19
Sayı: Temmuz 2006 Bedeli: 1 YTL
ya işçi - yoksul köylü hükümeti, ya kıyamet!
İşçi Kardeşliği İKP
Merkezi Gazetesi
mazluma dini, milliyeti sorulmaz
İsrail yine saldırıyor, halklar yine direniyor!
Zulmün topu var güllesi var, kal’ası varsa Hakkın da bükülmez kolu, dönmez yüzü vardır
Tevfik Fikret
İKP Merkez Yürütme Kurulu’nun basın açıklaması ve İşçi Kardeşliği’nin süreci değerlendiren metni. arka sayfada
B
iz işçileri, yoksul köylüleri, kamu çalışanlarını, işsizleri, emeklileri ve toplumun bütün ezilenlerini büyük patron partilerinden ayrı durmaya, onlardan farklı bir taraf olmaya davet eden İşçi Kardeşliği Partisi (İKP) geçtiğimiz ay resmen kuruldu. Kurucularının ezici çoğunluğu sanayi işçilerinden meydana gelen bu parti bizim partimiz. Artık bundan böyle büyük patronların partilerinin peşinden sürüklenmek, onların partilerinin arasından futbol takımı tutar gibi takım, yani parti tutmak mecburiyetinde kalmayacağız. Bir başka ifadeyle her durumda büyük patronların çıkarlarını savunan, onların daha fazla kazanması için kanunlar çıkaran ve her gün bizi daha kötü hayat şartlarında yaşamaya mahkum eden partilerin taraftarları olmak zorunda kalmayacağız. Çünkü artık kendi partimizi kurma imkanını elde etmiş bulunuyoruz. Bu demektir ki, önümüzdeki dönemde kendi hükümetimizi, yani bir işçi-yoksul köylü hükümetini de kurabileceğiz. Yıllardır bize kemer sıktırıyorlar. Kendisine ister sağcı ister solcu densin, her gelen hükümet büyük patronların yüksek menfaatleri uğruna ekmeğimizle oynuyor, bizi istediği zaman işyerinin kapısının önüne koyuyor, çoluğumuzu çocuğumuzu süründürüyor. Neymiş efendim, enflasyona karşı mücadele ediyorlarmış! Bakın enflasyona son vermişler! Nasıl son vermişler? İşçi ücretlerini dondurup, insanları işsiz bırakarak! Üstelik işin ucunu bırakırlarsa enflasyon yeniden azarmış! Yani bu demek oluyor ki, işsizliğe ve düşük ücretlere talim etmeye hep devam edeceğiz! Bu palavralara artık karnımız tok. İnsanın neredeyse, bırakın bu kemer sıkma işini, enflasyon yükselecekse yükselsin, ama bizim ücretlerimiz de o oranda yükselsin diyesi geliyor! Kaldı ki enflasyonun sebebinin bizim ücretlerimizin yüksekliği olmadığını cümle alem biliyor. Enflasyon oranı yükseldiğinde de onlar kazanıyorlar, düştüğünde de. Oysa biz her durumda kaybediyoruz. Yaşça büyüklerimiz bilirler, bundan otuz sene önce bir memur emekli olduğunda emeklilik ikramiyesiyle bir apartman dairesi satın alabiliyordu. Şimdi alabiliyor mu? Peki o zaman
Partimiz kuruldu...
Temel atıldı, haydi inşaya!
nerede o muazzam ekonomik büyümeden bizim payımıza düşen? Kuşkusuz birilerinin payına bir şeyler düşüyor, ama o birileri hiçbir zaman biz olmuyoruz. Bizim satın alma gücümüz her geçen gün azalırken büyük patronlarınki her gün artmaya devam ediyor. Türkiye gelir dağılımındaki eşitsizliğin dünyada en fazla olduğu ülkelerin başında geliyor. Yerli ve yabancı büyük patronlara büyük vergi indirimleri ve kolaylıkları sağlanırken, bizim vergi dilimlerimiz sürekli yükseliyor, emekli ücretlerimiz düşürülüyor. Bir diğer şarlatanlık da “memleketinde fabrika kurup, işsiz insanlara ekmek kapısı açan büyük patronlara duyulması istenen minnet!” Sanki o büyük patronlar bu iş sahalarını hemşerileri işsiz kalmasın diye açıyorlar! Eğer öyleyse, niye daha düşük işçi ücretlerini gördükleri anda kendi memleketlerindeki tekstil fabrikalarını kapatıp Mısırlı hemşerilerinin imdadına koşuyorlar dersiniz? Çünkü onların dini imanı para, daha çok para. Kendilerini sağcı ya da solcu olarak göstersinler, fark etmez! Taptıkları para!
seferberliği gerekiyor. İKP önce işyerlerinde teşkilatlanmak zorunda. Partimiz bütün örgütlenmesini işyerleri üzerinden kurmaya niyetlendi. Onun gerçek bir işçi partisi olmasını sağlayacak olan ancak budur. Ancak işyerlerinde teşkilatlanan işçi kardeşlerimiz buralardan hareketle çevrelerini teşkilatlandırabilirler. Hep daha fazla üyeye ihtiyacımız olacak. Geçen sayımızda sunduğumuz programımız çerçevesinde hareket etmeye niyetli bütün işçi kardeşlerimiz birbirlerine destek vererek kendi partilerini düşmana, yani büyük patronlara ve onların medyasına inat inşa edecekler. Bu yolda önümüze tahmin edemeyeceğimiz kadar engel çıkacak, bundan hiçbirimizin şüphesi olmasın. Ama kazanmaya karar verenler bu engelleri kolaylıkla aşacaklar, bundan da şüphemiz olmasın! Şunu hiçbir zaman unutmayalım: Mücadele etmeye karar vermiş işçiler, bu yolda bütün bir milleti arkalarına alarak harekete geçecekler! Çünkü parçalanmakta olan bir milleti haysiyetli,adaletli, barışçı ve kardeşçe bir hayata kavuşturacak olan yol, büyük patronların değil işçilerin peşinden gitmelerinden geçer!
İşte İKP bu düzene son vermek için kuruldu. İKP’nin iktidara gelmesiyle birlikte kurulacak olar işçi-yoksul köylü hükümeti merkezi ve demokratik bir planlamayla harekete geçerek muazzam bir kamu yatırımları atılımı gerçekleştirecek ve işsizliğe gerçekten son vermenin yollarını açacak. Bunu sağlamak için de öncelikli olarak büyük üretim araçları üzerindeki özel mülkiyet rejimine son verecek!
Büyük patronlar, onların partileri ve hükümetleri; ABD’nin büyük şirketlerinin denetimi altındaki Avrupa Birliği’nin, IMF’nin, Dünya Bankası’nın, Dünya Ticaret Örgütü’nün emirleri doğrultusunda hareket ederek Türkiye’nin sosyal güvenlik sistemini parçalıyorlar, yeraltı ve yerüstü kaynaklarını yerli ve yabancı büyük patron şirketlerine talan ettiriyorlar. İşçileri işsiz, işçi sendikalarını işçisiz bırakıyorlar. İşçilerin patronlara karşı tek silahı olan grev hakkını kullanılamaz hale getiriyorlar, toplu sözleşme imkanlarını buduyorlar. Din ve vicdan özgürlüğünü ayaklar altına alıyorlar. Fikir özgürlüğünü yok ediyorlar. Bölgesel asgari ücret uygulamalarına girişiyorlar. Bir millet bundan iyi nasıl parçalanır? Peki bu parçalanmayı siyasi olarak birleşmiş işçilerden başka kim engelleyebilir?
Ama bütün bunların olabilmesi için, yani İKP’nin hükümet olabilmesi için çok büyük bir ezilen kitle
O zaman haydi İşçi Kardeşliği Partisi’ni hızla teşkilatlamaya!
e-posta: iletisim@iscikardesligi.org • web: www.iscikardesligi.org
POLİTİKA
2
Sağlığımızı elimizden alıyorlar
Günlerdir İnternet’ten SSK ilaçları alınamıyor. SSK bazı çok kritik ilaçların parasını ödemeyeceğini açıkladı
Y
aklaşık 10 gündür SSK’lı hastalar SSK ile bilgisayar kanalıyla iletişim kuramadıkları için ilaçlarını temin edemiyorlar. Bu sorunun ne zaman çözüleceği ise halen netleşmedi. Binlerce SSK’lı, hastalıklarıyla kendi yöntemleriyle mücadele etmeye, daha doğrusu ilacın parasını cebinden vermeye zorlanıyor. Özellikle ilaçlarını acilen alması gereken kanser, yüksek tansiyon, böbrek, şeker vs. hastaları için tek çare bu. Bu sorunun gerekçesi olarak, sistemin güncellenmesi sunuluyor. Tek bir bilgisayar programının bunca zamandır kurulamamış olması, hatta hiçbir ara
verilmeden farklı bir yöntemle kullanıma geçmemesi anlaşılmaz bir durum. Yapılmak istenen, sağlığın özelleştirilmesine hazırlıktır. Bu hazırlığın daha da şiddetli biçimde devam edeceğini gösteren şey, bazı ilaçlarının SSK tarafından karşılanmayacağı kararı oldu. Yaklaşık 120 ilaç - bunların arasında grip, kanser, kolesterol ve şeker ilaçları da var - sağlık güvencesinden çıkartıldı. Bu ilaçlarla tedavi görecek hastalar, bundan böyle ilaç bedellerini cepten ödemek durumunda kalacak. Bunun tek bir açıklaması olabilir: Açlık sınırında yaşayan milyonlarca işçi ve işsizden
Örgütlenme raporu İKP MYK
K
urucular Kurulu 25 Haziran 2006 tarihinde toplanarak yeni dönem çalışmalarını yürütmek üzere yaptığı görev bölüşümünde; Zeki Kılıçaslan (Genel Başkan), Engin Bodur (Genel Sekreter), Nevzat Kulaoğlu (Genel Sayman), M. Şadi Ozansü, Muzaffer Çavuşlu, Nihat Can ve Metin Yağar’ı Merkez Yürütme Kurulu üyeliklerine, ayrıca Dr. Mesut Ozansü’nün başkanlık edeceği, Serkan Çavuşlu ve Doğan Fennibay’ın da üyesi olacağı Merkez Disiplin Kurulu’nu seçti. Merkez Yürütme Kurulu toplantılarına ayrıca diğer ililçe sorumlularını ihtiyaca göre katma kararı alındı. İstanbul il örgütü için Aksaray’da yer tutuldu ve açılış hazırlıkları sürüyor. İstanbul’un ilçe örgütleri için görüşme ve çalışmalar yapılıyor. ÇorluLüleburgaz-Tekirdağ, Gebzeİzmit, Eskişehir, Mersin, Balıkesir, Antalya öncelikli il örgütlerinin çalışmaları başlamış durumda ve kurullar oluşturuluyor. En kısa zamanda genel kurul toplantısı yapabilmek için üye kampanyası başlatılarak 2007 seçimlerine katılabilmek için çalışmaların hızlandırılması karar alındı. Yol uzun ve yapılacak çok iş var ama hep birlikte başaracağız.
Bizim Taraf Zeki Kılıçaslan
“Sağ”da “Sol”da Siyaset Arayışları ve İKP
S
on zamanlarda siyasal arayışlar epey hızlandı. Akla gelmedik şeyler oluyor! Rahşan Ecevit, sağ-sol demeden partileri ziyaret ediyor. Bütün partileri AKP karşısında cephe kurmaya çağırıyor. Demirel de, Mesut Yılmaz da bu işin içinde. Baykal “bu iş en iyi benim çatımda olur” diyor. Süleyman Çelebi ve bir kısım Baykal mağduru solcular da başka arayışlar içinde. Öncelikle bazı solcu ve sağcılarımızın uzun zamandır “AKP hükümeti gitsin de ne olursa olsun, nasıl giderse gitsin, yerine de ne gelirse gelsin.” dediklerini biliyoruz. AKP derhal gitmeliymiş. Hatta “bu meclis gitmelidir, bu meclis cumhurbaşkanını seçmemelidir” diyorlar. Neden? Çünkü AKP oyları milletin oylarının azını temsil ediyor. Evet bu doğru. Yüzde on barajı ve diğer demokratik olmayan seçim kanunları yüzünden halkın oylarının büyük kısmı, mecliste temsil edilemiyor. Peki ama bu adaletsiz seçim sistemini kim yaptı? Hakkını vermek lazım. AKP de bu seçim sistemini şimdi çıkarına geldiği için savunuyor ama bu seçim sistemini o yapmadı. Seçim kanununu şimdi ortalıkta dolaşan sağdaki, soldaki partiler çıkarmadı mı? Millet onlara oy verince seçim sistemi demokratik oluyor ama başkasına verince olmuyor öyle mi? Halk, Demirel’e, Yılmaz’a, Çiller’e, Baykal’a oy verince “çağdaş” oluyor da Erdoğan’a verince “çağdışı” oluyor öyle mi? Siz kimi kandırıyorsunuz? İKP barajların, engellerin olmadığı bir seçim sistemini savunmaktadır. İKP, siyasetin sadece mecliste değil yaşamın içinde, sokakta yapıldığının da bilincinde olan bir siyaset anlayışına sahiptir. Ama eksikleri de olsa bu
hasta olanların ölüme terk edilmesi. Arkadaşlar, sadece son bir ay içinde yapılan bu yeni düzenlemeler kabul edilemez. Hepimizin ailesinde bir ya da birkaç hastamız olduğu kesin ve tedavi olanaklarımızın sınırlı olduğu ortada. Sağlığın kadere bırakılmaması için bu özelleştirme talanına karşı durmak, her zamankinden daha acil. İşçi Kardeşliği olarak hepimizi bu konuda halen sesini çıkarmayan iş arkadaşlarımıza, sendikamıza, örgütlerimize ve bu kanallarla Emek Platformu’na eylem çağrımızı iletmeye davet ediyoruz. ülkede milletin oyları ile bir meclis seçiliyorsa onu savunmak, yani milletin oyuna saygı göstermek bizim görevimizdir. Eğer seçilmiş bir meclisin çıkardığı hükümet, anayasal haklarımıza saldırıyorsa ona karşı direnme hakkımızı kullanırız, kullanıyoruz, kullanacağız. Ama birilerinin güya cumhuriyet- laiklik adına bizi kurtarmak (!) için meclise dışardan müdahalesine karşı sonuna kadar karşı çıkmak da bizim boynumuzun borcu olacaktır. İşçiler, emekçiler ve yoksul halk olarak biz şunun bilincindeyiz: bazı farklı görüşleri dolayısıyla patronların, egemen sınıfın bir kesimini temsil eden AKP hükümetine tahammül edemeyenler, tabii ki bir işçi hükümetini derhal boğmak isteyecekler. Emin olalım ki işçilerin çoğunlukta olduğu bir Meclis’i topa tutacaklar, tankların Ankara sokaklarında siyasete “ince ayar” yapmasını isteyeceklerdir. İşte ona o zaman da direneceğiz, hem de halkın büyük çoğunluğuna öncülük ederek. Öte yandan sorunun bir de öteki yüzüne bakalım. Bu arayış içinde olan eskimiş politikacılar AKP den farklı ne söylüyorlar? AKP hükümeti, eskiden beri varolan gelir dağılımı eşitsizliğini daha da arttırdı da bunlar yok edeceklerini mi söylüyor? AKP hükümeti özeleştirmeyi tam sağladı, eğitimi de, sağlığı da paranın egemenliğine bıraktı. Peki bunlar tersini mi söylüyor? AKP hükümeti döneminde de işçilerin yüzde 50’den fazlası sigortasız çalıştırılmaya devam ediyor da bunlar sigortasız işçi çalıştıranların işyerlerine el koyacaklarını mı söylüyorlar? AKP hükümeti, sendikal hakları tamamen kullanılmaz halde tutuyor da bunlar tüm çalışanların sendikalı olmasını sağlayacak bir politika mı savunuyorlar? AKP hükümeti, Irak ve Filistin halklarını kana boğan, bölgemizde-
İşçi Kardeşliği Uluslararası İşçi Kardeşliği Sayı: 19 • Temmuz 2006
Sahibi ve Sorumlu Yazı İşleri Müdürü: Engin Bodur
Yönetim Yeri:
Rasimpaşa Mah. Nüzhet Efendi Sok. No: 36/5 Kadıköy/İstanbul Tel/Faks: (216) 330 95 67
İnternet:
http://www.iscikardesligi.org iletisim@iscikardesligi.org
PTT Posta Çeki Hesap No: 1051319
Baskı:
Selin Ofset Güven Sanayi Sitesi B Blok No:345 Topkapı/İstanbul • Tel: (212) 577 63 48
ki diğer Müslüman halkları tehdit eden, etnik temelde birbirine kırdıran Amerikan-AB-İsrail ittifakı ile kol kola da bunlar bunun tersini mi söylüyor? AKP, din-mezhep-türban üzerinden siyaset yapıyor da bunlar doğru olan, yani sosyal temelde mi politika geliştiriyorlar? AKP demokratik bir yapıda değil de, bunlar demokratik siyasi partiler mi? Bütün bu soruların cevabı “hayır”dır. Bunların söylediği tek şey şudur: “Biz eskiden iyi idik. Ranta, talana, hortuma çok alışmıştık ama artık dört sene oluyor. Senin yediklerin yeter, tekrar biz yiyelim. AKP olarak sen de kendi zenginlerini yarattın artık yeter. Bizim zenginlerimiz huysuzlanıyor!” Evet, doğru, Türkiye’de yaşadıklarımızın bir başka yanı da var. Azgın sömürü düzenini sürdürmek için dinmezhep-etnik temelde uzun süredir yürütülen siyaset tıkanmış, toplumu kardeş kavgasının eşiğine getirmiştir. Ülkemizde çok eksik yönleri de olsa bazı demokratik haklara sahip olduğumuz bu siyasal rejime de tahammül edemeyen güçlü sermaye kesimleri bulunmaktadır. Bunlar toplumsal eşitsizlik ve adaletsizlik içinde yaşayan halkın tepkisini ya güya Müslümanlık ya Türk milliyetçililiği ya da laiklik – cumhuriyet adına kışkırtarak kendi diktatörlüklerini kurmak istiyorlar. Bunu önlemek de halkı dini-mezhebi-etnik temelde bölen siyasetlerden değil, ülkenin her renginden tüm işçileri, emekçileri ve yoksul halk kesimini sosyal temelde birleştirip, mücadeleye ve siyasete katan bir anlayıştan geçmektedir. Türkiye siyasi hareketinde bir boşluk vardır. Ama bu boşluk eskimiş siyaset kurtları ile dolacak bir boşluk değildir. Bu boşluk işçilerin, tüm emeği geçinenlerin, yoksul halkın siyasette olmamasının yarattığı boşluktur ve ancak bizzat onun tarafından doldurulacaktır. İKP bunun için mücadele ediyor.
Sayı: 19 Temmuz 2006
POLİTİKA
3
Sağlık personeline hak gaspı:
4-B
Bir 4-B Mağduru
K
amu kurum ve kuruluşlarında, 4-C mağdurlarından sonra şimdi de 4-B mağdurları yerini aldı. Hatırlayacağınız gibi 2006 yılının Mart ayında, Sağlık Bakanlığı devlet hastanelerine sağlık personeli alacağını açıklamıştı. İş sözleşmeleri imzalanana kadar, genç sağlık çalışanları olarak tam anlamıyla neyle karşılaşacağımızı bilmiyorduk. Bildiğimiz tek şey 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’nun 4-B maddesine tabi olarak çalışacağımızdı. Yasayı açıp okuduğumuzda şu maddeler ilk göze çarpanlardı ve sonunda başımıza ne geldiyse bu maddelerden geldi. Sözleşmeli personel, • Sosyal güvenlik bakımından 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanunu’na tabidir. • 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’na tabidir. • Ücretleri, görev yapacakları sağlık biriminin döner sermaye
Haklarımızın gaspının devam edeceğinin en açık ifadesi ise, o zaman örgütlenelim de sorunlarımızı çözelim dediğimizde aldığımız cevaptı. Biz ne işçiydik, ne de memur. Kamu görevlisiydik ve sendikalı olmamız mümkün değildi. Dolayısıyla örgütlü davranarak gelirlerinden karşılanacaktır. sürece müdahale etmemizin önlemi • Sözleşme ile çalıştırılan ve işçi en baştan alınmıştı. kapsamına girmeyen kamu Bu hak gasplarıyla işe alınan iki görevlileridir. İşte bu yasa gereği hazırlanmış bin sağlık personeline, bu yıl ve hizmet sözleşmelerini imzaladık ve önümüzdeki yıl içerisinde, aynı sözsözleşmelerin imzalandığı ilk gün- leşmelerle işe alınacak 57 bin sağlık den itibaren sorunlar yaşanmaya personeli daha eklenecek. Sürece başladı. Örneğin, anne, baba veya müdahale etmez, sendikaları harekardeş gibi birincil yakınlıktaki kete geçirmezsek yakın zamanda akrabaların ölümü dışında maze- sağlık personellerinin başına geleret izni alınamaz gerekçesiyle izin- cekleri herkes biliyor. Kadrolular ler iptal edildi. İkinci büyük darbe da dahil olmak üzere , bütün sağlık ise, maaşlar konusunda yaşandı. personelinin sözleşmeli yapılması Maaşlardan, döner sermayede- ve aynen bizler gibi iş güvencesiz ki emsallerin maaşlarını aşmamak koşullarda çalıştırılmaları. gerekçesiyle kesintiler yapılırken, Bütün bu uygulamalara dayanak eğer Bakanlar Kurulu tarafından gösterilen ise, “Eleman temininde gerekli görülürse de yüzde 50 oragüçlük çekilen yerlerde, sözleşmeli nında indirime gidilebileceği açıksağlık personeli çalıştırılması ile landı. Bir çok arkadaşımız ise daha ilgili bazı kanun ve kanun hükmünilk ayından “Maaşlarınızı ödeyemide kararnamelerde değişiklik yapılyoruz, döner sermayemiz yetersiz. ması.” konulu kanun. Bu kanuSeneye kendinize yeni bir hastane nun amacı ise şöyle açıklanıyor: arayın.” açıklamalarıyla karşılaştı“Eleman temininde güçlük çekilen lar. yerlerde ve hizmet dallarında sağ-
İstihdam alanında yeni yasa teklifleri
Hükümet patronların üzerindeki yükleri kaldırıyor, tüm yükler bizim sırtımıza...
H
ükümet “istihdam üzerindeki yüklerin kaldırılması” adı altında kapsamlı bir çalışma yürütüyor. Maliye, Sanayi ve Ticaret, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlıkları ile Devlet Planlama Teşkilatı ve Hazine Müsteşarlıkları bu çalışmaya katılıyor. Şu anda görebildiğimiz, Meclis’e sunulmuş iki yasa teklifi var ve bunlardan biri geri çekilmiş. Ancak üzerinde durdukları tüm konular, tepki çekmesin diye, bir seferde değil art arda sunulan yasa teklifleri ile önümüze gelebilir.
yor. Bunlardan gündemde olan da işverenlerin 50 veya daha fazla işçi çalıştırdıkları işyerlerinde özürlü, eski hükümlü ve terör mağduru işçi çalıştırma yükümlülüğünde değişiklik önerisi. Toplamda yüzde 6 olan oran, yüzde 4’e indiriliyor ve işverenlere sadece özürlü çalıştırma zorunluluğu getiriliyor. Eski hükümlü çalıştırma yükümlülüğü tarihe karışırken terör mağduru işçi çalıştırma zorunluluğu da kamuya yükleniyor. Bir başka değişiklik olarak işverenlerin çalıştırdıkları özürlü işçilerin sigorta primlerinin işveren hissesine düşen meblağıSendikalarımızdan sadece, nın Hazine tarafından karşılanması kıdem tazminatında değişiklik öngörülüyor. yapılmasına ilişkin bir açıklama yapıldığında ses çıkıyor, oysa diğer Gaziantep milletvekili Fatma konular da son derece önemli. Şahin’in şu an geri çekilmiş olan Hükümetin tam katılımla üzerin- bir başka kanun teklifi ise daha da de çalıştığı halde bu değişiklik- vahim: Bu teklife göre işverenlerin ler, hükümetin yasa tasarısı olarak özürlü işçi çalıştırmaları gerekmedeğil, G. Antep milletvekili Fatma yecek; çalıştırmış gibi sosyal sigorŞahin’in yasa teklifleri olarak geli- ta priminin işveren hissesine düşen
meblağını yatırmaları yetecek! Böylece özürlüler bir işte çalışmış ve geçimlerini sağlamış olmuyorlar, ama önemli değil, kağıt üzerinde herşey tamam! Şimdilik bu akıl dışı teklif geri çekilmiş görünüyor.
Özürlü ve eski hükümlü işçi çalıştırma zorunluluğundan tutun da işyerlerindeki kreş ve emzirme odalarına kadar pek çok kazanım istihdam üzerindeki yüklerin kaldırılması adına törpülenmek isteniyor. Ancak hükümetin patron örgütleri ile kol kola yaptığı çalışma bunlarla sınırlı değil. Bu teklif sessiz sedasız geçerse gündeme gelecek diğer maddeleri şunlar:
Şırınga batması sonucu Kırım Kongo Kanamalı Ateşi hastalığına yakalanarak hayatını yitiren hemşire Nazlı Yazıcı da 6 ay önce 4-B maddesine bağlı olarak göreve başlamıştı. Yakınlarına başsağlığı diliyoruz.
lık hizmetlerinin etkili ve verimli bir şekilde yürütülebilmesini temin etmek.” İKP olarak soruyoruz: Haklarımız elimizden alınıp, kuralsız, iş güvencesi kaygısıyla ve daha ucuza çalıştırılarak, insan sağlığı gibi bir alanda nasıl etkili ve verimli çalışabiliriz? Bu şartlarda çalışmayı reddedip haklarımızı kazanmamızın tek bir yolu var; o da örgütlü davranıp, kuralsızlaştırmaya karşı örgütlü bir mücadele vermek ve örgütlü mücadeleyi mümkün kılmak. • 50 işçinin çalıştığı işyerlerinde işin tehlikesine göre bir veya daha fazla işyeri hekimi çalıştırmak şartında, 50 sayısının 250 olarak değişmesi, • 100-150 arasında kadın işçi çalışan işyerlerinde bir yaşından küçük çocukların emzirilmesi için emzirme odası kurulması, 150’den fazla kadın işçinin çalıştığı işyerlerinde bir ilâ altı yaş arası çocukların bakımı için çalışma yerinden ayrı bir yurt kurulması zorunluluğunun tamamen kaldırılması, • 500’den fazla memur ya da işçi bulunan işyerlerinde spor tesisi bulunması, anonim şirketler ile üye sayısı 100 ve daha fazla olan yapı kooperatiflerinin avukat bulundurma zorunluluklarının kaldırılması, • Aktif işgücü politikalarının uygulanması.
Düzeltme
Bir önceki sayımızda yayımladığımız parti kurucuları listesinde ismi geçen Mefan Yağar ve Kılıç Savaş’ın doğru isimleri sırasıyla Metin Yağar ve Savaş Kılıç olacaktır. Okurlarımızdan ve parti kurucularımızdan hatamızı mazur görmelerini diliyoruz.
4
POLİTİKA
Ekonomide başlayan dalgalanma nereye gidiyor?
Ufukta daha fazla enflasyon ve işsizlik E
konomide, Mayıs ayının sonundan beri son derece kritik bir finansal dalgalanma söz konusu. Hükümet, bu gelişmelerin sadece bir “düzeltme” olduğunu söylüyor; uygulanan ekonomik modelde bir sorun olmadığını ve AB ve IMF’yle ilişkiler iyi olduğu sürece herhangi bir kriz riski bulunmadığını savunuyor. Büyük sermaye, yani TÜSİAD ise, ara ara hükümete eleştiriler yöneltiyor; piyasalardaki dalgalanmanın kaynağını, Merkez Bankası başkanı seçiminin ve cumhurbaşkanlığı seçimi tartışmasının piyasaların güvenini sarsmasına bağlıyor. Ancak büyük sermaye de, uygulanan ekonomik modeli sonuna kadar savunuyor; sadece, hükümetin daha fazla güven telkin etmesiyle sorunun çözülebileceğini iddia ediyor. Her iki görüşe göre de, zamanla piyasaların güveni geri gelecek, ülkeden çıkan sıcak para geri dönecek ve bununla birlikte döviz tekrar ucuzlayacak. Oysa işçiler ve emekçiler için bu sözlerin gerisini görmek ve bu ekonomik modelin ülkeyi nereye götürdüğüne bakmak çok önemli. Ekonomi yönetimi, uzun süredir, fiyat artışlarını yavaşlatmak için dövizi ucuz tutuyordu. Ancak bu durum, elbette dışarıdan mal almanın yapay biçimde kolaylaşmasını
ve cari açığın artmasını getirmişti. Dövizin ucuz olmasını sağlayansa her şeyden önce dünyadaki koşullardı. Özellikle 11 Eylül 2001 saldırılarından sonra, dünya ekonomisinde ciddi bir güvensizlik ve yavaşlama söz konusuydu. ABD ve Avrupa merkez bankaları da bu yavaşlamayı geri döndürmek için hızla faiz oranlarını düşürmüşlerdi. Bunun sonucu, elbette daha az paranın faize yatırılması oldu: Bir sıcak para, ya da likidite bolluğu oluştu. Bu parayı kontrol eden çokuluslu bankalar ve holdingler, bunun bir miktarını faizlerin hâlâ görece yüksek olduğu Türkiye gibi az gelişmiş ülkelere yönlendirdiler. Türkiye ekonomisinde son yıllardaki yapay canlanmayı yaratan da, her şeyden önce dünya çapındaki bu likidite fazlasıydı. Oysa bir süredir dünya piyasalarında ciddi değişiklikler var. Batı ekonomilerinde büyüme tekrar hızlanıyor; başta petrol olmak üzere hammadde fiyatlarındaki artışlar, enflasyonun tekrar artmasını bera-
berinde getiriyor. Ekonomilerin aşırı ısınmasını ve enflasyonun artmasını istemeyen ABD ve Avrupa merkez bankaları da faizleri tekrar yüksek bir düzeye çekiyor. Haliyle de bu durum, azgelişmiş ülkelerde geçici bir canlılık yaratan sıcak paranın tekrar Batılı ülkelere dönmesine yol açıyor. Artan dünya faizleri, sadece Mayıs sonu ve Haziran başında Türkiye’den 14 milyar dolar çıkmasına neden oldu. Cari açığın yüksek olması, Türkiye’yi yabancı yatırımcı için çok riskli kılıyordu. Sonuçta yüzde 25’e yaklaşan bir fiili devalüasyon yaşandı. Bunun sonucu, daha önce de defalarca yaşayarak öğrendiğimiz gibi, enflasyonun artması ve maaşlarımızın aşınması olacak.
Merkez Bankası neden faiz arttırdı?
Ekonomi yönetiminin tepkisi, faizleri artırmak oldu. Açıklanan amaç, Türk parasına güveni artırmak ve dövizi frenlemekti elbette. Ancak bu karar en başta bankaları ve onların sahibi olan büyük holdingleri sevindirdi. Bankalar, geçen yıllarda dışarıdan bol bol döviz cinsi borç aldılar; bu kaynakları fütursuzca kredi kartı, tüketici kredisi, emlak kredisi vs. olarak dağıttılar ve ciddi bir riske girdiler. Dövizin tekrar yükselmesi
Doğu’nun Eğitim Sorunları Özel Okullarla “Çözülüyor”
Eğitimin özelleştirilmesinde yeni adım: Çocuklarının eğitim durumları yüzünden Doğu ve Güneydoğu illerinde çalışmak istemeyen hakim, subay, mühendis ve doktorların bu bölgelerde çocuklarını okutabilmelerini sağlamak adına Bilkent Üniversitesi; Ankara, Malatya, Erzurum, Şanlıurfa ve Van’da özel okullar açıyor.
D
evletin tüm hizmetlerinin birer birer özelleştirildiği veya tasfiye edildiği ülkemizde şimdi de Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerine, çocuklarının eğitim durumları yüzünden çalışmak istemeyen hakim, subay, mühendis ve doktorları teşvik etmek için, Bilkent Üniversitesi’ne özel ilköğretim okulları ve liseler yaptırılıyor. Hükümet bölgedeki eğitim sorununu çözmek yerine, tek bildiği şey olan “özelleştirme” yolundan gide-
rek bölgede özel okulların yapımı Malatya, Erzurum, Şanlıurfa ve için Yüksek Öğretim Kurumları Van şehirlerinde dükkan açma Teşkilatı Kanunu’nda önemli deği- imkânı tanınıyor. şikler yapmaya hazırlanıyor. Öğrencilerinin yüzde 70’inin Üniversitelerde özgür ve bilim- burslu olacağının iddia edildiği bu sel eğitimin kökünü kazıyan, üni- okullarda, Bilkent adının reklamı versite öğrencilerinin kabusu, yapılarak öğrenci çekileceği umu12 Eylül darbesinin Türkiye’ye luyor. Bursun kaynağı ise Bilkent “armağanı” YÖK’ün ilk başkanı Üniversitesi çalışanlarından kesiİhsan Doğramacı’nın kurduğu ilk len vergilerin devlet yerine buraözel üniversitelerden olan Bilkent ya aktarılmasıyla sağlanacak. Yani Üniversitesi’ne şimdi de Ankara, devlet tüm halktan topladığı vergi-
İşçi Kardeşliği borçlarını ödemelerini ciddi şekilde zorlaştırmıştı. Oysa hazine kağıtlarının faizinin yükselmesiyle birlikte, devlet bankalara daha yüksek faiz ödeyecek ve böylece bütün yükü kendi sırtına, yani sonuçta vatandaşın sırtına aktaracak. Faizlerin artması, aynen döviz artışları gibi enflasyona yansıyacak. Bunun ilk belirtisi, Haziran ayı üretici fiyat endeksindeki yüzde dört artış oldu. 2006 yılı enflasyonunun yüzde 10’u aşacağı artık kesin. Ücretlerimizin enflasyonla erimesi, tüketimin artması demek. Bu, faizle de birleşince, yatırımların azalacağı anlamına geliyor. Birçok firma, özellikle de küçükler, yatırımlarını kısacak ve işçi çıkaracak.
ABD ve Avrupa merkez bankalarının faizleri tekrar yükseltmesinin Türkiye’deki sonucu yüzde 25 fiili devalüasyon oldu. Bu da maaşlarımızın aşınması ve işsizlik demek. Kısacası hükümetin ve sermayenin geçen yıl yaşadığı yapay cennet sona erdi. Uygulanan ekonomik modelin bir an önce değiştirilmesi şart. Gerçekçi büyüme, ucuz döviz ve bol likidite politikasıyla değil, yatırımların ve istihdamın, özellikle de kamu sektöründe büyümesiyle sağlanabilir. Önceliği özel sermayeyi her ne pahasına olursa olsun güçlendirmek değil, yatırımları hızla artırmak ve işsizliği tamamen ortadan kaldırmak olan bir ekonomik modele ihtiyaç var. lerle kendisi bölgenin eğitim sorununu gidermek yerine, özel Bilkent okullarına bu işlemden para kazandırma yolunu seçiyor. Bazı gazetelerin “oldukça cüzi bir miktar” olarak değerlendirdiği bu okullarda okumanın masrafıysa yıllık 10–11 milyar olarak açıklandı. Patronlardan vergi alamayan, ödenmemiş SSK primlerini affeden hükümet, şimdi de vergisini veren çalışanına, bölgede sayıları her geçen gün artan işsize, yoksula çocuklarını özel okula gönderme şansı sunarak eğitim sorununu çözdüğünü sanıyor. Patronların basını da alkışlıyor. Parasızlık nedeni ile kuş gribi olan çocuklarını hastaneye götürmeyen, kızını okutamayan babaları da “cahil” diye suçlayanlar, bunlar değil miydi?
Sayı: 19 Temmuz 2006
POLİTİKA
5
İyi ve Kötü
Aziz Akgül’ün kanun teklifleri devam ediyor.
Patrona var, sağlıkçıya yok! Teklifle tıp mesleğiyle ilgili bulunmayan müteşebbislere sağlık tesisi açma yetkisi veriliyor.
H
atırlayacağınız gibi AKP Diyarbakır doktor, bir kiralık doktor diploması; beş hemşiMilletvekili Aziz Akgül’ün, kanun teklifle- re, beş kiralık hemşire diploması ve diğer sağlık rinden bir önceki sayımızda bahsetmiştik. Aziz çalışanlarının kiralık diplomaları ile yetersiz hizAkgül, bu ay da kanun teklifi sunmaya devam met veriyor ve daha az maaş ödüyordu. Öyle ki etti. Bu seferki teklifleri ise sağlık çalışanlarını bizzat çalışan üç doktora maaş vermek yerine iki doğrudan ilgilendiriyor. Milletvekilinin verdi- doktora maaş verip o maaşların üçte biri kadar ği tekliflerden ilki, diş hekimi, veteriner ve da doktor diplomasına vererek sağlık hizmeti eczacıların dışında diğer müteşebbislerin de, veriyor ve daha çok kâr ediyorlardı. Şimdiyse bu alanlarda sağlık işletmesi açabilmesiyken; bu kanun teklifleri, bunu daha aleni bir şekildiğer teklif, ayakta teşhis ve de yapmayı kafasına koyan tedavi kurumlarının doktorpatronlara Aziz Akgül’ün Şimdiye kadar özel lar dışında diğer müteşebbisufak bir hediyesi. Üstelik bu lerce de açılabilmesi. Kanun defa hediyeyi sağlık persopoliklinikler kiralık tekliflerini kısaca özetlersek diplomalar ile yetersiz neli olmayan müteşebbisler asıl amaç, sağlık sektörünün alacak. sağlık hizmeti özelleştirilmesini pürüzsüz Kronikleşen olumsuz bir biçimde hızlandırmak. veriyorlardı. Şimdi bu yaşam koşullarıyla en büyük Kanun tekliflerinin gerekçezorunluluk da ortadan pastalardan biri haline gelen si ise aynı: “teknolojik gelişsağlık sektörünün, daha da kalkacak. melerin yakından takip edirahat özelleştirilmesi, önülebilmesi”. Peki tıp fakültesi müze sadece lüzumsuz yapımezunu olmayan bir mütelacak tahliller, kalitesiz hizmet ve daha fazla şebbis neden teknolojik gelişmeleri yakından takip etsin? Bu merakın nedeni, olsa olsa kâr ölüm getirecek. etmenin kolay yollarını takip etmektir. Söz konuBuna karşı İKP olarak şunu söylüyoruz: İnsan su tekliflerde açılması istenen kuruluşlar, özel sağlığının üzerinden kâr edilemez ve insan sağpoliklinikler ve tıp merkezleri. Yani hasta başvu- lığına verilen hizmet ancak hekimler ve yardımru sayısının en fazla olduğu kuruluşlar. Bu kuru- cı sağlık personellerince verilebilir. Bir sağlık luşların açılması için ise tek bir kriter öneriliyor: kuruluşunun ihtiyaç ve zorunlulukları ancak o Sorumlu bir doktor diploması. Diploma meselesi mesleğin erbaplarınca tespit edilebilir. Her şeygeçmişte de bir şekilde çözülüyor ve personel den önce, sağlık hizmeti gözünü kâr hırsı bürüüzerinden büyük kârlara geçiliyordu. Örneğin, müş patronların rekabet alanına teslim edilemez. hasta sayısına göre en az üç doktor, on hemşire, Sağlık hizmeti bir kamu hizmeti olmalı ve sağlık bir psikolog, bir diyetisyen ve bir sosyal hizmet çalışanlarının kolektif akıl yürütmesi ile yönetiluzmanı bulundurması gereken bir kuruluş, iki melidir.
Altı çocuğa kim bakacak?
Sağlık Bakanı Recep Akdağ’ın “İkinin altında çocuk yapmayın” önerisi, geçen ayın ilginç açıklamalarından biriydi. Bu öneriyle beraber gündeme gelen konu, nüfusun yaşlanması oldu. Yapılan araştırmalara göre , Türkiye’de ortalama doğurganlık sayısı 2,2 ve nüfus artış hızı da yüzde 1,8. Peki bu rakamlardan büyük bir gerileme gibi bahseden Akdağ neyin peşindeydi?
A
KP milletvekili, tıpkı hükümetin sunduğu diğer bir çok öneride de olduğu gibi, sadece sermayenin çıkarları lehine öneri yapıyor. Çünkü patronlar için, genç nüfusun tek bir anlamı var: ucuz işgücü. Kıdemli, sendikalı, maaşı toplu sözleşmelerle belirlenen, haklarını bilen ve hesabını soran yaşlı işçi nüfusunun işten atılıp, yerine işe alınacak genç ve iş güvencesiz genç nüfus, patronlar için sadece daha fazla kâr demek. Oysa nüfusun çoğunluğunun yoksulluk ve açlık sınırında yaşadığı Türkiye’de, “Aile planlaması dinlemem” diyenler bile, bu yoksulluk karşısında çareyi az çocuk yapmakta buldu.
Bizlerin kaygısı karnımızı doyurmak iken, patronların kaygısının açgözlülük olduğunun, açık bir ifadesi daha. Recep Akdağ bu açıklamayı yaparken bir de kameralara örnek olsun diye altı çocuğuyla birlikte poz verdi. Kendisinin altı çocuğunu doyurmak ve okutmak için en azından bir milletvekili maaşı var. Bizim ise , gün geçtikçe kaybettiğimiz haklarımız, artan iş saatlerimize karşılık azalan ücretlerimiz var. Recep Akdağ’a soruyoruz: Altı çocuk büyüten işçi ailelerine ne öneriyor? Daha fazla maaş mı, yoksa çocukların da işçiliği mi?
Recai Karakaş
Satıyoruum Saattım!
S
on günlerde Sümerbank lafından geçilmez oldu. Ben de, bir Cumartesi günü Bakırköy Sümerbank’ın önünden geçerken fabrikamın yerle bir olmuş halini görünce içim acıdı. Sümerbank’ın son günlerde gündeme oturmasındaki ana neden, Aklama ve Karalama Partisinin tonton maldan anlayan bakanı Malakıtan’dır. Sümerbank’ı sattığını, işçileri attığını, ama bununla da mutlu olamadığından isim hakkını da satarak Sümerbank’ı tarihten sileceğini söylemektedir. (Bazıları Sümerbank’ın tarihinden rahatsız olur iken bizler, kıvanç duyuyoruz. Sümerbank’ı da hiçbir zaman unutturmayacağız.) Tonton bakan bunları söylerken podyumlardan sorumlu manken bakan ise tekstil sektörünü ineğe benzeterek “az masrafla etinden, sütünden, derisinden faydalanıyoruz, büyük kar sağlıyoruz” dedi. Bunun yanı sıra bir de “köpek sektörü” varmış. Bunlar KİT’lermiş. Çok yemek yiyorlarmış ancak hiçbir faydaları yokmuş. “Bakın özelleştiremiyoruz bile; havladıkları yetmiyor bir de ısırıyorlar.” diyor. Haklı olarak bir iki yazar da nerede o Sümerbank çalışanları, yazılanlara niye tepki göstermiyorlar diye serzenişte bulunuyor. Bunlar olurken bu konuyu gündeme almak eski bir Sümerbank çalışanı olarak boynumun borcu oldu. Üzerlerine sorumluluk düşen bazı sendikaların yöneticileri, Ankara’da göbek büyütüp kırk yıldır işgal ettikleri makamlarda aldıkları aidatlarla ense kabartıp göbek büyütmekten başka iş yapmayanlar, keşke gerekli tepkiyi koysalardı. Aşağıdaki beşlik bu ağaların durumunu herhalde iyi anlatıyor. Bir soğan soyarken yaşarıyor da gözler, Hazine soyulurken aldırmıyor öküzler, Haydan eser yoktur, beyhude büzün sözler, Nafile inat etmek, hemen salla başını, Uslu otur, hoş geçin, zıkkımlan maaşını. Sümerbank, Yerli Malı Haftaları, “Türk insanı Türk malı kullanmalı” sloganı ile dedelerimizi, babalarımızı ve bizleri giydirmekle kalmamış, ulaştığı her yeri sosyal, ekonomik ve kültürel açıdan kalkındırmıştır. Küreselleşmeci liboşlar artık gençlerimizi, polisimizi, askerimizi ve zabıtamızı Sümerbank ayakkabıları, pantolonları, gömlekleri ve üniformaları yerine ithal mallarla giydirmektedirler. Sokaklarımızın isimlerini Kennedy Cad, Washington, NATO Sokağı diye değiştirmektedirler. Şunu bilmelisiniz ki bu ülke sabah 9.00’da gong sesi ile açılıp akşam 17.00’de gong sesi ile kapanan müzayede salonu değildir. Gün gelecek elinizde haraç mezat satacak bir şey kalmadığında, “satıyorum saattım” yerine, “kaçıyorum kaaaçtım” diyeceksiniz ama kaçacak delik bulamayacaksınız. Elinizde satacak bir şey kalmadığında, emperyalist liboşların sizinle işi kalmayacak; çünkü emperyalistlerin dostu yoktur, çıkarları vardır. Sizinle işleri bittiğinde “süpürün tarihin çöp tenekesine” diyecekler, tıpkı Cüneyd ZAPSU’ya (Başbakan için) “süpürün şu adamı” dedikleri gibi. Sağlıcakla kalın.
SENDİKALARIMIZ
6
Eğitim-Sen Yetkiyi Kaybetti Selçuk Haver, Eğitim-Sen üyesi
Kamu sendikalarında yetki süreçleri devam ederken KESK’e bağlı Eğitim-Sen yetkisini kaybetti. Eğitim işkolunda yetki; Türk Kamu-Sen’e bağlı Türk EğitimSen’e geçti.
E
ğitim-Sen’in neden kaybettiğine geçmeden önce istatistiklere bir göz atalım. Mayıs ayının 26’sında yapılan sayım sonuçları tabloda görülüyor.
İşçi Kardeşliği masına maruz kalırken arkalarında sendikalarını görememektedir. Üniversitede Türk Eğitim-Sen’in, Eğitim-Sen’den yaklaşık 6 bin daha fazla üyesi olması da sadece hükümete bağlanamaz. Üye olduktan sonra ilgisizlikten dolayı yaşanan istifalar değerlendirilmelidir. Bir diğer yerinde tespit de kazanımların yaratılamamış olmasıdır. Yetkili sendika olarak bundan önceki toplu görüşmelerde hükümetlerin önerilerine neredeyse teslim olan
lik kazanımların gerçekleştirilemeSendika MEB KYK Üniversiteler Toplam mesi, eylemlerde kitleselliklerin sağlanamaması, işyeri örgütlenmesinin Türk Eğitim-Sen 127.257 1.750 11.962 140.969 zayıflığı, kadrosal alanda yaşanan Eğitim-Sen 116.287 301 5.623 122.211 daralma, ülkemizde sendikal bilinEğitim Bir-Sen 76.928 227 1.117 78.272 cin yeterli düzeyde sağlanamamış 650 bin personelin 267 bini olması gibi bir dizi neden, yetki26 Mayıs tarihli seçim sonuçları (KYK ve üniversiteler dahil) kadınlardan oluşurken ancak 100 nin kaybedilmesinde etkili olmuştur bini sendikaya üye olmuş. 383 bin diyerek devam ediyor. 90’larda alanları dolduran on binerkek personelin ise 227 bini üye ler bugün de çoğunlukla çalışmaya anlayışı, kitlelere “sendikalı olsak olmuş. Yani erkeklerde üye olma Başkanlar kurulunun bu değer- devam ettikleri halde neden bugün ne olacak?” ya da “Eğitim-Sen’in oranı daha fazla. Ama hemen belirt- lendirmelerine katılmamak müm- alanlara çıkmaktan geri durmuşlardır? diğerlerinden farkı nedir?” sorusunu mekte fayda var, kadın üyelerin 51 kün değil. Hükümet kendisine daha Bunun sebebini genel merkez daha ister istemez sorduruyor. bini Eğitim-Sen’e üye olurken Türk- yakın sendikaları ya da başka bir Kapatılma sürecinde ise yine senEğitim-Sen’e 33 bin, Eğitim-Birdikamız oldukça pasif davranmıştır. Sen’e 13 bin kadın üye olmuş. Üstelik “yasal” bir sendika olmasına rağmen. Oysa 96’da bu sendika, Yukarıdaki verilere Kredi Yurtlar yasal olmamasına rağmen kapatılKurumu (KYK) ile üniversiteleri de ması için yapılan girişimleri yapdahil edersek sayılar tablodaki gibi tığı eylemlerle geri püskürtmüştür. değişiyor. Genel merkez pasif davranmamış Veriler kısaca böyle. Eğitim-Sen olsaydı bu süreci lehine çevirebilirüç farklı kurumda da çoğunluğu sağdi. Eğitim-Sen bu gibi deneyimlere layamamış, Türk Eğitim-Sen yine üç sahip kadrolardan oluşmaktadır. alanda da çoğunluğu elde etmiştir. Evet, Eğitim-Sen yetkisini kayHükümetle “uyum” içerisinde olan betti. Bir değerlendirme yapmak Eğitim Bir-Sen’in bu sendikaların gerekiyor. Ama bu değerlendirme hayli uzağında kalması da ilginçtir. Başkanlar Kurulunca yapılan değerYaklaşık 40 senelik bir örgütlenlendirmeyle kalmamalı, başta tüzük me deneyimi olan (TÖS, TÖBDER, değişikliği olmak üzere dar grupEğit-Sen, ...) Eğitim-Sen yetki süreçu anlayıştan vazgeçmeli, yeniden cini kaybetti. Bu durumun nedenledemokratik, katılımcı bir anlayışa rini 2-4 Haziran’da yaptığı Eğitimbürünmelidir. Sendika gibi davranEğitim-Sen Ankara Yürüyüşü Sen Başkanlar Kurulu toplantısında malıdır. Bunun için en doğru yol, değerlendirmiş. iyi bilmektedir. Özelleştirmelere, tek sendika tek konfederasyon taleşekilde ifade edersek kendisini daha vekil öğretmenliğe, 4-B, 4-C’ye, bini Eğitim-Sen ve KESK’in, birinci Başkanlar Kurulu, değerlendiraz eleştiren sendikaları desteklemiş- paralı eğitime bayrak açmayan ve talep yapmasından geçer. Bununla mesine sermayenin genel bir saldıtir. Ancak başkanlar kurulunun da laik-şeriatçı kutuplaşmayı ön plana diğer sendikalardaki arkadaşlarımızı rısı sonucu sendikasızlaştırma sürebelirttiği gibi tek neden değildir. çıkaran, yapılan eylemlerde ise teslimiyetçi başkanlardan kurtaraci yaşandığını ele alarak başlamış. biliriz ve hükümetin sendikalardan Türkiye’deki demokrasi sorununa Eylemlerin kitlesel olamaması büyük eğitimci yürüyüşünde olduğu işaret ediyor. Eğitim-Sen’e açılan tespiti doğru olmakla beraber bu gibi kitleyi Ankara’ya kadar getirip, birini tercih ederek bizleri bölmesikapatma davası, hükümetin Eğitim- sorumluluğu üyelere atfetmek doğru barikatların içinde ezilen bir genel ne müsaade etmemiş oluruz. Sen’e yönelik olumsuz tavrı gibi değildir. En azından büyük bir kısmı merkez, kitleyi nasıl alanlara çekmeBütün sendikaları aşağıdaki baskılar ve ardından taleplere yöne- Eğitim-Sen Genel Merkezi’nindir. yi umuyor acaba? taleplerle bir çatı altında toplanmaya Sendikal bilinci üyelerin kendi çağırabiliriz: Sendika Erkek üye Kadın üye Toplam üye başına edinmelerini beklemek en hafif • Özelleştirmeler derhal durduruldille “saflık” olur. Üniversitelerde Türk Eğitim-Sen 93.537 33.720 127.257 sun! stajyer öğretmenlere dönük çalış• Özelleştirilen kurumlar tazminatEğitim-Sen 65.192 51.095 116.287 ma yapmayan bir sendikanın yeni sız kamuya devredilsin! Eğitim Bir-Sen 63.615 13.313 76.928 üye kazanması pek mümkün değil• Bütün işçi-emekçilerin sendikadir. Öğretmen olmayan personel ise Tem-Sen 1.824 67 1.891 laşmaları önündeki tüm engeller adeta “istifa edeceğim” diye haykaldırılsın ve sendikalara grevli Eğitim-İş 2.406 1.462 3.868 kırırken yine genel merkez bunu toplu sözleşme hakkı tanınsın, görmemektedir. Bu personele ilişkin 26 Mayıs tarihli seçim sonuçları lokavt yasaklansın! en ufak bir kazanım söz konusu (Not: Eğitim iş kolunda toplam 649 bin 949 kişi bu değerlendirmeye tabii • Sosyal Güvenlik Yasası derhal değildir. Üstelik bu arkadaşlarımız tutulmuştur. Yani vekil öğretmenler, sözleşmeli (4-B ve 4-C’de) çalışan tüm iptal edilsin! personel, ücretli çalışanlar bu sayıya dahil değildir. Yaklaşık 650 bin çalışanın 327 yönetimin esnek çalışma uygulabini bir sendikaya üye olmuş.)
Sayı: 19 Temmuz 2006
POLİTİKA
AB “reformları” kesintiye uğrar mı?
Avrupa Birliği ile ilgili olarak hep aynı filmi izleyip duruyoruz. AB ile yapılan her bir zirvede “müzakerelere başlanacak mı?” veya “müzakereler kesilebilir mi?” diye yaşanan bir kriz ve sonra da bu krizin aşılması ile hepimizin artık rahatlayabileceğimizin ilan edilmesi...
Y
ine 12 Haziran günü AB ile 35 fasıldan biri olan bilim ve araştırma faslında müzakerelerin açılması/kapanması olacak mı, olmayacak mı derken daha önceleri de yaşadığımız gibi kriz aşıldı. Basınımızda yine AB tarafının çeşitli belgelerinde Türkiye için reformların yavaşladığından, reform iradesinin zayıfladığından dem vurduğu aktarıldı ve tehlike sinyalleri çalındı. Allah muhafaza AB reform süreci kesintiye uğrarsa ne yapardık? Evet AB “reformlar” konusunda sürekli ısrarcı. Ama “reform” baskısı sadece AB tarafından da gelmiyor. Buradaki patron örgütleri de sabırsız: TÜSİAD, AB reformlarına hız verilmesini istiyor ve hükümeti uyarıyor; Odalar Birliği de bu kervana katılıyor. Peki nedir bu yapılması istenen reformlar? Neleri yapmamız isteniyor? Yavaşlatmamamız, aksatmamamız istenen reformlar neler? Gazetelerde sürekli olarak anılan insan hakları, işkence ile mücadele ve benzerleri mi? Sivillerin askerler üzerindeki kontrolü veya ifade özgürlüğü mü? Azınlıkların dini özgürlükleri veya farklı dillerde basın yayın özgürlüğü mü? Yoksa esas konular başka mı? CNN Türk’te Ankara Kulisi programına katılan AB Baş Müzakerecisi, Devlet Bakanı Ali Babacan, AB reformlarına hız kesmeden devam ettiklerini belirtirken, bu reformların zaten yüzde 80 oranında IMF ve Dünya Bankası ile sürdürülen reform programı ile çakıştığını ifade ediyor. Biz söylüyorduk ama kendi ağızları ile de söylüyorlar. AB için gerekli “reformlar” IMF “reformları” ile aynı! Bu yüzden de bu hükümetin izlediği IMF programı ile zaten tümüyle çakışıyor. Bu yüzden yerlisi yabancısı patronlar bu “reformların” takipçisi. AB sözcüleri, IMF “reformlarına”, özellikle halka yönelik verdikleri demeçlerinde bolca insan hakları, demokrasi gibi konuları ekliyor ve halkın gündemine sadece bu konuları sokmaya çalışıyor. Bu konularda da AB’nin ne kadar ilerici olduğu, ne kadar samimi olduğu başka bir konu. Ama esasında AB, hükümete “reformlara devam” dediğinde hiç de bunları kastetmiyor. Elektrik “piyasasının” bugün 13 ilde ve 15 milyon kişi için elektriksiz kalmak anlamına gelen şekilde parçalara ayrılması ve özelleştirilmesini, bölgeselleştirme yoluyla, ulaştırmadan, eğitime, sağlığa her bir
alanın piyasaya terk edilmesini, istihdam üzerindeki yüklerin kaldırılması adı altında işçilerin kazanımlarının törpülenmesini, emeklilik karşıreformunu, iş yasalarının esnekleştirilmesini kastediyor. Evet Ali Babacan AB reformları ile IMF reformlarının yüzde 80 çakıştığını söylüyor. Ama her zaman “Kahrolsun IMF, tam bağımsız Türkiye!” diye sloganlar atarak yürümüş olan işçilerden de, şimdi bütün Türkiye’nin çıkarına olarak gösterilmek istenen AB reformlarını desteklemeleri isteniyor. Peki AB reformlarını desteklemek, IMF reformlarını desteklemekle aynı anlama gelmiyor mu?
Sabancı: “Türkiye Avrupalı KOBİ’lerin Çin’i olabilir”
27 Haziran tarihli Dünya gazetesine konuşan TUSİAD başkanı Ömer Sabancı “Türkiye AB’li KOBİ’lerin [küçük ve orta boylu işletmeler] Çin’i olabilir.” demiş. Avrupa’nın büyük şirketleri, dev isimleri ve markalarının yeni açılım alanı olarak Çin’i belirlediğini belirten Sabancı, hepsinin bu ülkeye giderek yatırım yapmak için yarış içinde olduklarını söylemiş. Ancak Çin’e gitmeye güçleri yetmeyenlerin de bulunduğuna dikkat çeken Sabancı, “Çin’e gitmek yerine Türkiye’ye gelebilirler. Bunu istiyorlar da. Türkiye Avrupalı KOBİ’lerin Çin’i olabilir. Nasıl bunları bir araya getirip, Türkiye’ye fazla istihdam çekerek, rekabet gücünü artırabiliriz şeklinde bir planımız olmalı.” demiş ve eklemiş: “Türkiye Avrupa için bir üretim üssü olabilir”. Bahsettikleri üretim üssünün nasıl bir üretim üssü olduğu, bahsettikleri istihdamın nasıl bir istihdam olduğu belli. Büyük şirketler neden Çin’e gidiyorlar? Bedava emek olduğu için. Neden ve nasıl buraya gelsinler isteniyor? Türkiye’yi bedava emek cenneti olarak sunmak için. Avrupalı şirketlerle ortak olarak Türkiye patronlarının bol para kazanma planları bu doğrultuda. Onların derdi, burada ucuza üretip Avrupa kentlerinde pahalı satma planı. Peki Türkiye hem AB’ye üyelik sürecinde olacak, hem ileride AB’ye üye olacak, hem de “Avrupa’nın Çin’i” olacak; bu mümkün mü? Elbette müm-
kün, neden olmasın. Bugün AB’ye yeni üye olmuş olan Doğu Avrupa ülkeleri de ucuz işgücü cenneti haline getirilmedi mi? Diyarbakır Belediye Başkanı’yla birlikte Diyarbakırlı işadamlarının neden Çin’e gittiği, neden bölgesel asgari ücret için yasa hazırlıkları yapıldığı belli.
Ali Babacan AB reformları ile IMF reformlarının yüzde 80 çakıştığını söylüyor. “Kahrolsun IMF, tam bağımsız Türkiye!” diye sloganlar atarak yürümüş olan işçilerden ise AB reformlarını desteklemeleri isteniyor.
AB’nin karşıreformlarını ne durdurur?
İşte tam da bu nedenle, yani hem Avrupalı, hem Amerikalı, hem yerli patronların çıkarına olduğu için, hepsi AB karşıreformlarını sürdürmeye kararlı. AB’nin bu karşıreformları, bu müktesebatı, bu direktifleri, bu kuralları, hem AB içerisinde olan, hem de AB’ye girmeye çalışan ülkelerde kazanılmış hakları geriye götürdüğü için bizler devreye girmeden AB “reformlarının” duracağı yoktur. Çünkü bunların ezici çoğunluğu patronlar için belki reform ama emeği ile geçinen çoğunluk için karşıreformlardır. Çevre, serbest dolaşım, adalet, hak ve özgürlükler gibi konulardaki kimi ilerici görünen düzenlemeler de ikiyüzlülük ve yetersizlikle maluldür. Kaldı ki hak ve özgürlükler bahsinde tanınan en geniş hak ve özgürlükler sermayeye tanınanlardır. Serbest dolaşımın sadece Türkiye için değil, farklı ülkeler için de nasıl engellendiğini okuyor, görüyoruz. Antidemokratik yasalar konusunda AB çok akılcı bir politika izliyor. Her defasında yasanın kendisinin karşı çıkabileceği kadar baskıcı olan hükümlerini göz önüne çıkarıyor ve asıl tartışmayı, temel haklarımız üzerinden yürüyen polemiği görmezden
7 gelmemizi sağlıyor. En son Terörle Mücadele Kanunu’nda (TMK) yapılan değişiklikler de bunu gösteriyor. 6. madde falan derken tüm antidemokratik düzenlemeler tekrardan kapsama alındı ve Türkiye yine gerilere gitti. Asıl önemlisi artık bu TMK değişikliği gibi faaliyetler Brüksel’den alkış bile topladı. AB bürokratları Türkiye’yi tüm AB üyesi devletlere “örnek” bir yasa hazırladığı için övüldü. Görüldüğü gibi antidemokratikleştikçe AB’ye daha yaklaşıyor ve Avrupalı kardeşlerimize o kadar uzaklaşıyoruz. Okuyucularımızın takip ettiği gibi AB’de bir AB Anayasası önerisi getirildi ve bu kimi ülkelerde o ülke anayasaları gereğince halk oyuna sunulmak zorunda kalındı. Bu önerilen Anayasa taslağı, AB’nin dayatmakta olduğu karşı reformların kalıcılaşmasını ve güçlenmesini sağlayacaktı. Buna karşı özellikle Fransa’da başta Fransa İşçi Partisi (PT) olmak üzere siyasi partiler, sendikalar, toplumsal örgütler uzun ve bilinçli bir kampanya yürüttüler ve egemenlerin tüm çabalarına karşı Anayasa referandumunda “hayır” sonucunu çıkararak tüm AB bürokratlarına, Avrupalı ve dünya patronlarına karşı bir zafer kazandılar. Anayasaya “evet” oyu verilmesi çağrısı yapanlar arasında Bush, Fransa’nın bütün patron partilerinin temsilcileri ve bütün Avrupa ülkelerinin hükümetleri vardı. Ne yazık ki Avrupa Sendikalar Konfederasyonu (ETUC) ve kimi diğer sendikal örgütler AB bürokrasisinin ve hükümetlerin yoğun talepleri doğrultusunda “evet” çağrısı yapmıştı. Ama işçi sınıflarını ikna edemediler. Bilinçli bir kampanya sonucunda, Fransa işçi ve emekçilerinin büyük ağırlığını oluşturduğu şekilde “hayır” oyu galip geldi ve bu da AB karşıreform sürecinin kesintiye uğramasa da darbe alması anlamına geldi. Yine Fransa’da gençlerin ve işçilerin kitle seferberliği sonucunda Yeni İş Sözleşmesi Yasası’nın geri püskürtülmesi de esasında AB “reform” sürecinde bir kesinti anlamına geldi. Bize düşen, Fransız emekçileri bu reform sürecini kesintiye uğratarak Fransız patronları ve dünya patronlarını nasıl kızdırıyorlarsa, aynısını ve daha fazlasını yapmaktır. Kaderimizi elimize almak ve kendi hak ve çıkarlarımız doğrultusunda siyaset yapmaktır. Ne Türkiyeli, ne Avrupalı, ne de Amerikalı patronlardan, onların antidemokratik bürokratik birliklerinden bekleyeceğimiz hiçbir şey yoktur. AB’nin, büyük patronların çıkarlarının bekçisi bu birliğin dayattığı “reformları” ancak bizlerin siyasi mücadelesi durdurur. AB’nin Amerikan emperyalizmi ile suç ortağı olarak tüm dünyada ve özellikle komşu halklarımıza yönelik uyguladığı yıkım politikalarına Türkiye’nin karşı koyabilmesi ancak Türkiye’de işçilerin siyasete ağırlıklarını koymaları ile mümkün olabilir. Gerçek demokrasi ve özgürlükler de ancak böyle bir mücadeleyle kazanılabilir.
PARTİMİZ
8
İKP İstanbul Genel Toplantısı 30 Temmuz Pazar
İKP İstanbul İl Merkezi / Aksaray Nihat Can, işçi
İşçi Kardeş
Kurucularıy
Muhabirimiz, İKP Kurucular Kurulu’nun ilk genel toplantısına katı atması gereken ilk adımlar, çeşitli alanlarda ya
Petrol-İş Carlo Erba İşyeri Temsilcisi Neden İKP kurucusu oldunuz? Bu zamana kadar halktan yana politika yapacağını söyleyen partilerin, gerçekten halktan yana politika izlemediğini düşündüğüm için. Asıl amaçları milliyetçiliğe, Türk milliyetçiliği ya da Kürt milliyetçiliğine dayandığından. Parti ile tanışmam Cumhur [Altay, Petrol-İş Bayer İşyeri Temsilcisi, İKP kurucusu] vasıtasıyla oldu. Daha sonra toplantılarına katıldım. Benimsediğim için bu partinin kurucu üyesi oldum. Daha önce bana hitap etmediğini düşündüğüm için başka bir partiye üye dahi olmadım. Ama bunun gerçekten şu anda Türkiye’de ihtiyaç olduğunu düşünüyorum. Bunu işyerinden arkadaşlarımızla paylaştığımızda bu yönde bir ihtiyaç olduğunu görmemizden ve taşın altına bizim de elimizi koymamız gerektiğini düşündüğümden kurucu üye oldum.
Bu düzeni bozmak ve ülkemizin kaderini değiştirmek için İşçi Kardeşliği Partisi’nin kurucuları arasına katıldım. İşçi Kardeşliği Partisi’ne önerileriniz neler? İKP neleri başarmalı?
lede ek bir katkısı olabilir mi, nasıl olabilir? M u t l a k a o l a b i l i r. Özelleştirmeye karşı mücadele ederken, ilk önce insanlara partiyi anlatmamız lazım. Yoksa bugün sorduğumuzda birçok parti özelleştirme karşıtı. Özelleştirmeyi savunan o büyük partilerin dışında, emekten yana politika yaptığını söyleyen partiler de aynı şeyi dile getiriyorlar ama çok da inandırıcı olmuyor. Çünkü insanlar kendilerine bu yönle yaklaşılıp ardından başka şey geleceği kuşkusunu taşıdıkları için çok da fazla etkisi olmuyor.
Mesut Ozansü, eski milletvekili
Eski MP ve CHP milletvekili, hukuk doktoru, Avrupa Konseyi Üyesi Neden İşçi Kardeşliği Partisi kurucusu oldunuz? İçinde yaşadığımız toplumda egemen sömürücü sınıf ve tabakalar sömürü ve baskı düzenlerini sürdürmek için emekçileri köleleştirmek, sağırlaştırmak, dilsizleştirmek istiyorlar... İstiyorlar ki, emekçiler gerçekleri görmesinler, gerçekleri duymasınlar, gerçekleri dile getirmesinler. Bir tek amaçları var: Bu sömürü ve baskı düzeni devam etsin...
1 Mayıs’ta da bildiri dağıttık, anlattık, imza topladık. Bir kişi imza vermedi. Bunun altında İşçi Kardeşliği’ni Rıza Ökten, tanımaması yatıyor. Güven Belediye işçisi, İşçi Kardeşliği Partisi’nin sağlandıkça bunları aşaca- Belediye-İş üyesi özelleştirmeye karşı mücade- ğız.
Metal işçisi
Neden İKP kurucusu oldunuz?
İşçi Kardeşliği Partisi zorunlu olarak ilk başta ağırlıklı olarak örgütlü işçilerden hareket etti. Örgütsüz işçiler arasında örgütlenmek için neler yapılmalı? Ben daha önce işyeri temsilciliği yaptım Birleşik Metalİş’te. Tabii ki bu partinin örgütlü
Dünya değişiyor... Tüm ülkelerin işçileri gibi Türkiye işçi sınıfı da silkinmeli, gelişmeli ve en kısa zamanda sınıf bilincine kavuşmalıdır. Patronların, toprak ağalarının; işçilerin gözleri önüne koymak istedikleri perdeleri teker teker yırtmaya çalışmalıyız. Ekonomik ve siyasi mücadeleyi bilinçli bir biçimde harmanlamalı, en mühimi olarak da: kapitalist sömürü mekanizmasının nasıl işlediğini derinlemesine öğrenmeliyiz. İşte biz, İşçi Kardeşliği Partisi olarak kapitalist sömürü düzeni mekanizması üzerine konan ve saklamaya hizmet eden bu perdeyi indireceğiz. Bu yolla Türk işçisi ve köylüsünün kaderini de değiştireceğiz.
işçi
alanlardan, sendikalardan yola çıkarak yürümesini arzu ediyordum. Fakat malum, günümüzde sendikal hareketin dibe vurması ve sendikacı arkadaşların da gerçekten bu dibe vurma hareketinde iyice geri konumlara düşmesi, gerçek anlamda bir işçi öncülüğünü yapmaması böyle bir siyasallaşmaya katılmamalarına neden oldu. Fakat ülkede böyle bir gereklilik olduğu için biz onları beklemeden başımızı koyduk, devam ediyoruz.
İşçi Kardeşliği Partisi’nin geliştirdiği projeleri ve partinin programını benimsiyorum. Bu partiye girmemin asıl sebebi işte tam da budur. Bu partinin programının diğer düzen partilerinden farklı oluşu ve parti projesinin Türkiye’de denenmemiş yeni bir yol, deneme olmasıdır. İKP’ye ne gibi politik önerileriniz var? İKP muhakkak tabana yaygınlaşmalıdır. İşçi sınıfının en küçük noktasına kadar projelerini, programını ulaştırmalıdır. Projelerini halka sunabilmelidir ve bu sunuş esnasında halktan aldığı bilgileri yoğurarak yeni projeler üretmeli, programını zenginleştirmelidir.
Metin Yağar, işçi İETT Hareket Şoförü, Belediye-İş üyesi
Neden İKP kurucusu oldunuz? İşçilerin siyasallaşması, kendi partilerini kurup Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde daha iyi temsil edilmeleri ve sendikal haklarını, sosyal haklarını
Hazır Duvan, işçi
Birleşik Metal-İş Çorlu Akyıldız İşyeri Temsilcisi Neden İKP kurucusu oldunuz?
Neden İşçi Kardeşliği Partisi kurucusu oldunuz?
Salih Akdemir, işçi
Çünkü Türkiye’de işçilerin ve yoksulların, bizlerin, böyle bir partiye ihtiyacını gördüm. Böyle bir partinin de iktidar olması için kurucu oldum.
İşçi Kardeşliği
En önemlisi bu parti muhakkak iktidar olmayı hedeflemelidir. Bu amacı yitirdiğimiz gün bu proje de söner. Artık işçiler iyi muhalefet değil, kendi iktidarlarını bekliyor. Şimdiye kadarki durumu nasıl değerlendiriyorsunuz? Şimdiye kadarki çalışmamızın ötesinde çaba harcamalıyız. Sadece kurucular değil, tüm halk bu partinin inşasına katılmalı, çünkü iktidara davet edilen onlardır. Herkese misli sorumluluk düşüyor. İnşallah, bu yollardan başarılı bir biçimde geçeceğiz, ben buna inanıyorum.
İşçi sınıfı ister siyasal alanda olsun ister sendikal alanda olsun tamamen bölünmüş bir durumdadır. Birlikteliğini sağlaması gerekmektedir. İşçi kendini Meclis’te temsil edebilmelidir. Köylü ve işçi Meclis’le temasını sağlamalıdır. Bu amaçla İşçi Kardeşliği çatısı altında kurucu oldum. Sendikal alanda yetki davaları vs. biçimlerde sendikal rekabet sürüp gidiyor. Bununla ilgili İKP nasıl bir tutum almalı? İşçi Kardeşliği Partisi sloganında olduğu gibi “tek sendika, tek konfederasyon” şiarıyla sendikaları bir araya getirme çalışmalarını hızlandırmamız gerekiyor. Bunlar olduktan sonra, çıkan yasaların karşısında gerçekten güç olabileceğiz. Maalesef konfederasyonlar da kimisi sağ, kimisi sol belirli
PARTİMİZ
Sayı: 19 Temmuz 2006
Serkan Çavuşlu, işçi
şliği Partisi
Birleşik Metal-İş Pancar Motor İşyeri Temsilcisi
yla Görüşme
ıldı ve kurucu üyelerle İKP’yi neden gerekli gördükleri ve partinin apması gereken açılımlarla ilgili görüşlerini aldı. savunacak bir işçi hükümetinin kurulması için İKP’ye kurucu olarak katıldım. Sizce İKP’nin ilk adımları neler olmalı? Sendikaların içinde bulundukları bunalımdan çıkmasına yardım etmek İKP’nin önemli bir görevi. Örgütlülüğün yitirilmesinin yanında sendikaların düzene ortak edilmesi ve bağımsızlıklarının çiğnenmesi çok tehlikeli saldırılar. İKP, işçi örgütlerini birlik ve patronlardan, devletten bağımsızlık temelinde savunacaktır. Bunu başarırsak mücadeleci sendikalarımızı geri kazanacağımızdan ve işçi sınıfının örgütlerine yeniden kavuşacağından emin olabiliriz.
siyasi iktidarlara hizmet ediyor. Bu da tabanda birleşmeyi engelliyor. Eğer tabanda birleşme sağlanırsa konfederasyonların da birleşeceğine inanıyorum. İşçi Kardeşliği de bu çalışmaları yapmalı. Sendikaların yapamadığı, sendika yöneticilerinin seminerlerimizde ve toplantılarda özellikle bahsettiği, tabanda birleşmenin sağlanması gerekliliği. Ama hiçbir atılım yapılmıyor. Mesela sendika ve konfederasyonlar tabanda birleşmenin sağlanması için ne bildiri dağıtıyorlar ne de basın açıklaması yapıyorlar. Sadece üstü kapalı, “tabanda birleşme sağlanmalı” söylemi. İşçi Kardeşliği bunun öncüsü olmalı.
Pınar Erol, işçi Hava-İş Uzmanı
Neden İKP’ye ihtiyaç olduğunu düşündünüz ve kurucu oldunuz? İki yılı aşkın süredir, işçilerin kendi partilerini kurmaları yönünde bir siyasi çağrı yaptığımız bu çalışmanın içerisindeyim. Baştan beridir İşçi Kardeşliği’nin yayın kurulunda yer aldım. Ben okul hayatımı İstanbul’da tamamladım. Mühendislik okumama karşın bu mesleği yapmadım; tercüme, İngilizce öğretmenliği gibi çeşitli işlerde çalıştım. Daha sonra biraz rastlantı, biraz benim isteğim sonucunda işçi sendikalarında, uluslararası ilişkilerinde yardımcı olarak görev yaptım. Dört yıl kadar KESK’te bu görevi sürdürdüm. Şu anda da Hava-İş sendikasında Dış İlişkiler Uzmanı olarak görev yapıyorum. Toplumdaki bütün zenginliğin ana üreticisi olan işçi sınıfı. İşçi sınıfının mücadelesiyle ve örgütleri aracılığıyla, dünyamızı bugünkü tablosundan çıkartıp tümüyle yaşanır bir yer yapacak tek güç olduğuna inanıyorum.
9
İşçi sınıfını bir bütün olarak kucaklayacak bir siyasi parti, bu örgütlerin en önemlilerindendir, olmazsa olmazdır. Sizce İKP’nin gidermesi gereken eksiklikler neler? Partimizin kurucuları çeşitli bölgelerden, sektörlerden işçi temsilcileri. Ancak kurucular arasında daha fazla kadın işçinin yer almaması önemli bir eksiklik oldu. Belki bugün için, bir siyasi parti kurucusu olmak, birçok kadın işçi için çok da kolay atılacak bir adım değil. Belki de biz ulaşmakta eksik kaldık. Ama her halükarda kuruluş aşamasında kadın işçileri yalnız temsil etmek zorunda kaldım. Bu durumu hızla tersine çevireceğimiz konusunda hem kadın işçilere, hem de oluşumumuza sonuna kadar güveniyorum.
Nevzat Kulaoğlu, mali müşavir
Neden İKP kurucusu oldunuz? Bizler işyeri temsilcisi olduğumuz için, işçilerin işverene karşı belirli haklarını korumasında önayak olduğumuz için bu hareketi siyasal alana taşımak sorumluluğu taşıyoruz. Bunun için İKP bana yakın, fikrime yakın olduğu için kurucu oldum. Her seferinde diyoruz, ‘siyasallaşmak zorundayız’. İşçiler de artık siyasallaşmalı. Tüm halk siyasallaşmalı. Dernek gibi görmemeli. 12 Eylül öncesinde sendikalar güçlü olduğu için haklarını sokağa çıkıp elde edebilirlerdi ama şimdi birçok sendikada birliktelik de yok, güç de yok. Eylül 1980’den beri işçilerin üzerinde sürekli bir baskı var. Bu baskıları siyasal alanda da görüyoruz. Siyasi partiler hükümete geldikçe onların bize yaptığı baskıyı görüyoruz. Bu baskılardan kurtulmanın yolu
Örgütlü işçiler halkın dışında değil. Çalışırken örgütlü olduğumuz arkadaşlarımızla beraberiz ama iş bittikten sonra arkadaşlarımızla, akrabalarımızla birlikteyiz. Kahve toplantıları vb. araçlarla bu fikirleri anlatarak bu insanları çekmemiz gerekiyor. Örgütlülük sadece çalışırken var. Hayat çalışmadığımız zaman da devam ediyor.
Selüloz-İş Oltaş İşyeri Temsilcisi İKP kurucu üyesisiniz, böyle bir partiye neden ihtiyaç var? Yıllardan beri çalışıyoruz. Bu süreç içerisinde diğer partiler tabanda hep halkçı olmuşlardır, iktidara geldiklerinde ise burjuvazinin hizmetkarı olmuşlardır. Meclis’te şöyle bir yazı asılıdır: “Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir.” Oysa egemenlik kayıtsız şartsız burjuva sınıfınındır. Dolayısıyla oradaki hizmetkarlar da onların çıkarları yönünde hizmet etmektedir, kanun çıkarmaktadır. İşçi sınıfının emeği, alın teri gasp edilip, sömürülmektedir. Bundan dolayı İşçi Kardeşliği içerisinde gücümüzü ortaya koymaya kararlı, iddialı bir
geleceği için son derece tehlikelidir. Bu nedenle sosyal kimlikler üzerinden bölünme olması gerekir. Bu anlamda tarihi bir görev yaptığımızı düşünüyoruz. Emeği ile geçinen insanların bir safta birleşmeleri gerekir, o yüzden patronlar bir yanda emekçiler bir yanda olmalı. Bu parti de böyle bir görevi yerine getireceği için kurucu olmayı gerekli gördüm.
İKP kuruluşu sürecinde asıl olarak örgütlü işçileri temel alan bir parti oldu, ancak örgütsüz işçilerin partisi olmak da bir görev. Bununla ilgili sizce nasıl açılımlar yapılmalı?
Savaş Kılıç, işçi
Neden İKP kurucusu oldunuz? Böyle bir partinin Türkiye koşullarında son derece önemli olduğunu düşünüyorum. Çünkü Türkiye’de partileşmeler, bölünmeler son derece yapay. İnsanların sosyal kimlikleri üzerinden bölünme olmamıştır. Bu nedenle böyle bir partiye ihtiyaç vardır. Türkiye’de sosyal demokrat bir parti bile yoktur. Etnik kimlikler üzerinden bölünme olmuştur. AleviSünni, Türkçü-Kürtçü tarzında bölünme olmuştur. Bu yapay bölünmedir. Bu Türkiye’nin
da siyasallaşmaktan geçiyor. Somutlaştırmak amacıyla bu işin içine girdik. Biraz da elimi taşın altına sokmak zorunda hissettiğim için kurucu oldum.
şekilde halktan yukarıya doğru parlamentoya milletvekilleri çıkararak işçi haklarının genişletilmesi, çoğaltılması talepleri doğrultusunda mücadeleye karar verdik. Bu doğrultuda kısa vadede atılacak ilk adımlar neler olmalı? Bence önce taban anlamında gideriz. Tabanda yayıldıktan sonra, Meclis’e doğru çalışarak büyük adımlarla yükseliriz. Hedefimiz bu. önce bir girişim vardı. O zaman da işin içindeydik biz. Ancak böyle insanların, işçi liderlerinin çıkması ancak bu zamana denk geldi ve böylece yeniden işin içine dahil olduk. İKP’nin ilk adımları neler olmalı?
Nadir Bıçakçı, emekli işçi Neden İKP kurucusu oldunuz? Böyle bir parti için 10-15 yıl
Örgütlenmenin ve birebir işçilerle, işyerinden taban işçilerle görüşülmesi gerekiyor. Tabela partisi olmamak için örgütlenmenin birebir yapılması gerekiyor.
10
TOPLUM
Derby ve Sümerbank işçileri bugün nerede? Kamu sektörünün en önemli fabrikalarından Sümerbank işçisi Ekrem Altay ve 15–16 Haziran direnişinde başrolde olan Derby fabrikası işçisi ve Lastik-İş sendikası işyeri temsilcisi Enver İpek ile kapatılma süreçlerini ve yeni dönemden beklentilerini konuştuk. İşlerini kaybettikten sonra sınıf mücadelesine devam eden Altay ve İpek, şimdi yeni işlerinde eski sendikalı günlerinin özlemiyle mücadelelerini sürdürüyorlar. İşçi Kardeşliği: Ne kadar süre çalıştınız ı ız S merbank’ta? Sü ’ ’ta? Ekrem Altay: Ben 1989 senesinde askerden geldim. Geldiğim sene de işçi olarak Sümerbank ü ümerbank ’ta çalışmaya başladım. Sümerbank üümerbank evvelden beri tanıdığım, hepimizin tanıdığı bir fabrikaydı. Giydiğimiz büt ütü üt tüünn pantolonları, önlüğü, okul kıyafetlerimizi, ceketlerimizi üüreten bir fabrikaydı. Yerli Malı Haftalarında sürekli üürekli Sümerbank ü ’ın sözü z zü edilirdi. Ben girmeden üç sene önce, 1986’da, Özal döneminde özelleştirme çıktı. Tabi özelleştirme adı altında peşkeş çekme yapıldı. 1989 yılından 2004 senesine kadar fabrikada büy üyü üy yüükk m müücadele verdik. Ancak sonuçta kaybettik. Fabrika satıldı, daha sonra da kapandı.
Ancak çok yalnız kaldık. Yurttaşlar ilgisiz kaldı.. Tekel m mücadelesi bir yerde, Telekom m mücadelesi bir yerde devam etti. Birleşemedik. Yalnız kaldık. Deniz kenarında 87 dönü nüüm nü m arazi 44 milyon dolara Ayrancı’ya satıldı. Onu da borç aldı. Adamın kendi cebinden bir şey çıkmadı. Devletten borç alarak yaptı bu işi. İ.K.: Sü S merbank, direni direnişi sürecinde bir sembol oldu özelle özelleş zelleştirme furyasına kar . Bir nevi dalgaya karşı engel oldu bir süre için de il mi? değ
E.A.: Evet ama Genel Merkez gereken desteği vermedi. Halk destek vermedi, sessiz kaldı. Sümerbank’tan sonra saldırı daha da arttı. Tüpraş gitti, Erdemir gitti, SSK ilaç vermez oldu. Biz de sonunda “rüş r vet” aldık rüş devletten. Geçici perİ.K.: Kısaca kapansonel olarak 657 No’lu ma sürecini anlatabilir kanunun 4-C’sinden misiniz? Neler ya yaşandı and Ekrem Altay: “Çok işe aldılar bizi. 600 bu aaşamada? kişi 12 farklı iş koluE.A.: Önce 199- net söylüyorum eğer na dağıldık. Sendikalı 9’da, dönemin Ecevit- bir ses çıkartılmazsa olamıyoruz, www. Yılmaz-Bahçeli eli hhüük üküküozellestirme.net diye bu işe, yakında meti döneminde fabbir site kurduk. 5900 rika özelleştirilmeye polis ve asker kişi üye oldu. Tüm çalışıldı. Çeşitli itli m mücadışında bütün kamu ülkede örgütlenmeye dele yöntemleri izleçalışıyoruz. Sendikalar dik. Bir hafta fabrika- personeli bu şekilde da bize sahip çıkmıyı işgal ettik. Sonra çalıştırılacak. Kamu yor. Siz sendikalı olahükümet geri adım mazsınız diyorlar. 50 personel rejimi attı. Başbakan (Ecevit) sene önce çıkmış bir “Haberim yoktu” dedi, kanunla çalıştırılıyokökten bu hale imzasını geri çekti. ruz. 10 ay maaş alıgelecek.” Tekrar fabrika açıldı. yoruz, 2 ay ücretsiz AKP geldikten sonra tekrar özelleştir- izin yapıyoruz 4-C’ye göre. Çok net me saldırısı gündeme üündeme geldi. Mücadele söylüyorum eğer bir ses çıkartılmazsa ettik ama maaşlarımızı bize peşin olarak bu işe, e, yak yakında polis ve asker dışınvermeleri en kötü t sü oldu. İşçilerde bir da bütün kamu personeli bu şekilde tü rahatlama oldu. Sonra fabrikayı kaptır- çalıştırılacak. Kamu personel rejimi mamak için bir komite kurduk. Ancak kökten bu hale gelecek. Başbakan 8 Ekim 2004’te tekrar kapatma kararı kendi ağzıyla ııyla söylüyor. Şimdilik 21 geldi. Doğa Madencilik aldı. Daha zor bin kişiyiz bu kanunla çalışan. bir süre ü çti. O da fabrikayı dü üre dümd ümdü mdüz etti, makineleri çok ucuza elden çıkardı. 50İ.K.: Peki, gelecekten beklentileriniz 60 arkadaş Kaymakamlığa gittik satışı neler? İşçii Karde Kardeşliğ li i Partisi kuruldu. engellemek için. Polisle karşı karşıya Sizce bu parti bir şeyleri eyleri de değiş i tirebilegeldik. Polis bizi aldı bir tarafa koydu, cek mi? alıcı Ayrancı’yı bir tarafa koydu. 15 yıl boyunca elimizdeki için in m mücadele ettik. E.A.: Bence bu partinin kuruluşu çok iyi, çok güzel oldu. Çok başarı-
lı olacağına inanıyorum. Ancak biraz geç kalındı bence. Bütü t n fabrikalar tü kapanmadan, özelleşmeden kurulmuş olsaydı. Biz mesela şimdi üüye olamıyoruz. Tüzüğü züğün züğü üğünü nü, programını inceledim. Kuruluş basın açıklamasına da katıldım. Parti, fikrini iyi yayarsa, tabanı yani işçiyi bir arada tutarsa başarılı oluruz. Dediğim gibi biraz geç kuruldu ama zararın neresinden dönsen kardır demişler. Partiye başarılar diliyorum. İşçiler birlik olur ve partiye destek olurlarsa, nihayet biz işçilere de söz hakkı düş d er. Tüm üüm memlekete hayırlı uğurlu olsun. İ.K.: Derby (Bento) Fabrikasıyla ııyla ilgili biraz bilgi verir misiniz? Siz ne kadar süre çalıştınız? ı ız? Enver İpek: Ben 1985 yılında Derby Lastik Fabrikasında işe başladım. Derby çok eski bir fabrika. Geçmişi 1960’lara kadar uzanan köklü bir fabrika. Daha sonra İkitelli’ye taşındı. 1200 kişiden 250 kişi kaldı. 2002’de sahibi Ali Balkaner’den Berç Büy üyü üy yüksakyakan üksakyakan’a devredildi. İsmi Bento Lastik olarak değişti. 2006 Mart sonuna kadar da Bento kaldı. Kayış ve yapıştırıcıı üüretiyordu. İthalat rejimi fabrikayı mahvetti. Dolarınn ddüşü üşüklüğü, daha ucuz malın üşükl gelmesiyle fabrika mal satamaz oldu. Teknoloji de yenilenmedi. Maalesef 2006 Mart sonu itibariyle de bitti. Sıkıntılı bir kapanma oldu. İşçiler anti-demokratik sendikacılık sendikac anlayışı yü y zü züünden nden haklarını alamadılar. alamad İ.K.: Kapanma sürecini recini kkısaca anlatabilir misiniz?
İşçi Kardeşliği dık. Tefeci malları haczetmek istedi. Biz malları vermedik, direndik. Polisle karşı karşıya şıya geldik, dayak yedik, biber şı gazı yedik. Ama sonuçta kaybeden yine biz olduk. Tefeci malları haczetti. İşveren-tefeci-sendika anlaşıp haczi kaldırıp malı sattı. Tefeci parasını aldı. İşçiler ortada kaldı. Tüm üüm kıdem tazminatları ve geriye dönü nüükk alacaknü larımız 10 ay vadeyle senetlere dahil edildi. 1 lira almadan 85 işçi kapıya konduk. En başta 50 kişi çıktı, onlar 1’er milyar aldılar. Biz hiçbir şey alamadık. Büy üyü üy yüüksakayan ksakayan işletmeci değil, yaptığı tamamen tasfiyecilik. Çok fabrikayı böyle batırdı; mesela Dora Plastik. 15-16 Haziran’da işçisi en önde yür yü ürü rüüyen, yen, işçii m mücadelesinin önderlerinden Lastik-İş ve DİSK’in kurucusu Rıza Kuas’ı yetiştiren, onun geldiği fabrika, Derby gitti, bitti. Demokratik sendikacılık anlayışı olmalı. İşçi kendi kararını kendi vermeli. Söz ve karar tabana, yani işçiye verilmeli. Bundan kesinlikle ödü dün dü ün verilmemeli. Yalnız bunun böyle olmadığını görü rüüyoruz rü yoruz bugün. ü İ.K.: Gelecekten neler bekliyorsunuz? Sizin de kurucuları arasında bulunduğ ğunuz İşçii Karde Kardeşliğ li i Partisi bu sorunlara çöz çö üm olabilecek mi? E.İ.: İKP kurucularından olmam çok şey ifade ediyor benim için. Ben işe başladığımdan beri sadece emeği, ekmeği düşü düşü üşünen nen bir partinin olması gerektiğini arkadaşlarıma anlatırdım. Bu tip partilerin kurulmasının gereğine inandım. Partinin ttüzüğü z , programı bu anlamda çok önemli. Bununla ilgili yapılmış çalışmaların en iyisi. Ayrıca kendi açımdan, bana manevi olarak da destek oldu arkadaşlar. 45 yaşından sonra hayata sarılmamı sağladılar. Kendim için pek umudum yoktu ama umutlanmaya başladım. Hiçbir şey bitmedi, ölene kadar daha m mücadeleye devam etmek zorundayız. Bir şey yapabilirsek, değiştirebilirsek ne mutlu bize. Her gittiğim yerde anlatıyorum partiyi. Artıkk piyasada iiş yok. 8 değil il 12 saat çalışıyor işçiler. Çalışanlar anlarınn yyüzde 90’ı böyle. Pestilleri çıkıyor sigortasız işlerde ççalıştırılarak. Kıraç bölgesine gittim. Oras Orası tam bir muamma. Bizim Lastik-İş Sendikası (İstanbul) Şube Başkanı kendi eski fabrikasının çevresindeki işçilerin durumunu görmü g rmü rmüüyor yor mu?
E.İ.: Sıkıntılar lar 2004’ten itibaren baş göstermeye başladı. Teknoloji yenilenmeyince durum daha da kötü t leşti. Kendi sonutü nu hazırladı bir yerde işşveren. 2005’ten 200Enver İpek: 6’ya geçiş çok sancılı oldu. Ücretsiz izinlere “İşçi Kardeşliği çıkıldı, maaşlar ödenPartisi’nin ülkemiz memeye başlandı. Biz kendimiz çalışıp işçi hareketine ve gerektiğinde malı pazarlamaya çalıştık. emekçilere iyi şeyler İşçi çalıştığının kar- getireceğine eminim. şılığını alabilsin diye işletmeciliğe soyun- Belki zaman alacak duk. Ancak işveren ama sonuçta iyi ve tefeciye para kaptır-
güzel şeyler olacak.”
Son olarak, İşçi Karde liğ Kardeş liğğii Partisi’nin ülkemiz işçi hareketine ve emekçilere iyi şeyler getireceğine eminim. Belki zaman alacak ama sonuçta iyi ve güzel şeyler olacak. Kimse ümitsizliğe kapılmasın. Hayat devam ediyor, mücadele sürüyor.
Sayı: 19 Temmuz 2006
TOPLUM
Ülkemizde konut sorunu göç sorunudur Türkiye’de devletin kapsamlı olarak konut sorununu çözmeye girişmesi asla söz konusu olmadı. Özellikle 60’lı, 70’li yıllarda köylerden şehirlere akan emekçiler, şehirlerde en büyük sorun olarak karşılaştıkları konut sorununu kendi imkanları ile çözmeye yöneldiler. Bu tüm büyük şehirlerde gecekondulaşmayı karşımıza çıkardı.
B
vadeli ipotekli kredi kullanmış olursunuz ve ödeyemediğiniz durumda ipotekli olduğu için almayı düşündüğünüz evi kaybedersiniz. Böylece devlet konut sorunu gibi asli bir sorunu kamu kurumları, kamu bankaları aracılığıyla çözeceğine, özel bankalara büyük bir gelir kapısı açmış olmaktadır. Başta yabancı bankalar çıkartılmış olan yasayı alkışlamaktadır. Bu sisteme kolunu kaptıran emekçiler için tehlikeler o denli büyük ki, bizzat hükümet üyeleri, kendilerini çeşitli uyarılar yapmak zorunda hissettiler.
Çözümler bulmak mümkün, ancak farklı bir yaklaşımla
ugün daha da ağırlaşmış olan konut sorunu esasen bir göç sorunudur. Patronların hakim olduğu siyaset, işçileri bedavaya çalıştırabilmek için bilinçli olarak tarımı yok ederek, köyden şehre göçü dayatmakta, şehirlerde yedek işgücü olacak bir işsizler ordusu yaratmakta. Ülkemizde 1980’de yüzde 55 olan köylü nüfus, 2000 yılında yüzde 35’e inmiş; 2015 yılında yüzde 15’e ve nihayetinde de yüzde beşe inmesini hedefliyorlar. İnsanları göç etmek zorunda bırakan mevcut politikalar sürdürüldüğü sürece konut sorununun çözülmesi olanaklı değildir. Esas çözüm tarımın öldürülmemesi ve sanayinin planlı bir şekilde yaygınlaştırılarak insanların yaşadıkları yerlere götürülmesidir.
Konut sorunu gerçekten tüm insanlar için hayati bir sorundur. Sağlıksız konutlarda yaşamak insanların sağlığını yitirmesi sonucunu ortaya çıkarmaktadır. Bu konuda Venezuela’da Chavez hükümeti en azından acil tedbir olarak çok basit bir şey yapmış ve tüm yoksul mahallelerdeki evleri tarayarak, evlerin daha sağlıklı bir hale gelmesi için gerekli acil onarım, boyama vb. işlerin tümünün yapılmasını organize etmiştir.
Artık gecekondu bile hayal
Ülkemizde bir konut sahibi olmak, başını sokacak bir yere sahip olmak, geçmişten bugüne emeği ile geçinenlerin karşı karşıya oldukları en büyük sorunların başında gelmiştir. Geçmiş dönemlerde, birçok bakımdan hiç sağlıklı biçimde olmasa da, şehirlere akan emekçiler bu sorunu gecekondu inşa ederek çözmüşlerdir. Bugün şehre akanlar için ise bu olanak da mevcut değildir. Artık asgari ücretle veya daha aşağısına çalışmak üzere şehre gelen emekçiler için sorun bir konut sahibi olmak sorunu bile değildir. Sorun salt ve çıplak biçimde barınma sorunu haline gelmiştir. Bir konuta sahip olmak artık büyük kesim için hayal bile edilemeyecek kadar uzaktadır.
11
şehirlere yığdığı emekçilerin konut sorununa yönelik bir çözümü yoktur. Türkiye’de de, Hindistan’da, Brezilya’da ve benzeri ülkelerde görülen teneke evlerden oluşan mahallelerin oluşmaya başlaması, bu gidişle yakın görünüyor.
tüm fonları iptal eden hükümetler TOKİ’ye tahsis edilmiş olan Toplu Konut Fonu’nu da kaldırmışlardır. Böylece alt gelir grubuna sosyal konut inşa etmekle görevlendirilmiş bir kamu kurumu her türlü gelirden yoksun bırakılmış ve verilen görevi yerine getiremeyecek durumda Bugün şehirlerde işçiler maaşolduğunu İnternet sitesindeki kendi larının yarısını kiraya vermekte, yazılarıyla bile duyuruyor duruma az bir kesimi gecekondu inşa etme getirilmiştir. çabasına girmekte, biraz daha yüksek ücretli çalışan, evine birden çok KİPTAŞ da İstanbul’da özel sekmaaş girebilen veya sendikalı ya da töre nazaran daha ucuz konut ürettiği görece yüksek ücretli beyaz yaka- için büyük talep görmekte, ancak lı kesim ise uzun yıllara yayılan yeterli sayıda konut üretimi gerçekbir ödeme planı ile kooperatiflerden leştirememektedir. Zaten işçi sınıveya müteahhitlerden ev satın alma- fının asgari ücretle çalışan büyük ya çalışmaktadır. kesimi için, bu kurumların ürettikleri evleri satın almak, ödeme planı kaç Bugün inşa edilen gecekonduyıla yayılırsa yayılsın, imkansızdır. lar da, geçmişin, bir bahçe içindeki, Kamu kurumları nispeten sağlıklı, birkaç odalı gece- göstermelik Mortgage ipotektir kondularından çok farklıdır. İstanbul Kamunun elindeki toplu konut üreşehri Beylikdüzü ve Sultanbeyli yönKonut sorununa kamusal çözümler timi yapan kurumların en önemlilerinde eski gecekonduları mumla getirilmeyen ülkemizde yeni kanunleri Başbakanlık’a bağlı TOKİ ile aratan, ev denemeyecek yapılarla lar çıkarılarak, bir müjde gibi gösteİstanbul Belediyesi bünyesindeki dolmaktadır. rilen mortgage sistemi düzenlendi. KİPTAŞ’tır. Ancak bunların konut Mortgage sistemi ipotek sistemidir. Kapitalizmin, kendi çıkarı için, üretimi son derece yetersizdir. IMF Yani bir evi satın almak için uzun ucuz işgücü depoları yaratmak için talimatları ile bütçe dışında kalan
İstanbul başta olmak üzere ülkemizin birçok yoğun olarak kentleşmiş bölgesindeki bir önemli sorun da deprem ve mevcut konutların depreme dayanıklı olup olmadığı sorunudur. Bu sorun karşısında depreme dayanıklı olmayacağı kesin olarak tespit edilmiş konutlar ve bölgelerle ilgili bile hiçbir şey yapılamamaktadır. Bugün kentsel dönüşüm adına tek yapılan rant elde edilmeye başlanmış bölgelerde yer alan seçilmiş gecekondu mahallelerinin müteahhitlere alan açmak için yıkılmasından ibarettir. Bu yıkımlar, gidecek hiçbir yer gösterilmeyen insanlara karşı işlenen bir insanlık suçuna dönüşmektedir. Bugünkü sağlıksız/depreme dayanıksız konutlar yerine yeni konutların üretilmesini ve herkesin yaşayabileceği bir evi olmasını gerektiren konut sorununun çözümü, toplumun zenginliğinin toplumun geneli için kullanılacağı farklı bir yaklaşımı gerekli kılar. Planlı ekonomiyi gerekli kılar. Siyasete katılmaz ve kaderimizi sermaye sınıfının eline bırakırsak, yarınlarda, evsiz kalanlar, teneke evlerden oluşan, pislik içindeki mahalleler ve her türlü insanlık dışı manzara biz işçi sınıfını beklemektedir. İşte sadece bu yüzden bile, yani konut sorununa sağlıklı ve kalıcı çözümleri üretebilmek için, işçiler olarak siyaset sahnesine çıkmamız ve bir işçi hükümetini hedeflememiz gerekiyor.
12
SENDİKALARIMIZ
İşçi Kardeşliği
Örgütlü fabrikada işçiler hem sendikasız, hem işsiz kaldılar:
İşçiler neden kaybediyor? Castleblair örneği C
astleblair, Marks&Spencer markasına üretim yapan İzlanda kökenli bir çokuluslu şirketin Türkiye’deki fabrikası. İstanbul’da Kıraç’ta yer alan fabrikada işçiler DİSK Tekstil Sendikası’nda örgütlendiler ve sendika bir dönem toplu sözleşme yaptı. İkinci dönem toplu sözleşme görüşmelerine başlandıktan sonra işverenin üç ay boyunca işçilere ücret ödemeyerek onları açlığa mahkum etmesi, fabrikayı kapatacağı ve işçilerin tazminatlarını da ödeyemeyebileceği dedikodusunu yayması ve
Cafer Tekin
Castleblair fabrikasında çıkışını almayarak direnen son 15 işçiden biri İkinci toplu sözleşmede tabii hayat koşulları gitgide daha da zorlaşmıştı. Açlık sınırının, yoksulluk sınırının daha da arttığını, özellikle işçilerin, en alt tabakanın bunu çok ağır hissettiği, yaşadığı günümüz Türkiye’sinde yaşıyoruz. İkinci sözleşmede işçilerin ekonomik yönden daha yoğun talepleri vardı. Ve bütün işçilerin ortak noktası yüzde 15’ti, her altı ay için. Dört ikramiye talep ediyorduk, tabii bunların içinde pazarlık payı olmakla birlikte. Erzak, kömür, performansın kaldırılması, işe geç kalmalardaki cezaların engellenmesi vs. On dokuz maddeden oluşan bir taslak hazırlandı. Bu taslağa sendikacı arkadaşların, avukatın da onayı alındı. İlk başta patron masaya oturduğunda “ben bunları kesinlikle veremem” diyor, verememesinin sebebi olarak da fiyatların kötü olması, tekstil sektörünün batması, Çin’le rekabet, sermayenin küreselleşmesi ve benzerini bahane ediyordu. Doğal olarak bizler de kötü koşullarda yaşıyoruz. Aldığımız 400 milyon aylığın 200’ünü kiraya veriyoruz. Gerisini de düşününce, yoksulluk sınırını geçin, açlık sınırının altında yaşıyoruz. Bizler de bu konuda haklı olduğumuzu söylüyor, doğal olarak bunun propagandasını yapıyorduk. Biz de ısrarlıydık. Çünkü bu taslağı hazırlarken söylüyorduk; biz bu hakları sonuna kadar savunacağız ve arkasındayız. Alana kadar mücadele edeceğiz ve almakta da kararlıyız. Tabii kararlılık kısmında işçi kararlıydı ama süreç içerisinde sendikanın kararlı olmadığını çok iyi anladık. Gelinen noktada patron fabrikayı kapatacağı, taşıyacağı tehdidinde bulunu-
bu izlenen politikaya karşı sendikanın bir karşı duruşu sağlayamaması sonucunda sendikalı 170 işçi tek tek veya gruplar halinde tazminatlarını alarak, kendi çıkışlarını kendileri verdiler. Böylece patron kendisi işçileri işten çıkartmak zorunda bile kalmadan fabrikadan sendikayı tasfiye etmiş oldu. İşçiler istifa etmeyerek topluca direnebilselerdi sendikanın tasfiye edilebilmesi mümkün olmazdı. İşveren göze alarak 170 işçiyi kendisi işten çıkartsa bile, bu toplu işten çıkartma olacağından ve sözleşme yordu sürekli. Bizim de yapacak bir şeyimiz yoktu; yani patron kapatmasın diye biz patronun verdiği yüzde 4’ü kabul edecek durumda değildik. Patron kapatmasın diye kabul edelim, peki biz nasıl geçineceğiz? Gelinen noktada en son patron hâlâ bu kapanma noktasında ısrarlıydı ve buna yönelik para politikası uyguladı. Yani eğer parasını almak isteyen varsa, kıdem ve ihbar tazminatını, ben vereceğim, çekip gitsin, fabrikayı kapatacağız. Oysa kapatma söylentisi başladığından beri hiçbir yasal prosedür yoktu. Sendikayla yaptığımız son toplantılardan birinde “patronla görüştük, kapatacağız diyorlar” dediler. Ben de orada sendikadan Muharrem Kılıç’a sordum: “Başkan, kapatacak ama kapatmayla ilgili size herhangi bir kağıt geldi mi?”, “Yok gelmedi.” “Peki gelmediyse bu ne kadar inandırıcı?” diye sorduk. Bunun blöf olup olmadığını biz nereden bileceğiz? Sendikadan dediler ki “Olabilir de, olmayabilir de ama kapatacaksa biz kıdem ve ihbar tazminatlarını konuştuk. Adam böyle bir durumda kıdem ve ihbarını veremeyeceğini söyledi. Bir-iki seneye yayacağını söyledi.” Yani sendika o toplantıda şunun üstüne basa basa söyledi: evet, kapanma olasılığı var. Yani karşımızdaki sanki bir sendikacı değil de, işverenin avukatı gibiydi. Ekonomik durumdan, kötü şartlardan, tekstilin battığından bahsetti; bunun için de varolan koşulu kabul etmek lazım, devam etmek lazım, bunlara yönelik bir şeyler söyledi. (…) Kıdem ve ihbarını alan birçok sendika üyesi gitti. Mevcut 170 sendika üyesiydik. Tabi gitgide bu para politikası bizi eritti. Ve en sonunda 15 kişiye kadar düştük. (…) Belki 50-70 işçi gidebilir ama kalan son işçi kararlıydı. Orada müca-
dönemi de olduğu için kötü niyet unsuru bulunduğundan işçiler yasal yollarla kıdem ve ihbar tazminatları dışında da yüklü tazminatlar almaya hak kazanabilirlerdi. Ancak örgütlü bir fabrikadan işçiler örgütsüz, tek başlarına ve çaresiz biçimde ayrılmak zorunda kaldılar, sendikasız ve dahası işsiz kaldılar. Bu yaşananları DİSK Tekstil Sendikası Genel Sekreteri Muharrem Kılıç’la, çıkışını alıp gitmeyi reddederek sonuna kadar direnen 15 işçiden biri olan Cafer Tekin ile ve fabrikada sendi-
ka baştemsilcisi olan Adem Düz ile görüştük. Görüşmelerin bütünü çok uzun olduğu için gazetemizde bazı bölümlerini yayınlıyoruz, bütününü ise web sitemizde okuyabilirsiniz (http://www.iscikardesligi.org/yazi. php?yazi_no=619).
dele edip o hakları almaya kararlı işçiler vardı. Ama sendikanın buradaki tutumsuzluğu yüzünden, tam tersine fabrikayı taşıyabilir, paranızı takside bölebilir, vermeyebilir demesi yüzünden işçiler ister istemez gitmek zorunda kaldı. Buna biz öncü işçiler ne kadar karşı çıksak, “kalmak lazım, mücadele etmek lazım, işverenin taktiğidir” desek de, somut bir şey göstermeyince adama inandırıcı gelmiyordu, gidiyordu ve biz de burada tutamıyorduk. Gönül isterdi ki sendikanın burada “Hayır sonuna kadar birlikte direneceğiz. Kapatacaksa da kapatır. Ya bu hakkı verir ya kapatır.” Masaya vurarak böyle söylemesini beklerdik ama bu olmadı. Bu süreçte biz bunu görmedik.
diyor? Bunu sorduğumuzda da şunu söylüyor. Bugüne kadar işçileri sendikanın etrafında toplamak için bunları söylemek zorundaydık. Yani açıkçası “kandırmak zorundaydık” diyor. Peki son noktaya geldiğimizde neden suçu başkasının üzerine atıyorsunuz? Bu doğru bir şey mi? Siyasi bir grup sebep oldu diyorsunuz. Herkesin siyasi bir görüşü vardır. Yani siyasi grup diye bir şey yok. Herkesin bir bakış açısı, herkesin bir durum değerlendirmesi olur. Orada bir olay varsa herkes kendi penceresinden bakar. Şimdi orada bir işçi olarak doğal olarak ben, ve benim gibi birçok arkadaş, hakların alınması konusunda kararlıydık. Ama siz burada tutarsızlık yaparsanız, son noktada da suçu gelip kararlı olanların üzerine atarsanız, bu doğru bir şey değil.
İşverenin buradaki mantığı, yapmak istediği elbette örgütlülüğü dağıtmaktı. Ama burada sendikanın izlediği uzlaşmacı politikayı ben açıklayamıyorum. Oradan 200’e yakın işçi ayrıldı ve hepsi de sendikaya karşı bir duyguyla, yaka silkerek ayrıldılar. Buradan giden işçileri yarın öbür gün gittiği fabrikalarda siz nasıl örgütleyeceksiniz? Muharrem Kılıç ile yapmış olduğumuz görüşmede işçiler arasındaki belirli siyasi görüşte olan bir grubu yaşananlardan dolayı eleştirdiğini gördük. Sandıkta sözleşmeye “hayır” oyu çıkması konusunda bu grubu eleştiriyor. Ben şimdi sormak istiyorum. Biz bu taslağı sendikayla beraber hazırladık. Sonra sendika şunu söyledi: “Burada bir örgütlülük yok, eğer bu haklarda ısrar ederseniz burası farklı bir yere gider ve ben burayı kaybederim.” Peki Muharrem Kılıç madem bunun bilincindeydi neden başta yüzde 15 vaatte bulunuyor? Neden dört ikramiyeden bahsediyor? Neden erzaktan, kömürden bol bol bahse-
Üç ay sınıf dayanışması örgütlense 170 işçi de kararlı bir duruşla patronu dize getirirdi. Tıpkı örgütlenme sırasında olduğu gibi. Örgütlenmeyi başaran işçilerin sürdürememesinden sendikalarımız sorumlu, işçiler değil.
Castleblair’de yaşananlardan sizin çıkardığınız dersler nedir? Şunu söylemek istiyorum. Bir kere bütün bu yaşanan olumsuzluklara rağmen en kötü sendika bile sendikasız olmaktan çok daha iyi, bunu gördük. Bir fabrika içerisinde sendikalı olmanın avantajları gerçekten çok fazla; bu süreçte ben bunu kavradım. Biz bu mekanizmayı kullanırsak sermayeye, patrona karşı, gerçekten de çok güzel bir şey. Tabii bizde yanlış politikalar sonucunda gelinen nokta tartışılır, o ayrı. Sonuçta hayat devam ediyor. Bizler de işçiyiz. Buradan çıkmış olduk, yarın öbür gün gideceğimiz yeni fabrikalar olacak. Burada yaşanan bu yanlış politika sonucunda “Kahretsin” demenin ya da çekip gitmenin doğru olmadığını düşünüyorum. Tam tersine yanlış bir şeyler varsa bunu deşmek, üzerine gidip yanlışları doğruya çevirmek lazım diye düşünüyorum. Pes etmek yerine tam tersine mücadele edilmesi taraftarıyım.
Sayı: 19 Temmuz 2006
Muharrem Kılıç DİSK Tekstil Genel Sekreteri
İkinci dönem toplu sözleşme müzakerelerine başladık. Yine orda çalışmalar, toplantılar yaptık. Ve toplu sözleşme müzakereleri tıkandı, yani bizim istediğimiz taleplere işveren yaklaşmadı. Yaklaşım göstermeyince de uzadı. Bu yıl birinci ayda başladı, beş-altı ay devam etti. Bu arada üretim yavaşladı, mesailer yapılmadı, eylemler yapıldı: işi yavaşlattık vs. Netice itibariyle işveren de tavrını almaya başladı. Bu arada iş çıkmayınca işveren son üç ay maaşları vermemeye başladı. Ödeme sıkıntısı içerisine girdi. Ve pazarlık, pazarlık, işveren en sonunda dedi ki, Muharrem bey, bir iki adım daha atmak istiyorsanız gelin buyurun. Gittik. Üç temsilciyi aldım, tekrar gittim. Toplu sözleşme daire başkanı arkadaşımız da vardı. Gittiğimizde işveren hadi bunu 5, 5 yapalım dedi. En son 4, 4’e gelmişti. Birinci altı ay yüzde 5, ikinci altı ay yüzde 5, ikinci yılın birinci, ikinci altı ayı enflasyon, enflasyon yaparsak sözleşmeyi bitirelim dedi. Temsilci arkadaşlar orada bir puan için mi geldik dediğinde ben masadan kalktım. Dedim ki arkadaşlar, bu sözleşme bitmeli. Ama masadan kalktık ve sözleşmeyi bitirmedik. Ve işveren de ben artık bu sözleşmeyi bitiremeyeceğim, çünkü her gün eylem var, her gün üretim düşüyor dedi. İşverenin söylediğini söylüyorum, oysa her gün eylem falan yok. Sen işçiye üç ay para vermezsen ne olur? (…) Ödemediği takdirde çalışmıyoruz dedik. Üretimden gelen gücünü muhakkak kullanmak mecburiyetindesin, onu da yaptık. Tabi bu arada iş çıkmayınca işveren de gardını aldı. Dedik ki dava açalım. Ancak hukukçu arkadaşımız dedi ki dava açtığımız zaman işveren istediği gibi uzatır. İşveren de zaten “Gidin dava açın. Benim derdim, sıkıntım bu; ödeyemiyorum.” dedi. Bu arada tabii yine işyerinde belli siyasi gruplar var. Ben bir toplantı yaptım. Arkadaşlar sözleşmenin geldiği nokta budur. Sandık koyduk. Sözleşmenin geldiği noktaya “hayır” dendi. (…) İşyerinde nöbet başladı. Temsilciler işin başındaydı. İşveren işyerini kapatacağım demeye başladı. Tazminatlarınızı alın gidin demeye başladı. Ve işçiler tek tek istifa edip gitmişler. İstifa etmeyen, tazminatlarını alıp gitmeyerek kalan son işçilerin yaptığı basın açıklamasında sendikanızın da işçilerin tazminatlarını alıp işten çıkmalarını teşvik ettiği söyleniyor. Bu konuda ne diyorsunuz? Asla! Nasıl bir sendika böyle davranır? Ama ben sözleşmenin imzalanması için uyardım. Burası kapanır dedim. Kapanırsa kapansın dediler. Buradan insanlar ekmek yiyor dedim. Ancak temsilciler bir puan için mi geldik deyince tepem attı ve masayı terk ettim. Biz ilkelerimiz gereği sözleşmeyi işçilere danışıyoruz. Aksine ben sürekli arkadaşlar sahip çıkın birbirinize dedim. Ne oldu? Sendika mendika kalmadı. İşverenin istediği oldu. (…) Siz bu süreçte ne hatalar yapıldığını düşünüyorsunuz? Bir sendikalı işyeri kaybedildi. Buradan nasıl dersler çıkartıyorsunuz? Ben böyle olması yerine o sözleşmeyi imzalamış olmak isterdim. İmzalamadığıma pişmanım. Ama temsilci arkadaşların bir puan için mi geldik sözüne kızdım. (…) Temsilci arkadaşlarımıza da çok kızdım. En son kalan arkadaşlara da söyledim. Üzüldüğüm şu: Sandık koyduk biz. Sandıktan “hayır” çıktı.
SENDİKALARIMIZ
13 Kardeşçe
Adem Düz İşyeri Baştemsilcisi
Bu sözleşme dönemine bir kere her detayını işçiye sorarak ve bir plan program yaparak girdik. Şeffaflık olsun dedik. Çünkü bir önceki dönemde bize çok çirkin saldırılar oldu. İşçilerin katılmasını ve sorumluluk almasını istedik. En detayına kadar işçiyle paylaştık, işçiyle tartıştık ve birlikte hareket ettik. Yani biz iyi de yapsak, kötü de yapsak birlikte yapalım mantığı ile hareket ettik. Ancak ne yazık ki bir bakış açısı vardır, bu yapının içinde hep vardır bu, iyi yaptıysak biz yaptık, kötü yaptıysa temsilciler yaptı mantığı. Burada bu çıktı karşımıza, çok şeffaf, çok açık davranmamıza rağmen. Nitekim belirli arkadaşlar işte bize muhalefet oldular. Bu muhalefetin sonucu da belli bir noktaya geldi, tabii ki sonra koptu. Bu kötü bir şey elbette. Ücreti ön plana çıkardı bu arkadaşlar, maaş zamlarını ön plana çıkardılar. İşçilerde de çok bir bilinçli yapı yoktu, yeni bir yapıydık, iki senelik bir geçmişimiz vardı. Çok fazla sınıf bilinci olmayan bir topluluk vardı. Öyle bir yapı içerisinde ücretleri ön plana çıkarmak bizim için çok handikap oldu. Biz de bir söz vermiştik, her şeyi biz sizin isteğinize göre yapacağız diye. İşte bunu alamadan çıktığımız zaman da maalesef işçi sınıfının kaybı oldu.
Fırat Güneş
Gerçekler ve Biz
T
arihsel gerçekliğimize baktığınızda hep önümüze konan ve aslında bizim gerçekliğimizle hiç ilgisi olmayan; ancak bizim onun en keskin savunucuları olarak gördüğünüz dünya kadar örnek sayabiliriz. Oysa kendi gerçek sorunlarımızla ilgilenirsek ve duruşumuzu ona göre netleştirebilirsek işte o zaman sonuç alıcı tavır geliştirebiliriz. Şimdi orta yerde herkes müthiş birer AB’ci olmuş. SSK’nın bugüne kadar 30 milyar dolar alacağı affedilmiş. Ortalama ömrümüz 63 ancak emeklilik yaşı 65 çıkarılacak (kimseye emekli parası vermeme yasası).
Ülkeyi ayakta tutan yeraltı zenginlikleri tek tek satılıyor ve sermaye onların canına okuduktan sonra “Yahu kardeşim bu ülkede işçilik pahalı ben Çin’e kaçıyorum.” diyor. Eğitim paralı hale geldi ve parası olmayan okumasın deniyor. Çiftçinin tamamen canına ot tıkandı Burada patron ücret ödemeyerek aylarca, ekono- ve ne fındık üreticisinin ne de Anadolu’da haymik bir zor uyguluyor ve buna karşı durulamıyor. vancılık yapan vatandaşın mecali kalmadı... Bu İşçi tazminatını alıp, kırılıp gidiyor. Buna neden listeyi istediğiniz kadar uzatabilirsiniz. karşı konamadı, ortak duruş sağlanamadı?
Şimdi şöyle bir şey var: Dediğim gibi ücret ön plana çıkarıldı. Artı sınıf bilincini almamış bir kitle var. Toplantıyı düşünün, dört beş arkadaş konuşuyor; biz konuşuyoruz ve belli noktada olaylar çığırından çıkıyor. Her toplantıda birisiyle tartışıyoruz. Niye? Çünkü siz bana dayatıyorsunuz kendi düşüncelerinizi. Ben ise toplumun düşüncelerini almaya çalışıyorum. Ve burada ne oluyor? Bazı insanlara bundan bıkkınlık geliyor. Yani biz size mi inanacağız, temsilciye mi inanacağız, sendikaya mı inanacağız? Yani üç tane ayrı zihniyet var. Bilinçsiz bir kitle de ortada kalınca ne yapar? Bir de işveren çok güzel bir kurnazlık yaptı. İşte ben sizin paranızı, kıdeminizi vereceğim. İşte burası kapanacak. Kalırsanız takside böleceğim falan gibi söylentiler çıkınca ortalığa, insanlar bilinçsiz oldukları için korktular. Biraz da maddiyat ön plana çıktı. İnsanların birçoğu dört-beş senelikti, epey bir eskiydi. Para cazip geldi arkadaşlara. Yani burada bizim faktörümüz, işçi arkadaşların faktörü, sendikanın faktörü; şu veya bu biçimde bilinçsiz bir kitleyle bir yol ayrımına geldik. Sendika topluca kalmalıyız, giden olmamalı tutumu aldı mı? Bu yönde işçileri yönlendirdi mi? Neler yaptı? Tabii yani, herkese burada duruşumuzun önemli olduğunu, burada kalmamız gerektiğini, herkesin yek vücut olması gerektiğini, bunları söyledi. Bunları dile getirdiler tabii ki ama işte dile getirmek yetmiyor. Çünkü insanın kafasında bir çelişki oldu mu... (…) Sonra bir gün işyerinin önünde bir kavga oldu. Böyle olunca da 35-40 kişi, arkadaşlar tepki gösterdiler. Sonra o akşam baktık sürekli insanlar bizi arıyor ve “Biz çıkışımızı almak istiyoruz.” diyorlar. O olaydan sonra kalmak istemediklerini söylediler, ailelerinin izin vermediği gibi çeşitli bahaneler ileri sürdüler. Biz de işverenle de görüşüp, kuruşuna kadar haklarını hesaplatıp, başlarında bekleyip çıkışlarını aldık. Zaten bu insanlar bize güveniyorlardı. Yardımcı olduk, paralarını bir seferde aldılar.
Peki biz nelerle meşgulüz? AB’ye girersek, ABD’ye yamanırsak bütün sorunlar hallolur diye kendimizi kandırıyoruz. Nedir bu AB yalanı? El cevap: AB bir sömürge projesidir. 1838 yılında Balta Limanı Sözleşmesi’ni bir açın bakın. AB’ye üye olmadan yaptığımız Gümrük Birliği Sözleşmesi’ne ne kadar da benziyor. Bu resmen halkımıza ihanet belgesi olarak orta yerde duruyor. Yunanistan AB’ye 1981’de girdi, Gümrük Birliği’ne ise 1986’da girdi. İspanya, Portekiz AB’ye 1986’da girdi, Gümrük Birliği’ne 1993’de girdi ve işin en can alıcı noktası en son AB’ye giren ya da kapıda bekleyen 12 ülkenin hiç biri Gümrük Birliği’ne girmemiş. Ama biz belki hiç üye olmayacağız fakat yine de gümrüklerimizi açtık ve ülkemizi pazarlıyoruz... Halen Avrupa Birliği’nden medet umuyoruz. Ama siz AB’ci değil de ortak ülkümüzü paylaşıyorsanız; o zaman bağımsız demokratik ve hukuk devletinin gereği olarak iktidarlaşma arzumuz var. O zaman yapay ayrılıklardan uzak, bütün milli varlıklarımızı kamulaştırma arzumuz var. O zaman alın terimizden fedakarlık yaparak verdiğimiz vergilerin hakça paylaşılması arzumuz var. O zaman insanca yaşam için, kaliteli ve parasız bir eğitim için, herkesi kapsayacak insanca sağlık arzumuz var. O zaman sermayenin sağcısı solcusu olmak yerine emekten yana bir arzumuz var. O zaman halkların gerçek kardeşliğini örecek herkesin kendini özgürce ifade edebildiği bir ülke arzumuz var. Saflarımızı belirlememiz lazım. Bu ülke sağcısı ve solcusuyla hepimizin ve göz göre göre elimizin altından kayıp gidiyor. Ya buna dur diyenlerin saflarında yer alacağız ya da gelecekte çocuklarına söyleyecek sözü kalmayan bir baba tercihi ile utancımızla yaşayacağız. Tercih sizin.
14
ULUSLARARASI
İşçi Kardeşliği
AB Avrupa’yı parçalıyor! Avrupa’nın gözünü kâr hırsı bürümüş patronları; kamu hizmetleri, sosyal güvenlik, işçi hakları adına ne varsa yok etmek üzere ulusal çerçeveleri parçalamaya giriştiler. Bu saldırı son olarak İspanya ve Almanya’da yeni mevziler kazandı.
İspanya: Katalonya’nın otonomi statüsü kabul edildi
1
8 Haziran günü İspanya’da yapılan bir referandumda Katalonya bölgesine otonomi statüsü verilmesi kabul edildi. Bu referandum, diktatör Franko’dan kalma krallık ile Avrupa Birliği’nin bölgeselleştirme saldırısı arasında bir seçim demekti ve halkın çoğunluğu oy kullanmayarak bu seçimi yapmayı reddetti. Şimdi İspanya halklarının önünde ciddi bir bölgeselleştirme saldırısı duruyor.
Katalonya ilk kez 1932’de özerklik hakları kazanmış; ancak diktatör Franko döneminde bu haklarından mahrum edilmişti. Franko’nun ölümünün ardından ağır aksak yürüyen demokratikleşme sürecinde 1979’dan başlayarak yeniden bir dizi hakka kavuştu. Son olarak da 2004’te iktidara gelen Zapatero hükümetinin de inisiyatifiyle bu özerkliğin otonomi statüsüne yükselmesi gündeme geldi ve 18 Haziran’daki referandumda bu, yüzde 74 oyla kabul edildi; ancak katılan seçmenlerin oranı sadece yüzde 49. Başta Katalonya olmak üzere İspanya’nın imtiyazlı bölgeleri (Bask, Kanarya Adaları, Madrid vd.) Avrupa Birliği tarafından bölgeselleştirme politikasının kaldıracı olarak kullanılmak isteniyor. Bu politikalarla şimdiye kadar ulusal çapta sunulmuş kamu hizmetleri, ulusal çerçevede imzalanan toplu sözleşmeler, ulusal sosyal güvenlik sistemi; yani tüm bölgelerdeki işçi sınıfını ulusal ölçekte birleştiren çerçeve parçalanmak isteniyor. Böylelikle işçi sınıfının kazanımlarını geriletmek ve siyasal demokrasinin temeli olan ulusal egemenlik ilkesinden kurtulmak çok kolaylaşacak.
ce bir bölge statüsü ve Avrupa Birliği’ne bağlılık. Avrupa Birliği, milletlerin kendi kaderini tayin hakkını tanımıyor. Bütçe açığına koyduğu sınır (Maastricht kriterleri) ve özelleştirme direktifleri ile kamu hizmetlerinin tasfiyesini dayatıyor. Öbür taraftan Brüksel’in “serbest rekabet” politikaları yoluyla fabrikaların kapanması ve taşınması kolaylaştırılıyor. Önce tekstil, sonra elektronikte yaşanan fabrika taşınmaları, şimdi otomotivde başlamış durumda. Üstelik bu sadece Katalonya’da değil, tüm İspanya’da yaşanıyor. AB ile Çin arasında yapılan son antlaşmanın İspanya’da 115 bin kişilik istihdamın kaybına neden olacağı tahmin ediliyor. İspanya işçileri ellerine her fırsat geçtiğinde – 2003’te Katalonya’da, 2004’te tüm İspanya’da – sandık yoluyla hükümeti değiştirerek, durumdan memnuniyetsizliklerini ifade ettiler. Sosyalist Parti (Zapatero) hükümeti, Frankocuların yerine belli görevlerle getirilmişti. Ancak yeni hükümet Brüksel politikalarını uygulamaya devam edince sorunlar çözümsüz kaldı. Bu da Frankocuların halkları birbirine düşürme politikası izlemesine zemin hazırladı.
Bu koşullarda patronların sağına – yani Frankocuların Katalan düşmanı krallığına – ve patronların soluna – AB’nin bölgeselleştirmesine – karşı işçilerin yeni bir formüle ihtiyaçları var. ILC üyesi Informaciones Obreras (İşçi Haberleri) gazetesi de buradan hareketle 18 Haziran referandumunda herhangi bir oy için çağrıda bulunmadı ve demokratik temelNitekim Katalonya için önerilen lerde kurulacak “İspanya Özgür bağımsız Katalan ulusunun ege- Cumhuriyetleri Birliği” için bir menliğinin kurulması değil, sade- kampanya başlattı.
Almanya’da Federalizm “Reformu”
A
lmanya’daki son genel seçimlerin baş mağlupları Sosyal Demokrat Parti’nin (SPD) yöneticileri olmuştu ve bu sebeple Schröder hem partinin başından hem de hükümetin başından def edilmişti. Bu, aslında bir kitlesel işçi partisi yönetiminin mağlubiyeti üzerinden patronlara karşı kazanılmış bir zaferdi. İşçiler partilerini yöneticilerine karşı müdafaa etmiş oldular. Ancak patronlar da, hemen silkelenip karşı taarruzu planlayacak bir hükümeti işbaşı ettiler. Buna göre Hıristiyan Demokratlar (CDU) ile Sosyal Demokratlar (SPD) büyük koalisyon hükümetini kurdular. Bu koalisyonun ilk işi de Almanya’nın 1949’dan bugüne kadar gelmiş olan anayasal-federal düzenini değiştirmek oldu. Çünkü bu anayasal düzen, patronların kâr hırsına dar geliyor, onun yükümlülüklerinden silkinmek gerekiyordu. Bunun için Alman Parlamentosu’nda yapılan oylamanın ardından Alman Anayasası’nda değişiklik yapılmasına dair teklif, on sekiz oy fazlayla üçte iki çoğunluğu yakaladı. Bu oylama, aslında büyük koalisyonun SPD tarafındaki ilk büyük çatlağı da belirginleştirmiş oldu: SPD’nin yirmiye yakın parlamenteri büyük koalisyonun protokolünde bulunmasına rağmen bu karşıreforma karşı oy kullandılar ve böylelikle parti yönetimiyle derin bir krizin içine savruldular.
Bu karşıreform paketiyle Alman Anayasası’nın yirmi dört maddesinde eyaletler ile merkezi yönetim arasındaki yetki paylaşımını ve karşılıklı sorumlulukları düzenleyen değişiklikler öngörülmektedir. Buna göre artık eyaletlerin yüzde otuzunun kabul ettiği bir federal yasa hazırlanabilecek (Bu oran eskiden yüzde altmıştı). Anayasal değişikliğe göre ceza infaz, tatil günleri, sosyal konutlar, sosyal hizmetler, memuriyetin hak ve yükümlülükleri, üniversiteler hakkındaki politika gibi bir çok hususta kural koyma yetkisi bundan böyle eyalet düzleminde kalacaktır. Görüldüğü gibi anayasa değişikliğinin temel gayesi işçi sınıfının ulusal düzlemde yürüttüğü AB karşıtı mücadeleyi eyaletler bazında sürdürtüp sınıfın ulusal birliğini bozmak olmaktadır. Buna mukabil terörizmle savaş adı altında Federal Kriminal Büro’ya geniş yetkiler tanıyan düzenlemeler, eyaletler üstü düzleme kavuşabilecektir. Sonuç olarak, bu değişiklik paketi ile tüm sosyal kazanımlarıyla Federal Almanya paramparça edilmekte, bir polis devleti olarak “Konfederal” Almanya ihya edilmek istenmektedir. İşçi sınıfının parçalanması, ulusun da parçalanmasına yol açmaktadır. Buna karşı uyanık olmalıyız. Almanya için bugün zorlanan durum, yarın bir kalemde bizim meclisimizden de geçmemeli.
Anderson için Adalet
B
rezilyalı sendikacı Anderson’un ailesi ve sendikası “Anderson için Adalet” isimli bir araştırma komisyonu kurdu. Brezilya polisi ve adli mercilerini bu suikastın gerçek yüzünü ortaya çıkarmaya davet eden komisyon, kendisi de Gıda İşçileri Sendikası lideri Anderson gibi CUT (Brezilya İşçi Sendikaları Konfederasyonu) ve PT (İşçi Partisi) üyesi olan Başkan Lula’ya bir mektup yazarak olayın aydınlatılmasını istediler. Aynı zamanda İşçilerin ve Halkların Uluslararası Bağlantı Komitesi (ILC) de Lula’ya konuyla ilgili bir mektup gönderdi. Temsil ettiği işçi sınıfı için hiçbir mücadeleden kaçmayan Anderson Santos’a yapılan saldırı, işçi sınıfının uluslararası siyasal ve sendikal mücadelesine yapılmıştır. Saldırılar işçi sınıfının haklı mücadelesini bugüne kadar engelleyemedi, hiçbir zaman da engelleyemeyecek. Yaşasın sınıf dayanışması! Yaşasın işçi sınıfının haklı mücadelesi! (İşçi Kardeşliği’nin dayanışma mesajı gönderdiği Anderson için siz de julioturra@cut.org.br adresine dayanışma mesajlarınızı gönderebilirsiniz.)
Sayı: 19 Temmuz 2006
ULUSLARARASI
Ahmedinejat ve İran Üzerinde Oynanan Oyunlar
Ahmedinejat’ın, özelleştirmeci Rafsancani’yi mağlup ederek seçimlerden yeni cumhurbaşkanı sıfatıyla çıktığı günden beri, tüm dünyadaki patroncu basın yeni devlet başkanının ne kadar sertlik yanlısı olduğundan tutun da diplomatik nezaketten nasibini alamadığına kadar bir çok hususta Ahmedinejat’ı yermeye çalışıyor.
A
ma İran’ın mazlumlarının ve yoksullarının gözünde olumlu bir yere sahip olan bu adam, aynı zamanda İran’ın içten fethedilmesine karşı ortaya çıkan bağımsızlıkçı bir toplumsal reflekstir. Bugün İran’da iktidarda olan patronlar bu çatışma anında fazla gerilim doğmasından korkmakta ve bu sebeple Ahmedinejat yönetiminden rahatsızlığını her fırsatta dillendirmektedir. AB emperyalizminin güdümünde, ülkenin ABD ve İsrail’e teslim edilmesini savunan “reformist” ekip, aslında İran’ın emperyalizm tarafından parçalanmasına da imkan sağlamaktadır.
Çetin Yelken
Ilgazlı Ayşe, Nusaybinli Hüseyin, Batmanlı Zozan ve bir yuvadan uçuş öyküsü
Y
azı yazmak! Toplumsal sorumlulukla, üstlenilen misyon gereği mesaj verme zorunluluğunu hissederek yazmak. Acaba nasıl yorumlanırım kaygısıyla yazmak. Veya benim gibi pasif bir mücadele sonrasının dingin ve durgun bir ruh haliyle içinden geleni yazmak. İşçi Kardeşliği’nde ikinci yazım. “Yaz” dendiği sürece de yazmaya zorunlu hissedip yazacağım. Yok yazıların partileşme sürecinde statükoya uymuyor denirse de yazmaya devam edeceğim. Duvarlara, küçük notlara ve kendime yazdığım gibi... Soner Yalçın’ın Efendi 2’sini, İbni Haldun’u, filozofların yüzyıllardır tartışılan kuramlarını, siyasi zikzakları, CHP’nin manevralarını, AKP’nin ABD-El Kaide-İslami cemaatler arası yaptığı oryantalist davranışlarını, topluma ihanetini, sendikaların sınıfa uzaklığını, işçilerin kendilerine uzak duruşlarını, kalemi, bilgisi, kültürü ve derinli-
Bilindiği üzere, İran çok uluslu ve çok dilli bir ülkedir. Nüfusun yüzde doksanı Şii olmasına karşın sadece yüzde 51’i Farisidir. Azeriler yüzde 24, Kürtler ise yüzde 8’lik bir nüfus oranına sahiptirler. Emperyalizm de bu mozaiğin bilincinde olarak bölgede etnik ve dini temelli her türlü ayrımcılığı kışkırtarak , İran operasyonunu Filistin ve Irak’tan farklı olarak bitirebilmenin derdindedir. Bunun için epey uzun bir süredir, Ortadoğu’nun etnik kimlik meselelerinde neredeyse en demokratik ülkesi olan İran’da , Kürt azınlık kışkırtılmaya çalışılmaktadır. ABD,
İran’da kendisine koçbaşı olacak bir Kürt “önderliğin” ihalesini çoktan açmıştır ama ne katılımcılar ihalenin kendisinden, ne de ABD katılımcıların gücünden memnun kalmıştır. Bu durumda başka bir halk, Azeriler ve Türkler devreye sokulmak istenmiştir. İran devletinin topraklarında kalan Güney Azerbaycan Eyaleti’nde yaşayanlar, İran’dan eskisine oranla daha fazla koparılmaya çalışılmaktadır. Tabii bu operasyonda gönüllü veya değil ABD işbirlikçisi merkezi hükümet bürokratlarının varlığını da tespit etmeliyiz.
ği benden fazla olan arkadaşlarım Hüseyin benim adım diyor; yazsın. gözleri kıpkırmızı kan çanağı. Soruyorum, bir şey mi kullanıyor? Ben bugün duygularımın sürük- Benim işim olmaz abi, ben ekmeleyiciliği ile üç insanı yazacağım. ğimin peşindeyim. Öyküsü aynı. “Ne ilgisi var kardeşim, iş olsun 12 çocuklu ailenin ikinci anneden diye de yazı yazılmaz ki; bizim çocuğu. Onun tabiriyle ailenin ya gidişatımıza katkı sunmayacaksa yedinci ya sekizincisi. Nusaybinli, daha verimli yazan birileri yazsın” anne Arap, baba Kürt. Ne iş yapıeleştirilerine de peşinen hazır ola- yor diye soruyorum. Ne iş yaparak herkesin bildiği ama bilmezden cağız ağabey, biz çalışıyoruz. Ne geldiği, gördüğü ama görmezden zaman geldin diyorum. 11 yaşımda geldiği hayatlardan üç hayat öykü- Allah’ıma şükür. Okul diyorum. sünü anlatıp, yorumu yola yeni Hiç okula gitmedim. Seni yazdıraçıkmış bu siyasi hareketin gazete- yım belediyenin kursuna diyorum. sinin okuyucularına bırakıyorum. Ağabey benim aklım artık başka A d ı Ay ş e . Ç a n k ı r ı ’ n ı n yerde, artık olmaz diyor. 18’ime Ilgaz’ından. 16’sından gün almış. geleyim, paramı biriktireyim, nişanBeş çocuklu bir evin ikinci çocuğu. lımı alacam, işte o zaman babamı Abla 18’inde, bir yaşında bir çocu- dinlemeyeceğim. Alıp İstanbul’a ğu var. İplik temizliyor bir akra- geleceğim. Ayakkabılarını daha basının şef olduğu konfeksiyonda. bir hırsla boyuyor, serpilmiş emmi Başı sıkı sıkıya kapalı. Azar işitme kızıymış, İstanbul’a götürmezpahasına sık sık mola veriyor siga- se almam diye haber yollamış. rasını içtiği, kendisiyle yalnız kal- Sesleniyor, amca sen ne iş yapıdığı tek yer olan merdiven altında. yorsun? Cevap veremiyorum. Bir Baba deri işçisi. Çalışmıyor. İşlerin daha soruyor. Emekliyim diyorum. açılmasını bekliyor. Yusuf’un kah- Gülüyor Nusaybinli Hüseyin ve “Ağabey valla yalan söylüyorsun.” vesinde. diyor. Hayallerini soruyorum. Bir gazete haberi. Yemyeşil gözAnnemler izin vermez biliyorum ama Ertuğrul ağabeyle konuş- leri. O da 16’sında bir Batmanlı. tum, mesaide diyecek. Ve Ilgazlı Çatılarında uyudukları evlerinin Ayşe, Fuat’ın rap konserine gide- etrafında bir anlamsız çeper. Habere cek. Sendikadan bahsettiler mi hiç, göre fare zehri içerek intihar etmiş. biliyor musun diyorum. Ertuğrul Kadın hakları bezirganlarına göre ağabeyim iyi bir şey değilmiş dedi ise artist olmak istediği için zorla diyor. Ve ben sendikacıyım diye- içirilmiş. Yemyeşil gözleri çakılımiyorum. Peki sonra? Omuz silki- yor yüreğime. “Siz sadece çalışanlar için kendinizi paralarken, evleyor. Hiiç.
15 Asıl soruna gelelim; İKP nasıl bir politika benimsemeli? Biz tabii ki, İran İslam Cumhuriyeti’nde, hakları yenen dini veya etnik her türlü azınlığın demokratik haklarını, kendilerini ifade edebilme ve geliştirebilme haklarını kayıt altına alan ve koruyan, demokratik, laik bir İran Cumhuriyeti’ni savunmalıyız. Ancak bunu gerçekleştirebilmenin ilk koşulu İran halkına güvenmektir, insan hakları emperyalizminin şampiyonlarına değil. İran işçi sınıfı etrafında kümelenecek olan milli güçlere ve dünya işçi sınıfı hareketine güvenmeliyiz. Ayrıca unutmayalım ki, İran’da sınıf mücadelesi arttıkça, İran patronları da saflarını eskiden olduğu gibi Amerikan kuklası Şahçıların yanında kuracaklardır. Dolayısıyla Ahmedinejat, her türlü ABD ve AB müdahalesine karşı desteklenmeli, İran Milleti de her türlü Ahmedinejatçı müdahaleye karşı korunmalı ve kendi örgütlerini inşa etmelidir. rine hapsolmuş, çalışmak istediği için orospu damgası yiyen, yazdığı şiiri için odaya kilitlenen bizleri hiç mi görmediniz.” der gibiydi. Boğazım düğümlendi. Gazeteyi fırlattım. Erzurum Ağrı arası. Hasankale yazıyor tabelada. Yol kenarındaki elektrik direğinde bir leylek yuvası. İçerisinde büyük bir leylek ve yeni kanatlanmış bir yavru. Aylardan Haziran. Şoföre göre uçma zamanıymış, hep bu zamanlarda yuvadan uçarmış buralarda leylekler. Ve tam o anda yavru leylek kanat çırpıyor. Baba ve anne arkasında. Bir iki kez vazgeçecek gibi oluyor, yalpalanıyor yavru leylek. Ama bırakmıyor. Büyük nehri geçiyorlar, birlikte havalanıyorlar, sevinçle kanat çırpıyorlar. Artık yüksekte yavru olan. Dalıyorum. Sonra Zeytinburnu’ndaki Ilgazlı Ayşe’yi, Nusaybinli Hüseyin’i düşünüyorum. Batmanlı Zozanları. Bir leylek kadar yokuz diyorum. Ve hayıflanıyorum. Sendikacı olduğumu unutmak istiyorum. Yüküm ağır geliyor. Soranlara emekli Sümerbank işçisiyim diyorum. Sanki işçi olmanın sorumluluğu yokmuş gibi. Esenlikle kalın İşçi Kardeşliği akıncıları. Zor ve çetin yolun yoldaşları. Keşke kendinden kaçan biri olmasaydım da, Zozanları tiyatroya, Ilgazlı Ayşeleri mitinglere, Nusaybinli Hüseyinleri okullara götürebilseydim. Bunlar sizleri bekliyor dostlarım.
Çözüm:
Birleşik Filistin!
Filistin sorunu çözülmek şöyle dursun, her geçen gün Filistin halkı için daha ağır bir hal alıyor. İsrail Gazze Şeridi’ne ve Lübnan’a yeni bir saldırı dalgası başlatmış durumda. Bunların arka planında ise iki devletli “çözüm”ün dayatılması demek olan Filistin halkına karşı ambargo ve Filistin Cumhurbaşkanı Mahmud Abbas’ın son saldırılar nedeniyle şimdilik rafa kaldırdığı referandum planları var.
İ
srail’in on altı aylık ateşkesi bozmasının ardından HAMAS’ın askeri kanadı bir baskında iki İsrailli askeri öldürdü ve bir onbaşıyı da rehin aldı. Fidye olarak da İsrail hapishanelerindeki dokuz bin Filistinlinin serbest bırakılmasını talep ettiler. İsrail, buna saldırıların şiddetini arttırarak cevap verdi. 28 Haziran günü Gazze Şeridi’ne giren İsrail tankları üç köprüyü ve bir elektrik santralini yıktı. Bir taraftan da Suriye’deki HAMAS lideri Halid Meşal’i öldüreceğini açıklayan İsrail, Suriye hava sahasına gözdağı sortileri yaptı. Son olarak
Basın Açıklaması
İşçi Kardeşliği Partisi Merkez Yürütme Kurulu İsrail devletinin Filistinlilere yönelik önce Gazze, ardından Lübnan’da başlattığı vahşi saldırı, yıllardır ileri sürülen iki devlet çözümünün nasıl büyük bir yalan ve aslında çözümsüzlük olduğunu bir kere daha göstermiştir. İKP, tek çözümün, yerlerinden yurtlarından edilmiş bütün Filistinli mültecilerin Filistin’e geri dönme hakkının tanınması, İsrail devletinin yıkılması, dini esaslara dayalı olmayan ve Araplarla Yahudilerin bir arada barış içinde yaşayacağı birleşik ve bağımsız bir Filistin devletinin kurulması ve ülkeyi bölen duvarın yıkılması olduğunu ilan eder. Öte yandan İKP Merkez Yürütme Kurulu, Siyonist İsrail devletinin vahşi saldırısı karşısında, TBMM’deki İsrail Dostluk Grubu’nda yer alan AKP’li ve CHP’li milletvekillerini derhal bu gruptan istifa ederek, Filistin Dostluk Grubu’na üye olmaya davet etmektedir. Hükümeti ise İsrail’le yapılan tüm antlaşmaları iptale ve ilişkileri kesmeye çağırıyoruz.
da Filistinli bakanları kaçırarak larda adım adım İsrail’i tanımagözaltına aldı. ya yaklaşıyor. Son olarak Mahmud Abbas’ın örgütü El Fetih, HAMAS İki devletli sözde çözüm, yani ve İslami Cihad liderlerinin hapiste birleşik bir Filistin için mücade- kaleme aldığı bir metin üzerinde leden vazgeçilip İsrail’in varlığını uzlaşma sağlanacak gibi. Bu metin kabul eden bir Filistin Devleti’nin sadece Batı Şeria ve Gazze’de kurulması Filistin’de merkezi önem- kurulacak bir Filistin’i öngörüyor. de. İsrail ile Filistin arasındaki ilk Metinde İsrail’in tanınmayacağına anlaşma olan Oslo Antlaşmaları, dair bir hüküm olsa da kalan toprakYaser Arafat’ın bu noktayı kabul lardan vazgeçilmesi fiilen İsrail’in etmesiyle mümkün olmuştu. Ancak tanınması anlamına geliyor. diğer örgütler – başta HAMAS ve İslami Cihad – bu karara muhaAncak sorun İsrail’in tanınıp lif kalmışlardı. Şimdi HAMAS’ın tanınmaması değil. Filistin sorunuseçimleri kazanıp hükümet olma- nu çözmek için ilk elde 1948’den sıyla iki devletli çözüm tekrar önem başlayarak dalga dalga toprağından kazandı. Mahmud Abbas ve İsrail bu koparılmış milyonlarca mültecinin “çözüm”ü kabul ettirmeye çalışıyor, geri dönüşünü sağlamak gerekiyor. HAMAS da bu anlayışa yaklaşıyor. Böyle bir kitlesel geri dönüş durumunda başından beri Filistin halkına HAMAS’a baskılar bir çok yön- baskının aracı olan İsrail’in ayakta den geliyor. Hükümet olduğundan kalması mümkün değil. beri İsrail’in varlığını kabul etmiyor diye tüm uluslararası mali yardımYani iki devleti “çözüm”, çözüm lar kesilmiş durumda. Arap ülkele- değil. Batı Şeria ve Gazze’de kururi ve İran’ın gönderdiği yardımlar lacak olan bir Filistin Devleti tıpkı da Amerikan patronlarından kor- bugünkü gibi, dış yardıma muhtaç, kan bankaların havaleyi yapmaması İsrail’in her istediğinde tankla piyasebebiyle kesiliyorlar. Avrupa Birliği deyle girip cirit atabileceği bir devseçimle gelmiş meşru hükümeti yok letçik olacak. Çözüm Yahudilerin sayarak, 70 milyon avroluk yardı- ve Filistinlilerin beraberce İsrail mı doğrudan Filistin vatandaşlarına Devleti’nden kurtularak kuracağı yapıyor. Bu durumda çaresiz kalan bir laik, demokratik, birleşik Filistin hükümet, Dışişleri Bakanı Mahmud olabilir. Mahmud Abbas bugün Zahar’ı Mısır’a göndererek Filistin’e açlıkla terbiye edilen Filistinlilerin nakit olarak 20 milyon dolar getirdi zor anını fırsat bilip bu referandumu de maaşları ödeyebildi. Öte yandan Mahmud Abbas Cumhurbaşkanı olduğu ilk günden beri Filistin güvenlik güçlerini İsrail’e karşı savunma için değil diğer Filistinli örgütleri silahsızlandırmak için kullanıyor. Sık sık çatışmalar yaşanıyor, böyle giderse Filistin’de iç savaş tehlikesi bile baş gösterebilir. Son olarak da Mahmud Abbas iki devletli “çözüm”ün kabulü için bir referandumu gündeme getirdi. Zaten iki senedir bir ılımlılaşma sürecinde olan HAMAS bu koşul-
dayatıyor, çünkü Filistin halkı aslında hâlâ tek çözüm olarak birleşik Filistin’i görüyor. Türkiye’nin tutumuna gelince... Cumhurbaşkanı Sezer, gezisinde Filistin’de Mahmud Abbas ile görüşüp İsrail’i ziyaret ederken terör listesinde olduğu gerekçesiyle HAMAS ile görüşmedi. Bize göre Ortadoğu’da İsrail Devleti’nden daha vahşi bir terör örgütü yoktur ve Filistin halkının oylarıyla seçilmiş meşru bir hükümet artık terör listesinde yer alamaz. Bu koşullarda siyonist İsrail’le iyi ilişkileri savunmak ise bizim değil olsa olsa İsrail’le bağlayacağı ihalelerin hesabını yapan patronların çıkarına olabilir. Yayın hayatımızın başlarında başlattığımız kampanyayı hatırlatalım: Ortadoğu’nun kan gölüne dönüştüğü bugünlerde bunun en büyük sorumlusu ABD, İngiltere ve İsrail’dir. TBMM’de oluşturulmuş Amerikan ve İsrail dostluk gruplarını dağılmaya, tüm milletvekillerini Irak ve Filistin barış ve dostluk grubu oluşturmaya çağırıyoruz. Kardeşlerimizin katilleri dost olamaz. İsrail’le yapılan anlaşmalar iptal edilmeli, Filistin ve Irak barışına kadar diplomatik ilişkiler kesilmelidir.
Bu çağrı hâlâ geçerli ve mevcut vekiller bunu yapmazsa, İşçi Kardeşliği Partisi vekillerinin yapacağından eminiz.
Dayanışma için Abone Kampanyası
[ ] 3 sayı: 5 YTL / [ ] 6 sayı: 10 YTL / [ ] 12 sayı: 15 YTL
İsim, Soyisim: ......................................................................................... Görev: ......................................................................................... Adres: ......................................................................................... ......................................................................................... Posta Kodu: ......................................................................................... İlçe, İl: ......................................................................................... Telefon, Faks: ......................................................................................... E-Posta: ......................................................................................... 1051319 no’lu PTT Posta Çeki Hesabına yatırdığınız abonelik ücreti dekontunuzu bu formla beraber faks veya posta yoluyla bize ulaştırın. (Bilgiler künyededir.)