Ik11

Page 1

Eylül-Ekim 2005

İşçi Kardeşliği

Uluslararası

Bedeli 500.000 TL / 50 YKr

Özelleştirmeleri Durduralım! Ardarda gelen özelleştirmeler dalgasına göğüs germe zamanı. Tüpraş’tan Erdemir’e, THY'den Seydişehir’e, oradan limanlara bütün kamu işletmelerini yağmalamak istiyorlar. Buna geçit vermeyelim! (s.3’te) Özelleştirilen limanlarla ilgili Liman-İş Genel Sekreteri Erdinç Çakır ile görüştük. (s.7’de)

“İşçilerin Kendi Partisi” İçin! Emek Platformunu bağımsız bir işçi partisi kurmaya çağıran kampanyamız devam ediyor. Desteğinizi bekliyoruz. (s.2’de) İşçi temsilcileriyle “İKP”yi konuşmaya devam ediyoruz. (s.9 ve 10’da)

Sosyal Güvenlik Meclis açılır açılmaz sosyal güvenliğimiz ve sağlımızla ilgili dehşet tasarılar gündeme gelecek. Bu saldırılara hazırlıklı olmak zorundayız. (s.14’te) ABD’de emeklilik hakkının gaspına karşı 30 bin kişi yürüdü. (s.13’te)

Lastik-İş Kongresi Yaklaşan Lastik-İş İstanbul Kongresini İstanbul Şube Başkanı Fedayi Öztürk ile görüştük. (s.5’te)

Bir İşçi Enternasyonali için İşçilerin ve Halkların Bağlantı Komitesinin (ILC) Türkiye bültenidir.

Romanya’da İşçi Partisi Kuruluyor ILC’nin yoğun kampanyası sonucu serbest bırakılan madenci önderi Miron Cozma ILC’ye bağlı bir işçi partisi kurma çalışmalarına başlayacağını açıkladı. (s.20’de) Bizimle bağlantı kurmak için: e-posta: iscikardesligi@iscikardesligi.org web: http://www.iscikardesligi.org

İçindekiler: s.2: Emek Platformuna Çağrı s.3: Özelleştirmeler s.5: Görüşme: Lastikİş İstanbul Kongresi s.7: Görüşme: Özelleştirilen Limanlar s.9: Görüşmeler: “İşçilerin Kendi Partisi” s.12: Yeni Ceza Kanunu s.13: ABD’de Emeklilik s.14: Sosyal Güvenlik Tasarısı s.15: Toplu Görüşmeler s.16: İran’da İşçi Hakları s.17: Katrina Kasırgası s.19: Alman Seçimleri s.20: Miron Cozma İşçi Partisi Kuruyor s.21: Romanya Demiryollarında Grev s.22: Brezilya İşçi Partisi s.23: İngiltere’de Blair “Mucizesi”


Uluslararası İşçi Kardeşliği

KAMPANYA

Bir İşçi Enternasyonali için Uluslararası Bağlantı Komitesi

1

991 yılı Ocak ayında Barcelona’da (İspanya) 63 ülkeden delegelerin katıldığı ilk Açık Dünya Konferansında kuruldu. Bu delegeler, işçi sınıfı içindeki çeşitli örgütleri ve siyasal akımları temsil ediyordu. Amacımız tüm dünyada kapitalizmin vahşi saldırısına karşı mücadele etmek için işçi sınıfını ve dünyanın ezilen halkları ile gençliğini birleştirmeye yardımcı olmak. Programımız ise açık ve basit: özelleştirmeye, kuralsızlaştırmaya ve savaşa hayır! Bunun için de tüm dünyada işçilerin bağımsız örgütlerinin özellikle de sendikalarının savunulması çok önemlidir. Uluslararası Bağlantı Komitesi (ILC), işçi sınıfının küresel kapitalizmin dayattığı esaretten kurtulmasının ancak işçilerin kendileri tarafından elde edilebileceği fikrine sıkı sıkıya bağlıdır. Sınıf mücadelesinin tarihi her türlü kazanımın bağımsız işçi sınıfı örgütlerinin mücadeleleri sonucunda elde edildiğini göstermiştir. ILC ilk toplantısından bu yana 94 ülkedeki siyasi aktivistlerin ve sendikacıların çok eğilimli bir yeniden gruplaşması olarak büyümüştür. 1991, 93 ve 96’da üç defa, 2000 yılı Şubat ayında San Francisco Emek Konseyi (AFL-CIO) ile ortak Açık Dünya Konferansları düzenledik. 2002 yılı Şubat ayında Berlin’de ILCSan Francisco Açık Dünya Konferansı Sürdürücü Komitesi ve geniş bir Alman sendikacılar komitesi ile birlikte -Kuralsızlaştırmaya Karşı ve Herkes için Emek Hakları için Uluslararası Konferanstoplandı. İşçi Kadınların Haklarının Savunusunda Uluslararası Konferans da bu konferansın öncesinde toplandı. Yaşama ve çalışma koşullarını iyileştirme amaçlı tüm mücadeleleri, toplu şözleşmelerdeki, iş kanunlarındaki ve ILO Sözleşmelerindeki kazanıl-

mış hakları ve güvenceleri koşulsuz savunuruz. Dünyadaki gerçek bir barış için koşullar da bunlardır. Tüm ülkelerde gerçek bir demokrasi için şartlar bunlardır ve bunlar da ancak halkların kendi kaderlerini tayin hakkı ve ırklar arasındaki eşitlik temelinde yükselebilir. Bu nedenle her yıl Cenevre’de yapılan ILO yıllık toplantısında ILC de ILO Sözleşmelerinin savunulması için bir konferans düzenliyor. Ayrıca çeşitli bölgesel kampanyalar ve girişimler örgütledik. “Serbest Ticaret Anlaşmalarına” karşı-örneğin Amerika kıtalarında NAFTA ve FTAA’ya karşı, Avrupa’da Maastricht Anlaşmasına karşı- Çin’de, Romanya’da, Kore’de, Togo’da ve dünyanın birçok yerinde sendikal faaliyetlerinden dolayı hapsedilen aktivistlerin serbest bırakılması talebi ile işçileri savunan çok sayıda kampanyalar örgütledik. Uluslararası Bağlantı Komitesi kendisini varolan uluslararası işçi örgütlerinin yerine koymuyor ya da onlarla rekabete girmiyor. ILC tarihi modeli olarak 1864’te Londra’da kurulan Uluslararası İşçi Derneği’ni - I.Enternasyonal’i - alıyor. O gün de bugün olduğu gibi amaç, işçileri savunmak için samimi bir şekilde mücadele eden tüm akımları, işçi demokrasisi temelinde, çeşitliliğe saygı göstererek ve birleşik eylemi ileriye taşıyacak bir biçimde örgütlemekti. 23-24 Ocak 2003 tarihinde Savaşa Karşı Acil Konferansı örgütledik ve “Savaşa Karşı Uluslararası Emek Hareketi”ni inşa etmeyi kararlaştırdık. Kampanyalarımızın ve amaçlarımızın kısa bir özeti bu. Her hafta ILC’nin faaliyetleri ile ilgili bilgiler içeren bir bülteni üç dilde yayınlıyoruz. Adres: ILC, c/o Parti des Travailleurs - 87, rue du Faubourg Saint-Denis, 7510 Paris, Fransa eit.ilc@wanadoo.fr, http://www.owcinfo.org

ILC Emek Platformuna Çağrı Emek Platformunu bağımsız bir işçi partisi kurulması için çağrıda bulunmaya davet eden kampanyanızı destekliyorum.

İsim, Soyisim: ................................................... Sendika: ...................................................

Görev: ................................................... İmza: ...................................................

Desteğinizi doğrudan bizimle temas kurarak veya (216) 330 95 67 nolu faksa veya iscikardesligi@iscikardesligi.org e-posta adresine göndererek iletebilirsiniz. Tam kampanya metnini Nisan ve Ocak 2005 sayılarımızın yanı sıra İnternet’te http://www. iscikardesligi.org/yazi.php?yazi_no=311 adresinde bulabilirsiniz.

2


ÖZELLEŞTİRMELER

Özelleştirmelerin Dünü ve Bugünü Özelleşip güzelleşelim diyenlere duyurulur...

Ü

lkemizde ekonomik anlamda ciddi bir dönüşüm Bir de Antalya Limanına bakalım. Antalya Limanı niyeti 24 Ocak 1980 kararları ile dile getiril- 1995’te Süha Süren’e devredildi. Süren’e ödemeler di. 24 Ocak 1980 kararlarının, işçilerin cephesin- için Sümerbank’tan kredi verildi. Süren kredileri hiç de güçlü sendikalar mevcutken uygulanamayacağını ödemedi. Sümerbank 4 yıl sonra satılınca, Antalya gören egemen güçler, ABD bağımlısı, Dünya Bankası Limanı bankanın yeni sahibi Hayyam Garipoğlu’na memuru Özelleştirme Babasını devreye soktular. İşte geçti. Sümerbank’a el konulunca liman da devlete geri o Özelleştirme Babası yozlaşmanın düğmesine bastı, döndü. Cebinden hiçbir ödeme yapmayan Süren, 4 yozlaşma (siyaset, ticaret, medya, bürokrasi, tarikat ve yılda 50 milyon dolar kâr etmişti. Bunun adı özelleşticaret altıgeninde) başladı. Bugün, kamu kuruluşların- tirme mi, yoksa Yeşilçam’a konu olacak trajikomik bir da rüşvet yasal hale geldi. Bundan “Benim memurum film mi, yorum sizin. işini bilir.” diyenler sorumludur. Bugün vergi toplanaBuna benzer Balıkesir Seka fabrikası örneği de mıyor, toplanan vergiler faizlere yetmiyorsa bundan ortadadır. 56 milyon dolarlık bir kuruluş l..l milyon bu ülkede vergi kaçıranların suçu yoktur dercesine, dolara Albayraklar’a satılmış, Mahkeme kararı ile geri “Vergi kaçıranlar da bu ülkeye hizmet etmiş insanlar- alınmış ama Mahkeme kararı dinlenmemiş, içindekiler dır.” diyen zihniyet sorumludur. Türk parasını koruma boşaltıldıktan sonra teslim edilmiştir. kanununu, Sümerbank öncüEtibank, 1998’de 152 lüğünde hayata geçirilen yerli milyon dolara Cavit Çağlar’a Ford, Toyota bir de yanına malı haftasını kaldıran, doları, satıldı. Oysa daha önce devRenault’yu koyun bir markı milli para haline getiren letten aldığı İnterbank batmak zihniyet aynı zihniyettir. üzere olduğu için Çağlar’ın Tüpraş etmiyor. Bugün 1987 yılında Özelleştirme bir banka daha alması mümTüpraş’ı kurmanın maliyeti kararlarını alan güçler, kün değildi. Bu ortaya çıkınca 10 milyar dolardır. Yanında KİT’lerin başına da Amerikan Çağlar’dan hisselerini Dinç eğitimi almış, IMF uzantılı Bilgin’e devretmesi istendi. bedava giden Petkim de memurlarını getirdiler. Banka Bilgin’e geçti. 2000’de cabası! THY genel müdürü görevel konulduğunda bankadaki den alınıyor, başına jeneramevduatın neredeyse tamamı tör yolsuzluğundan yargılanan Cem Kozlu getirili- Bilgin’e ait şirketlere kredi olarak verilmiş, zarar l milyor, kardeş Turgut Yılmaz’ın banka memuru Yılmaz yar doları bulmuştu. Karakoyunl önce milletvekili yapılıyor, sonra özelTüpraş gerçeği: Türkiye’nin 500 sanayi kuruluşu leştirmeden sorumlu bakan oluyordu. THY o sıra 78 sıralamasında birinciliği yine Tüpraş aldı. Tüpraş 10 milyon dolar kâr ediyor, hazineye 23 milyon dolar katrilyon 446 trilyon 591 milyar 775 milyon liralık vergi veriyordu. THY’ye hizmet eden 120 milyon satış hacmi ile birinci oldu. Tüpraş’ı Ford, 4 katrilyon dolarlık pazar payı olan HAVAŞ, önce kumarhaneler 445 trilyon 190 milyar 178 milyon üretimden satış kralı Ömer Lütfü Topal’a satılacakken tepkiler sonucu ile; Toyota Otomotiv, 3 katrilyon 348 trilyon 31 milvazgeçiliyor, Turgay Ciner’e veriliyordu. Sonra THY yar 394 milyon lira ile izlemektedir. Üretimde ilk 10 yetkilileri özelleştirdikleri ancak çok büyük kâr elde firma arasında Tüpraş gibi Ereğli Demir Çelik de yer edebilecekleri yer hizmetlerine yeniden girebilmek almaktadır. Yani Ford, Toyota bir de yanına Renault’u için devlete lisans bedeli ödüyorlardı. Basın bunu eleş- koyun bir Tüpraş etmiyor. Tüpraş mevcut üretimi ile tirince THY’yi daha yüksek bedelle satabilmek için Türkiye’nin ihtiyaçlarına ancak 3’te 2 oranında cevap bunu yaptıklarını söylüyorlardı. Ancak THY’nin bu verebilmektedir. Bugün Tüpraş gibi bir kuruluşun lisansı almasına “özelleştirmenin felsefesine aykırı” kuruluş maliyeti 10 milyar dolardır. Tüpraş’ı alana denilerek izin verilmedi. Petkim bedava diyeceklerdir.

İhale sonuçlandı: 4,14 milyar dolar

AMA TÜPRAŞ'I SATTIRMAYACAĞIZ! 3


ÖZELLEŞTİRMELER

Uluslararası İşçi Kardeşliği

Telekom satışı: Telekom’u da Arap sermayesinden

4

İstatistikler aynen şöyle diyor: Türkiye’de her 30 rahmetli Lübnanlı Hariri’nin çocuklarına, biz yiyemi- kişiden biri, ABD’de 13 kişiden biri, Kanada’da 19 yoruz alın siz yiyin diye 6,5 milyar dolara beş taksitle kişiden biri ve İtalya’da 25 kişiden biri devlet taraverdiler. Bu ara Telekom’un kasasında 1,7 milyar dolar fından istihdam edilmektedir. Yani liberal dedikleri vardı. Bu paranın ne olacağı belli değilmiş. Büyük ülkelerde yüzde 30 devlet istihdam kapısı iken bizde ihtimalle o para ilk taksiti karşılar, ortalama bir yıllık bu ancak yüzde l8’lerdedir. karı da 1,5 milyar dolayında, ilk yıllık karı ile de ikinci Bugüne kadar özelleştirmelerde 167 kuruluş satıltaksiti öder. Anlayacağınız, cebinden kuruş para öde- mış, bundan 5,5 milyar YTL elde edilmiş, 7,5 milyar meden Telekom’a sahip olurlar. YTL ise gider olmuş; 2 milyar YTL zarar etmişiz. Hariri kim derseniz Lübnan’da iç savaşı çıkartacak Oysa zamanın Başbakanı Tansu Çiller, 28 Ekim 1994 silahları pazarlayan ve daha sonra birileri tarafından günü önümüzdeki altı yıl içinde özelleştirmeden 40 kurtarıcı olarak getirilen, 12 Eylül’ü yaratan ve yok milyar dolar elde edileceğini, Türkiye’nin çehresinin eden kurtarıcı tipinde bir adam. İktidar yürüyüşü biz- değişeceğini, 1 milyon 200 bin kişiye yeni ekmek dekilere ne kadar benziyor değil mi? Bir yandan Kuran kapısı açılacağını, 551 bin 800 kadın müteşebbise desbasıp dağıtıyor, silah pazarlıyor, gazete ve televizyon- tek sağlanacağını, tarımda çalışan kişi başına desteğin lar satın alıyor. Sonra kurtarıcı Başbakan oluyor. 117 dolara çıkacağını, 106 bin 700 yeni işyeri oluşturuErdemir gerçeği: Aylar önceydi, gazeteciler lacağını, iç borcun sıfırlanacağını söylüyordu. AKP’nin önde gelenlerinden birine Erdemir’in satıTüpraş, Erdemir, Telekom satılamaz; çünkü kamu şında niye ısrarcısınız diye sorduklarında “Biz değil yararına aykırıdır. Satılırsa buralarda özel sektör tekeli DÜNYA ısrarcı” cevabını oluşacaktır. Bu kuruluşlar topalmışlardı. Tencereden, otoluma ait olduğundan topluma Özelleştirmeler mobile, çamaşır makinesinden sorulmadan hukuki anlamda füze yapımına kadar geniş kulsatılamaz. Tüpraş’ın kamudadurdurulmalı, satılan lanım alanı olan, yassı çeliğin ki payı yüzde 65,76’dan, gizli kuruluşların hepsi tekrar üretildiği; 3,5 milyon ton ürebir gece satışıyla yüzde 14,76 millileştirilmelidir. timi ile Ortadoğu’dan Çin’e satılarak yüzde 51’e düşürülkadar geniş bir pazarı olan, müştür. Bunun hesabı mutlaka Özelleştirme sorumluları 2004’te 463 milyon dolarlık sorulmalıdır. Özelleştirmede yargılanmalıdır. net kârı olan, Türkiye’nin ihtiteklif veren firmaların isimleri yacı olan 8,5 milyon tonluk geçmişte açıklanmamaktaydı. yassı çelik talebinin üçte birini karşılayan, ek 1,5 Bu da özelleştirmenin aleniyet ilkesine aykırıdır. Bütün milyar dolarlık yatırım ile ihtiyacın tamamına cevap bu ve bunun gibi gerekçeler ile dava açılarak ilgili verecek iken bu altın yumurtlayan tavuğu satmaya kişilerin cezalandırılması istenmelidir. Bu kuruluşlakalkışıyorlar, hem de babalar gibi. rın özelleştirilmesi durdurulmalı, satılan kuruluşların Bugüne geldiğimizde dün zarar eden kuruluşları hepsi tekrar millileştirilmelidir. Özelleştirmeler yapılkapatacağız diyenler yumuşak geçiş dönemini tamam- madan önce kapatılacak olan KİT’lerin pazarlamasını ladıklarından, alenen diyorlar ki her şeyi satacağız, yapanlar hakkında soruşturma açılmalıdır. hem de BABALAR gibi. Dün, devlet don, gömlek, Tekstil sektörü inek gibi az masrafla etinden, sütünden, derisinden faydalanıyoruz, büyük katkı sağlıyor. Bunun yanı kundura üretmez diyenler bugün yassı demir, petrol sıra da bir de köpek sektörü var, KİT’ler, çok yemek yiyorlar, ürünleri, ağır sanayi ile uğraşmaz demektedirler. Zaten ancak hiçbir faydaları yok, bakın özelleştiremiyoruz bile, kendi parti programlarında bile derler ki özel girişimhavladıkları yetmiyormuş gibi ara sıra da ısırıyorlar cilerin yapabileceği alanlarda devlet faaliyet göstermeBu sözleri bu hükümetin bakanı Kürşat Tüzmen yecektir. Özel girişimciler Tüpraş, Erdemir, Telekom söylüyor. Bizim anlı şanlı sendikalarımız cevap verme gibi kurumlar kurabilmekte midirler? gereği bile duymuyorlar. Sendikalar ile hükümet araOn yıllardır Türkiye’de özelleştirme uygulamalarısındaki ilişki masaya yatırılmalıdır. nı yapanlar, arkalarına aldıkları kalemşorlarına emme Bugün Kamu İktisadi Teşebbüslerini soyup soğana basma tulumba gibi yalan söyletirler; nasıl mı? Derler çevirenlerden hesap sorulacağına, bu kişiler VIP salonki liberal devletlerde devlet ekonomiden elini çekmişlarında karşılanıp devlet protokolüne davet edilmektetir. Devlet ekmek kapısı değildir. Oysa kazın ayağı dirler. Soyanlardan da, soydurtanlardan da hesap soröyle değildir. Bizler, onların bu yalanlarını ne kadar mak isteyenlerle birlikte olmak dileğiyle hoşça kalın. yüzlerine vursak da yarabbi şükür derler. Recai KARAÇAY, Özelleştirme Mağduru


GÖRÜŞME

Lastik-İş İstanbul Kongresi Yaklaşan Şube Genel Kurulu ve örgütlenme mücadeleleri ile ilgili İstanbul Şube Başkanı Fedayi Öztürk ile görüştük. Lastik-İş İstanbul Şubesi son günlerde birçok işye- getirmiş olduğu köle düzeni uygulamalarını, bu rinde örgütlenmesine devam ediyor ancak İbrahim tarz maddeleri toplu iş sözleşmelerimize yansıtmaEthem ve Görsel Plastik gibi yerlerde bir çok mış durumdayız. Bunu bugün yapabildik, ancak engellemeyle karşılaştınız. En son da eski Derby yarınla ilgili endişelerimiz var. Bizler azınlıktayız fabrikasında bir takım olaylar yaşandı. Böyle ve daha uzun süre dayanamayız. Ortada genel bir bir ortamda kongre çalışmaları nasıl gidiyor? ihtiyaç var, bütün sendikalar olarak olaya duyarlı bir şekilde yaklaşmalıyız. Asıl olarak, sınıfın Hazırlıklar ne durumda? Açık konuşmak gerekirse kongreye pek kon- mağduriyetine ve köle gibi çalıştırılmasına karşı santre olamadık. Yaşadığımız olaylar, Türkiye’nin çıkmalıyız. Özellikle sendikasız çalışanlar adeta içinde bulunduğu genel sıkıntılar, alışılmışın dışın- bir cenderede eziliyorlar. Ayrıca kongreyle birda bir kongre süreci yaşamalikte örgütlenmenin önemıza yol açıyor. Öncelikle “...örgütlenmemizin mine değinmek istiyorum. fabrikalarda yaşanan sorunÖnemli mesafeler kat edilarla baş etmeye çalışıyoönündeki engeller 12 yoruz. Ancak tüm iş yerruz. Dört yıllık bir süreyi Eylül yasalarıdır. ... Bu lerinde yüzde yüz başarıgeride bıraktık. 1 Ekim 200kanunlar devam ettiği ya ulaşamıyoruz. Bizim 5’te kongremiz var. Delege örgütlenmemizin önündeki seçimleri devam ediyor. sürece örgütlenmeyi engeller 12 Eylül yasalarıSevindirici bir durum var bu tamamlamak mümkün dır. İşyerlerinde mavi yakakonuyla ilgili. Eskiden deleolmayacaktır. Bizim lı-beyaz yakalı ayrımının ge seçimlerinde bir muhayapılmış olması ve sendika lefet, delege yarışı olurdu. taleplerimiz; mavibarajları büyük engel teşAncak bu yıl, bütün üyebeyaz yakalı ayrımının, kil ediyor. Noter şartı da ler birlik beraberlik içinde noter şartının kalkması, büyük bir handikap. Bunlar hareket ediyorlar, yarış söz konusu değil. Türkiye’de işyerlerine sandık kurarak demokrasiyle bağdaşmaz. Bu düzen 12 Eylülcüler ve işçi sınıfının çok sıkıntısı referandum yapılmasıdır.” bir takım sendikacılar taravar. Kongre bu sıkıntıları fından kurulmuş, onların çözmez. Ancak bir süreçtir. Bundan sonra birlik bütünlük içinde sınıfın olum- birlikte planladığı bir durum. Bu kanunlar devam suz durumunu sendika olarak, Lastik-İş olarak ettiği sürece örgütlenmeyi tamamlamak mümçözmeye çabalayacağız. Kongre, en azından geçen kün olmayacaktır. Bizim taleplerimiz; mavi-beyaz dört yıllık süreci gözden geçirmek için faydalı ola- yakalı ayrımının, noter şartının kalkması, işyerlericaktır. Eleştiriler olacak elbette. Bunlardan dersler ne sandık kurarak referandum yapılmasıdır. çıkaracağız. Biz de kendimizi test etmiş olacağız. Son dönemdeki özelleştirmelerle ilgili görüşünüz Şube Genel Kurulu önemli bir organdır. Yeni pers- nedir? pektifler belirlenecek gelecek için. Ümit ediyorum Bugün Türkiye’de özelleştirme acımasız bir ki Lastik-İş sendikasına yakışır bir Genel Kurul şekilde devam ediyor. Herkes birlik beraberlik yaşayacağız. içinde bunlara direnmeye çalışıyor. Ben bunu Kongrede üyelerimize bazı mesajlar verilmesi takdir ediyorum, direnen işçilerin sonuna kadar gerekiyor. Sıkıntıları paylaşsak dahi, genel kurul- yanındayım. Ancak geçmişten de dersler çıkarmak larda tartışarak bugün işçi sınıfı üzerinde oynanan gerekiyor. Zamanında kamu işyerlerinde örgütlü oyunlar ve baskıların vahameti çok büyük. Bunlara sendikalar bu şartlara karşı çıkmış olsalardı, örgütkarşı tedbirler almak gerekiyor. Lastik-İş olarak, lülük daha fazla olacaktı. Sınıf bu kadar dağılmış gerek Sosyal Güvenlik Kanunu, gerek İş Kanunu olmayacaktı. Örgütlülük daha güçlü olsaydı, bugün çıkarken tepkimizi ortaya koyduk. Bu engelleme- gelen hükümet her istediğini yapamayacaktı. Başta lere rağmen yasalaşan 4857 sayılı İş Kanunu’nun özelleştirmeler olmakla birlikte bu kötü durumun,

5


GÖRÜŞME

Uluslararası İşçi Kardeşliği

bu keşmekeşin önüne geçilebilirdi. Ancak bir-

6

lik ve beraberliğin sağlam temelleri olmalıdır. Konfederasyon ayrımı yapılmaksızın topyekûn mücadele verilmelidir. Aksi takdirde, özelleştirmelerin, İş Kanunu’nun kölelik uygulamalarının önüne geçmek mümkün olmayacaktır.

Sanırım, aynı bölgede bulunan ve Petrol-İş sendikasının örgütlü olduğu Bayer işçileri de İbrahim Ethem işçisine destek oldu. Evet, aynı işkolunda faaliyet gösteren Petrolİş’in örgütlü olduğu Bayer ve Carlo Erba fabrikaları işçilerinin mücadelemize önemli desteklerini gördük. Gerek Bayer, gerek Carlo Erba işçilerine ve temsilcilerine çok teşekkür ediyorum. Bu ortak sınıf mücadelesinin önemli göstergelerinden birisidir. Dilerim ki aynı duygu ve anlayış devam etsin. Sendika ayrımı yapmaksızın ortak mücadele vermekten her zaman mutluluk duyarız.

İbrahim Ethem İlaç Fabrikası’nda örgütlenmeyle ilgili yaşadığınız sorunları anlatabilir misiniz? İlaç sektöründe örgütlenmek nispeten zor olmasına rağmen Mart 2005’te fabrikada çoğunluğu elde ettik. Çalışan 25 memuru da kapsam içerisine kattık. Bakanlık da yetkimizi tescil etti. 31 Mayıs 2005 itibariyle de yetki tespiti belgelerini bize ulaş- Peki Görsel Plastik’te durum nedir? tırdı. Tespitten sonra kararın altı gün askıda kalma Görsel Plastik, Küçükköy’de yüz kişilik bir süresi var. İşveren bu süre içerisinde yetkimize fabrika. Orada da çoğunluğu aldık, sendikalaşmayı itiraz etti. Gerekçesi ise çoğunluğu alamadığımız sağladık. Bakanlığa bildirim yapıldı. Yetki tespiti yönündeydi. Bu, her işverenin çok iyi bildiği bir geldi. Ancak işverenin tam bir kabadayı davranışı oyalama taktiği. Bu zaman göstermesinden dolayı işçizarfında amacı, işçileri vazler üzerinde bir baskı oluş“Konfederasyon geçirmek, bir yolunu bulurtu. Bir gece yarısı bir işçiyi ayrımı yapılmaksızın sa işten çıkarmak ve sendiadamlarına dövdürdü. Altı kanın işyerine girişine engel kişiyi de işten attı. Sendika topyekûn mücadele olmaktı. Biz işçilerle sürekli olarak olaya müdahale ettik, verilmelidir. Aksi takdirde, olarak toplantılar yaptık, bu işçilerle birlikte demokratik özelleştirmelerin, İş haksız itiraza karşı demokratepkimizi göstererek fabtik tepkimizi ortaya koyduk. rikaya girdik. Altı saatlik Kanunu’nun kölelik Sabah mesaiden önce, öğle işgal sonucunda atılan altı uygulamalarının önüne yemeği arasında ve akşam işçinin tazminatlarını aldık, geçmek mümkün paydos sırasında on beşer işe iade talebiyle dava da dakikalık alkışlı, sloganlı açıldı. Aynı zamanda 26 olmayacaktır.” protestolarımızı sürdürdük. işçiyi daha işten atmayı Sendika-işçi birliği muhteplanlayan işverenin bu girişem bir düzeydeydi. Katılım neredeyse tamdı. şimini engelledik. İşveren yetkiye itiraz etti. Yasal Coşku her geçen gün arttı. Fabrika aşırı düzeyde süreç devam ediyor. Sonucu beklemekle birlikte, fazla mesai uygulayan bir yerdi, biz bu fazla mesa- işçilerle değerlendirme toplantıları yaparak birlik iyi kaldırttık. İşverene bu haksız itirazdan vazge- ve beraberliği sağlıyoruz. İşverenin işçi atma, işçi çerek, masaya gelmesi çağrısını yaptık. Ancak o, üzerindeki baskıyı artırma girişimleri olursa da her buna yanaşmadı. Fabrika İtalyan Menarini şirke- türlü eylemi yapmaya hazırız. tine ait olduğu için girişimlerimizi yurtdışında da Derby fabrikasında yaşananlar nedir, işçilere polis sürdürdük. Önemli destekler bulduk. Ancak işve- müdahalesi de oldu? reni bir türlü masaya getiremedik. Derby dendiğinde ilk akla gelen isim unutulFabrikada eylemliliğimiz devam ediyor, yasal maz önderimiz Rıza Kuas’tır. Rıza Kuas’ın bizzat sürece hazırlanıyoruz. Ümit ediyorum ki, itiraz çalıştığı, sendikamızın temelini attığı Derby fabreddedilecek. İşçiler demokratik hakları sayesin- rikasının ve Derby işçisinin bizler için önemi çok de sendikalı olacaklar. Bu süreci sabırsızlıkla büyüktür. Yıllardır yaşanan sıkıntılara rağmen fabbeklemekteyiz. Eylemlilik sırasında fabrika genel rika yaşatılmaya devam etmiştir. Derby fabrikası, müdürüne toplu mektup gönderdik, cevap ala- en son Balkaner grubu, yani Yurtbank, içindeydi. mayınca siyah çelenk bıraktık fabrikaya. İbrahim Yurtbank’ın durumu nedeniyle fabrika da TMSF’ye Ethem’de yaşanan mücadele enderdir. Uzun süre devredildi. Bento diye bir şirket fabrikanın üretim yemek yememe eylemi dahi yaptı fabrikadaki faaliyetini kiraladı ve üretime devam etti. Derby’de arkadaşlarımız. çalışan tüm arkadaşlarımız da tazminatlarını alarak


GÖRÜŞME

Bento şirketi bünyesinde çalışmaya

devam ettiler. Son yıllardaki acımasız rekabet, özellikle Çin malları bütün sektörlerde olduğu gibi bu sektörü de, Bento fabrikasını da etkiledi. Türkiye’de alışıldığı gibi tüm bu krizlerin faturası da işçilere çıkartılmaya çalışılıyor tabii. Biz de Rıza Kuas’ın doğduğu fabrikayı yaşatmak için bir takım uygulamaları gündemimize aldık. Önce elli arkadaşımız kıdem ve ihbar tazminatlarını alarak gönüllü olarak işten ayrıldılar. Geriye kalanlar yarı-ücretli yarı-ücretsiz izne çıkartıldılar. Fabrikayı kazanmak için bir plan ortaya koyduk. Geriye kalan arkadaşlarımızın tazminatlarını garanti altına almak için de fabrikadaki makinelere, bitmiş ürün ve hammaddeye icrayla sendika adına haciz koydurttuk. Bunu duyan diğer alacaklılar harekete geçerek, bizim haczettirdiğimiz ürünleri götürmek istediler. Biz sendika ve işçiler olarak ilk girişimlerini bertaraf ettik. Alacaklılar ertesi gün emniyet güçlerini de yanlarına alarak yeniden fabrikaya geldiler. 200 kişilik çevik kuvvet ve alacaklıların avukatlarıyla malları çıkarmak istediler. Biz de direniş başlattık. Sendikamızın diğer işyerlerindeki temsilcileri de Derby’ye gelerek bizlere destek oldular. Lastik-İş merkezi, temsilciler, şubemiz, üyelerimiz her türlü çabayı ortaya koyarak gelenlere karşı mücadele ettik. Bunu uzun süre sürdürdük. Emniyet güçleri çeşitli baskılarla, biber gazı kullanarak bizim gücümüzü kırıp, işçilerin güvencesi olan ürünleri dışarı çıkardılar ve kamyonlara yükleyip götürdüler. Biber gazı yüzünden üç arkadaşımız hastaneye kaldırıldı ve halen tedavi görmekteler. Sendika olarak her şeye rağmen elimizden gelen tüm çabayı sarf etmekteyiz ve buradan tüm yetkilileri ve tüm sendikaları mücadelemize katkı sağlamaya çağırıyoruz.

Limanlar Özelleştirilemez Ardı ardına özelleştirilmek istenen limanlar üzerine Liman-İş Genel Sekreteri Erdinç Çakır ile görüşme Limanların (Mersin, İzmir, İskenderun, Samsun, Bandırma, Derince) özelleştirilmesi, Haydarpaşa Limanının kapatılması için hükümet yoğun bir çaba içinde. Mersin Limanı ihale sürecine girdi. Limanlarda örgütlü olan Liman-iş Sendikasının özelleştirme çalışmalarına karşı neler yaptığından bahseder misiniz? Öncelikle AKP Hükümeti, Temmuz 2004’te 4046 sayılı yasayı değiştirerek limanların yabancı sermayeye satışının önünü açtı. Önceki yasada yabancı sermaye ortaklığı yüzde 49’u geçemiyordu, bu yasayla yüzde 99’unu alabilir hale getirildi. Ondan sonra limanları özelleştirme programına aldılar. 30.12.2004 tarihli Özelleştirme Yüksek Kurulu (ÖYK) kararı resmi gazetede çıktıktan sonra yürütmenin durdurulması ve iptali için sendi“Limanlarda kamız tarafından dava açıldı. egemenliğini yitirmiş Gelen cevapta, davaların ayrı bir ülke, ulusal ayrı açılması gerektiği belirtiliyordu. Gelen cevap üzeriegemenliğini de ne yürütmenin durdurulması yitirme tehlikesiyle ve iptali için altı limanda ayrı karşı karşıya kalır ve ayrı davalar açtık. Davayı iki nedene dayanarak açtık. sömürgeleşmenin yolu Birincisi kamu yararı yoktur, açılır.” ikincisi de 4046 ve anayasaya aykırılık. Bunlar, kendi aldıkları karara bile uymuyorlar! En son Mersin Limanının ihalesi çıktı. Mersin Limanı ihalesini Akfen (Türk) – Singapur (Firmaya İngiliz ve Hollanda sermayeleri hakim) ortaklı bir firma aldı. İhalenin iptali için dava açtık. Davanın ana noktası Rekabet Kurulu kararına aykırı olması ve ihale şartlarının alıcılarla ortak belirlenmesiydi. Bu ülkenin milli değerlerine sahip çıkacak hakimlerin olduğunu düşünüyoruz. Davalar devam ediyor. Sonuç alacağımızı umuyoruz. Haydarpaşa Limanının kapatılması IMF ve Dünya Bankasına peşkeş çekilme amacını taşıyor. Haydarpaşa Limanının kapatılmasına karşı da sonuna kadar mücadele yürüteceğiz. Liman-İş Sendikasının limanların özelleştirilmesine karşı çıkmasının nedenlerini açıklar mısınız? İki temel nedenle limanların özelleştirilmesine karşı çıkıyoruz: 1. Limanlar bir ülkenin dünyaya açılan kapılarıdır, kamu hizmeti sunan kurumlardır. 2. Limanlar bir ülkenin stratejik kurumlarıdır. Limanlarda egemenliğini yitirmiş bir ülke, ulusal egemenliğini de yitirme tehlikesiyle karşı karşıya kalır ve sömürgeleşmenin yolu açılır. Limanlar ülkelerin denizden giriş kapılarıdır. Kapıkule’de nasıl kontrol varsa Mersin Limanında da giriş-çıkış kontrolü var. Bunu başkasına bırakırsanız kaçakçılık ve yolsuzluk

7


GÖRÜŞME

Uluslararası İşçi Kardeşliği

(uyuşturucu, para aklama, akaryakıt, vergi vs) “Sağ-sol ayrımı gözetmeksizin tüm artar. Limanların özelleştirme yoluyla uluslararası sermayenin eline geçmesi, limanlardaki denetimin bitirilmesi demektir. Bütün bunları bir yana bırakın, ülke savaş halinde olduğu zaman limanları başkalarının elinde olacak!

Şimdiye kadar özelleştirilen yerler için devletin sırtında yük, zarar ediyor, verimsiz gibi söylemler kullanıldı. Limanların kârlılık durumları nasıl? Kamuoyu özelleştirmeler için sürekli hazırlandı. Yirmi beş yıldır özelleştirmenin zemini yaratılmaya çalışılıyor. Yazılı ve görsel basın sermayenin elinde. Sokaktaki işsizle kamuda çalışanı karşı karşıya getirdiler. Yıllardır limanlara araç-gereç alımı aksatılıyor, araçların sayısının artırılması yerine özel sektörden bu araçları kiralama yoluna gidiliyor. Personel alımı olmadığı için işgücünün yenilenmemesi ve azaltılması söz konusu. 3 bin 600 TCDD limanı çalışanı var, bin kişiye ihtiyaç var. Amortisman için ayrılan pay giderek düşürülüyor. Ancak bütün bu yapılanlara rağmen TCDD Limanlarının 2003 yılında net kârı 111 milyon 725 bin 540 dolardır. 2004 yılı kârı, 117 milyon dolardır. Devletin kasasına girmesi gereken bu gelir, uluslararası sermayeye peşkeş çekilecektir. Kaldı ki zarar ediyor olsalar bile ülke güvenliği ve savunması bakımından çok önemli kuruluşlar özelleştirilemezler. Biz bu senaryoyu daha önce TDİ Limanlarında da yaşamıştık. TDİ bünyesindeki limanlar 1998 yılında özelleştirildi. Alıcılar yatırım yapacaktı, yapmadılar. Satış bedellerini hâlâ ödemediler. TDİ Limanları özelleştirildikten sonra kaçakçılık merkezleri haline geldiler. O tarihten beri devletin TDİ Limanlarının özeleştirilmesinden dolayı toplam zararı 725 milyon dolara ulaşmıştır. Üstelik mahkemelerin özelleştirmenin iptal kararına rağmen kararlar uygulanmayarak suç işlemektedirler.

emek cephesi ortak mücadele etmeli. Yoksa özelleştirmeyi tek başına durdurmak bir hayal. Tek çözüm, üretimden gelen gücün tüm emek cephesinin kararlı katılımıyla kullanılması.” Seydişehir Alüminyum, Ereğli Demir-Çelik vb.) ısrarla özelleştirilmeye çalışılmasını nasıl açıklıyorsunuz? Radikal Gazetesi yazarı Mağfi Eğilmez bir yazısında kapitalizmin çıkarları gereği özelleştirmeyi ideolojik olarak savunmak gerektiğini belirterek yapılanları onaylamıştı. Siz ne düşünüyorsunuz? Yapılanlar ideolojik bir saldırının izdüşümleridir. Sosyal devlet ilkesine karşı bir saldırı. Dünya iki kutuplu olmaktan çıkınca Keynesyen politikalar terk edildi. Türkiye’de bu, Özal dönemiyle başladı. Önceden kurumların zarar ettiği yalanını söylüyorlardı. Bugün bu yalanın arkasına saklanamazlar; çünkü Türkiye’nin en kârlı kurumlarını satıyorlar. O zaman gerçek niyetleri açığa çıkıyor ve bunun yapılmasının ideolojik olduğunu söylemek zorunda kalıyorlar. İdeolojik saldırıya, ideolojik bir cevap vermek gerekir. Türk-İş’in partiler üstü politikası yanlış. Türk-iş özelleştirmeye karşı mı değil mi? Bu konuda net bir tutum almalı ve eylem planını ortaya koymalıdır.

Özelleştirmelere karşı mücadelede Emek Platformunun daha aktif olması gerekmiyor mu? Öncelikle Liman-İş olarak mücadelemizi yürütüyoruz. Davalara ilişkin yasal süreç bir yandan işlerken bir yandan da işyerini terk etmeme eylemlerini yapıyoruz. Mersin Limanında 15 Temmuz, İskenderun Limanında 11 Ağustos tarihinden beri işyerini terk etmeme eylemlerimiz devam ediyor. Ülkenin hem stratejik açıdan önemli hem de İhaleye çıkış tarihi itibarı ile diğer limanlarda da kâr eden kamu kuruluşlarının (Tüpraş, Tekel, eylemler yapılacak. Ancak biz biliyoruz ki sendikaların tek tek mücadelesi, özelleştirme sürecini “Yıllardır limanlara araç-gereç ancak belli bir süre geriletiyor. Bugün Tüpraş ihalesi tekrar gündemde. Türk-İş başta olmak üzere alımı aksatılıyor, araçların diğer konfederasyonlar ve sivil toplum örgütleri sayısının artırılması yerine özel bir araya gelip özelleştirmeye karşı mücadele sektörden bu araçları kiralama etmeli. Çünkü karşımızda IMF ve onun işbirlikçisi hükümet var. Sağ-sol ayrımı gözetmeksizin yoluna gidiliyor. Personel tüm emek cephesi ortak mücadele etmeli. Yoksa alımı olmadığı için işgücünün özelleştirmeyi tek başına durdurmak bir hayal. Tek yenilenmemesi ve azaltılması söz çözüm, üretimden gelen gücün tüm emek cephesinin kararlı katılımıyla kullanılması. konusu.”

8


GÖRÜŞME

“İşçilerin Kendi Partisi" İşçi temsilcileriyle “İKP”yi konuşmaya devam ediyoruz. partisi. Sermaye her şeye el koyuyor. Tarım sekCumhur Altay, Petrol-İş Bayer İlaç İşyeri Baştemsilcisi Fabrikanızla ilgili kısaca bilgi verir misiniz? Fabrikamız Bayer, tamamen Alman sermayesiyle kurulmuş bir ilaç fabrikası. 1 Eylül itibariyle 218 sendikalı işçimiz var. 55 kişi ise kapsam dışı çalışan, yani memur statüsünde. Bizim temsilciliğimiz Aksaray 1 nolu Şubeye bağlı.

törü çökertildi. Kültür ve finans alanında da aynı şeyler oluyor.

Sendikalar günden güne üyelerini kaybediyorlar. Sendikalılaşma oranı zaten düşüktü. Buna nasıl bakıyorsunuz? Toplam 20 milyon çalışanın topu topu 700 bini sendikalı. Bu durumda örgütlerin büyütülmesi mümkün değil. Sendikalar her gün haklarını, kazanımlarını ve üyelerini kaybedi“Eğer gelecekten bir yorlar. Bunu en son geçen takım beklentilerimiz var hafta memurların toplu ise bu partiyi desteklemek görüşmelerinde bir kez daha gördük. Sendikalara alan zorundayız. Ben bu işi yaratabilmek için siyasal insanlara anlattığımda mücadele verilmeli. Ancak herkes kabul ediyor. onlar bu işe katılmazlarsa bu bir işe yaramaz; ama katılDevlet ve sermayeden mak zorundalar. Belli yerbağımsız bir partinin lerde, lokallerde örgütlenkurulması şart. Burada meleri var. Onlara tutunmaya çalışıyorlar. Gelecekleri her partiden insan var. karanlık, ne olacağı belli Yalnız oy atan değil, değil. Bu işe destek olmazmilliyetçi, solcu, AKP’li larsa yok olup gidecekler. Hiç üyeleri kalmayacak parti üyeleri var; ancak artık, silinip gidecekler. topyekûn kurtuluş için

“İşçilerin Kendi Partisi” projesine nasıl bakıyorsunuz? Sizce bu proje gerçekleşebilir mi? Seçimlerden önce hangi partiye oy verilmeli diye bir tartışma oluyor. Ancak siyasi seçimlerde işçilerin oy vereceği bir parti yok. Mevcut sol partiler işçilere hitap etmiyor. Gerekli olan, tabanı kapsayacak, işçileri de içine alacak bir parti. Buna ihtiyacımız var. Tüm çalışanların ihtiyacı var. Mevcut hükümet tamamen sermayenin güdümünde. Ülkenin geleceği belli değil. Bağımsızlık elden gidiyor. Ekonomik olarak, sosyal olarak, kültüSon zamanlarda yaşarel olarak hiçbir şeyin değeri gerekli olan bir sınıf nan özelleştirmelerle ilgili kalmamış durumda. Ortak, partisi.” görüşleriniz nedir? Özellikle bütünlüklü, demokratik bir Tüpraş ile ilgili görüşleriniz parti yapılanması gerekiyor. nedir? Bu da mevcut sendikalardan başlamalı; çünkü işçi İşletmeleri borç ödemek için özelleştiriyorlar. sınıfının örgütlü kesimi sendikalarda. Sermaye, hükümete “bu işletmeleri satmazsan, Peki işçiler ne diyor bu projeye? borcu kapatamazsın” demiş. Bunlar da öyle yapıBu iş sendikacıların eline kaldığı zaman gerçekyorlar. Halbuki bunları geliştirip, yatırım yapıp leşmiyor. Türk-İş’in kongrelerinde partileşmeyle borcu kapatabilirsin. Bu işletmeleri çalıştırarak ilgili hep bu yönde bir önerge verilir. Ancak hiçbir borç ödenir, satarak ödenmez. İşletmeler uygun bir zaman bu kabul görmez. Bu işte iyi niyetli senşekilde çalıştırılsın, borçlar ertelensin, öyle ödendikacılar, temsilciler ve tabandan işçiler olmalı. sin. Hatta hiç ödenmesin. Yoksa bu hükümetin Eğer gelecekten bir takım beklentilerimiz var ise adalet, eğitim, sağlık, ulaşım gibi hiçbir hizmete bu partiyi desteklemek zorundayız. Ben bu işi kaynak aktarması mümkün değil. insanlara anlattığımda herkes kabul ediyor. Devlet Şu ana kadar gelmiş geçmiş en sermaye yanlısı ve sermayeden bağımsız bir partinin kurulması hükümet bu AKP hükümeti. En çok grev erteleyen, şart. Burada her partiden insan var. Yalnız oy atan en çok özelleştirme yapan, sermayeye en dikensiz değil, milliyetçi, solcu, AKP’li parti üyeleri var; gül bahçesini sunan bu hükümet. Böylesi görülancak topyekûn kurtuluş için gerekli olan bir sınıf

9


GÖRÜŞME

Uluslararası İşçi Kardeşliği

medi. Çok övüldü; ancak 3 yıl içinde ambalaj

Mürsel Kılıç, Kristal-İş

yırtıldı, ne mal oldukları ortaya çıktı. İstanbul Şube Başkanı Tüpraş sadece bir rafineri değil, kombine bir Son dönemde örgütlü olduğunuz işyerlerinde herhangi tesis. O yüzden Petkim’i de yanında vermek bir eylemlilik var mı? durumunda kalıyorlar. Yani Tüpraş’ı alana Petkim Meka’da grevimiz var. Meka, künk parke kilit bedavaya gelecek. taşı, büyük kanalizasyon künkleri üreten bir firma. Peki Tüpraş’a talip olan Türk sanayicilerinin Genel olarak belediyelere çalışıyor. Buradaki insanlaoluşturduğu “Milli Takım”a ne diyorsunuz? rın örgütlenelim diye bize talepleri oldu. Biz de bunu Yabancıya gitmeyecek diyorlar. değerlendirdik. Örgütlendikten sonra işveren orada Hangi sermayeye satıldığının ne önemi var. insanları işten atmaya başladı, tehdit etmeye başladı. Bu iktisadın mantığına aykırı. Burada bir yeniden Yetmiş kişinin çalıştığı bir işyeri. Gelinen noktada da yapılanma, üretim tesisi yok ki. Satılan bir mal masa başında çözemedik. On beş gündür grevdeyiz. nihayetinde. Bizim açımızdan bir şey değişmez. Fakat o bölge jandarmaya bağlı olduğu için biraz sıkınYabancı sermaye onu almakla gelip buraya yatı- tı yaşıyoruz. Jandarma kapıda sürekli nöbet tutuyor. rım mı yapıyor sanki. Ortada bir mal var onu Nöbetçiler orada çalışan arkadaşları işyerine ulaştıralıyor. Yeni istihdam açmayacak. Satışta yaşanan mıyor. Ama vazgeçeceğiz demek değil bu. Türkiye’de ahlaksızlıklar başka meseleler tabi. Avantalar, biliyorsunuz örgütlü bir güç olmayınca hakikaten bütün kayırmalar, milleti zengin etmeler, araya insan işverenler istediği gibi at koşturuyor. Örgütlü gücün sokmalar vb. Onlar ayrı konu. Ama değer sömü- olması için de çalışanların birlikte hareket etmesi gerek. rüsü yine aynı. O yapıyı oluşturmak için de siyasi düşünceyi ortadan Petrol-İş Sendikası ne yapacak buna karşı, dire- kaldırıp a, b, c siyaseti değil de sınıf dayanışması adı necek mi? Diğer sendikaların Petrol-İş’e desteği altında toplanmak gerek. Burada sendikalara, sivil toplum örgütlerine iş düşüyor. Bunlar siyasetten kurnasıl? Petrol-İş, Tüpraş için sonuna kadar mücadele tulmalı. Bizim sendikaların da handikabı bu. Hala her edecek, bu aşikar. Zaten orada çalışan arkadaşlar şeye siyasi bakıyorlar. Kendi düşüncelerinde hareket tarafından da deklare edildi bu. Sendika, hem ediyorlar. O yüzden de bir parçalanmışlık görülüyor. hukuksal alanda hem de sınıf mücadelesi açısın- Hükümetin de işverenin de rahat hareket etmesi ondan dan bu işi sonuna kadar götürecek. Ben samimiye- kaynaklanıyor. Bu rahatlığı ortadan kaldırmak için de tine inanıyorum. Ama elbette son tahlilde belirle- çalışanların bir güç oluşturması gerek. yici olan, çalışan işçilerin mücadelesi olacak. İşçi sınıfı siyaset sahnesinde bir güç değil. Partilerin Diğer sendikalardan da sözlü destek var ama hepsi patron partileri ve sınıfı temsil eden bir parti yok. bu yeterli değil. Mücadeleyi ortaklaştırmak gere- Bu koşullarda sınıfın birliğini ve siyasallaşmasını nasıl kiyor. Pratikte yetersiz kalınıyor. Petrol –İş’in iki sağlayabiliriz? sendikayla (Tek Gıda-İş ve Türk Metal) birlikte Ben her zaman şunu savunurum; işçinin siyaseti ortak mücadele edeceğine dair bir deklarasyonu olmaz. İşçi bir bütündür. Siyaseti olmaz derken siyaset var. Radikal bir eylem planı uygulanırsa satış yapmayacak anlamında değil ama a, b, c düşüncesi gerçekleşmeden önce bu iş engellenebilir, yoksa çok farklı bir şeydir. Sonuçta bu ülkede yaşıyorsan, bir engellenemez. yerlere gelmek istiyorsan, bazı haklar almak istiyorsan bir bütünlük içinde hareket etmen gerek. Adına siyaset dersiniz, adına parti dersiniz, adına ne derseniz deyin ama bütünlük sağlanması gerek. Bütün o ideolojik düşüncelerini bir kenara koyup sınıf temelinde birleşebiliyorlarsa bu parti de olabilir, farklı bir şey de olabilir ama olmalı. Çünkü en azından mecliste 3-5 kişi de olsa seni temsil edecek, senin adına konuşacak. Bir partinin içinde olursa ancak partinin tüzüğüne göre hareket edecek. Bugün Türkiye’de sadece sendikalı işçiler yok, bir sürü sendikasız sigortasız işçi var. Bunlar da sonuçta Petrol-İş dergisinin son sayısında ezilen ama sendikalar kendi üyelerimi kurtarayım da deklarasyonun tam metnini gerisi ne olursa olsun mantığıyla bakıyor. Türkiye’de asgari ücret 350 milyon ve sen işçine 1,5 milyar maaş okuyabilirsiniz.

Uluslararası İşçi Kardeşliği; Petrol-İş, Türk Metal ve Tek-Gıdaİş’in ortak mücadele programını destekliyor.

10


GÖRÜŞME Ne kadar istersin bunu? Yarın 350 milyona istiyorsun. çalışan işçi “bana ne” demez mi? “Sen benim için ne

noktaya gelmiş ki buralara kadar düşmüş. Bugün mecliste ana muhalefetin işçi partisi, hakikaten işçileri yapıyorsun? Benim aldığım para 350 milyon. Sen 1,5 temsil eden bir parti olduğunu düşünürseniz, çıkacak milyar için kavga ediyorsun. Bana ne senin 1,5 mil- yasalar da komisyonlar da çok fark eder. Sayı önemli yarından.” der. Bu bütünlüğü sağlamak gerek. Evet, değil. On olur, yirmi olur, elli olur ama sonuçta orada bunun adına isterseniz parti deyin isterseniz başka bir temsil edilirsen sesini duyurabilirsin. Tabii ki olmalı. şey. Evet, işçiler bir siyasi güç olarak temsil edilmeli Ama herkes nasıl olacağını tartışıyor. Herkes ben diyorum. haklıyım diyor. Sınıf adına varım diyoruz ama birlikte Sınıfın birliğini nasıl sağlayabiliriz? Asıl can alıcı hareket etmeyi bilmiyoruz. İşçi mezhep, din, dil ve ırk ayrımıyla bölünmemeli. İşveren, işyerine geldiğinde nokta bu. Herkes sınıf birlikte hareket etmeli diyor ama onu isim olarak görmez, sayı görür. Ahmet, Mehmet, kimse de birlikte hareket için bir çaba göstermiyor. a, b, c düşüncesi diye hiç bakmaz, karşısında sayılar Sadece konuşuyoruz, icraata gelince hepimiz “aman vardır. Sen de işçi olarak o sayıların farkına varıp da işte beni rahatsız etmesin de” diyoruz. Sadece konuş- hâlâ ben ayrıyım dersen bölünmüş sayılar olursun. O mada kalıyor; ama bu hayata geçmeli artık. Günden yüzden biran önce bunları toparlamak gerek. İşçinin güne şartlar zorlaşıyor. Sınıfın birliğini sağlamak için ideolojisi olmaz. Senelerce ideoloji adı altında bir demin de söylediğim gibi tüm bu siyasi düşünceleri- şeyler yapıldı, bir netice alınamadı. Biz 1980 öncesini de gördük. İdeolojileri de yaşadık. A, b, c siyasetini de mizi ideolojilerimizi bir kenayaşadık. Çıkış birlikte hareket ra koyacağız. Çünkü buna etmektir. Bütün olay burada. “...işçi partileri bugün mecburuz. Yapmazsak yarın İşçi Kardeşliği’ni de destekliTürkiye’de sendikal hareket Brezilya’da, Kore’de, yorum açıkçası. İyi bir çalışdiye bir olay kalmaz. Kamuda ma yapılıyor. Senelerdir bir İngiltere’de, birçok sendika vardı, o da mecburimücadele veriliyor. İyi şeyler ülkede, bütün dünyada yetten dolayı idi. Yavaş yavaş ama menfaatlerin, çıkarların o da özelleştirmeye kayıyor. hakikaten bayağı bir yol ortadan kalkması lazım, bu Buralar da tükenince o altda biraz zaman alacak diye kat etmiş durumdalar. larında Mercedes’i olan bir düşünüyorum. Türkiye’de neden sürü sendikacı kafasına vurur ama iş işten geçmiş olur. O Tabii ki sizlerin de içinde yer olmasın?” yüzden konfederasyonlar bir alması ile olacak. Nasıl örgütan önce nasıl birlikte hareket lenmek gerek? Neler yapılabiederiz diye düşünsünler, akıllarını başlarına topla- lir sizce? sınlar. Aynı işkolunda iki sendika birbirini yiyince Tepeden olması gerek. Zor görünüyor tepe. Alttan işverenle mücadelede zayıf kalıyor ve işveren dama tepeyi zorlamak gerek. Tepe, aşağıya göre biraz taşı gibi oynuyor. Bütün bunlar bir kenara bırakılmalı. daha rahat. O yüzden pek büyük bir derdi yok. Ama Sendikaların başına uygun olan insanlar getirilmeli. zamanla, yavaş yavaş, törpülene törpülene belki bir Sonuçta, işveren de “karşımda bir güç var” diyebil- şeye sarılayım derse ancak o zaman olabilir. O yüzden meli. Bunu sağlamanın yolu da demin dediğim gibi şimdi alttan örgütlenmek gerek. İşyeri komitelerinden, ideolojileri, siyasi düşünceleri bir kenara koyup sınıf temsilcilerinden yukarıya, şubelere doğru şöyle bir olduğunun farkına varmaktan geçiyor. Hakikaten gün- çıkmak gerek. Anlatmak gerek. Bu da çok zor. Bunu den güne şartlar zorlaşıyor. Bugünlere iyi günlerimiz yapmanın yolu, sendikacıların bu işe sahip çıkmasındiye bakmak gerek. dan geçiyor. Şimdi durup dururken senin bir işçiye Türkiye’de olsun, dünyada olsun sınıfa genel olarak müdahale etme şansın yok; ama bir sendikacının bir saldırı var. Sizin işkolunuzda nasıl ve ne boyutta? üyesini toparlama şansı var. Hiç olmadık ülkelerde Sınıfa saldırı bugün yoğunlaşmış diye bir şey yok bile parti kuruluyor ve 5 sene sonra işçi partisi iktidar aslında, hep vardı. 1980 öncesi 3,5-4 milyon sendikalı oluyor. İnsanlar, “bu da böyle gelir mi?” diye düşünüişçiden bahsediyorduk. Bugün 700-800 binlerden yor. Beş sene sonra bir bakarsın, iktidar olmazsın da bahsediliyor. Nüfus artmış, sanayi büyümüş ama sen- ana muhalefet olursun. Sonuçta, işçi partileri bugün dikalı işçiler kaybolmuş. 25 milyon insanın çalıştığı Brezilya’da, Kore’de, İngiltere’de, birçok ülkede, bir ülkede eğer 700 binlerden bahsediliyorsa demek bütün dünyada hakikaten bayağı bir yol kat etmiş ki bu iş hakikaten siyasetle yapılmalı. Yani öyle bir durumdalar. Türkiye’de neden olmasın?

11


Uluslararası İşçi Kardeşliği

CEZA KANUNU

Yeni Türk Ceza Kanunu ve İşçi Sınıfı

A

nayasalar, kanunlar, tüzükler, yönetmelikler, mahkeme kararları, yani tüm hukuksal yapı var olan sınıflar mücadelesinin fotoğrafıdır. İşçi hareketi yükseldiği dönemde daha iyi yasalarımız olur, çöküş dönemlerinde ise esamimiz bile okunmaz. İçinde olduğumuz dönem de bizim için bir geri çekilme ve savunma döne-

İlgili maddeler Madde 117, İş ve çalışma hürriyetinin ihlali 1 Cebir veya tehdit kullanarak ya da hukuka aykırı başka bir davranışla, iş ve çalışma hürriyetini ihlal eden kişiye, mağdurun şikayeti halinde, altı aydan iki yıla kadar hapis veya adlî para cezası verilir. 2 Çaresizliğini, kimsesizliğini ve bağlılığını sömürmek suretiyle kişi veya kişileri ücretsiz olarak veya sağladığı hizmet ile açık bir şekilde orantısız, düşük bir ücretle çalıştıran veya bu durumda bulunan kişiyi, insan onuru ile bağdaşmayacak çalışma ve konaklama koşullarına tabi kılan kimseye altı aydan üç yıla kadar hapis veya yüz günden az olmamak üzere adlî para cezası verilir. 3 Yukarıdaki fıkrada belirtilen durumlara düşürmek üzere bir kimseyi tedarik veya sevk veya bir yerden diğer bir yere nakleden kişiye de aynı ceza verilir. 4 Cebir veya tehdit kullanarak, işçiyi veya işverenlerini ücretleri azaltıp çoğaltmaya veya evvelce kabul edilenlerden başka koşullar altında anlaşmalar kabulüne zorlayan ya da bir işin durmasına, sona ermesine veya durmanın devamına neden olan kişiye altı aydan üç yıla kadar hapis cezası verilir.

Madde 118, Sendikal hakların kullanılmasının engellenmesi 1 Bir kimseye karşı bir sendikaya üye olmaya veya olmamaya, sendikanın faaliyetlerine katılmaya veya katılmamaya, sendikadan veya sendika yönetimindeki görevinden ayrılmaya zorlamak amacıyla, cebir veya tehdit kullanan kişi, altı aydan iki yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. 2 Cebir veya tehdit kullanılarak ya da hukuka aykırı başka bir davranışla bir sendikanın faaliyetlerinin engellenmesi halinde, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezasına hükmolunur.

12

midir. Haklarımıza taarruz edilirken biz, onları korumanın kavgasını vermekteyiz. Dolayısıyla neredeyse her yeni yasa eski haklarımızdan biraz daha tırpanlama gayreti içinde olduğundan bizim mücadelemiz “eskinin” savunulması haline gelmektedir. Son beş yılda tüm iş hukuku mevzuatında yapılan değişiklikleri hatırlayalım, neredeyse 12 Eylül’e rahmet okutacaklar! Ceza yasaları da sınıflar mücadelesinin en kesin ve en politik noktalarından biridir. Patronlar, iş yasaları dahilinde kurdukları ekonomik hakimiyetlerini ceza yasaları vasıtasıyla da perçinlemek isteyeceklerdir. İşte tüm bu sebeplerle özgürlükçü ve haklarımızı koruma vasıtaları tanıyan bir ceza yasasını savunmalıyız. Haziran ayında yürürlüğe giren yeni Türk Ceza Kanunu’nun 118. maddesi “sendikal hakların kullanılmasının engellenmesi” suçunu düzenlemektedir. Bu hüküm ortada bir hükümdür. Zor ve tehdit kullanarak hem sendikaya üye yapılmasını veya üyelikten çıkarmayı, hem de sendikanın faaliyetlerinin engellenmesini suç olarak nitelendirmiştir. Bu noktada hükmün ilk kısmı olan sendikaya üye yapmaya cebren ve tehditle işçinin zorlanması kısmı, işçi sınıfı ve sendikacılar aleyhinde kullanılabilecektir. Sınıflı bir toplumda taraflar eşit değildir. Dolayısıyla hükmün bu kısmının varlığı adalete de aykırıdır. Çok zor şartlar altında varlık mücadelesi veren Türkiye işçi sınıfına böylesi kanuni engeller ve duvarlar inşa etmemek lazım. Ancak belirtelim ki; yasa, patronların sendikal haklara yapacağı tecavüzleri daha geniş kapsamda tutmuş ve zor veya tehdit kavramlarının yanına her türlü “hukuka aykırılığı” da eklemiştir. Yani en hafifinden patron, sendikal faaliyetlere karşı hile yoluna bile başvursa suçun neticesi gerçekleşmiş olacaktır. Ayrıca belirtelim ki sendika üyeliğinden istifa, sendika üyeliğine geçme, sendikalılaşma sebebiyle baskı, kandırma gibi durumlarda mağdura bu yönde anılan araçlarla müdahale edilmesi yeterlidir. İşçi, patrona direnmiş ve istifa etmemiş bile olsa, suç tamam sayılır ve patron bundan sorumlu kılınır. Dolayısıyla Uluslararası İşçi Kardeşliği olarak biz, işçi sınıfının ekonomik çıkarlarının örgütlenmesi mücadelesine ve sendikal hürriyetlerin kullanılmasına mani olmamaya özgülenmiş olan TCK’nın 118. maddesinden fiiliyatta pat-


ABD

roncu uygulamalara fırsat verebilecek olan birinci

fıkranın çıkarılmasını savunuyoruz. Tarafların fiilen eşit olmadığı anda biçimsel ve hukuksal eşitlik, en büyük eşitsizliktir! Yeni Türk Ceza Kanunu’nun 117. maddesi ise “iş ve çalışma hürriyetini” korumayı amaçlamaktadır. Maddenin birinci ve dördüncü fıkraları eski ceza yasamızda da var olan ve bir yüz yıl evvelki sınıf mücadelesinin kokusunu üzerinden atamamış ifadeleri içermektedir. Zaten grev hakkının fiilen ve bakanlar kurulu vasıtasıyla “hukuken” kullandırılmadığı ülkemizde, kanunsuz grev ve çalışmanın engellenmesi suçlarına özgü olan bu hükümlerin ceza yasalarında bulunması, patronlar için anlamlı olsa da biz işçiler için tahammül edilmez bir noktadadır. Gelecekte işçi sınıfının mücadelesinde koşulları zorlaştırma vazifesi görecek olan bu hükümlerin ceza yasasından çıkarılması gerekmektedir. 117. maddenin ikinci ve üçüncü fıkraları “sömürü suçu” kavramını yaratmıştır. Alman kanunundan alınan bu hükümle çaresiz, kimsesiz ve bağlı kimselerin yaptıkları işle orantısız ücretlendirilmeleri yasaklanmak istenmektedir. Kapitalizm koşullarında “sömürü suçu”ndan bahsetmek hayli ilginçtir. Tabii, bu hükmün kısa sürede göreceğimiz adli yorumlanması da bir hayli ilginç olacaktır. Genel ekonomik durumun yarattığı hal ve yedek sanayi ordusu olan işsizlerin varlığı, pekala çalışan yahut çalışamayan her işçiyi “çaresizliğin ve bağlılığın” koşullarına doğru yuvarlamıştır. O halde bu hüküm, en azından asgari ücretin altında çalışan veya çalışma süreleri ihlal edilerek pek az ücretle çalıştırılan her türlü işçi arkadaşı mağdur olarak kapsar genişlikte değerlendirilmelidir. Devletin sözde sosyal devlet olmaması için bu tür sömürücüleri teşhir etmemiz ve cezalandırılmalarını istememiz gerekmektedir. Bu noktada sendikalara büyük rol düşmektedir. Tek başımıza değil, sendikalarımız ve diğer sınıf örgütlerimizle bu suçluların (patronların) takipçisi olmalıyız. Doğmamış çocuğa don biçilmez fakat şimdiden tahmin edebiliriz ki bu hükümlerin sınıf lehine hakkıyla uygulanabilmesi ancak bir işçi hükümetinin varlığıyla mümkün olacaktır. Yoksa icra makamında patronların hükümetleri bulundukça bırakınız patronların cezalandırılmalarını, kendimize yapılan hak gasplarını dahi engelleyemeyiz.

İşçiler Terminatöre Karşı California’da sokaklara dökülen 30 bin işçi emekliliğe saldıran Schwarzenegger’i protesto etti

A

BD’nin California eyaletinde geçtiğimiz yıl vali seçilen Schwarzenegger’e yönelik işçilerin tepkileri dorukta. 25 Mayıs günü, sendikaların öncülüğünde düzenlenen yürüyüşe 30 bin kişi katıldı. Öğretmenlerin, itfaiyecilerin, hemşirelerin ve kamu çalışanları başta olmak üzere birçok emekçinin katıldığı yürüyüşte hazırlanan dövizlerde “Canı yanan itfaiyeci ailelerini satma!”, “California satılık değildir!” gibi sloganlar yazılıydı. Schwarzenegger, göreve geldiğinden bu yana işçi sendikalarına karşı özel bir saldırıya geçti. Sendikaları “özel çıkarlarını” gözetmekle suçlayan vali, eyaletinde çıkmasını sağladığı ya da tersine veto ettiği yasalardan doğrudan çıkar sağlayan, ilaç sanayi başta olmak üzere dev şirketlerden bugüne kadar 26 milyon dolar bağış kabul etti. Bu, daha önceki eyalet valileri dönemlerinde görülmemiş büyüklükte bir bağış miktarı. Eyaletin eğitim ve sağlık fonlarında kesintiye giden eski oyuncu, yeni vali; bir yandan da kamu kesimi emekliliğine ilişkin Bush’un karşı-reformunu eyaletinde uygulamaya çalışıyor. Bu gerçekleşirse kamu çalışanları, çalıştıkları yıla bağlı olarak belli bir emeklilik maaşına hak kazandıkları mevcut emeklilik haklarını kaybedecekler; bunun yerine emeklilik primlerinin biriktiği fonların özelleştirilmesi ile bu fonların değerinin borsada iniş çıkışlarını izlemek zorunda kalacaklar. Fonda yaşanabilecek kayıplara karşı güvenceleri olmayacak. Schwarzenegger tepkiler sonucunda şimdilik bu emeklilik fonlarını özelleştirme planını geri çekti ama konuyu referanduma sunabileceğini açıklayarak vazgeçmediğini de gösterdi.

Hükümet Maden-İş’in Erdemir’deki grevini erteledi.

Grevsiz “demokrasi” devam ediyor! 13


Uluslararası İşçi Kardeşliği

SOSYAL GÜVENLİK

Meclis açılıyor:

Emekliliğimize ve sağlığımıza göz diktikleri tasarıya izin vermeyelim!

B

ir kere daha AKP’nin sosyal güvenlik tasarısı üzerinde durmak zorundayız. IMF şartı olan bu tasarıda nelere göz dikiyorlar? Bizlere, esas kalemleri emeklilik maaşlarımız ve sağlık harcamaları olan sosyal güvenliği “kara delik” olarak gösteriyorlar. Amaçlarını açıkça söylüyorlar: bu kara deliği küçültmek! Emekli maaşlarını azaltmayı, bundan sonrası için prim gün ödeme sayısını 7 binden 9 bine çıkarmayı, emeklilik yaşını kademeli olarak 68’e kadar arttırmayı öneriyorlar. Yani bugünkü sigortalılara ödeyeceğim emekli maaşını peyderpey düşüreceğim; yeni işe başlayanlar ise emeklilik düşü kurmasın diyorlar. Sağlıkta bizlerden katkı payı almayı, sigortanın kapsadığı sağlık hizmetlerini her sene devletin tek taraflı olarak yeniden belirlemesini getiriyorlar. Yani sigortanın kapsamayacağı hastalıklar ve tedaviler de olacak ve bu durumlarda başımızın çaresine bakacağız.

“Sosyal güvenlik açığı”: geçmişe dair yalanlar ve SSK’nın gaspı Tüm bunları haklı gösterebilmek için bize bir dizi yalan söylüyorlar. “Sosyal güvenlik açığı”ndan bahsediyorlar. Bunun içinde SSK’nın da büyük açık verdiğini iddia ediyorlar. Ancak bize bu konudaki hiçbir gerçek bilgiyi vermiyorlar. SSK’yı, Emekli Sandığı’nı ve Bağ-Kur’u bir kefeye koyarak sosyal güvenlik açığını açıklıyorlar. Oysa patronlara işin doğrusunu söylemekten çekinmiyorlar. TİSK dergisinde Hazine Müsteşarı İbrahim Halil Çanakçı açıkça yazmış: Devlet katkıları olmasa Bağ-Kur primlerinin yüzde 100’den fazla, Emekli Sandığı primlerinin ise yüzde 100 civarında daha yüksek olması gerekirmiş! Yani primler yetmemiş, devlet katkısı yapılmış, bu katkı olmasa mevcut giderlerle primlerin çok daha yüksek olması gerekirmiş. Hazine Müsteşarı yazısında SSK primlerine yapılmış bir katkıdan ise bahset-

Hazine Müsteşarı SSK primlerine yapılmış bir katkıdan bahsetmiyor. Çünkü SSK giderlerine böyle bir devlet katkısı olmamıştır. 14

Kanunu bizzat hazırlayan üst düzey bürokratlar kendilerini ve diğer üst düzey bürokratları unutmuyorlar! Eşitlik ise kulaklarda hoş bir seda olarak kalıyor. miyor. Çünkü SSK giderlerine böyle bir devlet katkısı olmamıştır. SSK en büyük kesime sosyal güvence sağladığı halde bugüne kadar sadece işçi ücretlerinden kesilen primlerle giderlerini karşılamıştır. Peki neden en büyük yıpratma kampanyası tamamen işçilerin kendi ücretlerinden kesilen primlerle ayakta durmuş olan SSK’ya yönelik olarak yapılıyor? Neden SSK hastaneleri gasp ediliyor? Neden SSK yok edilmek isteniyor? AKP’nin bu “reformu” ile işçiler için daha iyi bir gelecek mi hazırlanıyor? Söylendiği gibi tüm sigortalılar için (işçi, memur, kendi nam ve hesabına çalışan için) “norm birliği” ve “eşitlik” mi geliyor?

Eşitliğe bak eşitliğe! Eski SSK yetkilisi olduğu için kurumu çok iyi tanıyan ve bugün Türk-İş uzmanı olan Celal Tozan AKP’nin bu IMF tazyikli tasarısı için tam tersini söylüyor: Sosyal devlet ilkesi ile bağdaşmayacak şekilde ... bu düzenlemeler tek çatı altında toplanan sigortalıların tümünü aynı seviyede olumsuz etkilememekte; kamu görevlileri, daha az mağdur olmaları için özel hükümler ile korunmaktadır. SSK’ya tabi işçiler, nam ve hesabına çalışan Bağ-Kur’lular, tarımda nam ve hesabına çalışan çiftçiler ve süreksiz tarım işçileri ise bu hükümlerin dışında tutularak mağdur edilmektedir.

Celal Tozan bu ayrıcalıklara kimi örnekler de veriyor: • Sadece kamu görevlileri için prime esas kazançta üst sınır getirilmiyor. • Yaş haddi veya kanunlar gereği emekliye sevk edilecek kamu görevlilerine yaşlılık aylığı bağlanması öngörülüyor. Ancak işleri gereği belli bir yaşın üzerinde çalışamayacak olan işçileri veya mevsimlik çalıştıkları için emeklilik hakkını elde etmeleri imkansızlaşan işçileri koruyacak hiçbir düzenleme yapılmıyor.


TOPLU GÖRÜŞMELER

• Sadece kamu görevlilerinde iş göremezlik gelirlerinin yanı sıra tazminat getiriliyor. • İş kazasına sebebiyet veren kamu görevlisine masrafların yansıtılması söz konusu değilken, işçiler ve kendi nam ve hesabına çalışanlar için bu geçerli değil. • Kamu görevlilerinin kendi içlerinde de farklı ödemelere neden olacak düzenlemelere gidiliyor. Yani kanunu bizzat hazırlayan üst düzey bürokratlar kendilerini ve diğer üst düzey bürokratları unutmuyorlar! Eşitlik ise kulaklarda hoş bir seda olarak kalıyor. Tasarı ile ayrıca kamu görevlilerinin ödeyecekleri primler artırılıyor. Bu fark nedeniyle maaşların azalmaması için ilk bir sene boyunca aradaki farkı devletin karşılaması öngörülüyor. Bir sene sonra ise bu fark maaşlara yansıyacak ve zaten düşük olan alt düzey memur maaşları bir de bu şekilde kırpılacak. Emekli Sandığı ile SSK, bu kesimlerin tüm sendikalarının denetleyeceği bir şekilde birleştirilebilir. Ancak mevcut tasarı ile yükümlülükler en üst düzeyde, haklar ise en alt düzeyde eşitleniyor. Sadece emekli maaşları değil malulen emekliliğin, ölüm halinde yakınlara bağlanan maaşın bile hak edilişi zorlaştırılmak, maaşlar ise düşürülmek isteniyor!

Bu saldırıya izin vermemeliyiz Uluslararası İşçi Kardeşliği bülteni olarak hemen her sayımızda sadece Türkiye’de değil, tüm dünyada sosyal güvenliğe ve özel olarak da emekliliğe yönelik saldırıları aktarıyoruz. Bugün bu konu, işçi sınıfının en önemli mücadele gündemlerinden biri olmalıdır. İşçi sınıfı emeklilik hakkını gasp etmeye çalışanlara gereken yanıtı vermeli, çalışamayacak yaşa geldiğinde ele güne muhtaç kaldığı eski çağlara geri dönüşe geçit vermemelidir. İşçi sınıfının mücadele ile kazandığı bu haklardan geriye gidiş, cehenneme gidiştir. İşçi sınıfı buna izin vermeyecektir.

Kamu emekçileri toplu görüşmeleri

Toplu Görüşme Nedir?

K

amu emekçileri dördüncü defa toplu görüşme masasına oturdu. Genelde ücret pazarlığıyla geçen 15 günün sonunda, ilk defa bu sene Mutabakat Metni hazırlandı. Kamu-Sen ve Memur-Sen metni imzalarken KESK, Uzlaştırma Kuruluna başvurdu. Yani bu sene farklı olarak Uzlaştırma Kurulu üç konfederasyonu dinlemek yerine biriyle yetinecek. Görüşmelerin öncesinden başlayarak hükümet saldırganlığını açığa vurdu. İçişleri Bakanlığının yayımladığı bir genelgeyle Tüm Bel-Sen’in 1993’ten beri kullandığı toplu sözleşme hakkını engellemesi, görüşmeler başlamadan hükümetin tavrını belli etti. Ardından, görüşmelerin arifesinde, seyyanen zam yapılacağı söylenerek görüşmeler gölgelenmek istendi; ancak IMF’nin tepkisi nedeniyle zam söylentisi havada kaldı. Görüşmeler sırasında Mehmet Ali Şahin’in yaptığı açıklama ise sendikal hakların kullanılmaması için kamu emekçilerine korku salmaya yönelikti. Belirttiğimiz gibi görüşmelerin asıl konusu ücretler oldu. Nitekim Mutabakat Metni’nin beş maddesinin beşi de ücretler ve mali yardımlarla ilgili. Ücretlere Ocak ve Temmuz’da olmak üzere yüzde 2,5’luk iki zam yapılacak. Denge tazminatı adı altında, ek ödemelerden (döner sermaye vs.) pay almayan memurlar Ocak’tan itibaren 40, Temmuz’dan itibaren 80 milyon ek ödeme alacak; ancak bu ödemeler emeklilik primine yansımayacak. Aile yardımı ödeneğinde artış yapılacak. Metne yapılan iki ek ise – çalışma koşulları ve özelleştirmenin doğurduğu sorunlarla ilgili – sadece sendikaların talep manzumeleri niteliğinde, hükümetin bir taahhütte bulunduğu yok. Oysa kamu emekçilerinin de hükümetin de asıl gündemleri çok farklı. Hükümetin gündemi, yeni personel rejimi yasası. 2003 başından beri gündemde olan bu tasarı, kamu emekçilerinin 4857’si (yeni İş Kanunu) niteliğinde. Bu yasayla esnek çalışma kamu emekçileri arasında da yaygınlaştırılmak isteniyor. Patronların ağzıyla performans değerlendirmeye, verimliliğe dayalı çalışma getirilmek isteniyor. Halbuki getirilmek istenen sadece daha yoğun ve uzun çalışma saatleri ile kuralsızlaştırılmış çalışma hayatı. Hükümet, toplu görüşme gündemine personel rejimi tasarısını getirerek getirmek istediği sözleşmeli çalışma, performansa göre ücret ve benzeri düzenlemeleri sendikalara onaylatmak istedi. Konfederasyonlar bu tasarıya karşı çıkmış ve bunu, sözleşmenin ekindeki metinde belirtmiş olsalar da hükümeti bu konuda geri adım attıracak bir tepkiyi örgütleyebildiklerini söylemek mümkün değil. Bu arada hükümet, en önemli yeni eleman alımlarının yapıldığı sağlık ve eğitim alanlarında sözleşmeli personel alarak fiilen istediği personel rejimini yerleştiriyor. Bu eğitim yılında kadrolu öğretmen yerine 20 bin sözleşmeli öğretmen alınıyor ve üniversite mezunu bu gençler, 12 ay değil 10 ay ücret vererek çalıştırılma gibi bir muamele

15


İRAN

Uluslararası İşçi Kardeşliği

ile karşı karşıya kalıyorlar. Kamuda örgütlü sendikaların yer-

16

leştirilmek istenen bu personel rejimine karşı koyabilmek için başta öğretmen ya da sağlık elemanı olmak üzere eğitim gören öğrencilerle, sözleşmeli olarak işe alınmış olanlarla ortaklaşarak mücadele etmeleri gerekiyor. Kamu emekçilerinin gündemi ise grev ve toplu sözleşme hakları. Dört senedir toplu görüşme masasına oturuluyor ve ortaya bir anlaşma metni çıkartılıyor. Ancak bu metinlerin kısmen, o da hükümetlerin keyfince değiştirilerek hayata geçirildiğini görüyoruz. Çünkü kullanılan hak, toplu pazarlık ve toplu sözleşme hakkı değildir. Toplu pazarlıkta – grev haklarına da dayanan – işçiler karşı tarafın iyi niyetine değil, kendi üretimden gelen güçlerine güvenerek masaya otururlar. Toplu görüşme ise çalışanların; hükümetin iyi niyetine, vicdanına güvenmek zorunda oldukları bir sohbet niteliğindedir. Toplu sözleşmeler hüküm gücüne sahiptir, uygulanmamaları suçtur. Mutabakat metinlerinin böyle bir bağlayıcılığı yoktur. Patronlar ve hükümetleri memurlara toplu sözleşme Mutabakat Metni ve grev hakkı vermek şöyle hükümsüz bir dursun, işçilerin elindeki metin olduğundan bu hakları da budamak istiyorlar. Zaten grev hakkıuzlaşmaya varılması mız kullanılmaz durumda. kolay oldu. İçine Grev kararının alınmasıyla istediğimiz şeyi grevin ertelenmesi bir oluyor. Dünya çapında da işçiyazabiliriz, nasıl olsa lerin haklarını kayıt altına geçen seneler olduğu alan metinler – başta ILO gibi hükümet bildiğini Sözleşmeleri – sulandırılarak, genel tavsiyeler derekeokuyacak. sine indirilmek isteniyor. Mutabakat Metni de böyle, hükümsüz bir metin olunca uzlaşmaya varılması kolay oldu. İçine istediğimiz şeyi yazabiliriz, nasıl olsa geçen seneler olduğu gibi hükümet bildiğini okuyacak. 20 bin sözleşmeli öğretmenin işe alınması yeni personel rejiminin uygulanmasından başka nedir? Aksi halde taleplerin bu kadar zıt olduğu koşullarda ortak bir metin imzalanamazdı. Dolayısıyla, memurların grev ve toplu sözleşme hakkına sahip olmadan gerçek bir pazarlık gerçekleştirmeleri ve haklarını almaları mümkün olmayacaktır. Ancak bundan daha önemlisi, işçi sınıfının işçi-memur, 4857-657 olarak yapay bölünmesinin aşılmasıdır. Eskiden belli ayrıcalıklara sahip olduğunu sanan memur kardeşlerimiz, birleşmedikleri takdirde her şeyi kaybedeceklerini gördüler. Tek bir çalışanlar yasası için, ortak mücadele için ileri! Ancak kendi hükümetimizi kurmadan böyle bir yasayı çıkartamayacağımız da açıktır. Patron hükümetleri başta oldukça daha beter iş yasaları ve daha beter personel rejimi kanunlarıyla karşılaşacağız. Kendi hükümetimizi de ancak “İşçilerin Kendi Partisi” ile kurabiliriz. Tüm işçi sınıfının, dolayısıyla memurların da partisine, “İşçilerin Kendi Partisi”ne omuz verelim!

İran İşçilerinin Hakları İçin Uluslararası Kampanya

S

on günlerde İran, nükleer teknoloji geliştirme programı ile gündemde. Avrupa devletleri, İran’dan bu programı durdurmasını veya yavaşlatmasını talep ederken ABD yönetimi görüşmeye yanaşmadan, ara ara yaptığı düşmanca açıklamalarla İran halkını tehdit etmeye devam ediyor. Ne Avrupa Birliği devletlerinin ne de ABD’nin gerçek amacının barış olmadığını biliyoruz. Öyle olsaydı öncelikle nükleer silahlara sahip olduğu açık seçik bilinen İsrail’i silahsızlandırmaya girişirlerdi. En azından kendi ellerindeki nükleer, kimyasal, biyolojik silahları imha ederlerdi. Afganistan ve Irak’ta yaşanan felaketin – eğer biz işçiler olarak harekete geçmezsek – İran da dahil olmak üzere tüm ülkelerde yaşanacağının farkındayız. Böyle bir durum söz konusu olduğunda da Irak halkının yanında olduğumuz gibi İran halkının da yanında, saldırganların karşısında olmalıyız. Bununla beraber, İran hükümetinin en temel işçi haklarını bile tanımadığını da biliyoruz. İstihdamın yüzde 40’ını oluşturan kamu sektöründe grev de iş durdurma da yasak. İşçi örgütlerinin bağımsızlığı hiçe sayılarak bu örgütler çeşitli yollardan hükümetin kontrolü altına sokulmuş durumda: işçi örgütlerinin görevlerinin belirlenmesi, toplu sözleşmeler de dahil olmak üzere tüm sendikal faaliyetler Çalışma Bakanlığının denetiminde. Dahası, tüm işçi örgütlerinin bağlı olduğu Çalışma Meclisi, hükümetin yönetiminde. Üstelik, bu kırpılmış hakların kapsamı çeşitli şekillerde daraltılmış: serbest bölgelerde, beş veya


ABD

daha az işçili işyerlerinde bu haklar yok.

2003’te yapılan bir değişiklikle on veya daha az işçinin çalıştığı atölyeler kapsam dışı bırakıldı. Mevcut durumu değiştirmek isteyen işçiler baskılarla karşılaşıyor. 2003 Nisan’ında aylardır ücret alamayan işçiler, protesto için yürüyüş yapınca polisin gözyaşı bombalı saldırısına maruz kaldı. 2004’te Saghez’de 1 Mayıs’ı kutlarken tutuklanan yedi sendikacı hala hapiste. 2005 başında tekstil sektöründe bir grev kırıldı, işçilerin çoğu kovulurken bir kısmı da tutuklandı. Bu koşullardan hareket eden ILC aktivistleri, toplandıkları 12. Uluslararası ILO Sözleşmelerinin ve Sendikaların Bağımsızlığının Savunulması Konferansında bir imza kampanyası başlatmaya karar verdiler: (...) Serbest toplu pazarlık, grev ve gösteri yapma haklarını savundukları için hapse atılan işçilerin derhal salıverilmesini ve İran yetkililerince onlara yöneltilmiş tüm suçlamaların iptal edilmesini talep ediyoruz. 871 ve 982 sayılı ILO sözleşmelerinin kabulü ve uygulanması için kampanyanın geliştirilmesi ve güçlendirilmesi çağrısında bulunuyoruz. İran yetkilileri bu sözleşmeleri onaylamalı ve uygulamalıdır. Bu, İran’da işçi haklarının varolması için önkoşuldur. İranlı işçiler, dünyanın dört bir yanındaki işçiler gibi kendi çıkarlarını korumak için kendi örgütlerini kurma hakkına sahip olmalıdır.

Kampanyanın tam metnini ve ilk imzacıları http://www.iscikardesligi. org/yazi.php?yazi_no=349 adresinde bulabilirsiniz. İmza vermek için bizimle İnternet üzerinden (http://www.iscikardesligi.org, iscikardesligi@iscikardesligi.org), faks yoluyla (0 216 330 95 67) veya doğrudan bültenimizi edindiğiniz kişi kanalıyla temas kurun. İran işçileri haklı taleplerine omuz vermenizi bekliyor! *** 1 Birleşme Özgürlüğü ve Örgütlenme

Hakkının Korunması Sözleşmesi (1948) 2 Örgütlenme ve Toplu Pazarlık Hakkı

Sözleşmesi (1949)

Körfez Sahili Felaketi ve İki Amerika Amerika’da ILC kampanyalarının düzenli bir destekçisi olan The Organizer dergisinin Katrina kasırgası ile ilgili gerçeklere ilişkin başyazısının özetini aktarıyoruz. Körfez sahilindeki binlerce ölümün sorumluları: Irkçı Atalet ve Bütçe Kesintileri Siyahların ve tüm işçilerin, bölgenin yeniden inşası ve ulusun gerçek güvenliğinin sağlanması için bağımsız bir partiye ihtiyacı var

Yüz bin kişi neden tahliye edilmedi? 72 saat boyunca tüm bir ulus Katrina kasırgasının doğrudan New Orleans’a doğru yol aldığını izleyebiliyordu. İnsanlara kaçmaları söylendi. Arabaları, benzinleri, paraları, kredi kartları ve/veya gidebilecekleri bir yerleri olanlar kaçabildiler. Ama New Orleans’ta tam bir yoksulluk içerisinde yaşayan yüz bin kişi için, yüzde 90’ı yoksul ve işçi olan siyahlar için bir çıkış yoktu. Onlar kendi hallerine terk edildiler. Ne yapabileceklerine dair hiçbir fikirleri yoktu ve ay sonu olduğu için paraları da yoktu. Evlerinde yiyecek stokları da yoktu. Tüm şehrin boşaltılabilmesi ve insanlar için geçici, korunaklı kamplar kurabilmesi için iki tam gün vardı. İnsanlar trenlerle, uçaklarla, otobüslerle ve helikopterlerle kasırga başlamadan farklı kampüslere, toplantı salonlarına, otellere veya askeri alanlara taşınabilirdi. Çin’de, Katrina kasırgasının New Orleans’ı vurmasından üç gün sonra, Talim tayfunu Güney Çin sahillerini on metre yükseklikteki dalgalarla vurdu. Yetkililer, sadece bir gün öncesinden alınan bilgi üzerine 600 bin kişiyi tahliye etti. Tek bir kişi bile yaşamını kaybetmedi. Tam bir yıl önce Ivan kasırgası Küba’yı vurdu ve Küba hükümeti 2 milyon kişiyi (adanın nüfusunun yüzde 15’inden daha fazlasını) tahliye etti. Burada da kimse ölmedi. İnsan yaşamını korumak yönünde bir siyasi irade olduğunda doğal afetler bir felakete dönüşmeyebilir. Ancak ABD yönetimi böyle bir tahliye yapmayı gerekli görmedi. Esasen bu işte görevlendirilebilecek bölge askerlerinin yüzde 40’ı Irak’taydı. Böylesi bir afette kurtarma faaliyetlerinde kullanılabilecek araçların çoğu da Irak’a gönderilmişti. Körfezde bulunan deniz kuvvetlerine ve sahil güvenliğe ait gemiler de kurtarma faaliyetinde kullanılmadı. Esasen ordunun herhangi bir kurtarma faaliyeti yapması için dört, hatta beş gün geçmesi gerekti. Bölgedeki ilerici örgütlerin bir koalisyonu olan Birleşik Emek Koalisyonu (CLU), kurtarma faaliyetleri yapılmadığı için Bush yönetimini şiddetle kınadı. Açıklamalarında “‘Kabul edilemez’ sözü, New Orleans halkına reva görülen ihmali, ırkçılığı ve sınıfçılığı anlatmaya yetmiyor. Hükümet yaptıkları ve yapmadıkları ile suç işlemiştir.” diyorlardı.

17


ABD

Uluslararası İşçi Kardeşliği

Irk, Sınıf ve Katrina Dahası da var. Sayısız şahidin aktardığı gibi hükümet, New Orleanslıların o çok ihtiyaç duydukları şeyleri almalarına da yağma suçlaması ile engel oldu. Tüm ülkeden siyah liderler bu durumu derhal protesto ettiler. Şehirdeki siyahlar, hükümet yetkililerinin ve şirketlerin hizmetindeki medyanın ırkçı suçlamalarına kurban gittiler. Oysa bu krizdeki gerçek “yağmacılar” benzin ve doğalgaz fiyatlarını tüm ülkede yükselterek süper kârlar eden büyük petrol şirketleridir. Haksızlıklar bununla da bitmiyor: Siyasiler açık açık sığınmacı olarak adlandırdıkları insanları kalıcı olarak ülkenin çeşitli yerlerinde başka şehirlere yerleştirmekten bahsetmeye başladılar bile. Böylelikle New Orleans’ı yüzde 67’lik siyah nüfusundan arındırmış olacaklar. ABD hükümetinin Katrina kasırgasına karşı önlem almaktaki başarısızlığı tüm dünyada ABD’nin gerçek yüzünün görülmesini sağladı. Dünyada eşitsizliklerin en derin olduğu toplumlarından birinin ABD olduğu gözler önüne serildi.

Setler onarılmalıydı! Eğer şehrin akarsuyu üzerindeki setler zamanında onarılmış olsaydı bu kasırganın yarattığı yıkımın önemli bölümü engellenebilirdi. Bush tam tersini iddia etti ve kimsenin bu setlerin yıkılacağını öngörmediğini zannettiğini söyledi. Oysa New Orleans’ın sel tehlikesi ile karşı karşıya olduğu uzun zamandır biliniyor. 1927 kasırgası ve ardından yaşanan sel, şehri yıkıma uğratmıştı. Son on yıldır kasırga ve sel felaketlerine karşı önlem çalışmaları devam ediyordu. Ancak son dönemde Atlantik Okyanusu zeminindeki kasırga hareketleri büyük ölçüde artmış ve New Orleans’ı çevreleyen setler de aşınmaya devam ediyor olmasına karşın, bu setleri güçlendirecek projeler için gerekli olan 250 milyon dolar bütçeden kesilmişti. Bu konuların teknik olarak tartışıldığı bilimsel yayınlardan Times-Picayune’de, son iki yılda yayınlanmış olan makalelerin en az dokuzunda, Irak savaşının maliyetinin kasırga ve sel önlemleri için yürütülen projelerdeki kesintilerin sebebi olduğu geçiyordu. Sonuç olarak para ayrılmadığı için güçlendirilemeyen iki set kırıldı ve New Orleans sular altında kaldı. New Orleans’ın önemli bölümü deniz seviyesinin altında olduğu için de sel suları büyük göl ile aynı seviyeye gelmeden durmadı. Başkan Bush, Amerikalılara sürekli olarak ülkelerinde güvenliği sağlamak için Irak’ta savaşmaları gerektiğini söyledi. Ama ülke içinde harcanması gereken milyarlarca doları Irak’taki savaş için harcadıktan sonra bugün Louisiana sokaklarında insan cesetleri yüzüyor.

18

Hepsi sorumlu! Bush bu felaketten sorumludur ama tek sorumlu o değildir. Tüm Demokrat ve Cumhuriyetçi politikacılar – (1) Irak’taki ahlak dışı ve adaletsiz savaş için savaş kredilerini onaylayanlar – (2) bugün felaket yaşanan bölge dahil her yerdeki güvenlik önlemleri için ayrılan bütçelerde büyük kesintiler yapan Bush bütçesini onaylayanlar – (3) her iki egemen sınıf partisine de fon aktarmakta olan şirketlerin elitleri için trilyonlarca vergi indirimi getirenler.

Ne yapılmalı? Neredeyse 1 milyon kişi yersiz yurtsuz kaldı. Evlerini, işlerini, paralarını, ilaçlarını, giyeceklerini kaybetmiş durumdalar. New Orleans ve körfezdeki diğer şehirler yeniden inşa edilirken bu insanların acil ihtiyaçları derhal karşılanmalı. Bölgeden ayrılmak zorunda kalanlar – kimileri ordu birliklerinin silah gücüyle ayrılanlar ve nereye götürüldüklerini bile bilemeyenler – evlerine ve eski topraklarına geri dönebilmeliler. New Orleans merkezi hükümet tarafından finanse edilen büyük bir destekleme ile yeniden inşa edilirken toplu sözleşmelerdeki ücretler uygulanmalı ve bu yeniden inşa bölgenin çalışan insanları tarafından denetlenmeli. New Orleans’ın siyah toplumunu temsilen CLU koalisyonu siyah toplumun denetiminin ne denli önemli olduğunu şu şekilde anlatıyor: Hükümetin yardımları burada gazinolar, oteller, fabrikalar ve beyazlara zengin muhitler inşa edilmesi için şirketlere aktarılırken New Orleans halkı ülkenin dört bir yanındaki farklı şehirlere oralarda evsiz kalmak için gitmeyecektir. Bu felaket bizim evlerimizin yerine yeni yerleşimler kurmak için kullanılırken bizler elimiz kolumuz bağlı bunu kabullenmeyeceğiz.

Alınması gereken önlemlerden biri de hükümetin benzin fiyatlarını felaketin öncesinde olduğu düzeyde sabitlemesidir. Bush yönetiminin ilan etmiş olduğu 10,5 milyar dolar yardım hiçbir şekilde yeterli değildir. Bu sadece Irak işgalinin yedi haftalık maliyetine eşit bir paradır. Ülkenin bir acil ulusal yeniden inşa ve güvenlik programına ihtiyacı vardır. Ancak böyle bir programı uygulayabilmek için öncelikle Amerikan işçilerinin, yoksullarının bağımsız bir işçi partisi kurmak ve iki patron partisinin siyasetteki egemenliğine karşı bayrak açmak zorunluluğu vardır. Ülkenin gerçek güvenliği ve yaşanan felaketi tamir edecek bir yeniden inşa ancak bu şekilde mümkün kılınabilir. Irak’taki ABD işgaline son, birlikler derhal geri dönsün! Milyarlar, kurtarma ve yeniden inşa faaliyetleri için harcansın, savaşa tek bir kuruş harcanmasın!


ALMANYA

Almanya’da Neler Oluyor?

E

ylül ayında Almanya’da erken genel seçim etmek yerine oturup tüm parti mevzilerinin elden yapılacak. Görevi sona eren Sosyal Demokrat gitmesine göz yummuş eski Maliye Bakanı Oscar (SPD) ve Yeşiller’den oluşan koalisyon hükü- Lafontaine’nin başını çektiği “Sol Parti” adında bir meti, belki de Alman tarihinin Nazi döneminden oluşum ortaya çıkmıştır. Bu yeni parti, Doğu Alman bu yana işçi haklarına yapılan en büyük taarruz işçilerini patronların ve uluslararası kapitalizmin harekatının komuta kademesinde bulunmaktaydı. ellerine terk etmiş eski Komünist Partisi’nin (SED) Alman sosyal hukuk devleti, Sosyal Demokrat devamı olan Demokratik Sosyalizm Partisiyle Partinin ve onu destekleyen işçilerin kapitalizme (PDS) birleşmiştir. Bu birleşmeden doğan yeni Sol karşı geliştirdikleri bir üçüncü yol projesiydi ve Parti ise sivil toplumculuğun sınırlarını aşamamış kurulduğu andan beri sosyal demokrasinin, işçi ve AB hususunda dahi kendi politikalarını berraksınıfının patronlardan özgürleşmesine mani olmak laştıramamış bir hatta sahiptir. için geliştirdiği ideolojik programın merkezine Sosyal Demokrat Partinin bölünmesinin tek oturmaktaydı. sonucu, sınıf cephesinin zayıflaması olacaktır. Bugün ise Varşova Bloğu yok, dünya çapında Almanya işçi sınıfı, sınıf eksenine sahip olmayan yükselen uluslararası bir işçi hareketi de yok. Bu “Sol” Partiye itibar etmemelidir. Çünkü onlar şimdurum, klasik sosyal demokrasi için bir yol ayrı- diden seçim sonrası olası bir sosyal demokrat-yeşilmı doğurmuş ve Alman Sosyal Demokrat Partisi ler-sol koalisyonunun hesabını yaparak, patroncu çatırdayarak bölünmüştür. programların uygulanmasınAlman Sosyal Devleti, bizda üçüncü bir payanda olmaAlmanya işçilerinin zat bu projenin hamisi olan ya adaylar. Yani Sol Partinin Sosyal Demokrat Parti taraideologları, Schröder’in başbirleşik kitle partisi olan fından yok edilmek istenbakanlığındaki bir patroncu Sosyal Demokrat Parti miştir. Parti içinde Başbakan hükümete razı gelebiliyorSchröder ve onun hizbinin lar. Ancak böyle bir iktidaSchröder’in başını çektiği hizip, tüm dünyada uygura sosyal demokrat işçilerin değildir. Sıradan işçilerin lanan patroncu saldırıların daha fazla tahammülü yokve sınıf mücadeleci Almanya’daki kurmaylığını tur! Onlar Schröder’e rağsendikacılarındır! üstlenmiştir. İşçi sınıfının men parti saflarındalar ve desteğiyle iktidara gelen partinin Schröder’in değil Schröder, kendini o noktaya kendilerinin olduğunu her taşıyan kitlelere ihanet etmiştir. Bugün için, dünya fırsatta haykırıyorlar. çapında gerileyen savunma hattımızda müdafaa Eski komünistler, Federal Almanya’ya on beş mecburiyeti içinde bulunduğumuz en önemli kale- sene evvel vermiş oldukları biat yeminini tazelerimizden biri de Alman sosyal devleti ve buna lemek istiyor ve kendilerinin de sisteme dahil bağlı olarak gelişmiş bulunan yetkin sınıf kazanım- edilmesini istiyorlar. Bunu yapabilmek içinse sınıf larımızdır. Yani patronlar; Alman devleti eliyle, işçi cephesini zayıflatmayı ve patroncu politikalarla düşmanı sahte sosyal demokrat Schröder’e sosyal aynı saflara düşmüş olmayı hiç ama hiç umursadevleti ve buna bağlı olarak sınıfsal bütünlüğümü- mıyorlar. On beş sene evvel Doğu Alman işçilerini zü parçalatmak istiyorlar. Buna mani olmalıyız! nasıl yüz üstü bırakıp kaçtılarsa bugün de Birleşik Nasıl Türkiye’deki sendikalarımız sınıf ihaneti Almanya’daki işçi birliğini kırarak, aynı misyona içindeki birtakım sendika bürokratlarının değil- başka bir yönden hizmet ediyorlar. se, Almanya işçilerinin birleşik kitle partisi olan Almanya’daki tüm sosyal hak kazanımlarımız Sosyal Demokrat Parti de Schröder ve onun hiz- bizlere aittir. Bu projenin eski mimarı ve bugün binin değildir. Alman Sosyal Demokrat Partisi maalesef mezar kazıcısı olan Sosyal Demokrat sıradan işçilerin ve sınıf mücadeleci sendikacı- Parti de bizim politik kazanımımızdır. Bunları sınıf larındır! Schröder’i partinin başından defetmek ihaneti içinde olan Schröder ve şürekasına bırakıp Avrupa’daki işçi mücadelesinin vermesi gereken kaçmak veya partiye küsmek kabul edilemez. en büyük imtihandır. Schröder’e rağmen, Schröder’e karşı Alman sosParti içinde bu çatırdamalardan bir de bölün- yal demokrasisine sahip çıkalım. Mirasımızı heder me doğdu. Geçmişte Schröder’e karşı mücadele etmelerine izin vermeyelim.

19


Uluslararası İşçi Kardeşliği

GÖRÜŞME

Miron Cozma ILC’ye Bağlı İşçi Partisi Kuruyor

G

eçen sayıda yazdığımız gibi, Romanya maden işçilerinin sekiz yıldır hapiste olan lideri Miron Cozma 14 Haziran günü serbest bırakıldı. Sekiz yılda, Romanya’da üç farklı hükümet iktidara geldi; peki neden hepsi onu ısrarla hapiste tuttu? Cozma, sendikalarına gerçekten bağlı olan ve kendi aidatlarıyla onu ayakta tutan üyelerden kurulu bir işçi örgütünün önderiydi. Cozma, sadece memleketi Jiu Vadisi’ndeki işçilerin temsilcisi değildi; üç konfederasyonun birleşmesiyle kurulan Meridiyan Konfederasyonu adlı işçi sendikasında da yöneticiydi. Bu sendikal şemsiye, Romanya’nın dörtte üçünde örgütlü. Bu konfederasyon kanalıyla Cozma, çeşitli kentlerdeki inşaat işçilerinin, demiryolu işçilerinin ve metro çalışanlarının sendikalarıyla çalışıyordu. Yaklaşık bir buçuk milyon işçiyi temsil eden bu örgüt, güçlü bir dayanışma sandığına da sahip. İşte Cozma 1991’de ve 1999’da bu işçilerin hak yürüyüşlerini düzenlediği için hapse atıldı. Aşağıda Florin Constantin’in Cozma’yla yaptığı söyleşiyi yayımlıyoruz.

İktidarın sana yönelik hıncının nedeni ne? Savunduğun görüşlerin bedeli ağır oldu. Ben serbestken işçileri işyerlerinde ziyaret eder, Evet, sekiz yıl hapis yattım; ama ilkelerim değişonlarla sohbet eder, gerçek dertlerini öğrenirdim. medi. 1970’lerde, maden işçileri Çavuşesku’ya Bu yüzden onlar da bana değer verirdi. Örneğin, o karşı gösteriler düzenlediğinde ben de bu mücazamanlar sendikamızın bir televizyon kanalı kurma delenin içindeydim ve şimdiki ilkelerimi o zaman fikri vardı. Bugün bile, Jiu Vadisi’nde yayın yapan belirledim. Yozlaşmış siyasetçiler sınıfı, belki de devlet televizyonu, maden işçileri sendikasının TV benim bu fikirleri politik arenada uygulamaya vericilerini kullanıyor. Bütün bunlar politikacıları girişmemden ve sendikalarımızın bir parti kurup çok korkuttu tabii. Bana bir iktidarı hedeflemesinden sürü teklifle geldiler; hatta korktu. Sekiz yıl yattıktan beni İçişleri Bakanı yapmasonra kesinlikle bir parti “Gerçekte çok yaygın yı önerdiler, büyük paralar kurulmasının gerekli oldubir yağma yaşanıyor, teklif ettiler. Her seferinde ğuna kadar verdim. Amacım inanılmaz mali reddettim. Romanya’da gerintikam almak filan değil; çek anlamda özgür sendihapisten çıkalı beri, karşısahtekarlıklar dönüyor, kaların olabileceğine, siyalaştığım insanlar bana kendi bankalar hortumlanıyor. sal iktidara boyun eğmeyen sorunlarının çözümünün ne Hepsi de siyasetçilerin bağımsız sendikaların olabiolduğunu soruyor. İnsanlar leceğine inanıyorum. Asla çıkarı için. Ama insanlarda benden mücadeleye devam da siyaset çarklarına girmek etmemi, bırakıp gitmememi hâlâ umut var. Ben de istemedim. Beni suçladılar; istiyor. onlarla konuşurken, mesela İliescu hükümetini Bir siyasal partinin çözüm destekliyorsun, dediler. Bu onlara ait bir partiye, olacağı görüşündesin öyleydoğru değil. İliescu hükübir işçi partisine ihtiyaç se. meti 1992’de benim ceza Evet, ama yoksul çoğunolduğunu anladım.” dosyamı hazırladı; çünkü luğun partisi olacak bu. 1991’de 46 madenci arkaMevcut partiler ya özel daşımızı silahla yaraladıkçıkarlara ya da belirli grupların çıkarına hizmet larında, hükümetin istifasını istemiştim. Birçok ediyor. Hepsi yozlaşmış. Kamunun kaynakları bu arkadaş öldürüldü ve bunu yapan ne bendim ne de çıkarlar için kullanılıyor ve kaynaklara asıl ihtimadenciler. Her tür tavizi reddettim. Beni seçen- yacı olan yoksulların eline hiçbir şey geçmiyor. lere ve bana güvenenlere ihanet etmek istemedim. AB’den gelen paralar için de aynı şey geçerli. Oysa O zaman da devlet, sahte dosyalar hazırlayıp beni Romanya Anayasası’na göre, devlet her vatandaşa suçladı. Bir taraftan da utanmadan benim ismimi onurlu bir yaşam düzeyi sağlamak zorundadır. kullanıp beni serbest bırakacaklarını söyleyip oy Benim mücadelede amacım her zaman buydu; ama topladılar. asla gerçek olmadı. Gerçekte çok yaygın bir yağma yaşanıyor, inanılmaz mali sahtekarlıklar dönüyor,

20


ROMANYA

bankalar

hortumlanıyor. Hepsi de siyasetçilerin bilirler varın siz düşünün. Zaten 1991’deki olayçıkarı için. Ama insanlarda hâlâ umut var. Ben de larla ilgili sahte iddialar nedeniyle, “devlete zarar onlarla konuşurken, onlara ait bir partiye, bir işçi vermek”ten sekiz yıl yattım. Mesela, demiryolu partisine ihtiyaç olduğunu anladım. Hepimiz işçi çalışanı olmadığım halde, demiryolu usulsüzlükleçocuğuyuz. Ben hayata vasıfsız işçi olarak baş- riyle ilgili hüküm giydim. “Yanlış sinyalizasyon” ladım, bütün aşamalardan tek tek geçip 1977’de yaptım diye on dört yıl yedim; “mesleki görevleri mühendis oldum. Herkes şunu bilsin: Romanya’da ihmal”den de on iki yıl. “İşyerine sarhoş gelmek” kurmak istediğimiz parti, Uluslararası Bağlantı suçu uydurup bir on yıl daha eklediler. Bunların Komitesinin (ILC) ilkelerini benimseyecek. Bu hepsi saçmalık; böyle adalet mi olur? Yasayı örgütteki çeşitli ülkelerden kardeşlerimle tartışıp doğru dürüst uygularlarsa, duruşmada korkacak Romanya ve dünya işçileri için en doğru for- bir durum yok. 1999’daki olaylarda bir suç işlememülü bulmaya çalışacağım. dim. Daha önce bu dava için Komitedeki arkadaşlarıma arkadaşlarla temyize başvur“[ILC’deki] arkadaşlarıma teşekkür ediyorum. Hapisten muştuk; mahkeme bana on, teşekkür ediyorum ... çıktığımda onlara bir mesaj beş arkadaşıma da beşer yıl gönderip, benim için yolçünkü onlar en zor anımda verdi. Daha önce de hüküm daştan da öte birer kardeş giydiğim için, Romanya yanımda oldular. olduklarını söylemiştim; yasalarına göre, mahkeme çünkü onlar en zor anımda bana en ağır cezayı yani on yanımda oldular. Hiç tanımadığım insanlar, Romen sekiz yıl verebilir. Ama zaten on yıldan sekizini medyasının yalanlarına, saldırılarına umursamayıp yattığım için, şartlı tahliye hakkı da doğabilir. Yine bana destek verdi. Olayları dikkatlice inceleyip, de ne yapacakları belli olmaz. Dediğim gibi burası benim sendikadaki görevimi asla kötüye kullanma- Romanya, burada her şey mümkün. dığımı gördüler. Onlara olan şükranımı yapacağım Arkadaşların ne durumda ? işlerle göstereceğim. Benim için kampanya yapılan Onların durumu çok ciddi. Arkadaşlarım beraat her yere tek tek gidip, işçi hareketinden arkadaşla- almazlarsa, yani “devlete zarar verme” hükmü rımın yanımda olduğunu bildiğim anlarda hapiste “kamu düzenini bozma”ya çevrilip bir af çıkarılhissettiklerimi anlatacağım. mazsa, hapse girecekler. Hayatlarında hapishane 12 Eylül’de 1999’daki olaylarla ilgili bir duruşman var. Seni tekrar hapse atmaları mümkün mü ? Vallahi burası Romanya, burada herşey olabilir. Hiç tanımadığım insanlardan rüşvet aldığım iddiasıyla beni hapse attıklarına göre, daha neler yapa-

görmemiş arkadaşlar, onlar için bu ceza çok ağır olacak. Bu nedenle, Bağlantı Komitesinden arkadaşlardan onlara destek vermelerini rica ediyorum. Bu sefer gerçekten desteğe ihtiyacı olan onlar.

Tren Kondüktörlerinin Grevi

N

eredeyse dört haftadır Romanya demiryolu işçileri, özellikle de tren kondüktörleri (1) grevdeler. Temel talep % 10 ücret artışı. Grev tüm ülkeyi etkiledi. Yasa gereğince grevci işçilerin hizmetin üçte biri oranında asgari bir hizmeti sunması gerekiyor. Hem kargo hem de yolcu ulaşımı yapan Romanya Ulusal Demiryolu Birliği (SNCFR) (2) bu ücret artışını vermeyi kabul etmiyor. Bunun temel nedeni olarak Tãriceanu hükümeti ile (merkez sağ) İMF arasında yapılmış olan anlaşma gösteriliyor. Anlaşma tüm kamu sektöründe 2005 yılı için ücret artışını yasaklıyor. Aslında grev nedeniyle yaşanan kayıp ücret artışı ile talep edilenin üzerine çıktı bile. Yönetim grevciler aleyhine mahkemeye başvurdu ancak mahkeme grevin yasal olduğuna karar verdi. 20 Haziran günü kondüktörlerin grevine ticari kısım çalışanları ve demiryollarını altyapısında çalışan işçiler de katıldılar. Grev genel bir nitelik kazandı ve bu nedenle de “asgari bir hizmet sunması” gereği ortadan kalktı. Yönetim mahkemeden “kamu çıkarı” adına grevi ertelemesini talep etti. Bu sefer mahkeme şikayetleri kabul etti ve ticari kısım çalışanlarının ve altyapı işçilerinin grevini 30 gün erteledi. Yasal erteleme kondüktörlerin grevini etkilemiyor ve o grev devam ediyor. ILC Muhabiri, Romanya

21


Uluslararası İşçi Kardeşliği

BREZİLYA

İşçi Partisini savunmak için Lula, Palocci ve Rossetto’nun politikaları terk edilmelidir. Brezilya İşçi Partisi (PT) kanatlarından O Trabalho’nun açıklaması.

G

eçtiğimiz ay, Véjà dergisinde, Lula tarafından göreve getirilen İhale Departmanı ve Postane Şefi Mauricio Marinho’nun görüntüleriyle ilgili bir makale yayımlanınca Brezilya derin bir siyasi krizle sarsıldı. Marinho, videoda Novadata şirketinin sahibinden bilgi malzemeleri satış ihalesi karşılığında rüşvet alırken görülmekteydi. Yaşananlar, PT’nin aktivistlerini şaşkına çevirmiş durumda. Başkanlık, tüm partilerden 20 ulusal vekilin bu suçla ilişiği olduğunu ileri sürdü. Kontrolün elden çıkma aşamasına geldiği durumda tehlikenin farkında olan eski Başkan Fernando Henrique Cardoso, acil durum için alarm veren ilk isim oldu: “Muhalefet akıllı ve temkinli olmalı.” Bunu takiben, Başkan Lula ve hükümet hedef olmaktan çıktı ve İşçi Partisi (PT) topyekûn olarak suçlanmaya başlandı. Bu sebeple günlük O Estado gazetesi, “Saygınlığını Yitirmiş Parti” başlıklı bir başyazı yayımladı (10 Haziran). Bu yazıya göre Lula, kendi partisinden açıkça memnun değildi. Valor’un editörü 15 Haziran’da “Belki Lula haklıdır” başlığını kullandı ve şöyle devam etti: “Bu krizin sorumluluğu PT’dedir, ya da daha doğru bir ifadeyle Lula’nın başkan olmak için destek aldığı hakim grupta.” O Trabalho’nun (İşçi Partisi içinde faaliyet gösteren politik gruplardan biri) deklarasyonu ise PT’nin 18 Haziran’da krizi ele almak için toplanan Ulusal İdare toplantısında dağıtıldı. O Trabalho’nun temsilcilerinden Markus Sokol, “Hangi siyasetten olurlarsa olsunlar, tüm PT üyeleri bu demecin etrafında toplanmalıdır.” çağrısını yaptı.

O Trabalho Deklarasyonu İşçiler, yani partinin tabanı kendilerine sürekli şu soruları soruyorlar: “Nasıl bu pisliğe bulaştık? Kriz hiç bitmeyecek mi? Partimizin bu şekilde tükenmesini istemiyoruz. Bu bataktan nasıl kurtulabiliriz?” PT’nin O Trabalho kanadı olarak şunu söylüyoruz: Hala vakit var! Ancak çözüm, tüm suçu PT’nin kapısının önüne bırakıp kaçmak mı? Tüm bunlardan PT mi sorumlu? Hayır, PT bundan sorumlu değil. Sorumlular, bu partiyi tüm güçleri ve cömertlikleriyle kuran ve gelecekle ilgili tüm umutlarını partiye bağlayan aktivistler değildir.

22

Sorumlular, PT’nin kuruluş programına tamamen zıt politikaları uygulayanlar ve gerici kampta kendilerine müttefik arayanlardır. Bunlar, partimizin ve ülkemizin içine düştüğü vahim durumda dahi bu yok edici politikaları uygulamaktan geri durmayanlardır. Bunu kabul etmeyeceğiz! Yaşam boyu istihdam garantisi ve kayıpların telafisi için yüzde 18’lik maaş artışı talep etmek, grevdeki kamu işçileriyle açık pazarlığa oturmayı reddetmek kabul edilemez. Bu yolun sonu ülkeyi ancak kaosa götürür. Partimizin demoralizasyonunu derinleştirir ve sonunda partinin yok oluşuna sebep olur. Artık Lula, Palocci (Ekonomi Bakanı, IMF ve finans piyasalarının ödüllü gözbebeği) ve topraksız köylülere toprak dağıtmayı reddeden ve topraksız köylülere düzenlenen suikastlere göz yuman Rosseto’nun (Tarım Reformu Bakanı) parti politikalarına son verme vakti gelmiştir. Evet, PT’yi savunmalıyız; ancak bu, bugünkü krizin doğmasına yol açan politikaları destekleyerek başarılabilir mi? Yirmi beş yıl önce sömürüye, yoksulluğa, yolsuzluğa son vermek, topraksız köylülere toprak dağıtmak ve ulusun egemenliğini kurmak için kurulan PT’yi savunmak için Lula, Rossetto, Palocci’nin politikalarını ve bu politikaların yürütülmesine hizmet eden ahlaksız destekçileri devre dışı bırakmalıyız. Posta teşkilatının özelleştirilmesi ve Ulusal Demiryolu Sistemi’nin (RFFSA) kapanması projeleri derhal rafa kaldırılmalıdır, yolların özel imtiyaz sahiplerine devri ve ulusal petrol yataklarının açık arttırmayla tümden satılması derhal iptal edilmelidir. İşgal edilmiş fabrikalar millileştirilmeli, kamu hizmetleri ve özelleştirmelerle satılan ulusal zenginlikler yeniden millileştirilmelidir. Bir milyon topraksız köylünün ailelerine toprak dağıtılarak bir tarım reformu hayata geçirilmelidir. 44 milyar reale ulaşmış olan ve yıl sonunda 84 milyar reale ulaşacak olan faiz dışı fazlanın diktatörlüğüne son verilmelidir. Bu 84 milyar real derhal tarım reformu, sağlık, eğitim ve yeni istihdam açılması için harcanmalıdır. Ulusun egemenliği sağlanmalıdır. Hala zaman var. Ancak bu bize bağlı.


İNGİLTERE

Blair “Mucizesi” ve Gerçekler

2

1990’da The Economist dergisi Thatcher iktidarında geçen 18 yılın bir bilançosunu çıkardı: “Bu acı ilaç çok daha esnek bir piyasanın doğmasını sağladı.” Blair bu yıkımı devam ettirdi. Onun bilançosu mu? Resmi kurumların kimi rakamları ile bunu çıkarmaya çalışacağız: Şu anda İngiltere’deki hanelerin üçte biri en düşük Sorun Avrupa Birliği’nin ilkeleri sorunu değildir, onun modernleşmesi sorunudur. Avrupa’nın yeni yönü ne olabilir? ücretler çalışanlardan oluşuyor. Blair hükümete gelİlk olarak sosyal modelini modernize etmesi gereklidir. Sosyal diğinden bu yana nüfusun en zengin yüzde birinin modelimizin hedefi rekabeti destekleme yeterliliğimizi serveti 150 milyar sterlin arttı. En yoksul yüzde azamiye çıkarmak ve unsurlarımızın küreselleşmeyi kabul 50’nin ise milli gelirden aldığı pay 1986’daki yüzde etmesine yardımcı olmak olmalıdır. Blair konuşmasında şunları kendi liderliğindeki 10’dan 2002’de yüzde 5’e düştü. Resmi rakamlarla dört bebekten biri yoksulluktan hükümetin “başarıları” olarak saydı: etkileniyor. Blair iktidarında sanayide bir milyon kişi Hükümetim işsizliğe karşı işini kaybetti. “Yeni Program”ı kabul etmiş ve Emeklilik planlarının tasizlemiştir. Bu Avrupa’daki en “Mucize” diye büyük istihdam yaratan program fiyesi ve emeklilik fonlarının olmuştur ve bu program gösterdikleri Blair iflası ile başa çıkabilmek için sayesinde gençlik arasındaki hanelerin çoğu bir eve yatıpolitikaları; İngiltere’yi işsizlik pratikte ortadan rım yapıyor ve bunu ipotek kalkmıştır. Beş yıl içerisinde gerçek bir emeklilik (mortgage) sistemi ile başkamu hizmetlerine yapılan hakkının bile olmadığı, yatırım diğer tüm Avrupa kalarına satarak aylık geçimülkelerinde olandan daha fazla lerini buradan gelen gelir ile halkın borca boğulduğu artmıştır. Bir milyondan fazla sağlıyorlar. çocuğu yoksulluk koşullarından bir cehenneme çevirmiş Bu nedenle 2005’in ilk çıkardık ve iki milyon emeklinin durumda. çeyreğinde 26 bin hane, evleyaşam koşullarını iyileştirdik. Çocuklara, annelere ve gebelere rinin mülkiyetinin bankaların yardım için köklü, tarihimizde üzerine geçmesi durumu ile görülmemiş bir reform uyguladık. karşı karşıya kaldı çünkü evlerin ilk sahipleri ipotek Bu “mucize”nin ardındaki gerçek nedir? ödemelerini yapamadı. Her sabah çocuklarımı okula götürürken lüks apartmanların Yakın tarihte KPMG Co tarafından yapılan bir inşaat alanından geçiyorum; bunlar bugünlerde mantar araştırma hanelerin ağırlıklı olarak ay sonunda fatugibi bitiyorlar. Hükümetimizin Avrupa’nın geri kalanına satmayı amaçladığı ekonomik modelinin gerçekliği – ve raları ödeyebilmek için borçlandığını gösteriyor. Dört işte bu modeli Fransızlar o denli güçlü biçimde reddettiler- yılda toplam kredi kartı borçları ikiye katlandı. buralarda yüzümüze çarpıyor. Macaristan’dan işçiler altıncı Leeds İşletme Okulu tarafından yakında yayınlakatta kasksız olarak çalışıyor. Son iki ayda Londra’daki nan bir rapor ise kredi kurumlarına bireysel borçların inşaat alanlarına 11 inşaat işçisi öldü. Litvanyalılar toplamının yüzde 70 artarak yılda 5 milyar sterlin güvencesiz bir duvar ile inşaatın dış yüzeylerini bitiriyorlar. Sadece bir şey eksik: Eskiden konulan ve işçi sağlığı ve iş seviyesine çıktığını gösteriyordu. Üç yıl önce haneler ortalama olarak 10 bin stergüvenliği yönetmeliklerinin zorunlu koyduğu “Kask ve botlar olmadan bu alanda çalışılması yasaktır” diyen bir lin borçlu idi. Şu anda bu borcun ortalaması 25 bin tabela. Tecrübeler hep gösteriyor ki işverenlerin güvenliğe sterlin. ilişkin düzenlemelerden muaf kaldıkları yerlerde işçilere İngiliz haneler ortalama olarak gelirlerinin yüzde iyi bir ücret vermeleri ya da günlük çalışma saatlerine saygı 124’ü oranında borçlular. Ancak bu sadece bir ortalagöstermeleri de beklenemez. ma. Borcun dağılımına bakıldığında en düşük ücretThe Guardian gazetesinden bu alıntı – ki aslında lerle çalışan, yani geliri yılda 11 bin 500 sterlin’in Blair’e son derece müsamaha göstermiş bir gazetealtında olan kesimin, gelirinin yüzde 450’si oranında dir – ekonomik mucize denilen şeyin ardında yatan borçlu olduğu görülüyor. olgulara bir tanıklıktır. Bu alıntı her biçimdeki düzenİşte Avrupa’da gidişattan memnun olmayan ve lemenin aşındırılmasının yarattığı gerçekliğin sadece endişeli olan emekçilere mucize olarak gösterilen bir yanını yansıtmaktadır. İngiltere’de emekçilerin yaşadıkları da bunlar.

3 Haziran günü – Fransa ve Hollanda’da halkın Avrupa Anayasasına kitlesel bir şekilde “Hayır” demelerinin hemen sonrasında – 1 Temmuz’da Avrupa Birliği dönem başkanı olacak olan İngiltere başbakanı Tony Blair Avrupa Parlamentosunda bir konuşma yaptı ve şunları söyledi:

23


Uluslararası İşçi Kardeşliği

A

macımız Türkiye’de patronların ve hükümetlerinin vahşi saldırısına karşı koyabilmek için işçi sınıfının birleşik mücadelesine ve tüm ezilenlerin, yoksul halkın bu mücadeleye katılmasına hizmet etmektir. Bu mücadeleyi bütün dünyada ortaklaştırmak için ILC’nin Açık Dünya Konferanslarına katılıyoruz ve Türkiye’de ortak kampanyalar örgütlüyoruz. ILC haftalık bültenlerini her hafta çevirerek İnternet sitemizde yayınlıyoruz. Aylık olarak da Türkiye ekleriyle birlikte Uluslararası İşçi Kardeşliği elinizde olacak. Özelleştirmeye, kuralsız çalışmaya, sendikasızlaştırmaya, grev hakkının yok edilmesine, işsizliğe, açlığa ve savaşa karşı mücadeleyi birleştirerek ve yükselterek ilerleyebiliriz.

Patronsuz bir parti; “İşçilerin Kendi Partisi” Artık işçiler olarak bir siyasal güç oluşturmadan, toplumdaki gücümüz kadar siyasal alanda temsil edilmeden ne yeni bir hak almamızın ne de varolan haklarımızı, sendikalarımızı korumamızın mümkün olmadığını hepimiz görüyoruz. Türkiye işçi sınıfı olarak atmamız gereken birçok adım var ama bunların en önemlisi patronlardan ve onların devletinden bağımsız bir işçi partisinin kurulmasıdır. Şimdiye kadar hangi siyasi görüşe yakın durmuş olursa olsun bütün işçi örgütleri, işçilerin ve emekçi halkın en basit ve temel çıkarları etrafında bir araya gelmek zorundadırlar. Karşımızda yıllardır aralarındaki bütün it dalaşlarına rağmen birleşmiş bir patronlar cephesi vardır. Birleşmiş patron-

lar cephesi ile mücadele edebilmek için ise birleşmiş bir işçi cephesine ihtiyaç var. İşte “İşçilerin Kendi Partisi” böyle bir cephe olmalıdır.

Tek örgütümüz var: sendikalarımız Görev öncelikle her şeye rağmen varlığını sürdürmeye çalışan işçi örgütlerine, sendikalara ve bu örgütlerin samimi dürüst kalmış yöneticilerine, sınıf bilinçli işçilere düşmektedir. Tek işçi örgütü olan sendikalar, bizden önceki işçi kuşaklarının alınterlerinden arttırdıkları kuruşlarla ve zorlu mücadelelerle kuruldu. Bu birikimimiz, şimdiki ve gelecek kuşak işçilerin, yoksul halkın çıkarları için kullanılmalıdır. Bu hem işçi sınıfına, hem de tüm ezilenlere ve yoksul halka karşı tarihi bir sorumluluktur. Bu sorumluluğun gereğini bugün yerine getirmeyenler yarın örgütlerimiz iyice un ufak olduğunda temsil ettikleri işçilere ne yüzle bakacaklarını düşünmelidirler. Evet, bu gidişin sonunun kıyamet olduğunu gören bütün işçi önderleri, patron hükümetlerine karşı tek kurtuluş yolunun bir işçi hükümetinden geçtiğini görmelidirler. Sadece sendikalı işçilerin değil tüm işçilerin, yoksulların, işsizlerin, ezilenlerin çıkarlarını savunmak için birlikte siyaset yapmalıyız. Uluslararası İşçi Kardeşliği, sendika ve konfederasyon ayrımı yapmadan mücadeleci bütün işçilerin, işçi önderlerinin ve sendika yöneticilerinin bir araya gelerek “İşçilerin Kendi Partisi”ni kurma mücadelelerini desteklemek için çalışmaktadır.

Uluslararası İşçi Kardeşliği Sayı: 5 (11) • Eylül-Ekim 2005 Sahibi ve Sorumlu Yazı İşleri Müdürü: Engin Bodur • Baskı: MRS Matbaacılık Yönetim Yeri: Rasimpaşa Mah. Nüzhet Efendi Sok. No: 36/5 Kadıköy/İstanbul • Tel/Faks: (216) 330 95 67 http://www.iscikardesligi.org • iscikardesligi@iscikardesligi.org • PTT Posta Çeki Hesap No: 1051319


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.