21
Sayı: Ekim 2006 Bedeli: 1 YTL
ya işçi - yoksul köylü hükümeti, ya kıyamet!
İşçi Kardeşliği İKP
Merkezi Gazetesi
mazluma dini, milliyeti sorulmaz
Şehit Analarının Haykırışına “Sinsi Plan” Demek
Ne Haddinize!
Güneydoğu’da yine şehitler, yine kan Kardeşlik ancak eşitlik ve adaletle sağlanır İşçi Kardeşliği
G
eçen ay içerisinde Güneydoğu’da PKK ile çatışmalarda yine birçok asker şehit oldu. Demokratik Toplum Partisi aynı günlerde bazı Türk ve Kürt kökenli aydınlarla birlikte PKK’ya şartsız ateşkes yapması çağrısını yaptı ve yine aynı günlerde Diyarbakır’da kimler tarafından yapıldığı henüz tam ortaya çıkmayan bomba patlaması yedisi çocuk 10 masum kişinin par-
devamı 2. sayfada
İşçi Kardeşliği Partisi Genel Merkez: Tuzluçayır Mh. 9. Sokak 21/D Mamak/Ankara İstanbul İl Merkezi: Aksaray Guraba Hüseyinağa Mh. Kakmacı Sk. Blok: 10 Daire: 14 Fatih/İstanbul (Aksaray Metro karşısı) (212) 635 88 90 e-posta: iletisim@iscikardesligi.org • web: www.iscikardesligi.org
güncel
2
Filistinli Kadınlarla Dayanışma için Uluslararası Konferans Kasım 2006, Cezayir
F
ilistin sorununun yakıcılığı devam ediyor. Geçen sayımızın orta sayfalarında 1946’dan bugüne Filistin haritasını yayınlamıştık. Bugünkü kuşatılmış Filistin parçaları tarihi Filistin’in yalnızca yüzde 12’sini oluşturduğu gibi, üstelik yirmi-otuz kantona ayrılmış ve tam bir hapishaneye, tımarhaneye çevrilmiş durumda. Filistinlilerin milyonlarcası ise ülkelerinden uzakta yaşıyor, mülteci kamplarında yaşayanların sayısı 1 milyon 250 bin. İsrail hapishaneleri başta Filistinliler olmak üzere binlerce insanla dolu. Yine de bu mevcut durumu, bu aşa-
baş tarafı kapakta rak ölmesine yol açtı.
çalana-
Ülkemizde 20 yılı aşkın süredir yaşanan bu sorun insanlarımızın canına tak etmiş durumda. PKK ile çatışmalarda şehit olan askerlerin anne ve babalarının “Hep bizim çocuklarımızı oraya gönderiyorlar!”, ‘‘Bilal gitsin orada savaşsın!” “Zenginlerin çocukları nerede askerlik yapıyor?”, “Devlet büyükleri de çocuklarını Doğu’ya göndersin!”, “Devlete hakkımı helal etmiyorum!” haykırışları bu gerçeğin altını çizmektedir. Şehit ailelerinin haykırışları halk arasında hep söylenen, ama bir türlü yüksek sesle dile getirilmeyen bir gerçeği iktidardaki kodamanların yüzüne çarptı. Bu gerçek; durmadan kahramanlık edebiyatı yapan, şehitlerin kanı ile politika yürüten egemen kesimlerin, büyük patronların, para babalarının, üst düzey devlet yöneticilerinin çocuklarının, yakınlarının doğru dürüst askerlik yapmadığı, hele tehlikeli bölgelerde hiç bulunmadıkları ve bu kesimlerden hemen hiç kimsenin çocuğunun öldüğü veya yaralandığının duyulmadığıdır. Çünkü getirilen bedelli askerlik gibi çeşitli yollarla ve torpillerle bu gibiler askerlikten kaytarmakta veya risk olmayan bölgelere gönderilmektedir. Örnek olarak hepimizin isimlerini çok iyi bildiğimiz, Yakup Sabancı, Ali Koç, Demir Sabancı, Cem Uzan, Hakan Uzan, Ferit Şahenk, İzzet Garih, Mustafa Koç, Ömer Koç, Vedat Alaton, İzzet Kamhi, Emin Hattat gibi işadamları yurtdışında çalışıyorlar bahanesi ile geçen yıllar içerisinde askerlikten kaytarmış çok sayıda kişi arasındadırlar (bu gerçek birkaç yıl önce TBMM’de bir soru önergesine verilen cevap dolayısıyla açıklanmıştı). Yani parası olan kurtarıyor!
ğılanmışlığı kabul etmedikleri için Filistinliler eski yönetimlerin yaptıkları (yapmak zorunda bırakıldıkları) anlaşmaları kabul etmedikleri gerekçesiyle her türlü baskıyı görüyorlar.
ülkelerde ve tüm dünyada mülteci konumunda olan Filistinli kadınların koşullarını, yaşadıklarını duyurmak ve onlarla dayanışma göstermek için örgütleniyor.
İsrail nüfusunun yüzde 20’sini oluşturan, İsrail’in içerisinde yaşayan Filistinlilerin de vatandaşlık hakları yok! Çünkü Siyonist İsrail devletinde vatandaşlık dine-ırka dayanıyor.
Diyalog isminde, İsrail içerisindeki siyasi aktivistlerle Filistinli aktivistler arasında diyalog kurmayı hedefleyen siyasi dergi, İsrail içindeki Nasıra şehrindeki Filistinli işçi kadınların çağrılarını yayınladı. Bu Filistinli Kadınlarla Dayanışma çağrıya Cezayir İşçi Partisi Genel için Uluslararası Konferans çağrısı Sekreteri Louisa Hanoune Cezayir gerek İsrail devleti içerisinde yaşaMillet Meclisi binasında bir uluslarayan, gerek Filistin parçacıklarında rası konferans düzenlemek önerisiyle ablukaya alınmış, gerekse çevre
Şehit anaları bunu söylediğinde nasıl oluyor da “sinsi plan”ın parçası oluyorlar? Geçenlerde büyük patronların basınında bu durumu sorgulayanların aslında PKK’nın ekmeğine yağ sürdükleri ileri sürülerek böyle davrananların “sinsi bir PKK planına alet oldukları” ifade edildi. Ölme eşeğim ölme! Büyük patronların basını herhangi bir konuda herhangi bir gerçek dile getirildiğinde işi kolaylıkla PKK’nın sinsi planına bağlayabiliyor. Bu martavalı yutmayalım. Aksi takdirde biz işçileri ilgilendiren hemen hemen her konuda PKK’yı ileri sürebilmek mümkün olabilir. Özelleştirmeye karşısınız, o halde PKK’nın sinsi planına alet oluyorsunuz. Sosyal güvenlik sisteminin yıkılmasına karşısınız, o halde PKK’nın planına alet oluyorsunuz. Sendikalarınızı savunuyorsunuz, grevden yanasınız, toplu pazarlık sistemini savunuyorsunuz; o halde PKK’nın oyununa geliyorsunuz. Bu listeyi böyle sonsuza kadar uzatmak mümkün. Kimse bize çıkarlarımızı savunduğumuz noktalarda PKK “öcüsünü” göstermeye kalkışmasın. Biz, İşçi Kardeşliği Partisi olarak neyi, nerede, nasıl savunacağımızı biliriz!
Nasıl Türkiye’nin dostu oluyorlar? Ama öte yandan daha da önemli olan 20 yılı aşkındır yaşanan sorunun aşılması için hiçbir gerçek çabanın gösterilmemesidir. Evet şiddet ve
terör uygulayan güçlere karşı silahlı kuvvetler kendi görevi çerçevesinde mücadele vermektedir. Ama çözüm buradan mı bulunacaktır? Şu gerçeği görmeliyiz ki, adını ne koyarsak koyalım, ister Kürt, isterse Güneydoğu sorunu diyelim, ülkemiz bu nedenle uzun süredir maddi ve manevi olarak büyük kayıplar ve acılar yaşamaktadır. Mesele sadece bir terör, şiddet meselesi değildir. Meselenin içinde terör, şiddet var ama bunun dışında sosyal, ekonomik, siyasi yönleri de olan bir mesele ile karşı karşıyayız. Bu durumda çözüm sadece askerle, polisle olacak iş değildir. Gerek devlet organları, gerekse birçok kişi, dış güçlerin PKK’ya verdiği destekten bahsetmektedir. Eğer gerçekten burada dış güçlerin destekleri var ise, ki var, o zaman sormak lazım: ABD ve Avrupa Birliği ülkeleri PKK’yı destekliyorlarsa o zaman onlar nasıl Türkiye’nin en yakın “stratejik ortakları” oluyor? Niye Türkiye Cumhuriyeti ordusu PKK’ya destek veren ABD ve AB ülkeleri ile birlikte aynı askeri pakt olan NATO içindedir? Burada bir gariplik yok mu?
Sorunu biz çözemezsek emperyalizmin, ABD’nin çözümüne (?) mahkum olacağız! Başını ABD’nin çektiği emperyalist güçler Ortadoğu’yu kendi çıkarları temelinde yeniden şekillendiriyorlar. Bölgemizdeki her türlü etnik ve dini farklılıkların üzerinden politika yürüten emperyalizm, bu bölgede kendisiyle pazarlık edebilecek hiçbir güç istememektedir. Bunun için
İşçi Kardeşliği destek çıktı. Bizler de bu konferansa Türkiye’den katkı sunmayı ve aynı zamanda tartışarak Filistin sorununu, nelerin yaşandığını daha iyi anlamayı ve kavramayı hedefliyoruz. Bu çabamız için başta sendikalarımız olmak üzere birçok örgütten ve kişiden ve özellikle de sendikalarımızın kadın yöneticilerinden destek istedik. İlk desteklerini bildiren isimleri yayımlıyoruz, kampanyamız sürecek ve yeni isimler geldikçe yayımlamaya devam edeceğiz. Çetin Yelken, TEKSİF Bakırköy Şube Başkanı; Ebru Akgün, Yapı Yol-Sen MYK üyesi; Elif Akgül, Eğitim-Sen MYK üyesi; Eylem Ateş, Hava-İş Genel Başkan Yrd.; Filiz Koçeli, SDP Genel Başkanı; Sevgi Göyçe, KESK MYK üyesi; Songül Şimşek, TEKSİF İşyeri Temsilcisi; Yıldız Öztürk
çeşitli bahanelerle yaptığı müdahalelerle Irak’ta olduğu gibi ülkeleri etnik veya dini-mezhebi temelde kışkırtma, parçalara ayırma ve tümüyle kendi kontrolünde küçük derebeylikler haline getirmeyi amaçlamaktadır. Irak’tan sonra sırada Lübnan, Suriye, İran ve Türkiye vardır. Bu saydığımız ülkelerde olduğu gibi dünyanın hemen tüm ulusal devletlerinde farklı etnik, dini, mezhebi kimlikte insanlar yaşamaktadır. Bu farklılıklar bugünkü global kapitalizm koşullarında geçmişte olduğundan daha fazla birer sosyal-siyasal sorun olarak ulusal devletlerin gündemine gelmektedir. ABD’ nin, yani emperyalizmin çözümü (?) kendine egemenlik alanı açan etnik-mezhebi kardeş kavgası ve savaşlardır. Irak’ta bu yapıldı, Lübnan’da bu yapılmaktadır. Yarın İran’da da göreceğiz ki Kürt ve Azeri kökenli İran vatandaşlarının sorunları üzerinden politika yapılacak, orada da halklar birbirine kırdırılacaktır.
Uluslararası İşçi Kardeşliği Sayı: 21 • Ekim 2006
Sahibi ve Sorumlu Yazı İşleri Müdürü: Engin Bodur
Yönetim Yeri:
Rasimpaşa Mah. Nüzhet Efendi Sok. No: 36/5 Kadıköy/İstanbul Tel/Faks: (216) 330 95 67
İnternet:
http://www.iscikardesligi.org iletisim@iscikardesligi.org
PTT Posta Çeki Hesap No: 1051319
Baskı:
Selin Ofset Güven Sanayi Sitesi B Blok No:345 Topkapı/İstanbul • Tel: (212) 577 63 48
güncel
Sayı: 21 Ekim 2006
Kamu Emekçilerinin Toplu Görüşme Süreci Selçuk Haver, öğretmen, Eğitim-Sen üyesi
2007 yılını kapsayan toplu görüşme hükümet ile kamu emekçileri sendikaları arasında yapıldı. Hükümet adına Devlet Bakanı Mehmet Ali Şahin’in, kamu emekçileri sendikalarından da KESK, Türk Kamu-Sen ve Memur-Sen’in yürüttüğü görüşmeler anlaşmazlıkla sonuçlanınca sorun Uzlaştırma Kurulu’na devredildi.
B
eşincisi yapılan toplu görüşmelerde KESK, toplu görüşmelere katılma hakkına sahip olsa da üye sendikalarının yetkilerini kaybetmesi sonucu sadece konfederasyon düzeyinde katılabildi. Kamu-Sen ise kamu emekçileri adına görüşmelere başkanlık yaptı. KESK, önceki toplu görüşmelerde kabul edilen temel hakların hiçbirinin hükümet tarafından yerine getirilmemesini ve hükümetin uzlaşmaz tarzını gerekçe göstererek süreçten çekilirken Kamu-Sen ile Memur-Sen de hükümet ile anlaşamadılar. Memur Sen yüzde 25’lik bir zam talebini dile getirirken KamuSen, en düşük memur maaşının
1023 YTL’ye yükseltilmesini talep etti. Bakan Şahin ise bu tekliflere karşı iki farklı teklif getirdi. Birinci teklifinde tüm çalışanlara yüzde 2,5 + yüzde 2,5 ve düşük ücret alanlara da birinci altı ay için 20, ikinci altı ay için 20 YTL’lik artış; ikinci önerisinde ise yüksek gelirli memurlara yine birinci ve ikinci altı aylar için yüzde 2,5’ar zam, düşük ücretliler içinse yüzde 4’er zam önerisinde bulundu. Yine Bakan Şahin sendikaların en düşük memur maaşının 1025 YTL olmasını istediklerini, bunun 16,5 milyar YTL’lik bütçenin 15,8 milyarına tekabül ettiğini ve bu rakamı verirlerse hükümetin hiçbir yatırımını yapamayacağını, toplumun diğer kesimlerini de düşünmek zorunda
olduklarını açıkladı. Bunun üzerine Kamu-Sen ile Memur-Sen (KESK daha önce toplu görüşmelerden çekildi.) uzlaştırma kuruluna başvurdular. Uzlaştırma Kurulu da birinci ve ikinci altı aylarda yüzde 6’şar zammın yanı sıra 80 YTL’lik seyyanen verilen zammın da 120 ve 130 YTL’ye çıkarılmasını kararlaştırıldı.
Kıbrıs’ta hükümet değişikliği
İsmailağa’da önce cinayet sonra linç
Genel seçimlerin ardından hükümeti oluşturan Cumhuriyetçi Toplum Partisi – Demokrat Parti koalisyonu Başbakan Ferdi Sabit Soyer’in istifa etmesiyle dağıldı. Mehmet Ali Talat’ın Cumhurbaşkanı olmasından sonra Başbakan olan Soyer’in yeni hükümet için dışarıdan iki milletvekilinin desteğini alması bekleniyor. Ay sonuna doğru çıkan haberlere göreyse, Rixos oteller zinciri Kıbrıs’ta otel açmak için başvurduğunda, DP’ye maddi yardım yapması şart koşulunca, durumu Başbakan Soyer’e iletti ve Başbakan istifa etti.
İsmailağa cemaatinin liderlerinden emekli imam Bayram Ali Öztürk camide bıçaklandı. Katil, hemen ardından cemaat tarafından linç edilerek öldürüldü. Bu olay halen gündemi işgal etmeyi sürdürüyor. Yaşananların ardından başlayan emniyet soruşturmasında önemli bir yol kat edilemezken, medyada İslam’da tarikatların rolü ve gücü merkezli tartışmalar ön plana çıkmaya başladı. Fatih Çarşamba semtinde artık dışarıdan gelip ev kiralamanın dahi imkansız hale gelmiş olması, tarikatların ekonomik ve siyasal güçleriyle ilgili tartışma yarattı.
Bu görüşmelerde sendikaların medyaya yansımayan başka talepleri de vardı: • Sözleşmeli memurların kadroya alınması • Okullardaki derslik sayısının arttırılması • Eğitim ve sağlığa bütçeden daha fazla ödenek ayrılması • Genel Sağlık Sigortası Yasası’nın geri çekilmesi zaman kamu emekçisini ve kamu hizmetinden faydalananları tatmin etmeyen bu toplu görüşmelerin artık düzmeceden ibaret olduğu görülmüştür. Sendikaların tek talebi, yani grevli toplu sözleşmeli sendika hakkını istemeleri gerekir. Aksi durumda sürecin tamamen hükümetin lehine olduğu apaçıktır. Görüşmelerde uzlaşılamazsa uzlaştırma kurulu devreye giriyor ki Bakanlar Kurulu bu kurulun aldığı kararı uygulamama hakkına sahip. Sonuç şu; üyeler “senin sendikan görüşmelerde çekildi, sen hükümet yanlısısın, sen fazla istedin” diye birbirlerine kırdırılıyor. Hükümet de yıpranmadan istediğini yapıyor: “Görüştük anlaşamadık!”
Bu gelişmelerden sonra Bakanlar Kurulu son kararını verVe bu talep etrafında eylemlikmeden önce taraflar son kez birara- lerini yaparken hükümetlere karşı ya gelip uzlaşmaya çalışacaklar. ellerinin daha sağlam olması için Yüzde değil grevli toplu sözleş- de diğer taraftan tek konfederasyonu da tartışmalılardır ki hükümemeli sendika istiyoruz! t(ler)in oyununa gelip aralarında Beş yıldır toplanan ve hiçbir kavga etmesinler.
kısa kısa... kısa kısa... kısa kısa... kısa kısa...
Eylül Ayının Gündemi
3
AKP-MHP meydanlarda kapışıyor
Linç girişimine Cerrah’tan övgü
Geçtiğimiz ay içerisinde AKP ve MHP arasındaki tansiyon yükseldi. Başbakan Erdoğan’ın Söğüt’teki konuşması sırasında çıkan arbedede yaralananlar oldu. MHP, Başbakan’ın “Askerlik yan gelip yatma yeri değildir” diyerek şehit verilmesine kılıf uydurmaya çalışmasına sert tepki gösterdi ve ay boyunca çeşitli yollarla Başbakan’ın bu sözleri eleştirildi. Öte yandan hükümetin MHP’ye karşı tavrı, Türk Ceza Kanunu’nun 301. maddesinden yargılanan Elif Şafak’ın duruşmasına “bindirme” yapan ülkücülere polisin göz açtırmaması, mahkeme binasına sokmaması ve daha önce Orhan Pamuk davasında olduğu gibi, ortalığın pek boş bırakılmamasında kendini gösterdi.
İstanbul Vatan Caddesi’ndeki 30 Ağustos Zafer Bayramı kutlamalarında Lübnan’a asker gönderilmesiyle ilgili pankart açarak hükümeti protesto eden üç üniversite öğrencisi gence halk müdahale etti. Olaydan sonra İstanbul Emniyet Müdürü Celalettin Cerrah protestoculara gereken dersi vatandaşın verdiğini ima ederek, linç girişimini övmesi tepki topladı. Ayrıca bazı çevrelere göre öğrenciler pankartları açtığı sırada, emniyet güçleri “PKK’lı bunlar” diye bağırarak halkı provoke etti. Öğrencilere göreyse aslında halkın büyük bir kısmı da Lübnan’a barış gücü adı altında asker gönderilmesine karşı ama buna karşı çıkmanın demokratik kanalları eksik.
sendikalarımız
4
İşçi Kardeşliği
Anadolu Üniversitesi’nde İşçi Kıyımı! Eskişehir Anadolu Üniversitesi’nde sendikaya üye olduğu için 5 işçi işten atıldı. Durumu Tez Koop-İş Eskişehir Şube Başkanı Recai Ilgın’a sorduk.
F
arklı statülerde yaklaşık 4 bin çalışanı olan Anadolu Üniversitesi’nde örgütlü olan Tez Koop-İş Sendikası’na üye olan 5 işçi işten çıkartıldı. Bu gelişme üzerine 14 Eylül 2006 tarihinde rektörlük önünde bir araya gelen sendika temsilcileri ve işçiler bir basın açıklaması yaptı. Bu açıklamada; Bilimsel alanda belli bir saygınlığı olan üniversitemizin bu kimliğini lekeleme pahasına, mevcut yönetim 5 işçi arkadaşımızı işten atmıştır. Asıl üzücü olan ise bu işçi arkadaşlarımızın işten atılma nedeni sendika üyeliği olmasıdır (…) Yönetim, atılan işçilerin işbaşı yapmalarını sendikadan istifa etme şartına bağlamıştır. Sendikadan istifa edeceğini söyleyen 3 işçi arkadaşımızın çıkışları iptal edilmiştir
Bizim Taraf Zeki Kılıçaslan
12 Eylül 1980 Darbesi, “Bölücülük ve Din Devleti” tehlikesi
G
eçtiğimiz ay 12 Eylül 1980 darbesinin 26. yıldönümü yaşandı. Bu konuda düzenlenen etkinliklerde en belirleyici talep darbecilerin yargılaması idi. Bütün ülkelerde benzeri darbeleri yapanlar yargılanmış ve darbenin anayasal-yasal kalıntıları temizlenmiş iken, ülkemizde bu konuda atılan adımlar henüz neredeyse hiç düzeyinde. Bu yazıda bundan sonra anayasa ve yasalar değişse bile, darbenin yol açtığı ve artık kolayca çözülemeyecek sorunlardan ve sorumlularından söz etmek istiyorum. Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin üst düzey yöneticileri ve bu arada Genelkurmay sık sık “bölücülük ve din devleti” tehdidinden bahseder. Bunlara karşı Cumhuriyet’in, Atatürk ilkelerinin korunması için ne gerekiyorsa onun yapılacağını söyler. Ama bir kere bile bahsedilen “tehlikelerin” gündeme gelmesi veya bu ölçüde büyümesi konusunda kendilerinin sorumluluklarının ne olduğu konusunda bir çift laf etmezler. Halbuki bugün eğer bir “bölücülük ve din devleti” tehlikesi varsa bunun tek
(…) Tez Koop-İş Sendikası olarak bizler, sorunların çözülmesi için diyalog yolunu her zaman açık tutacağız. Çalışanların huzurunu ve güvenli bir çalışma ortamını yeniden temin etmek için çaba sarf etmeye devam edeceğiz. Tüm bu girişimlerimize rağmen sorunun çözülmesi adına olumlu bir adım atılmadığı takdirde; meşru ve demokratik haklarımızı sonuna kadar kullanarak üyelerimizin ve çalışanların hakkını koruyacağız.
denerek işten atmalar karşısında kararlı bir mücadelenin verileceği vurgulanıyordu. Sayın başkan Anadolu Üniversitesi’nde son durum nedir? Üniversitede bizim örgütlenme alanımıza giren 200 civarında sensorumlusu olmasa da, baş sorumlusu 12 Eylül 1980 askeri darbesi ve onu izleyen yıllardan sorumlu olan ordu üst düzey yönetimi değil midir? Ordu diyorum çünkü darbe bir grup darbeci tarafından değil, emir komuta sistemi içinde Silahlı Kuvvetler’in bütünü tarafından yapılmıştır. 12 Eylül öncesi soğuk savaş koşullarında uluslararası güçlerin de kışkırtma ve destekleri ile “sağ” “sol” çatışması temelinde ülkede bir kardeş kavgası yaşandı. Sürekli önü açılan şiddet ortamı içinde darbe için kamuoyu psikolojik olarak hazırlandı ve 12 Eylül darbesi gerçekleşti. Bugün herkes biliyor ve kabul ediyor ki darbe esasında 24 Ocak kararları ile girilen ve hala devam eden yeni ekonomiksosyal düzen için tehdit oluşturabilecek toplumsal temelli muhalefeti yok etmek amacıyla gerçekleştirilmiştir. Eğer söylendiği gibi amaç “anarşi”yi yok etmek olsa idi, zaten 13 Eylül 1980’den itibaren “anarşi” yok olduğu için bugün hâlâ devam eden anayasal ve yasal değişikliklere gerek kalmazdı. Evet anayasa ve yasalar değişti. Yeni bir toplumsal ortam yaratıldı. Anayasa ve yasal değişiklikler en öncelikli olarak sosyal-sınıfsal temelli örgütlülükleri, sendikaları, meslek örgütlerini ve sosyalsınıfsal temelde siyaset yapan güçleri hedef aldı ve onları dağıttı. Bilinir ki bir ülkede eğer siyaset ve toplumsal örgütlenmeler o ülkede bulunan bütün etnik veya dini grupları belirli ortak temellerde bir
dikasız işçi vardı. Biz son dönemde bunların bir kısmını üye yaptık. Bu üyelikleri de işverene bildirdik. Daha önce sendika üyeliği konusunda sorun çıkarmayacağını söylemiş olan üniversite yönetimi, bu bildirimden sonra 29 Ağustos’ta bir arkadaşımızı işten çıkardı. Bu durumu iş mahkemesine taşıdık. Mahkemenin bizim lehimize karar vereceğini biliyoruz. Çünkü çıkarılan arkadaşımız o birimde vasıflı olan tek işçi. Aynı zamanda o birimde sendikaya üye olan tek işçi! Bu da bize işten çıkarmanın gerçek nedenini açıkça gösteriyor. Üniversite yönetimi 14 Eylül’de 4 işçi arkadaşımızı daha işten attı. Bunun üzerine basın açıklaması araya getiren yapılarsa – örneğin kitlesel işçi partileri, sendikalar, meslek örgütleri gibi – bu örgütlenmeler o ülkedeki ulusal siyasal birliği güçlendirirler. Tersine siyasetler ve toplumsal örgütlenmeler esasta etnik, dini/mezhebi kimlikler üzerinde yükselirse o ülkede ulusal siyasal birlik de, Cumhuriyet de, tehlikeye girebilir. Demokrasi ise zaten sadece yalan haline gelir. İşte 12 Eylül darbesi ile tam da bu yapılmıştır. Trabzon’u Diyarbakır’a veya Trakya’ya bağlayan işçiemek-sosyal temelli örgütler yok edilmiş, onun yerine kitleler dini/ mezhebi yapılara yönlendirilmiştir. Kürtçe konuştuğu, Kürt kimliğini savunduğu için insanlara işkence edilmiş, Diyarbakır zindanlarında silahlı şiddeti temel alan örgütlenmelerin yükselmesinin zemini oluşturulmuştur. 12 Eylül darbesi ile siyasi olarak garanti altına alınan yeni ekonomik sosyal düzen sosyal devlet uygulamalarını sürekli tahrip etti. Yok edilen ve yasaklanan sosyalsınıfsal dayanışma hareketlerinin yerini rejim ve sermayenin bir kısmı tarafından desteklenen dini/mezhebi dayanışma sağlayan politik-dini akımlar aldı. Fakat bunların kontrolü de kolay değildi. Çünkü ülkedeki yeni ekonomik düzenin de ateşlemesi ile eşitsizlik, adaletsizlik, yoksulluk, yolsuzluk ve yozlaşma o boyutlara vardı ki arayış içinde olan bütün ezilen ve horlanan kitleler kendi taleplerini, yönlendirildikleri bu politikleşen dini yapılarda giderek radikalleşerek gösterdiler. Benzer şekilde sos-
yaptık. O zamana kadar bizimle görüşmeyen işveren, görüşme talep etti ve yapılan görüşmede 4 arkadaşımızı tekrar işe başlattık. Ama bu süreçte de bazı yeni üyelerimiz sendikadan istifa ettiler. Yani işveren asıl amacına ulaşmış oldu. İşçi arkadaşlarımızın daha kararlı olmalarını ve sendikaya daha fazla sahip çıkmalarını istiyoruz. Çünkü amaç uzun vadede sendikal örgütlülüğü bitirmektir. Biz sendika olarak, işçi arkadaşlarımıza gerekli uyarıları yapmaya ve kazanımlarımızı korumak için mücadele vermeye devam edeceğiz. yal-sınıfsal temelde birlikte eşitlik ve hakları için mücadele eden Türk veya Kürt kökenli işçilerin ve yoksulların ortaklık zeminlerinin dağıtılması da, etnik milliyetçilik temelli siyasetlerin yolunu açtı. Sonuç olarak güya “din devletçiliği” ve “bölücülüğe” karşı olan 12 Eylül darbesi tam tersine bir etkiye yol açtı ve bugünkü sorunların ortaya çıkmasında çok önemli bir rol oynadı. Mantıki olarak Cumhuriyeti, ulusal birliği korumak, güçlendirmek isteyenlerin tüm çalışanların güçlü sendikalara sahip olmalarını savunmasını beklersiniz. Çünkü bu örgütlenmeler dini/mezhebi/etnik farklılıkların üstünde ortaklıklar kuran yapılardır. Zaten cumhur, yani halk, örgütlenmeden, bir güç olmadan, sahip çıkmadan, Cumhuriyet nasıl yaşayacak ki? Ama bu böyle olmaz. Tersine örgütlenmek isteyen işçinin, memurun, öğrencinin kafasına jandarma dipçiği veya polis copu gelir. Çünkü birileri ne kadar cumhuriyet nutukları atsa da, kapitalizmin mantığı bunu istemektedir. Bırakın işçi örgütlenmelerini, sağlık, sosyal güvenlik, ulusal asgari ücret gibi “ulusu” sosyal olarak oluşturan bütün yapıları dağıtarak “ulus” çözülmeye doğru sürüklenir. Son söz; güçlü ve politik olarak belirleyici bir işçi/emek siyaseti olmaksızın herhangi bir “ulusun” (özellikle de orta veya az gelişmiş bir durumda ve Türkiye gibi çok kritik bir bölgede ise) bugünün dünya koşullarında ayakta kalması bile zordur.
Sayı: 21 Ekim 2006
politika
ABD ve işbirlikçilerine karşı biz işçiler ne yapabiliriz?
Ülkemizin henüz yirmisine bile basmamış onlarca fidanı Kürt veya Türk olması fark etmeden mermi ve şarapnel parçalarıyla can veriyor. Artık her gün, Doğu’da veya Batı’da bir eve o yıkıcı haber geliyor: “Oğlunuz şehit oldu!” Ve maaalesef, hangi taraftan olursa olsun bizim gençlerimiz; dünyanın tüm milletlerinin gençlerinin sahip oldukları umutları, arzuları, hasretleri yaşamadan hayata gözlerini yumuyor. Bu ülkenin bir huzur ve mutluluk cenneti olması için yola çıkan biz İKP’liler de bu cehennemi söndürmenin yollarını bulmalıyız. Gençlerinin birbirine bilendiği bir ülkenin asla bir yarını olamaz. Biz de bu ülkenin işçilerinin ve yoksullarının bir yarını olsun demeliyiz.
A
tatürk, “Savaş gerekmedikçe bir cinayettir.” der. Hayatının büyük kısmı savaşlarda geçmiş bir general, belli ki masa başında ordu yöneten NATO paşalarından daha fazla savaşın olumsuz değerini kavrayabilmişti. İKP olarak iddia ediyoruz ki, Güneydoğu’daki çatışmaları en geç bir ay içinde ortadan kaldırabiliriz ve bu yol o kadar görünmez bir yol da değildir. Ve ekliyoruz: aslında ortada bir ay içinde bitirilebilecek bir çatışma olmasına rağmen hergün on genci şehit listemize yazıyorsak, o zaman “savaş bir cinayettir.” Ama iş bu kadar kolay değil, çünkü çatışan taraflar içerisinde ABD kontrolü altında olanların sayısı gün geçtikçe artıyor. Bu ise, durumun açıkça bir çıkmaza sürüklenmesi demektir. Son günlerde hükümetçe oluşturulan Terörle Mücadelede Uluslararası (ABD-Irak-Türkiye) Koordinasyon Kurulu da açıkça Güneydoğu için ABD’nin arabuluculuğu demektir. Arkadaşlar, ABD hiçbir ülkedeki çatışmayı bitirmez, o sadece gerekli görürse bu çatışmayı başka mecralara sıçratarak kendi planlarına hizmet ettirir. Parlementonun ve işçilerin de bu ABD oyununa gelmemesi gerekir. Çünkü bu sahte karakterli bir barıştır. Sizi belki PKK ile barıştırabilir ama döner başka yerlerde hizmet bekler; yani akıttığımız kanlı gözyaşları artar durur. Bugün ABD’nin ülkemizde bir etnik savaş (Türk-Kürt Savaşı) çıkartma planını geciktirmesinin tek sebebi, İran harekatının akıbetini hesap etmesinde yatmaktadır.
5 ye kadar bu sorunun çözülmemesinin sebebi de bu idi. Şimdiye kadar hiçbir parti Kürdü Kürt olarak, Türkü de Türk olarak kabul edip, örgütleyip bir işçi siyaseti geliştiremedi. İKP’nin şansı, bu harcı hazırlayabilecek bir güce sahiptir. Arkadaşlar, bugün Kürt patronlar Kürt işçileri üzerinde örgüt desteği sağlayarak açıkça şiddet uygulamaktadır. Açlık sınırının altında işçi çalıştırmak, toplu görüşme hakkının kullandırılmaması gibi hususlar; “bölgenin kalkınması” daha doğrusu Kürt patronların zenginleşmesinin sağlanması namına terör kullanılarak gerçekleştirilmek istenmektedir. Bölgede en ufak konuda bile istihbarat toplayan devlet, bu hususta “tarafsız” kalmakta, işçi sınıfı üzerinde yapılan bu taarruzları görmezden gelmektedir. Bunun da aslında Tuzla’da yaptıklarından pek bir farkı yok. PKK’nın da Kürtler için bir çözüm yolu olamadığı buradan açıkça belli olmaktadır. PKK da Kürt gençlerine hedefi belli olmayan bir savaşta ölmelerini ve yarın belki ABD emperyalizmi için kendilerini feda etmelerini isteyecektir. Bu kanı da durdurmalıyız. Kürt ve Türk işçilerin kendi, üç defa altı çizilsin kendi partilerini kurmadan bu kanı durdurması imkansız gözükmektedir. Onun için Kürt işçileri de ister sağcı olsun isterse solcu olsun tüm geçmiş bağlarından koparak İKP saflarında örgütlenmeye çağırıyoruz. Türkiye’de gerçek demokrasi mücadelesi ancak doğrudan işçiler eliyle verilebilir. Artık taşeronlara değil, kendimize güvenmeli ve savaş çıgırtkanlarını başımızdan defetmeliyiz. Faturayı bizler canımızla, işimizle,ekmeğimizle, haklarımızı kaybederek ödüyoruz. Bütün silahların, bombaların, mayınların kaynağı ve üretip satanı onlar.
Bir diğer felaket davetçisi “çözüm” ise başını Mehmet Ağar’ın çektiği milliyetçi cephenin çözümüdür: Mehmet Ağar da bizim gibi bir ay içerisinde meseleyi “kökünden” halledebileceğini ifade etmektedir. Bu cephenin yürütücülerinin sloganları: “Askeri çekelim, özel harekatla bölgeyi temizleyelim!”, “Askeri Kandil Dağı’na sürelim!” vs. Arkadaşlar, güneydoğuda sıradan bir haneye gidip “Mehmet Ağar” dediğinizde gözlerdeki endişeyi görebilirsiniz. Daha fazla kan ve gözyaşından başka bir şey vaat etmeyen bu yol da çözüm değildir. Özel harekat birliklerini bölgeden Batı’ya neden naklettiğimizi ne kadar çabuk unuttuk? İşledikleri büyük suçları, silah
ve uyuşturucu ticaretlerini, sadece bölgede değil tüm Türkiye’de kurdukları çetelerle yaptıkları gasp, yağma, ırza tecavüz, tahsilat ve cinayetleri unutabilir miyiz? Bu tür metodlar da halklar arasındaki kin ve nefreti bilemekten, sorunları derinleştirmekten başka hiçbir işe yaramaz. Kürt sorunu bugün daha da fazla bir işçi sınıfı sorunu haline gelmiştir. Kürt işçiler, Türkiye işçi sınıfının en yoksul halkasıdır. Dolayısıyla İKP’nin Güneydoğu’da da hızla örgütlenmesi lazım ki Türkiye’de akan kanı durdurabilecek bir güce erişelim. Bir ayağı kısa geldikçe söylediklerimiz, çözüm önerilerimiz askıda kalacaktır. Zaten şimdi-
Yugoslavya, Afganistan, Irak, Lübnan gibi dünyanın birçok yerinde ABD ve kuklalarının oyunu da, sonuç da aynı. O halde çözüm onlar olamaz. Savaşın bedelini ödeyen işçiler ve yoksullar olarak konuşma ve çözüm bulma sırası bizde. Patronların gözünü bürüyen kâr hırsı onları kör ediyor. Gözümüzü ve kulağımızı açalım. Gizli pazarlıkları, paylaşımları biz bozarız. Bizim barıştan ve kardeşlikten başka çözümümüz olamaz. Biz Alevi’siSünni’siyle, Türk’ü-Kürt’ü-Laz’ıÇerkez’iyle, Afrikalı’sı-Asyalı’sıAmerikalı’sıyla işçi sınıfıyız ve çıkarlarımız ortak. Şeytanla değil işçi kardeşlerimizle birlikte mücadele edeceğiz.
partimiz
6
İşçi Kardeşliği
İşçi Kardeşliği Partisi inşasına devam ediyor Gebze İşçi Kardeşliği mikrofonu Gebze Feniş Alüminyum işyeri temsilcisi, Çelik-İş sendikası üyesi Kazım Turani’ye uzattı: Niçin İKP’yi tercih ettiniz anla- Diğer işçi arkadaşlarınızın tep- yapacaksınız? tır mısınız? kileri ne oluyor? Gebze’de ki faaliyetleriFarklı bir partinin delegeOnlara anlattığımda ilk etapta miz Feniş çalışanları ile sınırlı. si olmama rağmen İKP’nin “A tabii çok güzel, destekliyo- Kabuğumuzu henüz kıramadık. toplantılarına katıldım. Zeki ruz” ya da “Yok canım olur mu Feniş dışında ulaştığımız insan Kılıçaslan’ın yaptığı bir iki top- öyle şey” gibi tepkiler alıyor- sayısı az. Diğer işyerlerinden lantıdan sonra fikirlerim tama- dum. Bazıları “Ben buna inan- arkadaşlarla tartışma, bilgi aktamen değişti. Bir işçi hüküme- mıyorum,” “İyi güzel ama ben rımı konusunda etkili değiliz. ti kurulması, işçilerin iktidara yine bildiğim yerden gideyim Sendikaları dolaşmak, ayda yılda taşınması fikrini benimsedim ve kendi partimi tutayım” diyordu. bir siyaset konuşulacak toplantıİKP’li oldum. Bunun sebebi bence yeni fikirle- lar yapmak ne kadar etkili olare açık olmayışımızdan ve bazı bilir ki? Bu sendikacılarımızı da Eski partinizde eksik olan alışkanlıklarımızı terk etmeyi- rahatsız ediyor. Sendikalarına neydi? şimizden kaynaklanıyor. Bizde uğramayan bir çok arkadaşımız siyasi tercih babadan oğula geçi- var. Benim fikrim az veya çok Sağcı, solcu veya muhafayor. Dede hangi partidense oğlu bir büro tutmak. Çevremizdeki zakâr, onun da diğerleri gibi ve torunu da onu izliyor. Tabii insanları çağıracağımız bir yeridüzenin, TÜSİAD’ın güdümünbunun istisnaları da var. Emeğin miz olmalı. Bu bile somut bir de, emperyalizmin güdümünde değer olduğunu bilenler, mec- adım olarak insanları ikna etmepartilerden olduğunu anladım. liste temsil edilmeleri gerekti- mize yardımcı olacaktır. Büro Patronların üye olamayacağı, her ğini düşünüyorlar. Bizi temsil tutulması fikri çoğunlukta. Bazı kademesinde işçilerin yer alaiçin gidenler bizi satıyor diye partiler var, evlere bire bir gidicağı, emeği savunan, işçi hüküdüşünenler de var. Bu fikriyatı yor. Eşini dostunu alıp gidiyor, metini hedefleyen bir parti fikri benimsemenin ötesine geçmek komşuları geliyor. Bu şekilde bana daha doğru geldi. En önemgerekiyor. Bence sorun burada. örgütleniyorlar. Ben köyde otulisi onu, bir işçi olarak Meclis’te Tabana inip daha çok çalışmalı- ruyorum. Eğer teşkilatımız izin temsil edilebileceğim bir araç yız. Bire bir anlatmalıyız. verirse bu işi köyümde yapaolarak düşündüm. Bunun için cağım. Onun dışında eşimi de seçtim İKP’yi. Örgütlenme faaliyetleriniz nasıl alıp işyerlerinde çalışan arkagidiyor; neler yapıyorsunuz, daşlarımın evine gidebilirim.
Tez Koop-İş Eskişehir Şube Yönetim Kurulu üyesi, İKP kurucusu Abdülbari Okta ile İKP’nin örgütlenme çalışmalarını konuştuk. Biz işçilerin, sendikalarda verdiği mücadelenin bir ayağının eksik olduğunu ve bu ayağın siyasallaşıp tüm işçileri bir çatı altında toplaması gerektiğini gözlemledim. Bizi sağcı, solcu, İslamcı diye parçalayan patron partilerine karşı tüm işçi sınıfını kucaklayan bir parti olması dileğiyle parti kurucusu oldum. Bu amaçları taşıdığını söyleyen parti ve oluşumlar da var. Ama hiç biri işçilerin kendi örgütü haline gelemediler. İKP ise programı
Fagor AŞ’de Sendikalaşmaya Baskı Muhabir: Fırat Güneş Fagor AŞ’de çalışan 75 işçiden 42’si Çelik-İş Sendikası Gebze Şubesi’ne üye oldu. Bu öğrenen işveren 8 Eylül 2006’da 11 arkadaşımızı sendikaya üye oldukları gerekçesiyle işten çıkarttı. 9 Eylül’den beri işyeri önündeki direnişimiz devam ediyor. İçerde çalışanlar yemek ve istirahat saatlerinde dışarı çıkıp arkadaşlarımıza destek oluyorlar. Akşamları da zorunlu mesailere kalmayarak işverenin bu haksız davranışını protesto ediyorlar. ne durumda?
Eskişehir Neden İKP kurucusu oldunuz?
Çalışacağız. Önce işçiliği, sonra işçi kardeşliğini ve haklarımızı savunmayı öğreneceğiz; kendimizi temsil etmesini öğreneceğiz. İşçi hükümeti için İKP’ye omuz vereceğiz.
ve örgütlenme mantığı açısından bunu başarabilecek bir parti. Zaten bu başarılamazsa diğerlerinden bir farkı olmayacaktır. İKP örgütlenmesinde hangi alanlara öncelik vermelidir?
hedeflemelidir. Yani patronların cephesi karşısında gerçek bir “emek cephesi” örgütlenmeli. Bunun için sendikalı ve sendikasız işçileri, işsizleri ve yoksul köylüleri örgütlemeyi hedeflemelidir.
Partimiz emeğiyle geçinen her Eskişehir’deki İKP örgütlenmesi kesimi tek çatı altında toplamayı
Eskişehir ve çevresi emek yoğunluğu bakımından önemli kentlerimizden birisi. Eskişehir’i Bozüyük, Bilecik ve Kütahya’yı da içine alan bir işçi havzası olarak düşünmek gerekiyor. Buradaki çalışmalar belli bir sisteme oturmak üzere. İlk önce sendikalı işçilere ulaşmaya çalışıyoruz ve herkesten olumlu tepkiler alıyoruz. Örgütlü işçilerin tamamına ulaştıktan sonra daha yaygın tanıtım faaliyetlerine geçmek gerekiyor. Emeğiyle geçinen hiç kimsenin bu çağrıya kayıtsız kalamayacağını biliyoruz. Ama işçi sınıfında yılların getirmiş olduğu bir moralsizlik ve yılgınlık havası hakim. Asıl başarılması gereken bu yılgınlığı umuda dönüştürmek.
toplum
Sayı: 21 Ekim 2006
Organize sanayi bölgelerini bundan böyle patronlar yönetecek
2006 yılında yürürlüğe giren organize sanayi bölgelerine ilişkin yönetmelik gereği yaklaşık 40 yıldır organize sanayi bölgelerini yöneten valiler görevlerinden alınıyor, yerlerine atanmış patronlar geçiyor.
E
n ucuz emekle hiç masrafsız üretim yapan patronlara, bir de yönetim ödülü verildi. Yüzlerce patron, şehir merkezlerinden fabrikalarını, atölyelerini söküp organize sanayi bölgelerine taşıdı ve halen de bu kaçış devam ediyor. Elbette bu kaçışın patronlar için haklı bir nedeni var: daha ucuz emekle daha fazla kâr etmek. Organize sanayi bölgelerine ilişkin yeni yönetmelikle beraber bu kârlı alan daha da cazip hale geldi. Öyleki bir serbest müteşebbis isterse organize sanayi bölgesinde boş bulduğu, istediği büyüklükteki parsellere hiçbir bedel ödemeden yatırım yapabilecek. Bir patron daha ne istesin? Bedelsiz yatırım, ucuz-örgütsüz işgücü... Şimdi yeni yönetmelikle patronlara bir büyük hak daha veri-
Köşeli Köşe Çetin Yelken
İşçiler-Sendikalar veya Sendikalar-İşçiler
K
öşeli köşemizin köşesini bu kez kendimize, yani işçi önderleri ve sendikacılara doğru döndürme ihtiyacını hissediyorum. Bir sürelik ertelemeden sonra bu kez ertelemeyip işçileri, sendikaları daha sonra da sendikalar ve işçileri irdelemeye, yani zor olanı yapmaya, kendimizi masaya yatırmaya çalışacağım; sevgili yol arkadaşlarım.
Sendikalar 12 Eylül yasalarını bahane edip 26 yıldır oturduğumuz sırça köşklerimizde, aidatlar genel giderleri-
liyor: işçiye hiçbir hak vermeden, hiçbir bedel ödemeden, yani kolunu bile kıpırdatmadan organize sanayi bölgelerini yönetme hakkı. Hem de seçilmeden, TOBB’un atamasıyla. TOBB’daki iktidar kavgası artık açıktan ülkeyi yönetme kavgası oldu. Bu hakkın verilmesinin gerekçesi ise organize sanayi bölgelerinin 2/3 (yüzde 70) doluluğa ulaşmasıymış, yani daha fazla rant sağlanabilir bir kapasiteye ulaşması. Artık hiçbir yönetme hakkı ve sıfatı olmadığı halde bölge yüzde 70 doluluğa ulaştığında patronlar, siyasi partilerle pazarlık yapmak zorunda kalmadan, doğrudan TOBB’un yapacağı atamayla kendileri yönetimde işbaşına geçecekmizi karşılamayınca uyandık. Bir de baktık ki, ne bağ kalmış ne bağban. Yıllardır, kamuda siyasi erkle, özelde işverenle iyi diyalog safsatasıyla ne suya ne sabuna politikasıyla koptuğumuz tabanımızı, zaman zaman kendimizi ispat için aldığımız kararlarda boş meydanlarda Bir Köroğlu Bir Ayvaz kalınca daha bir arar olduk ama, iş işten geçmiş. Geriye bundan öteye yol nasıl bulunur o kalmış. Bence onun da tek yolu üç dönemden fazla görev yapan tüm profesyonel kadroların özeleştiri verip, görev şeklini ve süresini belirleyip, sendikaları işçilerin denetimine açan bir tüzük ve yapılanmayı tamamlayıp görevi derhal bırakmamızdır. Bu, yıllardır her şeyimizi borçlu olduğumuz işçilere yapılacak en iyi şey olacaktır. Bu yaklaşımımı mevcut sendikalardan hala bir beklentisi olan iyi niyetli arkadaşlar duygusal bulacaktır ama inanın yıllardır en inandığım tezim buydu ve zaman beni haklı çıkardı. Peki ya sonra?
ler. Toplam sayısı 236’lara ulaşan bu bölgelerden 25’inde patronlar kendi adaylarını oylamış ve seçim yoluyla bir grup işveren yönetime gelmişti. Peki yasalarla yönetme hakkı tanınmamış patronlara bir yönetmelikle yönetme hakkı verilirken, yasalarla tanımı yapılmış yönetim organları neden feshediliyor? Bunun tek bir açıklaması var: patronlar ve onların sözünden çıkmayan yasa koyucular daha fazla kuralsızlaştırmayı daha rahat ve kendi elleriyle patronlar yapsın istiyorlar. Üstelik bırakın aynı bölgede yaşayan, fabrikasında, atölyesinde çalışan işçinin aday gösterilip seçilebilirliğini; kendi aralarındaki demokrasiye dahi tahammülleri kalmamış. Bu kuralsızlaştırmayla kendi aralarındaki çelişki de
7
Adana Hacı Ömer Sabancı Organize Sanayi Bölgesi
büyüyor ve kendi kuralları içinde çürüyorlar. Organize sanayi bölgeleri patronlarının büyük bir bölümü bu uygulamanın hayata geçmesine karşı. Pasta büyüdükçe, yani 2/3 doluluğa ulaşıldıkça en büyük dilimi ben yiyeceğim yarışı da büyüyor. TOBB’un atama yapmasına karşı çıkıyor, seçim olsun diyorlar (patronlar arasında seçim). OSB’lerin patronlar tarafından yönetilmesi yönetmeliğine onlardan önce biz karşı çıkmalıyız. Bizlerin yaşadığı, çalıştığı bölgeleri bir avuç patron değil çoğunluk olan işçiler yönetmeli. Patronların her kazanımı işçiler için yıkım demektir. 236 organize sanayi bölgesinde çalışan binlerce işçi, bir avuç patrona kollarını bile kıpırdatmadan daha fazla zenginleşemeyeceklerini ve yönetemeyeceklerini gücüyle gösterebilir. Bu güç de ancak örgütlü mücadeleyle kazanılabilir. Bu güce erişmek için patronlardan ve devletten bağımsız işçi örgütlerinde birleşelim.
Sorun yalnız mevcut sendikaların korkunun ecele faydası olmadığını özeleştiri vermesiyle giderilecek görmek ve hemen çözümün sağcı, mi? Hayır. solcu, Kürt, Türk, tüm işçilerin işyeri, il, ilçe ve tüm ülke düzeyinde birliğinde olduğunu anlamalıİşçiler yız. Sendikal ve siyasal örgütlülüPeki işçilerin durumu nedir? Tek ğünü bu temelde örmeli, tabandan sorun sendikalarda mı? Hayır. İşçi gelen bu dalgalanmayı bizler mevpopülizmi yapmaya hiç gerek yok. cut sendikaların ekonomik ve fiziki Zaten sendikaların 26 yıldır içinde güçleriyle birleştirmeli ve tarihi bulunduğu durumun bir müsebbibi misyonumuzu tamamlamalıyız. de işçilerdir. Cebinden aidat verip Peki buna ne lazım? Yeni bir yarattıkları işçi kurullarını denetleme, sahip çıkma yerine kapi- anlayış, yeni bir ruh ve kaybetmetalist sistemin varyasyonlarıyla, yi göze alan 40 proferyonel şube ona uzak duran işimi kaybederim başkanı ve genel merkez yöneticisi gerekçesiyle kendine rağmen poli- yeter de artar bile. Sorunlar belli, tikalara, kazanılmış hakların kay- ihtiyaçlar belli. Çözüm yolu bulabına seyirci kalan işçiler de en az mıyorsak, bilinmeli ki, bizden önce bizler kadar sorumludur bu durum- işçi hakları uğruna can verenlere dan. Tabi, bizim görevimiz yal- borcumuz biraz daha artmaktadır. nızca durum tespiti yapmak değil. Benden söylemesi! Çözümü de üretmek, öneri haline Yazı yazmaksa, her sayıda yazagetirmek ve savunmasını yapmak cak çok şey var. Ama bizim göreda bizlere düşüyor. vimiz çok şeyimizi borçlu olduğuBunun bir yolu, bence tek yolu, muz emeğe katkı sunmak. Dostça işçilerin kimlik sorunlarını çözüp ve hoşça kalın.
sendikalarımız
8
İşçi Kardeşliği
TÜPRAŞ’tan 828 işçi çıkarıldı
Eskişehir P Fabrikası’n mağduriye
Petrol-İş ne yapıyor? T
ÜPRAŞ’ta “yeniden yapılanma” çerçevesinde 623 işçi kendi rızasıyla işten ayrıldı, 205 kişi de kapı önüne kondu. Bu işçilerden sadece 328’i emekliliğe hak kazanmıştı, kalanlar 4-C cenderesine mahkum edildi. İlk elde 143 kişi 4-C’ye başvurdu.
sadece mahkeme süreç-
bunlar da çiğneniısaca hatırlatalım: yor ve Şişecam’ın 15 fabPetrol-İş rikasından biri olan susuyor. Eskişehir Paşabahçe P e t r o l Fabrikası 1999 yılında işçilerinin üretime başladı. Diğer mücadele- 13 fabrikada TİS yetkisi sini örgütle- Kristal-İş Sendikası’nda mek öncelik- olmasına rağmen Eskişehir le sendikaları- Fabrikası’nda Çimse-İş nın görevidir, Sendikası yetkili oldu. 8Petrol-İş yöne- 9 Eylül 2003 tarihlerinde timini mücade- kadrolu işçilerin tamamı leye çağırıyoruz. Siz de görüyorsunuz ki sınıf İsmail Ayer, mücadelesini yükseltmediğimiz sürece patronların saldı- Kristal-İş rıları bitmiyor ve sendikamı- Eskişehir Şube zın üzerindeki baskı artıyor.
K
Petrol-İş bu durum karşısında ne yapıyor? Sendika bülteninde durumun haberini verdikten sonra 4-C koşullarında çalışmanın ne kadar ağır olduğunu anlatıyor. Sendikalarımız bizim mücadele araçlarımız. TÜPRAŞ’ın özelleştirilmesi operasyonunun bir bölümü de Petrol-İş yönetimi üzerinde baskı kurulmasıydı. Bu sonuç verdi, petrol işçilerine üretimden gelen güçleri ciddi biçimde kullandırtılmadan,
Eskişehir Paşabahçe’de Türk-İş’e bağlı Krista davası yaklaşık 3,5 yıldır devam ediyor. Bu süre boyunca asgari ücret alıyorlar. Uluslarar sayısında bu sürecin nasıl başl
leriyle ihale tamamlandı. Bitmek bilmeyen mahkemeler hâlâ da devam ediyor. Ancak Petrol-İş yönetimi Koç Grubu’ndan en azından iş güvencesine dair bir takım güvenceler almıştı. Şimdi
Başkanı
Sayın başkan, Paşabahçe’de işçilerin mağduriyetine son verecek çözüm önerilerini işçilere ve taraflara sundunuz. Bu konudaki tepkiler ve gelişmeleri aktarır mısınız?
Fındık Oyunu ve Fiskobirlik Seçimleri Çözüm köylülerin ve işçilerin ortak mücadelesinde!
F
iskobirlik seçimlerinde, patron partilerinin sağcısı solcusu, iktidarı muhalefeti devreye girdi. İttifaklar kuruldu bozuldu, derken yeni yönetim seçildi ve barış çağrıları altında hükümetin belirlediği 4 YTL fiyata karşı 5 YTL fiyatla alım yapma kararı alındı. Yeni yönetimin ilk icraatı depoların satılması olacak.
fiye edilerek küçültülüyor. 422 delegeyle yapılan kongreyi küçük üreticiler izleyemedi bile. Hükümetin oluşturduğu fiyatın 1 YTL Patronlar dururken yatı- farkla aşılması köylülüğün rım yapmaya kalktığı için imhasının sağlanmasıyla, cezalandırılan Fiskobirlik, tüccarların zenginleşmesiyborçlarıyla sıkıştırılıp tas-
Çimse-İş Sendikası’ndan istifa ederek Kristal-İş’e üye oldular (407 işçi). Ayrıca 300 taşeron işçisi de bu süreçte Kristal-İş’e üye oldu. Bunun üzerine işveren 300 taşeron işçisini “taşeron şirketiyle sözleşmenin bittiği” gerekçesiyle işten çıkardı. Buna tepki gösteren diğer işçiler fabrikada beklemeye başladılar. Fabrika içinde ve
le sürecek. Çözüm işçilerle yoksul köylülerin ortak bir hükümet kurarak iktidarı alması ve IMF programını reddederek yeni kamu yatırımları yapmasıdır. Bu ülkeyi babalarının çiftliği, bizleri de köle sananlara cevap örgütlü ve iktidarı hedefleyen bir mücadeleyle verilebilir ancak. Ülkeyi ve bizleri bölerek yapılan bu yağma oyununu bozmaktan başka seçeneğimiz var gibi görünmüyor.
Bizim mahkeme sürecimizi yakından biliyorsunuz. Bu mahkemenin ne zaman ve nasıl sonuçlanacağı belli değil. Mahkeme süreci uzadıkça işçilerimizin mağduriyeti de büyüyor. İşçilerimiz 3,5 yıldır asgari ücret alıyor. Çimse-İş Sendikası da bu mağduriyeti gidermek için hiçbir girişimde bulunmuyor. Çimse-İş ve işverenin çözüme ilişkin önerilerinin hiçbir somutluğu yok. Bu durum özellikle de işverenin işine yarıyor. Biz diyoruz ki; mahkeme kararının sonuçlanmasını beklemeye gerek yok, bütün işçilere 1 Nisan 2004 tarihinden beri gerçekleşen enflasyon oranında zam yapılabilir. Bu süreçte oluşan farklar da işçilere ödenebilir. Mahkemenin
uzamasını gerekçe göstererek işçileri açlığa mahkum etmek, hatta bunun sorumlusu olarak da Kristal-İş Sendikası’nı göstermeye çalışmak, Çimse-İş’in ve işverenin daha çok işine geliyor. Yine işyerine sandık konularak işçilerin hür iradeleriyle sendikasını belirlemesi son derece demokratik bir tutumdur. Biz, işçiler hangi yönde irade gösterirse ona uymaya hazırız. Bu önerimizi daha önce de yineledik ama Çimse-İş demek ki işçinin iradesine güvenmiyor. Çimse-İş işverenle el ele yürümeyi seçiyor. Zaten işçilerin alacağı avansın bir ay önceden ödenmesini de sendikanın bir başarısı gibi gösteriyorlar. Bunlar işçinin gerçek sorununu çözmez. Biz kalıcı çözüme ilişkin son derece somut öneriler yapıyoruz. Burada asıl üzerine düşeni yapmayan ise işçiler. Paşabahçe işçisi artık irade koyup bu süreci sonlandırmalıdır.
sendikalarımız
Sayı: 21 Ekim 2006
Paşabahçe nda işçilerin eti sürüyor
İş Güvencesiz ve İşsiz Eğitim Emekçileri Örgütleniyor
İş Güvencesiz ve İşsiz Eğitim Emekçileri Girişimi’nden Ergin Eren ile eğitimde al-İş ve Çimse-İş sendikaları arasındaki yetki kuralsız çalışmanın getirilmesine ve u süre içinde TİS yapılamadığı için içiler bu örgütsüzleştirmeye karşı mücadele rası İşçi Kardeşliği okuyucularına Ocak 2006 üzerine konuştuk. ladığını ayrıntısıyla aktarmıştık. önünde bekleme devam ederken işveren, aralıklarla aralarında Şube Başkanı ve yöneticilerinin de bulunduğu 65 işçiyi daha İş Yasası’nın 25/2 maddesini gerekçe göstererek tazminatsız işten çıkardı. Tüm bu işten çıkarmalarla ilgili işe iade davası açıldı. İşten çıkarılanların yerine alınan yaklaşık 500 işçi ise Çimse-İş üyesi oldu ve fabrikada 3,5 yıldır devam eden yetki karmaşası da başlamış oldu. Bu dava hâlâ sürüyor ve daha ne kadar devam edeceği de belli değil. Son olarak Kristal-İş Sendikası
İşçi Kardeşliği: Dernek girişiminizin amacı hakkında “Paşabahçe Eskişehir’de bilgi verir misiniz? Mağduriyet Bitsin!” başlıErgin EREN: İlk olarak derneğimiz “Mağdur ğı altında “Üç Acil Çözüm Öğretmenler ve Eğitim Emekçileri Derneği” olarak Önerisi” sundu. Bunlar: isimlendiriyor. Sonrasında bir grup arkadaşla problem 1. Bütün işçilerin ücretle- yaşanıyor ve farklı bir isim altında tüm atanamayan rine hemen zam yapıl- ve güvenliksiz çalışan eğitimcileri bir araya getirmesın! yi hedefleyen yeni bir girişim olarak devam ediyor. 2. Kararı işçi versin, işçi Kendisini öğretmenlerle sınırlandırmıyor. Güvenliksiz istediği sendikayı seç- çalışan tüm kamu çalışanlarıyla ilişki kurma çabasındasin! yız. Diğer kamu çalışanlarının bizimle iletişim kurması 3. İşveren işyerinde taraflı için Eğitim Sen ve diğer eğitim sendikalarıyla ilişki davranmaya son versin! içinde olacağız. Ayrıca başka alanlarda emekçilerle Bu gelişme üzerine biz bağ kurmak için özel önem göstereceğiz. Onlarla ortak de Çimse-İş ve Kristal-İş örgütlenme var. Mümkün olduğu kadar hizmet sektörüyetkilileriyle görüşerek bu nün tüm bileşenleriyle birlikte örgütlenmek istiyoruz. mağduriyetin nasıl bitiri- Ancak birinci hedefimiz eğitim emekçileri olacak. leceği konusunda yorumİşçi Kardeşliği: Bize bu dernek girişiminden bahsedelarını aldık. bilir misiniz? Ergin EREN: Almanca ve Fransızca bölümünden arkadaşların internet ortamında görüşüp bir araya gelmesiyle Eylül 2005’te ilk çalışmalar başladı. Başlangıçta sözleşmelileri daha sonra tüm atanamayanları kapsıyor. Ankara’da Ocak ve Mart aylarında iki eylem yapıldı.
Nafiz Turan, Çimse-İş Eskişehir Şube Sekreteri Sayın başkan siz Kristalİş’in son önerilerini nasıl değerlendiriyorsunuz? Bu öneriler Paşabahçe işçisinin mağduriyetini bitirir mi? Kristal-İş Sendikası’nın önerilerini tutarsız buluyoruz. Kristal-İş, işçinin yanında yer aldığını söylüyor ama işçinin mağduriyetinin nedeni de onlar. Mahkemenin vermiş olduğu karara itiraz etmeseler biz TİS yapabileceğiz ve bu mağduriyet de sona erecek. Biliyorsunuz her iki sendika da Türk-İş üyesi, daha önce mahkemenin vereceği karara itiraz edilmeyeceği yönünde bir teamül olmasına karşın buna da itibar edilmedi. Kristal-İş mah-
İşçi Kardeşliği: Girişimi duyurmak için bir planınız var mı? kemeye itiraz ederek süreci geciktiriyor. Yine de bu itirazlara rağmen mahkemenin vereceği kararın değişmeyeceğini biliyoruz. Yapılan, “işyerine sandık koyma” önerisini de doğru bulmuyoruz. İşçi zaten kararını vermiş. Seçimini noter huzurunda yapmış. Neden buna saygı duyulmuyor? Açıkçası Kristal-İş oyalama taktiği güdüyor. İşçilerimizin aldığı 750 YTL avansların iki ay önceden alınmasına bile karşı çıktılar. Oysa biz, işçilerin Eylül ayındaki ihtiyaçlarını düşünerek bu avansları öne aldırdık ve sadece Çimse-İş üyeleri değil bütün işçiler bu avansı önceden aldılar.
Ergin EREN: Birçok ilden ilişkide olduğumuz arkadaşlar var. İstanbul, Ankara, Afyon, Bursa, Samsun, Ordu, Adana, Şırnak, Van, İzmit, İzmir gibi… Türkiye çapında bir örgütlülük düşünüyoruz. Güvenliksizliğin kaldırılması ve bu uygulama kaldırılana kadar kadrolu çalışan öğretmenlerin haklarına sahip olmak için imza kampanyası yapacağız. Geleceğe yönelik örgütlenme perspektifi sunan, mücadele hattını ortaya koyan bir bildirge yayınlayacağız. Şuandaki amacımız bağımsız bir örgütlenme yaratmak. Oluşumun şuanki ismi “İş Güvencesiz ve İşsiz Eğitim Emekçileri Girişimi”ama bu isim net değil, değiştirilebilir. Daha uygun hale getirilebilir. Tüzel kişiliği kazanınca ismi değişebilir.
örgütlü-örgütsüz işçiler el ele Sendikalar 4-C’li işçilerle dayanışmaya, üye yapmaya!
9 İşçiler ve işçi örgütleri Engin Bodur
Sendikal kriz ve çıkış için ilk adım!
P
atronların vahşileştiği günümüzde onlarla ortak çıkarlardan söz eden her işçi, sendikacı işçi sınıfına ihanetin ve güvensizliğin batağındadır. Koltuğunu korumak için sınıf düşmanıyla ilişkilerini iyi tutmaya çalıştığını söylemek insafsızlık değil, kendi acı gerçeğimizle yüzleşmek olabilir. İş Yasası ve sosyal güvenlik yasaları çıkartılırken yapılan işbirliğini, Ekonomik Sosyal Konsey’i savunanların düştüğü ihanet çizgisinden kurtulmak için, çıkarılan yasalardan sorumlu olmadıklarını ve karşı olduklarını açıklama telaşlarını hatırlamak bile yeterlidir. Biz işçilere kimse bir tane bile olumlu örnek gösteremez. Ortak çıkar dedikleri hep patronların çıkarıdır. Bize ölümü gösterip sıtmaya razı olmamızı isterler. İETT işçilerinin kazanılmış hakları ancak eylem kararıyla ödenmeye başlandı. Toplu sözleşmeye rağmen Tüpraş’tan işçi atılıyor. Kamu çalışanlarına arabulucunun önerdiği zam bile verilmiyor. Bunlar neden oluyor? Patronlar dünyada ve ülkemizde ortak çıkarları için örgütlü bir sınıf mücadelesi yürütüyor. Hangi milletten, dinden olursa olsunlar aynı kararları uyguluyorlar. Buna karşılık bizim sendikalarımız düşmanla değil birbirleriyle rekabet ediyor. Çözüm ortak mücadelede ve sendika bütçelerinin yüzde 80’inin örgütlenmeye ayrılarak sendikaları güçlendirmekte. Bunu yapmayan hiçbir sendika, konfederasyon mücadeleci olamaz. Ordulu fındık üreticilerinden ders alalım. Nasıl kovaladılar kendilerini temsil etmeyen AKP Ordu milletvekili Eyüp Fatsa’yı. İhanetin bedeli teşhir ve kovulmak olmalı. Kazanım ancak güçlü, kararlı ve birleşik işçi örgütlerinin ortak mücadelesiyle olur. Önce aidatlarımızı yağmadan kurtaralım sonra ülkemizin yağmasını durdurabiliriz.
toplum
10
2006 - 2007 Eğitim Dönemi Başladı
İşçi Kardeşliği
Vakıf Üniversiteleri Baraja Takıldı
Selçuk Haver, öğretmen, Eğitim-Sen üyesi
O
n dört milyon öğrenci ve 600 bin öğretmen okullu olacak. Televizyon pazartesi günü trafiğinden söz ediyor. Zordur İstanbul’da pazartesi trafiğe çıkmak. Ama daha zor değil yurdumuzun geri kalmış bölgelerinde öğrenci ve öğretmen olmaktan; 60, 70 hatta 80 kişilik sınıflarda dörderli oturmaktan; bütün sene o sınıflara eğitim vermekten. Devletin ödenek vermemesinden dolayı, haraç alır gibi öğrencilerden utana sıkıla para isteyen öğretmenin durumundan; öğretmeni para isterken ailesinin koşullarından dolayı utana sıkıla “öğretmenim bu ay başında babam ödeyecek” diyen çocuğun durumundan. Öğretmen iyi ders anlatmak için teknolojiden faydalanmak ister ama bunun için yine öğrenciye dönmek zorundadır. Bırakın teknolojiyi perde, pano almak gerekir sınıfa onu bile çocuktan para toplayarak yapacaktır. “Ne yapalım
İyi ve Kötü
devlet ödemiyor. Biz de kendimiz için istemiyoruz ya yine çocuklar için istiyoruz. Bu kadarını da versinler” diyen öğretmenin çok değil birkaç sene sonra kendi maaşı için o parayı toplamak zorunda kalacağını bilememesinden. Yarın çok erken saatlerde yola çıkacağım. Zor gelecek. Yollar kalabalık. Otobüste sıkış tıkış gideceğim. Evet zor. Ama bu zorlukların hiçbiri “çocuklar perde ve pano alacağız şu kadar para getirin” demekten zor gelmeyecek.
30 Ağustos Kutlama törenlerinde Vatan Caddesinde 4 genç Recai Karakaş “İsrail Askeri Olmak İstemiyoruz” pankartı açtıkları için linç edilmek isteniyor. Asayişi sağlamakla 12 Eylül ve görevli Emniyet Müdürü iyi olmuş Linç Kültürü dercesine beyanat veriyor.
G
ün geçmiyor ki 12 Eylül darbesinin ürünü karşı fikirlere tahammülsüzlük sayesinde, sorgulamayan, okumayan, üretmeyen, ithal mallara dayalı tüketim yapan homojen bir toplum yaratan iktidarlar sayesinde, demokrasinin zenginliği olan farklılıklar linç girişimleri ile bastırılmasın. Günümüzde az da kalsa demokrasinin gereğini yerine getirenler, makyavel güçlerce, günün modası şekliyle PKK yakıştırması ile susturuluyor. Bu gidişat insanı boğmakla kalmıyor, demokratikleşmeyi, yasal yollardan hakkını arayanların, hukuk devleti sınırları içinde mücadele edenlerin, sendikalaşmaya çalışanların, gösteri ve yürüyüş yapanların üzerinde her an bir saldırı ya da linç girişimi ile karşı karşıya kalma korkusu yaratıyor. Son günlerde yaşananlara bir göz atalım.
B
arajı aşamayan öğrencilerin ÖSS sınavı sonuçlarından bu yıl sadece aileleri değil, vakıf üniversiteleri de rahatsız oldu. Tabii vakıf üniversiteleri yönetim kurulları, büyük sıkıntılar içinde zar zor liseyi bitirip üniversite sınavında da “başarılı” olamayan öğrenciler için üzülmediler. Onlar daha fazla, YÖK’ün belirlediği asgari puanın altında kalıp üniversiteye kaydolamayacak patron çocuklarının durumuna üzüldüler. Bunu da açık açık ifade ettiler. Hem “solcu-demokrat” Bilgi Üniversitesi çevresi 2006-07 eğitim hem de “liberal-sağcı” Dalan’ın yılı açıldı. Öğrenciler, öğretmeni- Yeditepe Üniversitesi aynı amaç niz, müdürünüz sizden para ister- için bir araya geldi ve YÖK’ten ken sıkılmama alıştırması yaptınız mı? Veliler, siz 9 ay boyunca okulunuzun isteyecekleri için para biriktirdiniz mi? Ve siz meslektaşlarım, bunları söyleyeyecek cesareti topladınız mı? Haklarımız bir bir elden giderken “Buna da şükür” demeyi mi seçeceksiniz yoksa veli- taban puanın düşürülmesini talep lerimizle bir olup bu gidişe son etti. Aslında bunu ifade ederek kendi iddiaları olan “Biz eğitim vermeyi mi? da, kamera görüntüleri var. Polis rapora başını mihraba vurarak öldü yazıyor, diğer taraftan Başbakan hala olayı saptırarak, basına iki fakülte bitirmiş hocaya başsağlığı dilemiyorlar diyerek sitem ediyor. İki fakülte bitirmiş ama müritlerini iyi bir insan yapamamış, eğer Sakarya Akyazı’da Diyarbakırlı müritlerini iyi yetiştirebilseydi dört fındık işçisi kahvede birileri cemaat katili linç etmez, adalete ile dalaşıyorlar. Kavganın taraflateslim ederdi ama orada TC kanunrından biri kolayını bulmuş, karları geçerli değil, şeyh, şıh kanunşıdakiler de hazır Diyarbakırlı. ları geçerli. Basıyor narayı, vurun kahpeye misali, bunlar PKK’lı. Birkaç dakiBaşbakan yaşanan bu linç kada 1000-1500 kişi toplanıyor, girişimlerinden dolayı hiç kimse olay birden vatan savunmasına gözaltına alındı mı diye Allah aşkıdönüşüyor! Polislerin saatler süren na dönüp sordu mu? İnsan haklaçabalar sonucu çocukların fındık rı bildirgesini 1948’de imzalamış işçisi olduğu ispatlanıyor ve kala- bir toplumda, hakkını arayacaksın, balık dağılıyor. ya komünist ya da PKK’lı diye cezaevine atılacaksın. Ülkenin İzmir’de 3 üniversite öğrencisi Başbakan’ı bu yaşananlardan “Lübnan’a askere hayır!” sloganı hesap sormayacak, taa ki Söğüt atıyor. Sen misin atan anında yuh Ertuğrul Gazi şenliklerinde çıkan sesleri ve PKK yakıştırması geliarbedede koruma yeğenin burnuyor, çocuklar anneleri ile birlikte na 14 dikiş atılıncaya kadar. O göz altına alınıyor. hışımla hiç kimse göz altına alındı İsmailağa Caminde bir mürit mı diye soracaksın? Hayır cevahoca efendiyi bıçaklayarak öldü- bı alınca aile işlerinden sorumlu, rüyor. Cemaat katili linç ederek pardon İçişleri Bakanı’nı arayıp kısasa kısas yapıyor. Her şey orta- önce Emniyet Müdürü’nü merke-
gönüllüsüyüz, kâr için değil vakıf için bunu yapıyoruz.” sözünü de yutmuş oldular! Baştan yarışma ve rekabet ruhuna hitap eden bu ÖSS sınavı kaldırılmalı ve insanların geleceklerini yaratabilmeleri için üniversiteye gitmelerini gerektirmeyen, toplumsal yaşama çok çeşitli biçimlerde katkıda bulunabilme imkanı sunan bir eğitim sistemi yaratılmalıdır. Tabii, dar ufuklu vakıf üniversiteleri ve bu AKP hükümetinin kurmak istediği doğrudan kâr amaçlı özel üniversitelerin böylesi bir eğitim sistemini ayağa kaldıran milli programlarının olması beklenemez bile. Eğitim patronları için en kârlı zaman sosyal devletin yıkıldığı, devletin sunduğu eğitimin kalitesizleştiği andır. Halbuki milli eğitimin zayıflaması dolayısıyla özel sektörün sunduğu eğitimin kalitesini de aşındıracaktır. Gözünü kâr hırsı bürümüş olanlar dışında herkes artık bu gerçekleri görmektedir.
ze aldırıp, diğer polisler hakkında soruşturma başlatacaksın. Sayın Başbakan siz AK partinin Başbakan’ı değilsiniz. Mehter marşı ile geldiniz, İzmir Marşı ile gideceksiniz. Ama siz bunun idrakine hala varamamışınız. Hiç adama sormazlar mı? Yeğeninize gösterdiğiniz ilginin milyarda birini vatandaşlarınıza niye göstermiyorsunuz? Bu yaşananlarda sizin payınız yok mu? Demokratik toplumda demokrasiyi hedefe ulaşılacak araç olarak görüp içine sindiremeyen Başbakan görüntüsü verirseniz; hakkını arayan ya da icraatlarınızı eleştirenlere “gözünüzü kara toprak doyursun, senin oğlun da işsiz kalsın, ne diyorsun ulan artist, al ananı da git” derseniz, daha sonra adamın yedi ceddini araştırıp, zeytinyağı gibi üste çıkmak için adamı yasadışı örgüt üyesi gösterirseniz, iftiracı, linç kültürlü toplum yaratırsınız. Atalarımız ne demiş: “Boğaz dokuz büklümdür, dokuz kere düşün, bir kere konuş.” Hoşçakalın...
uluslararası
Sayı: 21 Ekim 2006
11
Cezayir: Petrol ve Doğalgaz Özelleştirilemedi 20 Mart 2005’te Cezayir’in Ulusal Halk Meclisi’nde Enerji ve Madenler Bakanı Dr. Chakib Khelil’in önerisiyle hidrokarbonları (petrol ve doğalgazı) ilgilendiren 05-07 numaralı yasa büyük bir çoğunlukla kabul edildi.
L
e Soir d’Algerie gazetesinin 16 Haziran’da yayımladığı habere göre 2005 Şubat’ında Cumhurbaşkanı, muhabirlere “Seçme şansım yoktu, bu yasayı bana zorla kabul ettirdiler.” demişti. Yine aynı habere göre “bu yasa uygulansaydı Cezayir 10-15 yıl içinde yağmalanır ve Sahra’da Amerikan birliklerinin korumasında bir ‘Otonom Berberi Cumhuriyeti’ kurulurdu.” Sadece Cezayir İşçi Partisi’nin meclisteki grubu karşı oy kullandı. 2005 Mart’ında kabul edilen hidrokarbonlar yasası, enerji kaynaklarının, gaz ve akaryakıtın kullanım haklarını Cezayir devletinden çokuluslu şirketlere sınırsız imtiyazlar çerçevesinde aktarmaktaydı. Bu yasa Cezayir devleti ile Sonatrach (ulusal petrol kurumu) arasındaki bağlantıların kopmasına sebep oldu. Sonuç olarak bu ulusal kurum, çokuluslularla rekabet eden alelade şirketlerden birine dönüşecekti.
Kararnameler çıkarılmadı Yasa kabul edildikten sonra hükümet APN’ye (Ulusal Halk Partisi), yasanın uygulanması için gerekli olan kanun hükmünde kararnameleri sunmadı. Bu sırada Cumhurbaşkanı’nın bir referandum kararı vermesi için büyük bir kampanya yürütüldü. Kampanyanın talebi 20 Mart 2005’te kabul edilen yasanın ve su kaynaklarının özelleştirilmesine olanak veren diğer yasaların yürürlükten kaldırılmasıydı. Öte yandan Eylül 2005’te IMF’nin bir raporunda maaşların dondurulmasını, işgücü piyasasının esnekleştirilmesini, finans ve sigorta sisteminin özelleştirilmesini ve bir varil petrol fiyatının 19 doların üstünde kalan kısmının dış borç ödemesine ayrılmasını önerdi.
Yasa düzeltiliyor 9 Haziran Pazar günü Bouteflika önderliğindeki Bakanlar Kurulu, yasanın düzeltilmesi yönünde karara vardı.
Gerçekleşecek düzeltmeler arasında Sonatrach’ın ulusal bir kurum olarak tekrar düzenlenmesi ve anayasanın doğal kaynakların, özellikle de hidrokarbonların ulusal mülkiyeti yönündeki 17. maddesinin tekrar düzenlenmesi de vardı. Çokuluslu şirketlerin sözcüsü Khelil’in buna tepkisi gecikmedi. Le Soir d’Algerie 15 Temmuz’da şu ifadeye yer verdi: Yabancı yatırımcılar elde ettikleri yüksek kâr marjlarını kaybettikleri için hidrokarbon yasasındaki bu değişiklikleri onaylamıyorlar. Khelil’e göre yabancı katılımcıların projeye katılımının kısıtlanması onların pek hoşuna gitmeyecek: Cezayir devletine daha fazla vergi ve pay ödeyecekler.
Yine aynı gazeteye göre çokuluslu şirketlerin petrol için ödemesi gereken vergi yüzde 62 olacaktı. 16 Temmuz’da ise Le Soir d’Algerie’de şunlar yer aldı: Yapılan düzeltmeler şu anki yabancı ortakları memnun etmeyecektir. Çokulusluların sözcüsü olarak hareket
Avrupa Birliği son darbeyi Letonya şeker sanayine indirdi Bu eski Sovyetler Birliği ülkesine AB, Avrupa’nın diğer ülkelerine uyguladığı gibi, büyük sanayi kuruluşlarının ve tarımın tasfiyesine yol açan politikaları dayatıyor.
L
etonya, Baltık ülkelerinin arasında en büyük şeker sanayine sahip. Jelgavas ve Liepajas isimli şeker üretimi yapan iki büyük fabrikası var ve 47 bini iç tüketim olmak üzere yıllık 66 bin 505 ton şeker pancarı üretiyor. Ama bugün diğer AB üye ülkeleri gibi o da AB’nin tarım politikalarından nasibini alıyor. AB’nin tarım reformu, AB içindeki toplam şeker üretimini sınırlıyor ve ülkeler arasında bölüştürüyor. Letonya’ya ise üretimini 4 bin ila 7 bin ton arasında sınırlamasını dayatıyor. Tarım bakanının açıklamasına göre, fabrika üretimi tamamen durdurursa ton başına 2006, 2007 ve 2008 yılarında 730 avro, 2008-2009 arası 625 avro, gelecek üretim yıllarında ise 525 avro alacak. Jelgavas Cukurfabrika’nın hissedarları, üretimi durdurmazsak zarar edeceğiz diyerek fabrikayı kapatma kararı alıyorlar. Diğer fabrikanın geleceği belirsizliğini koruyor. Aşağıda yerel basından
bir muhabirin, bize göndermiş olduğu metni yayınlıyoruz. Vadim Falkov, Vesti editörü
Y
üksek makamlardaki devlet görevlilerine minnettarız. Onların sayesinde şeker sanayimiz haritadan silinip gitti. İki gün önce de büyük miktarda parlak kırmızı ambalajlarında Polonya Royal şekeri, Letonya şekerinden yüzde 22 daha pahalı olarak süpermarket raflarımızı süslemeye başladı. Artık daha ucuza şeker bulamıyoruz. Önce, pancar kotaları ve tatlıcılar için ayrılmış şeker rezervleri hakkında karalama kampanyaları başlatıldı ve skandallar üretildi. Ardından Avrupa yasalarının dayatmasıyla, elimizde kalmış son iki şeker rafinerisinin daha kapısına kilit vuruldu. Oysa AB’nin çevreyle ilgili şartlara uygunluk mevzuatları gereği iki fabri-
ka, arıtma sistemlerini değiştirmeyi kabul etmişti. Başbakan, köylülerin üretmeyi bildikleri ürünleri üretmeleri gerektiğini salık vermesi için basına baskı yaptı. Başbakana göre pancar tarımı, köylülerin uzun süre deneyim kazanması gereken bir alandı. Geçen Mart ayında Elgava fabrikası, fabrikanın kolza tohumu yağından* üretilecek biyo-yakıt üretimi için yeniden dönüştürüleceğini açıklamıştı. Ama 27 Mart’ta fabrika yönetimi, eski ürünün üretimine aynen devam edeceklerini açıkladı ve köylülere de bu tohumları ekmeleri söylendi. Şeker üreticileri, 66 bin ton şeker üretim izni almak için yaklaşık 6 milyon lat (1 lat = 1,4 avro) ödemek zorundalar. Devlet alım fiyatı ise 89 lat. Oysa Londra borsasında bir ton şeker 270 lattan alıcı buluyor. Aynı zamanda fabrikanın geçen yılki gibi “teknik nedenlerden” dolayı
eden Khelil, bu düzenlemelerin uygulanmasını engelleyemeyerek büyük bir risk altına girdi. Düzenlemeler uygulanır uygulanmaz işletmeciler petrol varil fiyatı 30 doları aştığında petrol sondajından elde ettikleri yüksek kârdan vergi vermek zorunda kalacaklar.
İşçi Partisi sözcüsü Louisa Hanoune 13 Haziran 2006’da Liberté’ye şu açıklamayı yaptı: Bu basit bir düzenlemeden çok öte. Güçlü bir ekonomiye sahip olmamızı ve bunu gelecek nesillere de taşımamızı sağlayacak doğal kaynaklarımızın yeniden millileştirilmesi yönünde yapılan bu düzenlemeden memnunuz. Ama kişisel olarak ben burada doğru yöndeki yasa değişikliği için ordudan yardım beklememiz yüzünden biraz pişmanlık duyuyorum. APN’deki müzakereler, bir dinamik yaratabilecek ve bu adımı ulusal egemenliğimizi güçlendirip ileri taşıyabilecek yetenekteydi.
Ayrıca Hanoune özelleştirme sürecine karşı olan tepkilerini de dile getirdi ve kendisine göre buna bir son verilmesi ve hatta bir adım da ileri gidilmesi gerektiğini belirtip şöyle dedi: “Gelecek Anayasa’da Sonatrach’ın özelleştirilememesini güvence altına almalıyız.” kapanması ve köylülerin ürünlerinin ellerinde kalması durumunda, köylülerle zararlarını giderecek bir antlaşma yapılmıştı. Buna göre, bu iki fabrika kapandığında köylüler, elde kalan ürünlerine karşılık 34 milyon lat alacaklardı. Oysa bu miktarın ancak yüzde 10’unu alabilecekler. Bu sırada, her biri bir öncekinden de beter olan AB yaptırımları, yağmur gibi yağmaya başladı. Tarım Bakanı Martinych Roze bile Avrupa’nın bu son icadını ahmakça bulduğunu söyledi. Bu son mevzuata göre, üretimin durma olasılığına karşılık, şeker üreticisine devletin kendisine teklif ettiği tazminat miktarının yüzde 120’sine eşit miktar parayı, teminat olarak vermesi şart koşuluyor. Yani üreticiler 36 milyon lat teminat ödemek zorunda olacaklar. Ancak, tasfiye sürecinde olan bir işletme için bu kadar büyük miktarda krediyi sağlayacak hiçbir banka yok. İflasla korkutulan çiftçiler, bir kontrat imzaladılar ve ödemek için var güçleriyle çalıştılar. Sonuç olarak AB fiyat ve kota yolu ile şeker sanayisini ve ekonominin diğer kollarını yok etti. * K o l z a t o h u m u n d a n ü r e t i l i r. Aydınlatma ve yağlama için de kullanılabilen, yenilebilir bir yağ çeşididir ..çn
12
uluslararası
Lübnan “Barış” Gücü Palazlandırılıyor
Yaklaşık 1.300 Lübnanlı ve 150 İsrailli’nin öldüğü, bir milyon Lübnanlı’nın evinden olduğu ve 300 bin İsrailli’nin de geçici olarak evini terk etmek zorunda bırakıldığı vahşi savaşın ardından halen bir barış antlaşması imzalanmış değil. Bu durumda gücü arttırılacak olan UNIFIL’in (BM Lübnan Geçici Gücü) nasıl bir görev üstleneceği merak konusu.
H
içbir kural tanımadan, yasaklanmış silahlarla saldıran İsrail’e karşı iki bin kişilik bir kuvveti olduğu halde hiçbir şey yapmayan, dört askerinin öldürülmesine bile göz yuman UNIFIL’in 15 bin kişiye çıkartılmasının ne faydası olacak?
Bu koşullarda Lübnan topraklarına, Lübnan ordusunu aşan sayıda yerleşecek olan “Barış” Gücü, doğrudan İsrail’i koruma amacını taşıyor. Öte yandan bu gücün silahsızlandırma vesilesiyle Lübnan’da bir iç savaşı tetikleme tehlikesi de mevcut.
Ayrıca Belçika, Polonya gibi ülkeler de asker gönderiyor. Fransa ve İtalya UNIFIL’in komutasına da aday. Bu operasyona bu kadar hevesli olan İtalyan hükümeti ise yakın zaman önce Prodi’nin önderliğinde kurulan geniş sol koalisyon. Patronların sağı olan Berlusconi ile patronların solu Prodi arasında uluslararası politikada da bir fark olmadığını görüyoruz. Bu işgal; AB’nin Yugoslavya’yı parçalama harekâtı çerçevesinde 6 bin 500 askerle devraldığı Bosna’nın ardından ikinci büyük askeri operasyon. Piyadelerin yanısıra özel kuvvetler ve mekanize birlikler de gönderecek olan AB, artık aktif olarak uluslararası müdahalelere girişiyor.
AB emperyalizmi bu kez “Büyük Müslüman ülkeler 6 Ortadoğu” trenini bin asker gönderiyor yakalamak niyetinde Irak savaşında ABD’nin planlarına dâhil olamadığı için dövünen bir dizi ülke – başta da AB’nin başını çeken Fransa ve Almanya – şimdi Lübnan’a asker göndererek Büyük Ortadoğu Projesi’nde rol oynamak istiyor.
Ne var ki Lübnan’da AB; aslında tamamen ABD güdümünde bir operasyona katılıyor. Üstelik ABD bunu tek bir asker bile göndermeden yapıyor. İlerde de AB; ancak ABD’nin taşeronu olarak operasyonlara katılabilecektir. Çünkü bizzat Avrupalı patronların çıkarı ABD ile işbirliğinden geçiyor.
Hükümet tezkereyi aldı Ülkemizde de “Irak’ı kaçırdık, bari bunu yakalayalım” diyen patronlar hükümeti, Meclis’ten tezkereyi almayı başardı. Üstelik bizzat patronların medyasının (Hürriyet, CNN Türk, NTVMSNBC) araştırmalarına gore yüzde 70’in üzerinde muhalefetin olduğu koşullarda, Meclis’in yüzde 60’dan fazlası “evet” oyu verdi. Bu nasıl bir temsiliyettir? Halkın yüzde 70’i “hayır” derken, kitlesel gösterilerle asker gönderilmesine karşı çıkılırken vekillerimiz nasıl “evet” dediler? Bu vekillerin sorumluluğu sadece kendi parti başkanlarına mı karşı, yoksa halka karşı da yükümlülükleri var mı? Tüm bunlar adaletli bir temsili imkânsız kılan seçim sisteminin sonuçları.
“Barış” Gücü İsrail’i korumaya geliyor 34 gün süren savaşta İsrail, hava saldırılarıyla Lübnan’ı tarumar etse de Hizbullah’ı yok etmek üzere giriştiği kara harekâtında başarı sağlayamadı. Bunun sonucunda bizzat İsrail ordusu içinde de komuta kademesine tepki büyüdü. Yedeklerden oluşan bir tugay, harekâtla ilgili soruşturma açılmasını istedi. Ardından bir albay, yedeklere gerekli tedariğin sağlanmamasını eleştirdi. Bir İsrail gazetesinin yaptığı araştırmaya göre halkın yüzde 63’ü Başbakan Olmert’in, yüzde 74’ü Savunma Bakanı Peretz’in ve yüzde 54’ü Genelkurmay Başkanı Halutz’un görevi bırakmasını istiyor.
İşçi Kardeşliği
AB’nin haricinde Çin, Nepal, Yeni Zelanda, Malezya, Endonezya vb. ülkeler de asker gönderme niyetinde. İslam Konferansı Örgütü 6 bin asker göndereceğini açıkladı. Ancak İsrail, diplomatik ilişkisinin bulunmadığı ülkelerin askerlerine karşı olduğunu açıkladı.
AB toplam dokuz bin asker Bu durumdan en hoşnut olan ise göndereceğini açıkladı. Bunun 3 bini İtalya’dan, 2 binden fazlası tek kurşun atmadan Hizbullah’ın elini Almanya’dan, 2 bini Fransa’dan ve kolunu bağlayacak olan İsrail’le berabin iki yüzü İspanya’dan gelecek. ber ABD ve İngiltere. Irak’ta çok
İşçi Kardeşliği Partisi’nin çizgisi sayıda askeri bulunan bu iki ülke, AB açıktır: Emperyalizme ve onun milve diğer ülkelerin hevesi sayesinde letleri parçalama politikasına karşı Lübnan’a asker göndermeyecekler. işçi sınıfının birliğinde birleşelim ve Durum böyleyken; AB’nin ABD milletin başına geçerek bu oyunu emperyalizmini dengeleyecek bir güç bozalım. oluşturacağı hayaliyle AB’nin des“Büyük Ortadoğu” Planı’na ne teklenmesi gerektiği iddia ediliyor. tek bir kuruş ne tek bir nefer!
uluslararası
Sayı: 21 Ekim 2006
Türk-İş Yönetiminden Lübnan’a Asker Göndermeye Destek
5 Eylül günü Meclis’te Türk askerinin Barış gücüyle birlikte Lübnan’a gitmesi oylanırken, Emek Platformu’nun bileşenleri aynı saatlerde Kızılay’da bir araya gelerek “Lübnan’a asker gitmesin” taleplerini yükselttiler. 1 Mart Tezkeresi’nde yaşananın aksine başkentte yalnız 10 bin kadar kişi toplandı. Ancak bu mitingin çağrıcıları arasında Türkiye’nin en büyük konfederasyonu Türk-İş’in ismi yoku. Çünkü Türk-İş, tezkerenin kabul edilmesinin hemen öncesinde meclis ve hükümeti bu konuda desteklediğini ilan etti.
T
ürk-İş’in basın açıklamasında, yaşanan savaşın kötü olduğu ve bugün artık Türkiye’nin Birleşmiş Milletler ’in 1701 No.’lu kararı uyarınca oluşturulan uluslararası “barış” gücüne katılarak Lübnan halkına yardım edeceği görüşünü ileri sürüyor. Sanki sözde barış gücü gerçekten bölgede barışı sağlamak için gönderiliyormuş gibi. Lübnan’a
gönderilen gücün bugün için Lübnan’ın sorunlarını çözmek şöyle dursun, İsrail’in Lübnan üzerindeki baskısını artırma ve Lübnan’ı Batı sermayesinin hizmetine sokmayı hedefliyor.
yanlısı bir yönetim getirilerek, o ülkeler emperyalizmin hizmetine sokuldu. Bugün Lübnan’a konuşlandırılacak barış gücü de daha önce söylediğimiz gibi “Lübnan’ı parçalama ve İsrail’i koruma gücüdür.” Barış gücü BM’nin bugüne kadar dünbölgede emperyalist müdahaleyanın çeşitli ülkelerinde görevlerin daha rahat gerçekleşmesini lendirdiği bu sözde barış güçlesağlayacaktır. ri aracılığıyla barıştan ziyade, o bölge ülkelerinin başına Batı Böyle bir ortamda Türk-İş
Lübnan: Arka Plan
L
übnan’ın en önemli özelliği kuşkusuz çok renkli etnik yapısı. 4 milyonluk ülkenin yüzde 40’ı Hıristiyan, yüzde 30’u Şii, yüzde 25’i Sünni ve yüzde 5’i Dürzi. Üstelik ülkede 300 bine yaklaşan bir Filistinli mülteci nüfusu da var. Emperyalizm bu karmaşık yapıdan çıkarları doğrultusunda yararlanıyor.
İlk olarak 1920’de Fransa, Lübnan’ı Suriye’den ayırdı. Amacı Ortadoğu’da Hıristiyan çoğunluğa sahip bir ülke oluşturarak bundan yararlanmaktı. Ancak 1943’te bağımsızlığını ilan eden Lübnan, oluşturduğu Misak el Vatan (Vatan Paktı) ile halkları arasında hassas bir denge kurmaya çalıştı. Bu pakta ve onun 1990’da anayasaya geçirilmesi olan Ta’if Antlaşması’na göre Meclis’te kabaca 6 Hıristiyan’a 5 Müslüman şeklinde bir dağılım oluşuyor ve cumhurbaşkanı Hıristiyan, başbakan Sünni, meclis başkanı da Şiilerden seçiliyor. Ayrıca bu hassas dengeleri korumak için 1932’den beri nüfus sayımı dahi
yapılmıyor.
İç Savaş (1976 – 1991) Böylesi bir yapı İsrail’in oldukça işine geldi. 1976’da Filistinli mülteciler ile Hıristiyan nüfus arasındaki gerginlikte Sünni ve Şiiler Filistinlilerin yanında yer alınca İç Savaş patlak verdi. Suriye 40 bin askerle ülkeye girerken, 1978’de de İsrail işgale başladı. Ardından BM’nin müdahalesi ve UNIFIL’in (BM Lübnan Geçici Gücü) kurulmasıyla İsrail bölgeyi terk etti; ancak Hıristiyanların çoğunlukta olduğu bir Güney Lübnan Ordusu oluşturarak idareyi ona teslim etti. 1982’de İç Savaş sürerken İsrail FKÖ’yü (Filistin Kurtuluş Örgütü) “bitirme” bahanesiyle ikinci işgale başladı. Hizbullah da aynı sene İsrail işgaline karşı mücadele etmek üzere kuruldu. Ariel Şaron komutasındaki İsrail ordusunun kontrolü altında Hıristiyan silahlı güçlerinin
13
Konfederasyonu’nun barış gücü gönderilmesi hususunda hükümet ve meclise destek olması anlaşılabilir bir şey değildir. Açıkça bu barış gücüyle İsrail kendisi savaşarak yapamadığını elde etmiş olacak. Lübnan halkını bekleyen büyük tehlike ise, şu an için toplumun her kesiminin desteğini kazanmış olan Hizbullah’ın silahsızlandırılması amacı ve iç savaş tehlikesi. Ancak böyle bir durumda Türk-İş Başkanı hükümet ve meclisin asker göndermesine bile bile destek veriyor. Yani emperyalistlerin ve onun bölgedeki uşaklarının yürüttüğü kirli savaşlara hem Türk askeri hem de Türkiye’nin en büyük işçi konfederasyonu da destek vermiş oluyor. Yazıklar olsun Sayın Kılıç.
Sabra ve Şatila Filistinli mülteci teriler düzenlendi. Burada tarafkamplarına girip katliam yapma- ların bölünmesi yine Hıristiyan sı da aynı sene yaşandı. – Müslüman temelinde gerçekleşti. Sonuçta ABD’nin baskıLübnan halkları, emperyasıyla Suriye çekilirken, seçimlizmin başta İsrail kanalıyla leri Gelecek Hareketi’inin adayı yaptığı müdahalelere karşı karSinyora kazandı. deşliklerini korumak için Ta’if Lübnan; ABD’nin Antlaşması’nda Misak el Vatan’ı yeniden canlandırdılar. Böylece Ortadoğu’yu yeniden parçalama sonlandırılan İç Savaş boyunca operasyonu için çok uygun bir Lübnan’da 100 bin insan öldü, pilot bölge. Irak’ın Kürt, Sünni, 100 bini sakat kaldı ve 300 bin Şii halkları arasında daha sıkı insan göç etmek zorunda bıra- olan bağları parçalayan emperyalizm, aynı şeyi Lübnan’da kıldı. yapmak istedi. İsrail’in saldırısı karşısında Hıristiyan, Sünni, Şii İşgallerin bitişi ve Dürzilerin dörde bölüneceğini tasarladı; ancak Lübnan sağlam İç Savaş’ın ardından Lübnan durdu. Şimdi aynı süreci “Barış” yaralarını sarmaya ve yeniden Gücü ile tetiklemek istiyorlar. inşaya girişti. Ancak İsrail 200Milletleri parçalamak iste0’e, Suriye de 2005’e kadar bölgede askeri varlığını sürdürdü. yen ABD’ye karşı etnik gruplar Hatırlanacağı gibi Suriye’nin temelinde politika yaparak başaçekilmesi Lübnan Başbakanı rılı olamayız. Ancak her dinden, Hariri’nin öldürülmesinin ardın- halktan işçilerin birliğini, işçi dan tırmandırılan gerginlik sınıfı temelinde kurarsak millesonucu olmuş, ABD’nin Suriye tin birliğini savunmada bir şanharekatının bu bahaneyle baş- sımız olacaktır. Emperyalizmin lamasından endişe duyulmuştu. entrikaları karşısında Lübnan Sedir “Devrimi” denen bu süreç- halkı geçmişte yanılmıştır, gene te Hariri’nin partisi Gelecek kandırılabilir. Buna karşı tek güç Hareketi’nin öncülüğünde Suriye Lübnan’ın ve tüm Ortadoğu’nun karşıtı ve Hizbullah öncülüğün- işçi sınıfının birleşik, patronlarde Suriye yanlısı milyonluk gös- dan bağımsız mücadelesi olabilir.
toplum
14
çok çarçur ediliyor. Satıyorlar gayrimenkulleri; ancak bunlar gelire aktarılmamış. Nereye aktarılıyor bunlar?
İETT nereye?
Belediye-İş Sendikası İETT Taşıt Şube Başkanı Saadettin Yıldırım ile İETT ve özelleştirmeleri konuştuk. Son dönem İETT araçlarında aylık akbili 200 geçiş hakkı ile sınırlama, aktarma ve aylık akbillerin özel halk otobüslerinde kullanılması gibi çeşitli politikalar izleniyor. Acaba bunlar özelleştirmenin bir parçası mı, özel sektöre kaynak aktarma araçları mı? İETT’nin özelleştirmesi ile ilgili, İETT Genel Müdürlüğü ve Büyükşehir Belediyesi Anakent Yönetimi’nin uzun bir süredir yürüttüğü bir çalışma var. Aslında İETT’de özelleştirme 1990’lı yıllarda başladı. Kısmi olarak çay ocakları, yemekhaneler, temizlik işleri daha sonra bilet gişeleri verildi, bir çok hatlar açıldı. Bu kısmi özelleştirmelerden sonra İETT’yi topyekün nasıl özelleştirebiliriz diye daha planlı programlı bir çalışma başlatıldı. Bundan 4 yıl önce de İETT Genel Müdürü çıktı dedi ki: biz İETT’yi 2008 sonuna kadar özelleştireceğiz. Özel sektöre çağrı yaptılar; gelin İETT şimdi kâr ediyor, şoförlerin eline birer akbil verdiler. Şoförler başladı bileti olmayan yolcular için akbil basmaya. Bu arada şoförlere çok cüzi bir pay da bıraktılar yasal olmayan bir şekilde. O dönemde Belediye-İş Sendikası olarak yetki sürecimiz devam ediyordu. Burada 7-8 yıldır süren bir problem yaşadık; sendikasızlık problemi. Daha doğrusu bizim sendikal örgütlülüğümüze müdahale etmişti işveren. Hizmet-İş’i soktu İETT’ye. İETT İstanbul’da gayrimenkulü en çok olan kamu kurumlarından biri. Şişli’deki Cevahir’in yaptığı iş merkezinin olduğu yer Dalan döneminde verildi. Levent’teki yeri Dubaililer’e vermek istiyorlar. Bunun gibi şehrin çok kıymetli yerlerinde gayet çok gayrımenkulü var. Özellikle son 7-8 yıl içinde bu gayrimenkulleri her geçen gün satıyorlar. Avcılar’da kamp vardı bizim, İETT işçilerinin 1967’lerde birer yövmiye fazla vererek aldıkları. Onu tuttular sattılar. Paşalimanı’nı sattılar. Kentin en işlek merkezi yerlerinde arsaları, arazileri var; buraları satıyorlar. Son dönemlerde de kamuoyuna yansıyan bir çağrı yaptılar. Gelin garajları verelim, işletmeyi verelim. Mesela Edirnekapı garajını bir pilot garaj seçecekler. Yeni oto-
büsler, ona göre personel, bütün altyapısı hazır. İhale e d e c e k l e r, satacaklar. Belli bölgelerdeki hatları onlara verecekler. Bununla ilgili de İETT’nin kuruluşu ile ilgili bir madde vardı. 1939’da kuruluş maddesinde. Bağımsız genel müdürlük maddesi. Bunu da değiştirmek için şu an mecliste bir kanun tasarısı hazırladılar. Bu tasarının içindeki bir maddeyi 3 Mart’ta geçirdiler. İETT kent içi taşımacılığı kendisi yapar ibaresi vardı. Şimdi diyor ki yaptırır. İşletmeyi kendi yapar. Oraya ek madde koydular: işlettirir. 3 Mart’tan itibaren de İETT’nin özelleştirilmesini resmileştirdiler. Yine bir kanun tasarısı var meclisin gündeminde ama çıkarmadılar: “İETT’nin Büyükşehir Belediyesi’ne Bağlanması”. Şu an İETT bağımsız, ayrı bir genel müdürlük. İSKİ gibi bütçesi ayrı bir kurum. Peki İETT’nin bütçesini kim veriyor? Bütçesini bağımsız olarak kendi geliriyle ilgili kendisi belirliyor. İETT’nin Büyükşehir’e bağlanması ile ilgili kanun; kent içi toplu taşımacılığı tek merkezde toplamaya yönelik. Yani Büyükşehir’in bünyesinde İETT’yi kent içi ulaşımın koordinatörü yapacağız diyor. Halk otobüslerini, metroyu, tramvayı, deniz otobüslerini tüm ulaşımla ilgili araçları entegrasyonu sağlamak için Büyükşehir’e bağlı tek merkezden kontrol edeceğiz diyorlar. İstanbul gibi büyük bir kentte kent içi toplu taşımacılığın tek bir merkezde toplanması lazım. Bu aslında doğru bir şey. Bunlar düzgün yapmıyorlar bu işi. Tek bilet uygulaması doğru. Kent içi toplu taşımacılıkta kamunun sosyal sorumluluğu var. Amaç ucuz, kaliteli, güvenli, zamanında ulaşımı sağlayacak hizmeti sunmak olmalı. Bizim karşı olduğumuz, kamunun geçmişten beri biriktirdiği malının mülkünün satılması. İngiltere’de
İşçi Kardeşliği
metronun bir kısmını özelleştirdiler, 6 ay sonra geri aldılar. Çünkü özel sektör altyapıya para harcamıyor ki. Rayları yenilemiyor, sinyalizasyonu yenilemiyor, bakımını yapmıyor, amacı kâr etmek. Kamu olarak bunları yapıyorsunuz, bu kamu sorumluluğu. Şu an özel halk otobüslerinin kent içi toplu taşımacılıktaki yeri ne? Bu konuda bir istatistik var mı elinizde? En son geçen ay belediyenin bir resmi açıklamasında okudum. Beldelerde çalışanlar hariç 3600 civarı diye açıklamışlardı. İETT’nin günlük servise çıkan 2800 tane otobüsü var. Özel halk otobüsü sayısı fazla. Beldeleri de katarsak kat kat fazla. Taşımacılık deyince minibüsler de çok önemli yer tutuyor. Avrupa ülkelerinde minibüs yok ki. Kent içi toplu taşımacılıkta minibüs kullanımı Hindistan’da ve Pakistan’da var. Bir de bizde var. Minibüsle taşımacılık zaten toplu taşımacılık sayılmıyor. Bizde kamunun toplu taşımacılıktaki oranı çok düşük. Örneğin İstanbul’da yüzde 20-27 arası. Örneğin Fransa’da, Paris’te 8 milyon nüfus var yaklaşık. 6000 adet otobüs var. Taşımacılığın yüzde 30-40’ı ise yeraltından metro ile yapılıyor. Bizde ise 15 milyon nüfusun toplu taşımacılığını 3600 otobüsle yapmaya çalışıyoruz. Normalde İstanbul’da İETT’nin 10 bin tane otobüsünün olması lazım. Peki İETT söylenildiği gibi zarar ediyor mu? İETT tarihinde de hiç zarar etmedi. Yüzde 98’i kendi geliriyle idare eden, gerektiğinde de devletin sübvanse ettiği bir kurum. Mesela itfaiye zarar ediyor mu diye soru sorulabilir mi? İtfaiye kâr etmesi için kurulan bir işyeri değil ki. Mesela Mezarlıklar Müdürlüğü; devletin asli görevi. Halbuki İETT şu an ulaşımı pahalı yapıyor ve kâr da ediyor. Ama İETT’nin gelirleri
Denetimi kimler yapıyor? Denetimi İETT’ye bağlı murakıplar yapıyor. Denetimi kamuoyu önünde yaparak geliri, gideri budur diyebilecek herhangi bir kurum yok. Sendika aslında birinci derecede denetim mekanizması. Bir işyerinde örgütlü olduğunuzda o işyerinin kurumlarının nasıl çalıştığını biliyorsunuz. Ve müdahil de olabiliyor sendika. Ama son on yılda İETT’de işveren sendikal bir saldırı süreci başlattı. Hizmetiş sendikası 1.229 tane de sahte üyelik yaptı. Adli Raporlarda da kanıtladık bunu. Ona rağmen az bir sayıyla 3 bin 900’e 4 bin 60 gibi siyasi bir karar verildi. Şimdi Hizmet-İş sendikası bu özelleştirmelerle ilgili işverenin işini kolaylaştırdı. Geçen sene yaptıkları toplusözleşmede İETT işçilerinin 40 yıldır kazandığı bütün maddeleri geri verdiler. İşveren bundan ekonomik olarak da faydalanıyor. 1998-2004 yılı arası 8 bin kişinin 86 trilyon fark alacağı oluşması gerekiyordu. Hizmet-İş sendikası gitti toplu sözleşmede geriye dönük işçi alacağı yoktur dedi, imza attı. Her işçinin 10 milyarı gitti. Bölge haklarını kaldırdılar. Örneğin işçi İkitelli’de çalışıyor, istediği yere verebilir. İşveren sendikalar konusunda taraf. Hizmet-İş’i bilinçli getirdi. Toplu taşıma ile bu trafik sorunu nasıl çözülür? Ulaşım politikası nasıl olmalı ki İstanbul yaşanabilir bir kent haline gelsin? İstanbul’daki en büyük sorunlardan biri trafik sorunu, ulaşım sorunu. Yollar çok dar. Sokaklar caddeler yapılmış, daracık yerler. Sen oraya ulaşım götüreceksin, altyapı götüreceksin. Dünya kentlerinin önce altyapısı yapılıyor sonra üstyapıyı yapıyorlar. İstanbul’da bir kent projesi yok, ulaşımla ilgili de yok. Kent merkezinde otobüs ağırlıklı, yüzde 4 banliyö ağırlıklı ulaşım sağlanıyor. Toplu taşımacılık için metro gerekiyor, tramvay gerekiyor, daha çok otobüs gerekiyor. En önemlisi geniş caddeler gerekiyor. Yapılacak en iyi şey bir seferberlik ilan edip metroya yoğunlaşmak. Şehir içinden kesinlikle minibüsleri, dolmuşları çıkartmaları gerekiyor. Ama bu ülkede bütçeyi yaparken en az parayı, sağlığa, eğitime, ulaşıma ayırıyor iktidar.
Sayı: 21 Ekim 2006
sendikalarımız
Dünya işçi konfederasyonları birleşiyor:
Sendikaların bağımsızlığına yönelik yeni bir tehdit mi söz konusu? 1 Kasım’da Viyana’da dünya sendikal hareketi için önemli bir olay yaşanacak. Uluslararası ICFTU ile WCL konfederasyonları kendilerini feshederek ertesi gün dünya çapında yeni bir sendikal yapı kuracaklar. Bu gelişme çok önemli olduğu halde, sendikalar içerisinde hemen hiç tartışılmıyor. Türkiye’de ICFTU üyesi dört konfederasyon olan Türk-İş, DİSK, Hak-İş ve KESK içerisinde bu konu hiç tartışılmadı. Dünyadaki genel durum da bundan hiç farklı değil; çok az sendika içerisinde bu konu üzerine bir tartışma yapıldı. Yarım yüzyıllık, kimileri yüzyıllık işçi örgütlerinde tüzük değişikliklerini, yeni yönelimleri gündeme getirmesine karşın bu yeni kuruluş, işçi örgütlerinin tabanlarında tartışılmadan, antidemokratik biçimde hayata geçiriliyor. Pınar Erol
Ö
ncelikle bu yeni yapının oluşumunda yer alan örgütleri tanıtarak başlayalım. ICFTU 50 yılı aşkın bir tarihi olan geleneksel işçi konfederasyonu. Bugün itibarıyla dünyadaki en fazla üyeye sahip konfederasyon. Türkiye’den de üç işçi konfederasyonu ve KESK, ICFTU üyesi. WCL Türkiye’de tanınmıyor. Çünkü Hıristiyan Demokrat siyasal hareketin çizgisindeki sendikal örgütleri temsil eden bir dünya konfederasyonu. ICFTU’ya göre çok daha önemsiz ve etkisiz bir örgüt. Ayrıca geleneğinde bağımsızlık ve sınıf mücadelesinden ziyade, işçilerle patronların ortaklaşmasına dayanan korporatist yaklaşım yer alıyor. Yeni dünya üst örgütünün kuruluşunda bu iki konfederasyonun dışında bağımsız ulusal örgütler de yer alıyor. Bunlardan Fransa’dan CGT gibi kimileri daha eski tarihlerde Dünya Sendikalar Federasyonu (DSF) isimli “sol” federasyona üye olmuş olanlar. Sovyetler Birliği’nin çöküşünden sonra, buradaki sendikalar çeperinde örgütlenmiş olan DSF de etkinliğini tümüyle kaybetti. Bu örgütten ayrıldıktan sonra bağımsız kalmış olan CGT (Fransa) bugün yaşanan birleşmenin sözcülüğü görevini üstlenmiş durumda. İlk bakışta bu gelişmeler için, “Ne kadar iyi” denilebilir, “dünya çapında işçi örgütlerinin birlik sağlamaları, güç kazanmaları anlamına gelir. Bu birleşmeye Fransa’dan CGT gibi sol ve mücadeleci olarak tanınmış konfederasyonların da katılması da güzeldir.” denebilir. Ancak bu birleşme acaba hiç sorunlar, tehlikeler barındırmıyor mu? Bu konu ile ilgili en kapsamlı tartışmalar İşçilerin ve Halkların Uluslararası Bağlantı Komitesi, kısa adıyla ILC içerisinde gerçekleşiyor. İşçi Kardeşliği Partisi olarak çalışmalarına katıldığımız ILC bu sene Cenevre’deki ILO senelik oturumu esnasında düzenlediği 13. ILO Sözleşmelerini ve Sendikaların Bağımsızlığını Savunma
Konferansı’nda bu konuyu derinlemesine tartıştı. Bu sürecin barındırdığı sorunlar ve tehlikelerle ilgili tüm dünya işçi hareketini tartışmaya davet etti. Yeni oluşturulması hedeflenen dünya konfederasyonunun tüzük taslağında, geleneksel işçi örgütleri tüzüklerinde yer almayan, yeni bir kavrama yer veriliyor: yönetişim. Tüzük taslağının giriş kısmında şu söyleniyor: Yeni dünya konfederasyonu, sermayenin çıkarlarına göre öncelik verdiği emeğin çıkarları yönünde, ekonominin demokratik yönetişimi için mücadele etmeyi amaçlar.
Yönetişim sözü gitgide her yerde daha fazla karşımıza çıkıyor. Dünya yönetişiminden ve şirket yönetişiminden bahsediliyor. Gerçekte yönetişim gibi yeni ve havalı bir sözcükle anlatılmak istenen sermaye ile emek arasında oluşturulmak istenen yeni bir ortaklıktır. Eski tabiriyle korporatizmdir, sınıf işbirliğidir. Peki ama dünyada halen sömürü ilişkisi yok mu? Patronlarla işçilerin talepleri ortaklaştırılabilir mi? Halen işçilerin, ücretlilerin çıkarlarını savunan bağımsız örgütlere ihtiyacımız yok mu? Bir şirket içerisinde olsun, dünya ölçeğinde olsun çıkarların ortaklaştırılması mümkün mü? Kurulacak olan yeni dünya enternasyonali, dünya yönetişimine entegre edilmek isteniyor. Bu yönelimi taşıyan bir olumsuz örnek yine dört konfederasyonumuzun da üyesi olduğu Avrupa Sendikalar Konfederasyonu (ETUC). ETUC kuruluşundan (1973) kısa süre sonrasından bu yana Avrupa’daki Hıristiyan gelenekten sendikalar ile ICFTU üyesi sendikaları bünyesinde barındırıyordu. ETUC ile yeni kurulacak dünya konfederasyonunun tek yakınlığı bu değil. ETUC yeni dünya konfederasyonunun kurulmasında da çok aktif rol aldı. Neden ETUC olumsuz bir örnek? ETUC, yan organları olan enstitüsü ve eğitim kurumu aracılığıyla, toplam bütçesinin çok önemli bölümünü AB’den gelen kaynaklardan sağlıyor. Bu konuyu çeşitli yayınlarda defalarca Yıldırım Koç yazmıştı. Bu nedenle ETUC’un
Avrupa Birliği’nin güdümünde olduğunu ve işçi hareketine bir faydası olmayacağını sürekli gündeme getirmişti. ETUC üyesi olan Türk-İş’in bir genel başkan danışmanının bu yönde yazılar yazmasına tahammül göstermeyerek konuyu Yönetim Kurulu’nda gündeme getirmiş ve Türk-İş’e baskı uygulamıştı. Türk-İş bu nedenle mi Yıldırım Koç’u genel başkan danışmanlığından uzaklaştırdı bilemiyoruz. Ancak bu olay ETUC bürokrasisinin işleyişi konusunda herkese bir fikir verebilir. Yıldırım Koç’un hatası ve eksikliği ise, uluslararası işçi örgütlerinin ve gelişmiş kapitalist ülkelerdeki işçi örgütlerinin hiçbirinin Türkiye işçi sınıfının müttefiki olamayacağı, hepsinin kendi ülkelerinin çıkar hesaplarına tabi olduğu gibi yanlış bir görüşü, kitaplarıyla, yazı ve konuşmalarıyla işçilere aktarmaya çalışmasındaydı. Oysa her ülkede ve Türkiye’de, devletten ve sermayeden bağımsız bir işçi örgütünün oynayacağı rol çok başkadır. Kendi devletinin ve sermayesinin güdümüne girmiş bir “işçi örgütünün” oynayacağı rol çok başkadır. Bu yüzden Avrupa’da ETUC’un oynadığı rol bugün Avrupa’da birçok işçi sendikasında ve işçi tabanında tartışılıyor ve eleştiriliyor. Bu rol nedir? Her şeyden önce ETUC savunduğu yönetişimin Avrupa Birliği kurumları içerisinde uygulayıcısı olmuştur. AB ülkelerin yasalarına geçirmeleri gereken AB direktiflerini çıkarmaktadır. ETUC ile patron örgütlerine burada yasa yapıcılıkta bir rol verilmiştir. Bu işleyiş içinde ETUC’un patron örgütleri ile ortaklaştığı bir dizi konu, direktif haline getirilmiştir. Bunlar atipik çalışma biçimlerini, esnek çalışmayı ve benzeri konuları düzenleyen direktifler olmuş ve her biri patronlara hizmet etmiştir. Bunların her biri Avrupa ülkelerinde yüz yılı aşkın sürelik sendikal mücadelelerle kazanılmış kolektif hakların, toplu sözleşmelerin, iş yasalarındaki düzenlemelerin çok gerisinde düzenlemelerdir. Yeni dünya konfederasyonunun da dünya yönetişimine entegre edilmesi düşüncesi, Dünya Ticaret Örgütü, Dünya Bankası ve IMF gibi kapitalist dünya kurumlarının çalışmalarının içerisine
15 çekilmek istenmesi anlamına geliyor. Dünya ölçeğindeki bu birleşme ile ilgili konular dünyada da çok az sendika içerisinde tartışıldı. Bunlardan bir tanesi Brezilya’nın büyük ve önemli konfederasyonu CUT oldu. CUT’un yaz başında gerçekleştirilen kongresinde yeni dünya konfederasyonu oluşumunun kınanması yönündeki bir karar tasarısı kabul edilmedi; ama yine de delegelerin yüzde 25’inin oyunu aldı. Yine CUT kongresi oy birliği ile şu kararı aldı: “Dünya sendikalarının yeniden yapılanması karşısında, CUT her düzeydeki tüm sendikal örgütlerin kapitalist sömürüye karşı işçilerin çıkarlarını savunması gerektiğini yeniden teyit eder.” CUT kongresinin, yeni dünya konfederasyonunu kınama kararı almak istememiş de olsa, “dünya sendikalarının yeniden yapılanması karşısında” sendikaların kapitalist sömürüye karşı işçilerin çıkarlarını savunması gerektiğini teyit etmeyi gerekli görmüş olması, bu tartışmanın önemini yansıtmaktadır. Bu sorunlar ve tehlikeler bizden uzak, bizleri ilgilendirmeyen sorunlar değil. Ülkemizde de tüm sendika kadroları geçtiğimiz yıllar içerisinde özellikle ETUC ile yakınlaşmaları sonucunda konfederasyonlarımızın ve sendikalarımızın yöneticilerinin, en azından dillerinde yaşanan değişimi şöyle veya böyle izledi. Artık bizde de sendikacılar “sosyal diyalogdan”, “sosyal ortaklardan” bahsediyorlar. İşyerlerini sevdiklerine ilişkin dövizlerle 1 Mayıs işçi bayramına katılıyorlar. ESK’nın daha düzenli toplanması ve kurumsallaşması için can atıyor orada patron örgütleri ile ortak çözümler bulacaklarını sanıyorlar. Sosyal güvenlik haklarımız geriye götürülürken, sokağa çıkmayı örgütleyeceklerine, Meclis komisyonlarında nokta, virgül düzeltmeleri yapmakla yetiniyorlar. Şu veya bu şekilde geçmişteki geleneklerinden, daha olumsuza doğru giderek uzaklaşıyorlar. Özellikle Avrupa Birliği’nin kaynakları ile ve ETUC ile ortaklaşa yapılan sendikal eğitimlerin faydalarının ne olduğu her zaman yüksek sesle ifade edilemese de, tüm sendikalarımızda tartışılan konular. Gerçekler böyleyken tüm işçilerin, sendikalarının bağımsızlığını korumak için zaten her zaman verilmesi gereken mücadeleyi bugün daha da yükseltmesi, daha duyarlı ve uyanık olması kaçınılmaz. Bir patron gazetesine DİSK başkanının verdiği demeç sonrasında sendikacıların mal varlıkları gündeme getirildi ve tartışıldı. Kuşkusuz bu konularda da işçiler örgütlerini denetlemeli ve mücadele etmeli. Bunu elden geldiğince yapıyorlar da. Ancak sendikaların bağımsızlıklarını kaybetmeleri, mali ve düşünsel olarak devlete ve patronlara bağımlı hale getirilmesi, sendikalarda yaşanabilen kimi hırsızlıklardan çok daha kapsamlı ve büyük bir tehdit. Bugün işçilerin örgütlerinin bağımsızlığını korumak için mücadeleleri, ellerindeki mücadele ve direniş araçlarını kaybetmemeleri için yaşamsal önemde.
4-C’li Sümerbank İşçilerinden Salih Kılıç’a
Açık Mektup
Türk-İş Genel Başkanı Sayın Salih Kılıç,
Bizler özelleştirme sonucunda işsiz kalmış, bir çoğumuz emeklisine 5 yıl ve daha fazlası olan, daha sonra da Türk-İş in gayretleri ile kamuda 657/4C denilen ucube bir cenderede istihdam edilen mağdurlarız. Biliyoruz sizler bu yasayı okurken “Biz işçi kuruluşuyuz. Sizler 657 sayılı yasaya göre çalışıyorsunuz” diyebilirsiniz. Çünkü bizler, 657 sayılı yasaya göre çalışıyoruz. “Bizim sorunlarımıza sahip çıkın” diye memur sendikalarına gittiğimizde “sizler geçici işçilersiniz” dediler. Ama sizlere başvururken sendikal hareketin en önünde mücadele etmiş olan bizleri, sizin daha iyi anlayacağınıza inanarak, daha çabuk sonuç alacağımıza inanarak ve bilerek başvurduk. Sayın başkan; kısaca biz işçi statüsünde kalmak, sendikal haklarımıza kavuşmak ve Türk-İş bünyesinde emekli oluncaya kadar işçi olmanın gururunu yaşamayı sürdürmek istiyoruz. Sayılarımız 30 bine yaklaştı. Bu neredeyse Türk-İş’in onda biri. Sesimize kulak vereceğinize inanıyor, bir an önce içinde bulunduğumuz “ Yaşar, ne yaşar ne yaşamaz” komedisinden kurtularak yasal haklarımıza kavuşmamız konusunda gereğini yapmanızı rica ediyor, bu sistemli sendikasızlaştırma çabalarına karşı duralım diyoruz. saygılarımızla, Sümerholding Bakırköy çalışanları
İKP İşçi Kardeşliği Partisi
İKP Tüzüğü’nden
• İşçi Kardeşliği Partisi; ücretli çalışanlardan, emeklilerden ve işsizlerden oluşan Türkiye işçi sınıfının partisidir. • İKP, işçi sınıfının içindeki herhangi bir ideolojik, politik eğilimin partisi değildir. İKP, patronlardan ve devletten bağımsız olarak mücadele etmek isteyen her türlü sınıf içi eğilimi demokratik temelde bir araya getiren bir partidir. • Parti üyelerinin düşünce oluşturma ve bunu ifade etme özgürlüğüne kısıtlama getirilemez. • Partinin tüm yönetim birimlerinin üçte ikisi işçi kökenli üyelerden oluşur. • Patronlar partiye üye olamaz.
İKP Programı’ndan • İşçi Kardeşliği Partisi’nin amacı Türkiye’de ve dünyada her türlü sömürüye son verecek işçi-yoksul köylü hükümetlerinin kurulmasını sağlayarak bir işçi iktidarına ulaşmaktır. • Ülkenin ve işçi sınıfının geleceği, işçilerin, patronlardan ve devletten bağımsız, sınıf içi farklı eğilimlerin demokratik birliğini gözeten, siyasi, sendikal ve diğer öz örgütlenmelerinin geliştirilip güçlendirilmesine bağlıdır. • Tek bir çalışanın bile sigortasız, sendikasız çalıştırılmasına izin
•
•
•
•
verilmemeli, çıkarılacak yasalarla işçilerini bu şekilde çalıştıran işletmeler tazminatsız kamulaştırılmalıdır. Bugünkü sendikal bölünmüşlük ve yozlaşmaya karşı; demokratik ve mücadeleci bir tarzda işyeri örgütleri temelinde yükselen, üyelerin söz ve karar sahibi olduğu, her işkolunda tek sendika ve birleşik bir emek konfederasyonu doğrultusunda mücadele edilmelidir. Avrupa Birliği Avrupa ulus devletleri içinde işçi sınıfının yüzyıllar boyu yaptığı mücadele ile sağladığı ekonomik, sosyal ve demokratik kazanımları yaygınlaştırmaya çalışan değil, tam tersine bunları hem Batı hem de Doğu Avrupa’da ortadan kaldırmak amaçlı bir birliktir. Başını ABD’nin çektiği kapitalist emperyalist sistem, her bölgede olduğu gibi Ortadoğu’da da halklar arasında yarattığı düşmanlıklar ve çatışmalardan yararlanmakta ve egemenliğini tesis etmektedir. Türkiye bir emperyalist saldırı ve savaş aracı olan NATO’dan ayrılmalı, Amerika ve İsrail ile yapılan bütün ikili askeri anlaşmalar sona erdirilmelidir. Ortadoğu halklarının gerçek özgürlüğü, milletlerin kendi kaderini tayin hakkını gözeterek, Türk, Arap, Kürt ve Fars işçi ve emekçilerin birliği yoluyla bütün bu halkların kardeşliği ve daya-
•
• •
•
nışmasının sağlanması ile mümkündür. İKP din ve vicdan özgürlüğünü savunur. Diyanet İşleri demokratikleştirilmeli, bütün dinlere ve mezheplere eşit hizmet vermelidir. Kamu görevlileri dışında üniversitelerde başörtüsü/kıyafet yasağı kaldırılmalıdır. Üretim araçları üzerindeki özel mülkiyet sistemi dünyayı pazar, işçileri de birer makine parçası gibi görüyor. Gezegenimiz yeni yüzyılda ya bu rejimden kurtulacak, ya da emperyalistler arası rekabet dünyayı açlık, kıtlık, hastalık, savaş ve çevre felaketleriyle yok edecektir. Özelleştirilmiş bütün KİT’ler derhal tazminatsız olarak yeniden kamulaştırılacak, kamu mülkiye-
tindeki işletmelerde işçi denetimi uygulanacaktır. • Toprak işleyenin, su kullananındır. Toprak ağalığı ve yarıcılık kaldırılmalıdır. Yoksul köylülerin öz örgütlenmeleri olan kooperatifler aracılığıyla ortak teknoloji kullanımı ve üretimin geliştirilmesi sağlanmalıdır. • Sağlık ve eğitim, insanların yaşam haklarının en temel parçasıdır. Herkesin gelirine göre toplanan vergilerle finanse edilip, herkese eşit ve parasız olarak sunulmalıdır. • Büyük patronlar nasıl dünya çapında bir örgütlenme yürütüyorlarsa, dünya işçileri ve ezilenler de dünya çapında ortak bir örgütlenme inşa etmek zorundadırlar.
Dayanışma için Abone Kampanyası
[ ] 3 sayı: 5 YTL / [ ] 6 sayı: 10 YTL / [ ] 12 sayı: 15 YTL
İsim, Soyisim: ......................................................................................... Görev: ......................................................................................... Adres: ......................................................................................... ......................................................................................... Posta Kodu: ......................................................................................... İlçe, İl: ......................................................................................... Telefon, Faks: ......................................................................................... E-Posta: ......................................................................................... 1051319 no’lu PTT Posta Çeki Hesabına yatırdığınız abonelik ücreti dekontunuzu bu formla beraber faks veya posta yoluyla bize ulaştırın. (Bilgiler künyededir.)