Ic9

Page 1

Yeni Dönem Sayı: 9 24 yıl sonra 12 Eylül'ün ayak izleri... - İŞÇİ CEPHESİ

Açıklama [1]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [2]: <!--[endif]-->

NATO karşıtı kampanyanın gösterdikleri - DERYA DENİZ Bakırköy Sümerbank'ta mücadele sürüyor - MURAT YAKIN Eğitim-Sen kapatılamaz ! - FUAT KARAN

Sivas'ın ateşi sönmedi

- DERYA DENİZ

Emek hareketinden... - MAVİ MAYIS

Irak'ta işgalin gerçek yüzü - UİB-DE Venezüella: Sivil darbeyi yenilgiye uğratalım - UİB-DE İsyanın kenti Dersim’den Merhaba... - OKUYUCU MEKTUBU

Açıklama [3]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [4]: <!--[endif]--> Açıklama [5]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [6]: <!--[endif]--> Açıklama [7]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [8]: <!--[endif]--> Açıklama [9]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [10]: <!--[endif]-->

24 yıl sonra 12 Eylül'ün ayak izleri...

Açıklama [11]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [12]: <!--[endif]--> Açıklama [13]: <!--[if !supportEmptyParas]-->

İşçi Cephesi

Açıklama [14]: <!--[endif]-->

Türkiye'de burjuva demokrasi sistemi bizzat burjuvazi tarafından sık sık ihlal edilir. Burjuva kapitalist devlet, çıkarlarını koruma ve geliştirme adına burjuva demokrasisinin işleyişi önündeki en büyük engel haline gelir. Burjuvazi için demokrasinin sınırı kendi sınıf çıkarlarının sınırları ötesine geçmez. Demokrasi ancak burjuvazinin çıkarlarına uygun olduğu sürece demokrasidir. Ötesi tehlikedir. Burjuvazinin en büyük marifeti kendi sınıf çıkarlarını tüm toplumun genel çıkarları olarak kabul ettirme gücündedir. Bu nedenle Türkiye'de burjuva kurumlarının varlığı ve işleyişinin, seçimler, parlamento ve hukuk başta olmak üzere egemenler tarafından geçersiz kılınmasına sık rastlanır. Neredeyse bir kural haline gelen bu durum kimseyi de şaşırtmaz. Burjuvazinin her durum için mutlaka bir açıklaması vardır. Kendileri için tek kuruş istemeyenlerin kuşkusuz önde gelen amacı devletin, milletin büyük çıkarlarıdır. Onlarda bu çıkarların bekçisi ve sahibidir.

Açıklama [16]: <!--[endif]-->

Açıklama [15]: <!--[if !supportEmptyParas]-->

Açıklama [17]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [18]: <!--[endif]-->

MİT-Mafya-Siyaset üçgeninde birçok pisliğin açığa çıkmasına yolaçan Susurluk kazası sonrasında artık hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağı en popüler ifadeydi. Eğer çürükler ayıklanırsa, daha basiretli yöneticiler olursa sorun çözülecekti. Böyle düşünüldü çünkü sorun sisteme içkin yapısal bir sorun olarak değil dönemden ve kişisel hatalardan kaynaklı olarak kabul edildi. Oysa MİT-Yargıtay-Mafya ekseninde açığa çıkan ilişkiler yapısal anlamda Susurluk'tan bu yana değişen bir şeyin olmadığını gösteriyor. Sorunun kaynağında ceberrut devletin bugünkü işleyiş yöntemi olan asker-polis rejimi var. MİT-Yargıtay-Çakıcı üçgeni bu tablonun son örneklerinden. Kuşkusuz asker-polis rejiminin temsilcileri dün olduğu gibi bugünde sorunun kişisel olduğunu söylüyor. Devlet Erkanı için kişisel hatalarla saygın kurumların yıpranması önemli bir sorun. Yargıtay Başkanı'nın içinde bulunduğu ilişkilerin

Açıklama [19]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [20]: <!--[endif]-->


kişisel kabul edilmesiyle yargının yıpranmasına engel olunabilir mi? MİT Dış Operasyonlar Daire Başkan Yardımcısı Kaşif Kozinoğlu'nun Yargıtay Başkanı Eraslan Özkaya ile Alaattin Çakıcı için bir araya gelmesi kişisel midir? İlhan Selçuk, Medyada Kurulan Tezgah!.. başlıklı yazısında bu üçgende yer alan herkesi savunurken aslında çürüyen sistemin ve asker-polis rejiminin işleyişinin olumlayarak net bir fotografını çiziyor: "Peki, ya MİT ile Çakıcı ilişkisi?.. Mısır'daki Sağır Sultan bile bu olayların geçmişini artık duymuştur. (...) biliyoruz ki bu ülke yakın geçmişte iki dış kökenli, kanlı ve emperyalist kaynaklı saldırıya uğradı: 1) Ermeni terörü. 2) PKK terörü. Birbiriyle al gülüm ver gülüm alışverişinde bütünleşen ve '"Batı'' dan desteklenen bu iki saldırı nasıl yenilgiye uğratıldı?!.. ''Yurttaş'' bilmiyorsa, öğrenmelidir!.. Teröre karşı -içerde ve dışarda- antiterör yöntemleri uygulanmadan bu saldırılar durdurulamazdı. Yeraltı örgütlenmelerine eşit silahlarla karşılık vermek zorunda kaldık. Devletin bu yolda kullandığı elemanların içinden daha sonra mafyalaşanları tasfiye etmek için başvuracağı tek yol ise bugün hukuktur..." (Cumhuriyet 29.08.2004) İşte size demokrasi ve hukuk devleti! Üzerinden 24 yıl geçmesine rağmen 12 Eylül askeri darbesinin etkisini hala gündemde. 28 Şubat darbesiyle iyice pekiştirilen 12 Eylül Anayasası, bugün yaşananların kişisel ya da tekil değil, yapısal ve bütünsel bir sistemin ürünü olduğunun en iyi göstergesi. Neden "saklanamayan"? Asker-polis rejimi çok başlı bir yapıya sahip. Ekonomiye, siyasete, toplumsal hayata yön ve şekil vermek isteyen çeşitli güçler rejim içi büyük bir mücadele sürdürüyor. Çoğunluğu devlet bürokrasisi içindeki bu güçlerin kendi çıkarları doğrultusunda sürdürdüğü bu mücadele asker-polis rejimine ait kimi karanlık yanların dönem dönem açığa çıkmasına yol açıyor. MİT Müsteşarı Şenkal Atasagun ile Yargıtay Başkanı'nın birbirlerini yalancılıkla suçlaması ve daha da ötesi MİT Müsteşarı'ın, ''Sorunu yargı çözemezse biz çözeriz'' sözleri bu durumun bir ifadesi. Aslında herşey çok açık. Kirlenme ilişkilerden değil, sistemden kaynaklıyor. İlişkiler sadece mevcut pisliğin ortalığa saçılmasına aracı oluyor.

Açıklama [21]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [22]: <!--[endif]-->

Açıklama [23]: <!--[if !supportEmptyParas]-->

Sorumlu kim? Her koşulda kendini haklı gören bir devlet yapısıyla karşı karşıyayız. Ordu, Emniyet, MİT, hükümet, belediye hangisi olursa olsun. Eğer bir "felaket" varsa; kaza, sel, deprem, yangın ya da benzer bir nedenden dolayı meydana gelen bir olay, sorumlu ve hatalı olan mutlaka halk oluyor. Ölerek, yaralanarak, yakınlarını yitirerek bedel ödeyenler daima baş sorumlu ilan ediliyor. Ağustos ayının ortasında yağan yağmurlar İstanbul Bahçelievler'de üç çocuğun kendi evlerinin salonunda boğularak ölmesine sebep oldu. Benzerini geçtiğimiz yıllarda Ankara'da yaşamıştık; yine yağmur-sel ve yine çocuklardı yitirdiğimiz. Son yağmur-sel başta Alibeyköy olmak üzere binlerce işçi ve emekçinin evlerini sular altında bıraktı; daha önce defalarca yaşadığımız şekilde. Başbakan Erdoğan'ın yakın arkadaşı İstanbul Belediye Başkanı Kadir Topbaş'ın bu olaylar üzerine açıklaması bizi şaşırtmıyor; çünkü öncekilerden hiçbir farkı yok. Topbaş, biz gerekli uyarıyı yaptık, önlem almayanlar hatalı diyor! Vergisini topladığı emekçi semtlerine gerekli yatırımı yapmayan, en temel alt yapı hizmetlerinden mahrum bırakanlar emekçilerden nasıl bir önlem almasını bekliyor? Topbaş hangi uyarıyı yapıyor? Son 10 yılın en büyük yağışlarından biri olacak. İyi de bu uyarı için belediyeye gerek var mı? Uyarıyı meteoroloji zaten yapıyor. Belediye önlem almak için var, uyarmak için değil. Ağustos ayında yaşanan büyük sel felaketi özelleştirmeci kapitalist devletin ve onun kâr merkezli belediyecilik anlayışının bir sonucudur. Bu devlet anlayışı her yanda egemen. Hızlandırılmış tren kazası sonucu onlarca insan öldü ve sakat kaldı. Suçlu makinist ilan edildi. Ağustos 1999 büyük Marmara Depremi onbinlerin ölümüne yol açmıştı. Üzerinden beş yıl geçti. O günde suçlu, evlerini depreme uygun yapmayan dar gelirli emekçiler ilan edilmişti. Dönemin Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel evlatlarını yitirmiş bir babanın haykırışını "Takdir-i ilahi, hesap mı soruyorsun?" diye cevaplamıştı. Emekçinin sorumsuzluğu ve kaderin oyunu, işte devlete göre yaşanan tüm felaketlerin açıklaması bu. Sonrasında Bingöl depremi yine canlar aldı. Ölümlere engel olmadınız bari sağ kalanlara sahip çıkın diyen emekçilere devlet en marifetli yanıyla karşılık verdi. En büyük marifeti özelleştirme ve sopa olan burjuva devlet AKP hükümeti aracılığıyla milyonlarca işçi ve emekçinin hayatını tehdit ediyor. Yeni liberal saldırılarla işçi ve emekçilerin haklarını her geçen gün biraz daha tırpanlayarak sömürüyü yoğunlaştıran, yoksul hakların sömürgeleştirilmesinde emperyalizmle işbirliğine giren, baskı ve sömürüye karşı çıkan işçi ve emekçilere karşı en acımasız baskıları uygulamaktan çekinmeyen bu özelleştirmeci ceberrut kapitalist devlete karşı haklar ve özgürlükler için mücadele kaçınılmazdır.

Açıklama [24]: <!--[endif]--> Açıklama [25]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [26]: <!--[endif]-->

Açıklama [27]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [28]: <!--[endif]-->

Açıklama [29]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [30]: <!--[endif]-->

Açıklama [31]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [32]: <!--[endif]-->

NATO karşıtı kampanyanın gösterdikleri

Açıklama [33]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [34]: <!--[endif]-->


Açıklama [35]: <!--[if !supportEmptyParas]-->

Derya Deniz Haziran ayının son günlerinde İstanbul hareketli günler geçirdi. NATO'nun İstanbul Toplantısı tartışmaları ve eylemleri ile sürece damgasını vurdu. Bir önceki sayımızda NATO üzerine ayrıntılı olarak yazmıştık. Bu sayımızda NATO toplantısının sonuçlarını ayrı bir yazıda değerlendirdik. Bu nedenle bu yazıda NATO karşıtı eylemleri ve sol içindeki tartışma ve farklılıkları irdelemeye çalışacağız. NATO toplantısına karşı mücadele platformları oluşmadan önce, işgal karşıtı iki örgütlenme vardı. Bunlardan biri İşçi Cephesi'nin de içinde yer aldığı Irak'ta İşgale Hayır Koordinasyonu (IİHK), diğeri ise Koordinasyon'dan ayrılan ve ÖDP'nin etkisindeki Küresel Barış ve Adalet Koalisyonu'ydu (BAK). BAK, sivil toplumcu ve barışçı çizgisiyle IİHK ile ayrımını koydu ve asker-polis rejimiyle karşı karşıya gelmekten özellikle kaçınan bir yönelişi benimsedi. BAK, NATO karşıtı mücadelenin de içinde (en azından medyatik görüntüsü ile!) yer aldı. "Bush Gelme" diyen BAK bu sloganı popülerleştirmiş, kimseyi ürkütmemek için anti-emperyalist, anti-kapitalist bir mücadeleyi göze alamamıştır. Bisiklet turu, konserler ve bir de Saraçhane mitingi düzenledi. NATO günlerinde (28-29 Haziran) ise ortada yoktu. BAK'la hareket eden KESK ve DİSK bürokrasisi 27 Haziran da dahil olmak üzere bırakın grevi, tabanının bir kısmını bile alana taşımadı. Böylece gerçekten NATO'ya İstanbul'u dar edecek bir mücadelenin gelişmesi için çaba göstermedi. Bir diğer örgüt ise İşgal Karşıtı Komiteler'di (İKK). Her ne kadar bir platformmuş gibi görünse de aslında sadece TKP'nin bir yan örgütlenmesi olarak ortaya çıktı. TKP, toplantılardan önce duvarları afişlerle kapladı ve "İstanbul NATO'ya kapılarını kapatıyor" dedi. TKP ayrıca miliyetçilik şampiyonluğunda İşçi Partisi'yle yarışmaya başladı, buna da yurtseverlik yaftasını yapıştırdı. TKP, bu çağrılarında "Türk halkına" sesleniyordu. Örneğin, 27 Hazirandaki mitingin birlikte yapılacağının açıklandığı basın açıklamasında, TKP temsilcisi Türk halkının karakterine övgüler yağdırdı ve emperyalistleri İstanbul'a sokmayacağını söyledi. TKP'yi takip edenler bunun bir dil sürçmesi değil TKP'nin ulusalcı yönelişinin doğal bir sonucu olduğunu bilirler. TKP de aynı ÖDP gibi sadece 27 Haziranda gövde gösterisi yapmakla yetindi. Atın 28'inde bir basın açıklaması yaptı ve rejimle karşı karşıya gelmekten özenle kaçındı. TKP İstanbul'un kapılarını NATO'ya kapatacağına kendi partisinin kapılarını kapatıp Kemerburgaz'a pikniğe gitti. Duvarları afişlerle dolduranlar sokakları boş bıraktılar. Böylece neo-stalinist TKP, hem ulusalcı hem de reformist yüzünü bir kez daha gösterdi. Bir aylık eylemler süresince tüm ayrılıklara ve farklılıklara rağmen daha tutarlı tutum takınan platform ise NATO ve Bush Karşıtı Birlik'ti (NBKB). Birlik, IİHK'nın içinden çıkan bir platformdu ve içinde İşçi Cephesi'nin de yer aldığı 128 dergi, sendika ve partiden oluşuyordu. NBKB, son ana kadar birliği korumak için her tür fedakarlığı yapmış, gerektiği noktalarda rejimle karşı karşıya kalmaktan çekinmemiştir. Aşağıda değerlendireceğimiz bu eylemlerde zaman zaman barikatları zorlamıştır. Fakat mücadelenin kitleselleşmesi yönünde yeterince çaba gös-termemiştir. Küçük burjuva radikal grupların reklamcı ve ikameci tutumları da buna eklenince yeterli kitlesellik bir türlü sağlana-mamıştır. Örneğin Gezi Parkı eylemleri ve meşale eylemlerinde kitle 150-250 kişi arasında değişmiş, ancak kampanyaya katılım bir türlü yaygınlaştırıla-mamıştır. Troçkist militanların aktif olarak katıldığı bu eylemlere çeşitli sol gruplar ve EMEP sembolik olarak katılmıştır. En hazini ise 28 Haziranda kitlenin Mecidiyeköy'e yeterince seferber edilememesidir. Bu arada NBKB içerisinde yer alan DEHAP'ın neredeyse hiçbir eyleme katılmadığını ve bunu solun tutumuna bağladığını hatırlamakta yarar var. Oysa asıl neden Kürt ulusalcı hareketinin özellikle ABD emper-yalizmiyle karşı karşıya gelmek istememesi ve dahası Irak'taki işgalin sonucunda emperyalizmin bir Kürt devleti bahşetmesini beklemesidir. Bu üç platformu değerlendirirken 26-27-28-29 Haziranda gerçekleşen eylemler öncesi tartışmalara kısaca bir göz atmakta yarar var. Zira İKK ve BAK tüm medyatik gösterilerine rağmen bu günlerde kitleyi bölmeye, pasifize etmeye dönük bir hat çizmişlerdir. Ayın 27'sinde Vatan Caddesi'nde eylem yapılması kararı alındı. Ancak polisin tehditkar tavrı yüzünden bu iki platform Anadolu yakasına gitmeye karar verdiler. Oysa NATO toplantıları Avrupa yakasındaydı. NBKB bu süreçte Avrupa yakasında olma kararında ısrar etti; fakat birliği bozmamak için zorunlu olarak Kadıköy'e gitmek zorunda kaldı. Vatan Caddesi zorlansaydı alınırdı, hatta valiliğin Çağlayan önerisi bile anlamlıydı. Ancak KESK ve DİSK 1 Mayıs'ta gitmedikleri bu alana gitmeyeceklerini söyledi. Böylece BAK ve İKK onlara katıldı ve bir oldu bittiyle Kadıköy'e gidildi. 28 ve 29 Hazirandaki eylemlerde birlikte hareket etme konusunda ise ısrarla tartışmaktan kaçındılar ve barikatları zorlayacak kitlesel bir mücadelenin örülmesini engellediler.

Açıklama [36]: <!--[endif]--> Açıklama [37]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [38]: <!--[endif]-->

Açıklama [39]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [40]: <!--[endif]-->

Açıklama [41]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [42]: <!--[endif]-->

Açıklama [43]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [44]: <!--[endif]-->

Açıklama [45]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [46]: <!--[endif]-->

Açıklama [47]: <!--[if !supportEmptyParas]-->

Bu mücadele günleri Troçkist hareket içinde de ciddi ayrımların olduğunu bir kez daha gösterdi. Biz, emperyalizme

Açıklama [48]: <!--[endif]-->


karşı mücadele perspektifimizden dolayı Irak'taki ve Afganistan'daki işgallere karşı başından itibaren net tutum aldık ve bunun doğal sonucu oalarak da platform ve birliklerin içerisinde mücadeleye katıldık. NATO karşıtı mücadeleyi de bu perspektifle ele aldık ve mücadelenin dışında kalmak bir yana, kitleleri seferber etmemiz gerektiğine inandık ve gücümüz oranında hatta gücü-müzü aşarak sürece katıldık. Bu süreçte başka Troçkist çevreler ve bazı bağımsız yoldaşlarla birlikte alanlarda yer aldık. Tüm çabalarımıza rağmen Troçkist çevreler olarak bir bütün halinde hareket edemedik. Örneğin 27 Haziran Kadıköy Mitingi'nde bazı dergiler yan yana gelirken, 28-29 Haziranda sadece bizimle birlikte bir iki çevre bu sorumlulukla alandaydı. Bazı Troçkist çevreler hiçbir işbirliğine yanaşmadılar. Peki ne yaptılar? Bir kısmı işçi sınıfının olmadığı bir mücadelenin içinde küçük burjuva radikallerle olmayacaklarını söyleyerek 27 Haziran Kadıköy Mitingi'ne sendikalarla katıldılar. 28-29 Haziranda ise yoktular. Yani bu yoldaşlarla metodolojik olarak başından itibaren farklı yerlerde durduk. Diğer yanda bizlerle benzer argümanları savunan ancak güvenlik veya adam azlığı vb. nedenlerle 28 ve 29 Haziranda alanlara gelmeyen ekipler vardı. Biz bu yoldaşları eleştirmemiz gerektiğini düşünü-yoruz çünkü yoldaşlarımız "kitlelere mücadele edin, İstanbul'u dar edin, grev yapın, işe veya okula gitmeyin" gibi çağrılar yapıp kendi rutin hayatlarına devam ettiler. Biz bu tutumu devrimci bir tutum olarak görmüyor ve yoldaşları eleşti-riyoruz. Açıklama [49]: <!--[if !supportEmptyParas]-->

Eylemler NBKB, Haziran ayı boyunca bir dizi eylem gerçekleştirdi. Yaygın afişleme, pullama, stand açıp imza toplama gibi eylemlerin yanı sıra, her cumartesi Taksim Gezi Parkı'nda çeşitli etkinliklerle NATO protesto edildi ve kitleler mücadeleye çağrıldı. Adana İncirlik Üssü'nde bir gösteri gerçekleşti-rildi. Kitle jandarma barikatını aşmak için çatışmaya girdi. 15 Haziran'da Sendikalar Birliği Saraçhane'de bir protesto gösterisi yaptı. 19 Haziran'da Sümerbank Bakırköy işçileri fabrikalarında NATO'yu protesto ettiler. 20 Haziran'da Troçkist ittifak bir forum düzenledi. 21 Haziran'da Bakır-köy'de, 22'sinde Tepebaşı'nda, 23'ünde Galatasaray'da, 24'ünde Saraçhane'de, 25'inde Mecidiye-köy'de NBKB'nin meşale yakma eylemleri gerçekleşti. Katılımın düşük olduğu gösterilere İşçi Cephesi olarak katıldık. NBKB 26'sında Bush'u Ankara'ya sokmamak için Ankara'ya gitti. Polisle çıkan çatışmada birçok kişi gözaltına alındı. 27 Haziranda Kadıköy'de en kitlesel gösteri gerçekleşti. Tüm platform, parti ve sendikalar birlikte hareket ettiler. Yaklaşık 50 bin kişinin katıldığı gösterilere sendikaların katılımı düşük olurken sol çevreler ve partiler kitlesel katıldılar. Ancak ayın 28'inde Mecidiyeköy'de aynı kitle yoktu. Yaklaşık 200 kişilik kitleye eylemin başlama saatinden on dakika önce polis biber gazıyla ve coplarıyla çok sert bir müdahalede bulundu. Çevrede toplanan kitle birleşemedi. Dönem dönem toparlanma çabaları polisin sert müdahalesiyle karşılaştı. Aynı saatlerde Okmeydanı'ndan yola çıkan ve NBKB pankartı arkasında yürüyen yaklaşık 2000 kişi polis barikatıyla karşılaştı. Perpa önünde başlayan çatışmalar gün boyunca Okmeydanı sokaklarında sürdü. Ertesi gün eylem yeri Taksim'di. KESK, Limter-İş gibi sendikalar da alana geldiler. Yine yaklaşık 1500-2000 kişi toplandı. Polisin sert müdahalesi sonucu çatışma çıktı. Çatışmalar ara sokaklarda devam etti. Bir yandan polisin terörü, öte yandan sendika bürokrasisi ve reformistlerin tutumları birleşik, güçlü bir mücadelenin örülmesini engelledi. Kitlesel bir mücadelenin yerini çeşitli sol çevrelerin meşru direnişi aldı. Ancak bu kendinden menkul direniş NATO'nun defedilmesi için elbette yetersizdi. Kitlesel bir seferberlik olmaksızın NATO'nun defedilemeyeceği aşikardır. Ancak bu mücadeleden kaçmanın mazereti de olamaz. 28-29 Haziran günlerine katılmadığı halde küçümseyenlerin aksine, eleştirilerimiz olmasına rağmen, rejimin terörü (hem saldırarak, hem de bir sokağı zaptederek) karşısında uygulanan direnişi meşru ve haklı görüyoruz. Bir NATO toplantısı daha bitti. Ancak emperyalizm ve onun savaş aygıtları kapitalizm sürdüğü sürece var olacak. Kapitalizm yıkılıp sınıfsız, sömürüsüz bir dünya kurulmadan dünyaya gerçek barış gelmeyecek. Devrimci Marksistler, kapitalizm yıkılana dek burjuvaziye ve emperyalizme karşı savaşmaya devam edeceklerdir. Bu nedenle bugün Irak'tayız, Filistin'deyiz, Bolivya'da, Arjantin'deyiz, Kürdistan'dayız, ezilenlerin sömürülenlerin haklı kavgasındayız.

Açıklama [50]: <!--[endif]--> Açıklama [51]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [52]: <!--[endif]-->

Açıklama [53]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [54]: <!--[endif]-->

Açıklama [55]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [56]: <!--[endif]--> Açıklama [57]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [58]: <!--[endif]--> Açıklama [59]: <!--[if !supportEmptyParas]-->

Emperyalizmi Ortadoğu'dan defedelim!

Açıklama [60]: <!--[endif]--> Açıklama [61]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [62]: <!--[endif]--> Açıklama [63]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [64]: <!--[endif]--> Açıklama [65]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [66]: <!--[endif]-->


Bakırköy Sümerbank'ta mücadele sürüyor Murat Yakın Sümerbank Bakırköy işçilerinin özelleştirmeye karşı sürdürdükleri mücadeleleri bir yılını doldurmuş durumda. Fabrikayı özelleştirmenin gerekçelerini yaratabilmek için işveren önce üretimi sınırlayıp durdurmuş, zarar bilançosunu artırmış ve sonuçta hükümet tesisi arsasıyla birlikte Doğa Madencilik adlı bir şirkete satmıştı. Şirket fabrikayı yıkıp otel yapmayı planlıyor. Sümerbank işçileri ise işlerini, dolayısıyla da işyerinin kamu niteliğini korumak çabasındalar. Kısacası, özelleştirmeye karşı kararlı bir işçi mücadelesi söz konusu. Doğa Madencilik fabrikayı satın almış olmakla birlikte hala fabrikaya girebilmiş değil; çünkü işçiler izin vermiyorlar. İşçilerin bağlı oldukları Teksif sendikası, Anayasaya aykırı olduğunu savunarak satışa karşı dava açmıştı, mahkemenin Eylülde sona ermesi bekleniyor. İhaleyi alan şirket ihaleden geri döneceğinin sinyallerini veriyor. Hükümet de Türk-İş yönetimiyle masada sorunu halletmeye çalışıyor. Ama işçiler bu tuzağa düşmeyecek kadar bilinçli ve örgütlüler. Bütün sınıf kardeşleri için mücadele ettiklerini biliyorlar ve mücadeleleriyle işçi sınıfına yol gösteriyorlar. Nerede bir mücadelesi varsa oraya destek veriyorlar. Elbette bu durum hükümetin işine gelmiyor ve işçilerin üzerinde polis terörü uyguluyor. Polis sürekli işçileri izliyor ve eylemlerine müdahale etmeye çalışıyor. Öyle ki, işçilerin aileleriyle yapmak istediği tekne gezisine izinsiz eylem olduğu için izin vermediler. İşçileri iki ayrı limana gönderip her ikisinden de tekneye bindirmediler. İşçiler, etkinliklerini sürdürmekte kararlılar.

Açıklama [67]: <!--[if supportFields]><b><span lang=TR

style='font-size:22.0pt;mso-bidi-fontsize:12.0pt;font-family:Arial;

color:blue;mso-ansi-language:TR'><span style='mso-element:field-begin'></span>tc

"Bakırköy Sümerbank'ta mücadele sürüyor"</span></b><![endif]--> Açıklama [68]: <!--[if supportFields]><b><span

lang=TR style='font-size:22.0pt;msobidi-font-size:12.0pt;font-family:Arial;

color:blue;mso-ansi-language:TR'><span style='mso-element:fieldend'></span></span></b><![endif]--> Açıklama [69]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [70]: <!--[endif]--> Açıklama [71]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [72]: <!--[endif]--> Açıklama [73]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [74]: <!--[endif]-->

Açıklama [75]: <!--[if !supportEmptyParas]-->

Mücadelenin geleceği Bu ay içinde bitecek olan davanın sonuçları elbette önemli. Satışın reddedilmesi durumunda işçiler işlerini ve ücretlerini bir süre daha koruyabilecekler. Bununla birlikte Bakırköy konfeksiyon fabrikasının satışı, Sümer Holding'e uygulanan kapsamlı özelleştirme programının sadece bir parçası. Aynı holdinge bağlı pek çok işyerinde, bu arada Beykoz'daki deri-kundura tesislerinde, benzer "zarar" politikaları izlenmekte ve tesisler parça parça özel şirketlere satılmakta. Ama yalnızca bu da değil. Özelleştirme, hükümetin IMF istemleri uyarınca kararlı bir biçimde izlediği bir politika. Hükümet, sanayi sektöründeki kamu kuruluşlarını teker teker ulusal ve çok uluslu özel sermaye gruplarına satma planını yürürlüğe koymuş durumda. Bu planın önündeki yasal ve toplumsal engelleri de bir bir temizlemeye çalışıyor. Herhangi bir özelleştirme sırasında önüne çıkan bir yasal engeli, gerekli mevzuat değişiklikleriyle birlikte ortadan kaldırmaya yöneliyor. Bu bakımdan, Sümerbank Bakırköy tesisinin satışı dava sonucu iptal edilse bile, hükümetin bu engeli gerekli değişiklikle temizledikten sonra satış planını tekrar gündeme getireceği kesin. Özelleştirmenin önündeki toplumsal engeller ise, işçiler ve sendikalar. Pek çok yerde özelleştirme girişimi işçilerden sert tepki görüyor, zira özelleştirmenin sonuçları artık emekçi yığınlar tarafından kavranmaya başladı. Bununla birlikte, bu tepkiler Sümerbank'ta olduğu gibi somut bir mücadeleye dönüşmedikçe sonuçsuz kalmakta, ve neticede yenilgiye uğramakta. Bu bağlamda, sendikaların özelleştirmeye karşı verdikleri örgütlü destek önem kazanıyor. Bakırköy'de Teksif şubesinin tavrının işçilerin lehine olduğunu söylemek yanlış olmaz. Ne var ki, özelleştirme planı hükümet düzeyinde yürüyor, ve sendika şubelerinden çok genel merkezlerin, ve bir bütün olarak da konfederasyon yönetimlerinin tavrı belirleyici oluyor. Oysa biliyoruz ki Türk-İş yönetimi IMF'nin özelleştirme planı karşısında hükümet ile işbirliği içinde. Bu açıdan direnişçi işçilerin ülke düzeyinde örgütlü bir destekten yoksun olduğunu kabul etmek gerekiyor.

Açıklama [76]: <!--[endif]-->

Açıklama [77]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [78]: <!--[endif]-->

Açıklama [79]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [80]: <!--[endif]-->

Açıklama [81]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [82]: <!--[endif]-->

Açıklama [83]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [84]: <!--[endif]-->


Talepler Sümerbank'ta işçilerin temel talebi satış sözleşmesinin iptali ve fabrikanın yeniden üretime başlaması. Mahkemenin satış işlemini onaylaması durumunda hükümetin Valilik ve güvenlik güçleri düzeyinde harekete geçerek işçileri işyerinden uzaklaştırma ve tesisi yeni "sahibine" teslim etme işlemini başlatacağını biliyoruz. İşçilerin bugünkü kararlılıkları hükümetin bu politikasının sert bir yanıtla karşılaşacağına işaret etmekte. Ne var ki bu yanıt salt Bakırköy fabrikası düzeyinde kalmamalı ve sendika şubesi bu mücadeleyi mutlaka İstanbul, hatta ülke çapında bir destek kampanyasıyla yaygınlaştırmakta başı çekmelidir. İşçi Cephesi, bu direnişte işçilerin ve sendikanın yanında olacaktır.

Açıklama [85]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [86]: <!--[endif]-->

Satış sözleşmesinin mahkemece iptali durumunda ise, işyerindeki üretimin mutlaka işçi denetiminde yeniden başlatılması hedeflenmelidir. Üretim üzerindeki bu denetim, fabrikanın yönetimi üzerinde bir baskı ve denetim unsuru olarak, tesisin yeniden satışı planlarını önlemek için zorunluluk kazanmaktadır. İşçiler bu mücadele aracıyla, üretim araçlarının toplumun mülkiyetinde olması bilincini yayabilecekler, emekçi halkın desteğini yanlarına çekebileceklerdir. Yukarıda da söylediğimiz gibi özelleştirme, hükümetin IMF emirleri doğrultusunda uyguladığı bir plan. Bu planın uygulanmasında meclisteki mutlak çoğunluğundan yararlanarak gerekli yasal düzenlemeleri yapabiliyor, sendika yöneticileriyle işbirlikleri yapıyor ve olası direnişleri daha başından önderliksiz ve araçsız bırakıyor. Dolayısıyla, Teksif Bakırköy şubesine düşen görev, Sümerbank işçilerinin direnişini sendika ve Türk-İş içinde bürokratik ve işbirlikçi merkez yönetimine karşı kararlı bir muhalefete dönüştürmek, Bakırköy'deki özelleştirme karşıtı mücadeleyi bunu destekleyen başka sendikalarla birlikte, tüm ülke düzeyinde IMF planına ve hükümete karşı bir savaş halinde yaygınlaştırmak olmalıdır.

Açıklama [87]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [88]: <!--[endif]-->

Açıklama [89]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [90]: <!--[endif]--> Açıklama [91]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [92]: <!--[endif]-->

Eğitim-Sen kapatılamaz !

Açıklama [93]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [94]: <!--[endif]--> Açıklama [95]: <!--[if !supportEmptyParas]-->

Fuat Karan Dünyanın farklı coğrafyalarında hükümetler, emekçi halka karşı neo-liberal saldırı programlarını bir bir uygulamaya koyuyorlar. Ülkemizde de AKP hükümeti bu saldırıların uygulayıcısı durumunda. Yaygın özelleştirmeler, yeni İş Yasası, Kamu Yönetimi Reformu bu sürecin ayakları. Biz bu süreci bir neo-liberal karşı devrim olarak tanımlıyoruz. Yani işçi sınıfının ve emekçi halkın ekmeğine, sosyal güvencesine, örgütüne saldırıları içeren bir süreç. Bu süreç, ülkemizde kitlesel bir mücadele ile karşılaşmaksızın ilerliyor. Elbette herkes suskun değil. Öncelikle devrimci güçler olmak üzere, sınıf mücadeleci sendikalar ve çeşitli örgütler bu sürece karşı durmaya çalışıyorlar. Bu sendikalardan biri de Eğitim-Sen. Eğitim-Sen tam da bu özelliğinden dolayı Ankara 2'nci İş Mahkemesi'nce açılan bir kapatma davasıyla karşı karşıya. Davanın nedeni Eğitim-Sen'in tüzüğündeki "Ana dilde eğitim hakkı". Bütün AB makyajlarına rağmen, davanın tam da DEP'li milletvekilleri hakkında MGK'nın zehir zemberek açıklamalarının ardından gelmesi, mahkeme süreci devam ederken hükümetin ansızın Kamu Yönetimi Reformu'nu meclise getirmesi davayı daha da anlaşılır kılıyor. Birincisi, bu kapatma davasıyla Kürt halkı başta olmak üzere, demokratik haklarını kullanmak isteyen tüm kesimlere sopa gösteriliyor. Başta ordu olmak üzere ceberut devletin aktörleri kanlı yüzlerini bir kez daha gösteriyorlar. Yine "vatanın bölünmez bütünlüğü" edebiyatı çıkıyor karşımıza. Bu davadan bir süre önce 27 Haziran 2003'te Genelkurmay Başkanlığı Harekat Başkanı Korgeneral Köksal Karabay, Genelkurmay Başkanı adına Çalışma Bakanlığı'na bir yazı gönderdi. Eğitim-Sen tüzüğünün 2.

Açıklama [96]: <!--[endif]--> Açıklama [97]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [98]: <!--[endif]--> Açıklama [99]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [100]: <!--[endif]--> Açıklama [101]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [102]: <!--[endif]-->

Açıklama [103]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [104]: <!--[endif]-->


maddesindeki anadilde eğitim hakkının Anayasa'ya aykırı olduğunu savundu ve tüzüğün değiştirilmesi için gerekli girişimlerin yapılmasını istedi. İkinci olarak, dava neo-liberal saldırıların bir uzantısı. Sınıf mücadelesini savunanlara, özelleştirmelere karşı mücadele edenlere, ekmeğini, işini savunanlara, IMF'ye, Dünya Bankası'na defol diyenleri tehdit ediyorlar. Üçüncüsü emperyalizmin karşısında "ABD Ortadoğu'dan defol, işgale hayır, NATO lağvedilsin" diyenlere sopayı gösteriyorlar bu göstermelik davayla. Peki havucu kime veriyorlar? Elbette onların sofralarından beslenenlere... Mahkemede, anayasanın 2. maddesindeki "devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğü"ne ve 42. maddedeki "Türkçe'den başka dilde eğitim ve öğretim yapılamayacağı"na gönderme yapılıyor. (Bu arada, ülkede yabancı dilde eğitim yapan binlerce okul var!) Bu nedenlerden dolayı 4688 sayılı Kamu Görevlileri Sendikaları Yasası'nın 37. maddesine dayanılarak sendikanın kapatılması isteniyor. İlk mahkeme sonuçlandı; avukatların itirazı reddedildi ve Eğitim-Sen'e tüzüğünü değiştirmesi için 60 gün süre verildi. Mahkeme de 14 Eylül 2004'e ertelendi. İşin ilginç yanı 15 Ekim 2002'de onaylanan tüzüğe o tarihte Çalışma Bakanlığı'nın anayasaya aykırı bir şey görülmediğini bildirmesidir. Mahkemeden önce Eğitim-Sen üyeleri Kızılay'da iki gün oturma eylemi yaptılar. Mahkeme günü de tüm Türkiye'den gelenlerle birlikte kitlesel olarak mahkemeye yüründü. Eylemlere birçok sendika destek verdi. Ama en önemli destek uluslararası sendikalardan geldi. Birçok sendika dayanışma mesajı gönderirken özellikle Eğitim Enternasyonali davanın takipçisi olacağını açıkladı.

Bu davanın da gösterdiği gibi, AB'ye şirin görünmek için yapılan makyajın ne kadar boş olduğu ortada. Daha dün "Kürtçe dil de atık serbest" diyenler, "biz demokratik bir ülkeyiz" diyenler bugün ana dilde eğitim hakkını savunduğu için Eğitim-Sen'i kapatmak istiyorlar. Biz bugüne kadar demokratikleşmenin biçimsel olduğunu, kitlesel mücadeleler olmaksızın asker-polis rejiminin niteliğinde bir dönü-şümün olamayacağını söylemiştik. Bu dava bunun en açık göstergelerindendir. Bu dava özellikle vurguladığımız üç ana mücadele hattının geçerliliğini bir kez daha göstermiştir: Birincisi, baskıcı asker-polis rejimine karşı, başta Kürt halkı olmak üzere tüm ezilen halkların haklarının tanınması, sendikalaşmanın ve örgütlenmenin önündeki engellerin kalkması, 12 Eylül Anayasası'nın lağvedilmesi, darbecilerin yargılanması vb. taleplerle rejimin demokratikleşmesi için mücadele etmeliyiz. Ancak şu bir gerçek ki bu baskıcı rejimin demokratikleşmesi ve en temel haklarımızı kullanabilmemiz için bile bir devrim gerekiyor.

İkincisi neo-liberal karşı devrime karşı mücadele etmek gerekiyor. Burjuvazinin saldırılarına karşı kitlesel seferberliklerin örgütlenmesi burjuvaziyi köşeye sıkıştıracaktır. Bolivya bunun en iyi örneğidir. COB önderliğinde maden işçileri, özelleştirme planlarını çöpe atmış, iki kez mevcut hükümetleri düşürmüşlerdir.

Üçüncüsü, emperyalizme karşı mücadeledir. Emperyalizm Ortadoğu'yu işgal etmektedir. Yeniden sömürgeleştirme diye tarif ettiğimiz bu sürece karşı direnişin yanında olmak, emperyalistleri (kendi içimizdekiler de dahil) defetmek için mücadeleye atılmak gerekiyor. Aslında yargılanan kamu emekçilerinin grevli toplu sözleşmeli sendika hakkı, demokratik ve ekonomik talepleri ve bu uğurdaki mücadeleleridir. Eğitim-Sen işte bu nedenlerden dolayı kapatılmak istenmektedir. Mesaj tüm mücadeleci, örgütlü kesimlere verilmektedir. Sermayenin saldırılarına teslim olmamak, bu davada saldırıya karşı kitlelerin seferberliğini gerçekleştirmek gerekiyor. Başta Eğitim-Sen olmak üzere, tüm sendikaların üyeleri gelen tehdit karşısında bilgilendirilmeli ve sendikasına sahip çıkması için mücadeleye davet edilmelidir. Tabandan kopuk bir mücadele yenilgiyi beraberinde getirecektir. Biz bu mücadelede sonuna kadar Eğitim-Sen'in yanında olacağız.

Açıklama [105]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [106]: <!--[endif]-->

Açıklama [107]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [108]: <!--[endif]-->

Açıklama [109]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [110]: <!--[endif]-->

Açıklama [111]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [112]: <!--[endif]--> Açıklama [113]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [114]: <!--[endif]-->

Açıklama [115]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [116]: <!--[endif]-->

Açıklama [117]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [118]: <!--[endif]-->

Açıklama [119]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [120]: <!--[endif]-->


Açıklama [121]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [122]: <!--[endif]--> Açıklama [123]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [124]: <!--[endif]-->

Sivas'ın ateşi sönmedi Derya Deniz

Açıklama [125]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [126]: <!--[endif]--> Açıklama [127]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [128]: <!--[endif]-->

Devletin anti-komünizm propagandası ile 1970'lerden beri palazlandırdığı gerici ve faşist güçler, 2 Temmuz 1993'te Sivas'ta bir kez daha sahneye çıktılar ve 35 devrimci, demokrat, aydın insanımızı Sivas Madımak Oteli'nde diri diri yakarak katlettiler. Erdal İnönü'nün SHP'sinin de içinde olduğu koalisyon hükümeti seyretti yükselen alevleri. Aynı Çorum'da, Maraş'ta, Gazi Mahallesi'nde olduğu gibi... Asker-polis rejimi, bu katliamları göstermelik mahkemelerle kapatmak istedi, istiyor. Oysa biz gerçek katilin kapitalist sömürü düzenini ayakta tutan baskı rejimi olduğunu biliyoruz SHP'li Kültür Bakanlığı'nın desteğiyle 1993 yılında Sivas'ta bir kültür merkezi açılışı ve şenlik planlanır. Şenliğe birçok yazar, çizer, aydın davet edilir. Aynı dönemde gericiler de katliam hazırlıklarına başlarlar. Bastıkları bildirilerle halkı, gelen aydınlara karşı kışkırtırlar. Yerel gazeteler okurlarını "Müslümanlığa hakaret edenlere karşı Müslümanlığın gereğini yerine getirmeye" davet eder. Bu kışkırtmanın başını çeken isimlerden biri de dönemin Refah Partili belediye başkanı Temel Karamollaoğlu'dur. Öyle ki belediye başkanı yol yapımı bahanesiyle Madımak Oteli'nin önüne taş yığınlarını döker. Katliam hazırlıklarına rağmen hükümet ve güvenlik güçleri hiçbir tedbir almaz. 2 Temmuz Cuma günü Paşa ve Meydan camilerinden çıkan 500 kişi vilayet binasına doğru yürüyüşe geçer. Buradan etkinliklerin yapılacağı Kültür Merkezi'ne yönelirler. Önce birkaç gün önce dikilen Ozanlar Anıtı'nı yıkarlar, ardından Kültür Merkezi'ne saldırırlar. Grup, Madımak'a yöneldiğinde sayı 15 bini bulmuştur. Otelde kalan aydınlar, gerici güruhun saldırısı nedeniyle ulaşabildikleri tüm SHP'lilerden, Erdal İnönü de dahil, yardım isterler. Ancak bu yardım 8 saat boyunca bir türlü otele ulaşmaz! Otelin önünde toplanan gerici-faşist kitle oteli taşlamaya başlar. Valiliğin etkinlikleri iptal ettiğini açıklamasına rağmen gericiler kan dökmek istemektedirler. Belediye başkanı Temel Karamollaoğlu "gazanız mübarek olsun" diyerek kitleyi iyice kışkırtır. Önce otelin önündeki araçlar, ardından otelin kendisi ateşe verilir. İtfaiye otelin önüne gelmesine rağmen yangına müdahale etmez. Ettiğinde 35 insanımız ölmüştür. İtfaiyeciler merdivendeki insanlardan birinin Aziz Nesin olduğunu görünce onu kameraların gözü önünde tartaklar. Olayların ardından Erdal İnönü yüzsüzce "Güvenlik güçlerimizin özverisiyle vatandaşlarımızın daha fazla zarar görmesi engellenmiştir" der. Cumhurbaşkanı Demirel ise, "halkla polisi karşı karşıya getirmeyin" derken; Tansu Çiller "Otelin etrafını saran vatandaşlarımıza hiçbir şey olmamıştır" ve Mesut Yılmaz da "Bu bir futbol maçında bile çıkabilecek bir olaydır" der. Katliam hükümet tarafından böyle geçiştirilmeye çalışılır. Bu katliamda alevi-sünni ayrımı kışkırtılmak istenmiştir. Benzer kışkırtmalar devrimci muhalefetin yükseldiği dönemlerde Maraş ve Çorum'da da gerçekleşmişti. Saldırıların yüzeydeki nedeni alevi-sünni çatışması gibi görünse de, gerçek neden asker-polis rejiminin emekçi halkı din kisvesi altında bölerek birbirine kışkırtmasıdır. Katliamın taşeronları ise gerici ve faşist güçlerdir. Hükümetin olayı örtbas etmeye dönük açıklamaları bunun göstergesidir. Baskıcı rejim bu katliamla giderek güçlenmekte olan devrimci güçlere, emek hareketine ve Kürt ulusalcı hareketine saldırmıştır. Dönem aynı zamanda burjuva koalisyon hükümetinin ve rejimin krize sürüklendiği bir dönemdir. Sivas katliamı ne ilktir, ne de son olacak. Emek hareketi yükseldiği sürece burjuvazi ve onun gerici güçleri bu tür kışkırtmalara niyetlenebilecektir. Sivas katliamı tüm emekçi halka karşı yapılmıştır. Bu nedenle birkaç gerici katilin yargılanmış olması yeterli değildir. O dönemin Cumhur-başkanı başta olamak üzere, başbakan, tüm bakanlar, katliamı izleyen genel kurmay başkanı, generaller ve emniyet müdürleri yargılanmalıdır. Bu

Açıklama [129]: <!--[if supportFields]><b><span lang=TR

style='font-size:22.0pt;mso-bidi-fontsize:12.0pt;font-family:Arial;

color:blue;mso-ansi-language:TR'><span style='mso-element:field-begin'></span>tc

"Sivas'ın ateşi sönmedi"</span></b><![endif]--> Açıklama [130]: <!--[if supportFields]><b><span

lang=TR style='font-size:22.0pt;msobidi-font-size:12.0pt;font-family:Arial;

color:blue;mso-ansi-language:TR'><span style='mso-element:fieldend'></span></span></b><![endif]--> Açıklama [131]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [132]: <!--[endif]--> Açıklama [133]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [134]: <!--[endif]--> Açıklama [135]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [136]: <!--[endif]--> Açıklama [137]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [138]: <!--[endif]-->

Açıklama [139]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [140]: <!--[endif]-->

Açıklama [141]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [142]: <!--[endif]-->

Açıklama [143]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [144]: <!--[endif]-->


ise, asker-polis rejiminin yıkılmasıyla olanaklı olabilecektir. Biz devrimciler, Sivas katliamını ve diğer katliamları asla unutmayacak ve gerçek katilleri yargılanana ve bunları yaratan sömürü düzeni yıkılana kadar mücadeleyi sürdüreceğiz. Açıklama [145]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [146]: <!--[endif]--> Açıklama [147]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [148]: <!--[endif]-->

Emek hareketinden...

Açıklama [149]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [150]: <!--[endif]--> Açıklama [151]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [152]: <!--[endif]--> Açıklama [153]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [154]: <!--[endif]-->

Derleyen: Mavi Mayıs

Açıklama [155]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [156]: <!--[endif]--> Açıklama [157]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [158]: <!--[endif]--> Açıklama [159]: <!--[if !supportEmptyParas]-->

Eğitim-Sen kapatılmak isteniyor

Açıklama [160]: <!--[endif]-->

Anadilde eğitim hakkını savunan Eğitim-Sen'e, Ankara 2. İş Mahkemesi'nde bu nedenle dava açılmasını Eğitim-Sen Genel Başkanı Alaaddin Dinçer "komplo" olarak değerlendirdi. Ankara Güvenpark' ta eylemler yapan Eğitim-Sen' liler, "Bu dava demokratikleşme söylemlerinin yalan olduğunu gösteren en açık belgedir. Bize yapılan bu saldırıya boyun eğmeyeceğiz. AKP' nin yanlı politikası ve üzerimizde egemenlik kurma çalışmaları devam ediyor. Ana dilde eğitim hakkını savunmak evrensel bir mücadeledir. Biz bunu 15 yıldır savunuyoruz ama şimdi karşımıza çıkması yanlı bir politikanın eseridir." açıklamasında bulundu. Eğitim-Sen üyelerinin amacı, sendikanın kapatılmasını önlemek. Bunun için biraraya gelen öğretmenler, okulların kapatılma dönemine denk düşürülen dava tarihini de mücadeleyi sınırlamaya yönelik olduğunu belirterek eleştiriyorlar. Açıklama [161]: <!--[if !supportEmptyParas]-->

Su baskını ve ölümler

Açıklama [162]: <!--[endif]-->

Bahçelievler'in Soğanlı Mahallesi'nde kanalizasyon şebekesinin yetersizliği ve bölgede yeralan derenin ıslah edilmemesi sonucu 10 Ağustos'ta yaşanan su baskınında üç çocuğun ölmesi ile sonuçlanan olayı 11 Ağustos'ta basın açıklaması ile protesto edildi. TMOOB İl Koordinasyon Kurulu Sekreteri Meftun Gürdallar, "NATO için şehrin merkezinde her türlü masraftan kaçınmayanlar bu dereleri ıslah etmeye bütçe bulamadıklarını söylüyorlar." diyerek belediye başkanlarının bu olayın sorumluları olduğunu açıkladı. "Bu olay İstanbul'un zengin semtlerinde gerçekleşseydi başkanlar aynı duyarsızlığı sergileyebilecek miydi? " diye soruldu. Açıklamadan sonra, "Doğal afet değil cinayet!, Suçlular bulunsun hesap sorulsun!" sloganları atan topluluk dere ıslahı için bir imza kampanyası başlatıldığı ve savcılığa belediye başkanları hakkında suç durusunda bulunulacağını duyurdu. Açıklama [163]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [164]: <!--[endif]-->


Banliyö trenleri Birleşik Taşımacılık Çalışanları Sendikası İstanbul 1 No'lu Şubesi, Haydarpaşa tren garının önünde bir basın açıklaması yaptı. Açıklamaya katılan KESK Genel Başkanı Sami Evren de hükümetin kendini aklayarak suçu makinistlere atarak sorumluluktan kaçtığını ifade etti. "Teknolojiyi yenilemeyenler, bilimsel araştırma yapmayanlar, sendikamızın itirazlarına kulak vermeyenler yüzünden üç masum insan tutuklanmıştır. Esas bedel ödemesi gerekenler yargılanmamıştır." açıklamasında bulunuldu. BTS İstanbul 1 No' lu Şube Başkanı Mithat Ercan; demiryollarına ayrılan kaynakların kötü şekilde harcandığını, kazalar sonunda hükümetin demiryollarını özelleştirme psikolojisini yaydığını ifade etti. Ellerinde kazada ölen kondüktör ve tren odacısının fotoğraflarını taşıyan demiryolu emekçileri, "Kaza değil cinayet!" sloganları attılar. Irak'a Gitme, İşgale Ortak Olma!

Açıklama [165]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [166]: <!--[endif]-->

TÜMTİS (Türkiye Motorlu Taşıt İşçileri Sendikası ) Genel Başkanı Sabri Topçu tüm tır ve kamyon şoförlerine, "Savaş ortamındaki Irak'a mal taşımamaları" çağrısında bulundu ve şu açıklamayı yaptı: "Irak'ta şoför emekçilerinin öldürülmesi, nakliye tekelcilerinin kar hırsının bir sonucudur. Bu olay üzerine bir nakliye örgütü Irak'a seferlerini iptal ederken, diğerlerinin kan üzerinden para kazanma tutumunda ısrar etmeleri ülkemizde işçi yaşamına verilen değeri gösteriyor. Burada çalışmak zorunda olan örgütsüz ve sigortası dahi olmayan şoförler, işçiler zorunlu olarak Irak'a gönderiliyor. Irak'ta herkes tarafından bilinen bir işgal var. İşgale karşı da Irak halkının bir mücadelesi var." TÜMTİS Genel Başkanı AKP hükümetinin konuya yaklaşımını değerlendirirken başından beri ABD' yi destekleyen hükümetin Irak'a mal naklinin sürmesini istediğini, ancak sendika olarak bunu engeleyeceklerini söyledi. Irak' ta bir Türk şoförün öldürülmesi üzerine Uluslararası Nakliyeciler Derneği Irak'a mal taşımayı durdurma kararı alırken, Saffet Ulusoy'un, "Türkiye, Irak'a bir çok sefer gerçekleştiriyor ve böyle bir örnek yaşanabilir. Ölen ölmüştür, yeri nur olsun." açıklamasında bulunarak karara tepkisini belirtti. Açıklama [167]: <!--[if !supportEmptyParas]-->

Hastaneler ve hekimler özelleştiriliyor

Açıklama [168]: <!--[endif]-->

Sağlık hizmetlerinin özelleştirilmesinde yeni bir dönem başlatan Sağlık Bakanlığı hekim ve yardımcı personel istihdamını taşeronlaştırma hedefiyle bir dizi şartnameler hazırlamakta. Bununla birlikte hastanelerin özelleştirme ihalelerinin yapıldığı İstanbul Siyami Ersek Göğüs Kalp Damar Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi önünde toplanan sağlık emekçileri "Hastaneler satılamaz!" sloganları atarak bu ihalelere tepkilerini gösterdiler. Sağlık ve Sosyal Hizmet Emekçileri Sendikası Genel Başkanı İsmail Hakkı Tombul, "Siyami Ersek Hastanesi çalışanlarıyla birlikte ihale edilmektedir. İhale sonunda özelleştirme adı altında kadrolu çalışanlar kolaylıkla işten çıkarılabilecek ve döner sermayeye dayalı personel çalıştırma sistemi getirilmek istenmektedir." açıklamasında bulunarak tüm çalışanları örgütlenmeye çağırdı. Açıklama [169]: <!--[if !supportEmptyParas]-->

Sarıyer Belediyesi'nde grev kararı

Açıklama [170]: <!--[endif]-->

DİSK 'e bağlı Türkiye Genel Hizmetler İşçileri Sendikası (Genel-İş) ile Mahalli İdareler Kamu İşverenleri Sendikası (MİKSEN) arasında yürütülen toplu iş sözleşmesi görüşmelerinde anlaşma sağlanamaması üzerine, Sarıyer Belediyesi' ne grev kararı asıldı. Grevin 23 Ağustos günü başlayacağı açıklandı. Açıklama [171]: <!--[if !supportEmptyParas]-->

Kazanılmış haklara darbe Eylül ayı başlarında Tekstil iş kolunda Toplu İş Sözleşmeleri başlayacak.Türk-İş'e bağlı TEKSİF, DİSK' e bağlı Tekstil-İş ve Hak-İş'e bağlı Öz İplik-İş sendikaları, yaklaşık 50 bin işçi adına Türkiye Tekstil İşverenleri Sendikası ile masaya oturacak. Tekstil patronları kıdem, erzak, ikramiye gibi kazanılmış hakları ortadan kaldırmaya yönelik planlarıyla AKP hükümetinin kıdem tazminatlarının kaldırılması, Sendikalar Yasası, emeklilik yaşının yükseltilmesi ve kamusal alanın tasfiyesi ile ilgili düzenlemeler yapması arasında yakın ilişki olduğu kesin. Toplu sözleşmenin ekonomik olduğu kadar çalışma şartlarının koşullarıyla ile de ilgili hükümlerinde işverenin kafasına göre yorumlanma yapmasına izin vermeyeceklerini ve kazanılmış

Açıklama [172]: <!--[endif]-->


haklardan taviz verilmeyeceği açıklamaları işçi sendikalarının ifadelerinde yer aldı. Açıklama [173]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [174]: <!--[endif]--> Açıklama [175]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [176]: <!--[endif]-->

Okur Mektubu:

İsyanın kenti Dersim’den merhaba

Açıklama [177]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [178]: <!--[endif]--> Açıklama [179]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [180]: <!--[endif]--> Açıklama [181]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [182]: <!--[endif]-->

Sevgili dostlar,

Açıklama [183]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [184]: <!--[endif]-->

Dersim’den yürek dolusu merhaba... Sizleri her yıl coşku içinde gerçekleştirdiğimiz Munzur Festivali’nde bu sene yaşananlar hakkında bilgilendirmek istiyorum. Öncelikle şunu belirtmeliyim ki halkın festivale ilgisi bu yıl eskilere oranla daha az. Halkın gittikçe devrimcilerden uzaklaşması, hatta değerlerin yozlaşmaya başlaması bizleri hayal kırıklığına uğratıyor. İsyanın kenti Dersim’e yakışmayan olaylarla karşı karşıya kalıyoruz. Bu sene festivalin daha sakin geçmesi elbette kötü; fakat belediyenin festivali geçmiş yıllara göre daha kötü bir çizgiye çekmesi çok daha acı. Bu sene belediye Tunceli derneklerinin tertip komitesinde yer almalarına izin vermedi. Sloganını da değiştirdi ve DEHAP’ın politik çizgisine uygun olarak “Munzur Baraja Değil, Barışa Akacak” sloganını seçti. Oysa Dersim ezilmişliğin, sürülmüşlüğün ve isyanın kentidir. Bizler, neyin barışı diyerek yozlaştırılmaya çalışılan değerlerimize, barajlarla tüketilmeye çalışılan Dersimimizi sahiplenip bu anlayışı protesto ettik. Festivale gelince; Yıldız Tilbe, Leman Sam, Belkız Akkale, Grup Munzur, Ali Asker ve yerel gruplar festivalde yer aldılar. Bu yıl belediye devrimci müzik gruplarına bilinçli olarak daha az zaman ayırdı. Yine de Grup Munzur ve Ali Asker halk tarafından coşkuyla dinlendi. Halk oyunları gösterileri, panel, gezi ve çeşitli etkinlikler oldu. Şehir içinde sosyalist basının standları açıldı, gazeteleri satıldı. Umarım bir gün Dersim’de İşçi Cephesi’nin de standı açılır.

Festivalin son günü TAYAD’lı aileler ölüm oruçlarında şehit düşen 116 can için Munzur’a 116 karanfil bırakmak istediler. Sloganlarla şehrin içinden geçen grup Ak Parti binasına siyah çelenk bıraktı. Munzur’un yanına gelindiğinde polis Munzur’un mavi köpük bölümünde yolu kesti ve kitleye müdahale etti. Panzerlerden su sıkan polis, ayrıca göz yaşartıcı gaz sıkarak kitleye müdahale etti. Halktan birçok kişi de yaralandı, hatta Munzur’a atlayanlar oldu. Birçok gözaltı oldu. Bunun üzerine Dersim halkı birleşerek devrimcilere sahip çıktı. Taş ve sopalarla polisle çatıştı ve gözaltına alınan devrimcileri serbest bıraktırdı. Şimdilik aktaracaklarım bu kadar. Dersim’den devrimci selamlarımla... Dersim Hozat’tan Bir İşçi Cephesi Okuru

Açıklama [185]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [186]: <!--[endif]--> Açıklama [187]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [188]: <!--[endif]--> Açıklama [189]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [190]: <!--[endif]-->

Açıklama [191]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [192]: <!--[endif]-->

Açıklama [193]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [194]: <!--[endif]-->

Açıklama [195]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [196]: <!--[endif]--> Açıklama [197]: <!--[if !supportEmptyParas]--> Açıklama [198]: <!--[endif]-->


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.