Aylık Siyasi İşçi Gazetesi • Sayı: 46 • Aralık 2012 • Fiyatı: 2 TL
Demokrasi Lüks Değildir! S
Aylık Siyasi İşçi Gazetesi • Sayı: 40 • Mayıs 2012 • Fiyatı: 2 TL
on açlık grevleri bir kez daha gösterdi; AKP demokratik bir hükümet değildir. Bu yönde bir çabası olmadığı gibi niyeti de yoktur. Demokrasiden anladığı sadece kendi burjuva sınıf çıkarlarıdır. Tüm burjuva sınıf için olduğu gibi AKP için de demokrasi ancak kendine hizmet ettiğinde muteber, aksi durumda göz ardı edilmesi gereken bir maliyettir. Nitekim AKP hükümeti 2003–2007 yıllarında sadece üzerine yükseldiği sermaye kesiminin ihtiyaçlarına cevap üretmek adına “demokratikleşme” yolunda adımlar atar gibi göründü. Asker-sivil bürokrasinin rejim -dolayısıyla tüm ekonomik, politik, sosyal sistem- üzerindeki egemenliğini kırıp geriletmek için uluslararası alanda da “demokrat” elbisesi giydi. Tabii ki bunların hepsi bir demokrasicilik oyunundan başka bir şey değildi, geldi geçti. Bir şeyin en iyi taklidi dahi aslının yerini tutamaz. Öyle olmakla görünmek arasındaki fark açlık grevlerinde Başbakan Erdoğan’ın ağzından dökülen şu sözler gibi gerçek anlamını buldu; ‘’Bu açlık grevleriydi, ölüm oruçlarıydı bunlar şantajdır, bunlar blöftür, bunlar şovdur.”
pazarlamaya çalışanlara şaşırmadığımız gibi. Madem o kadar demokratsınız ve hükümetiniz de cumhuriyet tarihinin en demokratik hükümetidir pekiyi yüzlerce insan neden, bir kısmı ölüm orucuna dönüşen, açlık grevleri yapmak zorunda kaldı? Laf ebeliğine gerek yok! Tartışılması gereken açlık grevinin doğru bir hak arama yöntemi olup olmadığı değil insanların hak ve özgürlüklerini kullanabilmek için bu yönteme başvurmuş olduğu gerçeğidir. Kuşkusuz bu durum bir tesadüf değil. Türk demokrasisinin traji-komik yanı ve sırrı zaten her yandan kırpılmış ve sınırlanmış hak ve özgürlüklerin kullanımının dahi engellenmesine dayalı olması gerçeğinde gizli. Bu nedenle çözüm adına baskı ve şiddet dilini daha da keskinleştirmek dışında bir marifet sergilemeyen AKP hükümetinin kendinden önceki hükümetlerle aynı zihniyet dünyasına ait olduğunun altını çiziyoruz. 1994’de DEP’li milletvekillerinin dokunulmazlığını kaldırıp cezaevine gönderen zihniyetle bugün Başbakan Erdoğan’ın BDP’li ve bağımsız milletvekillerinin dokunulmazlıklarının kaldırılma çağrısı yapması arasındaki gerici akrabalığı tabii ki görüyoruz. 17 yıl önce aynı AKP gibi demokratik hak ve özgürlükleri geliştirme adına hareket ettiğini söyleyen SHP-DYP koalisyon hükümeti nezdinde Türk burjuva sınıf ve partilerinin demokrasi anlayışlarını şöyle ifade etmiştik: “Sermaye sınıfı, ‘demokratikleşme’ yolundaki adımları, sadece iç sorunlarının çözümü, uluslararası sistem içindeki konumunun gereklilikleri veya ezdiği kitlelerin patlama noktasına gelmesi sonucunda atmış; ve her zaman ‘kaşıkla verdiğini sapıyla çıkarmıştır.’” (Ufuklar Gazetesi, Ekim 1995) Bu analiz AKP hükümetinin 10 yıllık demokrasi macerasının da bir özetidir.
Son günlerde iki sözünden biri idamı geri getirmek olmasına rağmen insanları santajcılıkla, blöf yapmakla, şovmenlikle suçlayabilmenin dayanılmaz hafifliği içindeki Başbakan Erdoğan’ın demokrasi anlayışının fare doğurmasına tabii ki şaşırmıyoruz. Onu hala demokrat ve partisini de Türkiye’nin gördüğü en demokratik hükümet olarak
Türkiye gerçek anlamda bir siyasi demokrasi yokluğu yaşıyor. Siyasi demokrasinin olmadığı koşullarda da en masum ve sıradan hak ve özgürlük talepleri dahi terör faaliyeti olarak damgalanabiliyor. Başbakan Erdoğan’ın kitap bomba benzetmesini ya da yasal olarak önceden izin alınmasına gerek olmamasına rağmen neredeyse muhalif tüm toplantı ve gösterilerin baskı ve şiddetle engellendiğini ve/veya sınırlandığını hatırlayalım. Demokrasi kıymetlidir. Özellikle verileni değil alınanı makbuldür. Bedeli ödenmiş bir demokrasiyi hiçbir güç ayaklarının altına alamaz.
İşçi Cephesi, 4 Aralık
UIT-CI ve UBK arasında Koordinasyon Komitesi Kuruluş Deklarasyonu
»
Enerji-Sen Genel Başkanı Kamil Kartal ile Neoliberal saldırılar, sendikal hareket ve BEDAŞ direnişi üzerine
»
2
6
Yeni YÖK taslağı: Burjuvazinin bir planı var! Peki ya bizim?
» 10
Mısır: “Mübarek, Mursi, devrim her yerde!”
» 11
2
İLAN TAHTASI
UIT-CI ve UBK arasında Koordinasyon Komitesi Kuruluş Deklarasyonu
İC - Haber, Kasım 2012 Kapitalizm ekonomik, politik ve tarihsel bir kriz yaşamakta. Tüm kapitalist ideologlar ve ekonomistler var güçleriyle kapitalizmi yeniden canlandırmaya çalışmakta, ama bunu başaramamaktadırlar. Krizin kapitalizm çerçevesinde çözümü, insanlık için felaketler dolu bir gelecek anlamına gelmektedir. Emperyalizm ve burjuvazi krizin faturasını işçi sınıfına ve emekçi halk kesimlerine ödetmeye çalışmakta, ama işçiler ve emekçiler kapitalist kârların faturasını işsizlik, yoksulluk ve sefaletle ödemeyi reddetmekte ve tüm dünya ölçeğinde mücadelelere girişmektedirler. Gençlik de seferber olmakta, alternatifsizliğe ve sırtına yıkılan sömürü ve tacizlere karşı isyan etmekte. Avrupa, Çin ve Latin Amerika grevlerle sarsılmakta. Kuzey Afrika ve Ortadoğu halkları diktatörlüklere karşı ayaklanarak birbiri ardına devrimler gerçekleştirmekte. Yoksul halk kesimleri, yerli halklar ve köylüler de doğal kaynakların sömürüsüne karşı mücadele etmekteler. Bütün bu mücadelelerde temel sorun mevcut politik önderliklerin niteliği olarak belirmekte; burjuva, reformist veya bürokratik önderlikler mücadelerin hedefini, kapitalizm çerçevesinde çözümler aramakla sınırlandırmaya çalışmaktadırlar. Bu durum karşısında bizler UIT-CI (İşçilerin Uluslararası Birliği-Dördüncü Enternasyonal) ve UBK (Uluslararası Birlik Komitesi), devrimcilerin birliğinin her zamankinden daha büyük bir önem kazandığına inanıyoruz. İşçilerin ve emekçi halkların lehine yegane çözüm olan
Ne savunuyoruz? Neyi hedefliyoruz? İşçi Cephesi, Troçkist bir yayın organıdır. Türkiye’de devrimci bir işçi partisinin inşası için mücadele ediyoruz. Hedefimiz sosyalist devrim, kapitalizmin ilgası ve sosyalizmin inşasıdır. İşçi sınıfının ve gençliğin mücadelesini destekliyor, işçi demokrasisinin yaygınlaşması için uğraş veriyoruz. Sermayenin baskı ve şiddet rejimine karşı mücadele ediyoruz ve halkların kendi kaderlerini tayin hakkını destekliyoruz. Mücadelemiz uluslararası ölçeklidir ve kendimizi, işçi sınıfının dünya partisi olan IV. Enternasyonal’in yeniden inşasının bir parçası olarak görüyoruz.
işçilerin iktidarını sağlayacak bir sosyalist devrime yönelik adımların atılmasını olanaklı kılmak adına; devrimci önderliğin inşası görevine tüm sorumluluğumuzla sarılıyoruz. Kuzey Afrika ve Ortadoğu’daki devrimlere, Avrupa’daki sınıf mücadelelerine, ve KastroChavizm ile Latin Amerika’daki diğer halk cephesi hükümetlerine ilişkin olarak aynı tanımlamaları ve politikaları paylaşmaktayız. Ayrıca, Suriye devrimini ve Venezuela’da Orlando Chirino adaylığını destekleme doğrultusunda ortak kampanyalar gerçekleştirdik, işçi mücadeleleriyle dayanışmaya yönelik olarak ve emekçi isyanlarının kriminalizasyonuna karşı birlikte çağrılarda bulunduk. Şimdi de, ilişkilerimizi daha da derinleştirmeye yönelik olarak bir Koordinasyon Komitesi (UIT-CI/UBK) oluşturmaya karar vermiş bulunuyoruz. Bu Koordinasyon Komitesi’nin hedefi, aramızdaki ilişkileri güçlendirerek ortak bir Enternasyonal örgütlenmeye doğru ilerlemektir. Bu amaçla, ortak kampanyalar ve başlıca sınıf mücadelelerine ortak müdahaleler geliştirme amacını taşımaktayız. Farklılıklarımızın olduğu konulardaki tartışmaları, tüm bu tartışmaları serbestçe geliştirilebilecek ortak bir örgütsel çerçeve oluşturma hedefiyle sürdüreceğiz. Koordinasyon Komitesi’nin kuruluşuyla işçi sınıfının ve devrimci önderliğin inşasında mütevazi ama önemli bir adım atmakta olduğumuza; kitle mücadeleleri içindeki militan çalışmalarımızla ve tüm dünyada işçi sınıf mücadelelerine omuz vererek bu hedefe katkıda bulunacağımıza inanıyoruz. Yaşasın devrimcilerin birliği! Dördüncü Enternasyonalin Yeniden İnşası yolunda İleri! İstanbul, 4 Kasım 2012 İşçilerin Uluslararası Birliği-Dördüncü Enternasyonal (UIT-CI) Uluslararası Birlik Komitesi (İC-LI)
EMEK GÜNCESİ
3
Metalde güç dengeleri yeniden sarsılıyor Sedat Durel, 2 Aralık 2012 Metal sektörü Türkiye sınıflar mücadelesinde özellikle de toplu iş sözleşmeleri sürecinde mücadelenin belirleyici unsurlarından biri olmuştur. Bugün de metal işçileri Bursa’daki Oyak-Renault fabrikasında patrona ve işbirlikçi sendika Türk Metal’e karşı başlattıkları direnişle bu misyonlarını sürdürdüklerini gösteriyorlar. Türk Metal sendikası 1983 yılında mücadelenin güçlü unsurlarından biri olan Maden-İş sendikasının kapatılması ile birlikte, bu sendikaya üye binlerce işçinin kontrol altında tutulabilmesi için hükümet ve patronların baskıları ile kurulmuştu. Metal sektörünün burjuvazi açısından stratejik önemi ise, yakın dönem içerisinde de konumunu korudu. Güncel verilere göre Anadolu’nun en büyük işletmeleri sıralandığında liderlik metal işletmelerinde bulunmakta. Şu anda Bursa’da 6000 Renault işçisinin hem patronlara, hem de
işbirlikçi sendikaya karşı direnişi, onların sınıflar mücadelesine öncülük edebilme potansiyelini göstermektedir. Çünkü hem çalışan sayısının yüksekliği hem de diğer metal fabrikalarına örnek olabilme potansiyeli ile Renault’ta kazanılacak bir zafer, önce metal sektöründe sonra da tüm sınıflar mücadelesinde güçler dengesini kökten değiştirebilecek bir konuma sahiptir. Metal sektöründeki işbirlikçi sendika ile kavga 1998 yılına dayanıyor. O yılda da kavganın başladığı adres yine OyakRenault’tu. Kıvılcım, işçilerin maşlarına yapılan düşük zammı sendikanın kabul etmesi ile 3500 işçinin iş bırakması ve sendikasını değiştirme eylemine girişmesi ile başlamış ve hemen ardından Tofaş ve Ford Otosan’a sıçramıştı. Ancak bu süreç, 90’lı yılların sonundaki sınıflar mücadelesinin geri çekilişinden nasibini almış ve geçici olarak yenilgiye uğramıştı.
Bugün aynı işyerinde, aynı talepler ve yöntemlerle başlayan direnişin, 98 yılı ile benzerlikleri olduğu gibi kimi olumlu ayrılıkları da mevcut. Yakın zaman içerisinde ciddi işten çıkarmaların karşısında tüm işçilerin mesai süreleri arttırılmıştı. Şu anda Renault’ta üretim eski düzeyinin dahi üzerine çıkmış bulunuyor. Renault işçileri bu koşullar altında çalışmaya razı olmadıklarını eylemlilikler düzenleyerek ifade ediyorlar. Dahası, eylemlerinin ardından gerçekleşen işten çıkarmalara karşı da direnişlerini başlatmış durumdalar. 98’de olduğu gibi bugün de Renault işçileri sektörün tamamına ait olan sorunların çözümü için örnek teşkil eden derleyici bir potansiyele sahipler. Bursa’da şimdiden SKT ve Tofaş işçileri direnişe geçmek için Renault’tan alınacak olumu bir habere kulak kesilmiş durumdalar. Sadece Bursa’da değil, İstanbul ve Zonguldak’taki büyük işletmelerde çalışan metal işçileri de aynı
beklentiyi paylaşmaktadırlar. Şu an için Renault işçileri kimi ciddi sorunlarla karşı karşıya olsalar da, 98’den farklı olarak, daha bir yıl öncesinde Bosch işçilerinin Birleşik Metal’e geçişleri gibi muzaffer bir örneğe sahipler. Ayrıca kriz koşullarından ötürü bu kez mücadelenin süreklilik arz etme ihtimali daha yüksek. En önemli fark ise; 98’de Renault direnişinin sınıflar mücadelesinin geri çekilişinin son adımında kalmasıyken, bugün ise mücadelelerin yeni başladığı dönemde bir ilk adım olma potansiyelinitaşımasıdır. Geçmişteki direniş, sendikacıların uzlaşmacılık ve işbirlikçilikleri arasında yitirilmişti. Direnişçi işçiler bugün de aynı tehlikelerin cenderesinde bulunuyorlar. Her şeye rağmen bu zorlu süreçdiğer sektörlerdeki mücadeleci işçi yoldaşları ve metal işçilerin kendi kararlılığı ile tüm zorluklara rağmen umut vaat ediyor.
Bilgi Üniversitesi’nde
zafer direnen işçilerin!
Leyla Kızıltan, 4 Aralık 2012 İstanbul Bilgi Üniversitesi’nde yaklaşık üç ay önce toplu işten çıkarmalar gerçekleşmiş, işten çıkarılan ve Sosyal-İş sendikasına üye 4 işçi, “işten atılanlar geri alınsın talebiyle” oturma eylemi yapmaya başlamışlardı.
ediliyor.
Oturma eyleminin 80. gününde Bilgi Üniversitesi yönetimi, eylemi yürüten üç işçinin işbaşı yapmasını kabul etti. İşe alınmayan bir kişi ile ilgili hukuki süreç de sendika tarafından takip edilmeye devam
Bilgi Üniversitesi’nde taşeronlaşmaya karşı verilen mücadeleyle 2010 yılında başlayan sendikalaşma süreci, üniversite yönetiminin tüm emek ve sendika düşmanı
İşçi sınıfının hanesine bir kazanım olarak yazılan Bilgi Üniversitesi direnişi, işçilerin öz örgütlenme birimleri olan sendikalara yönelik saldırı döneminde bilhassa büyük bir önem taşıyor.
uıygulamalarına rağmen devam ediyor. Fakat bu henüz tamamlanmış bir süreç değil. Bilgi Üniversitesi’nin akademisyenler dahil mücadeleci tüm çalışanları DİSK’e bağlı Sosyal-iş sendikasında örgütlenenlerin sayısını ve sendikanın işyerlerindeki faaliyetini arttırmak istiyorlar. Türkiye’de bir ilk olan bu deneyim kendi içinde sorunlar barındırsa da; güvenceli çalışmanın amentüsü olan “grevli toplu iş
sözleşmesi hakkını” ortadan kaldırmaya çalışan yeni sendika yasası karşısında çok değerli bir deneyim olarak yerini alıyor. “Bir akademisyen ile temizlik görevlisi aynı sendikada olur mu?” sorusuna ise en iyi cevap yine direnişteki işçilerden geliyor: “Yaşamak için emek gücünü satmak zorunda kalan herkes işçi değil midir?”
4
POLİTİKA
Uluslararası İstanbul Buluşması’nın anlamı
Yusuf Barman, 1 Aralık
Her zaman, devrimci partinin salt ideolojik propagandayla değil sınıf mücadelesine programatik/ politik müdahaleyle ve kitle seferberlikleri içinde inşa edilmesi gerektiğini söyleyegeldik. Bu elbette son derece güç ve sebat isteyen bir çalışma yöntemi, zira özellikle inşanın dinamiklerini sınıf mücadelesinin şiddeti ve derinliğiyle ilişkilendirir; öyle ki, gericilik veya durgunluk dönemlerinde propaganda ögesi kaçınılmaz olarak öne çıkar ve partiyi tehlikeli bir biçimde dar öncü gruplara doğru iter. Ama bundan daha da tehlikesi, sınıf seferberliklerinin yaygınlaştığı dönemlerde inşayı propagandanın çerçevesine hapsedip öncücü ve maksimalist pozisyonlara sığınmak, partiyi kitlelerden yalıtık, yani etkisiz ve hatta “fuzuli” bir düzeye indirmektir. Bu şekilde kendisini tahrip eden, Marksizm’den ve devrimci Troçkizm’den kopan pek çok parti ve akım örneğiyle karşılaştık, hâlâ da karşılaşıyoruz. Bu söylediklerimiz, partinin uluslararası düzeyde inşasında da tamamen geçerlidir.
çünkü şu anda tek tek ülkelerdeki grup ve partiler kendi ülke sınırları içinde gelişmekte olan sınıf mücadelesi sorunlarına kendi başlarına yanıt getiremezler. Bu, o örgütlerin politik ve örgütsel güç düzeylerinden bağımsız bir gerçekliktir ve Marksizm’in daha ilk doğuş anından itibaren enternasyonalist olmasının altında yatan nedendir. Tekil ülkelerdeki ulusal dinamikler, sadece yerel değil, ama daha önemlisi bölgesel ve uluslararası koşulların etkisi altında gelişir; dolayısıyla da bu dinamiklerin devrimci kavranışı ve çözümü enternasyonalist politik ve örgütsel müdahaleyi gerektirir. Devrim her zaman ulusal ölçekte başlar, uluslararası düzeyde gelişir ve dünya ölçeğinde tamamlanır (Troçki).
turacak. Yunanistan’da devrimci Marksizm’in, sınıf mücadelesinin devrim ya da karşıdevrim alternatiflerinin gündeme gireceği bu koşullara hazır olması gerekiyor. Sadece politik açıdan değil, örgütsel olarak da hazırlıklarını hızla tamamlaması gerekiyor. Ama görece küçük bir partinin (OKDE) uygun taktiklerle bu stratejik görevi üstlenebilmesi için uluslararası bir bütünün gözlemlerine, analizlerine, eleştirilerine ve hatta gerekirse kadro ve militan yardımına ihtiyacı bulunmaktadır. İstanbul Buluşması bu yolda atılmış bir adımdır.
kendini sürekliliğe sahip bir devrimci sol cepheye dönüştürebilecek mi? CUP’un Katalan ulusalcılığına dayalı bağımsızlıkçı tutumu, Marksizm’in sosyalist federatif çözüm önerileriyle ne denli çelişecek, ya da bir üst düzeyde ortak bir programa dönüşebilecek mi? Bu ve benzer bir dizi ciddi sorunla, büyük olanaklarla ama aynı oranda tehlikelerle dolu bir sürece verilebilecek yanıtlar için, İspanya devrimci Troçkizmi’nin enternasyonalist desteğe ihtiyacı var.
Uluslararası İstanbul Buluşması’na, Türkiye, Fransa, Alİspanya da benzer koşullarda manya, Yunanistan ve İspanya’dan hızla Yunanistan örneğine yaklaşı- devrimci grupların yanı sıra, yor. İlk örneklerine Bask ülkesinde Latin Amerika ağırlıklı partileri ve ve Endülüs’te rastladığımız solun deneyimleri bünyesinde toplayan “yeniden örgütlenme” ihtiyacı İşçilerin Uluslarası Birliği-DörSınıf mücadelesinin durgun olve dinamiği, 25 Kasım’da Katadüncü Enternasyonal’in (UIT-CI) duğu dönemlerde “doğru” politik lonya seçimleriyle birlikte tüm katılması, kuşkusuz Buluşma’yı tutum almak, “doğru” programı çıplaklığıyla kendini açığa vurdu. boyutlarının ötesinde güçlendiren savunmak görece kolaydır; ama Devrimci solun (Lucha Internacio- bir olgu oldu. Şimdi görev, bu mücadelenin keskinleştiği ve bir nalista ve En Lucha) bağımsızlıkçı buluşmanın öngördüğü sürekli dizi keskin dönemece yaklaştığı, sol hareketle (CUP-Candidatos çalışma ve örgütsel çerçevesini güçpoltitik durumun devrim öncesi ya de Unidad Popular) oluşturduğu lendirip geliştirme projesini, sınıf da devrimci bir nitelik kazandığı seçim koalisyonunun (CUP-AE) mücadelesinin ateşi içinde hayata anlarda, partiler bu “doğrularını” 126 bin oy ve %3,2 oy oranıyla geçirmek. Üstelik, Buluşma sonsapmadan hayata geçirmenin güç- Katalan parlamentosuna 3 temsilci rasında oluşturulan Koordinasyon Avrupa’da sınıf mücadelesinin lüğünü ve tehliklerini yaşamaya sokması, üstelik bunu merkez sağ Komitesi’nin, buluşmaya fiziki şiddetlenmekte, Ortadoğu ve başlarlar. Bu tip durumların Av(CiU) ve merkez sol (PSC) partiolarak katılamayıp mesajlarıyla Kuzey Afrika’da ise devrimci dörupa’daki iki örneğini Yunanistan lerin ciddi oy kayıplarına uğradığı destek veren Suriyeli, Filistinli ve nüşümler sürecinin açılmış olduile İspanya’da yaşıyoruz. Avrupa’da koşullarda gerçekleştirmesi, kitleTunuslu devrimci çevreleri de içeğu bir dönemde, enternasyonal burjuvazi Yunanistan’da şimdilik lerdeki yeni sol seçenek arayışının rerek gelişmesi, Arap devrimleri ile inşayı bu mücadelelerin içine daha demokratik gericiliğe dayalı bir bir sonucu oldu. Bu arayış hızla Avrupa’daki sınıf mücadelelerinin iyi yerleştirmek ve örgütlenme çözüm için uğraşıyor; ama sosyal yaygınlaşmakta, sendikalara ve birleştirilmesi çabasına mütevazi düzeyinde nitel bir sıçrama gerdemokrasinin (PASOK) tamamen işyerlerine, okullara ve mahallelere düzeyde de olsa politik açıdan son çekleştirmek zorundaydık. Ulusiflas ettiği koşullarda ve krizin sızmakta, devrimci solun politik/ derece önemli bir katkı oluşturalararası İstanbul Buluşması’nın tüm ülke kaynaklarını tükettiği programatik etki alanını genişletcaktır. Dördüncü Enternasyonal’in anlamı işte tam burada yatıyor: bir ortamda, Syriza’nın iktidamekte. Devrimci Marksizm bu yeniden inşası, bu ve benzeri çabaEnternasyonal’in inşasında mütera yükselmesi kaçınılmaz olacak arayışa yeni bir inşa süreciyle yanıt larla gerçekleşecektir. vazı ama nitel açıdan ileri ve gerek- ve bu da Yunan kapitalizminin verebilecek mi? CUP-AE devrimli bir adım oluşturması. Gerekli, ateşleyebileceği son fişeğini oluşci Troçkizm’in önerdiği şekilde
POLİTİKA
5
Türkiye’de Eğitimin Güncel Sorunları – 2 Rukiye B., 3 Aralık 2012 Eğitimde Taşeronluk Dönemi Geçen ay İşçi Cephesi’nde Milli Eğitim Bakanlığı’nın 2012 yılında 40 bin öğretmen ataması gerçekleştirdiğinden bahsetmiştik. Bu durum Ataması Yapılmayan Öğretmenler Platformu (AYÖP) dâhil kimseyi tatmin etmemiş, atamalar yetersiz ve adaletsiz bulunmuştu. 300 bin atama bekleyen öğretmenden yalnızca 40 bin 164 tanesinin ataması yapılırken, on binlerce öğretmen yine boşta kaldı. Oysa okullardaki öğretmen açıkları ücretli öğretmenlerle kapatılmaya devam ediyor. Kimi okullarda ücretli sayısı kadrolu öğretmenleri geçti. Ücretli Öğretmenlik Nedir? Ücretli öğretmenlik, atanamayan üniversite mezunlarının kadrolu bir öğretmenin aldığı maaşın ortalama üçte birini alarak yaptığı öğretmenliktir. Ücretli öğretmenlik uygulamasında, ücretli öğretmen olarak girilen branşın eğitimini almadan da öğretmenlik yapılabilmektedir. Ücretli öğretmenlik derhal kaldırılmalıdır çünkü… Yanlış anlaşılmasın bu satırların
yazarı da bir ücretli öğretmen. Kendimi işimden etmeyi savunmak çıkarlarımla çelişiyor gibi görünse de aslında, öğretmenlik taşeronluğu yaparak aldığım eğitimi değersizleştirdiğim ve bir öğretmen olarak da özlük haklarımdan feragat ettiğim için, bu sistemin hemen kaldırılması benim için de olumlu olacaktır. Türkiye’de çoğu branş öğretmeni yüksek puanlar almasına rağmen, kontenjan açılmadığından atanamamaktadır ve boş kalan kadrolar bu alanda branşta eğitimi almamış üniversite mezunları ile kapatılmaktadır. Kendi branşı olmayan derslere görevlendirilen ücretli öğretmenler, ayrıca bir eğitim almadıkları için de zorlanmaktadırlar. Milli Eğitim’in ve okul yönetiminin gösterdiği ilgisizlik ve alınan ücretlerin düşüklüğü nedeniyle, ücretli öğretmenler de derslere ilgisiz kalabilmekteler. Ayrıca ücretli öğretmenlerin büyük bir kısmı, eğitim yılının ilk döneminde göreve başlayıp ikinci dönem görevi bırakıyorlar. Çünkü kimse bu koşullarda çalışmaya devam etmek istemiyor. Giden öğretmenin yerine hemen bir
öğretmen bulunamamakta, bazen bulunana kadar 1-2 hafta hatta 1 ay geçmekte, bu durum yüzünden dersler boş geçmektedir. Dersi boş geçen ve sık sık öğretmenleri değişen öğrenciler, bu durumdan olumsuz etkileniyorlar. Ücretli öğretmenlerin birçoğu çalıştıkları dönemde KPSS’ye, ÜDS’ye ya da benzeri sınavlara hazırlanıyorlar, bu durum kendilerini öğretmen olarak görmelerini engellediği gibi derslere hazırlanmalarına da engel oluyor. İş güvencesi olmadığı için sürekli tetikte olan öğretmen, alanında kendini geliştirmek yerine yeni işler bakmayı tercih ediyor. Görevlendirmelerde pedagojik formasyon eğitimi almamış, herhangi bir lisans eğitimi almış kişilerin, 2 yıllık üniversite bitirmiş kişilerin ve hatta eğitimle hiç alakası olmayan bölümlerden mezun olan kişilerin öğretmen olarak görevlendirildiği görülmektedir ve bu durum zaten zor koşullarda verilen eğitimin içeriğini iyice boşaltmaktadır.
ders saati başına ücret almaktadır, bu da kadrolu bir öğretmenin maaşının ortalama 1/3’üne denk gelmektedir. Çoğunlukla 30 saat doldurulamadığı için ücretli öğretmenler 600 TL gibi rakamlara diğer öğretmenlerle aynı işi yapmaktadırlar. Ücretli öğretmenlik yapanların diğer sorunu sigorta meselesidir. Ücretli öğretmenlik yapanların sigortaları tam yatmamaktadır. Girdikleri ders saatine göre ayda 13-15-18 gün gibi sigortası yatan ücretli öğretmenler görülmektedir. Statüleri nedeniyle sendikalaşamayan öğretmenler, sürekli okul değiştirdikleri için hiçbir kalıcı ilişki kuramamakta, örgütlenememektedirler.
Ayrıca ücretli öğretmenlik yapanların çalıştıkları dönem içinde bile çalışma garantisi yoktur. Yerine biri atanırsa, müdür tarafından tercih edilmezse, anında görevine son verilmektedir. Ücretli öğretmenlik taşeronluktur ve bu sistemin varlığı bütün öğretmenleri ve öğretmen adaylarını tehdit Ücretli öğretmenlik yeni liberal ediyor. Bu sistemin kaldırılması ve politikaların öğretmenler için atanmaların gerçekleştirilmesi için istediği biçimdir! öğretmenlerin, ücretlilerin, sendikaların beraber çalışması gerek. Ücretli öğretmenler girdikleri
Anadilde savunma tasarısı, topal ördek misali...
Kemal Boran, 2 Aralık 2012
Açlık grevlerinin üç talebinden biri olan anadilde savunma hakkı için kanun tasarısı hazırlandı. Ve tasarının millet meclisinde oylanarak kabul edilmesi beklenirken konu rafa kaldırıldı ve görüşmenin yeni yıla kaldığı Hükümet tarafından açıklandı. AKP iktidarının klasik, ben yaptım oldu tutumu burada da kendini gösterdi. Pekiyi, CHP ve MHP’nin de itiraz ettiği kanuni düzenleme neyi içeriyordu? Düzenlemeye göre anadilde savunma, sanığın mahkeme huzurundaki yargılanması esnasında olacak. Yani savcılıktaki ilk sorgusunda bu hak verilmiyor. Asıl olan savcılık aşamasında böyle bir
hak yok. Bu aşamada anadilde savunma hakkı yamalı bohça gibi olacak. Yani düzenleme, eksik ve yetersiz, yapmış olmak için yapılan bir yasa konumunda. İddianamenin okunması ve karar aşaması dışındaki hallerde, anadilde savunma hakkı yok. Hazırlanan düzenlemeye göre, sanık; iddianamenin okunması ve esas hakkında mütalaanın verilmesi üzerine, sözlü savunmasını kendisini daha iyi ifade edebileceğini beyan ettiği başka bir dilde yapabilecek. Tercüme hizmetleri, il adli yargı adalet komisyonlarınca oluşturulan listeden, sanığın seçeceği tercüman tarafından yerine getirilecek.
Düzenlemeye göre, bu tercümanın gideri devlet tarafından karşılanmayacak ve bu imkan, yargılamanın sürüncemede bırakılmasına yönelik olarak “kötüye kullanılamayacak”. Yargılamaya hazırlık aşaması olan savcılık aşamasında anadilde savunma olmayacak. Bu iki hal dışında yargılamanın diğer süreçlerinde bu hak sanıklara tanınmamakta. Ceza Muhakemeleri Usulü Yasası’na göre, yargılama iki temel evreden oluşmakta. Birinci evresi soruşturma evresi olup, savcılık ve emniyet safhasını kapsayan safha. Bu safhada, sanığa en iyi bildiği dilde kendisini savunma imkanı verilmemekte. Davanın
açılıp açılmamasının kararlaştırıldığı bu evre son derece önemli. Dolayısıyla, anadilde savunma hakkının yargılamanın tüm aşamalarında tanınması gerekir. Yargılamanın kovuşturma evresi diye isimlendirilen aşamasında da bu hakkın kovuşturmaya ilişkin tüm işlemlerde tanınmaması da önemli bir eksiklik. Tercüman ücretinin sanık tarafından ödeniyor olması da ayrı bir problem. Sanık kendi tercümanını kendi belirleyebilmeli, bu tercümanın ücretini de devlet karşılamalı.
6
EMEK GÜNCESİ
Enerji-Sen Genel Başkanı Kamil Kartal ile Neoliberal saldırılar, sendikal hareket ve BEDAŞ direnişi üzerine
14 Kasım günü Avrupa’da Yunanistan ve İspanya’nın da içinde olduğu bir dizi ülkede genel grev oldu. 2008’de açığa çıkan dünya ekonomik krizinin derinleşmesi ve yarattığı tahribatın artmasına karşı işçi sınıfının bu ilk genel karşı çıkışı, geç ve yetersiz olmasına rağmen, çok önemliydi. Çünkü şu ana dek krizin faturasının işçi ve emekçiler ödedi. Oysa krizi yaratan işçi ve emekçiler değil. Bunu hepimiz biliyoruz. Krizin gerçek sorumluları ise bir yandan milyarları hortumlamaya devam ederken diğer yandan kendilerini çözüm olarak gösterme ikiyüzlülüğünü de sergilemekten çekinmiyor. Fransa, İspanya, Yunanistan gibi ülkelerde gerçekleşen hükümet değişikliklerinin ise fark yaratmayacağı çok geçmeden açığa çıkmış durumda. İşte bu koşullarda Enerji-Sen Genel Başkanı Kamil Kartal ile hem 14 Kasım Genel Grevi’ni hem de dünya ekonomik krizini ve sınıf mücadelesinin içinde bulunduğu imkan ve sorunları konuştuk. Röportajın kısaltılmış versiyonunu aşağıda yayımlıyoruz. Uzun versiyonunu web sitemizden okuyabilirsiniz.
Simge, 3 Ekim
Simge Vurtok (SV): Geçtiğimiz günlerde Avrupa ülkelerinin gündeminde eş zamanlı 14 kasım genel grevi vardı. Türkiye’de paralel bir seferberlik örgütlenememesini nasıl değerlendiriyorsunuz? AB ekonomisinin Türkiye’ninkinden bağımsız olmadığını da düşünürsek önümüzdeki dönemde burada da yaşanması muhtemel bir çözülme karşısında sendikaların bugünden atması gereken adımlar neler olmalıdır? Kamil Kartal (KK): Bugün Avrupa’da, Güney Amerika ve başka yerlerde de tanık olduğumuz süreç aslında dünyada özellikle son 20 yıldır daha da derinleştirilerek uygulanan neoliberal politikaların bir sonucu. Bu durum sadece şu an krizi en keskin haliyle okuyabildiğimiz Avrupa ülkelerine has değil (...) Güvencesizleştirme uygulamalarının ve neoliberal politikaların sonuçlarının evrensel olduğunu söylüyoruz, dolayısıyla Avrupa’da birçok ülkenin birlikte çıktığı genel grevi Türkiye’nin gündeminden ayrı düşünemeyiz. Bunun yanında seferberliğin burada da örgütlenememesinin belli nedenleri olmasıyla birlikte, Avrupa’daki sendikal mücadelenin, geçmişiyle bağıntılı olarak bazı avantajları da var. Avrupalı işçilerin mücadeleyle birlikte edindikleri tarihsel bir örgütlenme geleneği ve sendikal muhalefet birikimleri olmasına rağmen sendika bürokratları uzun yıllar boyunca devletlerle uzlaşma içinde hareket ettiler. Ancak kitlelerin sokağa çıkmaya başladığı noktada, sokağın basıncıyla birlikte edindikleri bu ayrıcalıklardan tavizler vermek, içine düştükleri açmazı bir şekilde dengelemeye çalışmak zorunda kaldılar. Tüm bu tarihsel birikime rağmen, bu sendikal mücadelelerin Yunanistan gibi bazı istisnalar hariç bir siyasasi iktidar perspektifleri olduğunu söyleyemeyiz. Bugün bu seferberliklerde genel olarak Avrupa işçi sınıfının tarih boyunca kazandıkları haklarının gasp edildiğini ve bu gaspın, güvencesizleştirmelerin artık en temel yaşamsal haklarına da musallat olduğunu, buna paralel olarak emekçilerin çok
net ve belli sayıda yaşamsal taleplerin etrafında örgütlendiğini görüyoruz.
sendikaların nasıl bir mücadele hattı kurmaları gerekiyor?
Türkiye’ye baktığımızda ise Avrupa için sözünü ettiğimiz sendikal geleneği, örgütlenme deneyimini burada aynı oranda bulamıyoruz. Bildiğimiz anlamıyla sendikal faaliyet ilk olarak
KK: (...) İlk başta da dediğimiz gibi neoliberal sistem dünyada ve Türkiye’de güvencesiz çalışma sistemini gittikçe daha yaygın bir şekilde dayatıyor. Bu sistemin Türkiye’ye girişi en somut haliyle açıklarsak 12 Eylül darbesiyle oldu. Ülkedeki işçi sınıfı ve çalışma sistemi bu politikalar doğrultusunda yeniden yapılandırıldı, dizayn edildi. Bu bir dizi fiili yaptırımlar, şiddet ve yasalar aracılığıyla gerçekleşti. Son olarak meclisten geçen Sendikalar ve Toplu İş Sözleşmesi Yasası da bir dünya krizi ortasında olan Türkiye’nin tıpkı 80’lerde olduğu gibi üretim ilişkilerini, işçi sınıfını, ulusal ve uluslararası sermayenin lehine olacak şekilde yeniden örgütleme girişimidir. (...) Artık diyebiliriz ki mevcut yasalar yasa dışıdır. (...) En meşru haklarımızı talep ettiğimizdebile gördük ki, devlet ve koyduğu yasalar (...) insan olmaktan gelen haklarımıza dahi alan açmıyor en ufak bir karşı çıkışta bizi işten atıp açlıkla cezalandırıyor. (...) Ve bu yaşamsal haklarımızı savunurken kendi yasalarına dahi uymayan yani yasa dışı hareket eden devlet karşısında bizim yasalar dahilinde ilerlemeye çalışmamız beklenemez. (...) Bu en son geçen Sendikalar ve Toplu İş Sözleşmesi Yasası için de geçerli. Artık neredeyse, Enerji-Sen gibi direniş örgütlemeyi göze alan sendikalar ve onların mücadelelerinin hepsi yasa dışı ilan edilmiş durumda. O halde biz tam da bu yasa dışı ilan edilen alanda faaliyetlerimizi örgütleyeceğiz ve ilk olarak da gerçekte bizim olan haklarımızı geri isteyeceğiz. Yasalar en meşru haklarımızı gasp ettiği için bizim fiili eyleme geçmemiz; bir, yasaların olması gerektiği gibi işlemesini talep etmemiz iki, bunu sokağa ve kamuoyuna taşıyabilmemizve üç, bunu diğer direnişlerle dayanışma halinde örgütleyebilmemiz gerekiyor.
DİSK’in 70’lerde kalkıştığı, 80 darbesine rağmen etkisini 95’e kadar sürdüren, sokakları hedef alan örgütlenmeydi fakat bu hareket son 10-15 yıldır Türkiye’de neoliberal politikaların daha yoğun bir entegrasyonu ile birlikte çok kan kaybetti. Bu neoliberal politikaların sendikalaşmaya etkisi en başta devletin elini kamu sektöründen çekmesiyle birlikte daha da görünür oldu. Türkiye’de sendikal hareket içinde örgütlü olan işçilerin %70’i kamu emekçileriydiler ve bu alandaki özelleştirmeler, taşeronlar aracılığıyla güvencesizleştirme sistemi ile bu oranlarda da önemli bir kayıp yaşandı. (...) Sendikaların bugünden atmaları gereken adımlar noktasına gelirsek; sendikaların örgütlemeye giriştikleri her direnişte bu neoliberal sistemin teşhiri ve sorunların ortaklığı vurgulanmalıdır. Bu çalıştırma sisteminin yasa dışı işlediğini, işçilerin yaşamsal haklarına tecavüz edildiğini işçiler de özümser hale gelmeli. (...) Sermayenin gelişimi uluslararası ölçeklerde planlanıyor. O zaman bizim de tüm çabamızı bu uluslararası perspektifi gözeterek vermemiz gerekiyor. İlk etapta, örgütlenen her yerel direnişi biriktirmek, diğer direniş ve mücadelelerle birleştirebilmeyi durmaksızın aramak ve tüm bu mücadele sürecinde tespitlerimizi yaparken uluslararası sermayenin hareketini göz önüne alarak yapmak olmalıdır. Bu doğrultuda da diğer ülkelerdeki sendikalarla bağlantı kurabilmek ve onlarla hareket edebilmek bizim için bir ihtiyaç. SV: Sendikalar ve Toplu İş Sözleşmeleri Yasası ile sendikaların faaliyet alanı iyice daraltıldı. Türk Metal-İş’in örgütlü olduğu Renault fabrikasındaki gelişmeler ve yandaş sendikacılık baskısı göz önüne alındığında Enerji-Sen gibi
Güvencesizleri, taşeron işçileri, kadrolu yahut kadrosuz işten çıkartılan işçileri örgütlemeye çalışan sendikaların da yasaları ve hükümetle uzlaşma arayışlarını değil, bu perspektifi önlerine koymaları gerekir.
Lakin Türkiye’nin tarihinde başta Türk-İş olmak üzere geleneksel sendikacılık daima üstten örgütlenmiş ve bürokratik setlerle inşa edilmiştir. Artık bugün bunun acilen kırılması gerekir ve önümüzdeki süreçte de bunu deneyen sendikaların ve de yeni sendikal hareketlerin ortaya çıkması kaçınılmaz olacaktır. SV: Halihazırda dayatılan çalışma koşullarıyla birlikte güvencesiz iş ve taşeron işçilik giderek daha fazla yaygınlaştırılıyor. Taşeron işçilerin mücadelesi özelinde BEDAŞ direnişi başından bu yana ne hedefledi ve bu süreç neler öğretti? KK: (...) Bu güvencesiz çalışma düzeni sadece taşeron işçilerin değil, kadrolu işçilerin de geleceğini tehlikeye atıyor. Böyle bir ucuz emek gücü sürekli hazır tutulduğu için bu, kadrolu işçinin de her an kolayca işten atılabilmesi demek oluyor. Kaldı ki, bu durum sadece daha alt kademelerdeki işçileri değil teknisyenleri, mühendisleri, kalifiye elemanları da ilgilendiriyor. Bu yüzden biz EnerjiSen’de örgütlenirken böyle bir ayrım yapmıyoruz; (...) taşeronlara karşı adım atmaya, karşı durmaya çalışan her örgütün de bu tür bir örgütlenme planını önüne koyması gerek. BEDAŞ direnişi özeline gelirsek; bildiğiniz gibi direniş, maaşların zamanında ödenmesini talep eden işçilerin işten atılmasıyla başladı. Taşeron altında çalışır gözüktükleri için de beraberinde bir dizi hakları da gasp edildi. Biz bu direniş sürecinde ilk olarak şunu hedefledik; taşeron işçi çalıştırmak devletin kendi koyduğu yasalarda bile yasak, “muvazaa” deniyor buna, yani hileli çalıştırma. Bizim BEDAŞ’a açtığımız iki tane dava var, bunlardan biri de bu. BEDAŞ kendi çalıştırdığı elemanı taşeron işçisi gibi gösterip onları hileli çalıştırıyordu ve biz bu hileyi hem işçiler arasında hem de kamuoyunda teşhir etmeye çalıştık. Diğer tüm taşeron işçilere de bu hileyi göstermek lazım. BEDAŞ’ta direniş bugün 200. gününü tamamlıyor ve 15 gün sonra işten atılan işçiler işlerine iade edilecek gibi gözüküyor.
ARKA PLAN
7
Bursa Renault işçilerinin işbirlikçi sendikaya karşı mücadeleleri ve işten çıkarmalar İC - Söyleşi/Bursa, 4 Aralık
Kasım ayının 2. haftasında Bursa Oyak-Renault Otomobil Fabrikaları’nda çalışan Türk-İş Türk Metal Sendikası’na bağlı işçiler MESS (Türkiye Metal Sanayicileri Sendikası) sözleşme teklif taslağına karşı çıktılar ve bir günlük iş bırakmaları sonucu 32 tane işçi işten çıkartıldı. Olayın seyri ve direnişe dair bilgi edinmek için işten çıkartılan bir işçi arkadaşla röportaj yaptık. İC: Yaptığınız eylem sendikanıza karşı yapılan bir eylemdi, Türk Metal Sendikası’nın hangi tutumlarından dolayı eylem yapmaya karar verdiniz? İ: En başından beri hepimiz biliyoruz ki, bizim sendika hiçbir şekilde demokratik yöntemlerle yönetilmiyor. Mesela ben kendi sendika temsilcimi seçemiyorum! Bütün temsilciler tepeden inme bir şekilde başa geliyor. Bu sebepten sendikamız işçiden yana değil, patrondan yana oluyor. Sendikalar bile hep rant peşinde. Bir işçi sendikası %4 maaş artışı talebiyle patronla masaya oturur mu hiç? O masadan doğal olarak %2 gibi düşük bir artışla kalkılmıştı. Daha önce de mesai saatlerini protesto amacıyla yemekhanede çatal-bıçaklı protesto başlatmıştık ve bizzat sendikanın adamları tarafından fişlenmiştik. Eyleme karar verişimiz de MESS taslağının içeriğini öğrenmemizle gerçekleşti. Bu taslağa göre işçilerin hakları gözetilmiyor. Ayrıca işe 2003-2004 girişlilere yapılacak zam, yeni ve daha eskiden girişlilere göre çok daha düşük olacak. Ben de 2004 girişliyim
ve burada en büyük adaletsizlik yaşandı. bize yapılacaktı. Biz de bu ada- İC: İşten çıkartıldığınızı naletsizliğin giderilmesi için 3 gün sıl öğrendiniz ve ardından neboyunca yaklaşık 200 kişi, var- ler yaptınız? diya çıkışlarında sendika binası İ: İlk gün 22 kişi işten çıkarönünde alkışlı protesto yaptık. tıldı, fabrikaya gittiklerinde giİC: Üretimin durdurulduğu riş kartları iptal olmuştu, bu gün neler oldu? şekilde öğrendiler. Ben de bir İ: Biz 16.00-24.00 vardiya- sonraki gün işe gittim ve aynı sındaydık. Bant durdurma ilk şekilde öğrendim. 10 kişi daha olarak montaj bölümünde ger- işten çıkartılmıştı. Bunlardan çekleşti. Ardından kaportaya ve 5 tanesinin çıkartılma nedeni en son teslim atölyesine gelindi. performans düşüklüğü olarak 600-700 kişi olmuştuk ve fab- gösterilmiş. Tek yaptıkları ise rikayı tekrar turladık, eyleme bizim eylemimize dışarıdan al-
için dava bile açamadı), ama Renault şu ana kadar çıkarttığı hiçbir işçiyi işçiler mahkemeyi kazandığı halde işe geri almamış. Hukuk burada işe yaramıyor demek ki. İC: Son haberlere göre Renault’a yurtdışından işe alıma dair baskılar varmış. İ: Evet, bizim bir günlük iş bırakmamız 2000 arabanın o gün üretilememesi demek. Bu kaybı şirket Fransa’daki fabrikada işçileri cumartesi günü mesaiye bırakarak kapamak istemiş ve Fransa’daki sendika buna karşı çıkmış. Fransa’dan da Bursa’ya uyarı gelmiş, iş mahkemeleri bizim prestijimizi sarsıyor, işi halledin diye. Anlayacağınız işe geri alımlar olsa bile sırf şirketin prestiji için, kimsenin emekçiyi düşündüğü yok. İC: Bundan sonra ne yapmayı düşünüyorsunuz?
katılmayanları yuhaladık. Fabrika girişinde “Türk Metal taslağı al başına çal”, “İşçiyi satanı biz de satarız”, “Noter gelsin istifalar başlasın”, “Sendika dışarı” sloganları attık, oturma ve alkışlama eylemi yaptık. Başka sendikaya geçme talebi yürüyüş sırasında kendiliğinden gelişti, biz daha önceden tasarlamamıştık. Saat 22.30 gibi şeflerimiz bizi telefonla aramaya başladı, işe geri dönmemizi istedi. Vardiya sonunda olaylar durulmamıştı, akşam vardiyasını arayıp işe gelmemelerini söylediler, yoksa 2000 kişi daha katılacaktı ve çok daha kuvvetli olacaktık. Sonunda planlı bir eylem olmadığı için birleşemedik ve dağıldık. O gece de DİSK’ten adamlar geldi ve Türk-İş’ten gelenlerle fabrika dışında bir kavga da
kışla destek vermekti. Diğerlerimiz ise görev yerini izinsiz terk etmek ve eylemin örgütleyicisi olmak suçuyla işten çıkartıldık. Yaklaşık 1000 kişi eylem yaptık, yalnız 32 kişi işten çıkartıldı. Eğer yasaya göre bir şey yapılıyorsa herkesin çıkartılması lazım, ama hayır, onlar sevmediklerini ayıkladılar, sivrilenleri. Sendikanın bizim adımızı verdiği ise kesin. İş bırakma eylemimiz suç olarak sayılıyor, çünkü sendika yanımızda olmadığı için eylem olarak kabul görmüyor! Anlayacağınız bu ülkede sendikana karşı protesto yapmak gibi bir hakkın hiçbir şekilde yok! Görev yerini izinsiz terk ettiğimiz gerekçesiyle de hiçbirimiz tazminatımızı alamadık. 29’umuz işe alım için dava açtık (3 kişi avukata para veremediği
İ: İşten çıkartılan hiçbir arkadaşımız tazminatını alamadı, bu sebepten daha ertesi gün iş aramaya başladık. Herkesin geçim derdi var, ödemesi gereken borçları var. Davayı açacak zamanı zor bulduk. Tek yapabileceğimiz davanın sonucunu beklemek, ondan da ümitli değiliz. Hepimiz parasal sıkıntı çekerken direnme, greve gitme gibi bir ihtimalimiz maalesef yok, sendika zaten yanımızda değil. Birleşik Metal-İş’e geçmek gibi bir talep olsa bile bütün işçilerin buna oy vermesini sağlayacak bir örgütlülük kurmak lazım, o da mevcut değil. Hepimiz şunu anladık ki, sendikalı olmak için de mücadele vermek gerekiyor, sendikaya karşı da! Kendi örgütlülüğümüzü kendimiz kurmamız gerekiyor.
8
KADIN
Kadına yönelik şiddet ile her gün mücadele! Leyla Kızıltan, 4 Aralık
25 Kasım Kadına Yönelik Şiddetle Mücade Günü dünyanın dört bir yanında milyonlarca kadının katıldığı gösterilerle geride kaldı. Biz de işçi Cephesi olarak düzenlediğimiz etkinlikte ve ardından tüm kadınlarla birlikte katıldığımız yürüyüşte taleplerimizi dile getirdik. Bugün bir kez daha belirli talepler üzerinden geçmekte fayda görüyoruz. Kadınlar olarak mücadelemizi belirsiz bir tarihe ertelemiyor ve bunu sınıfsal taleplerle birlikte, varolduğumuz her alanda sürdürmemiz gerektiğini savunuyoruz.
Devlet ve yargı tarafından ceza indirimleri ile desteklenen bu cinayetler münferit vak’alar değil. Birçok olumsuz örnekte, kadınların cinayet öncesinde taciz ve tehditlere maruz kaldığını görüyoruz. Biz yalnızca katillerin yargılanmasını ya da yetersiz polisiye çözümleri değil, bu cinayetlerin önlenmesini de talep ediyoruz.
Erkek Adalet “haksız tahrik” peşinde!
Sığınma Evleri ve Taciz-Tecavüz Kriz Merkezleri’nin önemi nedir? Geçtiğimiz 25 Kasım’dan bu yana erkek şiddeti artarak devam etti. 2012’nin ilk 6 ayında 100’den fazla kadın öldürüldü. Katillerine baktığımızda ise bu şiddetin cinsiyetsiz olduğunu söyleyemiyoruz çünkü, bu kadınlar yalnızca kadın oldukları gerekçesiyle, en yakınlarındaki erkekler; babaları, kardeşleri, kocaları, sevgilileri tarafından öldürüldü.
cinayetle noktalanan erkek şid- travmalar yaşadıkları ve bu sedetinin önünde koruyucu bir beple şikâyette bulunmadıkları önlem olarak acil taleplerimizin ise bir gerçek. arasında gelir. Bu yüzden mağdurların emÖte yandan, Türkiye’de her 26 niyet ve savcılıktaki şikâyet südakikada bir kadın cinsel şiddet recinde, yargılama aşamasında mağduru oluyor. Denilebilir ki, mahkemelerde, bu aşağılayıcı hemen her kadın hayatında en durumla karşılaşmamaları, mağaz bir kez cinsel şiddet türünün durlara tam koruma sağlanması; en somut tezahürleri olan teca- kadın ve çocuk tacizlerinin son vüz, taciz, cinsel istismara maruz bulması için Taciz ve Tecavüz Kriz Merkezleri kurulmalıdır.
Yeterli sayıda, ücretsiz ve donanımlı sığınma evleri, ölüm tehditleri ve şiddet ile yaşayan birçok kadının şiddetten arındırılmış bir alanda mücadele etmeyi ve kendi ayakları üzerinde durmayı öğrendikleri alanlardır. Sığınma evleri, birçoğu
Kadın cinayetlerinin herkesin gündemine oturduğu bugünlerde bile çoğu davada katillerin cezalarına “haksız tahrik” ve “iyi hal” indirimi uygulanabiliyor. Yani erkek adalet, faillerin cezasında üçte bir oranında indirim yapılmasına zemin hazırlıyor. Öldürülen kadınların davranışlarının erkeklere hak verdiği gerekçesiyle cezaların indirimle sonuçlanmasının, erkek egemenliğini ve erkek şiddetini kalıyor. meşrulaştırdığını, kadınları itaat Taciz veya tecavüze uğrayan etmeye çağırdığını söyleyebilikadınların, 24 saat içinde baş- riz. vurmak zorunda oldukları kurumlarda görevlilerce defalarca Kadın cinayeti davalarında sorgulandığı, aşağılayıcı tavır- indirime son, namus ve nefret lar nedeniyle ayrıca psikolojik cinayetleri nitelikli hal kapsamına alınsın!
Yolda takip servisi kaldırıldı ama... Doğa Çetin, 3 Aralık
Turkcell’in uygulamaya sokmak istediği yolda takip “servisi” kadınların engeline takıldı. Kadınlardan gelen tepkilerin bir sonucu olarak uygulama şimdilik rafa kaldırıldı, ama tekrar gözden geçirildikten sonra kullanıma sokulacağı açıklandı. Peki yolda takip uygulaması nedir? Bu servis, herhangi bir kişinin, belirli bir anda nerede olduğunu öğrenmeyi sağlayan bir takip sistemidir. Bu servisin aktif
hale gelmesi için tek yapılması erkeklerden, şiddet ve baskı gereken takip edilecek kişiden görüyorken böyle bir servisin onay almak. kullanıma sokulmasıyla, uyPeki neden bu ‘’servise’’ kar- gulamaya onay verse de vermese de daha fazla şiddet ve şıyız? baskı görecektir. Onay verse, Bu takip sistemi kadınların her adımı takip edilecek ve daha fazla baskı ve şiddet gör- şiddet yeniden üretilecektir, mesine sebep olacak bir ser- onay vermezse, ‘‘Vay efenvistir. Uygulama, takip eden dim, sen benden neler saklıve edilen kişilerin rızasıyla iş- yorsun!’’, paranoyasıyla karşı liyormuş gibi görünüyor ama karşıya kalacaktır. Dolayısıyla, kadın, halihazırda sadece ka- itirazlara karşılık Turkcell’in dın olduğu için erkeklerden, verdiği, ‘’Hak ihlali yoktur, özellikle de en yakınındaki
onay vermek kişinin isteğine kalmıştır’’, cevabı pratikte geçerliliğini yitiriyor. Kadına yönelik şiddet ve baskıdan bihabermişçesine, salt kâr güdüsüyle hareket eden Turkcell’in, bu uygulamayı tekrar devreye sokabilmek için fırsat kolladığı açıktır. Bu takip “servisinin” kullanım koşulları ne kadar değiştirilirse değiştirilsin özü itibariyle, yasaklanması gereken kadın düşmanı bir uygulamadır.
İŞ YERLERİNDEN Başbakanımızdan, Devlet Bakanlarımızdan bu gibi işyerleri için daha katı kararlar almalarını rica ediyorum. İşçilerin haklarıKoyun değil işçiyiz! nın korunması için gerekenin yaMerhaba sevgili İşçi Cephesi pılmasını arz ederim. Sayın Başbakanım siz demişokurları, Ben 18 aydır Çağlayan’da bir tiniz ki, “biz Hazreti Ömer gibi tekstil atölyesinde makineci ola- adaletli olmak zorundayız. Fırat rak çalışıyorum. Bu işyerinde 18 nehri boyunda bir koyun kayayın 13’ünü sigortalı olarak ge- bolsa sorumlusu biziz!” Ama bi-
Tekstil
çirdim. Bu işyerinde çalıştığım zaman içerisinde bazı garip şeylerle karşılaştım. Benimle maaş konusunda anlaşırken bazı şartlardan söz ettiler. Konut kredisi ödediğimden dolayı bu şartları kabul etmek zorunda kaldım. Bana sigorta istersem maaşımın 200 lira daha az olacağını söylediler. Ben bunu kabul etmeyince bana karşı cephe oluşturdular. Tabii ki, bu gibi işyerlerinde çalışmak zor ama mecburen bazen bu koşulları kabul etmek zorunda kalıyoruz.
İnsanlar çalışmak istiyor, patronlar işçilerin haklarını gasp ediyorlar. Sizlere bazı örnekler vermek istiyorum. Sigortalı işçiler asgari geçim indirimini (vergi iadesini) istediği zaman, biz asgari geçim indirimini veremeyiz, biz fabrika değiliz, diyorlar. Halbuki asgari geçim indirimini patron değil devlet veriyor. Bir kişi bile çalıştırsalar bunu vermek zorundalar. zim haklarımızın gasp edilmesini Mesaiye kaldığımız zaman bize herhalde bilmiyor olamazsınız! %50 mesai ücretimizi vermiyor- Peki neden bu işe bir çözüm bullar, normal günlük ücret veriyor- muyorsunuz? Tabi anlıyorum biz lar. Yani mesai ücretimizi de gasp koyun değiliz. Sanırım ondan biz kendi hakkımızı kendimiz ediyorlar. Yıllık ücretli iznimiz yok, izin aramalıyız. Ama buna da izin vermiyorsunuz. Hak arayanlara yaparsak da ücretsiz. biber gazıyla, copla müdahale Cenazem vardı, yakın bir akra- ediyor, yerlerde tekme tokat döbam ölmüştü, cenazeye gittim. vüyorsunuz. Bir de demiştiniz ki İşe gelemediğim günleri maa- haksızlık karşısında susan dilsiz şımdan kestiler. Halbuki ben ka- şeytandır. Bunu da arz ederim nuni olarak 3 gün cenaze iznim Sayın Başbakanım! olduğunu biliyorum ama, onlar için bu önemsiz. İşçi Cephesi’nin İC okuru bir tekstil işçisi okur köşesini okuduğumda anla- Birlikte hareket edince dım ki, işçilerin problemleri aynı. Peki bu problemlerimizi kim çözecek?
istediğimizi alıyoruz
Merhaba,
Sizin aracılığınızla Başbakana, Çalışma Bakanına seslenmek is- Ben bir tekstil atölyesinde çalışıyorum. On dört işçiyiz; on tiyorum.
9
erkek dört kadın çalışıyoruz. İhracata dönük üretim yapıyoruz. Patronumuz Almanya’da yaşıyor. Almanya’da on beş mağazası var. Burada temsilci iki kişi var. Aslında her şeyi yönlendiren buradaki bu temsilciler.
Türkiye’de her şeye zam yapılıyor, dedik. Onlar da bunun farkında olduklarını söylediler. Temsilciler biz de zam almakta zorlanıyoruz, Almanya’daki patron gelecek, konuşacağız, dediler. Ve patron geldi. Biz işçiler patronla konuşalım Bu temsilcilerin kendi atölyele- dedik temsilcilere. Onlar hayır ri var ve özel sipariş gömlek di- biz konuşuruz, zam alamazsak siz kiyorlar. Ortak noktamız, aynı konuşursunuz patronla, dediler. mağazalara iş gönderiyoruz. Özel Biz işçiler bekliyoruz dedik. Temsilciler patronla konuşmuşlar ve sonra bizleri çağırdılar. Gurup gurup gittik. Temsilciler, patron zar zor zam yaptı ama düşük zam verdi dediler. Ne kadar dedik, yüzde sekiz! Biz kabul etmedik. Temsilciler “Siz ne istiyorsunuz?” diye sordular. Yüzde on beş dedik. Sonra en son, zammın yüzde on iki olduğunu söylediler temsilciler ama altı ay sonra bir daha oturup konuşacağız dediler. Biz de olur dedik ama kadınlara yüzde sekiz zam yaptıklarını öğrendik. Sonra kadınlar bize ne kadar zam aldığımızı sordular. Biz de yüz de on iki aldık, dedik. Daha sonra kadınlar temsilcilerle konuşmuşlar, aynı işi yapıyoruz, neden bu kadar düşük zam yaptınız deyip kabul etmeyeceklerini söylemişler. Temsilciler de bu durumda tamam demişler, size de yüzde on iki! Şimdilik durum bu. İC okuru bir tekstil işçisi gömlek dikimi yapan bu mağazalarda, normal şartlarda Kasım, zam ayıdır. Bu sene ise, ilk başta zam yapılmayacak dedi temsilciler. Neden olarak ise Almanya’da hiç bir şeye zam yapılmadığı için bize de zam yapılmayacak dediler. Sonra biz işçiler temsilcilerle konuştuk. Bireysel olarak,
MEKTUPLARINIZI
BEKLİYORUZ ISCICEPHESI@
GMAIL.COM
10
ÖĞRENCİ
Yeni YÖK taslağı: Burjuvazinin bir planı var! Peki ya bizim? İşçi Cephesi, 2 Aralık
YÖK, yeni taslağını kamuoyuna açıklayarak önümüzdeki dönemde kapitalizmin ve Türkiye burjuvazisinin üniversitelere dönük beklentisini gözler önüne sermiş oldu. Tüm dünyada, neoliberal politikaların bir sonucu olarak, devlet kamu harcamalarından elini çekerek bu alanları sermayeye terk etmektedir ve eğitim de bu alanlardan biridir. YÖK’ün yeni taslağı da bu kaygılar doğrultusunda, Türkiye’nin de dahil olduğu Bologna deklarasyonu kapsamında, TÜSİAD gibi sermaye gruplarının da desteğiyle, üniversitelerin sermayenin ihtiyaçları doğrultusunda yeniden yapılandırılmasını önüne koyan, öğrencilere ve tüm üniversite bileşenlerine dönük yoğun bir saldırı programıdır! Evet, yoğun bir saldırı programıdır! Çünkü bu taslağın uygulanması kamusal yükseköğretimin bertaraf edilmesi demektir! Burjuvazinin saldırı programının karşısına öğrencilerin, asistanların ve tüm üniversite çalışanlarının ortak bir mücadele programıyla çıkması ve bu taslağın uygulanmasının önüne geçmesi acil bir ihtiyaçtır.
1-Üniversitede mali özerkliğe hayır! Taslak üniversitelerin mali özerkliğini savunmakta ve üniversitelerin kendi kendisini döndürebilir, kâr edebilir şirketler haline gelmesini istemektedir. Bunun yolu da devletin üniversitelere yaptığı harcamaları keserek bu alanı sermayeye, sanayi çevrelerine terk etmesini getirmektedir. Bu şekilde üniversitelere girecek olan burjuvazi, eğitimi kendi ihtiyaçlarına cevap verebileceği, yani kâr elde edebileceği bir hale getirecek, müfredatı
kendisine göre düzenleyecektir. Ayrıca istihdama yönelik eğitim propagandası altında sanayi kuruluşlarının bazı faaliyetleri (örneğin araştırma-geliştirme birimleri) üniversitelere aktarılarak öğrenciler buralarda ücretsiz staj yaparak şirketlerin daha az harcama yapmasına hizmet edecektir. Sermayeye kâr getirmeyecek bölümlerin akıbeti ise kapanmak olacaktır. Üniversitelerin kâr elde edebilir kuruluşlar haline gelmesi için burjuvazinin
da esnek ve güvencesiz çalışmaVakıf üniversiteleri tazmi- ya biat etmesinin ortamı yaratılmaya çalışılacaktır. Tümüyle bir natsız kamulaştırılsın! şirket mantığının hakim olacağı, Kamusal, nitelikli ve parasız öğrencilerin ve üniversite emekeğitim! çilerinin temsiliyetinin olmayaÜniversite emekçilerinin öz- cağı yönetim biçimine karşıyız! lük haklarına dönük saldırıla- Üniversiteler öğrenciler ve ünira son! versite emekçilerinin seçimiyle yasaklansın!
Güvenceli iş, güvenli gelecek! belirlenen kurullarca yönetilsin!
Ancak böyle bir denetimin kurulmasıyla burjuvazinin yaTaslak, üniversiteleri sermaye- ratmaya çalıştığı; öğrencilerin
2-Üniversite hayır!
Konseylerine
nin hizmetine sunmanın planını yaparken bir yandan da buna uygun yönetsel formüller üreterek sermayedarların üniversitenin yönetiminde söz sahipliğini garanti altına almaya çalışmakta. Yeni düzenle birlikte kurulması planlanan üniversite konseyleri de bu amacın bir ürünüdür. Kamu üniversitelerinin mütevelli heyeti olarak da adlandırabileceğimiz bu konseylerin içinde üniversiteye yatırım yapan sanayi kuruluşlarının da temsilcileri bulunacak ve konseyler üniversitenin yönetiminden yetkili olacaklardır. Böylelikle üniversite içi rejim de sermayenin ihtiyaçları doğrultusunda şekilT.C. Bologna deklarasyo- lendirilerek öğrencilerin “müştenundan imzasını geri çeksin! ri” ve “meta” sıfatlarına adaptasyonu, üniversite çalışanlarının Özel üniversitelerin açılması bir başka ihtiyacı da üniversite içinde güvencesiz ve esnek çalışmanın kurallaşmasıdır. Bu uğurda asistanlar ve üniversite emekçileri üzerinde kadrosuz, sözleşmeli ve proje bazlı çalışma düzeninin baskısı yaratılacaktır. İşte İTÜ asistanları bu düzene karşı mücadele etmektedirler! Taslakta özel üniversite açılmasının önündeki engellerin kaldırılmasının planlanması, sermayenin eğitimi kâr elde edilebilir bir sektör haline getirmekteki kararlılığını göstermektedir. Bu kararlılık kamusal yükseköğretimin ortadan kaldırılması ve burjuvazinin kârının artırılmasından beslenmektedir!
müşteri ve üzerinden kâr elde edilebilen meta haline geldiği, asistanların ve diğer üniversite çalışanlarının esnek ve güvencesiz çalışmaya zorlandığı, eğitimin niteliksiz hale getirildiği, kafa ve kol emeği ayrımının daha da derinleştirildiği üniversite modeline karşı durabiliriz. Ve bu yolla, doğrudan demokrasinin egemen olduğu, ezilen ve sömürülen kesimlerin dışlanmadığı, eğitimdeki sınıf eşitsizliğinin, etnik ayrımların ve kafa ile kol emeği arasındaki uçurumun ortadan kaldırıldığı özgür emekçiler üniversitesinin inşasına ulaşabiliriz! Yeni YÖK taslağı çöpe! Özgür emekçiler üniversitesi için mücadeleye!
ULUSLARARSI
11
Mısır: “Mübarek, Mursi, devrim her yerde!” İC - Haber, 2 Aralık Kuzey Afrika ve Ortadoğu’daki Arap devrimci süreci yeni bir aşamaya giriyor. Suriye’de muhalif güçler, birçok yeni bölgenin kontrölünü ele geçirirken, çatışmalar Şam’ın merkezine dek ilerlemiş durumda. Ürdün’de yeni zamların tetiklediği protestolarda, Kral Abdullah’ın yıkılması, rejimin devrilmesi sloganları ön plana çıkyor. Devrimlerin başladığı yer Tunus’ta ise, işsizliğin yüzde 50 civarında olduğu Silyana kentinde iş ve sosyal haklar talebiyle başlayan eylemler, polisin ve ordunun müdahalesiyle, bölgesel ayaklanmaya doğru evrilmekte. Fakat, bölge adına asıl belirleyici gelişme Mısır’da yaşanmakta. Olağanüstü yetkilerle ülkeyi yöneten devlet başkanı Mursi’nin, 22 Kasım’da yetkilerini daha da artıran bir kararname çıkarması, kitleleri yeniden sokağa döktü. Başta Tahrir Meydanı’nda olmak üzere, ülkenin birçok kentinde on binlerce kişi tarafından protesto gösterileri düzenlendi, çeşitli yerlerde Müslüman Kardeşler’in binaları ateşe verildi. Devrimin sembolü Tahrir Meydanı’na yeniden çadırlar
kurulurken, eylemlerde, “Mursi, Mübarek, devrim her yerde!”, “Halk rejimin devrilmesini istiyor” gibi sloganlar ön plana çıktı. Cumhurbaşkanı’nın ve anayasa taslağını hazırlayan Kurucu Meclis’in kararlarını yargı denetimi dışına
Müslüman Kardeşler’in, neoliberal uygulamaları aynen sürdürmesi, vaat ettiği gibi İsrail’le Camp David Antlaşması’nı yırtmak yerine emperyalizm ve İsrail’le sıkı ilişkileri devam ettirmesi, eski rejimin sorumlularını yargılamak ye-
alan kararname geri çekilmeden rine onlarla uzlaşmaya gitmesi gibi kitleler, sokakları terk etmeyecekle- gerekçelerle, Mısır’ın emekçi halkı rini haykırdı. nezdinde Müslüman Kardeşler’in Mısır’da Mübarek’in devrilme- popülaritesi giderek düşmekte. sinin ardından iktidara Müslü- Mursi’nin yetkilerini mutlaklaşman Kardeşler gelmişti. Fakat, tıran yeni kararname ise, bardağı
taşıran son damla oldu ve devrimi ellerinden çaldırmak istemeyen kitleler tarafından, Müslüman Kardeşler iktidarına karşı ilk kez bu denli kitlesel gösteriler gerçekleşti. Öte yandan, Müslüman Kardeşler iktidarına karşı gerçekleşen bu kitlesel seferberlikler, Arap devrimlerinin aslında ABD yanlısı İslamcıları iktidara getirmek üzere emperyalizm tarafından düzenlenen bir komplo olduğunu söyleyenlerin veya İslamcıların iktidara gelmesinin ardından Arap devrimlerinin sona erdiğini iddia edenlerin söylemlerini bir kez daha boşa çıkardı. Mısır’daki son gelişmeler, canları pahasına diktatörleri deviren kitlelerin, devrimin taleplerinden kolay kolay vazgeçmeyeceklerini, Arap devrimlerinin açık bir süreç olduğunu bir kez daha ortaya koymakta.
14 Kasım’da bir hayalet dolaştı Bahadır B., 2 Aralık
4 yıldır Avrupa işçi sınıfına kan kusturan IMF, Avrupa Birliği, Avrupa Merkez Bankası gibi var oluş nedenleri Avrupa burjuvazisinin kâr oranlarını yükseltmek olan kuruluşların, Avrupa’yı, işçi sınıfı aleyhine yeniden şekillendiren kemer sıkma programları varsa, buna karşı işçi sınıfının da kendi programı ve örgütsel bütünlüğü olmalıydı. 14 Kasım Avrupa genel grevi, bu yolda geç de olsa atılmış çok önemli bir adımdı. Kesinlikle bir son değil, sadece bir başlangıç... 36 ülkede 60 milyon işçiyi temsil eden Avrupa Sendikalar Konfederasyonu (ETUC) 14 Kasım’ı, sosyal hak ve istihdam talepleri çerçevesinde “Avrupa eylem ve dayanışma günü” ilan etti. Grev kelimesinden özenli bir şekilde kaçınılsa da
özellikle Güney Avrupa’da Avrupa tarihinin en büyük genel grevinden bahsedebiliriz. Portekiz, İspanya, Yunanistan, İtalya, Malta, Fransa gibi ülkelerde genel grev birçok sektörde üretimin durmasına yol açtı. Almanya, Belçika ve İngiltere gibi ülkelerde ise kitlesel gösteriler ve mitingler olduğu gibi Avrupa dışında da destek eylemleri düzenlendi. 14 Kasım, işçi sınfının insiyatif alabildiğinin ve ortak tavır koyabildiğinin çok önemli bir göstergesidir. Grevlerin yapıldığı güney ülkelerindeki kan döken kolluk şiddeti, tutuklamalar kitlelerin direnişini kıramadı. Grevler ve eylemler, ülkelerin içine sıkışıp birbirlerinden yalıtık kalmadı. Her ülkede ortak talepler dile getirilirken sınıf dayanışması vurgulandı. Almanya’da “Hepimiz Yunanız” yazılı pankartlar açılırken, Yunanistan’da ise meydanlarda
İspanya, Portekiz ve İtalya bayrak- politikalarının örgütlenebildiğinin ları açılıyordu. Kısacası 14 Kasım, dünyaya kanıtıydı. Avrupa sınıf tarihinin önemli günYunanistan’ın iki yıl önce düştüleri arasındaki yerini aldı. ğü ekonomik ve politik krize bugün Dünya işçi sınıfının en büyük tüm Avrupa düşmüş bulunmaktaproblemlerinden biri olan sendi- dır. Avrupa işçi sınıfının her geçen kal bürokrasi, 14 Ksım günü de gün homojenleştiği şu günlerde, kendini gösterdi. Grevden çok bir Avrupa gök kubbesinin altında kogünlük eylem organize etmek iste- şullar, işçi sınıfından yana bir düzen yen ETUC’un tabandan gelen ba- için uygun hale geliyor görünse de, sınca kayıtsız kalamadığı ortadadır. bu koşulların kendi canavarlarını Avrupa’da sendikal hareket o kadar yaratmayacağının garantisi yok. Avçok saldırıya maruz kalıyor ki, artık rupa devrimcilerinin bu koşulları sendikalar var olma savaşı vermek- sınıf leyhine dönüştürecek politikatedirler. İşte sendikal bürokrasinin ları üretmeleri elzemdir. Bu tip geyumuşak karnı... Taban inisiyatifi- nel grevler, Avrupa’da kurulan irili nin artması Avrupa sınıf mücade- ufaklı anti-faşist cephelerin birleşlesinin de sertleşeceğini gösteriyor. melerinin de önünü açabilir. Tüm Avrupa çapındaki bir sonraki İşçi sınıfının kanını emen politieylemi 23-27 Ocak 2013’te olması kalara karşı örgütlenen direnişler planlandı. 14 Kasım, sınırlar öte- bir güne sığdırılamaz. Gidişatın desi sınıf karşıtı kriz politikalarına ğişmesi mücadele eden Avrupa işçi yönelik yine sınırlar ötesi sınıf sınıfının ellerindedir.
Gazze’ye dönük saldırılar ve abluka sonlandırılsın!
Yaşasın özgür Filistin!
Aralık 1987, Filistin halkının Siyonist İsrail devletine karşı direnişinin simgesi olan birinci intifada’nın başlangıcı. Bugünler ise topyekun direnişin başlangıcının 25. yıldönümü. O günlerden bu zamana kadar Ortadoğu’da ve Filistin mücadelesinde birçok değişim meydana geldi. Ancak değişmeyen en önemli nokta ise Filistin halkının mücadelesinin Ortadoğu devrimi açısından barındırdığı patlayıcı etki! Emperyalizmi bölgede en çok tedirgin eden konu ise, Kuzey Afrika ve Ortadoğu’da yaşanan devrimci sürecin Filistin mücadelesiyle birleşerek derinleşmesi. Korkulanın olmaması için, bir yandan İsrail Gazze’ye dönük saldırılarla ve ablukayla Filistin direnişini çökertmeye çalışırken, diğer yandan “demokratik gericilik” politikalarıyla, Filistin halkının kurtuluş mücadelesi “iki devletli çözüm” cenderesine sıkıştırılmaya çalışılıyor. Geçtiğimiz 20 gün yaşananları da bu çerçevede değerlendirmekte yarar var. Ortadoğu’daki devrimci süreçle birlikte, Mübarek gibi tarihsel müttefikleri yıkılan ve hızlıca değişen güç dengeleri karşısında kendi alanını korumaya çalışan Siyonist İsrail devletinin saldırgan tavrı, 12 Kasım’da Filistin’e karşı başlattığı füze harekatında vücut buldu. Hamas’ın askeri kanadının liderine dönük suikastla başlattığı saldırıyla İsrail, bir kez daha Filistin halkının direnişine darbe vurmayı denedi. Ancak Filistin tarafından gelen
direniş ve karşı füze saldırısı Siyonist devletin daha da saldırganlaşmasının önüne geçti. Bunun sonucunda ise Mübarek döneminden beri Filistin-İsrail çatışmasında emperyalizmin hizmetinde arabuluculuk yapan Mısır, Mursi hükümeti nezdinde de aynı rolü benimseyerek iki taraf arasında ateşkes imzalanmasını sağlamaktan öte bir adım atmadı. Mısır’da kitle seferberlikleri neticesinde devrilen Mübarek’in yerine, İsrail karşıtı bir söylemle iktidara gelen Müslüman Kardeşler’in lideri Mursi’nin ateşkeste oynadığı rol, Müslüman Kardeşler’in İsrail ve emperyalizme ilişkin tutumunu ve sınıfsal karakterini bir kez daha gözler önüne sermiş oldu. Keza Mursi’ye karşı Tahrir Meydanı’nı dolduran kitleler de bunu doğrulamakta! İsrail’in saldırılarının durmasında ve ateşkesin sağlanmasında Filistin halkının direnişi önemli bir etki yaratsa da emperyalizmin, bölgenin kırılgan noktası Filistin’de mücadelenin derinleşmesinden duyduğu endişe de kritik bir yere oturmakta. Çünkü, Kuzey Afrika ve Ortadoğu’da devrimci süreç derinleşirken Filistin halkının da bu mücadeleye katılması emperyalizmi bölgede içinden çıkılmaz bir durumla karşı karşıya bırakabilirdi. Emperyalizm bölgede kendi lehine kontrolü sağlamaya çalışırken Filistin sorununu bir şekilde gündemden uzak tutmaya ve hatta kendi yöntemleri ile “çözmeye” çabalamakta. Bu yöntem ise “Filistin’de iki devletli çözüm”. 30
Kasım’da gerçekleşen Birleşmiş Milletler (BM) Genel Kurul’unda yapılan oylama sonucunda Filistin’in “gözlemci kuruluş” olan statüsü “üye olmayan gözlemci devlet” statüsüne dönüştürüldü. Bu statü değişimi ve Filistin’in BM tarafından “devlet” olarak adlandırılması Filistin halkının yıllardır sürdürdüğü mücadelenin bir sonucu ve ABD ile İsrail’e karşı kazanılmış önemli bir mevzi. Ancak emperyalizmin, Filistin yönetiminin iki burjuva kanadı olan El Fetih ve Hamas’ı “iki devletli çözüm” planına kazanması için böyle bir adım atması gerekmekteydi. O nedenle, statü değişimi tek başına, İsrail’in işgalci politikalarının sonlanmasını getirmeyecek. Ve eğer biz, Filistin halkının özgürlüğünden, İsrail ambargosundan ve saldırganlığından tamamen kurtulmasından, bölgede kalıcı barışın sağlanmasından söz ediyorsak, emperyalizmin “iki devletli çözüm” planı bu talepleri karşılayabilecek niteliğe sahip değildir.
devletinin karakteridir. 1947 yılında emperyalizmin dünya siyasetindeki ihtiyaçları doğrultusunda Filistin topraklarında kurulan devletin ana dayanakları, Siyonizm ve emperyalizmin bölgedeki jandarmalığını üstlenmektir. Bu doğrultuda, Filistin topraklarının İsrail’in vaat edilmiş sınırlarını oluşturduğundan hareketle, Filistin halkını imha ve bölgeden tasfiye etmeyi amaçlayan ırkçı ve saldırgan bir devlettir. Özetle, İsrail’in varlığı Filistin halkının kendi kaderini tayin etmesinin önündeki en büyük engeldir.
Bu nedenlerle, bölgede kalıcı barışın sağlanması “iki devletli çözümde” aranmamalıdır. Kalıcı barışın yolu, Siyonist İsrail devletinin yıkılmasıyla bölgede dini ve etnik temele dayanmayan, laik ve demokratik bir Filistin devletinin inşasından geçmektedir. Bu da Ortadoğu’da emperyalizme karşı tüm emekçi halkların birleşik mücadelesiyle mümkündür. Kuzey Afrika ve Ortadoğu devrimci süreci ortak mücadelenin yolunu “İki devletli çözümle” hedeflenen açarken, 25. yıldönümü olan birinci Filistin Kurtuluş Örgütü vasıtasıy- intifada da örnek seferberlik deneyila, tümüyle emperyalizme bağımlı mi olarak önümüzde durmaktadır! Filistin devletçiği ile işgalci Siyonist Gazze’ye dönük saldırılar durrejimin bir arada yaşaması ve bu yol- durulsun, abluka kaldırılsın! la Filistin emekçi halkının İsrail’e ve Yıkılsın Siyonist İsrail devleti! onun işgalciliğine karşı bir intifada örmesinin önüne geçilmesidir. Bu Yaşasın laik, demokratik ve ırkçı plan, emperyalizmin bölgede kont- olmayan tek Filistin devleti! rolünü artırmasına hizmet ederken gerçek bir “barışın” sağlanmasının da önünü açmayacaktır. Bunun İşçi Cephesi, 1 Aralık 2012 temel nedeni ise İsrail
www.iscicephesi.net Aylık Siyasi İşçi Gazetesi (Aylık Yerel Süreli Yayın) • Sahibi ve yazı işleri müdürü Atakan Çiftçi (Enternasyonal Yayıncılık) • Yönetim yeri Şehit Muhtar Mah. Süslü Saksı Sok. No: 19/6 Beyoğlu - İstanbul • 1 yıllık abonelik Yurtiçi: 25 TL • Yurtdışı: 25 € Baskı Gülmat Matbaacılık, Litros Yolu 2. Matbaacılar Sitesi E Blok 1NE4 Topkapı - İstanbul, (0212) 5651774 • Fiyatı 2 TL • Her türlü haberleşme ve abonelik talebi için e-posta adresimiz iscicephesi@gmail.com