Ik12

Page 1

Uluslararası

İşçi Kardeşliği

Kasım 2005

Bedeli 500.000 TL / 50 YKr

Özelleştirme Dosyası

Telekom, Tüpraş ve Erdemir’de son durum (s.11’de) Tüpraş özelleştirmesini Yarımca‘da Petrol-İş Şube Başkanı Yaşar Erbaş ve Tüpraş işçisi Fikret Tosun ile konuştuk. (s.7 ve 10’da) Limanların özelleştirilmesinin dünü ve bugünü (s.13’te) Özelleştirmelerin özel sektör işçilerine etkisi ne olur? İnceledik. (s.12’de) Bolivya’da petrol ve doğalgazın millileştirilmesi talebiyle başlatılan 17 Ekim Özelleştirmelere Karşı Uluslararası Mücadele Günü (s.14’te)

“İşçilerin Kendi Partisi”

4. Genel Kurul’ca kararlaştırılan program ve tüzük tartışmaları çerçevesinde Ekim ayında Kürt meselesi ve din gündemli program tartışması düzenlendi. Tartışma sonuç metnini yayımlıyoruz. (s.2’de) Bu ay 5. Genel Kurul düzenlenecek, parti kurucuları heyetinin oluşturulması ve uluslararası kampanyaların örgütlenmesi konuşulacak; katkılarınızı bekliyoruz. (s.2’de) DİSK’in “sol” parti projesi üzerine bir değerlendirme (s.3’te)

Acil: Miron Cozma’nın Arkadaşları Hapis! Bir İşçi Enternasyonali için İşçilerin ve Halkların Bağlantı Komitesinin (ILC) Türkiye bültenidir.

Miron Cozma ve arkadaşları, Romanya hükümeti tarafından temsil ettikleri işçilere sadık kaldıkları için yine hüküm giydiler. Cozma eskiden yattığı senelerden ötürü şartlı tahliye oldu, ancak beş Romen sendikacı uluslararası işçi hareketinin desteğini bekliyor. (s.18’de) Bizimle bağlantı kurmak için: e-posta: iletisim@iscikardesligi.org web: http://www.iscikardesligi.org

İçindekiler: s.2: “İKP” Program tartışması ve Genel Kurulu s.3: DİSK’in parti girişimi s.4: AB müzakereleri s.5: Röportaj: SernaSeral Tekstil Grevi s.7: Görüşme: Yaşar Erbaş s.10: Görüşme: Fikret Tosun s.11: Özelleştirmelerde son durum s.12: Özelleştirmeler ve özel sektör işçileri s.13: Limanların özelleştirilmesi s.14: Özelleştirmelere karşı Uluslararası Mücadele Günü s.16: AFL-CIO ayrılığı s.17: Çinli tekstil işçileri s.18: Romanyalı sendikacılar hapiste! s.19: Emek Platformu’na Çağrı Kampanyası


Uluslararası İşçi Kardeşliği

“İŞÇİLERİN KENDİ PARTİSİ”

“İşçilerin Kendi Partisi” Program Tartışması

İşçilerin Kendi Partisi” Geçici Kurucular Heyeti, program ve tüzük tartışmaları çerçevesinde Kürt meselesi ve din konularını 9 Ekim 2005 tarihinde Teksif Bakırköy Şubesi’nde tartıştı. Tartışmalar sonucunda aşağıdaki konularda uzlaşmaya varıldı.

Kürt meselesi üzerine

Bütün dünyada halklar birbirine kırdırılırken Türkiye’de de Kürt halkı ile Türk halkı bu politikanın devamı niteliğinde ekonomik, sosyal ve politik saldırılarla birbirine kırdırılmaya çalışılmaktadır. Türkiye nüfusunun yüzde 20’sini Kürtler oluşturmaktadır. Dolayısıyla bu parti Kürt işçilerin sorunlarını çözmek göreviyle karşı karşıyadır. Bu oyunları bozmanın yolu milliyetçiliğe karşı çıkmaktan geçer ama unutulmamalıdır ki bugün Kürt milliyetçiliği Türk milliyetçiliği tarafından kışkırtılmaktadır. “İKP” her türden milliyetçiliğe karşı çıkar çünkü milliyetçilik, patronların işçi sınıfını bölmek için kullandığı en büyük silahtır. Bugün gündeme getirilen bölgesel asgari ücret uygulaması, tüm Türkiye’yi kapsayan sosyal güvenliğin yok edilmeye çalışılması; işçi sınıfının bölgelere parçalanması anlamına gelecektir. İşçi sınıfının ekmeğini daha da küçültmeyi önlerine hedef koyan patronlar, bu parçalanmayı bizzat kışkırtıp gerçekleştirmeye çalışmaktadır. “İKP”, tüm Türkiye çapında yürütülen özelleştirme saldırılarına karşı Türk ve Kürt işçilerin ortak mücadelesini savunur. Türk ve Kürt işçi sınıfının kurtuluşu bu saldırıları durdurmakla mümkün olacaktır. Tüpraş’ın özelleştirilmesinden mağdur olacak Türk ve Kürt işçilerin el ele Batman, Aliağa, Kocaeli’de verdikleri ortak mücadele, kaderlerini belirleyecektir. Patronların çıkarları aynı olduğundan, “İKP” de, Kürt ve Türk patronlarına karşı işçi sınıfının

çıkarları temelinde aynı tutumu almak zorundadır. Kürt patronla Türk patron kardeştir. Dolayısıyla, toptan gelen saldırılara karşı mücadelede, Türk işçisiyle Kürt işçisi de kardeş olmak zorundadır. “İKP”, kentlerde işsizler ordusuna katılmak zorunda bırakılan yoksul köylülerin, tarım reformu için ortak, birleşik, örgütlü mücadelesini savunur. “İKP”, Kürt ve Türk işçi sınıfını demokratik haklar anlamında eşitleyecek bir parti olmalıdır. “İKP”nin en önemli görevlerinden biri de Kürt ve Türk işçi sınıfı arasında bir barış dili oluşturmaktır. Bu anlamda “İKP”, bütün milletlerin kendi kaderini tayin hakkını sonuna kadar savunur ve Kürt halkına yapılan saldırılara karşı birlikte mücadele etmenin işçi sınıfını daha güçlü kılacağını deklere eder.

Din üzerine

“İKP” din ve vicdan özgürlüğünü sonuna kadar savunur. Bu temelde, dini ve mezhepsel aidiyetlerin nüfus cüzdanlarına eklenmesine karşıdır. “İKP” eğitimin hak olduğundan yola çıkarak kamu görevlileri hariç üniversitelerde kıyafet-türban yasağının kaldırılmasını savunur. Milli Eğitim’de okutulan zorunlu din dersi sadece Sünni din eğitiminden ibarettir. “İKP”, zorunlu din derslerinin kaldırılmasını, tek mezhepli din derslerinin kaldırılıp çeşitlendirilerek seçmeli dersler statüsüne alınmasını savunur. “İKP”, bütün dini cemaatlere kendini özgürce ifade etme hakkı tanınmasını savunur. Diyanet İşleri Başkanlığı tek mezhebe hizmet veren bir kurumdur. İKP, Diyanet İşleri’nin demokratikleştirilmesini, bütün dinlere ve mezheplere eşit mesafede olup, eşit hizmet vermesini savunur.

“İşçilerin Kendi Partisi” 5. Genel Kurulu‘nu Topluyor!

13 Kasım 2005 12:00, Teksif Bakırköy Şubesi

İşçilerin Kendi Partisi” Geçici Kurucular Heyeti 18 Haziran‘daki 4. Genel Kurulun ardından geçtiğimiz dönemi değerlendirmek ve gelecek dönem faaliyetini şekillendirmek üzere toplanıyor. Hazırlanan Genel Kurul’un gündeminde parti kurucuları heyetinin oluşturulması, uluslararası kampanyaların örülmesi ve mevcut kampanyaların durumu var.

2


BAŞYAZI

D

DİSK’in Siyaset Arayışı, Sendikalar ve Parti

İSK başkanlar kurulu 14–15 Ekim 2005 tari- tarafını oluşturmak istiyorsak mevcut “sol”da yeni hinde bazı aydınlarla birlikte bir toplantı bir siyaset arayışından ziyade işçilerin, emekçilerin düzenleyerek Türkiye’de sol siyasetin durumunu bir siyaset arayışından bahsetmek daha doğru olave geleceğini tartıştı. Parti girişimi için öncelikle caktır. Gerçekte bu “sol”un yeniden tanımlanması şunu söyleyebiliriz: bir işçi örgütü olarak DİSK’in ve kurulması anlamına da gelecektir. siyaset arayışı içinde olması doğru bir tutumdur. Sendikalar ve partiler birbirinden farklı kurumlar- Bağımsız siyasal güç dır ve birbirleri karşısında bağımsız tüzel yapıları oluşturmadan ekmeğimizi olmalıdır. Ancak bu durum sendikaların siyaset koruyamayız, büyütemeyiz dışı kalmalarını gerektirmez. Tam tersine, tarih Yıllardır, iktidarda olan tüm partiler kendilerini boyunca gerçek kitlesel işçi partilerinin, sosyal birbirlerinden farklılaştırıp sağ ya da sol olarak demokrat veya sosyalist karakterli olsun, gerek nitelediler. Bu partiler gerçekte, birbirlerinin aynı kuruluş gerekse devamında sendikalar ile ilişkileri olan politikalar sonucu IMF ve Dünya Bankası hayati öneme sahip olmuştur. Türkiye’de de kit- tarafından dayatılan patron politikalarını uyguladılesel bir işçi siyasetinin oluşturulmasında tek işçi lar. AKP hükümeti de diğerleri gibi, sınıf düşmaörgütü olan sendikaların rol nı politikalarını her geçen alması kaçınılmazdır. Ama gün genişleterek sürdürTürkiye’de siyasette bir burada tartışılması gereken mektedir. Yoksullara “adaasıl konu nasıl bir siyaset let” vaat eden AKP aslınboşluk olduğu doğrudur ve/veya parti arayışı içinde da diğer partilerin yaptığı ama bu boşluğun “sol”da olunduğudur. gibi mazlumların karşısında bir siyaset boşluğundan “firavunların” politikalarını “Sağ” ne yürütmektedir. DİSK, Türkçok; işçi, emekçi “sol” ne? İş ve Hak-İş’te örgütlü olan kitlelerin siyasette aktif DİSK toplantısının duyuruişçilerin siyasi tutumları bir taraf olamamasından sunda ve DİSK genel başarasında bu anlamda bir fark kanıyla yapılan ve basında yoktur. Ama gerek bu sendikaynaklanan bir boşluk yer alan söyleşilerde “solda kalarda örgütlü olan işçileolduğu düşüncesindeyiz. siyaset boşluğu” ile “solda rin gerekse çok daha büyük yeni bir arayış ihtiyacı” kesimi oluşturan sendikasız, olduğu vurgulanmaktadır. Evet, Türkiye’de siya- sigortasız çalışan milyonlarca işçinin ve tüm yoksette bir boşluk olduğu doğrudur ama bu boşluğun sul halk katmanlarının ortak bir siyasete en az “sol”da bir siyaset boşluğundan çok; işçi, emekçi “ekmek” kadar ihtiyaçları vardır. Zaten siyasal güç kitlelerin siyasette aktif bir taraf olamamasından olmadan ekmeğimizi korumamız ve büyütmemiz kaynaklanan bir boşluk olduğu düşüncesindeyiz. de mümkün değildir. Türkiye’de “sol”-“sağ” ayrımı sosyal ve ekonomik çıkarlara dayanan bir ayrımdan çok inanç İşçilerin, emekçilerin kendi ve kültür konularındaki farklılıklara dayanmıştır. partisi, patronsuz parti Kabaca söylersek sosyokültürel ve dini gelenek- Bugün aktif bir işlev görmese de tüm emek örgütlelere daha bağlı bir yaşam tarzı olan işçi, emekçi, rinin (tüm işçi-memur sendikaları ve meslek örgütyoksul kitleler “sağ” siyasete yakınken daha Batılı leri) güncel ekonomik sosyal talepler açısından yaşam tarzını benimseyen orta sınıf kesimler ise Emek Platformu Programı’nda birleşmiş olmaları “sol” siyaseti desteklemektedir. Son seçimlerde çok önemlidir. DİSK’e ve diğer emek örgütlerine de görüldüğü üzere; bırakalım en geniş işçi, işsiz düşen görev, böylesi güncel bir emek ve demokrasi ya da yoksul kitleleri diğer sendikalarda olduğu programından yola çıkarak tüm işçi ve emekçilegibi DİSK’in üyesi olan işçiler de yüzde 80’den ri, işsizleri, emeklileri, yoksul halk katmanlarını fazla oranda, sağ siyasi partilere oy vermiştir. birleştirecek bir siyasal partinin oluşturulmasınDolayısıyla, eğer tüm emekçi kitlelerin siyasetteki

 3


AVRUPA BİRLİĞİ

Uluslararası İşçi Kardeşliği

da

4

aktif rol almaktır. Bu partinin başarılı olabilmesi ancak, işçileri ideolojik görüşleri açısından birleştirebilmesi ile mümkün olacaktır. Zaten Brezilya ve Güney Kore’de olduğu gibi dünyada son yıllarda başarılı olan tüm işçi partileri böylesi bir bileşimle kurulmuştur.

Siyasallaşma, sendikalar ve birlik

Türkiye’de sendikalar işçilerin yüzde onundan bile azını kapsarken aynı zamanda büyük bir bölünme içindedirler. Buna rağmen, kendini hükümete ve/veya belediye yönetimlerine yakın gören sendikalar, milyonlarca sendikasız işçi dururken diğer sendikalarda örgütlenmiş işçileri kendilerine üye yapmak için her türlü çirkin ilişkiyi kullanmaktadırlar. İşçilerin siyasallaşması, sendikal yapıların demokratikleşmesi ve birlik yönünde değişimlerinin de ön koşuludur. DİSK, Türk-İş veya bir başka işçi örgütünün işçilerden yana tavır alarak, siyasallaşma ve sendikal birlik doğrultusunda yapacağı çağrı sınıfın içinde yeni bir mücadele dalgası yaratacaktır. Bu çalışmaya katılmayan sendikal yapılarda ise, üyelerinden kopuş sürecinin daha da artması kaçınılmazdır. Bizce siyasal bir arayışa giren DİSK’in atması gereken ilk adım, bağımsız bir emek siyaseti için tüm işçi örgütlerine açık ve samimi bir çağrı yapmasıdır. Bu çağrıya birçok sendika yönetiminin kulak asmayacağı düşünülse de, bu çağrı sendikalı ya da sendikasız milyonlarca işçinin ve yoksul kitlelerin yeni arayışlarının sesi olacaktır.

Türkiye müzakerelere başlıyor...

A

vrupa Birliği, müzakerelere başlama günü olarak 3 Ekim tarihi sözünü verip, geçtiğimiz ay da müzakerelerin başlamasına onay verdi. Son anda Avusturya’nın ayak diremesiyle tıkanan süreç, dönem başkanı İngiltere’nin çabalarıyla rahatladı ve Türkiye’nin Avrupa Birliği macerasında önemli bir engel aşıldı. Avusturya’nın, Türkiye’nin üyeliğine karşı Hırvatistan’la da müzakerelerin başlamasını şart koşması ve bunda başarılı olması da, daha önce savaş suçlularının yargılanmasına izin vermediği için Avrupa Birliği gibi demokratik (!) bir oluşuma üye olamayacağı cevabını alan Hırvatistan ile de müzakerelere başlanması, Birliğin ne kadar demokratik (!) ve ilkesiz olduğunu bir kez daha gösterdi. Medya ve büyük sermayedarlar bugüne kadar sergiledikleri tavra sadık kalarak bu başarıyı ayakta alkışladılar. Ancak sancılı, hatta karın ağrılı geçen 2 Ekim gecesini hatırlayacak olursak, Türkiye her adımda bu gibi zorluklarla karşılaşacak gibi gözüküyor. Yani, Avrupa Birliği 3 Ekim öncesinde, “gerekirse girmeyiz”, “dünyanın sonu değil” gibi açıklamalarda bulunan Başbakan Tayyip Erdoğan’a sert bir ihtar vermiş oldu. 3 Ekim’in hemen ertesinde, Avrupa Komisyonu Genişlemeden Sorumlu Üyesi Olli Rehn’in açıklamaları ise artık bu işin iyice gülünç bir hal aldığının kanıtıydı: “Serbest dolaşım hakkı, 2020’den önce gelmeyebilir, hatta hiçbir zaman gelmeyebilir.” Zaten bu haktan en başta feragat eden Türkiye, artık çok uzun bir süre geri kazanmak için bekleyecek. Günümüzde sermaye, serbestçe dolaşabilip, kısa bir süre içinde dünyanın bir köşesinden öbür ucuna transfer olabilmekteyken, emek gücünün serbest dolaşımına halen izin yok. Üstelik mevcut kayıtdışı çalışma koşulları altında serbest dolaşım, işçiler arası rekabeti körükleyerek işgücünü ucuzlatıp patronların yararına sunan bir “hak”. Biz işçiler için 3 Ekim gecesi aslında hiçbir şey ifade etmiyordu. Nasıl olsa sosyal güvenlik sisteminin lağvı başladı, SSK hastaneleri elden gitti, Tüpraş, Erdemir, Telekom satıldı. Bu yapılanların hepsi de uluslararası finans kurumlarının baskılarıyla birlikte Avrupa Birliği direktifleri doğrultusunda gerçekleşti. “Anayasa”sının bile en başına “serbest piyasanın kesin bir şekilde yerleştirilmesi” hedefini koyan Avrupa Birliği’nden başka bir şey beklenemezdi zaten. Avrupa Birliği’nin içine girip de bu yapılanlara karşı mücadele etmek de neredeyse imkansız. Çünkü bunun aracı gibi görünen Avrupa Parlamentosu’nun da tavsiye niteliğinde karar almaktan başka hiçbir yetkisi yok. Ne yapılıyorsa 15 kişilik Avrupa Komisyonu eliyle yapılıyor bu “Birlik”te. Öte yandan, Avrupa Birliği ile birlikte Türkiye’nin daha demokratik bir ülke olacağı söyleniyor. Ancak nedense Avrupa Birliği, askeriyenin sivil alana ve siyasete olan müdahalesi hakkında tek kelime dahi etmiyor. Tam müzakere başlangıç tarihinden bir gün önce, yani 2 Ekim’de İstanbul’da gösteri yapan Kürtler’in üstüne ateş açılması da bu demokratikleşmenin bir göstergesi olsa gerek!!! Bundan önceki Uluslararası İşçi Kardeşliği sayılarında birçok defa Avrupa Birliği üzerine yazılar yazdık. Biz işçi sınıfına ne gibi kayıplar yaşattığını, yaşatacağını anlattık. Önerimiz açık ve net. Kazanımlarımızın savunulması için, kaybettiklerimizi yeniden elde edebilmemiz için, halkların gerçek kardeşliğini kurabilecek tek yol olan işçilerin birliğini kurabilmek için “İşçilerin Kendi Partisi”ni kuralım ve sermayedarların ve onların ortaklarının bize yaşattıklarına artık bir son verelim.


GÖRÜŞME

İ

Serna-Seral Tekstil Grevine Saldırı

stanbul İçerenköy’de faaliyet gösteren Serna-Seral Tekstil’de süren grevin üçüncü haftasında işçilerin yağmurdan korunmak için yararlandıkları branda nedeniyle kolluk kuvvetleri saldırıda bulundu. Türk-İş’e bağlı Teksif sendikasının örgütlendiği işyerinde saldırı sonucu işyeri baştemsilcisi ve on üç arkadaşı yoğun şiddet kullanılarak gözaltına alındı. İki gün gözaltında kalan işçiler, mahkemeden çıktıktan hemen sonra işyeri önünde yapılan basın açıklamasındaydılar. Teksif Bakırköy Şube Başkanı Çetin Yelken, Deri-İş Genel Sekreteri Musa Servi ve işyeri baştemsilcisi Erdinç Mehmetoğlu’nun birer konuşma yaptığı açıklamada İstanbul Yol-İş 1 No’lu Şube Yöneticisi Ali Eraslan, Teksif Bakırköy Şube Yönetim Kurulu’ndan Murat Dengiz de hazır bulundu. Birlik ve dayanışma üzerine atılan sloganlardan sonra, Çetin Yelken yetki alma sürecinde bölgedeki işyerlerinin patronlarının sendikaya karşı nasıl birlik olduklarını anlatarak söze başladı. Mücadelenin bundan sonra da zorlu olacağının bilinmesi gerektiğinin altını çizen Yelken, grevlerin sendikaların onuru, namusu olduğunun altını çizerek bu greve sahip çıkılması gerektiğini belirtti. Musa Servi ise Gönen, Çorlu, İzmir’deki deri işçilerinin de gözünün Serna-Seral Tekstil grevinde olduğunu söyledi. 92-96 sürecinde Tuzla’da örgütlenmek için büyük bedeller ödendiğini belirten Servi, Tuzla’da her toplu sözleşme döneminde yöneticilerinin gözaltına alındığını hatırlattı. Son olarak sözü alan baştemsilci Mehmetoğlu 12 Eylül yasalarının işçi düşmanı içeriğinden bahsetti ve bu grev sürecinin AB havarilerine ders olması gerektiğini söyledi. Serna-Seral Tekstil baştemsilcisi Mehmetoğlu ile basın açıklamasından üç gün sonra görüştük.

Erdinç Mehmetoğlu, Serna – Seral Tekstil İşyeri Baştemsilcisi Ne kadar zamandır grevdesiniz? Bugün grevin 23. günü.

Sendikal süreç nasıl gelişti, biraz anlatır mısınız? Bir buçuk senelik bir süreç. Teksif Bakırköy Şube ile tanıştıktan sonra örgütlenme çalışması yürüttük. İşçi arkadaşlarımızla örgütlenme için konuştuk ve barajı aştık. Barajı aştıktan sonra yetkiye başvurduk. Yetki süreci biraz uzadı. İki şirket çıktı: İşyeri mi işletme mi tartışması oldu. Bakanlıktan müfettişler geldi. Çünkü aynı kişi üzerine aynı fabrikada iki ayrı şirket var. Dolayısıyla bu, yetkide işverene itiraz etme şansı doğuruyordu. Bunlara hazırlanarak gidildi. Dolayısıyla yetkinin gelme süresi uzadı. Yetki geldikten sonra da işverenin haberi olmadı. İçeride bir sendikalaşma olduğunu biliyordu ama ne seviyede olduğunu ve başının kimlerce çekildiğini bilmiyordu. Birkaç yerden denedi, bizim de bildiğimiz ajanları vardı. Sendika ile ilgili işyerinde konuşmadık. Dışarıda; sokaklarda, kahvelerde, evlerde, sohbetler edildi ve süreç devam etti. Daha öncesinden bilgi birikimi olan kimse yoktu. Bir buçuk sene içerisinde hem kendimizi yetiştirdik hem de içeride örgütlendik. Ama tabi bu doğru bir yöntem değil. Doğru olan önce kadronun olması ve o kadronun örgütlenmesi. Yetki tespitinden bir gün önce sendikamızla haberleşerek içeride duyurduk. Yemekhanede işverenin adamlarının yanında “Arkadaşlar bugün itibariyle bizim yetkimiz çıkmıştır. Yarın da işyerine gelecektir. Bundan sonraki süreçte yetkimizin kabul edilmesi için bastıracağız.” dedik. İşveren ve müdürleri toplantılar yaptılar. Pazartesi günü de hemen bir toplantı talep ettiler. Her bölümden ikişer üçer kişinin gelmesini istediler. Bizim daha öncesinden ayarladığımız dört temsilci ile toplantıya gittik. İşveren “Nedir derdiniz sıkıntınız?” dedi. Cevaben, “Sendikalaşmak istiyoruz dolayısıyla sizden de sendikamızın yetkisine itiraz etmemenizi istiyoruz” dedik. Onlar da “biz sizi sendikalı olduğunuz için çağırmadık. Burada problemleri çözmeye çalışıyoruz.” dediler. Yasal olarak altı işgünü itiraz etme hakkı var. Altıncı gün bana ve bir arkadaşıma işverenin bir adamı tarafından saldırı gerçekleştirildi. Daha öncesinde de küfür olayı yaşadığımız için cumartesi günü fazla mesai olmasından da yararlanarak bütün fabrikada işi durdurduk ve aşağıya indik. İşveren tekrar çağırdı ve “Niye böyle yapıyorsunuz?” dedi. Biz de “Bakın bize küfür edilmesini istemiyoruz. Siz bize küfür ederseniz biz de fazla mesaiye

 5


GÖRÜŞME

Uluslararası İşçi Kardeşliği

kalmayız.”

cevabını verdik. Saat 16.00’dan sonra işverenin bizim yetkimize itiraz ettiğini öğrendik. Bunun akabinde görüşmelere katılan dört temsilcinin ve bir arkadaşımızın çıkışı verildi. Kapının önüne indik ve anında eylemlerimize başladık. Sloganlarla çıktık. Toplantımızı yaptık. Sendika yöneticilerimiz geldi. Bir plan hazırladık ve uygulamaya koyulduk. Bir hafta boyunca işyerinde eylemler oldu. Üçüncü günde işveren Teksif Bakırköy Şube yöneticileri ile görüşmeyi kabul etti ancak yanınızda işçi olursa görüşmem dedi. Çetin Yelken de “İşçi olmadan da ben görüşmem” dedi. Patronun işten attığı işçiyi geri alması çok düşük bir olasılık. O yüzden biz kendimizi sendikanın devam edebilmesi için gözden çıkarmıştık. Ama işe iade davalarını da açmıştık. Ama arkadaşlar bastırdı. İşveren bizi geri aldı. Sözleşme sürecine kadar işverenle hiç tartışma yaşamadık ve yetkiye itirazını da geri çekti. Yetki alma ile toplu pazarlık arasında ne kadar zaman geçti? Bir ay kadar. Ondan sonra da masaya oturduk. Sendikamızla birlikte bir taslak hazırladık. İdari maddeleri zor da olsa geçirdik. Sosyal haklar ve maaşa geldiği zaman işveren gerçek tavrını koydu. Üyelerimizin yüzde 80’i asgari ücret alıyor. 420-430 YTL ücret alanlar da var. Onlar da 10-12 senelik makineciler. Toplam kaç kişi çalışıyor? Toplamda 130 kişiydik. Penye tişört üretiyoruz. Üretici kadronun hepsi üye. Üye olmayanlar: idari kadro, şoförler. Onlar da üye olabiliyorlar ama koşulları bizimkinden biraz daha iyi olduğu için kendilerini ayrıcalıklı bir yere koyuyorlar. Çok az kişi katıldı. Esasında onların senden benden hiç de farkları yok. Ben kas gücümle çalışıyorum o da beyin gücüyle çalışıyor. O da bir işçi aslında. Ama işveren onları ayrı bir kademeye koyduğu için, onlar o kademeyi baz alarak kendilerini orada görüyorlardı ve bizi aşağılıyorlardı. Ücret ve sosyal haklarda anlaşma sağlanamadı. İşverenin tek-

“Geçmişten gelen deneyimleri iyi anlayıp parti içinde bunları güzel bir şekilde kurgulayıp önce insanları bilgilendirmemiz ve bilinçlendirmemiz gerekiyor.” 6

“Günümüzde en büyük problem bu. İşçi sınıfının dünyada bir önderliği yok. Dünya çapında bir önderlik olsa zaten birçok yerde problemler çözülecek.” lifi, almış olduğumuz asgari ücrete birinci yıl yüzde üç, ikinci yıl yüzde beş zam yapmaktı. Hiç düşünmeden doğrudan arabulucuya gittik. Şu an grevdeyiz. Sizce işçilerin siyasallaşması nasıl olabilir? Hakkını aradığı zaman siyaset yapıyor, yani kendiliğinden oluyor. Ama bu kendiliğinden siyaset. İşçiye gerçek siyaseti yani işçi sınıfının sınıf mücadelesinin nasıl olduğunun da anlatılması gerekiyor. İşçi bir kere siyasal bilince ulaştığında sendikal işler çok kolay yürüyor. Hele bu kitleselse daha rahat oluyor. En kötüsü İngiltere İşçi Partisi; örgütlülüğü de çok kötü. Ama adı işçi partisi olduğu için oradaki bütün işçiler sendikalı, örgütlüler. Ekonomik anlamda da olsa iyiler. Bir de bu partinin gerçekten de sınıf siyasetinden hareket ettiğini düşündüğümüzde neler yapılabileceği ortada. Geçmişte Sovyetler Birliği’nde örneklerini görüyoruz. İşçinin gelebileceği en iyi durum kendi söz ve karar hakkının olduğu sovyet tarzı meclisler. En iyi örneğini onlar zaten koymuşlar ortaya. İşçilerin Kendi Partisi olmalı mı? Bu konuda ne düşünüyorsunuz? Günümüzde en büyük problem bu. İşçi sınıfının dünyada bir önderliği yok. Dünya çapında bir önderlik olsa zaten birçok yerde problemler çözülecek. Dolayısıyla küçük küçük her yerden bir şeyler çıkacak. Bunlar birleşecek, herkese açacağız oraları. Herkes görüşlerini söyleyecek ama son tahlilde bazı sonuçlara da varılması gerekir. İşçi sınıfının siyasetini görmezden gelemeyiz. Bunu görmezden gelirsek başka bir siyaset yapmış oluruz ve düzen partilerinden farkımız kalmaz. Geçmişten gelen deneyimleri iyi anlayıp parti içinde bunları güzel bir şekilde kurgulayıp önce insanları bilgilendirmemiz ve bilinçlendirmemiz gerekiyor. Sınıf mücadelesinde birçok grup, parti, örgüt, dernek, çevre, dergi grubu vs. var. Hepsi de parça parça; fakat düşman ortak. Ortak düşmana karşı ortak mücadele etmek lazım. Bayraklar ayrı tutulabilir ama ortak mücadele şart. 8 Ekim 2005


GÖRÜŞME

Tüpraş Özelleştirilemez!

Tüpraş özelleştirmesini Petrol-İş Yarımca Şubesi başkanı Yaşar Erbaş ve Tüpraş işçisi Fikret Tosun ile konuştuk. mu da ödemiyorum kardeşim” dediler. IMF, Arjantin’in Yaşar Erbaş, borçlarını bir yıl dondurduğunu belirtti. Peki, bizim Petrol-İş Yarımca Şube Başkanı

borçlarımızı niye dondurmuyorlar? Bizim ödeyeceğiDünyada ve Türkiye’de işçi sınıfı ve emekçi halk siste- miz 30 milyar doları bir yıl askıya alıp, bu parayı eğitimatik bir özelleştirme harekâtıyla karşı karşıya. Irak’ta me ve sağlığa istihdam açısından aktarsalar Türkiye’nin savaş ile yürütülen yağma Türkiye’de demokrasi ile ilerleme kaydedeceği görülür. Şimdi bakalım dünya yürütülüyor. Genel olarak özelleştirmelere, özel olarak sıralamasında ekonomik açıdan Türkiye kaçıncı sırada, da Tüpraş’a ilişkin mücadele programınızdan söz eder Arjantin kaçıncı sırada. misiniz? Kısacası, demek ki bu yanlış bir sistem. Bunda ısrar Evet, sorunuzun içinde cevap çok açık ve net. etmenin bir anlamı yok diyoruz. Biz Petrol-İş Sendikası Emperyalistler geçmişte savaşlar yoluyla yaptıklarını olarak reklam kampanyaları ve eylemlerle, tüm emek bugün daha kolay bir şekilde özelleştirmeler yoluyla kurumlarıyla birlikte bu mücadeleyi devam ettirmeyapıyor ve çok daha iyi netiye çalışıyoruz. Tam istediğiceler alıyorlar. Özelleştirme miz yere gelmemekle beraber “...yirmi yıllık bildiğiniz gibi 20 yıl önce başarı sağladığımıza da inanıuygulamadan sonra dokuz yoruz. Mesela Tüpraş’ı 1 milülkemize getirildi ve bir kurtarıcı ekonomik olaymış gibi yar 302 milyon dolara sattıklamilyar dolar civarında insanlara anlatıldı. Büyük patrında düğün bayram yaptılar. devletin ve kamunun ronların elindeki medya ile de Çok büyük paralar elde ettik malı satıldı. Bu satıştan bunun ülkenin yararına oldudediler. Biz de sadece kuruluş ğu, tek kurtuluş olduğu, açlığa, değeri, 7-8 milyar dolar dedikamuya düşen para işsizliğe çare olacağı beyinlere ğimizde alay etmişlerdi. Ama sadece 3 milyar dolar işlendi. Bazı sendikalar ve sivil son yapılan ihalede görüldü ki civarında oldu... Dış toplum örgütleri bunun böyle yüzde 51 hisse, 4 milyar 120 olmadığını anlatmaya çalıştıborçlarımızda ve işsizlikte milyon dolara gitti. Bununla lar ancak bizlerin ulaşabildiği kalmadık Tüpraş’ın yüzde 14,bir azalma olmadı.” kesimlerin sayısı yetersiz. Biz 76’lık hissesini yasal olmayan de, bu olayın ilk defa olmadıyollarla Ofer şirketine peşkeş ğını dünyada uygulanmış örnekleri olduğunu, bunun çektiklerinde onun da peşini bırakmadık; olayla ilgili en canlı örneğinin Arjantin’de gerçekleştiğini bütün suç duyurularında bulunduk. dostlarımıza emekçi arkadaşlarımıza anlatmanın çabası Özelleştirme İdaresi bu konuda da çok büyük sıkıniçinde olduk. tılar yaşayacak. Yarın iktidardan düştüklerinde bunların 4046 sayılı yasada söylenenler nelerdir? sonunun Yüce Divan olduğu çok açık. Bir ülkenin Özelleştirmeler, zarar eden kuruluşları zarardan kurtar- Başbakanı ve Maliye Bakanı çıkıp “ben herkesle konumak için yapılır. Ama yirmi yıllık uygulamadan sonra şurum” diyor. Konuş, sana kimse konuşma demiyor. dokuz milyar dolar civarında devletin ve kamunun malı Ancak alıcılar gelirler, herkesin gözü önünde kamuosatıldı. Bu satıştan kamuya düşen para sadece 3 milyar yuna açık konuşursun. dolar civarında oldu. Kalan miktar ise çeşitli masraf Biz özelleştirmeye karşıyız ama özelleştirmenin de ve giderler altında bir yerlere kanalize edildi. SEKA bir kuralı var: 4046. Siz bunu da yapmıyorsunuz. Gece gibi ülkenin can damarı sayılabilecek sanayi kuruluş- ikide bir firmayla görüşüp anlaşıyorsunuz. Netice olaları kapatıldı. Dış borçlarımızda ve işsizlikte bir azalma rak biz Tüpraş’ın satışını ülkenin gündemine oturttuk. olmadı. Erdemir ve Telekom da gündemde. Özelleştirmeden Arjantin örneğine dönersek; özelleştirmelere örnek yana olanlar dahi bu varlıkların değerini bildikleri için olsun diye Genelkurmay’ın lojmanlarını satarak işe hiç olmazsa bunların satılmasına karşıyız diye ayağa başladılar ama bugün öyle bir noktaya geldiler ki satıla- kalktılar. Hukuki çevreler buna karşı çıkıyor. O nedenle cak hiçbir şeyleri kalmadı. En son mezarlıkları sattılar inşallah hem Tüpraş hem de Telekom’un satışları mahve artık “benim özelleştirilecek malım kalmadı, borcu- kemeden geri dönecektir.

 7


GÖRÜŞME

Uluslararası İşçi Kardeşliği

Özelleştirmenin bir devlet politikası haline geldiği

Dar kapsamda mücadele bu kadar olabiliyor. Oysa düşünülürse devletin bir kurumundan medet ummak halkımızı yeteri kadar aydınlatabilsek en kısa zamanda özelleştirmeleri durdururuz. Koskoca Başbakan çıkıyor sizce doğru bir politika mıdır? Kendiliğinden ortaya çıkmış çok güzel bir delil var. diyor ki; “dünyada bir biz kaldık, biz sosyalist ülke Ofer’in aldığı liman ihalesinde, ilk başta Ofer değil gibiyiz, kamu malı kimde kalmış?” Kimde kalmamış? bir başka şirketler grubu ihaleyi kazanmıştı ve 15 gün Fransa’da Almanya’da, İngiltere de; kuzey ülkelerin içerisinde parayı yatırmaları gerekiyordu. Bu şirket, hepsindeki kamunun payı bizden çok çok yüksek. ihale öncesi kredi almak için bankalarla anlaşmıştır. Halka bunu anlatamıyoruz. Fakat sonra banka, krediyi vermekten vazgeçmiştir. Birbirinden çok farklı çıkarları olan patronlar bile tek Dolayısıyla ikinci kazanan olarak ihale Ofer’e kalmış- konfederasyona sahipken çıkarları ortak olan işçi sınıfı tır. Tüpraş’ın ilk ihalesinin iptal ediliş sebeplerinden niçin tek bir konfederasyon altında birleşemiyor? biri de budur. Benzer oyunlar orada da var. İhalenin Onların uzmanları “bölünürseniz işçiler sizi yer” neticesinin peşin mi vadeli mi olacağı belirtilmemiş, diyor. Geçenlerde televizyonda Arjantin’de yaşananlar idareye bırakılmıştır. Yani, kendi istediği firma kaza- anlatılırken çok özel bir şey vardı. Arjantin’in en büyük nırsa vadeli verecek; başka firma kazarsa peşin verecek sendikası özelleştirmeciler ve hükümetle kol kola girki geçen ihalenin iptal nedenlerinden biri de buydu. mişler ve şu anda bir tane üyeleri kalmamış. TürkDaha evvelki iptal davasının ana sebeplerinden birincisi İş’iyle DİSK’iyle memur sendikalarıyla birleşmenin ihalenin peşin mi vadeli mi olacağının belirtilmemesi; bir yolunu bulamazsak, on yıl diyor uzmanlar ama, beş ikincisi 4046’da geçen üretim, yıl sonra burada sendikalı işçi istihdam ve yatırım şartlarının “...bu durumdan çıkmanın kalmayacak. Uydurma sendiolmasıdır. Üçüncüsü, yüzde kalar ya da tabela sendikaları bir yolunu bulacağız. 14,76’lık hisseyi alan firma dahi kalmayacak. Ama yine Tüpraş’a iki tane yönetim Bulmak zorundayız bu de bu ülkede ülkesini seven kurulu üyesi vermişti; o iki insanlar çoğunlukta. İşçi ve sadece özelleştirme olayı kişinin hem alıcı hem de satıcı olarak bu durumdan değil işte SSK hastaneleri emekçiler rolünü oynadıkları son anda çıkmanın bir yolunu bulacağız. fark edildi, üç gün sonra da devredildi, devlet Bulmak zorundayız. Sadece istifa ettiler. Halbuki Tüpraş’ın özelleştirme olayı değil. SSK hastaneleri de birilerine satışında üç unsurdan hiçbiri hastaneleri devredildi, devlet devredilecek.” yok. Dolayısıyla satış kamu hastaneleri de birilerine devyararına değil. Dolayısıyla redilecek. Örneğin, Düzce’de ihaleye fesat karışmış oldu. pilot uygulama başladı, sağlık ocaklarını kapatıyorlar. Danıştay’ın ihaleyi iptal edeceği inancındayız. Bundan önceki hükümette Çalışma ve Sosyal Güvenlik Geçen sefer de iptal edilmişti ancak satış yeniden gündeme geldi. Tekrar gelmeyeceğinin garantisi var mı? Artık yüzlerinin kalacağını zannetmiyorum. Bu kez başka bir şekilde satış yapacaklardır. Halka arz edip halktan toptan ele geçirme savaşını vereceklerdir. Burada üzücü olan bir tek şey var; sorduğumuzda bütün emek kuruluşları özelleştirmelere karşıdır ama bizim mücadelemizde emek kuruluşları üniversite öğrencileri kadar bizi desteklemediler. Esnafımız bu konuda bizi yerince desteklemiyor. Aslında Tüpraş satıldığında bundan en çok zararı esnaf görecektir. Sekiz yüz kişilik SEKA kapatıldığında esnaf bunun zararını fazlasıyla gördü. Burada on günlük bir çadır nöbeti yapıldı. Çok basit bir şeymiş gibi görünüyordu ama birçok insan geldi imza verdi. Hatta AKP meclis üyesi bir arkadaş gelip duygularını oradaki bir deftere yazdığı için aleyhinde soruşturma açıldı. İhraç edilmeye çalışılıyor.

8

Bakanı Yaşar Okuyan’dı. Bakan, “biz reform yapıyoruz, hazırlıklar yapıyoruz, elli yıl SSK ve sosyal güvenlik kuruluşlarının bir sıkıntısı olmayacak” dedi; fakat şu an uygulamaların üçüncü yılı, bakın yürümüyor. Bütün bunlar olurken birileri koltuklarını korumak için bu birleşmeye mani olmaya çalışıyorlar. İşçiler, tabela sendikalara, işveren kucağında sendikacılık yapanlara itibar etmeyecek. O zaman sendikalar koltuk kavgasını yapmaz ve bu birleşmelere önderlik ederler. Türkiye’de ilk defa denilebilecek bir çiftçi mitingi, yüz bin kişiyle Manisa’da yapıldı. Yüz bin onlar toplamış, yüz bin biz toplayalım, yüz bin esnaf gidelim hep birlikte Ankara’ya. Bizim kurumlarımız şu şu şu, ülkeyi zarara uğratan yasaları geri çekmediğiniz müddetçe Kızılay’ı terk etmiyoruz diyelim. Geçmişte bunun ufak tefek örnekleri olmuştur ve hep geri adım atmışlardır. Ancak bu bölünmüşlüğü gördükleri zaman ciddiye almıyorlar. İzmit’te bir mitinge 20 bin kişi topladık.


GÖRÜŞME

 Hükümet, “benim 80 bin muhalifim var orada 20 bin

takımını bürokrasisini bir yerlere tayin ettirmek mi belli değil. Hadi o bir yerlerden nemalanıyor Kamu-Sen’in İşçi Kardeşliği olarak özelleştirmelere karşı sendikal ne faydası vardı da bunu imzaladı çözebilmiş değilim. mücadelenin yeterli olmadığını aynı zamanda siyasal Bu ülkede birlik beraberlik kadar ayrışmaya da ihtiyaç bir mücadele verilmesinin gerektiğini, bu mücadelenin var. Sendikacı olanla olmayanı ayrıştırmamız lazım. de ancak patronlardan ve onların devletinden bağımsız Sendikacı der ki “en kötü sendika sendikasızlıktan birleşik bir işçi partisiyle, “İKP” ile verilebileceğini iyidir.” Ama bu Türkiye’de çürütüldü. Emek Platformu içinde 400 milyonluk işverenle kucak kucağa olan düşünüyoruz. Sizin düşünceniz nedir? Şimdi buna katılıyorum ama ilk önce emek kesimi sendika varsa işte o zaman Emek Platformu insana tek konfederasyon altında toplanırsa o kendiliğinden inandırıcı gelmiyor. Kendi sendikasını orada gören doğacak. Bir araya gelindiğinde bizim isteklerimizi işçiyi getiremezsin oraya. Çünkü orada işverenle kucak yerine getirecek, bu doğrultuda siyaset yapacak bir kucağa işçinin kafası kopartılıyor, maaşı belirleniyor. parti olması gerekecek ve kendiliğinden kurulacak- Eskiden Türk-İş ile DİSK’in rekabeti vardı. Bence bu tır. İnsanlar ekonomik ihtiyaçlarını biraz daha öne rekabet çok güzeldi. Birbirlerini kontrol ediyorlardı. alıyorlar. İnsanları ekonomik ihtiyaçları etrafında bir Neticede parti kuralımla olmuyor. Önce emek kesimini araya getirdiğimizde, onlara bu ihtiyaçlarının karşıla- kimin temsil edeceğinin belli olması lazım. Türkiye’de nacağı bir siyasi partiden söz edildiğinde kurulabilir. üç büyük sendika var: Yol-İş, Teksif ve Türk Metal. Avrupa’da bunun örnekleri yaşanmıştır. İngiltere İşçi Üye sayıları yüz binleri buluyor. Bunlar hükümetle, işverenle iç içe. Karşısındakilere baktığımızdaysa Partisi 30 senedir niye kazanıBirleşik Metal, Türk Metal satyor? Bugünkü uygulamalarıntığı için mücadele edemiyor. “...önce Emek dan kazanmıyor. Geçmişteki Türk Metal sözleşmeyi imzamücadelesinin nemasını topPlatformu özelleştirmeyi ladıktan bir hafta sonra o da luyor. Bugün artık böyle bir durduracak politikalar imzalıyor ve “ne yapalım Türk mücadelesi yok. Liberallerden Metal de imzaladı” diyor. üreterek başarılı olmalı. daha liberal olmuş. Tabii ki toplanmış, demek ki benim için tehlike yok” diyor.

ülkemizde emek adına hareket edecek, ülkenin varlıklarını peşkeş çektirmeyecek bir partiye ihtiyaç var.

Özelleştirmeler konusunda EP 500 bin kişiyi toplasın Ankara’ya.”

İ ş ç i K a rd e ş l i ğ i E m e k Platformu’nu bir işçi partisi kurmaya davet ediyor. Bu kampanyayı nasıl değerlendiriyorsunuz? Başarılı olacağına inanmıyorum. İlk önce Emek Platformu özelleştirmeyi durduracak politikalar üreterek başarılı olmalı. Emek Platformu özelleştirmeler konusunda 500 bin kişiyi Ankara’ya toplasın. Avrupa’da bazı partiler ufacık da olsa iktidarları etkiliyorlar. Bizde emek adına hareket ettiğini söyleyen partilerin hiç biri barajı aşamıyor, meclise giremiyorlar. İnsanlarda da oluşan kanı; “tamam bunlar doğru söylüyorlar ama iktidara gelemezler” oluyor. Emek Platformunun yapacağı tek şey, varolan mücadeleyi kendi bünyesi altında toplamak. Peki ne yaptık bugüne kadar? Yapmak istedik ama başarılı olamadık. Emek Platformu özelleştirmeler için bir miting düzenleyemedi. Bazı sendikalar var, sendikacılıkla alakaları yok ve Emek Platformu içinde onların görevi, orada alınacak ciddi kararları sulandırmak. Ben yüzde ikilik sözleşmeyi imzalayana sendikacı demem ki. İmzalayanlardan biri zaten hükümetle kucak kucağa oturmuş. Onun derdi işçisine para almak mı kendi

DİSK’in parti kurma çalışmalarını nasıl değerlendiriyorsunuz? Ben 53 yaşında bir sendikacıyım. DİSK’in genel başkanı sendikacı mı? O 30 sene evvelki DİSK’in adı ve işçi mücadeleleri ile ayakta duruyor. Burada, Lastik-İş’ten de birçok katılımla Kocaeli Sendikalar Birliği olarak toplandık. DİSK’in Genel Başkanı da geldi, verdi veriştirdi. Biz de o akşam TV 41’de tartışmaya gittik. Bir geldik ki eylem kaldırılmış. Ne oldu da anlaşma oldu, ne oldu da eylem kaldırıldı anlayamadık. İlk önce sendikacılığını yapsın. İşverenlerin kucağındaki Türk Metal’in üye sayısı senden fazlaysa başarılı olmamışız demektir. Senin ne özelliğin var? Parti kurduğun zaman sana niye oy versinler? Lastik-İş’te senin grevin ertelendi, kaç sefer ne yapabildin? Gittin imzalamak zorunda kaldın. Biri çıkar, icraatı ile bu milleti arkasına takarsa siyasi parti de olur, sendika da olur, konfederasyon da olur. Ben bunları yapacağım siz beni hele bir seçin diyenleri çok iktidara getirdik. Al işte AKP. İşçiler 38 gün SEKA’da yattılar. Hükümete “bu söz senin değil miydi” diyorsun “benim, o gün öyleydi bugün de böyle ne yapayım” diyor. Kısacası, samimi bulmuyorum herkes kendi işini yapsa iyi olacak.

9


Uluslararası İşçi Kardeşliği

GÖRÜŞME

Fikret Tosun, Petrol-İş

19 yıllık mevsimlik Tüpraş işçisi, Petrol-İş Yarımca Şubesi üyesi

atılıyor ve işsiz kalıyor. Yerelde, Tüpraş çadırı açık kaldığı süre boyunca, Kocaeli esnafından Tüpraş işçisine bence yeteri kadar destek gelmedi. Yapılan mitingler, iş bırakmalar, protestolar hükümetin sağ kulağından girip sol kulağından çıkıyor. Tüpraş’ın satışından elde edilen para, başbakanın yurtdışı seyahatlerinde harcadığı paraların yanında küçük bir miktar. Hanımıyla yurtdışında dağın tepesinde el ele tutuşup güneşin batışını izliyorlar, medya bunlarla ilgileniyor. Şimdi parsel parsel tarihi yerler satılıyor, oturup ülkenin batışını izlesinler.

Ülke çapında yaşanan ve İzmit Tüpraş’ı da kapsayan özelleştirme harekatıyla ilgili görüşlerinizi alabilir miyiz? Ben Tüpraş’ta 19 yıldır mevsimlik işçi olarak çalışıyorum. Kamu kuruluşlarında bizim gibi mevsimlik işçileri kadroya almamak için tüm yıl boyunca çalıştırmıyorlar. On iki ayın bir ayında mecburen ücretsiz izine çıkarılıyoruz. Şimdi durumumuz ne olacak bilemiyoruz. 22 üniteden sadece Özelleştirmelere karşı ortak mücadele hattı nasıl dördü çalışıyor; yatırım yok, üretim yaptırılmıyor, oluşturulabilir? Elbirliği olsa çok iyi olaözelleştirme yapılacağından cak. Bizde çalışan bin kişi fabrika kaderine terkedilmiş “Tüpraş’ın ülkemize mevcut, ancak 200–300 kişi durumda. Bakım ve yatırım bir araya gelip basın açıkkazandırdığı yıllık olmayınca da tehlike altında laması yapabiliyoruz. Şimdi çalışmak zorunda kalıyoruz. kârın yüksek miktarda baktığımızda Erdemir direniBiz bazılarının söylediği gibi olduğunu, ayrıca özel yor ve iyi eylemler yapıyor. yatarak falan para kazanmıAyrıca SEKA’daki mücasektörün işçileri düşük yoruz. Bin bir çeşit risk altındeleler de ülke çapında ses da çalışıp, zehir soluyoruz. ücretlerle daha kötü getirdi. Tabi tüm kuruluşlar Bir yandan da özelleştirmeler çalışma koşullarına bir arada ortak hareket edeher yerde acımasızca devam bilse karşılarında daha güçlü mahkum edeceklerini ediyor. Bizler de satışların durabiliriz. Tüpraş’a gelirönlenmesi için çeşitli probilmiyorlar.” sek, iş yavaşlatıyoruz, basın testolar düzenliyoruz. Yasal açıklaması yapıyoruz; bu yollara da başvuruldu, mahkeme sonuçları bekleniyor. Bir kere satışlarda usul- açıdan sendikamızdan her türlü desteği alıyoruz. Şu süzlük var. Tüpraş’ın yüzde 14,76’sı İsrailli şirkete anda şalteri tamamen indiremiyoruz; tek yapılacak el altından satıldı. Bu şirket şu an satış fiyatının iş yasal yollara başvurmak, sonuçları bekleyeceğiz. neredeyse iki katını kazanmış durumda. Son satışta Çünkü mahkeme sürecinden umutluyuz, hâlâ geri ise, ihale olduğu gün Ankara’da Özelleştirme İdaresi dönüş olabilir. Başkanlığı’nın önünde eylem yaptık. Fakat diğer “İşçilerin Kendi Partisi” girişimi hakkında ne düşükurum ve kuruluşlardan, sendikalardan yeteri kadar nüyorsunuz? destek göremedik. Mesela İzmit’te halkı bilgilendirBu girişimi olumlu buluyorum, ben de böyle bir mek için çadır kuruldu ve burada broşürler dağıttık. partinin varlığını desteklerim ama işçi hareketinden Sıradan halk bilinçli değil, bazıları özelleştirmenin destek gelir mi bilemiyorum, bir de meclise girmek iyi olacağını düşünüyor. Genelde Tüpraş işçisine için baraj sıkıntı yaratabilir. Herkes tutturmuş bir bakış açıları şu oluyor: “Yattıkları yerden maaş alı- parti gidiyor, takım tutar gibiyiz. AKP’ye milyonlaryorlar üretim yapmıyorlar, bari satılınca daha fazla ca kişi oy verdi. AKP de var olan tüm partiler gibi kâr elde edilir.” Halbuki Tüpraş’ın ülkemize kazan- özelleştirmeyi savunuyor. Peki niye oy veriyoruz, dırdığı yıllık kârın yüksek miktarda olduğunu, ayrı- soran sorgulayan yok. İdeolojimiz ne olursa olsun ca özel sektörün işçileri düşük ücretlerle daha kötü biz çalışanlar, hepimiz, işçiyiz. Dolayısıyla kurulaçalışma koşullarına mahkum edeceklerini bilmiyor- cak partinin sağcı-solcu ayırımı yapmadan her türlü lar. Birçok işçi de özelleştirmelerden dolayı işten görüşten işçiyi kapsaması önemli olacaktır.

Danıştay Türk Telekom özelleştirmesinde yürütmeyi durdurmadı! 10


ÖZELLEŞTİRME

Özelleştirme Harekatı Devam Ediyor

U

Son dönemde Tüpraş, Erdemir ve Telekom özelleştirmelerindeki gelişmeler

luslararası İşçi Kardeşliği’nin bir önceki sayısı yayıma hazırlandığı sırada Tüpraş ihalesi sonuçlandı. 8 milyar dolar değerinde hisse 4,14 milyar dolara Koç Holding’e satıldı. Bu sayı çıkana kadar da Star grubuna ait yayın kuruluşları, İstanbul Limanı (Galataport) ve Erdemir’in ihaleleri gerçekleştirildi. Yani hükümetin gözü dönmüş durumda, peşkeşte sınır tanımıyor. Ancak bizler de mücadeleye devam ediyoruz. Tüpraş ihalesi yapılırken Özelleştirme İdaresi Başkanlığı (ÖİB) önünde diğer sendikalardan işçilerle beraber eylem yapan Petrol-İş üyeleri, ihalecileri Bilkent Otel’e taşınmak zorunda bıraktılar. Petkim işçileri Tüpraş Yarımca Rafinerisi çalışanlarıyla beraber iş bıraktılar. İhaleden hemen sonra dayanışma için Gebze Sendikalar Birliği ve Gölcük Tersanesi’nde örgütlü Harb-İş üyeleri Yarımcalı işçileri ziyarete geldi. 17 Eylül’de Aliağa Tüpraş ve Petkim işçileri alanlara çıkarak Tüpraş’ı sattırmayacaklarını haykırdılar. Ardından Kocaeli Halkı Yürüyor platformu kamusal eğitim ve sağlık hakkını savunmak ve limanların özelleştirmesine karşı mücadele için yaptıkları eylemlerin ardından Tüpraş işçileriyle dayanışma için yürüdüler. 4 Ekim’de ise bu sefer Erdemir ihalesini protesto için ÖİB önünde Erdemir işçileri vardı ve yalnız değildiler. Erdemir işçileri üretimden gelen güçlerini kullanmak istediler ancak hükümet demokrasiyi hiçe sayarak derhal grevi erteledi. Ayrıca Türk Metal Sendikası ihaleden önce Mayıs ayında özelleştirmenin 18 yıl önceki bir karara dayanarak yapıldığı, o zamandan beri koşulların değiştiği gerekçesiyle iptal davası açmış, Ankara Ticaret Odası da buna destek vermişti. Ancak ihaleyi Oyak kazandığından beri Türk Metal Sendikası suskunluğunu koruyor. Tüpraş işçisi ise hâlâ üretimden gelen gücünü kullanmış değil, açıkçası bu kadar usulsüz ve

Tüm bu büyük milli işletmelerin özelleştirilmesini mümkün kılan asıl olarak Haber-İş ile HaberSen arasındaki bölünmede somutlaşmış, ortak mücadele yoksunluğumuzdur.

Biz işçilerin “satılacaksa yerliye satılsın” zihniyetinden de “ucuza gitmesin” zihniyetinden de uzak durmamız gerekiyor. yolsuzluk içinde bir özelleştirme karşısında – ve bilhassa tırmandırılan Kürt-Türk çatışması nedeniyle – mahkemelere güveniyor. Ofer Grubu’na yapılan gizli satış usulsüzlüğün bir yönü. Bu konuda Sermaye Piyasası Kurulu bile ÖİB’nin suç işlediğini kabul etti, ancak ardından ağız değiştirmek zorunda kaldı. Şartname de usulsüzlükler barındırıyor: Yatırımın artacağı vaat edilse de Batman rafinerisinin üç yıl boyunca kapatılmaması – o da cüzi sayılacak bir cezaya bağlanıyor – dışında ne yatırımın korunması ne de yeni yatırımlar yapılmasıyla ilgili bir hüküm var. Ayrıca Tüpraş’ın yüzde 51’ini alacak şirketin yüzde 49’u herhangi bir şirkete ait olabiliyor ki bu da ihalenin anlamsızlaşması, ihaleye girmemiş, şartnameye uygunluğu denetlenmemiş bir firmanın Tüpraş’ta hisse sahibi olması demek. Tüpraş işçileri şu anda Danıştay 13. Dairesi’nin kararını bekliyorlar. Türk Telekom özelleştirmesine karşı Türkiye Haber-İş ve Haber-Sen yaz başında ortak eylemler örgütlemeye başlamıştı. Ancak ihalenin sonuçlanmasının ardından bu ortak hat bozulmuş durumda. Haber-İş toplu sözleşme sürecinde çıkan uyuşmazlığı fırsat bilip meşru ve yasal grev hakkını kullanabilirdi, ancak anlaşmaya gitmeyi tercih etti. Grev hakkından yoksun Haber-Sen Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’i özelleştirmeyi onaylamamaya çağıran bir imza kampanyası düzenliyor. Bu koşullarda işçilerin tek umudu Danıştay’ın iptal kararı vermesiydi ancak Danıştay yürütmeyi durdurmayı reddetti. Özelleştirmeye karşı mücadelede iki görüşe karşı durmak çok önemli: Biz işçilerin “satılacaksa yerliye satılsın” zihniyetinden de “ucuza gitmesin” zihniyetinden de uzak durmamız gerekiyor. Erdemir özelleştirmesinde sessiz kalanlar bilmiyorlar mı ki, Oyak’ın ilk icraatlarından biri Fransız şirketi Renault ile ortaklıktır, şimdi de açık açık Erdemir’i satacak yabancı ortak arıyor. Sermayenin milliyeti olmaz, tüm milliyetlerden patronlar işçilere karşıdır. “Yerli” patron arayanlar sonunda Ankara

 11


ÖZELLEŞTİRME VE ÖZEL SEKTÖR

Uluslararası İşçi Kardeşliği

Ticaret Odası gibi

bir başka patron örgütüyle ortak iş yaparak, işçi sınıfının bağımsızlığını zedelerler. Dahası, işçilere satış biçiminde yapılsa bile, değerinin on katına satılsa bile, biz özelleştirmeye karşıyız; Kardemir örneğini unuttuk mu? Ortak mücadelenin bölünmesi ise, görüşlerimiz ne kadar doğru olursa olsun, yenilgiyi kaçınılmaz kılıyor. Tüm bu büyük milli işletmelerin özelleştirilmesini mümkün kılan asıl olarak Haber-İş ile Haber-Sen arasındaki bölünmede somutlaşmış, ortak mücadele yoksunluğumuzdur.

S

Özelleştirmeler işçi sınıfının bütününü hedef alır!

eksenli yılların başından beri başta Avrupa ülkeleri olmak üzere tüm dünyada bir özelleştirme furyasıdır gidiyor. Kamunun sanayi işletmelerinin tasfiyesini savunan özelleştirmeciler, bugün milli eğitim ve genel sağlık sistemlerini gözü kapalı satabiliyor, yarın için de hapishanelerinden adliyesine, askeriyesine kadar devletin “çelik çekirdeği”ni dahi özelleştirmek istiyorlar. Bunun kamuda örgütlü işçi sınıfı için maliyet hesabı çok net: Hızlı bir sendikasızlaşma, iş güvencesinin ortadan kalkması ve işsizlik. Peki, bu özelleştirmelerin özel sektörde çalışan işçilere etkisi ne olacak? Arkadaşlar, işçinin ücreti dünya çapında belirlenir. Yani bugün dünyada ortalama bir saatlik ücretin fiyatı bellidir. Bu ücret ortalamasının belirlenmesinde ülke, sektör, üretim araçlarının mülkiyeti gibi çeşitli faktörler etkili Tüpraş ve Erdemir’in olur. Çeşitli milli yasalar, sınıf mücadelesinin bir dönem evvelki görece özelleştirilmesini iyi durumunu yansıtarak işçilere bir önleyemezsek, korunma alanı sağlayabiliyor ama Türkiye işçilerinin sınıf yılların mücadelesiyle ortaya çıkmış ve ayakta duran bu hukuksal güvenmücadelesinin konumu celer dahi günümüzde bir gecede yok genel anlamda bundan edilebiliyor. Yani anılan her türlü olumsuz etkilenecek; etmen dikkate alındıktan sonra sektörel bazda bir ücret ortalaması ortaya Türkiye ve hatta komşu çıkıyor. Buna göre, petrokimya sekülkelerde sendikalılık, işçi Özelleştirmelere töründe belirli olan ortalama ücretle kazanımları gibi konularda karşı aktif ortak tekstil sektöründeki arasında bir fark mücadeleyi doğuyor. Sektör içerisinde ise, işletgenel kayıplar ortaya örgütlemek menin mülkiyeti belirleyici bir unsur. çıkacaktır. sendikaların ortak Aynı sektörde aynı işi yapan kamu cephesi olan Emek işletmesindeki işçinin, çalışma saatPlatformu’nun leri, sosyal hak ve olanakları değerlendirildiğinde, bir özel sektör işçisinden çok boynunun daha yüksek fiyattan emeğini sattığı gerçektir. Kamunun güçlü olduğu durumda borcudur! genel olarak sektörün ücret ve sosyal hak çıtası bir kademe daha yükselebilecekSendika seçme ve tir. Görüldüğü üzere bir sektörde herhangi bir kamu işletmesinin bulunması bile yeni sendika kurma dolaylı olarak özel sektör işçisinin başta sınıf mücadelesi olmak üzere her türlü özgürlüğünü sosyal konumuna da olumlu etkide bulunmaktadır. korumak şartıyla Bu durumun ekonomik faydasının yanında, sınıf mücadelesi açısından da – tek sendika, tek önemi büyüktür. Kamu işletmesinde çalışan işçi, iş yasalarının öngördüğünden konfederasyon için daha fazla (yargısal) iş güvencesine sahiptir. İşçinin iş yerine sağlam tutunması ileri! doğrudan onun sınıfsal mücadelesine ivme verebilmekte, işçi daha cesur kararlar Ortak mücadelenin alabilmektedir. Bu, kamu ve özel sektör işçileri arasındaki doğrudan veya dolaysiyasal aracı, lı sınıf dayanışmasını daha olanaklı kılmakta ve özel sektör işçisinin mücadele“İşçilerin Kendi sinden ücret belirlenimine kadar etkili olabilmektedir. Partisi” için ileri!

SSK’nın tasfiyesi operasyonu sürüyor: SSK taşınmazlarına el konması gündemde 12


LİMANLARIN ÖZELLEŞTİRİLMESİ

Yukarıda saydıklarımızın bilincinde olan işçiler olarak, hiçbir zaman “bizim vergilerimizle arpalıklar kuruluyor, devlet tacir mi ki?” vb. yalanlara pabuç bırakmamalı ve patroncu ideolojilerin bu yollarla bizleri bölmesine izin vermemeliyiz. Zamanı geldiğinde kamu-özel, yeşilsarı veya hâki (!) ayrımı yapmadan işverenler kendi çıkarlarını savunabilmek için birleşiyorlar. Biz de uyanık olalım! Kamu veya özel sektör işçisi fark etmeden şu an önümüzde hayati bir mesele duruyor: Tüpraş ve Erdemir’in satışı. Bu iki kuruluşun özelleştirilmesini önleyici müdahalede bulunamazsak, Türkiye işçilerinin sınıf mücadelesinin konumu genel anlamda bundan olumsuz etkilenecek; Türkiye ve hatta yakın komşu ülkelerde sendikalılık, işçi kazanımları gibi konularda genel kayıplar ortaya çıkacaktır. Bu sebeple, özel sektör işçisini de doğrudan ilgilendiren bu patroncu hamlelere karşı en ufak sınıf kazanımımızın olduğu çakıl taşlarını bile vermemeli ve savunma hattımızı bunlar üzerinden örmeliyiz. Tüpraş ve Erdemir özelleştirmelerine karşı mücadele Ortadoğu ve Balkanlar’da yaşayan ve emeğiyle geçinen her türlü sınıf kardeşimizi dayanışmaya çağırıyor. Bu sese kulak verelim ve sendikalarımız aracılığıyla örülmesini sağlayacağımız mücadeleye destek olalım.

Özelleştirmenin Yeni Adı: “Kiralama”

A

KP hükümeti 6 Ocak tarihinde TCDD’ye bağlı 6 limanı (Mersin, İzmir, Bandırma, Derince, Samsun, İskenderun Limanları) özelleştirme kapsamına aldı. Hükümet bu kararla Anayasa’nın 43. Maddesi’ni yani “kıyıların, devletin hüküm ve tasarrufu altında olduğunu ve sahil şeritlerinden yararlanmada öncelikle kamu yararı gözetilmesini” ifade eden maddeyi kanun değişiklikleri yaparak patronların kitabına uydurdu. Bu kararla son bir yıl içerisinde Mersin Limanı, İskenderun Limanı ve İstanbul Limanı (Galataport) komik rakamlara kiraya verildi. Sırada Haydarpaşa Limanı ve diğerleri var. Tıpkı özelleştirilen diğer kamu işletmeleri gibi limanlarda da uzun zamandır yapılacak özelleştirmeler için hazırlıklar başlamıştı. 2000’li yıllardan itibaren özelleştirmeye hazırlık kapsamında liman işçilerinin sayıları düşürüldü. Mersin Limanı’nda 1990’ların başında 1.500 civaYapılacak özelleştirmeler rında işçi çalışırken bu sayı için hazırlıklar limanlarda 2004 yılında bin kişiye düşüda uzun zamandır rüldü ve ortalama çalışma süreleri haftada 70–80 saate çıkarbaşlamıştı. Liman tıldı. İskenderun Limanı’nda işçilerinin sayıları 1990’ların başında yaklaşık düşürüldü. Limanlar 750 olan işçi sayısı 1998 yılına gelindiğinde 614’e, 2003 yılınişlevsiz kılındı. Yeni da 421’e kadar düşürüldü ve hiçbir yatırım yapılmadı, limanların yakın dönem sahiphatta birçoğunda bakım lerine ucuz işgücü sağlamaları için işçi açığı sağlandı. Yine onarım çalışmaları dahi aynı limanlar 2000 yılından itidurduruldu. baren işlevsiz kılındı. Son derece stratejik öneme sahip olan limanlara yeni hiçbir yatırım yapılmadı, hatta birçoğunda bakım onarım çalışmaları dahi durduruldu. Oysa bu limanlar gerek Türkiye gerekse Ortadoğu denizyolu ticaretinin ve ulaşımının kilit adresleri. Mersin Limanı özelleştirilmeden kısa bir süre önce zarar ediyor, geri teknolojiyle hizmet veriyor diye lanse edilir oldu. Fakat belgeler beş kıtada 350’ye yakın limana düzenli sefer bağlantısı olan Mersin Limanı’nın gelirinin sürekli yükseldiğini ve kâr oranının 1990’lardan bugüne on kat arttığını gösteriyor. Doğru, limanların teknolojisi geri fakat 2005 yılında bu tespit hükümetçe de yapılmış ve teknoloji yenileme için harcanacak elli milyon doların bir kısmı 2005 yılı yatırım programında limanlar için ayrılmıştı. Ancak TCDD yönetimi ve hükümet bu yenileme çalışması yerine 2000 yılından beri özel sektörden araç kiralamayı tercih ederek özelleştirme sürecini başlatmış oldu. Limanlara, yapılması gereken hiçbir yatırım yapılmazken gemi trafiği özellikle limandan uzaklaştırılmaya çalışıldı. Böylece yılda ortalama elli milyon dolarlık bir gelirden özelleştirmeler uğruna vazgeçildi. Limanlar zarar ediyor diyen çok ama bu gelirden vazgeçmenin faturasını bizlere sunan yok. Bu özelleştirmelerden sadece limanlar değil aynı zamanda başka kamu işletmeleri de etkileniyor. Haydarpaşa Limanı’nın özelleştirilmesinin sözü

13


BOLİVYA

Uluslararası İşçi Kardeşliği

edildiği bugünlerde liman alanında tesisleri bulu-

14

nan Toprak Mahsulleri Ofisi ve Et Balık Kurumu da ellerindeki taşınmazları Devlet Demiryolları Genel Müdürlüğü’ne devretmek için gerekli yasal prosedürleri başlattı. Hükümet ve onun sözcüleri; İstanbul, İskenderun ve Mersin limanlarını “yapımlı kiralama” denilen statüyle özelleştirdiklerini iddia ettiler. Ama bu özelleştirmeler yapımlı kiralama statüsüne dahi girmiyor. Öyle ki yapımlı kiralama statüsüne göre kiralanan alan, isteklisi tarafından inşa edilip belli bir bedel ve süre karşılığı işletilmesini, işletme süresi sonunda TCDD’ye devredilmesini öngörüyor ancak kiralanan limanların kendileri kullanılıyor yoksa hiçbir patron kıyı şeridine yeni bir liman işletmesi kurma niyetinde değil. Üstelik bu yeni uygulamada bahsedilen TCDD’ye devredilmesinin de büyük bir yalan olduğu rakamlardan belli. İstanbul Limanı 49 yıllığına kiralanıyor gibi gösterilip 149 yıllığına kiralanıyor. Kim inanır 149 yıl sonra TCDD’ye devir işlemlerinin başlayacağına. Kim inanır Amerikan şirketinin güzelim Ortadoğu bağlantılı limanlardan çekilmeye niyetleneceğine. Hatırlayalım, bundan çok kısa bir süre önce TCDD ve PTT hastaneleri SSK’ya borcu var gerekçesiyle SSK’ya devredilmişti. Ardından da SSK hastaneleri yağmalanarak devlete devredildi. Bu saldırılar aynı hızla devam ettiğinde 149 yıl sonra TCDD’den bahsetmek mümkün olmayacak. O zaman kim, hangi TCDD’ye kiraladığı limanları geri devredecek? İskenderun Limanı, NATO iskelesi, termik santral ve serbest bölge için yapılacak limanlarla beraber tüm İskenderun Körfezi’ni kaplıyor ve bu limanın özelleştirilmesi tüm İskenderun Körfezi’nin özelleştirilmesi demek. İskenderun Limanı’nın İran demiryollarıyla bağlantısının olması, Irak’a yakınlığı, NATO iskelesinin yine burada konuşlanmış olması, Kıbrıs Burnu’nun bu limana bakıyor olması, limanın stratejik önemini ve özelleştirilmesindeki amacı ortaya çıkarıyor. Yani; İskenderun ve Mersin limanlarının özelleştirilmesi Büyük Ortadoğu Planı için vazgeçilmez fırsatlar. Böylece, Ortadoğu’ya askeri mühimmat akışı rahatlıkla bu limanlardan sağlanmış olacak. Biz işçiler, gelecekte ortak olunan bu planı izlemek istemiyorsak Liman-İş Sendikası’nın ve liman işçilerinin mücadelesiyle mücadelemizi birleştirelim. Limanların kamu elinde, işçilerin denetiminde güçlendirilmesini sağlayalım. Patronların özelleştirme politikalarına ve ona hizmet eden tüm uygulamalarına karşı Emek Platformu’nda ortak mücadelemizi yükseltelim.

17 Ekim: Özelleştirmelere Karşı Uluslararası Mücadele Günü

Bolivya halkının petrol ve doğalgazın millileştirilmesi talebine destek için! Tüm dünyada özelleştirilmiş kamu hizmetleri ve kuruluşlarının tekrar millileştirilmesi için! Özelleştirmelere karşı! Halkların egemenliği için!

B

olivya’da Mayıs ve Haziran aylarında millileştirme talebiyle harekete geçen ve hükümeti düşüren emekçiler, Ağustos’ta başkent La Paz’da bir uluslararası konferans düzenlediler. Bu konferansta 17 Ekim’i özelleştirmelere karşı uluslararası mücadele günü ilan ettiler. İşçi örgütleri bu günde dünyanın dört bir yanında eylemler yaptı.

Arka Plan

Ağustos sayımızda okuyucularımızı bu mücadeleden haberdar etmiştik. Mayıs ayında başlayan ve başını maden işçilerinin çektiği ve 80 bin kişinin katıldığı gösteriler 2 Haziran’da Başkan Mesa’nın mevcut düzenin çürümüşlüğünü kabul ederek kurucu meclis seçimleri düzenlemeyi kabul etmesine yol açmış, ancak bu yeterli olmayıp El Altolu işçiler başkent La Paz’ın doğalgazını kesince Mesa istifasını vermek zorunda kalmıştı. Kitleler bununla yetinmeyerek çokuluslu şirketlere satılmış olan petrol kuyularını işgal ettiler, sınırları kapatarak La Paz’ı kuşattılar. İşçilerin kurucu meclis talebi hareketin önderlerinden sayılan Evo Morales’in ihaneti nedeniyle arka plana atıldı ve Aralık’ta mevcut düzen içinde seçimlere gidilmesi ve geçici olarak Yüksek Mahkeme Başkanı Rodriguez’in başkanlığa getirilmesiyle kriz yatıştırıldı.

La Paz Konferansı

Bolivya İşçileri Federasyonu (COB), belli başlı sendikaları (Bölge Federasyonu El Alto COR ve Maden İşçileri Sendikası FSTMB) ve ILC ile birlikte 12–14 Ağustos’ta La Paz’da bir konferans düzenledi. Bir yürüyüşle açılan ve 14 ülkeden 272 delegenin katıldığı konferansta her delege ülkesindeki


BOLİVYA

 özelleştirme saldırılarını ve millileştirme mücade-

17 Ekim

lelerini anlattı. Brezilya’dan katılan PetroBrazil 17 Ekim Uluslararası Mücadele Günü’ne hazırlıklar Petrol İşçileri Federasyonu üyesi, sendikasının çeşitli ülkelerde sürdürüldü. İspanya’da 13 Eylül’de kongresinde aldığı Bolivya işçileriyle dayanışma yapılan hazırlık toplantısında bir Organizasyon kararını iletti. Brezilya, Arjantin ve Venezuela’da Komitesi oluşturuldu. UGT ve CC.OO konfesahipleri tarafından terk edilmesi üzerine işçilerce derasyonlarına çağrı yapıldı. Bolivya Elçiliği ve işgal edilen ve millileştirilmesi talep edilen fab- çokuluslu petrol şirketi Repsol önünde protesto rikalar konuşuldu. Fransa’da da CGT Gıda sen- gösterileri düzenlendi. Guadalup’ta açık bir topdikasının Danone şirketiyle benzer bir durumda lantı çağrısı yapıldı, 17 Ekim’de Özelleştirmelere olduğu ifade edildi. Avrupa ve ABD’den katılım Karşı Uluslararası Mücadele Günü’nün yanı sıra olumlu karşılandı ve buraişgal altında olan Haiti ile lardaki işçilerin vereceği en dayanışma için de miting Dünyanın dört bir önemli desteğin uluslararası örgütlendi. Ekvador ’da yanından gelen haberler koordinasyon içinde kendi geçtiğimiz aylarda petrohükümetlerine ve patronlagösteriyor ki tüm dünyada lün millileştirilmesi için rına karşı mücadele etmek bir seferberlik oldu, CTE işçilerin mücadelesinin olduğu vurgulandı. konfederasyonu 17 Ekim de patronların saldırısının için destek çağrısı yaptı. Konferansta milli kaynakların mülkiyetinin milli da içeriği değişmiyor. Bu Bolivya’da ise COB konfeegemenliğin ayrılmaz bir derasyonu ve sendikaları 17 koşullarda uluslararası parçası olduğu, bunların Ekim’de miting düzenledi. eylemler örgütlememiz özelleştirilmesinin gayrıBu mitinglerin haberlerini meşru ve milletin varlığını gerekir. daha sonraki bültenlerimiztehdit eden bir eylem oldude yayınlayacağız. ğu ifade edildi. Bolivya’daki durumla ilgili olarak; millileştirme Türkiye? olduktan sonra hangi hükümetin yaptığının önemli Dünyanın dört bir yanından gelen haberler bize tek olmadığı, çünkü bunun halkın kontrolünde olacağı bir şeyi gösterdi: Tüm dünyada işçilerin mücadebelirtildi. Ayrıca söz alan bir öğrenci temsilcisi lesinin de, patronların saldırısının da içeriği değişişçilerin iktidarı almaya hazır olduklarını söyledi. miyor: Özelleştirme, sosyal güvenliğin tasfiyesi, Konferansta konuşulan bir diğer konu da işçi çalışmanın kuralsızlaştırılması... Hükümetin özelörgütlerinin bağımsızlığının önemi oldu. “Yeni leştirmelere bu kadar iştahla girdiği bir dönemdünya yönetişimi”, “sosyal diyalog” vs. isimlerle de, buna karşı mücadeleyi ortaklaştırabilmeliydik. işçi örgütlerinin patron politikalarına ortak edi- 17 Ekim’de dünya işçileriyle ortak bir eylemi lerek bağımsızlıklarının yok edilmesinin istendi- örgütlememiz gerekirdi, sonraki mücadelelerde bu ği; ancak işçilerin Bolivya’daki gibi mücadeleler gerekliliği dikkate almak ve ulusal mücadelenin verebilmesi için bağımsız örgütlere ihtiyacı olduğu uluslararası mücadeleden ayrılmayacağını bilmek zorundayız. vurgulandı.

TMSF’nin elindeki tüm malvarlıkları kamulaştırılsın! Yıllardır özelleştirmecilerin dillerinden düşmeyen bir yalan zincirini hatırlayalım. Ne diyorlardı: “...efendim, bizim paramızla devlet işletiyor da ne oluyor? KİT’ler zarar ediyor, devlet iflas ettiriyor; yolsuzluk, usulsüzlük alıp başını gidiyor” vs. bir sürü palavra! Uzan’lar, Balkaner gibi “ünlü” patronlardan hatırlayabileceğimiz gibi aynı itirazlar, hatta daha da fazlasıyla, patronlar için de ileri sürülebilir. Batırıyorlar, yolsuzluğa, usulsüzlüğe bulaşıyorlar, işletmeleri iflas ettiriyorlar. Sonuçta milli ekonomi zarar görmüyor mu? O halde Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonunun (TMSF) elinde bulunan tüm bu müflis işletmeler işçi denetiminde kamulaştırılsın. Tekrardan özelleştirelim de, yine mi batırsın bunlar, yine mi hortumlatalım milletin malını?

15


Uluslararası İşçi Kardeşliği

ABD

16

A

AFL-CIO Ayrılığı: ABD İşçi Sınıfı Bölünüyor Mu?

BD işçi sınıfının tek sendika konfederasyonu AFL-CIO, birleşmesinin ellinci yılında, 25-28 Temmuz tarihinde Chicago’da genel kurulunu topladı ve ciddi tartışmalara neden olan ayrılık tartışmalarını su yüzüne çıkaran bir genelge kabul edildi. Bu toplantıya, tahmin de edilebileceği gibi, muhalif SEUI (Uluslararası Hizmet İşçileri Sendikası), Teamsters (Kamyon Şoförleri Sendikası), UNITEHERE (Dokuma, Tekstil, Otel ve Restoran İşçileri Sendikası) ve UFCW (Gıda İşçileri Sendikası) sendikaları toplantıyı boykot ederek katılmadılar. Bugün, AFL-CIO içerisinde ayrılıktan bahsedilmektedir. Peki, nedir bu ayrım? AFL-CIO konfederasyonunun elli yıllık geçmişinde izlediği politikanın her zaman Demokrat Parti taraftarı olması, örgütlenmeye kaynak olarak ayrılan payın gittikçe azaltılması gibi nedenler içeride bir muhalefetin oluşmasına sebep olmuştu. Ancak, bugün içinde bulunulan bölünme durumunda sadece bu nedenlerin sayılması ve özellikle AFL-CIO’nun mevcut yönetiminin suçlanması doğru değildir. Çünkü muhalif kanatta da küreselleşmeye olumlu bakabilen ve sınıfın bölünmesinden rahatsız olmayan bir tutum vardır. Öncelikle bahsedilen iki kanadın savundukları ve birbirlerine yönelttikleri eleştirilerden söz etmeliyiz. Dört yıl önce, yukarıda sözü edilen toplantıyı boykot eden dört sendika ile Laborers (Emekçiler) Sendikası, Tarım İşçileri Sendikası ve Marangozlar Sendikası ile birlikte AFL-CIO konfederasyonu içinde Kazanmak için Değişim (The Change to Win, CTW) adlı bir kanat oluşturdular. Özellikle Amerikan işçi sınıfının ciddi sınıf mücadelesi ile kazandığı kazanımlarının özellikle son yirmi yıldır saldırılara maruz kalmasına rağmen, AFL-CIO’nun yeterince tepki gösterememiş olması muhalefetin sıklıkla konfederasyon yönetimini eleştirmesine neden olmaktaydı. Kendi politikasını, tüm saldırılara karşı direnebilmek için Demokrat Parti’ye bel bağlamanın üzerine kurmuş bu konfederasyon, hatta bu amaçla, daha güçlü lobi faaliyeti yapabilmek adına, üst yönetimde muhakkak Demokrat Partili bir yöneticinin olması gerekliliğini vurgulamaktan kaçınmamıştı. Elbette, bu parti ile bu kadar yakın bağın sürekli öne çıkarılması içeride hoşnutsuzlukları arttırmıştır. Muhaliflerin eleştirilerinden biri de, bu konfederasyonun artık işçi sınıfının her kesimini yeterince temsil edemediğidir. Latin Amerikalı işçiler, göçmen işçiler, yarı zamanlı çalı-

şanların talepleri ile farklı eğilimler gözardı edilmektedir. Ayrıca, sadece beyaz ve Hıristiyan Amerikalı işçiyi temsil etmekle suçlanan AFL-CIO, tabanıyla olan kopukluğu ile de eleştirilmektedir. Öyle ki geçen yıl, Irak işgaline karşı USLAW’ın (ABD Savaşa karşı İşçi Cephesi) organize ettiği bir kampanyaya katılan ve bildiriye imza atan AFL-CIO, harekete geçmek anlamında bu işgali reddeden bir eyleme girememiştir. Tabanının büyük çoğunluğunun USLAW’ın örgütlediği “İşgale Karşı 1 Milyon İşçi Yürüyüşü”ne desteğine rağmen AFL-CIO bu yürüyüşe katılmamıştır. Demokrat Parti’li başkan adayı Kerry’nin konfederasyon yönetimi tarafından açıkça destekleniyor olması bu tutumda etkili olmuş, özellikle muhalefetin, eleştiri oklarını daha da sertleştirmesini sağlamıştır. Elbette iki kanadın ayrışmasında sendika yöneticilerinin kendi aralarındaki iktidar çatışmaları da etkili olmuştur. Hem ayrılığa sebep olarak gösterilen hem de daha öncesinde içte ciddi tartışmalara neden olan bir diğer konu ise örgütlemeye yeterince kaynak sağlanmamasıydı. Yönetim, maddi sıkıntılar yaşadığından örgütlenmeye kaynak ayıramadığını savunsa da bazı sendika danışmanlarına son derece fahiş ücretlerin ödeniyor olması hoşnutsuzlukları arttırmıştır. Öte yandan, devamlı olarak AFL-CIO’yu eleştiren ve diğer kanat olarak bahsettiğimiz CTW da yine hem kendi içinde hem de dışında özellikle küreselleşmeye verdiği destekle ve işçi sınıfını bölme konusunda eleştirilmektedir. Özellikle, geçtiğimiz aylarda ABD’nin Chicago şehrinde gerçekleşen Uluslararası Sendika Ağı’nın (UNI) ikinci dünya kongresinde CTW içinde yer alan sendikaların desteği ve katılımı son derece sakıncalıdır. Ülkesel düzeydeki sendikaların artık işlevlerini yitirdiği savunan, sendikaların artık patron örgütleri gibi dünya çapında var olması gerektiğini belirten UNI’nin Genel Sekreteri, AFL-CIO’dan ayrılan UFCW Genel Sekreteri Joe Hansen’dir. Teamsters Sendikası da bu oluşuma UFCW kadar açık olmasa da, yine de destek vermektedir. Bir taraftan insancıl küreselleşme söylemiyle küreselleşme kabul edilirken, diğer taraftan tüm yerel sendika örgütlerini tehdit eden bu hareket kabul edilemez. Özetle, geçtiğimiz aylarda patronların basınında da geniş yer bulan AFL-CIO’daki ayrılık meselesi, 26 Temmuz’daki AFL-CIO genelgesi ertesinde daha da kızışmıştır. Bu genelge ile birlikte yöne-


ÇİN

 tim, muhalefetin eyalet ve

federal sendika meclislerinde yer almasını engellemekteydi. Böylece, zaten temsiliyetinin tartışıldığı yönetim artık daha da fazla anti-demokratik tutumları ile eleştirilmeye başlanmıştır. Bu genelgenin hemen akabinde gerçekleşen ve az önce de bahsettiğimiz UNI kongresi ise ayrılığı daha da keskinleştirdi. Öyle ki, artık sendikalar bugün ya da geçmişte bağlı bulundukları konfederasyonu reddetmekte, yönelimlerini devlet ve patronların çizgisinde belirleyebilmektedir. Sonuç olarak, AFL-CIO içindeki bu bölünme işçi sınıfını da bölmesi açısından işçi sınıfının çıkarına değildir. Tüm Amerikan işçileri tek bir konfederasyon içinde mücadelelerine devam ettikleri sürece kapitalizmin saldırılarına daha sert yanıt verebilir. Sendikaların birbirleri ile yaptıkları tartışmalar, yerini birliğe bırakmalı, her türlü patron örgütü ile ilişkiler kesilerek mücadelelerini kendi örgütlerinde sürdürmelidirler. İşçilerin kendi mücadele alanları, hem patronlardan bağımsız sendikaları, hem de sınıfın tek temsilcisi olacak kendi siyasi partileridir. Birliğin olmaması ve sınıfın bölünmesi, çözümün sınıfın kendinde olduğunun unutulup, özünde işçi sınıfının çıkarlarına düşman eğilimlere kayılması kapitalizme karşı yenilmek olacaktır. Ne Amerikan işçi sınıfının ne de dünya işçi sınıfının yenilmeye tahammülü yoktur!

Çin: Milyonlarca tekstil işçisi sokaklarda

Ç

in hükümeti, özel sektöre işgücü masraflarını aşağı çekebilmesi için her türlü imkanı sunuyor. Asgari ücretin altında maaş vermek, serbest bölgelerde sosyal güvenliksiz işçi çalıştırmak, varolan iş sözleşmelerini revize etmek ve genç ve çocuk işçi çalıştırmak özel sektörün bu yolda uyguladığı ve Çin hükümetinin göz yumduğu yöntemler. Dünya Ticaret Örgütü’nün kararıyla yürürlükte olan tekstil kotasının 1 Ocak’ta kalkmasıyla, tek sözü edilen ülke Çin’di ve tüm giyim eşyalarında dünyaya hakim olacağı söyleniyordu. Ancak, Hong-Exporter fabrikasından biri şunları söylüyor: “Çin’deki tekstil fabrikası sahipleri korku içinde. Bugünlerde, sektörde milyonlarca işçinin atılacağıyla ilgili bir söylenti dolaşıyor.” Şanghaylı bu müdür şöyle devam ediyor: “2004’te pek çok yeni giyim fabrikası açıldı, ancak şu an neredeyse hepsi battı. Bütün kalifiye işçiler işsiz kalmış durumdalar.” Geçen Haziran; Sri Lanka, Kamboçya ve İspanya’da on binlerce tekstil işçisi işten çıkarıldı. Ancak bu Çinli işçilere bir yarar sağlamıyor. Sektörde 15 ila 20 milyon işçinin çalıştığı sanılıyor. Özel sektörün gelişimi için kamu iktisadi teşekküllerinin kapatılması gerekiyor. Bugün, Şanghay’da, borsaya girmiş özel bir fabrikanın yöneticisi olan, eski kamu tekstil yatırımları müdürü Shen şöyle söylüyor: “ABD’deki ve Avrupa’daki işçilerin tuzları kuru. Eğer fazla mesai yapmayacaklarsa evlerine dönebilirler. Bunun İş Yasası’na aykırı olduğunu ve buna zorlanmalarının yasadışı olduğunu söylüyorlar. İşsiz kaldıklarında ise işsizlik sigortaları var.” Sorun şudur: İşgücü maliyeti ne kadar düşürülebilir? Çin’le rekabet adına, Tayland binlerce tekstil işçisini işten çıkardı ve hepsini daha düşük maaşla yeniden işe aldı ve yüz binlerce kayıt dışı Burmalı işçiyi kölelik koşullarında çalıştırıyor. Maaşların Çin’den daha düşük olduğu Bangladeş’te, yetkililer İş Yasası’nın geçerli olmadığı ve sendikaların yasak olduğu özel serbest bölgelerin sayısını arttırıyorlar. “Geleceğin rekabeti” adına Çinli otoriteler, maaşların makul olduğu ve sosyal güvenliğin olduğu “kamu yatırımlarının düzenlenmesine” devam etmek istiyorlar. Çin’de işgücü giderleri nasıl daha da düşecek? Cevap basit: İşçilere hak ettikleri maaşları ödemeyerek elbette. Ocak ayının sonunda, Çin gazetesi Wanwei Bao Nisan 2004’te, yabancı sermayeye ait her biri en az 500 işçi kapasiteli 4 bin 488 fabrikanın bulunduğu ünlü serbest bölge Shenzen’de yapılmış bir araştırmayı yayınladı. Fabrikaların yüzde 46’sı işçilerine asgari ücretin altında ödeme yapıyor ve yüzde 60’ı ise yasada belirtilen fazla mesai ücretlerini ödemiyor. Wal-Mart’ın ürün tedarik ettiği 5 bin firmanın bulunduğu Dongguan’da Çalışma Bakanlığı’nın 2004 başında yaptığı bir araştırmaya göre, şirketlerin yüzde 76’sı işçilerine ödemeleri gereken maaşları ödememiş bile. İşgücü masraflarını düşürmenin bir diğer yolu da, iş sözleşmelerini elden geçirmek. Geçen sonbaharda Xianyang işçilerinin protestolarla cevap verdiği bu yöntem aslında, devlet eliyle özelleştirmenin başka bir biçimi. Diğer bir yol da gençleri çalıştırmak. Luancheng bölgesinde, yüzün üzerinde fabrika günde on iki saat boyunca okulda olmaları gereken gençleri ve çocukları çalıştırıyor. Kamu girişimlerinin böyle bir durumda özel sektör karşısında ne gibi bir şansı olabilir? Sosyal güvenliği olan işlerin olmayanlarla değiştirilmesinin Çin halkına ne yararı var? Çin halkının yaşamaya hakkı yok mu? Serbest piyasanın tüm dünyada işsizlik ve yıkım yarattığı aşikar değil mi? O patronların bizi işyerlerimizi kapatmakla tehdit ettikleri – Çin malları tehlikesi – aslında Çin işçi sınıfına da yönelmiş değil mi?

17


Uluslararası İşçi Kardeşliği

ROMANYA

Romanyalı İşçi Önderleri Hapiste!

Miron Cozma ve arkadaşları Constantin Cretan, Vasile Lupu, Dorin Lois, Ionel Ciontu ve Romeo Beja hakkında hapis kararı çıktı.

İ

şçilerin ve Halkların Bağlantı Komitesi’nin (ILC) Madrid Açık Dünya Konferansı’na katılanlarınız Romen maden işçileri sendikası lideri Constantin Cretan’ı hatırlarsınız. Constantin Cretan, Miron Cozma’nın özgürlüğü ve kendisinin de aralarında yer aldığı diğer maden işçisi liderlerine karşı başlatılan yasal işlemlerin durdurulması amacıyla uluslararası işçi hareketi içerisinde geniş çaplı kampanyayı sürdürmek için bize çağrı yapmıştı. Ardından, hepiniz Miron Cozma’nın 14 Haziran 2005’te serbest bırakıldığını ILC bültenlerinden ve Uluslararası İşçi Kardeşliği’nden okuma fırsatını buldunuz. Miron Cozma ve Constantin Cretan’ın da aralarında bulunduğu beş maden işçisi önderi 12 Eylül’de yapılan mahkeme sonucunda yeniden çok ağır hapis cezalarına (Cozma’ya on, diğer önderlere beş yıl) çarptırıldıkları bilgisini ancak 28 Eylül 2005 tarihinde alabildik. Altı tanıktan beşi birkaç saat içinde tutuklandı ve vahşice hapse atıldılar. Mesela, polis Cretan’ı tutuklamak üzere 28 Eylül akşamüzeri evine geldiğinde hiçbir kişisel eşyasını almasına izin vermedi. Jiu Vadisi Maden İşçileri Sendikası (LSMVJ) Başkanı Zoltan Lakatos’un 29 Eylül 2005 saat 13.00’te yaptığı basın açıklaması ILC’ye ulaştı. Biz, aşağıdaki çağrıda imzası bulunan ILC Açık Dünya Konferansı Başkanlık Komitesi üyeleri, Romen yoldaşlarımız adına başlatılan kampanyayı destekleme görevini üstlendik. Aynı şekilde, bütün dünyadaki

L

emekten ve demokratik haklardan yana örgütlere ve aktivistlere LSMVJ’nin deklarasyonunu iletmenin görevimiz olduğunu düşünüyoruz. Son olarak, sizleri faydalı olacağını düşündüğünüz herhangi bir yolla altı maden işçisi liderin salıverilmesini talep etmek için Romanya yetkilileri ile iletişime geçmeye çağırıyoruz. Onların adına acil önlemler alacağız. Dayanışmayla, ABD: Clarence THOMAS (ABD), Bir Milyon İşçi Yürüyüşü Hareketi Eş-başkanı; Nancy WOLFORTH, ABD Savaşa karşı İşçi Cephesi (USLAW) Eş-çağrıcısı ve Çalışmada Gurur (Pride at Work) Eş-başkanı. Azanya (Güney Afrika): Lybon MABASA, Genel Başkan, Azanya Sosyalist Partisi (SOPA) Genel Başkanı. Bangladeş: Tafazzul HUSSAIN, Bangladeş İşçileri Ulusal Federasyonu (BJSF) Genel Sekreteri. Burundi: Paul NKUZIMANA, Burundi Üniversite İşçileri Sendikası (STUB) Genel Sekreteri. Fransa: Daniel GLUCKSTEIN, ILC Koordinatörü. Almanya: Gotthard KRUPP, Almanya Sosyal Demokrat Partisi (SPD) üyesi ve sendikacı. Hindistan: Nambiath VASUDEVAN, Mumbai Sendika Dayanışma Komitesi (TUSC) üyesi. Peru: Erwin SALAZAR VASQUEZ, Peru Genel İşçi Konfederasyonu (CGTP) Lambayeque Bölgesi Genel Sekreteri. Ukrayna: Vitaly KULIK, Borotba (Mücadele) Birliği Genel Sekreteri. Venezuela: Marcela MASPERO, Ulusal İşçi Sendikası (UNT) yönetimi üyesi 5 Ekim 2005

LSMVJ’nin Resmi Açıklaması

SMVJ (Romanya Jiu Vadisi Maden İşçileri Sendikası), Yüksek Temyiz ve Adalet Mahkemesi’nin 28 Ekim 2005 tarihinde Miron Cozma, Constantin Cretan, Vasile Lupu, Dorin Lois, Ionel Ciontu ve Romeo Beja hakkındaki temyiz başvurusunu reddettiğini acilen bildirir. Bu sendikacılar Bükreş Temyiz Mahkemesi’nin 1999 yılındaki olaylarla ilgili aldığı “devlete zarar verme” kararının bozulması için temyize başvurmuşlardı. Yargının bağımsızlığını tartışmıyoruz ancak görevleri sadece sendika üyeleri tarafından güvenildiği için demokratik bir şekilde seçilip işçi önderliği yapmak olan bu altı kişinin sadece görevlerini ifa ettikleri için suçlu bulundukları gerçeğini de göz ardı edemeyiz. Mahkum edilmeleri, işçi örgütlerinin faaliyet özgürlüğünün ve sendikal hakların koruma altına alındığı, uluslararası yasalarca tanınan, Romanya’nın da onayladığı ILO’nun 87 ve 98 sayılı sözleşmelerinin ihlali anlamına gelir. Altı işçi liderinin özellikle devlete karşı işlenen suçlar gerekçesiyle ağır cezaevi koşullarına mahkûm edilmesi, Romanya’nın bir kez daha açıkça sendikal hakları çiğneyen ve reddeden bir devlet izlenimi oluşturmasına sebep oluyor. Romanya Cumhurbaşkanı Traian Basescu’yu bu noktada mümkün ve gerekli tek politik tavrı almaya ve hüküm giymiş altı işçi önderine acilen cumhurbaşkanlığı affı çıkarmaya çağırıyoruz. Bu insanların hapiste tutulmaları bizleri uluslararası işçi hareketine ve Avrupa’da ve tüm kıtalarda işçilerin siyasal temsilcilerine Romanya otoritelerini her anlamda protesto etmeye çağrı yapmak zorunda bırakır.

18


KAMPANYA

1

Bir İşçi Enternasyonali için Uluslararası Bağlantı Komitesi

991 yılı Ocak ayında Barcelona’da (İspanya) 63 ülkeden delegelerin katıldığı ilk Açık Dünya Konferansında kuruldu. Bu delegeler, işçi sınıfı içindeki çeşitli örgütleri ve siyasal akımları temsil ediyordu. Amacımız tüm dünyada kapitalizmin vahşi saldırısına karşı mücadele etmek için işçi sınıfını ve dünyanın ezilen halkları ile gençliğini birleştirmeye yardımcı olmak. Programımız ise açık ve basit: özelleştirmeye, kuralsızlaştırmaya ve savaşa hayır! Bunun için de tüm dünyada işçilerin bağımsız örgütlerinin özellikle de sendikalarının savunulması çok önemlidir. Uluslararası Bağlantı Komitesi (ILC), işçi sınıfının küresel kapitalizmin dayattığı esaretten kurtulmasının ancak işçilerin kendileri tarafından elde edilebileceği fikrine sıkı sıkıya bağlıdır. Sınıf mücadelesinin tarihi her türlü kazanımın bağımsız işçi sınıfı örgütlerinin mücadeleleri sonucunda elde edildiğini göstermiştir. ILC ilk toplantısından bu yana 94 ülkedeki siyasi aktivistlerin ve sendikacıların çok eğilimli bir yeniden gruplaşması olarak büyümüştür. 1991, 93 ve 96’da üç defa, 2000 yılı Şubat ayında San Francisco Emek Konseyi (AFL-CIO) ile ortak Açık Dünya Konferansları düzenledik. 2002 yılı Şubat ayında Berlin’de ILCSan Francisco Açık Dünya Konferansı Sürdürücü Komitesi ve geniş bir Alman sendikacılar komitesi ile birlikte -Kuralsızlaştırmaya Karşı ve Herkes için Emek Hakları için Uluslararası Konferanstoplandı. İşçi Kadınların Haklarının Savunusunda Uluslararası Konferans da bu konferansın öncesinde toplandı. Yaşama ve çalışma koşullarını iyileştirme amaçlı tüm mücadeleleri, toplu şözleşmelerdeki, iş kanunlarındaki ve ILO Sözleşmelerindeki kazanıl-

mış hakları ve güvenceleri koşulsuz savunuruz. Dünyadaki gerçek bir barış için koşullar da bunlardır. Tüm ülkelerde gerçek bir demokrasi için şartlar bunlardır ve bunlar da ancak halkların kendi kaderlerini tayin hakkı ve ırklar arasındaki eşitlik temelinde yükselebilir. Bu nedenle her yıl Cenevre’de yapılan ILO yıllık toplantısında ILC de ILO Sözleşmelerinin savunulması için bir konferans düzenliyor. Ayrıca çeşitli bölgesel kampanyalar ve girişimler örgütledik. “Serbest Ticaret Anlaşmalarına” karşı-örneğin Amerika kıtalarında NAFTA ve FTAA’ya karşı, Avrupa’da Maastricht Anlaşmasına karşı- Çin’de, Romanya’da, Kore’de, Togo’da ve dünyanın birçok yerinde sendikal faaliyetlerinden dolayı hapsedilen aktivistlerin serbest bırakılması talebi ile işçileri savunan çok sayıda kampanyalar örgütledik. Uluslararası Bağlantı Komitesi kendisini varolan uluslararası işçi örgütlerinin yerine koymuyor ya da onlarla rekabete girmiyor. ILC tarihi modeli olarak 1864’te Londra’da kurulan Uluslararası İşçi Derneği’ni - I.Enternasyonal’i - alıyor. O gün de bugün olduğu gibi amaç, işçileri savunmak için samimi bir şekilde mücadele eden tüm akımları, işçi demokrasisi temelinde, çeşitliliğe saygı göstererek ve birleşik eylemi ileriye taşıyacak bir biçimde örgütlemekti. 23-24 Ocak 2003 tarihinde Savaşa Karşı Acil Konferansı örgütledik ve “Savaşa Karşı Uluslararası Emek Hareketi”ni inşa etmeyi kararlaştırdık. Kampanyalarımızın ve amaçlarımızın kısa bir özeti bu. Her hafta ILC’nin faaliyetleri ile ilgili bilgiler içeren bir bülteni üç dilde yayınlıyoruz. Adres: ILC, c/o Parti des Travailleurs - 87, rue du Faubourg Saint-Denis, 7510 Paris, Fransa eit.ilc@wanadoo.fr, http://www.owcinfo.org

ILC Emek Platformuna Çağrı

Emek Platformunu bağımsız bir işçi partisi kurulması için çağrıda bulunmaya davet eden kampanyanızı destekliyorum.

İsim, Soyisim: ................................................... Sendika: ...................................................

Görev: ................................................... İmza: ...................................................

Desteğinizi doğrudan bizimle temas kurarak veya (216) 330 95 67 nolu faksa veya iscikardesligi@iscikardesligi.org e-posta adresine göndererek iletebilirsiniz. Tam kampanya metnini Nisan ve Ocak 2005 sayılarımızın yanı sıra İnternet’te http://www. iscikardesligi.org/yazi.php?yazi_no=311 adresinde bulabilirsiniz.

19


A

Uluslararası İşçi Kardeşliği

macımız Türkiye’de patronların ve hükümetlerinin vahşi saldırısına karşı koyabilmek için işçi sınıfının birleşik mücadelesine ve tüm ezilenlerin, yoksul halkın bu mücadeleye katılmasına hizmet etmektir. Bu mücadeleyi bütün dünyada ortaklaştırmak için ILC’nin Açık Dünya Konferanslarına katılıyoruz ve Türkiye’de ortak kampanyalar örgütlüyoruz. ILC haftalık bültenlerini her hafta çevirerek İnternet sitemizde yayınlıyoruz. Aylık olarak da Türkiye ekleriyle birlikte Uluslararası İşçi Kardeşliği elinizde olacak. Özelleştirmeye, kuralsız çalışmaya, sendikasızlaştırmaya, grev hakkının yok edilmesine, işsizliğe, açlığa ve savaşa karşı mücadeleyi birleştirerek ve yükselterek ilerleyebiliriz.

Patronsuz bir parti; “İşçilerin Kendi Partisi”

Artık işçiler olarak bir siyasal güç oluşturmadan, toplumdaki gücümüz kadar siyasal alanda temsil edilmeden ne yeni bir hak almamızın ne de varolan haklarımızı, sendikalarımızı korumamızın mümkün olmadığını hepimiz görüyoruz. Türkiye işçi sınıfı olarak atmamız gereken birçok adım var ama bunların en önemlisi patronlardan ve onların devletinden bağımsız bir işçi partisinin kurulmasıdır. Şimdiye kadar hangi siyasi görüşe yakın durmuş olursa olsun bütün işçi örgütleri, işçilerin ve emekçi halkın en basit ve temel çıkarları etrafında bir araya gelmek zorundadırlar. Karşımızda yıllardır aralarındaki bütün it dalaşlarına rağmen birleşmiş bir patronlar cephesi vardır. Birleşmiş patron-

lar cephesi ile mücadele edebilmek için ise birleşmiş bir işçi cephesine ihtiyaç var. İşte “İşçilerin Kendi Partisi” böyle bir cephe olmalıdır.

Tek örgütümüz var: sendikalarımız

Görev öncelikle her şeye rağmen varlığını sürdürmeye çalışan işçi örgütlerine, sendikalara ve bu örgütlerin samimi dürüst kalmış yöneticilerine, sınıf bilinçli işçilere düşmektedir. Tek işçi örgütü olan sendikalar, bizden önceki işçi kuşaklarının alınterlerinden arttırdıkları kuruşlarla ve zorlu mücadelelerle kuruldu. Bu birikimimiz, şimdiki ve gelecek kuşak işçilerin, yoksul halkın çıkarları için kullanılmalıdır. Bu hem işçi sınıfına, hem de tüm ezilenlere ve yoksul halka karşı tarihi bir sorumluluktur. Bu sorumluluğun gereğini bugün yerine getirmeyenler yarın örgütlerimiz iyice un ufak olduğunda temsil ettikleri işçilere ne yüzle bakacaklarını düşünmelidirler. Evet, bu gidişin sonunun kıyamet olduğunu gören bütün işçi önderleri, patron hükümetlerine karşı tek kurtuluş yolunun bir işçi hükümetinden geçtiğini görmelidirler. Sadece sendikalı işçilerin değil tüm işçilerin, yoksulların, işsizlerin, ezilenlerin çıkarlarını savunmak için birlikte siyaset yapmalıyız. Uluslararası İşçi Kardeşliği, sendika ve konfederasyon ayrımı yapmadan mücadeleci bütün işçilerin, işçi önderlerinin ve sendika yöneticilerinin bir araya gelerek “İşçilerin Kendi Partisi”ni kurma mücadelelerini desteklemek için çalışmaktadır.

Uluslararası İşçi Kardeşliği

Sayı: 6 (12) • Kasım 2005 Sahibi ve Sorumlu Yazı İşleri Müdürü: Engin Bodur • Baskı: Selin Ofset / (212) 577 63 48 Yönetim Yeri: Rasimpaşa Mah. Nüzhet Efendi Sok. No: 36/5 Kadıköy/İstanbul • Tel/Faks: (216) 330 95 67 http://www.iscikardesligi.org • iscikardesligi@iscikardesligi.org • PTT Posta Çeki Hesap No: 1051319


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.