Devrimci Ýþçi Partisinin ve 4. Enternasyonalin inþasý için
iþçi cephesi Yeni Dönem sayý: 53
Gündem ve Politika
Temmuz 2008
syf. 2-7
Ankara’nýn suyuna bak! Piyasaya borcumuz var
Orta Kapak syf. 10-11 Bitmeyen kavga Kot taþlama iþçilerinin cigerleri iflas ediyor Geçlik
22 Temmuz’dan bugüne...
syf. 12
ÖSS’yi kazananlar açýklanýyor!
AKP’nin Alevi siyaseti ve 2 Temmuz...
Kültür-Sanat
Aleviler teslim alýnmak isteniyor
syf. 13
68 Afiþleri: ODTÜ Devrimci Afiþ Atölyesi
Milli Takýmýn ekonomi politiði LGBTT: Aþk örgütlenmektir! Sýnýf Mücadelesi
http://iscicephesi.org
syf. 8-9
Türkiye’de gemi yapým ve onarým sanayisi... Tuzla: 16 Haziran Grevi’ne ziyaret Fabrikalardan okur mektuplarý
Enternasyonal syf. 14-19 Lübnan genel grevinde neler oldu? Ýrlanda’dan Avrupa’ya “hayýr”lý haber var! Uluslararasý Postacý: Barack Obama Arka Kapak syf. 20 67 milyon insan kaç vatandaþ eder?
ÝÞÇÝ SINIFININ KURTULUÞU KENDÝ ESERÝ OLACAKTIR
1
ÝLAN TAHTASI
GÜNDEMDEN...
Ankara’nýn Suyuna Bak
Ankaralýlar bu günlerde karmaþýk duygular içerisinde. Neden mi? Ankara’nýn suyuna Kýzýlýrmak’tan su katýldý. Ankara Belediye Baþkaný Melih Gökçek suyun temiz olduðunu iddia etti. Tüketici Haklarý Derneði ise Büyükþehir Belediye Baþkaný Melih Gökçek ve Hýfzýsýhha’nýn “Ankara’nýn suyu temiz” yönündeki açýklamalarýna tepki gösterdi. Dernek Baþkaný Turhan Çakar, gazetecilerin karþýsýnda yaptýðý deneyde musluk suyunun içindeki kirliliði gösterdi. Çakar, suda özellikle kimyasal kirliliðin yoðun olduðunu belirterek, yaptýðý deneyle sudaki kirliliði gözler önüne serdi. Çakar, önce doðal kaynak suyu ile musluk suyunu iki ayrý kavanoza koydu. Ardýndan elektrolizle suyu ayrýþtýran Çakar, musluk suyunun içindeki yoðun kirliliði ve kararmayý gösterdi. Çakar, deneyin ardýndan “Gördüðünüz gibi doðal kaynak suyunda hafif bir sararma söz konusu iken, musluk suyunda yoðun bir kimyasal kirlilik söz konusu. Klorür ve sülfat oraný ile kimyasal kirlilik oraný doðal kaynak suyuna göre yüksek” dedi. Melih Gökçek insan hayatýný hiçe sayarak gerçekleri saptýrmakla meþgul iken, öte yandan Ýzmir Belediyesi’nin suyu da kirli gibi sözler sarf ederek iyice saçmaladý. Çünkü kötü hiç bir zaman emsal deðildir. O yüzden belediye baþkaný Gökçek, baþka
belediyelerin yaptýklarýný bir kenara býrakýp, Ankara’nýn daha kaliteli bir içme suyuna kavuþabilmesi için belediye baþkaný olarak neler yapmasý gerekiyorsa onlarý yerine getirsin. Hayýr, o kadar kafasý basmýyorsa, bilgisi zayýfsa, hiç olmazsa suyla ilgili uzmanlara yetkiyi vererek Ankaralýlara kaliteli bir içme suyu içirmeye çalýþsýn. Birde yine tanýdýk bir sahne vardý, Melih Gökçek elinde bir bardak musluk suyu ile; “Bakýn, ben içiyorum, bana bir þey olmuyor” gibi saçmalýklar döktürdü. Yýllar önce, 1986 senesinde dönemin tarým bakaný Cahit Aral da týpký Melih Gökçek gibi, “Bakýn ben çay içiyorum, çayýmýz mis gibi tertemiz” diyerek insanlarýn hayatýyla oynadý. Karadeniz’ de kanser vakalarý günümüzde bile Çernobil’ in etkisiyle birçok cana mal oluyor. Kazým Koyuncu da bunlardan biri idi. Kýsacasý hamasi nutuklarý býrakýn Ankara’nýn temiz bir suya kavuþabilmesi için acilen çözümler üretin. Temiz su herkesin hakký. Jiyan, 2 Temmuz 2008
Okullarda öðrenciler para için rehin alýnýyor
Piyasaya Borcumuz Var
2
14 Haziran günü Radikal gazetesinde yayýnlanan bir habere göre Balýkesir’in Burhaniye ilçesinde bir ilköðretim okul müdürü okula katký parasý getirmeyen 60 öðrenciyi bodrum kata kapatýp, psikolojik baský uyguladý. Bir çocuðun korkudan altýný ýslattýðý, hasta bir çocuðun da sara krizi geçirdiði ileri sürüldü. Ýddia soruþturuluyor. Öðrenci velilerinin iddialarýna göre Burhaniye Cumhuriyet Ýlköðretim Okulu Müdürü Veysel Karaaslan, 9 Haziran günü sýnýf öðretmenlerinden, 25 YTL’lik ‘katký parasý’ný ödemeyenleri bodrum kata, sonradan sýnýfa dönüþtürülen bölüme göndermelerini istedi. Yedi-sekiz yaþlarýndaki 60 öðrenciyi iddiaya göre yaklaþýk 40 metrekarelik odaya toplayan Müdür Karaaslan, “25 YTL’yi getirmeyene karne verilmeyecek. Paralarý getirmeyenlerin hepsi sýnýfta kalacak. Anne, babalarýnýza söyleyin” dedi. Yaklaþýk 20-25 dakika bu odada bekletilen öðrencilerden biri yine iddiaya göre korkudan altýný ýslattý. Sara ve astým rahatsýzlýðý olan bir kýz öðrenci ise kriz geçirdi. Eve dönüþte durumu ailelerine anlatan çocuklar, okula gitmek istemediklerini söyledi.
AKP iktidarýnýn özelleþtirme ve eðitimi paralý hale getirme politikasýnýn acý bir sonucu bu olay. Okul-aile birliði adýnda kurulan sistemle eðitim harcamalarý ailelerden saðlanýyor. Geçim sýkýntýsý içerisinde olan aileler ise zor koþullarda olmalarýna raðmen çocuklarýnýn eðitimlerini aksatmamak için diþinden týrnaðýndan arttýrdýklarý paralarý eðitime harcýyorlar. Diðer yandan yukarýdaki örnekteki gibi birde okul müdürleri rekabetten dolayý birinci seçileceðiz diye örneðin çevre düzenlemesi için 100 bin YTL harcayýp sonra bu paralarý öðrencilerden tahsil etmeye çalýþýyor. Nitekim Müdürü Karaaslan da velilerden para istediðini doðruladý. Okulun bahçesine yapýlan park ve bahçe düzenlemesinde proje birincisi olduklarýný, ancak piyasaya 100 bin YTL borçlandýklarýný aktaran Karaaslan, “Biz birçok harcamamýzý velilerden topladýðýmýz paralarla saðlýyoruz. Tebeþiri bile bu paralarla alýyoruz” diyerek adeta eðitim sisteminin nasýl paralý hale getirildiðini farkýnda olmadan itiraf ediyor. Milli Eðitim Bakanlýðý’na ayrýlan paralar nereye gidiyor? Parasýz ve bilimsel eðitim hepimizin hakký… Akýn Sel, 24 Haziran 2008
22 Temmuz’dan Bugüne…
GÜNDEM
Demokratik kazanýmlarýn savunusu için 82 Anayasasý laðvedilmelidir!
AKP’nin Doðasý 22 Temmuz seçimleri üzerinden bir yýl geçti. Bu Bu süreçte AKP’nin maðdur rolü oynamasý ise tam süreçte AKP ile asker-sivil bürokrasi arasýndaki kavga hiç dinmedi. Esasýnda 22 Temmuz erken seçimleri bir ikiyüzlülüktür. Eðer statükocu kesimler bugün, de bu kavganýn bir ürünüydü. Cumhurbaþkanlýðý seçim- AKP’yi kapatma gücünü kendilerinde bulabiliyorlarsa leri sýrasýnda, TSK, 27 Nisan muhtýrasýyla bu seçime bunun baþ sorumlusu AKP hükümetidir. Neredeyse “resmen” müdahil olmuþtu. Parlamentonun iradesini altý yýllýk iktidarlarýnda, baský ve þiddet rejiminin doðasýyla tam bir uzlaþhiçe sayan bu muhtýraya ma içinde olduklarýný karþý, AKP parlamentoyu ...kapatma davasý, kaynaðýný 12 Eylül kanýtlamýþlardýr. savunmak yerine erken Herhalde bu konuda seçime gitmeyi daha rejiminin baskýcý karakterinden aldýðýndan “uygun” bulmuþtu. bu süreç, baský ve þiddet rejiminin doðasýný sayýsýz örnek verilebilir. Seçimlerden güçlene- güçlendirme ve bugünkü güdük demokratik Kürt sorununda inkar ve rek çýktýktan sonra ise, kazanýmlarýn varlýðýnýn da tehlikeye düþmesi imha politikasýnýn sinsi bir ikiyüzlülükle devam ettirilyeni bir anayasa konusuanlamýna gelmektedir. mesi, iþçi ve emekçi kenu gündeme getirme “cüBu yüzden, iþçi düþmaný bir parti olmasýna simlerin tarihsel kazareti”ni gösterdiler. Fakat, statükocu kesimlerden raðmen AKP’nin statükocu kesimlerce nýmlarýný tuzla buz eden gelen tepkiler sonucunda, kapatýlmasý, iþçi sýnýfýnýn ve bütün ezilen, Yeni Ýþ Yasasý, SSGSS geri adým atmayý yine da- sömürülen kesimlerin çýkarýna olmayacaktýr. gibi yeni-liberal saldýrýlar, Terörle Mücadele Yasaha uygun buldular. Kaldý ki sý, Polis ve Salahiyet yeni anayasa taslaklarý 12 Eylül rejiminin ruhunu koruyan, birkaç ayrýntýda asker- Kanunu ya da 301. Madde gibi rejimin baskýcý karakterini güçlendiren düzenlemeler AKP hükümetinin sivil bürokrasinin çýkarlarýný törpüleyen bir metindi. Devamýnda ise, MHP ile türban düzenlemesi için politikalarýdýr. Türban düzenlemesi ya da Ýmam Hatiplerin katsayý yaptýklarý anayasa deðiþikliði sonrasýnda, statükocu kesimlerden beklenen tepkiyi aldýlar ve kapatma davasý sorunu gibi rejimle ihtilaflý olduklarý meseleleri ise, statükocu kesimleri karþýlarýna almadan, türlü ayak sürecine giden yolun temeli döþenmiþ oldu. oyunlarýyla çözmek istemiþlerdir. Ancak bu Kapatma Davasý, 12 Eylül Rejiminin Bir “kurnazlýk”larla yol alabildiklerini söylemek, þimdilik, pek mümkün görünmüyor. Ürünüdür Kapatma davasý, asker-sivil bürokrasinin kendi Çözüm 82 Anayasasýnýn Laðvedilmesi mevzilerini korumak maksadýyla, parlamentoya karþý Türkiye burjuvazisi, bugün kendisine de ayak baðý gerçekleþtirdikleri bir müdahaledir. Bu noktada dayanaklarý, 12 Eylül Anayasasý’nýn kendilerine olan 12 Eylül rejimiyle yüzleþmek ve “liberal-demokrabahþettikleri olaðanüstü yetkiler ve bu anayasanýn tik” dönüþümleri gerçekleþtirmek için fazlasýyla korkak. TÜSÝAD’ýn Anayasa Konvansiyonu önerisi de baskýcý karakteridir. yalnýzca, statükocu keGeçtiðimiz günlerde ifsimlerle AKP’yi barýþtýrþa olan Genelkurmay’ýn Bilgi Destek Planý adý veri...kronikleþmiþ ve bugünde kapatýlma ma çabasýnýn bir ifadesi. Oysa, kronikleþmiþ ve len belgesi de, son birkaç davasýyla yansýyan rejim krizinin tek çözümü bugünde kapatýlma davayýlda yaþananlarýn ve yine kapatma davasýnýn, birer 82 Anayasasýnýn, yani baský ve þiddet sýyla yansýyan rejim krizitesadüf olmadýðýný, TSK- rejiminin laðvedilmesiyle mümkündür. Bu ise nin tek çözümü 82 Ana’nýn ve bir bütün olarak ancak, iþçi sýnýfýnýn önderliðinde toplumun yasasýnýn, yani baský ve statükocu kesimlerin sis- bütün sömürülen ve ezilen kesimlerinin þiddet rejiminin laðvedilmesiyle mümkündür. Bu tematik bir eylem planý seferberlikleriyle mümkün olabilir. ise ancak, iþçi sýnýfýnýn doðrultusunda hareket önderliðinde toplumun ettiklerini kanýtlamaktadýr. bütün sömürülen ve Dolayýsýyla kapatma davasý, kaynaðýný 12 Eylül rejiminin baskýcý karakterinden aldýðýndan bu süreç, ezilen kesimlerinin seferberlikleriyle mümkün olabilir. Ýþçi sýnýfýnýn, Kürt halkýnýn ve toplumun ezilen ve baský ve þiddet rejiminin doðasýný güçlendirme ve bugünkü güdük demokratik kazanýmlarýn varlýðýnýn da sömürülen diðer katmanlarýnýn temsilcilerinin yapýmýnda aktif rol alacaðý yeni bir anayasa, bugünkü tehlikeye düþmesi anlamýna gelmektedir. Bu yüzden, iþçi düþmaný bir parti olmasýna raðmen rejimin baskýcý, anti-demokratik doðasýný yýkacak, AKP’nin statükocu kesimlerce kapatýlmasý, iþçi asker-polis rejiminin MGK, Anayasa Mahkemesi gibi sýnýfýnýn ve bütün ezilen, sömürülen kesimlerin çýkarýna kurumlarý da tarihin çöplüðünü boylayacaktýr. olmayacaktýr. Ýþçi Cephesi – 30 Haziran 2008
3
AKP’nin Alevi Siyaseti ve 2 Temmuz’un Hatýrlattýklarý “[Ýsmail] ‘Sen ne düþünüyorsun Necm?’ diye sordu. Öteki, bir atasözü ile cevap verdi: ‘Söz gümüþse, sükût altýndýr, Þahým.’ ‘Ben’ dedi Ýsmail, ‘Cebinde duran altýndansa, bizimle paylaþacaðýn gümüþü yeðlerim.’ ” Ýþte böyle yazmýþtý Reha Çamuroðlu, “Ýsmail” adlý, Safevi devletinin kurucusu olan ve Türkiye’deki Alevi geleneðini oldukça etkilemiþ olan Þah Ýsmail’i anlattýðý romanýnda. Hatýrlatmakta fayda var, ayný Reha Çamuroðlu, son seçimlerde AKP’nin Aleviler konusunda önemli bir açýlýmda bulunacaðýna inandýðýný belirtmiþti. Sonrasýnda da AKP’nin listesinden aday olup, Ýstanbul’dan milletvekili seçilmiþti. Ardýndan da Baþbakan’ýn danýþmanlarýndan biri olmuþtu. Yakýn zamanlarda ise AKP’nin bu konuda yeterli(?)
açýlýmý yapmadýðý gerekçesini sunup Baþbakanlýk Danýþmanlýðý görevinden istifa etti (fakat parti saflarýndan çekilmeyeceðini de gururla ifade etti). Peki, Aleviler için büyük bir planý varmýþçasýna hareket eden AKP’nin, ciddiyetli bir sükûtla gizlediði þu planý nedir? AKP Alevilere; onlarýn kendi gümüþlerini, yani temel hak ve özgürlüklerini vermeden, hangi altýný cebe indirmektedir? Reha Çamuroðlu’nun bu tavýrlarýnýn anlamý nedir?
4
“En Karanlýk Günlerde Þafaðýn Söküþüne Binlerce Kez Þahit Olduk” Baþbakan þehrin dört bir yanýný kendi resminin yanýnda, üzerinde þu yazýnýn bulunduðu bir pankartla donatmýþ durumda: “En Karanlýk
Günlerde Þafaðýn Söküþüne Binlerce Kez Þahit Olduk”. Parti kapatma davasýndan yüreði aðzýna gelen Baþbakan’ýn ve siyasi istikrarsýzlýktan ötürü para kaybetmekten korkan burjuvalarýn en karanlýk günlerinin hangi günler olduðunu ve nelere þafak dediklerini biz çok iyi biliriz. Haklýlar; onlarýn þafaklarý söktükçe, biz üretenlerin geceleri daha da kararýyor. Ve buna pek çok kez þahit oldular. Gelin yukarýda sorduðumuz sorularý da, burjuvazinin söken þafaðýnýn aydýnlýðý ile yani, 2 Temmuz günü Madýmak Oteli’nden fýþkýran alevlerin“aydýnlýðý” ile ele alalým. AKP’nin Alevi Politikasý Bir Kandýrmacadýr Bir baþbakan düþünün ki; Ýstanbul Büyükþehir Belediye Baþkaný iken, cemevlerinin “eðlence yerleri, cümbüþ evleri” olduðunu söylemiþ; Karacaahmet Cemevi’ni yýktýrmaya çalýþmýþ. Geçmiþi Alevilerin baský altýna alýnmasý ve katledilmesi üzerine kurulu olan bir devletin baþbakaný olduðunda ise, bu katliamlarýn lafýný bile aðzýna almayýp, bir özür dahi dilememiþ ve beþ yýlý geçkin bir süredir Alevilere randevu vermekten bile kaçýnmýþ... Heyhat, iþte böyle bir Baþbakan’ýn partisinden Alevi politikasý konusunda açýlým bekleniyor! Ýþin en ilginç yönü ise þu, mevzubahis Alevi açýlýmý AKP tarafýndan hiçbir zaman resmen kabul edilmemiþ durumda. AKP bugün, Alevi köylerine zorla camiler yaptýran, kendi belediyesinin bulunduðu Sivas’ta Madýmak Oteli’nin yerine bir lokanta açtýran bir partidir. AKP’nin Alevi açýlýmýnýn ne olduðunun bir türlü ortaya çýkamamasýnýn asýl sebebi, böyle bir açýlýma hiçbir zaman sahip olmamýþ olmasýndan kaynaklanýr. AKP’nin yapmaya çalýþtýðý, geçmiþ imhacý politikalardan hiç de farklý deðildir. AKP de, Alevileri Sünni-
leþtirme çabasý içerisindedir. Geçmiþ ile bugünün tek farký, bu çabanýn þu anda masa baþýnda sürdürülüyor oluþudur. AKP’nin mevcut “çözüm”leri; Alevi dedelerin diyanete baðlý çalýþýp maaþlarýný diyanetten almasý (ki bu Alevilerin tamamen diyanete, yani Sünnilere, baðýmlý olmasý sonucunu doðurur) ve Muharrem ayýnda ortak iftarlarýn yapýlmasýnýn dýþýna tam bir sessizlik içeriyor. Ýþte AKP’nin bu sessizliði çok deðerli bir altýný kendine saklayabilmesini saðlýyor. AKP için Alevilik hiçbir zaman kültürel bir unsur olarak var olmamýþtýr. AKP için Alevilik, yalnýzca politik bir unsur, hem de kandýrýlmasý gereken politik bir unsur olarak var olmuþtur. Onlarýn sessizlik ve dedikodularla kandýrýlmasý, AKP üzerindeki ciddi bir politik basýncý bertaraf edecektir. Meþhur “açýlým” budur. Reha Çamuroðlu’nun Hayal Kýrýklýðý Ýþte bu tablo içerisinde devlet bürokrasisi ile arasý bozuk olan AKP’nin asker-polis rejimi ile mücadele edip Aleviler için de bazý açýlýmlar yapabileceðine inanan bir Alevi entelektüeli (Reha Çamuroðlu) bu mücadeleyi AKP içerisinde vermeyi uygun görmüþ. Ancak, TC’nin kendi varlýðý, dolayýsý ile de Türkiye burjuvazisinin temel dayanaðý, büyük bir asimilasyon, inkâr ve imha politikasý üzerine kurulmuþtur. Asker-polis rejim yapýsý ile arasýnda bazý anlaþmazlýklar olan AKP, konu temel hak ve özgürlüklerin gaspý ve tabii ki iþçi sýnýfýnýn ezilmesi olduðu anda, diðer cepheden hiç de aþaðý kalmýyor. Ýþte bu gerçeðin gün yüzüne çýktýðý noktada ise, burjuva entelektüelimiz Reha Çamuroðlu, hayallerinin yýkýldýðýný söyleyip umutsuz bir protesto giriþimine soyunuyor, danýþmanlýk görevinden istifa ediyor. Söylentilere göre bu protestosu da Baþbakan’ýn yakýnlarý tarafýndan ‘enjoy it’ (keyfini çýkar) diyerek karþýlanýyor. 12 Eylül Anayasasý Alevileri Tehdit Görüyor ‘Açýlýmcýlar’ýn lafý uzatmalarýnýn hiçbir âlemi yoktur. Alevilerin içlerinde bulunduklarý güç durumdan kurtulabilmelerini saðlayacak temel talepler bellidir. Bu sorun da, anayasal bir düzlemde kendini ifade
etmektedir. Anayasanýn 24. maddesi vatandaþlarýna inanç hürriyeti(!) saðlarken 14. maddeyi temel belirleyen olarak kabul ediyor. Anayasanýn 14. maddesi de, bu ‘hürriyet’lerin devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez olan bütünlüðünü bozamayacaðýný söylüyor. Bu durumda ayrý bir kültüre sahip olan Aleviler de milli birliði tehdit ediyor ve bu madde Aleviler üzerindeki kýyýmý anayasaca meþrulaþtýrýyor. Sonuç olarak, Alevilerin üzerindeki baskýlara son verebilecek
temel adým, anayasal bir deðiþiklik yapýlmasý ve bunun üzerinden laikliðin yeniden tanýmlanmasýdýr. Yani; Diyanet Ýþleri Baþkanlýðý’nýn kapanmasý, din derslerinin kaldýrýlmasý, devletin tüm dini kuruluþlara ayýrdýðý ödeneði kesmesi... Bugün kendi kültürlerini özgürce yaþamak isteyen tüm samimi Alevilerin temel talepleri iþte bunlar olmalýdýr. Ancak ne AKP, ne ordu, ne de burjuvazinin bir baþka temsilcisi bu talepleri yaþamsal kýlamaz. Çünkü zaten Türkiye burjuvazisine yaþam
enerjisi veren þey bu baskýlardýr. Her türlü ekonomik sömürünün karþýsýnda olan iþçi sýnýfýnýn ise, hiçbir kültürel sömürüde çýkarý yoktur. Ýþte tam da bu yüzden, Alevilerin temel haklarýný yaþamsal kýlabilecek olan tek yol, Alevi iþçi ve emekçilerinin kendi taleplerini Türkiye iþçi sýnýfýnýn kavgasý içerisinde dile getirmesinden geçer. Yusuf Yakup Mercan 30 Haziran 2008
Aleviler Teslim Alýnmak Ýsteniyor Genel anlamda laiklik nedir, din ve devlet iþlerinin birbirinden ayrýlmasýdýr. Yani inancýn yerine aklýn egemen olmasýdýr. Baþka bir þekilde söylersek her inanca eþit mesafede olmaktýr. Anayasaya baktýðýmýzda, Türkiye Cumhuriyeti laik olarak tanýmlanmaktadýr. Ama gerçekte bu böyle midir? Tabiî ki hayýr! Sorunun en baþýnda büyük bir çeliþki vardýr. Bir kere Diyanet Ýþleri Baþkanlýðý laiklikle baðdaþmýyor. Çünkü Diyanet kâðýt üzerinde gözüktüðü gibi siyasetin dýþýnda bir kurum deðildir. Hatta þu anda siyasette çok etkili bir kurumdur. Her þeyden önemlisi taraftýr. Tüm dinleri savunmak bir yana, sadece belli bir mezhebin kurumu þeklinde çalýþmaktadýr. Örneðin Alevilerin ibadet yerini tayin etmeye cesaret eden bir kurumdur. Cemevi yerine camiye gitmemizi buyruk eden bir kurumdur. Alevileri yok sayan, asimile etmeye çalýþan bir kurumdur. Alevi köylerine cami yaptýran, imam atayan bir kurumdur. Ve iþin en komik yaný da, bunlarý yapabilmek için bizim verdiðimiz vergileri kullanmaktadýr. Diyanete son üç yýlda ayrýlan bütçeler vergilerimizin nasýl gasp edildiðinin göstergesidir. 2006 yýlý Diyanet bütçesi 1 milyar 308 milyon 187 bin YTL’dir. 2007 yýlý bütçesi 1 milyar 638 milyon YTL’dir. 2008 yýlý bütçesi 1 milyar 998 milyon 412 bin 595 YTL’dir. Bu bütçe camiler yerine eðitime ve saðlýða aktarýlsa birçok sorun çözülebilir. Diyanet Ýþleri Baþkanlýðý tek inanç, tek etnik yapý kimliðini taþýyan bir kurumdur. Bu gerici kurum laiklik ilkesiyle baðdaþmadýðý için kaldýrýlmalýdýr.
Bir diðer husus da cemevleridir. Alevi köylerine cami yapýlmasý, cami olmayan köylere imam atanmasý uygulamasý hala sürdürülmektedir. Oysa Alevilerin ibadet yeri cemevleridir ve Diyanet Ýþleri Baþkanlýðý bu konuda da kendi doðru bildiðini söylemektedir. Alevilerin düþüncelerini önemsememektedir. AB için çýkartýlan yasalarda cami, mescit gibi ifadeler yerine ibadethane ibaresi yer almýþtýr. Fakat ibadethaneler içinde cemevleri sayýlmamýþtýr. Dolayýsýyla Alevilerin, baþkalarýnýn ibadethaneleri için verdiði vergilerden, kendi ibadethaneleri gelir olarak yararlanamýyor. Ama en son Sultanbeyli cemevinde bir ilk gerçekleþti. Cemevi, suyu 4 yýllýk mahkemelerden sonra bedelsiz kullanmaya baþladý. Laiklikle baðdaþmayan diðer bir olgu da zorunlu din dersi uygulamasýdýr. AÝHM ve Danýþtay’ýn verdiði kararlara raðmen zorunlu din dersi halen devam etmektedir. Ders kitaplarý incelendiðinde, tek mezhebin anlayýþýnýn insanlara aþýlandýðý görülecektir. Bu eðitim Alevilerin veya farklý inançlara sahip ailelerin çocuklarýna karþý yapýlan iþkencedir. Ayrýca son zamanlarda, okullarda Alevi çocuklarýna dönük þiddet olaylarýnýn sayýsý da artmaktadýr. Hatta birkaç sene önce, Ramazan’da oruç tutmadý diye, Gebze’de Alevi öðretmenin öldürülmesini televizyonda izlemiþtik. AKP, Aleviler konusunda samimi deðildir. AKP yeni bir seçmen kitlesi yaratmak için siyasi
hamleler yapmaktadýr. AKP projelerini, devletin bütçesinden, kendine uþaklaþmýþ Alevilere de pay daðýtarak hayata geçirmeye çalýþmaktadýr. Geçen seçimlerde ortaya atýlan Reha Çamuroðlu’nun projesi, aslýnda ABD’de hazýrlanmýþtýr ve Alevileri asimile etmeyi, özellikle de Alevilerin muhalif devrimci kimliðini yok etmeyi hedeflemektedir. Alevi iþbirlikçileri sayesinde bu iþi yapýyor AKP. Aslýnda Alevi sorunu konusunda sadece AKP’yi sorumlu tutmamýz yanlýþ olur. Bunun çok eskilere dayanan bir sorun olduðunu kabul etmemiz gerekir. Yaþadýðýmýz çaðda emperyalist kapitalizm, halklarý birbirine boðazlatmakta, din-mezhep ayrýmlarý ile emekçileri birbirine düþman etmektedir. O nedenle sorunun kökenleri geçmiþte de olsa, çözümü bugünkü emperyalist kapitalizmin yýkýlmasýndan geçmektedir. Gerçek bir iþçi demokrasisi, iþçi sýnýfýnýn sermayeye karþý kazanacaðý zaferle, tüm ezilen halklarýn, tüm mezheplerin ve farklý kültür ve inançlarýn bir arada yaþayacaðý, hiçbirinin diðerinden üstün olmayacaðý, özgür, laik bir devletle hayat bulabilir. Aleviler, kurtuluþun tek baþýna olmayacaðýný biliyor ve hiçbir zaman sadece kendisine ayrýcalýk tanýnmasýný istemiyorlar. Herkesin eþit olduðu bir dünyada, sömürünün olmadýðý bir düzen istiyorlar. Bir Okur
5
Avrupa þampiyonasýnýn ardýndan;
Milli Takýmýn Ekonomi Politiði Türk Milli Takýmý, kendisini Avrupa þampiyonasý yarý finallerine kadar getiren mucizelerden birinin kurbaný olarak Almanya’ya elendi ve yurda þaþaalý bir dönüþ yaptý. Bir endüstri koluna dönüþmüþ futboldan sonuna dek nemalanmakta olan sermayenin ve medyanýn, Türkiye’nin ýzdýrap verici sorunlarýný örtmek için “bir kez daha zorlanan Viyana kapýlarýyla” ilgili efsaneler türetmeye devam edeceklerine ise kuþku yok. Turnuvanýn Türkiye için sona ermesiyle beraber, günlük sefaletlerini ve umutsuzluklarýný milli takýmýn “baþarýlarýyla” bir an için unutmayý hayal eden milyonlarda, kendi gerçekleriyle yüzleþmeye baþlayacaklar. Türkiye Ýstatistik Kurumu’nun verileriyle, Türkiye’de 539 bin kiþinin açlýk sýnýrýnýn altýnda, 12 milyon 930 bin kiþinin ise gýda ve gýda dýþý harcamalar itibarýyla yoksulluk sýnýrýnýn altýnda boðuþmasýndan söz ediyoruz. Resmi rakamlarla %10.7’e ulaþarak, 2001 krizi dönemindeki düzeyine yaklaþan iþsizlik oranýndan, bu korkunç rakamýn özellikle 15–27 yaþ arasý eðitimli gençler arasýnda giderek yaygýnlaþmasý gerçeðinden söz ediyoruz. Gübrenin %76, Mazotun % 30, Yeþil Mercimeðin % 100, Elektriðin % 23,7 oranýnda zamlanmasý, tüm çalýþanlarýn sýrtýna yýkýlan dýþ borcun, 280 milyar dolar düzeyine eriþmesinden söz ediyoruz. Artýk Avrupa’yý sarsan bir efsane haline geldiði söylenen Türk Milli Takýmý’nýn gerçekliði ise yukarýdaki yýkým manzarasýný tamamlar nitelikte. Tarihi baþarýnýn mimarý olarak sunulan bir futbol federasyonu
6
düþünün ki, turnuvadan bir kaç ay öncesine dek, mafya ile iliþkileri, usulsüz harcamalarý ve siyasilerle derin baðlantýlarý nedeniyle UEFA’nýn kara listesine alýnmýþ olsun. Bir milli takým teknik direktörü düþünün ki, aldýðý 135 bin 595 ytl aylýk maaþýyla -Cumhurbaþkaný maaþýnýn 8.5, asgari ücretin 311 katý- meclis kürsüsünde tartýþma konusu olsun. Bir milli takým oyuncusu düþünün ki, akýllara attýðý mükemmel gollerle deðil, hazmedilemeyen bir maðlubiyet sonrasý rakip oyunculara uçan tekme atarken gelsin. Sýnýfsýz, imtiyazsýz, kaynaþmýþ bir toplum efsanesi Akýtýlan inanýlmaz kaynaklarla elde edilen doldur boþalt baþarýlara karþýn, Milli takýmýn Türk devlet ideolojisiyle örtüþen deðiþmez bir karakteristiði var; Etrafýn düþmanlarla çevrilmiþ olmasýna dayalý bir tehdit algýlamasý. Elde edilen kötü sonuçlarýn bizi çekemeyen Avrupalý federasyonlara ve Türk düþmaný hakeme baðlandýðý, bu algýlamanýn en berrak görünümleri, bu turnuvada da gün yüzüne çýktý. Batý tarafýndan
kabul görme arzusu ile bitmemiþ bir hesabýn kapatýlmasý gerilimi, medya tarafýndan da kýþkýrtýlan milliyetçi bir dilin yerleþmesine muazzam bir katkýda bulundu. Kuþkusuz bir yandan aþaðýlýk kompleksi, diðer taraftan ise, megalomaniyle belirlenen bu iki uç arasýnda salýnýmýn en somut ifadesi Milli takýma maddi kaynak yaratan Türk çok uluslu þirketlerinin, turnuva boyunca estirdiði reklâm fýrtýnasý oldu. Garanti Bankasý’nýn, Atilla býyýklý, yapýlý ve korkunç görünümlü Türko’larý, Türkleri sürekli barbar, vahþi olarak tanýmlamasýndan þikayet edilen Avrupalýlara bir göz daðý verme amacýna hizmet ediyordu. Tüm dünyada olduðu gibi, Türkiye’de de endüstriyelleþmiþ futbol ve milli takým, yaklaþýk 5 milyon dolarlýk pazar payýyla kapitalist pazarýn geliþimine -TV ve beyaz eþya sektörü, turizm, medya vb- muazzam girdiler saðlayan, bir araca dönüþmüþ durumda. Dahasý hýzla siyasi ve ekonomik bir krize doðru savrulan ülkede yaþanan sefaleti, günlük þiddetin katlanýlmaz sonuçlarýný ve umutsuzluðu örtmeye dönük bir ideolojik iþleve sahip. Türk milletinin sýnýfsýz, imtiyazsýz ve kaynaþmýþ bir toplum olduðu yönündeki devlet ideolojisinin sistematik olarak somutlaþtýrýldýðý bu takým, kendi emekçilerinin özgürce spor yapabilmesini saðlayacak tesisler ve yatýrýmlar yapmak yerine, Avrupa’da yetiþtirilmiþ emekçi çocuklarýnýn devþirilmesiyle böbürlenen, Þiþirilmiþ egosuyla Avrupa’da yaþadýðý baþarýsýzlýklar sonucu, adý “çavuþa” çýkmýþ bir teknik direktörü 135 bin 595 ytl aylýk maaþla görevlendirip “imparator” olarak yutturan bir yalan düzeninin mekanizmasý. Avrupa Þampiyonasýnýn ardýndan geriye kalacak tek gerçek, yüksek boyutlardaki iþsizlik nedeniyle sigortasýz çalýþmaya razý olan milyonlarca emekçinin, kendisine dayatýlan kölelik koþullarýnda, ayný iþi yapan Avrupalý emekçilere göre yüzde 50 daha fazla çalýþtýðý, birçok sektörde günde 12, haftada 72 saat- gerçeði olacak. Murat Yakýn, 1 Temmuz 2008
LGBTT: Aþk örgütlenmektir! Lezbiyen, gey, biseksüel, travesti ve transseksüellerin (LGBTT) toplum içinde yaþadýklarý sorunlara karþý dayanýþmasýný ve mücadelesini hedefleyen Lambdaistanbul LGBTT Dayanýþma Derneði, “ahlâka, hukuka ve Türk aile yapýsýna” aykýrý olduðu gerekçesiyle yerel mahkeme tarafýndan kapatýldý. Üstüne üstlük, mahkemenin kendisi tarafýndan atanan bilirkiþinin kapatma davasýnýn hukuki bir dayanaðý olmadýðý yönündeki mütalaasýna raðmen... Erkek egemen sýnýflý toplum yapýsý içinde beslenip büyütülen homofobik ve transfobik önyargýlarla bezenmiþ bir ahlâk, bir hukuk ve bir aile anlayýþýndan da baþka bir sonuç beklenemezdi zaten. Lambdaistanbul kapatýldý da ne oldu? “LGBTT Onur Yürüyüþü”* bugüne kadarki en geniþ katýlýmla, yaklaþýk 2 bin 500 kiþi ile Ýstanbul’da Ýstiklal Caddesi’nde gerçekleþtirildi. Gökkuþaðý bayraklarý ve “Genel Ahlâk kimin ahlâký?”, “Aþk örgütlenmektir”, “Teþhirci deðil travestiyiz”, “Türbanlýya eðitim, travestiye çalýþma hakký”, “Beyaz atlý prens boþuna gelme”, “Okulda, iþte, mecliste, eþcinseller her yerde” dövizleri taþýndý, Lambdaistanbul’a destek çaðrýsý yapýldý. Bu arada, Onur Haftasý boyunca gerçekleþen etkinliklere karþý sergilediði körlük ile önemli bir görevi de toplumsal cinsiyeti yeniden üretmek olan burjuva medyanýn üzerine düþen vazifeyi layýkýyla yerine getirdiðini söyleyebiliriz. Yalnýz tüm bunlarýn yanýnda sormak gerekiyor, sol açýsýndan farklý cinsel tercihler ve kimlikler nasýl algýlanýyor? Liberal solun bu konuda en duyarlý kesim olduðunu kabul etmek gerek. Stalinizm ise her zaman olduðu gibi “orijinal” bir teze sahip: Eþcinsellerin “sömüren sýnýfýn artýklarý” olduðu tezine(!) Bu “eþsiz” düþüncenin kökleri bizzat Stalin döneminin SSCB’sinde yatmakta. Stalinizm, 17 Aralýk 1933’te ilan edilen ve 7 Mart 1934’te bütün SSCB’de zorunlu hâle getirilen bir kanun ile eþcinselliði yasakladý ve gönül rýzasýyla gerçekleþen iliþkiler için 5 yýllýk aðýr çalýþma cezasý getirdi. Ýlgili kanunun 121’inci maddesi, eþcinselliði yalnýzca halk ahlâkýna karþý bir suç olarak görmekle kalmýyor, ayný zamanda onu artýk devlete karþý iþlenen bir suç olarak da görüyordu.
1930’larda Adalet Komiseri Nikolai Krylenko, 20 yýllýk sosyalizmin ardýndan hiçbir insanýn eþcinsel olmasý için bir sebep kalmadýðýný ve eþcinsel olmakta ýsrar edenlerin ‘sömüren sýnýflarýn kalýntýlarý’ olduðunu ve böylece 5 yýllýk aðýr çalýþma cezasýný hak ettiklerini söyleyerek düþünceyi ‘temellendirmiþti’. Bu tez daha sonra Çin’e geçti... 1990’lardan önce Çin Komünist Partisi, ülkede eþcinsel olduðunu kabul etmiyordu. Günümüzde bir sürü ‘liberal’ açýlým yapan Raul Kastro’nun Küba’sý bile LGBTT Onur Yürüyüþü’ne izin vermedi. Bu sýralananlar, Türkiye Stalinizmi’nin büyük çoðunluðuna hâkim olan sessizliðin, onun ideolojik köklerinden beslendiðini göstermesi açýsýndan önem teþkil ediyor. Devrimci Troçkizm açýsýndansa, yaþanan sorunlara cevap olarak üretilmesi gereken acil talep ve sloganlarla, iþçi sýnýfý içerisindeki ön yargýlara karþý verilmesi gereken mücadele iç içe geçiyor. Baþka bir önemli husus tam da bu noktada açýða çýkmakta... Genel bir yaklaþým tarzý olarak, eþcinselliðin
iþçi sýnýfý içerisinde de var olduðu unutuluyor. Oysa kendi cinsel tercihlerini ve kimliklerini özgürce ifade edebilen ve yaþayabilen, önyargýlarýndan kurtulmuþ iþçilerin örgütlü birlikteliði mücadelenin ana hedeflerinden biri haline getirilmeli. Bunun içinse uzun soluklu bir mücadele þart! Belirtildiði üzere bu, þimdinin sorunlarýna cavap üretilmeyeceði anlamýna gelmiyor. Tersine üretilen her cevap ayný zamanda önyargýlarýn yýkýlmasýnda da bir araç oluyor. Kiþiler bu sayede kendi cinsel yönelimlerini de keþfetme þansý buluyor. Bugün, çok basit demokratik istemler dahi büyük bir önem kazanmýþ durumda. Devletin, “cinsel yönelim” ve “cinsiyet kimliði” kavramlarýný tanýmasý ve anayasal eþitlik ilkesi dahilinde bunlarý güvence altýna almasý bu istemlerin baþýnda geliyor. Zira bu talep, LGBTT’lere yönelik baskýnýn, þiddetin ve aþaðýlamanýn son bulmasý, çalýþma hakkýnýn güvence altýna alýnmasý için bir baþlangýcý temsil etmekte... Saha Yetigen, 1 Temmuz 2008 *1969 yýlýnda Amerika’da ‘Stonewall Inn’ adlý barda eþcinseller, kendileri üzerinde baský kuran polisi bara hapsetmiþ ve kendilerine yönelik toplumsal ayrýmcýlýða ve þiddete karþý ayaklanmýþlardýr. Sokaklarda çatýþmalar 4 gün boyunca aralýksýz sürmüþtür. Buna istinaden her yýl haziran ayýnýn son haftasý tüm dünyada ‘Onur Haftasý’ olarak çeþitli etkinliklerle kutlanýr. LGBTT Onur Yürüyüþü ile etkinlikler sonlandýrýlýr.
7
Türkiye’de Gemi Yapým ve Onarým Sanayisini Anlamak:
Tuzla Tersaneler Bölgesi’ndeki Çalýþma Koþullarý ve Önlenebilir Seri Ýþ Kazalarý Hakkýnda Rapor Bu yýlýn Ocak ayýnda Limter-Ýþ (Liman Tersane Gemi Yapým ve Onarým Ýþçileri) Sendikasý, TMMOB Ýstanbul Ýl Koordinasyon Kurulu, Ýstanbul Tabip Odasý ve Ýstanbul Ýþçi Saðlýðý Enstitüsü, Tuzla Tersaneler Bölgesi Ýzleme ve Ýnceleme Komisyonu adýna ortak bir rapor sundular. Baþlýðý Tuzla Tersaneler Bölgesi’ndeki Çalýþma Koþullarý ve Önlenebilir Seri Ýþ Kazalarý Hakkýnda Rapor’du.1 Ýþçi ve iþçi yakýnlarý, avukat, hekim ve mühendislerin tanýklýklarýyla þekillenen bu ayrýntýlý inceleme toplam 136 sayfa. (1 www.paraketa.net/tuzla.pdf) 27. sayfasýnda Türkiye’deki gemi inþa faaliyetinin %95’inin Tuzla’da olduðunu anlatan rapor, aslýnda sadece Tuzla’ya deðil, ülke geneline ve taþeron sistemine ýþýk tutmakta. Bu yüzden bu raporun tamamýný okumaya vakti olmayan okurlarýmýza birkaç baþlýk altýnda özetleme gereði duyuyoruz. A. Türkiye’de gemi sanayi hýzla geliþmektedir 1.Son beþ yýldýr sürekli artan dünya ticaret hacminin yaklaþýk % 95’i denizyoluyla gerçekleþmektedir. Gemi yapým liderleri ise Çin, Güney Kore ve Japonya’dýr (üç ülke, 2007’de dünyadaki üretimin %85,8’ine sahip).
8
2.Uluslararasý Denizcilik Örgütü (IMO)’nun yeni gemi inþasýný arttýrýcý düzenlemeleri yapým ve onarýma talebi patlatmýþtýr: 2005 yýlý itibariyle 15 yaþ üstü gemiler seferden menedilmiþ, 2015 yýlýndan itibaren de dýþ duvarý tek cidarlý gemiler seferden menedilecektir. Bu yüzden Türkiye’de 2009 veya 2011’e kadar yeni sipariþ kabul edemeyen firmalar vardýr. 3.Türkiye gemi sanayi 1.5 yapýmdan, 1 onarýmdan, toplam 2.5 milyar dolarlýk yýllýk ihracat hacmine sahiptir (1998-2002 arasý toplam ihracat geliri 1.2 milyar dolarken, 2003-2007 arasý gelir 5.3 milyar dolar). 4.Tersane sayýsýnýn 2009’da 123’e çýkmasý beklenmektedir. 2004’ten beri tesis izni alýnan, inþaatýna baþlanan ve inþaatý tamamlanan yeni tersane alanlarý: Yalova, Çanakkale, Ordu, Antalya, Balýkesir, Samsun, Trabzon, Ýzmir, Adana, Kocaeli, Sakarya, Kastamonu, Zonguldak. 5.Türkiye gemi inþa sanayi 2002 yýlýnda dünya gemi sipariþ sýralamasýnda yirmi üçüncü iken, geçen yýl 1,8 milyon dwt’lik 1 sipariþle sekizinci sýraya yükselmiþtir. 6.Dünya genelinde yeni gemi teslimleri son üç yýlda %89 büyüme gösterirken, Türkiye’nin aldýðý yeni gemi sipariþleri ayný dönemde %360 büyümüþtür. 7.Türkiye’de üretilen orta tonajdaki ürün ve kimyasal tankerler ve megayatlar dünya piyasasýnýn
raðbet gören ürünleri haline gelmiþtir. Yat üretiminde dünya dördüncülüðüne yükselen Türkiye, ayný zamanda SSK tarafýndan kayýt altýna alýnabilen iþ kazalarýnda da dünyada üçüncü ve Avrupa Birliði ortalamasýyla karþýlaþtýrýldýðýnda birincidir. 8.Þu an Türkiye’de 56’sý özel sektöre, 4'ü TSK’ye, 2’si kamuya ait toplam 62 tersane vardýr. Ýmal yeri ve donanýmýyla Tuzla, bu altyapýnýn %90'ýný oluþturur. B. Tuzla’nýn geliþimi 1.1969 yýlýnda Bakanlar Kurulu kararýyla Tuzla’daki Aydýnlý Koyu, Gemi Ýnþa ve Yan Sanayi Bölgesi ilan edilip 49 yýllýk irtifa hakký ile Tersaneler Bölgesi kurulmuþtur. Asýl tersanelerin kurulduðu dönem ise Haliç’in sanayiden arýndýrýldýðý ve ihracata yönelik üretimin arttýðý 1982’dir. 2.Bu bölgedeki 48 tesisin 41’i GÝSBÝR (Gemi Ýnþa Sanayicileri Birliði) üyesidir. 3.Tuzla Tersaneler Bölgesi’nde üretim liderliðinin, toplam 7 ailenin elinde toplandýðý söylenebilir. Bunlar, genellikle deniz taþýmacýlýðý yapan Karadenizli ailelerdir. Kalkavan, Yardýmcý, Sadýkoðlu, Torlak, Bayrak, Çiçek, Üner aileleri birkaç nesildir bu alanda çalýþmaktadýrlar. Önceden küçük bir çekek yeri olan 3 aile, 1980 sonrasýnda Tuzla’ya taþýnmýþlardýr. 1995 sonrasýnda ise, taþýmacýlýkla uðraþan 4 aile tersane sahibi olmaya baþlamýþlardýr. Salih Þimþek, 2 Temmuz 2008 Sonraki sayýda: Taþeron sistem ve ölümleri getiren sebepler Dipnot - 1Dwt: Dead weight ton. Gemicilikte bir geminin taþýma kapasitesini belirtmek için kullanýlýr.
16 Haziran Grevi’ne Ziyaret 16 Haziran sabahý, ‘Tuzla’da ölümlere dur demek’ için gerçekleþecek olan greve destek olmak amacýyla, Haydarpaþa’dan trene bindik. Tersanelerin bulunduðu Ýçmeler’de indik. Þevkliydik, zira o güne deðin, 90’nýn üzerinde iþçinin yaþamýný yitirdiði bu havzada, sesimizi iþçilerin sesine katacak ve ‘grev’ diye haykýracaktýk. Ama olmadý. Yol boyunca kafamýzý bir grevin nasýl yalnýzca bir günle sýnýrlandýrýlabileceði, bunun olsa olsa, bir günlük iþ býrakma eylemi olduðu üzerine yormuþtuk. Ýþin doðrusu, bu iþ býrakma da gerçekleþti diyemeyiz... 40 bin tersane iþçisinden en iyi ihtimalle ancak 400'ü kalabalýðýn toplandýðý alanda yerini almýþtý. Geri kalanlarla birlikte toplananlarýn sayýsý da olsa olsa 1000 kiþi idi. Peki, kimdi bu geri kalanlar? Çeþitli sendika ‘temsilcileri’, dergi çevreleri, dernek, grup ve partiler... Gerçekleþemeyen greve destek veren, slogan yarýþýna tutuþan, pankart kavgasýna giren ve ertesi günün
dergilerinde, internet sitelerinde, bu ‘büyük’ grevi öve öve bitiremeyen çevreler. Dördüncü Enternasyonal’in üyelik þartlarýndan birinin de, ne kadar acý olursa olsun kitlelere doðruyu söylemek olduðunu biliyoruz. Býrakýn iþçi sýnýfýna doðruyu söylemeyi, daha kendine karþý dürüst olamayan bu çevreler, bizim önderlik boþluðunun taþýdýðý anlamý bir kez daha kavramamýzý saðladý. Greve katýlýmýn azlýðýnda, polisin engelleyici tavrý, iþten atýlma tehditleri, kaçýrýlacak yevmiye ve varsa
Tekstil
Ýþe alýnýrken bu iþçilere herhangi bir zaman belirtilmedi. Anlaþmanýn bir gün biteceðini düþünmeyen iþçi arkadaþlar rutin çalýþmalarýna devam ettiler. Geçen aybaþýndan itibaren iþçilerin kendi istekleriyle iþten çýkmalarý için patron çeþitli yollara baþvurdu. Ýþçiler arasýnda birliðin olmamasýndan dolayý bazýlarý kendi istifa etti. Kýsa dönemli çalýþanlarýn tazminatlarý verilip çýkarýldý. Uzun zamandýr iþyerinde çalýþan iþçiler ise yýldýrýlmak için farklý iþlere gönderildi. Geçen hafta 4 iþçi bizim bulunduðumuz kata getirildi fakat ne iþ yapacaklarý söylenmemiþ. Ýdareci, eldiven verin etrafý temizlesinler diye talimat verdi. Bir iþçi ben temizlik yapmak için iþe girmedim diyerek itiraz etti,
Ortaklýk Bozuldu Baþýnýzýn Çaresine Bakýn Depolama ve iþçilik hizmeti verilmesi anlaþmasýyla bir giyim firmasýyla ortaklýk yapan patron, bu iþler için çeþitli zamanlarda 70’e yakýn iþçiyi iþe aldý. Ýþçi arkadaþlar çalýþmaya baþladýlar. Sigortalar yapýldý, servisler ayarlandý, vardiyalar düzenlendi ve yaklaþýk 3 yýl içerisinde farklý zamanlardaki, giriþ çýkýþlar dýþýnda 70 iþçinin kaderinin ne olacaðý geçen ay içerisinde belli oldu. Anlaþma yapýlan giyim firmasý bilemediðimiz bir sebepten dolayý (patron biliyor tabii!) bulunduðumuz binadan ayrýldý.
mesai ücreti, daðýnýklýk, taþeronluk ve kopukluk, vb. sebep etkide bulunmuþ olabilir. Ama tüm bunlarý çözümleyecek, iþçilerin birliðini ve onlarýn öz iradeleri esas alacak bir örgütlülük yoktu ortada. Sanýrsak, ilk olarak bunun çözülmesi gerekiyor ki tüm bu sorunlar da aþýlabilsin. ÝC okuru bir grup Üniversite Öðrencisi
aralarýnda yumruklu kavga çýktý, araya girenler tarafýndan kavga daha fazla büyümeden engellendi. Sinirleri yýpranan, yaþam düzenleri bozulan bu iþçi arkadaþlarýn örgütlü olmamalarýndan dolayý ortak tavýr koyamadýklarý görünüyor. Çeþitli nedenlerden dolayý iliþki kuramadýðýmýz için bu arkadaþlarýn durumlarýna müdahale edemedik. Bizim de baþýmýza böyle bir olayýn gelmeyeceðinin garantisi yok. Önceden tedbir alýp örgütlenmeliyiz. Bu olay bize ders olmalý... Eðer bizler daha önceden örgütlenebilmiþ olsaydýk inanýyorum ki þimdi bu yorgun ve yenik arkadaþlara da gereken dayanýþma ve birliði sunabilirdik… Bir Ýþçi
9
Bitmeyen Kavga Genelkurmay Baþkanlýðý, Kara Kuvvetleri Komutanlýðý’nýn 2217. kuruluþ yýldönümü dolayýsýyla dört tane afiþ hazýrlattý. Afiþlerden birinin üzerinde aynen þöyle yazýyor: “Kara Kuvvetleri Komutanlýðý 2217 yýldýr vataný koruyor.” Bu tarih milattan önce 209 yýlýna denk gelmekte. Anlýyoruz ki Genelkurmay, baþlangýcýný Mete Han’ýn Hun Ýmparatorluðu’na kadar götürüyor. Bu 2217 yýllýk tarihlendirmenin kritik noktasý ise eylemde: vataný korumak! Ortada sadece bugünün deðil tarihsel sürecin de sahibi/öznesi olarak kendini gören/düþünen bir kurumsal zihniyet mevcut. Binlerce yýl önce Mogolistan’da baþladýðýna inandýðý koruma görevini modern Türkiye Cumhuriyeti’nde de sürdüren Genelkurmay, hazýrlattýðý afiþlerle bu iddiasýný ideolojik/politik olarak yeniden üretip pekiþtirmeyi hedefliyor.
10
için deðil, koruyup kollamakla yükümlü olduklarý için. Bu nedenle asker için bütün ipleri elinde sýkýca tutmak bir zorunluluk ve bir hak. 2217 yýl boyunca yýkýlan onca devletten sonra askerin kendince þu dersi çýkardýðý görülüyor: halk daima kendi seçimlerinin sonuçlarýný yýkýmla öder! Öyleyse halkýn ne istediði deðil, askerin/egemenlerin onun için neyi uygun gördüðü önemlidir. Lakin bu akýl yürütme þuna cevap vermiyor: 2217 yýldýr
isteyen Genelkurmay parlamentoya muhtýra verdi ve bu durum hükümeti bir erken genel seçim kararý almaya götürdü. AKP’nin bu sinik politikasý dahi, seçmenin büyük kýsmýnýn teveccühüne mahzar olKalýcýlar ve geçiciler masýný engellemedi. Bilinen yüzde Kuþkusuz burada bir ölümsüzler 47’lik oran ortaya çýktý ve ve ölümlüler ironisi var. Abdullah Gül cumhurbaþKendisini tarihin içinden süzülüp gelen bir ölümsüz 22 Temmuz seçim sonuçlarý bir bakýma kaný oldu. 22 Temmuz seçim olarak sunan bu anlayýþ, AKP karþýtlarýnýn serbest seçimlere ve halkýn sonuçlarý bir bakýma AKP rakiplerini de ölümlü faniler tercihlerine olan güvensizliðinin derin bir karþýtlarýnýn serbest seolarak damgalamakta. Bir inançsýzlýða dönüþmesinin de miladý oldu. çimlere ve halkýn tercihtarafta yüzde 47 oy aldýðýný Bekir Çoþkun’un, “Göbeðini kaþýyan adam” lerine olan güvensizliðinin ve 6 yýldýr hükümet olduðunu söyleyen bir fani, metaforu (aþaðýlamasý) bir bakýma askerin derin bir inançsýzlýða AKP… Diðer yanda 2217 gerçekleþtireceði müdahalelerin onaylan- dönüþmesinin de miladý yýldýr yaþayan, 16 devlet masý, meþrulaþtýrýlmasý için destek oldu. Bekir Çoþkun’un, “Göbeðini kaþýyan adam” niteliðindeydi. görüp geçirmiþ Asker… metaforu (aþaðýlamasý) Kuþkusuz 2217 yýl sabir bakýma askerin gerdece idealle yaþanmaz. Ýdeali ola- korunan vatan 16 kez neden ve çekleþtireceði müdahalelerin onaynýn güç ve iktidarý da olmalý; kendisi nasýl yýkýldý? lanmasý, meþrulaþtýrýlmasý için desNormal olmayanýn meþru tek niteliðindeydi. Genelkurmay yayýnladýðý bildiriolabilmesinin yollarý üzerine Yargýtay Cumhuriyet Baþsavcýsý lerle burjuva demokratik sürece müAbdurrahman Yalçýnkaya; “Laikliðe dahale edip suç iþlerken aklýna huaykýrý fiillerin odaðý haline geldiði” kuk gelmeyen Yargýtay Cumhuriyet iddiasýyla AKP hakkýnda kapatma Baþsavcýsý Abdurrahman Yalçýndavasý açtýðýnda herkesin aklýna kaya, aldýðý kararlarla siyasi davranöncelikle ve özellikle Genelkurmay madýðýna hiç kimseyi ikna edemegeldi. Herkesin diyoruz çünkü yen Anayasa Mahkemesi ya da AKP’nin alaþaðý edilmesini isteyen- darbeleri öven Danýþtay Baþsavcýsý ler de bunun normal yollardan ola- gibi örnekler geniþ yýðýnlarda tam mayacaðýna inanmýþlardý. Cumhuri- anlamýyla meþruluðu tartýþýlýr bir yet Gazetesi ve baþyazarý Ýlhan rejim algýsýný ortaya çýkardý. Selçuk, normal yollardan yýkýlmasý Þimdi kötü sanýyorsun, mümkün görünmeyen AKP’nin nasýl alaþaðý edilmesi gerektiðine gelecekte teþekkür edeceksin! Diðer yandan özellikle yargý iliþkin taktikler konusunda epeyce eliyle gerçekleþtirilen ve burjuva yazý yayýmladý. Geçen yýl AKP’li birinin cumhur- medyanýn büyük bir kýsmý tarafýndan baþkaný seçilmesini engellemek da desteklenen kapatma davasý ve
davaya konu olan iddialar ise tam da bu tartýþýlýr rejim algýsýný düzeltmeye, burjuva kriterler açýsýndan dengesizliði gidermeye, bir bakýma anormali normal kýlmaya yönelik giriþimlerdi. Kýsaca demokrasiyi kendi kötü emelleri için kullanan AKP, bir anlamda toplumun saf ve temiz duygularýný kötüye kullanmakta ama AKP’ye körkütük aþýk olmuþ kitleler bir türlü gerçeði görememektedir. Kötü baba/abi/dayý olma pahasýna bu gözü kararmýþ aþýða, gerçek ne pahasýna olursa olsun gösterilecektir. Bugün aþýk, yapýlanýn kýymetini anlamayacak olsa da, gelecekte mutlaka gerçeði görecek ve bugün ceberut olarak gördüklerinin yarýn kahraman olduðunu anlayacaktýr. Yalanlarý býrakalým, gerçeklere bakalým… AKP hükümetinin kapatma davasýný hukuki deðil ideolojik bir giriþim olarak tanýmlamasý ve kapatmaya gerekçe yapýlan iddialarýn gülünç ya da geçersiz olduðunu dile getirmesi ise kimseyi ikna etmedi. DTP’ye yönelik kapatma davasýnda sonuna kadar baský rejiminin zýrhýný giyen AKP’nin maðdur olduðunu söylemesi, kendisine inananlarý ikna ediyor olsa da gittikçe temeli zayýflayan bir gerekçe olduðu artýk su götürmez bir gerçek. Nitekim Kürt ve Ermeni
düþmanlýðý, emek düþmanlý gibi konularda AKP, inandýrýcýlýðý deðil sahiciliði kalmamýþ bir hükümet olduðunu kanýtladý. Genelkurmay’ýn Kürtlere yönelik olarak kullandýðý, “sözde vatandaþ” ya da “ne mutlu Türküm demeyenler ilelebet düþmanýmýz olacaktýr…” yönlü açýklamalarýna AKP hükümeti de, DTP’nin terörist bir parti olduðunu söyleyerek, ya da Kürt halkýnýn gerçekleþtirdiði kimi eylemlerde kadýn-çocuk demeden karþýlýk vereceklerini söyleyerek destek verdi. Bu konuda bu iki kesim adeta yarýþtý. Türklüðün korunmasý adýna 301. Maddeyi savunanlar iþlenen cinayetler ve saldýrýlar sonrasý bildik tutumlar konusunda da anlaþtý: “tahrik var, Dink de yazýsýnda Türklüðe hakaret etti, Nobel almak için Orhan Pamuk Türklüðü aþaðýladý” gibi bildik yaklaþýmlar ortak tutumlardan sadece birkaçýydý. Benzer þekilde her iki kesim emek düþmanlýðý konusunda yine ayný saldýrgan sýnýf tutumlarýný aldý. Ýþçi sýnýfýnýn ve emekçi yoksul halkýn iþ, ücret ve örgütlenme konusundaki hak ve özgürlük arayýþlarý hep baský ve þiddetle karþýlandý. Yeni liberal saldýrý politikalarýný uygulayan AKP hükümetine karþý hak arayýþý gerçekleþtiren iþçi ve emekçiler karþýlarýnda hep rejimin baský ve þiddet uygulamalarýný gördü. Saldýr,
sömür, itiraz edeni ez, parçala politikasý bu iki kesimin ortaklýðýnýn gerçek yüzüdür. Daha fazla hak, daha fazla özgürlük, daha fazla demokrasi Telekom Grevi’nin üzerine düþen milliyetçi/militarist anlayýþ bu durumun en iyi örneklerindendir. Haber-Ýþ sendikasý baþkanýnýn, “askerimiz kahramanca savaþýrken grev yapmak ihanet gibi geliyor” yollu açýklamasý aslýnda AKPAsker çatýþmasý gibi görünen kavganýn gerçek kaybedeninin kim olduðunu göstermektedir. Ýþçi sýnýfý ve emekçilerin mücadeleleri, Kürtlerin hak ve özgürlük arayýþlarý, Ermenilerin, eþcinsellerin ya da göçmenlerin çýðlýklarý hep bir “milli dava” adýna kurban edilmektedir. AKP’nin endamý ortadadýr. Asker kendi ayrýcalýklarýný korumanýn peþindedir. Patronlar bu kavgada taraf deðil kazanandýr. Altta kalýp caný çýkan hep iþçiler, hep emekçiler, hep ezilen ve sömürülen kesimlerdir. Dolayýsýyla sürmekte olan bu güç ve iktidar savaþýnýn piyonlarý olmayý reddetmeli; daha fazla hak, daha fazla özgürlük ve daha fazla demokrasinin tarafý olarak mücadele etmeliyiz... Arif Benol, 29 Haziran 2008
Kot taþlama iþçilerinin ciðerleri iflas ediyor
Askere Giden Çürüðe Çýkýyor! Acep Neden? Son günlerde gazete ve televizyon kanallarýnda kot mont ve pantolonlarýn beyazlatýlmasý için taþlama yapan iþçilerin kalýcý hastalýklara yakalandýðýna dair haberler yapýlýyor. Köylerinden göçe zorlanan ve karýnlarýný Ýstanbul’da doyurabileceði umuduyla gelen 15-25 yaþlarýndaki gençler sigortasýz, maskesiz, havalandýrmasý dahi olmayan kot taþlama iþlerinde çalýþmak durumundalar. Bu genç iþsizler gelecek kaygýsý duymadan, soluduklarý kimyasal boyalarýn ciðerlerine nasýl bir tahribat vereceðini düþünmeden, sadece iþ bulup çalýþmak ve karýnlarýný doyurmanýn bedelini ömür boyu yakalandýklarý hastalýklarla geçirmek durumunda kalýyorlar. Hâlbuki 21. yüzyýlda, teknolojinin sýnýr tanýmadýðý bir çaðda yaþýyoruz. Ama iþçilerin bugün halen çalýþtýklarý iþkollarýnda asgari önlemler alýnmýyor. Patronlar maliyet hesabý yaptýðý için gereken önlemleri almýyor. Bundan dolayý iþçiler ölüme terk ediliyor, sakat býrakýlýyor veya ölümcül hastalýklarla yaþamak zorunda kalýyor. Kimin umurunda! Tersanelerdeki iþ cinayetlerinde sonra gazete ve TV’lerde kot taþlama iþinde çalýþanlarýn, çalýþma koþullarýndan dolayý nasýl da genç yaþta ölümle pençeleþtiklerini izliyoruz. Hâlbuki makinelerle yapýlmasý gereken taþlama iþi kimyasal ilaçlar içerdiðinden dolayý- Türkiye’deki patronlar tarafýndan ucuza mal etmek için elle yaptýrýlýyor. Sonuç ortada! Genç iþçiler yakalandýðý hastalýklarý ancak askerlik muayenelerinde çürük raporu aldýklarýnda öðreniyorlar. Üç yýl içinde askere giden Bingöl’ün Karlýova ilçesine baðlý 30’a yakýn kiþiden 20’si çürük raporu aldý. Koþmalarý gereken genç iþçiler koþamýyorlar. Yani kimyasal ilaçlar iþçilerin ciðerlerini tüketmiþ durumda. Peki, tüm bunlar niçin? Tabii ki patronlarýn biraz daha kar yapmalarý için. Bunun için iþçilerin hayatlarýný yok etmeye deðer mi? Þahin Yýldýrým, 1 Temmuz 2008 11
GENÇLÝK
ÖSS’yi Kazananlar Açýklanýyor!
Ne Ýlk Ne de Son: 1966’dan Bu Yana Deðiþen Ýsimleriyle Ömür Törpüsü, ÖSS… Taze beyinler ve genç ömürlerle beslenen, stres ve korku kaynaðý bir ÖSS’yi daha geride býraktýk. Yaklaþýk 10 gün öncesine kadar þýklar üzerinden düþünmeye alýþan beyinlerimiz, þimdi þýklarsýz ne cevap vereceðimizi bilmez halde bir kargaþanýn içine düþtük. Dünyada neler oluyor, ülkede neler oluyor, evlerimizde neler oluyor algýlamaya çabalýyoruz. Ancak uðrunda bütün ‘bir’ yýlýmýzý harcadýðýmýz bu sýnavla yüzleþmeden bunu baþaramayýz.
ÖSS’nin Kerameti 1966’dan bu yana ülkede pek çok yasayla beraber hükümetler, iktidarlar deðiþti. Ancak deðiþmeyen þeyler de var: kâr ekseninde eðitim sistemi ve bu çeþmenin baþýný tutan patronlar. 66’dan bu yana ayný dershane isimleri, patronlarý var. Hatta þimdi onlar, artýk ayný isimli kolejlerin ve üniversitelerin de sahipleri. Eðitim “sektör”ünden o denli kazanýyorlar ki onlar için “eðitim aþýðý” tanýmlamasý çok da yanlýþ
12
olmaz. Biz daha iyi bir gelecek ümidiyle arkadaþlarýmýzýn kafasýna basmaya çalýþýrken, eðitim adý altýnda ehlileþtirilirken, yüzleþemediðimiz þey: ÖSS’yi/ÖSS’den kazananlarýn daha baþýndan belli olduðu. ÖSS’nin kerametinin, bu sýnavla dönen milyarlar olduðu. Bu kadar eleþtirilmesine raðmen neden hala ayný düzen sürüyor? Yoksa daha iyi bir eðitim mümkün deðil mi? Bu soruyu cevaplayabilmek için, kapitalist yani kâra dayalý sistemin eðitime bakýþ açýsýna bakmak gerekli. Egemen sýnýfýn eðitimden anladýðý, kendi iktidarýný ezeli ebedi kýlan bir “milli eðitim politikasý”yla genç beyinleri uysallaþtýrmak. Kendi üretim maliyetini en aza düþürerek kârýný artýrabileceði tekniði geliþtirecek; her yýl sayýlarý 100’leri geçmeyen elemanlarý ÖSS tipi sýnavlarda eleyerek, bu tipleri, isimleri hiç de yabancý gelmeyen Koç, Sabancý gibi iyi, özel üniversitelerde geliþtirerek kalifiye hale getirmek. Geri kalan 1 milyonu aþkýn kiþi okuma yazmayý bilse, azýcýk da matematikten çaksa yeter. Çünkü onlar, en iyi ihtimalle hizmet sektöründe çalýþacak ya da ofis iþi yapacaklar; arta kalanlar
da kol emeðiyle, bilek gücüyle çalýþacaklar zaten, iþsiz kalmazlarsa tabii. Eðitime kâr hýrsýyla bakanlardan daha iyisi de beklenemez herhalde. Nasýl Bir Eðitim Ýstiyoruz? ‘Parayý veren düdüðü çalar’ mantýðýnýn olmadýðý, iþçi ve emekçilerin çocuklarýnýn da ilgisine ve yeteneðine göre eþit yararlanabileceði bilimsel bir eðitim istiyoruz. ÖSS, OKS, SBS sýnavlarýnýn ardýnda patronlarýn kesesinin olduðunu görüyoruz. Fýrsat eþitliði sloganýyla sunulan bu sýnavlara herkesin eþit hazýrlanamadýðý, ayný koþullarda yaþamadýðý gün gibi aþikâr. Büyük çabalarla kazandýðýmýz üniversitelerden umduðumuzu bulmak istiyoruz. Kemalist ordunun ya da AKP’nin elindeki üniversiteleri istemiyoruz. Öðrencilerin taleplerinin dikkate alýndýðý bir yönetim ve iþ güvencesi istiyoruz. Eðitime piyasa olarak deðil genç beyinlerin kendilerini geliþtireceði alan olarak bakýlmasýný talep ediyoruz. “Özel güvenlik”lerin deðil, can güvenliðinin olduðu üniversiteler istiyoruz. Ýstiyoruz, istiyoruz! Patronlara ve kulislerde onlarýn sýrtýný okþayan bakanlara göre “çok þey” istiyoruz. Bize göre en doðal hakkýmýzý istiyoruz. Onlar bize bunu sunmayacaklar, bizi kurtaracak olan ortak talep ve sloganlarla oluþturacaðýmýz birlik! Canan YILMAZ 29 Haziran 2008
“68 Afiþleri, ODTÜ Devrimci Afiþ Atölyesinin Öyküsü” 68 Afiþleri, ODTÜ Devrimci Afiþ Atölyesinin Öyküsü Kapak ve Kitap Tasarýmý: Yýlmaz Aysan Kitabýn Baskýlarý: Ýlk Basým, Metis Yayýnlarý, Mayýs 2008 16X21 cm., 160 s. 1968’in kýrkýncý yýlýnda, Metis Yayýnlarý’ndan çýkan Yýlmaz Aysan imzalý ‘68 Afiþleri, ODTÜ Devrimci Afiþ Atölyesinin Öyküsü’ kitabý bir dönemin devrimci ruhunun en önemli parçasý olan afiþlerinin öyküsünü anlatýyor. Üniversitede, sokaklarda, grev ve iþgallerde kendini afiþlerle ifade eden bir düþünceye yeniden tanýklýk etmemizi saðlýyor. Yýlmaz Aysan kitabýn giriþinde þunlarý yazýyor: “Ankara’da, ODTÜ’de 1968-70 döneminde öðrenciler yeni bir afiþ stili geliþtirdiler. O güne kadar, profesyonel afiþ tasarýmcýlarý ve reklamcýlarýn tasarým tekelinde olan ve ticari matbaalara baðýmlý olan afiþ sanatýnda güçlü bir kopuþ yaþandý. Teksir, serigrafi ve bunlara ek olarak kendi icat ettikleri tekniklerle çoðu anonim ve kendiliðinden, o anda orada bulunanlarýn katkýsýyla oluþmuþ afiþler ürettiler. Sloganlarý da kendileri yazýp, o sloganlara en uygun imajlarý, o günlerde eriþebilecekleri kýsýtlý kaynaklardan, dergilerden, fotoðraflardan yararlanarak kendileri yarattýlar. 1917 devriminde, 1936’da Ýspanya iç savaþýnda, 1960’larda Küba’da ve eþzamanlý olarak Fransa’da olduðu gibi; amatör, profesyonel, öðrenci, hoca, tasarýmcý veya deðil, hep birlikte “kooperatif“ bir anlayýþla çalýþtýlar. Afiþleri, satýlsýn, koleksiyoncular saklasýn diye veya sanatsal bir faaliyet olsun diye yapmadýlar. O anda kullanýlsýn diye yaptýlar ve anýnda kullandýlar. Afiþler aceleyle hazýrlanmýþ bir kiþiliðe sahipti; anýnda iletiþim için radyo, televizyon gibi kitle iletiþim araçlarýnýn yerini tutuyor ve bir ivedilik duygusu taþýyordu. Devrim ve iletiþim iç içe geçmiþti, ayný anda yapýlmaktaydý. Bu afiþleri üretenler,
kendilerine özgü bir yaratýcý grup gibi davranmaktaydýlar. Bizzat Sosyalist Fikir Kulübü üyeleri, DevGenç baþkanlarý önce siyaset yapýyorlar, fikirler üretiyorlar, eylemler planlýyor, sonra da bunlarý duyurabilmek, taraftar bulabilmek için yazýyorlar, sloganlar buluyorlar, çiziyorlar, afiþler yapýyorlar, basýyor, daðýtýyor ve geceleri bizzat duvarlara yapýþtýrýyorlardý. Ertesi gün her tarafý birden renklenivermiþ bir kente uyanýyordunuz. Hem rengârenk afiþlerle, hem de yepyeni fikirlerle. (...) O günler, siyasetiyle, sloganlarýyla, talepleri, öngörüleri ve saptamalarýyla bu afiþlerde elle tutulur bir þekilde vardýr. Bu afiþler, bu nedenle tarihsel
önemi olan belgelerdir. Çok saðlam bir tasarýma sahip olmalarýnýn yaný sýra, hem kendi içlerindeki bütünlükte hem de beraber kullanýmla saðlanan total etkiyle de önemlidir. 40 yýl önce yaþanan bu süreçte salt “afiþ“ tasarýmýnýn ötesine geçilmiþ, yaratýcý mecra kullanýmlarý geliþtirilmiþtir.” Bu bize ayný zamanda dönemin politik algýsýna tanýk olma fýrsatý veriyor. Keþke daha fazlasý da olsaydý. Kitabýn bize sunduðu verilerin ve zengin görselliðin dýþýna çýkýp, bir ters okuma çalýþmasý yapmak için Fransa Mayýs 68’inin afiþleriyle bir karþýlaþtýrmaya girmek heyecan verici olurdu mesela. Bu sayede ayný dönemin birbirlerine son terece tezat olan tezahürlerini de keþfetmiþ olurduk. Böyle bir ek ile kitap, Türkiye solunun ‘ulusal’ kabuðunu en azýndan 40 yýl sonra kýrmýþ olurdu.
KÜLTÜR-SANAT
Kitap Tanýtýmý:
Saha Yetigen - 2 Temmuz 2008
13
Lübnan genel grevinde neler oldu? Mayýs ayýnda bir hafta süren silahlý çatýþmalarýn ardýndan, Hizbullah Lübnan’daki 14 Mart1 koalisyon hükümetinin silahlý milis güçleri karþýsýnda kesin bir zafer elde etti. Siniora hükümeti, Hizbullah’ýn kontrolündeki telefon hattýna el konulmasý ve Beyrut havalimanýnýn güvenlik þefinin istifasýna yönelik giriþimlerini iptal etmek durumunda kaldý. Buna karþýn Hizbullah, batý Beyrut’ta yaþanan çatýþmalar sýrasýnda iþgal ettiði bölgelerden birliklerini geri çekti ve bir yýldan fazla bir süredir þehrin merkezine kurmuþ olduðu protesto kampýný kaldýrdý. Her iki kanat da Doha’da (Kata) Lübnan Silahlý Kuvvetleri Genelkurmay Baþkaný Michel Süleyman’ýn derhal cumhurbaþkaný olarak seçilmesi ve 16’sý mevcut parlamenter çoðunluktan, 11 tanesi muhalefetten ve kalan 3 bakaný ise yeni cumhurbaþkanýnca atanacak bir Ulusal Birlik Hükümeti oluþturmak üzere bir anlaþma imzaladýlar. Ayný zamanda ülkede yaþanan nüfus oynamalarýný göz önünde bulunduran yeni bir seçim yasasý üzerinde de bir anlaþmaya varýldý. Bu geliþmelerden hareketle Hizbullah’ýn bir buçuk yýl önce hükümet ve parlamentodan çekilirken ileri sürdüðü görüþleri kabul ettirmiþ olduðu söylenebilir. Hizbullah’ýn baðýmsýz askeri örgütlenmesini ve silahlarýný,
14
bölgede ABD emperyalizmine ve Ýsrail Siyonizm’ine karþý en etkin ve sert güçlerden biri olarak muhafaza etmekte oluþu, Ortadoðu halklarý açýsýndan önemli bir zaferdir. ABD’ye ait 6. Filoya baðlý gemilerin, Lübnan ve Filistin direniþine karþý sürekli bir tehdit olarak bölgeye yerleþtiði koþullarda, silahlý, güçlü ve son derece örgütlü bir Hizbullah, (Finul/ Lübnan’da konuþlu bulunan çok uluslu Birleþmiþ Milletler gücü tarafýndan ABD’nin ülkenin kuzeyinde yer alan Kleilat’ta, Filistin kampý Sarh al Baret yakýnlarýnda bir askeri üs kurarak Hizbullah’ý imha etmek istemesinin bir sonucu olarak doðacak) gelecekteki muhtemel savaþlar açýsýndan bir güvencedir.
Sosyal ve ekonomik kriz Hizbullah ile Emel ve hükümet yanlýsý milisler arasýnda 2silahlý bir çatýþmaya dönüþen 7 Mayýs gösterileri Lübnan Genel Ýþçi Merkezi CGTL3 tarafýndan organize edilmiþti ve asgari ücretin gaz ve elektrik fiyatlarýndaki artýþa paralel olarak 300 bin Lübnan librasýndan (192 Euro), 950 bin Lübnan librasýna (375 Euro) çýkartýlmasý talebini içermekteydi. Asgari ücret, enflasyondaki devasa artýþa karþýn, 1996 yýlýndan bu yana iyileþtirilmedi, öyle ki CGTL verilerine göre, Lübnanlýlarýn alým gücü %15 azalýrken, nüfusun %54’ü yoksulluk sýnýrýnýn altýnda yaþamaya mahkum. Bu koþullarýn en çok etkilediði kesimlerin baþýnda Hýristiyan alt orta sýnýflar, Þiiler ve diðer halklarýn yaþadýðý kent yoksulu semtler gelmekte. 2006 yýlýnda Hýristiyan Maruni Michel Aun önderliðindeki MPL (Özgür Yurtsever Hareket) ve Hizbullah ayný nedenle bir sosyal ve politik anlaþma imzalamýþ ve 2007’nin Ocak ayýnda CGTL, Sünni ve Dürzi iþçilerin kitlesel olarak katýldýðý bir genel grev çaðrýsý yapmýþtý. Ama hükümet yanlýsý gerici milisler ve ordu tarafýndan 3 ölü ve 130 yaralýya mal olan bir þiddetle bastýrýldý bu iþçi seferberlikleri. Michel Aun, sektler arasý bir iç savaþ tehlikesi karþýsýnda genel greve son verdi. Ýþçi sýnýfýnýn bu önemli uyarýsýna karþýn, Siniora hükümeti, ABD ve Fransýz emperyalizmlerinin dayattýðý ünlü konferanslarda kararlaþtýrýlmýþ yeni liberal politikalarý sürdürmeye devam etti. Ekmek, pirinç, süt, þeker ve et gibi temel ihtiyaç maddelerinde yaþanan korkunç artýþla hayat pahalýlýðý en yüksek düzeye eriþti ve dýþ borç 42 milyar dolar oldu. Tüm kesimlerin yer aldýðý gösterilere karþýn, hükümet kamu þirketlerine yönelik (elektrik, su, kanalizasyon, havalimanlarý) özelleþtirmeci politikasýný deðiþtirmedi. Giderek yoksullaþmakta olan halkla (özellikle Þii kesimler) Hýristiyan ve Sünni elitler arasýndaki uçurum daha da derinleþti. Böylelikle, 2008 Martýndan
Kýþkýrtma Kriz ve yoksullaþma tüm kesimleri etkilemekte ve emperyalizm yanlýsý hükümetin yeni liberal politikalarýna karþý nefreti büyütmekteydi. 14 Mart Koalisyon Güçleri, halk desteklerinin muhalefet partileri lehine deðiþmekte olduðunu sezdiler ve Welid Jumlatt’ýn önerisiyle ilan edilmiþ genel grevden iki gün önce 5 Mayýs tarihinde, hükümet Hizbullah’ýn kontrolündeki telefon hattýna el konulmasý ve bu partinin bir taraftarý olduðu söylenen Beyrut havalimaný güvenlik þefinin istifasý yönünde bir kararname yayýmladý. Hükümet, Hizbullah’ýn böyle bir giriþime asla tepkisiz kalmayacaðýný bilmekteydi, öte yandan plan oldukça netti; sosyal çatýþmayý dinsel bir savaþa dönüþtürerek iþçi sýnýfýný dinsel ideolojiler temelinde bölmek ve olasý bir din savaþý yoluyla genel grevi mezara gömmek. Hükümet kýsmen de olsa bu hedefine ulaþtý. Hükümet yanlýsý partiler, sendikalar, küçük esnaf ve Suriye karþýtý akýmlarca yönetilen örgütlenmeler taraftarlarýna 7 Mayýs gösterisine ve genel greve katýlmama çaðrýsý yaptýlar, bu nedenle Sida, Tripoli ve Ýklim al Kharoub gibi Sünnilerin aðýrlýkta olduðu bölgelerde iþçiler ve küçük esnaf sokaða inmedi. Auncu kesimler greve karþý çýktý ve bankacýlýk gibi Hýristiyanlarýn aðýrlýkta olduðu iþ kollarý mücadelenin dýþýnda kaldý. (MPL sonraki günlerde yaþanan sokak çatýþmalarýna da katýlmadý.) Ve 7 Mayýs sabahý, Hizbullah ve Emel, hükümetin kararnameyi geri çekmesi için milis birliklerini harekete geçirdiklerinde, genel
greve iki saat kala CGTL genel grev çaðrýsýna son verdi. Muhalefetin milisleriyle hükümet yanlýsý güçler arasýndaki ilk çatýþmalar, Hizbullah lideri Hasan Nasrallah’ýn bir basýn toplantýsýnda hükümetin kararnamesinin aslýnda Hizbullah’a ve genel olarak direniþe savaþ açmak anlamýna geldiðini ilan etmesiyle derhal büyüdü. Ordunun müdahil olmamasý ve askeri üstünlükleriyle Þii milisler süratle Sünni ve Hýristiyanlarýn çoðunlukta olduðu baþkentin batýsýný ele geçirdiler. Dürzü lider Welid Jumblatt, Hizbullah’tan böyle güçlü bir yanýt beklemediðini itiraf ederek Hizbullah güçlerini iþgal güçleri olarak niteledi. Ve özellikle Emel gibi bazý Þii milisler Sünni sivillere saldýrdýklarýnda, uluslararasý basýn çoktan sektler arasý bir savaþtan söz etmeye baþlamýþtý bile.5 Sonunda hükümet kararnamesini geri çekti ve Hizbullah, milis sevkýyatýný durdurdu. Öyle ki, genel grev sendikalarýn taleplerine6 iliþkin hiçbir sonuç kaydedemeden sona erdirildi. Þimdi tüm kontrol Doha Anlaþmasý doðrultusunda oluþturulan yeni “Ulusal Birlik Hükümetinin” ellerinde. Hizbullah neden iktidarý almadý? Hizbullah, askeri ve kitlesel üstünlüðüne (Þiiler Lübnan nüfusunun yaklaþýk %40’ýný oluþturuyor) karþýn ve batýlý sol kesimleri hayal kýrýklýðý ve hayretler içersinde býrakarak iktidarý almadý.
Peki neden? Bunun basit bir nedeni var; çünkü iktidarý almak istemiyordu. Doha Anlaþmasýnýn ardýndan Hizbullah lideri Hasan Nasrallah’ýn anlaþmanýn tarafý olarak sözünü tutacaðýný göstermek için yaptýðý konuþma, bu duruþu berrak bir þekilde ortaya koymakta; Lübnan’da iktidar tekeli kurmak ve insanlara kendi düþüncelerimizi dayatarak ülkeyi yönetmek istemiyoruz. Tüm duyarlýlýklarý ve yaralarý aþarak Lübnanlý olmak ve Lübnan’ý inþa etmek için ellerimizi birleþtireceðimize tüm gücümle söz veriyorum.7 Ýþte burjuva ulusal birlik hükümetine katýlým burada baþlýyor. Hizbullah neden yönetmek istemiyor? Çünkü Hizbullah ne burjuvazi adýna ulus devleti yönetmeye talip bir burjuva milliyetçi parti ne de iþçi ve halka dayanan bir demokrasi temelinde ülkeyi dönüþtürmeyi hedefleyen bir sosyalist parti. Çok dinli bir ülkede, týpký diðer Sünni burjuva partilerin Suudi Arabistan’la geliþtirdikleri iliþkide olduðu gibi kendisi de Ýran’la doðrudan baðlantýlý Þii burjuvazinin çýkarlarýný savunmayý hedefleyen Ýslamcý bir parti. Tarihsel açýdan Hizbullah hareketi 80’li yýllarda, Lübnan’da (Ayetullah Humeyni’nin gerçekleþtirdiði türden) bir Þii köktendinciliði yaratma hedefiyle Ýran’da yetiþtirilmiþ militanlarca kuruldu. Þii toplumunun ülkenin en yoksul kesimlerini oluþturuyor olmasýndan ötürü, hem Hizbullah hem de Emel, bu toplum üzerindeki
ENTERNASYONAL
itibaren, iþçi sýnýfý yeni bir mücadele dalgasýnýn baþlamakta olduðunun sinyallerini vermeye baþladý. Taksiciler artan yakýt masraflarýný protesto etmek üzere yollarý keserken (Sünni þoförler tutucu bir kavrayýþla bu eylemlere katýlmadýlar) bir çok iþçi kolektifi de gösteriler örgütlemeye baþladý. 17 Mart tarihinde, Lübnan hava yollarý iþçileri (MEA) Beyrut havalimanýnda hükümetin özelleþtirme politikasýný protesto etmek için bir eylem düzenlediler.4 Bir kaç hafta sonra CGTL, 7 Mayýsta Beyrit kentinde bir gösteri ve genel grev çaðrýsý yaptý.
15
Arap milliyetçiliði ve komünist hareketlerin etkisini kýrabilmek için (Bu amaçlarýna ihanetler ve Stalinizm’in çöküþünün, Arap milliyetçiliðini de etkilemesi sayesinde ulaþtýlar) sol kavramlar da içeren halkçý bir söylem geliþtirdiler. Öte yandan, Lübnan halklarýnýn, herkes için özgürlük ve adaletin yegâne garantisi olarak Ýslamcý bir hükümet seçeneðini sahiplenmesi gerektiðinde ýsrar ediyoruz. Yalnýzca bir Ýslami rejim, ülkemize dönük yeni bir emperyalist sýzma hareketini engelleyebilir. 8 Sözleriyle programlarýnda belirttikleri gibi nihai hedefleri Ýran benzeri gerici bir Ýslamcý rejimin inþasý. Hizbullah’ýn Lübnan’da içinde bulunduðu güçlük, Þii nüfusun çoðunlukta olmamasýndan kaynaklanmakta. O halde ne yapmak gerektiði sorulmalý. Eðer herhangi bir þekilde bir Ýslami devlet yaratmamýz mümkün deðilse,
hangi pozisyonu uygulamalýyýz? Burada iki hat söz konusu; Ýlki mevcut durumu tümüyle reddetmek ve doðal olarak þiddet uygulamak. Diðeri ise gerçek duruma göre hareket etmek, hedefimizin yolu üstündeki engelleri kaldýrabilecek reformlara, mevcut kurumlarla iþbirliði yaparak ulaþabiliriz.9 Daha önce de belirttiðimiz gibi, Hizbullah ekonomik ve sosyal çýkarlarýný savunmakta olan Þii burjuvazisinin partisidir ve bu nedenle mevcut kurumlarla iþbirliði yapmak, ayný zamanda 7 Mayýs genel grevini hazýrlamýþ iþçi sýnýfýnýn hiçbir talebini sahiplenmeyen emperyalizm yanlýsý, yeni liberal bir “ulusal birlik hükümetine” katýlmak anlamýna gelmektedir. Bugün Lübnan’da emperyalizme ve Siyonizm’e karþý Hizbullahsýz, gerçek bir direniþ verilemeyeceði görülüyor. Ama Hizbullah varlýðýný sürdürdüðü sürece de iþçi sýnýfý ve halkýn birleþerek Hýristiyan ya da Ýslami
olsun burjuva hâkimiyetine son verecek demokratik bir yönetime kavuþmalarý mümkün görünmüyor. Lucha Ýnternacionalista Çeviri Murat Yakýn (Dipnotlar)
1 14 mart güçleri temel olarak, Fuad Siniora’nýn baþbakaný olduðu Sünni gelecek hareketi, Walid Jumblatt’ýn Dürzi ilerici sosyalist partisi ve Samir Gragea’nýn liderliðindeki Hýristiyan Lübnan güçleri partilerinden oluþmaktaydý. 2 Nabih Barri önderliðindeki Þii kökenli askeri politik örgüt 3 Sendikalar yasa gereði dini hatlara göre temsil olunmakta, liderlerinin büyük bir çoðunluðu eski Arap milliyetçisi partilerden geliyor ve tarihsel açýdan Suriye yanlýsý politik güçlere baðlýlar 4 The Daily Star Lebanon 18 Mart 2008 5 Sünni camileri bir çok kez, Emel saldýrýlarýna karþý Hizbullah milislerince korundu. 6 Solun bir çok kesimi genel grevin Hizbullah’ça ele geçirildiðinden söz etti 7 The Daily Star Lebanon, 27 Mayýs 2008 8 Hizbullah programý “hedefler” 1985 9 Al-Hayat 16 Aðustos 1992
Ýrlanda’dan Avrupa’ya “Hayýr”lý Haber Var! Ýrlandalý emekçiler, 12 Haziran’da gerçekleþen referandumla Lizbon Antlaþmasý’ný reddettiler. %53,4’lük oranla Ýrlandalýlar, bundan üç yýl önce Fransa ve Hollanda’da yaþananlara benzer þekilde, hayýr oyu kullandýlar. Dublin’in iþçi mahallelerinde ise bu oran, %60’lara ulaþarak, daha da kitlesel bir hal aldý.
16
Ýrlanda’nýn Lizbon Antlaþmasý’ný reddiyle, Avrupa Birliði’nin (AB) kurumsal krizi derinleþti ve merkezkaç eðilimler daha da güçlenmiþ oldu. Çünkü Antlaþma’nýn yürürlüðe girebilmesi için oybirliði þartý aranýyor ve Antlaþma’nýn Ýrlanda’da reddedilmesinin ardýndan nasýl bir yol izleneceði tamamen belirsiz. Örneðin Çek Baþbakaný, Antlaþma’nýn öldüðü ve Antlaþma’nýn henüz onaylanmadýðý diðer ülkelerde oylama yapýlmasýnýn gereksiz olduðu görüþünde. AB’nin yeni dönem baþkaný Sarkozy ise, Antlaþma’yý henüz oylamamýþ ülkelerin, bunu bir an önce gerçekleþtirmesi gerektiðini savunuyor. Almanya Dýþiþleri Bakaný ise, “Ýrlanda’yý AB’den geçici süreyle çýkaralým” önerisi getirdi. Lizbon Antlaþmasý, 2005 yýlýnda Fransa ve Hollanda’da reddedilen
Avrupa Anayasasý’nýn alternatifi olarak hazýrlanmýþtý. Bu antlaþma, referandumu gerektiren kapsamlý bir Anayasa taslaðý yerine, Anayasa’nýn ruhunu koruyan ancak, parlamentolarýn onayýyla yürürlüðe girebilen bir “mini-antlaþma” olarak tasavvur edilmiþti. Antlaþma’yý referanduma götüren tek ülke ise Ýrlanda çünkü Ýrlanda Anayasasý’na göre, Anayasa üzerinde yapýlmasý düþünülen her deðiþiklik, halkýn onayýna sunulmak zorunda. Peki, Fransa, Hollanda ve Ýrlanda’daki hayýr oylarý ne anlama geliyor? Avrupalý emekçilerin hayýr oyu kullanmasýndaki sebep, Anayasa taslaðýnýn ve Lizbon Antlaþmasý’nýn, Maastricht Antlaþmasý’nýn ruhunu korumasý ve onu derinleþtirmesidir. 1992’de kabul edilen Maastricht Antlaþmasý’yla Avrupalý emekçilere karþý neo-liberal bir karþý-devrim
gerçekleþtirmek mümkün hale geldi. O günden bu yana, Avrupalý emekçilerin sosyal güvenlik, saðlýk, eðitim gibi haklarý tuzla buz edilmiþ, çalýþma saatleri artýrýlmýþ (AB haftalýk resmi çalýþma saatini 65’e çýkarmayý hedefliyor), iþçiler arasýndaki rekabet artýrýlarak, ücretler düþürülmüþtür. Ýþte kullandýklarý hayýr oylarýyla Avrupalý iþçiler, emekçiler ve giderek iþçileþen küçükburjuva katmanlar, gerçekleþen bu ekonomik karþý-devrime bir cevap vermiþlerdir. Avrupa iþçi sýnýfýnýn haklarýný gasp eden Maastrich ve Schengen Anlaþmalarý iptal edilsin! Yaþasýn Ýþçilerin Sosyalist Avrupa Birliði! Þemsi Güneþ 1 Temmuz 2008
Uluslararasý Ýþçi Birliði - Dördüncü Enternasyonal (LIT-CI) Yayýný
Barack Obama:
ENTERNASYONAL
Uluslararasý Postacý No: 140
“Eski” Emperyalizm Ýçin “Yeni bir Yüz”
Senatör Barack Obama’nýn Demokrat Parti’nin ön seçimlerindeki zaferi, ABD tarihinde eþi görülmemiþ bir olaydýr: tarihte ilk kez, baþkanlýk seçimlerinde, iki büyük partiden birini temsilen, siyah bir aday olacak. Üstelik, araþtýrmalara bakýlýrsa, Cumhuriyetçi rakibi John McCain’i yenme ihtimali de epey yüksek. Afrikalý bir Müslüman göçmenin çocuðu, genç bir siyah politikacýnýn, ABD’nin ilk siyah baþkaný olma ihtimali gerçekten düþünülemezdi ve sadece “24 saat” gibi TV programlarýnda var olabilirdi. Ýþte bu yüzden bu durum, ABD’de ve tüm dünyada büyük bir sarsýntý doðuracak. Ayrýca, Uluslararasý Postacý’nýn bu sayýsýnda göreceðimiz gibi, solun bazý akýmlarýna dahi varan büyük bir yanýlsama yaratacak. Bu durum, dünyadaki baþat emperyalist gücün politik sistemindeki kýsmi, ama önemli ve gerçek bir deðiþim mi? Yoksa, Amerikan emperyalizminin dünyada ve kendi ülkesinde, ciddi sýkýntýlarý daha iyi þartlarda aþabilmesi için, ihtiyaç duyduðu biçimsel bir adaptasyon (yeni bi yüz) mu? UÝB-DE açýklýkla ifade eder ki, doðru cevap ikincisidir. Bunu kanýtlamak için, Barack Obama gibi bir figür yaratan sistemin temel özelliklerini ve öte yandan, ülkenin baþkanlýðýna O’nun gelmesini razý olmayý gerekli gören bu sistemin mevcut durumunu çözümlemeliyiz.
ve magna cum laude (büyük övgüyle anlamýna gelen akademik derece ç.) ile mezun olduðu, seçkin Harvard Hukuk Fakültesi’nde hukuk okudu. Bir hukuk þirketinde çalýþtý, daha sonra üniversitede öðretim görevlisi olarak atandýðý Chicago’ya taþýndý. Demokrat Parti’yle bu þehirde iletiþime geçti ve göz kamaþtýrýcý politik kariyerine burada baþladý. 1996’da Illinois eyalet senatosuna seçildi ve 2004’te ulusal senatör oldu. Her iki seçimde de arkasýnda Bill Clinton’un desteði vardý. 2007’de, etkili bir senatör olan Edward Kennedy’nin desteðiyle, Demokratlarýn ön seçimlerinde baþkan aday adayý olarak yarýþmaya karar verdi ve gerisini zaten biliyoruz. “Baþarýlý siyah çocuk” imajýyla,
“kendini beðenmiþ” Hillary Clinton ya da eski asker John McCain’den çok daha çekici olduðunu, açýkça kanýtladý. Fakat uzaklardan bir yabancý, marjinal bir unsur muamelesi görerek, Demokrat Parti’nin aparatýna karþý zorlu bir mücadele içinde itibar kazanabiliyordu. Aslýnda durum, tam tersi. Söz konusu aparat için Obama, görünüþü þimdiki gibi zor zamanlarda kullanýþlý olabilecek orijinal bir mahsul. Obama’nýn muhtemel baþkanlýðýnýn, Amerikan politikalarýnýn içeriðinde önemli bir deðiþimi temsil edeceðine inanmak, Edward Kennedy gibi deneyimli emperyalist politikacýlara (...) inanmakla eþdeðerdir.
(...) Kimdir bu Obama? Biyografisini okuduðunuzda, vardýðýnýz ilk sonuç, ABD’deki pek çok siyah gencin maruz kaldýðý türden bir ayrýmcýlýða, þiddete ve fýrsat eþitsizliðine -en azýndan fazlaca- uðramadýðýdýr. Daha sonra ülkesine dönecek bir Kenyalý ve bir Amerikalýnýn çocuðu olarak, New York’un Columbia Üniversitesi’nde
17
Politik Tutumlarý Þimdi [Obama’nýn politik] tutumlarýna bir göz atalým, týpký diðer ülkelerdeki gibi, Amerikalý politikacýlarýn da gerçek tutumlarýný seçim kampanyasý boyunca sakladýðý gerçeðini hesaba katarak. Obama gibi, Demokratlarýn yeni figürleri söz konusu olduðunda, yönelmeye eðilimli olunan bir yasa geçerlidir: Ön seçimlerde daha solda bir tutum alýrlar, ulusal kampanya boyunca biraz daha saða yönelirler ve Beyaz Saray’a vardýklarýnda dönüþümlerini tamamlamýþlardýr. a) Irak ve Afganistan Savaþlarý Eyalet senatörü iken, Irak’ýn iþgaline karþý çýktý, iþgali destekleyen Hillary Clinton’u eleþtirirken fazlasýyla sömürdüðü bir nokta. Obama’nýn Irak planýnýn sunulduðu sayfada, Irak’tan 16 ay içinde çekilmeyi öneriyor.1 Öte yandan, Afganistan’daki Amerikan varlýðý, savaþ kazanana kadar artýrýlabilir. Ancak, dýþ politikadaki danýþmaný bu planýn “mümkün olan en iyi senaryo”yu dikkate aldýðýný ve Obama baþkan olduðunu tekrar “gözden geçirileceðini” belirtti.2 b) Ýsrail ve Ortadoðu Obama bu konuda çok net, çünkü çok büyük politik ve mali aðýrlýðý olan ve onu þüpheyle gözlemleyen, Amerikan “Ýsrail-yanlýsý lobi”nin gerekli olan desteðini alabilmek gerekiyor. AIPAC (Amerika’nýn Ýsrail taraftarý lobisi)’a yaptýðý bir ziyaret sýrasýnda, “ABD ile Ýsrail arasýnda koparýlamaz baðlar” olduðunu söyledi ve ekledi: “Ýsrail’i tehdit edenler, bizi tehdit etmektedir”. Ayrýca, “Gazze’den veya Tahran’dan gelebilecek herhangi bir tehdide karþý savunma saðlamak için kullanýlabilir bütün araçlarý” sunmaya söz verdi. Sözlerini, “Kudüs Ýsrail’in baþkenti olmaya devam edecektir ve bölünmez olarak kalmalýdýr” þeklinde bitirdi. Bu konuþmadan sonra, Washington’daki Ýsrail büyükelçisi “Barack Obama’nýn konuþmasý, AIPAC’ýn temsilcilerince çok önemli ve cesaret verici bulundu” açýklamasýný yaptý.3
18
c) Ekonomik kriz Geçen þubatta verdiði bir söylev sýrasýnda, güncel durgunluk ve
ABD halkýna getireceði sonuçlarýn “bizim kontrolümüz dýþýndaki güçler ya da iþ âlemindeki kaçýnýlmaz çevrimler” yüzünden deðil, Bush yönetimince uygulanan politikalardan dolayý olduðunu söyledi. 4 Hangi önlemleri uygulamaya sokacaðýný bilmekse çok zor çünkü söylevleri sadece Bush’un eleþtirisi üzerine kurulu. Sitesinin ekonomi bölümünde, þu tanýmlamayý takdim ediyor: “Serbest pazarýn, Amerika’daki büyük geliþmenin motoru olduðuna inanýyorum. O, bütün dünyanýn gýpta ettiði refahý yarattý ve tarihte eþi görülmemiþ bir hayat standardýna eriþilmesine izin verdi. (...) Bunun için hepimiz bir arada duruyoruz. Þirket liderlerinden hissedarlara, sermayedarlardan fabrika iþçilerine, hepimiz baþarýya yoðunlaþmýþ durumdayýz çünkü daha fazla Amerikan’ýn zenginleþmesi, Amerika’yý daha da zenginleþtirecektir.”5 Bundan daha açýk olamazdý, fakat “serbest pazar”ýn her þeyin temeli olduðunu ve fabrika iþçileriyle patronlarýn, finansörlerin ve hissedarlarýn “birlik” olduðunu düþünen birinden ne beklenebilir? d) Göçmenlik sorunu 1 Mayýs 2006’da, Obama Chicago’daki kitlesel gösterilere katýldý. 2008’de, “Ýki yýl sonra, göçmenlik sorunumuz hala çözülmemiþ durumda ve deðiþim isteyenler, Kasým’da bunun için oy kullanmak zorunda. Ýþte bu yüzden bugün, deðiþim için yürüyenleri oy kaydetmek için iþe koyulmaya çaðýrýyorum. Oyunuz kararýnýzdýr.” diye yazdý. Baþka bir deyiþle, mücadeleyi býrakýn, çözüm baþkanlýðým için oy vermektir. Hiçbir politik hakka sahip olmayan 12 milyon kaçak göçmenin, tavsiyesini nasýl uygulayacaðýný söylemekse gerçekten çok zor. Ayný metinde, önerilerinin geri kalaný tamamen muðlâk. “Bir kez daha, göçmenliðin tüm biçimlerini kapsayan reform taahhüdümü ifade etmek istiyorum ve bugün bozuk olan sisteme düzen ve þefkat getirmek için elimden gelenin en iyisini yapacaðým.”6 Fakat, eðer kazanýrsa, sponsoru Edward Kennedy tarafýndan önerilen, onun ismini taþýyan bir ilanda ifade edilen (ve þu anda Bush’la uzlaþma bulmaya çalýþan bir süreç gören)
politikanýn aynýsýný kabul etmesi, oldukça mümkün. Söz konusu olan, kaçak göçmenleri bölmeye çalýþan bir yasa. Bir tarafta, beþ yýldan uzun bir süredir ABD’de yaþadýðýný kanýtlayabilen ve yerine getirilmesi zor þartlarda, kýsa dönemli izin kâðýtlarýyla geçen uzun bir sürecin ardýndan, kalýcý oturma iznine uygun görülmeyi bekleyenler. Ve “ayný zamanda bu, kaçak diðer 5 milyonun, ülkelerinden yasal bir vize talebinde bulunup ABD’ye dönme izinleri olsa bile, aslýnda ülkeden kovulacaðý anlamýna geliyor. Yasanýn önerdiði gibi, maksimum 325000 geçici çalýþma vizesi kabul edilebilir, geri kalanlar yasal yollarla asla geri dönemeyecek.”7 e) Küba Üzerine Ýsrail meselesinde olduðu gibi, burada da, Obama saðýn desteðini arýyor. Bu meseleyle ilgili olarak, 59 devriminden bu yana ABD’de sürgündeki, Küba burjuvazisinin en gerici katmanlarýndan biri olan Miami’deki Ulusal Kübalý-Amerikan Kuruluþu’ndaydý. Konuþmasýnda, Küba burjuvazisiyle kurulu anlaþmanýn eski formülünü, yani ABD sömürgeleþtirmesinin adaya olasý dönüþü ve ticari ambargonun devamý politikasýný savundu: “Bizler, özgürlükle koparýlamaz baðlýlýðýmýzla buradayýz. Ve bunu yalnýzca burada, Miami’de söylememiz uygun. (...) Birlikte Küba’nýn özgürlüðü meselesini savunacaðýz. Kübalý-Amerikan’lardan daha iyi özgürlük elçileri bulunmamaktadýr. (...) Bu ambargoyu sürdüreceðim. Ambargo, bize rejimle yüzleþmek için gerekli kaldýracý saðlýyor. (...) Küba’daki gerçek dönüþümleri ancak bu þekilde ilerletebiliriz: ilkelere dayalý güçlü ve zeki diplomasi aracýlýðýyla”.8 f) Etnik Sorun Demokratlarýn ön seçimlerinde ve eðer kazanýrsa baþkanlýk seçimlerinde, zaferinin en saðlam dayanaðý olan “zenci oylarý” için, bu çok önemli bir sorun. Tabi ki, [siyahlar], seçim dayanaðý dolayýsýyla, tarihsel olarak acýsýný çektikleri ayrýmcýlýðýn ve zulmün üstesinden gelebilmeleri için, Zenci Baþkan hakkýnda büyük umutlar besliyor olmalýlar. Bununla birlikte, bütün politik kariyeri boyunca
Neden Obama? Obama’nýn, Demokrat Parti’nin ve dolayýsýyla iki-partili politik sistemin zaruri üretiminin bir parçasý olduðunu gördük ve tutumlarýyla ilgili bir taslak çizdik. Þimdiyse, Amerikan burjuvazisinin, ya da en azýndan onun önemli sektörlerinin, neden O’na baþvurduðunu çözümleyelim. Açýklamalarýn zemininde, mevcut durumda, Amerikan emperyalizminin süregiden krizi yer alýyor. Ýlk olarak, “teröre karþý savaþ” politikasýnýn, Irak ve Afganistan savaþlarýndaki elveriþsiz gidiþatla, Ýsrail’in Lübnan’daki yenilgisiyle zayýf düþmesi ve Gazze Þeridi’ni yenilgiye uðratabilmelerindeki imkânsýzlýkla ifþa olan bir iflasý söz konusu. Ortadoðu’da, ABD, yenilgilerini kabul etmeksizin geri çekilmelerine imkân vermeyen bir bataða saplanmýþ durumda ki; yenilgiyi kabul etmeleri, “dünyanýn jandarmasý” rollerine büyük zarar verecektir. Ayrýca, durumlarýný daha da kötüleþtirmeksizin, askeri varlýklarýný daha fazla artýramamaktadýrlar. Bir de buna eklemlenen, burjuvazi için çok tehlikeli bir
birleþim söz konusu: ülke durgunluða doðru sürükleniyor ve derin bir ekonomik kriz olasýlýðý mevcut. Bu þu anlama geliyor, burjuvazi kaçýnýlmaz bir biçimde krizin faturasýný, iþsizlik ve ücretlerde kesinti biçiminde, iþçilerin sýrtýna yüklemek zorunda. Bu zaten, General Motors gibi ücretlerin yarýya indirilmesini ve iþten çýkarmalarý kabul etmeyen iþçileri tehdit eden büyük þirketlerde, hâlihazýrda gerçekleþen bir þey. Amerikan iþçi sýnýfý 120 milyonluk kütlesiyle devasadýr. Kendi tarihinde, bu sýnýf nadiren mücadele içinde bir araya gelip birleþmiþtir, ama bir kez olsun bunu baþarýrlarsa, emperyalizmin temelleri sarsýlýr. Bu sýnýfýn en çok sömürülen kesimleri olan göçmen iþçilerin mücadeleleri, belki de bu manzaranýn bir habercisidir. Ayný zamanda, Bush’un “Amerikan çaðý”nýn iflasý, Cumhuriyetçi Parti’yi fazlasýyla yýprattý, saygýnlýðýný yitirmesine sebep oldu ve deðiþimi saðlayacak bir figürden yoksun býraktý. Hatta, daha küçük ölçekte de olsa, bir bütün olarak politik sistemin kendisi yýpranmýþ durumda denilebilir. Cumhuriyetçiler için, pek çok açýdan oluþumuna katký saðladýklarý, böylesine karmaþýk bir durumun üstesinden gelmek çok zor olacak. Amerikan burjuvazisinin büyük bir kesimi “Demokrat bir alternatif” üzerine oynamanýn gereðini kavramýþ durumda. Baþlangýçta tercihleri “güçlü kadýn” Hillary Clinton üzerineydi. Fakat durumun giderek kötüleþmesinden ötürü, “yüz” deðiþimindeki derinliði artýrmak gerektiðini anladýlar. O zamandan beri, bu çerçevede, burjuvazinin çýkarlarýný daha iyi savunabilecek bir figür olarak Obama’nýn imkânlarý arttý. Daha da Tehlikeli bir Düþman Kýsacasý, burjuvazinin önemli kesimleri, saldýrmak istedikleri ve bunun için de tepkilerini uyutmak istedikleri kesimlerin bir parçasýymýþ gibi “pazarlanabilecek” baþka birini (genç, zenci, Müslüman bir babanýn çocuðu) kullanmaya karar verdiler Son on-yýllarda, burjuvazinin bu kesimleri, baþkanlýk seçimlerinde, sýklýkla “yeni yüz”ler sundular. Örneðin, McCarthyism’in bitiþinin
ardýndan, “örnek genç adam John Kennedy, ya da Viet-Nam Savaþý’nýn muhaliflerinden Bill Clinton gibi. Bazý gazeteciler 1977’de, Vietnam yenilgisinin ve Richard Nixon aleyhindeki suçlamalarýn ardýndan baþkan seçilen Jimmy Carter ve Obama arasýnda bir analoji (benzeþim) kurdular. Aralarýnda derin farklýlýklar olsa bile, ortak bir zemin üzerine yükseldikleri görülüyor: emperyalizmin ve politik sisteminin derin krizlerini aþma ihtiyacý ve sonuç olarak farklý görünme gerekliliði. Örneðin, seçim kampanyasý boyunca Carter bütün konuþmalarýna, “Ben bir avukat deðilim, Ben Washington’dan deðilim.” diyerek baþlýyordu. Fakat bütün o “farklýlýklar” yalnýzca biçimsel sorunlarý etkiliyordu: bütün hepsi diþleri ve týrnaklarýyla, yaþamak zorunda olduklarý somut þartlar altýnda, Amerikan emperyalizminin çýkarlarýný savundular. Ýþte bu yüzden –eðer Obama baþkan seçilirse-, bütün dünyanýn iþçileri ve halklarý bütün güçleriyle, Obama’ya karþý savaþmak zorunda kalacaklar. 12 Haziran 2008
ENTERNASYONAL
Obama, “etnik sorun”dan daima kaçýnmayý denedi. Bu konudan bahsetmek zorunda kaldýðý her defasýnda, nabza göre þerbet verdi ve “Amerikan toplumu”nun bu sorunun üstesinden gelebilme noktasýnda ilerlediðine dair numara yaptý. Örneðin, 2004’te Ulusal Demokrat Konvansiyonu’ndaki konuþmasýnda, “Liberal Amerika ve muhafazakâr Amerika gibi þeyler yoktur, Amerika Birleþik Devletleri vardýr.”9 dedi. Geçenlerde ise, kendisi ve kilisesinin papazýyla arasýna mesafe koyabilmek için (Bu papaz, ýrkçýlýðýn Amerikan toplumunun yapýsal ve tarihsel bir bileþeni olduðunu söylemiþti), “Papaz Wright’ýn büyük hatasý toplumumuzdaki ýrkçýlýkla ilgili konuþmasý deðildi, fakat O, toplumumuz deðiþken deðilmiþ gibi konuþtu. Sanki hiç ilerleme olmamýþ, sanki ülkemiz trajik geçmiþine koparýlamaz bir biçimde baðlýymýþ gibi...”10 Acaba, O’na oy veren milyonlarca Siyah ya da kaçak Latinolar ayný þekilde mi düþünüyorlar?
(Dipnotlar) 1 www.barackobama.com/issues/iraq 2 www.politico.com/blogs/bensmith 3 afp.google,com/article, 4/6/2008 4 blogdoalon.blogspot.com, 13/2/2008 5 http://www.barackobama.com/issues/ economy 6 “Propuesta a los inmigrantes”, Gray Brooks, 1/5/2008 7 Courrier International n°120 , 12/4/2006 (http://www.litci.org/). 8 www1.folha.uol.com.br/folha/mundo, 23/5/2008 9 presidenciais2008.wordpress.com/ 2008/02/03/perfil-de-barack-obama 10 foro.univision.com/univision, 18/3/08
19
Mülteciler sorunu…
67 Milyon Ýnsan Kaç Vatandaþ Eder? 67 milyon olarak tespit ediyor BM Mülteciler Yüksek Komiserliði mülteci ve zorunlu göç edenlerin sayýsýný, Mülteciler Günü dolayýsýyla açýkladýðý raporda. 67 milyon insan… Yani dünya nüfusunun yaklaþýk yüzde biri: Kapitalist yýkýcý güçlerin bilânçosu. Kapitalizmin bölen, dýþlayan, sindiren, sömüren ve… Öldüren… düzeni içinde yuttuðu hayatlar. 67 milyon: Görünen ve görünmeyen, ötemizde berimizde büyüyen ‘ötekiler’. Hani þu ‘kaçak’ dediklerimiz, ‘illegal’ olarak nitelediklerimiz, yasal olmayan yollardan ‘sýnýrlarýmýza’ giren ‘suçlular’ var ya iþte onlar! Varlýklarýný, isyan edip iki polisi rehin aldýklarýnda hatýrladýklarýmýz (11 Haziran 2008, Kýrklareli GOP Misafirhanesi); kafasýna çekiçle vurduðumuz; Dicle Nehri’nde boðulmalarýna sebep olduklarýmýz (23 Nisan 2008); kaçtýklarý, canlarýný güvende hissetmedikleri ülkelerine geri gönderdiklerimiz var ya iþte onlar! Ýnsan haklarý ile devlet ‘haklarý’ arasýnda çiðnediðimiz 67 milyon... Ýnsan... Mülteci haklarý Ancak bunca insanýn hayatýný belirleyen mülteci ve göçmen statülerini tanýmlamaya ve onlarýn haklarýný belirlemeye yönelik gerekli ve hatta zorunlu adýmlar dahi atýlmamaktadýr. Konuyla ilgili tek düzenleme Ýnsan Haklarý Evrensel Beyannamesi’nin 14. maddesinde vurgulanan “tüm insanlarýn zulüm altýnda baþka ülkelere sýðýnma olanaklarýndan yararlanma hakký”ndan yola çýkýlarak düzenlenmiþ, 1951 Mültecilerin Statüsüne Ýliþkin Birleþmiþ Milletler Sözleþmesi’dir. Bu sözleþme, mülteciyi, ülkesini devletin kendisini ciddi insan haklarý ihlallerine karþý korumamasý ya da koruyamamasý nedeniyle terk eden kiþi olarak tanýmlamaktadýr ve konuyla ilgili düzenlemeleri sözleþmeye taraf olan devletlerin ve BM Mülteci Yüksek Komiserliðinin sorumluluðuna býrakmaktadýr. Baþka bir deyiþle, iltica hakký ve mülteci haklarý teoride kýsmi de olsa tanýmlanmýþtýr ve bugün 147 ülke bu uluslararasý sözleþmeye taraftýr. Ancak pratikte bu haklarýn güvence altýna alýnmasý, devletlerin iç hukuklarýnda konuyla ilgili yapmalarý gereken düzenlemeleri ve hükümet politikalarýný gerektirmektedir; sözleþmenin ihlali durumunda ise devletlere uygulanabilecek hiçbir yaptýrým bulunmamaktadýr. Bu durum, konunun ele alýnýþýnda daha en baþýnda bir yapýsal bozukluk olduðunu ortaya koymaktadýr.
20
Burjuva ulusal ve ulus devletlerin sýnýrlarý içinde mülteci ve göçmen sorunu, göçmene ve mülteciye ve daha da önemlisi göç veya iltica etmeye neden olan sebeplere dair deðil ‘devlete’ dair bir sorun olarak algýlanmakta ve sözde düzenlemeler kapitalist devletlerin sýnýr ve vatandaþlýk politikalarýnýn bir devamý olacak biçimde oluþturulmaktadýr. Birçok Avrupa ülkesinde (Almanya, Ýspanya, Ýtalya vs.) bu zihniyetin yansýmasý olarak “yasadýþý göçmen” kavramýnýn çoðu zaman mülteci statüsündeki kiþileri de kapsayacak biçimde kullanýmý tercih edilmektedir. Çünkü bu kullaným cezai yaptýrýmlar ve caydýrýcý önlemler içeren devlet politikalarýný meþru kýlmaya hizmet etmektedir. Türkiye de bir yandan kendi ulusal ‘duyarlýlýklarý’ bir yandan Avrupa devletlerinin kendi sýnýrlarýna gösterdikleri ulusal ‘duyarlýlýklar’ sonucu (Türkiye Akdeniz yolu ile Avrupa’ya geçiþte bir transit ülke olarak konumlanýyor) bu cezai yaptýrýmlarýn ve caydýrýcý olmaya yönelik politikalarýn yoðun olarak uygulandýðý ülkelerden biridir. Türkiye’de mülteci statüsü Türkiye’de Birleþmiþ Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliði’ne kayýtlý 13 bin civarýnda mülteci bulunmaktadýr. Ancak süregiden anlayýþ, son Kýrklareli GOP misafirhanesinde yaþanan ‘isyan’ da göz önünde bulundurulduðunda, politikalarýn acizliðine dair bir izlenim oluþturabilecek kadar kuvvetlidir. Türkiye, 1951 Cenevre Sözleþmesi‘ne “coðrafi sýnýrlama” þartý ile taraf olmuþtur. Buna göre, Türkiye yalnýzca Avrupa’dan gelen mülteci konumundaki kiþilere iltica hakký tanýmaktadýr. Avrupa dýþýndan gelen mülteci konumundaki kiþilere ise yerleþecekleri bir üçüncü bölge belirlenene kadar geçici sýðýnma ve dolayýsýyla geçici koruma saðlamaktadýr. Ancak uygulamada bu þartlý taraflýðýn da gerisine düþülmektedir. Türkiye’ye sýðýnanlarýn ya da Türkiye’yi bir geçiþ ülkesi olarak kullananlarýn statüsünü belirlemeye yönelik iþlemesi gereken prosedür yavaþlatýlmakta, bu süre içinde sözde misafirhanelerde tutulan mülteciler ve göçmenler için ise durum daha çok bir hapishaneyi andýrmaktadýr. Mülteci statüsü belirlenmiþ kiþilerse saðlýk, eðitim, çalýþma gibi temel haklarýndan bile mahrum býrakýlmaktadýrlar. Bazýlarýnýn, mülteci statüsüne raðmen sýnýr dýþý edilmeleri bile söz konusu olmuþtur. Kýrklareli GOP Yabancý Misafirhanesi’nde yaþanan olaya, isyana, tüm bunlarý göz önünde tutarak bakmak gerekir. Çünkü bu açýdan bakýldýðýnda, bu olayýn, hem 67 milyon hayatýn hem de dünya çapýnda mülteci ve göçmenlere karþý uygulanan politikalarýn bir temsili olduðu görülür. Çünkü bu açýdan bakýldýðýnda, kapitalist sistemin, yarattýðý sorunlara çözüm bulabilmesi beklentisinin en iyi bir iyi niyetin ötesine geçemeyeceði anlaþýlýr. Bugün ‘67 milyon’dan söz edilmektedir. Söylesin hesap yapmayý iyi bilen kapitalist devletler(imiz) 67 milyon insan kaç vatandaþ etmektedir? Elvan Alaz, 2 Temmuz 2008