Ic49

Page 1

İmralı Süreci başkanlık sistemine bilet mi? Aylık Siyasi İşçi Gazetesi • Sayı: 49 • Mart 2013 • Fiyatı: 2 TL

BMC işçisi haklarını istiyor

» 6

Diktatörlük rejimiyle diyaloga ilişkin Suriye devrimci solunun tutumu

»

14

İmralı Süreci bağlamında gündeme gelen ve ana fikri başkanlık sistemi verelim, özerk yerel yönetim ve “kültürel otonomi” alalım denkleminden demokratik cumhuriyet çıkar mı? Eğer Başbakan...

» 8-9

Barış ve özgürlüğün garantisi, emekçilerin ve halkların mücadelesidir! İmralı görüşmeleriyle yeniden başlayan müzakere sürecinde yaşanan her yeni gelişme, AKP hükümetinin çerçevesini çizdiği “çözüm”ün sınırlılıklarını ve bu “çözüm”ün arkasında yatan hedefleri, yeniden gündeme getiriyor. Halkların Demokratik Kongresi (HDK)’nin “Barış için Eşitlik, Çözüm için Müzakere” sloganıyla başlattığı kampanya sürecinde, Sinop ve Samsun’da yaşananlar, bu bağlamda önemli bir yere oturuyor. HDK heyetinin Karadeniz seyahatinin bir grup ırkçı faşistin “provokasyonu”yla engellenmesi, tüm adres şaşırtma çabalarına rağmen hükümetin sorumluluğundadır. En küçük bir işçi, öğrenci eylemini, toplumsal muhalefet gösterisini dahi en sert yöntemlerle bastırmakta parlak bir sicili olan veya Başbakan’ın ya da herhangi bir hükümet temsilcisinin ülke içinde yaptığı seyahatlerde kuş uçurtmayan, adeta terör estiren kolluk kuvvetlerinin; küçük bir faşist kitleyi dağıtmaması ve HDK heyetinin güvenliğini sağlamaması, hükümetin bilinçli bir tercihidir ve “anlamlı” bir mesajı barındırmaktadır.

çabalarının yansımaları. BDP heyetine ilişkin tartışmada hükümet, BDP’yi eşit bir muhatap olarak görmediğini ve BDP’den yegane beklentisinin, kendisinden beklediği “rolü” oynaması olduğunu, açık bir biçimde vurgulamanın peşinde. Öte yandan, hükümet tarafından kamuoyunda, “4. Yargı Paketi” ile KCK tutuklularının serbest bırakılacağı beklentisi yaratılırken, paketin kapsadığı değişikliklerin, binlerce KCK tutuklusunun oldukça bir kesimini etkileyeceği açığa çıkmaya başlıyor.

AKP hükümetinin Kürt sorununun “çözümünden” anladığı, AKP hükümeti, “çözüm” projesinin sınırlarını sarsabilecek, müza- PKK’nin silahsızlandırılması ve Kürt halkının seferberlik sürecikere sürecinde elini zayıflatabilecek herhangi bir gelişmeye veya giri- nin sona erdirilmesidir. Bu nedenle, hükümetin tutumu, çözümde şime müsaade etmeyeceğini bir kez daha açıkça ortaya koymaktadır. “samimi” olup olmadığı üzerinden değil, bu temel üzerinden değerHükümet açısından gerçekleşebilecek en büyük tehlike ise, Türkiye lendirilmelidir. Bu süreçte, Kürt halkının elde edeceği her kazanım, işçi sınıfının ve emekçilerinin Kürt halkının haklarını sahiplenmesi kuşkusuz ki, mücadelesinin ürünü olacaktır ve koşulsuz biçimde ve desteklemesi; Kürt ve Türk işçileri arasında oluşacak mücadele desteklenmelidir. Fakat Kürt halkının ulusal demokratik haklarının birliğidir. Buna yönelik en küçük girişim, hükümet açısından, baş- kısmi kazanımlar cenderesine hapsedilmemesi, mevcut baskı rejimitan ezilmeye mahkumdur. HDK’nin Karadeniz kampanyasının, nin, Kürt halkının ve emekçilerin seferberlikleriyle köklü bir biçimkendi nesnel hedeflerinden bağımsız olarak, devletin alarm zillerini de dönüşüme uğratılması sayesinde sağlanabilir. Bunun için ise, aynı çaldırması, bu çerçevede değerlendirilmelidir. baskı rejimine karşı mücadele eden işçi sınıfının ve Kürt halkının, Türk ve Kürt işçilerin mücadele birliği için her zamankinden çok İmralı’ya gidecek BDP heyetinin belirlenmesi ve “4. Yargı Paketi”ne ilişkin tartışmalar da, hükümetin “dizginleri elinde tutma” çaba sarf etmemiz gerekiyor. Hakiki barış ve özgürlük, emekçilerin ve halkların mücadelesiyle gelecek!

Papa’nın hesabı Tanrı’ya havale (mi?)...

»4

Doktoralı işsiz olmayacağız!

»5

Tunus: Şükrü Belaid’in katilleri araştırılsın ve cezalandırılsın!

» 15


2

İLAN TAHTASI

İstanbul’un ayak izleri

Damla Tezcan, 21 Şubat 2013

Ulaştırma Bakanlığı’nın Marmaray Projesi ve İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin Metro Projesi kapsamında Kültür ve Turizm Bakanlığı’na bağlı İstanbul Arkeoloji Müzeleri Müdürlüğü başkanlığında yürütülen arkeolojik kazılar 2004 yılında başlamıştır.

Üsküdar, Sirkeci ve Yenikapı Kazılarında gün ışığına çıkarılan buluntular İstanbul’un tarihi açısından olduğu kadar, dünya kültür tarihi açısından da önemli sonuçlar vermektedir. HüNe savunuyoruz? kümetNeyi hedefliyoruz? lerin İşçi Cephesi, Troçkist bir yayın aslında en başından beri yük olarak gördüorganıdır. Türkiye’de devrimci bir ğü, işçi fakat AB Uyum Yasaları çerçevesinde partisinin inşası için mücadele yapmaya mecbur kaldığı kazıların bitirilediyoruz. Hedefimiz sosyalist devrim, mesi için yıllardır yapılan baskılar, kamukapitalizmin ilgası ve sosyalizmin oyunu arkeologların projeyi uzattığına ve inşasıdır. İşçi sınıfının ve gençliğin İstanbul’un trafik sorununa neden olduğuna mücadelesini destekliyor, işçi demokdair çarpıtılmış açıklamalar, ortaya çıkarılan rasisinin yaygınlaşması için uğraş pek çok veriye gölge düşürmektedir. Oysa veriyoruz. Sermayenin baskı ve şiddet ilk bakışta maddi zarar gibi görünen kazılar, rejimine karşı mücadele ediyoruz sonuçları ortaya çıktıktan sonra dolaylı bir ve halkların kendi kaderlerini tayin kazanç alanı. Dünyada pek çok ülke, turizhakkını destekliyoruz. Mücadelemiz mini arkeolojik buluntularıyla canlandırarak uluslararası ölçeklidir ve kendimizi, hazinelerini büyütmektedir. 31 Aralık 2012 işçi sınıfının dünya partisi olan IV. tarihinde durdurulan ve yeniden başlayacağı Enternasyonal’in yeniden inşasının muamma olan Marmaray kazıları ve özellikle bir parçası olarak görüyoruz. Yenikapı şantiyesi en büyük buluntu topluluğuna sahiptir.

Neolitik’ten Günümüze Yenikapı Yenikapı’da 58.000 m² alanda deniz seviyesinin +3 metre üzerinde, yani günümüz seviyesinde başlayan arkeolojik kazılarda ilk olarak, Geç Osmanlı Dönemine tarihlenen küçük imalathaneler ve işliklere ait mimari

kalıntılar ile sokak bulunmuştur. Ayrıca aynı bölgede Metro kazılarında MS. 12-13. yüzyıllara tarihlenen Kilise kalıntısı da yeniden ayağa kaldırılmak üzere ortaya çıkarılmıştır. -1 m ile -6.30 m. arasında, Bizans Dönemi’nin en büyük limanı olan, I. Theodosius (379-395) tarafından yaptırılan ve 11. yüzyıla kadar kullanılmaya devam edildiği anlaşılan limanda; Marmaray kazı alanında 13, Metro kazı alanında 22 olmak üzere farklı ölçü ve tipte 5-11. yüzyıllara tarihlendirilen 35 tekne kalıntısı gün ışığına çıkarılmıştır. Dünyanın en geniş antik tekne koleksiyonlarından birini oluşturan Yenikapı batıkları, dönemin gemi tipolojisi ve gemi yapım teknikleri açısından çok önemli bilgiler sunmaktadır.

kemik ve metal aletler, pişmiş toprak kaplar ve Amphoralar gibi İstanbul’da geçmiş yüz yıllarda yaşamış insanların günlük hayatlarına dair, wbirçoğu daha önce keşfedilmemiş pek çok obje ortaya çıkarıldı. İstanbul’un kültür tarihi günümüzden 8500 yıl öncesine ait Tüm bu alanda günümüz deniz seviyesinin yaklaşık -6.30 m. altında Neolitik Döneme (İlk Köy Toplumları) ait pek çok kalıntı ortaya çıkarıldı. Basit taş temelli dal örgü mimariye ait kalıntılar, bu kalıntıların çevresinde Hoker pozisyonda gömülen insan iskeletleri ve urne (kül kapları) gömüler, aynı bölgede Metro kazıları sırasında, aynı dönem mezar mimarisi içinde daha önce görülmemiş bir gömüt mimarisi bulundu. Deniz seviyesinin yaklaşık 8 m. altındaki killi tabakada insana ait ayak izleri bulundu. Üst üste birkaç tabaka halinde tespit edilen ayak izleri, deniz kumuyla örtüldüğünden korunmuştur. Tüm bu bulgularla beraber ahşap kano kürekleri, çakmaktaşı alet topluluğu, kemik ve ahşap aletler, pişmiş toprak kaplar vb. pek çok buluntu İstanbul’un Neolitik Dönemini anlamamıza yardımcı olmaktadır. Daha önce Yarımburgaz Mağarası, Fikirtepe ve Pendik yerleşimlerinde ortaya çıkarılan Neolitik buluntularla benzerlik gösteren Yenikapı Neolitik yerleşmesi, İstanbul’un tarihini 8500 yıl önceye taşımamızı sağladı.

Marmaray ve Metro kazıları dünyayı ayağa kaldıran buluntularıyla adından sürekli söz ettirmektedir. Kazılarda henüz yaklaşık 70 bin eser gün ışığına çıkarıldı. Ayrıca edinilen tüm bilimsel veriler geçmişe ışık tutmak için farklı bilim dalları tarafından incelenmekteydi. Kazıların bu aşamada durdurulması yıllardır yapılan araştırmaların havada kalmasına neden olur. Kazıların, Türkiye ve dünya Yenikapı kazı alanının batısında yer alan kültür tarihine katkı sağlaması için tüm buldeniz surları, büyük taş bloklardan yapılmış guların değerlendirilip, sonuçlarının ortaya rıhtım ve dalgakıranın bir bölümü gibi liçıkarılması gereklidir. Üstelik devlet kurummanın karadaki mimarisine ait kalıntılar, bu ları her ne kadar kaçınsa da ilgili yasalarca, alanda yapılması planlanan istasyonu iptal bu çalışmaları bitirmek zorundadır. Umarım ettirmiş, istasyon doğuya doğru kaydırılmış- en yakın zamanda bu usulsüzlük aşılarak tır. çalışmalar yeniden başlatılır ve İstanbul ayak Bu dönemlere ait deri ve ahşap günlük kul- izlerini yeni bulmuşken kaybetmez…. lanım eşyaları (ayakkabı, tarak, oyuncak, vb.)


EMEK GÜNCESİ

3

Yine sendikalaşma, yine işten atılma: Taral Makina Haramidere, Ankara Meşrutiyet, Opera, Ataç, Oran şube ve aktarma merkezlerinde işten atılBundan yaklaşık 5 ay önce DİSK’e bağlı maların başlaması ile direnişler 24 Ocak’ta orNakliyat-İş Sendikası, Yurtiçi Kargo’da Türkitaklaştırıldı. ye genelinde örgütlenme çalışmalarına başladı. Türkiye genelinde sayısı yaklaşık 11 bini Sendikalaşma büyük oranda tamamlanıp, yetki için Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’na bulan Yurtiçi Kargo çalışanları, çoğunlukla iş başvurulduktan sonra sendikalı işçiler pek çok sözleşmelerinde yazan çalışma saatinden daha şube ve aktarma merkezlerinde işten çıkartıl- fazla çalışırlar. Tüm kargo-lojistik sektöründılar. Nakliyat-İş’in “Sendikalı ol, güçlü ol” de olduğu gibi burada da işçiler, mesai ücreti kampanyası ile örgütlenen işçiler, şimdi de pek almadan fazla mesai yaparlar. Ücretleri asgari çok işyerinde direnişlerle mücadeleye devam ücret düzeyinde ya da şanslılarsa onun biraz üzerindedir. Çoğunlukla taşeron çalıştıkları ediyor. için sosyal haklardan da mahrumdurlar. Bu İlk olarak 2 Ocak tarihinde Konya aktarma duruma bir son vermek ve insan onuruna yakımerkezinde işten çıkarmalar başladı, sonrasınşır bir hayat sürmek isteyen işçiler, Nakliyat-İş da ise Kavacık, Çayırova, Kadıköy, Esenyurt Sendikası’nda örgütlendiler. Ancak tüm patİC - Haber, 26 Şubat 2013

ronlar gibi Yurtiçi Kargo’nun patronu İbrahim Arıkan da, bu düzenin böyle devam edebilmesi için, sendikalı ya da sendikalı olduğunu düşündüğü işçileri performans düşüklüğü, işyerinde daralma gibi gerçek olmayan sebeplerle işten çıkarttı. Mücadelelerine Ankara, İstanbul ve Konya’da devam eden işçiler sadece ülke içinde değil aynı zamanda enternasyonal mücadeleyi de örmeye çalışıyorlar. Yurtiçi Kargo’nun %25 hisse ile ortağı olan Fransız Geopost dağıtım şirketine ve işçilerine seslerini duyurmak için çabalıyorlar. Yurtiçi Kargo işçileri sendikalı, güvenceli, insanca koşullarda çalışmak istiyor. Mücadeledeki kararlıklıklarını tam da bu haklı sebeplerinden alıyorlar.

DHL’de mücadele sürüyor kurallarını bile hiçe sayması ilk kez gördüğümüz bir manzara değil. DHL yönetimi, direTürk-İş’e bağlı TÜMTİS (Türkiye Motorlu nişi manipüle etmek ve kendi hukuksuzluğunu Taşıt İşçileri Sendikası)’e üye oldukları gereksaklamak için tüm gücüyle çabalıyor. çesiyle işten çıkarılan 20 DHL işçisinin, hukuBunun en büyük kanıtı ise, direnişin 180. ka aykırı bir biçimde işten atılmalarının ardından, işe iadeleri ve sendika hakları için başlayan gününde Hak-İş’e bağlı Taşıma-İş’in 30 kasım DHL direnişi 257 gündür devam ediyor. Süreç 2012 tarihinde kurulması ve bu sendikanın devam ederken 4 işçi daha direnişe destek ol- DHL yönetimi tarafından işyerine sokularak, dukları gerekçesiyle işten çıkarıldı. Bugüne ka- TÜMTİS’in sendikalaşma çabasına yeni bir dar açılan 11 davada işe iade kararı alınmasına engel çıkarılmaya çalışılması. Sendika hakkının rağmen, anayasal haklar dahi işveren tarafın- kullanılması, hukuk tanımaz işverenler tarafından ihlal ediliyor. Sermayenin kendi sisteminin dan işbirlikçi sendikaya üye oldukça tanınıyor. İC - Haber, 26 Şubat 2013

İC - Haber, 26 Şubat 2013

Tüm bu saldırılara rağmen işçiler haklı kavgaları için 257 gündür kararlılıkla mücadele ediyor ve DHL’in tüm yolsuzluklarını teşhir ederek direnişi büyütmeye devam ediyor. Uluslararası Taşıma İşçileri Fedarasyonu’nun da bir bileşeni olan TÜMTİS üyesi DHL işçilerine dünyanın dört bir yanından gelen destek de direnişin uluslararası gündemde yer almasını sağlıyor. Bu dayanışma, direnişin gücünü artırırken, DHL işçilerinin de kararlı bir şekilde haklı talepleri için verdikleri mücadeleye destek sağlıyor.

Yurtiçi Kargo direniyor

Bundan yaklaşık 5 ay önce DİSK’e bağlı Nakliyat-İş Sendikası, Yurtiçi Kargo’da Türkiye genelinde örgütlenme çalışmalarına başladı. Sendikalaşma büyük oranda tamamlanıp, yetki için Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’na başvurulduktan sonra sendikalı işçiler pek çok şube ve aktarma merkezlerinde işten çıkartıldılar. Nakliyat-İş’in “Sendikalı ol, güçlü ol” kampanyası ile örgütlenen işçiler, şimdi de pek çok işyerinde direnişlerle mücadeleye devam ediyor. İlk olarak 2 Ocak tarihinde Konya aktarma merkezinde işten çıkarmalar başladı, sonrasında ise Kavacık, Çayırova, Kadıköy, Esenyurt Haramidere, Ankara Meşrutiyet, Opera, Ataç, Oran şube ve aktarma merkezlerinde işten atılmaların başlaması ile direnişler 24 Ocak’ta ortaklaştırıldı.

onun biraz üzerindedir. Çoğunlukla taşeron çalıştıkları için sosyal haklardan da mahrumdurlar. Bu duruma bir son vermek ve insan onuruna yakışır bir hayat sürmek isteyen işçiler, Nakliyat-İş Sendikası’nda örgütlendiler. Ancak tüm patronlar gibi Yurtiçi Kargo’nun patronu İbrahim Arıkan da, bu düzenin böyle devam edebilmesi için, sendikalı ya da sendikalı olduğunu düşündüğü işçileri performans düşüklüğü, işyerinde daralma gibi gerçek olmayan sebeplerle işten çıkarttı.

Mücadelelerine Ankara, İstanbul ve Konya’da devam eden işçiler sadece ülke içinde değil aynı zamanda enternasyonal mücadeleyi de örmeye çalışıyorlar. Yurtiçi Kargo’nun %25 hisse ile ortağı olan Fransız Geopost dağıtım şirketine ve işçilerine seslerini duyurmak için çabalıyorlar. YurtiTürkiye genelinde sayısı yaklaşık 11 çi Kargo işçileri sendikalı, güvenceli, bini bulan Yurtiçi Kargo çalışanları, jistik sektöründe olduğu gibi burada da işçiler, insanca koşullarda çalışmak istiyor. çoğunlukla iş sözleşmelerinde yazan çalışma mesai ücreti almadan fazla mesai yaparlar. Ücsaatinden daha fazla çalışırlar. Tüm kargo-lo- retleri asgari ücret düzeyinde ya da şanslılarsa Mücadeledeki kararlıklıklarını tam da bu haklı sebeplerinden alıyorlar.


4

POLİTİKA

Papa’nın hesabı Tanrı’ya havale (mi?)... Katolik kilisenin hiç de yeni olmayan kirli çamaşırlarının neden bugün böyle açığa çıkmakta olduğu da bir başka soru. Bunda kuşkusuz Vatikan kurbanlarının ve onların ailelerinin cesaretinin, gördükleri adaletsizliklerin üzerine saldırmaktan çekinmeyen cesur araştırmacıların ve gazetecilerin, nihayet vicdanları yaşadıklarını kaldıramayan itirafçı bazı din adamlarının payı büyük. Ama bir başka güçlü unsur daha var: kapitalist kriz!

Yusuf Barman, 24 Şubat 2013

XVI. Benediktus’un (Joseph Alois Ratzinger) beklenmedik bir biçimde Papalık görevinden ayrılması, Katolik kilisesinin çocuklara yönelik cinsel tacizlerle, mali skandallarla ve yolsuzluklarla yüklü karanlık yüzünün tekrardan, ama bu kez çok daha güçlü bir biçimde gündeme gelmesine neden oldu. Roma’dan yapılan resmi açıklamaya göre Ratzinger ilerleyen yaşı ve sağlık sorunları nedeniyle görevini bıraktı. Batı basınında çıkan haberler ve yorumlar ise başka bir gerçeğe işaret ediyor: Papa Benediktus, Kilise’nin kamuoyunda müthiş şekilde kirlenmiş olan görüntüsünü düzeltebilme, aklayabilme enerjisine sahip değil artık; ipler elinden tamamen kaçmış durumda. Ardında tam bir kaos bırakacak şekilde de olsa, emekliye ayrılıp dağ başındaki bir manastıra kapanmaktan başka bir çıkar yol görememiş kendisi için.

de işinin çok zor olacağına işaret ediyor.

İslam dünyasının, en önemli Hıristiyan kurumunun bu rezil görüntüsü karşısında üzüntüsünü (zira ne de olsa aynı “Tanrı”ya tapınılıyor) ya da sinsi keyfini belirtecek bir açıklaması olmadı henüz. Bu sessizliği neye yormalı? Kuşkusuz Müslüman âlem, Katolikliğin Vatikan’ı benzeri bir kurumsal temsil organına sahip değil; her cemaat kendi yorumuyla kavruluyor, kimsenin Hilafet iddiasında bulunacak hali de yok. Ama geniş Müslüman kitlelerce benimsenmiş temsili merkezler var, bunların başında da Sünniler açısından Kâbe’yi barındıran Mekke kentiyle birlikte Suudi Arabistan geliyor. Doğal olarak bu ülkenin, ya da İslami kuralları en sert biçimleriyle uygulayan diğerlerinin ileri gelenlerinden ve din adamlarından, İslami inancın tüm saf ve temiz özelliklerini sergilemeleri Vatikan’a yakın İtalyan basını, Papa’nın beklenir. Ama tüm kralları ve şeyhleriyle kasasında, bizzat kendisinin talep edip üç birlikte bu Müslüman aristokrasinin yaşam Kardinale yaptırttığı incelemenin sonuç tarzı ve ticari faaliyetleri Katolik kardinallerin raporunu saklamakta olduğunu belirtiyor. ve piskoposların sefahat düzeyinin gerisinde Rapora henüz kimse ulaşabilmiş değil; Ratkalmıyor, hatta ötesine bile geçiyor. Hindiszinger bu raporu kendisinden sonra seçilecek tan, Filipinler, Tayland gibi ülkelerden getirolan yeni Papa’ya teslim edecek. Ama araşdikleri insanların köle emeğiyle elde ettikleri tırmacı Kardinallerin çalışmaları sırasında petro-dolarları İsviçre bankaları aracılığıyla, görüştükleri kişilerin açıklamaları var ve bu çoğu Müslüman yarı-sömürge ülkeleri borçaçıklamalar Kilise çevresinin işlediği tüm landırmak için kullanmaları, İtalyan mafyası iğrenç suçların ve ahlaksızlıkların dökümünü aracılığıyla petrol ticareti yapan Vatikanlıveriyor. Kısaca ifade edilecek olursa, Katolik ların herhalde iştahını kabartıyordur. Ya da Kilisesi Hıristiyanlığın kendisine temel aldığı Asya’nın yoksul ülkelerinden kaçırdıkları çocukları evlerinde Çok geriye gitmeye gerek yok, XX. yüzyıl boyunca Na- hizmetçi orduları zizmi, faşizmi, Frankoculuğu, Latin Amerika diktatör- gibi kullanmalarının, hatta onları lüklerini desteklemiş olan Katolik kilise artık sadece haremlerinde kendi Tanrı karşısında sorumlu değil, bugün mahkemelerde nefislerine ikram hesap vermek durumunda etmelerinin, Katolik yetimhanelerindeki çocukların “On Emir”den yedinci (“Zina etmeyecekcinsel tacize uğramasından altta kalır yanı sin”) ve sekizinci (“Çalmayacaksın”) emirlere yok. Gene bu kaçırılan çocukların Katar, karşı tüm suçları işlemiş durumda. Ama araş- Abu Dabi ya da Bahreyn gibi merkezlerde tırma biraz daha geliştirilecek olsa, Vatikan inşa edilen lüks genelevlerde Doğulu Batılı şürekâsının Musa’nın hiçbir emrine riayet tüm dünya “işadamlarına” hediye edilmesi; etmediği ortaya çıkacak. Yeni Papayı seçecek hatta onların organlarından yaşlı milyarderin olan Kardinaller kurulunda bütün tacizci ve “gençleştirilmesinde” yararlanılması vahşet hırsız din adamlarının yer alıyor olması, Ka- derecelemesinde İslami dünyanın Katolikletolikliğin yeni ruhani liderinin, Hıristiyanla- rin önünde olduğunu gösteriyor. Müslüman rın Tanrısının yeryüzündeki bu temsilcisinin otoriteler işte bu yüzden Vatikan skandalları

karşısında susuyorlar, işin kendi rezil dünyalarına yönelik bir araştırmaya dönüşmesinden korkuyorlar. Katolik kilisenin hiç de yeni olmayan kirli çamaşırlarının neden bugün böyle açığa çıkmakta olduğu da bir başka soru. Bunda kuşkusuz Vatikan kurbanlarının ve onların ailelerinin cesaretinin, gördükleri adaletsizliklerin üzerine saldırmaktan çekinmeyen cesur araştırmacıların ve gazetecilerin, nihayet vicdanları yaşadıklarını kaldıramayan itirafçı bazı din adamlarının payı büyük. Ama bir başka güçlü unsur daha var: kapitalist kriz. Burjuvazinin sömürü getirilerini kendi arasında rahatlıkla paylaştığı dönemlerde din adamlarının yolsuzlukları ve sefahatleri sistemin “normal” bir özelliği olarak kalabiliyor. Ama krizin sermayeler arasında amansız ve yok edici bir rekabete neden olduğu dönemlerde, bazı sermayeler ile birlikte onların sahiplerinin de aradan temizlenmesi zorunlu hale geliyor. İşte Vatikan oligarşisi bu savaşın “kurbanlarından” biri ve hayatta kalma savaşı veriyor. Bu da yaşlı ve güçsüz Papa XVI. Benediktus’tan beklenebileceğin çok ötesinde bir enerji gerektiriyor. Seçici Kardinallerin bugünkü baş ağrısı da böyle birini bulabilmekte. Hesapları yeniden düzenleyebilecek yeni bir “Tanrı temsilcisi” aranıyor. Mazlum kulların hesap soramadıkları güçlüler karşısında kullandıkları “Allah’ından bulsun” tabiri artık çağ dışı kalıyor. Çok geriye gitmeye gerek yok, XX. yüzyıl boyunca Nazizmi, faşizmi, Frankoculuğu, Latin Amerika diktatörlüklerini desteklemiş olan Katolik kilise artık sadece Tanrı karşısında sorumlu değil, bugün mahkemelerde hesap vermek durumunda. Ortadoğu halkları üzerindeki Siyonist katliamları destekleyen hahamları da aynı akıbet bekliyor. Ve bu dalga kaçınılmaz biçimde ve bir “aydınlanma” öğesi olarak Müslüman dünyaya da ulaşacak. Dinsel kisve altında İslami aristokrasinin, şeyhlerin, cemaat liderlerinin, vb. tüm emek ve insanlık karşıtı faaliyetleri kamuoyunun bilgisine açılacak. Ve işte o zaman işçiler ve emekçiler, kendi saf inançlarının kapitalist burjuvaların iktidarı için nasıl alet edildiğini görecekler, toplumsal yaşam ve örgütlenme kurumlarının dini oluşumlardan neden arındırılması gerektiğini kavrayacaklardır.


POLİTİKA

Doktoralı işsiz olmayacağız!

5

İstanbul Üniversitesi’nde güvencesizliğe ve işten atılmalara karşı asistanların başlattıkları direnişin üzerinden iki yıl geçti. Bugün ise, araştırma görevlilerinin sorunları çok daha ortak, çok daha yaygın... Bahadır B., 25 Şubat 2013

Son 7 aydır 60’a yakın araştırma görevlisinin işine son verilen İstanbul Teknik Üniversitesi (İTÜ)’nde asistanlar Haziran’da işlerine geri dönüyor. Direniş devam etmekte, asistanlar direnişleri sonucunda kısmi bir kazanım elde ettiler fakat, uzun vadede güvencesizlik ve işten atılma tehlikesi aynen sürüyor. Sermayenin üniversite üzerindeki tahakkümü arttıkça güvencesizlik, işsizlik, akademik özgürlüğün yok edilmesi de gün be gün artıyor. Üniversitelerdeki bilimsel çalışmaların yükünü sırtında taşıyan asistanların eğitimdeki bu dönüşüme karşı direnişleri yeni değil. İstanbul Üniversitesi’nde güvencesizliğe ve işten atılmalara karşı asistanların başlattıkları direnişin üzerinden iki yıl geçti. Bugün ise, araştırma görevlilerinin sorunları çok daha ortak, çok daha yaygın... YÖK yasasındaki 50-d maddesi uyarınca bir bir işten atılan İTÜ asistanlarının aylardır kararlı direnişini önceki sayılarımızda dile getirdik. Ayrıntıya girmeden olayın berraklaşması için kısaca üzerinden geçmekte fayda var.

gelinen direnişteki asistanlar, 24 Ocak İTÜ asistanlarının sorunları, diğer üniversite asistanlagünü kampüste rının da sorunudur. İş yaşamında karşılaşılan mobbing, gerçekleşen ve her an işten atılma korkusu, güvencesizlik, ağır çalışma içinde YÖK başkoşulları, sadece İTÜ asistanlarının değil her asistanın kanı Çetinsaya’nın hatta her büro çalışanının karşılaştığı problemlerdir da olduğu bir toplantıda YÖK başarıyla tamamlayan 50/d kadrosundaki başkanına taleplerini iletebildiler. En temel araştırma görevlileri eğer yüksek lisansta ise talep, atılan asistanların işlerine iade edilme6 ay, doktorada ise 1 yıl 50/d kadrosunda leriydi. 1 Şubat’taki YÖK genel kurul topgörevlerine devam edecekler. Doğum izni, lantısında talepler ele alınmazdan önce, 31 sağlık nedeniyle alınan izinler ve askerlikle Ocak günü direnişteki asistanlar Ankara’da ilgili süreler azami süreye dahil edilmeyecek.” YÖK binasının önünde taleplerini bir kez Görüldüğü gibi Haziran sonu işe geri dönecek olan araştırma görevlileri yıl sonu itibariyle doktoralı işsizliğe tekrar geri adım atabilir. Dolayısıyla, bu asistanlar için bu ancak kısmi bir kazanım olabilir. Tüm üniversite genelinde asistan kıyımına, güvencesizliğe son verilene kadar ve karşılarına çıkabilecek her türlü hak gasplarına karşı direnmeye devam edeceklerini açıklayan asistanlar, çadırları sökmemekte kararlı.

Üniversitelerdeki bu değiGüvencesiz olan 50-d madşim ve dönüşüm sürecindesi kapsamında üniverside irili ufaklı direnişlere daha haykırdılar. Geceyi YÖK binası önünde rağmen,YÖK ve hükümet geri adım atmış tede yüksek lisans ve doktora eğitimlerini tamamlayan öğrenciler, 33-a maddesi kapsa- geçiren asistanlar, 1 Şubat günü YÖK’ten değil. Hatta neoliberal saldırılar fütursuzmında güvenceli kadrolar olarak atanırlardı. gelen işe iade haberini aldılar. ca devam ediyor. Direnişler üniversiteler Ta ki 2008 yılında YÖK’ün çıkardığı bir YÖK’ten yapılan sözlü açıklama şöyle; “Tor- özelinde kaldığı sürece hükümete geri yönetmeliğe kadar (torba yasa kapsamında). ba yasadaki düzenlemelere dayandırılarak adım attırmak zorlaşıyor. Yıldız Teknik Bu yönetmeliğe göre 50-d’li araştırma gö“azami süre” nedeniyle ilişiği kesilen doktora Üniversitesi’nde atılan asistanların en ufak revlilerinin 33-a’ya göre atanmalarına son seviyesindeki 50/d’li araştırma görevlileri, 30 bir direniş gösteremediklerini biliyoruz. veriliyor. İşte bu yönetmeliğe dayandırılarak Haziran 2013 tarihine kadar doktora tezleİTÜ asistanlarının sorunları, diğer üniversite üniversitelerdeki asistan kıyımınında önü asistanlarının da sorunudur. İş yaşamında rini bitirdikleri takdirde, 2013 yılı sonuna karşılaşılan mobbing, her an işten atılma kadar 50/d kadTüm üniversite genelinde asistan kıyımına, güvence- rosunda görevle- korkusu, güvencesizlik, ağır çalışma koşulları, sadece İTÜ asistanlarının değil her sizliğe son verilene kadar ve karşılarına çıkabilecek her rini sürdürecekasistanın hatta her büro çalışanının karşıler. Azami süre türlü hak gasplarına karşı direnmeye devam edecekle- gerekçesiyle ilişiği laştığı problemlerdir. Topyekün mücadele rini açıklayan asistanlar, çadırları sökmemekte kararlı kesilen araştırma ağı örülmediği sürece kısmi kazanımlarla kendimizi avutmaya mahkumuz. Üniversite görevlileri, yöçalışanlarının örgütlü mücadeleyi büyütmesi netmelik değiaçılmış oldu. Böylece şirketleşen üniversitele- şikliği Resmi Gazete’de yayınlandıktan sonra hiç olmadığı kadar yakıcı bir önemde. rin yönetimleri tarafından bir bir asistanların 1 ay içerisinde başvurdukları takdirde ilan 50-d Maddesi kaldırılsın! YÖK yasa tasarısı işlerine son verildi. şartı gözetmeksizin işlerine geri dönecekler. geri çekilsin! Tüm üniversite çalışanları için Yüksek lisansı 3 yıl, doktorayı 6 yıl içinde İTÜ Rektörlüğü tarafından görmezden iş ve iş güvencesi!


6

POLİTİKA

Kamu emekçileri güvencesizliğe karşı alanlardaydı Bahadır B., 27 Şubat 2013 Hükümetin son yıllarda her işkolunda güvencesiz ve esnek çalışma koşullarını yaygınlaştırmasıyla sendika, emeklilik, iş güvencesi, fazla mesai ücreti, tazminat gibi işçilerin ve kamu emekçilerinin mücadeleyle kazanılmış özlük hakları bir bir törpüleniyor. Kamu sektörü de bu saldırılardan azade değil. “Haklarımız, iş güvencemiz ve geleceğimiz için grevdeyiz” diyen, Kamu Emekçileri Sendikaları Konfederasyonu’na (KESK) bağlı Büro Emekçileri Sendikası (BES) memurları ve Türkiye Kamu-Sen’e bağlı Türk Büro-Sen memurları Türkiye genelinde iş bıraktı. İstanbul, Ankara, İzmir, Antalya, Kocaeli gibi kentlerde kitlesel katılımın olduğu grevde en temel slogan, “Ne 4/b ne 4/c, herkese güvence”, idi. Yasa gereği 1 ocak 2013’ten beri fazla mesai ücretleri ödenmeyen memurlar kamuda taşeronlaştırmaya ve özelleştirmelere karşı taleplerini dile getirdiler.

kartıyla İstanbul Defterdarlığı’na kadar “Rotasyon sürgündür, rotasyona hayır” sloganlarıyla yürüdüler. BES 3 no’lu şube başkanı Salih Aksoy yaptığı konuşmada şöyle seslendi; “Kamuya yönelik kapsamlı saldırının son ayağı olan kamu personel sisteminin kökten değiştirilmesi, sadece kamu emekçilerini değil kamu hizmetinden yararlananan milyonlarca yurttaşı da doğrudan ilgilendirmektedir. AKP hükümetinin yıllardır kesintisiz sürdürdüğü sladırılarına karşı tek tek işyerlerindeki tüm emekçileri mücadele içinde birleşmeye, tüm emekçileri baskılara karşı birlik olmaya, haklarımıza ve geleceğimize yönelik muhteİstanbul mel saldırılara karşı ortak hareket Sirkeci garında başlayan eylemde etmeye çağırıyoruz.” memurlar “vergide adalet” pan-

ye ve ödemelerimiz, eşit işe eşit ücret için alanlardayız. Taşeronlaştırmaya son verilmesi için, güvencesiz çalışmaya hayır demek için, toplu sözleşme ve grev hakkımız için, iş güvencemize sahip çıkmak için alanlardayız” dedi.

Ankara Ankara’da eylemin adresi Maliye Bakanlığı önüydü. En kitlesel eylemin olduğu Ankara’ya sendikalar, “İş güvencemizden asla vazgeçmeyeceğiz! Vergide ücrette adalet için, ek ödemelerin emekli maaşına, mesailerin temel ücrete dahil edilmesi için GREVDEYİZ!” yazılı ortak pankartla geldiler. “Eşit işe eşit ücret”, “Mobbing uygulamasına son”, “Mesaime dokunma” gibi sloganlar atıldı. BES ve Türkiye Kamu-Sen genel başkanlarının konuşmalarında Memur-Sen gibi hükümet yardakçısı sendikalara ve KESK’e yapılan operasyonlara tepki vardı. Türk Büro-Sen Genel Başkanı Fahrettin Yokuş, “Fazla çalışma ücretlerimiz, kesilen yol paralarımız, ek ikrami-

Türkiye genelinde gerçekleşen eylemler bir günlüktü ve sendika temsilcilerinin konuşmaları sırasında bu eylemlerin uyarı niteliğinde olduğu da söylendi. Kamu emekçilerine yönelik hak gaspları gün geçtikçe artarken kamu emekçilerinin sendikaları, bir günlük uyarı “grev”lerinden vazgeçmiyor. 25 kasım 2009’u hatırlayın, 21 Aralık 2011’i hatırlayın, 23 Mayıs 2012’yi hatırlayın... Bu topyükün saldırılara karşı cevap, tüm Türkiye’de süresiz genel grev olmalıdır. Kamu emekçilerinden çalınmış grevli toplu sözleşme ve en temel özlük hakları ancak tüm sendikların katıldığı bir genel grevle elde edilebilir. Tüm memurlara toplu sözleşme ve grev hakkı! 4/b ve 4/c uygulamalarına son verilsin! Kamuda sendikal ayrımcılığa hayır!

BMC işçisi haklarını istiyor

İC - Haber, 27 Şubat 2013

İzmir’in Bornova ilçesi, Pınarbaşı semtindeki BMC fabrikasında çalışan işçiler 10 aydır maaş alamadıkları için direnişte.

işçilere 31 Ocak’ta ödeme yapacağını söylemesi üzerine işçiler tekrar işbaşı yaptı. Ancak belirtilen tarihte ödeme yapılmaması üzerine, “Bu işyerinde ödenmeyen ücretlerDaha önce 150 milyon dolarlık kredi anlaşması yapan BMC Sana- den dolayı iş bırakma eylemi varyi ve Ticaret A.Ş. 2 bin 300 işçisine dır” yazılı pankartı fabrika duvarla10 aylık ücretleri üzerinden sadece rına asan işçiler direnişe geçti. 3 bin 250’şer tl ödeme yaptı. BuTürk-İş 3. Bölge Temsilciliği nun üzerine 2012 Mayıs ayından ve Türk Metal Sendikası 1 no’lu beri ücretlerini alamayan işçiler, 10 şube tarafından örgütlenen direOcak’ta aileleriyle birlikte fabrika niş İzmir’deki 15 günün ardından bahçesinde iş bırakma eylemi ger1500’ün üzerinde işçisiyle Ançekleştirdiler. Fabrika sahibi Meh- kara ve İstanbul’a doğru “Emek met Emin Karamehmet, Türk-İş’e Yürüyüşü”ne geçtiler. 34 otobüsle bağlı Türk Metal Sendikası’na üye İzmir’den iki kol şeklinde ayrılan

işçiler güzergahları üzerindeki şehirlerde durarak o şehirlerdeki emekçilere de dayanışma çağrısında bulundular. Sık sık “İş ekmek yoksa barış da yok”, “İşçiler burada Karamehmet nerede”, “Ölmek var dönmek yok” sloganları ile yola devam eden BMC işçileri kararlılıklarını her şehirde gösterdiler. Yaklaşık bir hafta önce Ankara ve İstanbul’a ulaşan BMC işçilerini Türk-İş sendikaları yönetici ve işçileri ile emek örgütleri karşıladı. İstanbul Levent’teki BMC’nin sahibi olduğu Çukurova Holding binasının önünde yapılan eylem-

de Türk Metal yöneticileri BMC yönetimine 1 Mart’a kadar süre tanıdıklarını, bu tarihten sonra ödeme yapılmaması durumunda Çukurova Holding’in tüm işyerlerinde eylemler gerçekleştireceklerini söylediler. İşçilerin büyük bir bölümü Türk Metal Sendikası’nın kararı doğrultusunda İzmir’e döndüler. İstanbul’da kalan işçiler ise Çukurova Holding önünde eylemlerini sürdürüyor. BMC işçilerinin geleceğini 1 Mart’tan sonra yapacakları eylemlilikler gösterecek.


KADIN

7

Doğumdan önce de sonra da esnek değil, güvenceli

iş!

Tarih boyunca kadınların elde ettikleri haklar hiçbir zaman erkeklerin, devletlerin kadınlara bahşettiği şeyler olmamıştır. Sesimiz duyulana, taleplerimiz uygulanana kadar haklarımız için mücadele ediyor olacağız. Tüm kadınların direniş ve mücadele günü olan 8 Mart’ını kutluyoruz! İşçi Cephesi’nden Kadınlar, 26 Şubat 2013 Geçtiğimiz yıl bu zamanlarda, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı aracılığıyla Ulusal İstihdam Stratejisi tasarısı açıklanmış; AKP’nin 2012-2023 dönemi için uygulamaya koyduğu bu projenin alameti farikası olarak “güvenceli esneklik” gösterilmişti. Bu proje ile özellikle kadın ve genç işgücü piyasalarındaki sorunlar çözülecek, işsizlik bitirilecekti. Ancak tasarının içine bakıldığında başta kadınlar için “uzaktan çalışma”, “esnek zaman modeli”, “özel istihdam büroları aracılığıyla geçici iş ilişkisi kurmak” gibi modellerle esnek çalışmanın kural haline geleceğini görmek zor değildi. Zaten Ulusal İstihdam Stratejisinin ‘Ucuz İşgücü Stratejisi’ne, güvenceli esnekliğin ise ‘esnek güvence’ye dönüşmesi çok vakit almadı. Geçtiğimiz günlerde ise, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Çelik, Başbakan’ın “asgari 3 çocuk” çağrısının yaşama geçirilebilmesi için izlenecek yol haritasını belirlediklerini açıkladı. Çelik, kadın istihdamı yaratılırken “nüfusta gerileme” yaşandığından yakınırken, “3 çocuk’ deyip işi bırakmıyoruz, bunun sağlanması için Aile Bakanlığı ile ciddi bir dayanışma içinde yürütüyoruz” sözleriyle niyetini açık etti. Bakanın kadın istihdamı anlayışını kadınların ekonomik özgürlüğünü kazanarak eve, aileye bağımlı olmamayı bırakın, hem çocuklara bakan, hem ev işlerini yapan hem de esnek işlerle eve ‘katkı’ yapan kadınlar oluşturuyor. Dolayısıyla hükümetin ‘ev ile iş yaşamını uyumlulaştırma’ gibi süslü lafların ardında kadınlardan omuzlarındaki çocuk, yaşlı, hasta bakım yüklerini taşımaya devam ederken parça-başı, ucuz, niteliksiz işler yapmaları isteniyor. Üstelik, ana akım medyada Bakan Çelik’in bahsettiği tasarı bir müjde olarak sunuluyor. Kadınlara doğum yapmaları halinde elde edecekleri haklar şöyle sıralanıyor: 1- “Çok Çocuk Yapana Erken Emeklilik”: Yeni taslakta, kadınların çocuk sayısına göre emeklilik yaşı için aşağı çekme uygulaması söz

konusu olacağı söyleniyor. “Çocuk yardımı”nın artırılacağı da eklenmiş. Öncelikle kadınlar için emeklilik yaşının 65’i bulmasını öngören sosyal güvenlik yasasını uygulayanın da aynı AKP iktidarı olduğunu hatırlamakta fayda var. Hem işyerinde hem evde çifte sömürü altındayken yıpranma payımızı görmezden gelen yine AKP iktidarı. Üstelik, bu tür esnek çalışma modelleriyle ödenen sigorta primleri, işsizlik sigortasından yararlanmaya yetmiyor, emekliliğe hiç hak kazananılamayan koşullar oluşturuyor. Çalışıp emekli olmanın bu derece zor olduğu koşullarda ev içinde harcadığı emek de gözetilerek kadınlar için erken emeklilik hakkı istiyoruz. Ücretli çalışmamasına karşın hayatının büyük çoğunluğunu ev içinde çocuk-hasta-yaşlıengelli bakımına harcamış kadınlar için de emeklilik hakkı! Kaç çocuğu olduğuna bakılmaksızın tüm kadınlara emekli olabilmeleri için pozitif ayrımcılık talep ediyoruz. Benzer şekilde taslakta aylık 19,57 TL çocuk zammının artırılmasını ise müjde olarak sunuyorlar. Bizler, ailedeki çocukların-yaşlıların-engellilerin bakımının üzerimize bırakılarak yardım adı altında verilen sadakaları kabul etmiyoruz. Değişmesi gereken, bakım emeğinin ailenin bir görevi, doğal olarak da aile içinde kadının yapması gereken bir iş olarak görülmesi mantığıdır. Bakım emeği kamusal bir hizmettir ve ücretsiz olarak devlet tarafından karşılanmalıdır. 2- “Maddi durumu yetersiz annelere “kreş yardımı” sağlanacak ve kreş yardımı en az 300 TL olacak.”: Öncelikle kreş yardımının yalnızca annelere veriliyor olması mantığı bile babanın çocuğa bakma zorunluluğunu tanımayan bir düzenleme. Üstelik tıpkı çocuk yardımında olduğu gibi 300 TL’lik bir sadakanın kreşlerin fiyatlarını karşılamayacağı çok açık. Bu nedenle biz her işyerine, mahalleye, ilçeye zorunlu olarak ücretsiz kreş açılarak çocuklara bakım hizmetinin

devlet tarafından karşılanmasını talep ediyoruz! Maddi durum ayırt edilmeksizin kamusal kreş hizmeti! 3- “Doğum izni 16 haftadan 24 haftaya çıkarılacak.” Bu iznin ücretli olması şartıyla 24 haftaya çıkması olumlu bir adım elbette. Ancak bu uygulama pratik hayatta karşımıza gebe olmamız halinde işyerinde baskı görmemiz ve çok geçmeden de bu izni vermek istemeyen patron tarafından kapının önüne koyulmamızla sonlanıyor. İşyerlerindeki mobbing uygulamalarının yasaklanması ve denetlenmesini istiyoruz! Ücretli doğum iznini takiben 6 aylık ebeveyn izni verilmesinin de zorunlu olmasını istiyoruz! Bu iznin iki ayının sadece babalar tarafından kullanım hakkını içeren ücretli izin olarak uygulamaya geçirilmesi ve bu iznin babalar tarafından amacına uygun olarak kullanılmasının teşvik edilmesi ve denetlenmesi talebimizdir. 4- “Kadına doğumdan sonra, 3 ya da 6 yıl esnek çalışma olanağı sunulacak.” Yukarıda da vurguladığımız üzere, esnek çalıştırma patronlar için bir imkansa da, işçiler için bir istismardır. ‘Bugün git, yarın gel” şeklinde uzaktan, çağrı üzerine çalışma biçimi çok düşük miktarlarda ücretlerle yapılan ve sigorta primleri ödense dahi emeklilik, işsizlik yardımı gibi sosyal hakları sağlamamaktadır. Esnek çalıştırılan, eve iş verme yöntemiyle çalışan kadınların hemen tümü kayıt dışı olarak istihdam edilmektedirler. İşin özü, bizler bakım emeğinin üzerimizden alındığı bir iş yaşamı ve güvenceli bir iş istiyoruz. Tarih boyunca kadınların elde ettikleri haklar hiçbir zaman erkeklerin, devletlerin kadınlara bahşettiği şeyler olmamıştır. Sesimiz duyulana, taleplerimiz uygulanana kadar haklarımız için mücadele ediyor olacağız. Tüm kadınların direniş ve mücadele günü olan 8 Mart’ını kutluyoruz.

Bir varmış hiç yokmuş ama!

İC - Haber, 26 Şubat 2013

24 Şubat Pazar günü Esenkent Toplu Yapı Gençlik Tiyatrosu E-topya’nın masallardaki kadın karakterlere biçilmiş ikincil rolleri baştan yazmalarını hep beraber izledik. İşçi Cephesi okur ve dostlarının da buluştuğu bu etkinlik Alibeyköy Dersimliler Derneği’nde gerçekleştirildi. 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü’ne de yaklaşmamız dolayısıyla tiyatronun anlamı oldukça büyüktü. Sindirella beklemekten sıkılmış, Kırmızı Başlıklı Kız masalda kandıklarına kanmayacağını farketmiş, Kül Kedisi temizlik yapmaktan usanmış, cadılar ve üvey anneler kadınların masallarda hep

kötü karakter olarak çizilmelerine başkaldırmıştı. Hep bir ağızdan yazdılar kendi hikayelerini. Kadın bedenine, emeğine, kimliğine dair erkek egemen baskıların masallarda dahi yeniden üretilişini görmek aslında ne bir tesadüf, ne de kader! Bu yeniden üretim biçimi, her gün 3 kadının öldürüldüğü, katillerin serbest bırakıldığı, kadın emeğinin eve hapsedildiği, görünmez kılındığı, işyerinde güvencesizliğin, sokakta tacizin, işyerinde mobbingin olduğu erkek egemen sistemin en

sadık koruyucularından. İşte bu yüzden sözleştik 8 Mart’ta alanlarda hep bir ağızdan biz bu oyunu bozarız demek için!


8

ARKA PLAN

İmralı Süreci başkanlık sistemine bilet mi? Dünya politik sistemini temellerinden sarsan ekonomik krizin ve sınıflar mücadelesi açısından politik bir tusunami anlamına gelen Arap devrimlerinin varlığı egemen burjuvaziyi sistemi koruyucu tedbirler almaya itiyor. En masum hak ve özgürlük arayışlarının dahi “terör” başlığı altında toplanması, muhaliflerin delilsiz/keyfi bir şekilde suçla ilişkilendirilmesi başta gelen politik bariyerlerden. Bu otoriter hilekârlık sürecinin olmazsa olmaz estrumanı ise “demokratik gericilik” politikalarını besleyecek ve uygulamalara meşruiyet kazandıracak manivela konuların suistimal edilmesi. İmralı Süreci bir taşla iki kuş vurma anlamında tam da bu anlama gelmekte Oktay Benol, 27 Şubat 2013

Malum, AKP hükümetini cumhuriyet tarihinin en demokratik hükümeti ve Başbakan Erdoğan’ı da Atatürk’ün yanına yerleştirerek adeta ikinci bir ulusal kurucu lider olarak görenlerin sayısı kabaca toplumun yarısına denk durumda. Üstelik bu teveccüh sadece AKP’nin kendi “doğal” taraftarlarıyla da sınırlı değil. Oldukça çeşitli ve geniş bir destek ağından bahsedebiliriz. Özellikle sol liberalleri AKP için sergiledikleri “militanca” savunu ve sahiplenişle en başta anmak gerekir. Gerçi son dönemde “demokrasi” frenine basması nedeniyle AKP konusunda bir “hayal kırıklığı” yaşadılar; “umudunu” kesenler dahi oldu! İmralı Süreci bu açıdan tam zamanında imdatlarına yetişti! Şimdi iman tazeleme sürecindeler; kaldıkları yerden “Güçlü Türkiye” fonunda hayal tacirliğine devam edebilmek için... Sol liberalizmin demokrat olmayan AKP’den demokrasiyi geliştirip güçlendirmesini bekleme çaresizliğinde yansımasını bulan politik-düşünsel sefaleti AKP’nin her ileri-geri manevrasında trajik bir görünüm arz etti. İmralı Süreci dâhil bundan sonra farklı bir manzara da beklenmemeli.

her zamankinden daha mümkün ve yakın olduğuna dair açıklamalar ve bu doğrultudaki işaretler, tabii ki sürecin yakıcılığını ve önemini artırıyor.

İmralı Süreci bağlamında gündeme gelen ve ana fikri başkanlık sistemi verelim, özerk yerel yönetim ve “kültürel otonomi” alalım denkleminden demokratik cumhuriyet çıkar mı? Eğer Başbakan Erdoğan’ın başkanlık vizyonu hayat bulursa tek adam sisteminden çıkanın ne olacağını hep birlikte göreceğiz. 12 Eylül askeri darbe anayasasından odağına başkanlık sisteminin yerleştirileceği neoliberal bir anayasaya geçiş, gücün egemen burjuvazi adına aşırı politik merkezileşmesine yol açacak, bu kaçınılmaz. Çözerse AKP mi çözer? Dünya politik sistemini temellerinden sarVe tabii Kürt siyasi hareketi! “AKP devleti”, san ekonomik krizin ve sınıflar mücadelesi açısından politik bir tsunami anlamına gelen “AKP faşizmi”, “siyasi soykırım”, “1990’larArap devrimlerinin varlığı egemen burjuvadan da beter”, vs. derken dönüp dolaşıp, ziyi zaten sistemi koruyucu tedbirler almaya “çözerse AKP çözer!” noktasına gelinmiş itiyor. En masum hak ve özgürlük arayışladurumda. Başta Öcalan olmak üzere Murat Karayılan, Leyla Zana, Ahmet Türk, Selahat- rının dahi “terör” başlığı altında toplanması, muhaliflerin delilsiz/keyfi bir şekilde suçla tin Demirtaş, Osman Baydemir gibi önemli ilişkilendirilmesi başta gelen politik İmralı Süreci bağlamında gündeme gelen ve ana fik- bariyerlerden. Bu ri başkanlık sistemi verelim, özerk yerel yönetim ve otoriter hilekârlık “kültürel otonomi” alalım denkleminden demokratik sürecinin olmazsa cumhuriyet çıkar mı? Eğer Başbakan Erdoğan’ın baş- olmaz enstrümanı kanlık vizyonu hayat bulursa tek adam sisteminden ise “demokratik gericilik” politikalarını çıkanın ne olacağını hep birlikte göreceğiz besleyecek ve uygulamalara meşruiyet politik figürlerin farklı tonlarda ve zamanlarda kazandıracak manivela konuların suistimal AKP ve Başbakan Erdoğan’a bu çerçevede re- edilmesi. İmralı Süreci bir taşla iki kuş vurma ferans yaptığı biliniyor. Dolayısıyla bu anlam- anlamında, tam da bu çerçeveye oturmakta. da şaşırtıcı ve yeni bir durum söz konusu de- Bir yandan rejimi/hükümeti ve toplumu tüm ğil. Diğer yandan Kürt sorununda “çözüm”ün yönleriyle sarsan tarihsel kökenlere sahip Kürt sorununun egemen burjuvazinin çıkarlarına

tabi şekilde -mümkün olan en az maliyetle- çözümü, diğer yandan tarihsel bir sorunu çözen hükümet reklamıyla AKP’nin demokrat imajının parlatılması ve başkanlık sistemiyle 2023’e sağlam bir bilet söz konusu olacak. Taktik savaş AKP hükümeti ile Kürt siyasi hareketi arasında süren bu “aşk ve nefret” sarmalı, aslında stratejik düzeyde bir taktik savaşın yansıması aynı zamanda. AKP’nin Kürt sorununu gerçek muhataplarını yani Kürt siyasi hareketinin önderliğini devre dışı bırakarak/tasfiye ederek çözme girişiminin anlamı da buydu. Şimdi İmralı Süreci’nde İmralı, Kandil, Diyarbakır ekseniyle Ankara arasında merkezinde Öcalan’ın olduğu doğrudan bir hat kurulduğunu görüyoruz. Bu aşamada AKP hükümetinin merkezi anlamda bir muhatapsızlaştırma/ tasfiye politikasından bahsedilemez. Lakin bu kez de AKP hükümeti süreci bir pasifizasyon politikası üzerine inşa etme niyetinde. Diğer bir ifadeyle, hükümet ipleri taktik nedenlerle gevşetiyor ama hem rejimin baskıcı/inkârcı karakteri hem de sorunun şakaya gelmez tarihsel/güncel dinamikleri nedeniyle bırakmak istemiyor. Dolayısıyla İmralı Süreci AKP’nin vermekten çok almak için masaya oturduğu ve temel hedefini silahsızlandırma ve serhıldanları tekrar etmemek üzere sönümlendirme olarak belirlediği bir süreç olarak gözüküyor. Geçen yıl AKP hükümetinin Öcalan üzerinden asma-besleme polemiğiyle meydanlarda milliyetçi-şoven oylara göz kırpması


ARKA PLAN ve binlerce Kürt siyasi tutsağın bu ve benzer politik baskılara karşı iki ayı geçen açlık grevi eylemiyle yanıt vermesi, bu taktik savaşın görünümlerinden biriydi. Benzer şekilde Kürt illerinde ve özellikle İstanbul’da Newroz kutlamaları bu taktik mücadeleye sahne oldu. Yine 12 Eylül 2010 referandumunda Kürt siyasi hareketi boykot tutumu alırken ya da AKP hükümeti referandumdan 2011 genel seçimleri öncesine kadar “çözüm” ana vurgusunu gündemde tutarken, bu taktik savaş gündemdeydi. Nitekim Boykot tutumu ile İmralı Süreci arasındaki politik hat Kürt siyasi hareketi açısından boykot tutumunun ilkesel bir karar olmaktan öte bir taktik manevra olduğunu bugün çok daha açık bir şekilde göstermekte.

9

alınarak enerjisiKürt siyasi hareketi ve Kürt halkının mücadelesi olmanin soğurulması imkânını da yarasıydı AKP hükümeti Kürt sorununu çözmek için bugün tır. Kıssadan hisse, attığı adımları atmayacaktı. Bu yüzden Kürt yoktur nokbir sel gibi kararlı tasından Kürt realitesini tanıma noktasına, oradan da bu ve güçlü şekilde noktalara gelinmesinde Kürt halkının pratik mücadelesiilerleyen ve yıllar nin belirgin bir belirleyiciliği var içinde mücadeleyle deneyim kazanıp fikri din sosuyla daha fazla harmanlaması. olgunlaşan Kürt halkının hak ve özgürlük Ektiğini biçersin! mücadelesi zaten fiilen birçok yasağı pratikte geçersiz hale getirdi. Özellikle Saddam’ın Hemen her konuda kendini tüm doğrudevrilmesi ve Irak Baas rejiminin yıkılmasıyla ların merkez adresi olarak gören/sunan ve birlikte, Irak Kürt Federe Devleti ete kemiğe bunu dini-milli bir motifle süsleyen Başbakan bürünmeye başladığında, bölge Kürtleri için Erdoğan’ın verdiği oranda itaat/biat beklemeyeni bir perde açıldı. Diğer bir ifadeyle bara- si boşuna değil. Onlarca yıldır sonu gelmez jın kapakları yükselen ve basıncı artan suyu bir asma-besleme retoriği üzerinden hoşuna gitmeyen her türlü muhalefeti düşman/şeyReferandum sürecinde boykot tutumunun tutamaz hale geldi. İşte AKP hükümetinin tan ilan etmekten geri durmamış baskıcı bir pasif evet anlamına geldiğini ve bunun bilinçli yaptığı biriken bu enerjiyi baraj kapaklarını rejimin barış ve nezaket dolu bir siyasi kültür bir tercihin sonucu olduğunu ifade etmiştik. kontrollü olarak açarak üzerindeki basıncı dengeleme çabasından ibaretti. üretmesi tabii ki beklenemezdi. HDK heyetiKürt siyasi hareketinin silahlı reformist ninin Karadeniz gezisi sırasında neden saldırıya teliği bu ve benzeri pragmatist/popülist uğradığının cevabı da bu ırkçı-şoven siyasal tutumları kaçınılmaz kılmakta. Kürt kültürde saklı. Ektiğini biçersin! siyasi hareketinin bu esnekliğini AKP hükümeti kendi burjuva elastikiyeti içinDayattığı şablon dışına çıkan her düde istismar etmeyi bugüne dek becerdi. şünce, tutum ve davranışı derhal suçla Karşıtlarının zayıflıklarını kendi çıkarları ilişkilendiren ve her fırsatta Kürt siyasi için araçsallaştırma başarısı, AKP hükühareketine bu anlamda yüklenen AKP metinin bütün alanlarda inisiyatifi sürekli hükümetinin, HDK heyetine saldırının elde tutmasının da sırlarından biri zaten. sorumlusu olarak CHP ve MHP’yi işaret CHP ve MHP’nin AKP karşısında yeni etmesi, bu nedenle son derece yüzeysel doğmuş buzağı gibi titrek bir politika izbir savuşturmadan ibaret. AKP hükümeti lemesi, bu partilerin çoğu kere kendi aşırı düne kadar uyguladığı, bugün de terk ettizayıflıklarının ve meşruiyet yoksunu var ğine, bir daha dönmeyeceğine dair inandıoluşlarının bir sonucu olmakta. Kısacası rıcı bir emarenin olmadığı milliyetçi-şoven AKP’nin gücü büyük oranda rakiplerinin politikaları, başkalarında gördüğünde tek acınacak zayıflıklarının paradoksal bir yansıKürt siyasi hareketi ve Kürt halkının müca- hissetmesi gereken ancak suç ortaklığı olabilir. masından ibaret. delesi olmasıydı, AKP hükümeti Kürt sorunu- Sinop’ta, Samsun’da HDK heyetine saldınu çözmek için bugün attığı adımları atmaranlar herhalde bir haftada milliyetçi-şoven AKP mi verdi, Kürtler mi aldı? yacaktı. Bu yüzden Kürt yoktur noktasından olmadılar. 10 yıldır ülkeyi yöneten, barışı ve AKP hükümetinin Kürt sorununu da çöze- Kürt realitesini tanıma noktasına, oradan kardeşliği tesis ettiğini söyleyen hükümet, bilecek kudrete sahip olduğu inancı/iddiası da bu noktalara gelinmesinde Kürt halkının ektiği nefret ve ayrımcılık tohumlarını bu büyük oranda bu algıdan beslenmekte. AKP pratik mücadelesinin belirgin bir belirleyicili- nedenle unutturamaz. Tokalaşmak için sıkılı hükümetinin Kürt sorununu çözme niyeti ği var. 90 yıl atılmamış adımların bugün bin yumrukların açılması gerekir diyen hükümet, ve kabiliyeti olmadığını söylediğimizde TRT türlü hesap kitap ve kandırmaca ile atılıyor “Barış için Eşitlik, Çözüm için Müzakere” Şeş’ten Kürtçe kurslarına kadar politik-kültü- olmasının bir başka anlamı yok. Bu adımların sloganıyla yollara çıkma cesaretini gösteren rel alandan bir dizi yasal/kurumsal düzenleme göstermelik olmaktan çıkması, devam etmesi, HDK heyetine yönelik saldırıların benzerleörnek olarak gösterilmekte. Oysa burada da kalıcı, adil ve eşit bir toplumsal düzene hizrinin tekrarlanmaması için gereken önlemleri AKP hükümetinin marifet dolu bir hilesi var. met eder hale gelmesi, ancak emek eksenli almalı ve bu tür saldırıları teşvik eden söyEğer sel, su seviyesini yükseltirse baraj kapak- kararlı bir mücadeleyle mümkün olabilir. lem ve uygulamaları öncelikle kendisi terk ları kontrollü olarak açılır. Açılır çünkü, aksi Tekrar etmek gerekirse, AKP hükümetinin de etmelidir. AKP bu milliyetçi-şoven alanı terk barajın parçalanması anlamına gelir. Diğer bir aynı kendinden önceki hükümetler gibi Kürt eder mi? Hayır, terk etmez! AKP dâhil hiçbir ifadeyle barajın ayakta kalmaya devam etmesi, sorununu çözmekten anladığı, “belirli ‘ulusal burjuva hükümet ve rejim, zorunda kalmadan seviyesi yükselen suyun kontrolünü gerektirir. ve demokratik tavizler’ karşılığında Kürtleri ya da çıkarı gerektirmeden ne demokrasiden Bu aynı zamanda suyun zapt-u rapt altına ‘tek devlet, tek bayrak’ ve belki de ‘tek millet’ yana tavır alır ne de ileri-geri bir hareket eder. fikrine ve bu fikrin Bu yönde bir tutum değişikliği ancak kararlı Bir yandan rejimi/hükümeti ve toplumu tüm yönleriyle kurumsal cismine ve sürekli bir mücadeleyle mümkün olabilir. sarsan tarihsel kökenlere sahip Kürt sorununun egemen bağlayabilmesi.” Bu nedenle Kürt halkı inkârdan varlığa nasıl (Enternasyonal Bülçıktığını asla unutmamalıdır; özgürlüğe ancak burjuvazinin çıkarlarına tabi şekilde –mümkün olan en ten, Sayı 3, 1992) o yoldan gidilebilir… az maliyetle- çözümü, diğer yandan tarihsel bir sorunu Tek fark, Başbakan çözen hükümet reklamıyla AKP’nin demokrat imajının Erdoğan’ın geçmişparlatılması ve 2023’e sağlam bir bilet! ten farklı olarak bu


10

POLİTİKA

Karadeniz’de BDP’ye linç girişimi ve İmralı görüşmeleri Kemal Boran, 25 Şubat 2013 Kürt sorununda yeni bir dönemece girdiğimiz şu günlerde toplumun çeşitli kesimleri süreçle ilgili beklentiler içerisine girmiş durumda. Kürtler, barış umudunu canlı tutmak ve kalıcı bir barışa kavuşmak için süreçten beklenti içine girdi. BDP ve HDK heyeti bu beklentiler doğrultusunda bir Karadeniz turu yapmak istedi. Karadeniz insanının milliyetçi yapısını da hesaba katarak bir tura çıkıldı. Çorum’da başlayan Karadeniz turu, BDP ve HDK heyetini umutlandırmıştı. Çünkü BDP ve HDK kafilesi Çorum’da çiçeklerle karşılandı. BDP ve HDK kafilesi, “Epeydir çiçeklerle karşılanmıyorduk. Biber gazıyla karşılanmaya alıştığımızdan bu durum bize iyi geldi”, diyerek esprili bir dil kullandı. Çorum’dan Sinop’a geçen BDP ve HDK heyeti öğretmen evine gitti. Öğretmen evinin önü milliyetçi bir grup tarafından işgal edilerek olay çıkartıldı. Irkçı sloganlar atan topluluk sürekli çoğalarak yaklaşık bine ulaştı. Türk bayrakları açıp

ırkçı sloganlar atan grup yüzünden BDP heyeti 10 saat öğretmen evinden çıkamadı. Irkçı grup, BDP heyetinin araçlarına saldırarak tahrip etti. Bu duruma seyirci olan polis, ancak 10 saat sonra müdahalede bulundu.

Samsun’a ulaştı. Samsun’da da aynı protestolar devam etti. Saldırganların şiddetinden TKP, Halkevleri ve Yeşiller ve Sol Gelecek Partisi il teşkilatlarının bulunduğu bina da nasibini aldı. Bu olayların ardından BDP ve HDK’li heyet Karadeniz turuna son verdi.

Meclis kürsüsünde bazı milletvekilleri bunlar yaşanırken, “Linç girişiminde bulunan gençler en doğal protesto hakkını kullandılar”, diyerek bu linç girişimiBDP’li Sırrı Süreyya Önder, pro- ne neredeyse madalya takacaklardı. vokasyon olayını sosyal medya üzeBu arada İmralı’ya gidecek olan rinden anlattı. Önder, “İçeriye taş ikinci BDP heyeti belirlendi ve zive yanıcı madde atılıyor, polis bir yaret gerçekleştirildi. Heyette şu şey yapmıyor. Kendi önlemimi- isimler vardı: sosyalist kimliği ile zi alıyoruz”, sözleriyle yaşananlara tanınan Sırrı Süreyya Önder, mutepki gösterdi. 10 saatlik kabusun hafazakar kimliği ile Altan Tan, ardından heyet, Sinop’tan ayrıl- BDP’nin kurumsal kimliğini temdı. BDP heyeti gece saatlerinde sil eden Pervin Buldan. Aslında

BDP’nin göndermek istediği heyet bu değildi ama süreç bu isimlerin gitmesi sonucuna vardı. Elbette önemli olan isimler değil o isimlerin taşıdığı misyondur. Buna katılmakla birlikte bu durum, süreç içerisinde iktidarın heyete müdahale etmesi gibi heyetin konuşacaklarına da müdahale etme sonucunu doğurabilir. Süreçten diyalog değil monolog çıkma tehlikesi de mevcut. Yani ez cümle; iktidar kendi çalıp kendi oynamak niyetinde. Bu satırlar yazıldığı sırada İmralı görüşmelerinin içeriği net olarak toplumla paylaşılmamıştı. Süreç olarak barışın gelmesi ve çatışmasız bir ortamın sağlanması iki tarafın da samimi tavırlarıyla gerçekleşebilir. İktidar, BDP’yi samimiyete davet ederken kendisi de samimi olmalı, bu sürecin olumlu yürümesi için çaba sarf etmelidir. İmralı görüşmeleri Kürt halkı arasında büyük beklentilere yol açtı. Bununla birlikte milliyetçi güruh durumdan hiç de memnun değil. Barış yolu uzun ve zorlu olacak. Kürt halkının kendi kaderini tayin hakkını savunmaya devam edeceğiz.

Baskı ve kıyım politikalarında uzmanlaşma dönemi: KESK operasyonları Leylâ Kızıltan, 27 Şubat 2013

Yeni anayasa sürecinde, AKP hükümeti “demokrasiyi” bir yandan güvencesizlik ve sömürü ile pekiştirirken öbür yandan tüm emek güçlerini ve muhalifleri terörist ilan ederek susturmakta tereddüt etmiyor

AKP hükümetinin demokrasiden anladığı yalnızca kendi burjuva sınıf çıkarlarını korumak iken; “ileri” aşamada emek örgütlerine yönelttiği saldırıların da ardı arkası gelmiyor. 8 Mart ve KCK operasyonlarının ardından, bu kez de DHKP-C adı altında düzenlenen operasyon kapsamında, toplamda 149 KESK yönetici ve üyesi gözaltına alındı. Gözaltına alınanlardan İstanbul’da 31, Bursa’da 12, Ankara’da 9, Adana’da 2, Malatya’da 6 ve İzmir’de 2 olmak üzere toplam 62 kişi tutuklandı.

operasyon, insanlık dışı bir tavırla sürdürülmüştür. Bir KESK üyesi, kemoterapiye girdiği sırada kaçma şüphesi olduğu gerekçesiyle gözaltına alınmış, İstanbul’da gözaltına alınan evli çiftin 3 aylık bebeği bile nezarete konulmuştur. Yine, eşi de aynı operasyonda gözaltına alınan bir üye, kızını imza karşılığında kardeşine teslim etmediği takdirde Çocuk Esirgeme Kurumu’nun kızını teslim alacağı belirtilerek tehdit edilmiştir.

son olarak da fazla mesai ücretle- güvencesizlik ve sömürü ile pekişrinin, yol ücretlerinin, ek ödeme- tirirken öbür yandan tüm emek lerin kaldırılmasına, Kamu Personel Yasasıyla iş güvencesinin ortadan kalkacak olmasına ve performans uygulamasına karşı 27 Şubat BES grevi hazırlıkları sürecine “denk gelmiştir”. Yaklaşık 1 yıl önce tüm dünyada “terörist” olmakla suçlanan kişi sayısı 35.117 iken, dünya nüfusunun yüzde 1,1’ine denk düşen Türkiye tüm bu sayının 12.897’ine, yani yüzde 37’sine tek başına sahipti. Bu sayının gün geçtikçe arttığını hatırlatmak da acı verici.

KESK’e yöneltilen operasyonların tarihlerine baktığımızda ise, hükümetin hiçbir tesadüfe yer bırakmadığı görülüyor. “Terörle mücadele” kapsamına giren tüm bu operasyonlar, 21 Aralık 2011’de kamu emekçileri grevi, 8 güçlerini ve muhalifleri terörist ilan Mart eylem programının açıklanYeni anayasa sürecinde, AKP hü- ederek susturmakta tereddüt etmiması, 4+4+4’e karşı eylemler ve kümeti “demokrasiyi” bir yandan 19 Şubat’ta gerçekleştirilen bu yor.


GENÇLİK

11

İspanya’da öğrenciler kesintilere karşı sokakta! Duygu Yorgancı, 27 Şubat 2013

Avrupa’da kapitalist krizin giderek derinleştiği ve bütün etkileriyle kendini gösterdiği bir dönemden geçiyoruz. Hükümetler bir bir iflas eşiğine geliyor ve içine girdikleri borç batağını aşmanın yolunu, işçi ve emekçi kesimlerin uzun mücadeleler sonucunda kazandıkları ekonomik ve sosyal haklara yöneltilmiş bir tahribatta buluyorlar. Neoliberal karşıdevrim programı ve “kurtarma ve reform paketleri”, bir yandan sosyal haklardaki kesintiler ile ekonomik kazanımlara yönelik topyekün bir saldırı açarken, bir yandan da iktidarın politik baskısını güçlendirmeye dayanıyor. Eğitimdeki kesintiler ve öğrencilere yönelik baskıların artmasının da bu reform programının önemli bir parçası olduğunun altını çizmek gerekiyor, bu da öğrenci hareketini ve seferberliklerini kritik bir mevzi haline getiriyor. Tam da bu yüzden, kısa süre sonra işçi sınıfına vasıflı emekçiler olarak dâhil olacak gençlerin geleceğinin çalınması neoliberal karşı devrim programında önemli bir yere sahip. Öte yandan burjuvazi, eğitimi devletin elinden çekmeyi kendisi için büyük bir kâr alanı olarak görüyor. Öğrenciler içinse bu, tüm bileşenleriyle birlikte üniversitelerin esnek

ve güvencesiz çalışma koşulları altına sokulması, ticari ve niteliksiz bir üniversite profilinin yaygınlaşması anlamına geliyor. Eğitimin tamamen piyasanın çıkarına uygun bir biçimde reforme edilmesi öğrencilerin karşısına okul ücretlerinin artırılması, burslarda kesintiler, taşeronlaştırma, okulların ve çeşitli bölümlerin kapatılması gibi sorunları çıkarıyor.

tarihinde Öğrenci Sendikası (SE) 3 günlük grev çağrısı yaptı. Öğrencilerin ve eğitim emekçilerin katılımıyla büyük bir grev başladı, dersler boykot edildi. Eylemler Madrid, Valencia ve Endülüs bölgelerinde yoğun destek aldı ve onlarca kentte toplamda 1 milyon 600 bin kişinin katılımıyla eşzamanlı bir biçimde gerçekleşti. Temel talepler Eğitim, Kültür ve Geçtiğimiz günlerde İspanya Spor Bakanı Jose Ignacio Wert’in Başbakanı Mariano Rajoy eğitim istifası ve reformların durdurulde dahil olmak üzere kamu har- ması idi. camalarında kesintiye giden yeni Hatırlayacak olursak, Rajoy hübir reform paketinin açıklamasını kümeti 2011 yılından bu yana

yaptı. Franco dönemini andıran bu saldırı paketi birçok sosyal hizmeti ortadan kaldırıyor, eğitimi imkansız hale getiriyor. Reform, kriz koşullarının halihazırda derin kırılmalar yarattığı İspanya’da tetikleyici bir rol oynadı ve 6 Şubat

eğitim harcamalarında 5 milyar avro kadar kesintiye gitmişti. Ayrıca, geçtiğimiz günlerde El Pais gazetesinde yayımlanan dosyalar ile Başbakan Rajoy ve çeşitli bakanların yolsuzluk yaptığının kanıtlanması, ülke çapında tepkile-

rin artmasına neden oldu. Bütün bu dinamikler, İspanya‘da kemer sıkma politikalarına karşı ulusal seferberliğin hızla yükselmesine yol açtı ve bugün halen eylemlilikler sürüyor. Ekonomik tahribat programı yalnızca öğrencileri değil, toplumun bütün kesimlerini etkisi altına alıyor, reform paketleri yeni iş yasaları, sağlık sisteminin paralı hale getirilmesi gibi birçok başka etmeni de kapsıyor. Bu nedenle işçi sınıfının aktif katılımının olduğu bir süreçten bahsediyoruz; Iberia havayolu işçileri grevdeler ve direniş başladığından beri 250 uçuş iptal edildi. Ve Iberia yalnız değil, birçok farklı sektörden işçiler de grev ve direnişler ile protestolarını sürdürüyorlar. Avrupa’dan dönüp Türkiye’ye baktığımızda ise, eğitimde dönüşüm programlarının bütün dünyada eşgüdümlü bir şekilde düzenlendiğini hatırlamakta yarar var. Eğitimin ticarileşmesine dayanan Bologna süreci, Türkiye’de de 4+4+4 gibi reformlar ve YÖK taslağı süreci ile işlemeye devam ediyor. Kapitalist krize karşı uluslararası seferberlik hattının örülmesi ve mücadeleler arası dayanışma zemininin oluşturulması, bu nedenle artık zorunluluk niteliği taşımakta.

ODTÜ’de baskılar sürüyor Volkan T., 26 Şubat 2013

ODTÜ’deki polis şiddetinin ardından bu kez “yasal şiddet” devreye girdi ve protestolara katılan öğrencilere hem rektörlük hem valilik soruşturma açtı. Bilindiği gibi, 18 Aralık’ta Çin’den fırlatılan savaş uydusu Göktürk’ü ve AKP’nin politikalarını protesto etmek için toplanan öğrencilere ağır bir polis şiddeti uygulanmıştı. Olayların ardından bazı üniversitelerin rektörlüklerinin polis şiddeti yerine öğrencileri

suçlaması ise öğrencilerin yoğun 45’ine “Kamu malına zarar vertepkileriyle karşılaşmıştı. mek, toplantı ve gösteri yürüyüşü Medya ve rektörlerin öğrencileri kanuna aykırılık, polise mukavehedef göstermesi ve yoğun öğrenci met ve basit yaralama” suçlarından protestoları ardından ODTÜ’de soruşturma açtı. ODTÜ Rektörşiddet uygulanan öğrencileri bir de lüğü de Ankara Valiliği ve Emniyasal yollardan baskılamanın vakti yet Müdürlüğü’nün yazısı üzerine gelmişti. Ve beklenen oldu. An- 20’den fazla öğrenciye disiplin sokara Cumhuriyet Savcılığı, Orta ruşturması açtı. Doğu Teknik Üniversitesi’nde 18 Aralık’ta kampüse gelen Başbakan’ı protesto ettikleri için polisin saldırısına uğrayan öğrencilerden

terörünün nasıl zıvanadan çıktığını gösteriyor. Barış Barışık’ın polisler hakkındaki suç duyurusu ise, “polislerin belirnenememesi” sebebiyle tıkanmış durumda.

Anlaşılan “görünmez molotof ” icat ederek öğrencileri suçlayanlar, burjuvazinin tüm aygıtlarını öğrencilere yöneltmekte tereddüt Soruşturma açılanlar içerisinde etmiyor. Buna karşılık bizlerin de polisin uyguladığı yoğun şiddet tüm gücüyle bu saldırılara karşı sonucu beyin kanaması geçiren koymamız gerekiyor. Barış Barışık’ın da olması devlet


12

İŞ YERLERİNDEN

Marmaray kazıları: Güvencesizliğin resmi geçidi Damla Tezcan, 21 Şubat 2013 Kah çıkan bilimsel bulgular, kah düşen yıldırımlar ya da toplu işten çıkarmalarla basında sık sık duyduğumuz Marmaray kazıları, son olarak projenin durdurulduğu haberi ile yeniden gündeme geldi. Haberin basında çıktığı gün, yeni atanan Kültür ve Turizm Bakanı Ömer Çelik’in yüce gönlünce, kazılara devam edilmesini isteyerek Ulaştırma Bakanı Binali Yıldırım’ı araması ve ödenek sözü alması, gözlerimizi yaşarttı doğrusu. Türkiye’nin en büyük ulaşım projesi olan Marmaray Projesi, Hükümet’in en büyük seçim kampanyalarından. 29 Ekim 2013 tarihinde açılışı planlanan projeye engel olarak görülen kent arkeolojisi ise, ezilip geçilme tehlikesi altında. Kent arkeolojisi ve Marmaray – Metro Kazıları Kentlerde yürütülen ve kentin tarihsel ve kültürel değerlerini bozmadan, kentin gelişimini sağlamak amacıyla yapılan arkeolojik kazılar, dünyanın pek çok yerinde olduğu gibi son yıllarda Türkiye’de de ulaşım ve kentsel dönüşüm projeleri kapsamında artış gösterdi. Genellikle kurtarma kazıları kapsamında, özellikle İstanbul’da her gün büyük veya küçük ölçekli kazılar yapılmaktadır. Türkiye’de kent arkeolojisinin en büyük sorunlarından biri, projeler zamanlanırken kazıların hesaba katılmaması ve daha sonra kalıntıların sürprizmiş gibi sunulması. Örneğin; Marmaray ve Metro projeleri, 1. derece arkeolojik sit alanları üzerine projelendirildiğinden, hükümetlerce sunulduğunun aksine Üsküdar, Sirkeci ve Yenikapı semtlerinde arkeolojik birikim ve kazı yapma zorunluluğu en başından biliniyordu. Türkiye’nin en büyük arkeolojik kent kazıları ise, 2004 yılında başlayan ve bir kısmı hâlâ yapılmakta olan Marmaray ve Metro Arkeolojik Kazıları’dır. Kent arkeolojisinde bir dönüm noktası olan Marmaray’dan bakıp Türkiye’de kent kazılarının genellikle ne şekilde yürüdüğünü biraz olsun anlayabiliriz. Marmaray kazıları, için Ulaştırma Bakanlığı, her yıl açılan ihalelerle alt yüklenici (taşeron) belirliyor.

Bugüne kadar 2 ayrı taşeron firmaya bağlı, 100’e yakın bilimsel kadro (arkeolog, sanat tarihçisi, restoratör, mimar, vb.) ve kim bilir kaç yüz işçinin çalıştığı kazılarda, hak gaspları her geçen gün artarak devam etti. Keyfi işten çıkarmalar –ki bu durum işçi sayısının tespitini imkansız kılıyor, maaşların düzenli ödenmemesi, sigortaların (bilimsel kadro hariç) düzenli ve maaş üzerinden yatırılmaması, yemek ve tuvalet sorunları, ödenmeyen fazla mesailer, sorunların yalnızca bazıları. Tarihe ışık tutan yüzlerce çalışan, sendikasız ve toplu iş sözleşmesiz, iş güvencesinden yoksun olarak çalışmakta. İş güvencesi sorunu 2012 yılının son günü toplu işten çıkarma ile yeniden kendini gösterdi. Taşeron şirket Polat İnşaat yetkilileri, işe bir süre ara verileceği duyurusunu yaptı. Yaklaşık 2 aydır tazminatlarının tamamını alamayan, işe çağırılıp çağırılmayacağı belli olmayan yaklaşık 200 işçi sendikasızlığın ve güvencesizliğin ne demek olduğunu bugün çok daha iyi anlamış durumda. Peki Marmaray’da daha önce neler oldu? Hiç mi mücadele edilmedi? Marmaray’da Mücadele Deneyimleri

nedenler de eklenince kısa süreli direnişler gerçekleşmeye başladı. Bu direnişlerde, yeni yemekhane ve soyunma odaları gibi kazanımlar da elde edilmesine rağmen, işverenin Kürt-Türk ve Kürt-Arap ayrımcılığını körüklemesi, bir takım işçileri para ile satın alması ya da birkaç işçiyi işten çıkarması direnişlerin kısa sürmesine neden oldu. Hatta işçiler arasında çok büyük kavgalar ve

saatleri boyunca coşkulu bir şekilde sürüyordu. İçeriden dayanışma paraları toplanarak, moral veren konuşmalar yapılıyordu. İçerdeki işçiler ayrıca kendi aralarında konuşmalar yapıyor, işten çıkmadan mücadeleye dahil olmanın araçlarını tartışıyordu. Mart aynda iki işyeri işgali gerçekleşti. İşgallerin birinde bir iş makinesiyle içeri giren işçiler “İşi-

toplu işten çıkarmalar dahi yaşandı. 2009 yılına girerken işverenin, zamsız bir yıl daha çalışacaksınız demesi, pek çok işçi için bardağı taşıran son damla oldu. Artık yeni bir iş sözleşmesi tartışılıyordu.

miz ve Hakkımız İçin Direniyoruz” yazılı pankartı açarak sloganlar atmaya başladı. Diğerinde ise işçiler, yanıcı maddeleri üzerlerine döküp kendilerini yakmakla tehdit ederek işverenle görüşmeyi talep ettiHer tartışma sonuç vermese de ler. Soluklar tutulmuştu ve saatler bazı tartışmalar sendikanın gerek- süren işgaller sırasında pazarlıklar liliğiyle sonlanıyordu. Fakat hangi yapılıyordu. sendikada örgütlenmek gerekirdi? Aslında iki işgal sonrasında da Pek çok sendika bu dönemde taşe- işveren masaya oturdu. 35 TL’lik ron bir işyerini örgütlemekten ka- günlük ücret, iş güvencesi, eksik çınarak kadro ve para eksiliğinden sigortaların tümünün ödenmesi bahsetti. 2009 biterken işçilerin bir de dahil tüm şartları kabul ettiğini kısmı Tekstil-Sen ile temas kurmuş, söyleyen işverenin tek şartı işyerine işverene zam talebinde bulunmuş- sendika girmemesiydi. Direniştetu. 2010 ocak ayında başlayan ve ki işçiler Tekstil-Sen’in kendilerine yaklaşık 70 gün süren bir direnişin çok destek olduğunu söyleyerek ilk adımları da bu şekilde atıldı. anlaşmayı kabul etmedi.

2004 yılında taşeron şirket “Karkın İnşaat” ile başlayan kazılarda, iş güvenliği ve iş güvencesi sorunları olmasına rağmen, 2007 yılına kadar ücretlerin zamanında ödenmesi işyerinde büyük bir huzursuzluk yaşanmamasına neden oldu. 2007 yılında taşeronun değişmesi ve ihaleyi Polat İnşaat’ın alması ile birlikte ücretler düşürüldü, düzenTalep üzerine işveren günlük yalli olarak gecikmeye ve parça parça ödenmeye başlandı. İşçilerde hu- nızca 1 liralık zam yaptı. Bu ücretle işbaşı yapmak istemeyen yaklaşık zursuzluk işte böyle başladı. 60 işçi Mart ayının sonuna kadar Daha önce var olan ama kişisel kapıda beklemeye başladılar. Başalgılanan, yıllık izinlerin ve vizitele- larda içeriden çokça destek alan rin kullanılmasının keyfi engellen- direniş, halaylarla sloganlarla mesai mesi, tazminatsız işten çıkarma gibi

Direnişteki işçiler, mücadeleleri boyunca TBMM’ye 2 kere gitmiş, TEKEL direnişine destek vermiş, İstanbul ve Ankara’da basın açıklamaları yapmış olmakla birlikte, mücadeleleri en sonunda işe iade davaları ile sınırlı kaldı. Eylül 2010


EMEK GÜNCESİ

tarihinde davanın, işçiler lehine so- verilmedi. İçerisi ve dışarısı arasın- parçalı ödenmeye, sigortalar yatırılnuçlanmasına rağmen 2012 yılına daki bağ iyice koptu. mamaya devam etti. İşçi sağlığı ve kadar temyiz ve Yargıtay engellerini Peki bu direnişten sonra işyerinde iş güvencesi hala en büyük sorunaşamadılar. neler oldu? Çıkan işçilerin yerine du. Özellikle kendini yakma girişiİşçiler, sendikalı olmayı daha mi ile marjinalleşen direniş, içePeki bu direnişten gizliden tartışmaya ve işkolunrideki desteği büyük ölçüde yitirdaki sendikalarla bağ kurmaya sonra işyerinde neler di. Oysa içerde daha sendikanın çalıştı. Fakat sendikalaşma girine olduğu konuşulmaktaydı. oldu? Çıkan işçilerin şimleri, sendikanın yeterli ilgiyi Üstelik Tekstil-Sen bu işkolunya da örgütlenmeyerine hemen yeni işçiler göstermemesi da çalışma yürüten bir sendika yi gerektiği gibi yönlendiremeda değildi. Aslında direniş, içealındı. Ücretler, direniş- mesi, işyeri komitelerinin düzrisi tam olgunlaşmadan patlak gün çalıştırılamaması ve geçmiş ten dolayı günlük 3 lira vermişti. Şimdi her şey işverenin direnişin yükünün omuzlardan kadar bir artış gösterse atılamaması gibi nedenlerle yegözü önünde gerçekleşiyordu ve müdahale etmesi uzun sürme- de eksik ve parçalı öden- terli çoğunluğa ulaşılamadan dadi. Ustabaşılar ve ajanlar hemen ğıldı. Marmaray’da örgütlenme meye, sigortalar yatırıldevreye girdi. İşyerinde sıkı yöarayışları büyük bir yenilgiyle netim ilan edildi. 2 kişi yan yana mamaya devam etti. sona ermiş oldu. gelemiyor, birlikte çıkamıyordu. Aslında Marmaray KazıDışarıda görüşmek dahi cesaret sı, Türkiye’de taşeron işyerleolarak görülüyordu. Ayrıca son iş- hemen yeni işçiler alındı. Ücret- rinde sendikalaşmanın pek çok galden sonra polisten destek alınıp ler, direnişten dolayı günlük 3 lira zorluğunu gözler önüne sermekte. kapıda kimsenin beklemesine izin kadar bir artış gösterse de eksik ve

Hizmet Okullar Açıldı Şubat tatilinin gelmesi ile ücretli öğretmenlik yaptığım okulun 15 gün kapanacak olması bende gerek bir aylık maaş alamayacağım (biz 22 gün üzerinden maaş alıyoruz, kar tatili filan derken bu süre doluyordu) gerekse, okula geri döndüğümde yerime başkası gelmiş olabileceği için bende hazımsızlık yapmıştı (!). Sonuçta biri atanmasa bile, ki devlet fiilen öğretmen ataması falan yapmıyor zaten, bir nakil işlemi yapılabilir ya da sırf müdür kaşımı gözümü beğenmediği için tatili fırsat bilip beni işten çıkarabilirdi. İşsiz kalma korkusu ve bir aylık zorunlu ücretsiz izin, 15 günlük tatili iş arayarak ve diken üzerinde oturarak geçirmeme neden olmuştu. Okula döndüğümde bir sorunla karşılaşmasam bile aynı koşullarda çalışan bir başka arkadaşıma, “Yerinize biri nakil geldi”, diyerek yol göstermişler. Fakat, daha sonradan naklin gerçekleşmemesi ile işe geri dönmüş. Bu bir günlük işsizlik, aslında ona fiilen hep işsiz olduğu gerçeğini hatırlattığı için derin bir depres-

yona neden olmuştu. Bense hayatımdan memnun (!) okula devam ederken tuvaletlerden yayılan kesif koku artık, “n’oluyor ya?”, dememe sebep oldu, derken kurul toplantısı geldi. Bütün ücretli öğretmenler olarak, ki bizim okulda bir hayli kalabalığız, öncelikle “Biz katılıyor muyuz?” sorusunu sorduk. Keza bizim katılmadığımız birçok şey vardı, sistem bize öğretmen değil de, yoldan geçerken çocukları sevmeye gelmiş teyze muamelesi yapıyordu. Bizim katıldığımızı anlayınca, aslında bu kurul toplantısının, öğretmenlerin yılda bir defa yan yana gelip okulun sorunlarına çözüm aradıkları bir toplantı olduğunu öğrendim. Toplantı benim için tam bir “aydınlanma” oldu.

yardımlar yapardım” konuşması yapıp, “Esmer vatandaşlarımızın olduğu bölgeler böyle işte, iş size düşüyor”, gibisinden kıvırınca halihazırda 6 aydır para verilmeyen ve sigortasız olan hizmetlilere yol görünmüştü. Ben de kurulda, bütün iyi niyetimle aslında aramızda para toplayıp tuvaletlere sabun falan koysak -tuvalet kağıdı hak getire- o bile kafi olur dedim. Çünkü son iki gündür kapı kollarını bile peçete ile açıyordum, çocuklara pek yanaşamıyordum, bu böyle devam edemezdi. 2 saat süren kurul toplantısının sonunda çocukların ve velilerin okulu sahiplenmemelerinin, bunun sonucu olarak

Okulumuzda mali sıkıntılar nedeniyle hademe olmadığını öğrenince, hem tuvalet meselesini aklımda çözdüm hem de ortalıkta ayak işlerini yapan kadınların kim olduğunu merak etmeye başladım. Okul aile birliği velilerden MEKTUPLARINIZI doğru düzgün para alamayınca, Şişli Belediye Başkanı Sarıgül de B E K L İ Y O R U Z bizim okula her ay verilen para- I S C I C E P H E S I @ lardan rahatsız olup, okula kah- G M A I L . C O M valtıya gelerek, “Maslak’ı elimden aldılar yoksa okulunuza çok çok

13

Sınıf sendikacılığı anlayışından uzaklaşmış olan sendika yönetimleri, işyerlerinde örgütlenmek yerine, “toplumsal sendikacılık” kavramı temelinde bir örgütlenme anlayışı ile hareket etmekteler. Sendikacılık büyük ölçüde sivil toplum örgütlerinde çevrecilik, burjuva demokrasisi, özgürlükçülük gibi mücadelelere indirgeniyor. Bu anlayış sonucunda, Marmaray örneğinde olduğu gibi kapı kapı dolaşan işçiler, işkollarında örgütlenebilecekleri bir sendika bulamıyor. Ya da bulduklarında yeterli ilgiyi göremediklerinden birliktelikleri çabuk dağılıyor. Sendikaları hâlâ işçi örgütleri olarak görüyorsak, bugün işyerlerinde en başta “herkese iş ve herkese iş güvencesi” ile “grevli toplu sözleşmeli sendika hakkı” için mücadele etmek gerekir.

yaratılan hasarın ve parasızlığın, okuldaki öğretmen ve yönetim kadrosu eksikliğinin yarattığı kaosun ve bir anda tepeden inme olarak değişen eğitim sisteminin tam anlaşılamamasının getirdiği boşluğun nedenlerinin hep sistem sorunu olduğuna karar verip dağıldık. Dağılmaya yakın aslında bir sabun koysak diye usulca tekrar fısıldadım fakat herkes çoktan dağılmıştı. O kadınlar da “veli”ymiş, öyle boş vakitlerinde okula yardım olsun diye geliyorlarmış. Al sana bir “görünmeyen” emek alanı daha. İC okuru güvencesiz bir eğitim emekçisi


14

ULUSLARARASI

Hükümet İstifa Etti, Kitleler Direniyor, Bulgaristan’da Neler Oluyor? Tekin Güven, 28 Şubat 2013 Yaklaşık 3 haftadır Bulgaristan sokaklarında, yüz binlerce kişi son elektrik zammı ile hükümetin neoliberal politikalarını protesto ediyor. Hükümet ve başbakan istifa etmek zorunda kaldı, normalde Temmuz ayında yapılacak seçimler Mayıs’ın 12’sine çekildi. Gösterilerin başlamasındaki tetikleyici etmenler, elektriğe ve ısıtmaya yapılan son zamlar oldu. Bulgaristan’da ücretler ortalama 350 avro ve emekli maaşı 150 avro civarında iken, sadece elektriğe 100 avrodan fazla fatura ödenir hale gelinmesi kitleleri sokağa döktü. Ayrıca, 2009 yılında yüzde 6,3 olan işsizlik oranının geçtiğimiz yaz aylarında yüzde 12,9 a çıkması protestoların kitleselleşmesindeki temel etmenlerden biri. Kitlelerin temel talebi, piyasayı kontolleri altında tu-

tan çok uluslu elektrik dağıtım şirketlerinin, Çek Cez ve Energo-Pro ile Avusturyalı EVN’nin kamulaştırılması, baskıların ortadan kaldırılması ve artan işsizliğe çözüm.

bir önderliğin yokluğunda, sağ görüşlü partilerin politikalarının kitle tarafından krize çare olarak gözükmesinden kaynaklanmaktadır, buna Yunanistan’daki “Altın Şafak” partiÖte yandan, krizin derinleşmesiyle sinin 2008 kriziyle birlikte yükselişi birlikte milliyetçi ve faşist partilerin de örnek gösterilebilir. Başbakan ve hükümet, istifasından önce protestoları dindirmek için, yabancı şirketlerin lisansını iptal edeceğini ve yapılan zamların geri alınacağının sözünü verse de, bu 3 haftalık süreçte protestoların artmasına ve 2 vatandaşın tepkilerini göstermek için aynı Kuzey Afrika ülkelerinde olduğu gibi kendini yakmasına engel olamadı. güçlenişini, Bulgaristan örneğinde Bulgaristan’daki hükümet yanlısı de görmekteyiz. Bu aslında devrimci

gazeteler ise, Bulgaristan krizinin 90’ların ortasından itibaren, genç nüfusun ciddi bir biçimde azalmış olmasına bağlıyor. Bu aslında tüm dünyada doğum oranı üzerine kurulu politika ve neoliberal çıkarlar arasındaki doğrudan bağı gösteriyor: “Daha çok çocuk daha fazla kâr!” Dünya ekonomik krizinin bir parçası olarak değerlendirilmesi gereken Bulgaristan’daki bu durum, kitlelerin temel taleplerinin hedefe ulaşmasını sağlayacak bir devrimci bir partinin gerekliliğini ortaya koyuyor. Bulgaristan işçi ve emekçi sınıfının bu noktada temel görevi, devrimci bir mücadeleyi sadece seçime yönelik değil sürekli bir politik program çerçevesinde örmek ve diğer ülkelerin işçi sınıfıyla birlikte mücadelelerini birleştirmenin yollarını aramak.

Diktatörlük rejimiyle diyaloga ilişkin Suriye devrimci solunun tutumu

Suriye Devrimci Sol Akımı, 10 Şubat 2013 Suriye muhalefetinin eylemlerine ilişkin olarak, bu yılın başında iki önemli olaya şahit olduk. İlki, Demokratik Değişim için Ulusal Koordinasyon Komitesi’nin (DDUKK) Cenevre’deki buluşmasıydı ki, sonucunda toplantının muradının diktatörlük rejimiyle diyalog için bazı koşullar üzerinde ortak bir tutuma ulaşmak olduğu anlaşıldı. İkinci olay ise, Ulusal Koalisyon’un lideri Şeyh Moaz Hatip’in rejimle koşullu diyalog çağrısında bulunmasıydı.

yatta kalmasına neden olacak veya ömrünü uzatacak ihtimallere olanak vermemeli ve özellikle emekçi kitlelerin yararına, onların en genel ve doğrudan ihtiyaçlarına hizmet

Demokratik Değişim için Ulusal Koordinasyon Komitesi ve Şeyh Moaz Hatip’in girişimleri, değişimin “tepeden” gerçekleşmesi noktasında örtüşüyorlar. Şeyh Hatip’in

Aklı başında olan hiç kimse büyük fedakârlıklarda bulunan halkımızın çektiği acıları azaltacak veya dindirecek hiçbir şeyi elinin tersiyle bir kenara itmez. Ancak bu, bunu gerçekleştirme iddiasıyla ortaya çıkan her girişimi kabul etmek ve desteklemek zorunda olduğumuz anlamına gelmez. Bize göre söz konusu girişimlerin şu kriterleri sağlaması gerekiyor: [Bu girişimler] kitlelerin dikta rejimini devirebilmeleri için savaşlarını, mücadelelerini yeniden inşa etme- eden, tabandan gelecek radikal de- girişiminin farkı ise, nihai amacı ne olursa olsun, on yıllardır rejime lerine imkân sağlamalı, rejimin ha- ğişimlere alan açmalıdır.

hizmet eden geleneksel burjuvazinin özellikle de Şam burjuvazisinin, bugün halk devriminin tehdidi altında olan sınıf çıkarlarının korunmasını sağlayacak bir çözüm bulunması isteklerini net bir şekilde yansıtıyor olması. Burjuvazi, diktatörlük rejiminin tepeden kısmî değişimini destekler duruma geldi ama bu rejimin yalnızca bazı politik nitelikleri için geçerli, sosyal olanlar için değil. İşte bu, tam da rejimin müttefiklerinin ve Suriye halkının dostları olduğunu iddia eden devletlerin çağrısını yaptığı şeydir. Bu iki kesim de halk devriminin zaferinin karşısında yer alıyorlar. Bu çerçevede, bizler halk devriminin tabanından gelen sosyal ve politik talepleri karşılamayan bu tür girişimleri reddettiğimizi ilan ediyor ve bunların zafere giden yolda halk hareketini güçlendirmeye katkısının olmayacağını düşünüyoruz. Tüm iktidar ve zenginlik halka!


ULUSLARARASI

15

UIT-CI/UBK Koordinasyon Komitesi’nin Tunus’taki duruma ilişkin deklarasyonu, Şükrü Belaid’in katilleri araştırılsın ve cezalandırılsın! UIT-CI/UBK Koordinasyon Komitesi, 18 Şubat 2013 6 Şubat günü Halk Cephesi’nin başlıca örgütlerinden, Marksizm esinli Panarabist bir parti olan Birleşik Demokratik Yurtsever Hareket’in lideri Şükrü Belaid uğradığı suikast sonucu yaşamını yitirdi. İki gün sonra gerçekleşen genel grev ve kitlesel protestolar, cinayete verilen en iyi yanıttı.

metin bütün politikası yabancı yatırımların ve emperyalizmle (IMF, AB, Katar, Suudi Arabistan) ve çok uluslu şirketlerle yapılan anlaşmaların sürmesi için neoliberal politikaların hayata geçirilmesi üzerine kuruluydu. Devrimin merkezinde yer alan iş ve ekmek taleplerine cevap vermek yerine, bu politikaların UIT-CI/UBK Koordinasyon Ko- uygulanması, işsizliği ve yoksulluğu artırdı. mitesi olarak: 1. Öldürülen yoldaşın ailesi, partisi ve Halk Cephesi ile dayanışmamızı ifade ediyoruz. Cinayeti işleyenlerin ve politik sorumlularının soruşturulmasını ve cezalandırılmasını talep ediyoruz. 2. Devrimi Savunma Birlikleri olarak adlandırılan ve derhal lağvedilmesi gereken paramiliter silahlı gruplara dokunulmazlık sağlayan Ennahda hükümeti, cinayetin aktif ya da pasif sorumlusudur. Hükümet eski rejimden kopuşu, polis ve yargıda eski rejim görevlilerini ayıklamayı ya da devrim kurbanları için tazminat ödemeyi reddederken, eylemlerin bastırılmasına dönük tutum aynen devam etti. Ennahda önderliğindeki Troyka hükümetinin bir yıldan fazla bir sürelik iktidarında, işsizlik ve sefalet koşullarına mahkum edilen işçi ve emekçi kesimlerin durumunu iyileştirmek adına hiçbir şey yapılmadı. Hükü-

3. Silyana’daki seferberlikler ya da iş talebiyle Gafsa’nın maden bölgesinde süren mücadeleler gibi bu politikaların emekçi kitleler tarafından reddedildiğini ifade eden seferberlikleri selamlıyoruz. Bunlar, 2010’un Aralık ayında başlayan devrimci sürecin devamlılığını gösteriyor. Bugün Tunus halkının içinde bulunduğu temel ikilemin laiklik ve İslamcılık ekseninde ol-

madığını fakat, sömürülen kesimlerin ihtiyaçlarına -iş, ekmek ve özgürlük- yanıt vermek adına devrim yolunda ilerlenip ilerlenmemesi ve eski rejimden kopuş ekseninde olduğuna inanıyoruz. 4. Ülkenin bütün kaynaklarını kamusal iş alanları yaratılması için kullanacak bir plan oluşturmaktan, stratejik sektörleri kamulaştırmaktan, dış borçlarının ödenmesini reddetmek ve Avrupa Birliği’nden kopmaktan başka, Bin Ali’yi deviren Tunuslu kitleler için bir çıkış yolu olmadığının bilincindeyiz. Bu aynı zamanda devrimin demokratik içeriğinin derinleştirilmesi ve eski rejim aygıtının tamamen tasfiye edilmesi anlamına geliyor. Bizim düşüncemize göre, iki temel hedef birbirine kopmaz bir biçimde bağlıdır: Herkes için onurlu iş hakkını sağlama yönünde bir ilerleme olmaksızın, demokrasinin sağlamlaşması da hiçbir şekilde mümkün değildir. Eğer devrim derinleşmezse, doğacak boşluk gericilik tarafından doldurulacak ve işçi, emekçi ve sol kesimlere karşı katil paramiliter

grupların saldırıları sürecektir. 5. Bize göre, işçilerin, genç işsizler ordusunun ve yoksullaştırılmış köylülerin açık bir şekilde tarafında yer almayan ve açık bir sınıfsal içeriğe sahip olmayan politikaların ve ittifak anlayışlarının sürdürülmesiyle, devrimin ilerlemesi mümkün değildir. Bu doğrultuda, Tunus solunun bir kesiminin önerdiği gibi Nida Tunus Partisi gibi eski rejimin bileşenlerini kapsayan ve Silyana’daki mücadelenin bastırılmasını destekleyen oluşumlarla birlikte, “Ennahda’ya karşı herkes”in ittifakı politikası, devrime hizmet edecek ve Tunuslu emekçilere kullanışlı bir araç sunacak bir politik alternatifin inşasına hizmet etmeyecektir. 6. Ennahda hükümeti başarısızlığını kanıtladı ve Tunus devriminin ideallerine yanıt vermesi mümkün değil. Bütün desteğimizi, diktatörlük ve neoliberal İslamcılık’la bütün bağlarını koparacak UGTT ve Halk Cephesi ile bir işçi ve halk hükümetinin kurulmasına sunuyoruz. UIT-CI/UBK Komitesi

Koordinasyon

Uluslararası İşçi Birliği-Dördüncü Enternasyonal (UIT-CI) Uluslararası Birlik Komitesi (İşçi Cephesi, LI-İspanya)

Güney Kıbrıs’ta başkanlık seçimleri yapıldı: Zafer Anastasiadis’in... Barış Sansar, 25 Şubat 2013

bankalar neticesinde, Yunanistan’ın kaderini paylaşan ve yaklaşık 20 milyar avroluk bir kara delikle yüz yüze kalan Rum yönetimi Troykaya (AB, IMF ve Avrupa Merkez Bankası) başvurmak zorunda kaldı.

Geçtiğimiz aylarda, gözyaşları içinde “Birlik içinde krizi aşmayı başaracağız.” diyen Rum Komünist Partisi’nin (AKEL) lideri ve Devlet Başkanı Dimitris Hristofyas, seçHemen sonrasında o bilindik “Acı menlerini ikna edememiş olacak ki, ilacı içmek zorundayız”, “Tatil bitdün ikinci turu gerçekleştirilen se- ti”, vs. gibi söylemlerle Rum halkına çimleri kaybetti. dayatılan kemer sıkma politikaları Gene geçtiğimiz aylarda batan neticesinde koltuğunu kaybeden Rum Halk Bankası’nı (LAIKI) Hristofyas’ın yerine, oyların yüzde kurtarmak için Rusya’dan 2.5 mil- 57.5’ini alan, muhafazakar Demokyar Avro kredi alan Hristofyas; bu ratik Uyarı Partisi’nin (DİSİ) adayı parayla batan bankaların borçla- Nikos Anastasiadis geldi. Elbette, rını ödemeye yeltense de, yıllardır Anastasiadis kemer sıkma politikaKıbrıs Rum yönetiminin “medar-ı larının sadık bir uygulayıcısı olacak iftiharı” olan bankacılık sektörünü ve yakın vadede, tıpkı Yunaniskurtaramadı. Arka arkaya batan tan’daki gibi, ekonomik krizin politik bir krize dönüşme olasılığından

bahsetmek kahinlik olmaz. Altını çizmek gereken bir başka nokta ise, Rum halkının AB’ye duyduğu tepki. Annan Planı’nın oylandığı referandumun hemen ardından AB’ye tam üyeliği gerçekleşen Rum kesiminde, o gün düzenlenen şölenler ve havai fişek gösterilerinden eser yok. Devletin kasasında memur maaşlarını dahi ödeyecek nakitin kalmadığı söyleniyor. Emeklilik maaşları ya ödenmiyor ya da önemli bir kısmında kesintiye gidilmiş durumda. Rum gençler iş bulabilmek için Arap ülkelerine göçüyor. Kısacası, yaklaşık 10 yıl önce girilen “harikalar diyarı”, Rum işçi ve emekçilerin üzerine kabus gibi çökmüş durumda. Zira, tıpkı Annan Planı gibi, Kıbrıs’ın

AB’ye üyeliği, finansal düzeyde bir eklemlenmenin taçlandırılmasından başka birşey değil. Yunan bankaları aracılığıyla Avrupa’daki finansal sermayeye eklemlenen Rum bankalarının peşi sıra batması ise, bu durumun açık ve kaçınılmaz bir sonucu. Ada’nın kuzeyinde birkaç yıldır uygulanan kemer sıkma politikalarının ve son aylarda kısmi bir kitlesellik de yakalayan grev ve eylemliliklerin açıkça işaret ettiği bir gerçek var: Kriz sınır tanımıyor. Bu noktada, Kıbrıs’taki emperyalist hegemonyayı reddeden, işçi sınıfının ve onun dolayımıyla Kıbrıs’ın birliğini savunan devrimci bir alternatifin inşası gibi zor bir görev Kıbrıslı işçi ve emekçilerin önünde duruyor.


Erkek egemenliğine, sömürüye, şiddete ve cinsel ayrımcılığa

hayır demek için 8 Mart’ta Alanlara! Hikayemiz kadın işçilerin daha iyi koşullarda çalışmak, 8 saatlik iş günü, eşit işe eşit ücret mücadeleleriyle başlar. 8 Mart, kadın işçilerin daha iyi çalışma koşulları için verdikleri mücadeleyi yaşamlarıyla ödedikleri bir tarihtir. Bugün hala erkek-egemen kapitalist sistemin emeğimizi görünmezleştirmesine, kimliğimizi değersizleştirmesine karşı 8 Mart Dünya Kadınlar Günü’nde bizzat kadınlar olarak sokakları meydanları doldurmamız hayati önemde. 8 Mart, direniş ve mücadele günüdür! 8 Mart, kadınların, ekonomik-sosyal-psikolojik olarak muhtaç bırakıldıkları erkeklerden nezaket görme, gül alma günü değildir. Babaların, erkek kardeşlerin kısaca hayatımızdaki erkeklerin şiddeti her gün 5 kadını öldürüyorsa bugün onların sevgisini de yeniden sorgulama günüdür. Bedenimiz ve emeğimiz, tarihin her döneminde bir sömürü nesnesi olmuştur. Kapitalizm bunu değiştirmek bir yana, erkek-egemen sistemin dayattığı kurallardan, ezme-ezilme ilişkilerinden güç alarak gelişmiştir. Bu nedenle, 8 Mart’lar bedenimiz, emeğimiz ve kimliğimiz üzerinden her gün verdiğimiz haklı mücadele ve direnişimizin günüdür! Mücadelemiz, işyerlerinde, sendikalarda, sokakta, evde, okulda kısacası erkek-egemen sistemin sızdığı her yerde her gün sürmektedir. Esnek değil, güvenceli iş istiyoruz! Yıllardır biz kadınların sürdürdüğü mücadeleyle kazandığımız birçok hak var. Fakat erkek-egemen sistemden söke söke aldığımız bu haklar hükümet eliyle yürütülen neoliberal talan doğrultusunda tek tek tırpanlanmaya

çalışılıyor. AKP’nin 2012-2023 dönemi için uygulamaya koyduğu Ulusal İstihdam Projesi’nde kadınları giderek ucuz ve niteliksiz, yarı-zamanlı veya eve daha çok bağımlı kılan parça-başı, ev eksenli işlere hapsettiğini görüyoruz. AKP’nin esnek, güvencesiz iş koşullarını evlerimizin içine kadar yerleştiren sömürü politikalarına hayır diyoruz! Yaptığımız iş karşılığında aldığımız maaşlar, hem devlet hem de toplum nezdinde “aileye katkı” olarak düşünülüyor. Oysa babadan ve kocadan bağımsız olarak kendi ayaklarımız üzerinde durabilmemiz, varlığımızın sadece aile içine sınırlandırılmasına karşı çıkabilmek için güvenceli ve nitelikli istihdama ihtiyacımız var. Bunun için ilk olarak “eşit işe eşit ücret” talep ediyoruz. Son istatistikler gösteriyor ki, yeni işsizlerin yarısından fazlası yüksek öğretim mezunu kadınlar. Üstelik eğitim düzeyimiz ne olursa olsun niteliksiz ve güvencesiz işlerde kadınlar tercih ediliyor. Sırf kadın olduğumuz için, anne olduğumuz ve/ya olabileceğimiz için, atölyeden, ofisten evlerimize geri gönderiliyoruz. İş bulduğumuzda da benzer gerekçelerle çeşitli psikolojik, fiziksel, cinsel tacize, mobbinge maruz kalıyoruz. Bu sebeple işyerinde tacize ve cinsel şiddete uğrayan kadınların başvurabileceği Cinsel Şiddet Kriz Merkezleri istiyoruz! Cinsiyetçi işbölümüne hayır diyoruz!

cinsiyetçi işbölümünü daha çok pekiştiriyor. Parasız, herkesin ulaşabildiği sağlık hizmetleri istiyoruz. Bakım emeği kamusallaştırılmalıdır. Evde ve ev dışında cinsiyetçi işbölümüne hayır diyoruz! Yaşam hakkımız için mücadele ediyoruz! Türkiye’de kadınlara yönelik cinayet oranı son 7 yılda yüzde 1400 artış gösterdi ve bu şiddet, sokaktaki erkekten daha çok yakınımızdaki erkeklerden geliyor. Erkeklerin sevgisi günde 5 kadın öldürüyor. Üstelik cinsel yönelimleri sebebiyle cinsel/fiziksel şiddet gören LGBT’leri de eklediğimizde kadına yönelik şiddet ve nefret cinayetlerinin verilen rakamların çok daha üzerinde olduğu ortaya çıkıyor. Ekonomik saldırıların yanı sıra, dünya ekonomik krizi ve savaşlarda devletlerin giderek daha muhafazakar politikalar uyguladığını, kadınlara yönelik şiddetin arttığını, cinsel yönelim ve ırkları sebebiyle daha çok insanın şiddete maruz kaldığını biliyoruz. Başbakan’ın “3 çocuk doğurun”, “her kürtaj bir Uludere’dir” demesinin arkasında da muhafazakar cinsiyetçi zihniyet, krizden çıkış ve nüfus politikaları yatıyor. Hükümet bu mantığıyla kadına yönelik şiddetle mücadele yöntemi olarak Kadın ve Aileden Sorumlu Devlet Bakanlığı’nın yerine Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı’nı kurdu. Oysa kadınlar en çok da aile içinde eziliyor ve sömürülüyor. Kadını değil aileyi koruyan her politika bu şiddetin sorumlusudur. Hükümetin iki yüzlü politikalarını kabul etmiyoruz.

Yemek yapmak, temizlik yapmak çocuk/yaşlı/hasta bakımı kaderimiz Kadın cinayetlerinde, nefret ciolamaz. Ev içindeki görünmeyen emenayetlerinde, taciz ve tecavüz davağimizin kamusallaşmasını, erkeklerin bu işleri paylaşmasını istiyoruz. Oysa larında mevcut yasaların tam uyhükümetin kâr odaklı ‘hizmet’leri, gulanmasını, kadın cinayetlerinin “nitelikli hal” kapsamına alınması,

ceza indirimlerinin son bulmasını istiyoruz! Her mahalleye/ ilçeye nitelikli sığınma evleri istiyoruz! 1983’ten beri sahip olduğumuz kürtaj hakkı şimdi Üreme Sağlığı Yasa Tasarısı adı altında yeniden geri alınmaya çalışılıyor. Doktorlara vicdani ret hakkı tanınması, kürtaj olmak isteyen kadınların GEBLİZ sistemiyle ailelerine haber verilmesi, işlem öncesinde ikna odalarına alınması ve birçok hastenede kürtaj yapılmaması geleceğimizin, irademizin, bedenlerimizin yok sayıldığını gösteriyor. Bir kez daha söylüyoruz ki, gebeliği önleme ya da sona erdirme konularında karar hakkı sadece kadınlarındır. Her kadına ücretsiz ve güvenli kürtaj hakkı talep ediyoruz! Öte yandan sisteme, rejime karşı mücadele veren örgütlü kadınlara baskılar devam ediyor. Bu sene de sendikalı, örgütlü mücadele ettikleri için onlarca kadın tutuklandı, şiddet gördü, öldürüldü. 8 Mart aynı zamanda sistematik baskılara karşı örgütlü olarak karşı durmanın günüdür. Tüm bu sebeplerden ötürü, erkek egemenliğine, kapitalist sömürüye, şiddete, kimliğimize yönelik baskı politikalarına, cinsiyet yöneliminden kaynaklanan her türlü ayrımcılığa, cinsiyetçi işbölümüne hayır demek için hep birlikte 8 Mart’ta alanlara ! Tarih: 10 Mart 2013, Pazar Toplanma Yeri: Haydarpaşa Numune Hastanesi önü Toplanma Saati: 12:00 Yürüyüş saati: 13:00

İşçi Cephesi’nden kadınlar, 25 Şubat

www.iscicephesi.net Aylık Siyasi İşçi Gazetesi (Aylık Yerel Süreli Yayın) • Sahibi ve yazı işleri müdürü Atakan Çiftçi (Enternasyonal Yayıncılık) • Yönetim yeri Şehit Muhtar Mah. Süslü Saksı Sok. No: 19/6 Beyoğlu - İstanbul • 1 yıllık abonelik Yurtiçi: 25 TL • Yurtdışı: 25 € Baskı Gülmat Matbaacılık, Litros Yolu 2. Matbaacılar Sitesi E Blok 1NE4 Topkapı - İstanbul, (0212) 5651774 • Fiyatı 2 TL • Her türlü haberleşme ve abonelik talebi için e-posta adresimiz iscicephesi@gmail.com


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.