Yeni Dönem Sayı: 5 Emekçi halkımızı hükümeti mahkum etmeye çağırıyoruz! – İ ŞÇİ CEPHESİ Yerel seçimler arifesinde Türkiye – GÜNDEM 28 Mart oy sandığı: emek mi, sermaye mi? – ARİF BENOL Kıbrıs yol ayrımında – MURAT YAKIN Irak’ta direniş kitleselleşiyor – CİHAT AKTAR Kamuda Talan Tasarısı – FİRUZE KAR Emekçiler Asgari ücret kıskacında – MAVİ MAYIS Lenin’in izinde – ARİF BENOL Irak’ın işsizler ordusu – İKP Avrupa Anayasası’na Hayır ! – ISL Yolanda hep bizimle ! – MURAT YAKIN Şişecam işçileri mücadeleye devam ediyor – ARİF BENOL
Açıklama [1]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [2]: <!--[endif]--> Açıklama [3]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [4]: <!--[endif]-->
Emekçi halkımızı, sömürgecilerin ve asker-polis rejiminin işbirlikçisi AKP Hükümetini ve CHP’nin sahte muhalefetini mahkum etmeye çağırıyoruz ! İşçi Cephesi Türkiye bir kez daha tarihinin en önemli seçimlerinden birini yaşıyor. Bu seçimlerin önemi, sadece ilçemizi ve mahallemizi yönetecek belediye başkanlarının, muhtarların ve belediye meclisi üyelerinin seçilmesinde değil. İktidar partisi olan AKP ve parlamentodaki tek muhalefet partisi CHP, bu seçimlerde, izlemekte oldukları ulusal ve uluslararası politikalar için halktan destek istemekteler.
Açıklama [5]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [6]: <!--[endif]--> Açıklama [7]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [8]: <!--[endif]--> Açıklama [9]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [10]: <!--[endif]--> Açıklama [11]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [12]: <!--[endif]--> Açıklama [13]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [14]: <!--[endif]-->
Bu iki parti parlamentoya, bir buçuk yıl önce düzenlenen genel seçimler sonucunda girdiler. O zamandan bugüne yaşanan uluslararası ve ulusal gelişmeler, ve bu partilerin izledikleri politikalar, 28 Mart yerel seçimlerinden sonra yaşanacakların da ipuçlarını veriyor. AKP ve CHP bu seçimlerde kendi adayları için oy isterken, aslında halktan bugüne kadarki tutumları ve bundan sonra yapacakları için de güvenoyu talep etmekteler.
Açıklama [15]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [16]: <!--[endif]-->
Açıklama [17]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [18]: <!--[endif]-->
Biz, bağımsız devrimci sosyalist adayımızla bu seçimlere katılarak, işçi ve emekçi halkımızı bu düzen partilerine hayır demeye, onlara istedikleri güvenoyunu vermemeye çağırıyoruz. Neden? 1. AKP hükümeti sömürgecilerle işbirliği yapmıştır. Amerikan ve İngiliz emperyalistleri Irak’a saldırarak binlerce insan öldürmüşler, bu ülkeyi sömürge yönetimine bağlamışlar, zenginliklerini talan etmeye girişmişler, halkını kölece bir yaşama mahkum etmişlerdir. AKP iktidarı bu yağmacı emperyalizmi desteklemiştir. Hatta asker yollama kararı bile çıkarmıştır. Irak’a emperyalizmin emrinde asker gönderilmesini CHP de desteklemiştir. AKP hükümeti, Filistin topraklarını işgal altında tutan ve halkını en temel demokratik haklarından mahrum eden Siyonist İsrail devleti ile de işbirliği yapmaktadır. Biz halkımızı, bağımsız devrimci sosyalist adayımıza oy vererek, düzen partilerinin bu emperyalizm yanlısı politikasını kınamaya, ve Irak’taki kahramanca anti-emperyalist direniş ile Filistin halının mücadelesinin yanında yer almaya çağırıyoruz:
Açıklama [19]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [20]: <!--[endif]--> Açıklama [21]: <!--[if !supportLists]--> Açıklama [22]: <!--[endif]-->
Emperyalizm Irak’tan ve tüm Ortadoğu’dan defol! Yaşasın Irak direnişi! Yaşasın Filistin İntifadası! 2. AKP hükümeti, IMF’nin işbirlikçisidir. IMF ise, Amerikan emperyalizminin dünyayı ekonomik diktatörlüğü altına alıp sömürgeleştirmesinin bir aracıdır. IMF, bizimki gibi emperyalizme bağımlı ülkelerde, işçi ve emekçi halka yönelik ekonomik saldırı planlarını hazırlar, kendine bağlı hükümetlerle ve işverenlerle birlikte uygulamaya koyar. Bu saldırının en önemli araçlarından biri o ülkeyi borçlandırmaktır. Ardından özelleştirmeler, taşeronlaştırmalar, çalışma koşullarının ve iş saatlerinin esnekleştirilmesi, ücretlerin düşürülmesi, sendikasızlaştırma gibi politikalar gündeme gelir. Bugün emekçilere, işçilere, “para yok” diyen hükümet ve patronlar, IMF ve ABD emperyalizmi karşısında boyun eğiyorlar. Bütçe kaynaklarını ABD ya da bankacıların borçlarını ödemek için kullanıyorlar. Yoksulluk sınırı 1 milyar 500 milyon lirayı bulmuşken, asgari ücreti 303 milyon lirada tutuyorlar. AKP hükümeti IMF’nin bu planlarının uygulayıcısı, CHP ise destekçisidir. Zira her ikisi de Türkiye’deki emperyalizme bağlı mali ve sınai sermayenin partileridir. Biz halkımızı, bağımsız devrimci sosyalist adayımıza oy vererek, düzen partilerinin bu işbirlikçi politikalarını ve düzenledikleri karşı devrimci ekonomik saldırıyı reddetmeye davet ediyoruz:
Açıklama [23]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [24]: <!--[endif]--> Açıklama [25]: <!--[if !supportLists]--> Açıklama [26]: <!--[endif]-->
IMF ile tüm ilişkiler kesilsin! Dış borç ödemesine hayır! Özelleştirmelere hayır, özelleştirilen işletmeler yeniden millileştirilsin! İş Yasası, işçi ve emekçiler lehine yeniden düzenlensin! 3. AKP hükümeti, asker-polis rejiminin uşağıdır. Türkiye’yi gerçekte ne meclis ne de hükümet yönetmektedir, bütün bunların ipi asker ve polis rejiminin elindedir. Bu rejimin temel kaynağı diktatörlüğün hazırlamış olduğu gerici 1982 Anayasası ve ona dayalı olarak kurulan Milli Güvenlik Kurulu’dur. Bu Anayasa ve MGK yürürlükte kaldığı sürece Türkiye’de demokrasi olanaklı değildir. AKP mecliste çoğunluğu sağlayıp hükümeti kurunca, bazı halk kesimlerinde, bu partinin önceki vaatleri uyarınca, belirli bir umut, bir bekleyiş oluştu. Ama kısa sürede AKP hükümetinin, başörtüsü, imam hatip okulları gibi bir iki gerici amacının dışında MGK rejimiyle bir sorununun bulunmadığı açığa çıktı. Oysa, Türkiye’de son dört yılda, cezaevleri koşullarının iyileştirilmesi, siyasi tutuklulara baskıya son verilmesi için yapılan açlık grevi ve ölüm orucunda 107 kişi öldü. Yüzlercesi ise, tedavisi olanaksız hafıza kaybı, felç gibi hastalıkların kurbanı oldu. DEP’li dört milletvekili ise, yalnızca Kürtçe konuştukları için 10 yıldır hapiste. Kürtlerin üzerindeki baskılardan grevlerin ertelenmesine, üniversiteli gençlerin okuldan atılmasına, mitinglerin yasaklanıp göstericilerin coplanmasına kadar tüm anti-demokratik uygulamaların yürütücüsü, asker-polis rejiminin uşağı olan AKP hükümetidir. Bu rejimin, meclisteki asıl sözcüsü ve gözcüsü ise CHP’dir. Biz halkımızı, bağımsız devrimci sosyalist adayımıza oy vererek, asker-polis rejiminin
Açıklama [27]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [28]: <!--[endif]--> Açıklama [29]: <!--[if !supportLists]--> Açıklama [30]: <!--[endif]-->
uygulayıcıları ve sözcüleri olan AKP ve CHP’nin demokrasi karşıtı politikalarını reddetmeye davet ediyoruz. 1982 Anayasası yürürlükten kaldırılsın, MGK lağvedilsin!
Açıklama [31]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [32]: <!--[endif]-->
Kürt halkına anadilde eğitim başta olmak üzere, emekçilerin, kadınların, gençlerin tüm demokratik, siyasi hak ve özgürlükleri tanınsın! Demokrasi için emekçilerden oluşan bir Kurucu Meclis için ileri! Açıklama [33]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [34]: <!--[endif]--> Açıklama [35]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [36]: <!--[endif]--> Açıklama [37]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [38]: <!--[endif]--> Açıklama [39]: <!--[if !supportEmptyParas]-->
Yerel seçimler arifesinde Türkiye: Yalanlar ve gerçekler...
Açıklama [40]: <!--[endif]--> Açıklama [41]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [42]: <!--[endif]--> Açıklama [43]: <!--[if !supportEmptyParas]-->
İşçi Cephesi
Açıklama [44]: <!--[endif]--> Açıklama [45]: <!--[if !supportEmptyParas]-->
Türkiye yeniden bir seçim dönemi atmosferine giriyor. Kılıçlar çekildi ama henüz esas mücadele başlamadı. Şimdilik taraflar rakiplerini tartmakla yetiniyor. Kuşkusuz bu durum uzun sürmeyecek. Kısa süre içinde ortalık toz duman olacak. Nitekim atışmalara, had bildirmelere bugünden tanık oluyoruz. En iyisini biz biliriz, biz yaparızcılar her zamanki gibi sahnede; hünerlerini ufaktan gösterme telaşındalar... Türkiye işçi sınıfı, yoksul emekçi kitleler ve ezilen, sömürülen tüm kesimler bu yalanlar ve gerçekler oyununu yakından izlemeli; çünkü bu oyunda sahte kahramanların kazanması ancak onların kaybetmesiyle olanaklı. Eğer işçiler ve emekçiler yalanlara artık karnımız tok derlerse daha fazla kâr, güç ve iktidar isteyen patronlar kaybedecektir. Yalana tok emekçiler karşısında ne patronlar, ne onların işbirlikçileri, ne de hükümetleri ve emperyalist uzantıları ayakta kalabilir. Yeter ki yalanın saltanatına karşı işçi-emekçi gerçeği ayağa kalkıp kendini göstersin...
Açıklama [46]: <!--[endif]--> Açıklama [47]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [48]: <!--[endif]--> Açıklama [49]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [50]: <!--[endif]-->
Açıklama [51]: <!--[if !supportEmptyParas]-->
AKP neyi temsil ediyor, ne istiyor? AKP’ye karşıyız, ona karşı mücadele ediyoruz. Ama İslamcı ya da özel bir gericiliğin temsilcisi olduğu için değil. Sermayeden yana işçi düşmanı kapitalist bir parti olduğu için. Bugün AKP hükümeti Türkiye’nin uluslararası sermaye ile bütünleşmesinin, emperyalist yeniden yapılandırılmasının uygulayıcısıdır. İMF programının uygulamada olmasının anlamı da budur. AB’ye girme adına yapılan düzenlemeler de dahil olmak üzere hükümetin izlediği program bu amacın gerçekleşmesini hedeflemektedir. Bu nedenle AKP’yi sermayeden yana işçi-emekçi düşmanı bir parti olarak görüyoruz ve bu nedenle hükümetin programını bir karşı devrim saldırısı olarak tarif ediyoruz.
Açıklama [52]: <!--[endif]--> Açıklama [53]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [54]: <!--[endif]-->
Açıklama [55]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [56]: <!--[endif]-->
Bizim için esas olarak AKP’nin İslamcılığı ya da “gericiliği” onun bu işçi düşmanı kapitalist niteliğini örtmekte kullanıldığı için dikkate değerdir ve o oranda önemlidir. Şunu unutmayalım; AKP, geleneksel değerlere sahip emekçi kitlelerin gözünde İslam’ın ve ahlakın koruyucusu bir parti ve hükümet olarak görülmekten rahatsız değil ve üstelik sanılanın aksine bu imajdan memnuniyet duymakta ve bu durumu ince bir şekilde kullanmaktadır. Programlarının uygulayıcısı olan AKP’nin dini duyarlılıkları olan emekçi kitlelerin gözünde İslam’ın ve ahlakın temsilcisi olarak görülüp benimsenmesinden dolayı Türkiye burjuvazinin ve emperyalist güçlerin AKP’ye olan “inancı, desteği ve memnuniyeti” bizce iki kat fazladır. AKP’nin taşımaktan rahatsız olmadığı bu “İslamcı” sıfatı Türkiye’nin özel şartları içinde giderek daha fazla taşımayı “öğrenmesi” oranında (özellikle 28 Şubattan bu yana) patronların gözünde değeri artmıştır ve bu durum bugün için AKP’yi “alternatifsiz” bir konuma getirmiştir. Şimdi bu koşullar altında Türkiye bir yerel yönetim seçimleri sürecine girmiş bulunuyor. “AKP neyi temsil ediyor, ne istiyor?” sorusuna gerçek anlamda cevaplar verilemediği ölçüde AKP’nin yükselişi devam edecektir. Kuşkusuz AKP seçimlerden daha güçlü çıkmasını bir güvenoyu olarak sunacak ve bu aynı zamanda dolaylı şekilde neo liberal karşı devrim saldırısının devamına onay anlamına gelecektir. Neo liberalizm, özelleştirmeler, işsizlik... Öyleyse İslamcılık, gericilik, laiklik tartışmalarıyla görülmez hale gelen saldırıları berraklaştırmak gerekiyor... Özelleştirmeler hızla sürüyor. Yerli, yabancı sermaye güçlerine satılan kamu işletmeleri işsizliği, yoksulluğu yaygınlaştırıyor. Yürürlüğe sokulan yeni iş yasası ile çalışma ücretleri, saatleri ve koşulları, kıdem tazminatı gibi kazanılmış haklar işçi ve emekçiler aleyhine yeniden düzenlendi ve tüm işyerlerinde uygulamaya giriyor. Sendikasızlaştırma, taşeronlaştırma bu saldırının doğal bir uzantısı olarak işliyor. Sosyal güvenlik sisteminin tasfiyesi, sağlık, ulaşım ve eğitim gibi en temel alanların özelleştirilmesi yürürlükte. Çalışabilenler için emeklilik ulaşılabilir bir hedef olmaktan uzaklaşıyor. İşsizlik ve yoksulluk mutlak bir nitelik kazanmış durumda. Ücretler istikrarlı bir şekilde eritiliyor. Asgari ücret yoksulluk sınırının dörtte birinden daha az. Anlatmak, örneklemek için yerimiz yetmiyor ama saldırıların ardı kesilmiyor: Kamu Yönetimi Temel Kanunu ve Yerel Yönetimler Yasası belediyelerin özelleştirilmesi için gün sayıyor... Bu tabloya rağmen Tayyip Erdoğan’a ve tabii ki patronlara göre Türkiye’ye bahar gelmek üzere! Enflasyon düşüyor (ama istihdam artmıyor aksine işsizlik istikrarlı şekilde artıyor), borsa yükseliyor (ama üretim, yatırım yükselmiyor), patronlarımız kârlarını yükseltiyor (ama emekçilerin alım güçleri azalmaya devam ediyor), yabancı sermaye Türkiye’yi yatırım için uygun ülkeler sınıfına dahil ediyor (ama bu ülkenin işçileri, emekçileri için bu ülke yaşanamaz hale geliyor)... Bu koşullar altında artan işsizlik ve yoksulluğa karşı, eğitim ve sağlık haklarının ellerinden alınmasına karşı, özgür ve eşit koşullarda yaşamalarının engellenmesine karşı hayır demek isteyen işçi ve emekçiler asker-polis rejiminin en sert saldırı ve engellemelerine maruz kalıyor. Memleket dahilinde izlenen bu politika hudutlar dışında yoksul ülke halklarının işgal edilip, sömürgeleştirmesine onay vermeye, katılmaya kadar uzuyor. Bu tabloya rağmen Yerel Seçimler arifesinde sadece laiklik karşıtı olduğu iddiasıyla AKP’ye karşı “milli cephe”ler önerenlerin, “Kıbrıs’ı veren haindir!” diyenlerin, Irak’ta Kürt Devleti kurduracaklar diye kuduranların AKP’nin işçi-emekçi düşmanı bir saldırı programının uygulayıcısı olmakla ilgilenmediğini aksine DSP, ANAP, MHP, YTP gibi dün aynı saldırı programının uygulayıcısı olduklarını biliyoruz. DYP, CHP, SHP, SP başbakan, bakan, milletvekili olarak bizzat hükümet olup bu işçi-emekçi düşmanı
Açıklama [57]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [58]: <!--[endif]-->
Açıklama [59]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [60]: <!--[endif]--> Açıklama [61]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [62]: <!--[endif]-->
Açıklama [63]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [64]: <!--[endif]-->
Açıklama [65]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [66]: <!--[endif]-->
programları uygulamadılar mı? Açıklama [67]: <!--[if !supportEmptyParas]-->
CHP’nin muhalefeti!
Açıklama [68]: <!--[endif]-->
AKP öcüdür! CHP’in AKP karşıtı muhalefeti gevezelikler bir kenara bırakılırsa sadece bu sözlerle özetlenebilir. Tarihinin en büyük ekonomik, politik ve ideolojik saldırısıyla karşı karşıya olan Türkiye işçi sınıfına CHP’nin önerdiği sadece “laiklik” mücadelesidir. CHP’nin laiklik mücadelesinin orduyu göreve çağırmakla sınırlı, devletçi, bürokratik, darbeci ve mevcut baskı rejimini baş tacı yapan bir çizgide olduğunu biz tartışmaya ihtiyaç duymuyoruz. Kuşkusuz Deniz Baykal ve CHP kurmayları bunu “ulusal birlik ve beraberlik temelinde cumhuriyet değerlerinin korunması” diye tanımlamayı tercih edecektir. Kimsenin kafası karışmasın, aslında CHP şunu söylemek istiyor: “Biz AKP’nin izlediği saldırı programının laik olanına talibiz.” Bir gün olsun cumhuriyet lafını ağzından düşürmeyen bu kesimden bu ülkenin işsizlik, yoksulluk, açlık içindeki işçi ve emekçilerinin durumuyla ilgili bir söz duydunuz mu? CHP hükümete ortak olduğu zamanlarda işçi ve emekçilere tüm ekonomik, siyasal, sosyal haklarını verdi ve şimdi AKP bütün bunları geri alıyor değil. AKP’nin neo liberalizm yanlısı kapitalist bir parti olduğu ve İslamcı, muhafazakar motifleri kendi çıkarları doğrultusunda kullandığı CHP’nin tarifine gerek olmaksızın bizler için açık çünkü yaşıyoruz. Sorun şu ki CHP muhalefeti sınıfsal değil tamamen çıkarsal ve o çıkar hiçbir şekilde geniş kitlelerin çıkarlarını temel almıyor.
Açıklama [69]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [70]: <!--[endif]-->
Açıklama [71]: <!--[if !supportEmptyParas]-->
SHP gölgesinde Demokratik Güç Birliği 5 Nisan 1994 kemer sıkma kararlarının Tansu Çiller ile birlikte iki önemli simasından biri olan Murat Karayalçın’ın partisi SHP, peşine beş “sol/sosyalist” partiyi (DEHAP, ÖDP, Özgür Parti, EMEP ve SDP) takmanın başarı ve gücüyle 28 Mart seçimlerine giriyor. Diğer partiler gibi onlarda kendilerine oy isteyecek. DGB’yi oluşturan partilerin tümünün bu güç birliği içinde olma nedenleri ve dolayısıyla beklentileri var. SHP, adının verdiği meşruiyet ile diğerlerinin çatısı olmayı sağladı. Olmayan seçmenini bu sayede oluşturmanın rahatlığını yaşıyor. Olası bir başarı durumunda (örneğin DGB’nin yüzde 10 üzerinde bir oy alması) SHP’nin pazarlık gücünün artmasına güvenerek yeni noktalara sıçramayı denemesi olasıdır. DEHAP kurmayları Türkiye’nin partisi olma uğraşında DGB’nin değil ama SHP’nin bir rol üstlenebileceğine inanıyor olsa gerek; çünkü 3 Kasım seçimlerinde 1,5 milyon oy almış bir partinin kendisinin onda biri büyüklükte seçmeni olan bir partiye kendini yaslamasının başka bir açıklaması olamaz. DBG’nin (Özgür Parti bir yana bırakılırsa, bilindiği üzere bu parti DEHAP’ın kapatılmasına karşı önlem olarak kuruldu) diğer partilerinin durumunu SHP ve DEHAP’a göre daha ayrı değerlendirmek gerekir. Bir sonraki yazımızda İşçi Cephesi olarak seçimlerdeki tutumumuzla birlikte DGB’yi ve bu partilerin seçim tutumlarını daha ayrıntılı olarak ele almaya çalışacağız...
Açıklama [72]: <!--[endif]--> Açıklama [73]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [74]: <!--[endif]-->
Açıklama [75]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [76]: <!--[endif]--> Açıklama [77]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [78]: <!--[endif]--> Açıklama [79]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [80]: <!--[endif]--> Açıklama [81]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [82]: <!--[endif]--> Açıklama [83]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [84]: <!--[endif]-->
28 Mart oy sandığı: Emek mi, sermaye mi?
Açıklama [85]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [86]: <!--[endif]--> Açıklama [87]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [88]: <!--[endif]-->
Arif Benol Çok değil bundan sadece 15 ay önce, 3 Kasım’da, genel seçimler yapıldı. Genel seçimler öncesinde İşçi Cephesi olarak şu tesbiti yaptık: “Türkiye bir kez daha olağan bir olağanüstü erken seçimin arifesinde. 3 Kasım seçimleri, önceki seçimler gibi sıradan bir sıradışılık içinde gerçekleşiyor. Aynı yüzler, aynı yalanlar, aynı sahtekarlıklar, aynı soytarılıklar bıktırıcı bir tekrar içinde yeniden sahneleniyor. Değişen sadece işçi ve emekçilerin ağırlaşan yaşam şartları. Sorunları çözmeye aday olan TÜSİAD’cı, orducu, dinci, faşist partiler dün olduğu gibi bugün de sorunları çözmek bir yana daha da ağırlaştırarak kapitalist düzenin işlemesini teminat altına alıyorlar.” Şimdi, 28 Mart Yerel Yönetim Seçimlerine bir aydan daha az bir zamanın kaldığı şu günlerde, işçi sınıfı ve emekçiler için dünden farklı olan nedir? İşsizlik, yoksulluk mu azaldı, emekçilerin alım gücü mü yükseldi ya da daha özgür, daha adil ve eşit bir toplumsal düzene mi kavuştuk? Kuşkusuz 15 ay önce söylediklerimizi satır satır tekrarlamakla yetinmeyeceğiz. Diğer yandan bir gerçeğe işaret etmek amacındayız: Burjuvazi ve partileri tarafından sadece oy dönemlerinde hatırlanan, “kıymetleri” sadece oy pusulasının sandığa düştüğü ana kadar olan işçi ve emekçiler bir şeyi kesin olarak bilmelidir; 28 Mart sandığında oylanan şu ya da bu kişi ve parti değil bizzat kendisidir. Dolayısıyla işçiler ve emekçiler oylarını ya kendi çıkarları için verecekler ya da yenilgileri için...
Açıklama [89]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [90]: <!--[endif]-->
Açıklama [91]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [92]: <!--[endif]-->
Açıklama [93]: <!--[if !supportEmptyParas]-->
Sermaye partilerine oy yok! Niçin böyle diyoruz? 15 aylık AKP hükümeti kendinden önceki DSP-MHP-ANAP hükümetinin hazırladığı iş yasasını (ki bu yasa çalışma hayatının esnekleştirilmesi adıyla işçi ve emekçiler için işsizlik, yoksulluk, sendikasızlaştırma, taşeronlaştırma demek; kıdem tazminatı gibi kazanılmış hakların yitirilmesi demek...) uygulamaya soktu. Özelleştirmeler hızla devam ediyor. Son olarak TÜPRA Ş özelleştirildi. Sırada Petkim, Telekom ve diğerleri var. Eğitim, sağlık ve yerel belediye hizmetlerinin özelleştirilmesi bu sürece eşlik ediyor. Bu çerçevede son olarak Kamu Yönetimi Temel Yasa Tasarısı kanunlaşmak için gün sayıyor. Tahribat o kadar büyük ve saklanamaz durumda ki kimi sermaye partilerinin sözcülerinin bile Türkiye nüfusununun %70’nin yoksulluk sınırının altında yaşadığına ilişkin beyanatları basına yansıyor... Bu tablo bir kaza ya da bilinmezlik içermiyor, bilinçli bir siyasi tercihin sonucu. 3 Kasım’da sandıktan hükümet olarak çıkan AKP, 15 ay boyunca işçi ve emekçilere karşı bu saldırıları gerçekleştirdi. Şimdi bu saldırılarına devam edebilmek için 28 Mart sandığından yine lider çıkmak zorunda ve bunun için oy istiyor. AKP hükümetine verilecek her oy saldırılara destek ve güven anlamına gelecektir. Bu nedenle işçi ve emekçiler AKP ya da bir başka partiye değil aslında kendi geleceklerine oy verecekler. Kuşkusuz Türkiye 15 ay içinde bu hale gelmedi. AKP hükümeti döneminde saldırılar sadece genişledi, büyüdü ve hız kazandı. AKP kendinden önceki hükümetlerin (ANAP, SHP-DYP, REFAHYOL, DSP-MHP-ANAP vb...) çeşitli nedenlerle sürdüremediği ve/veya yarıda kalan saldırılarını devam ettirmekte. CHP’de bu saldırı programının bir parçası. CHP’nin AKP ile “zıtlığı” bu saldırı programından kaynaklanmıyor. CHP sadece saldırıları başka bir “kıyafet” içinde yapmaya aday. Buna “laiklik, çağdaşlık” gibi adlar vermek ne işçi ve emekçilere yönelik neo liberal saldırların hedefini ve şiddetini azaltıp değiştiriyor ne de başta Kürt halkı olmak üzere ezilen ve sömürülen diğer toplumsal kesimlerin üzerindeki baskı ve saldırıları ortadan kaldırmaya yol açıyor...
Açıklama [94]: <!--[endif]--> Açıklama [95]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [96]: <!--[endif]-->
Açıklama [97]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [98]: <!--[endif]-->
Açıklama [99]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [100]: <!--[endif]-->
Açıklama [101]: <!--[if !supportEmptyParas]-->
AB’cilere oy yok!
Açıklama [102]: <!--[endif]-->
Sadece CHP değil SHP’de bu saldırı programının parçasıdır. Haftalardır Murat Karayalçın’ın CHP’ye yaptığı ortaklık çağrılarını okuyoruz. CHP için saydıklarımız aynı şekilde SHP için de geçerlidir. Nitekim Karayalçın hedeflerde bu derece benzer olan partilerin (CHP gibi YTP, CTP ve DSP’nin de) ayrı durmasına anlam veremediğini her fırsatta dile getirdi, halen dile getiriyor ve yaşanacak olası başarısızlıkların yakınlaşmayı sağlayacağını kendince umuyor... SHP-CHP ayrılığı ideolojik, politik-programatik değil kişisel düzlemde oluşmuş geçici bir ayrılıktır. Yaşananlar, söyleneler, yazılıp-çizilenler ve uygulama bunun kanıtı. Demokratik Güç Birliği (DGB) adıyla, SHP çatısı altında seçimlere giren DEHAP, Özgür Parti, ÖDP, EMEP ve SDP bu durumda kendi hedeflerini ve pozisyonlarını nasıl konumlandırıyor olabilir? Kuşkusuz her ittifak, her işbirliği-güçbirliği belirli esneme ve fedakarlıkları gündeme getirir. Taraflar en az tavizle en yüksek faydayı sağlamaya çalışır. Bunlar gerçekler... Oysa DGB’yi oluşturan partilerin tercihi SHP önderliğinde bir ittifak oluşturmak oldu. Böylece DGB, “emek, barış, demokrasi” ekseninde hareket etme iddiasından SHP’nin önderliğinde Türkiye için bir “umut projesi” sunma yanılsaması yaratma noktasına savruldu. Ayrıca unumayalım, DGB’nin sadece SHP ile ittifak yapabilmiş olması CHP’nin ve aynı şekilde İsmail Cem’in partisi YTP’nin bu ittifakı reddetmesiyle oldu... Sivil toplum mücadelesi değil sınıf mücadelesi! DGB seçim ittifakı “samimi” bir AB yandaşlığı ötesinde hiç bir siyasi proje önermemektedir. DGB’nin alâmet-i fârikası “samimiyetsiz” AB’ciler karşısına samimi AB’ciler olarak dikilmekten ibarettir. “Müşteri değil yurttaşız!” şiarıyla yeni bir politik eksen çizen; daha da ötesi bu eksende “yeni bir dünya” öneren anlayış toplumsal değişim ve gelişimin sivil toplumcu temellerde “evrimsel” yapılanmasına işçi ve emekçileride ortak etmek istiyor. Bu çerçevede uzun bir süre önce en yetkili ağızlarından; “Türkiye bir AB ülkesi olsaydı bir Kürt Halk hareketi olmazdı. Türkiye AB’ye girdiğinde biz hedeflerimizi gerçekleşmiş sayarız” açıklamasını yapan DEHAP yönetimi için kağıt üzerinde “yurttaş” olma aşamasına geçmek belli ki bir ölçü. Oysa bunun bir ölçü olmadığını bir AB ülkesi olan İspanya’nın DEHAP’ı sayabileceğimiz BASK partisinin yasadışı ilan edilip kapatılması ve bir çok üyesinin terör suçlusu olarak tutuklanması örneğinde net olarak görüyoruz. Benzer şekilde Korsika, İrlanda bu listeye hemen eklenecek örnekler. Çeşitli nedenlerle DGB’nin bu politik hattına giren diğer partiler (SDP, EMEP) önümüzdeki dönem içinde ya bu sivil toplumcu AB yolunda devam ederek kemikleşecek ya da emek ekseninde devrimci bir kopuşu gerçekleştirecektir. DGB Türkiye solunda yeni bir kümelenmenin göstergesidir... İşçiler ve emekçiler sivil toplumcu, AB’ci anlayışlara 28 Mart sandığından geçit vermemelidir... Kapitalist sömürüye, emperyalist işgale, asker-polis rejimine oy yok! İMF’ci, AB’ci, işgalci, sermaye yanlısı, mafyacı, faşist, milliyetçi, hortumcu, vurguncu partilere karşı devrimci sosyalist bir alternatife ihtiyaç var... Bu nedenle programımızı ve mücadelemizi Türkiye işçi sınıfının ve emekçilerin karşı karşıya olduğu saldırı ve sorunları temel alan bir eksen üzerine kurmalıyız. Mücadelede üç temel eksen öngörüyoruz: Neo liberal ekonomik karşı devrime karşı mücadele, haklar ve özgürlükler için siyasal demokrasi talebiyle asker-polis rejimine karşı mücadele ve emperyalist işgal ve sömürgeleştirmeye karşı anti-emperyalist temelde enternasyonalist bir mücadele...
Açıklama [103]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [104]: <!--[endif]-->
Açıklama [105]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [106]: <!--[endif]--> Açıklama [107]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [108]: <!--[endif]-->
Açıklama [109]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [110]: <!--[endif]-->
Açıklama [111]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [112]: <!--[endif]-->
28 Mart yerel seçimlerinde bu üç temel eksen üzerinden tavrını işçi ve emekçiler yönünde kullanmayan hiç bir parti ya da bağımsız adaya oyumuzu vermeyeceğiz. Adlarında “sosyal demokrat” ya da “sol” ibarelerinin olmasına değil politika ve uygulamalarında işçi sınıfından yana emek eksenli bir politik/programatik yönelişe sahip olmalarını temel alıyoruz. Yukarıda da sıraladığımız üzere biz İşçi Cephesi olarak bu seçimlerde işçi sınıfının çıkarlarını ön planda tutan ve sömürü, işgal ve rejim karşısında emekten yana devrimci sosyalist tutum alan bir parti olmadığını düşündüğümüz için devrimci sosyalist adayları destekliyoruz. Bu çerçeveden hareketle bağımsız devrimci sosyalist adaylarla seçimlere katılmayı öngörüyor ve güçlerimiz oranında bu yönde bir politik müdahale çizgisi geliştirmeyi hedefliyoruz. Amacımız seçimler boyunca AKP hükümetinden ve ana muhalefet partisi CHP’den başlayarak tüm sermaye partilerine karşı devrimci bir teşhir politikası izlemektir. Devrimci sosyalist ajitasyon ve propagandanın imkanlarını kullanarak sadece sermaye partilerine karşı değil aynı zamanda sınıf hareketini sivil toplumculuğa yamamak isteyenlere karşı da uzlaşmaz bir mücadele içinde olmak gerektiğini savunuyoruz. Bu nedenle sivil toplumculuğa, sol-sağ liberalizme ve ulusalcılığa karşı da devrimci sınıf politikasını savunuyoruz. Açıklama [113]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [114]: <!--[endif]--> Açıklama [115]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [116]: <!--[endif]--> Açıklama [117]: <!--[if !supportEmptyParas]-->
Kıbrıs yol ayrımında
Açıklama [118]: <!--[endif]--> Açıklama [119]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [120]: <!--[endif]-->
Murat Yakın AKP iktidarı bu günlerde Kıbrıs sorunu karşısında zorlu bir sınav veriyor. Türkiye’nin AB içindeki geleceğinin üstü örtük bir biçimde Kıbrıs sorununun çözümünde Türk hükümetinin oynayacağı “yapıcı“ role endekslenmiş olması, yalnız on yıllardır bir kangren halini almış Kıbrıs sorununu yeni bir aşamaya taşımadı, aynı zamanda Türkiye’de mevcut rejimin işleyişini tartışma konusu haline getiren yeni bir güçler savaşını kışkırtmış oldu. Geride kalan bir ay boyunca baş döndürücü bir politika trafiği gündeme geldi. Önce Kıbrıs’ın kuzey kesiminde gerçekleşen genel seçimler ve oluşan yeni politik kompozisyon ve ardından Annan Planı, müzakere şartları, Denktaş’ın rolü ve 1 Mayıs’tan önce çözüm tartışmalarında odaklanan bir zamana karşı yarış başlamış oldu. TÜSİAD ağırlığını koyuyor
Açıklama [121]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [122]: <!--[endif]--> Açıklama [123]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [124]: <!--[endif]--> Açıklama [125]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [126]: <!--[endif]-->
Açıklama [127]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [128]: <!--[endif]--> Açıklama [129]: <!--[if !supportEmptyParas]-->
22 Ocak 2004 tarihinde gerçekleştirilen 34. TÜSİAD genel kurulu, hem AB yanlısı finans burjuvazisinin AKP hükümeti karşısındaki duruşuna, hem de Silahlı Kuvvetler’in rejim içindeki mevcut konumuna yönelik tavrına ilişkin belirleyici ve üzerinde dikkatle durulması gerekli ipuçlarıyla doluydu. Görevini, Sabancı Grubu'ndan Ömer Sabancı'ya devreden TÜSİAD Başkanı Tuncay Özilhan neredeyse tüm konuşması boyunca AKP hükümetinin izlemekte olduğu siyaset ile TÜSİAD hedefleri arasındaki uyuma dikkat çekti. Dahası, Özilhan konuşmasında açık bir biçimde AB üyeliğinin yolunun Kıbrıs sorununda BM’in önerisi zemininde bir çözümden geçtiğini ifade ederek, "AB'ye üyelik sürecinde BM'nin Kıbrıs önerisi dikkatle değerlendirilmelidir" sözleriyle
Açıklama [130]: <!--[endif]-->
AKP hükümetine yönelik yüreklendirici ve güçlü bir mesaj göndermiş oldu. Kuskusuz tam da Kıbrıs sorunun masaya yatırıldığı ve Türkiye’nin AB ile müzakere süreci tartışmalarının yoğunlaştığı bir dönemde, TÜSİAD yönetiminin ulusalcı güçler ve ordu yönetim kademelerinde yer alan muhalif kesimlere dönük olarak ağırlığını bu denli net ve belirleyici bir biçimde koymuş olması, burjuva siyasetinde TÜSİAD patentli büyük sermaye, müslüman demokrasiye entegre olmuş İslamcı finans çevreleri ve medya tekelleri arasında şekillenmekte olan yeni bir saflaşmanın da açık bir göstergesiydi. 23 Ocak tarihinde gerçekleştirilen MGK toplantısı ise, en azından Silahlı Kuvvetler’in yönetim kademesinin “AB hedefi“ doğrultusunda rejim içindeki ağırlığından belirli ölçülerde taviz vermeye eğilimli olduğunu gösterdi. İlk kez bir MGK metninde Kıbrıs sorununun çözümünde Annan Planı’nın “temel alınabileceği“ ve bu konuda bir milli mutabakata varıldığı belirtilmekteydi. Görünen o ki, Kıbrıs’ta çözüm yolunda devletin üst organlarında şimdilik bir orta yol bulunmuş durumda.
Açıklama [131]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [132]: <!--[endif]-->
Açıklama [133]: <!--[if !supportEmptyParas]-->
Sorunun kaynağı olanlar çözüm olabilir mi? “Kıbrıs sorununun“ tarihi, emperyalizmin Kıbrıs üzerinde hakimiyet mücadelesinin bir tarihidir. Aynı zamanda adadaki İngiliz emperyalizmine karşı gelişerek güçlü bir dinamiğe dönüşen bağımsızlık hareketiyle başlayan bu kanlı tarih, emperyalizmin bu hareketi kırmak için Türk ve Yunan devletlerini de müdahil ederek sinsice kışkırttığı kanlı bir iç savaşla yeni bir çehre kazandı. Kıbrıs devletinin bağımsızlığına dönük uzun bir yıpratma savaşının ardından, “garantör“ devlet sıfatını kullanarak Türk devletinin adanın kuzey kesimini işgali, geride bağımsızlığını yitirmiş, ekonomik olarak tahrip olmuş ve duvarlarla ortadan ikiye bölünmüş bir Kıbrıs bıraktı. Şimdi, aynı emperyalizm aynı devletlerden ve bu kanlı tarihte kendi üstlerine düşen bölücü ve parçalıyıcı rolü hakkıyla yerine getirmiş olan Denktaş, Klerides, Papadopulos gibi politik aktörlerden “sorunun çözümünü” talep ediyor. Kanlı tarihin, parçalanmışlığın ve bağımlılığın sorumluları kenara çekilmeden, hatta “savaş suçlusu” olarak mahkum edilmeden, Kıbrıs halkının geleceği bizce hala karanlıktadır.
Açıklama [134]: <!--[endif]--> Açıklama [135]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [136]: <!--[endif]-->
Müzakere masasına yatırılan Kıbrıs’ın özgürlüğü Bugün emperyalizmin BM eliyle masaya sürmüş olduğu çözüm paketi ne yazık ki, Kıbrıslı Türkler ve Rumlarca bir kurtuluş yolu gibi görülmekte. “Emperyalist çözümün“ masaya yatırılmasından önce önyargılarla zehirlenmiş, emperyalizm ve kapitalizm karşıtı bir önderlikten mahrum Kıbrıs emekçilerine dönük olarak “çözümün“ tek kurtuluş yolu olduğunu müjdeleyen güçlü bir propaganda başlatılmıştı zaten. Bu propagandanın en utanç verici sonuçlarını kuzey kesiminde gerçekleştirilen genel secim kampanyalarında ve adanın geleneksel “sol“ partileri AKEL ve CTP’nin soruna yaklaşımında açıkça görmek mümkün. Dolayısıyla sorun bugün ABD’nin “tarafsız“ hakemliği, Denktaş’ın müzakere yaklaşımı, Türk ve Yunan hükümetlerinin tutumu ve ille de 1 Mayıs tarihine yetiştirilecek bir uzlaşma planı tartışmalarına kilitlenmiş durumda. Annan Planı adadaki halklara oranları ölçüsünde temsiliyet ve bağımsız bir Kıbrıs devleti vaat
Açıklama [137]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [138]: <!--[endif]-->
Açıklama [139]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [140]: <!--[endif]-->
ediyor, ama adadaki İngiliz egemenliği günlerinden beri varlıkları hiç sorgulanmayan İngiliz askeri üslerine ilişkin tek bir satır içermiyor. Plan adadaki Türk işgalinin yol açmış olduğu nüfus ve mülkiyet sorunlarına ilişkin bir dizi düzenlemeyi öngörüyor, ama ne hikmetse “bağımsız ve birleşik Kıbrıs“ devleti üzerinde Türk ve Yunan devletlerinin garantörlüğünü temel alıyor. Kıbrıslı Türk ve Rumlara barış ve özgürlük vaat ettiği iddia edilen “çözüm“ planını sunan, Kıbrıs’ın kanlı ve parçalanmış tarihini yaratan emperyalizmin ta kendisi. Dahası, BM’nin çözüm politikası emperyalizmin Ortadoğu’da başlatmış olduğu askeri ve politik yeniden sömürgeleştirme saldırısıyla tam bir bütünlük arz ediyor. Emperyalizmin Annan “çözümünden“ temel beklentisi, hayati öneme sahip enerji kaynaklarının kesiştiği bu stratejik bölgede adayı emperyalizm için “hiç batmayan bir uçak gemisi“ haline getirmekten başka bir şey değil. Açıklama [141]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [142]: <!--[endif]-->
Gerçek çözüm Kıbrıs halkına bağlı Biz Annan Planı’nın Kıbrıs’ı AB emperyalizminin yeni bir sömürgesi haline getirmenin projesi olduğuna inanıyoruz. Ama bu demek değildir ki eski bölünmüşlüğü savunuyoruz. Ne de Kuzey Kıbrıs’ın “anavatandan koparıldığı” şoven iddiaları kabul edilebilir. Kıbrıs halkı birleşmelidir ve Türk ve Yunan devletlerinden bağımsız, hükümran bir devlet olmalıdır. Ne var ki, Annan Planı ve iki komşu devletin “garantörlüğü” ne Kıbrıs’ı gerçek bağımsızlığa taşıyacak ne de iki halkı tek bir bütün içinde kaynaştırabilecektir. Bu iki talebin tek bir gerçekleştiricisi vardır, iki taraf için de ortak olan bir payda: Kıbrıs emekçi sınıfı. Türküyle Rumuyla tüm Kıbrıs emekçileri, bağımlılığın ve bölünmüşlüğün kaynağı olan emperyalizmin ve sermaye sınıflarının çıkarlarından bağımsız bir birleşik Kıbrıs projesi geliştiremedikleri sürece, Kıbrıs halkı ne yazık ki umutlarını CTP ya da AKEL gibisinden yeni sömürgecilik yandaşlarına bağlamaya devam edecektir.
Açıklama [143]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [144]: <!--[endif]-->
Açıklama [145]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [146]: <!--[endif]-->
Açıklama [147]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [148]: <!--[endif]--> Açıklama [149]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [150]: <!--[endif]--> Açıklama [151]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [152]: <!--[endif]--> Açıklama [153]: <!--[if !supportEmptyParas]-->
Irak’ta direniş kitleselleşiyor
Açıklama [154]: <!--[endif]--> Açıklama [155]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [156]: <!--[endif]-->
Cihat Aktar
Açıklama [157]: <!--[if !supportEmptyParas]-->
‘Yanılmışız… Seyyar laboratuarlar, meteoroloji balonlarına hidrojen üretmek içinmiş’ David Kay, ‘uzman’
Açıklama [158]: <!--[endif]--> Açıklama [159]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [160]: <!--[endif]--> Açıklama [161]: <!--[if !supportEmptyParas]-->
Irak halkının üzerine bomba yağdırmaya başladıkları günün yıldönümüne yaklaştığımız bu günlerde ABD ve İngiltere hükümeti sözcüleri yukarıdakine benzer açıklamalar yapmaya başladılar. Üzerlerinde silah taşıdıklarını iddia ederek öldürdükleri çocuklar içinde muhtemelen elma
Açıklama [162]: <!--[endif]--> Açıklama [163]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [164]: <!--[endif]-->
şekerlerini el bombası zannettiklerini ileri süreceklerdir. İşgal gerekçesi olarak ileri sürdükleri bütün sebeplerin birer yalan olduğunu ilk günden itibaren biliyorduk. Milyonlarca insanın dünyanın dört bir yanında meydanları doldurmasının sebebi de işgalcilerin bu yalanların ardına gizledikleri emperyalist emelleriydi. Halklar, en büyük terörün, işgallerin ve savaşların sebebinin Saddam Hüseyin ve onun gibiler olmadığını, asıl tehdidin emperyalist devletlerden geldiğini ve eninde sonunda kendilerini de vuracağını biliyorlardı. Fakat güçlü bir enternasyonalin yokluğunda, kitleler Birleşmiş Milletler gibi emperyalizmin ürünü ve onun hizmetinde olan bir örgütten medet umar hale geldi. Bir istisna hariç; Iraklı halklar. Yani nüfusun büyük bir ağırlığını oluşturan Sünni ve Şii Müslüman kesimler. Emperyalizmle ittifak yaparak bir yandan Saddam rejimine bir yandan da yoğun bir Kürt nüfusuna sahip olan Türkiye, Suriye ve İran’a karşı Kuzey Irak’ta kendi idari yapısını oluşturmaya çalışan KDP ve YNK önderliğindeki Kürt halkı, Körfez Savaşına dek yine emperyalizmin desteğindeki Saddam’ın terörüne ve kitle imhasına maruz kalmıştı. Fakat yağmurdan kaçarken doluya tutulma konusunda belki de tarihin en büyük deneyimine sahip olan bu halk, emperyalizmle girdiği ittifak konusunda çok temkinli. İşgalden faydalanıyor gözüken fakat bölge halklarıyla dayanışma yolunu seçmeye hazır olan halk Kürtlerdir. Bunun en önemli sebebi dini yönü ağır basmayan ulusal bir yapıya sahip olması ve bütün bölge devletleri tarafından aşağılamaya ve baskıya maruz kalması. Bir diğer önemli sebepse işgalcilerin bölgeyi terk etmek zorunda kalması olasılığı. Bunu önümüzdeki döneme ilişkin bir gelişme dinamiği olarak bir kenara bırakıp giderek artmakta olan direnişe bakarsak eğer karşımıza Baas rejiminin dayandığı kesim olan Sünniler ve İran’ın arkasında durduğu geniş bir Şii nüfus çıkıyor. Irak’ta direniş kitleselleşiyor Saddam Hüseyin’in tutsak edilmesi ilk anda işgal güçleri, ve özellikle de olmayan kitle imha silahları üzerine söyledikleri yalanlardan ötürü kamuoylarında hızla prestij yitirmeye başlayan Bush ve Blair için önemli bir başarı anlamını taşıyordu. Bunun aynı zamanda Irak’taki, işgal güçlerince ikiyüzlü bir biçimde “terörizm” olarak adlandırılan direniş hareketini demoralize edeceği, güçsüzleştirip sonunda yenilgiye uğramasına yardımcı olacağı tahmin ediliyordu. Ancak bu “emperyalist hayal” kısa sürede yerini ”şaşırtıcı“ gerçekliğe bıraktı: direniş zayıflamakla kalmıyor, tam tersine gün geçtikçe güçleniyor, işgal güçlerine ardı ardına ölümcül darbeler indiriyordu. Tam böylesi bir dönemde Şii muhalefetin anti-emperyalist mücadeleye katılması Washington’un planlarını iyiden iyiye altüst etti. Ulusalcı direniş Geçtiğimiz yıl 12 Kasım’da ABD’de yayımlanan Phildelphia Inquirer gazetesinde belirli bölümleri yayımlanan bir gizli CIA raporuna göre, Irak’taki direniş hareketine on binlerce yeni savaşçının katılımıyla politik ve askeri durum işgalciler açısından giderek olumsuz bir özellik kazanmaya başlamıştı. Şu anda Irak’ın Sünni Arap kesimleri arasında bir düzineden çok örgü işgal güçlerine karşı silahlı mücadele vermekte. Bunların bazıları daha işgal öncesinde bizzat Irak silahlı kuvvetlerince kurulmuştu. Ama bugünkü direniş örgütlerinin hepsi Saddam yanlılarından oluşmuyor. Bunu, CIA’nın Ulusal Haberalma Konseyi eski başkan yardımcısı Graham Fuller de onaylıyor: “…şunu bilmek çok önemli: Birleşik Devletler kuvvetlerine karşı direniş hareketinin büyük bölümü Saddam yanlısı örgütler değildir.” (La Vanguardia, 16/12/2003).
Açıklama [165]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [166]: <!--[endif]-->
Açıklama [167]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [168]: <!--[endif]-->
Açıklama [169]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [170]: <!--[endif]--> Açıklama [171]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [172]: <!--[endif]-->
Açıklama [173]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [174]: <!--[endif]--> Açıklama [175]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [176]: <!--[endif]-->
Emperyalist güçlere karşı silahlı mücadelenin esas başlatıcısı hiç kuşkusuz Saddam’ın Baas partisi oldu. Bununla birlikte Irak rejiminin militaristleştirilmesi döneminde yüz binlerce partili ve ulusalcı militan partiden uzaklaştırılmış, parti neredeyse tasfiye edilip silahlı kuvvetlerin bir yan organı haline indirgenmişti. Şimdi bugünkü ulusalcı direnişin ana gövdesini esas olarak bu militanlar oluşturmakta ve önderliğini üstlenmekteler. Eski CIA’cı Fuller bunu şöyle açılıyor: “Saddam’ın ortadan kaybolmasına sevinenlerin sayısı az değil, zira onlara göre Saddam Baascılığın adını karalamış ve onu totaliter bir denetimin eşanlamı haline getirmişti. Baas’ın geri kalan unsurları şimdi “yeni” ve “başka” bir parti için mücadele etmenin, hatta “demokratik bir Baas” çağrısı yapmanın koşullarına kavuşmuş durumdalar. Bu unsurlar direnişi sürdüreceklerdir” (a.g.y). Öte yandan, başlangıçta emperyalizmin kurduğu kukla Irak hükümet konseyine katılan Irak Komünist Partisi son dönemde özellikle geniş taban kesimlerinde çok ciddi bir kriz yaşadı ve parti militanlarının büyük bölümü koparak silahlı direniş hareketine katılmaya karar verdi. Bugün bir dizi ulusalcı direniş hareketi, Irak’ın Kurtuluşu İçin Birlik Cephesi çerçevesinde mücadeleyi sürdürmekte. Bunların yanı sıra, El Katayib al Mücahidin fi al Salafiye al Irak ve Al harakat al İslamiye fi al Irak gibi Saddam’a asla destek vermemiş olan ama ABD’nin ve emperyalist işgal kuvvetlerinin ezeli düşmanı olan islamcı örgütler de silahlı direnişin parçasını oluşturmaktalar. Bu anlamda Bush’un yegane başarısının Irak’ın tarihinde ilk kez ulusalcı ve islamcı güçleri bir araya getirebilmiş olması denebilir. Şiiler seferber oluyor Geçtiğimiz yılın sonlarına değin işgal güçlerinin en önemli iddialarından biri direnişin esas olarak Falluja ve Ramadi kentlerini içine alan “Sünni üçgenle” sınırlı olduğuydu. Buradan hareketle de emperyalistlerce, yeni Irak ordusunun Kürt peşmergeler ile Şii milislerden oluşturulması, işgal kuvvetlerinin “Iraklılaştırılması” ve ülkenin bir iç savaşa doğru itilmesi stratejisi geliştirilmişti. Ama ABD’nin (Kürtlerin yanı sıra) Şii nüfusunu kendi planlarının toplumsal temeli olarak görme düşü, son dönemde gerçekleşen işgal karşıtı Şii seferberliğiyle son bulmuş durumda. ABD’yi bu düşü görmeye iten Şii cemaatleri arasında yaşanan iktidar kavgaları, Körfez Savaşı sonrasında ABD’nin Saddam’a karşı Şiilere silah ve para yardımı yapması ve güneydeki petrolü kontrol etmek isteyen aşiretlerin işbirliğine yanaşma tavrıydı. Kaldı ki, işgalci devletlere duyulan büyük kitlesel nefretin basıncı altında kalıp BM şemsiyesi altında uzlaşma aramaya niyetlenenlerin başında da İran’ın Irak’taki çıkarlarını temsil eden Ayetullah Ali Sistani geliyordu. Suskunluğunu artan silahlı direnişin lehine bozmasının sebebi ise yine kendi tabanını kaybetme korkusuydu. Irak nüfusunun çoğunluğunu oluşturan ve Saddam rejimi tarafından ayrımcılığa ve ağır baskılara maruz bırakılan Şiilerin emperyalist işgale açık destek vermemekle birlikte direniş hareketine de katılmadığı bir gerçek. Aslında Al Daua, Necef’de öldürülen Mohamad Bakr Hakim önderliğindeki İslam Devrimi Yüksek Konseyi gibi örgütler ile Muktada el-Sadr gibi genç ve radikal önderler epeyden beri silahlı direnişin zorunluluğu yolunda basınçlar geliştirmekteydi. ABD’nin sömürge valisi Paul Bremer, Ayetullah Ali Sistani’nin geçtiğimiz Aralık ayına kadar suskun kaldığı dönemde, Ahmed Çelebi ve İyad Allaui gibi palyaçoları Şii toplumunun temsilcileri olarak kukla Irak hükümetine dahil ederek bu topluluğu yatıştırma ve denetim altında tutma çabası içindeydi. Ama Sistani verdiği ilk işgal karşıtı demeçte, Irak’ta herhangi bir hükmü olmayan bu kuklaların otoritesini ellerinden almakla kalmadı, daha da önemlisi Bush’un 2004 Haziranı’nda yönetimi, bizzat kendisinin seçtiği insanlardan oluşan bir “egemen meclise” devretme planını kabul etmediklerini ilan etti.
Açıklama [177]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [178]: <!--[endif]-->
Açıklama [179]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [180]: <!--[endif]-->
Açıklama [181]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [182]: <!--[endif]--> Açıklama [183]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [184]: <!--[endif]-->
Açıklama [185]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [186]: <!--[endif]-->
Ali Sistani’nin bu açıklamasının ardından yüz binlerce Şii Necef, Musul, hatta Bağdat’a sokaklara dökülerek demokratik seçimler ve gerçekten egemen bir Kurucu Meclis talep etmeye koyuldular. Hatta, ABD’nin bu istekleri kabul etmemesi halinde silahlara başvurulacağı tehdidi ortalıkta dolaşmaya başladı. Paul Bremer’in bu taleplere ilk tepkisi, Irak’ta demokratik seçimlerin yapılabilmesi için “yeteli güvenliğin ve zamanın” olmadığı yolundaydı. Bu iddiaya verilen, güvenliğin ülkedeki işgalin son bulmasına bağlı olduğu yolundaki yanıt, Bremer’in ilk uçakla Washington’a giderek durumu Bush’la müzakereye girmesi için yeterli oldu. Gene de, Ali Sistani’nin Irak’ta iktidarın emperyalist işgale karşı bir yönetimin eline geçmesiyle sonuçlanacak talebinin emperyalist güçlerce kabul edilmesi bugün için olanaklı görünmüyor. Bu durumun Sistani’nin İran’la yakın ilişkileri dolayısıyla ABD-İran ilişkilerini nereye götüreceği ise ayrı bir soru işareti. Yalnız kesin olan bir şey varsa o da işgal ve direnişin süreceği. Bununla birlikte, Şiilerin emperyalist işgale karşı koymuş oldukları tavır Irak’taki direniş hareketinin niteliğinde önemli bir değişim, bir sıçrama yaratmış durumda. Bugün artık işgale karşı direnenler yalnızca Sünni Arap azınlık (nüfusun yaklaşık yüzde 30’u) değil, halkın büyük çoğunluğu. Ayrıca Şiilerin seferberlikleri sayesinde, silahlı mücadeleye kitle eylemlilikleri de eklenmiş durumda. Sünni ve Şii kökenli toplumsal kesimlere dahil emperyalist işgal karşıtı örgütlerin ortak davaları çerçevesinde birleşebilmeleri ya da işbirliğine yönelebilmeleri, böylece Washington’un dini kesimler ve etnik topluluklar arasında iç savaş yaratma stratejisini alt edebilmeleri durumunda, Irak’ın emperyalist boyunduruktan kurtarılabilmesi yolunda önemli bir adım atılmış olacaktır.
Açıklama [187]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [188]: <!--[endif]-->
Açıklama [189]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [190]: <!--[endif]-->
Açıklama [191]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [192]: <!--[endif]--> Açıklama [193]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [194]: <!--[endif]--> Açıklama [195]: <!--[if !supportEmptyParas]-->
Kamuda Talan Tasarısı: Kapitalizm krizini temel haklarımızı gasp ederek aşıyor!
Açıklama [196]: <!--[endif]--> Açıklama [197]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [198]: <!--[endif]--> Açıklama [199]: <!--[if !supportEmptyParas]-->
Firuze Kar Kapitalizm 1970’lerden itibaren başlayan ve halihazırda da devam eden krizini aşmak için “Yeniden Yapılanma “adı altında, tüm dünya işçi ve emekçilerine ve özellikle de yoksul bölge halklarına karşı kapsamlı bir saldırı planını harekete geçirmiştir.
Açıklama [200]: <!--[endif]--> Açıklama [201]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [202]: <!--[endif]--> Açıklama [203]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [204]: <!--[endif]-->
Bu saldırının birinci ayağında, ”ulusal güvenlik”, ”terörizme karşı mücadele” gibi sahte gerekçelerle temellendirdiği, Latin Amerika ülkeleri, Ortadoğu ve Balkanlara yapılan askeri operasyonlar yer alırken, ikinci ayağını ise, başta bu bölge halkları olmak üzere tüm dünya işçi ve emekçilerini hedef alan, temel amacı sermayenin küresel ölçekte serbest dolaşımını sağlamak ve kamu hizmetlerinin ulusal ve uluslararası burjuvaziye devri anlamına gelen neo liberal politikalar oluşturmaktadır.
Açıklama [205]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [206]: <!--[endif]-->
Açıklama [207]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [208]: <!--[endif]-->
Türkiye’nin bu “yeniden yapılanma” sürecine katılımı ise, 1979’da IMF Stand-By Anlaşması, 1980 Dünya Bankası “Yapısal Uyum Kredisi” ve esas olarak 24 Ocak Kararları ile yeni bir ivme kazanmıştır. 1990’lı yıllardan itibaren Susurluk vb. yolsuzluk çetelerinin ortaya çıkışı, devletin kamusal alandan elini eteğini çekerek, asli görevi olan “sermayenin jandarmalığı” pozisyonuna çekilmesinin gerekçesi olmuştur. Böylelikle sosyalizmin etkisiyle gelişen, burjuvazinin “sosyal devlet” ütopyasının, kitleleri pasifize etmek amacıyla uydurduğu koca bir yalan olduğu gerçeği de ortaya çıkmıştır.. Artık “sosyal devlet” yok, ”düzenleyici devlet” var. Sermeyenin piyasa ilişkilerini, ulusal ve uluslararası rekabeti düzenleyen ve sermayenin krallığının birer garantörü olan “düzenleyici devletler” var. Türkiye 1990’lı yıllarda gündeme gelen, kamu hizmeti de dahil, her şeyin serbest dolaşımını amaçlayan GATS Anlaşması ile kamusal alanın tasfiyesi projesine imza koydu. İşte bu gün Türkiyeli işçi ve emekçilerin gündemini oluşturan Kamu Yönetimi Reform Tasarısı, 1970’lerden bu güne değin biçimsel değişikliklerle ilerleyen, sermayenin kâr alanlarını genişletme çabalarının bir devamıdır. Kamu hizmetleri; eğitim, sağlık, sosyal güvenlik, ulusal ve yerel savunma, belediye hizmetleri, demir yolu hizmetleri, su, gaz, yol, baraj, liman, kanalizasyon, haberleşme, alt yapı vb. talep ediliş oranı bakımından ulusal ve uluslararası sermaye tekellerinin iştahını kabartmaktadır. Kamu Yönetimi Reform Tasarısı devletin vermekle yükümlü olduğu bu hizmetleri, özel sektöre devrederek, işçi ve emekçileri büyük şirketlerin birer müşterisi haline dönüştürme tasarısıdır. Kamu Yönetimi Reform Tasarısı; Kamu Yönetimi, Yerel Yönetimler ve Kamu Personel Rejimi olmak üzere birbiriyle iç içe geçmiş üç ayaktan oluşmaktadır: Yasanın temel amacı, kamu hizmetlerinin özelleştirilmesidir (madde 3/h) “Kamu kurum ve kuruluşları piyasada rekabet koşulları içinde üretilen mal ve hizmetleri üretemez ve piyasada haksız rekabet oluşturamaz. Bu ilkelere aykırılık teşkil eden bütün birimler tasfiye edilir ve yerine yenileri kurulamaz.”(örneğin halk ekmek fabrikaları bu maddeye göre ilk kapatılacak birimlerdendir.) Tepki toplayan bu madde 7 Ekim 2003 tarihli son taslakta biraz yumuşatılarak ancak özünü yitirmeden, “Kamu Kurum ve Kuruluşları, kanunlarla yetkili ve görevli kılınmadıkları alanlarda, işletme kuramaz, mal ve hizmet üretimi yapamaz, bu amaçla personel, bina, araç gereç ve kaynak tahsis edemez.” biçiminde değiştirilmiştir. Hem merkezi hem de yerel yönetimler yürütmekle yükümlü oldukları hizmetleri bu madde ile özel sektöre devretme bakımından tam yetkili kılınmıştır.
Açıklama [209]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [210]: <!--[endif]-->
Açıklama [211]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [212]: <!--[endif]-->
Açıklama [213]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [214]: <!--[endif]--> Açıklama [215]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [216]: <!--[endif]--> Açıklama [217]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [218]: <!--[endif]--> Açıklama [219]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [220]: <!--[endif]-->
Açıklama [221]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [222]: <!--[endif]-->
Açıklama [223]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [224]: <!--[endif]--> Açıklama [225]: <!--[if !supportEmptyParas]-->
Kamu hizmetlerinin “gördürülmesi” (madde 11) “Merkezi idare ve mahalli idarelerin yetkili organlarının kararı ile uygun gördükleri
Açıklama [226]: <!--[endif]--> Açıklama [227]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [228]: <!--[endif]-->
hizmetleri, ilgileri itibariyle üniversitelere, noterlere, kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşlarına, özel sektöre ve alanında uzmanlaşmış sivil toplum örgütlerine gördürebilir.” Tüm kamu kurum ve kuruluşları hem merkezlerde hem yerel yönetimlerde, hizmetleri doğrudan kendi personeli ve örgütleri eliyle değil, özel sektöre devir yoluyla gördürebileceklerdir. Bunun anlamı ise özel sektörün çıkarları uğruna kamu kesimini yasaklamak ve kamu hizmetlerini piyasaya devretmektir. Geniş yetkiler kazandırılan yerel yönetimler görev ve kaynaklarını yerli ya da yabancı sermayeye devretme serbestisine kavuşmuştur. Bunun açık adı sınırsız özelleştirmedir. Öte yandan bu durum bazı il ve belediyelerde kamu hizmetlerinin halka yabancılaşarak pahalılaşmasına ve toplumsal ve bölgesel eşitsizliğin daha da derinleşmesine yol açacaktır. Yani kamu hizmetleri ulusal ve uluslararası sermayenin insafına terk edilmektedir. Mahalli İdareler Kanun Tasarısı (madde 14) “Mahalli idare hizmetlerinden yararlananların, hizmetin bedelini ödemeleri esastır.” Örneğin; bir devlet okulunda verilen eğitimin bedeli, bir özel okulda verilen eğitimin bedelinden daha ucuz olamaz. Yoksullara, işçi ve emekçi çocuklarına eğitim-öğretimin kapıları tamamen kapatılmaktadır. Kamu hizmetleri merkezi yönetimden yerel yönetime oradan da özel sektöre devredilmiştir. Kamu emekçileri kısa vadede örgütsüzlük, iş güvencesinden yoksunluk ve uzun vadede işsizlik sorunuyla karşı karşıyadır. Amaç sözleşmeli personel istihdamı ile kamu emekçilerini tasfiye etmektir (madde 48) “Kamu hizmetleri, memurlar, tam zamanlı veya kısmi zamanlı çalışan diğer kamu görevlileri ve işçiler eliyle yürütülür.” Tam zamanlı veya kısmi zamanlı çalışan diğer kamu görevlileri ve işçiler kadro şartına bağlı olmaksızın, sözleşmeye dayalı olarak istihdam edilir. Sözleşmede ilgili personelin görevleri hak ve yükümlülükleri ile performans ölçüleri yer alır. (madde 22) “Mahalli idarelerde sözleşmeli personel çalıştırılması esastır.” Bu uygulamanın ilk adımlarını Milli Eğitim Bakanlığı, sözleşmeli İngilizce öğretmeni alarak başlatmıştır.
Açıklama [229]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [230]: <!--[endif]-->
Açıklama [231]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [232]: <!--[endif]--> Açıklama [233]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [234]: <!--[endif]--> Açıklama [235]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [236]: <!--[endif]-->
Açıklama [237]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [238]: <!--[endif]--> Açıklama [239]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [240]: <!--[endif]--> Açıklama [241]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [242]: <!--[endif]-->
Açıklama [243]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [244]: <!--[endif]--> Açıklama [245]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [246]: <!--[endif]--> Açıklama [247]: <!--[if !supportEmptyParas]-->
Ücret Sistemi performansa göre belirlenecek Temel amaç işyerinin kâr oranını artırmaktır. Örneğin; hastalık, sakatlık vs. gibi nedenlerle düşük performans gösteren bir işçi işten atılabilecek ya da düşük ücretlerle çalıştırılacaktır.
Açıklama [248]: <!--[endif]--> Açıklama [249]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [250]: <!--[endif]-->
Açıkça görüldüğü gibi Kamu Yönetimi Reform Tasarısı, merkezi ve yerel yönetimlerin asli görevlerini, özel sektöre devrederek çalışan işçi ve emekçilere daha fazla işsizlik, yoksulluk ve sosyal güvenceden yoksunluktan başka bir şey vaat etmemektedir. Kamu Yönetimi Reform Tasarısı geri çekilsin! Tüm kamu hizmetleri kazanılmış haklarımızdır, parayla satılamaz! Açıklama [251]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [252]: <!--[endif]--> Açıklama [253]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [254]: <!--[endif]--> Açıklama [255]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [256]: <!--[endif]-->
Emekçiler asgari ücret kıskacında
Açıklama [257]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [258]: <!--[endif]-->
Mavi Mayıs
Açıklama [259]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [260]: <!--[endif]--> Açıklama [261]: <!--[if !supportEmptyParas]-->
Asgari Ücret Tespit Komisyonu, 1 Ocak 2004 tarihinden itibaren geçerli olacak asgari ücreti OcakTemmuz 2004 dönemi için brüt 423 milyon, net 303 milyon lira olarak belirledi. Yani asgari ücrette toplam 80 milyon lira artış yapıldı. Dört kişilik bir ailenin sadece mutfak masrafının 460 milyon ve bununla beraber kira, sağlık, eğitim, ulaşım, giyim gibi zorunlu harcamalarıyla birlikte masrafının 1 milyar 500 milyon civarında olduğu düşünülürse belirlenen ücretin ihtiyaçları karşılamaktan çok uzak olduğu açık. IMF endeksli istikrar paketinin esas yükü her zaman olduğu gibi bu seferde ekonomik kriz bahanesiyle işçileri karın tokluğuna bile olmayan ücretlerle çalıştırarak ve emekçi halktan yapılan kesintilerle ödenmekte. Neo liberal saldırılar...
Açıklama [262]: <!--[endif]--> Açıklama [263]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [264]: <!--[endif]--> Açıklama [265]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [266]: <!--[endif]--> Açıklama [267]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [268]: <!--[endif]--> Açıklama [269]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [270]: <!--[endif]-->
Türkiye ekonomisi 1980’den sonra Özal ile ivme kazanan bir süreçte neo liberal politikalar sonucu, şimdi de AKP süreciyle borç almadan yürümüyor. Ülke ekonomisinden ayrılan en büyük pay faiz ödemelerine aktarılıyor. İşverenlerin istedikleri gibi davranabildiği, kriz var diye zam yapmadığı; sözüm ona krizin geçtiği şartlarda da enflasyon zaten düştü diye yine zam yapmayıp, halkın nasıl geçindiğine bakılmayan bir düzen söz konusu. Üstelik çemberi, kamu hizmetinde çalışanların grev yapmasını imkansız hale getiren yasalarla, 2003 Mayıs ayında yürürlüğe giren 4587 sayılı iş güvencesinin iyice daraltıldığı kölelik yasalarıyla ve birçok işlevinin yanısıra kayıt dışı işçi çalıştırılmasının önünde en büyük engel olan sendikalaşma hakkının imkansız hale getirildiği yasalarla daraltmaktalar. 5 Nisan Kararları Bugün ülkemizde en çok konuşulan ve yaygınlaştırılmaya çalışılan özelleştirmelerin önce Özal
Açıklama [271]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [272]: <!--[endif]-->
Açıklama [273]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [274]: <!--[endif]--> Açıklama [275]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [276]: <!--[endif]-->
döneminde ve daha sonra DYP-SHP koalisyon hükümeti olan Çiller sürecinde 5 Nisan Kararları ile temelleri atılmıştı. 5 Nisan Kararlarını bir kez daha hatırlamakta fayda var;
Açıklama [277]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [278]: <!--[endif]-->
-Hububat, şekerpancarı ve tütün dışındaki ürünlere sübvansiyon (devletçe yapılan para yardımı) kaldırılacak, -Emeklilik yaşı arttırılacak, -Memura yılın ikinci yarısı için bütçe ödenekleri ölçüsünde zam yapılacak, aylık vergi iadesi ödemeleri kaldırılacak. -KİT’lerin bir kısmı kapatılacak, bir kısmı özelleştirilecek. -Çay, şeker, akaryakıt, sigara ve içkiye zam yapılacak... Kapitalist sömürü ve emperyalist sömürgeleştirme Bu kararlar IMF istikrar tedbirleri adı altında KİT’lerin, emperyalist kuruluşların ülkeye verdikleri kredilerin tahsili için kullanılmak üzere yabancı sermayeye satılmasıdır (AKP hükümetinin yaptığı gibi). Bu uygulama ulusal ekonomiyi emperyalizmin vahşi saldırılarına açık hale getirmenin ayaklarından biridir. Kapitalistlerin savunduğu rekabet, maliyetlerin düşürülmesi ve mümkün olduğunca az emek gücünün kullanılmasına bağlı olarak işsizlik ve yoksulluğu beraberinde getirmektedir. Rekabetin doğurduğu krizlerin faturası emekçi kitlelere kesilmekte ve sınıfsal çelişkiler hızla keskinleşmektedir. İşsizlik bir yönüyle de toplumu terbiye aracı olarak kullanmak için başvurulan bir yoldur. İşçi sınıfını kontrol altında tutmanın en önemli yollarından biri yine işsizlik olmaktadır. İşsiz kalan sadece gelirini değil, umudunu, güvenini, geleceğini de kaybetmektedir ve işsiz kalanlar emek piyasasında çok daha düşük ücretler için kendi aralarında rekabete girmektedir ve bu durum emekçilerin direnme gücünü kırmaktadır. Bu somut durumu kullanan patronlar eskiden işçinin sadece emeğini satın alırken, şimdi ağırlaşan koşullarla ailesine ayıracağı zamanı da almaktadır. Yeni kölelik yasalarıyla taşeronlaştırma kurumu yaygınlaşmakta, işçiler birbirlerinden uzaklaştırılarak direnç ve dayanışma noktaları ortadan kaldırılmakta, sendikalı olma yolundaki çabaların önü tıkanmaktadır.
Açıklama [279]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [280]: <!--[endif]--> Açıklama [281]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [282]: <!--[endif]-->
Açıklama [283]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [284]: <!--[endif]--> Açıklama [285]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [286]: <!--[endif]-->
Kuşkusuz bu ve buna benzer saldırılar kapitalist sistemin mihenk taşlarındandır. Ancak tüm bunların önüne işçi sınıfının kendine güveni, örgütlülüğü ve kazanılmış hak ve özgürlüklerinin her koşulda mücadelerle savunulması ve arttırılmasıyla geçmek mümkündür.
Açıklama [287]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [288]: <!--[endif]--> Açıklama [289]: <!--[if !supportEmptyParas]-->
Sermayenin saldırılarına karşı yaşasın birlik ve mücadelemiz...
Açıklama [290]: <!--[endif]--> Açıklama [291]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [292]: <!--[endif]--> Açıklama [293]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [294]: <!--[endif]--> Açıklama [295]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [296]: <!--[endif]-->
Lenin’in izinde: Yanlışlar, dersler, devrimci görevler... İşçi Cephesi
Açıklama [297]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [298]: <!--[endif]-->
(Lenin’in ölümünün 80.yıldönümü dolayısıyla yapılan “21. Yüzyılda Leninizm” toplantısında İşçi Cephesi temsilcisinin yaptığı konuşmanın metni.) “Ne yapmalı?”, “Nasıl yapmalı?” ve “Yaşanan acı ve başarısız deneyimlerin nedeni nedir?” sorularına cevap verebilmek için öncelikle üzerine bastığımız toprağı anlamamız, kavramamız gerekiyor. Soruları cevaplamak için yeni sorulara ve cevaplara ihtiyacımız var: içinde bulunduğumuz dönemin temel gerçekleri nelerdir? Bir yanda emperyalist askeri işgal ve sömürgeleştirme; emperyalist-kapitalist sömürge sisteminin yarattığı gittikçe artan yoksulluk, işsizlik ve açlık; işçi-emekçi düşmanı rejimlerin baskı ve şiddet dolu yönetimleri; sınıfsal, cinsel, etnik ve bölgesel eşitsizliğin ve ayrımcılığın katlanarak yaygınlaşması ve derinleşmesi; yeryüzünün tüm doğal kaynaklarının, bitkilerin ve hayvanların geri dönüşsüz bir şekilde hızla yok oluşu... Diğer yanda dünya işçi sınıfının, tüm emek kesimlerinin ve ezilen yoksul halkların örgütsüzlüğü ve dağınıklığına bir karabasan gibi eklenen milliyetçi, küçük-burjuva ve bürokratik yapıların birer alternatif önderlik olarak varolması gerçeği. Bunlarla birlikte bütün görece güçsüzlüğüne, dağınıklığına ve yetersizliğine rağmen emperyalizme, sınıf düşmanı rejimlere ve kapitalist sömürüye karşı mücadele eden işçiler, emekçiler ve yoksul halklar. Eğer üzerine bastığımız zeminin temel gerçekleri konusunda anlaşıyorsak yani emperyalistkapitalist sistemin askeri, siyasi, sosyal ve kültürel yapısıyla sadece işçi sınıfını değil tüm bir insanlığı paramparça ettiğini kabul ediyorsak, mevcut önderliklerin büyük çoğunluğunun sınıfsal niteliği, ideolojisi ve politikasıyla bu sisteme eklenen ve/veya onu güçlendiren bir çizgiye sahip olduğunda hemfikirsek ve en önemlisi işçi sınıfının halen bu olumsuz tabloyu dönüştürecek ve kendi kaderini tayin ederken bütün bir insanlığı da kurtaracak yegane devrimci güç olduğuna inanıyorsak ancak bu noktadan sonra bugüne değin Türkiye’de kitleler içinde devrimci Marksist (DM) bir alternatif oluşturamamış olmamızın ardındaki tarihsel ve sınıfsal süreçleri aynı kaygıdan hareketle konuşabiliriz diye düşünüyoruz. Bir devrimci yöntem ve mücadele rehberi olarak Lenin’i tam da böylesi bir çerçevede ele almayı tercih etmenin Lenin’in düşüncesini kendisine temel yapmış biz Troçkistlere en uygun yol olacağına inanıyoruz. Bu ilk belirlemeden sonra ikinci bir belirleme daha yapmanın gerekli olduğunu düşünüyoruz. Lenin’in devrim düşüncesinin günümüzdeki taşıyıcısı olarak DM’in, Troçkist hareketin kısa bir Türkiye görünümü: 1. Türkiye Troçkizmi kitle hareketine nüfuz edememiş, küçükte olsa sınıf hareketinin herhangi bir sektörü içinde henüz bir eğilim haline gelememiştir. 2. Türkiye’de Troçkizm halen sınıf hareketinin küçükte olsa bir kesimine dayanan bir devrimci işçi partisi (DİP) inşa edememiştir. 3. Türkiye Troçkizmini oluşturan politik çevreler/gruplar büyük oranda marjinal yapılar, propagandist sektler olma özelliğini sürdürmektedir.
Açıklama [299]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [300]: <!--[endif]-->
Açıklama [301]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [302]: <!--[endif]-->
Açıklama [303]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [304]: <!--[endif]--> Açıklama [305]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [306]: <!--[endif]--> Açıklama [307]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [308]: <!--[endif]-->
4. Türkiye Troçkizmi dünyadaki örneklerinde olduğu gibi aşırı bölünme, parçalanma olgusuyla karşı karşıyadır. Var olan çok sayıda ki grubun/çevrenin varlığı sayısal çokluğunun tersine politikörgütsel güçsüzlüğün, sınıf hareketinden kopukluğun bir yansıması olarak görülmelidir. 5. Mevcut durumları bu olan gruplarda politik-örgütsel inşa açısından hatalı iki temel eğilim göze çarpmaktadır: a)Doğrusal bir yol izleyerek büyüme b)Bağımsız inşa çizgisinin terk edilip ittifaklar/birleşmeler üzerinden büyüme-gelişme arayışları. 6. Özellikle son yıllarda hız kazanan sınıf hareketindeki yeniden örgütlenme süreçlerine paralel olarak Lenin, Troçki gibi devrimci önderler temel referans olarak görülmekten çıkmakta; Leninist parti, proletarya diktatörlüğü, sosyalist devrim, devrimci Enternasyonal anlayışı terk edilmektedir. Bu süreci politik ve örgütsel bir likidasyon olarak değerlendiriyoruz. Süresiz “entrizm” girişimleri, örgütlerin lağvedilmesi, beşinci enternasyonal arayışları, anti-küresel hareketleri yeni bir enternasyonal olarak ele alan yapıların varlığı bu likidasyon sürecinin yansımalarıdır. 7. İçinde bulunduğumuz dönemin en önemli belirleyenlerinin başında emperyalizm geliyor. Lenin kapitalizmin en yüksek ve son aşaması olarak emperyalizmi şu şekilde betimlemektedir: *Üretimde ve sermayede görülen yoğunlaşma öyle yüksek bir gelişme derecesine ulaşmıştır ki, ekonomik yaşamda kesin rol oynayan tekelleri yaratmıştır; *Banka sermayesi sınai sermayeyle kaynaşmış, ve bu “mali-sermaye” temeli üzerinde bir mali-oligarşi kurulmuştur; *Sermaye ihracı, meta ihracından ayrı olarak, özel bir önem kazanmıştır; *Dünyayı aralarında bölüşen uluslararası tekelci kapitalist birlikler kurulmuştur; *En yüksek kapitalist güçlerce dünyanın toprak bakımından bölüşülmesi tamamlanmıştır. Kuşkusuz emperyalistler arası bloklaşmalar yeni paylaşımları ve sonucunda yeni savaşları ve işgalleri doğuracaktır... Biz Lenin’in sıraladığı bu öğelerin aynen geçerli olduğunu savunuyoruz. Ama maalesef Troçkizmin politik duyarlılığının atardamarı olan emperyalizmin çağının artık kapandığını “geleneğimiz” içinden seslendirenlerin sayısı hiçte az değil. Beşinci enternasyonal arayışı, anti küresel hareketleri yeni bir enternasyonal olarak tanımlama düşüncesi bu ideolojik/politik/teorik anlayıştan besleniyor.
Açıklama [309]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [310]: <!--[endif]-->
Açıklama [311]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [312]: <!--[endif]-->
Açıklama [313]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [314]: <!--[endif]-->
Açıklama [315]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [316]: <!--[endif]-->
Bu olumsuz tablonun oluşmasına neden olduğunu düşündüğümüz gelişmeleri aşağıda kısaca ele almaya çalışacağız... Başta SSCB olmak üzere ağırlıklı olarak Stalinizm’in ideoloji ve politikasıyla şekillenen bürokratik işçi devletlerinde ki bürokrasiler işçi sınıfını sadece bu ülkelerde devrimin öznesi olmaktan çıkarıp iktidardan uzaklaştırmakla kalmadı ayrıca dünya işçi sınıfını tüm mücadele örgütleri içinde siyasal açıdan güçsüz bırakmanın da aracına dönüştü. Dünya devriminin önünde nesnel bir engel haline gelen Moskova Stalinizm’i ve yerel aparatları proletaryanın birçok ülkede yenilmesinin baş aktörü oldu. Stalinizm’in bu karşı devrimci rolü Marksizm’in ve sosyalizmin dolayısıyla Lenin gibi birçok devrimci önderinde Stalinizm’le birlikte anılmasına yol açarak en büyük ihanetini gerçekleştirdi. Bürokratik işçi devletlerinde ve dünyanın birçok yanındaki mücadelelerde Lenin kıyafetleri giymiş karşı-devrimci bir Stalinizm olgusunun varlığı, “Tek ülkede sosyalizm”, “Emperyalizmle barış içinde bir arada yaşama”, “III Enternasyonal’i önce yozlaştırma sonra lağvetme” gibi nice karşıdevrimci uygulama ve politika ile birlikte hem DM geleneğin zincirini kırmaya girişti hem de dünya devriminin önünde dev setler oluşturdu. İktidarı kendi başına bir hedef haline getiren Stalin’in aksine sırf iktidar için iktidar istemeyen
Açıklama [317]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [318]: <!--[endif]-->
Açıklama [319]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [320]: <!--[endif]-->
Troçki, Lenin’in yolundan giderek proletaryaya yabancı olan güçlere dayanmayı reddetti. Bürokratik manevraları değil işçi hareketine bağlılığı tercih eden Troçki, mücadelesiyle, çok fazla incelmesine rağmen devrimci geleneğin zincirinin kopmasına izin vermedi. Evet, geleneğin zincirinin kopması bu şekilde engellendi ama Stalinizm’in tahribatı o kadar büyüktü ve geleneğin zinciri öylesine incelmişti ki kapitalizmi tasfiye edebilmenin yegane aracı olabilecek, tüm dünya işçilerinin seferberliklerini yönetebilecek bir dünya partisi ihtiyacı ve fikri yani emperyalizme karşı devrimci bir enternasyonal örgütün gerekliliği bilinci büyük oranda darbe aldı, köreldi. Bürokratik işçi devletlerinde politik devrim hedefi gerçekleştirilmiş olsaydı bu gelişme sayesinde hem bu ülkelerde hem de dünyada işçi sınıfının ve emekçi kitlelerin ideolojik, politik ve örgütsel açıdan önünün açılmasına olanak veren bir dönem gelişebilirdi. Oysa 1989 yılına kadar bürokratik işçi devletleri büyük bir politik yozlaşma içinde yaşadı ve kitlelerin bilincindeki körelme de bütün bu yıllar boyunca devam etti. 1989 Doğu devrimleri bürokratik işçi devletlerinin birçoğunun resmen yıkılışının başlangıç tarihi oldu. Dünya çapında etkinliği olan bu karşı-devrimci ideolojik aygıtların yani Stalinizm’in ve türevlerinin yıkılışıyla Troçkist hareketin önünde kuşkusuz yeni bir dönem açıldı. Bu dönemin birçok olanaklar ve zorluklar ile belirlenen, çok karmaşık ve çok sıkıntılı bir dönem olduğunu ama tam da bu nedenle ideolojik, politik ve örgütsel açıdan tam ve bütünlüklü bir kavrayış geliştirilmeksizin kaybolmanın da çok mümkün olan bir dönem olduğunu da tespit etmemiz gerekiyor. Yaşarken hiçbir zaman Lenin’i referans almamış, aldıklarını söylediklerinde de sürekli olarak tahrif etmiş, yozlaştırmış olan dünün Stalinistlerinin ve türevlerinin sınıf mücadelesi içinde günümüzde nasıl bir tutum alması beklenebilir? Diğer bir deyişle dünyanın dört bir yanına yayılmış Stalinci Komünist partilerin, işçi sendikaları içine çöreklenmiş bu ideolojiden beslenen bürokratik önderliklerin “yeni” ya da eski halleriyle günümüz dünyasında, girişte ki cümlelerimizde de belirttiğimiz gibi emperyalist işgalin, kapitalist sömürünün, çeşitli baskı rejimlerinin baskın olduğu bir dünyada saldırılar karşısında emekten yana, enternasyonalist devrimci bir tutum almalarını beklemek ne kadar gerçekçi olabilir? Dünyanın birçok yerinde olduğu gibi Türkiye’de de Lenin’in devrim düşüncesinin gerçek sahiplenicileri olan Troçkistler sınıf mücadelesi içinde özellikle de işçi hareketi içinde yeterince deneyim kazanamamış çok genç önderliklere sahip olmanın sonucunda yollarını sık sık kaybetme tehlikesi yaşadılar, yaşıyorlar. Deneyim eksikliği ve daha da önemlisi politik bir netliğe sahip olmayış nedeniyle devrimci partinin inşasında kestirme yollar aramaya yönelişin çeşitli pratiklerine yıllar içinde hep birlikte tanık olduk. Lenin’den öğrendiğimiz en temel derslerden birisi enternasyonalist olmayan bir sosyalizmin olamayacağı ise bir diğeri de devrimci partinin ve devrimci önderliğin inşasında kestirme bir yolun olmadığıdır. Her kestirme yol arayışı sonucunda Leninist-Troçkist reflekslerimiz biraz daha köreldi. Oysa bu devrimci refleksler bizim varlık nedenlerimizdir: sosyalist devrimi gerçekleştirmek için devrimci partiyi ve önderliği kitlelerin sürekli seferberlikleri içinde inşa etmek, bağımsız inşadan taviz vermemek, proletaryayı kendi kaderini tayin etmek yönünde ikna edip, emekçi kitlelerin başında bir devrimle iktidarı almak konusunda harekete geçirme kararlılığında olmak. On yıllar boyunca Lenin’in içini boşaltmış olanların bugün, ‘Lenin öldü, artık Leninizm’in devri kapandı, yeni dönem işçi sınıfının üzerine yükselmeyecektir, yeni toplumsal kesimlerin varlığı, yeni düşünceleri ve örgütleri gerektirir” demeleri bizleri şaşırtmıyor. Günümüzde Lenin’in devrim
Açıklama [321]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [322]: <!--[endif]-->
Açıklama [323]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [324]: <!--[endif]-->
Açıklama [325]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [326]: <!--[endif]-->
Açıklama [327]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [328]: <!--[endif]-->
Açıklama [329]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [330]: <!--[endif]-->
düşüncesinin yok edilmesine karşı mücadele eden IV. Enternasyonal geleneğinin içinden gelen çeşitli akımların bile bu çizgiye gelmiş olması karşısında her zamankinden daha fazla yere sağlam basmamız gerekiyor. Kuşkusuz inşa süreci doğrusal bir çizgi izlemeyecektir. Gençlik ve deneyimsizlik aşılabilir engeller, giderilebilir eksiklerdir. Belirli bir olgunluğa ulaşıncaya kadar, işçi hareketinin içine yerleşinceye kadar çeşitli evrelerden geçilecektir. Lenin’in yöntemini ve eylemini kendilerine referans alanlar devrimci bir örgütün ve devrimci bir önderliğin işçi sınıfı yaşamının ve işçi sınıfının mücadelesinin dışında hiçbir yerde yetişmeyeceğini bilmek durumundadır. Devrimci bir parti ve önderlik kendi programını işçi sınıfına taşıyabildiği oranda başarılı olabilir. Bunun yolu ise kitlelerin gerçek gereksinimlerinden hareket edebilecek kadar sınıfa nüfuz edebilmiş olmayı ve bu gereksinimlerle onların gerçek bilinç durumlarını birleştiren talepler ve sloganlar üretebilmeyi gerektirir. Sınıf mücadelesinin bir savaş olduğunu ve bu gerçeğin kitaplardan değil bizzat mücadelenin içinde edinilecek deneyimlerle kazanılacağını Türkiyeli Leninist-Troçkistler olarak öğrenmek zorundayız. Dersimiz Lenin’dir ve Lenin budur, başka birşey değil; işçi hareketi içinde güçlenmek ve devrimci partiyi ve önderliği enternasyonal temelde inşa etmek. Lenin’in takipçileri olarak Türkiyeli Troçkistlerin propaganda aşamasına takılarak bir türlü sıçrama yapamayışının, çareyi kestirme yollardan büyüyerek aşmaya çalışmasının, bunların bir sonucu olarak bağımsız inşa çizgisini sık sık yitirişinin ve/veya marjinalleşerek sektleşmesinin ve kaçınılmaz olarak çok fazla bölünme yaşamasının nedenlerinin başında sınıf mücadelesine nüfuz edemeyişinin geldiğini düşünüyoruz. Bölünmelerin bir diğer nedeni olarak enternasyonal anlayış farklılıklarını da saymak gerekir. Oysa Leninist-Troçkizmin ülkeyi, bölgeyi ve dünyayı anlama, açıklama ve değiştirmenin yöntemini, ilkelerini ve araçlarını bize sunduğunu düşünüyoruz. Bu program ve eylem çizgisi üzerinden yürüyen hiçbir devrimci militanın ve örgütün cevapsız kalmayacağına ve cevapsız bırakmayacağına inanıyoruz. Lenin’in devrim düşüncesinin günümüzdeki sürdürücüsü olan Troçkizm Türkiye’nin ve bölgenin tüm politik, ekonomik ve toplumsal sorunlarına devrimci çözümler üretebilme potansiyeline sahiptir. Kürt Ulusal Kurtuluş Mücadelesi’ne ulusların kendi kaderini tayin hakkı ve enternasyonalizm temelinde en gerçekçi politik çözümleri üreten Troçkizm olmuştur. Aynı politik çözüm önerimiz Kıbrıs içinde geçerlidir. Kıbrıs’ta yaşayan her iki kesime ait halkların kendi kaderlerini tayin hakkına sahip olması, tüm işgalcilerin Kıbrıs topraklarını terk etmesi ve adanın AB ya da başka bir emperyalist blok tarafından yutulmasına hayır politikasını savunuyoruz. Irak’ın emperyalist işgaline ve Ortadoğu’nun sömürgeleştirilmesine karşı anti-emperyalist temelde Irak ve Ortadoğu halklarının ve direnişçilerinin yanında yer almayı, BM’i ya da kukla hükümetleri değil bizzat bölge halklarının emperyalizme karşı mücadelesini kendi mücadelemiz olarak görüyor ve bunu sınıf mücadelesinin kaçınılmaz bir görevi olarak kavrıyoruz. Siyonist İsrail’e karşı Filistin İntifadasını koşulsuz destekliyoruz. İsrail devleti yıkılmadan ve yerine bölgedeki tüm halkları çatısı altında toplayacak bağımsız laik bir Filistin devleti kurulmadan barış olamaz politikasını sahipleniyoruz. Türkiye’de asker-polis rejiminin başta sosyalistler, devrimciler ve Kürtler olmak üzere tüm muhalif kesimlere karşı izlediği şiddet politikalarına karşı, tüm haklar ve özgürlükler üzerindeki kısıtlama ve
Açıklama [331]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [332]: <!--[endif]-->
Açıklama [333]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [334]: <!--[endif]-->
Açıklama [335]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [336]: <!--[endif]-->
Açıklama [337]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [338]: <!--[endif]-->
Açıklama [339]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [340]: <!--[endif]-->
Açıklama [341]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [342]: <!--[endif]-->
ihlallere karşı çözümün AB ya da başkaca bir burjuva çözümle değil bizzat siyasal demokrasi talebiyle mücadele ederek edinileceğini savunuyoruz. Bu yolla mevcut asker-polis rejiminin yıkılması sağlanabilir ve devrimci ve işçi demokrasisine dayalı bir emekçi-halk rejimi kurulabilir. Emperyalist-kapitalist sisteme karşı mücadele bir bütünsellik taşır. Askeri işgale ve sınıf düşmanı rejimlere karşı mücadele ile neo-liberal ekonomik karşı-devrime karşı mücadelenin birleştirilmesi ve hem patronlara, hem sendikal bürokrasiye hem de hükümete karşı birlikte ve kararlı bir şekilde sürdürülmesi politikasını temel alıyoruz... Bu politik tutumlar/talepler çoğaltılabilir. İnandığımız ve paylaşmak istediğimiz emperyalist işgale, kapitalist sömürüye, gerici-baskıcı rejimlere karşı Troçkizmin devrimci reflekslerini korumakta olduğudur... Diğer yandan çeşitli arayışlar içinde sivil toplumculuğa, sol/sağ liberalizme, ulusal solculuğa, küreselleşmeci hareketlere sığınarak kendilerine çare arayanların yolları açık olsun, aradıklarını oralarda bulabilirler mi, bilmiyoruz! Bildiğimiz ve emin olduğumuz tek şey; ideolojik çöküş, politik yönsüzlük, örgütsel parçalanma ve teorik zırvalamalar ile devrimci mücadelenin yan yana olamayacağı ve amacı enternasyonalist temelde devrimci bir parti ve önderlik inşa etmek olan ve bu amacı gerçekleştirmenin yegane yolunu kitlelerin sürekli seferberlikleri içinde, sınıf hareketine nüfuz etmek olarak tespit etmiş olanların Lenin’in yolundan yürümeye devam etmesi gerektiğidir.
Açıklama [343]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [344]: <!--[endif]-->
Açıklama [345]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [346]: <!--[endif]--> Açıklama [347]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [348]: <!--[endif]--> Açıklama [349]: <!--[if !supportEmptyParas]-->
Irak’ın işsizler ordusu Nasiryah’ta eylem yaptı
Açıklama [350]: <!--[endif]--> Açıklama [351]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [352]: <!--[endif]-->
( Bu yazı Irak Komünist İşçi Partisi’nin İnternet sitesinden haber amaçlı alınarak Türkçe’ye çevrilmiştir.)
Açıklama [353]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [354]: <!--[endif]--> Açıklama [355]: <!--[if !supportEmptyParas]-->
15 Ocak 2004 tarihinde Nasiryah’ta yüzlerce Iraklı işsiz, geçici koalisyon hükümetinin binası önünde eylem yaptı. göstericilerin taşıdıkları pankart ve dövizlerde şu ifadeler yer almaktaydı: “Biz iş istiyor, sosyal güvencenin tekrar sağlanmasını ve ödenmemiş ücretlerimizin ödenmesini talep ediyoruz.”
Açıklama [356]: <!--[endif]--> Açıklama [357]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [358]: <!--[endif]--> Açıklama [359]: <!--[if !supportEmptyParas]-->
İşsiz göstericilerin Nasiryah temsilcisi, kamu çalışanlarının işlerine geri alınmalarını, ödenmemiş maaşların acilen ödenmesini ve tüm işlerin işsizlere paylaştırılmasını bildiren bir bildiri okudu.
Açıklama [360]: <!--[endif]--> Açıklama [361]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [362]: <!--[endif]-->
Son haftalarda yapılan gösterilerin bir katılımcısı olan Aziz Abdul Shadid şunu söyledi: “Ben sakat bir insanım. İş ve yardım istemek için bütün partilere gittim, fakat hiçbirisi bu durumumla ilgilenmedi.” Diğer bir katılımcı olan Adel Turkey ise şunları belirtti: “Petrol Koruma Bakanlığı’na gidip iş talebinde bulundum, fakat onlar benden 200 dolar rüşvet istediler ve ben bunu karşılayamadım.” Eski bir asker olan Star Kathim ise şunları söyledi: “Son dört aydan beri hiç maaş alamadım, 1 Mayıs 2003’te Irak ordusunun dağılmasından sonra Irak’ta işsizlik hızla artıyor.”
Açıklama [363]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [364]: <!--[endif]-->
Açıklama [365]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [366]: <!--[endif]-->
Irak’ın güneyindeki Omara ve Kut şehirlerinde işsizlerin yaptığı benzer gösteriler ise koalisyon güçleri ve yerel polisin barışçıl göstericilere ateş açmasıyla kanlı bir şekilde sona erdi. Açıklama [367]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [368]: <!--[endif]--> Açıklama [369]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [370]: <!--[endif]--> Açıklama [371]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [372]: <!--[endif]-->
“Sermaye ve Savaş Avrupası”nın Anayasasına Hayır!
Açıklama [373]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [374]: <!--[endif]--> Açıklama [375]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [376]: <!--[endif]-->
(Bu yazı Uluslararası İşçi Birliği-Dördüncü Enternasyonal’in İngiltere seksiyonu olan International Socialist League’in İnternet sitesinden sadece haber niteliğinde bilgilendirme amacıyla alınarak Türkçe’ye çevrilmiştir.)
Açıklama [377]: <!--[if !supportEmptyParas]-->
Avrupa Sosyal Forumu’nun yapıldığı şu sıralarda ‘demokratik’ Avrupa hükümetleri de gerçek yüzlerini göstermeye başladılar. Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi tarafından da meşrulaştırılmış olan ve çok ciddi krizlerin yaşandığı Irak’ın silahla yeniden sömürgeleştirilmesi hareketinde büyük emperyalist partnerin yanında yerlerini alıyorlar.
Açıklama [380]: <!--[endif]-->
Öte yandan, önemli Avrupa Hükümetleri işçilerin kazanılmış haklarına karşı son derece saldırgan bir politika izlemekle meşgul: emekli maaşlarına, işsizlik haklarına, ücretsiz sağlık ve eğitime saldırıyor ve yaygın olan kamu hizmetlerini ve devlet şirketlerini özelleştirip büyük şirketlerin yağmasına açıyorlar.
Açıklama [384]: <!--[endif]-->
Açıklama [378]: <!--[endif]--> Açıklama [379]: <!--[if !supportEmptyParas]-->
Açıklama [381]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [382]: <!--[endif]--> Açıklama [383]: <!--[if !supportEmptyParas]-->
Açıklama [385]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [386]: <!--[endif]--> Açıklama [387]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [388]: <!--[endif]-->
Anti-Demokratik Bir Anayasa!
Açıklama [389]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [390]: <!--[endif]-->
‘İtibarlı’ devletlerin yaptığı anlaşmalarla bu anayasanın hazırlanıyor oluşu onun antidemokratik doğasını vurgular. Eğer bu anayasa onaylanırsa çok ciddi bir şekilde dokunulmaz hale gelecek. Çünkü önceden üye devletlerden bir tanesinin karşı çıkışı bile değişikleri durdurabiliyordu.
Açıklama [391]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [392]: <!--[endif]-->
Ulusların kendi kaderini tayin hakkıyla ilgili hiçbir referans sunulan bu anayasada yer almıyor ve Avrupalı ‘halklar’ tanınmış bu haklarıyla ilgili bütün umutlarını kaybediyor. Hatta daha da ileri giderek, devletleri halkların meşru isteklerine karşı alacağı baskıcı önlemlerde destekliyor. Açıklama [393]: <!--[if !supportEmptyParas]-->
Neo-Liberal Bir Anayasa! Büyük şirketlerin baskı gruplarının ve lobi faaliyetlerinin Avrupa kurumları içindeki skandala varan rolü basına yansıdı. “Kurumlar, lobilerin ve cemaatlerin dünyası arasında karşılıklı kişi değişimiyle beraber tam bir kaynaşma noktası haline gelmiş durumda.” (El Pais, 12/10/03)
Açıklama [394]: <!--[endif]--> Açıklama [395]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [396]: <!--[endif]--> Açıklama [397]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [398]: <!--[endif]-->
Burada özellikle önemli olan, Anayasanın Dünya Ticaret Örgütü tarafından sunulan ve Avrupa Birliği tarafından büyük bir şevkle kabul edilen Hizmet Ticareti Genel Sözleşmesi’ni (GATS) onaylıyor olmasıdır. Bu sözleşme, üye ülkelerin kendi kamu hizmetlerinin özelleştirilmesine karşı hiçbir şekilde karşı koyamamasını garantilemeye çalışıyor. Diğer taraftan sosyal haklar için hiçbir garanti yoktur. Bahsi geçen Temel Haklar Çizelgesi ise tam anlamıyla bir şakadır. Doğu Avrupa ülkelerinde eskiden gelip de kağıt üzerinde durmaya devam eden fakat gerçekte varolmayan eski hakları yenileriyle uyumlulaştırmaya çalışmaktadır. ”İş hakkı”nın yerine “çalışma hakkı” geçirilmiştir
Açıklama [399]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [400]: <!--[endif]-->
Açıklama [401]: <!--[if !supportEmptyParas]-->
Yabancı Düşmanı ve Kadın Haklarına Karşı Bir Anayasa! Sunulan anayasa yabancı düşmanı bir Avrupa tanımlıyor ve kendi idaresindeki ülkelerin ekonomilerinin ve sosyal yapılarının yıkımının bir sonucu olan göçe karşı Avrupa’yı bir kaleye dönüştürüyor. “Uzun süreli topluluk dışı yerleşimciler” için tam vatandaşlık alt kategorisinin kurumsallaşmasına kapı açarak birinci sınıf ve ikinci sınıf Avrupa vatandaşlığını yaratıyor.
Açıklama [402]: <!--[endif]--> Açıklama [403]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [404]: <!--[endif]-->
Başta gebelikten korunma ve kürtaj olmak üzere kadın haklarını tanımıyor ve çiftlerin bütün haklarını vermiyor. Açıklama [405]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [406]: <!--[endif]-->
Emperyalist Bir Anayasa! Bu anayasa, emperyalist güçlerin ve onların en yakın müttefiki İsrail’in sahip olduğu kitle imha silahı tekellerinin destekleyicisi olan, ve aynı zamanda Irak’ın askeri işgalinin meşrulaştırıcılarından Solana’nın “önleyici savaş” adındaki yeni askeri doktrininin altına imza atarak Avrupa’yı bu sürece tahsis etmektedir. Emperyalist Avrupa aynı zamanda “NATO üyeliğinden doğan zorunluluklara saygı duyacak” ve Fransa ve Almanya’nın “Birliğin çatısı altında” birleşik bir güç olmasına razı gelecektir.
Açıklama [407]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [408]: <!--[endif]-->
Açıklama [409]: <!--[if !supportEmptyParas]-->
‘Bu Anayasaya Hayır’ Etrafında Örgütlenelim!
Açıklama [410]: <!--[endif]--> Açıklama [411]: <!--[if !supportEmptyParas]-->
Anti-küreselleşme hareketi ve Avrupa’nın bütün anti-kapitalist güçleri için ‘Bu Anayasaya Hayır’ etrafında örgütlenmek, özellikle de bütün ülkelerde gelecek yıl yapılması beklenen referandumlara hazırlanmak hayati önemde bir görev haline geldi. Bu müzakereler gençlere, işçilere ve bastırılmış uluslara gerici Avrupa’ya karşı ağır bir darbe vurmak için seslenmemiz açısından muazzam olanaklar sunuyor.
Açıklama [412]: <!--[endif]--> Açıklama [413]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [414]: <!--[endif]--> Açıklama [415]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [416]: <!--[endif]--> Açıklama [417]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [418]: <!--[endif]--> Açıklama [419]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [420]: <!--[endif]-->
Katledilişinin 24. yılında YOLANDA GONZALEZ HEP BİZİMLE!
Açıklama [421]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [422]: <!--[endif]--> Açıklama [423]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [424]: <!--[endif]-->
Murat Yakın Bundan 24 yıl önce bir şubat ayında henüz 19 yaşında genç bir devrimci olan Yolanda Gonzales İspanya’nın Madrid kentinde faşist katillerce kaçırılarak acımasızca katledildi.
Açıklama [425]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [426]: <!--[endif]--> Açıklama [427]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [428]: <!--[endif]-->
O dönemde adı PST (Sosyalist İşçi Partisi) olan ve bugün Uluslararası İşçi Birliği - Dördüncü Enternasyonal akımının temsil ettiği çizginin kararlı bir militanıydı Yolanda. İspanya’daki faşist rejimin kitle seferberlikleriyle adım adım çözülmekte olduğu 70’li yılların sonunda, yükselişe geçen gençlik hareketinin önderlerinden biri olarak öne çıkmıştı. 1979 yılında hükümetin yürürlüğe koymaya çalıştığı ve “LAU” olarak bilinen yeni üniversite yasasına karşı bir dizi eylemliliği yönetti ve bu seferberlik gençlik hareketinin “öğrenci koordinasyonu” adıyla ulusal ölçekte birleşmesini sağladı.
Açıklama [429]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [430]: <!--[endif]-->
Önderliğini üstlendiği “öğrenci koordinasyonu” 1979 yılının 5-6 ve 7 Aralık tarihlerinde hükümetin tüm planlarını kilitleyen kitlesel bir öğrenci grevini organize etti ve Yolanda Gonzalez bu grevin isçi hareketiyle bütünleşmesini sağladı. Hükümetin bu gelişmelere yanıtı gecikmedi. Önce işçi ve gençlerin birlikte gerçekleştirdiği bir kitle gösterisine ateş açıldı ve iki devrimci genç orada yaşamlarını yitirdi. Ama asıl hedef bir türlü durdurulamayan gençlik hareketinin önderliğine ağır bir darbe indirmekti. 1 Şubat 1980 gecesi “Yeni Güç” adlı faşist örgütün (Bu örgüt ulusal cephe adıyla halen varlığını rahatça sürdürüyor İspanya’da...) taraftarları Yolanda Gonzalez’i Madrid’in Aluche semtindeki evinden kaçırdılar. Yolanda’nın cansız bedeni ancak sonraki gün bulunabildi. Yolanda’yı katleden Emilio Hellin ve Ignacio Abad’in yargılanma süreci ise aynı zamanda General Franco’nun yasal varisi sıfatıyla Kral Juan Carlos’un “refakatinde” gerçekleştirilen “demokratik geçiş” sürecinin tüm iki yüzlülüğünün de açık bir örneğine dönüştü. Faşist katiller önce 43 yıl hapis cezasına çarptırıldılar ama daha sonra Faşist aygıtın araya girmesiyle 10 yıldan az bir süre hapis yattılar. Bugün Yolanda’nın katilleri ellerini kollarını sallayarak dolaşıyor. Yolanda Gonzalez’in hâlâ canlılığını koruyan anısı ise İspanya’daki devrimci hareketin tüm kesimleri için bir ilham kaynağı. Bizler için Yolanda’nın kısacık yaşamı solan bir geçmiş değil. Aksine kısacık bir ömre sığdırılmış dopdolu bir inanç ve mücadelecilik örneği. 24 yıl sonra bugün bizlere usulcacık devrettiği bayrağı hala aynı gururla taşıyoruz.
Açıklama [431]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [432]: <!--[endif]-->
Açıklama [433]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [434]: <!--[endif]-->
Açıklama [435]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [436]: <!--[endif]-->
Açıklama [437]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [438]: <!--[endif]--> Açıklama [439]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [440]: <!--[endif]--> Açıklama [441]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [442]: <!--[endif]-->
Yolanda Sosyalizme dek daima! Açıklama [443]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [444]: <!--[endif]--> Açıklama [445]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [446]: <!--[endif]--> Açıklama [447]: <!--[if !supportEmptyParas]-->
Şişecam işçileri mücadeleye devam ediyor...
Açıklama [448]: <!--[endif]--> Açıklama [449]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [450]: <!--[endif]-->
Arif Benol
Açıklama [451]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [452]: <!--[endif]-->
Türkiye Şişe ve Cam Fabrikaları A.Ş.’ne ( Şişecam) bağlı 13 cam fabrikasında Kristal-İş Sendikası 30 Ocak 2004 günü grev kararı aldı. Bu karar Cam İşverenleri Sendikası ile Şişecam arasında 18 Temmuz 2003 tarihinde başlayan 19.dönem cam grup toplu iş sözleşmesi görüşmelerinin anlaşmayla sonuçlanmaması üzerine alındı. Grev kararı uygulaması 6 cam şirketini ve 13 fabrikayı bünyesinde toplayan Cam İşverenleri Sendikasının işçilerin isteklerine kulaklarını tıkaması ve kendi isteklerini dayatması sonucunun bir ürünüdür. Cam işverenleri sendikası 19 ile 41 ay arası bir süre zamsız çalışmaya mecbur bıraktığı işçilerin hakları için başlattığı grevin gerçek nedenlerini gizlemeyi ve işçileri suçlamayı tercih etti. AKP hükümeti cam işverenlerinin yanında saf tuttu ve iki kez cam işçilerinin grevini Bakanlar Kurulu kararıyla erteledi. Bakanlar Kurulu’nun ilk erteleme kararından sonra Danıştay erteleme kararını bozdu. Buna rağmen Bakanlar Kurulu bir kez daha cam işçilerinin grevini “halk sağlığını” ve “milli güvenliği bozucu nitelikte” olduğu iddiasıyla erteledi. Yaklaşık 5 bin cam işçisini kapsayan bu mücadele hiç kuşkusuz Türkiye işçi sınıfı ve emekçileri için çok önemli bir direniş noktası. Patronların desteğinde AKP hükümeti işçi sınıfına karşı neo liberal bir ekonomik karşı devrim saldırısı sürdürüyor. AB ile entegrasyon adına başta işçi ve emekçiler olmak üzere tüm ezilen ve sömürülen kesimlerin hak ve özgürlükleri kısıtlanıyor. Bu nedenle cam işçilerinin kazanması tüm Türkiye emekçilerinin kazanması anlamına gelecektir. Şişecam işçilerinin mücadelesinin taşıdığı bu öneme rağmen başta cam işverenleri olmak üzere hükümet ve patronlar bu mücadeleyi karalamak için ellerinden geleni yapıyor. Gerçeklerin üzerinin örtülmemesi; işçi ve emekçilerin yaşananları öğrenebilmesi amacıyla Kristal-İş sendikasının “Neden Grevdeyiz?” başlığıyla hazırlamış olduğu web sitesindeki bilgileri aynen aktarıyoruz...
Açıklama [453]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [454]: <!--[endif]--> Açıklama [455]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [456]: <!--[endif]--> Açıklama [457]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [458]: <!--[endif]--> Açıklama [459]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [460]: <!--[endif]-->
Açıklama [461]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [462]: <!--[endif]-->
Açıklama [463]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [464]: <!--[endif]--> Açıklama [465]: <!--[if !supportEmptyParas]-->
Neden Grevdeyiz? Rakam Kalabalığının Örtemediği Gerçekler Şişecam Grevinin İki Temel Nedeni Vardır:
Açıklama [466]: <!--[endif]-->
1) Ücretlere Enflasyon Oranında Zam Yapılmaması, 2) Sendikal Nedenle İşten Atılanların İşe Alınmamaları ü
ü ü ü
ü
1 Ocak 2003-31 Aralık 2004 dönemini kapsayan 19. Dönem Cam Grup toplu iş sözleşmesinin imzalanması işverenin tutumu yüzünden 13 ay gecikmiş durumdadır. Sözleşmenin yürürlük tarihi 1 Ocak 2003’tür.
Açıklama [467]: <!--[if !supportLists]->
Üyelerimizin yüzde 90’ı tam 19 aydır (1 Temmuz 2002’den bu yana) zamsız çalışmaktadır. Yüzde 10’u ise 3.5 yıldır (1 Temmuz 2000’den bu yana) zamsız çalışmaktadır.
Açıklama [469]: <!--[if !supportLists]->
Üyelerimiz arasında çok sayıda asgari ücretli ve düşük ücretli vardır. Ortalama kıdemleri 10-15 yıl olan üyelerimizin aylık ortalama saat ücretleri 3.890.000 liradır. Üyelerimizin ortalama net ücretleri 570-610 milyon lira arasındadır. İkramiye ve sosyal hakları dahil giydirilmiş net ücretleri ise ortalama 805-870 milyon liradır. Kristal-İş Sendikasının 1 Ocak 2003’den geçerli olmak üzere istediği zam yıllık ortalama yüzde 40 civarındadır. Bu zammı bir önceki yılın (2002) enflasyonu olan yüzde 29.7 karşılık talep ediyoruz.
Açıklama [468]: <!--[endif]-->
Açıklama [470]: <!--[endif]--> Açıklama [471]: <!--[if !supportLists]-> Açıklama [472]: <!--[endif]--> Açıklama [473]: <!--[if !supportLists]-> Açıklama [474]: <!--[endif]--> Açıklama [475]: <!--[if !supportLists]->
ü
Talep ettiğimiz zam 1.600.000 TL/saattir. Net aylık zam talebimiz ortalama 230-250 Milyon lira civarındadır.
Açıklama [476]: <!--[endif]-->
ü
Sendikamızın istediği zam yapılırsa (vergi-Kesinti oranları yüzde 35’e göre) ortalama net aylık ücretler 800 milyon liraya, giydirilmiş ücretler ise (ikramiye ve sosyal haklar dahil) 1.1 milyara ulaşmaktadır. Vergi-kesinti oranı yüzde 30 olduğunda ise ücretler aylık net ortalama 870 milyon liraya, giydirilmiş olarak ise 1.2 milyar liraya ulaşmaktadır. (Ek: Tablo 1). Yıl ortasında vergi ve kesintiler yüzde 35’in üzerine çıkmaktadır.
Açıklama [478]: <!--[endif]-->
İşveren 2003 yılı birinci altı ay için 55 milyon brüt (38.5 milyon net), ikinci altı ay için 84 milyon brüt (59 milyon net) zam önermektedir). İşverenin önerdiği toplam zam net 97.5 milyon liradır.
Açıklama [481]: <!--[if !supportLists]->
Ücretlerimiz son üç yılda önemli bir erime yaşamıştır 2000 yılından bu yana ücretler Euro bazında ortalama yüzde 40 oranında gerilemiştir.
Açıklama [483]: <!--[if !supportLists]->
ü
ü ü
2000 yılında 4 Euro olan saat ücretleri günümüzde 2.3 Euro’ya kadar geriledi.
ü
Toplu iş sözleşmesinin 13 ay gecikmesi nedeniyle üyelerimiz hakkı olan ücret farkları işveren tarafından bir çeşit faizsiz kredi olarak kullanılmaktadır.
ü
Öte yandan grev sadece ücret uyuşmazlığı nedeniyle yapılmamaktadır. Ücret kadar önemli bir diğer konu ise sendikalaştıkları için işten atılan işçilerin ve Cam Elyaf İşyeri Baş temsilcisinin işe iadesidir.
ü
Kristal-İş, sendikal nedenle işten çıkarılan 367 Paşabahçe Eskişehir işçisi ile yine sendikal nedenle işten çıkarılan Cam Elyaf sendika temsilcisinin işe iadesini talep etmektedir.
Açıklama [477]: <!--[if !supportLists]->
Açıklama [479]: <!--[if !supportLists]-> Açıklama [480]: <!--[endif]-->
Açıklama [482]: <!--[endif]-->
Açıklama [484]: <!--[endif]--> Açıklama [485]: <!--[if !supportLists]-> Açıklama [486]: <!--[endif]--> Açıklama [487]: <!--[if !supportLists]-> Açıklama [488]: <!--[endif]--> Açıklama [489]: <!--[if !supportLists]-> Açıklama [490]: <!--[endif]--> Açıklama [491]: <!--[if !supportLists]-> Açıklama [492]: <!--[endif]--> Açıklama [493]: <!--[if !supportEmptyParas]-->
Tablo 1: Mevcut Ücretler, Sendika ve İşveren Önerileri
Açıklama [494]: <!--[endif]-->
Mevcut
İşveren Sendika Talebi(*) (**)
Önerisi
Açıklama [495]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [496]: <!--[endif]--> Açıklama [497]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [498]: <!--[endif]-->
3.890.000
5.490.000
4.506.000
875.250.000
1.235.250.000
1.013.850.000
802.000.000
658.000.000
1.749.937.500
1.436.287.500
Aylık Giydirilmiş Net (***) (%30 Kesinti) 867.956.250
1.224.956.250
1.005.401.250
Aylık Giydirilmiş Net (****) (%35 Kesinti) 805.959.375
1.137.459.375
933.586.875
Saat Ücreti Aylık Çıplak Brüt Aylık Çıplak kesinti)
Net
Aylık Giydirilmiş Brüt
(%35 612.000.000 1.239.937.500
(*) Sendikanın 2003 için talebi saat ücretlerine 1.600.000 TL zamdır. Ortalama yüzde 40’ı. (**) İşverenin 2003 için önerisi, ilk 6 ay yüzde 5 ikinci altı ay yüzde 9’dur. Ortalama zam önerileri 616.000 TL. (***) Ortalama Yüzde Otuz Kesinti Varsayımına Dayalı (****) Yıl Ortasından Sonra Kesinti Yüzde 35'in Üzerine Çıkmaktadır.
Açıklama [499]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [500]: <!--[endif]-->