Ik28

Page 1

28

Sayı: Temmuz 2007 Bedeli: 1 YTL

ya işçi - yoksul köylü hükümeti, ya kıyamet!

İşçi Kardeşliği mazluma dini, milliyeti sorulmaz

İKP Merkezi Gazetesi

Türkiye bir dönüm noktasında!

Ya işçi - yoksul köylü hükümeti, ya felaket! Sendikalar ve sendikacıların seçim öncesinde sayfa 4 tutumlarını tartışıyoruz Türkiye bir dönüm noktasında: Ya işçiler birleşip kendi hükümetlerini kurma yolunda adım atacaklar... Ya da felakete doğru dolu dizgin ilerleyeceğiz!

T

ürkiye, tarihinin en kritik dönemlerinden birini yaşıyor. AKP ve onun karşısında yer alanlar birbirleriyle yarışırcasına ülkemizi felakete doğru sürüklüyorlar. AKP hükümeti, muhtemel bir askeri müdahale ihtimali karşısında ve tabii ondan korktuğu için, sırtını tamamen ABD emperyalizmi ve onun emir eri konumundaki AB emperyalizmine yaslayarak ayakta kalmaya çabalıyor. Bu yüzden de elinin altındaki bütün imkanları çokuluslu finans şirketlerinin aşırı kâr taleplerini karşılamak için kullanıyor, dolayısıyla ülke tarihinin en büyük özelleştirme ve toplu satışlarını gerçekleştiriyor. AKP dış ve iç borçları ödemenin tek yolunu her şeyi satmada buluyor. Ama acı olan şu ki, satacak bir şey kalmadığında ortada bir millet de, o milletin içinde serpilip gelişmiş olan bir işçi sınıfı da kalmayacak- işçiler tabii kalacak ama sınıf vasıflarını kaybetmiş olarak! Sendikasızlaştırma, taşeronlaştırma, esnek ve kuralsız çalıştırma işte tam da bu demek. Biz buna kıyamete yürüyüş diyoruz. AKP kıyamete yürüyüş yolunun taşlarını döşüyor. AKP’nin karşısında yer alan parti ve kurumlar ise, bu hükümetin bağımlı olduğu emperyalizme en

İstanbul bağımsız adayı Ercan Atmaca ve Çorlu sayfa 6 ve 7 bağımsız adayı Metin Algül’le söyleşi.

Seçimde patronlar ve devletten bağımsız işçi adayları destekliyoruz!

riltiyor ve sanki memleketin esas meselesinin laikliğin korunması olduğu izlenimini vermeye çalışıyor. Gözü paradan başka bir şey görmeyen AKP hükümetinin şeriatı çoktan sattığını bilmezmiş gibi davranıyor. Evet Türkiye’de esas mesele laiklik-antilaiklik meselesi olmayıp bütün bir ulusal yapının parçalanması tehlikesi meselesidir. Bu parçalanmayı engelleyebilecek tek güç işçi sınıfının birliği ve örgütlü mücadelesidir. İşçi sınıfının dışında hiçbir gücün bunu, yani bütün bir ulusu peşine takıp sürükleme eylemini gerçekleştirmeye imkanı yoktur. Patronlar sınıfı yıllardır ülkeye hükmediyor ve işte geldiğimiz nokta budur. Kurtuluş ancak bir “İşçi-yoksul köylü” hükümetinin kurulmasından geçer. Böyle bir hükümetin kurulabilmesi içinse en kısa zamanda Washington’dan ya da onun kuklası Brüksel’den emir almayacak bir Ulusal Kurucu Meclise, yani onun seçimine ihtiyaç vardır. Bu seçim, herkese eşit propaganda koşulları altında nispi temsil usulüne göre yapılmalı ve hiçbir seçim barajı olmamalıdır.

ufak bir karşı çıkma cesaretini göstermeden, yani IMF’den, Dünya Bankası’ndan, Dünya Ticaret Örgütü’nden, Avrupa Birliği’nden ve NATO’dan kopma konusunda tek bir laf etmeden, bunların dayattıkları politikanın Türkiye’deki sözcülüğünü yapan TÜSİAD’a ve sözde milli diğer patron kuruluşlarına hiçbir eleştiri yöneltmeden memleketin yabancılara satıldığını ileri sürüyorlar. İşçi Kardeşliği Partisinin mevcut duruma Halbuki hükümet oldukları dönemlerde onlar çözüm önerisi budur ve bu yüzden 22 Temmuz da AKP’nin yaptıklarını yapmışlardı. AKP aynı yolda onların emperyalizme sundukları hizmetin 2007 seçimlerinde İstanbul 2. Bölgede işçilerin patronlardan ve onların devletinden bağımsız sadece daha fazlasını sunuyor! işçi adayı Ercan Atmaca’yı ve Tekirdağ’da da Ana muhalefet partisi CHP, zaten bütün bun- bağımsız işçi adayı Metin Algül’ü desteklemeklardan çok eleştirilerini laiklik konusunda siv- tedir.

İşçi Kardeşliği Partisi Genel Merkez: Tuzluçayır Mh. 9. Sokak 21/D Mamak/Ankara İstanbul İl Merkezi: Aksaray Guraba Hüseyinağa Mh. Kakmacı Sk. Blok: 10 Daire: 14 Fatih/İstanbul (Aksaray Metro karşısı) (212) 635 88 90 e-posta: iletisim@iscikardesligi.org • web: www.ikp.org.tr


partimiz

2 Bizim Taraf Zeki Kılıçaslan

“Ulusalcılık” ve Kapitalizm

S

oğuk savaşın bitimi sonrası küresel kapitalist-emperyalist sistemin dünyayı ve bölgemizi yeniden şekillendirme sürecinde Türkiye’de gerek egemen asker sivil bürokratik yönetim kademelerinde gerekse büyük sermaye çevrelerinde esas olarak iki ana siyasal akım ortaya çıkıp çatışmaya başlamıştır. Bunlar, liberal ve ulusalcı diye isimlendirebilecek ana akımlardır. Bunlardan birincisi, emperyalist kapitalist sistemle tam olarak iç içe geçmiş büyük sermaye güçlerinin başını çektiği, İslamcı, merkez sağ ve sol kanatları da olan liberal akımdır. Bu yaklaşım ekonomide küresel vahşi kapitalist uygulamaları esas alırken AB ile tam üyelik olmasa da bir şekilde entegre olmayı ve ABD’nin Ortadoğu’yu yeniden şekillendirme planlarında yer almayı hedeflemektedir. Bu akıma bugün asıl kitlesel desteği sağlayan AKP’nin ılımlı İslamcı politik yaklaşımıdır. İkinci akım ise soğuk savaş sonrası bölgemizin yeniden şekillenmesinde Yugoslavya, Afganistan, Lübnan, Filistin’de olanlar, Iran ve Suriye için planlananlardan yola çıkıp Türkiye’de de neler olabileceğinin işaretlerini alan ve buna tepki veren yine sağ, sol ve İslami kanatları olan “ulusalcı” yaklaşımdır. Bu yaklaşım asıl kitlesel desteği orta sınıf laik batılı yaşam tarzı olan kitlelerden, geleneksel CHP ve MHP seçmeninden almakta ve ordu bürokrasisi tarafından bizzat yönlendirilen “sivil toplum” çalışmaları ile geliştirilmektedir. Bu yaklaşım, yeni Avrasya eksenli farklı bloklara girme düşünceleri olan kesimleri içerse de bölgenin yeniden şekillenme sürecinden Türkiye’nin geleneksel “ulus devlet” yapısından taviz vermeden, ama emperyalizm ile de çatışmadan yeni bir dengeye ulaşarak çıkmaya çalışan akımdır. Bu iki ana akım arasındaki gerginlik Türkiye’nin geleneksel laik/İslamcı ve Kürt sorunu eksenlerindeki çatışmaları da aynı zamanda içermekte ve yeniden üretmektedir. Burada daha çok “ulusalcı” akımın güya “anti-emperyalist” ve güya “ulusal birlikçi” yaklaşımlarının ne ölçüde tutarlı olup olmadıklarına bakılacak. Şimdiki “ulusalcı” yaklaşımın ana merkezinde olan asker-sivil bürokratik yönetici güçlerin rahat hayatları soğuk savaşın bitiminden sonra bozuldu. O dönemde ABD ve emperyalist sistemin ihtiyaçları Türkiye ulusal devletinin

ihtiyaçları ile tam çakışıyordu. Bu kesim soğuk savaş döneminde ABD’nin kucağında ve desteğinde Sovyetler Birliği ve komünizm düşmanlığı ile kendi egemenliklerini sürdürdüler. Bu dönemde büyük sermaye güçleri ile tam bir uyum içinde, başını kaldırmaya çalışan işçi ve yoksul halk katmanlarına göz açtırılmadı. Şimdiki ulusalcı akımının MHP kanadı o zaman emperyalizm ve kapitalizme karşı çıkan kitleleri Türk milliyetçiliği ve şiddet ile engellerken CHP de sözde “sosyal demokrasi” ile bağımsız bir işçi/emekçi siyasetinin gelişiminin yolunu kesiyordu. 12 Eylül askeri rejimi bu yaklaşımı en yükseğe çıkaran dönem oldu. 12 Eylül döneminden bu yana emekçi kitleler eşitsizlik ve adaletsizliğe karşı sınıfsal/sosyal karşı çıkışın sendikal-siyasal, demokratik tüm yolları tıkanarak bir kesim sermayenin yönlendirdiği din, mezhep, cemaat, tarikat, etnik grup ve hemşeri dayanışmasına terk edildi. Sovyetler Birliğinin çöküşü ve ABD’nin bölgeyi yeniden belirleme siyasetlerinin gündeme geldiği 1990’lar dan bu yana da “ulusalcı” akım güçlerinin politikaları pek değişmedi. Halbuki küresel emperyalist egemen güçlerin ihtiyaçları ve dolayısıyla politikaları değişmişti. Küresel sermaye güçleri sermayenin “özgür” dolaşımı konusunda en küçük bir engel istemiyor ve emeğin sömürülme koşularını az da olsa kısıtlayan hiçbir “sosyal” önlem ve kuruma tahammül edemiyordu. Emperyalizmin bu topraklarda söz sahibi olması için “laik, demokratik, sosyal bir hukuk devletine” ihtiyacı yoktu. Bu topraklarda yaşayan Türk, Kürt, Müslüman kitlelerin kalbi ve beyni milliyetçi, dinci, mezhepçi, cemaatçı veya liberal kanaat önderleri ile kazanılıp yeni yönetimler oluşturulabilirdi. CHP, MHP ve ötekileri ile ”ulusalcı” güçler bu koşullarda gündeme gelen hem Kürt sorunu hem de laiklik konusundaki tutumları ile bu iç çatışma zeminini daha da ateşlediler ve ülkenin bu günkü tehlikeli konuma gelmesine büyük katkı yaptılar. Cumhuriyetin kuruluşundan bu yana yaşanan ve yeni dünya koşullarında yeniden gündeme gelen Kürt sorunu konusundaki “ulusalcı” akımın tutumu ibret verici yanlışlık, dar kafalılık ve körlüğü taşımaktadır. Türkiye’deki ”ulusalcıların” milli birlikçiliği Saddam rejiminin “Irak Milletinin Birliği” poli-

İşçi Kardeşliği

tikası kadar başarılı (?) olur ancak. Sünni–Arap azınlığa dayanarak Şii ve Kürt halkını inkar edip ezmeye çalışan Saddam’ın yaklaşımı bu halkları ülkelerini işgal eden ABD güçlerinin baş destekçileri konumuna kolayca itilebilmiştir. Kürt halkının varlığını inkar eden, birliğin ancak ve ancak gönüllü, eşit ve demokratik şartlarda olabileceğini kavramayan “ulusalcı” güçlerin yaklaşımı “Türkiye Milleti”ni (bu kavramı etnik değil sosyal temelli olarak kullanıyoruz) bu gidişle “Irak Milleti”ninkine benzer bir kan çukuruna doğru sürükleme politikalarına hizmet eder. Bu yanlış yaklaşım laiklik politikalarında da benzer şekilde sürdürülmektedir. Akıl almayacak kadar büyük bir bütçe ve yüz bini aşkın devlet memuru din adamı ile resmi Sünni devlet dini dayatmasını sürdüren laik (?) politikalar gerçekte ne üretti? Uygulanan “devlet dini” ile gerçekte din devleti isteyen büyük kadrolar ve sempatizanları yetişti. Devlet dini uygulaması ile dinde özgürleşmenin yolu kesildi. “Büyük türban meydan muharebeleri” ile İslamcı siyasete yüz binlerce kadın militan yetiştirildi. “Ulusalcı” güçler tarafından “laikliğin” önemli gücü olarak görülen Alevi-Bektaşi kitlelerin kendini dini olarak ifade edebilmelerinin yolu bile hala açılamadı (Bu konuda AKP’yi suçlamak sorunu çözmez çünkü daha önceleri Alevilerin ve Cem Evleri’nin “adı” bile yoktu). “Ulusalcı” politikanın en trajik durumda olduğu bir alan da ekonomik politikalardır. Seçime giren CHP, MHP ve Genç Parti gibi “ulusalcı” partiler de, AKP ve DP de tek bir noktada anlaşmışlardır. Bu politika en vahşisinden uygulanan kapitalist ekonomik sosyal düzendir. Bu ülkede on yıllardır işçilerin, emekçilerin, yoksul halkın çıkarına hiçbir ekonomik sosyal adım atılamamıştır. İşçilerin sendikalaşma girişimleri en hafifinden işsizlik ve açlık (bazen dayak ve işkence) ile engellenmiş, “Cumhuriyetin” bu konudaki Anayasa ve yasaları “ulusalcılar” ve liberaller tarafından birlikte çöp tenekesinde bekletilmiştir. Liberaller dünyanın en hızlı özelleştirmesi ve yabancılaşmasını uygularken “ulusalcı” güçler ortaya çıkabilecek tehlikelere (?) karşı gerekli “milli güvenlik” önlemlerini almışlardır. Büyük kamu kuruluşlarının yabancılara satışını eleştiren “ulusalcı” güçler TÜPRAŞ ve Erdemir gibi kuruluşların özelleştirilmesinde “ulusal” sermaye tarafından satın alınmalarını kutlamışlar, fakat çok geçmeden OYAK BANK’ın yabancılara satılmasında olduğu gibi hayatın gerçekleri ile yüzleşmişlerdir. Bu

hayatın

gerçeği

şudur.

İşçi Kardeşliği Sayı: 28 • Temmuz 2007

Sahibi ve Sorumlu Yazı İşleri Müdürü: İşçi Kardeşliği Partisi adına Engin Bodur

Yönetim Yeri: İKP Genel Merkezi Tuzluçayır Mh. 9. Sokak 21/D Mamak/Ankara

İnternet: http://www.ikp.org.tr http://www.iscikardesligi.org iletisim@iscikardesligi.org

PTT Posta Çeki Hesap No: 1051319

Baskı: Selin Ofset Güven Sanayi Sitesi B Blok No:345 Topkapı/İstanbul • Tel: (212) 577 63 48

Türkiye’deki düzen kapitalizmdir. Bu kapitalizm global kapitalist-emperyalist sistemin ayrılmaz bir parçasıdır. Kapitalin yani paranın rengi yoktur. Kapitalizm içinde kalındığı sürece emperyalizmden kopulamaz, yani “ulusalcı” olunamaz. Buradaki “ulusalcılık” sahtekârlıktır, tıpkı Müslüman halkların üzerine binlerce ton bomba atıp milyonu aşkın Müslüman’ı öldüren kudurmuş emperyalist sürülerle işbirliği içinde olan AKP’nin İslamcılığı gibi. Küresel kapitalizm çağında en küçük anti-emperyalist yaklaşım, savaşla olmasa da hemen sermayenin küresel mali saldırısı ile cevaplanır. Burada güçlü ekonominiz, bölgesel, küresel dayanışma ağınız ama en önemlisi olarak da işçi sınıfı ve büyük yoksul halk kitlelerine dayanan aktif siyasal desteğiniz yoksa ayakta kalınamaz. Herhangi bir siyasal akım bu desteği nasıl sağlayacaktır? Bu ölçüde ekonomik soysal adaletsizliğin, eşitsizliğin olduğu bu sisteme köklü olarak karşı çıkmadan yani kapitalist sisteme karşı çıkmadan “ülke birliği”, “laiklik” veya “milliyetçilik” söylemi ile büyük kitlelerin desteğinin alınması yani “ulusal” kalınması mümkün değildir. Yani aslında bugünkü küresel kapitalist-emperyalist çağda “ulusal” kalabilmek ancak “sınıfsal” olabilmekle mümkündür. Yoksa Türkiye’de olduğu gibi küresel kapitalizm ile birleşerek yükselen “İslamcılık” ve liberalizm karşında “ulusalcıların” büyük kesiminin yaptığı gibi şoven milliyetçilik bayrağına yapışılır ki, bu da, her tür emperyalist müdahaleye ve kardeş kavgasına en açık zemini oluşturur. Açıkça görülen şudur ki, bu ülkenin en acil ihtiyacı bağımsız kitlesel bir işçi/emekçi siyasetin inşa edilmesidir.


Sayı: 28 Temmuz 2007

güncel

Ayın Gündemi:

Ertuğrul Günay Nereye?

Bu seçimde bizden patrona oy yok! T

ürkiye halen 27 Nisan gecesi Genelkurmay Başkanlığı’nın internet sitesi aracılığıyla sivil siyasete müdahalesi krizini aşmaya çalışıyor. Yeni cumhurbaşkanının ordu-yargı el ele seçtirilmemesinin ardından AKP’nin aldığı erken seçim kararı Türkiye’de Kuzey Irak ve ABD ile gerilen ilişkiler öncesinde tansiyonun iyice yükselmesine yol açtı. Biz de İşçi Kardeşliği olarak, bu bölümde seçim arifesinde bir değerlendirme yapmayı tercih ettik.

lerdi. Haziranın ilk haftasında da önce dört asker pusuya düşürülerek öldürüldü, ardından da biri binbaşı biri yarbay üç asker daha canlarından oldular. Tabi bu arada, Ahmet Kaya tişörtü giydikleri için de Sakarya linç edilmeye çalışılan iki genci de atlamayalım. Bu gençlere sivil polisin verdiği tembih, tişörtünüz halkı tahrik ediyor, çıkarın oldu. Gençlerin birinin cüzdanından Abdullah Öcalan fotoğrafı çıktığı söylentisi, neredeyse canlarına

Öncelikle seçime nasıl bir ortamda gidildiğine kısaca bir göz atalım. 27 Nisanda askerin verdiği muhtıra malum. O günden beri Kuzey Irak ve PKK ile ilgili gittikçe artan bir gerilim var. Sürekli olarak Türkiye’nin Kuzey Irak’a girip girmeyeceği tartışmaları yapılıyor. Ancak bu sınır ötesi operasyonun nasıl şekilleneceği tam bir muamma, tabi olup olmayacağı da. Açık ki, ABD Türkiye’nin böyle bir müdahalesine sonuna kadar karşı. TSK ve hükümet ABD’nin bu restini görüp böyle bir operasyona girişemez. Daha önce ABD ve peşmerge destekli bir operasyondan çözüm alınamadığı düşünüldüğünde, yeni bir operasyon tam bir fiyaskoyla sonuçlanır. Öte yandan son bir ayda ülke gündemine damgasını vuran gelişmelerden ilki Ankara Ulus’taki Anafartalar çarşısında gerçekleşen bombalı saldırı. Bunu ABD’nin Irak’tan kalkan jetlerinin Türk hava sahasını işgal ederek Van’a kadar “şöyle bir uçmaları” izledi. Türkiye, bunun ardından ABD’ye bir nota verdi. Tunceli’deki karakol baskını, Kuzey Irak’ta sivil giyimli Türkiye ordusu mensuplarına Kürt peşmergeler tarafından silah doğrultulması ise tansiyonun iyice artmasına yol açan gelişme-

Yalansız Dolansız Şadi Ozansü

Askeri darbeler, AKP ve demokrasi

T

ürkiye’de bugüne kadar gerçekleşmiş bütün “başarılı” askeri darbe ve muhtıraların arkasında herkesin bildiği gibi hep ABD emperyalizmi durdu. Nitekim ABD emperyalizmi, o sıralar Menderes hükümetinin kendisinden hafifçe uzaklaşma eğilimi gösterdiğini sezdiği anda 27 Mayıs 1960 askeri müdahalesine arka çıktı ve tabii buna karşı darbecilerin ilk radyo açıklaması da “NATO’ya ve CENTO’ya bağlıyız!” şeklinde oldu. ABD’den icazet almadan harekete geçen 21 Mayısçılardan Albay Talat Aydemir ve Yarbay Fethi Gürcan idam edildiler. 9 Mart 1971 “sol”cuntasının darbe girişimi gene ABD emperyalizminin onayını

onlara bel bağlamak yerine, emekçilerin, işçilerin, işsizlerin oluşturduğu bir sınıf cephesi kurma çağrısı yaptık. Bu seçimler öncesi, haziranın ilk haftasında milletvekili adayları açıklandığında da bir kez daha ne kadar haklı olduğumuzu gördük. Artık “patronların sağcı ve solcu partileri” yerlerini korumak için her şeyi yapmaya hazırlar. AKP’nin içinde birçok eski sosyal demokrat bilinen insan yer alıyor. CHP’nin içindeyse yıllarca sağ partilerde, hatta sağ örgütlerde yer almış insanlar var. Patronlar, bürokratlar, avukatlar, hepsi bir takım çıkar ilişkileri çerçevesinde partilerde kendilerine yer bulmaya çalışıyorlar. Ama yok birbirlerinden bir farkları. Sahte bir laiklik-Şeriatçılık kavgası üzerinden kandırılmaya devam ediyoruz. Seçimlere bir ay kaldı, daha programlarında sosyal ve ekonomik anlamda ne yazdığını söyleyen bir parti yok. Aslında buna gerek de yok. Çünkü hepsininkinde aynı şeyler yazıyor. Ya da sosyal ve ekonomik anlamda hiçbir önermeleri yok. İşçiye, memura, tasfiye edilen köylüye, çiftçiye ne öneriyorlar belli değil.

mal oluyordu. İşte, Türkiye böyle bir ortamda seçime gidiyor. Siyasete tam bir gerilim hakim. Kuzey Irak’a operasyon söylentilerinin ardı arkası kesilmiyor. Ve, 22 Temmuz’daki seçim öncesi patronların partileri bir kez daha kapımızı çalmaya hazırlanıyorlar. Takip edenler bilirler, biz iki yıldır hem İşçi Kardeşliği gazetesi, hem de İşçi Kardeşliği Partisi olarak, “patronların sağ ve sol partilerine” oy vermek yerine, alan 12 Mart Muhtıracıları tarafından engellendi. 12 Eylül 1980 askeri darbesinin hazırlık planlarının bile Pentagon’da (ABD Savunma Bakanlığı) yapılmış olduğunu artık herkes biliyor. 28 Şubat 1997’de Erbakan’ın başbakanlığındaki RP-DYP hükümetini deviren “başarılı” muhtıranın ardında ABD’nin olduğu aşikar. En son 27 Nisan’da gerçekleşen ve Genelkurmay sitesinde yayınlanmasına rağmen altında Genelkurmay Başkanının imzasının bile yer almadığı muhtıra için “başarılı” demekse pek mümkün gözükmüyor. Zaten ABD tarafı, bu muhtıranın hemen ardından mevcut Erdoğan hükümetine tam destek verdiğini ilan etti. Geçenlerde bir Amerikan şirketi tarafından satın alınmış olan bir TV kanalında geçmiş başbakanlardan Menderes, Demirel, Erbakan ve Ecevit’in halka nasıl sahte vaatlerde bulunduğunu aktaran bir program yapıldı. Bu programda iki başbakan eleştiri dışı tutulmuştu. Tahmin edeceğiniz gibi Turgut Özal ve Tayyip Erdoğan! 27 Nisan muhtırasının hemen önce-

3

Demokratikleşme açısından ne yapacakları bilinmiyor. Sendikal hürriyetlerle ilgili, daha önemlisi kaçak olarak çalıştırılan başta kadın ve çocuk işçilerle ilgili hiçbir şey söylemiyorlar. Her gün kışkırtılan Kürt sorunuyla ilgiliyse önerileri ise çözümden uzak. Partimizin çıkardığı adaylara bu yazıda değinmiyorum. Gazetenin içinde onlar hakkında detaylı bilgileri, kim olduklarını okuyabilirsiniz. Yok kardeşim, yok! Bu seçimde bizden patrona oy yok! sinde ve sonrasında gerçekleştirilen büyük katılımlı mitingler birçokları tarafından TSK’nın bir askeri darbe için kitle desteği arayışı olarak yorumlandı. Açıkçası ben bunun böyle olmadığını düşünüyorum. TSK, sadece yukarıdan onaylanmadığını bildiği için bu yolu açtı. Yani emperyalizmin “demokrasi” (AKP) planına karşı barışçıl ve “demokratik” bir kitle gösterisi planıyla yetindi. O yürüyüşler darbe imkanı olmadığı için yapılmış yürüyüşlerdi, darbe yapmak için yürüyüşler değil. Askeri bürokrasinin dev kitle gösterilerine aslında pek sıcak bakmadığı bilinir. Üstelik bunlar Cumhuriyet tarihinde bir ilktir. Üstelik nereye varacakları bilinmediği için risk taşırlar. Ve zaten tam da bu yüzden organizatörleri tarafından bıçakla kesilir gibi kesildiler. Kuşkusuz burada acıklı bir durumla karşı karşıyayız: Yıllardır TSK’nın “başarı” ile gerçekleştirdiği bütün darbelerin öncesinde halka hep yalan söylendi. Özellikle 12 Eylül öncesinde memlekete Komünizm, Şeriat ya da Kürtçülük gele-

E

ski CHP genel sekreteri Ertuğrul Günay AKP’ den aday oldu. Günay’ın bu kararı “solculuğa” mı aykırı yoksa “Müslümanlığa mı”? “Müslüman-Sol hareket” diye tanıtılan siyasi oluşumun “sol” tarafını temsil eden CHP’nin eski genel sekreterlerinden tanınmış “sol” politikacı Günay seçimlerde AKP’den adaylığını koydu. “Sol” tarafta yer alan birçok kişi bu tutumu eleştirip bunun solculuğa hiç yakışmadığını vurguladı. Öncelikle şunu söylemek lazım ki, eski Fazilet Partisi milletvekili Mehmet Bekaroğlu ile eski CHP’li Ertuğrul Günay’ın oluşturmak istedikleri harekete basın tarafından yakıştırılan “Müslüman-Sol” tanımı yanlıştır. Çünkü Müslümanlık bir dindir, inançtır; sol ise bir politik tanımdır. Elbet, Müslümanlar sol politikaları da benimseyebilir, sağ politikaları da; veya tersinde söylersek sol politikaları veya sağ politikaları benimseyenler Müslüman da olabilir, inançsız da olabilir. Dolayısıyla doğrusu, bir politik hareketi esas aldığı politik değerlerle tanımlamaktır. CHP “solculuğu” ile AKP “sağcılığı” arasında ne fark var ki? Her iki tarafta aynı temel ekonomik/sosyal politikaların savunucuları ve toplumun aynı kesiminin, yani büyük patronların temsilcileri değil mi? 2002 seçimlerinde CHP’den seçilen “solcu” milletvekillerinden birkaçı hemen AKP’ye veya diğer sağ partilere geçmemiş miydi? Herhalde burada üzerine düşünülmesi gereken durum daha başka olmalıdır. Büyük çoğunluğu Müslüman olan işçilerin, emekçilerin, yoksulların desteği ile iktidara gelen, fakat iktidarda mazlumların değil büyük patronların yani zamane firavunlarının borusunu öttüren AKP’ye katılmak “Müslümanlığa” sığar mı peki? Eşitliği, adaleti savunma ve hep mazlumların yanında yer alma tutumunu yitirdiysen veya zaten öyle değil idiysen “solcu” olsan ne yazar, “Müslüman” olsan ne yazar! ceği palavrası bilinçli olarak pompalandı. Bunlar zaten çok daha önceden işçi sınıfının varolan haklarını budamak için yapılması planlanmış olan darbeye meşruluk kazandırmak için uydurulmuş yalanlardı.Bugün belki de Cumhuriyet tarihinde ilk kez ciddi bir parçalanma tehlikesi var ve iş bu sefer “yalancı çoban” hikayesine döndüğünden kimse aldırmıyor. Sokağa dökülenler esas olarak bu gerçek tehlike yüzünden değil, “laiklik elden gidiyor!” dürtüsüyle harekete geçtiler, onlara bile gerçek söylenmedi! AKP hükümeti; uyguladığı işçi düşmanı politikalar, kıskançlıkla korumaya çalıştığı yüzde 10’luk seçim barajı, özelleştirme ve toplu satış şampiyonluğu ile ABD ve AB emperyalizmlerinin demokratlığı kadar “demokrat”tır. Biz bu “demokrasi”nin eski Yugoslavya, Afganistan, Irak, Filistin, Lübnan ve dünyanın dört bir yanında ne anlama geldiğini gayet iyi biliyoruz! Kimse bize AKP’nin birçoklarından daha demokrat olduğu masalını anlatmasın!


4

sendikalarımız

Sendikalar, Sendikacılar ve 22 Temmuz Genel Seçimleri Mücadeleye öncülük ederek işçilerin ve yoksul halkın sempatisini kazanamayan sendikacılar patronların bile işine yaramaz!

22

Temmuz seçimlerinde sendikaların ve sendikacıların tutumları dikkatle incelenmeye değerdir. Bu seçimler öncesinde açık olarak görülen şudur ki; sendikaların hiçbiri seçimlerde net bir tutum alamamış ve meclise girmesi beklenen büyük patron partilerinden hiçbiri de ne sendikaları ne de sendikacıları ciddiye almamıştır. Öncelikle 22 Temmuz seçimleri için patron partilerinden aday olan birçok sendikacının hayal kırıklığına(?) uğradığını görmekteyiz. Türk-İş, Hak-İş, DİSK, KESK, Türkiye KamuSen ve Memur-Sen’den toplam 36 kişi aday olmak için siyasi parti listelerinden aday olmak için başvurmuştu. Bunlardan sadece 7 kişi listelere girebildi. Dağılım şöyle: CHP 3, AKP 1, DP 1, MHP 1, Saadet Partisi 1. Fakat bu 7 kişiden hemen hemen hiçbiri seçimleri kazanacak sıralardan aday gösterilmediler.

rını çözemeyecektir”. Türkiye KamuSen Genel Başkanı Bircan Akyıldız: “Siyasetin işine karışmayı doğru bulmuyoruz. Ancak listelerde sendika kökenli adaylara yer verilmesi daha iyi olurdu”. Memur-Sen Genel Başkanı Ahmet Aksu: “Altı üyemiz partilere başvurdu ancak listeye alınmadı. Siyasi partiler emeğe, emekçiye yer vermek yerine, sermayeyi ya da sanatçıları ön planda tuttu. Emekçiler siyasi partilerin tavrını dikkate alacaktır.” BASK Genel Başkanı Resul Akay: “Listelerde sendika kökenli adaylara yeterince yer vermemesi, partilerin emeğe bakışını gösterir. Partiler emekçilerden oy alıyor ama sermayeye hizmet ediyor. Sermaye temsilcileriyle dolu aday listeleri”.

Bu konuda ilginç doğru bir açıklamayı yapan Çalışma eski Genel Müdürü İsmail Bayer de işçi sendikalarının çatısı olan üç büyük konfederasyona da Deri-İş Sendikası fikir sorulmadığıGenel Başkanı na dikkat çekmekte Yener Kaya başvurve şöyle demekduğu CHP tarafıntedir: “Bu döneme dan listeye alınmadı. gelinceye kadar, her Öz-İplik-İş Genel seçim öncesinde, Başkanı Yusuf iktidara talip partiEngin başvurduğu ler konfederasyon Alınterimizle kurduğumuz AKP listesine girebaşkanları ile görüsendikalarımıza sahip çıkalım! medi. DİSK’e bağlı şüp isim önerisi Lastik-İş Kocaeli alırdı. Ardından listelere konulacak Şube Başkanı Hasan Hüseyin Çakar yeni isimler, seçilme ihtimali yüksek da başvurduğu CHP tarafından listeye yerlerden aday gösterilirdi. Bu seçim konulmadı. KESK’ten CHP’ye başöncesinde konunun hiç gündeme gelvuran 3 sendikacı da listeye giremedi. memesi şaşkınlık verici. Bırakın görüşEski sendikacı olup halen CHP milletmenin gündeme gelmemesini, bunun vekili olan İzzet Çetin ve Enver Öktem eksikliği dahi hissedilmedi. Şimdi sende liste dışı bırakıldılar. dikacıların şapkasını önünü koyup Partilerin bu tutumu üzerine bir- düşünmesi lazım”. çok sendika yöneticisi durumu kınaTürkiye Sağlık İşçileri yarak (?) aşağıdaki sözleri söylediler. Sendikası (Sağlık-İş) Genel Türk-İş Genel Başkanı Salih Kılıç: Başkanı Mustafa Başoğlu da, “Çalışanın temsilcisinin yer almadığı siyasi partilerin geçmişte sendikacıbir Meclis’in, bu kesimlerin sorunlaları listelerine koyabilmek için Türkrına çözüm getirmesi de beklenemez”. İş üzerine yoğun baskı yaptıklarını, DİSK Genel Başkanı Süleyman zaman içinde bu anlayışın giderek Çelebi: “Aday listelerinde iş çevredaraldığını ve 22 Temmuz’da yapılalerinin onaylayacağı isimler büyük cak seçimlerde siyasi partilerin çoğuyer buluyor. İzzet Çetin, emekçilerin nun sendikacıları listeye almadığını sesini en çok duyuran isimlerdendi, belirterek, “böyle bir uygulama doğru her zaman yanımızdaydı. Maalesef değildir. TBMM’de sermaye temsil bu insanlara yer verilmiyor”. Hak-İş edilirken emeğin de temsil edilmesi ve Genel Başkanı Salim Uslu: “Siyasi böylece bir denge kurulması gerekir” partiler popüler aday peşindeler. Sosyal demektedir. sorunlar, siyasetin nesnesi haline geliAnlaşılıyor ki sermaye partileri senyor. İşçi, memur, çiftçi, sivil toplum temsilcileri, yani geniş meslek grupları dikacıları ciddiye almamıştır. Peki ama çok fazla temsil edilmiyor”. KESK bunda şaşılacak ne var ki? Bu partiler Genel Başkanı İsmail Hakkı Tombul: görmektedir ki sendikalar bu halleri ile “Aday listelerinde örgütlü kesimlerin zaten çok azalmış üyelerini bile temsil temsilcileri yok. Partiler adeta örgüt- edecek durumda değiller, nerede kaldı lü kesimin temsilcilerinden korkuyor. ki genel olarak işçi sınıfını temsil edip Temsilde bu şekilde adaletsizlikle olu- kamuoyunda aday olacakları o partiye şacak parlamento, emekçilerin sorunla- oy sağlasınlar. Yani sınıfı örgütleye-

TABANIN SÖZ VE KARAR HAKKI OLAN DEMOKRATİK SENDİKA İÇİN! meyen ve mücadeleci bir tutumla işçilerin, tüm yoksul halkın dikkatini çekip, sempatisini kazanamayan sendikacılar bırakın işçilerin, patronların bile işine yaramamaktadır. Öte yandan diğer bir gerçek de şudur ki, patron partilerinden meclise giren birkaç sendikacı da işçiler tarafından temsilcileri olarak görülüp desteklenmemektedir. Çünkü bunlar üyesi olan veya olmayan işçilere dayanarak onlarla birlikte hareket ederek değil, ancak parti liderlerinin gözüne girerek listelerde yer alabilmektedirler. Seçildiklerinde de, gelecek dönemde de seçilebilmelerinin yolu olarak işçilerin çıkarlarına göre iş yapmayı değil, parti liderinin gözüne girmeyi düşünmekte ve ona göre hareket etmektedirler. Olayın diğer bir tartışılacak yönü de sendikalar ve siyaset ilişkisidir. Aslında artık sendikalar başını kumdan çıkartmalı ve şu gerçeği görmelidir. Siyasal dengeler ve ülkedeki siyasal atmosfer işçiler, emekçiler ve tüm yoksul halk lehine değişmeden sendikal mücadelenin önü açılamayacaktır. Sosyal sınıf temelli siyasal taraflılığın hemen hemen sıfır olduğu, işçi sınıfının bağımsız siyasal gücünün olmadığı bir ülkede sendikal mücadelenin de gelişmesi beklenmemelidir. Sendikalar ve dürüst sendikacılar seçimlerde sadece “işçi adayları destekleyelim”, “emekten yana partilere oy verelim”, “sol partilere oy verelim” diyerek siyasal görevlerini üstlenmiş olamazlar. Bu ülkede gerçek bir işçi/emekçi siyasetinin inşa edilmesinde aslında en büyük görevlerden biri her türlü sorunlarına ve eksikliklerine rağmen ciddi güce sahip tek işçi örgütleri olan sendikalar ve onların seçilmiş yöneticilerine düşmektedir. Sağlık İş Başkanı Başoğlu’nun dediği gibi TBMM’de işçiler temsil edilmeli, hatta bizce hükümet ve iktidar olmalılar. Ama bu patron partilerine “niye işçileri-sendikacıları aday yapmadın” diye sızlanarak değil, bu ülkede bağımsız bir işçi/emek siyaseti inşa ederek mümkün olabilir.

İşçi Kardeşliği

İşçiler ve işçi örgütleri Engin Bodur Ordunun da özelleştirilmesinde ilk adım: profesyonel asker “komando”

N

ATO ve diğer ikili anlaşmalarla tepeden tırnağa bağımlı olduğumuz Amerikan emperyalizmi, dünyanın her yerinde yaptığını bizde de yapıyor. Profesyonel bir ordu olmayan Türk Silahlı Kuvvetlerini özel bir orduya çevirmenin adımlarını, bizzat Türk Silahlı Kuvvetlerine attırıyor. Bu ise, ordunun, Amerikan emperyalizminin ya da onun silah tekellerinin ihtiyaçlarına daha da fazla cevap verir hale gelmesi anlamına geliyor. TSK’nın basıncı karşısında nasıl AKP hükümeti her geçen gün daha fazla Amerikan emperyalizminin çıkarlarına hizmet eder hale geliyorsa, TSK da, kim tarafından yönlendirildiği(?) anlaşılamayan mayınlı saldırıların basıncı karşısında kendi bindiği dalı kesercesine profesyonel orduya yöneliyor. Bu, ordunun özelleştirilmesinden başka bir şey değildir. İşçi ve köylü çocuklarının gidemediği bir ordu bizim tercihimiz olamaz. Profesyonel orduya sonuna kadar karşıyız. Profesyonel ordu bir özel polis ordusudur. TSK kurmayları neye yol verdiklerinin farkındalar mı bilemiyoruz. Ölüm kol gezdikçe sadece silahı olanın örgütlü olduğu ve sözünü söylediği ülkemizde yeni bir uygulamadır bu. Dün Kore’de başlayan Amerikan askerliği maceramız bugün Yugoslavya, Afganistan, Lübnan, Somali’de sürüyor. Irak macerasına girmememizi içlerine sindiremeyenler ille de Irak harekâtı diyor. Böyle bir ortamda komando artık paralı asker olacak diye karar alıyorlar. Ölmek ve öldürmek üzere özel eğitim almış ve bütün yaşamı böyle geçecek tepeden tırnağa silahlı bir güç. Bizim sorunlarımız savaşla değil barışla, kardeşlikle çözülür. Subaya grevli, toplu sözleşmeli sendika hakkı, erata asgari ücret ve oy hakkı vererek demokrasinin olanaklarından yararlanıp sözlerini özgürce söylemelerini sağlayacağız. Ülkemizi savunmayla görevli olanlar savaşın sözcüsü değil barışın koruyucusu olmak zorundadır. Eşit, özgür, barajsız, yasaksız seçimlerle bir Kurucu Meclis oluşturup 12 Eylül darbe anayasasını çöpe atarak Kurucu Anayasa ile barışı ve kardeşliği egemen kılmak için işçiler görev başına.


güncel

Sayı: 28 Temmuz 2007

5

İKP Eskişehir kuruldu!

Hayal mi kuruyorum?

Kısa süre önce kuruluşunu tamamlayan Eskişehir İKP örgütünün üyeleri partinin açılışını bir basın açıklamasıyla kamuoyuna duyurdular.

Hayal Arar

Eskişehir emekçilerine ve kamuoyuna: Bir grup işçi önderi ve sendikacının girişimleriyle Haziran 2006’da kurulan Işçi Kardeşliği Partisi Eskişehir’de de açıldı. IKP’nin kuruluş çalışmalarını başından itibaren takip eden ve kuruluşunda yer alan Eskişehirli bir grup emekçinin çabasıyla Mayıs ayında IKP’nin resmi kuruluşu ilimizde gerçekleşti. Kendisine ister “sağcıyım” ister “solcuyum” desin, büyük patronlardan ve devletten bağımsız, en basit çıkarları temelinde mücadele etmeye kararlı işçilerin, emeklilerin, yoksul köylülerin ve işsizlerin partisi olma hedefiyle yola çıkan partimiz, işçilerin kendi partilerine sahip çıkmasıyla her geçen gün büyüyor. IKP, patronların üye olamayacağı bir partidir. IKP, ülkemizde yaratılan suni ayrımların yerine işçilerle patronlar arsındaki gerçek saflaşmayı koymak istiyor. IKP, patron partilerinin yıllardır oynadığı “ortaoyununu” bozmak istiyor. Iktidara geldiklerinde IMF programlarını uygulamakta birbirleriyle yarışan ve işçilerin bütün kazanımlarını ellerinden almak için yıkım yasalarını bir bir çıkaran patron partilerinin karşısına gerçek bir işçi alternatifi yaratmak için çalışacaktır. IKP, bütün işçilerin ortak çıkarları etrafında birliklerin kurulması için mücadele etmeyi,

İyi ve Kötü Recai Karakaş Varlık içinde yokluk

K

ombasanıyla, Yimpaşıyla, İhlasıyla, Deniz Feneriyle, 2.Milyon 350 bin dolarlık gemisiyle, Cargilliyle, 2-B’siyle, Çalık grubuyla, özelleştirip güzelleştirmesiyle, mısır nişastasıyla, ithal doktoruyla, zinasıyla, Anayasa değişiklikleriyle, Başbakanı deliğe süpürmesiyle, petrol yasasıyla, El-Kadıyla, Gülbeddin Hikmetyarıyla, Cumhuriyet’e 3 bomba saldırısıyla, rahip Santaro cinayetiyle, Danıştay saldırısıyla, Hırant Dink cinayetiyle, Ankara Ulus’ta yapılan hain saldırısıyla, mum söndürmesiyle, ışık karartmasıyla, laiklik mitingleriyle, 6 okuyla, ampulüyle, ABD uçaklarının 4 dakikalık sınır ihlaliyle, eski Marksist, yeni Amerikancı Barzanisiyle, Talabanisiyle, her gün artarak gelen şehit cenazeleriyle, sözün özü rüzgar gibi geldi geçti Bolu’nun pazarı. 5 yılın özeti: Terör, hırsızlık, cinayet, katliam, en önemlisi bunların hepsinin müsebbibi “İŞSİZLİK”.

bu çerçevede bütün emekçi örgütleriyle ve sendikalarla dayanışma içinde olmayı önüne koymaktadır. Bölgesinde bir sanayi merkezi konumunda olan Eskişehir, işçi sınıfının örgütlenme ve mücadele deneyimlerine de fazlasıyla sahiptir. Sayısal olarak oldukça yoğun bir işçi-işsiz potansiyeli olan ilimizde ne yazık ki örgütlenme ve sendikalaşma oranı oldukça düşüktür. Uygulanan IMF programları ile her geçen gün parçalanan işçi sınıfının ve örgütlerinin artık silkinip bu gidişata dur demesi için, her gün elimizden alınan temel haklarımıza sahip çıkabilmek için, bize reva görülen asgari-sefalet ücretlerinin yaşanabilir bir düzeye çekilebilmesi için, güvencesiz ve sigortasız çalışmanın son bulması için, çocuk emeğinin sömürülmemesi için, gençliğin geleceğinin güvence altına alınması için, işçi-emekçiler arasına ekilen düşmanlık tohumlarının kardeşlik bilinciyle aşılması için, İşçi Kardeşliği Partisi bütün emekçilerin ortak çıkarları doğrultusunda bir araya gelmelerinin bir zemini olmaya, bu doğrultuda gerekli bütün özveriyi göstermeye çalışacaktır. Işçi Kardeşliği Partisinin, işçilerin ortak çıkarlarından başka hiçbir çıkarı olmayacaktır. 12.06.2007 Bu gerçeği her gün o anlı şanlı gazetelerinizde bıkmadan usanmadan yazın, taa ki bu işsizlik belası yeryüzünden kazınıncaya kadar. Bu ülke zengin, bu ülke büyük, bu ülkenin topraklarına bereket tohumları ekerseniz, bu tohumların verdiklerini eşit dağıtırsanız, bu ülkede aç, işsiz, eğitimsiz insan kalmaz. Eğitim ile yeşeren, filizlenen, büyüyen gençler düşüncelerle, fikirlerle savaşırlar. Böylece “Kinini aklı ile yenemeyip insan olmayı başaramamış” kiralık katiller bu ülkenin bereketli topraklarında barınamazlar. Sloganımız şu olmalı “Parasız eğitim, parasız sağlık, herkese iş”. Yazımıza sizlerin, anlı şanlı gazetecilerin, bu işin pirlerinin, her konu üzerinde kalem oynatıp, kenarından azcık olsun dokunmadığınız, partilerin hazineden aldığı paralardan bahsederek devam edelim. Artık bize cambazı göstermeyi bırakın, bir öncülük edin. İşsizlerin % 19’u bulduğu ve dünya sıralamasında birinciliği zorladığı, çalışanların % 70’inin açlık sınırında çalıştığı bir ülkede, trilyonlarca liranın partilere dağıtılmasına ses çıkarmayanlara yuh…

B

ağımsızlık istemekten başka hiçbir suçları olmayan gençlerin asıldığı, yazarlarının aydınlarının doğruları söyledi diye vatan haini ilan edildiği, olmadı suikastlere kurban gittiği,20 yılda bir demokrasinin kesintiye uğradığı bir ülkede yaşayan halk bilemez özgürlüğü. Bilemez tepki vermeyi; sindirilmiştir, korkutulmuştur çünkü ne gelirse kabul eder. Kendinden bilir her geleni, saftır Türk Halkı iyilik vardır özünde, çözemez kolay kolay oynanan oyunları kafasını vurmadan duvarlara. Bak iyi bir adama benziyor eli yüzü de düzgün diyenler, parti başkanı yakışıklı diye oy verenler, siyasi partilere futbol takımı muamelesi yapıp, fanatikleşenler. Sorgulamayı bilmez çoğu, araştırmayı bilmez öğrenmeyi bilmez. Hem ne gerek vardır öğrenmeye, nasıl olsa birileri çıkıp anlatacaktır onlara işin doğrusunu. Birileri hep bu boşluktan yararlanır çoğu zaman, kendi çıkarları doğrultusunda anlatır onlara doğruları. Tamam der halk bulduk doğruyu ne de çok düşünüyor liderimiz bizi. Teslim oluş başlar sonra lider ne derse o olacaktır artık. Gözler görmez, kulaklar duymaz, akıl işlemez olur. Çıkarlar konuşur çoğu zamanda. Lidere kalmıştır gerisi. Biri gelir, Atatürk’ü ve ilkelerini kullanır öyle geleyim der iktidara. Diğeri gelir, dini kullanır, ılımlı İslam der, İslamiyet’i yok etmektir amacı. Herkesin amacı birdir aslında, egolarını tatmin için uğraşırlar hepsi bitmek bilmeyen hırslarıdır gözlerini kör edip, vatan sevgisini yüreklerinden çıkartan. İktidara gelmeden önce demokrasinin olmadığından yakınanlar, olmayan demokrasiyi de ezer geçer, görünüşte de demokrasiyi uyguluyoruz derler. AKP

92 Trilyon

CHP

52 Trilyon

Genç Parti 20 Trilyon (ort.) MHP

25 Trilyon (ort.)

DYP

25 Trilyon (ort.)

Toplamda baktığınızda yaklaşık 300 trilyon. “Yaz gazeteci yaz bizim köyden eşek geçmeyen yolları yaz”. İstanbul’da dudağı boyalı kadınları değil. Gece yarıları donla her yeri babalar gibi satar iken, neden partilerinizi de özelleştirmiyorsunuz? Sizler özel girişimci ruhu taşıyan neo-liberal akıllılar kendi döner sermayeniz ile partilerinzi niye ayakta tutmayı beceremiyorsunuz. Mesela teknolojinin son ürünü olan o merkez binalarınızı satıp partinizin seçim çalışmaları için sermaye yapabilirsiniz. Bizler mecbur muyuz sizlere 300 trilyon lira para ödemeye. Üstüne üstlük bu paraların bizlere hizmet olarak değil, hezimet olarak döneceği ortadayken (çevre ve gürültü kirliliği). Size birkaç alternatif sunayım. Büyük partilerimizin genel başkanlarının kendi ağızlarından duyuyoruz 8 milyon üyemiz var diyorsunuz.

Türbanımızı takamıyoruz diye bağıranlar, Ilımlı İslam’dan bahsederler. Türban mıdır İslamiyet’in temeli, yıllardır başörtüsü takmıyor mu analarımız, kim ne diyor? Kim karışıyor. Nedir? Ilımlı İslam. İslamiyet’in kendisi varken, Ilımlısına ihtiyaç var mıdır? İslam, zorlamak mıdır insanları, bin türlü oyunla tüm makamları ele geçirmek midir? Hoşgörüdür İslam, Dürüstlüktür, Mertliktir, Adalettir, Barıştır, Huzurdur, Şekle değil öze bağlılıktır. Adalet kendi yandaşlarını bütün kurumlarda kadrolara yerleştirerek çalışanın hakkını mı yemektir. Dürüstlük, bugün söylediğini yarın inkar mı etmektir? Sözünün arkasında duramamak mıdır? Mertlik. İnsanları sizden bizden diye ayırmak mıdır? Barış. Şimdi halk tepkisizliğinin bedelini ödemektedir. Bilinçlenmek için çaba göstermemesinin, “Bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın” atasözünü hayat felsefesi yapmasının bedelini. Bu ülkenin aydınları, çoğunluğa uymayanlar ne yapacak. Kim temsil ediyor beni mecliste. Ben oy vermedim ki bu partilere neyin bedelini ödeyeceğim. Ben Cumhuriyet istiyorum, barajdan engellerle değil gerçek bir seçimle gelsin diyorum yöneticilerim. Demokrasi istiyorum, her renkten, her dilden, her ırktan, her görüşten insan olsun istiyorum mecliste. Laiklik istiyorum, herkes dinini özgürce yaşasın, Ermeni, Yahudi, Alevi, Sünni herkes nasıl istiyorsa dinini yaşamayı. Devlet, okullarda doğru din eğitimi vermek dışında dinime karışmasın diyorum. Bağımsızlık istiyorum, hiçbir ülkeye veya topluluğa bağımlı olmadan, kendi gücü ile var olsun Ülkem. Çok mu şey istiyorum nedir? Hayal mi kuruyorum yoksa adım gibi… Yapılacak seçimler için sizin için canını verebileceğini söyleyen emir erlerinizin her birinden 2 YTL toplasanız 16.000.000 YTL yapar. Bunun yanında tişört basın, partinizin formasını yapın ilk formaya da 001 yazdırıp Partinizin Genel Başkanınızın ismini basın. Bu kadar Genel Başkan kulu olan bu ülkede herhalde formaları 1.000.000 dolara pazarlarsınız. Yoksa siz kendinize kamu ekonomisini mi istiyorsunuz? Bir hafta yapacağınız tatil karşılığı alacağınız 25.000 YTL maaşlarınızı partinize bağışlayın o da yaklaşık 10.000.000 YTL yapar. Alın bunları tepe tepe kullanın. Amaaa; o 300 trilyonu bırakın tüyü bitmemiş yetim hakkını yemeyin tabii içinizde birazcık olsun Allah korkusu var ise, çekin ellerinizi halkın cebinden. “Haram sofrasına iştahla oturmayın”. Kılavuzunuz halk olsun, ABD ve IMF’ye dayalı sermaye politikaları değil, şunu hiçbir zaman unutmayın “Gavurun tükürdüğünü yalayan, gavurun borusunu öttürür”. Sağlıcakla kalın.


6

seçim

İşçi Kardeşliği

İstanbul 2. Bölge’de, bağımsız işçi aday Ercan Atmaca’yı destekliyoruz! İstanbul 2. Bölgede, medyada çarşaf çarşaf yazıları ve resimleri yayımlanan patron partisi adaylarının ve bağımsız adayların dışında bir de işçilerin kendi saflarından çıkan bir aday var. Sınıf mücadelesine uzun yıllar emek vermiş, her tür grevde ve direnişte mücadeleci işçilerin yanında olmuş Ercan Atmaca ile görüştük, işçiler olarak seçimlerde ve sonrasında izlememiz gereken yönelimi konuştuk. bu seçimde alıştıkları gibi değil, kendileri ve gelecekleri ile ilgili karar alıcı davranmaya çağırıyorum. Neden ortak bağımsız sol adaylar projesinde yer almadınız? Bu projenin çıkardığı adaylardan farkınız nedir? Bu projenin ön çalışmalarına katıldım. Katılma nedenim bu projede işçileri temsil edebilecek bağımsız larda, güvencesiz, esnek, adaylar çıkabileceği umudu kuralsız ve vahşice çalıştı- idi. Oysa toplantılarda bu rılmalarına karşı çıktığım ve karşı çıkmanın da yetmediğini bildiğimden işçilerin bu koşullara karşı mücadele etmelerine katkıda bulunmak için aday oldum.

Neden seçimlerde aday kında karar veren ve hayatoldunuz? larını zorlaştıran partileri tanımalıdırlar. Sermaye İşçiler olarak yaşadığımız sınıfının emrinde olan bu olumsuz ve zor koşullar partiler, bizim için hiçbir içinde bir seçim sürecine şey yapmadıkları gibi çalışgiriyoruz. Bu seçim süre- ma ve yaşama koşullarımızı cinde özellikle laiklik, daha da kötüleştirmektediranti-laiklik, demokrasi, ler. Bir işçi olarak hem bu bağımsızlık kavramlarıyla partileri teşhir etmek hem kafalarımız karıştırılmaya de karşılarında biz işçileçalışılıyor. rin de kendi politikalarıİşçiler, işçi sınıBir erken seçim baskını nı yapmalarının gerektiği- fımız tüm yaşadıkile karşı karşıya bırakılma- ni düşündüğüm için aday larından dolayı bu mızın arkasına sığınarak oldum. seçimde bir karar işçilerin sorunlarının günAyrımsız bütün işçile- vermek zorundademe getirilmemesini ve rin, işçi sınıfının sesi, gözü dır. Verecekleri işçilerin muhalif bu kararın kendigibi görünen kimi leri ve gelecekleri ö rg ü t l e n m e l e r i n ile ilgili olduğunu arkasına takılmaaslında biliyorlar. sını doğru bulmaAncak bildikleri dığımdan, işçilerin gibi değil, alıştıkbu seçimde serları gibi hareket mayenin partileriediyorlar. Aslında nin, devletinin ve oy verdikleri partimuhalif gibi görülerin kendileri için nen bütün oluşumhiçbir şey yapmaların karşısında dıklarını biliyorlar. kendi politikalarıKendileri için bir nı ortaya koymalaşey yapan herhanrı gerektiğini düşündüğüm kulağı olarak mücadele gi bir parti göremedikleri için aday oldum. etmek için aday oldum. için de oylarını alıştıkları İşçiler gelecekleri hak- İşçilerin olumsuz koşul- gibi kullanıyorlar. İşçileri

ÜLKEYİ BRÜKSEL VE N WASHINGTO DEĞİL, İŞÇİ VE YOKSUL KÖYLÜ YÖNETSİN! Üçüncü bir cepheden bahsedilmesi işçilerin kafasını karıştırıyor. Aslında sermaye ve işçi sınıfı cephesi olarak iki cephe vardır. Bu seçimi araç olarak kullanarak işçi sınıfı cephesinin oluşturulmasını düşündüğüm için bu projeden farklılaştım.

Farklı olduğumu söylemek elbette yeterli değil, farklı olduğunuzu söylediğiniz yerlerde o farklılığı ortaya koyacak işler de yapmak zorundasınız. Bu farklı düşünce beni işçilerin seçimde işçilerin bağım- bağımsız adayı olma görevi sız politikalarını gündeme ile karşı karşıya bıraktı. getirecek bağımsız adayİşçi sınıfımızın ihtiyaçlar yerine ulusal harekelarının belirlediği bu görevte eklemlenen ve onsuz olamayacağı iddia edilen den kaçmak doğru olmayabağımsız aday çıkarma cağı için doğru olanı yaptıdüşüncesinin yaşama geçi- ğıma inanıyorum. rilmek istendiğini gördüm. İşçi sınıfının ihtiyaçlaBu benim kabul edebile- rına yanıt vermeyi düşüceğim bir şey değildi. Bu nen başka arkadaşlarımın düşüncemi de gerçekleşen da olduğunu biliyorum ve toplantıda açıkladım. Bu onları bu görevi yerine seçimde işçilerin bağım- getirmede birlikte mücadesız aday çıkarmasının ve leye çağırıyorum. bunun adımlarının atılmasının gerekli olduğunun altını çizdim.


Sayı: 28 Temmuz 2007

seçim

7

İKP Çorlu’da işçi ve köylünün adayı Metin Algül’ü destekliyor! Sendikaların girişimiyle kurulan Çorlu Demokratik İşçi Platformu, 22 Temmuz seçimlerinde aday olarak tekstil işçisi Metin Algül’ü destekliyor. Bağımsız aday Algül’ü biz de İKP olarak destekliyoruz. Türkiye’nin en büyük sanayi merkezlerinden olan Tekirdağ gittikçe büyüyor, ancak zenginlik halkın yaşamına yansımıyor. İşçilerin ve köylülerin sesi olmak isteyen Algül, özellikle kayıt dışı çalışmanın yasaklanması ve sendikalaşma hakkının özgürce kullanılması gibi talepleri öne çıkarıyor. Algül aynı zamanda, çarpık sanayileşmeden kaynaklanan çevre kirliliği ve su kirliliği meselelerine vurgu yapıyor.

22 Temmuz 2007 milletve- görevlendirilmiş oldum. killiği genel seçimlerinde neden bağımsız milletvekili Tekirdağ/ Çorlu ile ilgili düşünceleriniz neleradayı oldunuz? dir? Seçim çevrenizle ilgili Ben, daha evvel Çorlu planlarınız nedir? Demokrasi Platformu’nun Türkiye’nin kuruluşunda yer aldım. Bu Tekirdağ en büyük sanayii illerinplatform, yirmi iki sivil toplum kuruluşundan oluşu- den biridir ve yurdun her yordu. Bu platformda avu- yerinden göç almaktadır. kat, doktor ve diğer meslek Ancak bu hızlı sanayileşsahiplerinden gelen destek- me beraberinde zenginlik lerle işçi haklarının temini getirmemektedir. Emeğin ve işçi sınıfı mücadelesi- değerinin çok altında ücretni gerçekleştirebilmek için lendirilmesi ve köylülerin maddi olanaklarını yitirmeçaba sarf ettik. leri Tekirdağ/ Çorlu’nun en Ancak sendikaların sınırlı olanakları ve siyasi partilerin işçi sınıfı mücadelesinde sergiledikleri çekingen tutumlar sebebiyle Demokratik İşçi Platformu’nu kurma gereği hissettik. Bu platforma Türk-İş’e bağlı Deri-İş ile DİSK’e bağlı Birleşik Metal-İş ve Tekstil-İş sendikarından yoğun destek aldık. İşte, büyük sorunlarından biridir. ben de bu platformun adayı Sanayiide çalışan işçiler olarak ortaya çıktım ve asgari ücret düzeyinde bir Tekirdağ İlinden bağımsız gelire sahipler ve dolayısymilletvekili adayı oldum. la geçinebilecek bir maaşı Çünkü gelinen durumda elde edemiyorlar. Bu bölgeartık işçilerin de, siyasallaş- de sendikasız çalışma oranı ması gereğini hissetmiştik. yüzde yetmiştir, sosyal hakBu açılım doğrultusunda lar eksik kalmıştır ve önceplatformun bu genel seçim- ki üç seçim dönemi boyunlerde müşterek adayı olarak

ca bile kayıtdışı çalışmaya me dönüştürülmektedir. OYLAR Bir tarım kenti olan müdahale edilmemektedir. Tekirdağ, düne kadar DEVLETTEN Bu hususta bir örneği aktarpeyniri, sütü, ayçiAN mak istiyorum: Geride E PATROND V çeği ve soğanı ile bıraktığımız icraat döneÇİ ünlüyken; bugün BAĞIMSIZ İŞ minde hükümet yurttaki tüm tarlalarına kimLARA! Y A il valiliklerini bir genelge D A yasal sular akıtılyolladı ve valilerden kayıt İŞÇİLER maktadır. Tekirdağ dışı çalışmayı engellemeartık Türkiye’nin MECLİSE! lerini istedi. Hükümetin en pis havasına sahip bu emiri verirken ne kadar kentlerden biri haline samimiyetsiz olduğu, takip sorungetirilmiştir. Tekirdağ’da eden uygulamalarda hemen ları bizimle tarım çökertildiği için köygün yüzüne çıktı. Özellikle lüler artık ihtiyaçlarını mar- beraber çözen bütün sivil Tekirdağ’da bu talimat ketlerden sağlamak mecbu- toplum kuruluşları, sendika uygulanmadığı gibi, hüküriyetinde kalmıştır. Bu bağ- ve partilerle birlikte haremet tarafından uygulama da lamda diğer bir konu da, ket ettik. Bunlardan biri de hiç bir biçimde takip İKP’dir. edilmedi. Aksine her Bu nedenle bizimle sendikalaşma sürecinbirlikte tüm sorunde hükümet güçleri, ların üstesinden mücadele eden işçiler gelen İKP ile birlikaleyhinde yoğun güç te, siyasi kazanımkullanmayı tercih ettiları elde etmek için, ler ve direnişleri engelTürkiye’nin sorunlediler. larını çözmek için Tekirdağ’ın diğer omuz omuza mücabir sorunu da hızlı ve dele etmemiz gayet plansız sanayileşmenin doğaldır. İKP, gergetirdiği çarpık kentleş- “su sorunu”dur. Açıklamaya çekten aydın ve uzman kadmedir. Tekirdağ’da çalıştığım kirlilik sebebiyrosuyla bu ülkenin sorunmeskun alan, ilçe le Tekirdağ’da hiç kimse larını çözebileceğini bize merkezi, köy alanı musluktan su içmemekte ve kanıtlamıştır. Bizi desteklevb. sınırlar hiçe sayı- pazardan su satın almaktayeceğine ve sonsuza kadar larak her yerde sana- dır. Ancak bazı su firmaları yanımızda yer alacağına yi tesisleri kurul- bu kirli suyu yer altından inandığımız için İKP’ye masına ve doğanın çekmekte ve Türkiye’ye güvenimiz tamdır. tahrip edilmesine pazarlamaktadır. Halk sağidareciler tarafından lık endişesiyle bu suları tüm imkan sunulmakta- içmezken, bu dır. Kanun ve nizam Türkiye’ye suların satılmasını hiçe sayılmaktadır. sorgulamak gereBelediyeler sanayileşme kir. namına hiçbir yükümlülüğünü yerine getirmemektedir. Sayın Algül, Trakya’da göletler ve dere- İKP hakkındaki ler yirmi yıl öncesine kadar düşünceleriniz balık tutulabilen yerlerdi, nelerdir? ancak bugün gelinen noktada bu havzalara sanayile- Biz bu platformu rin atık suları boşaltılmakta kurarken bizim düşünen, ve tüm doğa bir cehenne- gibi


seçim

8

Çorlu Demokratik İşçi Platformu Basın Açıklaması Platform Başkanı Atiye Sökük anlar mı? Anlar, anlar da açlar geçti. Artık kendi bahanelerinizin

T

ürkiye’nin gündemini 22 Temmuz’da yapılacak seçimler belirlemiş durumda. Siyasi partiler milletvekili adaylarını parti başkanlarının otoritesi ile belirlediler. Ve çalışmaların başladılar.

ordusu olmasa ‘o’ parasına para katamaz. Anlamak işine gelmez. Peki, bu karnı büyük para babaları halka ne derler: “Sen haline şükret, kaderine razı ol. Allah seni böyle yarattı.” İşte din bezirgânları ve öbür dünya vaatleri.

Öte yandan patronun çağırdığı sarı sendikacılar işçileri canından bezdirmiş durumda. Hatta patrondan daha patron gestapo subayı gibi görevlerini yerine getiriyorlar. Oysa işçi sendikaları sendikacıların değil, işçilerin kendi örgütleridir. Ama 12 Eylül kanunları günümüzde de yürürlükte olduğu için Bana oy ver yeter! Bütün mesele meclise gideyim. Ben bilirim çalışanlar yine çaresiz durumda. size neler yapacağımı. Sen yoksulPeki, bu faşist yasalar TBMM’de sun. Biliyorsun ki politikacı olman neden değiştirilmedi? Çünkü için çok paran olması lazım. O da halkın milletvekilleri orada yok. sende yok. Sen kimsin ki? Toprak reformundan neden söz Milletvekili adaylarının çoğu, parası olanlar yani zenginler açlık sınırının altında asgari ücretle çalışan açlar ordusu kimsenin umurunda değil. Ne yerler, nasıl yaşarlar, hangi koşullarda çalışırlar ya da çalışamazlar. Kime ne? Çözüm,

Çorlu Türkiye’nin en büyük sanayi kentlerinden biri yani işçi ve emekçi yatağı. Sendikasız, sigortasız kötü koşullarda çalışan bu işçilere karşı sendika patronları ve fabrika patronları birlikte değiller mi? Çorlu’nun sorunları çok. Tekirdağ’ın havası solunmuyor, suyu içilmiyor. Toprağı kirli, ürün vermiyor. Alınan ürünlerde maliyetinin altında satılıyor. Çiftçi, esnaf perişan. İflaslar almış başını gidiyor. Banka borçları, tefeciler, mafyalar, hırsızlar, halkı canından bezdirmiş durumda. Peki, çaresi yok mu? Var tabi.

edilmez? Vekillerimiz bu konuyu neden ağızlarına almazlar? Çünkü toprak ağaları mecliste milletvekilidir.

Bunları aydınlarımız bilmez mi? Türkiye’de aydın nerede? Kendi köşesinde. Maddi durumu açlar ordusunun tabi ki üstünde. İşinden evine araba ile gelir ve gider. Birbirleri ile masa başında lafazanlık eder. Sokakta yürümesini bile beceremez. Eskiyi yâd eder durur. Hele biraz da alkol almışsa bir zamanlar nasıl da yüksekten uçan güvercinmişler, dinle dur. Paramparça olmuş yaşamlar Meclise gidecek milletveki- ve kişilikler. Suçlusu, 12 Mart ya li adayları içinde hangisi işçi? da 12 Eylül. Hangisi köylü? Hangisi küçük Beyler! Darbeler sadece sizin esnaf? Hiçbirisi. üzerinizden geçmedi. Bu ülkenin Peki, öyle ise tok açın halinden insanlarının tümünün üzerinden

Basın Açıklaması Aşağıda, Çorlu bağımsız milletvekili adayı Metin Algül’ün basın açıklamasından bölümler sunuyoruz. Metin Algül

lisi teoriyi pratiğe çevirmiş parti tabanından gelen üye tarafından seçilen, bulunduğu bölgede seviiyaset demokrasinin vazgeçilmez aracıdır. Siyasi partiler len ve yaptıklarıyla kendini ispat demokrasiyi toplumda yaşayan etmiş milletvekili adayları çıkarbireylere eşit şekilde pay etmesi ması gerekir. gereken ve ülkemiz için vazge(...) Ben demokrasinin havariçilmez kurumlardır ve gereklidir. si olacağım. Bu yüzden bağımsız Siyasi partilerin öncelikli görevle- aday oldum. Sosyal ahlaksızlığa ri Türkiye’de ve dünyada gelişen savaş açıp siyasi iradenin levyeekonomiye, sanayiye, teknolojiye si olup yukarılara taşıyacağım. uygun eğitim seviyesi sürekli yükBenim sosyal yaşamımda, siyaselen halka cevap verecek parti programları hazırlamaktır. Bunu si geçmişimde tek bir ahlaksızhayata geçirecek parti, içinde yıl- lık bulamazsınsız. Kimseye siyalarca parti programını okumuş si haksızlık da yapmadım. Bunu parti eğitimi almış ve en önem- söyleyecek aday zor çıkar. Çıksa

S

arkasına sığınmayın. Unutmayın ki, gerçek aydın karanlıkta bile aydınlığa koşan, halkla birlikte çözüm üretendir. Trakya insanı yapısı gereği zaten aydındır, hoşgörülüdür. Sokağa çıkın, onların içinde olun. Korkmayın sizi ısırmazlar. Ama onları düşünüyormuş gibi yapıp sıkışınca ya da işinize gelmeyince bahaneler ve yalanlar üretmeyin. Kimse aptal değil. Hele hele işçi sınıfı hiç değil. Önce kendinize karşı dürüst olun. Bu emekçileri sevin, onlara karşı samimi olun. İkili ve tutarsız davranmayın. Böyle aydına halk çok kızıyor ve o güzel yüreği ile değerini veriyor, sözünü esirgemiyor. Çünkü kurtuluşunuz onlarla birlikte. Bunu o bilgili, zeki ama akılsız kafalarınıza iyice sokun.

İşçi Kardeşliği adayı işçi Metin Algül’ü desteklemeye ve oylarını kendileri gibi bir olan birine vermeye davet ediyorum. Olmaz demeyin. Biz istersek olur. Düzen partileri ve onların milletvekillerinin ne bu ülkeye ne de emekçilere vereceği hiçbir şey yok. Zaten niyetleri de yok. Peki, bu sömürü düzeninin sorumlusu kimler? • Düzen partileri, • Sermaye yani patronlar, • Sendika patronları, • Toprak ağaları, • Kendisi ile bile yüzleşemeyen halktan kopuk sözde Türkiye aydınları. (Bunlar sadece sorumlu değil aynı zamanda samimiyetsiz oldukları için halka karşı da suçludurlar), • ABD ve AB emperyalizmi ve işbirlikçileri.

Şu unutulmamalı ki, terörün canını aldığı Mehmetçik, açlar ordusunun evlatlarıdır. Para babaBunları niye yazdım: larının, milletvekillerinin ve sözde Demokratik işçi platformunu bir aydınları değil. avuç işçi kardeşimle kurduğumuzÇözüm de, kurtuluş da kendi da, yanımızda ne sendika patronu, ellerinizde. Kimseye ihtiyane aydın ne de zengin vardı. Basın emekçisi arkadaşlarımla konuştu- cınız yok. Güç sizsiniz. Çünkü ğumda çok olumlu karşıladılar ve tüm güzellikleri üreten sizsiniz. şimdiye kadar da bizlerle birlik- Oylarınızı bağımsız aday Metin te oldular. Onlara yürekten teşek- Algül’e verin. Bir kere de size kür ederim. Çorlu’da gazetecilere dayatılanlara “Hayır!” deyin. saldırıldı. Elimizden geldiğince, Bu seçim süresince bizlerle birgücümüz yettiği kadar duydu- likte olacak tüm işçilere, çiftçilere, ğumuzda hep yanlarında olduk. küçük esnafa ve kendini emekten Demokratik işçi platformu olduğu yana gören tüm halkımıza teşeksürece de bu hep böyle olacak. kür ederim. Demokratik İşçi Platformu Tam bağımsız demokratik bir tamamıyla işçilerden ve emekçi- Türkiye’de yaşamak istiyorsak lerden oluşmuştur. hadi demokratik işçi platformuna İşçileri, köylüleri, küçük esna- katılın. Hepinize selamlar ve sayfı Demokratik İşçi Platformunun gılar sunarım. çıkardığı bağımsız milletvekili

da maskesi çabuk düşer. Bu seçim bağımsızların seçimidir. Ben Tekirdağ’da demokrasinin kalesi olacağım. Tekirdağ Türkiye’nin en kötü havasında birinci sırada, kayıtdışı çalışmada birinci sırada. Türkiye’de en çok göç alan illerde birinci sırada. Arıtması olmayan en büyük sanayi il sıralamasında birinci sırada. Burası artık bir cehenneme dönüşmüştür. Bunun tek sorumlusu son 20 yılın belediye başkanları ve milletvekilleridir. Çıkın sokağa ve sorun. Milletvekilleri son 20 yılda Tekirdağ’a ne yaptı? Bakalım kim şunu yaptı diyecek? Ben 10 yıldır sokaklardayım. İşçinin, köylünün ve esnafın haklarını onlarla beraber meydanlarda aradım. Buna en çok siz şahitsiniz. En büyük desteği de sizler verdiniz basın emekçileri. Fotoğraf arşivlerinize bakın. Kapalı odalar,

düğün salonları ve protokol haricinde bu adayların meydanlarda fotoğrafları var mı? Ama benim fotoğraflarıma sık rastlarsınız. Ben söz veriyorum: Tekirdağ’daki kayıtdışı çalışmanın karşısında olup mücadele vereceğim. (...) Patronlar siz çıkın ötekiler gelsin diyor işçilere. İşçiler Tekirdağ’da çağın kölesidir. Kayıtdışı durursa,işçiler sendikalı olursa patronlar işçileri çıkaramaz ve Tekirdağ’a göç nedeni kalmaz. (...) Bağımsız bir milletvekili olarak bu sorunları çözmek için bütün gücümle çalışacağım. Bu yolda ölürüm ama diğer adaylar gibi cadı kazanında kaynamam. Seçim sürecinde basın her zaman bana en büyük desteği vermiştir. Bundan dolayı herkesin önünde sevgili basın emekçilerine teşekkür ediyorum.


Sayı: 28 Temmuz 2007

serbest kürsü

Türkiye neden kalkınamıyor?

Türkiye’nin kalkınamamasına sebep kimler? Emperyalizmden bağımsız olmadan kalkınma mümkün mü?

Baran Başaran

mazlardı. O zaman tek yol kalıyordu. O da, emperyalist devletlerden destek lli yıllık tarihimizin acı gerçeği, almak... Türkiye’nin kalkınamamasına ve Zaten o zamanın canavarı Amerika, geri kalmasına kimler sebeptir? Yarım gözünü dört açmış, dünyada sömüasır önce verilen Bağımsızlık Savaşı ve rü alanı arıyordu. Amerika ülkemize emperyalist ülkelerin ülkemizden atılgirmeye hazırdı. Bir avuç satılmış ise, masından sonra bağımsız bir ülke olmaAmerika ile ortak olmayı ve Türkiye’yi mız ve 1923 yılından sonra Türkiye’yi öylece sömürmeyi en iyi yol olarak sömürerek, sermayesini dışarıya aktagörüyorlardı. Fırsatı kaçırmadılar, ran hiçbir iktidarın olmayışı önemliydi. Marshall yardımı ile 1950 yılında ikti1923-1939 yılları arasında ülkemizde dara geldiler. Deniz Gezmiş’in dediği hiç bir yabancı devlete imtiyaz verilmegibi; “Suçlu sandalyesine suçun asıl di ve üstelik Osmanlı devletinden kalma sahibi bu kişiler ve sınıflar oturursa, borçlar ile yabancı şirketlerin imtiyazlaşunu gözlerinizle görecek, kulaklarırı kaldırıldı. Tam başarılı olmamasına nızla işiteceksiniz: kendi paraları ve rağmen, hiç bir yabancı ülkeye imtiyaz kârları uğruna o kadar temkinli ve dikverilmeden, tamamen iç kaynak ve katli, fakat yurt sevgisinden de o kadar kendi imkânlarıyla yurdun kalkınması yoksundurlar ki, vatanı bir tek viski için çaba sarf edildi. Ancak; Atatürk’ün kadehine dahi sattıkları olmuştur”. ölümünden sonra Türkiye’deki egemen sınıf ve zümreler 1945’de tekrar Yurdumuzun ekonomisini ellerinde emperyalist ülkelere avuç açmaya ve tutan, iktidarda bulunan bu sınıf ve imtiyaz tanıyarak kapılarını açmaya tabakalar gücünü gün geçtikçe artırbaşladı. Verilen imtiyazlar, imzalanan maktadır. Bağımsızlık Savaşı ile alınan ekonomik, askerî, siyasî ve kültürel yerler masa başlarında bu vatanın sanki antlaşmaları neticesinde ise yurdumuz hayrına emperyalist ülkelere devrebu duruma geldi! dilmektedir. Madenleri, devlet işletmelerini, limanları, bankaları, özelleşBu sınıf ve zümreler yurdumuzda tirme yasaları yanı sıra Amerikalılara tarih sahnesine nasıl çıktılar? Bu soruda sözüm ona ülke güvencesi için ların cevabını birkaç cümleyle açıklaüs verilmiş, bu şekilde ülkeyi idare mak faydalı olacaktır. Osmanlı Devleti edenler ulusumuzun onurunu, kendi zamanında iktidarı elde tutanlar bunlarçıkarları için emperyalist sömürücüdı. Padişah ve saray bunların emrinde lere feda etmişlerdir. Bunların sayıları bir kukladan başka bir şey değildi. fazla olmamasına rağmen maddi güçKurtuluş Savaşı’ndan sonra iktidardan leri fazladır; bir de arkalarına aldıkdüştüler - Kurtuluş Savaşı’nın korkusu ları emperyalist Amerika ile AB’den ile ve 1939 yılına kadarki bağımsızlık dolayı kendilerini rahat ve garantide politikası yüzünden pusuda beklediler. hissetmektedirler. Emperyalist serAtatürk’ün ölümüyle meydanı boş mayedarlar bizdeki hainler sürüsü ile, buldular ve faaliyete geçtiler. Amaçları patronlar, ağalar, tefeciler, bezirganlar ne yoldan olursa olsun iktidarı ele geçir- ve bunların emrindeki bir avuç uşakla mekti. 1939-1950 yılına kadar dini kul- halkımızı bir sömürü çemberi içine lanarak, köy enstitülerini kapatarak ve almışlardır. Emperyalist sermayedaranti-komünizm propagandası yaparak lar yurdumuzda bu hainler sürüsünün iyice örgütlendiler. Buna rağmen ikti- sayesinde ayakta durmaktadır. Bunların dara gelecek güçte değillerdi. Gelseler satılmışlığı sayesinde de Türkiye’de, bile iktidarı uzun süre ellerinde tuta- emperyalist Amerika o kadar güçlü-

E

Neden İKP? Hikmet Say

B

ugün dünya ve Türkiye’de toplumcu ve emek hareketleri kendi tarihlerinden kaynaklanan ağır sorunlardan ve de buna bağlı olarak mevcut koşullara uyum sağlayamamaktan dolayı neredeyse dibe vurmuş durumda. Yaşanan sancılı kriz, sürekli bölünmeler, geçici birlikler ve dağılmalar, tüm bunların kadrolar ve kitleler üzerinde oluşturduğu demoralizasyon ve umutsuzluk kan kaybını sürekli kılmıştır. Tüm bunlar yukarıdan beri söylediklerimin hem bir “sonucu” ve hem de “nedeni” olup sorunlar, açmazlar, tıkanıklıkla, hayattan ve kitlelerden, dolayısıyla onların sorunlarından ve de ideallerimizden bizi biraz daha uzaklara sürüklemektedir.

9 doğmaz (1983’ten beri!) olanaklı en geniş sol kesimler ile toplumsal muhalefete dayanan ve bunların acil taleplerini sahiplenerek, aktüel sorunlar ve bunların çözümü yolunda eylem/iş/güç birliğini sağlayarak bir örgütlenmeyi savunageldim. Dünyada en azından I. Enternasyonel’den, Türkiye’de 1. TİP’ten bu yana kaçırdığımız fırsat ve olanakları belki yakalayabilmek umuduyla. Ama tüm bu anlayış ve çabalarım bazılarınca “ilkesizlik”, “dernekçilik”, “sağcılık”, “cephecilik”, “hayalcilik”, vs. ile nitelendirildi. Diğerlerini bilmem ama “hayalcilik” yani BİRLİK, eşitlik-özgürlük-barış toplumu ve dünyası olarak KOLEKTİVİZM benim için hem bir hayal, hem bir umut, hem bir amaç ve de hem de bir araçtır. Toplumculuk, amaç ile araçlarını ne kadar birbirine uyumlu hale getirebilir ise, elbette ki bunların toplumsal muhalefette bir karşılık bulmasıyla; ancak o zaman bir gerçek olabilir.

Bu olumsuz durumun başlıİşte böyle bir anlayışın sahibi ca sorumluları toplumcular olaolarak, gelecekte sol gruplardan rak bizleriz; dolayısıyla sorunun biri haline gelmemesi dileğiyle çözümü de yine bizleri bekliyor. İKP’ye EVET diyorum. “Yasal bir sol parti” olanağı doğar dür ki, istediği zaman iktidar değiştirir, hoşuna gitmeyen bir kişiyi görevinden uzaklaştırması an meselesidir. Amerika bu çıkar ve sömürüsünü sürdürmek için her türlü tedbire başvurur. Şayet emrindeki hainler sürüsü iktidar ve sömürünün devamını sağlayamıyorsa, ekonomik ve politik krizin eşiğindeyse, onu düşürür halkı kandırmak için yeni bir iktidar getirir. Gelen iktidar ülkeyi kalkındıracağını vaat ederek halkı bir müddet daha soymaya devam eder ve bir müddet sonra da o da yıpranırsa, iktidarı başkasına devretmeye mecbur kalır. Bu kandırmayla ve oyunlarla Türkiye’de, emperyalist Amerika talanı devam eder. Kısaca; Amerikan emperyalizmi yurdumuzda var oldukça bu talan devam edecektir. Türkiye’nin kalkınması için tek ve zorunlu şart Amerikan emperyalizminin yurttan atılmasıdır.

Kalkınma toplumsal bir sorundur. Türkiye’de Amerika var oldukça, toplum kalkınamayacak, fakat büyük zenginler, komisyoncular ve uşaklar olacaktır. Amerika yurdumuzda var oldukça, kalkınma değil, tam tersine açlık ve sefalet var olacaktır. Bu yüzden, hem Amerika, hem kalkınma olmaz. Bağımsızlığımızı kazanmadan kalkınmak mümkün değildir. Mümkündür diyenler ya bilmeden söylüyorlardır veya çıkarları gereği yalan söylüyorlardır. Emperyalizm bunu çok iyi bildiği için ve başına birçok defalar belâ geldiği için, yoksul ülkelerdeki en ufak bir kıpırdanmadan nem kapar. Fakat bütün bunlara rağmen, gene de bir gün yurdunu seven halkın direneceğini ve çocuklarının geleceğinin emperyalizme hiçbir borcu ve diyeti olmayan onurlu işçi sınıfı ve köylü sınıfının mücadeleleri ile kazanılacağından umutluyum.

Dayanışma için Abone Kampanyası

İKP ile bağlantıya geçmek için:

[ ] 3 sayı: 5 YTL / [ ] 6 sayı: 10 YTL / [ ] 12 sayı: 15 YTL

Genel Merkez: Tuzluçayır Mh. 9. Sokak 21/D Mamak/Ankara İstanbul İl: Aksaray Guraba Hüseyinağa Mh. Kakmacı Sk. Blok: 10 Daire: 14 Fatih/İstanbul (Aksaray Metro karşısı) (212) 635 88 90 Gaziosmanpaşa İlçe: Salih Paşa Caddesi, Adalı Han, No: 5, Kat: 5, Bereç Yolu, Gaziosmanpaşa/İstanbul (532) 724 03 79 (537) 284 38 81 Balıkesir İl ve Merkez İlçe: Karaoğlan Mah. Çarşı Sk. No: 7 (Paşa Camii karşısı) Balıkesir Eskişehir İl: Cumhuriyet Mah. Porsuk Bulvarı, Dilem Sok. Çağlayan İş Merkezi, Kat 5, No: 47/d E-posta: iletisim@iscikardesligi.org İnternet sitesi: www.iscikardesligi.org

İsim, Soyisim: ................................................................................... Görev: ................................................................................... Adres: ................................................................................... ................................................................................... Posta Kodu: ................................................................................... İlçe, İl: ................................................................................... Telefon, Faks: ................................................................................... E-Posta: ................................................................................... 1051319 no’lu PTT Posta Çeki Hesabına yatırdığınız abonelik ücreti dekontunuzu bu formla beraber faks veya posta yoluyla bize ulaştırın. (Bilgiler künyededir.)


10

güncel

İşçi Kardeşliği

Temizlik işçilerinin sendikasızlaştırmaya karşı mücadelesi Ankara Fizik Tedavi Rehabilitasyon Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nde çalışırken, sendikaya üye oldukları için işten çıkarılan 57 temizlik işçisi mücadele veriyor. İşçiler sendikal ve sosyal haklarını kazanana kadar direnişte kararlı. Muhabirimiz işçilerle görüştü. dan bahseder misiniz? Zeynel: Çalışma koşullarımız biraz önce de bahsettiğim gibi, tek bir işle temizlik işiyle sınırlı değil. Maaşlar zamanında verilmiyor, taşeron firma değişince maaşımız içerde kalıyor. Firmalar değiştikçe işe giriş çıkış yapılarak sigorta hakkımızın üzerinde oynama yapılıyor. 7,5 yılda 11 firma değişti.

A

nkara Fizik Tedavi Rehabilitasyon Eğitim ve Araştırma Hastanesinde taşeron firmalara bağlı çalışan ve sendikalı oldukları için 13 Haziran 2007 tarihinde işyerlerine sokulmayan 57 temizlik işçisi, kendilerine yapılan kanunsuz uygulamaya son verilmesi için eylemlerini sürdürüyor. Sağlıkta reform adıyla yapılan düzenlemelerden dolayı, hastanelerin ticarethanelere dönüşmesi ve hastane yönetiminin tüccar mantığıyla hareket ederek sendikalı işçileri işten çıkarmaya çalışması bugün birçok sağlık işçisinin gündeminde yer almaktadır. Ankara Fizik Tedavi Rehabilitasyon Eğitim Araştırma Hastanesinde çalışan işçilerin bugün yaşadığı sorun budur.

Taşeron firmaya bağlı ve bu hastanede çalışan toplam kaç işçi çalışıyor ve yaptığınız işlerden bahseder misiniz? Zeynel: Bu hastanede taşeron firma aracılığıyla 85 kişi çalışıyorduk. Hepimiz temizlik işçisi olarak işe başladık. Aramızda uzun yıllar bu işte çalışan arkadaşlarımız var. Bizler burada sadece temizlik işine değil, hasta nakli, laboratuar işleri, fizik tedavide yardımcı eleman, pansuman ve aklınıza gelebilecek diğer işlerden sorumlu tutulduk. Günümüz çalışma şartlarında üzerimize yüklenen ve aslında görevimiz olmayan bu işlere itiraz etmeden senelerce çalıştık. Hepimiz diplomasız sağlık memuru gibi çalıştırılıyoruz buna rağmen temizlik işçisi olarak asgari ücret alıyoruz.

Fizik tedavi alanında uzman olmamasına rağmen bu hasHastanede çalışma koşullarıntaneye atanan başhekim Tahir Kurtuluş Yoldaş bu hastanede çalışan 57 temizlik işçisini sendikalı olduğu için işyerine koymamakta direniyor. Her biri asgari ücretle ev geçindirmek zorunda olan işçilerin verdiği mücadeleye duvar gibi sessiz kalarak ve görüşme taleplerini reddederek işçilerin mağdur olmalarına sebep oluyor. Aşağıda İKP olarak eyleme destek amacıyla ve sendikasızlaştırma sürecinin başından itibaren bilgi almak için işten atılan işçilerle yaptığımız röportajı sunuyoruz.

Aralık 2006 tarihinde DİSK’e bağlı Genel İş sendikasına üye olduk. Son bir ay içerisinde Anadolu Medikal, Bakış ve Piramit firmalarının denetiminde çalıştık.

Son gelen taşeron Piramit firması 12 Haziran 2007 tarihinde hastanede çalışan 85 temizlik işçisiyle toplantı yaptı. Bu görüşmeye şube başkanımız Hüseyin Kabaca’ya haber vereÇoğunlukla 50–55 saat çalış- rek bizimle toplantıya katılmamıza rağmen mesai ücret- masını istedik. Yapılan toplanleri verilmiyor. Bizlerle yapı- tıda Piramit firması yetkilisi, lan sözleşmelerde orada bulunan 57 bu madde açıksendikalı işçiça belirtilmiş ve Maaşlar zamanında ye hitap ederek; değişen bunca verilmiyor, taşeron sendikadan istifa firma bu maddeyi etmemizi, hastafirma değişince değiştirip mesai yönetiminin maaşımız içerde ne ücreti vermeye de sendikalı işçi yanaşmadı. Ayrıca kalıyor. Firmalar istemediğini söyizinler zamanın- değiştikçe işe giriş ledi. da kullandırılmıSendikadan çıkış yapılarak yor. Eksik izin ya da ücretsiz sigorta hakkımız istifa ettiğimiz takdirde ertesi izin kullanıyoruz. üzerinde oynama gün işbaşı yapaAramızda 2 yıl ile bileceğimizi yapılıyor. 15 yıl arasında bu söyleyen firma işte çalışan arkayetkilisine bizdaşlarımız olmasına rağmen hepimiz asgari ücretle çalışı- ler toplantıyı terk ederek yasal hakkımızın elimizden alınmasıyoruz. na karşı tepkimizi ortaya koySendikaya üye olma sürecini duk. 13 Haziran sabahı işe gelve daha sonra gelişen olayları diğimizde bizi hastane binasına anlatır mısınız? sokmayarak işbaşı yapmamızı engellediler. Zeynel: Biraz önce bahsettiğim çalışma şartlarından dolayı bir Size yapılan bu haksızlığa karşı araya gelerek örgütlü ve sendi- yaptığınız eylemler nelerdir? kalı mücadele etmemiz gerek- Sizi destekleyen başka kişi ve tiğini düşündük. Bunun için 21 kurum oldu mu? Hüseyin Kabaca (Genel İş Konut İşçileri Şube Başkanı): İşbaşı hakkımız engellendiği günden beri mesai yapar gibi hastane bahçesinde bekleyerek eylem yapıyoruz. Bir haftadır hastane yönetiminin olumlu bir adım atmamasından dolayı 21 Haziran perşembe günü Sağlık Bakanlığı’na yürüyerek basın açıklaması yaptık. Anayasal hakkımız olan sendikaya üye olmamızdan dolayı işbaşı yapmamız engellenmeye devam ederse başbakanlığa kadar yürüyerek eylemimizde kararlı olduğumuzu ve hakkımı-


Sayı: 28 Temmuz 2007 zı aramaya devam edeceğimizi göstereceğiz. Bize yapılan haksızlığa kayıtsız kalmayan hastane personelinden iki doktor ve bir hemşire başka hastaneye sürgün edildi. Ayrıca eylemlerimize yanımıza gelerek destek veren 60 hemşire hakkında hastane yönetimi tarafından soruşturma açılarak savunmaları istendi. Bize çıkış verilmediği için yerimize gelen ve yasal olarak işe girişi yapılamayan yeni personel deneyimsiz olduğundan hastalar tarafından istenmedi. Uzun süredir hastanede yatan hastalarımız işe dönmemiz için imza toplayarak temizlik firmasına ve hastane yönetimine verdiği halde hastane yönetimi hastaların bu talebini görmezden gelerek çöpe atmıştır. Eylemlerimizde ATO, SES, DİSK Genel-İş, KESK, DevSağlık-İş, yönetimi ve temsilcileri destek verdiler. Ayrıca çeşitli partiler ve dergi çevreleri de eylemlerimizle yakından ilgilenerek destek oldular. Talepleriniz nelerdir? İşçiler: Önce, • Sendikalı olduğumuz için yasal olarak işten çıkış bile verilmeden işyerine girişimizin engellenerek çalışma hakkımızın gasp edilmesine son verilmesini, • Sendikanın tanınmasını, • Sürgüne gönderilen iki doktor ve bir hemşirenin geri

Barika-ı Hakikat M. Cemil Ozansü

Cumhurbaşkanını neden halk seçmemeli!*

İ

şçi Kardeşliği’nin evvelki sayılarında defalarca ifade etmeye çalıştığımız tehlike artık kapıya dayanmıştır. Başını çeşitli patron örgütlerinin çektiği kuvvetli bir lobi, bugün Türkiye’ye yarı başkanlık rejimini dayatmak istiyor. Bu siyasi fraksiyonun en güçlü sözcüsü AKP’dir. Bu parti beş yıla yaklaşan icraatı sırasında patron-

11

güncel değerlendirmeniz nedir? Bugün mecliste bulunan siyasi partilerin hiçbiri bizim mücadelemizi duymuyor ve görmüyor. Yarın bu partilerin hepsi bizden oy isteyecek. Kör Allaha nasıl bakarsa Allah da köre öyle bakar. Bize yapılan haksızlığı görmeyen meclis partilerini biz de görmeyeceğiz. Bizim sorunlarımıza kim sahip çıkarsa oyumuzu ona vereceğiz. Son olarak neler söylemek istersiniz? Biz 405 Lira asgari ücretle çalışan işçileriz. İş güvencemiz yok. Bu hasalınmasını, tanede çalışan doktorlar, hemşi• Maaşımızın zamanında ve reler sendikalı olduğu halde biz tam ödenmesini, sendikalı olunca neden hastane • İzinlerin kullandırılmasını, yönetimi bizim anayasal hakkı• Fazla mesai hakkımızın verilmızı kullanmamızdan rahatsız mesini, olup işimize son veriyor. • Kadro verilmesini, Biz biliyoruz ki sendikayı • Sosyal haklarımızdan yararbıraktığımızda kapının önüne lanabilmeyi talep ediyoruz. konulacağız. Yaşadığımız bu Seçim sürecindeyiz, yaşadıkla- olumsuzlukların sebebi başrınızdan doğru partilere ilişkin hekim ve müdürdür. Hastane yönetimi sendikalı olmamızı istemedi. Bizim muhatabımız taşeron firmalar değil, başhe“Bize kimdir.

yapılan hakn sızlığı görmeye partileri biz de görmeyeceğiz. kim Sorunlarımıza oyusahip çıkarsa muz ona”

lar için ülkeyi bir cennete çevirmiş olmasının verdiği hızla, bu “başarısını” kalıcı hale getirebilmek için meclis temeline dayanan sınırlı anayasal demokrasiyi bile ortadan kaldırmaya, bunun yerine kuvvetli bir başkanın talimatıyla işleyen daha anti-demokratik bir siyasal yapı kurmaya doğru hızla ilerliyor.

İşçiler “Köle değil işçiyiz!”, “Sağlık bakanlığı uyuma, yasaları uygula!”,”İşçi memur el ele, ortak mücadeleye!”, “Direne direne kazanacağız.”, sloganları atarak mücadelelerindeki kararlılığı herkese duyurmaya çalışıyorlar.

tüm işçi kazanımlarının kuşa çevrildiği, yani AB standartlarına(!) sahip yeni bir anayasa metni kaleme alma çabasıdır. AKP’nin açıkça belirttiği bu amaca ulaşabilmek için kadrolarına Zafer Üskül ve Burhan Kuzu gibi anayasa profesörlerini yerleştirmiş olmasına da hayret etmemek gerekir. Hizbin bu hamlesinin anlamını iyi tahlil edelim. Solu, sağı fark etmez; AB’ci Bu manevraların temel sebebiçizgi patroncu çizgidir ve demokni 367’cilerin AKP’nin değirmerasinin bir numaralı düşmanıdır. nine su taşımaktan başka bir işe yaramayan müdahalelerini aşmaBu sebeple biz işçiler, parlaya çalışmak olarak nitelendirmek menter anayasal yapının yerine saflık olacaktır. AKP’nin başını geçebilecek güçlü bir cumhurbaşçektiği patroncu hizbin asıl hedefi, kanlığı makamına karşı çıkmalı ve eksik-gedik de olsa ister istemez anayasanın bizden yana olan kısbir sosyal devlet öngörüsüne sahip mının müdafaasını hakkıyla yapaolan mevcut Anayasanın yerine bilmeliyiz ki, yarın demokratik bir

Kamu hizmetinde performans rekabeti başlıyor

İ

ki yıl önce Sağlık Bakanlığı’na bağlı hastanelerde uygulanmaya başlanan performansa dayalı maaş sistemi, şimdi de tüm kamu sektörüne getiriliyor. Görülen hasta ve yapılan işlem başına performans adı altında ek maaş alan Sağlık Bakanlığı hekimlerinin düştüğü durum ortada; iş arkadaşıyla rekabet, iş arkadaşlarından hasta kaçırma yarışı, gereksiz bir dizi tetkik ve müdahale. Kısaca iş barışının bozulması, düşman kardeşliği. Peki, bu uygulama kamuda diğer hizmetlerde başladığında bizi neler bekliyor? Toplu görüşmelerden “0” zam, performans kanaatkârlığı ve en önemlisi ortak mücadele verilmesi gereken tüm konularda düşman kardeşlerin mücadele edemeyecek hale gelmesi. 2009 yılında Maliye Bakanlığı’nın yasalaştırmayı planladığı performansa dayalı ücret sistemi reformuna karşı, IMF’nin ekonomik programında dayatılan “kamuda ücret sisteminin sadeleştirilmesi” ilkesine uyum amaçlı çıkartılacak bu yasaya karşı gelin düşman kardeşler olmadan işçi kardeşleri olarak mücadele verelim ve yasanın geçmesini engelleyelim.

usulle yaratılabilecek yeni bir anayasaya ulaşabilme imkanına sahip olalım. Kurucu Meclis talebimizin işçi sınıfı lehinde bir hamle olabilmesinin olanağını yaratabilelim. Sonuç olarak yapılması gereken cumhurbaşkanın yetkilerini arttırmak değil, azaltmak olmalıdır. * Aslında yeni önerilen sistemde de cumhurbaşkanını halk seçmiyor. Gene meclis içinden birçok milletvekilinin önerisiyle bir seçim gerçekleştiriliyor. Ayrıca, seçkinci bir anlayışla şimdi olduğu gibi gelecekte de yüksek okul mezunu olmayan işçi ve köylülerin cumhurbaşkanı seçilme imkanı olmuyor. Dolayısıyla, Tayyip Erdoğan ve şürekasının “bırakın cumhurbaşkanını halk seçsin!” vaveylası bir kandırmacadan öteye geçmiyor.


HAMAS’ın Gazze’yi ele geçirmesinin ardından

Filistin için trajedi, emperyalizm için fırsat HAMAS’ın Gazze’de El Fetih’i yenerek bölgedeki etkisini yok etmesinin ardından Filistin Yönetimi’nin varlığı tehlikeye girmiş durumda. El Fetih’e dayanarak HAMAS’ı bitirmeye çalışan emperyalizm için ise yeni durum yeni bir “fırsat” olarak değerlendiriliyor. Buna karşı Yahudi ve Arapların beraber kuracağı bir Filistin için mücadeleyi öne çıkarmak zorunlu gözüküyor.

S

on dönemki çatışmalar Mahmud li. Zira bu sözlerin ardından İsrail önce Abbas’ın liderliğini yaptığı El Gazze’ye, sonra da Batı Şeria’ya gene Fetih’in Gazze’deki güvenlik güçlerini operasyon düzenledi. arttırmak istemesi üzerine patlak vermişti. Öbür taraftan Filistin mini-devletiBuna HAMAS’ın beklenenden daha sert nin aldığı hal içler acısı. Gazze’deki tepki vermesi ve El Fetih’in savaşmaktan bakanlıklardan Dışişleri Bakanlığı’nda kaçınması HAMAS’ın personal yok. Maliye Gazze’de beklemediği Bakanlığı’nda çalışanlar bir hızda galip gelmevar ama tüm hesaplar sine yol açtı. Böylece dondurulmuş durumGazze’de HAMAS’ın da. Batı Şeria’da ise ve Batı Şeria’da El Mahmud Abbas, Salam Fetih’in olmak üzere, Fayyad (eski IMF toplasanız bir tane düzgörevlisi) başkanlığında gün devlet etmeyen, bir hükümet atadı, ama HAMAS’ın Gazze’yi ele iki Filistin mini-devleti bu hükümetin Gazze’de geçirmesinin öncesinde silahlı oluşmuş durumda. hiçbir hükmü yok. kuvvetlerin sayısında El Fetih’in Emperyalizm ve üstünlüğü vardı siyonizm çatışmalardan önce de El Fetih’i destekliyordu, çatışmaların ardından bu destek katlanmış durumda. ABD Batı Şeria hükümetine 40 milyon dolar yardım göndereceğiBu noktaya kadar gelen süreci 2006 ni açıkladı. İsrail ise Filistin halkından başındaki Filistin seçimlerine kadar takip Filistin adına topladığı vergilerin bir etmek mümkün. Seçimleri farkla kazakısmını bu hükümete vereceğini açıknan HAMAS’ın hükümet kurması hep ladı: 600 milyon dolar! Ayrıca şimdiye engellendi. Emperyalizm ve siyonizm; kadar sürdürdüğü terörü de azaltacağını görüşmeyi reddederek, ambargo uygubelirtti: 250 El Fetih üyesi esir serbest layarak, hesapları dondurarak, HAMAS bırakılacak, Batı Şeria’daki operasyonlar yöneticilerini tutuklayarak, Filistin şehirdurdurulacak, yollardaki kontrol noklerine saldırarak Filistin halkının seçtiği taları kaldırılacak, Filistinlilerin ticaret partinin hükümet kurmasını engelledi. yapma imkanları arttırılacak... Bu sözlerin ne kadarının tutulacağı tabii ki şüpheÖbür taraftan El Fetih mali kaynak

Bir kez daha: böl, yönet

“Cici El Fetih; Şeriatçı, terörist HAMAS”

U

luslararası basında HAMAS’ın ne kadar terörist ve radikal İslamcı olduğu anlatılıyor. Bizim basınımıza da bu HAMAS’ın Gazze’de Şeriat düzeni kuracağı yollu haberlerle yansıdı. Oysa Filistin halkı en doğru yönetime kendi kendine karar verebilir, yeter ki emperyalizm elini çeksin. Tabii bu vurguya basında rastlayamıyoruz. Aynı devletler ve basın kuruluşları yıllarca El Fetih’e ve Yaser Arafat’a terörist dedi. Koşullar değişip El Fetih aktarılarak, politik destek verilerek, askeri lojistik destekle her gün biraz daha emperyalizmin safına çekildi. Son dönemde gündemde olan ise HAMAS’ın da içinde bulunduğu hükümetin kontrolü dışındaki Abbas’a bağlı Başkanlık Muhafızları’nın sayısının büyük oranda arttırılmasıydı. Zaten çatışma da bu birliklerin Gazze’ye yerleştirilmek istenmesi üzerine patlak verdi. Görünen o ki emperyalizmin planı HAMAS’ı askeri yenilgiye uğratmak ve sonraki seçimlerde başarısız olmasını sağlamaktı. Bu arada El Fetih de verilen destekle satın alınmış olacak-

İsrail’in varlığını kabul edince bu suçlama birden kayboldu. Saddam’la yıllarca süren işbirliğinin ardından birden onu terörist ilan ettiler, aynı şekilde Usame Bin Ladin’i de... Demek ki emperyalistler “terörist” dediğinde anlamamız gereken aslında sadece “emperyalizmin düşmanı”. Bugün Filistin halkına dayatılan tercih emperyalizmin uşağı olmakla radikal İslamcı eğilimlere boyun eğmek arasında. Kimse de ikincisini seçtikleri için Filistinlileri suçlayamaz. tı. HAMAS’ın müdahalesiyle bu planın bozulması şimdi emperyalizmin uzmanlarınca gene bir “fırsat” olarak nitelendiriliyor. Çünkü yeni plan HAMAS’ı Gazze’de yalıtıp Batı Şeria’da El Fetih’i güçlendirmek. Yani aslında her zamanki “böl, yönet”in yeni bir uygulamasından başka bir şey değil. Emperyalistler zaten paramparça haldeki Filistin’i bile rahat bırakmıyor, tekrar tekrar bölüyorlar. Buna karşı tek çıkış yolu sadece tüm Arapları değil, Yahudileri de içeren bir mücadeleyle laik, demokratik, birleşik bir Filistin’i kurmaktan geçiyor.

Filistin meselesinde demokratik çözüm nasıl sağlanabilir? Filistin sorununda geniş bir tartışma yürütmek üzere kurulan Dialogue dergisinden D. Gluckstein ve Filistin Ulusal Konseyi Mülteciler Komitesi başkanı S. Salah 2008’de bir konferans çağrısı yapıyor. Daniel Gluckstein ve Salah Salah

2

007 itibariyle, Filistin’in Birleşmiş Milletler kararıyla bölünmesinin üzerinden 60 yıl geçmiş durumda. 1947 faciasını (“Nakba”) takiben yüz binlerce Filistinli topraklarından ve köylerinden sürüldü. Bu facianın 60. yıldönümünün yaşandığı bu günlerde Nahr el-Bared kampının 40000 mültecisi, Fetih el İslam grubu ile çatışma halinde olan Lübnan ordusunun ateşi altında. Bir kez daha Filistinliler başka kamplara sığınmak için kaçmak zorundalar. Bu yaşananlar bize 1948 yılında evlerinden sürülen ve mülteci durumuna düşen yüz binlerce Filistinlinin görüntülerini hatırlatmıyor mu? Filistin’in 1947-1948 yıllarında bölünmesi sonra-

sı yaşananlar, savaşlardan, baskılardan, katliamlardan ve yeni patlamalara gebe olan ateşkeslerden ibaret. Milyonlarca çocuk, kadın ve erkek sürekli bir ölüm tehdidi altında nasıl yaşayabilir? On yıllardır iki devletin yan yana yaşaması için barıştan, barış planlarından, yol haritalarından bahsedilmekte. Peki sonuç ne? Her yerde daha çok ölü ve yaralı. Böyle devam edilebilir mi? Çözüme giden yol, güzergâhı üstündeki köyleri ve tarlaları yok eden, yüz binlerce insanı birbirinden ayıran, topraklara el koyup yeni mülteciler yaratan bir duvar inşa etmekten mi geçer? Çözüm, Batı Şeria’da bulunan 75 adet kalıcı kontrol noktası, 150 taşınabilir set ve 400 yol engeliyle mi mümkün

olur? Yoksa Filistin halkının %75’inin, yani 6 400 000 insanın mülteci olması veya yurtdışında yaşamak durumunda kalması mı çözüme katkıda bulunacak? Çözüme giden yol, 1948 sınırları içerisinde yoksulluk sınırı altında yaşayan insan sayısının 2000 yılındaki 1.1 milyondan, 2005’de 1.6 milyona çıktığı; bununla birlikte, işsizlik ödeneklerinin %47 azaldığı gerçeği üzerine nasıl kurulacak? Çözüm, daha fazla çatışma getiren tüm bu “barış” politikalarını devam ettirmekten mi geçiyor? Biz, tartışmaların bir çözüme ortaklaşa katkıda bulunacak şekilde yürütülmesinden yanayız. Ön kabullerden kaçınarak, tüm bu soruları özgürce tartışabilmeliyiz. Bu

özgür tartışmada şu soruyu sormalıyız: barışın sağlanabilmesi için tüm Filistin toprağında özgür, laik ve demokratik olan; Arap veya Yahudi, tüm yurttaşlarının eşitliğini güvence altına alan tek bir devletin kurulmasından başka bir yol olabilir mi? Ve bunun için tüm Filistinli mültecilere geri dönüş hakkı verme zorunluluğu yok mudur? Bu soru milyonlarca insanın geleceğini etkileyecek önemdedir. Bu sebeple, 2008’in ilk üç ayı içerisinde uluslararası bir konferans toplanmasını ve burada, “Nakba”nın 60. yılında barış ve demokrasinin gerekliliklerine uygun bir perspektif ortaya konmaya çalışılmasını öneriyoruz.


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.