Ik39

Page 1

ya işçi - yoksul köylü hükümeti, ya kıyamet!

İSCİ KARDESLİĞİ . . .

Sayı 39 • Ağustos 2009 • 1 YTL

İşçi Kardeşliği Partisi merkezi gazetesidir

mazluma dini, milliyeti sorulmaz!

Türkiye’yi sizin amele pazarınız yapmayacağız

Patronlar ve AKP satılacak davar yasasının peşinde! İKP Merkez Yürütme Kurulu

İ

şçileri, patronlara satılacak davar haline getiren özel istihdam büroları kurulmasını öngören kanun Cumhurbaşkanı tarafından güya “düzeltilmek” üzere veto edildi. TÜSİAD, TİSK ve AKP ise yasanın istedikleri gibi çıkması için, yani davarın hükümetin celeplerine teslim edilmesi için mücadelelerini sürdürüyorlar. 5920 sayılı “İş Kanunu, İşsizlik Sigortası Kanunu ve Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu’nda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun” özel istihdam büroları aracılığıyla işçilerin kiralanabilmesini öngörüyor. Bu yasa ile zaten neredeyse tamamen kısıtlanmış olan sendika hakkı tümüyle yok ediliyor, grev hakkı fiilen engelleniyor, patronların kıdem tazminatı yükümlülüğü ise ortadan kaldırılıyor. TÜSİAD yaptığı açıklamada bu yasa ile “güvenceli esneklik” sağlandığını ileri sürüyor ve yasanın öncelikli olarak yürürlüğe girmesini istiyor. Türkiye

İşveren Sendikaları Konfederasyonu (TİSK) da aynı şekilde Türkiye’nin “çağdaş işgücü piyasasına sahip olması” için yasanın bir an önce Mecliste yeniden ele alınıp yasalaşması gerektiğini belirtiyor. Uluslararası sermaye, Avrupa Birliği, Türkiye’nin büyük patronları ve hükümetleri işçilerin uzun yıllar önce elde ettikleri hak ve kazanımlara karşı saldırılarını artık inanılmaz boyutlara vardırmış durumdalar. Patronlar ve AKP Hükümeti her konuda olduğu gibi bu konuda da sinekten yağ çıkartmaya çalışıyor: İş ve İşçi Bulma Kurumu’nun yerini alacak olan Özel İstihdam Büroları’nı, yani Davar Satış Merkezlerini kendi celeplerine vererek onların da bu işten avantalarını bulmalarını sağlayacak. İşçileri 1800’lü yıllardaki haklarından bile mahrum edip istendiği zaman alınıp satılan, kendisine karşı mücadele edeceği patronunun kim olduğunu bilemeyeceği, hatta ne zaman çalışıp çalışmayacağını bile öğrenemeyeceği çalışma koşullarına mahkûm ediyorlar.

İşçi sendikalarının ise toplu olarak Cumhurbaşkanına gidip yalvarmaktan başka bir şey düşünebildikleri yok. Düşünseler bile yapabilecek inanç ve kararlılıkları ortada görünmüyor. Gerçekçi olarak bakarsak da sendikaların bu süreci tersine çevirecek moralleri ne yazık ki yok. Aslında işçilerin süreci tersine çevirebilecek, bu yasayı da işçileri köleleştiren diğer yasaları da patronların başına çalacak olağanüstü güçleri var. Ama şimdilik bu potansiyel güçleri hareketsiz duruyor. Bu gücü açığa çıkarmak ve örgütlemek ise hepimizin boynunun borcu olmalı. Satılacak Davar Yasası Millet Meclisi’nden gece saat 03.00 civarında hiçbir tartışma olmadan geçti. Ne yazık ki Meclise işçilerin temsilcisi olarak gitmiş ve bu yasaya ölümüne karşı çıkacak tek bir işçi milletvekilimiz bile yok! Ama bu böyle devam etmeyecek. Bu yasayı da, benzerlerini de, onların Satılacak Davar Yasası düzenlerini de başlarına çalacağımız günler elbet gelecek.


GÜNCEL

Türk-İş yüzde 2,5’u kabul etti Ama üye sendikalar mücadeleye devam edeceklerini söylüyorlar.

U

zun süre işçi sınıfının gündemini meşgul eden, Türk-İş ve hükümet arasında 270 bin işçi için sürdürülen kamu toplu iş sözleşmesi görüşmeleri 7 Temmuz’da sonuçlandı. Başta Türk İş yöneticileri, hükümetin birinci yıl için 3 artı 3, ikinci yıl 2,5 artı 2,5 teklifini kabul edemeyeceklerini söylemişti. Hatta Kumlu “4 - 4,5 fark etmez. Sigorta ve vergi kayıplarımız dururken bu orana nasıl imza atalım” demekle kalmamış, “Kölelik düzeni ortadan kalkıncaya kadar, ellerini İşsizlik Sigortası Fonu’ndan çekinceye kadar, sağlık hizmetleri parasız oluncaya kadar mücadelemiz sürecek” demişti. Ayrıca, Recep Tayyip Erdoğan’ın, AK Parti Sakarya İl Kongresi’ndeki “Buyursunlar greve gitsinler” sözleri üzerine, “Biz bu resti de görürüz” diyen de Kumlu’ydu. Ama sonuçta bir gıdım fazla zamma tav oldu Türk-İş yöneticileri. Buna göre, birinci yıl yüzde 3 artı 5,5, ikinci yıl 2,5 artı 2,5 zam yapılacak. Meğer Türk - İş yöneticileri için bütün mesele, birinci yılın ikinci altı ayı için 2,5’luk artışmış. Kumlu “4 - 4,5 fark etmez” derken, “5,5 olabilir” demek istiyormuş.

Açlık sınırının biraz üstü Zamlara göre, yıl sonu, en düşük 666 TL olan ücret 123 TL artacak, bin TL olan ücret de 152 TL olacak. Oysa Türkiye’de dört kişilik ailenin açlık sınırı 733 TL, yoksulluk sınırı 2 bin 288 TL’dir diyen bizzat Türk-İş değil mi? Bu durumda, işçiyi açlık sınırının altından bir gıdım üstüne çekmek, bir kazanım sayılabilir mi? Kumlu her ne

Bizim Taraf Zeki Kılıçaslan

Sendikalaşma, işçi hakları ve demokrasi Eğer Çalışma Bakanlığı’nın yayınladığı ve sendikaların da itiraz etmediği verilere bakarsanız Türkiye’de işçilerin sendikalaşma oranı yüzde 58,9. Yani resmi rakamlara bakarsanız Ocak 2009 itibariyle Türkiye’de 5 milyon 434 bin 433 sigortalı işçi bulunmakta, bunların da 3 milyon 205 bin 662’si sendika üyesidir. Oysa gerçeğin böyle olmadığını herkes biliyor.

Özel sektörde işçilerin sadece yüzde 3’ü sendikalı. Benzeri çeşitli araştırmalarda ortaya konulduğu gibi Liman-İş Sendikası’nın araştırmasında da gerçeğin çok farklı olduğu açık olarak gösterilmiştir. Gerçek şudur: Türkiye’de kamu çalışanları hariç bırakıldığında ücretlilerin sendikalaşma oranı 1998’de yüzde 22,2 iken 2007’de bu oran yüzde 6,1’e

2 İŞÇİ KARDEŞLİĞİ

kadar “Türkiye’de yıllardır yapılmamış eylemlere öncülük ettik” hatta hatta “Sorun bakalım bu başbakan bu hükümet bizden çektiğini kimden çekmiş?” dese de, gerçekte Türk-İş’in eylemleri, cılız bile değil, sembolik kaldı. 7 Temmuz’daki “Çalışmama Hakkını Kullanma” eylemi, ismiyle bile, sınıfın geleneğindeki “üretimden gelen gücünü kullanmak”tan uzak duruyor, adeta sivil toplumcu bir eylem anlayışı yansıtıyordu. Eylemler bir saat iş bırakma ya da mesaiye geç başlamalarla sınırlı kaldı.

Mücadeleci sendikacılar

bin) ve Türkiye Şeker Fabrikaları (16 bin), TCDD (17 bin) emekçileri greve gitseydi dahi, onları yüzde 2,5’luk zamla durdurmak imkansız olurdu.

Bu süreçte hükümetin gözünü korkutan eylemler de olmadı değil. 12 Haziran akşamı çoğu Harb-İş üyesi yaklaşık bin 500 işçinin Taksim’den Gümüşsuyu’ndaki Türk-İş 1. Bölge Temsilciliği’ne yürümesiydi bunlardan biri. İşçiler salt hükümet değil konfederasyon yönetimine de öfkeliydi: “Hain Türk-İş hesap verecek”, “Satılmış Türk-İş, satılmış Kumlu”, “Kumlu istifa” sloganları atıp, binayı domates yumurta yağmuruna tuttular. Ankara’da Harb-İş üyeleri 30 Haziran’da İstanbul yolunu kapattı, 2 Temmuz’da Erzurum’daki Türk İş’e bağlı emekçiler polis müdahalesine rağmen AKP İl Başkanlığı önünde eylem yaptı. Petrol - İş’in Bandırma ve Batman Şubesi üyeleri de sık sık eylem yaptı. Ama bunların hepsi merkezden bağımsız, mücadeleci sendikacıların başını çektiği eylemlerdi. Süreçte 90 bin işçi adına grev kararı alınmıştı. Bunlar arasından sadece, Taş Kömürü Kurumu (9 bin), MKEK (4

Görüşmeler sürecek

inmiştir. Özel sektörde çalışan işçilerin sendikalaşma oranı ise daha da vahim bir durumu ortaya koymaktadır. Özel sektörde çalışan işçilerin sendikalı olma oranı 1995’te yüzde 7,8 iken, 2007’de bu oran yüzde 3,4 düzeyinde kalmıştır. Bu rakamların 2009 yılında, hele kriz sonrası çok daha fazla azaldığını tahmin etmek ise zor değil.

kalaşma oranı yüzde 3 düzeyinde iken, bazılarına göre Türkiye özel sektörün sayesinde hızla kalkınıyor. Hatta büyüyen özel sektörün yarattığı iş adamları yani burjuva sınıfı, Türkiye’nin demokratikleşmesinin öncüsü oluyor. AKP iktidarları döneminde olduğu gibi Türkiye hızla demokratikleşiyor!? Peki, bu nasıl demokrasi diye soran var mı? İşçilerin ancak yüzde 3’ünün sendikalı olduğu, sendikalaşmak isteyenin kapı dışarı edildiği, işçilerin köle gibi kiralanıp, alınıp satıldığı yerde demokrasiden bahsedilebilir mi? Bence evet bahsedilebilir. Bu “demokrasidir”. Bu onların demokrasisidir. Bu firavunlar arası bir demokrasidir. Pazardan daha fazla pay kapmak isteyen “sağ” veya “sol”, asker veya sivil, türbanlı veya türbansız firavunların kendi aralarında vardığı anlaşmanın adıdır. Artık demokrasi içinde yarışacaklar, derilerimizi demokrasi şarkısı eşliğinde yüzeceklerdir!

Yalan rakamlara dayanarak sendikacılık yapılır mı? Gerçek bu iken ne bakanlık ne de sendikalar gerçeği dile getiriyor. Herkes birbirinin yüzüne bakarak yalana devam ediyor. Çünkü böylece sendikalar yüzde 10 barajını aşmış görünüyor, hükümetimiz de Türkiye’de sendikal özgürlüklerin ne kadar yüksek olduğunu dünya âleme duyurmuş oluyor! Yani durumdan herkes memnun! Peki, ‘bu yalanlarla sendikal mücadele yapılır mı?’ diye sormak gerekmez mi? Yoksa ‘sendikal mücadele yapmak isteyen var mı?’ diye mi sormalıyız.

İşçi hakları hızla yok olurken “demokrasi” nasıl yükselmekte? Özel sektörde çalışan işçilerin sendi-

Konfederasyondaki çeşitli sendikalar protokolden memnuiyetsizliklerini bildirdi ve mücadele kararlarını açıkladı. Sağlık-İş protokolün, işçilerin durumunu daha da geriye götürdüğünü ve mücadeleleri sürdüreceklerini açıkladı. Harb-İş Merkez Yönetim Kurulu “protokol, sürdürülmekte olan toplu iş sözleşmesi görüşmelerini bitirmemiştir ve bitiremez” dedikten sonra, yaklaşık 24 bin Harb-İş’liyi ilgilendiren görüşmelerde daha ileri talepler savunacağını bildirdi. Protokolün yalnız ücret ve sosyal haklardaki artışlar için referans alınacağını söyleyen Petrol İş Genel Başkanı Mustafa Öztaşkın ise “Kamu TİS’lerinde, çözülmeyen sorunları yeniden masaya getireceğiz” dedi.

Tüm bunları nasıl yorumlamalı? Bu TİS sürecinin bir kriz döneminde yaşandığını unutmamak gerekiyor:

Anadolu Kaplanları mı Anadolu Çakalları mı? Bir de son yıllarda hızla büyüyen “Anadolu Kaplanları”nı ele almak gereklidir. Bilindiği gibi Anadolu’nun

Erdemir’de maaşların zorla yüzde 35 düşürülmesi, resmi işsizliğin yüzde 16’yı bulması ve milli gelirde yüzde 13,8’lik küçülme bunun en çarpıcı örnekleri. Bununla beraber Kumlu yönetiminin Türk-İş’in başına AKP desteğiyle geldiği düşünüldüğünde akla Türk-İş yönetiminin nasıl bu kadar sert söylemler kullanabildiği sorusu geliyor. Çünkü mesele Türk-İş’in yönetiminde değil tabanında bitiyor, iyi ki de böyle. Üye sayısının düştüğü, işten çıkarmalar ve Hak-İş vasıtasıyla daha da eridiği Türk-İş’ten hükümet hala çekiniyor. Sırf bu yüzden Erdemir’de uygulanan ücret indirimi Türk-İş için önerilemiyor, bu kriz döneminde ortaya çıkabilecek işçi hareketinin önüne geçiliyor. Patronlar için mesele Türk-İş’i yola getirmek veya başka bir konfederasyonla değiştirmek değil, hiçbir gerçek sendikanın kalmasını istemiyorlar. Sırf bu yüzden Türk-İş yönetimine müdahale ediliyor, sırf bu yüzden Hak-İş Türk-İş’e karşı kışkırtılıyor ve sırf bu yüzden Türk-İş yönetimi tabanın basıncı altında hükümete karşı söylemini sertleştiriyor.

çeşitli kentlerinde özellikle 1980 sonrası giderek gelişen bir sanayi kuruldu. İstanbul’un batıcı/sosyetik işadamlarına (burjuvalarına) karşı pazar payı için mücadele eden bu patronlar, Müslümanlık kisvesi altına sığınıp sendikalaşmanın gerekli olmadığını anlatmaktadırlar. Önemli oranda ihracata çalışan bu firmalardaki sendikalaşma oranını sormak bile gerekmez. Bazıları “Anadolu Kaplanı” dedikleri bu patronlar sayesinde Türkiye ekonomisinin büyüdüğünü söylese de gerçek ortadadır. Aslında gerçek olan, üretim artışının “Anadolu Çakalları” tarafından kanları emilerek çalıştırılan yeni Anadolu işçi sınıfı sayesinde olduğudur.

Kendi sözümüzü söyleyelim! Herkesin bir gerçeği görmesi gereklidir. Gerek büyük kentlerimizdeki işçilerin gerekse yeni gelişen Anadolu işçi sınıfının sermayeden ve devletten bağımsız sendikal, sosyal ve siyasi örgütlenmesi ve mücadelesi olmaksızın ne demokrasi gelişecek ne de yaşanılabilir bir ülke ortaya çıkabilecektir. Bunun için bize dayatılanları değil kendi sözlerimizi dile getirerek başlamalıyız işe.


GÜNCEL

Birbirimizle rekabet edeceğimize işverenle edelim Belediye İş İstanbul 5 No’lu Şube Başkanı Nihat Altaş’la Bimtaş ve Çapa-Cerrahpaşa temizlik işçileri örgütlenmesi üzerine konuştuk. İşçi Kardeşliği: Bimtaş nereleri kapsıyor?

zorlarken, biz de İDO’ya bağlı işçileri örgütlemeye çalıştık. 600’e yakın bir işçi vardı. Burayı kazanmadan çoğunluğu Büyükşehir İtfaiye Daire da yakalayamazsınız. Orada da oldukça Başkanlığı’na bağlı, deniz yollarıbüyük bir dirençle karşılaştık. İşçilerin na bağlı çalışan büyük şehrin hangi büyük kısmını Aralık-Ocak ayında öralanda ihtiyacı varsa Bimtaş karşılıyor. gütleyerek, diğer işyerlerinden de tekrar Toplamda 2.700 civarında işçisi var. bir örgütlenme yaparak başvurumuzu İşçi Kardeşliği: Bimtaş örgütyaptık. Bakanlık yetkiye gerek olmaksılenme süreci hakkında bize zın mevcut toplu iş sözleşmesinin uygubilgi verebilir misiniz? lanması gerektiğine karar verdi. Çünkü 2008’in Haziran ayında örgütlenme bir işyerinde iki toplu sözleşme yapılaçalışmalarına başladık. Örgütlenme maz. İşveren bu süreç sonunda sendiuzmanları, hukukçularımız, genel kayı ve örgütlülüğü kabul etti. Artık merkez örgütlenme daire başkanı, şube uygulama safhasını tartışıyoruz. Bu da başkanımızın ve örgütlenmenin öncüsü tahminen bir aya kadar çözümlenecek. olabilecek 70 işçi arkadaşın katıldığı Kadrolu işçilerin sözleşmelerinde geçen dört günlük bir eğitim toplantısı yaptık. haklardan yararlanacaklar. Yevmiyeleri Örgütlenmenin nasıl olması gerektiği de ilk başlayanlar için geçerli olan 53 üzerinde duruldu. Eğitim çalışmasınTL olacak. Asıl olarak Ocak ayında yeni dan hemen sonra Ağustos ayında bu toplu iş sözleşmesi yapılacak. Bireysel örgütlenme çalışsözleşmeler kalkıp masına başladık. yerine toplu iş sözTemel sloganımız leşmeleri geçecek. İtfaiyede her işkolunda tek Belediye-İş örgütİşçi Kardeşliği: lü. Ama kadrolu Çapa-Cerrahpaşa sendika, ülkede işçi sayısı oldukça tek konfederasyon. örgütlenmesi azaldı. 1.000 civahakkında bilgi rında kadrolu, 1.500 Birbirimizle rekabet verebilir misiniz? civarında sözleşmeli Bu fakültelerde edeceğimize işverenle işçi var. Sözleşmeli sendika, Çağ Şirketi arkadaşların mesarekabet edelim. adı altında çalışan isi, sosyal hakları temizlik işçilerini yoktu ve ücretleri örgütlemeye girişti. 780 işçiden 680’ini kadrolu arkadaşlardan kötüydü. Her örgütledik. Bu Türkiye çapında hastaneyılsonunda bireysel sözleşme yapılıde çalışan işçilerin ilk diyebileceğimiz yordu. Bu sözleşmede kıdem tazminatı bir örgütlülüğüydü. Karşımıza rektörler ve diğer sosyal haklar yer almıyordu. çıktı, şirket çıktı. Hukuk dışı uygulamaSendikalı olma bilincine uzun bir larda bulundular. Sendikayı tanımadılar sonra ulaşabildiler. Eylül ayında 1.030 ve görüşmek istemediler. Arkadaşlaişçiyi sendikalı yaptık. Hemen itfairımıza şirket değiştirdiler, zorla kabul ye daire başkanlığı ve birim amirleri ettirilen sözleşmeler dayattılar. Dahası üzerinden karşı saldırı geldi. Belediye, 80 arkadaşımız işten atıldı. Aylarca Bimtaş işçilerinin sendikalı olmaması direniş oldu. Mahkeme süreci başladı. için elinden ne geliyorsa yaptı. BuraGelinen aşamada yerel mahkeme da çalışan işçilerin büyük çoğunluğu üniversiteyi sorumlu tuttu. Şirketi kapreferansla geldikleri için buna güvesam içine almadı. Üniversitenin işçisi nerek baskı kurdular. Akrabalarına, olması gerektiği kararını verdi. Gerekçe ailelerine giderek görüştüler. İşçiler olarak da ihalenin verildiği ama işçi ilk önce çok direnç gösterdiler ama bu alımına, atılmasına, disipline edilmesidirenç ileriki süreçte, çok da bilinçli ne karışıldığını gösterdi. Şirket burada arkadaş toplulukları olmadıkları için bir etiket olarak duruyor. Yargıtay bu kırıldı. İşçilerin bir kısmı notere bizzat kararı bozdu. Şirket kim olursa olsun, götürülüp, bir kısmı da kendilerine alacaklarla ilgili, işe iade ile ilgili şirkete noter parası verilip istifa ettirildi. Bu sorumluluğu verdi. Ama alacaklarla istifalar sürecinde biz de boş durmailgili üniversite ile aralarında bir anlaşdık. Biz bu sürecin zorlu olacağını ma var. Dolayısıyla ikisi birlikte sobiliyorduk. Ama işçiler, kendilerini rumlu olacaklar. Biz de sendika olarak biraz da yakın görmelerinden ötürü, işten atılan arkadaşlara, Çağ Şirketi’ne bu ölçüde baskı göreceklerini tahmin Yargıtay’ın kararı uyarınca noter kanaetmiyorlardı. Bu süreçte, yani Ekim lıyla işbaşı yapmak istediklerine dair gibi 700-800’e yakın bir istifa oldu. başvurularını gönderdik. 20 gün oldu Kasım ayında sürece yeniden başladık. henüz bir cevap alamadık. Bir dizi göİşveren, itfaiyede işçileri istifaya rüşme yapmak için zorluyoruz. Aslında

hukuki mücadele yeni başlıyor. Bakalım üniversite ne gibi yöntemlerle bize karşı çıkacak. Ama bu durumun kazanıma dönüşmesi için iyi bir şans var. Tabii burada tazminatlar hem şirketin hem de üniversitenin başını ağrıtacak. Geriye dönük 10 yıla yakın tazminatlar söz konusu. İşe dönmek istemeyen 25 kişi ihbar ve kıdem tazminatlarını istiyorlar. Rektörlüğün bizi tanımamasının aslında altında şu yatıyor: Eğer biz bu süreci başarılı bitirirsek bu Türkiye’deki tüm hastanelere ışık tutacak. 200 binden fazla çalışanın olduğunu düşünüyoruz bu sektörde. Dolayısıyla bu sistem sorunudur. Sadece İstanbul Üniversitesi’nin sorunu değildir. Diğer

üniversitelerden örgütlenmek için bizim sonucu bekleyen çok yer var. Burası başarıya ulaşırsa önümüz açık. Karşımızdaki güçlere karşı bizim de güç birliği yapmamız gerekiyor. Türk Tabipler Birliği, SES, Tez-Koop-İş, Sağlıkİş gibi kurumlarla iş birliği yaparsak süreci başarıya ulaştırma şansımız artar. Biz yeter ki örgütlenme olsun her zaman diğer sendikalara destek vermeye hazırız. Aslında burada temel sloganımız tek sendika, tek konfederasyon. Birbirimizle rekabet edeceğimize işverenlerle rekabet edelim.

105 gündür ücret alamayan işçiler, üstüne bir de işten atıldılar Santek fabrikasında, ücret alamadıkları için iş bırakan işçilerden 59’u 12 Haziran’da işten çıkartıldı.

İ

zmit Arslanbey Organize Sanayi Bölgesi’nde üretim yapan 90’ı Çelikİş Sendikası’na üye toplam 100 işçinin çalıştığı Santek fabrikası işvereni işçilere yaklaşık 3 aydır maaş ödemiyordu. Bunun üzerine sendikalı işçiler İş Kanunu’nun 34. maddesinde kendilerine tanınan iş görmeme haklarını kulandırlar. İşveren çalışmama hakkının fabrika içinde kullanılmasını, bu nedenle işçilerin iş ahlakına uymamalarını gerekçe göstererek İş Kanunu’nun 25. maddesine dayanarak 59 işçiyi tazminatsız olarak işten çıkardı.

Çelik-İş Sendikası İzmit Şube Başkanı Bülent Tok, işverenin

amacının sendikayı düşürmek olduğunu, işçilerin işe iade davlarını açtıklarını söyledi. Santek çalışanları ise şunları ifade ettiler: "Mart, Nisan, Mayıs, Haziran ayları boyunca ücretlerimizi alamadık. Santek işvereni Şener Kuzu 105 gündür bizi oyalıyor. Milli piyango bileti aldım büyük ikramiye çıkarsa maaşınızı ödeyeceğim diye bir de dalga geçiyor. Patron krizi bahane ediyor, hâlbuki bir sürü yeni yatırımları var. Çoluk çocuğumuz var, işimizi kaybetmek istemiyoruz. Mücadelemizi sürdüreceğiz. İşe iade davalarımızı açtık. İlk dava ayın 28'inde yapılacak." İŞÇİ KARDEŞLİĞİ

3


KAMPANYA

İşçi Forumu Toplandı

Ankara

“İşten Atmalar Yasaklansın, İşsize İş” girişimi “İşçi Forumu” başlığıyla 21 Haziran’da toplandı

S

osyalist Koordinasyon’nun başlattığı “İşten Atmalar Yasaklansın, İşsize İş” girişimi 21.06.2009 tarihinde Petrol– İş Genel Merkezi’nde “çalışma hakkını savunmak ve gerçekleştirmek, işsizlikten korunmak için bir eylem hattı oluşturmak” için “İşçi Forumu” başlığıyla toplandı. Toplantıya başta Petrol-İş, Deri-İş, Belediye-İş ve Harb-İş sendikaları olmak üzere İKP, SODAP, SEH, Çatı Partisi Girişimi, Esma Saya işçileri, ATV-Sabah grevcileri, “Asistan Girişimi”, Sosal Haklar Derneği, Ürün Sosyalist Dergi, DİP Girişimi, DESA Direnişi ile Dayanışma İstanbul Kadın Platformu, BATİS, Ev eksenli çalışan kadınlar, Gündelikçi kadınlar, Sosyalist Dayanışma Platformu, Sosyalist Parti,

İşsizlik, Uyku tutmaz, atarsın geceleri kendini dışarı, Bir kanlı mendil, işsizlik sallanır havada, Bir şey deyin insanlar, bir şey deyin, Kapamayın ağzınızı, kapamayın, bir şey deyin be, Balıklara deniz, kuşlara yuva, arılara kovan, Boğazımı sıkıyor biri, boğazımı kanlı mendille, Ne de kalın, kıllı, hayvan gibi elleri! Yoksun kalmasın, dilerim, bir tek kişi bu yeryüzünde İşinden, ekmeğinden aşından, eşten dosttan. Bir şey deyin, insanlar, bir şey deyin, Kapamayın ağzınızı, kapamayın, bir şey deyin be. Bakarım yol ortasında yıldızlara sıkıntımın içinden, Kara bulutlar ıslak ıslak yapışır enseme. Ha şimdi bağıracağım, ha şimdi bir küfür savuracağım, ha şimdi, Nedir bu ihtiyar adam hali, nedir bu çocuklarda? Sallanır havada, işsizlik, bir kanlı mendil, Bir duvar dibinde serilmiş yatar gençliğim. A. Kadir (1917 – 1985)

4 İŞÇİ KARDEŞLİĞİ

ÖSP ve farklı işyerlerinden işçiler ve işten çıkartılan işçiler katıldı. Forumun açılış konuşmasını yapan İKP Genel Başkanı Zeki Kılıçaslan, işçi-emekçilerin sendikal, sosyal ve siyasal olarak çaresiz bir durumda olduğunu ifade ederek, saldırılara karşı ortak bir mücadele hattının oluşturulması gerektiğini söyledi. Üzerinde uzlaşılacak talepler etrafında bir kampanya örmeyi ve bu talepleri sokağa taşımayı hedeflediklerini belirtirken, bütün emek örgütleriyle bir komite oluşturularak kitlesel bir taban hareketi yaratmayı istediklerini söyledi

Sendikalardan Destek

İşçi ve emekçi sendikal, sosyal ve siyasal olarak çaresiz bir durumda. Saldırılara karşı ortak bir mücadele hattının oluşturulması gerekiyor. Söz alan Petrol-İş Mali Sekreteri İbrahim Doğangül, Petrol-İş olarak krize karşı mücadelenin öneminin farkında olduklarını belirterek, “Bu konuda Türk-İş’i de zorluyoruz” dedi. Doğangül, kapitalizmin acılarını yaşayan, başka bir dünya mümkündür diyen herkesle omuz omuza vereceklerini vurguladı. Petrol-İş Sendikası Genel Örgütlenme ve Eğitim Sekreteri Nimetullah Sözen de yaptığı konuşmada Petrolİş’in bu tür emekten yana platformlara her zaman destek vereceğini söyledi. Deri-İş Örgütlenme Uzmanı Nuran Gülenç DESA deneyimini anlatarak, uluslararası sınıf dayanışmasının DESA patronuna geri adım attırılmasındaki önemini hatırlattı. Yoğunlukları dolayısıyla foruma katılamayan KESK Başkanı Sami Evren ve Birleşik Metal-İş yöneticileri de toplantıya birer destek mesajı gönderdi Yapılan konuşmalarda dile getirilen görüşler ise şöyle oldu: • Kamusal servet sermayedarlara aktarılıyor.

İKP İrtibat

Genel Merkez: Öncebeci Mh. İncesu Cd. Doğan Apt. 7/B Çankaya/Ankara Tel: (312) 430 32 68 Cebeci: Hidayet Düzyurt Tel: (538) 761 92 16 Mamak: Sevim Şimşek Tel: (312) 391 20 54

İstanbul İl Merkezi: Aksaray Guraba Hüseyinağa Mh. Kakmacı Sk. Blok: 10 Daire: 14 34080 Fatih (Aksaray Metro karşısı) Tel: (212) 635 88 52 Faks: (212) 635 88 90

• •

Ülke sanayisizleştiriliyor. Kriz bir fırsattır ancak bütün taraflar için bir fırsattır ve bu fırsatı şu anda kapitalistler değerlendiriyor. Bu durum kapitalizmin faşizm zeminine doğru gitmesine de yol açabilir. İşsiz diye bir şey yoktur, çalışamayan işçi vardır. • Kriz bahane edilerek sosyal haklardan feragat edilmesi isteniliyor. İşçi işsiz kalmamak adına suskun kalmayı tercih ediyor. • İş Kanunları işçi haklarını düzenleyen hükümler içermiyor. • Emek örgütleri asli görevlerini yapmıyor. • Sadece iktisadi mücadele ile bu kriz fırsata dönüştürülemez. Sürdürülecek olan bu kampanyada öne sürülecek olan talepler ise; • Sigorta primlerinin tamamının işveren tarafından ödenmesi, • İşsizlik sigortasının yaygınlaştırılması, • İşsizlik sigortasına kolay erişimin sağlanması, • Sadece sendikal düzeyde değil öz örgütlenmelere gidilmesi, • Çalışma hakkı savunulması yönündeydi.

“İşten Atmalar Yasaklansın Komitesi “oluşturuldu Otuz beş kişinin söz aldığı işçi forumunda tertip komitesi sonuç bildirgesinin daha sonra hazırlanacağını söyledi. Tertip komitesi İşten Atmalar Yasaklansın Girişimi olarak başlayan forumun sonunda, tüm örgütler, gruplar ve kişiler adına yapılan konuşmalardan çıkan ortak iradenin, bu girişimin bir komiteye dönüşmesi olduğunu söyleyerek, girişimin “İşten Atmalar Yasaklansın Komitesi” olarak faaliyetine devam edeceğini bildirdi. Genişlemeye açık bir bileşim olarak şekillenen komite, ilk hedefini sendikalar, emek dostlarına ve işçi mücadelesi içinde yer almak isteyen herkese çağrıda bulunulması olarak belirledi.

Anadolu Yakası: Rasimpaşa Mh. Nüzhet Efen­di Sk. No: 36/5 Kadıköy Tel/Faks: (216) 330 95 67 Bağcılar: Mustafa Durdağı Tel: (536) 212 10 48 Bayrampaşa: Salih Aşkın Tel: (534) 366 54 69 Esenler: Erhan Taş Tel: (536) 561 28 41 Küçükçekmece: Osman Zorba Tel: (535) 484 96 68 Gaziosmanpaşa: İsmail İşcan Tel: (546) 557 50 50 Sarıyer: Yaşar Avcı Tel: (533) 443 90 43 Zeytinburnu: Necdet Kılıçaslan Tel: (537) 737 22 48

Antalya Hasan San Tel: (532) 363 13 49

Balıkesir İl ve Merkez İlçe Mrk.: Adnan Menderes Mh. Çarşı Mevkii no: 12 (Megyad üstü) Nadir Bıçakçı Tel: (542) 352 75 01 Muharrem Kartefe Tel: (544) 452 47 60

Edirne Tel: (535) 762 18 43 • (538) 728 08 97

Eskişehir İl Merkezi: Cumhuriye Mh. Porsuk Bulvarı, Dilem Sk. Çağlayan İş Merkezi, Kat 5, No: 47/d Tel: (222) 233 55 46

Gaziantep Mustafa Yanılmaz Tel: (536) 812 83 04

Lüleburgaz / Kırklareli Mustafa Çebi Tel: (537) 230 89 70

Malatya Nazire Sarıkaya Tel: (536) 517 27 15

Mersin İ. Halil Çakırlı Tel: (537) 431 51 46

Çorlu / Tekirdağ Saffet Bilgi Tel: (535) 943 08 13

Yalova Enver Karagünli Tel: (505) 424 35 77

Zonguldak Kadir Tuncer Tel: (542) 296 88 73

İnternet E-posta: iletisim@ikp.org.tr İnternet: www.ikp.org.tr


PARTİMİZ SENDİKALARIMIZ

İKP teşkilatlanmada yaz sıcağı dinlemiyor İKP geçtiğimiz ay örgütlenme çalışmaları kapsamında Zonguldak ve Tekirdağ-Çorlu bölgesindeydi.

Zonguldak İKP Genel Başkanı Zeki Kılıçaslan, Başkan Yardımcısı Şadi Ozansü ve Genel Saymanı Nevzat Kulaoğlu örgütlenme ve çeşitli ziyaretler için 20–21 Haziran 2009 tarihlerinde Zonguldak’taydılar. Bir grup maden işçisi ile buluşan İKP heyeti, birlikte Genel Maden İşçileri Sendikası genel merkezini ziyaret ederek Genel Başkan Ramis MUSLU ve bazı yönetim kurulu üyeleri ile görüştü. İKP heyeti ayrıca Zonguldak’ta günlük olarak yayınlanan Halkın Sesi gazetesi merkezini ziyaret etti. Burada İKP genel başkanı ile yapılan röportaj Halkın Sesi gazetesinde yayınlandı. Bunlar dışında İKP açısından önemli gelişme ise bir grup emekli veya halen çalışan maden işçisinin İKP’nin Zonguldak örgütlenmesi için adım atması oldu. Zonguldak’ta gerek 1980 öncesi gerekse daha sonraki sendikal mücadelelerde ve işçi sınıfının siyasal olarak örgütlenme mücadelesinde önde görev almış emekli maden işçisi ve yazar Kadir TUNCER, İKP’nin Zonguldak temsilciliği görevini üstlendi. İKP önümüzdeki aylar içinde Zonguldak İl örgütünü kurmayı hedeflemektedir.

Tekirdağ - Çorlu İKP kuruluşundan beri başta Çorlu olmak üzere Trakya sanayi bölgesini örgütlenme açısından öncelikli bölge

olarak belirledi. Partinin kuruluş çalışmalarından beri imkânlar ölçüsünde bölgeye zaman ayrıldı. Çorlu’dan iki metal işçisi arkadaşımız İKP kurucusu oldu. Şimdiye kadar çeşitli zamanlarda yapılan toplantılara başta metal ve tekstil olmak üzere çeşitli iş kollarından yüzü aşkın işçi, emekli işçi ve az sayıda da olsa çiftçi katıldı. Bu işçi arkadaşlarımızın hemen hemen tümü ilk defa aktif siyasal mücadele ile ilgilenen ve önceden çok değişik siyasi partilere oy vermiş işçilerdi. Şimdiye kadar bu işçi arkadaşlardan 20’den fazlası İKP’ye üye oldu. Fakat gerek partinin mali olanaklarının kısıtlılığı gerekse işçi arkadaşlarımızın siyasal deneyim eksikliği nedeni ile şimdiye kadar çeşitli faaliyetler yürütülse de bir parti merkezi açılamadı. Son olarak 4 ve 5 Temmuz günlerinde Tekirdağ merkezinde ve Çorlu’da İKP genel başkanının da katılımı ile yapılan iki toplantıda Tekirdağ ve Çorlu örgütlenmesi için önemli adımlar atıldı. Tekirdağ merkezde sendikal deneyimi olan emekli bir cam işçisi, gıda işçileri, bir çiftçi ve bir küçük esnaf arkadaşın katılımı ile yapılan toplantıda Tekirdağ ilinin oluşumu için karar alındı. Çorlu’da işçi arkadaşlarla yapılan toplantıda ise değişik iş kollarından işçiler, bir çiftçi ve bir ev kadını arkadaşımız tarafından geçici bir komite oluşturuldu. Bu komite aracılığı ile Eylül ayı içinde Çorlu’da bir ilçe örgütü lokali açılması hedefi benimsendi ve bu konuda karar alındı.

AKP üniversitelere saldırıyor, asistanlar işyerlerini savunuyor!

A

KP’nin Avrupa Birlikçi ve özelleştirmeci anlayışının rüzgarını yelkenlerine dolduran yeni YÖK Yönetimi, üniversiteleri tasfiyeye üniversitenin kadim emekçileri olan asistanları kapının önüne koyarak başladı. Geçtiğimiz sene Temmuz ayının sonunda çıkarılan yönetmelik ve ona dayanarak ortaya koyulan hukuk tanımaz idari kararlarla YÖK yönetimi, ülkenin tüm rektörlerini asistanların doktoralarının bitiminde iş akitlerine son vermeye zorlamaktadır. Bu müdahaleye karşı başta İstanbul Üniversitesi asistanları olmak üzere ülkenin tüm asistanları elbirliği içerisinde direniş hatları oluşturmuş ve işten atılmalara karşı düzinelerce sayıda eylemlerle, işgallerle ve iş bırakma eylemleri ile güçlerini göstermişlerdir. Danıştay 8. Dairesinin Eğitim-Sen’in açtığı iptal davasında vermiş olduğu yürüt-

meyi durdurma kararına rağmen idareciler, “YÖK korkusu” ile asistanların sesine kulaklarını tıkamış ve ülkenin gelecekteki akademisyenlerini iş güvencesiz çalışma koşullarına hapsetmiştir. Mahkeme kararlarını görmezlikten gelmeye varan bu aymazlık, elbet mücadele içerisinde ifşa edilecektir ve sonuçta asistanlarla başlayan işyerini ve işini savunma mücadelesi tüm üniversite mensuplarına sıçrayacaktır. İşçi Kardeşliği Partisi olarak, anılan mücadelede yer alan parti üyelerimizle ve elimizde bulunan imkanlarla kapitalist krizin yarattığı bu zulme karşı direnmeyi görev bildiğimizi ilan etmekten kıvanç duyarız. Üniversite Çalışanlarının Haksız Yere İşten Çıkartılmaları Durdurulsun! 4-C Zulmüne de 50/d Zulmüne de Son! Kamu İşçi ve Memurlarına İş Güvencesi Sağlansın!

Maaşını alamayan İETT işçileri eylemde

İKP Eskişehir 3. Geleneksel Kuruluş Pikniği

ki yıldır maaşlarında sürekli gecikme yaşayan İETT işçileri, yine uzun bir gecikme olması üzerine eyleme çıktı. Önce omuzlarına “hala maaşımı alamadım” yazılı kokartlar yapıştıran işçiler, 2 Temmuz’da da Tünel’deki İETT Genel Müdürlüğü’nü protesto ettiler. Basında az yer bulan Tünel eyleminde ayet yazılı dövizler kullanıldı. Ayın 21’inde alınması gereken

şçi Kardeşliği Partisi’nin örgütlenmesini gerçekleştirdiği ilk yerlerden birisi olan Eskişehir’de partili ve parti dostu emekçiler 3. Geleneksel Kuruluş Pikniği’nde bir araya geldiler. Sabahın erken saatlerinden itibaren piknik alanına gelen İKP’liler birlikte olmanın ve dayanışmanın güzelliğini bir kez daha yaşadı. Müzik ve şiir dinletilerinin gün boyu devam ettiği piknikte İKP Genel Başkan Yardımcımız Şadi OZANSÜ ve Genel Sekreterimiz Engin BODUR birer konuşma yaptılar. Çevrede bulunanlar tarafından da ilgiyle dinlenen konuşmalarda konuşmacılar, özellikle Eskişehir örgütlenmesinin özgül yanlarını vurgulayarak partililere teşekkür etti. Eskişehir örgütlenmesinde kadınların almış olduğu rolün çok önemli olduğunu vurgulayan konuşmacılar buradaki örgütlenme deneyimlerinin diğer bölgelere de aktarılacağını belirttiler.

İ

maaşların gecikmesi kredi kartı ödemeleri başta olmak üzere çalışanların planlarını bozuyor ve daha fazla borca girmelerine neden oluyor. Özel Halk Otobüsü işletmecileri de Akbil hakedişlerini alamamaktan şikayetçi. Bu arada, İETT Genel Müdürlüğü’ne üç yıldır vekalet eden Mehmet Öztürk’ün yerine Yrd. Doç. Dr. Hayri Baraçlı atandı.

İ

İŞÇİ KARDEŞLİĞİ

5


TOPLUM

Kan Ağlayan Köylüler Tekirdağ tarım işçileri ile sorunları üzerine konuştuk.

P

ınarhisar Sütlüce Köyü’nde çiftçilik yapan Hilmi Baydar, Çorlu’da çiftçilik yapan Kemal Umut ve Tekirdağ’ın Barboros Nahiyesi’nde 35 yıldır çiftçilik yapan Ahmet Özer arkadaşlarımıza çiftçilerin sorunlarını ve tarım politikalarının çiftçiye nasıl yansıdığını sorduk.

söz sahibi yapacak bir parti bizim ihtiyacımız. İKP bu ihtiyaca cevap veren bir parti. Destekliyorum ve partide de çalışmaya kararlıyım. İşçi Kardeşliği: Trakya çiftçisinin sorunları nelerdir?

Kemal Umut: En önemli sorunumuz ürettiğimiz ürünlerin fiyatları, gübre-ilaçHilmi Baydar: Bugün mazot fiyatları artarken, en önemli sorunumuz, bizim ürünlerimize 5 girdi fiyatları. Bizler üretyıldır zam alamıyor tiğimiz ürünü maliyetin olmamız. Belirlenen altında satmak zorunda taban fiyatın altında bırakılıyoruz. Köylüler ürünlerimizi satmaya tembelliğe alıştırılıyor; zorlanıyoruz. Biz ucuköylerde gıda, kömür za üretiyoruz, tüketici yeşil kart yardımı adı pahalıya tüketiyor. altında dağıtılıp köyBize söyledikleri lülüğün kültürünü yok üretin, rekabet edin, Hilmi Baydar girdi ediyorlar. Büyük gıda kazanın yalanı köylüfiyatlarının çok yüksek şirketlerinin talepleri lüğü yok ediyor. Açlık olduğunu söylüyor. doğrultusunda ürettiher geçen gün büyüyor. ğimiz ürünler, hükümetin belirlediği Uyguladıkları yok etme politikaları taban fiyatın altında satılıyor. Sütleriyüzünden biz yoksulluğa itilirken rekamizi bizler 50 kuruşa satarken marketbet yalanıyla kandırılıyoruz. Daha dün lerde en düşük süt fiyatı 1 TL 20 kuruşa tarımda kendine yeten bir ülkeydik, satılıyor. 3 kg sütten 1 kg peynir elde bugün ise dışa bağımlı bir ülke olduk. ediliyor ama en düşük peynir fiyatı İşçi Kardeşliği: Bugünkü tarım poli8 TL. Bizden ucuza aldıkları ürünü tikalarını doğru buluyor musunuz? tüketiciye pahlıya satıyorlar. Açlığa ve Kemal Umut: Bizden yoksulluğa itilen çiftçiler köylerini terk etmek zorunda kalıyor. Büyük şehirlere yana bir politika yok ki! göç eden çiftçiler tarımdan başka bir iş İşçi Kardeşliği: Sizce çözüm nedir? bilmediklerinden çok kötü koşullarda Kemal Umut: Gübrede-ilaçtayaşamak zorunda kalıyorlar. Bir de mazotta süspansiyon uygulanmalı. biz çiftçilerin duyarsızlığını eklersek Ürünün üretim maliyeti düşürülmeli. sorunlarımız artmaya devam ediyor. Ürün fiyatları insanca yaşamamızı İşçi Kardeşliği: Tarım politikasağlamaya yetecek düzeye getirilmeli. larını nasıl buluyorsunuz? İşçi Kardeşliği: Hilmi Baydar: Parlamentoda temsil Bugün tarım politiediliyor musunuz? kalarının kimlerden Kemal Umut: yana uygulandığı orHayır edilmiyoruz. tada. Bizim çıkarlarıİşçi Kardeşliği: İşçi mıza denk politikalar Kardeşliği Partisi uygulanmıyor. hakkında ne düİşçi Kardeşliği: şünüyorsunuz? Sizce çözüm ne? Kemal Umut: Hilmi Baydar: Bizim böyle bir parİşçi köylü hükümeti. tiye ihtiyacımız var. Köylüler parlamenBen de bundan sonra toda temsil ediliyor bu partide görev mu? Hayır, parlaalıp çalışacağım. mentoda bizleri Kemal Umut hükümetin rekabet İşçi Kardeşliği: temsil eden kimse yalanıyla köylüyü öldürdüğünü Tekirdağ çiftçisinin yok. Her gün yokbelirtiyor. sorunları nelerdir? sullaşan, köyünü terk eden insanAhmet Özer: Bugün uygulanan larımızdan belli değil mi? tarım modeli ve tarımsal üretim koşulları köylülüğü yok ediyor. Çiftçiİşçi Kardeşliği: Bu kadar partiler yoksullaşıyor ve yoksullaştırılıyor. nin yanında bir de İşçi KardeşGübre fiyatlarının değişken olması liği Partisi’ne ihtiyaç var mı? bizleri ciddi biçimde etkiliyor. Ekim Hilmi Baydar: Sınıfın bölünyapılırken gübre zamlanıyor. Hasat müşlüğünü ortadan kaldıracak, işçi zamanı fiyatlar düşüyor. Tohum dışa ve köylüyü ortak mücadeleye çekebağımlı hale getirilmiş. Ürettiğimiz cek, karar mekanizmalarında bizi İşçi Kardeşliği: Çiftçilerin sorunları nelerdir?

6 İŞÇİ KARDEŞLİĞİ

malı satamayıp aç kalma korkusu yaşıyoruz. Özelleştirmeler sonucu çiftçiler özel sektörün insafına terk edilmiş durumda, kimse ürettiği ürünü hükümetin belirlediği taban fiyata bile satamıyor. Mesela, ürettiğimiz üzümü 3 TL’ye satarken 1 kg şarabı 12 TL’ye almak zorunda kalıyoruz. Yani ucuza üretiyor. Pahlıya tüketiyoruz. İşçi Kardeşliği: Bugünkü tarım politikalarını nasıl buluyorsunuz?

sağlamalıdır. Devlet bilimsel çalışmalar yaparak, bizlere kendi tohumumuzu kendimizin üretmesini öğretmelidir. Devlet tarım politikalarını belirlerken bizim ihtiyaçlarımızı göz önüne almalı ve politikaların belirlenmesinde büyük tarım ve gıda şirketlerinin değil bizim ve örgütlerimizin düşüncelerini almalıdır. İşçi Kardeşliği: Bugün parlamentoda işçiyi köylüyü temsil eden bir parti var mı?

Ahmet Özer: Bugün hükümet bizlere ilişkin karar alırken bizi yok sayıyor. Ahmet Özer: Bence yok. Bugün Yerli yabancı büyük tarım ve gıda parlamento yerli yabancı büyük tarım şirketleri lehine yapılan anlaşmalar ve gıda şirketleri temsil ediliyor. bizlerin elini koluBiz çiftçilerin tarım İşçi Kardeşliği: nu bağlıyor. Mesela, İşçi Kardeşliği bugünlerde buğdaypolitikalarının Partisi’ni doğru larımızı biçiyoruz. belirlenmesinde buluyor musun? Biz buğdaylarımızı biçmeye başladık Ahmet Özer: düşüncesini hükümet de buğday Büyük sermayenin alan, karar ithalatına başladı, değil, biz çiftçilerin gerisini siz düşünün. mekanizmalarında tarım politikalarının Kısacası bugün bizim belirlenmesinde dübiz üreticilerin ihtiyaçlarımıza uygun şüncesini alan, karar tarım politikası yok. görev yaptığı bir mekanizmalarında İşçi Kardeşliği: Sizbiz üreticilerin görev partiyi tabiî ki ce çözüm nedir? doğru buluyorum. yaptığı bir partiyi tabiî ki doğru buluyorum. Ahmet Özer: Canı gönülden böyle Devlet biz köylülerin, bir parti çalışmasında görev bile alırım. açlıktan uzak bir yaşam sürdürmemizi

Türkiye tarımı Dünya Bankası, IMF ve Avrupa Birliği Politikalarıyla yok ediliyor. Küresel ısınma, dünyadaki açlık tehlikesini her geçen gün biraz daha büyütüyor. Tarım ve gıda politikaları ülkelerin ve toplumların geleceği için giderek daha da hayati öneme sahip oluyor. Durum bu iken uygulanan tarım politikaları her geçen gün büyük uluslararası firmalar lehine Türkiye tarımını yok ediyor. Örneğin Türkiye’deki buğday ekim alanları, 1998 yılında 9,8 milyon hektar iken 2007 yılında 8,1 milyon hektara düşürtülmüştür. Uluslararası güçler Türkiye’ye ‘sen üretme’ diyor. Üreteceksen de benim belirlediğim ürünleri, benim belirlediğim tohumlarla üreteceksin, çiftçine benim belirlediklerim dışında destek vermeyeceksin diyor. Türkiye tarım politikaları çiftçiler, üreticiler ve tüm toplum yararına göre değil sadece büyük tarım/gıda tekellerinin çıkarlarına göre yönlendiriliyor. Bir yandan tarım alan-

larımız yok edilirken, çiftçilerimiz açlığa mahkûm edilirken diğer yandan büyük firmaların yönlendirdiği genetiği değiştirilmiş tarım ürünleri ile halk sağlığı tehlikeye atılıyor. Bütün bu nedenlerle eşitlik ve adalet yolundaki mücadelede işçi sınıfı ve emek güçleri tarım politikaları konusunda mücadeleye çok daha fazla önem ve katkı vermek zorunda.

Dünya da aç insan sayısı Yıl:

2006

2007

2008

2009

Milyon Kişi

850

923

963

1.020

Kaynak: Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü (FAO)

Dünyadaki aç insanların sayısı her geçen gün artıyor. Ama bunun nedeni üretim yetersizliği değil üretilenlerin adil paylaşılmaması ve ihtiyacı olan toplumların üretiminin önüne engellerin konmasıdır.


POLİTİKA

Vesayet kimde? AKP hükümeti mevcut rejimin çarpıklıklarını kullanarak Türkiye’yi emperyalizme daha da bağımlı hale getirirken tek çözüm bir Kurucu Meclis için biraraya gelmekten geçiyor.

S

on zamanlarda rejim, anayasa, haline getirmişti ve çözümsüz bırakresmi kurumlar üzerinden yürüyen mıştı. Yine hatırlayalım, bundan bir tartışmanın odak noktası vesayet mesene evvel hükümet bir yargı reformu selesi haline gelmiş durumda. AKP ve müttefiki liberaller milli iradenin ordu vesayeti altında olduğunu iddia ediyor ve buna bir son vereceklerini söylüyorlar, CHP ise asıl Tayyip Erdoğan’ın vesayeNATO Avrupa komutanı Craddock ve ti kuruluyor diye Genelkurmay Başkanı Başbuğ veryansın ediyor. paketi hazırlamış, Bu süreçte devlet kurumları ciddi ama bunu Yargıtay, krizlere sürükleniyor. Son çıkan yasa – askeri ve sivil mahkemelerin yargılama Danıştay gibi kurumlarla görüşmek yerine AB yetkililerine sunmuş, buyetkilerinin değişmesi – askeri ve sivil radan da bir kriz çıkmıştı. Bunlar ve mahkemeleri pek çok noktada yetki diğer krizler rejimi gittikçe daha zora tartışmasına götürecek bir biçimde hazırlandı, yani yeni krizler doğurabilecek sokarak içinden çıkılmaz hale getiriyor. Rejimin içinden çıkılmaz hale bir durum yaratıldı. Benzer şekilde üniversiteye başörtülü öğrencilerin girmesi gelmesi yeni bir anayasayı gündeme getiriyor. Ancak AKP’nin 12 Eylül’ün meselesi üniversite bazında uygulamatasfiyesi olarak sunduğu yeni anayasalarla kolayca çözülebilir noktadayken, nın eskisinden daha iyi olmasının bir anayasa değişikliğine kadar varmıştı. garantisi yok. Aksine, patronların istekSonuçta AKP’nin güya çözümü baleri 1980’e göre çok daha acımasız, bu şörtüsü meselesini bir rejim sorunu da her türlü sosyal devlet kırıntısını yok

Belediye İş’e gözaltı

etme isteğini doğuruyor. İş bu kadarla da kalmıyor, anayasanın egemenliği düzenleyen beşinci maddesi değiştirilerek ulusal egemenliğin uluslararası kurumlara (AB, Dünya Ticaret Örgütü vs.) üyelik nedeniyle kısıtlanabileceği koşulu getiriliyor. AKP, 12 Eylül rejimiyle beraber, sosyal devleti ve ulusal egemenliği de tasfiye ediyor. Ordunun ve diğerlerinin vesayeti ne olur belli olmaz ama Brüksel ve Washington’un ülkemiz üzerindeki vesayeti AKP hükümeti eliyle her geçen gün güçleniyor. Bu gidişatı durdurmanın bir yolu var: Brüksel ve Washington’dan yönetime son verecek bir Kurucu Meclis’i toplamak. Bu Kurucu Meclis satılmış işletmeleri yeniden millileştirecek; eğitim ve sağlık başta olmak üzere tüm kamu hizmetlerini güçlendirecek; sosyal ve sendikal hakları güvence altına alacak; NATO ile bağları koparacak ve ülkeyi askeri maceralardan koruyacak; dış borç ödemelerini durduracak ve Türkiye’yi meydana getiren bütün halkların eşit haklarını tanıyacak bir düzen kuracaktır. Bu yola çıkmak için önce vesayetin asıl kimde olduğunu görelim, sonra hep beraber il il, ilçe ilçe, işyeri işyeri ve mahalle mahalle Kurucu Meclis Komiteleri’nde biraraya gelelim.

AKP Hükümetinden Emekliye Zam “Müjde”si! İşçi emekli aylıklarına 11, Bağ-Kur emeklilerine ise 5 lira zam yapıldı!

İ A

KP İl teşkilatının kongresine katılan Başbakan Erdoğan’ı ve Kocaeli Büyükşehir Belediye Başkanı İbrahim Karaosmanoğlu’yu sendika değiştirme baskısı ve üyelerine yönelik sürgünlerin durdurulması için protesto etmek isteyen 20 sendika yetkilisi 28 Haziran’da göz altına alındı. Belediye iş üyelerine yönelik sendika değiştime baskısı üç aydır devam ediyor. Türk İş’in mücadele kararı almasının ardından Belediye İş’e geri dönen işçilere yeniden Hizmet İş’e geçmeleri için sürgün, ünvan düşürme gibi baskı yöntemleri uygulanıyor. 
Son olarak Kocaeli Büyükşehir Belediyesi’ne bağlı İzmit Su’da (İZSU) çalışan Belediye-İş üyesi Havva Yükselen önce Gebze’ye ardından da Köseköy’e sürüldü. Eğitim ve Basın

Yayın Genel Sekreteri Bayram Özkan bacağındaki protezle hergün iki saati yolda geçen Havva için dava açacaklarını söyledi. Baskı ve sürgünler nedeniyle Belediye İş’e dönüşler durmuş durumda.

Genel-İş sendikası örgütlenme çalışmalarına hız verdi Kocaeli Büyükşehir’in bazı ilçe ve belde belediyelerinde toplu sözleşme yapma yetkisi Genel- ş sendikasının elilnde bulunuyor. İzmit belde belediyelerinin birleştirilmesinin ardından Hizmet- İş’in yetkili olduğu Bekirpaşa belediyesinde çalışan işçiler Genel-iş’e geçmeye başladılar.
Genel-İş işyeri temsilcisi Hizmet İş’le kendilerinin imzaladığı TİS maddelerini işçilerin önüne koyduklarını onların da kendilerini tercih ettiklerini söyledi.

şçi ve Bağ-Kur emekli aylıklarına yapılacak Temmuz zamları açıklandı. Zam oranı yüzde 1,8 oldu. Artışla birlikte en düşük işçi emeklisi aylığı 11,36 TL artışla 621,24 TL’den 632,60 TL’ye yükselecek. Bağ-Kur emeklilerinde ise en düşük aylık 5,57 TL’lik artışla 304,79 TL’den 310,36 TL’ye çıkacak! AKP hükümeti çalışan işçilere olduğu gibi emekli işçilere ve diğer tüm emeklilere kendinden önceki sermaye hükümetleri gibi komik ücretleri reva görmeye devam etmektedir. Ne yazık ki karşısında yaptıklarını başına çalacak yeterli bir emek gücü de yok! Çalışanı, emeklisi ve işsizi ile bir olan işçi sınıfı kendi bağımsız siyasal, toplumsal gücünü oluşturmadıkça bunun böyle süreceği açık.

Kritik Zamanlar Mustafa Çubuk

İ

çinde bulunduğumuz süreçte, lafı dolandırmadan, entelektüel bilgi kırıntılarıyla süslemeden, açık, net, doğrudan konuşmak durumundayız. Sınıflar mücadelesinin gerçekliğini ve bu gerçeklikten kaynaklanan zorunluluklarını bir “zekâ oyunu”na indirgeyen teorisyenlerce “kaba” olarak görülse de, “eşyayı adıyla çağırma” yürekliliği gösterebilmek hayati önem taşıyor bugün. Kapitalizmin büyük buhranı yıkıcı etkisini Türkiye gibi “zayıf halka”da kendisini ortaya koymaya başlıyor; işsizlikteki büyük artış, ekonominin yüzde on dörtlere varan küçülmesi, çalışma koşullarının giderek zorlaştırılması... vd. ezilenlere yansıyan tarafı iken yönetenlerin, yeniden paylaşım mücadelesinde bölünerek yönetememe durumunda oluşları ise egemenlere yansıyan yanidir. Egemenler, bu yönetememe durumunu, bütün gayretlerine rağmen gizleyemiyorlar.”Devlet kurumları arasında uyum vardır” söylemleri, “mezarlıktan geçerken ıslık çalmaya” benziyor. Daha söylenen söz sıcaklığını yitirmemişken ve birileri bundan “büyük değişim” keşfedip “yeni politikalara” soyunurken; egemenlerin birbirlerine karsı komploları, tuzakları, karşılıklı gövde gösterileri ve sekiz saat süren MGK toplantısı sonrası yapılan açıklamanın acizliği çıkıyor ortaya. Diğer taraftan, temel toplumsal ilişkileri düzenleyen bir “Anayasa sorunu” var. Egemenler sorunun varlığını reddetmemekle beraber yıllardır, bu temel toplumsal ilişkilerin ne olması üzerinden anlaşamadıkları için sürüncemede bırakıyorlar. Birbirlerine güvenmemeleri ve işin nereye varacağını kestirememeleri bu sonucu doğuruyor. Bunlar, egemenlerin yönetemez duruma düştüklerinin en açık göstergeleridir. Bu durumda, özel olarak işçi sınıfının, genel olarak ezilenlerin alacağı pozisyon önem kazanıyor. Soru şudur; işçiler-ezilenler, dağınık tepkiselliklerini devam ettirerek egemenler savaşında araçsallaşacaklar mı, yoksa programlı birleşik bir mücadeleyi örgütleyerek yeni bir alternatif mi yaratacaklar? Birinci durumda tam bir “felaket” söz konusudur. Bu, yeni bir “dış düşman” icadıyla başlayabileceği gibi, alt kimliklerin kışkırtılmasıyla da başlayabilir ve nereye kadar tırmanabileceğini düşünmek bile tüyler ürperticidir. İkinci durumda, yani işçilerin, emekçilerin bir alternatif olarak ortaya çıkması durumunda; nihai hedefe ulaşamasa bile egemenleri kendi güçleriyle sınırlayarak dengeleyecek ve “felaket” i engelleyebilecektir, mevzi kazanımları elde edecektir. Bunun nasıl olabileceği üzerinde tartışılabilir, çalışılabilir. Ama nasıl olmayacağı açıktır. Bu, sınıflar mücadelesinin gerçekliğini, bunun getirdiği zorunlulukları reddederek, buna karsı savaş açmakla, işi “zihinsel oyun” a indirgemekle olmaz. İŞÇİ KARDEŞLİĞİ

7


GÜN

AKP Kıdem tazminatı ve grev hakk

Taşeronluk Sisteminin yeni Sendikasızlaştırmanın yeni adı:

İşçi Simsarlığı

Atilla Özsever

R

esmi ifade ile özel istihdam bürolarına geçici iş ilişkisi kurma olanağı sağlayan, gerçek anlamıyla ise işverenlere ucuz, kiralık işçi temin eden düzenlemeyle ilgili yasa, 26 Haziran 2009 günü sabaha karşı 03.00’te TBMM’de kabul edildi. Kamuoyunda “Modern Kölelik Yasası” olarak tepki gören ve sendikaların da itirazlarına yol açan yasa, 9 Temmuz 2009 tarihinde Cumhurbaşkanı Gül tarafından yeniden görüşülmesi için Meclis’e geri gönderildi. Cumhurbaşkanlığı’nın “veto” gerekçesinde, “ödünç iş ilişkisi kapsamında çalışacak işçiler için de, normal ve sürekli istihdam edilen işçiler gibi ücret, çalışma süresi, fazla mesai, ara dinlenmesi, gece çalışması, tatil ve benzeri konularda eşitlik ilkesinin uygulanması gerektiği; ancak yasada bu eşitliği bozacak uygulamaların yasaklanması yönündeki hükümlere yer verilmediği” belirtilmektedir. Yani, Cumhurbaşkanlığı’nın yasayı geri gönderme gerekçesi, özel istihdam bürolarının varlığı ve bu büroların geçici iş ilişkisi kurması ile ilgili değildir, sadece iki istihdam biçimi arasındaki eşitliğin korunmasına yöneliktir.

Veto öze ilişkin değil Cumhurbaşkanı Gül, bu bürolara temelde karşı çıkmamaktadır. Nitekim Türkiye İşveren Sendikaları Konfederasyonu (TİSK) 11 Temmuz 2009 günü yaptığı açıklamada, Gül’ün iade gerekçesinin özel istihdam bürolarıyla ilgili sistemin özüne ilişkin olmadığını ifade etmiştir. Diğer bir işveren kuruluşu olan TÜSİAD da, yasanın TBMM’nin olağanüstü toplanacağı dönemde öncelikle ele alınmasını ve tarafların endişelerini giderecek şekilde yasalaşmasını istemiştir. Yasa, özü itibariyle belirli sürelerle değişik işverenlere özel istihdam büroları kanalıyla işçi kiralanmasını ve bu işçi-

8 İŞÇİ KARDEŞLİĞİ

lerin çeşitli haklardan yoksun, düşük ücretlerle çalıştırılmasına olanak sağlayan bir ortamı sunuyor. Daha önce sadece danışmanlık hizmeti veren bu özel istihdam büroları, Cumhurbaşkanı’nın veto gerekçesine uygun yasal değişiklik de yapılsa sonuçta 18 aya kadar çeşitli işkollarındaki işçileri işverenlere kiralayabilecek bir olanağa kavuşuyor.

İş bulmanın tarihsel serüveni İş ve işçi bulma hizmetleri 18. yüzyılda Sanayi Devrimi ile birlikte ortaya çıkmıştı. Bu hizmetler o dönemde dini kurumlar, yerel yönetimler, sendikalar ve işçi simsarlarınca yürütülüyordu. İşçi simsarlarının işçileri istismar etmesi, komisyon alması sonucu, bu hizmetin kamu eliyle yürütülmesi gündeme gelmiş ve iş bulma faaliyeti kamu kurumlarınca yürütülmeye başlanmıştı. Kamu hizmeti olarak ilk iş bulma kurumu 1909’da İngiltere’de faaliyete geçmişti. 1919’da kurulan Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO) da, bu hizmetin kamu kurumu aracılığıyla ücretsiz olarak yürütülmesi konusunda karar almıştı. Daha sonra bu uygulama, hemen hemen tüm dünyada kamusal bir hizmet olarak yürürlüğe girdi. Türkiye’de de 1946 yılında İş ve İşçi Bulma Kurumu adıyla faaliyete geçti. Gerek dünyada, gerekse de ülkemizde bu hizmet uzun süre kamu kurumu aracılığıyla yürütüldü. Ancak 1980’den sonra neoliberal politikaların egemen olmaya başlamasıyla birlikte bu hizmetin özel kurumlar aracılığıyla da yapılabileceği gündeme geldi.

Özel istihdam bürolarının kurulması Son yıllarda ILO’nun görüşünde de değişiklik oldu, istihdam hizmetinin özel kurumlarca da sağlanabileceği görüşü kabul gördü. Ülkemizde de 2003 yılında çıkarılan bir yasayla bu

kurumun adı Türkiye İş Kurumu (İŞKUR) olarak değiştirildi ve yasaya eklenen bir maddeyle özel istihdam bürolarının kurulmasına olanak sağlandı. Yeni yapılacak düzenleme sonucunda, özel istihdam bürolarına geçici iş ilişkisi kurma olanağı sağlanması suretiyle asıl işveren çeşitli yükümlülüklerden kurtulmuş olacaktır. Bu bürolar kiralık işçilerin gerçek işvereni olarak tıpkı amele pazarlarında olduğu gibi işçileri alıp satabilecekler, bu satış işlemi üzerinden de komisyon alabileceklerdir.

Kiralık işçiliğin olumsuzlukları Geçici iş ilişkisinin emek açısından olumsuzlukları şöyle sıralanabilir: 1. Özel istihdam bürosu ile iş sözleşmesi yapan işçiler çok farklı işyerlerinde çalıştıkları için bunları örgütleme olanağı mümkün olamayacaktır. Çünkü her işkolu ve sektör için işçi kiralama ve satma işini yürütecek özel istihdam bürolarının işkolu belirsiz olacaktır. Aynı büroda çok farklı işkollarına bağlı kiralık olarak çalıştırılan işçilerin hangi sendikada örgütlenecekleri, nasıl toplu sözleşme yapacakları belirsizliklerle doludur. Bu nedenle sendikal örgütlenme ciddi biçimde zaafa uğrayacaktır. Aslında amaç, sendikasızlaştırma, bir anlamda sendikaya alternatif olarak özel istihdam bürosunu hayata geçirmektir. 2. Bu tür geçici iş ilişkisi çerçevesinde kiralık işçinin iş güvencesi de tehlikeye girecektir. Kiralandığı şirketten çıkarıldığı takdirde o şirkete dava açma hakkı yoktur, özel istihdam bürosu işçiyi bu kez başka bir işyerine kiralarsa orada çalışmaya devam edecektir, büroya da dava açma hakkı ortadan kalkabilecektir. Özel istihdam bürosuna iş güvencesiyle ilgili dava

açabilmesi için de bir sürü koşul ve hukuki boşluk söz konusudur.

Kıdem tazminatından yoksunluk

3. İşçinin kiralandığı şirketin kıdem ve ihbar tazminatı yönünden sorumluğu da bulunmadığından bu haklar da riske girmektedir. Özel istihdam bürosunun bu hakları ödemesi de şüphelidir. Keza izin haklarından yararlanmak açısından da risk vardır. Çünkü işçilerin yıllık iznini ve izin ücretini kiralandığı şirket değil özel istihdam bürosunun vermesi gerekir, burada da yasal boşluk bulunmaktadır. 4. Düşük ücretle çalışmaya, ucuz işgücünün istihdamına olanak sağlanacaktır. Kimi işverenler, yüksek ücretle çalışan işçilerini işten çıkartıp bu bürolardan daha düşük ücretle kiralık eleman teminine gideceklerdir. 5. Bu yeni düzenlemede, özel istihdam bürosunun işçiyi herhangi bir işyerinde istihdam edememesi halinde, ücret güvencesinin sağlanması sadece kiralanan işyerinde grev ve lokavt olması durumunda söz konusudur. Dolayısıyla işçinin çalışmadığı diğer durumlarda ücret alması mümkün olamayacaktır. Grev yapılan işyerinde alacağı ücret de asgari ücretten az olmamak şartıyla sözleşmede belirtilen ücretin sadece yarısıdır, yani bu durumda da işçinin ücreti yarı yarıya düşmüş olacaktır. Ayrıca geçici işçi kapsamında istihdam edilenlerin çalışmadıkları süreler için sağlık hizmeti almaları da söz konusu olmayacaktır.

Ucuz ve sendikasız işgücü Görüldüğü gibi esas itibariyle ucuz ve sendikasız bir işgücü yaratılması amaçlanmaktadır. 2001 krizi sonrasında önce iş kanunu esnek hale getirildi, kısmi çalışma, ödünç iş ilişkisi, çağrı üzerine çalışma, denkleştirme yöntemiyle fazla mesai ödenmemesi gibi konular gündeme geldi. 2008 kriziyle birlikte de ücretler düşürü-

lüp, ücretsiz izin uygulamaları yaygınlaştırılmakta, çalışma süreleri fiili olarak günlük 10–12 saate çıkarılmakta, bunların yanı sıra işverenlere yasal anlamda daha ucuz, güvencesiz, sendikasız işçi çalıştırmasına olanak sağlayan modern işçi simsarlığı kurumu devreye sokulmak istenmektedir. TİSK’in Aralık 2007 tarihli Çalışma Raporu’nda, özel istihdam bürolarına geçici iş ilişkisi kurma olanağının tanınmasıyla “işverenlerin işe alma esnasında iş bulma bakımından gider tasarrufuna sahip olacağı gibi fesihle ilgili hükümlere… bağlı kalmaksızın işçi istihdam edebileceği” ifade ediliyor. Yani, kiralık işçiler özel istihdam bürolarınca belirli süre için istihdam edildikleri için işverenler kıdem ve ihbar tazminatı gibi yükümlülüklerden de kurtulmuş olacaklar. İşveren bu taleplerini çalışma raporlarında da ortaya koyuyorlar.

Tabela örgütü mü, mücadele mi? Sonuçta kriz bahane edilerek 19. yüzyılın “vahşi kapitalizm” koşulları, yasal anlamda da kalıcı hale getirilmek isteniyor. Madem ki, patronlar sürekli olarak geçmiş koşullara dönüp yeni saldırıları gündeme getiriyorlarsa artık emekçiler de, onların örgütleri olan sendikalar da, geçmiş dönemlerdeki gibi mücadeleci anlayışlarına dönmek zorundadırlar. Aksi halde birer “tabela örgütü” olarak kalacaklardır. Karar, emekçilere ve onun örgütlerine aittir...


NCEL

kını yeni yasayla fiilen engelliyor

adı: Özel İstihdam Büroları

İşçi satışı da yasalaştı Aziz Çelik, BirGün

A

5763 sayılı İş Kanunu ve Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun ile gelenler: • ÖİB’ler patronla işçi arasında ırgat başı, amele çavuşu gibi taşeron sisteminden daha geri bir hukuk(suzluk) yaratacak. • İşçinin ücretini ÖİB’ler ödeyecek. • Bu şekilde çalışan işçi sayısı işyerinin dörtte biri ile sınırlanıyor. • Kiralanan işçinin çalıştığı işyerinde grev veya lokavt ilan edilirse ÖİB’ler maaşların yarısını ödeyecekler. • İşyeri hekimi bulundurma zorunluluğu kaldırılıyor. • İşverenlerin kreş açma zorunluluğu kaldırılıyor. • İşçilerin 35 milyar lirasının birikmiş olduğu İşsizlik Sigortası Fonu yağmalanıyor. Fondaki paranın bir kısmı Hazine aracılığıyla doğrudan işverenlere, bir kısmı da GAP’a aktarılıyor. • 8 yaşından büyük ve 29 yaşından küçük işçiler ile 18 yaşından büyük kadın işçilerin; sigorta primlerinin işveren hisseleri kısmi olarak fondan karşılanıyor. • İflas ettiğini ilan eden işveren, işçinin ücretlerini ödeme yükümlülüğünden kurtarılıyor. Bir Ücret Garanti Fonu oluşturularak yükümlülük fona devrediliyor.

KP işçi hakları konusunda pervasız bir uygulamaya daha imza attı. İşçilerin alınıp satılması, kiraya verilmesi agece yarısı TBMM’de kabul edilen bir torba yasa ile (5920 Sayılı Yasa) İş Yasası’na eklenen bir hükümle özel istihdam bürolarına işçileri bir başka işverene kiralama (satma) imkânı tanındı. Yasanın gerekçesindeki ifadeyle “özel istihdam büroları aracılığı ile geçici iş ilişkisi kurulabilmesine” olanak tanındı. “Mesleki anlamda geçici iş ilişkisi” adını taşıyan yeni düzenlemeye göre özel istihdam büroları iş sözleşmesi yapacağı işçiyi bir başka işverene 18 ay süreyle “geçici işçi” olarak devredebilecek. İşçinin asıl işvereni özel istihdam bürosu olacak. İşçinin devredileceği işverenle geçici iş sözleşmesini özel istihdam bürosu yapacak. Bu yolla güvencesiz düşük ücretli, esnek ve sendikasız kiralık bir işgücü yaratılmış olacaktır. Özel istihdam büroları “iş sözleşmesi” yaptığı işçileri talep eden herhangi bir işverene devredebilecek, daha doğru bir ifadeyle kiralayabilecek. İşçiler tıpkı amele pazarları ve köle pazarındaymışçasına alınıp satılacak. Özel istihdam büroları bu satış işlemi üzerinden komisyon alacak. Ücretli kölelik düzeninin daniskası ile karşı karşıyayız. Bu yasa ile geçici işçi çalıştırılması (belirli süreli iş sözleşmeleri) hiçbir koşula bağlanmadan 18 aya kadar uzatılmış, yasada geçici işçilikle ilgili var olan bazı sınırlamalar bypass edilmiş ve işverenlere toplamı işçinin dörtte biri kadar geçici-güvencesiz işçi çalıştırma olanağı tanınmıştır. Yasa ile iş hukukunun temeline dinamit konmuş ve anayasal kurallar yok sayılmıştır. Yeni yasada işçinin özel istihdam bürosu ile iş sözleşmesi yapmasından söz edilmektedir. İş sözleşmesi, işçinin iş yapmayı, işverenin de ücret ödemeyi üstlendiği bir sözleşmedir. Oysa özel istihdam bürolarının amacı işçiyi çalıştırmak değil kirala-

maktır. İş hukukunun en temel hükümlerinden olan iş sözleşmesini yok edilmiş ve bunun yerine işçi kiralama sözleşmesi getirilmiştir. İşçi tıpkı bir mal gibi kiralanır hale gelecektir. Öte yandan özel istihdam büroları kiralanmak üzere sözleşme yapan işçilerin sendikalaşmaları da olanaksız hale getirilmiştir. Çünkü her işkolu ve sektör için işçi kiralama ve satma işini yürütecek özel istihdam bürolarının işkolu belirsizdir. Aslında işçi kiralanması ve satışı halen örtülü biçimde uygulanan bir yöntem; Paravan şirketlerden hizmet alımı adı altında işçi kiralanmakta ve bu şirketlere kiralan işçi başına komisyon ödenmektedir. Örneğin bu şirketler belediyelere kiraladıkları her işçi için yüzde 30 komisyon almaktadır. Üstelik belediyelerin en “güzide” işlerinde de işçi simsarlığı yapılmaktadır. 700 lira işçiye 300 lira cebe. 100 işçi kirala ayda 30 bin lira kazan! Bu modern köle ticareti AKP’li belediyeciğinin en belirgin özelliklerinden biridir. Kiralık veya satılık işçi yasası bir yasa tasarısı olarak gündeme gelmedi. Sendikaların Üçlü Danışma Kurulu’nda karşı çıktıkları bu düzenleme AKP’li iki milletvekilinin, İlhan Evcin ve Mustafa Elitaş’ın teklifi ile ve bir oldubitti ile gece yarısı yasalaştı. Her iki vekilin cv’sine baktık. Her ikisi de “iş âleminin”, sermayedar sınıfın mümtaz temsilcileri. Takdir etmek lazım “sınıf bilinci” gelişkin vekiller! Üstelik de güçlü bir “sınıf disiplinine” sahipler. Çünkü bu yasa aslında işveren örgütleri tarafından dikte edildi. İşte ispatı: Türkiye İşveren Sendikaları Konfederasyonu (TİSK) tarafından hazırlanan 3 Kasım 2008 tarihli “Küresel Krize Karşı Alınması Gereken Tedbirler” başlıklı raporun 7. Sayfasında şöyle deniyor: “İş Kanunu’nda değişiklik yapılarak özellikle yeni istihdam imkânı sağlayacak ‘özel istihdam büroları aracılığıyla dönemsel çalışma’ yasalaştırılmalı.” TİSK’in bu talebi iki AKP’li vekil tarafından kâğıda döküldü, AKP

hükümetinin ve TBMM’nin AKP’li vekillerinin desteğiyle yasalaştı. Merak ettim AKP’nin sendikacı kökenli vekilleri ne yapmış yasanın müzakereleri sırasında, sesleri çıkmamış. Torba yasa işçi satışını yasalaştırmakla kalmadı. İşçinin birikimi olan ve işsizlere ödenmesi gereken İşsizlik Sigortası Fonunun bütçeye ödenek kaydedilmesine, bir diğer ifadeyle yağmalanmasına de olanak sağladı. İşsizlik Sigortası Fonu gelirlerinin dörtte üçü yatırımlarda kullanılmak üzere bütçeye gelir kaydedilecek. Sermayeye kaynak olarak aktarılacak. Hükümet işçi hakları konusunda pervasızlık üstüne pervasızlık yapıyor; kamu işçilerine ve çalışanlarına komik zamlar öneriyor, işsizlik sigortasını yağmalıyor, köle işçiliği yasalaştırıyor, Türk-İş üyesi üç sendikanın altını oymak için elinden geleni yapıyor. Kriz yüz binlerce işçiyi işinden ediyor, işçilerin ücretleri yüzde 8,5 düşüyor ve hükümetten hiçbir sosyal önlem yok. Tersine işçi haklarının son kırıntılarını da yok etmekle uğraşıyor. Tablo bu! Bu tablonun vebali en az işverenler ve hükümet kadar sessiz ve suskun sendikacıların omuzlarındadır. Not: Bu yazı Cumhurbaşkanı’nın yasayı TBMM’ye geri yollamasından önce kaleme alındı. Ancak tehlike devam ediyor. İşveren örgütleri düzenlemenin bir an önce yasalaşmasını istiyor. Düzenleme kısa bir süre içinde tekrar gündeme gelecektir. İŞÇİ KARDEŞLİĞİ

9


POLİTİKA

“Sol”da Parti Arayışları T

ürkiye de siyasetin “sol” tarafında uzun yıllardır parti arayışları devam etmekte. Bir yanda Deniz Baykal liderliğindeki CHP’nin tutumunu benimsemeyen ve farklı bir “sosyal demokrat” parti arayan çevreler, diğer yandan da CHP’nin daha solunda veya sosyalist olarak ortaya çıkan çevrelerde parti arayışları yeni bir döneme girmiş görünmektedir. “Sosyal demokrat” olarak adlandırılabilecek çevrelerden Mustafa Sarıgül ve 10 Aralık Hareketi ayrı ayrı sonbaharda partileşmeyi önüne koymuşlardır. Öte yandan ÖDP’den ayrılan Ufuk Uras ve arkadaşları yine sonbahar aylarında partileşmeyi hedeflerken aynı süreçte

söylemleri üretememiş olmalarındandır.

Demokrasi için birlik, “sol” birlik Bu yeni girişimler içinde işçi ve emekçileri siyasal olarak temsil etme iddiaları nedeniyle Özgürlükçü Sol ismiyle faaliyet sürdüren Ufuk Uras grubu ve “Çatı partisi” girişiminin ayrıca değerlendirilmesi gereklidir. Bu iki eğilim ana söylemleri ile benzerdir ve ortaklaşma olasılıkları da vardır. Her iki girişimin temel söylemleri gözden geçirildiğinde esasta “demokrasi” ve “ezilen kesimlerin siyasal birliği” kavramıyla karşılaşmaktayız. Çatı Partisi girişiminin 27–28 Haziran 2009’daki top-

Çatı Partisi 20-21 Aralık toplantısı

sosyalist grupların bazıları da DTP ile birlikte “Çatı Partisi” oluşturmak için çalışmaktadırlar. Diğer yandan yeni başkanı ile DSP ve genel başkan Karayalçın’nın CHP’ ye gitmesinden sonra geriye kalan SHP de bu arayışların bir yanında durmaktadır. Ve yine bunlarla birlikte ortada duran bir diğer gerçek de sosyal demokrat ve sosyalist yönelimli birçok parti ve grupların süregiden varlığıdır.

Siyaset alanındaki asıl boşluk Aslında bu kadar çok “sol” parti varken yeni birçok “sol” parti arayışının olması dikkat çekicidir. Gerek batı Avrupa gerekse kapitalizmin belli ölçüde geliştiği Latin Amerika ve bazı Güneydoğu Asya ülkeleri ile karşılaştırıldığında Türkiye siyasetindeki asıl boşluk açık olarak görünmektedir. Bu boşluk kendisini ister sosyal demokrat isterse sosyalist olarak tanımlasın kitlesel bir sınıf/emek partisinin yokluğudur. Güya sosyal demokrat olarak adlandırılan CHP’nin hiçbir zaman bir işçi/emekçi karakteri taşımadığını biliyoruz. Öte yandan parti ismi altında olsa da devrimci birçok sosyalist/ işçi örgütünün varlığı da kendilerini sosyal demokrat olarak adlandırıp ortaya çıkan aydın/orta sınıf karakterli siyasal hareketler de bu boşluğu dolduramamaktadır. Bunun asıl nedeni bu grupların bölünmüşlüğü değildir. Esas sorun bu siyasal yapıların Türkiye’deki işçi/emekçi kitlelerin doğrudan siyasal arayışlarının bir ürünü olarak ortaya çıkmamış olmaları veya çok büyük çoğunluğu kendilerini “sol”da görmeyen işçi emekçi kitlelerle buluşabilecek yeni siyasal tarz ve

10 İŞÇİ KARDEŞLİĞİ

lantı çağrısı, “Demokrasi İçin Birlik” adını taşımaktaydı. Bu her iki girişim de esasta sosyalistleri, sol hareketleri, Kürt hareketini, Alevi hareketini ve diğer ezilen kesimleri bir araya getirme amacındadır. Nitekim U. Uras, yeni siyasi oluşumun tanımını “Soldaki siyasi boşluğu dolduracak kitlesel parti” olarak yapmakta, “Tarihsel bir buluşma istiyoruz. Alevi hareketi, Kürt toplumsal muhalefeti; bir vicdan bir yurttaş hareketi oluşturmak istiyoruz” diye açıklamaktadır. Bu yaklaşımların her ikisi de demokrasi veya “sol” kavramları etrafında farklı kimlik mücadeleleri ile sol-sosyalist hareketleri birleştirmeye çalışmaktadırlar. Aslında açık olarak görünmekte ki bugün ne bulanıklaşmış “sol” kavramı ne de herkese göre tanımlanmış ve büyük sermaye çevrelerinin ağızlarında sakız ettiği “demokrasi” kavramı işçi/emekçi kitleler açısından bir siyasal kimliğin kurucu öğesi/söylemi olarak bir değer taşımaz.

Kimlik siyaseti/Sınıf siyaseti “Sol Birlik “veya Demokrasi İçin Birlik” yaklaşımlarında iki temel sorun bulunmaktadır. Bunlardan birincisi zaten var olan temel politik gerçekliğimizdir. Yani Türkiye’de işçi ve emekçileri temsil yeteneğinde olan herhangi bir sol hareketin yokluğudur. Dolayısıyla birkaç sosyalist eğilimin bir araya gelmesi bu girişimlere bir işçi/emekçi karakteri kazandırmaz. İkinci temel sorun ise Kürt hareketi ve Alevi hareketlerinin ister istemez kendilerini karşıtları ile tanımlamaları ve doğal olarak Türk, Sünni kesim tarafından öteki olarak algılanmalarıdır. Bunun sonucu

olarak Kürt hareketi ve Alevi hareketi ile birlikte siyaset yapmaya gelecek olanlar henüz sosyalist bilince çok uzak Türk ve Sünni çoğunluk emekçiler değil olsa olsa Türk/Sünni kesimdeki bir kısım sosyalistler olmaktadır. Burada yanlış olan Kürt veya Alevi kimlik talepleriyle DTP’nin desteğiyle seçilen Ufuk Uras DTP’den de eski partisi ÖDP’den de uzaklaşmış durumda siyaset yapılması değildir. Bu herkesin doğal hakkıdır. Bir işçi/emek Burada yanlış olan milli ve dini kimlik siyaseti inşa etmek hareketleriyle sosyalist grupları demokBugün siyasal alandaki boşluk, kitlesel rasi mücadelesi kavramı etrafında bir bir sınıf/emek siyasetinin yokluğudur. araya getirmekle geniş bir işçi/emekçi İşçiler ve emekçilerin büyük çoğunluğu muhalefetinin ve ortak bir siyasal kimesasta kültürel/dini/mezhebi nedenlerle liğin oluşturulabileceği düşüncesidir. sağ partilere oy vermektedir. Ama AKP iktidarında yaşanan gelişmeler yani din“Sol” kim, “Sağ” kim? dar görünüm altında bazı “Müslümanlar” Türkiye’de “sol” emek sermaye veya ezen aşırı zenginleşirken geniş işçi emekçi ezilen mücadelelerinin siyasallaşması kitlelerin sadakaya muhtaç olacak kadar sonucu olarak ortaya çıkmadı. Halkın yoksullaşmaları ve her türlü hak kaybına esasta “sol” olarak bildiği CHP modernleşmeyi, laikliği savunan bir egemen sınıf uğramaları yeni bir siyalaşmanın zeminini de oluşturmaktadır. Burada yeni bir partisi iken, tek parti döneminde halkın siyasal kimlik inşa ederken ana vurgunun dini/kültürel değişim ve baskıya karşı taleplerini arkasına alan sağ siyasette baş- çok net olarak sınıf /emek/yoksul halk kavramları ile yapılması kaçınılmazdır. ka bir egemen blok eğilimidir. Bu tablo Bu siyaset işçiden emekçiden, yoksuliçinde yoksul halk katmanları genelde dan yana olacak “demokratik” veya “sol” kültürel olarak kendilerine daha yakın bir parti olarak değil doğrudan işçinin, hissettikleri sağ siyasetleri benimsemişemekçinin ve yoksul halk katmanlarının lerdir. Bunun önemli istisnası ise Sünni kendi siyasal gücü olarak tanımlanmalı ve çoğunluk karşısında azınlık kalan Aleviinşa edilmelidir. Ancak böylesi çok net bir lerin Laik düzeni daha fazla savunur gibi vurgu ile bugün “sağ” veya “sol” sermaye görünen CHP/Sol çizgiyi desteklemekte partilerinin peşinde olan işçi ve emekçileolmalarıdır. Bugün bırakalım örgütsüz geniş işçi/yoksul kitleleri, en sol olarak bi- rin siyasal birliğine adım atılabilir. Böyle linen sendikaların üyesi işçiler bile yüzde bir siyaset tüm demokratik hak ve talepleri de çözmeyi önüne koyan, sermayenin 80’den çok fazla oranda sağ partilere oy tüm kesimlerinden bağımsız, kitlesel,

Özgürlükçü Sol 6 Haziran toplantısı

vermektedir. İşçi ve yoksul halk katmanları arasında CHP’ye ya da genelde “sola” oy verenlerin çok büyük kısmı ise Alevi kimliği nedeni ile bu tutumdadırlar. Dolayısıyla öngörülen Kürt hareketiAlevi hareketi ve sosyalist hareketlerin demokrasi veya sol kavramları altında bir partide bir araya gelmesi işçi/emekçi kitleler içinde yeni sağlıklı bir siyasal saflaşmaya hizmet edemez. Emekçi kitlelerin bugünkü bilinç düzeyleri veri alınırsa kendini böyle tanımlayan bir siyasal yapının karşıt siyasal güçler tarafından Türk/Sünni emekçi kitleler gözünde kolaylıkla “Kürt-Alevi-Komünist” kavramları ile ötekileştirilebileceği öngörülebilir.

demokratik bir işçi/emekçi siyaseti ihtiyacının topluma taşınması ile mümkündür. Bunun için mücadeleci, dürüst sendika ve diğer emek kitle örgütü yöneticilerinin bir sınıf/emek siyaseti arayışı ile bir araya gelmesi çok önemli bir adım olabilir. Bu arayış zemini, bir yandan geniş işçi kitleleri için bir çekim merkezi olacak diğer yandan da anlamlı mücadeleci bir sınıf eğilimi oluşturdukça işçi sınıfı ve yoksul halkın talepleri uğruna mücadele eden devrimci/sosyalist eğilimlerin ve kendilerini hangi felsefi görüşle tanımlarsa tanımlasın mazlumları ezilenleri savunan her akımın birleşik mücadelesinin de ortak zeminini oluşturacaktır.


SENDİKALARIMIZ

Türk Metal’deki Değişim Celil Irmak

ve devlet, sınıflar mücadelesinin kendine düşen görevini yerine getiriyor yani sendikaların bugüne kadar skiden Türk Metal Başkanı Muselde ettiği hakları tek tek ellerinden tafa Özbek için “Herkes koltuğunu kaybeder ama Mustafa Özbek kol- alırken, sendikaları toplu sözleşmelerinden geri adım atmaya zorluyortuğunda kalır” diye bir özdeyiş vardı. lar. Diğer taraftan ise AKP/ Hak-İş Fakat öyle bir gün geldi ki Mustafa cephesi Türk Metal’i kendi tarafına Özbek de koltuğundan oldu, ittifak çekerek etkisizleşkurduğu kapitatirmeye çalışıyor. listler ve kapitalist devlet güçleri artık 2008 yılında 320 Bir tarafta onu istemiyor. Bu bin üyeye sahip olan yoksullaşan, işinden bu sendika, bugün güçlerin Özbek’i istememesinin binlerce üyesini kriz atılan işçiler diğer nedenini kısaca dolayısıyla kaybettarafta krize ve devlet içindeki çamiş durumda. Türk tışma (Ergenekon Metal’in yeni seçidurgunluğa hiç davası) ve kapilen başkanı Pevrul ses çıkarmayan talizmin girdiği Kavlak, bu saldırıkrizin derinleşmesi sendikacılar ların farkına varmış olarak söyleyebiolmalı ki kapitalistliriz. Bu konjonklere hiç ses çıkartürel durum olmasaydı Özbek, Türk mayarak MESS’e ne kadar uzlaşmacı Metal’in başında uzun yıllar kalırdı. olduğunu gösterirken diğerw taraftan hükümete Ergenekon’la hiçbir bağlanKapitalistler yeni dönemde yani krizle başlayan ve durgunlukla devam tılarının olmadığı, artık “sendikacılık yapacaklarını” söyleyerek Zaman eden karların azaldığı bu süreçte sendika istemiyorlar -bu sendika nasıl gazetesine beyanatlar veriyor. Bu yeni bir sendika olursa olsun önemli değil- dönem işte böyle bir eşikten geçiyor; bir tarafta yoksullaşan, işinden atılan sendika devlet güdümlü, uzlaşmacı, işçiler diğer tarafta krize ve durgungrev hakkı olsun veya olmasın hiç fark etmiyor, yeter ki işçilerin hakları- luğa hiç ses çıkarmayan sendikacılar. nı talep edecek bir merci olmasın. ArYıllarca milliyetçi, sağcı diye yanıtık Türk Metal içinde çanlar çalmaya na yaklaşılmayan ve yaklaşılamayan başlamış gibi gözüküyor. Kapitalistler bu sendika uzun yıllar boyunca hem

E

devleti hem de kapitalistleri arkasına bir şekilde işverenlerle uzlaşmaalarak yüz binlerce işçiyi örgütledi. ya gidilmemeli. Eğer işverenlerle uzlaşmaya gidilirse üyelerinin 1975……………… 14.000 üye çoğunun AKP’ye oy attığı bu sen1980……………… 50.000 üye dika yarın işçilerin de tepkisiy1986………………130.000 üye le büyük oranda üye kaybederek 1993………………189.000 üye hükümetin yedeğine düşer. 2- 2000 yılından bu yana MESS ile 2001………………212.000 üye birlikte yaptığı kapitalizmin kendi 2008………………320.000 üye taleplerine yönelik, 50.000 bin işçiBu işçilerin sendikalaştığı koye verdiği ortak eğitim programına şullar Türk Metal için bir avantajdı bir an önce son vermeli. Bunun ama durum değişti ve artık Türk yerine işçi sınıfının önümüzdeki Metal’deki işçiler kendi kaderleriyle dönemdeki mücadelelerini kapsabaş başa. Bizler Türk Metal işçilerinin yacak eğitimler verilmeli. bu kaderi tek başına karşılamalarına 3- Metal iş kolundaki izin veremeyiz. Yapılması diğer sendikalarla ortak gereken, eski önyargıları davranarak krize karşı bir kenara bırakarak bu iş“Savun beraberce mücadele edilçilere sahip çıkmak, hiçbir meli. üyelerinin ön koşul ileri sürmeden 4- İşçilerden aldığı aidatTürk Metal’in yeni yöneti- haklarını yoksa ları yine işçilere yönelik mini gerçekten “sendikayarın sen de harcamalı, Ergenekon’un cılık yapmaya” çağırmak finansörü görüntüsünden veya zorlamak olmalıdır. olmayacaksın” kurtulmalı, sendikaya Demeliyiz ki ‘savun üyeleait olan otelleri bedelsiz rinin haklarını yoksa yakendi üyelerine açmalı. rın sen de olmayacaksın.’ Türk-İş’in hükümet ile yaptığı Bunun için de; sözleşmelerde uyuşmazlık sağlanması 1- Türk Metal örgütlü olduğu işyer- sonucu eylemliliğe başvurması ve bu lerinde ücret kesintilerine bir an eylemlerde Türk Metal üyelerinin de önce son verdirmeli, daha önce bulunması bizi umutlandırıyor. Geleyapmış olduğu sözleşmelerden cekte bu güçlü sendika işçi sınıfının taviz vermemeli. İşçilerin işten kalbinde hak ettiği yer alacaktır ve zaatılması mutlaka engellenmeli, hiç- ten Türk Metal, işçi sınıfının kalbidir.

Eskişehir’de Tek Gıda-İş Örgütlenmesi E

skişehir Tek Gıda-İş Şube Başkanı Kadir Özenler ile Eskişehir’de Tek Gıda-İş örgütlenmesi ve bölgedeki sendikal örgütlenmeyi konuştuk İşçi Kardeşliği: Kadir başkanım, Tek Gıda-İş Sendikası, Eskişehir’de kaç işyerinde örgütlü ve örgütlü olduğunuz yerlerde sendikalı-sendikasız işçi sayısını söyler misiniz? Örgütlü olduğunuz yerlerde taşeronda çalışan işçi arkadaşlar var mı? Kadir Özenler: Tek Gıda-İş Sendikası’nın Eskişehir’de gıda sektöründe dünya markası olan, şehrimizin yüz akı ve yatırımlarının tamamı Eskişehir’de bulunan Eti şirketler gurubunda 3.000 üyesi bulunmaktadır. Pınar Süt ve belirli sayıda bulunan ekmek fırınlardaki üye sayılarımız ile 3.200 civarındadır. Eti şirketler gurubunda taşeron bulunmamaktadır. Örgütlü olduğumuz şirketle başta biz olmak üzere herkes gurur duymaktadır. Böylesine düzgün bir işyerinde örgütlü olmak her sendikaya nasip olmaz. Bizler ve üyelerimizin hem sosyal güvence hem de ücretsel güvencede işyerimize güvenimiz sonsuzdur. İşçi Kardeşliği: Tek Gıda-İş olarak toplu iş sözleşmesinde işverene ne taleplerde bulunacaksanız? Ve genel olarak Türk-İş’in krize karşı, işten çıkarmalara karşı ve TİS sözleşmelerindeki sessiz-

liğini nasıl değerlendiriyorsunuz?

larının kaldırılmaması konusunda Türkiye genelinde genel başkanımız ve genel merkez yöneticilerimiz başta olmak üzere imza kampanyası başlattık. Sadece Eskişehir de 8000 imza ile sınırlı kalmadık. İmzalar tabii ki başarıya ulaşmak ve sesimizi duyurmak, güç olduğumuzu göstermek, sendikalı veya sendikasız emekçilerin teminatı olan haklarını gasp ettirmemek için her şeyi yapacaklarını bilmelerini anlatabilmek, anlamazlarsa genel grevi düşünmelerini sağlamak bizim temel görevimizdir. Görevimize layık olmaya çalışıyoruz.

Kadir Özenler: Tek Gıda-İş Sendikası olarak toplu sözleşmelerde önceliğimiz işyerimizi ayakta tutarak, iş istihdamını sağlamak, daha sonra üyemizin beklentileri doğrultusunda ortak akıl ile toplu sözleşme masasında her iki tarafa yakışır şekilde TİS’i sonuçlandırmaktır. Bizim ve üyelerimizin aile olarak gördüğümüz şirketimizi daha ileriye taşımaktır. Türk-İş’in krize karşı ve işten çıkarmalara karşı tavrı tabii ki vardır. Biz de Türk-İş’e bağlı bir sendikayız, aynı zamanda saygıdeğer Genel Başkanımız Sn. Mustafa Türkel Türk-İş genel sekreteriİşçi Kardeşliği: Eskişehir dir. Mücadelemiz herkes sanayi bakımından, tarafından bilinmektedir. işçi sınıfı açısından Tek Gıda-İş Şube Başkanı Mücadeleden yılmayan önemli şehirlerden Kadir Özenler onurlu insanları lekelebirisi. Böyle bir şehirmemeliyiz ve onlara her de sendikal örgütlülüğün fazla olması zaman destek olmalıyız, köstek değil. Çünkü Türk-İş biziz, sorumluluk hepigerekirken, tam tersine Eskişehir’de mizindir anlayışıyla devam etmeliyiz. sendikal örgütsüzlük çok fazla. Bu konu hakkında görüşlerinizi alabilir miyim? İşçi Kardeşliği: Kıdem tazminatlarının kaldırılmaması konusunda Kadir Özenler: Eskişehir sanayi geniş bir imza kampanyası başlatbakımından, işçi sınıfı açısından önemli tınız. Toplandığınız imzalar babir şehirdir. Fakat sendikaların örgütlü şarıya ulaşacak mı başkanım? olamadığı işyeri sayısı fazladır. İşsizliğin ve işverenlerinin sendikalara bakış Kadir Özenler: Kıdem tazminat-

açısından kaynaklanmaktadır. İşçilerin işlerinden olma korkusu, örgütlenmenin serbest olmaması, krizin şehrimizdeki etkisi ve de emekçilere örgütlü olmanın yararlarının anlatılamaması; sendikaların güven kaybetmesi, asgari ücretin yaygın olması, göstermelik enflasyonla ücretsel bazda emekçinin cebine para girmemesi sadece sendikaların suçu gibi gösterilip bizi yönetenlerin meydanlara nutuk atmalarına halkımızın ve emekçilerin itibar etmemesinden kaynaklanıyor. İşçi Kardeşliği: Son olarak başkan, kitlesel, birleşik ve bağımsız bir sendikal mücadele hattı sömürü şartlarında nasıl gerçekleşir? Gerçekleşmesi için ne gibi çalışmaların yapılması lazım? Kadir Özenler: Sömürü şartlarında tek başına iktidara karşı alternatif olmak, konfederasyonların emek mücadelesi uğrunda birleşmeleriyle, birbirlerine saldırarak değil üyeleri ayırmadan bağlılık sağlamakla mümkün olabilir. Hükümet baskısı ile değil. Anayasal hak olan hür iradelerini kullanarak sendika seçme ve örgütlenme hakkını baskı kurmaksızın, onurlu sendikacılara sahip çıkarak ve de üyelerine emekçi gözüyle bakma anlayışını felsefe edinerek olabilir. iktidar yandaşı değil, emekçi yandaşı olmalıyız. İŞÇİ KARDEŞLİĞİ

11


SENDİKALARIMIZ

20 Haziran KESK Eylemi ve Düşündürdükleri

İşçi Kardeşliği Sayı: 39 • Ağustos 2009

Sahibi ve Sorumlu Yazı İşleri Müdürü: İşçi Kardeşliği Partisi adına Engin Bodur

Yönetim Yeri: İKP Genel Merkezi Öncebeci Mh. İncesu Cd. Doğan Apt. 7/B Çankaya/Ankara Tel: (312) 369 65 49

İnternet: http://www.ikp.org.tr iletisim@ikp.org.tr

Hesap No: PTT Posta Çeki: 1051319 Akbank: 462 0000908-4

Baskı: Ofis Matbaa Yayın Kağıt Sanayii Ltd. Davutpaşa Kışla Cd. Güven Sanayi Sitesi No: 388 Topkapı/İstanbul Tel: (212) 576 47 15

K

ESK Danışma Meclisi’nin Nisan ayında almış olduğu karar çerçevesinde yapılması planlanan “Hükümeti TİS’e çağırmak için uyarı eylemi” 20 Haziran’da Ankara’da gerçekleşti. Ana teması “TİS Yoksa Grev Var” olan eylemde yaklaşık 3–4 bin kamu emekçisi vardı. Danışma Meclisi’nde sembolik bir katılımla yapılması planlanmasına rağmen KESK MYK’sı 7 Haziran tarihinde eylemin 20 Haziran’da ve geniş katılımlı olmasına karar verdi. Bunun en temel nedeni, son günlerde KESK’e yönelik yapılan operasyonları protesto etmek ve yine 3–4–5 Haziran tarihlerinde gerçekleşen Eğitim-Sen yürüyüşüne gerek illerde gerekse miting günü Ankara’da yapılan saldırılardı. MYK bu gelişmeler üzerine bütün illerden katılım olmasına ve 100 otobüsle Ankara’ya gelinmesine karar verdi. Yani bu eylem –planlanan tarz itibariyle- polisin Ankara’daki tutumuna anında cevap verilmesini amaçlıyordu. Bu çerçevede bir “kadro eylemi” planlanmıştı. İllerde yapılan hazırlıklar da bu çerçevede yürütüldü. Fakat eylem günü Ankara’da böyle bir hava esmiyordu. Polisin bildirdiği güzergâhta oldukça sakin geçen yürüyüş başbakanlığın uzağındaki bir noktada bitirildi. Eylemin hem yapılış biçimi hem de sonuçları açısından KESK’in geleceği açısından önemli ipuçları taşıdığını düşünüyoruz. Bu nedenle eylemden hareketle KESK’in yakın geleceği hakkında bazı değerlendirmeler yapılabilir. 1. Öncelikle eyleme 100 otobüsün katılması planlanmasına rağmen yaklaşık olarak 70–80 otobüs gelmiştir. Bu da KESK’in “kadrolarının” eyleme yeterince sahip çıkmadığını gösterir ya da bu kadar bile kadrosunun kalmadığını. Bu kadarlık bir hedefin bile tutturulamamış olmasını “tatil” mazeretine sığınarak açıklamaya çalışmak asıl gerçekleri görmezden gelmek olur. Kaldı ki KESK

12 İŞÇİ KARDEŞLİĞİ

4. Egemenlerin KESK’i marjinalleştirmek ve bölmek yönündeki sistemli politikası devam ediyor. Son KESK operasyonları bu sürecin bir devamı olarak da okunmalı. KESK’in yumuşak karnı olan Kürt Sorunu, örgüt içinde ayrışmaları giderek derinleştirirken, kamu emekçilerinin gözünde KESK bir hak arama örgütü olma kimliğinden giderek uzaklaştırılıyor. Bu eylemin yazılı ve görsel medyada yer bulamaması da tesadüf değildir. Bu yok sayma-marjinalleştirme politikasının bir tezahürüdür. Eylemin; o alana gelen çok sayıda emekçinin bir şekilde okuduğu Radikal gazetesinde bile yer bulamaması oldukça düşündürücüdür. İşin tuhaf tarafı, KESK yönetimlerinin bu gidişattan çok da rahatsız görünmüyor olmasıdır. Uluslararası sermayenin ve ABD emperyalizminin tam desteğiyle bütün muhalefet örgütlerini, konfederasyonları parçalamayı önüne koymuş olan AKP hükümetinin politikası tıkır tıkır işliyor. KESK gibi önemli bir mücadele örgütünü bu konjonktürde yitirmekle karşı karşıyayız. Toplu istifaların bile beklendiği bir sürecin eşiğinde olağanüstü kongre planlarının konuşulması yerine KESK’i ayağa kaldıracak olan işyeri örgütlenmelerini yeniden başarmak zorundayız. KESK kamu emekçilerinin güvenini yeniden kazanmalıdır. Farklı statülerde çalışan kamu emekçilerinin gerçek sorunlarını öne koyan bir mücadele hattına ve kimliğine kavuşması KESK üzerinde oynanan bütün oyunları boşa çıkaracaktır.

daha önceki yıllarda tatil aylarına denk “daha mücadeleci ve militan” bir çizgi gelen çok daha coşkulu ve kitlesel eylem- izleyeceğini vaat ederek iktidara geçti. lere imza atmış bir örgüttür. Sayının az 2001 yılında cenderesi altına girilen olmasında aynı gün ÖDP’nin konferan4688 sayılı yasayı aşan fiili-meşru bir sının da olması bir etkendir. Eylem tari- mücadele hattını öne çıkaracaklarını her hinin belirlenmesinde defasında dile getirKESK yönetiminin Grevli ve Toplu KESK’in yumuşak diler. kasıtlı bir tutum takınİş Sözleşmeli Sendika dığına ilişkin eleştiriler talebini öne çıkaran bir karnı olan de az değildir. Bu da program oluşturmak Kürt Sorunu, KESK içinde yaşanan istediler. Fakat bu söyörgüt içinde gruplaşmanın ne bolemleri hayata geçireyutlara vardığını göscek bir taban örgütlenayrışmaları giderek teren acı bir gerçeğin meleri yok. Asıl büyük derinleştirirken, tezahürü olsa gerek. bileşen olan Yurtsever 2. 20 Haziran eylekamu emekçilerinin Emekçiler Grubu’nun ise böyle bir derdi yok. mi TİS gündemli bir gözünde KESK bir Hal böyle olunca AKP eylem olmasına rağmen atılan sloganlar hak arama örgütü hükümetine Grevli TİS talebini kabul içerisinde bu talep nerolma kimliğinden ettirmeniz ne kadar deyse son sıralarda yer mümkündür! İş öyle giderek alıyordu. Tabii bunda bir noktaya varmaya konjonktürün oldukuzaklaştırılıyor. başladı ki KESK kendi ça belirgin bir etkisi söylemlerine yabancıvardı. Yürüyüş boyunlaşıyor artık. Bu örgütsel moral bozukluca en fazla duyulan iki slogan “Silahlar ğu içinde Kasım ayında “Grev” yapmayı çift taraflı sussun” ve “İnadına hepimiz önüne koyuyor. Kamu emekçileri içinde DTP’liyiz”di. Bu da KESK’in sendikal alt yapısı hazırlanmadan, diğer konfebir örgüt olmaktan çok siyasal bir örgüt olduğu eleştirilerini sanırım doğruluyor. derasyonlarla ortak bir hareket olanağı Tabii eyleme katılan kimi siyasi yapıların yaratılmadan yapılacak bir “Grev” kendi gündemlerine ait sloganları atma- ancak işçi sınıfının en önemli silahı olan GREVİN içini boşaltmak olacaktır. larına alışık olunduğu için değinmiyoruz bile. (Bu arada bir parantez açarak belirtmek zorundayız. Bu eylem başından itibaren “KESK bütünlüğü içinde olacak, siyasal bir katılım olmayacak”. [ ] 3 sayı: 5 YTL / [ ] 6 sayı: 10 YTL / [ ] 12 sayı: 15 YTL –“yani parti ve örgütler kendi pankartİsim, Soyisim: ............................................................................................................. larıyla gelmeyecekler dense de” kimi Görev: ............................................................................................................. grupların bu tür eylemleri kendi gövde Adres: ............................................................................................................. gösterilerine dönüştürmek istemeleri ............................................................................................................. çok gururumuza dokunur nicedir. Bu Posta Kodu: ............................................................................................................. fırsatçılık bizim topraklarımıza ait bir sol İlçe, İl: ............................................................................................................. Telefon, Faks: ............................................................................................................. hastalık mıdır? Eğer öyleyse bu hastalıkE-Posta: ............................................................................................................. tan kurtulmanın bir çaresi yok mudur? 462 0000908-4 no’lu Akbank hesabına yatırdığınız abonelik ücreti dekontunuzu bu formla 3. Yeni KESK yönetimi başından beri

İşçi Kardeşliği Abone Formu

beraber faks veya posta yoluyla bize ulaştırın. (Bilgiler künyededir.)


ULUSLARARASI

İran: Saadet Partisi İktidarına Karşı Bütün Muhalefeti Peşine Takan AKP Eylemi! İKP Merkez Yürütme Kurulu

Ş

u an durulmuş gibi gözükmekle birlikte seçimler sonrasında İran’da patlak veren gelişmeler eğer Türkiye ile bir benzetme yapılacak olursa, bir Saadet Partisi iktidarına karşı, peşine bütün muhalif güçleri katan bir AKP eylemi olarak görülebilir. Evet, Saadet hükümetine karşı gerçekleşen bu eyleme “Sağ”dan “Sol”a bütün muhalefet güçleri katılmışlardır. Bu eylem ABD emperyalizminin çıkarlarıyla zaman zaman örtüşse bile doğrudan ABD emperyalizminin desteklediği ya da örgütlenmesine katkı sunduğu bir eylem değildir. Mevcut rejime karşı yöneltilmiş haklı taleplerle emperyalizm yanlısı taleplerin iç içe geçtiği bir durumla karşı karşıyayız. Ancak şurası bir gerçektir ki, bu eylemde İran işçi sınıfının kalbini oluşturan petrol işçileri yer almamışlar-

dır, eylem daha ziyade Tahran merkezli orta sınıflarla beyaz yakalıların bir eylemiyle sınırlı kalmıştır, çünkü Musavi önderliği İran petrollerinin özelleştirilmesini savunmaktadır.

Türkiye Solunun İran’a ilişkin kafa karışıklığı Türkiye sosyalist hareketinin çeşitli bileşenleri, İran’daki gelişmeleri neredeyse bir “Devrim” olarak selamlama yanılgısı içine düşmüşlerdir. Geçmişin nostaljisine (TUDEH ya da “Halkın Mücahitleri”) bağlı olarak sokak eylemleri göklere çıkartılmıştır. Oysa İran işçi sınıfının önderliksizliği altında bu eylemlerin varabileceği en olumlu(!) nokta olsa olsa emperyalizmin tam desteğini arkasına alacak olan

bir “Turuncu” Devrim, yani bir başka ifadeyle bir karşı-devrim olabilirdi.

Mevcut İran rejimiyle mevcut Türkiye rejimi kıyaslaması Mevcut İran rejimini Türkiye’deki rejimle kıyasladığımızda siyasal açıdan çok daha bağımsız bir rejimle karşı karşıya olduğumuz görülüyor. İran, ulusal bağımsızlığını Türkiye’den çok daha fazla sahiplenen bir rejime sahip. Ne NATO’ya bağlı, ne topraklarında Amerikan askeri üsleri barındırıyor ve ne de İsrail’in müttefiki. Kısacası Türkiye’den çok daha bağımsız bir ülke ve bu durum başta ABD emperyalizmi olmak üzere bütün emperyalist güçleri tedirgin ediyor. Bununla birlikte İran demokratik bir ülke değil, çünkü işçi haklarını gaspediyor, ulusal azınlıklara ve kadınlara baskı uyguluyor. İşte bu koşullar altında İran’da yürütülecek ba-

ğımsızlıkçı bir sınıf mücadelesi sadece genel olarak mevcut muhalif kitlelerin çıkarlarına sahip çıkılarak yürütülemez. İran’ın hem ulusal bağımsızlığını perçinleyecek hem de kapitalist sistemden nihai kopuşunu sağlayacak olan bir siyasal örgütlenme Ahmedinejat’ın dayandığı kitleleri kazanmadan inşa edilemez. İKP, İran’daki sorunun Ahmedinejat yönetimiyle sınırlı olmadığını, gerçek bir işçi sınıfı önderliği inşa edilmedikçe mevcut durumun çok daha kötüye gidebileceğini ve İran’ın parçalanma tehlikesiyle karşı karşıya kalabileceğini ileri sürerken, “Saddam gitsin de ne olursa olsun” anlayışının İran’da hakim olmasının büyük bir felakete yol açacağını belirtir.

İran 137,5 milyar varil ile dünya petrol rezervleri açısından ikinci sırada yer alıyor. Ayrıca, 26,69 trilyon m³’lük doğalgaz rezervleriyle Rusya’dan sonra doğalgaz açısından da ikinci büyük rezervleri elinde bulundurmaktadır. Sadece doğal kaynakları değil Ortadoğu ve Orta Asya’nın geçişinde bulunması nedeniyle de emperyalizmin İran’da stratejik ve ekonomik çıkarları var. İşte bu nedenle İran’daki rejim değişikliği için 2007 yılında ABD 400 milyon dolarlık bir bütçe ayırdı. (The Guardian, 17 Haziran 2009).

Mir Hüseyin Musavi, Haşimi Rafsancani, Muhammed Hatemi ve Mahmud Ahmedinecad kimdir?

1

979’da Anayasal Monarşiye dayanan deki reformist-muhafazakâr çekişmesi Şah Rıza Pehlevi rejiminin devrilsebebiyle ulaşılamamıştır. Muhafazakâr mesinin ardından Petrol gibi stratejik kanatta sayılan Anayasayı Koruyucular kurumlar; çiftlikler, şirketler ve bankalar Konseyi tarafından, Hatemi Hükümedevletleştirilmiş ve yabancı sermaye tine ait birçok kanun veto edilmiştir. yasaklanmıştır. Bu stratejik kurumların 2005–2009 Mahmud hisselerinin yüzde 45’i Mollaların yöneAhmedinecad’ın cumhurbaşkanlığı dötimindeki “Bonyad” olarak adlandırılan, neminde ekonomik ve sosyal sorunların İslâmi esaslı vakıflara çözümü, Hatemi döneMusavi bunca devredilmiştir. İran mindeki gibi özelleştirdevlet yönetiminin kilit melerde görülmüştür. gürültüyü kurumlarının başınMusavi döneminden batan geminin da bulunan aileler, beri sürdürülen petrol özelleştirmeler yoluyla gelirlerine bağımlılımallarından kamu mallarını kendi ğın azaltılması, ithal kalanları kendi mülkiyetlerine geçireikameci modelin terk rek zenginleşmişlerdir. aile dostlarına ve edilmesi politikası Mir Hüseyin sürdürülmüştür. 2005 ABD çokuluslu Musavi’nin başbakanyılında yürürlüğe giren şirketlerine peşkeş Dördüncü Kalkınma lık yaptığı 1981–1989 dönemi devrimin Plânı çerçevesinde çekmek için kazanımlarının yok petrol sektörü hariç koparmıştır. edilmeye başlandığı, tutularak özelleşilk zenginleşmelerin tirme faaliyetlerine yaşandığı yıllardır. Yabancı şirketlerin hız kazandırılmaya çalışılmış; Dünya pazarlama ve satış ofisi açmalarına izin Ticaret Örgütüne üyelik, petrol endüstverilerek yabancı ve özel risi dışında özelleştirme sermayeye konulan çalışmalarına başlamak, yasaklar ilk onun döneyabancı sermaye yaminde kaldırılmıştır. tırımları sağlamak ve ekonominin liberalleşÜlkenin en zengitirilmesi amaçlanmıştır. ni Düzenin Yararını Ancak 2005–2006 yılları Teşhis Konseyi Başkaiçerisinde özelleştirme nı, Ali Ekber Haşimi hedeflenenin çok altında Rafsancani’nin İran kalmıştır. 2007 yılında İslam Cumhuriyeti’nin gerçekleştirilmiş özel4. Cumhurbaşkanlığını leştirme miktarı 472 yaptığı 1989–1997 yılları milyon Dolar iken 2008 arasında özleştirilmeler yılında bu rakam 4,2 hız kazanmıştır. 1993 milyar Dolar’a ulaşmışyılında Serbest Bölgeler tır. Kamu mallarının Kanunu, yürürlüğe soMusavi’nin emekçilere yağmalanmasından kularak yabancı sermaye hitap eden bir programı gelen paraların dış ülkeye çekilmeye ve özel yoktur. İran egemen borç ödemelerinde sektöre dinamizm kazansınıfının ılımlı, reformist kullanılmasına karşın dırılmaya çalışılmıştır. Bu kanadını temsil eden 2008 Mart sonu itibari dönemde Borsa açılmış, Musavi de diğerleri ile İran’ın toplam dış bazı devlet işletmeleri gibi özelleştirmecidir borcu ancak 28,7 milyar özelleştirilmiştir. Özelleşve ekonominin dolara indirilebilmiştir. tirme ihalelerinin büyük liberalleştirilmesini savunur. Rafsancani, çoğunluğu Rafsancani Devlet başkanlığının Hatemi ve diğer ailesine verilmiştir. ilk dönemi 400 kamu reformcular İran’ın en şirketinin özelleştirilme1997–2005 yılları zengin iş adamlarıdır. İran siyle sonuçlanan Ahmearsasında başkanlık burjuvazisinin bir kanadını dinejad, ikinci başkanlık koltuğunda oturan Muoluştururlar. döneminde daha fazla hammed Hatemi, Yaözelleştirme yapacağının bancı Yatırımı Teşvik sinyalini verdi. İran özelleştirme kuruKanunu’nu kabul ederek yabancı sermalu 2010’a kadar devlete ait 600 şirketin yenin önündeki tüm engellerin kaldırıldaha özelleştirileceğini duyurdu. ması yönünde adım atılmıştır. Üçüncü Beş Yıllık Kalkınma Plânı’nda belirlenen (Rakamlar Tahran Ticaret Müözelleştirme hedeflerine Meclis içerisinşavirliği 2009 yılına aittir.) İŞÇİ KARDEŞLİĞİ

13


ULUSLARARASI

Honduras Halkını ve Honduras’taki tüm demokratik hakları savunalım!

2

8 Haziran 2009 günü, Başkan MaBlok sözcüsü Angel Alvarado, Başnuel Zelaya’nın çağrısını yaptığı kan Zelaya’nın görevine dönebilmesi Kurucu Meclis referandumu başlamatalebiyle 29 Haziran Pazartesi günü dan iki saat önce, genelkurmay darbe genel greve gideceklerini açıkladı. gerçekleştirdi; Zelaya’yı karısıyla birlikte İlerleyen saatlerde kaçırdı ve ülke dışına çıkarttı. Oysa Venezuela’daki Chavez hüküreferandumu destekleyen 400 un meti, ALBA ülkelerinin hüküs bin imza bulunmaktaydı. l metlerini Managua’da toplano i r h r Darbeciler Dışişleri çağırdı. (Bilindiği üzere Ka ske - tıya Bakanı Patricia Rodas’ı ALBA Amerikan Serbest Tia rbe da tutukladılar; Küba, caret Alanı (FTAA)’ya mua id r Venezuela ve Nikaragua le z halif olan Bolivarcı ticaret büyükelçilerini sınır dışı ettiler. birliğidir.) 29 Haziran’da ni Referandum çağrısı yapılır yapılmaz uluslararası şirketlerle, ABD büyükelçiliğiyle ve genelkurmayla bağlantılı olan Honduras oligarşisi referandumu engellemek için elinden geleni yaptı. Bu noktada ordunun üst kademe subaylarının ABD’deki Amerika Okulu (School of Americas) mezunu olduğunu da hatırlatalım. gerçekleşen bu zirveye Bolivya başkanı Morales, Nikaragua başkanı Ortega, Cumhuriyet Meclisi, temsilcilere Başkan Zelaya’nın sözde istifa ettiğini du- Venezuela başkanı Chavez, Ekvador başyuran sahte mektubu okudular. Bu sözde kanı Correa ve Honduras başkanı Zelaya yürütme yetkisi boşluğu karşısında Cum- katıldı. Başkanlar Zelaya’ya sürekli destek olacaklarını, darbeyi lanetlediklerini, huriyet Meclisi Roberto Micheletti’nin büyükelçiliklerini çektiklerini duyurdular Başkan Vekili olmasını buyurdu. ve tüm Latin Amerika ülkelerini de benYeni kukla hükümet, başkanzer uygulamalarda bulunmaya çağırdılar. lık binasına yürüyen binlerce işçi Bugün itibariyle tüm Lave genç göstericiyi durdurmak için tin Amerika hükümetleri darhemen olağanüstü hal ilan etti. beyi lanetlemiş bulunuyor. Bu sırada ülkenin büyük sendiABD başkanı Obama, ilk başta kalarını birleştiren Halkçı Sendikal

Honduras’taki tüm partilerin birbiriyle “diyaloga girmesi”—dolayısıyla darbeyi meşru kabul etmesi—çağrısında bulunmuştu. Fakat Latin Amerika ülkelerinin darbe karşısındaki tutumları sonrasında Dışişleri Bakanı Clinton, ABD hükümeti adına “ABD’nin sadece Zelaya’yı başkan olarak tanıdığını” belirtti. Amerika’daki tüm halklar Honduras halkının mücadelesiyle özdeşleşiyor. Geçtiğimiz 100 yıl boyunca hiçbir Honduras hükümeti tamamen demokratik olmadı; emperyalizmden ve çokuluslu

şirketlerden (özellikle ülkedeki üretimin çoğunu kontrol eden Muz Şirketlerinden) bağımsız hareket edemedi. Honduras oligarşisi ve Ronald Reagan tarafından dikte edilen 1982 anayasasından türeyen kurumlar, hiçbir ülkede olmadığı kadar ABD emperyalizminin araçları oldular. Tüm kıtada gerçekleşen başkaldırılar, Venezuela’daki devrimci süreçler ve ABD dahil tüm ülkeleri sarsan siyasi krizler, her yerde işçiler ve ezilen millet ve halkların kurtuluşunu hazırlıyorlar.

Honduras’taki Kurucu Meclis için mücadelede vücut bulan talepler, Honduras halkı ve işçilerinin çoğunluğu tarafından dile getiriliyor ve kurucu meclis talebi oligarşiyi alaşağı etmek, iktidarı çok uluslu şirketlerden ve onların kuklalarından almak, ellerindeki doğal kaynakları özellikle toprak mülkiyetini almak talebiyle bütünleştiriyor. Bu mücadele, işçiler ve dünya halklarının petrolün, mineral ve stratejik işletmelerin millileştirmesi (ya da milli olmaya devam etmesi), gerçek tarım reformu ve toplumsal ve demokratik kazanımların elde edilmesi mücadeleleriyle aynı mücadeledir. Bizler için bu kavga, Latin Amerika ve Karayip egemen milletlerinin ve halklarının birleşmesinin parçasıdır. Bu birleşme ABD’deki işçileri, işçi sınıfı örgütleri ve tüm ezilen halklarıyla dayanışma içerisinde gerçekleşecektir. Bu kavga tüm milletleri tahakküm ve sömürüden kurtarmanın, tüm “serbest ticaret” anlaşmalarını feshetmenin, tüm stratejik işletmelerin millileştirilmesinin, tüm büyük bankaların ve uluslararası şirketlerin kamulaştırılmasının ve gerçek bir tarım reformunun bir parçasıdır.Kurucu Meclis mücadelesinin içeriği budur. Kahrolsun askeri diktatörlük ve darbe girişimi! Yaşasın Honduras işçileri ve halkıyla Dayanışmamız!

Teşvik paketi 100 gün önce yasalaştı. Daha yürürlüğe girmeden 1,6 milyon iş yok oldu.

Obama, çıkmaz bu yol bir yere! A

BD Başkanı Barak Obama 9 Haziran’daki kabine toplantısında yeni teşvik paketini açıkladı: “Üç aylık yaz dönemi boyunca kamu işlerinde çalışacak 6 yüz bin işçiyi istihdam edeceğiz.” Proje orduda, parklarda, havaalanlarında, gazi derneklerinde istihdam edilmek üzere hasta bakıcı, öğretmen ve inşaat işçisi kiralanmasını öngörüyor. Resmi rakamlara göre, kayıtsız çalışanlar ve iş başvurusu yapmamış olanlar hariç, ABD’de 14,7 milyon işsiz var. Bu rakam New York, Los Angeles ve Chicago gibi ABD’nin en büyük şehirlerinin nüfusuna eşit. 2007 yılının Aralık ayından itibaren 6,5 milyon çalışan işini kaybetti. Haziran ayında beklenilenin üstünde işsizlik yaşandı. İş kurumunun 2 Temmuz’da açıklanan verilerine göre Haziran ayında 467 bin kişi daha işsiz kalarak, işsizlik oranı yüzde 9,5’le son 25 yılın en yüksek seviyesine ulaştı. Sanayide 136 bin, kamu hizmetlerinde 52 bin, inşaat sektöründe 79 bin ve hizmet sektöründe 118 bin çalışan işini kaybetti. Sadece bir hafta önce General Motors’un

14 İŞÇİ KARDEŞLİĞİ

iflasıyla 447,000 işçinin işten çıkarılacağı açıklandı. Oysa Obama’nın teşvik paketi işsizlerin ancak yüzde 4’üne iş sağlıyor, o da 3 aylığına. Kitlesel işten çıkarmalar ve ücretlerin düşmesi nedeniyle milyonlarca çalışan, bankalardan aldıkları ev ve otomobil kredilerini ödeyemez hale geldi. Mortgage Bankacılar Birliği’nin açıkladığı son rakamlara göre 2009’un ilk çeyreğinde evlerini ipotek ettirerek bankadan kredi alan ev sahiplerinin yüzde 12’si icraya verildi. Hükümetin işsizliğe karşı aldığı önlemlere ve ayırdığı bütçe ile mali sermayenin krizine karşı aldığı önlemler ve ayırdığı bütçeye bir bakın! Mali sermayenin kurtarılması için hükümet bankalara trilyonlarca dolar aktardı. Bu ödemeler hazinenin kasasından yani bütçede eğitime, sağlığa, kamu hizmetlerine ayrılan paylarla yapıldı. Bütçe açığı en tepe noktasına 1,8 trilyon dolara çıktı. Bu açığı dengelemek için bu alanlarda çalışanların işlerine son verildi. Geçen çarşamba toplanan Temsilciler Meclisi Bütçe Komisyonu’nda ABD Merkez Bankası Başkanı Ben Bernanke yeni kesintiler

yapılacağının sinyalini verdi. Hükümetten bütçe açıklarının kapatılması için acil tedbirler alması gerektiğini isteyen Bernanke, “Alınacak tedbirlerin kalbinde Sağlık Sigortası ve Sosyal Güvenlik kurumlarına ayrılan bütçenin azaltılması yatıyor” dedi. Çok geçmeden Bernanke’nin isteklerine yanıt geldi. Obama Hükümeti sağlık sigortası bütçesine sınırlama getiren “Yeni Demokratik Sağlık Yasası”nı çıkaracağını açıkladı. Bu yasa 2019’da 37 milyon insanı sosyal güvenlikten yoksun bırakacak. Hükümet, sosyal güvenliğe ayrılan bütçeden kesinti yapılmasına sağlık masraflarının artmasını gerekçe gösteriyor. Sosyal güvenlikten yoksun yoksul insanlar değil mali sermayeye verdiği sözler onu ilgilendiriyor. Bu yasa Obama’nın işçi sınıfı düşmanı karakterini bir kez daha ortaya koyuyor. Hükümet işsiz yaratmak pahasına bankalara para aktardı. Bankalar kurtarılmadığı gibi işsizlik de katlandı. Hükümetin pakette açıkladığı barınma, sosyal güvenlik önlemlerinin hepsi mali sermayenin çıkarlarına göre planlanan, bankaların kurtarılması için alınan önlemlerdir. Bu

önlemlerin hiçbiri ne işlerini, evlerini kaybeden çalışanlara acil bir çözüm getirmekte ne de işsizlikle mücadeleyi amaçlayan uzun dönemli bir perspektif ortaya koymaktadır. Obama hükümeti, artan öfkeyi yatıştırarak günü kurtarmanın peşindedir.


ULUSLARARASI

“Bu krizde işçiler ve kapitalistler aynı tarafta değil” 16. Uluslararası “ILO Sözleşmelerini ve Sendikaların Bağımsızlığını Koruma” Konferansı’nda kapsamlı bir tartışma oldu. Hindistan birleşik işçi sendikaları merkezi adına konuşan Sankar Saha ve aynı görüşü paylaşan birçok diğer katılımcının görüşü, kitlelerin fakirleştirilmesine ve istismarına dayalı kapitalizmin krizi olan içinde bulunduğumuz krizde kapitalistlerle işçilerin aynı tarafta olmadığı yönündeydi. Çin işçi haklarına atıfta bulunan Olivier Doriane (Fransa) ise sistemin krizinin Çin’de yıkıma sebep olduğunu hatırlattı: “Savaşa ve İstismara Karşı Açık Dünya Konferansı’nın çağrısından bu yana Çinli aktivistlerin yardımıyla krizde işini kaybeden 30 milyon işsize ulaştık ve medya ile devletin geleceği olduğunu iddia ettiği kapitalizmin gerçek doğasını onlara gösterdik. Çinli arkadaşlar dünya proletaryasının Çin’deki 300 milyon dostunu unutmaması gerektiğini düşünüyorlar. Çin’de 20.000 işçinin başlattığı Changqing direnişinde olduğu gibi her gün yeni bir işçi direnişi başlıyor. Berlin Açık Dünya Konferansı’nın temeli de bu özgürlük, örgütlenme ve grev mücadelesi olmalıdır.” Uluslararası Arap Sendikaları Konfederasyonu (ICATU) adına konuşan Farouk Saad ise kendi bölgelerinde de işçilerin durumunun kötüleştiğini, işçi haklarını savunmaya çalışırken aynı zamanda Filistin, Irak ve Sudan halklarına karşı gerçekleştirilen saldırılarla da boğuştuklarını söyledi. ICATU’nun 10 ve 11 Haziran’daki Filistin halkı ile iki günlük dayanışma çağrısının ise bu amaçla gerçekleştirildiğini belirtti. Dünya çapında G20 ve IMF gibi saldırı araçlarıyla mücadele ederken işçilerin bunlara karşı durabilecek sendikalara ihtiyaçları olduğunu belirten Cezayir UGTA sendikası genel sekreteri, ülkelerinde IMF tarafından dikte edilen yapısal düzenleme programları yüzünden 1.200

16. Uluslararası “ILO Sözleşmelerini ve Sendikaların Bağımsızlığını Koruma” Konferansı” 6 Haziran’da Cenevre’de yapıldı. Konferansta yapılan tartışmalardan bazı notları sizlere aktarıyoruz.

işletmenin kapandığını ve 1,5 milyon insanın işsiz kaldığını belirtti: “Ama tepkiler sayesinde hükümet, ülkenin akaryakıt ve banka sektöründeki devlet şirketlerinin özelleştirilmesinde geri adım attı.” Alman SDP Düsseldorf işçi komisyonları üyesi ve Ver.Di sendikacısı H. W. Schuster ise işten çıkarmalara karşı mücadele edebilmek için sendikaları korumanın hayati önem taşıdığını vurguladı. Schuster otomotiv sektöründe 3.000 çalışanın işten çıkarıldığını ve hükümetin Opel’in sermaye yapısını düzenlemek amacıyla bir milyon avro ödemeyi kabul ettiğini de ekledi: “İşten çıkarılmaların yasaklanması için düzenlediğimiz bu mücadele, doğrudan sendikaların bağımsızlığı ile ilgilidir.” Venezuela UNT lideri Roger Palacio ise bunun sadece Avrupa ve Asya’da değil, bütün kıtalarda aynı olduğunu belirtti. Çalıştığı konserve deniz ürünleri fabrikasında işten çıkarılmaların yasaklanması için mücadele verdiklerini söyleyerek sendikaların işten çıkarma-

lara alet olmaması gerektiğini ekledi. Tunus’tan bir işçi aktivisti, krizin işçi karşıtı davranış sergilemeyen herkesi etkilediğini vurgulayarak, Tunus hükümetinin işçi sendikalarını bir “sosyal ortaklık” çerçevesinde nasıl işçilere karşı bir pozisyona getirmeye çalıştığını anlattı: “Fosfat açısından zengin Ghafsa bölgesinde işçiler bu birleştirme hareketine karşı sendikalardan, işsizlerden ve siyasal partilerden oluşan ve bu doğal zenginliğin işçiler tarafından yönetilmesini savunan bir komisyon kurdular. Hükümet ise bu hareketi baskı altına almak için hareketin 200 militanını tutukladı ve bunlardan 22’sini sekiz yıl hapse mahkûm etti. Bu arkadaşlarımızın derhal şartsız serbest bırakılmasını talep ediyoruz.” Fransız sendika aktivisti Charles Marquiset ise ILO sözleşmelerinin, dünyadaki milyonlarca işçinin haklarını koruyacak temeli oluşturduğunu, ama istihdam anlaşmalarının ILO’nun varlık amacını kökten tehdit ettiğini belirtti. Aslında bütün ülkelerde ve ILO yıllık konferansında yükselen

soru aynı: İşçi sendikalarının bağımsızlığı. Marquiset’ten sonra söz alan Brezilya CUT yönetim kurulu üyesi Julio Turra da aslında tehlikede olanın bu olduğunu belirtti. ILO özel kriz komisyonunun bir toplantısına katıldığını belirten Turra, toplantıda işveren tarafının küresel istihdam anlaşması için özel mülkün ve pazar ekonomisinin korunmasını içeren maddeler önerdiğini belirtti: “Bu onlar açısından gayet normal bir talep. Ama işçi ve işçi temsilcilerinin tam da krizin nedeni olan pazar ekonomisini destekleyen bir anlaşmaya imza atmaları mümkün mü? Varlığımıza tam ters düşen bu anlaşmaya karşı mücadele etmeliyiz.” İtalyan sendika aktivisti Lorenzo Varaldo ülkelerinin bir zamanlar bu istihdam anlaşmaları konusunda en kötü durumda olduğunu söyledi: “Ama son zamanlarda Berlusconi hükümetinin bir adım daha ileri giderek toplu iş sözleşmelerini iptal etmek istemesi üzerine bir tepki başladı. CGIL ve metal işçileri federasyonu FMI’nin liderleri işten çıkarma planlarına ortak olmayacaklarını belirttiler.” Konferansın sonunda söylenenleri özetleyen ILC konferans komitesi, kapitalistlerin “dünya çapında bir yönetişim” yönünde bir adım daha atmaya çalıştıkları bir dönemden geçtiklerini belirtti. Komite; IMF, hükümetler, kapitalistler ve işçi örgütleri gibi uluslararası kuruluşları tek bir çatı altında toplamaya çalışan bu anlaşmaların imzalanırsa bütün ülkelerdeki işçi örgütleri üzerinde bağlayıcı etkisinin olacağını da ekledi. İşçilerin işlerini ve sınıf mücadelesi ile kazandıkları haklarını korumaları için bağımsız işçi örgütlerine ihtiyaçları olduğunu da hatırlatan komite, ILC’nin Mayıs 2010’da Berlin’de yapacağı “Savaşa ve İstismara Karşı Dünya Açık Konferansı”nın ana konusunun da bu olacağını belirterek konferansı sonlandırdı.

Gazze Halkına karşı uygulanan kanunsuz abluka kaldırılsın! kun edepsizce ihlal edilmesidir. Gemimiz İsrail sularında değildi. Üstelik Gazze Şeridi’ne insan hakları görevi için yoldaydık... Uluslararası kamuoyuna çağrımızdır; serbest Hareketin temsilcileri, Katar’ın başkenti Doha’da bir basın toplantısı düzenledi Basın toplantısına bırakılmamızı Huwaida Arraf ve Greta Berlin’in yanı sıra ABD Eski Kongre Üyesi Cynthia McKinney katıldı. talep edin ki srail Savunma Kuvvetleri 30 larının yanı sıra tonlarca tıbbi malyolculuğumuza devam edilebilelim.” Haziran’da, Özgür Gazze Hareketi’nin zemeye de el konuldu. Yolcular ve ILC, tek amacı Gazze halkı“İnsanlığın Ruhu” adlı teknesine saldır- mürettebat zorla İsrail’e götürüldü, na karşı ablukayı sürdürmek olan dı; aralarında Nobel Barış Ödülü sahibi tutukluluk halleri halen devam ediyor. bu korsanlığa karşı yükselen proİrlandalı Mairead Maguire ve ABD eski 2005’te Katrina Uluslararası testo seslerine sesini katıyor. Kongre üyesi Cynthia McKinney’in Mahkemesi’nde Uluslararası Bağlantı de bulunduğu 11 ülkeden 21 insan Uluslararası Kızıl Haç’ın yeni yaKomitesi’yle (ILC) birlikte çalışan hakları savunucusunu rehin aldı. yımladığı bir rapora göre Gazze’deki Cynthia McKinney, tutukFilistinliler “çaresizce kapana kısıldıTekne uluslararası sularda alıkolanmasının helar.” İsrail’in Aralık ve Ocak aylarında nuldu. Kuşatma altındaki Gazze men ardından i m halkına gönderilen basına şu açık- gerçekleştirdiği katliamda evlerini Yir n Ruhu kaybeden binlerce Gazzeli 4,5 miloyuncak, lamayı yaptı: lığı ürlük! n a yar $ yardım taahhüdüne rağmen pastel boya “Bu yapılan, s g n bir İ isine öz hala evsizler. Çünkü İsrail çimento ve vezeytin ağaçuluslararası hukuc m diğer inşaat malzemelerinin Gazze yle

İ

e

Şeridi’ne girişine izin vermiyor. Raporda ayrıca İsrail’in sağlık malzemelerinin girişine engel olması yüzünden hastanelerin hastaların ihtiyaçlarını karşılayamadıklarına yer veriliyor. ILC tüm dünyadaki destekçilerini yirmi bir “İnsanlığın Ruhu” eylemcisinin derhal özgür bırakılmasını, İsrail ablukasının ve Gazze halkına uygulanan ambargonun kaldırılmasını talep etmeye çağırıyor. Lütfen protestolarınızı aşağıdaki telefonlara veya adrese gönderin: Mark Regev, İsrail Başbakanlık Ofisi, Tel.: +972 5 0620 3264 veya +972 2670 5354, mark.regev@it.pmo.gov.il Protesto metinlerinzi lütfen aşağıdaki telefona veya adreslere de iletin. Greta Berlin, Tel.: +357 99 081 767, friends@freegaza.org International Liaison Committee, 87, rue du Faubourg St.. Denis 75010 Paris, France, Tel.: 011-331-4801-8820, eit.ilc@fr.oleane.com İŞÇİ KARDEŞLİĞİ

15


T

ürkiye, tekstil sektöründe ölümcül “silikozis” hastalığı görülen ilk ülke. Kot, yüksek basınçla kum püskürtülerek ağartılıyor. Bu işte çalışan işçiler, soluduklan toz yüzünden silikozis hastalığına yakalanıyor. Sağlık Bakanlığı, önemli bir adım atarak tekstil sektöründe kot kumlamayı yasakladı. Ancak sorunun köklü çözümü için bunun gibi pek çok adım daha atılması gerekiyor. Silikozis hastalarının sosyal güvenceleri yok. Çünkü büyük markalar da dâhil, kot beyazlatma işi taşeron şirketler eliyle yapılıyor ve on-

lar da kot kumlama işçilerini sigortasız olarak çalıştırıyor. Silikozis hastası arkadaşlarımız “vaktiyle kot kumlama sektöründe çalışmış olduklarını” kanıtlayabilmek için mahkeme kapılarında ömür tüketiyor. “Kayıt dışı” çalışan taşeron şirketleri bulmaları, o şirketlerin kot kumlama işi yaptığını kanıtlamaları, en sonunda da mahkemeleri, orada çalıştıklarına ikna etmeleri gerekiyor. Yani devlet, zamanında yap(a)madığını; ölümle pençeleşen, hasta, yoksul, güçsüz insanların yapmasını bekliyor. Bu bize hiç adil gelmiyor. İşçilerin ömürlerinden bile uzun sürecek mahkeme süreçleri sonunda adaleti bulacağımıza inanmıyoruz.

Geç kalınmış olmakla birlikte, yapılması gerekenler çok basittir: Sağlık Bakanlığı, kot kumlama işinde çalışmış herkesin, göğüs hastalıkları hastanelerine ulaşması için ülke çapında bir kampanya başlatmalıdır. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı, (sigortası olup olmadığına bakmaksızın) tüm silikozis hastalarının hastalıkları oranında sosyal güvenlik haklarından yararlanmalarını sağlamalıdır. Adalet Bakanlığı, haklarını arayan slikozis hastalarını mahkeme giderlerinden muaf tutmak üzere

acilen bir genelge çıkarmalıdır. Hükümet, denetim görevini yapmayan kamu görevlilerinin soruşturulmasına engel olmamalı, yargılanmalarını engellememelidir. Silikanın havada solunabilecek şekilde serbest kullanımı, yalnızca kot kumlama işinde değil, tüm sektörlerde yasaklanmalıdır. Kot kumlama işçilerinin mücadelesini yakından izliyor ve hükümeti gerekli yasal ve idari düzenlemeleri yapmaya çağırıyoruz.

vekâlet sayısı; 185 . Komitemiz ekonomik koşulu elvermeyen

rg/

T.C. Başbakanlık Makamına;

İm im za za cil formu eri .o için:

Kot kumlama işçileri hükümeti göreve çağırıyor

• D i y a r b a k ı r Büyükşehir Belediyesi’nin, Bingöl Karlıova Belediyesi ve DTP İstanbul milletvekili Sebahat Tuncel’in desteğiyle, Bingöl ve Diyarbakır’daki hasta işçilerin büyük bir kısmını, ileride sosyal ve yasal haklarını almalarını sağlayacak meslek hastalıkları raporlarını almaları için Ankara Meslek Hastalıkları Hastanesi’ne taşıdık. • Yaptığımız görüşmeler sonucunda, konu hakkında Meclis’e çok sayıda soru önergesi verilmesini ve konunun Meclis’te gündeme gelip tartışılmasını sağladık. • Yazılı ve görsel basın aracılığıyla kamuoyunu konu hakkında bilgilendirdik ve desteklerini istedik. Çalışmalarımız sonucunda çok sayıda hasta işçi Komitemizle bağlantıya geçti, ayrıca çok sayıda kurum ve kişi mücadelemizle dayanışma gösterdi. • 1 1 Mar t’t a , Şebnem Sönmez ve Mehmet Demir’in sunuculuğunu yaptığı, Arif Sağ, Cahit Berkay, Mor ve Ötesi, Emrah Karaca, Yasemin Göksu, Kardeş Türküler ve Anadolu Ateşi dansçılarının katıldığı bir dayanışma konseri düzenledik. Konserin tüm geliri hasta işçilerin dava giderleri için kullanılıyor. • Silikozis hastası kot kumlama işçilerinden Komitemize ulaştırılan

w.k oti s

için bölgeye bir ziyaret gerçekleştirdik.

a

Kampanya kapsamında ilk suç duyurusu 12 Eylül 2008’de yapılmıştı

işçilerin vekâlet ve dava masraflarını karşılıyor. Komitemiz 9 Haziran’da birinci yılını tamamladı ve bu bir yıla pek çok başarı sığdırdı. • Yürüttüğümüz mücadele, yaptığımız görüşmeler ve yarattığımız kamuoyu baskısı sayesinde Sağlık Bakanlığı tekstil sektöründe kumlama işlemini yasakladı! • Çok sayıda siyasetçi, sanatçı, sendikacı, hekim ve avukatın çağrıcılığında başlattığımız imza kampanyasına daha ilk haftasında 3 binin üzerinde destek imzası geldi. (İmza kampanyamız devam ediyor. Bilgi için: www. kotiscileri.org/imza) • Nihayet patronlar ve sorumlular yargılanıyor! İki silikozis hastası arkadaşımızın şikâyeti üzerine iki işveren hakkında, ‘dikkatsizlik ve tedbirsizlikle yaralamaya sebebiyet’ten 5 yıla kadar hapis istemiyle ceza davası açıldı. Ayrıca savcılık, sekiz silikozis hastası arkadaşımızın şikâyeti üzerine kaçak atölyeleri denetlemekle yükümlü belediye personeline ‘görevi kötüye kullanmak’tan dava açtı. Yapılan soruşturmaya göre, şikâyete konu Stil Tekstil’in ruhsatsız çalıştığı Ağustos 2002’de tespit edildi. İktisat ve Ruhsat Müdürlüğü, işyerinin kapatılması için Ekim 2002’de zabıtaya talimat verdi. Ayrıca işyerinden çıkan atıkların çevreye zarar verip vermediğinin tespiti için Şubat 2003’te İSKİ’ye yazı yazıldı. Fakat Stil Tekstil adresinde ‘bulunamadı.’ Bu ‘hata’ Temmuz 2003’te fark edildiğinde Stil Tekstil, faaliyetine devam ediyordu. Bu durum, bir yıl daha sürdü. Mayıs 2004’te, İSKİ’ye bir dilekçe veren şirket, faaliyetten men kararını iki aylığına durdurdu. Arada hangi işlemlerin yapıldığı bilinmeyen iki yıl daha geçti. İşletme Şubat 2006’da mühürlendi. Fakat Kasım 2006’da, mührün söküldüğü ve faaliyetin sürdüğü anlaşıldı. Savcılık 2007 yılına kadar açık kalan Metin Çiftçi’ye ait Stil Tekstil’le ilgili denetim yapmadığı gerekçesiyle Bahçelievler Belediyesi İktisat ve Ruhsat eski Müdürü Rahmi Hücümlenoğlu hakkında ‘görevi kötüye kullanmak’tan dava açtı. Çalışma Bakanlığı ve Sağlık Bakanlığı ile ilgili soruşturmalarsa sürüyor.

im z

Nihayet patronlar ve sorumlular yargılanıyor!

lis tes i ve

ot işçilerinin mücadelesinin başladığı ilk günden beri gazetemizden takip ettiğiniz Kot Kumlama İşçileri Dayanışma Komitesi’nin faaliyetleri, kazanımlarla genişleyerek devam ediyor. Yola çıktığımız günden bu yana: • İstanbul’da, Diyarbakır’da ve Bingöl’de avukatlarımızın katılımıyla hasta işçilerle çok sayıda toplantı gerçekleştirdik. Bu toplantılarda işçi arkadaşlarımıza yasal hakları anlatıldı, açılmış davalarda gelinen durum değerlendirildi. • Hekimlerin konu hakkında düzenlediği mesleki toplantılarda sunumlar gerçekleştirdik. • Çeşitli illerde sendikaların, emek örgütlerinin ve meslek odalarının silikozis hakkında düzenlediği bilgilendirici ve kamuoyu yaratmaya yönelik toplantılarına katıldık. • Diyarbakır ve Bingöl’deki hastalara hukuki haklarını anlatmak

ww

K

Kot Kumlama İşçileri Mücadelesinde Büyük Başarı


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.