı ve işkenceye maruz kaldık. Anlatılması çok zor işkenceler yaptılar. Şu anda hatırladıkça o günlere dönüyorum. Uzun süre uykumdan sıçrayarak uyandım. Hala üzerimdeki korkuyu atamadım. Her an yeniden cezaevine düşme korkusu yaşıyorum,” dedi. Cezaevinde taciz, tecavüz ve işkence yapanlar acilen bulunup yargılanmalı. Devletin güvencesi altında olan mahkumların cezaevinde ikinci bir ceza durumuna düşürülmeleri engellenmeli.
6
POLİTİKA
Sivas Davası zaman aşımından düştü,
katliamcı zihniyet hâlâ yaşıyor Sivas Davası 13 Mart’ta zaman aşımına uğradığı gerekçesiyle düşürüldü. 7 sanıklı ek davada 2 kişi artık hayatta değil ve 5 kişi serbest. Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesi hakimi Dündar Örsdemir kararında “İnsanlık suçunda zaman aşımı olmaz ancak bu suçu işleyenler kamu görevlisi değil sivil oldukları için davanın düşmesine karar verildi” dedi Salih Şimşek, 3 Nisan
Sivas Davası 13 Mart’ta zaman aşımına uğradığı gerekçesiyle düşürüldü. 7 sanıklı ek davada 2 kişi artık hayatta değil ve 5 kişi serbest. Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesi hakimi Dündar Örsdemir kararında “İnsanlık suçunda zaman aşımı olmaz ancak bu suçu işleyenler kamu görevlisi değil sivil oldukları için davanın düşmesine karar verildi” dedi. Dava sonucunu protesto eden 50 binden fazla kişi 31 Mart günü Kadıköy’de toplanarak “Sivas’ın ışığı sönmeyecek”, “Katil devlet hesap verecek” sloganlarıyla yürüdü. Sivas’ta neler oldu? Bundan 19 yıl önce, 2 Temmuz 1993’te Madımak Oteli binlerce kişi tarafından kuşatıldı. Pir Sultan Abdal Şenlikleri için gelen 2’si otel görevlisi 35 kişi yakılarak
Tarihin de gösterdiği üzere katliamcı zihniyet ne devlet kadrolarında ne de siyasi partilerde hiçbir zaman gerilemedi. İşçi ve emekçilerin mikrofonu eline almaya çalıştığı her dönem daha da baskıcı yöntemler uygulandı. Ekmeğimize göz diken yasalar ve hükümetler gibi, katliamlar da bu düzenin bir parçası öldürüldü. Göstericilerden de 2 kişi hayatını kaybetti. Yıllarca süren davada 124 kişi yargılandı. Beraat ve tahliyeler sonucu geriye kalan 14 sanık 15 yıla kadar değişen hapis cezası aldı. 33 sanık
“laik anayasal düzeni değiştirip din devleti kurmaya kalkışma” suçundan idama mahkum edildi fakat idam cezasının kalkmasıyla ceza müebbede çevrildi. 8 sanık ise hâlâ kayıp... Katliamcı zihniyet hâlâ yaşıyor
olurdu zaten. Biz biliyoruz ki Sivas Davası’nın avukatlığını yapan Refah Partisi üyeleri -ki en ünlüsü bir sonraki dönem Refahyol iktidarının Adalet Bakanı Şevket Kazan’dır- bugün Saadet Partisi ve AKP kadrolarında yer alıyorlar.
Çorum, Maraş, Dersim ve diğerleri... Unutturulmaya çalışılsa da devlet bürokrasisi ve burjuva partiler bugün de aynı katliamcı zihniyeti paylaşıyor. Yakın tarihte Hrant Dink Davası’nda gördüğümüz ilgisizlik şimdi de Alevilere yönelik provokasyonlarda devam ediyor. Şubat’tan bu yana Adıyaman, Antep ve Erzincan’da Alevilerin oturduğu evlerin işaretlendiği haberleri yayınlanıyor. Erzincan’da bazı evlere ve okul duvarlarına “Kafir Aleviler hepiniz yanacaksınız” yazıları yazıldı. Çeşitli partilerden kınamalar geldiyse de elle tutulur bir aydınlatma girişimi yaşanmadı. Erdoğan her zamanki üslubuyla “Bir CHP milletvekili ne yaptı? 200 eve işaret konulduğunu, Adıyaman’da Alevi vatandaşlara ait evlerin işaretlendiğini söyledi. Bunu da internet yoluyla tüm Türkiye’ye, dünyaya ilan etti. Oysa hadise bambaşka. Sadece 25 eve işaret konulmuş. Bunların tamamı Alevi vatandaşlarımıza ait değil. Üstelik, Emniyet, istihbarat meselenin üzerine gittiler, halen takipçisiyiz.” dedi. Sadece 25 eve konduğuna vurgu yaparak olayı çarpıttı. Provokasyonlar hakkında hükümetten farklı bir yorum veya ciddi bir girişim gelmesi şaşırtıcı
Nitekim Başbakan Erdoğan’ın zaman aşımı yorumu da oldukça manidar. Sivas’a gittiğinde birçok kez 18 yaşında, 19 yaşında, 15 yaşındaki kız çocuklarının babalarının hiçbir taksiratı olmadığı halde (!) idama mahkum oldukları için hüngür hüngür ağladığını anlatan Erdoğan konu hakkında şöyle konuştu: “Bunları göz ardı etmek suretiyle burada tek tarafa ben siyasi bir servis yapmayı doğru bulmuyorum. Bu tür ideolojik yaklaşımlar yanlış. Ankara Adalet Sarayı’nın önünde gösteri yapmak suretiyle belli bir fraksiyonun, ideolojinin borazanlığını yapmayı doğru bulmuyorum. Sivas Davası zaman aşımına uğradı ifadesini ben çok yanlış buluyorum. Sivas davası zaman aşımına uğramamıştır, 5 kişiyle alakalı zaman aşımı vardır. Sivas davasının içerisinde şu anda idama mahkum olduğu halde idam kalktığı için ağırlaştırılmış müebbet hapse mahkum
olan 33 kişi var. Bunun dışında ağır hapis cezasıyla cezalandırılmış onlarca kişi var. Bunlar hep gözden kaçırılıyor, saptırılıyor. Burada çok ciddi yanlışlar var.” Tarihten kareler Erdoğan, üstatlarının izinde bir Japon samurayı gibi kılıç sallıyor. Arka plandaki aktörleri yok sayıp, 33 kişiye verilen cezaya ideolojik işaret etmek ancak dönemin Başbakanı Tansu Çiller’e yakışırdı. Çiller de halefi gibi vaka çarpıtmakta ustaydı: “Otelin etrafını saran vatandaşlarımıza bir şey olmamıştır. Ölenler de çıkan yangın sonucu boğularak ölmüştür.” Hatırlatmakta fayda var. “Olayda ağır tahrik var. Çatışma yok. Otel yangınında can kaybı var” diyen dönemin Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel ve “Bir futbol maçında da bu kadar insan ölebilirdi” diyen dönemin muhalefet lideri Mesut Yılmaz da kendi klasmanlarındaki liderliklerini hiçbir zaman kaptırmadılar. Tarihin de gösterdiği üzere katliamcı zihniyet ne devlet kadrolarında ne de siyasi partilerde hiçbir zaman gerilemedi. İşçi ve emekçilerin mikrofonu eline almaya çalıştığı her dönem daha da baskıcı yöntemler uygulandı. Ekmeğimize göz diken yasalar ve hükümetler gibi, katliamlar da bu düzenin bir parçası. Bugün de aynı küresel politikalar tepemizde bir samuray kılıcı gibi bileniyor. Bir araya gelip omuz omuza vermezsek aynı kılıç bir gün bizim de başımızı almaya gelecek.
KADIN
7
“Şiddet Yasası” yürürlüğe girdi! “Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Yasa Tasarısı” 20 Mart tarihinde Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün onayıyla yürürlüğe (resmen) girdi Duygu Yorgancı, 4 Nisan 31 Ocak tarihinde bakanlar kurulunda imzaya açılan “Kadın ve Aile Bireylerinin Şiddetten Korunmasına Dair Yasa Tasarısı” yahut son ismiyle “Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Yasa Tasarısı” 20 Mart tarihinde Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün onayıyla yürürlüğe (resmen) girdi. Hükümetin ikiyüzlü tavırlarına süreç zarfında hep beraber tanık olmuştuk. 8 Mart tarihinde yürürlüğe girmesi planlanan ve adeta medyada ve sürecin aktörleri tarafından da kadınlara devlet tarafından verilecek bir “armağan” olarak sunulan bu yasa tasarısı, özünde kadınlar için bir “armağan” değil, kadınları aile kurumuna ve şiddeti uygulayan erkeğin beyanına ve boyunduruğuna bağlı kılmanın meşru zeminini hazırlıyordu. Yasa tasarısında ne vardı? Yasa tasarısında şiddete uğrayan veya şiddete uğrama tehlikesi bulunan kadınların korunması ve bu kişilere yönelik şiddetin önlenmesi amacını taşıyan 11 madde önerisi bulunuyordu. Bunların arasında:
koruyucu tedbir kararı, şiddet önleme ve izleme merkezleri, ilköğretim ve ortaöğretimde düzenlenecek toplumsal cinsiyet eğitimleri, herkesin şiddet anını ihbar etme hakkı gibi maddeler bulunuyordu. Bu maddeler her ne kadar dışarıdan bakıldığında pozitif bir görünüme sahip olsa dahi, yasa tasarısı ilan edildikten kısa süre sonra bakanlık tarafından müdaheleler başladı ve şüreç adeta temel haklar üzerine yapılan bir pazarlık süreci haline geldi. Bunu engellemek adına çeşitli kadın örgütleri sürece müdahale olmuş, şiddet gören kadının korunmasının hukuki temelini oluşturacak taleplerde bulunmuşlardı. Fakat yapılan müdahaleler ve talepler mütemadiyen yok sayıldı ve üstüne üstlük süreç, kadınların var olan haklarının da gasp edecek bir hal aldı. Yasanın son hali Önce yasanın koruma kapsamından “yakın ilişki içinde yaşayan kadınlar” çıkarıldı, sonrasında erkeğin şiddeti bir daha uygulamayacağına yönelik beyanıyla ceza indirimine gidildi, son olarak ise önleyici tedbir kararları
veren kurumlar mahkemeler yerine kaymakamlıklar ile yer değiştirildi. Bugün yasanın son halinde ise tanımlayıcı 11 madden “ev içi şiddet”, “kadına yönelik şiddet” ve “toplumsal cinsiyet” tanımları tamamen çıkarıldı. Ayrıca süresiz tedbir kararı kaldırılarak yerine 6 aylık bir limit getirildi; böylece şiddet gören kadının korunmasına da bir kısıtlama getiriliyor ve sürecin 6 ayda bir yeniden başlatılması gibi bürokratik zorlukları da beraberinde getiriyor. Öte yandan, herkesin ihbar imkanı da kaldırılarak, kadının bizzat kendinin gerekli merciye başvurulması zorunlu kılındı. Şiddeti ispatlamak için herhangi bir yazılı belgenin aranmayacağı tasarıda yer alıyordu, şimdi ise hakime gerektiğinde delil arayabilme yetkisi getirildi. Bütün bu uygulamalar gördüğümüz üzere, kadınların korunmasının önünü açmak bir yana, kadının önüne bir dizi bürokratik engel getirerek şiddet uygulayan erkeği bizzat devlet altında koruma altına alıyor. Yürürlüğe geçen bu yasanın, kadınlara hizmet etmediği aşikar; buna karşın kadınların
kocalarına, şiddet gören çocukları da ailelerine teslim eden erkek egemen zihniyet güçlendiriliyor. Kadına yönelik şiddet politik anlamından arındırılarak, sorun yalnızca karı-koca arası bir sorun olmaya indirgeniyor, tedbir kararının kaymakamlıkların elinde olması ile şiddet gören kadınlar bir kez daha devletin yerel aktörleri yardımıyla da kvocalarına teslim ediliyor, şiddet caydırıcı hale getirileceğine teşvik ediliyor. Şimdi yürürlükte olan bu yasa AKP hükümetinin demokrasi maskesi altında gerçekleştirdiği hak gasplarının kadınlar üzerinde yapılan bir ayağını temsil ediyor. 4320 nolu yasa, 1998 yılından beri yürürlükteydi ve şimdiki hali ne kadar yürürlükte kalacak ve bizi ne kadar etkileyecek bilmiyoruz. Bu nedenle ikiyüzlü AKP politikalarını her alanda teşhir etmeliyiz. Biz kadınların temel haklarının ve hayatlarının bir pazarlık alanı olmadığını biliyoruz ve aile kurumu içinde değil kadınlar olarak var olmak istiyoruz. Bu nedenle ikiyüzlü kadın politikalarına hayır diyoruz ve gerçekten kadının beyanını esas alan uygulamalar talep ediyoruz.
Yargının cinsiyeti belli! Erkek... Rukiye B., 2 Nisan Siirt’te 4 kız çocuğuna, Mardin’de N.Ç.’ye uygulanan cinsel saldırı, Bartın’da 14 yaşındaki kız çocuğunda yinelendi! N.Ç. 2002 yılında 13 yaşındayken Mardin’de çoğu kamu görevlisi olan 26 kişinin tecavüzüne uğramıştı. Bu defa da benzer bir haber Bartın’dan geldi. 14 yaşındaki kıza 18 kişinin tecavüz ettiği belirlendi. Savcılık daha en baştan rıza var dedi! Bartın merkeze bağlı bir köy ilköğretim okulunda eğitim gören 14 yaşındaki Ç.K’ya, tecavüz ettikleri gerekçesiyle 22 kişi gözaltına alındı. Gözaltına alınanlardan 4’ü savcılık soruşturması sonunda serbest bırakılırken 18’i tutuklanma istemiyle mahkemeye gönderildi. Olay, 14 yaşındaki ilköğretim öğrencisi Ç.K.’nin okulda durgun ve içine kapanık halinden şüphelenen rehber öğretmenin öğrenciyle görüşmesi ve öğrencinin toplu tecavüze uğradığını söylemesiyle ortaya çıktı. İl Milli Eğitim Müdürü İsa Şeker de öğrencinin bir süredir farklı davranışları nedeniyle okul yönetiminin dikkatini çektiğini, psikolog eşliğindeki görüşme-
de de durumun anlaşıldığını belirterek, olayda tecavüz değil tacizin olduğunu tahmin ettiklerini söyledi. Doğan Haber Ajansı’ndan köyü ziyaret eden Burcu Karakaş’ın izlenimleri ise tıpkı İsa Şeker gibi köylülerin de olayın üstünü kapatmaya çalıştığı yönünde; “Bartın’a vardığımız vakit vatandaşlar arasında da durumun farklı olmadığını görüyoruz. Konu hakkında bilgi edinmeye çalıştığımız Bartınlılar deyim yerindeyse ‘üç maymun’u oynuyor. Adliye memurundan gazetecisine, polisinden sosyal hizmetler kurumu çalışanına kadar hemen herkes olayın “abartıldığı” görüşünde. ‘Tecavüz değil, tacizmiş’ diyen de var, ‘Siz İstanbul’da buradaki olayı nereden duydunuz?’ diye soran da... Sokakta durum ya inkar ediliyor ya da ahali böyle bir şey hiç yaşanmamış gibi davranıyor.” Başsavcılığın açıklaması Başsavcılık’ın Bartın’da yaşanan olayla ilgili yazılı açıklamasında şöyle denildi: “İfadeleri alındıktan sonra Sulh Ceza Mahkemesi’ne sevk edilen zanlılardan 2’si tutuklandı. Yapılan tespit ve toplanan delillere göre, mağdur Ç.K’nin zeka düzeyinin yeterince gelişmemiş olduğu,
ailevi problemlerinin bulunduğu, anne ve babasının ayrılması neticesi psikolojik sorunlar yaşadığı, düştüğü bu durum neticesi birçoğu rızaya dayalı ilişkiler yaşadığı, bunlardan birinin tecavüz niteliğinde gerçekleştiği, diğerlerinin ise cinsel istismar ve cinsel taciz mahiyetinde olduğu anlaşılmıştır. Soruşturmanın halen devam ettiği olayda mağdur koruma altına alınmıştır.” Tecavüzle rıza aynı yerde olamaz! İnsanın öfkesini kabartan bu satırlarda aslında davanın seyrini de görebiliyoruz. 14 yaşında ve hatta zeka seviyesi yaşıtlarına denk olmayan bir çocuğun rızasıyla onca erkekle beraber olduğunu varsayan mahkeme bunlardan sadece birinin tecavüz olduğuna karar vermiş. Bunun doğru olup olmadığını tartışmak bile gereksiz! Bu hukukun erkekleri koruduğunun, yargının da cinsiyetinin erkek olduğunun en büyük kanıtı. Tecavüzler sonucu defalarca fiziksel ve psikolojik müdahalelerden geçmek zorunda kalan çocuklarda rıza arayan, tecavüzcüleri serbest bırakan yargı aslında kadınlara açık bir mesaj veriyor: Tecavüz de sizin suçunuz, yaşınız kaç
olursa olsun! Yasalar değişti ama... N.Ç. Davasında yasaları suçlayan egemen söylemlerin aksine dava çok değişik seyredebilir ve daha farklı sonuçlar çıkabilirdi. Oysa karar, “rızası var” yönünde oldu. Şimdi yasalar değişti; ama benzer bir davada daha en baştan rıza aranıyor. Yasalar süreçte ne kadar önemli olursa olsun biz meselenin erkek egemen yargı olduğunun farkındayız! Adli tıplarda yıllarca süründürülen, mahkeme salonlarında tecavüzü anlatması istenen kadınların sorunlarına gerçekçi bir çözüm, donanımlı tecavüz kriz merkezleri olmalı. Tecavüz sonrasında kadına yardım edecek, yönlendirecek ve süreçte daha fazla yara almamasını sağlayacak bu merkezler Türkiye’nin her yerinde olmalı. Ayrıca, sadece Eren Keskin gibi kadınların, sivil toplum kurumlarının değil bu davada devletin kadının yanında olacak şekilde bir yargılama süreci geliştirmesi ve kadının beyanının esas alması gerekiyor! Yargı, tecavüzde rıza, cinayetlerde haksız tahrik arama! Devlet, kadını değil de aileyi koruma!
8
ARKA PLAN
AKP modeli ekonomik büyüme kime hizmet ediyor? Sosyal hakları iyileştirmeyen, ücretleri yükseltmeyen, çalışma şart ve koşullarını insanileştirmeyen, istihdamı arttırmayan, işsizliği azaltmayan bir ekonomik büyüme en nihayetinde sadece patronların daha da zenginleşmesine hizmet edecektir, etmektedir Oktay Benol, 3 Nisan Önümüzde bir Türkiye tablosu var. Hep birlikte karşısına geçip şu tabloya bir bakalım! Deniyor ki Türkiye Çin’den sonra dünyada ekonomisi en hızlı büyüyen ikinci ülkedir. Üst üste ihracat rekorları kırmaktadır. Kişi başına gelirini son on yılda üç kat arttırmıştır. Çok güzel! Lakin buna mukabil Türkiye’nin dış borcu da son on yılda üç kat arttı. İthalat yani aldığı sattığının çok çok üstünde gerçekleşti. İşsizlik, büyüdüğü söylenen ekonomiye rağmen, azalmadı. Kayıt dışı ekonomi ve istihdamda anlamlı bir gelişme sağlanmadı. Özelleştirmeler yoluyla kamu iktisadi kuruluşlarının neredeyse tamamı satıldı ve/ veya kapatıldı. Bu kuruluşlarda çalışan yüz binlerce işçi zorla emekli edildi, işsiz kaldı ya da hak ve ücret kayıplarıyla güvencesiz çalışmaya mahkûm edildi. Devlet ve belediye elinde kalan tüm mal ve hizmetler paralı hale getirildi. Emeklilik yaşının kademeli olarak 65’e çıkarılmasına karar verildi. İş yasası işçiler aleyhine değiştirildi. Çalışma şart ve koşulları, hak ve ücretler esnekleştirme adı altında tamamen sermaye lehine düzenlendi. Taşeron çalışma daha da yaygınlaştırıldı. İşçiyi tamamen korumasız kılan özel istihdam büroları devreye sokuldu. Kıdem tazminatının 2012 yılında bir fona devredilmesi ve bölgesel asgari ücret uygulaması gündemde. AKP hükümeti “güvenceli esneklik” adıyla sürdürdüğü bu emek karşıtı politikaları Ulusal İstihdam Strateji Belgesi ve Toplu İş İlişkileri Kanun Tasarısı düzenlemeleriyle sendika, grev, toplu sözleşme gibi en temel işçi haklarına kadar yaygınlaştırma peşinde... Dolayısıyla patronlar ve AKP hükümeti her ne kadar bir Türkiye ekonomik mucizesinden bahsetse de gerçek, emekçiler üzerinde yaratılan kıyım ve ortaya çıkan sosyal enkazdır. Buna rağmen sürekli ekonomik büyümeyi önplana
çıkarmak yanlı ve kasıtlı bir politikadır. Açıktır ki bir şeyin başarısı getiri ve götürüsüyle birlikte ele alınmak zorundadır. Sosyal hakları iyileştirmeyen, ücretleri yükseltmeyen, çalışma şart ve koşullarını insanileştirmeyen, istihdamı arttırmayan, işsizliği azaltmayan bir ekonomik büyüme en nihayetinde sadece patronların daha da zenginleşmesine hizmet edecektir, etmektedir. Mesele oburca ekonomik büyümede değil -doğayı ve insanı gözeten- büyümenin kazanımlarının adil ve eşit toplumsal paylaşımını sağlamaktadır. Lakin AKP hükümetinin buna ne niyeti vardır, ne de sınıfsal çıkarları buna izin verir.
pazarlarında daha fazla söz ve pay sahibi olsun, güç ve para kazansın diye. Tabii bunun için patronların dünyaya sattıkları mal ve hizmetlerin diğer ülkelerin ürünleriyle rekabet edebilmesi gerekir. Rekabet en düşük maliyet, en yüksek verimlilik demektir ve kapitalist düzende en çok da işçi ve emekçinin ucuz emek gücü üzerinden sağlanır. Ucuz emek gücü için ise emek örgütsüzleştirilir, işgüvencesi ve sosyal haklar paramparça edilir. Bir yandan sendika, grev, toplu sözleşme işlevsiz kılınır, içi boşaltılır, itibarsızlaştırılır. Diğer yandan; din, mezhep, etnisite, yöre, kültür, statü, cinsiyet vb dâhil elde ne kadar malzeme varsa hepsi kulla-
AKP politikalarıyla sağlanan bu ekonomik büyüme; yüksek vergi, düşük maaş, ağır çalışma koşulları, iş ve sosyal güvenceden yoksunlaştırma ve sosyal hakların parçalanmasıyla sağlanmış bir büyümedir! Ucuz emek gücü! AKP hükümeti borçla büyüyen, kazandığından fazlasını harcayan, gelir-gider dengesi bozuk, milyonlarca işçi ve emekçinin geleceğini ipotek eden neoliberal bir politika izliyor. AKP politikalarıyla sağlanan bu ekonomik büyüme; yüksek vergi, düşük maaş, ağır çalışma koşulları, iş ve sosyal güvenceden yoksunlaştırma ve sosyal hakların parçalanmasıyla sağlanmış bir büyümedir! Pekiyi, AKP hükümeti ne yapmak istiyor? Türkiye’yi dünyanın ucuz emek gücü cenneti yapmak istiyor! Neden? Patronlar dünya
nılarak emekçiler siyasal, sosyal, kültürel ve psikolojik olarak bölünür. Bir yandan da toplumu milli birlik ve bütünlük temelinde zinde tutmak için iç ve dış düşmanlar ve kahramanlar icat edilir. Patronlar, AKP hükümeti, rejimin kravatlıüniformalı bekçileri tekmili birden bu oyunu çok iyi bilirler. Deveyi hamuduyla götürmek! Başbakan, “Kişi başına milli gelirimiz 2002 yılında 3 bin 492 dolardı, bugün 10 bin 444 dolara ulaştı” diyor! Kişi başı gelir kâğıt üzerinde ortalama 18 bin 500 lira olmuş. Kâğıt üzerinde çünkü bunun anlamı Türkiye’de kişi başı
aylık gelirin ortalama 1550, hane başı aylık gelirin 6200 lira olması demektir. Oysa asgari ücret 701 lira. Bizzat Çalışma Bakanı’nın ifadesiyle 5 milyonu aşkın kişi bu ücretle çalışıyor. Pekiyi, nasıl oluyor da 5 milyon kişi 701 lira asgari ücretle çalışırken, 5 milyon kişi de işsiz durumdayken ve daha yeni yaklaşık 2,5 milyon kişi de aylık 295 liradan daha az bir gelir beyan etmişken kişi başı milli gelir 1550, hane başı aylık gelir 6200 lira olabiliyor? İşçinin, emekçinin cebine girmeyen, mutfağına yansımayan milli gelir kimin cebine giriyor? Görüyoruz ki milli gelir dağıtılırken birileri deveyi hamuduyla götürüyor, patronlar gibi! Birilerine de üzümün sapı-çöpü kalıyor, işçi-emekçiler gibi! Hatırlanırsa Çalışma Bakanı, “işverenlerimiz bu konuda biraz daha düşük bir belirlemeden yanaydı” diyerek asgari ücretin kerhen belirlendiğini söylemişti. Yani patronlara göre Türkiye işçisine 701 lira asgari ücret fazla. Patronlara göre Türkiye’de işçi hakları fazla. Patronlara göre Türkiye gelişmek istiyorsa ücretler daha da düşürülmeli, haklar daha da azaltılmalı. O zaman Türkiye gelişir, ekonomi büyür! İşte AKP modeli ekonomik büyüme budur! Patronların, AKP hükümetinin, rejimin kravatlı-üniformalı bekçilerinin işçi ve emekçilere reva gördüğü hayat budur!
İşçinin, emekçinin cebine girmeyen, mutfağına yansımayan milli gelir kimin cebine giriyor? Görüyoruz ki milli gelir dağıtılırken birileri deveyi hamuduyla götürüyor, patronlar gibi!
ARKA PLAN
9
1 Mayıs 2012: Güvenceli iş, onurlu bir yaşam istiyoruz! Ağırlaşan yaşam koşullarına karşı, 1 Mayıs’ta, alanlarda, iş yerlerimizde, bulunduğumuz her yerde “güvenceli iş, onurlu bir yaşam” talebimizin mücadelesini sınıf kardeşlerimizle birlikte vermeye cesaret edersek, kazanabiliriz İşçi Cephesi, 5 Nisan Dünya çapında patlak veren küresel mali kriz, patronlar sınıfı tarafından hazırlanan reçetelerle atlatılmaya çalışılıyor. Bu reçeteler, onların hizmetindeki işçi düşmanı hükümetler tarafından, çalışma koşullarının kötüleştirilmesi, elimizde son kalan sosyal hakların tasfiyesi ve onurlu bir yaşam sürmenin imkânsız hale getirilmesi üzerinden hayata geçirilirken, kriz patronlar için fırsata dönüştürülüyor. Bunun yanında dış borç ödemeleri emekçilerden alınan ağır vergi yükleri ile sürdürülüyor. Ekonomik krizin faturasını yoksulların hanesine yazanlar, baskı politikalarının güçlendirildiği bir eylem programını devreye sokmaktan da geri durmuyor. Yaşanan krizin ekonomik değil de, politik bir kriz olduğu açıktır. “Güvenceli iş” tarihe karışıyor Türkiye’de ise, 1980’den bu yana uygulanan özelleştirme ve örgütsüzleştirmeye dayalı yoksullaştırıcı politik program tamamlanmak üzere. Yeni çalışma düzeni olarak adlandırdığımız, güvencesiz, sigortasız, esnek, düşük ücretli çalıştırmanın önündeki son yasal engeller kaldırılarak insanlık dışı çalışma koşullarının hayata geçirildiği günler kapıda. En son hükümetin, patron örgütlerinin raporlarına dayanarak hazırladığı Ulusal İstihdam Strateji belgesinin uygulanması halinde, kıdem tazminatımız bir fona dönüştürülerek budanacak, geçici iş sözleşmesinin yaygınlaşması için yasal düzenlemeler yapılacak, taşeron çalışmanın önündeki tüm engeller kalkacak, özel istihdam büroları kurularak kiralık işçilik yaygınlaşacak, esnek zamanlı çalışma, evden ve uzaktan çalışma gibi yeni çalışma biçimleri de yasal hale gelecek. Böylece düzenli-güvenceli çalışma giderek istisnai bir çalışma biçimi haline gelirken, “güvenceli iş” tarihe karışacak. Asgari ücrette yaş ayrımı yeniden düzenlenerek 18 yaş altı genç işçilere daha düşük asgari ücret ödenecek. Benzer şekilde, bölgesel asgari ücret uygulamasının başlamasıyla, özellikle kırsalda çalışan emekçilerin daha da ucuza çalışmasının önü açılacak. ‘Ucuz’ ya da Ulusal İstihdam Bel-
gesi, esnek, güvencesiz ve sigortasız çalışmanın kural haline getirilmesinin belgesidir! Bu çalışma koşullarına ek olarak hükümet bir yandan Toplu İş İlişkileri Yasası’nı geçirerek sendikaları daha da işlevsiz hale getirmeyi amaçlamaktadır. Bir araya dahi gelemeden haklarımızı nasıl savunabiliriz? Bu koşullarda onurlu bir yaşam sürdürmek gerçekten mümkün müdür? Bu yüzden, “Herkes için iş ve iş güvencesi” başta olmak üzere, “İşten çıkarmaların yasaklanması”, “ücretler düşürülmeksizin iş saatlerinin kısaltılarak paylaştırılması” gibi talepler etrafında mücadeleyi örmek bugün için acil bir gerekliliktir.
çakçı, gerilla demeden öldürüldüğü; öldürülmeyenlerin cezaevlerine doldurulduğu; kendi evlatlarının savaşa sağlam gönderilip, şehit cenazesi olarak geri döndüğü savaşın durması ancak ulusların siyasal eşitliğinin tanınması, inkar ve imha politikalarına son verilmesi ve Kürt ulusuna kendi kaderini tayin hakkının tanınması ile mümkün olabilir. 1 Mayıs, Kürt halkıyla dayanışmanın, bugün AKP eliyle uygulanan işçi düşmanı ve baskıcı politikalara direnmeye çalışan Türk ve Kürt emekçilerinin kardeşleşmesinin günü olmalıdır. Halklar mücadele ediyor, emperyalist saldırganlık sürüyor
Yaşanan baskı ve sömürü politikaUcuz istihdam stratejisi kadın- larına karşı Kuzey Afrika’dan Arap ları hedef alıyor Yarımadası’na diktatörleri deviren halklar, Avrupa’da krizin faturasını İşçi sınıfına dönük bu saldırılakabul etmeyen kitleler sömürücü rın neticesinde en fazla da kadınlar etkilenecektir. Kadınları baskı altına ve baskıcı rejimlerle hesaplaşıyor. Mısır’da, Tunus’ta, Suriye’de, alan, kadının ev içi ve ücretli emeYunanistan’da, İspanya’da ve daha ğini değersiz ve görünmez kılan, birçok ülkede mücadele eden sınıf krizlerde en fazla kadınları hedef alan erkek egemen kapitalist sistem, kardeşlerimiz, ortak sorunlara sahip yaşadığımız tüm sorunlar karşısında tüm dünya işçilerini mücadeleye bizi yalnızlaştırmaktadır. Bir yandan çağırıyor. Bugün en yakıcı sorun ise, Suriye’de ağır bir devlet terörü altında her gün en az beş kadının öldürüldüğü, şiddet gördüğü; farklı cinsi- da mücadele eden kitlelerin, rejimin baskı ve katliam politikalarına maruz yet kimlik ve yönelimin yok sayılkalmasıdır. İşçi sınıfının politik aredığı, hedef gösterildiği bu sistemde 1 Mayıs, dayanışmanın, emeğimize, naya henüz çıkmamış olmasının ve devrimci bir politik önderlik eksikkimliğimize ve bedenimize sahip liğinin sonucu, muhalefet arasında çıkmanın günü olmalıdır. emperyalist bir müdahaleden medet Asker-polis rejimine “ileri deumanların etkisi de giderek artmakmokrasi” makyajı tutmuyor! tadır. Emperyalist saldırganlığın yakın geçmişte Irak ve Afganistan’da 12 Eylül Anayasası’na dayalı asyarattığı tahribat ortadayken, ker-polis rejimi, AKP hükümetinin Suriye’ye yönelik olası bir müdahale çeşitli makyajlamalarına rağmen devrimi kitlelerin elinden çalmakla baskıcı karakterini koruyor. AKP, kendisi gibi düşünmeyen, politikala- kalmayıp, süreci bir felakete dönüşrına uygun hareket etmeyen, muha- türmeye yetecektir. Bu bağlamda, uluslararası ölçekte, işçi örgütleri ve lif olan herkesi, üniversite öğretim görevlilerini, gazetecileri, siyasi parti devrimci gruplar tarafından Suriye Devrimi’yle sınıf dayanışmasının temsilcilerini, demokratik kitle örgütü temsilcilerini, avukatlar, öğren- örülmesi acil bir gerekliliktir. cileri. hedef alıyor, düşman görüyor. Benzer şekilde, Tunus ve Mısır’da Bu tespitin doğruluğunu görmek başa gelen, emperyalizmle işbirliği için sadece bir günlük gözaltı bilan- halindeki karşı-devrimci hükümetler, çosuna bakmak bile yeterli. eski rejimin tasfiyesi ve devrimlerin Kürt halkına yönelik baskı ve şiddet devam ediyor Kürt halkının, çoluk çocuk, ka-
ilerletilebilmesi önündeki en büyük engellerdir. Bu yüzden, seferberliklerin sürekli hale gelerek rejimlerin
yıkılabilmesi için mücadele eden sınıf kardeşlerimizle dayanışmak, kritik bir görevdir. Emperyalizmle işbirliğine son! Bugün Türkiye ise, Arap devrimlerine karşı emperyalizmle ortak tavırlar alarak, bölgedeki karşı devrimci temel unsurlardan biri olarak rol oynuyor. Suriye’de insan hakları ve demokrasiden yana olduğu, zulme sessiz kalamayacağı söylemini sahiplenen AKP Hükümeti, Kürt halkına yönelik baskı ve şiddet politikalarının aralıksız bir biçimde uygulayıcısı olmaya devam ederken, demokrasi dersi vermeye çalışıyor. Suriye Devrimi’nin ezilmesi için İstanbul’da toplanan Suriye’nin “sahte dostları” ittifakının içinde olması AKP iktidarının ikiyüzlü politikalarının bir tezahürüdür. Bu yüzden, emperyalizmle yapılmış tüm anlaşmaların iptal edilmesi, NATO’dan, BM’den çıkılması gibi taleplerle alanlara çıkmak gerekiyor. Doğanın tahribine hayır! Kapitalizm hükümetin düzenlemeleri ile bir yandan su gibi doğal kaynakları ticarileştirerek daha çabuk tükenip daha hızlı kirlenmesine yol açarken, öte yandan da sermayenin daha çok kazanç uğruna, küçük-büyük her akarsu üzerine HES kurarak, çevresindeki doğayı ve kültürü tahrip etmesi, yaşam alanlarını hiçe saymasına vesile oluyor. Buna karşın bizler, tüm doğal kaynakların kamu mülküne geçirilerek korunmasını ve de tüm kirletici sanayilerin doğanın ve insanın lehine kamulaştırılmasını savunuyoruz. Hiçbir hakkın mücadele etmeden verilmediği bir dünyada yaşıyoruz. Emeğin aşağılanmasında, değersiz ilan edilmesinde ve en hoyrat biçimlerde sömürülmesinde her gün kendisini aşan bu sistemde, korku gibi cesaret de bulaşıcıdır! Ağırlaşan yaşam koşullarına karşı, 1 Mayıs’ta, alanlarda, iş yerlerimizde, bulunduğumuz her yerde “güvenceli iş, onurlu bir yaşam” talebimizin mücadelesini sınıf kardeşlerimizle birlikte vermeye cesaret edersek, kazanabiliriz.
10
ULUSAL SORUN
Kürt sorununda yeni yöntem Yeni çözüm yolu diye tarif edilenin, eski yöntemlere benzediğine bakıp 90’ları yeniden yaşamakta olduğumuzu düşünmek bir hayli yanlış olur. Bugünün baskıları, dünün otomatik bir uzantısı değil tam da rejim içi güç dengelerinin şekillendirdiği yeni aktörlerin ihtiyaçlarının bir yansımasıdır Sedat Durel, 6 Nisan Yeni yöntem dediğimize bakmayın. KCK iddianamesinde BDP’nin kapatılmasına kadar varabilecek kimi betimlemelerin yanında, tutuklama dalgalarına ve Newroz yasağına da bakacak olursak, hükümetin esas olarak yeni olmayan -ama görece toplumsal desteğiyle birlikte çok daha ağır siyasi/sosyal sonuçlar üretebilecek- baskıcı bir yöntemde ısrarcı olduğunu söyleyebiliriz.
Kürtlerinin değil, Suriye Kürtlerinin geleceğinin de yakın bir olasılık olarak kendisini nasıl etkileyebileceğini gördü ve özerklik gibi taleplerin önüne geçmek için, hem dış hem de iç işlerinde yoğun bir mesaiye başladı.
ve Belge Yayınları’nın sahibi Ragıp Zarakoğlu gibi tutuklamaların mantıksızlığı hakkında söz söylemeye dahi gerek kalmadı. İddianamenin gerekçeleri öyle geniş ki, Türkiye’de yaşayıp hayatı boyunca PKK’nin adını duymamış kimseler dışında herkes bu davada sanık olabilir. Ancak bu 3. MİT krizi: Yargı-Hükümet durum da AKP hükümetinin baskı gerilimi rejiminin eski yöntemlerini körce Kuşkusuz ki AKP’nin “çözüm” kullandığı anlamına gelmemektedir. kavrayışına muhalif olan başka AKP hükümeti, öncesinden farklı Buna rağmen yeni çözüm yolu burjuva odaklar da söz konusuydu. olarak Kürt sorununu kabul etmek diye tarif edilenin, eski yöntemlere Çünkü Kürt sorununun çözümü durumunda kaldı, ancak başından benzediğine bakıp 90’ları yeniden devletin neoliberal yeniden yapılan- itibaren sorunu muhatapsızlaştırarak yaşamakta olduğumuzu düşünmek masının ele alınışı ile paralel bir süre- çözme eğilimdeydi. İç çatışmalar ve de bir hayli yanlış olur. Bugünün ci gerektiriyordu, bu da bildiğimizSuriye unsuru altında ise sorun daha baskıları, dünün otomatik bir uzan- den daha da fazla çıkarın çatışması da çetrefilleşti. Böylece AKP için tısı değil tam da rejim içi güç denge- anlamına gelmekteydi. Cemaat ve lerinin şekillendirdiği yeni aktörlerin AKP arasında olduğu ifade edilen bu muhatapsızlaştırmadan belirli sonuçlar almak acil bir gereklilik haline ihtiyaçlarının bir yansımasıdır. Kürt gerilim de Kürt sorununun çözüm geldi. Bu sürecin kalıcı mı, yoksa açılımı sürecini MİT-PKK görüşme- yöntemi ve rejimin yeni yapısı üzegeçici mi olduğunu yine önümüzlerinden başlayıp, KCK iddianamerinde kilitlenmişti. Gidişattan yeterli deki dönemde Suriye ve Türkiye’de sine kadar 5 maddede inceleyecek payı alamadığını hisseden bir (ya yaşanan gelişmeler belirleyecek. Yine olursak sürecin evrimini biraz daha da birkaç) kesimin yargı üzerinden kavrayabilir ve olasılıklar ile görevle- müdahalesi ile, PKK ile görüşmeleri de şimdilik BDP ile müzakereye açık olunmadığı ifade edilirken, KCK rimizi netleştirebiliriz. sürdüren “müzakereciler” ön planiddianamesiyle birlikte BDP’nin 1. MİT-PKK görüşmesi dan geri düşmüş gibi göründüler.. kapatılarak muhatap tartışmasına ayrı bir boyut getirilmesi olasılığı MİT ve PKK arasında Hakan 4. Newroz’un yasaklanması zikrediliyor. BDP’nin kapatılması Fidan’ın bizzat Erdoğan’ı temsil Anayasa hazırlık süreci ve Surisöz konusu olabilir mi? Kürt sorunuettiği Oslo görüşmeleri müzakerenin ye’deki seferberliğin sıcağında 2012 nun geldiği düzey ve bölge ve dünya ne boyuta vardığını göstermekteydi. Newroz’unun kitlesel geçmesi rejim konjonktürü düşünüldüğünde böyGörüşmelerde MİT’in saygılı dili, ve hükümet için iki anlamda risk tave özerklik projesine atfen valililerin şıyordu. Birincisi, kitlesel ve barışçıl lesi bir uygulamanın AKP hükümeseçimle belirlenmesi sisteminin öne- bir Newroz’un geçmesi Arap devrim- tinin beklentilerine uygun bir sonuç rilişi devletin tutumuna dair pek çok ci sürecinde bir Kürt kalkışması için üretmesi oldukça tartışmalıdır. veriyi sağlamaktaydı. Bunun dışında ihtiyaç duyulan görüntüyü sağlayaHükümet-BDP ilişkisi bu bilgilerin basına sızışı, “baharda bilirdi. İkincisi ve daha da önemlisi Hükümetin BDP ile görüşmeleri barışın geleceği” yönündeki değerde, Newroz bu yıl bir bayram günü sürdürmek için temelde yalnızca bir lendirmeleri yanında taşıdı. olarak değil, KCK tutuklularının talebi var: BDP’nin Kandil ve İmralı 2. Arap devrimci sürecinin özgür bırakılmaları talebi etrafında ile ilişkisini koparması. Bu doğrulSuriye’ye sıçraması kurgulanmaktaydı. AKP hükümeti tuda hükümet sadece kontrolden böylesi dinamikler taşıyan kitlesel bir çıkmayacak bir Kürt önderliği ile Kürt sorununu, emperyalizme engündense, en azından batı illerinde masaya oturmaya hazır olduğunu tegrasyon ve dışa açılım politikaları Newroz’u polisiye bir vaka haline ifade ediyor. Öte yandan BDP’nin adına bir biçimde çözmek zorunda getirmeyi tercih etti. Lakin başta ise Hükümet’ten müzakereler için olduğunu hisseden rejim bir ana Diyarbakır olmak üzere, kitlelerin beş temel talebi söz konusu. 1) kadar yalnızca Türkiye Kürtlerinin her şeye rağmen sokağa dökülüşü ile Askeri operasyonların durdurulması, seferberliğinin kontrolden çıkmasınİstanbul dahil, hükümetin hesapları 2) Öcalan’ın tecridinin sonlanması, dan korkmaktayken, Arap devrimci tutmadı. 3) KCK operasyonlarının sonlanmasürecinin Suriye’ye yansıması tabloya sı, 4) Barış için bir barış konseyinin yepyeni bir renk verdi. Irak’ta özerk 5. KCK İddianamesi oluşturulması, 5) Özel yetkili mahbir Kürt devletinin bulunması ve KCK iddianamesinin tamamlankemelerin kapatılması. Dört taleaynı modelin Suriye’de de belirmesi ması da, şimdilik açılım ve barış bin hükümet tarafından ne derece olasılığı, Arap devrimci sürecinin söylemlerinin değil askeri ve siyasi yapılabileceği bir tartışma konusu Suriye ile birlikte Kürt illerine de sıç- operasyonlar sürecinin ön planda olsa da, özellikle Öcalan ile ilişkili raması olasılığını gündeme getirmiş olduğunu işaret etmekte. Meşhur talep hükümet için -hele şu andaoldu. Artık rejim yalnızca Türkiye örnekler olan Prof. Dr. Büşra Ersanlı kırmızı çizginin bir hayli ötesinde
bulunmakta. Uzlaşı ihtimallerinin tükenmeye yüz tutuyor gibi göründüğü bu dönemde, AKP temel olarak baskı araçlarına sarılıyor. Muhatap sorununda ise bir yandan BDP’yi baskı altında tutmaya devam ederken, diğer yandan Barzani kozunu canlı tutarak Kürt sorununun çözümünde alanını genişletmeye ve yeni alternatifler yaratmaya çalışıyor. Sonuç yerine Hükümetin bugünkü barış kurgusu eşit bir barış değil, muhatabın yenilgisi üzerine kurgulanan bir tek yönlü “barış” dayatmasıdır. BDP’nin kapatılmasının görüşülmesi, askeri operasyonlar ve KCK operasyonlarından hiçbiri meşru değildir! Bizler bir bütün olarak bu saldırıların karşısında duruyoruz. Açılımın ilk sürecinde barış söylemlerini dillendiren ve liberalleri bu söylemle kazanan iki yüzlü politikaların ne denli koşullara bağlı ve güvenilmez olduğunu sürekli olarak ifade etmiştik. Şimdi bu değişimi gözlerimizle görüyoruz. AKP hükümeti barışın gelebilmesi için güvenilebilecek son kurum olduğunu yeniden göstermektedir. Kürt sorununun çözümü için, Terörle Mücadele Kanunu’nu ile özel yetkili mahkemelerin lağvedilmesini ve her türlü operasyonların durmasını acilen talep ediyoruz. AKP hükümetinin barıştan yana olmadığını biliyor ve Zonguldak maden işçilerinin Zonguldak-Botan hattı diye tanımladıkları tarihsel ittifakın mümkün olduğuna inanıyoruz. Dahası hem emek sorunlarının çözümü hem de özgürlük sorununun çözümü için başka bir yolun olmadığını düşünüyoruz. Bu sebeple bölgesel asgari ücretin tartışılmaya başladığı 1 Mayıs arifesinde, hem hükümetin istihdam stratejisine karşı gelip hem de kaderini tayin hakkı dahil, Özel Yetkili Mahkemelerin kaldırılması gibi talepler etrafında Kürt halkı ve Türkiye işçi sınıfının ortaklaşmasının barış ve onurlu bir yaşam için tek gerçekçi dinamik olduğunu biliyor, bu çözümün hayata geçebileceğine de inanıyoruz.
GENÇLİK
11
4+4+4: Eğitimde neoliberal yeniden yapılanma süreci 4+4+4 formülü öncelikle ve sadece dini değil, etnik ve sınıfsal eşitsizliklerin derinleştirilmesini de kaçınılmaz hale getiriyor Leyla Kızıltan, 3 Nisan
Neoliberal politikaların taşıyıcılığını üstlenen AKP hükümeti, Türkiye’deki eğitim sistemini kapitalizmin ihtiyaçlarına göre yeniden şekillendirmek istiyor. Burjuvazinin ihtiyaçlarına göre biçimlenmesi hedeflenen eğitimde değişiklik üniversitelerde Bolonya Süreci ile devam ederken, ilk ve orta öğretimde 4+4+4 şeklinde formüle edilen eğitim sistemi ile derinleştiriliyor. Bu yeni formül öncelikle ve sadece dini değil, etnik ve sınıfsal eşitsizliklerin derinleştirilmesini de kaçınılmaz hale getiriyor. Başbakanın iddia ettiğinin aksine bu yasa kız çocuklarının okula devamını arttırmamakta, tersine 13 yaşından itibaren öğrenimlerine “açık öğretim” şeklinde devam etmelerinin önünü açarak onları eve kapatmakta ve çocuk yaşta evliliğin önünü açmaktadır. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin kararına rağmen
zorunlu din dersleri kaldırılmazken çocukların 10 yaşından itibaren İmam Hatip okullarına gitmesinin de önü açılmaktadır.
yokken (hatta teklifin ilk halinde “11 yaşını doldurmak ve ilköğretim birinci kademeden mezun olmak” olarak düzenlenmişti) maaşsız çalıştırılacak stajyerlerin sayısındaki üst sayı sınırlaması da kaldırılıyor.
Torba Yasa’yla lise eğitiminde yapılan zorunlu stajlardaki ücretlere el koyan hükümet, ucuz, esnek ve Ayrıca güvencesiz uzun süreBaşbakanın iddia ettiiş gücünün dir mücadeyükünü lesi verilen, ğinin aksine bu yasa kız çocukların okul öncesi çocuklarının okula deda omzuna eğitim ve vamını arttırmamakta, bindireanadilde, tersine 13 yaşından itibarek patron parasız eğiörgütlerini tim hakları ren öğrenimlerine “açık gururlanverilmiyor. öğretim” şeklinde devam dırıyor. Hatta etmelerinin önünü açarak Nitekim ilköğretim çıraklık için onları eve kapatmakta ve eğitiminin, ‘’14 yaşını “devlet çocuk yaşta evliliğin önüdoldurmuş, okullarınnü açmaktadır. en az ilköğda parasız retim okulu olduğu” mezunu olmak’’ şartında çocuk- ifadesi yasa maddesinden çıkarılılar lehine yeni bir düzenleme yor. İlköğretimin paralı olmasına
zemin hazırlanıyor. Madalyonun diğer yüzünde ise öğretmenler var. Her geçen gün, ataması yapılmayan öğretmenlerin yaşadığı zorluklarla ilgili haberler gelirken, değişiklik yürürlüğe girdikten sonra 5. sınıf okutan bütün öğretmenler “norm fazlası” haline gelecek ve bakanlık tarafından başka görevlerde görevlendirilebilecek. Parasız, bilimsel, anadilde eğitim! İşçilerin çocuklarına kredi değil karşılıksız burs! Kâr amacı güden eğitim kurumları kamulaştırılsın! Parasız, nitelikli okul öncesi eğitim! Ataması yapılmayan öğretmen kalmasın! Staj yapan öğrencilere sigorta ve asgari ücret!
Cihan artık özgür, ama... Arkadaşımız Cihan’ın ve diğer tüm tutuklu öğrencilerin beraatını talep eden mücadelemize devam edeceğiz. Bu mücadelenin ancak, tutuklamalara sebep olan Terörle Mücadele Kanunu’nun kaldırılması ve Özel Yetkili Mahkemelerin lağvedilmesiyle başarıya ulaşacağına inanıyoruz Barış Sansar, 5 Nisan öğrencilerin sayısına dair kesin bir veri elde etmek oldukça güç. Öte yandan, bu durumu salt bir sayı meselesine indirgemek yanlış bir algıya neden olabilir. Belirtmek gerekir ki, çoğunluğunu Kürt veya örgütlü ve politik duyarlılığı olan öğrencilerin oluşturduğu bu toplam, rejimin niyetini açık ediyor. Sadece Cihan’ın davasında yaşanan ve Okullarda disiplin soruşturmagazetemizde sık sık haberini ları ve uzaklaştırma başta olmak yaparak dile getirdiğimiz olaylar üzere, çeşitli cezalarla kurulan dahi gösteriyor ki, keyfilik bu baskı devam ederken, yeni rejimin iliklerine işlemiş ve adatutuklamalar ve tahliyeler birbilet onların eline bırakılamayacak rini izliyor. Dolayısıyla, tutuklu “Cihan’ı almaya gidiyoruz” demiştik . Arkadaşımızı onların elinden aldık. Başarmış olmanın mutluluğu tarif edilemez. Fakat, sürece dair birkaç söz söylemek yerinde olacaktır. Zira; süreç henüz bitmedi, Cihan henüz beraat etmiş değil, operasyonlar ve tutuklamalar ise hâlâ devam ediyor.
kadar hayati bir mesele. Sudan sebeplerle tutuklu bulunan öğrenciler, eğitimlerine devam edebilmek için ihtiyaç duydukları ders notu ve kitaplara ulaşabilmek, sınavlarına girebilmek için ayrıca mücadele vermek zorunda kalıyorlar. Bununla beraber, üniversitelerde git gide yaygınlaşan tutuklamalar, üniversite bileşenleri arasında kısmi de olsa bir kaynaşmayı beraberinde getiriyor. “Öğrencime Dokunma!” adıyla çeşitli üniversitelerden öğretim elemanlarının başlattığı kam-
panya bu açıdan oldukça önemli. “Sınıflarda öğrencilerimizle tam mevcutlu olarak bir arada olmak istiyoruz!” diyen öğretim elemanlarıyla beraber mücadelemizin daha da güç kazanacağına inanıyoruz. Arkadaşımız Cihan’ın ve diğer tüm tutuklu öğrencilerin beraatını talep eden mücadelemize devam edeceğiz. Bu mücadelenin ancak, tutuklamalara sebep olan Terörle Mücadele Kanunu’nun kaldırılması ve Özel Yetkili Mahkemelerin lağvedilmesiyle başarıya ulaşacağına inanıyoruz.
12
İŞ YERLERİNDEN
Finans Merhaba, Özel bir bankada müşteri temsilcisi olarak çalışıyorum. İnsanların genelde çalışma ortamının rahatlığına imrendiği sektörlerden biri olması nedeniyle iş ortamımdan bahsetmek istedim. Sabah 8.30’da masamızda olup, gün boyunca mevcut müşterilerin ihtiyaçlarını gidermek, aynı anda her gün en az 3 yeni müşteri ziyareti gerçekleştirmek ve bu kadar riskli bir işte hiç yanlış yapmayıp bankaya yeterince karlılık sağlamakla sorumluyum. Akşam çıkışımızın ve hafta sonu çalışma saatlerimizin asla belli olmadığı ve birden fazla yöneticinin baskısına birebir maruz kaldığımız bir ortamda çalışıyoruz. Gelişen teknoloji tüm çalışanların günün her anında neler yaptığını yöneticilere detaylı bir rapor olarak dökebiliyor ve yaptığımız ya da yapmadığımız her şey için günlük, haftalık, aylık v.s. birebir toplantılarla sorgulanıyor ve açıklama yapmak zorunda bırakılıyoruz.
görünmek için de sanat, spor vs. sponsorlukları ile topluma karşı görevlerini yerine getiriyor imajını da eksik etmezler. Bu konuda ne BDDK ne de devlet kurumları önlem alıyor, üstelik her şey apaçık ortada olduğu halde. Bankaların yıllık karlarını hepimiz biliyoruz. Bankalar kar amacı güden ticarethaneler olduğu sürece tüm topluma zarar vermeye devam edecektir. Çözüm ancak kamusallaştırılmış ve sadece ihtiyaçlara cevap veren bir bankacılık sistemi kurulmasıdır. Sosyal haklarımızı kazandığımız ve insan gibi yaşayabileceğimiz günler görebilmeyi dilerim... Hepimiz için... İC okuru banka işçisi
Tekstil Newroz ve sınıf dayanışması Newroz, direnişin özgürlüğün bayramı. Bu yıl Newrozu 18 Mart’ta kutlamak istedi BDP’liler. Çünkü pazar günü tatil, katılım daha fazla olur diye düşünüldü. AKP ise “Olmaz!” diye diretti. Halbuki geçen yıl da 21 Mart’a denk gelmemişti, sorun yaratılmamış ve Newroz tüm Türkiye’de coşku ile kutlanmış ve sorun yaşanmamıştı.
Gişe çalışanları dahil herkesin çok ağır hedefleri var. Üstelik ücretler alınan risk ve çalışma saatleri düşünüldüğünde oldukça düşük. Bu şartlar nedeniyle de bankacılar sosyal hayatlarından ve zamanla sağlıklarından 18 Mart Pazar günü mesaideyoluyorlar. Pek çok şube eksik dik, radyoda Newroz ile ilgili personel ile kapasitesinin sonuna kadar zorlanıyor. Kurum, çalışanları tam anlamıyla köle yerine koymak için elinden geleni yapıyor, üstelik kurumsal firma kimliğinin arkasında bunu kılıfına uydurmak o kadar kolay ki... Grev yapmamız yasak, yaptığımız iş hakkında konuşmamız yasak.. Her yıl pek çok banka, çalışanlarını yeterince kar edemediği gerekçesiyle işten çıkarmakta daha da kötüsü yaptığı baskıyla kasıtlı olarak istifaya zorlamaktadır. Bankalar hem müşteri hem de çalışanları sömürmekte ve sadece kendi çıkarları için çalışmaktadır. Sempatik
MEKTUPLARINIZI
BEKLİYORUZ
ISCICEPHESI@
GMAIL.COM
haberler veriliyor ve olaylardan bahsediliyordu. Çalıştığım işyerinde arkadaşlar BDP’yi ve Kürtleri suçluyor, hatta bazıları olaylara sebep olanlara küfrediyordu. Patronun kardeşi işi daha da ileri götürüp küfrün dozunu kaçırarak işi çığırından çıkardı. Van depreminde depremzedelere yardım yapmışlar, “haram olsun” diyor ve “Allah kime bela vereceğini iyi biliyor” diyordu. Ben ise “Bu işin bu hale gelmesinde tek sorumlu AKP hükümetidir” diyerek izin verilmemesinin bu olayların çıkmasına sebep olduğunu söyledim. O zaman bir arkadaş “Geçen yıl İstanbul’da böyle olaylar çıkmamıştı” diye ekledi. Ben de “İzin verilse yine olay çıkmazdı” dedim. Aynı arkadaş “Devlet izin vermiyorsa bir bildiği var” diye ekledi. İC okuru tekstil işçisi
Hizmet Merhaba Arkadaşlar, Önceki sayılarda da anlattığım üzere ben eski hizmet sektörü çalışanı şimdilerde ise işsiz bir okurum. Çağrı merkezi operatörü olarak yaklaşık 5 yıl çalıştığım firmadan sağlık sorunları ile ayrılmayı planlamıştım. Yaptığım iş gereği sürekli telefonla konuşmaktan kulağımda ciddi rahatsızlıklar olmuştu. Kendi araştırmalarım sonucunda kı-
dem tazminatımı alarak çıkabilmem için elimde rahatsızlığımı belirten belge, sağlık raporu olmalıydı. Bunun için hastaneden heyet raporu aldım. Rapor sonucunda izleyeceğim adımları ise bu gazetenin düzenlemiş olduğu iş hukuku seminerinde tanıştığım avukat arkadaştan öğrendim. Kendisi -daha erken sonuçlanması veya karşılıklı anlaşma sağlanabilmesi adına- genel müdür ile konuşmamı söylemişti. Fakat bu görüşme son derece gerilimli oldu. Müdüre gitmeden önce insan kaynakları ile görüştüm. Ona yaşadığım sağlık sorunlarımı anlattım. İnsan kaynakları personeli de bu durumu genel müdü ile görüşüp dönüş yapacağını iletti. Aradan geçen iki saat sonra genel müdür odasına çağırarak ik yetkilisi ile birlikte rahatsızlığımın çalışmaktan kaynaklanamayacığını ve bu kadar konuşmamın normal olduğunu söylediler. Ben de heyet raporumun olduğunu, bundan dolayı haklı olarak sözleşmemi fesedebileceğimi, buraya da sadece konuşmaya, anlaşmaya geldiğimi; aski halde de mahkemeye başvuracağımı belirttim. Benim rahat tavrım onları kızdırmış olmalıydı ki kuyruğuna basılan köpek misali sektörün küçük olduğunu, ilerde çalışma yaşamımda sorunlar yaşayabileceğimi söyleyip üstü kapalı tehdit ettiler. Ben de daha fazla uzatmadan ayrıldım ve en kısa sürede avukat arkadaşın da yardımıyla noterden ihtarname çekerek iş sözleşmemi sonlandırdım. Kıdem tazminatım yatırılmadığı için de şimdi dava açacağım. Görünen o ki işçi olarak, çalışan olarak haklarımızı bilmemiz ve korkmamamız gerekiyor. Bunun için de olabildiğince okumalı, öğrenmeliyiz. Tabii bunların hepsi bireysel hukuki tarafları. Bir de birlik, beraberlik içinde örgütlü olabilsek işte o zaman işverenle pazarlık yapabilir toplu sözleşme ile haklarımızı sonuna kadar alabiliriz. İC okuru hizmet işçisi
13 İspanya’da genel grev yeni bir mücadele dönemi başlatıyor POLİTİKA
Yusuf Barman, 30 Mart
Franco sonrası İspanyası’nda düzenlenen sekizinci genel grev gerçek bir başarıya ulaştı, hükümete ve işveren örgütlerine karşı işçi sınıfı pazularını sıkmakta olduğunu gösterdi.
kısıtlanması (özellikle sağlık, eğitim bankaların kasasını dolduruyordu); ve sosyal güvenlik alanlarındaki kesin- ama bir süre sonra prim süresi biten tiler) yatırımları kışkırtacak, böylece ve yeni bir iş bulamayanların sayısı ekonomi büyüyerek yeni istihdam hızla kabarmaya başladı ve hiçbir olanakları yaratacak. Merkel-Sarkozy geliri olmayan hane sayısı 1,5 milyona ulaştı. Öte yandan on binlerce aile, 29 Mart günü İspanya’da sanayinin çizgisindeki bu “tasarruf ” politikasının yaratacağı ipoteklerini yüzde 85’i; 10’dan az işçi çalıştıran iddia edilen ödeyemez hale küçük işletmelerin yarıdan fazlası; Gelecekteki muhtemel sonuçlarına, gelip konutladükkân, kafeterya gibi işyerlerinin bir ekonomik toparlanma ciddi ekorını kaybediönemlice bir bölümü kapalı kaldı. sonrasında, ne kaybedilen nomistler yor, anahtar“Asgari servis” olarak öngörülen haklar iade edilecek, ne de arasında bile larını bankaya saatlerin ve miktarın dışındaki tren, inanan yok. teslim edip lağvedilen sosyal hizmetler metro ve otobüs hizmetleri ile hava Tüm Avrupa -kelimenin yeniden kurulacak. Yani burve deniz taşımacılığı tamamen durdu. gerçek anlaBaşta Madrid, Barcelona, Valencia ve çapında uygujuvazinin örgütlediği tarihi mıyla- sokakSevilla gibi büyük kentler olmak üze- lanmakta olan bir darbeyle karşı karşıyayız ta kalmaya re yüzlerce yerleşim yerinde düzenle- ve özellikle mahkûm nen sokak gösterilerine 10 milyonun Yunanistan, Portekiz, İrlanda, İtalya ve İspanya oluyordu; üstelik bankalar geri kalan üzerinde emekçi katıldı. Özetle, gibi ülkelerde yoğunlaşan bu poliipotek alacaklarını talep etmeye deFranco sonrası İspanyası’nda düzentikanın altında yatan gerçek, borsa vam ediyorlardı. Sendika bürokrasisi lenen sekizinci genel grev gerçek bir ve inşaat spekülasyonlarının krize hâlâ susuyordu. başarıya ulaştı, hükümete ve işveren sürüklediği emperyalist ülke bankalaörgütlerine karşı işçi sınıfı pazularını Sendikaları harekete geçiren rına “kurtarma” adı altında milyarlarsıkmakta olduğunu gösterdi. emekçiler oldu! ca avro pompalamak, artan dış borç Genel Grev, başta çoğunluk sendika ödemeleriyle finans sektörü denen Bu arada toplumsal huzursuzluk konfederasyonları İşçi Komisyonartmaya devam ediyordu. Ama Kasım modern tefecileri güçlendirmek ve ları (CC.OO.) ve Genel İşçi Birliği 2011 genel seçimlerinde, PSOE’nin bütün bunların faturasını işçi ve (UGT) olmak üzere hemen tüm sen- emekçi yığınlarına ödetmek. Üstelik tabanını oluşturan yaklaşık 4,5 mildika örgütlerince, Halk Partisi (PP) “kriz karşıtı önlemler” denen uygula- yon işçi ve emekçi sandığa gitmeyi lideri Mariano Rajoy hükümetinin reddedip, uygulamaların sorumlusu maların hiçbiri “geçici” değil; işçi ve ilan ettiği “İş Reformu” yasasına karşı emekçi yığınlara indirilen darbelerin olan partilerine tarihi bir ceza kestidüzenlendi. “Reform” Avrupa işçi ğinde, sağcı PP bir anda parlamentohepsi kalıcı. Gelecekteki muhtemel sınıfına yönelik saldırıların en şiddet- bir ekonomik toparlanma sonrasında, da mutlak çoğunluk elde etti. Ve tabii lilerinden birini oluşturuyor. Sadece ardından da bugünkü saldırı geldi. ne kaybedilen haklar iade edilecek, ücretler sınırlanmakla ve tazminatsız Üstelik, PP hükümetinin yeni önlemne de lağvedilen sosyal hizmetler bireysel ve toplu işten çıkarmalar yeniden kurulacak. Yani burjuvazinin leri, göçmenlerin ve sanayi işçilerinin kolaylaştırılmakla kalmıyor; toplu yanı sıra, büyük sendikaların kaymak örgütlediği tarihi bir darbeyle karşı sözleşme düzeni tamamen patronlar tabakasını oluşturan yaklaşık 5 milkarşıyayız. lehine değiştiriliyor, çalışma merkeziyon kamu emekçisine ve memurlar İspanya sınai ve mali burjuvazisinin nin ve saatlerinin düzenlenmesi işvekitlesine de son derece ağır darbeler saldırısı aslında üç yıl önce, Sosyalist rence her an ve onun istediği biçimde indiriyordu; yani, sendikaların temel Parti (PSOE) hükümetleri aracılığıyla değiştirilebilir hale getiriliyor, sosyal sütunları yıkılmaya yüz tutmuştu. başlatılmıştı. İlk toplu tensikatlar ve haklar lağvediliyor, emeklilik neredeyBütün bu uygulamaların basıncına işsizlik salgını göçmen işçiler üzerinde se imkânsızlaştırılıyor. İspanyol işçi başlatılmış ve yaklaşık dört milyon sınıfının Franco sonrası “demokrasi” Bugün İspanya ile birlikte, göçmenin yarıdan fazlası sefalete döneminde zorlu mücadelelerle elde mahkûm edilmişti. O dönemfinans kapitalin ve karşıettiği tüm haklar bu karşı-reformla bir de sendika bürokrasisi tamamen devrimci hükümetlerin salkalemde siliniyor. suskun kalarak bu uygulamaları dırısına karşı mücadeleyi Burjuvazinin tarihi saldırısına zımnen desteklemişti. Sonra sıra uluslararası düzeyde ortakkarşı genel grev! büyük sanayiye geldi ve yüz binlerlaştırabilmenin temelleri Sağcı hükümet bütün bu önlemleri ce proleter işten çıkarıldı; bürokrasi hazır hale gelmekte susmaya devam etti ve hükümetle ülkede işsizlik oranının yüzde 23’e çıkmasına (5,5 milyon işsiz), dış borç tensikatların “düzenlenmesi” yolunda anlaşmalar imzaladı. Bu arada yükünün gayri safi milli hâsılanın sendika bürokrasileri artık dayanamaSosyalist hükümet işsizlik ödentilerini dı ve nihayet Genel Grev ilan etti. yüzde 61’i düzeyine yükselmesine vermeye devam ediyordu (gerçi işsiz(641 milyar avro) ve büyüme oranıGenel Grev günü milyonlarca işçi lik primi de bankalar için yağlı bir genın negatife geçmesine neden olan ve emekçinin sanayi mahallelerini ve şiddetli ekonomik krize karşı aldığını lir kaynağına dönüşmüştü; devlet bu iddia ediyor. Ona göre işçi haklarının primleri ödemek için dış borçlanmaya kent merkezlerinin sokaklarını işgal etmesi, CC.OO. ve UGT bürokbaşvuruyor ve yüksek faiz gelirleri yok edilmesi ve sosyal hizmetlerin rasilerinin kitleler nezdinde büyük
prestije ve güvenilirliğe sahip olduklarını değil, emekçilerin nihayet kendi yegane kitle örgütleri olan sendikalarını harekete geçirmeyi başardıklarına işaret ediyor. Onların bu başarısı, sendika üyesi olmayan yüz binlerce emekçinin, işsizin ve göçmenin de seferberliğe geçmesinde etkili oldu. Ama bir günlük genel grevin, emekçi yığınların yaşadığı ciddi sorunları çözemeyeceğini herkes biliyor, ve sorun da bu noktada düğümleniyor: şimdi ne yapmalı? Bu noktada izlenecek çizgi ikiye ayrılıyor: Birinci çizgi, CC.OO. ve UGT bürokrasilerinin önerdiği, hükümetle pazarlıklar yoluyla reformlar paketinin “yumuşatılması”, “kabul edilebilir” hale getirilmesi. Bu öneri kuşkusuz emekçi kitleleri bölüp, birbirine düşürüp, burjuvaziye daha yumuşak bir çıkış yolu yaratmaya yönelik; ama sınai ve mali burjuvazi o denli kendine güvenir halde ki, PP hükümeti sendikaların pazarlık taleplerini kabul etmiyor ve bu doğrultuda Avrupa Birliği’nden tam destek görüyor. İkinci yol ise, Genel Grevin başlattığı mücadeleyi, hükümeti reform yasasını geri çekmeye mecbur kılana değin sürdürmek. İşyeri temsilcilikleri, işyeri sendika seksiyonları, mahalle meclisleri, çoğunluk sendikalarındaki muhalefet koordinasyonları, sınıf sendikaları önderlikleri, vb. arasında kurulacak birleşik komiteler aracılığıyla, sokak gösterilerinin, protesto eylemlerinin, işyeri direnişlerinin ve nihayet, büyük sendika yönetimlerini de zorlayarak, yeni genel grevlerin örgütlenmesi zorunlu. Üstelik, aylardan beri kabarmakta olan ve 29 Mart günü tüm vücudunu açığa vuran seferberlik dalgası, onun belli ettiği mücadele isteği ve heyecanı, bunun olanaklı olduğuna işaret ediyor. Üstelik sorun sadece İspanya’ya ait değil. Yunanistan ve Portekiz emekçileri bir yılı aşkın bir süreden beri mücadele etmekte, ardı ardına genel grevler örgütlemekte. Bugün İspanya ile birlikte, finans kapitalin ve karşıdevrimci hükümetlerin saldırısına karşı mücadeleyi uluslararası düzeyde ortaklaştırabilmenin temelleri hazır hale gelmekte. Kısacası, işçi ve emekçilerin lehine çok verimli olabilecek yeni bir mücadele dönemine girmiş durumdayız. Başarının öznel gereklerini yerine getirme görevi hepimize düşüyor.
14
ULUSLARARASI
Yunanistan: Leta Zotaki ile Kilkis Hastanesi İşgali üzerine Kilkis/Yunanistan, İşçi Cephesi - Söyleşi, 24 Mart
-özellikle yazdan sonra- yeterince personelimizin kalmaması oldu. Kan tetkikleri gibi basit işlemler için bile yeterli personelimiz yoktu... Mamografi, ultrason gibi işlemler için Ardından iki yıl önce başlaekipman sıkıntısı çekmeye yan Troyka’nın (IMF - AB başladık. Yine aynı şekilde Avrupa Merkez Bankası) dayatmaları ve memorandumlarla doktorlar azaldı. Üroloji debirlikte her şey iyice kötüleşti. partmanında yalnızca 1 doktor var. Pediatri departmanımızda Adeta bir yıkım yaşandı. doktor yok, başka hastaneSağlık sistemi paralı hale den ödünç alıyoruz. Yeterince gelmeye başladı değil mi? kardiyolog yok vb. Bu nedenEvet, sağlık sistemi paralı hale lerden dolayı hastane işlevsel getirildi. Aktarılan para kesildi, olmaktan çıktı. Ki bu hastaneyi kapayacakları anlamına gelipersonel azaldı… yordu. Troyka’nın kararlarına Geçtiğimiz Ağustos’tan itibaren işçilere, Kasım’dan sonra Bizler artık şunu biliyoruz: Bu bir da doktorlara me- finans sorunu değil, politik bir sosai ücretleri (nörun. Üstelik İspanya’da, Fransa’da bet saatleri) ödentüm AB’de aynı sorun yaşanıyor memeye başladı. Ücretlerle ilgili göre bir işletmenin işlevsellik ilk sorun buydu. İkinci problem ise Ekim ayından itibaren değeri yüzde 50’nin altında ise kapatılması gerekiyor; bizim doktorlar dışındaki hastane hastanenin ise işlevselliği yüzde çalışanları için ortak ücret tarifesi uygulamasına geçilmesi 40’ların da altına düşmüştü… Tüm bunların sonucunda oldu. Ücretler daha önce alise artık bir şeyler yapmalıyız Leta, bize öncelikle krizle dıklarından daha az bir ücret dedik… seviyesinde sabitlendi. Bunun birlikte sağlık sisteminde yaşadığınız ve işgal kararı- sonucunda Şubat ayında 1000 Hareket noktanız ne oldu? avro alması gereken bir işçinızı da belirleyen dönüşümÜç noktadan hareket ettik. nin ücreti aylık 4.5 – 8 avroya lerden bahseder misin? Birincisi, “Bizlerin de gücü var kadar düşürüldü. Bu birçok Bundan 10 yıl öncesine kadar kişinin kalp krizi geçirmesine, ve biz artık geleceğimizi kendi oldukça iyi bir ulusal sağlık sis- bilincini yitirmesine, depresyo- ellerimize almalıyız”, dedik. temimiz vardı. Mesela bir kaza na girmesine sebep oldu. İkincisi, “Hastanenin işleyigeçirip buraya gelseydiniz tüm şini en iyi bizler biliyoruz. Ne Diğer büyük problem ise tedavinizi ücretsiz olarak yaptıYunanistan işçi sınıfı ve emekçilerinin kriz karşısında kendilerine ödettirilen bedellere karşı mücadeleleri günden güne olgunlaşırken, geçtiğimiz ay Kilkis Hastanesi çalışanları önemli bir direnişe öncülük etti. Doktorlar, hemşireler ve işçilerden oluşan 250 kişi sağlık sisteminin paralı hale gelişine, ücretlerindeki kesintilere ve çalışma şartlarına hayır demek için çalıştıkları hastaneyi üç hafta süreyle işgal etti. Tahmini zor olmayan, devletin baskı ve yıldırma yöntemleri sonucunda şimdilik “askıya alınan” bu önemli direniş, sunduğu yol ile diğer hastanelere de ilham vermeye başlamış durumda. Bu deneyimi ve bu deneyim etrafından Yunanistan’daki politik durumu ve gelişmeleri direnişin öncülerinden, genel işçi meclisleri üyesi ve Kilkis Hastane Doktorları Sendikası (E.N.I.K) Başkanı Leta Zotaki ile değerlendirdik. – İşçi Cephesi
rır ve olması gerektiği gibi bir muamele görürdünüz. Fakat yavaş yavaş hastaneye aktarılan para ve dolayısıyla personel ve ekipmanlar azalmaya başladı.
hükümet ne diğerleri bizlerin ne yaptığını, buradaki meseleleri bizim kadar iyi bilemez”, dedik. Ve üçüncü olarak hepimizin eşit olduğu gerçeğinden hareket ettik… Doktor değilsin, hemşire değilsin, teknisyen değilsin; hepimiz insanız ve eşitiz dedik. Bizler Kilkis halkının iyi ve ücretsiz bir sağlık hizmeti alması için çalışmak zorundaydık, bu hükümetin sorumluluğuydu ama gerçekleştirmiyordu… Peki, bu durumda ne yapmalıyız? Ve böylece işgal noktasına geldiniz… Evet. Neticede “İllegal bir hükümetteyiz ve bu durumda her şeyi yapmakta özgürüz… İşgal edeceğiz,” dedik. Öncelikle kasayı işgal edeceğiz ve hastaneye gelen kimse hiçbir şey için para ödemeyecek dedik. Çünkü durum öyle saçma, karşılanamaz bir hal almıştı ki… Son duruma göre, sigortalı birinin bile kaza geçirdiği durumda 13-20 gün sürecek tedavisi için ödemesi gereken miktar 7800 avroya çıkmıştı. Bu tam anlamıyla bir “suikast” anlamına geliyordu. Bu noktadan hareketle “Hayır, kimse hiçbir işlem için para ödemeyecek, bu hizmeti sunmak devletin bir sorumluluğudur,” dedik ve işgal yolunu seçtik. Kasayı, yönetici ofisini
ULUSLARARASI ve hatta tüm protokolleri işgal ettik… Bir kısmımızın kovulacağını, belli departmanların veya tüm hastanenin kapatılacağını söyleyenlere karşı hükümetten gelen ve hükümete giden tüm protokolleri kontrol altına aldık…
lım meselesi olduğunu anlatmaya çalışıyor ve daha fazla kişinin desteğini almaya çabalıyoruz.
Bana göre, grev, barış zamanının bir yöntemidir; yasal olan bir hükümetten ücretlerin arttırmasını veya haklar talep edebiPeki, diğer hastanelerle lirsin bu yolla; ancak bizimki koordinasyonu nasıl sağlıyasal hükümet değil; seçilmiş yorsunuz? bile değil… Onları tanımıyoHer bölge hastanelerimizin ruz… Bu nedenle grev değil işgal bağlı olduğu sendikalarımız diyoruz. Farklı bir yol seçiyoruz, Yine de daha iyi bir özdenetim var. Ve bunlar tüm Yunanistan farklı bir direniş… Çünkü biz olabilirdi… Yeterince iyi ve güç- çapındaki üst sendikaya bağlıhayatlarımızı ve çocuklarımızın lü olamadı çünkü toplam 600 lar. Koordinasyonu bu şekilde hayatlarını geri istiyoruz… Bir kişiden 250’si bu işgale katıldı. sağlıyoruz. Ancak şunu da bekızım var, iyi bir eğitimi olmasıEğer daha fazla olsaydık muhak- lirtmeliyim ki, bunların hepsi na rağmen işsiz… İş bulmak için kak tam bir özdenetim gerçekpolitikacılar tarafından kontrol Almanya’ya, Amerika’ya gitmek leştirebilirdik. Ama eğer içerde ediliyor, buraları da onların istemiyor. Burada, benimle, düşmanlarınız varbizim bahçemizde, sa devletten aktakedi ve köpekleBana göre, grev, barış zamanının bir yönterılan parayı doğru riyle, güneşimiz ve midir; yasal olan bir hükümetten ücretlerin yönetememek denizimizle kalmak arttırmasını veya haklar talep edebilirsin bu gibi bazı konularistiyor… Ama böyle yolla; ancak bizimki yasal hükümet değil; da suçlanmaktan bir tercih hakkı bile korkarsınız; çünkü seçilmiş bile değil… Onları tanımıyoruz… Bu bırakmıyorlar… neticede bu bir nedenle grev değil işgal diyoruz Neden o ve birçok ulusal sağlık sistegenç yaşamak için mi. Bu nedenle biz göçmen olmak zorunda kalsın. finansal açıdan bir özdenetim “işgal” ettiğini söyleyebilirim. Bu Bu durum bile çok zavallı, çok kuramadık; ama bunun dışınnedenle bize yardımcı olmaları can yakıcı… İnsanlara bunu daki her şeyi yaptık ve 3 hafta çok zor... Bu direnişlerin birleş- yaşatmak bir suç… sürdürdük… mesini istemiyorlar, çünkü kontBirçok ülkede aynı sorunlar rol edememekten korkuyorlar… 3 hafta sonunda askıya yaşanıyor… Peki, ne öneriTüm bir sistem, bir devrimin aldığınızı açıkladınız… yorsunuz... Sizin direnişinizi gerçekleşmesinden korkuyor… Evet; çünkü içimizdeki ve Halkın öfkesinden korkuyorlar... bizler nasıl destekleyebilidışımızdaki düşmanlar, yani riz? “Sahtesiniz, yasa dışısınız, düşhükümet tarafındaki herkes bizi manlarımızsınız, gitmelisiniz” Eğer tüm Avrupa’da tüm hasengellemeye çalıştı... Birçok denmesinden korkuyorlar. taneleri işgal etsek.. hiçbir hükişiyi korkuttular. Şantaj yaptıkümet bir gün bile dayanamaz, Çünkü bizler artık şunu bilar. Kovulmakla tehdit edildik… bence. Bunu sağlayabilmemiz Bunların sonucunda, süreç yavaş liyoruz: Bu bir finans sorunu gerekiyor. Koordine olabilmemiz yavaş bulanıklaştı; ve işgali şim- değil, politik bir sorun. Üstelik gerekiyor… İspanya’da, Fransa’da tüm AB’de dilik askıya aldık. aynı sorun yaşanıyor… O neAncak fikir şimdiden yayılma- denle siz AB’de olmadığınız için Eğer tüm Avrupa’da ya başladı. Diğer tüm hastaneler gerçekten şanslısınız. AB yalnıztüm hastaneleri işgal bizim yaptıklarımızı örnek aldı ca bankalar için iyi bir sistem… ve fikrimizi benimseyerek uyguetsek.. Hiçbir hüküDirenişinize Sol grupların lamaya çalıştı. Dün (23 Mart) met bir gün bile dayadesteği ne oldu? 2 hastanede daha işgal başladı namaz. Bunu sağlayaKreta’da. Ve Atina’daki birçok Desteklediler ama bu daha çok bilmemiz gerekiyor. hastane de bizi görerek işgal sözlü bir destek oldu; çünkü eti- Koordine olabilmemiz kararı aldı… Bizim yaptığımız ketlerden uzak durmak istedik. gerekiyor çapta olmasa da en azından kaİnsanların etiketlerinden uzak saları ve sembolik olarak yönetici olarak bizlere destek olmalarını ofislerini işgal etmeye başladılar. istedik. Arap devrimleri bütün bu Bu bile bizim için bir zafer!.. süreci nasıl etkiledi? Son bir yıl içinde birçok Bu noktada gerçekleştirdiğimiz greve tanıklık ettiniz... AnBaşlangıcından bu yana Arap işçi meclisleri çok önemli bir cak siz başka bir direniş yolu Devrimi bizim için de bir bahar yerde duruyor. Hem işçilerin seçtiniz, işgal; bu özellikle etkisi yarattı… Ancak gittikçe hem de Kilkis halkının katıldığı hastane direnişleri düşünül- emperyalistler tarafından politimeclislerde süreci konuşuyoruz; düğünde oldukça sıra dışı bir kacıların planları ile kontrol altıonlara bunun artık bir ölüm ka- süreç oldu, öyle değil mi? na alınmaya çalışılıyor… Yine de
15
oldukça umut verici… Neticede halk gücünün farkında ve bu gücü elinde tutmaya çalışıyor... Yeniden gerçekleştirdiğiniz işgale dönersek, önemli bir işçi meclisi deneyimi yaşadınız, halen de sürdürüyorsunuz… Biraz da bundan bahseder misiniz? Nasıl işliyor bu meclis? Öncelikle doktorlar, hemşireler ve işçiler, hepimiz, bu mecliste toplanıyoruz. Süreci tartıştığımız ve kararlar aldığımız bir yer burası… Herkes durumla ilgili düşüncesini ve öngörülerini paylaşıyor; ardından öneriler dile getiriliyor ve bu öneriler oylanıyor. Oylama kararına göre de uygulamaya geçiyoruz. İlk mecliste bir “biz” bir de “onlar” var diyerek koyduk ayrımı. “Daha başkası yok… Tarafımızı ve geleceğimizi seçmek zorundayız.” Üçüncü haftaya geldiğimizde ise, belirttiğimiz nedenlerden dolayı her şey biraz daha bulanıklaşmaya başlamıştı, tereddütler artmıştı. Son oylamada yüzde 60’a yüzde 40 gibi bir oran çıktı. Ardından da işgali askıya aldık… “Askıya aldığınızı” özellikle vurguluyorsunuz; peki devamına yönelik öngörünüz nedir? Seçimlerden sonra MayısHaziran gibi önemli gelişmeler bekliyorum. Çünkü her şeyi satıyorlar… Limanları, evlerimizi, tüm alanları… Denizi ve havayı bile… Her şeyi… Bu bir soygun! Ve bunla ilgili yargılanan hiçbir politikacı yok… Buna karşılık insanların daha fazla eyleme geçeceğini düşünüyorum. Ve baskı da sertleşecek, kanlı bir hal alacak gibi görünüyor. Biz de bu anlamda doğru zamanı bekliyoruz yeniden başlamak için... Bu yüzden “askıya aldık” diyoruz… Direnişimiz bitmedi! Yalnızca bekliyoruz!.. Sizlere ve Avrupa’daki tüm işçi sınıfına söyleyebileceğim şey boyun eğmememiz gerektiği… Hayatımızı ve geleceğimizi elimize almanın vaktinin çoktan geldiğini düşünüyorum…
Suriye devrimiyle uluslararası bir dayanışma toplantısı için çağrı 2 Nisan 2012 Tunus’ta patlak veren ve Suriye de dahil olmak üzere, bütün Kuzey Afrika ve Ortadoğu’ya yayılan devrimin başlangıcından bugüne bir yılı aşkın süre geçti. Bu süreçte, Bin Ali, Mübarek ve Kaddafi devrilirken, kendileriyle beraber AB ve ABD destekli kanlı diktatörlüklerini de götürdüler. Suriye’de olup bitenler ise gösteriyor ki devrim, en kritik aşamalarından birinde. Beşar Esad, halkını katletmeye devam ederken küresel güçler bu durumdan istifade etmeye çalışıyor. Bu sebeple, bütün politik örgütleri, sendikaları ve kitle örgütlerini acımasız bir diktatörlükle mücadele etmekte olan Suriye halkıya dayanışmaya çağrıyoruz. Ayrıca, Suriye’deki güncel durumu tartışmak ve Suriye devrimiyle bir dayanışma kampanyası örgütleyebilmek adına 1 Mayıs’ta Regueb kentinde gerçekleştirilecek olan uluslararası toplantıya davet ediyoruz. Bu toplantı için Regueb kentinin seçilmesi bir tesadüf değil. Bir ay kadar önce sözde Suriye’nin Dostları, Suriye’deki emperyalist plana destek verebilmek için Tunus’ta bir toplantı düzenlediler. Bu iki yüz-
lüler Suriye’nin dostları olamaz. Zira, Bin Ali ve bölgedeki diğer diktatörleri silah ve para yardımlarıyla destekleyenler de gene onlardı. Şimdi ise, ellerindeki bütün araçlarla, devrimi sonlandırmaya
sembolik anlamı büyük bir günde emperyalist müdahaleyi teşhir ederek, Suriye devrimine somut desteğini sunmak isteyen tüm örgütleri, Regueb kentindeki uluslararası toplantıya katılmaya çağırıyoruz. Çağrıya destek veren kuruluşlar: UGTT (Tunus Genel İşçi Sendikası) Lluita Internacionalista (Enternasyonalist Mücadele) - İspanya Sivil Diyalog Derneği Regueb Devrim Şehidi ve Yaralı Aileleriyle Dayanışma Derneği - Regueb İşçi Cephesi - Türkiye
Program: 29 Nisan Pazar: Davetlilerin ve militanların karşılanması ve yaralıları ziyaret çalışıyorlar. İşte bu saiklerle, Suriye 30 Nisan Pazartesi: UGTT temdevrimini ve halkın rejimle olan silcileri, dernekler, Suriye halkını mücadelesini destekleyen ve dev- destekleyen politik partilerin karimin emperyalizme yem olması- tılımıyla yapılacak olan çalışma nın önüne geçmek isteyen bütün toplantısı örgütlerin, uluslararası düzeyde 1 Mayıs Salı: Örgütlerin ve dabir araya gelişini sağlama hedefini vetlilerin katılımıyla düzenlenecek güdüyoruz. kamuya açık toplantı ve Suriye 1 Mayıs gibi dünya işçi sınıfı için halkıyla dayanışma mitingi
www.iscicephesi.net Aylık Siyasi İşçi Gazetesi (Aylık Yerel Süreli Yayın) • Sahibi ve yazı işleri müdürü Atakan Çiftçi (Enternasyonal Yayıncılık) • Yönetim yeri Şehit Muhtar Mah. Süslü Saksı Sok. No: 19/6 Beyoğlu - İstanbul • 1 yıllık abonelik Yurtiçi: 25 TL • Yurtdışı: 25 € Baskı Estet Ajans Matbaacılık, Merkezefendi Mah. Fazılpaşa Cad. 4. Zer San. Sit. No: 16/26 Topkapı - İstanbul • Fiyatı 2 TL • Her türlü haberleşme ve abonelik talebi için e-posta adresimiz iscicephesi@gmail.com