Ik18

Page 1

18

Sayı: Haziran 2006 Bedeli: 1 YTL

ya işçi - yoksul köylü hükümeti, ya kıyamet!

İşçi Kardeşliği İKP

Merkezi Yayın Organı

e-posta: iletisim@iscikardesligi.org • web: www.iscikardesligi.org

İşçiler kendi partilerini kurdular:

İ

İşçi Kardeşliği Partisi! Kurucular

ki seneyi aşkın süredir kitlesel bir işçi partisinin kurulması için uğraşan “İşçilerin Kendi Partisi” girişimcileri, 15-16 Haziran Büyük İşçi Eylemi’nin 36. yıldönümünde Zeki Kılıçaslan’ın genel başkanlığında İşçi Kardeşliği Partisi’nin kuruluşunu gerçekleştirdiler ve Saraçhane Sigorta Müdürlüğü önünde yaptıkları bir basın açıklamasıyla bunu kamuoyuna duyurdular. Başında beri bu faaliyetin yayın organı olma görevini üstlenen İşçi Kardeşliği ileri doğru bu adımla beraber artık gazete olarak çıkmaya başlayacak. İşçi Kardeşliği Partisi işçi sınıfına ve tüm insanlığa hayırlı olsun!

Y

ıllar boyu Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde hükümeti ve muhalefeti temsil eden bütün partiler büyük patronlar hesabına çalıştılar. Çıkarttıkları bütün kanunlar ve kararnameler büyük patronların lehine, bizim aleyhimize oldu. Bu durum günümüzde de geçmişte olduğu gibi devam ediyor. Kendini ister “sağcı” ister “solcu” olarak göstersin bütün iktidar partileri, büyük patronlara hizmet etmekte birbirleriyle yarışıyorlar. En basit bir hak talebinde bulunduğumuzda, hatta artık herhangi bir talepte bulunmadığımızda bile işyerinin kapısının önüne konulup biletlerimiz kesiliveriyor veya hayatlarımızı bu tehdit altında sürdürüyoruz. Birlikte hareket etmemizi sağlayabilecek tek güvence olan sendikalarımız hızla zayıflatılıyor. Sendikasızlaşmaya, taşeronlaşmaya, kuralsız ve esnek çalışmaya, hatta sigortasızlaşmaya itiliyoruz. Demokrasinin birinci şartı olan serbest toplu pazarlık hakkımızı kullanamadığımız gibi sosyal güvencelerimizi korumamızı sağlayacak grev hakkının kullanılması bile büyük bir lüks haline gelmiş durumda. İş artık o halde ki, mevcut kanunlarda kendi lehimize olan bazı kırıntıları bile savunmaya ya da kullanmaya cesaret edemez durumdayız. Büyük patronlarsa artık o kadar pervasızlaştılar ki, bize her durumda daha fazla saldırmayı en tabii hakları görüyorlar.

Peki bu neden böyle? Çünkü bütün hükümetler onların hükümetleri. Bu hükümetlerin hiçbiri sendikalarımızı muhatap bile almıyor. Oysa büyük patronları ve onların temsilcilerini el üstünde tutuyorlar, sofralarından eksik etmiyorlar ya da onların sofralarına davet edilmekten gurur duyuyorlar. Dürüst işçi sendikaları hükümetlerden sürekli azar işitip aşağılanırlarken, büyük patron sendikalarının yöneticileri başbakanların özel uçaklarıyla yurtdışı gezilerine götürülüyorlar. Ama aslında bu duruma şaşıracak hiçbir şey yok. Tabii ki böyle olacak. Çünkü bu hükümetler hep zengini daha zengin etmenin, işçiyi ve fakir fukarayı daha fazla ezmenin hükümetleri. Türkiye‘de çalışan nüfus olarak 23 milyonuz. Ailelerimizi de hesaba kattığınızda 50-60 milyon. Geri kalan 10 milyon zenginler ve bunların çok ufak bir bölümü de büyük zenginler. Ama bu kesimlerin Meclis’teki temsiline bir bakın bakalım. 50-60 milyonun hiçbir temsilcisi yokken, 10 milyonun ve küçücük bir süper zengin azınlığın neredeyse 550 vekili var! Hepimiz biliyoruz, yıllar boyunca ne kadar çökertilirse çökertilsin Zonguldak aslında bir işçi, daha doğrusu maden işçisi şehri. Peki siz hiç Zonguldak’ın Meclise maden işçisi milletvekilli gönderdiğini duydunuz mu? Tabii ki duymadınız, çünkü ne Zonguldak’ın ne de Türkiye’nin diğer

işçi bölgelerinin işçilerini parlamentoda temsil edecek bir partileri ne yazık ki yıllardır olmadı.

Abdülbari Okta, İşçi Ali Kemal Akpınar, İşçi Bayram Palaoğlu, İşçi Cumhur Altay, İşçi Doğan Fennibay, Mühendis Engin Bodur, İşçi Enver Uçar, İşçi Fedayi Öztürk, Emekli işçi Fırat Güneş, İşçi Hazır Duvan, İşçi İ. Halil Çakırlı, İşçi Kılıç Savaş, İşçi M. Rıfat Ucur, Emekli işçi Mefan Yağar, İşçi Mehmet Şadi Ozansü, Öğretim elemanı Mesut Ozansü, Avukat, eski MP ve CHP milletvekili Muharrem Kartefe, İşçi Mustafa Durdağı, İşçi Mustafa Yanılmaz, Emekli işçi Muzaffer Çavuşlu, İşçi Nadir Bıçakçı, Emekli işçi Necdet Kılıçaslan, İşçi Nevzat Kulaoğlu, Mali müşavir Nihat Can, İşçi Nusret Çeç, İşçi Pınar Erol, İşçi Rıza Ökten, İşçi Saffet Bilgi, İşçi Salih Akdemir, İşçi Serkan Çavuşlu, İşçi Yaşar Avcı, Emekli işçi Zeki Kılıçaslan, Öğretim üyesi

Mesele işçiden ya da emekten yana olduğunu iddia eden bir parti olması da değil. Türkiye’de bunlardan da var. Mesele işçilerin kendilerinin kendi partilerini inşa etmesi. Kurucularının işçi olacağı, bütün yönetim kademelerinin işçi olacağı, milletvekillerinin ve bakanlarının işçi olacağı ve dolayısıyla Türkiye’de bir işçi-yoksul köylü hükümetinin yolunu açacak olan bir partinin inşası. Memleketin toplam nüfusunun çoğunluğunu bu kesimler meydana getiriyorsa neden onlar kendi hükümetlerini İKP de dört ya da daha fazla eğilimi bir kendi partileri aracılığıyla başa geçirme- araya getirecek. Şu farkla ki: Özal dört büyük patron eğilimini bir araya getirsinler ki? mişti, İKP bütün işçi sınıfı eğilimlerini İşte İşçi Kardeşliği Partisi bunun için bir araya getirecek! Şimdiden bütün işçi kuruldu. Kendisine ister “sağcıyım” ister sendikalarına ve işçi örgütlerine çağrı“solcuyum” desin, büyük patronlardan mızdır: Gelin İşçi Kardeşliği Partisi’nin ve devletten bağımsız, en basit çıkar- inşasına katılın, bu parti sizin partinizdir, ları temelinde mücadele etmeye kararlı sizinle büyüyecek, sizinle hükümet olaişçilerin, emeklilerin, yoksul köylüle- cak! Ve tabii sizinle büyük patronların rin ve işsizlerin partisi olacak bu parti. bu zulüm düzenine son verecek! Daha şimdiden, yani henüz kuruluşunu Şüphesiz aynı daveti bugüne kadar ilan ettiği andan itibaren söylediğimiz bileşime uygun olarak kuruldu. Partinin büyük patron partilerine oy vermiş, onlakurucularının ezici çoğunluğunu işçiler rı desteklemiş bütün işçi kardeşlerimize meydana getiriyor. Partinin tüzüğü gere- de yapıyoruz. Gelin, kendini sağcı ya da solcu olarak niteleyen bu partilerden ği bu ileride de hep böyle olacak. desteğinizi çekin ve topluca kendi partiTurgut Özal Anavatan Partisi’ni kurar- nizin üyesi olun. Bu karar sizin geleceken ellerini başının üstünde kenetleyip ğinizi belirleyeceği gibi çocuklarınızın dört eğilimi bir araya getirdim, demişti. geleceğini de tayin edecektir.

Ya İşçi-Yoksul Köylü Hükümeti, Ya Kıyamet! Yaşasın İşçi Kardeşliği Partisi!


POLİTİKA

2

4-C’lilere kadrolu istihdam için mücadeleye!

İşçi Kardeşliği, 37 CHP’li milletvekilinin 27 Nisan 2006 tarihinde TBMM Başkanlık makamına sunmuş olduğu ve şu anda komisyonda görüşülmekte olan Özelleştirme Uygulamaları Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi’ni desteklemektedir.

B

u teklife göre; özelleştirme programındaki kuruluşlarda çalışmakta iken iş akitleri feshedildiği için kamu kurum ve kuruluşlarında geçici personel statüsünde çalışmakta olanlardan, isteyenlerin halen çalışmakta oldukları kurumlar içerisinde sürekli işçi kadrolarına atanmaları öngörülmektedir. Bu teklif yasalaşırsa, özelleştirme sonucunda karşılaşılan kuralsız çalıştırma ve örgütlü işgücünün tasfiye edilmesi projesinin oluşturduğu yaralar hafifletilecektir.

tur. Özelleştirme, planlı bir biçimde yürütülen kamu ekonomisinin yağmalanması ve örgütlü işçi sınıfının dağıtılması projesidir. Bu sebeple özelleştirilen (yağmalanan) işletmelerin yeniden kamulaştırılması bizim acil sınıfsal bir talebimizdir. Bu süreçte uğradığımız yaraların sarılması, pansuman yöntemiyle

Zeki Kılıçaslan

Patronların “sağcısına”, “solcusuna” karşı İKP kuruldu

Ülkemizde bu kadar parti varken yeni bir partinin kurulması şüpheyle karşılanabilir. Türkiye siyasetine baktığımız zaman gerçekten de bir çok sayıda “sağcı” ve “solcu” parti olduğu görülmekte. Fakat başka bir gerçek de gün gibi ortadadır. Türkiye’de işçisimemuru, tüm çalışanları, emeklileri ve işsizleri ile koca bir işçi sınıfı ve yoksul halk katmanları siyasette yoktur. Toplumun büyük çoğunluğunu oluşturan işçi sınıfı, kendi içinden çıkan temsilcileri ile parlamentoda temsil edilememektedir.

Uluslararası İşçi Kardeşliği Sayı: 18 • Haziran 2006

almaları ve hiçbir ek şarta bağlamaksızın 4-C mağduru arkadaşlara kadrolu istihdam olanağını sağlamaları konularında desteğimizi sunuyoruz.

Sahibi ve Sorumlu Yazı İşleri Müdürü: Engin Bodur

Yönetim Yeri:

Rasimpaşa Mah. Nüzhet Efendi Sok.

Ancak bilelim ki CHP, asla özelNo: 36/5 Kadıköy/İstanbul Tel/Faks: (216) 330 95 67 leştirmeye karşı hakkıyla mücadele edemeyecektir. Çünkü bu özelleştirmeci, patroncu politikalara göbekİnternet: ten bağlıdır. Bu yüzden, bundan http://www.iscikardesligi.org ...bilelim ki CHP, asla sonra yapılması hedeflenen özeliletisim@iscikardesligi.org özelleştirmeye karşı leştirmelerin engellenmesi için ve işletmelerin yeniden millileştirilmehakkıyla mücadele PTT Posta Çeki Hesap No: si için samimiyetle mücadele etmek 1051319 edemeyecektir. Çünkü bu isteyen tüm işçi arkadaşlarımızı ve özelleştirmeci, patroncu işçi kökenli milletvekillerimizi, patBaskı: roncu politikacıların yalan tavından politikalara göbekten Selin Ofset koparak İşçi Kardeşliği Partisi’ni Güven Sanayi Sitesi B Blok No:245 bağlıdır. inşa sürecine katılmaya davet ediTopkapı/İstanbul yoruz. Tel: (212) 577 63 48 değil, işçi sınıfı kararlılığı etrafında örgütlenmiş bir siyasal partiyle, bu talepler doğrultusunda mücadele Madenler bölgeselleştiriliyor! etmekle mümkün olacaktır. ükümetin hazırladığı bir Maden Kanunu değişikliği tasarısı ile maden-

Özelleştirme sonucunda işçiler işsiz kalmışlar, sendikal örgütlülüklerini kaybetmişler, bir de üstüne iyilikmiş gibi gösterilerek, 4C uygulaması ile, kamu tarafından kuralsız çalıştırılmaya, sendikal, Milletvekilleri verdikleri tek- sosyal hiçbir hakları olmaksızın, lifin gerekçesinde, “özelleştirme senelik izin hakkı bile verilmeksiuygulamalarının ülke ekonomisi- zin çalıştırılmaya başlanmışlardır. ne katkısı olduğu hususunda şüphe Bu kanun teklifi ile ilgili olasahibi olduklarını” belirtmişlerdir. rak, milletvekili arkadaşlara önceAslında bu konuda şüpheye yer yok- likle genel kurulda mücadeleci tavır

Bizim Taraf

İşçi Kardeşliği

tüm ezilen halk kesimleri bağımsız olarak bir parti ile siyasette yerlerini alamadılar. Egemen sınıfların batıcı-laik kesimleri kendilerini “solcu”, geleneksel-muhafazakar kesimleri ise “sağcı” olarak tanımladı. Her iki taraf da kapitalist sömürü düzenini savunuyor ve iki taraf da esas olarak birer patron siyaseti güdüyordu. Bunlar halkın yaşadıkları gerçek sorunları, eşitsizliği ve adaletsizliği unutturup sahte taraflar yarattılar. Bu nedenle Türkiye’de “sağ” ve “sol” siyasi taraflar, din-inanç-mezhepkültür farklılıkları temelinde oluştu. Halkın sorunları ile ilgisi olmayan bu sahte “ilerici” – “gerici”, “sağ” – “sol”, Sünni – Alevi, dindar – dindar olmayan, türbanlı – türbansız kavgası içinde işçiler ve tüm yoksul halk kesimleri taraf tuttu ve bunlardan birilerine destek vermek zorunda kaldı. Bu siyaset anlayışı ise sadece her düşünceden patronlara ve emperyalist batı ülkelerine hizmet etti ve etmeye devam ediyor. Artık bu durumu aşmanın zamanı gelmiştir.

1961 yılında işçi temsilcileri tarafından kurulan ve kısa ömürlü olan İşte İşçi Kardeşliği Partisi (İKP), Türkiye İşçi Partisi deneyini bir kenara bırakırsak, çok partili siyasi haya- sahte kavgalara karşı bütün işçilerin ta geçtiğimizden bu yana işçiler ve ve yoksul halk kesimlerinin patron-

H

leri İl Özel İdareleri’nin ihale etmesine olanak tanınıyor. Bu tasarıya tümüyle karşıyız. Ülkemizin yeraltı ve yerüstü zenginlikleri bu milletin malıdır! Milletin malı üzerinde özel mülkiyet olamaz! Anayasa’ya aykırı olan bu usul, derhal terk edilmelidir! Yerli veya yabancı patronlara devredilmiş işçi katili tüm özel madenler yeniden millileştirilmelidir!

3 Haziran günü Balıkesir/Odaköy’de patronların aşırı kar hırsı yüzünden ölen işçi arkadaşlarımızın ailelerine baş sağlığı diliyoruz. Bu kayıplarımız, aslında mücadelemizin ve taleplerimizin ne kadar hayati olduğunu bir kere daha hatırlıyor. Binlerce maden işçisini özel sektörün kanlı ellerine emanet edemeyiz. Ölüm ve kan bedeli karşılığı zenginleşmiş maden patronlarının servetleri, derhal, yetim ve dul kalan işçi aileleri için kurulacak bir fona aktarılmalıdır! lara ve sömürücülere karşı gerçek bir saflaşmasını sağlamak için mücadeleye atılmaktadır. İKP bir çok partinin söylediği gibi “işçiden-emekten yana” bir parti değil, patronların üye olamayacağı, işçilerin kendi partisi olacaktır. İKP şimdiye kadar hangi partiyi desteklemiş olursa olsun sömürüsüz bir toplum için mücadele etmek isteyen bütün işçilerin, yoksul halk katmanlarının birlikte olacağı, demokratik bir parti olacaktır. İKP’yi oluşturanlar belirli bir “sol-sosyalist” veya başka bir ideolojik anlayışın dayatılması ile işçilerin siyasi birliğinin sağlanamayacağının bilincindedirler. Bu nedenle İKP, işçilerin ve diğer yoksul halk katmanlarının çıkarı için siyasi mücadele vermek isteyen tüm işçi eğilimlerinin birlikte olabileceği fakat farklı görüşlerin kendisini özgürce ifade etmesinin egemenlere karşı tek bir yumruk gibi olmayı engellemeyeceği bir yapıyı hedeflemektedir.

lik saldırısı, bölgemizdeki Arap, Türk, Acem, Kürt, Sünni, Şii bütün Müslüman halkları birbirine düşürmek amacındadır ve bunu bir ölçüde başarmıştır. İşgal altındaki Irak, kan gölünde yüzmekte, sırada İran ve Suriye bulunmaktadır. Bölgemizde yaşayan bütün milletlerden insanların emperyalist sömürü sistemine karşı direnişi, ancak kardeşliğin sağlanması ile mümkündür. Ama öncelikle her milletin içinde emperyalistlerle birleşmiş olan patron sınıfına karşı işçilerin ve tüm yoksul halkın birliğinin, kardeşliğinin sağlanması gerekiyor. Öte yandan biliyoruz ki herhangi bir etnik milliyetçiliğin, dini veya mezhebi kimliğin dayatılmaması işçilerin ve yoksul halkın siyasi birliği için mutlaka gerekli olan bir durumdur. Patronların egemenliğinin sona erdirildiği bir Türkiye, bölgemizdeki tüm halkların kardeşliğinin ve emperyalist barbarlığa karşı mücadelesinin de kalesi olacaktır.

Gerek ülkemiz gerekse bölge “Mazluma dini, milliyeti sorulhalkları açısından çok sıkıntılı günler yaşıyoruz. Başta ABD olmak üzere maz”, anlayışını temel alan İKP, emperyalist ülkelerin petrolün kont- böyle bir Türkiye ve dünya için çalırolü için Ortadoğu ülkelerine yöne- şacaktır.


Sayı: 18 Haziran 2006

POLİTİKA

Bölgesel yarım asgari ücrete hayır!

Uzunca bir süredir İşçi Kardeşliği sayfalarında, bölgesel asgari ücret getirilmek istendiğine dair haberler yayınlamaktayız. İşte bu kadarı da olamaz dediğimiz bu düşünce bugün artık gerçekleştirilmek isteniyor.

B

aşta ülkenin doğu illeri olmak üzere yurdun bir kısmında asgari ücret yarı oranında düşürülmek istenmekte. Bu teklif, uygulamanın başlayacağı illerde bir anda ortalama gelirin yarıya düşmesi demektir. Bu uygulama, sonuç itibarıyla milli ortalama ücretin de düşmesine sebep olacaktır. Bu teklifle; “Beş yıl süreyle; Adıyaman, Ağrı, Ardahan, Bayburt, Batman, Bitlis, Bingöl, Diyarbakır,Gümüşhane, Hakkari, Iğdır, Kars, Mardin, Muş, Siirt, Şanlıurfa, Şırnak, Van ve Yozgat illerindeki işyerlerinde asgari ücretin yazılı olarak yapılacak iş sözleşmeleriyle yüzde 50 oranına kadar düşük

tespit edilebilmesi, bu illerde çalışan ve ücretleri yukarıdaki şekilde belirlenen sigortalılar için işçi ve işveren sigorta primi hisselerinin yüzde 1 oranından hesaplanması, bu sigortalılardan işsizlik sigortası kapsamında olanlardan işsizlik sigortası primi kesintisi yapılmaması, yine bu sigortalılara ait vergilendirmenin yüzde 80’e kadar indirilmesi” yasalaştırılmak isteniyor. Görüyoruz ki bugün, milli asgari ücreti ve Anayasa’nın bunu düzenleyen hükümlerini savunmamız elzemdir. Çünkü Anayasa’nın 55. maddesine göre asgari ücret ülkenin bütünü

Bakanlar Kurulu tarafından TBMM’ye sunulan “Terörle Mücadele Kanunu’nun Bazı Maddelerinde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı” hakkındaki tartışma, işçi sınıfını ve onun mücadelesini doğrudan etkileyen diğer bütün kanun tasarılarında yapıldığı gibi gayet sığ ve seviyesiz bir muhalefetle karşılaşmaktadır. Devletin güvenlik yasaları, işçi sınıfı mücadelesini doğrudan ilgilendirir ve her zaman suçlulardan ziyade patrona karşı hakkını arayan işçi sınıfına uygulanır. Bu belirlenimleri unutmadan AB’den yaldızlı pekiyi alacak olan Terörle Mücadele Kanunu değişikliklerine bir bakalım. CK (Türk Ceza Kanunu) m. 220/ 8’de yer alan “suç örgütünün amacının propagandasını yapmak” suçu demokratik bir düzende kabul görmemesi gereken bir anlayışın ürünüdür. Düşünelim; hakikaten bir suç örgütü var ve kanuna aykırı fiiller gerçekleştiriyor, ancak bu örgütün amaçlarından bir tanesi de “işçi sınıfının patronlardan bağımsızlığını savunmak” olsun. Bu durumda bizler işçi sınıfının devletten ve patronlardan bağımsız siyaset yapmasını savunduğumuzda, sırf bunu o suç örgütü de bir yerde andı diye suçlu mu olacağız, hatta yeni teklife göre terörist mi olacağız? Bu tahammül edilmez bir hukuki nitelendirme hatasıdır ve demokratik anayasal düzenle asla bağdaşamaz.

Teklifin üçüncü maddesi, büyük bir suç katalogu sıralayıp her şeyi terör suçu olabilecek bir niteliğe soktuktan sonra, bir fıkrasında da “Anayasa’nın 120. maddesi gereğince olağanüstü hal ilan edilen bölgelerde, olağanüstü halin ilanına neden olan olaylara ilişkin suçları” terör suçu olarak kabul etmiştir. Arkadaşlar, ülkemizin doğusunda ve batısında bugüne değin yüzlerce defa olağanüstü hal ilan edildi. Olağanüstü hal ilanı, hakikaten terör saldırılarının artmasından kaynaklanabileceği gibi, toplantı ve gösteri yürüyüşlerinin artması vs. sosyal patlamalar sebebiyle de olabilir. Her türlü suçu terör suçu haline sokmak Anayasa’nın demokratik nitelikleriyle bağdaşmaz. Örnek olsun; belki bu satırları okuduğumuzda takvim 15

lerde tüm işçilerin ücretlerinin bu düzeye ineceğini bilir. Ne Türk milliyetçiliği şampiyonları, ne de Kürt ulusal kimliğinin savunucusu olduğunu iddia edenler bu bariz ayrımcı, bölgeselleştirmeci, yoksullaştırmacı teklif karşısında seslerini çıkarmıyorlar! Herkesi bu insanlık dışı teklife karşı durmaya çağırıyoruz. Bölgesel asgari ücret ülkenin tümünde emeği ile geçinmek zorunda olan herkese büyük darbe vuracaktır, karşısında güçlü bir şekilde durulmalıdır.

temel alınarak belirlenir, yoksa bir bölge esas alınamaz! Bu yasayı hazırlamaktaki gerekçeleri özellikle doğu illerinde sefalet ücreti bile denemeyecek ücretlere çalışmaya hazır bir işsizler ordusu olması. Bu bölgelerde yaşayanların mağduriyetinden, bu yoksul bölgeleri daha da yoksullaşBölgesel gelişmişlik düzeyleri aratırarak, insanları buralarda daha da sındaki farklar, özel sektöre kıyak ve yoğun sömürerek faydalanmak istiyalandan uygulanan teşviklerle değil, yorlar. bir kamu yatırımları seferberliğiyle Yasa teklifine göre, yarım asgari giderilebilir. Asgari ücret vergiden ücret, sözde yeni işe alınacak işçiler muaf olmalıdır. Ülke çapında beliriçin uygulanacak. Oysa ekonomiden lenmelidir. Acilen en az yoksulluk azıcık anlayan bir çocuk bile, böyle sınırı olarak hesaplanan düzeye çıkabir düzenleme sonrasında bu bölge- rılmalıdır.

Terör haricinde her şeyle mücadele edecek bir kanun teklifi!

T

3

veya 16 Haziran gününü gösteriyor olacaktır. Ne olmuştu 15-16 Haziran 1970 günlerinde? Hükümet DİSK’in önünü kesmek ve bu konfederasyonu kapatmak için bir kanun teklifi hazırlamıştı. Bunun üzerine hem Türk-İş’li, hem DİSK’li işçiler olarak tüm işçi sınıfı fabrikalarından koparak gösteri yürüyüşleri sergilediler. Bunun üzerine hükümet olağanüstü hal ilanına gitti. İşte, yeni Terörle Mücadele Kanunu kabul edilirse bu tür eylemlerin hepsi bir anda terör eylemi olacak ve bugün şanlı 15-16 Haziran direnişimiz diye yazı kaleme alan, panel yapan kimseler teröre övgü suçlamasıyla karşılaşabilecektir. Bu anlayış, açıkça işçi sınıfı birikimlerine yapılan bir saldırıdır, uyanık olalım.

Değişiklik tasarısının 10. maddesi ise bir hayli ilginç. Bu teklif maddesine göre, terörle mücadele alanında görev alan istihbarat ve kolluk görevlileri ile bu amaçla görevlendirilmiş diğer personelin [bunlar herhalde itirafçılar], bu görevlerinin ifası sırasında suç işledikleri iddiasıyla karşılaşmaları halinde bağlı oldukları kurum bütçesinden karşılanmak üzere bu kamu görevlisi sanıklara avukatlık ücretinin sınırına bakılmaksızın üç adet avukat tahsis edilecek. Daha bitmedi, hangi suçu işlerse işlesin, bu kamu görevlileri yargılanma aşamasında tutuklanmayabilecek. Bu inanılmaz bir hukuk dışılıktır. Arkadaşlar, devlet suça bulaşmış hangi memuruna böyle ayrıcalıklar sağlıyor ve ayrıca zaten suça bulaşan kimselere böyle ayrıcalıklar sağlanmalı mı? Yani bir terörle mücadele görevlisi gizli görev bahanesi altında uyuşturucu madde ticareti yapacak, işkence yapacak, ırza tecavüz edecek veya herhangi bir terör suçunun bizzat faili olabilecek ve biz bu kimseleri savunması için vergilerimizle ve avukatlık ücret tarifesine bağlı kalmaksızın avukat tutacağız. Ve sanki bu gibi kimselere kaçma imkanı sağlar gibi tutuklama kararı vermeyeceğiz. Bu inanılmaz bir kayırma olacaktır. Ve bu anlayış asla kabul görmemelidir. Çünkü bu yorum ancak “benim suçlumdur, ne yapsa yeridir” anlayışıyla izah edilebilir ki, demokratik bir düzende yaşamak arzusunda olan biz işçiler bunu asla kabul etmeyiz.


4

PARTİMİZ

İşçi Kardeşliği Partisi Programı

15 Haziran 2006

Tanım

“İşçi Kardeşliği Partisi” (“İKP”) ücretli çalışanlardan, emeklilerden ve işsizlerden oluşan Türkiye işçi sınıfının partisidir. Demokrasinin temeli, partilerin ve tüm işçi örgütlerinin devletten ve patronlardan bağımsız olmasıdır. İKP de bu düstura göre hareket eder. “İKP” işçi sınıfı içindeki herhangi bir ideolojik/politik eğilimin partisi değil, patronlardan ve devletten bağımsız olarak mücadele etmek isteyen her türlü sınıf içi eğilimi demokratik temelde bir araya getiren bir partidir.

Amaç

İşçi Kardeşliği Partisi’nin amacı Türkiye’de ve dünyada her türlü sömürüye son verecek işçi-yoksul köylü hükümetlerinin kurulmasını sağlayarak bir işçi iktidarına ulaşmaktır. İşçi sınıfının bağımsız örgütlenmesi esastır Ülkenin ve işçi sınıfının geleceği, işçilerin, patronlardan ve devletten bağımsız, sınıf içi farklı eğilimlerin demokratik birliğini gözeten, siyasi, sendikal ve diğer öz örgütlenmelerinin geliştirilip güçlendirilmesine bağlıdır. Bunun için; tek bir çalışanın bile sigortasız, sendikasız çalıştırılmasına izin verilmemeli, çıkarılacak yasalarla işçilerini bu şekilde çalıştıran işletmeler tazminatsız kamulaştırılmalıdır. Çalışanların haklarını düzenleyen ILO sözleşmeleri derhal uygulanmaya koyulmalı, ortak çalışanlar yasası çıkartılmalıdır. Taşeronlaştırmaya ve kuralsız-esnek çalıştırma biçimlerine son verilmelidir. Başta subay, astsubay ve polisler olmak üzere tüm güvenlik mensuplarına sendikal haklar tanınmalıdır.

İşyeri ve işkolları temelinde örgütlenen sendikaların yanı sıra coğrafi bölge veya kent düzeyinde yatay işçi örgütlülükleri ve demokratik nitelikli yoksul halk dayanışma birlikleri oluşturulmalıdır.

Avrupa Birliği: sermayenin birliği

Amerikan emperyalizminin, yani tekellerin ve uluslararası mali şirketlerin hedefi bellidir; dünyanın tek ve mutlak efendisi olmak. Avrupa Birliği de emperyalistler arası rekabette büyük güç olabilmek için kurulmaya çalışılan bir büyük patronlar birliğidir. AB, Avrupa ulus devletleri içinde işçi sınıfının yüzyıllar boyu yaptığı mücadele ile sağladığı ekonomik, sosyal ve demokratik kazanımları yaygınlaştırmaya çalışan değil, tersine bunları hem Batı hem de Doğu Avrupa’da ortadan kaldırmak amaçlı bir birliktir.

Emperyalizmin kıskacından kurtulmuş bir Ortadoğu, eşitlik ve kardeşlik temelinde yükselen bir Türkiye

Başını ABD’nin çektiği kapitalist emperyalist sistem, her bölgede olduğu gibi Ortadoğu’da da halklar arasında yarattığı düşmanlıklar ve çatışmalardan yararlanmakta ve egemenliğini tesis etmektedir. Türkiye bir emperyalist saldırı ve savaş aracı olan NATO’dan ayrılmalı, Amerika ve İsrail ile yapılan bütün ikili askeri antlaşmalar sona erdirilmelidir. Türkiye Filistin’e, Lübnan’a, Suriye’ye, İran’a ve işgalden kurtulmuş bir Irak’a kardeşlik elini uzatmalıdır.

Ortadoğu halklarının gerçek özgürTarım işçilerinin örgütlenmesi için lüğü, milletlerin kendi kaderlerini tayin mücadelenin yanı sıra ILO’nun yoksul köylü ve çiftçilerin örgütlenmesi söz- hakkını gözeterek, Türk, Arap, Kürt ve Fars işçi ve emekçilerinin birliği leşmesi uygulanmalıdır. yoluyla bütün bu halkların kardeşliği ve Bugünkü sendikal bölünmüşlük dayanışmasının sağlanması ile mümve yozlaşmaya karşı; demokratik ve kündür. mücadeleci bir tarzda işyeri örgütleri “İKP”, milliyetçiliğe dayanan siyatemelinde yükselen, üyelerin söz ve karar sahibi olduğu, her işkolunda tek setlere karşıdır. Milliyetçilik, patronlasendika ve birleşik bir emek konfede- rın işçi sınıfını bölmek için kullandıkları rasyonu doğrultusunda mücadele edil- en büyük silahtır. Bugün bölgesel asgamelidir. Noter şartı ve barajlar kaldırıl- ri ücretin uygulanmaya çalışılması, tüm malı, sendikal anlaşmazlıklar işyerleri- Türkiye’yi kapsayan sosyal güvenliğin ne sandık konularak çözülmelidir. İşçi yok edilmeye çalışılması, işçi sınıfının örgütlerinin her kademesinde görevliler bölgelere parçalanması anlamına gelir. seçimle iş başına gelmeli ve geri çağ- Türk ve Kürt patronlarının kardeşlik rılabilmelidir. Seçimlerde nispi temsil içinde yürüttüğü bu politikalara karşı “İKP”, Türk ve Kürt işçilerin kardeşlisistemi uygulanmalıdır. ğini ve birliğini savunur.

“İKP” Türkiye’nin demokratik siyasi birliğinin baskıcı yönetim tarzları ile değil, demokratik hak ve özgürlüklerin genişletilmesi yoluyla mümkün olduğu inancındadır.

İşçi Kardeşliği satın alma düzeyine yükseltilecektir. Dört vardiya, 35 saat çalışma haftası ve özellikle konut, sağlık, eğitim, sosyal destek alanlarında açılacak yeni iş sahaları ile tam istihdam hedeflenecektir. Toprak işleyenin, su kullananındır. Toprak ağalığı ve yarıcılık kaldırılmalıdır. Yoksul köylülerin öz örgütlenmeleri olan kooperatifler aracılığı ile ortak teknoloji kullanımı ve üretimin geliştirilmesi sağlanmalıdır.

Gerek kentler arasında gerekse kent içinde kitle ulaşım araçlarına ağırlık “İKP” din ve vicdan özgürlüğünü verilmeli; demiryolu, deniz ve hava savunur. Diyanet İşleri demokratikleş- ulaşımı esas alınmalıdır. meli, bütün dinlere ve mezheplere eşit Tekellerin medya aracılığı ile siyahizmet vermelidir. Evrensel insan hakseti ve ekonomiyi belirlemesine son ları ve onuru ile çelişmeyen şekilde verilmelidir. bütün dini inançlar ve inanmayanlar kendilerini serbestçe ifade edebilmelidir. Nüfus cüzdanlarında dini ibare Sağlık, eğitim, olmamalı, din dersleri seçmeli olmalısosyal güvenlik dır. Kamu görevlileri dışında üniversiSağlık ve eğitim, insanların yaşam telerde başörtüsü/kıyafet yasağı kaldıhaklarının en temel parçasıdır. Herkesin rılmalıdır. gelirine göre toplanan vergilerle finanse edilip herkese eşit ve parasız olarak Sömürüsüz bir sunulmalıdır. Bu alanlarda kâr amacıyla kurulan özel işletmeler kabul toplum için üretim edilemez. Sağlık politikalarının temeli araçları üzerindeki koruyucu sağlık hizmetlerinin geliştiözel mülkiyet rejimine rilmesine dayanmalıdır. Zorunlu eğitim on bir yıla çıkartılmalı, demokratik ve son laik nitelikte olmalıdır. Kamu hizmeti Üretim araçları üzerindeki özel mül- veren kurumlarda çalışanların denetimi kiyet sistemi dünyayı pazar, işçileri sağlanmalıdır. de birer makine parçası gibi görüyor. Üniversiteler kamu kaynakları ile Havayı, suyu, yerüstü ve yeraltını, bütün insanları ve canlıları, yani tüm finanse edilmeli; öğretim üyeleri ile doğayı yok olma ile karşı karşıya bıra- diğer çalışanları tarafından yönetilmekıyor. Gezegenimiz yeni yüzyılda ya bu li ve öğrenciler tarafından denetlenrejimden kurtulacak ya da emperyalist- melidir. Ülkenin ve toplumun gerçek ler arası rekabet dünyayı açlık, kıtlık, ihtiyaçlarına yönelik eğitim, bilim ve hastalık, savaş ve çevre felaketleriyle araştırma politikaları oluşturulmalıdır. yok edecektir. Bunu önlemenin yolu Sosyal güvenlik kurumları bugün işçi sınıfının bütün sömürülenlere ve “birleşme” adına yapılmaya çalışıldığı ezilenlere önderlik ederek patronların gibi tasfiye edilmemeli, en ileri kazadüzeni olan kapitalist sistemi yıkmasın- nımlar seviyesinde birleştirilmelidir. dan geçmektedir. Patron devletlerinin Çalışanların geliriyle inşa edilmiş bu yerine işçi devletleri kurulmalı, ulusla- kurumlar, çalışanlar tarafından yönetilrarası dayanışma ve birlikler gerçekleş- melidir. Herkese emeklilik hakkı sağtirilerek dünyada sömürünün olmadığı lanmalı, işsizlik sigortası işsiz kalınan toplumsal adaletin sağlandığı bir düzen sürenin tümünü kapsamalıdır. inşa edilmelidir.

Ekonomik politika

Özelleştirilmiş bütün KİT’ler derhal tazminatsız olarak yeniden kamulaştırılacak, kamu mülkiyetindeki işletmelerde işçi denetimi uygulanacaktır.

Kadınlar ve gençlik

Kadınlar işçi sınıfının yarısıdır. İçinde yaşadığımız toplumda kadınlar baskıya, ayrımcılığa ve şiddete maruz kalıyorlar. Bu sorunların çözümünü önüne koyan bağımsız kadın örgütlenmeleri ve hareketleri desteklenmelidir. Eşit işe eşit ücret verilmeli, kadınların sendika ve diğer toplumsal örgütlerde eşit temsil hakkı için özel önlemler alınmalıdır.

Dış borçlar ile küçük tasarruf sahiplerininki hariç olmak üzere iç borçlar iptal edilecek; IMF, Dünya Bankası ve Dünya Ticaret Örgütü ile bağlantılar kesilecektir. Tüm özel bankalar kamuEğitim ve diğer sosyal hakların yok laştırılacak, dış ticarette devlet tekeli edilmesi ve işsizlik, gençleri hızla uyuşkoyulacaktır. Bir kumarhane olan borsa turucu “sanayisinin” kollarına atmaktakapatılacaktır. dır. Gençler savaşa karşı barış için, Demokratik ve merkezi bir planla- çalışma hakkı için, eğitim ve gelecek mayla acilen çok geniş bir kamu yatı- hakkı için işçi sınıfı ile birlikte örgütlü rımları programına gidilecektir. İşçilerin bir mücadeleye atılmalıdır. ücretleri öncelikle 1989-90 yıllarının


Sayı: 18 Haziran 2006

PARTİMİZ

5 Merhaba

Erlere asgari ücret ödenmeli ve oy hakkı verilmeli- letleştirilsin! dir.

Doğanın korunması ve barış için

Bugün büyük patronlar elinde daha fazla kâr hırsı ile hızla çevresel kıyamete yürüyen bu dünya, çocuklarımız için de hala yaşanabilir olmalıdır. Onun için bugünden nükleer silahların yok edilmesini savunmalı, sanayi tesislerinin havayı, toprağı ve suyu kirletmesine izin verilmemelidir. Sanayi tesislerinin havayı, toprağı ve suyu kirletmesine izin verilemez! Çevreyi kirleten fabrikalarda üretim durdurulsun, gerekli önlemler alınsın. Sistemli kirlilik yayan fabrikalar işçi denetiminde dev-

Uluslararası mücadele

Büyük patronlar nasıl dünya çapında bir örgütlenme yürütüyorlarsa, dünya işçileri ve ezilenler de dünya çapında bir ortak örgütlenme inşa etmek zorundadırlar. Bu ortak örgüt, dünyadaki bütün işçi mücadelelerini birleştiren, onlar arasındaki dayanışmayı ve tecrübe alış verişini sağlayan bir işçi ve ezilenler cephesi olmalıdır. Dünya işçi sınıfının ve ezilenlerinin politik (siyasi parti) ve ekonomik (sendikalar) örgütlerini bir araya getirecek böyle bir cephe, işçi sınıfının kurtuluş mücadelesi yolunda çok büyük bir ileri adım olacaktır. “İKP”, bu amaçla uluslararası mücadelede yerini alacaktır.

İşçi Kardeşliği Partisi Tüzüğü

İşçi Kardeşliği Partisi tüzüğünün Genel Hükümler bölümü. Tüzüğün tam metnini www.iscikardesligi.org adresinden veya İşçi Kardeşliği muhabirlerinden edinebilirsiniz.

Madde 1: Partinin Adı, Merkezi

1. Partinin adı “İşçi Kardeşliği Partisi”dir. Kısaltılmış biçimi İKP’dir. Parti merkezi Ankara’dadır.

Madde 2: Partinin Tanımı

1. İşçi Kardeşliği Partisi; ücretli çalışanlardan, emeklilerden ve işsizlerden oluşan Türkiye işçi sınıfının partisidir. Demokrasinin temeli, partilerin ve tüm işçi örgütlerinin devletten ve patronlardan bağımsız olmasıdır. İKP de bu düstura göre hareket eder. 2. İKP, işçi sınıfının içindeki herhangi bir ideolojik, politik eğilimin partisi değildir. İKP, patronlardan ve devletten bağımsız olarak mücadele etmek isteyen her türlü sınıf içi eğilimi demokratik temelde bir araya getiren bir partidir.

Madde 3: Partinin Amacı

1. İşçi Kardeşliği Partisi’nin amacı Türkiye’de ve dünyada her türlü sömürüye son verecek işçi-yoksul köylü hükümetlerinin kurulmasını sağlayarak bir işçi iktidarına ulaşmaktır.

Madde 4: Partinin Nitelikleri ve İşleyiş İlkeleri

1. Parti üyelerinin düşünce oluşturma ve bunu ifade etme özgürlüğüne kısıtlama getirilemez. 2. İşçi Kardeşliği Partisi’nin temel düsturu, patronlardan ve devletten bağımsız bir siyasal örgütlenmeyi esas alır. Bu sebepten ötürü partinin tüm geliri, işçilerden ve işçilerin öz örgütlerinden sağlanır. 3. Tüzükte belirtilen her parti organının oluşturulmasında ve parti tüzüğünde belirtilen hallerde yapılacak olan önseçimlerde nisbi temsil sistemi esas alınır. 4. Partinin ister merkezi, ister yerel olsun; ister asli ister danışma organı olsun, tüm yönetim birimlerinin üçte ikisi işçi kökenli üyelerden oluşur. 5. Partinin herhangi bir yönetim organına başkanlık edenler ile Genel Başkanlık’a seçilen üyeler üst üste üç dönemden fazla aynı makamda görev alamaz. 6. Tüzüğün ikinci maddesindeki parti tanımında belirtilen ilkelerle çelişmemek kaydıyla parti üyeleri çeşitli parti içi eğilim gruplarında faaliyet gösterebilirler. Parti içi eğilim gruplarının tanınması,

bunlara ilişkin çalışma biçimlerinin belirlenmesi veya bunların faaliyetlerine son verilmesi hususlarında yetki sadece Büyük Kongre’ye aittir.

Madde 5: Üyeliğe Kabul

1. Herkes üyelik için partiye başvurabilir. Patronlar partiye üye olamaz. Ücretli çalışanlar, işsizler, emekliler, yoksul köylüler ve küçük ölçekli bağımsız çalışanlar; partinin program ve tüzüğünü kabul etmek kaydıyla partiye üye kaydedilebilirler. Üyenin temel sorumluluğu, düzenli olarak aidat ödemek ve bir parti biriminde çalışmaktır.

Madde 6: Üyelik Başvurusu ve Başvuru Usulü

1. Üyelik başvurusu, üç nüsha olarak tanzim edilen üyelik fişinin doldurulması ve imzalanması ile tamamlanır. Başvuru, üye adayının ikamet veya işyeri esasına göre belirlenen yerel parti birimine yapılmalıdır. Adayın ikamet veya işyeri muhitinde herhangi bir parti yerel teşkilatı yoksa başvuru sırasıyla bir üst birime yapılacaktır. İlgili birim yönetimi altmış gün içinde başvuruyu reddetmezse, üyelik kabul edilmiş sayılacaktır. 2. Üyelik başvurusu, başvuruda bulunulan parti biriminin yönetim organınca karara bağlanır. Anılan yönetim organının kararına yahut altmış günlük sürenin dolmasıyla kendiliğinden kabul edilen karara karşı; üye adayı veya herhangi bir parti üyesi kararın kendisine bildirilmesinden itibaren geçen on gün içerisinde bir üst birim yönetim organına itirazda bulunabilirler. Bir üst mercii tarafından verilen kararlar kesindir. Ancak kesinleşmesinden itibaren geçen on gün içinde her kabul ve red kararının Merkez Yürütme Kurulu’nca değiştirilmesi imkanı saklıdır. 3. Üyeliği kesinleşen kişiye bir parti kimliği tanzim edilir. Üyelik kayıt fişlerinin bir sureti il teşkilatına, diğer sureti ise genel merkeze gönderilir.

Madde 7: Fahri Üyelik

1. Parti örgütleri, resmen parti üyesi olmayan kimseleri danışma organlarında çalışması yahut herhangi bir parti faaliyetine katkıda bulunması amacıyla fahri üye olarak kaydedebilirler. Parti Meclisi fahri üyelerin çalışma biçimleri, statüleri ve haklarını düzenleyen yönetmelikler çıkartabilir.

İ

Fırat Güneş

nsanoğlu varoluşundan bu yana, yaşam denen gizemli bulmacayı hep kendince yorumlamış, analiz etmeye çalışmış veya kendi çözüm perspektiflerini sunmuş. İşçi kardeşliği çizgisinden köşe yazısı anlamında sizlere ulaştırdığım bu ilk yazımda kendimce düşüncelerimi, yorumlarımı ve çözüm reçetemi sunmaya çalışacağım ya da en azından çizgimizin ne olduğu anlamında sizlere ipuçları vermeye çalışacağım. Bir kere, yaşadığımız coğrafya, gerek ülkemizin kendine özgü yapısı gerekse etrafındaki sorunlarla birlikte ele aldığınızda hakikaten sorunlu bir bölge ve siz “bu sorunlardan sadece bir tanesi benim sorunum, gerisi beni ilgilendirmez” dediğinizde başından kaybedersiniz. Yine de sizce öncelikli olan sorunu baş sorun olarak algılarsınız ve duruşunuz öyle şekillenir. İçinde yaşadığımız süreçte, işçi sınıfı açısından baktığınızda son derece zor günler geçirmekteyiz. Örgütlenmenin önünde adeta demirden setler var. Sermaye uluslararası pazar bakımından son derece örgütlü ve saldırgan bir durumda ve sınır tanımamaktadır. Bunu yaparken kendi önceliklerini belirlemiş: daha fazla kâr, daha ucuz işçilik ve her zaman iktidar olma çabası. Oysa işçi sınıfı bağlamında baktığımızda, dünya geneline paralel olarak durağan, hatta bazı ülkelerde geriye doğru işleyen bir süreç yaşamaktayız. Bunu tersine çevirmek kesinlikle mümkün ve bu yönde mücadele şart. Ülkemizde yaşayan tüm halkların kaderine bir avuç sermayedar hükmetmektedir. Bizi birbirimize kırdırtmak için aklın alamayacağı senaryolar, oyunlar tezgahlamaktadırlar. Bizi biz eden değerlerimizi ters yüz edip kardeşi kardeşe vurdurup bunun üzerinden politika üretiyorlar. Biz biliyoruz ki bu ülkenin baş sorunu işsizlik sorunudur. Bu ülkenin baş sorunu cumhuriyeti yaratan milli varlıkların tek tek peşkeş çekilmesi sorunudur. İşine geldiği zaman değil her zaman bir demokrasi sorunudur. Demokratik bir ülkede kültür ve kimliğini yaşamaya çalışan halkların sorunudur. Ancak her şeyden daha önemlisi, bu ülkenin en can alıcı sorunu bağımsızlıktır. Bir taraftan günübirlik IMF’den talimat alınırken afra tafra bağımsızlık teranelerini bu halk artık yutmamalı ve bir an önce kendi kaderine hükmetmek için inisiyatifi eline almalıdır. İşçiler, dinlerin kimsenin tekelinde olmayacak kadar özel bir kavram olduğunu bilir. İşçiler, Türk ve Kürtlerin gerçek kardeşliğinin ancak sermayeden bağımsız, gerçek efendinin bu halklar olması için iktidarlaşma mücadelesiyle mümkün olduğunu bilir. Diyarbakır ile Edirne’nin arasındaki köprünün alın teri olduğunu bilir. Öyle ise tüm demokratik çevrelerin önüne koyması gereken hedef ayrılıklarımız değil ortaklıklarımız konusunda hiç zaman kaybetmeden bir araya gelmek ve birleşmektir. Bizler sermayenin sağcısı solcusu olmaktansa bu ülkenin gerçek sahibi olan işçi-yoksul köylü cephesini yaratmak zorundayız. Başarmaktan öteye bir yol yok.


6

TOPLUM

Şeker Fabrikaları özelleştiriliyor

İşçi Kardeşliği ilden Ankara’ya yürüyüşler yapmak gibi gündemlerimiz var. 26 Mayıs’ta Eskişehir’de de bir miting düzenlediniz. Mitinge ilgi ve katılımı nasıl değerlendiriyorsunuz?

Katılım 2 bin 500 civarındaydı. Uşak ve Kütahya şubelerimizden de gelenler oldu. Burada tabanı harekete geçirdik. Çiftçi, esnaf ve nakliyeciler olmaktır. de işi sahiplendi. Amacımız da zaten “Artık üretimden gelen buydu. Mitinge Esnaf Odaları, Ziraat Odaları, Pancar Kooperatifi, Taşıyıcılar gücünüzü kullanmadan Kooperatifi, bazı siyasi partiler ve sivil toplum örgütleri katıldılar. Bu, hiçbir kazanım elde edilemeyeceğini görmek tabanın harekete geçtiğinin göstergesidir ama katılım 2 bin değil de 20 bin, gerekir.” 100 bin olmalıydı. Bunu gerçekleştirmek zorundayız. Toplumun topyekun Bu bağlamda Emek Platformu’nun vatanına, toprağına, sanayisine sahip (EP) harekete geçirilmemesi de ayrı çıkması gerekiyor. bir sorun. Sizin bu konuda girişimleriniz oldu mu?

Şeker-İş Sendikası Eskişehir Şube Başkanı Davut Köroğlu ile şeker fabrikalarının özelleştirmesini ve 26 Mayıs Eskişehir mitingini konuştuk. Başkanım öncelikle Eskişehir Şeker Fabrikası hakkında ve Şeker-İş’in örgütlenmesi hakkında bilgi verir misiniz? Eskişehir Kazım Taşkent Şeker Fabrikası 5 Aralık 1933 yılında kurulmuştur. Bu fabrika Cumhuriyet’in ilk sanayi kuruluşları arasında yer almaktadır. Şeker üretiminde önemli ve öncelikli yeri olan bir fabrikadır. Türkiye şeker sanayinin en büyük kapasiteli ve en modern kuruluşu konumundadır. 2005-2006 kampanya döneminde en ucuz (1 YTL 6 YKr) şekeri imal etmiş ve 30 trilyon kar ile dönemi kapamıştır. Şu anda fiili çalışan sayısı (memur ve işçi) toplam 998 kişidir. Şubemizin ise bin 150 üyesi bulunmaktadır. Özelleştirmeler uzun yıllardır işçi sınıfının gündemindeydi. Özellikle de son hükümet döneminde özelleştirmelerde sermaye açısından önemli mesafeler kat edildi. Ülkenin en büyük sanayi kuruluşları teker teker özelleştiriliyor. Özelleştirme programları ve uygulamaları son 15 yılın gündeminde hep olmasına rağmen, sendikaların ve emek örgütlerinin bu saldırılara birlikte ve kararlı bir tepki gösterememesinin nedenlerini nerelerde aramak gerekir?

“Türk-İş’e bağlı sendikalar olarak sıra bizde olmadığı için sustuk. Sonra özelleştirme devam etti; Sümerbank, Et Balık, SEKA vd. Sıra sonra büyük kuruluşlara geldi. Bütün bu süreçte hep canı yanan bağırdı. Yakınındakiler, diğer emek örgütleri birlik ve dayanışma sergilemediler.” Bunun nedenini dışarıda aranmamalı, tam tersine bunun nedeni sendikaların vurdumduymazlığıdır. Bugün “susma sustukça sıra sana gelecek” sloganının slogan olmaktan çıkıp gerçek hale geldiğini görmek zorundayız. Özelleştirmelerle ilgili Türkiye’de

büyük bir hata yapıldı. Bu hatayı yapanlar, özellikle de Türk-İş ve ona bağlı sendikalardır. 1989 yılında ilk olarak çimento fabrikalarının özelleştirmesi gündeme geldiğinde Türk-İş’e bağlı sendikalar olarak sıra bizde olmadığı ığı için sustuk. Sonra özelleştirme devam etti; Sümerbank, Et Balık, SEKA vd. Sıra sonra büyük kuruluşlara geldi. Bütün bu süreçte hep canı yanan bağırdı. Yakınındakiler, diğer emek örgütleri birlik ve dayanışma sergilemediler. Hâlâ bu zihniyet devam ediyor. Sırası gelen bağırıyor ama bu çığlık eldeki kazanımların kaybedilmesini ne yazık ki engellemiyor. 90’ların sonunda kongrelerde dillendirilen bütün öngörüler bugün doğrulanıyor. Sendikaların kaybedilmesiyle karşı karşıyayız. Örgütsüz bir toplum olma yolunda ilerliyoruz. Türk-İş içinde bile birlik yok. Yapılan eylemlere kendi konfederasyonumuz bile gereken ilgiyi göstermiyor. Katılımlar temsili düzeyde oluyor. Hatta “büyük olan sendikalar küçülsün ki bizim sözümüz daha çok geçsin” anlayışında olan yöneticiler ve sendikacılar var. Bütün bunlar Türk-İş’in ve Türkiye’de sendikacılığın giderek güç kaybetmesine ve erimesine yarıyor. Sendika içi muhalefetle eylem muhalefeti birbirine karıştırılıyor. Muhalifler eylemlere destek vermeyerek yöneticileri yalnız bırakmayı ve buradan rant elde etmeyi umuyorlar; ama olan işçilere oluyor. Böyle bir anlayış olamaz, bu anlayışla sendikacılık yapılamaz. Ne yazık ki bu sorun hem şubeler hem de genel merkezler düzeyinde yaşanıyor. Bir diğer sorun ise bizim başımızdaki yöneticilerin günü kurtarmak için eylem kararları almalarıdır. Mesela Türk-İş Başkanlar Kurulu’nun yeni aldığı bir karar var: 30 Mayıs’ta 30 dakikalık eylem yapılması yönünde. Bu kararda “eylemin işin durumuna göre yapılması” isteniyor. Bu durumda herkes kendi işine geldiği gibi kararı uyguluyor. Artık üretimden gelen gücünüzü kullanmadan hiçbir kazanım elde edilemeyeceğini görmek gerekir. Türk-İş yönetiminde AKP’ye yakın olanlar “bir şeyler yapalım ama fazla sert olmasın, hükümetle aramız bozulmasın” diyebiliyor. Sendikalar partiler üstü siyaset izlemek zorundalar. Sendikaların amacı işçi sınıfının hak arama mücadelesine önayak

EP, çalışanları mağdur edecek yasaların geri çekilmesi için kuruldu. Bütün konfederasyonlar da bu kuruluş sürecinde vardılar. Ama EP bazen amacından saptırılıyor. Her sendika EP’yi kendi çıkarları doğrultusunda kullanmaya çalışıyor. Her hükümet döneminde bazı sendika ve konfederasyonlar, alınan kararlara katılmıyor. Örneğin 59. hükümet döneminde EP kurucusu olan Hak-İş ve Memur-Sen alınan kararlara katılmadılar. Çünkü AKP hükümetini kendilerine yakın buluyorlar ve hükümetle karşı karşıya gelmek istemiyorlar. Oysa çıkan yasalar hepimize çıkarılıyor. Onlara özel bir yasa mı çıkarılıyor? Böyle olunca da EP birliği sağlanamıyor. Sermayenin böl-parçala-yok et taktiği EP içinde de devam ediyor. Şeker fabrikalarının bulunduğu illerde ve bölgelerde Şeker-İş öncülüğünde oldukça yüksek katılımlı mitingler düzenlendi. Bu mitinglerin sağladığı kazanımlar oldu mu? Çok başarılı bir eylemlilik süreci diyemeyiz. Tabanı tam olarak harekete geçiremedik; ama kamuoyuna şeker pancarı üretiminin ne kadar önemli bir istihdam alanı olduğunu anlatabildik sanırım. İşçi, çiftçi, nakliyeci ve esnaf için bu sektörün ne kadar önemli bir sektör olduğunu anlatmaya çalıştık. Ülke ekonomisi için önemini anlattık; ama buna rağmen “bana dokunmayan yılan bin yaşasın” zihniyetinden kurtulmadığımız sürece istenen sonuçları kısa vadede alamayız. 28 ilde eylem kararı almıştık. Bunlardan 5 tanesi henüz yapılmadı. Yaptığımız mitingler ses getirdi ve AKP başkan yardımcısı ve 15 milletvekilinden oluşan bir komisyon ile sendikamız durumu tekrar gözden geçirmek için çalışmalara başladı. Eğer bu komisyondan bir sonuç çıkmazsa ve hükümet geri adım atmazsa eylemlerimiz çeşitli şekillerde devam edecek. Daha büyük mitingler ve 28

“AKP başkan yardımcısı ve 15 milletvekilinden oluşan bir komisyon ile sendikamız durumu tekrar gözden geçirmek için çalışmalara başladı. Eğer bu komisyondan bir sonuç çıkmazsa ve hükümet geri adım atmazsa eylemlerimiz çeşitli şekillerde devam edecek. Daha büyük mitingler ve 28 ilden Ankara’ya yürüyüşler yapmak gibi gündemlerimiz var.”

Bazı illerde Pancar Kooperatifleri’nin mitinglere destek olmadıklarını biliyoruz. Bunun nedeni özelleştirme konusunda farklı bir tutumları olması mıdır? Evet Pancar Kooperatifi’nin özelleştirmeye bakışıyla ilgili bir sorunu var. Ama bu çiftçiden kaynaklı bir sıkıntı değil, sıkıntı üst düzeylerde. Yani yöneticiler içindeki bazı kişiler özelleştirilen fabrikalara talip olup ucuza kapatma arayışındalar. Mitinglere destek olmayarak AKP’nin bu fabrikaları kendilerine satacağını umuyorlar; ama bizim ilimizde böyle bir durum yok. Kooperatif yöneticilerinin konuya bakışları oldukça ciddi ve hassas. Son olarak neler söylemek istersiniz? Bugün Fransa örneğini yaşıyoruz. Bizde daha sert saldırılara karşı oradakinin çok gerisinde bir hareketlenme oluyor. Zamanında bedel ödemeden kazanılmış olan hakları çok kolay kaybediyoruz. İşçi sınıfının mirası elden gidiyor. Bu mirasa sahip çıkmak hepimizin görevi ve sorumluluğudur.


Sayı: 18 Haziran 2006

TOPLUM

Elektrik dağıtımı özelleştiriliyor

Avrupa Birliği’ne uyum hemşireleri de vuruyor!

Elektrik Mühendisleri Odası (EMO) İstanbul Şube Başkanı Erol Celepsoy ile elektrik dağıtım şirketlerinin özelleştirilmesini konuştuk.

Bize süreci kısaca anlatır mısınız? özelleştirilmek üzere Özelleştirme 2004 yılından beri bu özelleştirme İdaresi Başkanlığı’na (ÖİB) devredildi. Danıştay’ın daha önce özelleşgündemde. Son gelişmeler nedir? tirmeyi bozma kararında ana gerekçe, Aslında bu iş 2004’te başlamadı. bunun rekabete açık bir alan olma1984 yılına kadar gidiyor. Özal döne- masıydı. Yani sen aynı sokaktan hem minde çıkarılan 3096 sayılı yasaya “AKTAŞ’ı, hem de PAKTAŞ’ı” geçikadar gidiyor bu iş. Yani elektrik dağı- remezsin. Bu hizmetin kamu eliytımıyla ilgili verilen imtiyazlar. Daha le yapılması gerekir. Danıştay’ın geriye gidilecek olursa, Osmanlı döne- kararı bu yöndeydi. Bunlar gazete minde de bir Macar şirketine elektrik arşivlerinde var...(Burada Başkan dağıtımıyla ilgili imtiyazlar verilmiş- Celepsoy tüm İstanbulluların hala ti. “İmtiyaz” tekrar 1984 yılında geri döndü. 1970 yılında Türkiye Elektrik Kurumu (TEK) kuruluş yasası çıkmadan evvel elektrik dağıtımı köy “Bugün 21 ana dağıtım birlikleri ve belediyelerin elindeydi. 1982 yılında tüm köy birlikleri ve bölgesi oluştu. Başta en belediyelerin elindeki elektrik dağıtı- çok elektrik tüketiminin mı, tek elde toplandı. Ancak 1984’te olduğu büyük kentler ve çıkan yasa, bunların özelleştirilmesinin önünü açtı. 1989 yılında Kayseri çevreleri özelleştirilecek. ve İstanbul Anadolu yakası elekt- AYEDAŞ, BEDAŞ, TEDAŞ, rik dağıtımı özelleştirildi. O yıllarda SEDAŞ gibi alacak şirket Uzanlar’ın olan Çukurova Elektrik için en kârlı olacak ve Antalya’daki Kepez Elektrik, daha önce bu aileye verilmişti. yerlerden başlayacak 1 Eylül 1990 tarihinde Enerji Satış Antlaşması yapılarak bu iki yerin dağıtımı Kayseri Elektrik ve AKTAŞ’a devredildi. EMO olarak elektrik enerjisinin özelleştirilemeyeceğini, kamusal, stratejik bir önemi olduğunu, üretim, iletim ve dağıtımın bir bütün olduğunu ileri sürdük. Hukuksal ve kamusal olarak mücadeleyi sürdürdük.

özelleştirme.”

hatırlarında olan AKTAŞ skandalından bahsetti ve neredeyse tüm gazetelerde yer alan bir dosya dolusu haberi muhabirimize gösterdi). Bugün hükümet, bu iş AKTAŞ gibi olmayacak diyor. Ben size şunu söyleyeyim. Kamunun sırf AKTAŞ’tan Bizim mücadelemiz 12 yıl sürdü. kaybı 1,2 milyar dolardır. 2002 yılında, daha önce üç kez Kamuya ait bir kurumun özelleşkazandığımız ancak uygulanmayan Anadolu Yakası elektrik dağıtımı, tirilmesiyle birçok çalışan da işsiz Danıştay kararıyla yeniden devlete kaldı. Bu insanların statüsü bile belli geçti. Kayseri Elektrik ise özelleştir- değildi, emekli olamadılar. Çok mağme sonrasında 60 günlük iptal başvu- dur oldular. Bununla birlikte 198rusu süresi kaçırıldığı için halen özel 4’ten beri TEDAŞ’ın içi boşaltıldı. Çalışanlarda dahi “özelleşsin de kurtusektörün elinde. lalım” görüşü hakimdi. Aslında sorun başından beri enerji krizi değil, yönePeki bugün yaşananlar neler? tim kriziydi. EPDK yap-işlet veya AKP döneminde, biliyorsunuz, yap-işlet-devret modeliyle yüzlerce Çukurova ve Kepez Elektrik AŞ’ye üretim, iletim lisansı dağıttı. Biz bu siyasi nedenlerle bir el koyma ger- lisansların bir kısmını kanuna aykırı çekleşti. 4628 sayılı kanunla Enerji olduğu gerekçesiyle iptal ettirdik. Piyasası Denetleme Kurulu (EPDK) Ancak son kanunun mantığı, oluşturuldu. Tıpkı diğer üst kurulbir daha bu işin geriye döndülar gibiydi bu da. Bu kurullar özelleştirmenin önünü açan, Avrupa rülememesidir. Biz EMO olarak Birliği müktesebatına uygun, sözde Cumhurbaşkanı’na çağrı yaptık yasabağımsız ancak gerçekte hükümete yı geri çevirmesi için ama olmadı. göbekten bağlı olan kurullar. Tüm EPDK ile ilgili ek maddeler kanunlaşdüzenleme bu kurulların elinde. tı. O andan itibaren başta yabancı2004’te TEK önce üçe, beşe, son lara sunulmak üzere Türk enerjisi olarak da 21’e bölündü. Sonunda da görücüye çıkarıldı. Biz EMO olarak

7

2 sektörün kamuda kalmasında ısrarcıyız. Aslında enerji yok diye ülkeye nükleer santral inşa etmek isteyenler, bugün bu zemini hazırlayanlardır. Yalnız AKP hükümeti değil, bundan önce gelen tüm hükümetler bu politikayı güttüler. Nükleer santral, IMF ve Dünya Bankası’nın baskılarıyla, onların yerli işbirlikçileriyle birlikte bugün halka dayatılıyor. TEK’i, arpalık olarak görmekten vazgeçselerdi bu iş buraya gelmezdi. Resmi rakamlara göre yüzde 20, bize göre çok daha fazla olan kayıp var. Kaçak elektriğin önüne geçseler nükleer santrale ihtiyaç olmaz. Bugün 21 ana dağıtım bölgesi oluştu. Başta en çok elektrik tüketiminin olduğu büyük kentler ve çevreleri özelleştirilecek. AYEDAŞ, BEDAŞ, TEDAŞ, SEDAŞ gibi alacak şirket için en kârlı olacak yerlerden başlayacak özelleştirme. Daha önce de özelleştirmelere karşı mücadele verdiniz. Yeni dönemde mücadeleniz ne şekilde olacak? Sektördeki sendikalarla bir işbirliği söz konusu mu? Bildiğiniz gibi, bu mücadeleyi Nükleer Karşıtı Platform’da tüm vatandaşlardan, başta Greenpeace olmak üzere sivil toplum örgütlerinden ve ilgili tüm işçi sendikaları ve KESK’e bağlı memur sendikalarından destek alarak yürüttük. Yine bu enerji dağıtım özelleştirmesine karşı mücadelemize de yalnız EMO olarak değil, elektriği kullanan tüm vatandaşı, ilgili tüm işçi ve memur sendikalarını katmayı amaçlıyoruz. Kısa vadede bu özelleştirme ne gibi sorunlar doğuracak? Başbakan geçenlerde sanayicilerle yaptığı bir toplantıda konuyla ilgili “canınız çok acıyacak” dedi. Elektriği pahalıya alacakları için böyle dedi. Kişi başına yıllık elektrik kullanımında çok gerilerde olmasına rağmen bildiğiniz gibi, dünyanın en pahalı elektriği ve benzini Türkiye’de. Enerjisini en verimsiz olarak kullanan ülke yine Türkiye. Rant kavgası yüzünden bu hale geldik. Sırf enerji sektöründeki talan, 42 milyar dolar. Belki bu daha da artmıştır. Pasta böyle büyük olunca, hiç risksiz elektriği vatandaşa istediği fiyattan satmak için şirketler de üşüşüyorlar. Hükümet denetleyeceğiz diyor ama o da meçhul. Bu yüzden durum bu halde.

8 Nisan 2006 tarihinde Meclis Başkanlığı’na sunulan kanun teklifine göre, hemşirelik mevzuatımız AB direktiflerine uygun hale getirilmeye çalışılıyor. Gerekçe okunduğunda ülkenin ve sağlık hizmetlerinin ne kadar ileriye taşındığından dem vurulduğu görülecektir. Ama aslında yasa ile yapılmak istenen hemşirelik yetkinliğinin ve bu mesleğin sosyal güvencelerinin dağıtılması. AB, her üye veya üye adayı devlette mesleki veya çalışma koşullarına ilişkin sınıf kazanımımız olarak ne varsa hepsini talan ediyor. AB piyangosu (!) bu sefer de hemşire arkadaşlarımıza vurdu! Teklif önce, hemşirelik mesleği eğitiminin ne kadar önemli olduğunu vurguluyor ve buna ilişkin bir takım olumlu düzenlemeler getiriyor ama hemen devamında hemşirelerin ne kadar meslekisosyal güvencesi varsa ortadan kaldırıyor. Bu tasfiyenin gerekçesi ise basit: “Güncelliğini yitiren ve AB mevzuatıyla çelişen” kanun hükümleri değişmelidir! Bu doğru değil. Yasa teklifi, hemşirenin hekimin denetimi altında gerçekleştirmesi gereken işlemlerden doğan hemşirenin sorumluluk sınırını kaldırıyor ve tıbbi müdahalelerden hemşireye de sorumluluk yüklüyor. Bunun yanında hemşireliğe eşdeğer sağlık memurlarını da hemşire olarak istihdam etmenin yasal kılıfını hazırlıyor. Asıl önemli olan 1954 tarihli Hemşirelik Kanunu’nun hemşire olmaya hak kazanan kimseye kadrolu istihdam (memuriyet) mecburiyetini getiren hükmünü, hemşirelik yardımcılığını ve memuriyete kabulünü düzenleyen hükmünü, hemşire yetiştirmek için açılan özel okulların Bakanlık’tan izin almasını gerektiren hükmü ve son olarak da resmi veya özel kurumlarda çalışan hemşirelerin “gece iznine, haftada bir buçuk gün, yılda bir ay süreyle ücretli izin almaya hak kazandıran” hükümlerini AB direktiflerine uymadığı gerekçesiyle ortadan kaldırıyor. Geçtiğimiz günlerde ihtiyacın ortadan kalkması gerekçesiyle işten çıkartılan sözleşmeli hemşirelerin yerini almak üzere Doğuş AŞ’nin “Hemşire eğitimi yapılacaktır”, “Hemşire istihdam edilecektir” ilanlarının kısa süre içinde hastanelerin ilan panolarına asılması bu değişikliğe mi delaletti? Yine gece göreve çağrılan hemşirelerin hiçbir servis hizmeti almadan – ki geçmişte hemşireler servislerle evlerinden alınırdı – gece yarısı kendi imkanlarıyla hastaneye ulaşmak zorunda kalmaları da, ağır iş koşulları altında çalışan hemşirelerin can güvenliklerinin yok sayılması anlamına gelmiyor mu? 4-B sözleşmeli sağlık personeli işe alımıyla başlayan nöbet ücretlerinin gaspı da cabası. Hiçbir iş güvenliğinin tanımlı olmadığı 4-B maddesine dayanarak işe alınan sözleşmeli, sigortalı hemşireler, kadrolu hemşirelerden farklı olarak gece nöbetine kalıyor, ancak nöbet parası yerine izin kullanıyorlar. Hangi iş yasasında gece çalışması ücrete tabi değildir?


KAMPANYA

8

TÜPRAŞ Halkındır Hareketi’nin forumunda hareketin devamına ilişkin kararlar alındı T ÜPRAŞ Halkındır Hareketi 23 Nisan 2006 tarihinde yayımlanan bir çağrı ile başlatıldı. Çağrıda TÜPRAŞ’ın Danıştay’ın yürütmeyi durdurma ve 30 Mart’a kadar kamuya iade kararına rağmen çok uluslu bir tekel olan KOÇ/SHELL ortaklığının elinde kaldığı vurgulanıyor ve “meşru, demokratik, katılımcı ve kitlesel çalışmayı benimseyen; aydınlara, siyasi ve sendikal yapılara, kitle örgütlerine ve yurttaşlara çağrı yaparak oluşturulan TÜPRAŞ Halkındır Hareketi yola çıkmıştır” deniyordu. 28 Mayıs Pazar günü Petrol-İş Sendikası konferans salonunda toplanan forum, hareket için önemli bir andı. Burada çağrı yapılan bütün kesimler bir araya getirilmeye çalışıldı. Katılım yüksek olmasa da forum,

Kristal-İş Sendikası Genel Başkan Vekili Engin Yılmaz özelleştirmeye karşı mücadelede birliğin önemini vurguladı.

bu denli zorlu bir mücadele konusunda neler yapılabileceğini, katılan aydınlar, siyasiler, sendikacılar, işçi temsilcileri tarafından samimi bir şekilde tartışıldığı bir platform oldu. Forumun sonucunda hareketin nasıl sürdürüleceğine ilişkin kararlar alınırken, komitesi de genişletildi. Forumda ilk sözü Yeşiller Partisi’nden Ender Eren aldı ve Yeşiller’in petrol sanayine dair eleştiri ve kaygılarını kayıt düşmekle birlikte, TÜPRAŞ’ın elimizdeki anahtar bir sanayi olduğunu ve bugün kolaylıkla falan da değil, bedava birilerine verildiğini söyledi. “Bu aile SEK’e de bedavadan sahip oldu” diye konuşan Eren, büyük patronların kendi çevre derneklerini de kurarak, denizi sahte şekilde “temizledikleri” şovlarını televizyonlarda gösterterek reklam yaptıklarını anlattı. Eren “Böyle büyük üretim araçlarında özel mülkiyetin artması ekolojik çözümlerin mümkün olmasını engelleyecektir.” diyerek TÜPRAŞ özelleştirmesine kesinlikle karşı olduklarını söyledi. İşçi Mücadelesi gazetesinden Sungur Savran forumda sözlerine “dost acı söyler” diyerek başladı ve AKP’nin bugüne kadar görülmüş en gerici hükümet olduğunu, bunun da dini konulardan değil, hızla yürüttü-

TÜPRAŞ Halkındır Hareketi 28 Mayıs 2006 Pazar Forumu

Sonuç Deklarasyonu

T

ÜPRAŞ Halkındır Hareketi’nin 28 Mayıs Pazar günü Petrol-İş Sendikası konferans salonunda düzenlediği açık forum, çeşitli sendika başkan ve yöneticilerini, aydın ve akademisyenleri, siyasi parti ve oluşumların temsilcilerini ve hareketimize destek veren duyarlı yurttaşları, işçileri, emekçileri bir araya getirmiştir. • Kamu birikimlerinin yağmalanması, özel sermayenin bir kesimine kolay birikim imkanlarının sağlanması anlamına gelen özelleş tirmelere karşı mücadelenin, özelleştirilen işletmelerdeki örgütlü işçilerin mücadelesi genel bir toplumsal mücadele ile de

birleşmediği sürece kolayına kazanılamadığı yaşanarak öğrenilmiştir. • Bu anlamda TÜPRAŞ Halkındır Hareketi artık sembolik bir anlam kazanarak Türkiye’de kamu varlıklarının yağmalanması, sermayenin mutlak egemenliğinin kurulması, kar mantığının toplumsal yarar ilkesini yok etmesi anlamına gelen TÜPRAŞ özelleştirmesi karşısında gösterilecek tavrın yaygınlaştırılması gerektiğine inanmaktadır. Bugün düzenlenen forum sonucunda genişleyerek yoluna devam etmeye karar veren hareketimiz konuya duyarlı kişileri ve kurumları kampanyamıza katılarak güç vermeye davet etmek-

İşçi Kardeşliği

Ne yerli, ne yaba ğü büyük özelleştirmelerden, sosyal güvenlik karşıreformu, kamu yönetimi karşıreformu gibi konulardan kaynaklandığını söyledi. Ancak çuvaldızı kendimize batırmamız gerektiğini söyleyen Savran “Bugün buradan sınıf mücadeleci bir sendikacılık kanadını örecek bir komite ile çıkmalıyız.” dedi. Türkiye’nin bir beşinci askeri darbeye doğru gittiğini söyleyerek, birleşik bir işçi cephesinin gerekli olduğunu kaydetti ve bunun sendikalardan başlaması gerektiğini ifade etti. İşçi Kardeşliği Partisi’nin örgütleyicilerinden Zeki Kılıçaslan ise söze Türkiye işçi sınıfının çoğunun işsiz, sigortasız, sendikasız konumda olduğunu vurgulayarak devam etti ve “Sorunun boyutu siyasaldır.” dedi. “İşçi sınıfının bütünü için harekete geçmediğinde örgütlü/sendikalı kesimin kazanımlarını koruması mümkün değildir” diye de ekledi. Hiçbir şey için geç kalınmış olmadığını vurgulayan Kılıçaslan, “Sahte bölünmelere karşı bir taraf olmalıyız. Bizim tarafımızın özü sınıfsaldır.” diyerek işçilerin kendi sınıflarının tarafında siyaset sahnesine çıkmaları gerektiğini vurguladı. Siyasi Gazete’den Ertuğrul Kürkçü konuşmasında özelleştirmelerin salt o işletmenin işçilerine bırakılamayacak kadar ciddi bir mesele olduğunu ifade etti. Bunlar tüm

tedir. • TÜPRAŞ Halkındır Hareketi TÜPRAŞ özelleştirmesinde kamu vicdanı adına taraf olan tüm kesimleri bünyesinde toplamayı hedeflemekte ve bu özelleştirme ile ilgili yaşanan hukuki süreçte de taraf olma ve fiili durumun sürmesi durumunda yeniden kamulaştırma yönünde hukuki girişimlerde bulunacaktır. Vergi vermeyenlerin, vergilerimizle kurulan kamu kuruluşlarını hukuksuzluk örnekleriyle, birtakım özel kirli politik-ekonomik ilişkilerin sonucu olarak gasp etmesine yol açan AKP hükümetinin de, şu anda ülkenin rafinerilerini hukuk dışı biçimde işgal etmiş olan KOÇ grubunun da yaptıklarını gayrimeşru ve geçersiz ilan ediyoruz ve bu gayrimeşru fiili durumu teşhir etmek ve ortadan kaldırmak için tüm gücümüzle çalışaca-

TÜPRAŞ H toplumun hakkı olan işletmelerdir diyen Kürkçü, toplumsal zenginliğe el koymak isteyen patronlara tek başına o işletmelerin işçilerinin karşı koymakta yeterli olamayacağını vurguladı. Bu nedenle de özelleştirmeye karşı mücadelede siyasilerin rollerinin destekle sınırlı kalamayacağını söyleyen Kürkçü, ayrıca bu işletmelerin kim tarafından yönetilmesi gerektiği, doğan zenginliğin nasıl paylaşılacağı gibi bir dizi soruyla da karşı karşıya olduğumuzu ifade etti. İşçi Kardeşliği Partisi’nden Şadi Ozansü sözlerine bugün ciddi bir sınıf mücadelesinin yürümekte olduğunu ama bu mücadeleyi bugün şiddetli olarak yürüten tarafın büyük patronlar olduğunu vurgulayarak başladı. İşçi sınıfının ise savunma hattında olduğunu kaydeden Ozansü, TÜPRAŞ’ın bu işin bitmediğini göstermek açısından çok önemli olduğunu vurguladı. Ozansü, kazanımlarını koruyamayan bir işçi sınıfının daha ileri haklar elde edemeyeceğini dile getirdi ve “Grev hakkı, toplu sözleşme hakkı yoksa, kullanılması neredeyse imkansız haldeyse, o ülkede demokrasi yoktur.” dedi. “Böyle bir ortamda bireysel hak ve özgürlüklerden, din ve vicdan özgürlüğünden, ifade özgürlüğünden bahsedilmesi de anlamsızdır.” diyen Ozansü “Kaldı ki bu özgürlükleri de işçilerin mücadelesi sağlayacaktır” diye ekledi ve bu ülkeyi tek kurta-

racak olanın işçi sınıfının siyasal birliği olacağını ifade etti.

ğımızı kamuoyuna duyuruyoruz. Biz kamu mülkiyetinde, işçilerin denetiminde, sağladığı katma değerler kamusal hizmetler için kullanılan bir TÜPRAŞ istiyoruz.

Batman, Kırıkkale ve Kocaeli’de de düzenlenmesi, 3. Aliağa’da ve Kırıkkale’de birer mitingin düzenlenmesi için çalışmalar yapılması, 4. Hareketin amaç ve taleplerinin olabildiğince çok yayın organında yer alması için çalışma yürütülmesi, bu konuda tüm duyarlı çevrelerden destek alınması, 5. T Ü P R A Ş H a l k ı n d ı r Hareketinin etkili bir kampanyanın ardından Tüm Kamu Malları Halkındır ortak cephesine dönüştürülmesi, 6. www.tuprashalkindir.org internet sitesinin geliştirilmesi, başlamış olan imza kampanyasının yaygınlaştırılması.

Yapılan forumda gündeme gelen önerilerin değerlendirilmesi sonucunda hareketimizin önümüzdeki dönem için belirlediği eylem programı şöyledir: 1. Hareketi sürdüren komitenin yeni kişisel ve kurumsal katkılarla genişletilmesi, mümkün olduğunca işçi temsilcilerinin bu komitede yer almasının sağlanması, 2. TÜPRAŞ rafinerilerinin bulunduğu dört bölgede komiteler oluşturarak benzer forumların Aliağa,

Kristal-İş sendikası Eğitim Uzmanı Aziz Çelik, konuşmasına sendikal hareketin atomize olmuş olduğunu vurgulayarak başladı. Emek kaygısı güden siyasal hareketlerin de eleştiriyi hak ettiğini vurgulayan Çelik, özelleştirmeye karşı mücadele gibi mücadelelerde ancak ısrarlı olursak ve biriktirirsek sonuç alabileceğimizi ifade etti ve “Bu mücadelede bir gün büyük bir şey yapacak değil, kuyudan her gün bir kova su çekecek insanlar lazım.” dedi. Birleşik Metal-İş sendikası adına konuşan Serkan Öncel örgütlenme içerisine girdikleri yerlerde işçilerin dörtte birinin işsiz kaldığını ifade ederek sözlerine başladı. Özelleştirmelere karşı güçlü eylemler olduğunu ama bunların birleştiri-

İletişim

E-posta: tuprasim@yahoogroups.com Tel: (212) 293 48 73 Cep: (532) 227 01 46 / (532) 695 98 14


KAMPANYA

Sayı: 18 Haziran 2006

9

ancı sermayenin

Halkındır! Metal-İş sendikasının tüm özelleştirmelere karşı olduğunu vurguladı.

lemediğini vurgulayan Öncel, “Bu forumdan beklentimiz canı yananların birlikteliğini sağlayacak bir platform geliştirmektir.” dedi ve Birleşik

Petrol-İş sendikası Genel Örgütlenme ve Eğitim Sekreteri İsmet Yiğit sözlerine TÜPRAŞ’ın yalnız Petrol-İş’in değil tüm halkın sorunu olduğunu hep vurgulamış olduklarını ve böyle bir hareketin başlamış olduğundan dolayı memnun olduğunu söyleyerek başladı. Yiğit, bu işletmelerin elbette orada çalışanların değil, halkın olduğunu söyledi ancak halkla bütünleşemediklerinin altını çizdi. Bu özelleştirmelerden halkın nasıl etkilendiğini ortaya koymak gerektiğini ifade eden Yiğit, başlangıçta eylemlerine

çok destek almadıklarını ama inatla sürdürdüklerinde esnaftan/halktan destek aldıklarını söyledi. Yiğit önümüzde seçimler olduğuna dikkat çekerek, “Elbette siyasal olmak zorundayız.” dedi. Kristal-İş sendikası Genel Başkan Vekili Engin Yılmaz sendikaların özelleştirmeye karşı mücadelede yeterli birlikteliği sergileyemediğini, sadece olay kime dokunursa ve kim bağırırsa onun yanında olunmaya çalışıldığını ifade etti. Yılmaz bunu aşan birlikteliklerin yaratılması gerektiğini söyledi.

TÜPRAŞ Halkındır kampanyasında beklentiler, görevlerimiz

Forum’da söz alan İKP Genel Başkanı Zeki Kılıçaslan sorunun politik olduğunu belirtti.

Hava-İş Sendikası Genel Başkanı Atilay Ayçin ise birliğin gerekli olduğunu vurgularken, “O birliği hangi adreste sağlayacağız?” sorusunu sordu. “Aliağa, Batman, Kırıkkale ve Kocaeli ne diyor bu konuda, bunu çok merak ediyorum.” diyen Ayçin, o yörelerdeki halkı işçiyle buluşturmak gerektiğini ifade etti. “Biz, özelleştirmenin bizi bitireceğini gören sendikalardanız; çok uzun süredir buna karşı mücadele ettik. HAVAŞ’ta mahkemenin özelleştir-

meyi iptal kararını aldırtan sendika biziz ama karar uygulanmadı.” diye konuşan Ayçin, TÜPRAŞ özelleştirmesiyle ilgili olarak da Petrol-İş’in pratik tutumunun önemli olduğunu söyledi ve “Biz bunun çevresini örebiliriz.” diye konuştu. Forumun açış konuşmalarından sonra, ikinci bölümde söz alan çok sayıda katılımcı da, çeşitli katkılar yaptılar ve öneriler getirdiler. Forumun sonucunda bir sonuç deklarasyonu yayımlandı.

Alman işçi örgütlerinden destek

23 Mayıs 2006

Satılabilecek ne varsa haraç mezat satan AKP hükümeti, patronların emrine uyarak ülkemizin en büyük tesisi TÜPRAŞ’ı da satıyor. Bu satışın hemen her adımlarının iptaline dair yargı kararları sonuçlanmasına karşın bu kararları pervasızca uygulamıyor.

Petrol-İş Sendikası ve Tüpraş Halkındır Hareketi’ne,

Koç-Shell ortaklığı göstermeliktir. Koç grubunun toplamından fazla olan bu tesisleri alan ve parayı veren Koç grubuyla yaptığı anlaşma ile büyük imtiyazlar elde eden Shell grubudur. Süt Endüstrisi Kurumu (SEK) özeleştirmesi, Paşabahçe Cam Fabrikası mücadelesi, Migros ve benzerlerinden de biliyoruz. Koç’un dini, milleti paradır. Tıpkı öteki patronlar gibi sendika düşmanıdır, işçi düşmanıdır. Nitekim bütün işletmelerinde çalışan işçilerin büyük bir çoğunluğu taşeronda gözükmektedir, çok çok azı sendikalıdır. Koç’a mal üreten yan sanayi (öbür patronlar gibi) çocukları, sigortasız, iş güvencesiz, yasa dışı çalıştırmakta ama bu gerçeği rekabet yalanıyla örtmeye çalışmaktadır.

İşçilerin ve Halkların Uluslararası Bağlantı Komitesi’nden (ILC) öğrendiğimize göre; Koç/Shell çokuluslu tekeli, yüksek mahkemece Şubat 2006’da alınan, Türkiye’nin en büyük endüstri işletmesi olan TÜPRAŞ’ın kamu sektörüne iadesi yönündeki kararı yerine getirmekten kaçınmaktadır.

Vergi vermeyen patronlar bizlerin vergileri ile kurulmuş tesislerden ellerini çeksinler. Gerçekten yatırım yapacaklarsa yeni tesisler açsınlar. Bildiğiniz gibi ilk olarak TBMM’nin çatısını onarma işiyle rantiyeye başlatılmış Koç grubunun yasa tanımazlığında TÜPRAŞ ilk örnek değildir. Koç Üniversitesi orman alanını işgal etmiş durumda, mahkeme kararlarına rağmen işgal sürüyor. İstanbul Maltepe Süreyya Plajı, Caddebostan Migros’lar tarihi eserleri yağma örnekleridir. Rahmi Koç dünyayı gezerken vergi vermemek için Türk bayraklı değil başka ülkeye kayıtlı yatıyla yolculuğunu boy boy medyada göstermekten utanmamıştır. Kamuyu savunmak emeğimizi, birikimlerimizi, kazanımlarımızı savunmaktır. Aliağa’yı, Batman’ı, İzmit’i, Kırıkkale’yi savunurken geleceğimizi savunduğumuzu unutmayalım.Yerli ve yabancı patronlar hepimizi tek başına ve örgütsüz bırakmak istiyorlar. Bu mücadele patronların ülkemizi yağmalamasına dur demek içindir. Daha dün Seydişehir’i alan OYAK nasıl işçi attıysa, mahkeme kararına rağmen kamuya devretmediyse, yıllar önce HAVAŞ’ı alanlar da mahkeme kararına rağmen yasadışı işgal ve yağmalarını sürdürüyorlar. İş, emek, adalet talebiyle yürürken bilmeliyiz ki, demokrasi de ancak işçi-yoksul köylü hükümetiyle gelebilir. İşçiler ve yoksullara karşı kararlarda birlikte davranan patron partileri, Meclis, AKP hükümeti ve emniyet güçleri, patronlara karşı bir yargı kararı olduğunda, sorumluluğu birbirlerine atıp ortada gözükmemektedir. Borçlar için satıyoruz yalanları iflas etti. Ülkemizin kaynaklarını yağmaladılar ama iç borç da, dış borç da arttı. Milli gelir arttı diyorlar, evet milyonların açlığı yoksulluğu karşısında bir avuç patron zenginleşti.

Sevgili arkadaşlar,

Türkiye işçi sınıfının uzun zamandır TÜPRAŞ’ın özelleştirmesine karşı mücadele ettiğini biliyoruz. Almanya’nın çalışanları, sendikacıları ve sosyal demokratları olarak bizler de, Ocak ayında özelleştirmeye karşı yürüttüğünüz mücadelenize destek vermek ve sizlerle ve sendikalarınızla dayanışma içerisinde olmak yönünde karar almış bulunmaktayız. Sizinle olan dayanışmamızı; IMF, AB ve çokuluslu tekellerin yıkıcı özelleştirme ve kuralsızlaştırma politikalarına karşı gelişen işçi sınıfının uluslararası direnişinin bir parçası olarak görüyoruz. İşletmelerin devletleştirilmesi (başka bir ifadeyle yeniden devletleştirilmesi) talepleri, dünyanın her yerinde işçi sınıfının hayati bir meselesi haline gelmiştir. Uluslararası tekellerin ellerine geçirdikleri işletmeler, tekellerin gelirlerini arttırmak amacıyla güttüğü politikalar yüzünden, yok olmak veya başka bir yere naklolmak suretleriyle tehdit altında bulunmaktadırlar. Bu tehditler karşında işletmelerin devlet koruması altına alınması, Almanya’da bizim için gün geçtikçe önemli hale gelen bir talep olmaktadır. Bu bağlamda bizler hükümetinize hitaben bir yazı yollayarak, mahkeme kararlarının uygulanması için elzem tedbirlerin alınmasını ve TÜPRAŞ’ın halka iade edilmesinin temin edilmesini talep edeceğiz. Dayanışmacı selamlarla,

TÜPRAŞ’ı savunamazsak, sağlığı, eğitimi, sosyal güvenliği, tazminat hakkını, emekliliği, asgari ücreti de savunamayız. Birleşik bir mücadeleyi örerek, hem TÜPRAŞ’ın satışını durduracağız, hem de ülkemizin satılan tüm kaynaklarını tazminatsız geri alacağız; işçi denetiminde kamulaştıracağız.

SPD (Almanya Sosyal Demokrat Partisi), IG Metall (Metal Endüstrisi İşçileri Sendikası), Ver.di (Birleşik Hizmet İşleri Sendikası), IG BAU (İnşaat, Tarım ve Çevre İşçileri Sendikası), GEW (Eğitim ve Bilim İşçileri Sendikası), GdP (Polis Sendikası) ve Transnet (Demiryolu İşçileri Sendikası) üyeleri adına

Satan, alan, aracılık eden, göz yuman tüm sorumlular yargılanıp cezalandırılana kadar mücadele edeceğiz. Bunun için fabrikalarımızda, sendikalarımızda, yaşadığımız her yerde bu mücadeleyi anlatmalı ve bir şey yapamayız diyen, teslimiyeti ve işbirliğini savunanlara karşı da uyanık olmalıyız. İşçi Kardeşliği Partisi ile işçilerin ve yoksul köylülerin yaşamını ve birlikte mücadelesini örmek için görev başına.

Gotthard Krupp SPD, Berlin AfA (Çalışanların Sorunlarına Dair Parti Çalışma Komisyonu) Berlin Eyaleti Yönetim Kurulu Üyesi; Ver.di Sendikası Berlin Bölgesi Yönetim Kurulu Üyesi

İşsizliği çözmek için sattıkları yalanı da ortada, işsizlik çığ gibi büyüyor.


SENDİKALARIMIZ

10 Çetin Yelken

Demokrasi dört yılda bir oy vermek değildir

İşçiler, köylüler, işsizler, yoksullar ve onların türküsünü söyleyenler; Vahşi kapitalist anlayış, sömürdüğü dünyayı ve insanlığı bir yüz yıl daha nasıl sömürürüm diye stratejiler geliştirirken, Yeni Dünya Düzeni adı altında eski zokaları bizim gibi az gelişmiş ülkelere yeniden yuttururken, 1960 yılından bu yana Amerikan uyduluğunu seçen ülkemizin içinde bulunduğu durum, biz çalışanlar ve emek yanlısı sorumluluk sahibi insanlar için dayanılmaz bir acı tablo içermekte. Yönsüz ve ilkesiz çıkışlar ise vahşi kapitalizmin değirmenine su taşımaktan başka hiçbir şeye yaramamaktadır. Demokratik kitle örgütleri, üniversiteler, sendikalar bu tür açmazların çözüm umudu ve çıkış noktası olması gerekirken, maalesef ama yasalardan kaynaklanan sebeplerden, ama yörüngesizlikten, umut olmaktan çıkmış, adeta bir barikat halini almıştır. Bunların dışında kalan milyonlarca yoksul, işsiz, köylü ve kölelik şartlarında çalışan işçiler ise umutsuzca sistemin yüksek perdeden müziğinin eşliğinde emeği ve mevcut durumuyla sıkışmış, şaşkın bir durumdadır. Solcular, İslamcılar düne kadar emperyalist bir kurum olarak gördükleri AB’ye sarılmakta, oradan demokrasi geleceğine inanmakta. Sendikaların bir kısmı, mevcut hükümetle iyi geçinme yarışında, diğer bir kısmı temel görevlerini unutmuş, solu kurtarmakta, estirilen sömürü rüzgarında yaprak misali savrulmakta. Üniversiteler 12 Eylül yasalarıyla yapılandırıldığını unutmuş, örülü çeperleri, duvarları bilimden uzak akademik kariyer kavgasının öne çıktığı vaziyetlerini kanıksamış durumda. Köylüler örgütsüz, üretimsiz kalmış, çözümü yıllanmış politik atraksiyonlarda görmekte. Peki bu kadar olumsuz tabloyu tahlil etmek bizlere yeter mi? “Bu tahlili gazeteciler, stratejistler, ekonomistler, sosyologlar, herkes yapıyor ama bu çark dönmeye, insanlar ezilmeye ve sömürülmeye devam ediyor!” eleştirisi çok doğrudur. Eleştiride artık bir şeyler söylemek faslı geçmiştir, bir şeyler yapmak lazımdır. Peki bu bir şey nedir? Fazla lafı uzatmadan yapılması gerekeni haddimizi aşmadan belirtmemiz lazım. Bu bir şey artık kendimiz için siyaset yapmaktır. Sağcı, solcu, Kürt, Türk, Alevi, Sünni gibi tarifleri sonlandırıp, Türkiye’de çok acilen Ezilenler Hareketi başlatılmalıdır. Bu siyasi zemin içinde, tüm yoksullar içinde yer aldığımız, din bezirganlarına, etnik tüccarlık yapanlara, jakoben anlayışa, halka tepeden bakan solculara, kaşarlanmış kasaba politikacılarına rağmen yapacağımızı bilerek bir oluşum başlatılmalı. Yoksullar, işsizler, işçiler, kısaca onurlu bir hayat talebi olan herkesi içine almalı, ete kemiğe büründürülmeli. Umutsuzluklar yeninden umuda, çaresizlikler çareye dönüşmeli. Peki bunun için ne gerekli? Çok şey değil. Bu işe tam inanmış bir bölük öncü fikir savaşçısı, yaşadıklarından ders çıkarmış, sorumluluk sahibi insan ve en önemlisi ezilenlerin, yoksulların, işçilerin kendisi. Nazım’ın söylediği gibi: “Sen yanmasan, ben yanmasam, nasıl çıkar karanlıklar aydınlığa” veya Necip Fazıl’ın söylediği gibi “İstemem olmasın çelengim, top arabam, alıp götürsün beni tam inanmış dört adam.” Sevgi ve dostlukla kalın.

İşçi Kardeşliği

İstanbul belediyelerinde grev kararları asılıyor

İstanbul’da ve diğer büyük illerde belediye işçilerinin toplu iş sözleşmesi (TİS) dönemi 1 Mart tarihinde başladı. İstanbul’da Büyükşehir Belediyesi’nde, dokuz ilçe belediyesinde ve MİKSEN’de TİS görüşmelerini sürdüren Türk-İş’e üye Belediye-İş sendikası üç ay boyunca sürdürdüğü görüşmeler sonucunda grev aşamasına geldi. İlk olarak Güngören’de grev kararı asan Belediye-İş sendikası bir hafta sonra 7 Haziran günü Gazi Osman Paşa ve Zeytinburnu belediyelerinde de grev kararlarını astı.

B

elediye-İş bu dönem TİS görüşmelerinde idari ve sosyal konularda genel bir mutabakat sağlandığını, uyuşmazlık maddelerinin ise ücret maddeleri olduğunu açıklıyor. 7 Haziran günü Gazi Osman Paşa ve Zeytinburnu belediyelerinde grev kararının asılması diğer ilçelerden işçi temsilcilerinin de katıldığı yürüyüşlere sahne oldu. Yapılan konuşmaZeytinburnu’da yapılan grev kararı asma eylemi larda ücret taleplerinin mütevazı olduğu ve bu talepler noktasında Hak-İş’e üye Hizmet-İş ve Belediye işçilerinin mücadekararlı olunacağı, grevden kaçıl- DİSK’e üye Genel-İş sendikaları lelerinin başarıya ulaşmasının mayacağı ve grevlerin İstanbul da yetkili oldukları belediyelerde yolu, orta-uzun vadede sendigenelinde büyük bir grev halayı- TİS süreci içerisinde bulunuyor. kaların taşeron işçileri de örgütna dönüşebileceği ifade edildi. lemesinden ve onların haklarını Genel-İş Sendikası Bağcılar kazanmak için mücadele etmeYine konuşmalarda ve slogan- ve Bahçelievler belediyelerinde larda belediyelerde taşeron işçi 15 Haziran günü grevleri baş- lerinden, işçi demokrasisi temeçalıştırılmasının ne denli büyük lattı. Sarıyer belediyesinde ise linde tek sendika tek konfedebir sorun olduğu, taşeron işçi grev kararı asacak olan Genel- rasyonu hedefleyen bir sendisayısının belediyelerdeki sendi- İş sendikasına polis müdahalesi kal mücadele hattından geçiyor. kalı işçi sayısına ulaştığı vurgu- oldu. Grev kararını asmanın bir Bugün ise farklı sendikalarda landı. Sloganlarla belediyelerin yasal zorunluluk olduğunu hatır- örgütlü belediye işçileri rekataşeronlara değil, işçilere bütçe latan çeşitli sendikal çevreler bu bet içinde olmak yerine ortak mücadeleyi yaşama geçirmeyi aktarması talebi haykırıldı. müdahaleyi kınadı. başarmalılar.

Gazi Osman Paşa Belediyesi


POLİTİKA

Sayı: 18 Haziran 2006

Diyarbakır milletvekili Aziz Akgül’den yasa teklifi incileri

Ülkedeki tüm yasalar elden geçiyor, yeni yasalar çıkartılıyor. AB’ye uyum sürecinde, AB direktifleri iyi bir biçimde takip edilerek, yasaları bunlara uyarlamak için elden gelen yapılıyor. Ve bu aynı süreçte çıkartılan birçok yasa ile işçilerin kazanılmış hakları tırpanlanıyor.

B

una da şaşmamak gerek. AB aynısını Fransa’da, İtalya’da, Belçika’da Almanya’da da dayattığı için, bu ülke emekçileri ayağa kalkıyor, grevler ve genel grevler yapıyor, direniyorlar. Bizde ise bu kanunların hazırlanmasında hükümet partisi ve patronlar bilinçli şekilde AB’yi ülkenin tek kurtuluşu olarak sunuyor ve halkı uyutuyorlar. Böylelikle ilmek boynuna geçirilen işçi sınıfı yarının kaygısı içinde yok olmaya terk ediliyor. AB’ye uyum sürecinde yapılan veya yapılması planlanan her yasa değişikliği içinde en azından şüphe barındırır. İhtiyatı hiçbir zaman elden bırakmadan, her tasarı ve teklifi yakından incelemeliyiz. İşte teklifleriyle bu sürece hizmet eden Diyarbakır Milletvekili Aziz Akgül’ün son dönem bazı tekliflerini bir sıralayalım:

Devlet Memurları Kanunu’nda Değişiklik

Devlet memuruna ticaret özgürlüğü getiriyor. Tam da Başbakan’ın istediği gibi. Memur, ahlak kurullarından geçen her işi yapabilecek. “Benim memurum işini bilir!” anlayışının son durağı bu olsa gerek. Tabii bu işin kaymağını da küçük dereceli gariban memurlar değil, yüksek katsayılı bürokratlar yiyecektir. Yani küçük memur, öğretmen, pazarda hukuka uygun bir biçimde limon satacak, üst düzeydeki bürokrat ise şirket yönetim kurullarına girerek ekmek kavgasına (!) sürüklenecek! Aynı yasanın asıl felaketi tüm kamu çalışanları için, yani ister kadrolu, ister geçici sözleşmeli olsun, “kısmi zamanlı, iş paylaşımlı, esnek çalışma ile eve iş götürme” düzenini getirecek olması. Yani 2003’te yeni İş Kanunu ile işçiler için getirilen düzenleme bugün memurlara dayatılıyor. Daha evvel söylemiş

olduğumuz gibi: Tüm memurlar 4-C’liler gibi kuralsız çalıştırılmak isteniyor.

Dar Gelirli Ailelerin Geçimine Katkı Sağlanması Amacıyla Her Aileden Bir Kişiye Geçici İş Temin Edilmesi

Ülkenin seçilen en yoksul ailelerinden (il veya ilçe idare kurullarına başvuruyorsun, onlar seçiyor) birer kişi neredeyse her işte çalıştırılabilir. Bu çalıştırma yılda en az üç, en fazla altı ay sürer (!). Bu kadar da değil, bu çalışma sırasında hiçbir sigorta primi vesaire yatırılmaz. Ayrıca yine teklife göre, bu neviden çalıştırılan kimseler “memurlar veya işçiler tarafından yürütülmesi gereken işlerde” istihdam edilir. Bu teklif kurallı çalışma yaşamının parçalanması projesinin önemli bir halkasıdır! Devletin asli görevi vatandaşlarına iş bulmak, iş alanı yaratmak iken, işsiz olduğu için çaresiz duruma düşen insanların bu durumundan devletin istifade edeceği ve onları hiçbir hakları olmaksızın sefalet sınırında çalıştıracağı bir düzen bize benimsetilmek isteniyor.

Vatandaşlık Geliri Verilmesi

Aynı anlayışın bir diğer ürünü. Vatandaşına kurallı ve düzenli istihdam yaratmak yerine tam anlamıyla “sadaka” dağıtan bir devlet modeli dayatılmaya çalışılmaktadır. Yasanın uygulamasından bahseden 10. madde şöyle demektedir: “en yoksul ailelerden başlanacak ve 2023 yılında tüm yoksul ailelere verilmeye başlana-

DİSK ESK ve AB Karma İstişare Komitesi’nden çekildi DİSK Genel Merkezi’nde 29 Mayıs’ta yapılan konfederasyon yönetim kurulu toplantısında alınan kararı Süleyman Çelebi basın açıklamasıyla anlattı.

E

konomik ve Sosyal Konsey istenilen yapı ve işleyişe kavuşturuluncaya kadar toplantılara katılmayacağız. İki yıla yakın bir süredir eş başkanlık görevini üstlendiğim AB Karma İstişare Komitesi Başkanlığından da çekiliyorum. Komite çalışmalarına Komite’nin kararları hükümet tarafından ciddiye alınıp hayata geçirilinceye kadar katılmayacağız. Bu diyalog mekanizmaları gerçekten tarafların ortaklaşa aldıkları kararlarda ve uluslararası belgelerde belirtilen hususlarda somut gelişmeler kaydedecek, hükümeti bu yönde etkileyebilecek bir güce ve etkinliğe ulaşıncaya, kararlar hükümet tarafından yerine getirilinceye ve bu yapılar etkin ve sonuç üreten bir işbirliğine kavuşturuluncaya kadar buralardaki üyeliğimizi askıya alıyoruz. cak.” Yani verilen para ne o aileleri yoksulluktan kurtaracak, ne de ölmelerine izin verecek. Tam sınırda, bunun ismi sadakadır. Ayrıca patroncu politikanın geldiği vurdumduymazlığa bir bakın: hiç yüksünmeden teklifte “2023 yılındaysa tüm yoksul ailelerin kapsanacağından” bahsedilmektedir. İşte bu politikanın gerçek yüzü budur; 2023’e kadar memleketimde yoksulluğun kökünü kazımak için mücadele edeceğim diye yalan söylemiyor, o zaman gelsin daha çok sadaka dağıtırım diyor.

Liselere Zorunlu Girişimcilik Dersi

Aziz Akgül’den son güzel teklif ise “Liselere zorunlu Girişimcilik ve Kendi Hesabına Çalışma Dersi” konmasına dair. Zaten bu sıralanan politikaların; gemisini kurtaran kaptan, her koyun kendi bacağından asılır gibi derslerle güçlendirilmesi gerekir ki, maazallah yarın işçi olacak bu öğrenciler zararlı beraberliklerden uzak dursun.

11 İşçiler ve işçi örgütleri Engin Bodur

DİSK tarihine dönmeli ve işçilerin birliğini savunmalı

D

İSK Yönetim Kurulu Ekonomik ve Sosyal Konsey ile AB Karma İstişare Komitesi eş başkanlığından çekilerek ilişkileri askıya aldı. Askıya almak yetmez. Patronların örgütleri ile işçi örgütlerinin kurması istenen bu diyalog mekanizmaları AB’nin normudur, bizim sendikalarımıza da dayatılmak istenmektedir. Patronların hükümeti AKP ile patronların uyumu ve işbirliği tamdır. Yapılması gereken bu sınıf işbirliği yalanını patronların partilerine, temsilcilerine terk ederek, işçi sınıfının birliğini ve ortak mücadelesini örgütlemektir. Patronlara ve onların hükümetlerine gösterilen sabır, Türkİş, Hak-İş başta olmak üzere Emek Platformu’na gösterilseydi bu gün bu koşullarda olmazdık. Suçu başkalarına atmadan, bu tarihsel görevi başarmak zorundayız. 24 milyon işçi-işsiz kardeşimiz yaşam mücadelesi verirken patronlardan medet ummak intihardır. Uluslararası Çalışma Örgütü ILO’yla diyalog sürecek kararı da doğru ama eksiktir. ILO içinde ortak bir uluslararası işçi dayanışması için mücadeleci bir cephe kurarak sınıf işbirliğini savunan ETUC’tan çıkılmalıdır. Sendikalar bir diyalog örgütü değil işçilerin devletlerden ve patronlardan bağımsız mücadele örgütleridir.

DİSK bir işçi sınıfı örgütüdür

DİSK patronlarla, hükümetle ortak olmak yerine Emek Platformu’nu harekete geçirmelidir. Bu konuda bugüne kadar kötü örnek olduğu Türk-İş, Hak-İş’e ve diğer birleşenlere açık bir özeleştiri vermelidir. İşçilerin ve emeklilerin açlığa, eğitimsizliğe ve sağlık hizmeti alamayarak ölüme gönderildiği ülkemizde, özelleştirme, taşeronlaştırma ve işsizlik karşısında, sosyal güvenlik, özgür sendika ve toplu sözleşme hakkı için; işçi sınıfının birliği için mücadele verilmelidir. DİSK işçi sınıfını birleştirmek için, bulanık söylemlerden uzaklaşıp, solu birleştirmek gibi ihaleci/yağmacı patronları ve temsilcileri de katan çalışmalar yerine Emek Platformu’na yönelmelidir. Sağsol, laik-antilaik ayrımları ve milliyetçilik sınıfı bölen ayrımlardır. İşçi örgütleri işçi demokrasisi anlayışıyla birleşmeli, Emek Platformu işçilerin birleşik ortak kendi partisi için harekete geçmelidir. Askıya aldığınız patronların ve devletin yanındaki konu mankeni rolünü tarihin çöplüğüne atın. İşçi sınıfının birleşik ve bağımsız mücadelesi için harekete geçin.


ULUSLARARASI

12

İşçi Kardeşliği

“Reformlar” konut sorununu Rusya’ya da taşıyor

Karşıreformun sonucu sokakta donarak ölenler

Ukrayna’da ve Rusya’da mevcut sistemi tümüyle ters yüz eden iskân reformu ile, 1 Ocak tarihinden bu yana, ev kiralarında ve doğalgaz, su ve elektrik ücretlerinde büyük zamlar yürürlüğe sokuldu. Rusya’daki yeni iskân yasası ile JKKh isimli kamusal iskan sisteminin özelleştirilmesinin önü açıldı. Bu konuda Rusya ve Ukrayna’daki ILC üyelerinin yazdıklarını aktarıyoruz. “Reform” sonucunda birçok aile ev masraflarını ödeyemeyecek duruma düştü. Ödemelerini yapamayanlar doğalgazlarının, sularının veya elektriklerinin kesilmesi gibi cezalarla karşılaştılar. Eski Sovyetler Birliği ülkelerinde bugün artık soğuktan ölümler sıradan bir olay haline geldi. Ukrayna’da, Sağlık Bakanlığı’nın verdiği bilgilere göre, 16 Ocak ile 13 Şubat 2006 tarihleri arasında 884 kişi soğuktan donarak öldü. Bunlar resmi rakamlar. Basın ise bin 500 kurban olduğunu yazıyor. Rusya’da ise beş binin üzerinde insan soğuktan donarak öldü. Bunlar reformun dolaysız kurbanları. İskânın özelleştirilmesi işçileri ve emeklileri sokağa atmış durumda. Yeni hükümler; kiracıların evlerden, bazen gidecek başka hiçbir yer gösterilmeden çıkarılabilmelerine olanak veriyor. Yine yasa kiracıların borçlarının özel şirketler tarafından satın alınabilmesi yönündeki barbarca uygulamayı da yasallaştırıyor. Bu şirketler mahkemeye giderek veya güç kullanarak borçlarını öde-

Eski Sovyetler Birliği ülkelerinde bugün artık soğuktan ölümler sıradan bir olay haline geldi. Ukrayna’da basın bin 500 kurban olduğunu yazıyor. Rusya’da ise beş binin üzerinde insan soğuktan donarak öldü. Bunlar reformun dolaysız kurbanları. yemeyenlerin evlerine ve mallarına el koyuyorlar. Bu şirketler borçlu olanlarla ilgili bilgiyi nereden alıyor, borcun ne kadar olduğunu nereden biliyorlar? Esasında, emekli, yıllardır ücretlerini alamayan işçi veya ani ücret artışlarını karşılayamayan yalnız anneler gibi kesimlerden oluşan borçlularla ilgili bilgileri, bu borç avcılarına yerel yönetimler veriyorlar. İşte bu böylesine bir “reform”.

Birçok şehirde ücret artışlarına ve özelleştirmeye karşı direnişler oldu. Vladivostok’ta (yedi bin kişi) ve Tomsk’da gösteriler oldu. Saint Petersburg’da evlerdeki kiracılar, evlerin ve bunların bağlı oldukları şirketlerin özelleştirilmesine karşı

Yasa kiracıların borçlarının özel şirketler tarafından satın alınabilmesi yönündeki barbarca uygulamayı da yasallaştırıyor. borçlularla ilgili bilgileri, bu borç avcılarına yerel yönetimler veriyorlar. İşte bu böylesine bir “reform”. gösteri yaptılar ve önemli bir caddenin trafiğini kestiler.

“Reform”la tasfiye edilmek istenen sosyal konutlar

yürüyüş gerçekleşti. Briansk’ta beş bin kişi kira artışlarına karşı protestoya katıldı. Makine fabrikasının işçileri de göstericileri destekledi. Göstericilerden biri “Sonunda maaşımızın yarısının kiraya gitmesini sağlamayı başardılar” diyor ve ekliyordu: “Ayrıca bizler nitelikli frezeciler ve tornacılarız, ayda yedi bin ila on bin ruble arasında kazanıyoruz. Peki ya yeni işe girmesi gereken gençler? Onlar böyle sokakta mı kalmalı?” Bu arada fabrika gösteriye katılan işçileri işten atmakla tehdit etti.

Şimdiden yasal yaptırımla evlerden tahliye edilenler oldu. Perm’de göstericiler (yaklaşık 500 kişi) “Evlerin kiracılara geri verilmesi” talebi ile yürüdü ve yeni barınma yasasının geri çekilmesini istedi. 17 Bu sorun karşısında gösterilerdeki Şubat günü Ekaterinburg’da kiralatemel talepler şunlar oldu: rın artırılmasına karşı kitlesel bir

II. Rusya Sosyal Forumu’nun yanlış tutumu

B

u şartlar altında II. Rusya İkinci Sosyal Forumu’nun organizatörlerinden Carine Clement’in Kolektif Eylem için Enstitü’nün yöneticisi) aldığı tutumu nasıl açıklayabiliriz? Clement Sosyal Forum’da “İskân sistemi reformunun, buralarda oturanların çıkarına olduğunu” öne sürüyor. Bu ne anlama geliyor? İşçiler yeni iskân yasasının geri çekilmesini ve mevcut iskân sisteminin korunmasını talep etmiyorlar mı?

Peki neden Clement başka bir anlayışı tercih ediyor? İşçilerin devletin garantisindeki iskân sistemine ve su, elektrik için devlet desteğiyle sağlanan düşük ücretlendirmeye ihtiyacı var. Yeni bir reforma ihtiyacı yok; ellerindekini korumak istiyorlar. Seçenekler şunlar: Yeni bir reform mu, özelleştirme mi, incelikli bir şekilde mevcut iskân sisteminin yıkılması mı; yoksa iskân hizmetlerinin savunulması, özelleştirmenin iptal edilmesi ve yeni iskân yasasının iptal edilmesi mi?

Bu, başını sokacak bir yer bulma Clement Sosyal Forum’a sivil topya da sokakta kalma sorunu. Bu tüm lum temsilcilerini ve Iabloko partisinhalkın hayatta kalmasıyla ilgili bir den aktivistleri davet etti. Iabloko parsorun. tisinin 18 Mart 2005 tarihli bir kararı, iskân alanında “mevcut tekel siste-

• Yeni iskân yasası geri çekilsin. • Kiralardaki ve ücretlerdeki zamlar geri alınsın. • 144 sayılı tüm giderlerin vatandaşlar tarafından karşılanmasını öngören kararname geri çekilsin. • Evlerin bağlı olduğu büroların özelleştirilmesi kararı geri alınsın. • Su ve elektriğin özelleştirilmesi kararı geri alınsın. • Barınma hakkı garanti altına alınsın. • Emekliler ve diğer ihtiyaç sahibi gruplar için kiralardaki ve ücretlerdeki indirimler yeniden uygulansın. minin zayıflatılması” ve “bu sektörün tekelci olmayan işletmelerin eline geçmesinin sağlanması” doğrultusunda idi. Yani bir sol parti iskân alanında özelleştirme için mücadele ediyor! Parti çıkarılmış olan “reform”un geri çekilmesini talep etmediğini de saklamıyor. Sadece kimi değişiklik önerileri getiriyor. “Sol” bir partinin bu siyaseti “emekten yana” olabilir mi? Yeni iskân yasası ve Duma tarafından kabul edilen bir dizi yeni yasa 2007 yılına kadar milyonlarca vatandaşın barınma hakkını elinden alacak. Bu çok önemli bir konu. Bu, insanların başlarını sokacak bir yer bulabilmeleri ya da bulamamaları ile, milyonlarca kişinin hayatta kalabilmesi ile ilgili bir sorun. Bu reformun sonuçları Rusya’da daha önce uygulanmış kimi “reform”lardan da daha yıkıcı olacak. Bu nedenle bu “reform”a tümden karşı çıkılarak mücadele edilmeli.


ULUSLARARASI

Sayı: 18 Haziran 2006

13

Amerika Birleşik Devletleri

Göçmenler Sorunu

Geçen aylarda, Chicago, Los Angeles ve diğer önemli Amerikan şehirlerinde, Wisconsin temsilcisi James Sensenbrenner tarafından hazırlanan tüm kayıt dışı göçmenleri suçlu haline getiren ve sınıra büyük bir duvar ören HR4437 ve diğer tüm göçmen karşıtı yasa tasarılarına karşı birçok protesto gösterisi düzenlendi. 26 Mart tarihli Los Angeles Times gazetesi yaşananları “tarihin en büyük göçmenlik hakkı gösterileri” olarak niteledi.

1

0 Mart’ta 500 binden fazla insan HR4437 yasasına karşı Chicago’da bir araya geldi. 25 Mart’ta bir milyondan fazla insan sokaklardaydı. Sınırın iki yanında siyasal liderler, halk liderleri, sendika liderleri ve dini liderler bu tasarıları kınadılar.

ve ABD temsilcileri iki uluslu bir çağrı kaleme aldılar ve şöyle söylediler: “Amerikan Senatosu’nun bir alt komisyonunda HR4437 yasasındaki bazı aşırı düzenlemeleri (sınıra duvar çekilmesi gibi) kaldıran iki partili bir anlaşmaya varılmış olsa da, artan sınır dışı etme, işveren yaptırımları ve yeni misafir işçi gibi işverenlere ucuz ve ayrıma uğramış işgücü sağlayan diğer göçmen karşıtı ölçütler halen yasada korunmakta.”

Protestolar göçmen hakları grupları, sendikalar ve insan hakları örgütleri tarafından düzenlendi. Birçokları bunu 1960’ların Siyah İnsan Hakları Hareketi’ne referans olarak, Yeni İnsan Hakları Hareketi’nin doğuşu HR4437 yasasının toptan iptali ve olarak nitelendiriyor. kayıt dışı göçmenler için tam yasallık ve eşit hak talepleri için mücadele ve HR4437 yasasının bu kitlesel red- gösteriler devam ediyor. dine karşılık olarak, ILC’nin Meksika

“Hayır demenin vakti geldi!” Göçmen Hakları üzerine San Francisco Emek Konseyi Önergesi

2

5 Mart’ta Los Angeles kentinde bir milyonun üzerinde kayıt dışı işçi, yasal vatandaş ve onların destekçileri, af, tam yasallık ve tüm kayıt dışı göçmenler için eşit haklar için sokaklara çıkarken;

Ve bir milyondan fazla insanı Los Angeles kentinde bir araya getiren kitlesel protesto gösterisini düzenleyen 25 Mart Koalisyonu 1 Mayıs kutlamalarının, tüm kayıt dışı göçmenlerin af, yasallık ve eşit haklar taleplerini destekleme çerçevesinde yapılması çağrısını yaparken;

Çözüm için, San Francisco Emek Konseyi tüm kayıt dışı göçmenler Ulusal emek önderliği tüm üyeleri- için af, tam yasallık ve eşit haklar için ni 10 Nisan’da tüm ülkede düzenlene- harekete geçme çağrısını destekliyor cek olan Göçmen Hakları Hareketini ve tüm üyelerini katılıma çağırıyor. desteklemeye çağırırken; Nihayet çözüm için, San Francisco “Tüm kayıt dışı göçmenler için Emek Konseyi 1 Mayıs kutlamalarıgenel af” talebiyle 10 Nisan’da San nın bu taleplerin desteklenmesi çerFrancisco’da 16. Cadde’den 24. çevesinde yapılmasını destekliyor ve Cadde’ye bir yürüyüş düzenleme üyelerini katılıma çağırıyor. kararı alınmışken;

Af ve tam yasallık istiyoruz! Los Angeles kentinde bir milyondan fazla insanı bir araya getiren 25 Mart Koalisyonu’nun açıklaması

B

ir milyonun üzerinde kayıt dışı göçmen, yasal vatandaş ve destekçi tarafından Los Angeles kentinde bir araya gelmesi ve ABD’nin diğer kentlerindeki protesto ve yürüyüşler, yeni bir İnsan Hakları ve İşçi Hakları hareketinin başladığını açıkça kanıtlamaktadır. Milyonları temsil eden her protestocunun ağzından aynı talep duyuluyor: her çalışan için eşitlik ve eşit haklar. Tüm göçmenler ayrıntılı ve herkesi kapsayan bir süreç içinde yasallaştırılmazsa bu haklar sağlanamaz.

başka bir amaç taşımıyor. Göçmen hakları hareketi, Kongre veya Bush’un önerdiği “misafir işçi” veya diğer baskıcı alternatiflerle yetinmeyecek. Bazıları af ve yasallaşmanın gerçekçi olmadığını, hatta eşitlik talebini yükseltmenin tehlikeli olduğunu ileri sürüyorlar. Fakat Amerika Birleşik Devletleri tarihi, bize acımasız ayrımcılıklara karşı gelmenin ve gerekli haklara ulaşmanın tek yolunun halkların inatçı mücadelesinden geçtiğini göstermektedir.

1955-56 yıllarında Montgomery, Alabama şehrinin cesur AfrikalıAmerikalı halkının boykotunu aklımıza getirelim. Halk, ev ve otel hizmetçileri, bahçıvanlar, aşçılar, terziler ve tüm insanlar “Artık yeter!” diyerek seslerini Bugün Kongre’de tartışılan tüm yükseltmişlerdi. Eşitlikten başka hiçbir tasarılar, ya tüm kayıt dışı göçmenleri şeye razı değillerdi. İnat ettiler, zafer suçlu haline getirmek ya da bu ülke- kazandılar ve tarih yazdılar. yi kendi ülkeleri gibi gören insanlara Bugün bu yeni İnsan ve İşçi Hakları yaşamak, çalışmak ve ülkede kalmak için çok sınırlı bir olanak getirmekten Hareketi af, yasallık ve eşitlik talep ediyor.

rin durumuna çözüm olmamaktadır. Misafir işçi programları işçileri işverenlerin merhametine terk etmektedir. İşçiler düşük ücretlerini veya çalışma devam ettikçe ne göçmen karşıtı koşullarını protesto ettikleri takdirde, yasalar ne de duvarlar, o ülkelerin hiçbir yasal koruma olmadan sınır insanlarının Amerika’ya göç etmedışı edilebilmekteler. lerine engel olmayacak. Bu yasalar açıkça daha çok sömürüye ve ölüme İnşaatlarda, hizmet sektöründe, sebep oluyor. tarımda ve diğer işlerde çalışan göçmenler Amerikan işçi sınıfının bir Misafirlik programını içeren tüm parçasıdır. yasalar ayrımcıdır ve göçmen işçile-

İki ulusun çağrısı • Tüm kayıt dışı göçmenlere af! • Herkese yasal izin! • Hiçbir işçi yasa dışı değildir! Amerika Birleşik Devletleri dünyanın güney yarım küresindeki ekonomileri alt üst eden, büyük ekonomik eşitsizlikler yaratan “serbest piyasa” politikalarını uygulamaya

Los Angeles mitingi, 25 Mart 2006

Bu yüzden taleplerimiz: • Tüm kayıt dışı göçmenlere af! Herkese yasal izin! • Amerikan Senatosu’nda gündemde olan HR4437 ve tüm diğer göçmen karşıtı yasa tasarıları iptal edilsin! • Kıta ekonomilerini harap eden NAFTA ve tüm “serbest ticaret” anlaşmaları iptal edilsin! • Hiçbir işçi yasa dışı değildir!


14

ULUSLARARASI

İyi ve Kötü

ILO ve ILO Normları tehdit altında değil mi?

Recai Karakaş

Petrol ve din ekseninde ABD ve İran ilişkileri

A

BD-İran ilişkilerini İran-Irak Savaşı’na bakmadan irdelememeliyiz. ABD, İran-Irak Savaşı’nda Ortadoğu’nun en büyük gücü olma yolunda ilerleyen İran’ın önünü kesmek için, Saddam’a ekonomik, siyasal ve askeri alanlarda destek sağladı. Sekiz yıl süren İran-Irak savaşında üstün çıkan Saddam ABD’yi arkasına alınca güç bende sanarak Kuveyt’e saldırdığında anladı ki emperyalist devletlerin dostu yoktur, çıkarları vardır. Çok zaman geçmeden Baba Bush’un tokadı kağıttan kaplanın suratında patlamıştı. Büyük bir darbe alan Saddam’a son hamleyi 11 Eylül saldırılarını bahane ederek Oğul Bush vurmuş, Irak tam anlamıyla işgal edilmişti. Sıra savaşanların diğer tarafına gelmişti. İran-Irak Savaşı’ndan sonra büyük bir hızla kendini toplayan İran’da gelişmeler olumluydu. İran ikinci defa Ortadoğu’nun gücü olma yolunda ilerliyor; baskıcı, totaliter Humeyni rejiminden sonra iktidara gelen, muhafazakar ancak reformcu Rafsancani, Dünya ile iyi ilişkiler kurmakta, komşuları ile barış içinde yaşamakta, diğer yandan İran’da kadınlar daha özgür, öğrenciler ve sivil toplum örgütleri ülke yönetiminde daha katılımcı olmaktaydılar. Bunlar İran için büyük demokratik gelişmelerdi. Bu ABD’nin işine gelmiyordu. Yapılacak ilk seçimlerde aynı Irak’ta olduğu gibi ilişkileri gerecek, sorun çıkaracak bir isim iktidara getirilmeliydi. O da başarılmıştı. Bu isim Ahmedinecad oldu. Rafsancani döneminde İran’a saldırı konusunda yalnız kalan ABD, Ahmedinecad’ın savruk açıklamalarıyla bu işgalde kendine dünya kamuoyu önünde haklılık payı çıkarmaya başlamıştı. Tam da bugünlerde olaylar gelişirken, tıpkı Irak işgalinden önce olduğu gibi, Erdoğan’ın ABD’ye gideceği ve Bush’la görüşeceği haberleri ayyuka çıktı. Bu da “İran’a saldırı yakın mı acaba?” dedirtiyor insana. İsrail ve Yahudi lobisini memnun etmek için çırpınan ABD’nin, İran’a karşı girişilecek savaşta yalnız kalmamak için yapmış olduğu politik oyunlar kısmi olarak olumlu sonuç vermiş, ABD İslam dünyasının kalbine yerleştirilmiş bir uzak karakol, bir sigorta şarteli görevi gören siyonistler karşısında Ortadoğu’da hiçbir devleti tehlike olarak görmek istemiyordu. Radikal bir Hıristiyan olan Evanjelik Bush’un İran’a saldırı sebeplerinden biri petrol iken, biri de “din”dir. İnançlarına göre Hz. İsa 3.000 yılında dünyaya gelecek, burası da Ortadoğu (Kudüs) olacak, işte bu yüzden Hz. İsa gelene kadar Ortadoğu müşriklerden (Müslümanlar) temizlenmeliydi. Bush, “Tanrı istediği için Irak’ı işgal ettik.” demedi mi? Son zamanlarda, kapitalizmin gayrimeşru kimliğini meşrulaştırmak için kutsal değerleri kullanmak içte ve dışta moda haline geldi. ABD haram sofrasına iştahla oturmaya kalkarsa zararla kalkar. Söylemesi bizden, düşünmesi sizden. Sağlıcakla kalın.

İşçi Kardeşliği

Geçtiğimiz 11 Haziran 2006 tarihinde Cenevre’de toplanan ILC Konferansı’nın çağrı metni ILO’nun (Uluslararası Çalışma Örgütü) ve ILO normlarının tehdit altında olup olmadığı sorusunu, uluslararası işçi hareketi içerisinde tartışmaya açıyordu.

I

LC her sene Cenevre’de toplanan ILO Senelik Toplantısı esnasında, buraya tüm dünya ülkelerinden gelmiş olan işçi örgütlerinin temsilcilerini katılmaya davet ettiği bir günlük bir konferans düzenliyor. Geçtiğimiz yıllarda katılmış olduğumuz bu konferansa bu yıl parti kuruluş çalışmalarının yoğunluğundan dolayı katılamadık. Türkiye işçi sendikalarından ILO senelik toplantısına katılan temsilcilere de, ILC konferans çağrı metnini zamanında ulaştıramadık. Ancak tüm dünya işçi hareketi açısından önemli soruları gündeme getiren ve tartışan bu çağrıda dile getirilenleri gazetemiz sayfalarında sizlerle paylaşmak istiyoruz: Bugün işçi sendikaları “yeni dünya yönetişimi”ne katılmaya davet ediliyor.

Tüm sendikacılar ILO Normlarının uluslararası düzeyde işçi haklarının yasalaşmasını sağladığını bilirler. ILO Normları önce ILO bünyesinde kabul edilen, sonra tek tek ülkeler tarafından onaylanarak iç hukuka geçirilmesi gereken sözleşmelerde ifadesini bulur. ILO Normları her bir ülkede ve uluslar arası düzeyde işçi hareketi için bir dayanak noktasıdır. Bugün BM’nin Ekonomik ve Sosyal Konseyi güçlendirilmek isteniyor. BM Genel Sekreteri Kofi Annan BM’nin Ekonomik ve Sosyal Konseyi’nin yıllık toplantılar düzenlemesini ve BM kalkınma hedefleri (özellikle de Milenyum Projesi hedefleri) doğrultusunda kaydedilen gelişmeyi değerlendirmesini önermektedir. Konsey’in bunu STK’lar (sivil toplum kuruluşları) ile koordinasyon içerisinde yapması hedeflenmektedir.

Bilindiği gibi ILO, Birleşmiş Milletler’in (BM) özel bir kurumu. ILO’nun yapısı, devletlerin, işçi Kofi Annan’ın Milenyum Projesi örgütlerinin ve işveren örgütlerinin ile ilgili bu her sene yapılacak toptemsiline dayalıdır. lantı önerisi BM’nin Ekonomik ve

Sosyal Konseyi’nin rolünü güçlendirecek ve ILO’nun rolünü de tehlikeye atacaktır. ILO işçilerin özgün çıkarlarını ve bunun temsilini tanıyan bir uluslararası organizasyondur. Bunun yerine dördüncü bir grubun – STK’lar – yaratılması yoluyla, Ekonomik ve Sosyal Konsey’in güçlendirilmesi yoluyla, ILO’yu güçsüzleştirmeyi hedefleyen bir saldırı söz konusu değil midir? ILC Konferans çağrı metni, zaten uzun yıllardır ILO normları sisteminin tartışmaya açılmış olduğunu, saldırı altında olduğunu hatırlatıyor. Özellikle de 1998’de ILO Senelik oturumuna katılan ilk ABD Başkanı olan Bill Clinton’un önerisiyle gündeme gelmiş ve benimsenmiş olan Temel Haklar Şartı, mevcut ILO normları sisteminin yerine geçirilmek istendiğinden bu yana bu saldırının söz konusu olduğunu vurguluyor. Çağrı metni bir adım daha öteye giderek “Bugün ILO’nun bizzat varlığı dahi tehlikede değil midir?” diye soruyor.

ICFTU Yıllık Raporu yayımlandı

Tüm dünyada işçi hakları ayaklar altında, demokrasi ayaklar altında

Türkiye’den Türk-İş, DİSK, Hak-İş ve KESK’in üyesi olduğu Uluslararası Hür İşçi Sendikaları Konfederasyonu (ICFTU) her yıl tüm dünyada sendikal hak ihlallerine ilişkin kapsamlı bir rapor yayımlıyor. Yine yayımlanan bu rapora göre 2005 yılında dünyada 115 sendikacı işçilerin haklarını savundukları için öldürüldü. Bin 600 sendikacı saldırıya uğrarken dokuz bin sendikacı ise tutuklandı.

T

üm ülkeler arasında Kolombiya yine en çok sendikacının öldürüldüğü ülke oldu. ABD’nin de parmağı olan iç savaşın sürdüğü bu ülkede 2005 yılı içinde 70 sendikacı öldürüldü. Sendikalara yönelik baskı ve şiddetin en ağır biçimde yaşandığı diğer ülkeler arasında Irak, İran, Burma, El Salvador, Çin ve diğer kimi ülkeler yer alırken, kimi Körfez Arap ülkelerinde işçilerin sendika kurmaları halen tümden yasak. Kuzey Kore gibi kimi ülkelerde ise sadece hükümet kontrolünde sendikalar mevcut.

Yine bu yıl Bush yönetimi ABD leşen işçi eylemlerini sert yöntemleriçerisinde işçilerin örgütlenme ve le bastırdı. toplu pazarlık haklarını engellemeye Irak’ta 13 sendikacı öldürülürken, yönelik saldırılarını sürdürdü. Ortadoğu’da çalışan göçmen işçiler Meksika gibi Latin Amerika, aşırı sömürü ve hak gaspları yaşaDominik Cumhuriyeti gibi Asya dılar. ülkelerindeki serbest ticaret bölgeleri Türkiye’den eğitim emekçileriişverenlerin işçilerin sendikal haklanin yürüyüşüne yapılan saldırının, rını kullandırmamak için saldırılarını en çok yoğunlaştırdıkları bölgeler işçilerin sendikalaştıkları için işten atılmalarının, toplu sözleşme yapma olmayı sürdürdü. yetkisi almanın önündeki zorluklaBurma’da yönetime el koymuş rın ve engellerin ve grev hakkının olan askeri cuntanın yasaklamış oldu- önündeki ciddi engellerin yansıdığı ğu sendikalar federasyonunu örgütle- raporda Avrupa’ya ilişkin olarak da Bu yıl Avustralya’da, diğer birçok meye çalışanlara 25 yıla kadar varan Polonya’da hükümetin sendikalara müdahaleleri, Almanya’da kamu ülkede olduğu gibi, işçilerin en temel hapis cezaları verildi. emekçilerine grev hakkının tanınmahak ve kazanımlarını gerileten yeni Onlarca Çinli sendika aktivisti ması ve yine birçok işverenin senyasalar çıkartıldı. 2005 yılını da hapiste geçirdi ve yine dika karşıtı tutumları gibi pek çok Çin’de yetkililer birçok ilde gerçek- sendikal hak ihlali aktarıldı.


Sayı: 18 Haziran 2006

ULUSLARARASI

15

ILC üyesi, Brezilyalı sendikacı Anderson Luiz Souza Santos bir suikasta kurban gitti.

Bu suikastla ilgili tüm gerçekler ortaya çıkarılmalı!

Gıda İşçileri Sendikası’nın Rio de Janeiro ve Baixada Fluminense şubesi başkanı genç arkadaşımız (30 yaşındaydı) Anderson Luiz Souza Santos’un öldürüldüğünün haberini almak bizlerde büyük bir üzüntü ve öfke doğurdu. Brezilya işçi sendikaları konfederasyonu CUT’tan bu suikast ile ilgili yapılmış açıklamayı yayımlıyoruz. 11 Nisan 2006, Sao Paulo

Julio Turra, CUT İdari Komitesi üyesi

A

nderson, 10 Nisan Pazartesi, saat 8:30’da, Sao Joao do Meriti’de bir sendika toplantısına gitmek üzere evinden otobüs durağına doğru yürürken, iki kurşunla vurularak öldürüldü. O, küçük yaşlardan beri siyasi bir aktivist ve kararlı bir sendikacıydı. Meriti Okulu Öğrencileri Sendikası başkanlığı yaptı ve öğrencilerin şehir otobüslerinde ücretsiz seyahat hakkının kazanılması mücadelesinde gençlik hareketine önderlik etti. Aynı tarihlerde, 1998’de hem okuyup, hem de çokuluslu Nestle fabri-

kasında çalışırken fabrika komitesi lerde Brezilya çapında yapılacak oluşturdu. büyük bir toplu sözleşmenin önderliğini yapacaktı. Sınıf bağımsızlığına dayanan sendikacılığın ve sendikaların siyaO, sınıfına karşı vefakar bir milisallaştırılmasının savunucusu olan, tan aktivistti. CUT’un yıllık kongrelerinde defalarOnun öldürülmüş olması, bütün ca delegelik yapmış olan Anderson, emek hareketine yönelik bir saldırıher zaman sendikası ile tabanının bağlarını güçlendirmek için çalışırdı. dır. Esnek çalışma saatlerine son verilBrezilya polisi arkadaşımızın mesi ile sonuçlanan Nestle mücade- uğradığı suikastı, gasp teşebbüsü lesine önderlik etti. Sadia ve Rica diye açıklıyor. Bu açıklamalar karşışirketlerinde çalışan işçilerin toplu sında Anderson’un ailesi ve sendikasözleşme yapabilmeleri için mücade- sı, 19 Nisan’da bir araştırma komisle etti. Öldürülmeseydi yakın tarih- yonu kurdu. Bizler de bütün işçileri,

Latin Amerika’daki Son Gelişmeler Üzerine

Birkaç yıldır tüm dünya, özellikle de işçiler ve dünyanın yağmalanmasına karşı çözüm arayanlar, Latin Amerika’da olup bitenleri yakından takip ediyor. Yaşananları anlamaya çalışıyor. Her gün Latin Amerika’dan dünyaya ezilenlere umut veren haberler gelmesine alıştık. Burada insanlar birçokları tarafından yenilmez olarak görülen Amerika Birleşik Devletleri’nin emperyalizmine ve onun bölgedeki işbirlikçilerine karşı koyuyorlar. En azından amaçlarını bu şekilde dillendirdiklerini söyleyebiliriz. Son dönem Latin Amerika’da yine birçok önemli gelişme yaşandı. Biz de tüm kıtayı yakından ilgilendiren bu gelişmeleri sizlere aktarmaya çalışacağız.

G

eçtiğimiz ay en önemli gelişme belki de Bolivya’da yaşandı. Aralık’ta seçilen yerli başkan Evo Morales, kendisini seçen işçi ve köylü kitlelerin talebine cevap vererek ülkenin petrol ve doğalgaz kaynaklarını millileştirdi. Gecikmiş bir karar olarak niteleyebileceğimiz bu kararla ülkede etkin olan, Brezilya, İngiltere, İspanya ve ABD petrol şirketleri büyük şoka uğradı. Bolivya halkı bu gelişmeyi büyük bir sevinçle karşıladı, ancak halen ortada iki problem var. Birincisi, Bolivya, millileştirme talebiyle askerler tarafından “dışarı” çıkarılan şirketlerin teknolojisine muhtaç. Bu yüzden Morales, yeni koşullarla şirketlerle antlaşmalar imzalayacak gibi görünüyor. Bunun adresinin Bolivya ekonomisi üzerinde önemli etkinliği bulunan ve diğerlerinden “dost” gözüken Brezilya petrol şirketi Petrobras olması muhtemel. İkinci problem ise

diğerlerine göre zengin dört eyaletin 2 Temmuz’da gerçekleşecek bir bölgeselleşme referandumuyla özerklik kazanabilecek olması. Elbette bu federasyon isteğinin ardında petrol kaynaklarını ülkenin geri kalanıyla paylaşmama yatması, Bolivya halkının yoksul kesimi için bir tehdit. Morales’in bir ödevi daha var: tüm bölgelerden seçim esasına göre oluşturulacak meşru bir Kurucu Meclis toplamak. Bu referandum Bolivya halkı için kritik önemde. Gelelim Venezuela’ya. Ülkede seneye seçim var. Bu yüzden Chavez taraftarları kendilerine bir hedef belirlemiş durumda: 10 milyon oyla Chavez’i seçtirmek. Zararsız gibi görünmekle beraber, yapılması gerekenleri aksatması ve önceliğin bu seçime verilmesi olumsuz bir durum yaratıyor. En önemlisi de Chavez’in

İşçi Kardeşliği olarak Santos’un ailesi ve yakınlarına bir taziye mesajı gönderdik.

işçi sınıfını ve demokrasiyi savunan bütün örgütleri, Cumhurbaşkanı Luiz Inacio Lula da Silva’yı, Çalışma Bakanı Luiz Marinho’yu, İnsan Hakları Ulusal Sekreteri Paulo Vanucchi’yi, Rio de Janeriro Valisi Rosinha Garotinho’yu ve onun Kamu Güvenliği Sekreteri Roberto Precioso Junior’ı bu suikastın gerçekleştirilmesi ile ilgili bütün olayların ortaya çıkartılması, bu suikast ile ilgili mümkün olan en kapsamlı soruşturmanın yapılması ve bu olaydan sorumlu sessiz suç ortaklarının yargılanması taleplerini hayata geçirmeye davet etmeye çağırıyoruz.

cek. Geçtiğimiz aylarda Venezuela MERCOSUR’a üye oldu. Peki ama nedir bu MERCOSUR? Bu Latin Amerika ülkelerini kapsayan bir “serbest ticaret” antlaşmasıdır. Yani bugünlerde Latin Amerika halklarının ve işçilerinin en son ihtiyacı olan şeyin antlaşması. MERCOSUR, Avrupa Birliği’nin Latin Amerika versiyonudur. MERCOSUR’un bütün metinlerinde yer alan bazı hedefleri lafı dolandırmadan sizlere aktaralım: kamu harcamalarının kısılması, özelleştirme, kamu açıklarının kapatılması, yani IMF’ye borçların ödenmesi. Bu antlaşmayla engin kaynaklarına rağmen yıllardır çok uluslu şirketler tarafından yağmalandığı için milyonlarca yoksul barındıran ülkelerin, ellerindeki avuçlarındakileri yine bu şirketlere, uluslararası soygunculara teslim etmesi. MERCOSUR, Bush yönetimi tarafından hayata geçirilmeye çalışılan ancak diğer ülkelerin muhalefetiyle rafa kalkan FTAA’nın (Amerika Kıtası Serbest Ticaret Antlaşması) kılık değiştirmiş halidir. Latin Amerika’da işçi sınıfının bağımsızlığına ve halkların ulusal egemenliğine son vermeyi amaçlayan bir girişimdir.

en önemli destekçileri işçilerin kurduğu, onu darbeden sonra geri getiren en önemli örgütlerden olan UNT (Ulusal İşçi Sendikası) 2003’ten beri kongre toplamıyor. Bu da İşçi Kardeşliği Partisi’nin her zaman savunması gereken ve işçi sınıfının en hayati taleplerinden olan sendikaların hükümetten, devletten ve patronlardan bağımsızlığını tehlikeye düşürüyor. 21 Nisan’daki 2. Kongrenin Birinci Oturumu’na birçok UNT önderi katılmadı. İkinci oturum 26, 27, 28 Mayıs’ta yapılacak. Sendikal bağımsızlığın sağlanması için bu seçimde UNT delegelerinin bir araya gelip sendika yönetimini seçmesi şart. Seçilecek yönetim her Kıtadan son gelişmeler bu şekilzaman hükümet karşısında işçi sınıfıde. İnsanların kanlarını emenlere dur nın taleplerini dile getirmeli, kendini demeye çalıştığı bölgede halen onlaona bağımlı kılmamalıdır. ra engel olmak isteyenler çok fazla. Kıtanın tümünü ilgilendiren geliş- Önümüzdeki sayılarda görüşmek me ise bizlere daha tanıdık gele- üzere.


15-16 Haziran

Büyük İşçi Eylemi

15-16 Haziran büyük işçi eyleminden 36 yıl sonra bugün İşçi Kardeşliği Partisi kuruldu. Partinin kurucularından Yaşar Avcı ile o günleri ve bugünkü görevlerimizi konuştuk. Bize 36 yıl önceki o mücadele gün- toplantının ardından işyeri temsilciler kurulunda alınan iş bırakma lerini anlatır mısınız? kararı alındı. O gün de işçilerin büyük kısmı 15 Haziran günü eylem herkesi bugünkü gibi ya sendikasız, ya da işverenle iyi geçinmeyi düstur harekete geçirdi. İşçiler fabrikaedinmiş sendikalara üyeydi. O yıl- larından çıkıp yolları üzerindeki larda DİSK her yerde örgütlenme- bütün fabrikalara uğrayıp onları da ye başlamıştı ve Türk-İş de rekabet katarak sel gibi büyüyordu. yüzünden daha fazla çalışmaya ve Topkapı’dan Davutpaşa yolu önemli haklar almaya zorlanıyordu. üzerinde işçiler yürüyüşe başlaBiz Ülker’de 500’ü kadın 750-800 dı. Atlızincir, Alman İlaç, Vatan kişi çalışıyorduk. İşveren de, senKonserve başta olmak üzere bütün dika da gericiydi. Birleşik Gıda-İş işyerleri boşalıyordu. Ülker işçisi dışarı sloganlarıyla bizim fabrikaya dayanıp kapılar zorlanınca bizim patron önümüzden çekildi. Böylece biz de işçi ordusuna katıldık. Topkapı’ya doğru bütün işyerlerinde DİSK’li, Türk-İş’li, diğer sendikalara üye ve sendikasız işçiler coşkuyla ilerliyorduk. isimli, başkanı Ahmet Muşlu olan bir sendikaya üyeydik. Haksızlığa uğrayan işçi sendikaya gidince bu Ahmet Muşlu işverenle konuşuyor, ona bağırıp çağırıyordu ama o gün veya bir-iki gün sonra o işçinin kartı kaldırılıyor, işten atılıyordu. Sonradan öğrendik ki fişi olmayan boş bir telefonla işverenle konuşmuş gibi yapıyor, sonra da işverene bilgi veriyor. Bunları ülkenin tüm işçilerinin hali diye anlatıyorum. Bu ortamda patronlar sendikal haklar için greve giden, işyerinin kapılarını kilitleyip eyleme geçen işçileri durdurmak için hükümetlerinden yeni bir yasa istediler. Çıkan yasaya göre sendikalaşmak ve grev imkansız hale geliyor, baraj yüzünden yetki almak mümkün olmasın isteniyordu.

274-275 sayılı yasaları kaldırıp, tek tip sendika yaratarak eylem ve grevleri engellemek. DİSK’in 30 bin civarında üyesi vardı ve bir dizi

Topkapı’da tanklar vardı; üstlerinden, yanlarından geçtik. Şehremini, Vatan, Topçular, Rami, Sağmalcılar’dan gelenler birleştik. Aksaray, Cağaloğlu üstünden vilayetin etrafını sardık. Eminönü’ne indiğimizde Unkapanı ve Galata köprüleri açıldığı için Haliç’in öbür yanından gelen işçilerle buluşamadık ama iki yaka da bayram yeriydi. Konuşmalardan sonra dağıldık. İtiş kakış olsa da müdahale olmadı. İkinci günü tekrar aynı yollardan hareket ettik. İzmit-Gebze’den Kadıköy’e gelenlerden üç işçinin katledildiğini öğrendik. Öfkemiz daha da kabardı, coşkumuz ve kararlılığımız arttı. Güzel günlerdi, işçiler, üniversite öğrencileri el ele, omuz omuza kendi taleplerimizi haykırıyorduk. Çok etkili olmuştu. Patronların ve hükümetin korkusu bizleri iyice umutlandırmıştı.

Bir süre bekledikten sonra bu yasa Anayasa Mahkemesi tarafından bozularak kaldırıldı. Bu büyük işçi eyleminin sonuçları neler oldu? Böyle bir eylemi ve gelişmeyi hiç kimse öngörmemişti. Örgütsüz yerlerde hızla sendikalaşma başladı. Biz de Ülker’de Birleşik Gıdaİş’ten Türk-İş’e bağlı Tek Gıdaİş sendikasına geçtik. Bir dönem sonra da DİSK Gıda-İş sendikasına geçtik. Kolay olmadı tabii ki. 12 Mart’tan sonraki ilk işgal Ülker’de oldu. 17 Eylül 1974’te kapılara kaynak yapıp fabrikayı işgal ettik. İlk kez panzer ve elektrikli cop bizde kullanıldı. Kapıdaki kaynakları panzerle koparıp aldılar. 500 kadın en önde, 800 işçi topluca direndik. Hak almak hiçbir zaman kolay olmuyor. Bizim Ülker’in tarihi Türkiye’de işçi sınıfının tarihidir. Bugün de Hak-İş’te örgütlüler ve çoğu taşeron işçisi de örgütsüz.

Bugün 61 yaşında olan Yaşar Avcı 15-16 Haziran’da 25 yaşında bir Ülker işçisiydi. Bütün hayatı işçi sınıfının mücadelesiyle geçmiş bir işçi önderi olan Yaşar Avcı halen Emekli-Sen’de faal olarak çalışıyor ve İKP’nin kurucu üyesi.

DİSK’li, Hak-İş’li ve sendikasız işçiler olarak emeklilerle beraber “Ya işçi – yoksul köylü hükümeti, ya kıyamet” diyerek partimizi kurduk. O günlerin birlik anlayışı ve mücadele kararlılığıyla geleceğimizi patronlardan geri alacağız.

Son olarak ne söylemek istersiniz? Tarihimizi iyi anlatıp, hatalarımızdan öğrenip, yeni araçlar ve yöntemlerle geleceğimizi yeniden kurmalıyız. Bu amaçla 36 yıl sonra 2006 15-16 Haziranında Türk-İş’li,

İşçi sınıfının kendine güvenmesi, siyaset sahnesine çıkması ve yoksul köylülerle birlikte harekete geçmesinden başka yol yok. Gelecek güzel günler bizlerin ellerinde.

Dayanışma için Abone Kampanyası

[ ] 3 sayı: 5 YTL / [ ] 6 sayı: 10 YTL / [ ] 12 sayı: 15 YTL

İsim, Soyisim: ............................................................................................ Görev: ............................................................................................ Adres: ............................................................................................ ............................................................................................ Posta Kodu: ............................................................................................ İlçe, İl: ............................................................................................ Telefon, Faks: ............................................................................................ E-Posta: ............................................................................................ 1051319 no’lu PTT Posta Çeki Hesabına yatırdığınız abonelik ücreti dekontunuzu bu formla beraber faks veya posta yoluyla bize ulaştırın. (Bilgiler künyededir.)


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.