Ik42

Page 1

ya işçi - yoksul köylü hükümeti, ya kıyamet!

İSCİ KARDESLİĞİ . . .

Sayı 42 • Ocak 2010 • 1 YTL

mazluma dini, milliyeti sorulmaz!

TEKEL işçileri Ankara’da

İşçi Kardeşliği Partisi merkezi gazetesidir

Halklarımız kardeş olacak!

İşçi sınıfımız kazanacak! İKP Merkez Yürütme Kurulu

T

ürk halkıyla Kürt halkının birbirlerine düşman olmasından yararı olan kim? Herhalde hayatını perişan bir şekilde sürdüren ve oradan oraya göç etmek zorunda bırakılan yoksul Kürt köylüsü değil. Herhalde büyük kentlerin varoşlarında sefalet içinde yaşamaya çalışırken bu kentlerin en pis işlerini yapmak zorunda kalan yoksul Kürt gençleri de değil. Ya da her bulabildiği işten senesi dolmadan atılan genç Türk işçisi mi? Yoksa artık işsizlikten ve parasızlıktan kahve köşelerine bile gitmekten çekinen kimisi yüksek okul mezunu Türk gençleri mi? Önlerindeki tek seçenekleri gidip birbirlerini öldürmek zorunda bırakılan Türk ve Kürt gençleri mi? Tabii ki hiçbiri değil. Peki o halde, yoksa sakın bu kış soğuğunda kendini Ankara’ya atıp hükümetin polisinden bir araba dayak yemesine rağmen işçi sınıfı olmanın sorumluluğunu sırtında taşıyan Tekel işçileri mi Türk halkıyla Kürt halkının birbirlerine düşman olmasını istiyorlar? Alay gibi soru değil mi? Elbette ki istemiyorlar. Türkiye işçi sınıfımız saflarının Türklerle Kürtlerden oluştuğunu herkesten iyi bildiği için böyle bir düşmanlığın oluşmasının karşısındaki en büyük güç olarak duruyor. Ama gene de halklarımı-

zı birbirine düşman etmeye çalışan kanlı çatışmalar sürüyor. Demek ki bu çatışmaların devam etmesini arzulayanlar var. Kim bunlar? Hangi güçler bunlar?

Cambaza bak!

Bak sen şu ABD emperyalizmiyle onun yardakçısı AB’ye! Bir yandan Irak’ı işgal edip orada yaşayan bütün halkları ve Müslüman mezhepleri birbirlerine Saddam döneminde bile olduğundan daha fazla düşman edip kırdıracaklar, Afganistan’ı işgal edip, “orada da Taliban var” gerekçesiyle bu işgali Pakistan’a da yaymaya çalışacaklar; Yugoslavya’yı ne hale getirdiklerini herkes biliyor. Öbür yandan hiç sıkılmadan çıkıp “Türklerle Kürtler barış yapsın!” diyorlar. Günümüzün kokuşmuş ve şairin sözüyle “tek dişi kalmış canavar”ı olan emperyalizmin ayakta kalmasını sağlayan tek beslenme imkanı halkların kanı ve bunun için de sürekli taraflara silah satmak zorunda. Dünyanın en büyük savaş kışkırtıcısının barış istemesi kadar büyük bir yalan olabilir mi? Ya bu yalana kendisi de ortak olup insanları kandırmaya çalışan AKP hükümetine ne demeli? Kürt halkıyla Türk halkı zaten işçi direnişlerinde bir araya gelip kardeşleşmenin yolunun nereden geçtiğini dost düşman herkese gösteriyorlar. Ama “barış açılımı” diyen cambaza herkes şu soruyu sormak zorunda.

Barış konusunda gerçekten samimi isen önce emperyalizmin hizmetine sunup Afganistan’a gönderdiğin askerlerini geri çek de görelim! Uluslararası bir savaş aygıtı olan NATO’dan çık da görelim! Etraftaki ülkelere bomba yağdıran kendi ülkendeki Amerikan askeri üslerine el koy da görelim! Bu işler öyle “one minute!” cambazlıklarıyla yürümez, bilmiş ol!

İşçi sınıfı mücadelesi halkların kardeşliğinin yolunu gösteriyor! Halkların kardeşliğinin yolunun nereden geçtiğini TEKEL işçilerinin direnişi ve giderek yayılmaya başlayan yeni işçi mücadeleleri derhal göstermeye başladı. İşçi sınıfı mücadelesi güçlendikçe halklar arasına atılmış nifak tohumları yok oluyor. Kardeşlik tabanda güçleniyor. Tersinden kardeşlik güçlendikçe de sınıf mücadelesi güç kazanıyor. Bu durumda emperyalistlerin ve onların yardakçılarının bütün planları altüst oluyor. Türk ve Kürt halklarının her daim kardeşliğinin çimentosu olan Türkiye işçi sınıfının öncülüğündeki mücadele, önümüzdeki dönemde emperyalizmden bağımsız bir kurucu meclis açılımıyla milleti yeni temellerde yeniden oluşturmanın yollarını sonuna kadar açacaktır. İşçi Kardeşliği Partisi bu görevin bir parçası olmaya şimdiden hazır olduğunu ilan eder.


DİSİPLİN GÜNCEL

Aramızda hırsızlar var!

İşçi Kardeşliği

İşsizlik, yoksulluk dizboyu, banka karları ise zirvede

Ü

lkemizde işsizlik ve yoksulluk insanlarımızı kavururken Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu (BDDK) açıklamasına göre geçen yıla göre bankaların karları yüzde 45,9 artarak Ekim ayı itibarı ile 17 Milyar 393 milyon liraya yükseldi. Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu (BDDK), Ekim 2009 itibarıyla, bankaların gönderdikleri kesinleşmemiş geçici verilere göre sektörün göstergelerini açıkladı. Bankaların, geçen yıl Ekim sonunda 11 milyar 920 milyon lira olan dönem karları, bu yıl Ekim itibarıyla yüzde 45,9 artarak 17 milyar 393 milyon liraya yükseldi. Bankacılık sektöründe 2009’un ilk yarısı boyunca gerçekleşen kâr rekorları

üçüncü çeyrekte yenilendi. Sadece iki bankanın kârlılığı geçen yılın ilk dokuz aylık dönemine göre geriledi. Geri kalan 12 bankada yüzde 100’ü aşan kâr artışları yaşandı. 14 bankanın toplam kâr rakamı 1.98 milyar dolar (2.95 milyar TL) artarken, sektörün kâr rekortmeni Garanti Bankası oldu. Ülkemizde işsizliğin, yoksulluğun her geçen gün arttığı böyle bir dönemde bankaların karlarının rekor kırması hükümetin politikaları ile ilgili. Hükümet uyguladığı politikalarla yüzde 50-60’ı yabancıların olan bankaları kara boğdu! Bu politikalarla üretime verilen krediler azaltıldı borçlar artırıldı. Toplam borçlar Ağustos ayı itibarı ile

Borç Makinesi

475 milyar liraya çıkarken bankalar

Sayı: 42 • Ocak 2010

Sahibi ve Sorumlu Yazı İşleri Müdürü: İşçi Kardeşliği Partisi adına Engin Bodur

Yönetim Yeri: İKP Genel Merkezi Öncebeci Mh. İncesu Cd. Doğan Apt. 7/B Çankaya/Ankara Tel: (312) 369 65 49

İnternet: http://www.ikp.org.tr iletisim@ikp.org.tr

Hesap No: PTT Posta Çeki: 1051319 Akbank: 462 0000908-4

Baskı: Ofis Matbaa Yayın Kağıt Sanayii Ltd. Davutpaşa Kışla Cd. Güven Sanayi Sitesi No: 388 Topkapı/İstanbul Tel: (212) 576 47 15

da Hazine’nin finansörü haline geldi. Bütçeden faiz ödemeleri hızla arttı. Daha bu yılın ilk 9 ayında bütçeden yapılan faiz harcamaları 45,5 milyar TL’ye ulaştı, yani toplam bütçe harcamalarının yüzde 23’ünü götürdü. Bu oran yılsonuna kadar daha da artacak.

İKP Programı’ndan: Tüm özel bankalar kamulaştırılacak, dış ticarette devlet tekeli koyulacaktır. Bir kumarhane olan borsa kapatılacaktır. Bizim Taraf Zeki Kılıçaslan

Heeeeeey!... Türkleeeeeer!... Kürtleeeeeer!...

A

KP’nin tutarsız, temelsiz “Açılım” politikasının tıkanması, Kürt illerinde artan sokak eylemleri, Tokat’ta 7 askerin öldürülmesi ve DTP’ nin kapatılması. Son aylarda ve günlerde yaşadığımız bu olaylarla Türkiye yeni bir gerilimli ve tehlike dolu döneme girdi. Kürt sorunu tarihten devraldığımız bölgenin ve ülkemizin bir gerçekliği. Bugünkü Türkiye topraklarında yaşayan Türkler ve Kürtler Osmanlı döneminde Hiristiyan azınlıklardan farklı olarak İslam ve halifelik şemsiyesi altında yakın bir birliktelik içindeydi. O günün kapalı ekonomik ve sosyal koşullarında Kürtler kendi yerel koşullarında kısmi “özerk” geleneksel bir yaşam tarzı içindeydiler. Türkiye Cumhuriyeti devleti yeni bir ulus-devlet inşa ederken Osmanlı’dan kalan Müslüman çoğunluk içindeki bu Türk ve Kürt halk gerçekliğini dikkate almadı. Farklı etnik kimlikleri tanıyarak demokratik bir içerik kazanabilecek “ulusal devlet” yerine farklı kimlikleri yok sayan, totaliter bir yönelime girdi. Herkesi Türk ve öte yandan da devlet güdümlü Sunni Müslüman bir kalıba sokmaya çalıştı. Ortak İslami kimliğin kamusal hayatın dışına çıkarıldığı ve halifeliğin kaldırıldığı artan baskı koşullarında,

2 İŞÇİ KARDEŞLİĞİ

egemenliğini her alana yayan merkezi devlet otoritesinden rahatsız olan yerel Kürt otorite ve önderlikler öncülüğünde dini veya etnik kimlikle isyanlar, başkaldırılar yaşandı ve bunlar kanla bastırıldı. Devlet bir yandan baskıyı sürdürürken diğer yandan da giderek Kürt bölgesindeki egemenlerle anlaşmaya gitti. Ağalık, şeyhlik düzenine dokunulmadı. Ağalar veya yakınları hem tek parti döneminde hem de çok partili sisteme geçildikten sonra milletvekili yapıldı, Kürt kimliğini öne sürmedikçe makbul kabul edildi. Yoksul köylü Kürtler ise eğitimsiz bir kitle olarak ağaların hizmetinde idi. Bütün soğuk savaş döneminde bu düzen, uluslararası koşulların da elverişliliği sayesinde sürdürüldü. ABD ve NATO şemsiyesi altında anti- komünizm ve Türk milliyetçiliği herkese dayatıldı. Ama zaman giderek değişti. Kapitalizm Türkiye topraklarında yükseliyordu. İşçi ve sosyalist hareketler gelişti. Kürt gençleri ve yoksul halkı bundan etkilendi, kitlesel olarak Ecevit’in halkçı politikalarını ve sosyalist eğilimleri destekledi. Emek ve sosyalist hareketin yükselişi kısa sürdü. Türkiye’de kitlelerle, emekçi halkla bütünleşen sermaye güçlerinden bağımsız, kitlesel, kalıcı bir işçi/ emekçi siyaseti oluşturulamadı. Başlangıçta emek, yoksul halk, sosyalist kimlikle yükselen Kürt halkının siyasallaşması ise Sovyet sisteminin zayıflaması ve “sosyalizm” umutlarının sönmesi ile Kürt milliyetçiliği yönünde evrilmeye başladı. 12 Eylül yönetimin işkenceci, baskıcı yönetim koşulları silahlı/şiddete da-

yalı mücadele biçimleri için siyasal/ sosyal ve toplumsal psikolojik olarak zemin hazırladı. Silahlı mücadeleyi esas alan PKK giderek güçlendi. 1990’larda yeni bir döneme girdik. Sovyetler çökmüştü. Rakipsiz kalan Kapitalist-emperyalist sistem bütün sosyal devlet uygulamalarını geri almaya başladı. Küreselleşme ve Yeni liberal politikalarla eşitsizlik, sömürü ve işsizlik giderek arttı. Yeni liberal politikaların uygulanması ile sosyal devlet uygulamalarından yoksun sendikasız, sigortasız çalışma koşullarında çalışan, işsiz kalan Türk emekçi kitleler ve gençlik ya dini mezhebi cemaat örgütlenmelerine ya da Türk milliyetçisi siyasi eğilimlere yöneldi. Kürt yoksul çoğunluk ise benzer şekilde ya PKK ve DTP eksenindeki Kürt kimlik hareketine ya da dini cemaatler içine çekildi. Sistemini sürdürmek için Komünizm öcüsünden yoksun kalan Emperyalist sistem bir yandan büyük ölçüde kendi kontrolünde veya desteklediği “uluslararası terörizm” ve “radikal İslami hareketleri” öne sürerken diğer yandan sadece etnik-ulusal, dini-mezhebi kimlikleri kapsayan “insan hakları”, “demokrasi”, “özgürlük” politikalarını yükselterek kitlelerin desteğini almak istiyordu. Daha önce desteklediği anti-komünist otoriter ulus devletler, artık her koşulda işine yarayan bir araç değildi. Emperyalist-Kapitalist egemenlik sistemi için petrol ve diğer enerji kaynakları nedeniyle çok önemli olan Ortadoğu ve tüm Avrasya bölgesi giderek daha

da önemli hale gelmeye başlamıştı. Egemen sistem bu bölgede emperyalistkapitalist sisteme, küresel kapitalizme karşı çıkmayan her türlü demokratik hak arayışına sıcak bakıyordu. PKK uluslararası destek bulduğu ortamda daha da etkili olmaya başladı. Yaşanan çatışmalar büyük manevi ve maddi yaralar açtı ve açmaya devam ediyor. Hepimiz biliyoruz ve yakın tarihten öğrendik ki emperyalist sistem için esas olan bu tür sorunların eşitlikçi, demokratik bir çözümü değildir. Onlar sorunların kendi bölgesel egemenliğine zarar vermeyecek ya da güçlendirecek tarzda çözülmesini veya her zaman kullanabileceği şekilde bir tür çözümsüzlüğü isterler. Onların çözümü “barışçı” olabileceği gibi kanlı da olabilir. Şimdi parlamenter/demokratik Kürt siyasal hareketi olarak DTP özelindeki Kürt mücadelesinin yeni bir baskıya alındığı koşullarda yaşıyoruz. Halklarımız arasında İzmir’de, Çanakkale’de yaşandığı gibi gerilimler artıyor. Ortak yaşanan kentlerde mahalleler daha da bir ayrılmaya başlıyor. Nereye gidiyoruz? İşte burada haykırmak gerekiyor. Heeeeeey!... Türkleeeeeer!... Kürtleeeeeer!... Nereye gidiyoruz? Bize yakışan bu muydu? Heeeeey!....... Türk, Kürt, Sunni, Alevi işçileri, emekçileri, yoksul halkları... Bu ülkeyi Türklerin ve Kürtlerin eşit özgür olarak yaşadığı, emperyalistkapitalist sömürün son bulduğu bir yeni uyanış dönemine mi sokacağız, yoksa...


DİSİPLİN GÜNCEL

Hükümet özelleştiriyor, patronlar kar ediyor, işçiler sokağa atılıyor

Biz yatarak para kazanmıyoruz ama siz özelleştirerek zenginleşiyorsunuz T

kımından da dışa bağımlı bir ülke özelleştirmeyi, talanı, namussuzluğu ürkiye Şeker Fabrikaları A.Ş.’ye haline gelecek olmasıdır. Türkiye’yi ait Kastamonu, Kırşehir, Turhal, meşru göstermek işçilerin rızasını alkendi kaynaklarından mahrum mak için aynı yola başvuruyor: Yalan. Yozgat, Çorum ve Çarşamba Şeker Fabrikaları 8 Aralık’ta Hükümet ülkemizde AK-CAN Şeker Sanayi’ne pancardan üretilen şekerin devredilerek özelleştirildi. satış fiyatının diğer ülkelere göre yüksek olduğu ve Türkiye’de 25 adet şeker şeker fabrikalarının zarar fabrikası bulunuyor. Bunettiğini söylüyor. Hâlbuki lardan en kârlı 6 fabrika ülkemizde pancar şekeri değerinin çok altında bir maliyetleri ve satış fiyatları bedelle satıldı. Akcan şirAvrupa’nın birçok ülkeketinin verdiği parayı iki sinde üretilen pancar ve yılda çıkaracağını açıklayan kamış şekeri maliyetinin Şeker-İş Sendikası Başkanı ve satış fiyatının altında. İsa Gök, özelleştirmenin 750 işçinin çalıştığı Malatya Şeker fabrikasının da aralarında ardından 3 fabrikanın kaABD-AB emredibulunduğu 4 fabrika ise 2010 yılının Ocak ayında satışa panacağını söyledi. Özelleşyor AKP uyguluyor çıkarılacak. Tekel işletmelerinde olduğu gibi şekerde de tirmelerle ilgili bir açıklama AKP hükümeti, AB özelleştirilen fabrikaların büyük bir kısmı kapatılacak. yapan Türk-iş Yönetim ve ABD emperyalizmleri Kurulu ise Türkiye’nin bırakıp, kat kat pahalıya şeker ithal ve büyük şeker tekellerinin ondan yıllardan beri özelleştirme kıskacı eder duruma getirmek, bu hükümet istediklerini harfiyen uyguluyor. altında bulunduğunu, 1985–2009 açısından övünülecek bir durum Avrupa Birliği’nin bütün ekonomi yılları arasında 199 kuruluşun özelolmayacaktır. Söz konusu özelleştirve tarım politikaları AB’nin merkeleştirildiğini, bunlardan 125’inin me işsizliğe de neden olacak, işsiz zinde yer alan dört büyük ülkenin kapatıldığını, en yoğun özelleştirve bu ülkede faaliyet gösteren şirketmenin AKP hükümeti döneminde Fabrikalar zarar lerin çıkarlarına göre şekilleniyor. yapıldığını belirtti. Özelleştirme 27 üyeli Avrupa Birliği birçok ediyorsa bunun nedeniyle 42 bin işçinin işini kaybetbirlik üyesine pancar şekeri üretitiği, bunlardan yaklaşık 18 bininin sorumlusu sizin minde kota sınırlaması getirerek her türlü işçi olma hakkından yoksun diğer ülkelerin şeker üretimini hükümetinizdir. Bu bırakılarak 4-C kapsamına alındığı engellemiş, İngiltere’de üretilen ifade edilen açıklamada, bu kapgüne kadarki zarar kamış şekerini ithal etmeye mecbur samda çalıştırılanların sendika üyesi ettirilen fabrikaların bırakmıştır. Fiyatı Londra borsaolamadığı ve kıdem tazminatı haksında belirlenen kamış şekerinin sorumlusu da kından da yoksun oldukları söylendi. maliyeti ve satış fiyatları pancar Açıklamanın geri kalanında: sizin gibi patron şekerine göre yarı yarıya düşük Türkşeker’e ait Türkiye’nin batısından hükümetlerinizdir. Zarar olmasına karşın Borsa’da dünyanın doğusuna kadar 25 adet şeker fabrieden fabrikalar bilinçli en pahalı şekeri haline gelmektedir. kası bulunmakta, fabrikalar, bulunAB ve ABD emperyalizmleri ithal dukları bölgeler açısından işsizliği olarak özelleştirilmeye şekere yüzde 200’ün üzerinde gümönleyici ve sosyal hayatı düzenleyici rük vergisi koyarak içerde ürettiği gerekçe bulmak için önemli bir rol oynamaktadır. Kar kamış ve pancar şekerlerini korurve zarar eden fabrikaların birbirini zarar ettiriliyor. ken, Türkiye’deyse Şeker üretimini dengelediği Türkşeker’de, toplamda yok ederek kendi ürettikleri şekeri kamuya ait olan şeker fabrikaları her ithal etmeye mecbur bırakıyor. yıl kar etmektedir. Şeker fabrikalakalan şeker işçileri tıpkı diğer örnekAKP hükümeti AB’nin tarım rının özelleştirilmesi durumunda ne lerinde olduğu gibi 4-C kapsamına politikalarını uygulamaya şeker olacağı geçmişte yaşanan örneklerden alınarak güvencesiz bir mağdurifabrikalarını özelleştirerek başladı. bilinmektedir. Bu fabrikaların büyük yete mahkûm edilecektir.’ denildi. Özelleştirmelerin ardından ikinci bir bölümü kapatılacaktır ve ülkemiadım olarak şeker fabrikaları kazin en köklü kurumlarından biri daha Şeker fabrikaları zarar mı patılacak ve şeker pancarı ekimintarih olacaktır. Tabi işin en önemli ediyor? den vaz geçilecek. Üçüncü adımda boyutlarından biri, bu fabrikaların Türkiye, şekeri AB ve ABD ülkelekapanması ile birlikte Türkiye’nin Bu güne kadarki diğer patron hürinden ithal etmeye başlayacak. şeker ve şekerin yan ürünleri bakümetleri gibi AKP hükümeti de

Sağlık Hizmetleri Otelcilik Hizmetlerine Dönüştürüldü

Ö

zel hastanelerin SGK’ lılardan aldıkları fark ücreti, Bakanlar Kurulu kararı ile yüzde 30’dan yüzde 70’e çıkarıldı. 1 Ocak’tan itibaren yürürlüğe girecek karar özel hastanelerde tedavi masraflarını 2 kat artıracak. Yeni düzenlemeyle özel hastanelere otellerdeki yıldız sitemi getiriliyor. Hastaneler 1’den 5’e kadar numaralandırılacak. Parası olana 5 yıldızlı otel hizmeti, olmayana ise tek yıldızlı otelcilik hizmeti sunulacak.

İstanbul Üniversitesi Temizlik İşçileri Mücadeleyi Kazanarak İşe Geri Döndüler

İ

stanbul Üniversitesi Çapa, Cerrahpaşa ve Haseki Kardiyoloji Enstitüsü’nde çalışan temizlik işçilerinin sendikalaşma mücadelesi 2007 Nisan ayında başladı. Türk-İş’e bağlı Belediye-İş Sendikası bu işyerlerindeki temizlik işçilerinin çoğunluğunu sendika üyesi yaparak işyerinde yetkiyi aldı. 2007 Aralık ayında işyerinde taşeron şirket olarak çalışan Avrupa-Seven Ortaklığı ile Toplu Sözleşme görüşmelerine başlayan Belediye-İş, 2008 Mart ayında Toplu Sözleşme görüşmelerini sonuçlandırarak, 2008 Ocak ayında başlamak üzere işyeriyle sözleşmeyi imzaladı. Bu süreçte İstanbul Üniversitesi temizlik işlerini yeniden ihaleye çıkardı, ihaleyi Çağ Ltd. firması kazandı. Çağ Ltd. sendikanın diğer firma ile daha önce yapmış olduğu toplu sözleşmeyi uygulamayarak işçilere bireysel sözleşmeyi dayattı. Yeni gelen firma daha önce çalışan 55 yaşını aşmış, diploması olmayan ve sendikalaşma sürecinde aktif olarak çalışmış 85 kişinin işine kanundışı bir şekilde son verdi. Çıkışlardan sonra 1 Temmuz 2009 tarihinde işçiler bu haksız uygulamaya karşı hastane bahçesinde direnişe geçtiler ve bu süreçte işe iadeleri için dava açtılar. İşten atılarak yaklaşık 1,5 yıl mağdur edilen ve işsizliğe mahkûm edilen İstanbul Üniversitesi temizlik işçileri, onurlu mücadelelerini mahkeme sonucunda kazanarak 20 Kasım 2009 tarihinde işlerine geri döndüler. İŞÇİ KARDEŞLİĞİ

3


SENDİKALARIMIZ DİSİPLİN

25 Kasım 2009 Grevi ve Eskişehir Garı

Bu yazının yazılma amacı 25 Kasım Grevini yaşayan bir kamu emekçisi olarak yaşadığım kişisel deneyimleri İKP’li arkadaşlarımla paylaşmaktır. Belki anlatacağım deneyimin çok daha fazlasını defalarca yaşamış birçok abimiz-ablamız var ama benim kuşağım açısından önemli bir deneyim olduğunu düşündüğüm için, kişisel gözlem ve değerlendirmelerimi sizlerle paylaşmak istedim.

25

Kasım Grevi Türkiye’nin her yerinde beklenenin üzerinde bir katılımla gerçekleşti. (KESK başkanı Sami Evren greve katılımın yüzde 90 oranında olduğunu söylese de bu gerçekçi bir rakam olmaktan çok uzak. Katılımla ilgili kesin rakamlara henüz ulaşılabilmiş değiliz.) Grev işçi sınıfının kullandığı en etkili silahtır. Grevde şarteller iner, üretim durur. Kamu alanında adına layık bir grev ancak okulların, hastanelerin ve vergi dairelerinin kapanması; posta, belediye hizmetlerinin durdurulması anlamına gelecektir. 25 Kasım’da bu kurumlarda işler durmasa da yavaşladı, sağlıklı bir hizmet verilmedi. Tüm okullar olmasa da sendikal örgütlülüğün fazla olduğu kimi okullarda eğitim yapılmadı. Çoğu hastanede sadece acil servisler çalıştı. Bütün bu sektörler içerisinde grev adına layık bir yer varsa orası Devlet Demiryolları’ydı. Bütün istasyonlarda trenler ve banliyöler durduruldu. Demiryolu ulaşımını ucuz ve güvenli olduğu için seçen halkın, bayram öncesi yollarda kalması, hem halkın grevden haberdar edilmesinde büyük rol oynadı hem de medyanın daha çok ilgilenmesini sağladı. Ben grevi 24 Kasım’ı 25’e bağlayan gece yarısında Eskişehir garında karşıladım. O gece yaşadıklarım grevin nasıl bir şey olduğunu az çok tecrübe etmemi sağladı. O gece emekçiler arasında yaşanan dayanışma, devlet güçlerine ve polise karşı birlikte karşı duruş, grev kırıcılara duyulan tepki…. Yani bir grevde yaşanabilecek çoğu şey vardı. “Memur” denilen emekçilerin işçi sınıfının asli bir parçası olduğunu ve memur - işçi ayrımının ne kadar suni bir ayrım olduğunu bir kez daha gördüm. Bu nedenle, Eskişehir’deki grev çalışmalarının merkezinde yer

İKP İrtibat Ankara

Genel Merkez: Öncebeci Mh. İncesu Cd. Doğan Apt. 7/B Çankaya/ Ankara Tel: (312) 430 32 68 Eryaman: Özlem Sarı Tel: (505) 643 97 56 Mamak: Sevim Şimşek Tel: (312) 391 20 54

İstanbul

İl Merkezi: Aksaray Guraba Hüseyinağa Mh. Kakmacı Sk. Blok: 10 Daire: 14 Fatih (Aksaray Metro karşısı) Tel: (212) 635 88 52 Anadolu Yakası: Rasimpaşa Mh. Nüzhet Efen­di Sk. No: 36/5 Kadıköy Tel/Faks: (216) 330 95 67 Bağcılar: Mustafa Durdağı Tel: (536) 212 10 48 Bayrampaşa: Salih Aşkın Tel: (534) 366 54 69

4 İŞÇİ KARDEŞLİĞİ

almış bir arkadaşınız olarak hem grevin Eskişehir’deki örgütlenmesi hem de o gece paylaşılmayı hak ediyor. İşçi Kardeşliği’nin 41. sayısında belirtildiği gibi 25 Kasım grevi KESK ve Kamu Sen’in ortak kararı olsa da birçok konuda, ortaklık sağlanmadan planlanmış bir eylemdi. Nitekim çoğu ilde KESK ve Kamu Sen 25 Kasım’da farklı alanlarda miting yaptılar. Eskişehir’de ise 25 Kasım’ın birlikte örgütlenmesi, ortak alanda miting yapılması konusunda KESK şubelerinin ortak bir tavrı vardı. Bütün illerde, bu ortaklığın sağlanması gerektiği konusunda ilimize gelen KESK MYK üyelerine de öneri ve eleştirilerimizi sunduk. Bu konuda KESK içindeki bazı “radikal” (Eskişehir’de öne çıkanlar Halkevi ve TKP oldu) bizi “faşistlerle işbirliği yapıyorsunuz” diye eleştirdiler. (nihayetinde, TKP’liler “iş bırakacağız ama ortak alana gelmeyeceğiz” dediler) Neyse ki emekçilerin birliğini önemseyenler, Kamu Sen’in farklı nedenlerle de olsa nihayetinde KESK’in grev talebine evet dediğini, onların tabanlarını etkilemek için ortak eylemlerde bir araya gelmek gerektiğini söyleyenler çoğunluktaydık. Eskişehir’de KESK ve Kamu Sen’den oluşan bir grev komitesi oluşturuldu. Birlikte işyerleri gezildi. İşyeri panolarına iki konfederasyonun afişleri birlikte asıldı. Halka, hazırlanan ortak imzalı bildiriler dağıtıldı. Grev komitesinden KESK’e bağlı Birleşik Taşımacılık Sendikası’yla (BTS) Kamu Sen’e bağlı Türk Ulaşım Sendikası’nın anlamlı bir talebi oldu. Bu iki sendika yöneticileri Eskişehir Garının grevde kilit bir rol oynayacağını, gece yarısından önce Haydarpaşa, Ankara, İzmir ve Konya’dan kalkacak birçok trenin Eskişehir’e geleceğini ve

burada tutulması konusunda kararlı olduklarını ifade ettiler. Bu nedenle gece yarısı demiryolu emekçilerinin desteğe ihtiyacı olacağını söylediler. Grev Komitesi, KESK ve Kamu Sen’e bağlı yöneticilerin gece yarısından itibaren garda olmasına ve gerekirse sabaha kadar beklenilmesine karar verdi. Zaten ertesi gün yapılacak miting için de garın önündeki alan seçilmişti. Gece yarısı garda buluşan yaklaşık 50–60 kişilik yönetici ve aktivistle birlikte Eskişehir Gar’ına grev pankartını astık. Polisin de önemli bir yığınak yaptığı garda gergin bekleyiş başladı. Gara gelecek olan ilk trenin Memur Sen üyeleri tarafından götürüleceği ve bunların greve ikna edilemediği söylense de trenin gara girdikten sonra yoluna devam etmesi orada bulunanlarda moral bozukluğuna ve endişeye yol açtı. Saat 02:00 civarı gara gelen Anadolu Ekspresi’nden inen makinist ve kondüktörler polisin ve gar müdürlüğünün tehditlerine, kimi yolcuların protestolarına boyun eğmeden “grevde olduklarını, trenin yola devam etmeyeceğini” söyleyerek alkış ve sloganlarla grevcilerin yanlarına geldiler. Saatlerdir orada bekleyen herkeste bu kez yüzler gülüyor, grevin başarılacağına dair inanç artıyordu. Diğer istasyonlardan gelen haberler alınmaya başlandığında daha bir gayret ve cesaretle gara giren trenlerin önüne atlıyor, demiryolu emekçilerini coşkuyla karşılıyorduk. Devlet güçleri ve TCDD Genel Müdürlüğü bir yandan trenlerin hareket ettirilmesi için talimatlar gönderirken diğer yandan yolcular kasıtlı olarak bekletiliyor ve grevci emekçilerle karşı karşıya getirilmeye çalışıyordu. Zaman zaman tansiyon yükselse de BTS ve Ulaşım Sen’li emekçiler başta olmak üzere kimse provokasyonlara meydan vermedi. Tam tersine tehditler

Esenler: Erhan Taş Tel: (535) 787 10 75 Küçükçekmece: Osman Zorba Tel: (535) 484 96 68 Gaziosmanpaşa: İsmail İşcan Tel: (546) 557 50 50 Sarıyer: Yaşar Avcı Tel: (533) 443 90 43 Zeytinburnu: Necdet Kılıçaslan Tel: (537) 737 22 48

Nadir Bıçakçı: (542) 352 75 01 Muharrem Kartefe: (544) 452 47 60

Tekirdağ/Çorlu

Bursa

Saffet Bilgi Tel: (535) 943 08 13

Edirne

Yalova

Eskişehir

Enver Karagünli Tel: (505) 424 35 77

İzmir

Kapılar mahallesi, 1254. sokak, No:2 D:2 Konak Çetin Aryal: (507) 306 90 30

Rasim Gökçe: (539) 297 08 41 Tel: (535) 762 18 43 • (538) 728 08 97 Cumhuriye Mh. Porsuk Bulvarı, Dilem Sk. Çağlayan İş Merkezi, Kat 5, No: 47/d Tel: (222) 233 55 46

Gaziantep

Antalya

Mustafa Yanılmaz Tel: (536) 812 83 04

Balıkesir

Nazire Sarıkaya Tel: (536) 517 27 15

Hasan San Tel: (532) 363 13 49 Adnan Menderes Mh. Çarşı Mevkii No: 12 (Megyad üstü)

Malatya Mersin

İ. Halil Çakırlı Tel: (537) 431 51 46

orada bulunanlar arasındaki birlik ve dayanışma ruhunu daha da artırdı. O gece Eskişehir Garı’nda ve Enveriye İstasyonu’nda altı tren ve yaklaşık iki bin yolcu bekletildi. TCDD saat 06:30 gibi bekletilen yolcuları, kiraladığı otobüslerle gidecekleri yerlere taşımak zorunda kaldı. Bu 25 Kasım Grevinin başarıldığını ve işverenin pes ettiğini gösteren en önemli kanıttı. Ertesi gün alana giren KESK ve Kamu Sen kortejlerinde en çok gece boyunca garda direnen demiryolu emekçilerine gönderilen selamlar yankılandı. Değerli mücadele arkadaşlarım, benim kuşağım 12 Eylül rejimi ve Özal döneminin mağduru olan bir 90 kuşağıdır. Ben de 90’ların sonunda kamu emekçilerinin mücadelesine fiili olarak katılmış bir arkadaşınızım. Benim kuşağım ne 1970’lerdeki büyük grevleri, boykotları, direnişleri yaşadı ne de 1989 Bahar eylemlerini. Benim kuşağım bir ölçüde 1995’lerdeki kamu emekçilerinin verdiği fiili-meşru mücadeleye tanıklık etti. Emek Platformu’nun Sosyal Güvenlik yasasına karşı 1999’da gerçekleştirdiği Ankara Mitingi ve 1 Aralık 2001 Grevi benim kuşağımın ve işçi sınıfının belleğinde yer eden önemli dönemeçler oldu. 25 Kasım Grevinin de işçi sınıfının yeni bileşenlerinin belleğinde yer alacağını biliyorum. Devlet ve sistem tarafından her türlü saldırıların hedefi olmuş, bütün örgütleri yağmalanmış, parçalanmış emekçilere bu dönemeçler her şeyin henüz bitmediğini, tarihin devam ettiğini gösteriyor. Bu nedenle 25 Kasım’ı hem kişisel olarak bana yaşattığı tecrübeler hem de bu topraklarda süren sınıf mücadelesinde önemli bir kilometre taşı olduğu için önemsiyorum. Herkese selam olsun.

Zonguldak Kadir Tuncer Tel: (542) 296 88 73

İnternet myk@ikp.org.tr, www.ikp.org.tr


ULUSLARARASI DİSİPLİN POLİTİKA

Gençler Cezayir’de sorunlarını dile getirdi ve çözüm aradı

Cezayir “Devrim için Gençlik” Konferansı C

ezayir İşçi Partisi’nin ev sahipliğini yaptığı “Devrim için Gençlik Organizasyonu” nun 1. kongresinde çeşitli ülkelerden gelen gençler, Cezayirli kardeşleriyle birlikte gençliğin sorunlarını masaya yatırdı ve çözümler için yol haritasını belirlemeye çalıştı. Kongrenin açılış konuşmasını yapan Cezayir İşçi Partisi Başkanı Louisa Hanoune, gençliğin yaşadığı sorunların çözülmesi için, kendilerine karşı yapılan saldırılara ve haksızlıklara karşı gerek ulusal gerek uluslararası alanda ortak bir mücadele yürütülmesi gerekliliği üzerinde durdu ve uluslararası katılımın da sağlandığı bu konferansın gençliğin mobilizasyonu açısından itici bir güç oluşturmasını umduğunu belirtti. Yoğun bir programı olan konferans 3 gün sürdü. İsteyen gençlerin söz alarak düşüncelerini belirttiği ve sorularını yönelttiği konferansta, Filistin sorunuyla ilgili konuşması için davet edilen Salah Salah ve Cezayir’deki işçi sınıfı ve Cezayir’deki sendikal mücadele üzerine konuşan Cezayir Birleşik Sendikaları başkanı

M. Abdelmadjid Sidi-Saïd gençlikle düşüncelerini paylaştı. Genelde Cezayir gençliğinin sorunları üzerine tartışılsa da hiç kuşku yok ki Türkiye, Bangladeş, İspanya, Fransa ve Filistinli gençlerin katılımı kongreyi uluslararası bir platforma taşıdı. Kongre çalışmaları içinde oluşturulan “savaşa ve sömürüye karşı komisyonu”nda oluşturulan dünya gençliğine ve işçilerine hitaben çıkan çağrı yazısı da bu kongrenin uluslararası misyonunun en büyük göstergesidir. Konferansta konuşan Salah Salah, İsrail tarafından Filistin halkına karşı uygulanan zulmün bir an önce durdurulması ve bu zulümden başta Amerika Birleşik Devletleri olmak üzere, rant sağlayan emperyalist ülkelerin oyununun bozulması için gençliğin uluslararası alanda birleşik bir cephe oluşturmasının öneminden bahsetti. Filistin’de yaşanan dramdan ve yıllardır süregelen mücadeleden bahseden Salah Salah, bu sorunun çözümünün, vatandaşların din ve ırk ayrımına uğramadan eşit haklarla yaşayabileceği tek bir Filistin Devletinin oluşturulmasında yattığını söyledi. Cezayir’deki sendikal

mücadeleden ve milli sanayinin gerekliliğinden bahseden Cezayir birleşik sendikaları başkanı M. Abdelmadjid Sidi-Saïd’in, sanayileşmeyi milli burjuvazinin gelişmesine bağlaması ağır bir şekilde eleştirildi. Yukarıda bahsettiğimiz “savaşa ve sömürüye karsı” komisyonun dışında, üç ayrı komisyon daha çalışmalarını yaptı. Bunlardan birisi organizasyondan sorumluyken, diğer ikisi kapitalizmin Cezayir’deki yükseköğretim sistemine dayattığı yeni düzen, LMD (lisans, Master, Doktora karşı reformu) ve güvencesiz iş üzerine çalışmalarını yaptı. Ayrıca hâlihazırda işçi olan veya üniversitede okuyan işçi adayları olarak, gençliğin problemlerinin işçi sınıfınınkiyle direk bağlantılı olduğu ve bu yüzden de belli kazanımlar elde etmek için verilecek olan mücadelenin işçi sınıfıyla omuz omuza verilmesi gerektiği düşüncesi konferansa hâkimdi. İçinde partimiz öğrencileri adına katılan üyemizin yaptığı konuşmanın da bulunduğu, uluslararası katılımcıların kendi ülkelerindeki gençliğin

Katsayı kavgası A

KP’nin emrindeki YÖK, meslek liselilerin yükseköğretime katılırken, alanları dışındaki bölümlere girişini zorlaştıran katsayı uygulamasını kaldırdı. Ardından Laikçilerin son kalesi haline gelmiş Danıştay yürütmeyi durdurdu. AKP’nin tabanını daha da sağlamlaştırmak için aldığı kararı Danıştay’ın hükümet muhalifi kadrosu bozdu. Başbakanın ‘’karar ideolojiktir’’ demesi de bu yüzdendi. Uzun zamandır göre geldiğimiz çatışma yinelendi ama bu kez eğitim üzerine... TÜSİAD katsayı uygulamasının devam etmesini isterken “Ülkemizde sanayi ve hizmet sektörleri, yüksek nitelikli ara kademe insan gücüne ihtiyaç duymaktadır.” diyor. Sıkıntıları belli: Daha az vasıflı eleman eşittir daha az para ödenecek eleman. Bir teknikere bir mühendisin işini yapsa dahi sen meslek liselisin denilerek daha az maaş verilecek. AKP karar yürütmeye de konulsa bu işten karlı çıkacaktı. Daha önce de söylediğimiz gibi, AKP “bakın gençler, sorunu çözdüm diyerek oy toplayacak”. Bu şekilde de iptalden sonra oluşmuş ya da oluşmakta olan eleştirileri Danıştay’a yönlendirerek “bakınız ben çözüm getirdim ama Danıştay izin vermedi” diyecek. Danıştay’a saldıracak. Böylece Danıştay’ın da içini

boşaltmak, kuyusunu kazmak, halk ile Danıştay’ı karşı karşıya getirmek için eline bir fırsat geçecek. Zaten kurumların çoğu AKP’leşmiş durumda, buna bir de Danıştay eklenecek. Gençler, daha çocuk denecek yaşta, yeteneklerini ve kendini tanımadan ailelerinin ve çevrenin isteği doğrultusunda meslek lisesine gönderiliyor. Bu gencin, daha sonradan tercihinin değişebileceği hiç düşünülmüyor. Gençler istemediği halde okuduğu o meslek dalıyla birlikte hayatının geri kalanını da belirlemiş oluyor. Ana hatlarıyla sorunu bu şekilde ortaya koyabiliriz. Peki, bu konu üzerine konuşanlar kim? Danıştay üyeleri, TÜSİAD’ın ileri gelenleri, dershaneler, parti başkanları, eğitim bakanı Nimet Çubukçu... Bunların hiçbiri eğitim sistemi üzerine ne bir bilirkişi ne de eğitim sistemini gençlerin çıkarları doğrultusunda değiştirmek istiyor. Eğer sorunun çözümünde samimi olunsaydı bu işin uzmanlarından eğitim emekçilerinden ve öğrencilerin örgütlü temsilcilerinden oluşan (sermayeden, siyasetten, Lizbon sürecinden) bağımsız bir komite kurulurdu ve bu komite diğer ülkelerdeki sistemleri de inceleyip bu coğrafyanın da ihtiyaçlarını karşılayan çok daha verimli olabilecek bir eğitim sistemini yapılandırabilirdi.

Kritik Zamanlar Mustafa Çubuk

Kritik eşikteki muhasebe ihtiyacı

A

nayasa Mahkemesi, DTP’yi kapatarak bir çıkmaz sokağın duvarı işlevini yerine getirirken, ezilenlerin, sömürülenlerin mücadelesini de bir eşiğe taşıdı. Kapitalist toplumun üzerine inşa edildiği temel ilişkiler bütününe/ sistemine karşı tavır alınmadan ve yine O`nun araçlarıyla gidilebilecek yolun sonunu göstermesi açısından olduğu kadar, Kapitalizmin krizi ve içinde yer aldığımız Orta Doğu özgülünde belirginleşen tarihin daralması/sıkışması itibari ile de oldukça önemli, kritik bir eşik. Bu eşikte verilecek her karar stratejik önem taşıyacağı gibi yeni bölünme ve birleşmeleri de beraberinde getirecektir. Ya Kapitalist sistemin üzerine inşa edildiği ilişkiler sisteminden koparılmış “barış, demokrasi, bağımsızlık, özgürlük” soyutluğuyla egemenlere yedeklenilecek ya da sistemin kendisine tavır alınarak bu kavramlar somut karşılıkları ile yeniden kazanılacak.

yaşadığı sorunlar üzerine yaptığı konuşmalardan da anlaşıldı ki, dünya gençliğinin yaşadığı sorunlar birbirinden çok farklı değil. Emperyalist güçlerin varlıklarını sürdürebilmek için ve kârlarını yükseltmek için başlattıkları savaşlardan, eğitim sistemini değiştirmek için belirledikleri yol haritalarından tek fayda sağlayan kapital sahipleri, yani patronlar. Bu insanlıkdışı savaşlardan ve eğitim sistemine yapılan saldırılardan en çok zarar gören ise işçiler ve yarının işçileri olan gençler. Ülkesinde işçilerin sesini meclise taşıyabilecek kadar güçlenmiş olan Cezayir İşçi Partisi’nin ev sahipliğini yaptığı böylesine büyük bir organizasyon bir şey daha gösterdi ki, o da güçlü bir kitlesel işçi partisinin varlığının sadece işçiler için değil, başta gençlik olmak üzere toplumun bütün ezilen kesimleri için etkili bir mücadele verebileceğidir. İKP olarak, bu organizasyona ev sahipliği yapan Cezayir İşçi Partisi’ne teşekkür ediyor ve konferansa katılan gençlere çalışmalarında başarılar diliyoruz.

Muhasebe imkânını saklı tutarak bakıldığında görünen; ortak paydasını yukarıda “barış, demokrasi, bağımsızlık, özgürlük” olarak özetlediğim birinci eğilim, oldukça baskın durumda ve ikinci eğilim dağınık, zayıf. Birinci eğilimin pazılın parçaları olarak ayrı duruşları, manzarayı değiştirmiyor ama egemenlerin taşıdığı potansiyeli gizliyor. “Mutsuz ulus devletin mutsuz aile fertleri stratejisi”, “Misak-ı Milli ruhlu, aşiret ve klan demokrasisi ile süslenmiş demokratik uygarlık stratejisi” veya “egemenlerin vicdani sosyal devlet stratejisi”, “barışçı demokratik emperyalizm stratejisi” içinde erimeye veya birleşmeye mahkûmdur. Umut verici olan; işçi sınıfı hareketi yükselirken yer yer şövenist hegemonyanın kırılmaya başlaması kadar yol açıcı önerilerin de ortaya çıkmaya başlamış olmasıdır. Bu önerilerin en başında İKP’nin “Kurucu Meclis” önerisi geliyor. “Kurucu Meclis” önerisi, kritik eşiğin gerekli kıldığı muhasebe yapılabilirse egemenlerin dayattığı kirli savaşın büyütülmesine karşı direnebilmenin pratik kalkışına da cevap veriyor. İŞÇİ KARDEŞLİĞİ

5


Meclise gireceğiz, patronlardan ve toprak ağalarından hesap soracağız.

PARTİMİZ DİSİPLİN

Röportaj: İşçi Kardeşliği’ne Neden katıldık ?

İstanbul Esenler’de kimisi tekstil işçisi, kimisi işsiz Türkiye’nin farklı bölgelerinden gelmiş arkadaşlarımıza partimize neden üye olduklarını sorduk. tanık oldum. Partideki arkadaş-

Neden İKP’ ye üye oldunuz?

Metin Bardakçı (Diyarbakırlı tekstil işçisi): Mevcut siyasi partilerin Kürtler üzerindeki asimilasyon politikalarını beğenmeyip bir oyun olduğunu anladığımda, işçi olduğumdan emek ve emperyalist ayrışmada net çizgi koyan, çözümde de kurucu meclis çözüm önerisini desteklediğimden İşçi Kardeşliği Partisi’ne üye oldum. Musa Çınar (Batmanlı tekstil işçisi): Ben bir Kürt işçiyim, hem Kürt kimliğimin inkâr edilmesi hem de işçi haklarını yok etmek için adeta söz birliği yapmış hükümet ve muhalefetin politikalarına karşı, özgürlükçü emek mücadelesi veren İşçi Kardeşliği Partisi’nin fikirleri bana geleceğim için bir ışık tuttu. Savundukları ve gerçekten öyle olduğuna inandığım Kürtler, Türkler, Aleviler ve Sünnilerin bir arada yaşayacağı, kimsenin kimseyi öteki görmeyeceği tek yerin emek çatısı olduğu kanısını taşıdığım için bundan böyle yaşam kavgamı İşçi Kardeşliği Partisi’nde vereceğim. Ali Çelik (Sivaslı, işsiz): 2005’te esnaftım, kurmuş

olduğumuz aile şirketini yönetmekteydim. 2006’dan bu yana Türkiye’de ekonomik kriz baş göstermesine rağmen hükümetler icraatlarıyla 2006’dan bu yana krizi hissettirmediler. Devlet arazilerini, köprüleri devlete ait olan bazı kurumları satarak piyasaya sürdüler, krizi millete hissettirmediler. Krizden etkilenip iflas ettik. İKP ile tanışmamın yegâne nedeni Hüseyin Yüksel ve Zeki Kılıçaslan’dır. Zeki hocanın yaptığı çalışmalar ve karakter olarak işçilerin, mazlumların yanında olması, İKP’ ye patronların üye olamayacağındandır. Partide yapılan çalışmalara

ları tanıdıktan sonra benim de yerimin İKP olduğunu anladım. Mikail Yerli (Sinoplu işçi): İşçiyim, 4 kişilik bir atölyede elektrikçi olarak çalışıyorum. Ailem ve çocuklarımın geleceği için, sigortalı sosyal güvencesi olan bir iş için İKP’nin iktidara gelmesini canı gönülden istiyorum. Ferman yılmaz (Mardinli tekstil işçisi): 33 yıllık işçiyim, bu zaman çerçevesinde kendi sosyal yaşantımı düşünmeyip, işverenlerin 50 lira fazla teklifiyle onları bir nevi korumuş olduk. Ne kadar pişmanlık içine girdiğimi İKP’yi tanıdıktan sonra anladım. Şu an İKP’nin destekçisiyim çünkü yoksulun, ezilenin yanında ve bizim çocuklarımızın ileride bu partiden öğreneceği çok şey var. Ferhat Ay: Emperyalist ve kapitalist bir düzenin maşası olan iktidar ve muhalif partilerin işçinin ve emekçinin hakkını alamadığı bu düzende, babanın oğula, abinin kardeşe güveni kalmadığı bu düzende, kardeşçe yaşamanın zor olduğu bu düzende bunları değiştirecek bir manevra olmalı. Bence bu düzeni İKP değiştirebilir. En azından bu maşalara bir duruş göstermeyi denemeliyiz.

Soldan sağa: Ferhat Ay, Ferman Yılmaz, Metin Bardakçı, Mikail Yerli, Musa Çınar, Ali Çelik

Röportaj:

Partimize yakın bir zaman önce üye olmuş İstanbul Gaziosmanpaşa ilçesinden Sezer Şenol ile İKP üzerine konuştuk.

Niçin İKP’ye üye oldunuz, sizce böyle bir partiye neden ihtiyaç var? Sezer Şenol: Beni İKP ile Gaziosmanpaşa’dan bir arkadaşım tanıştırdı. Genel başkanımızın da katıldığı iki, üç toplantıya katıldım. Görüşlerini olumlu bularak üye oldum. Türkiye’de gerekli olan emekten yana, sömürülenden yana olan bir partinin (bu konuda hiç şüphem yok) içine girmek biz 12 Eylül küskünlerini umutlandırır. Umarım bu hareketim diğer arkadaşlara da örnek teşkil eder. Bu parti ile başlangıçta çok büyük kitlelere ulaşamasak bile tarihe omuz

6 İŞÇİ KARDEŞLİĞİ

veren bir yürekle birlikte onurlu bir not da benden kalsın istedim. Parti üyesi arkadaşlarımın fedakârlıklarını, çalışkanlıklarını, dürüstlüklerini takdirle karşılıyorum. Beni aralarına aldıkları için teşekkür ediyorum.

bu mezhep ayrımcılığına alet olarak sermayeye hizmet etmektedir. Böyle bir toz bulutu içerisinde yurtsever, ilerici ve devrimci arkadaşlar tüm bu sorunların emekten yana bir siyasetle çözüleceğinin farkına varmalıdırlar.

Sizce İKP nasıl örgütlenmeli?

İKP’nin geleceğini nasıl görüyorsunuz?

Sezer Şenol: İKP nasıl örgütlenmeliden çok neden örgütlenmesinin üzerinde durulmalıdır. Ülkemizdeki emek-sermaye, akademik-demokratik, kimliklere dayandırılan, mezheplere dayandırılan ayrışma had safhaya varmıştır. Hatta adını sol koyan bazı kurulmakta olan siyasal partiler de

Sezer Şenol: Tarihin akışını belki geçici olarak yavaşlatabilirsiniz ama durduramazsınız. İşte bu bağlamda İKP bir fırsat gibi karşınızda duruyor. Ben katıldım sizler de katılınız. Kartopunu büyütelim, çığ gibi olup tarihe akalım. Hepimize kolay gelsin deyip kucaklıyorum.


POLİTİKA DİSİPLİN

?

Özelleştirmelere, ABD’ye, AB’ye, IMF’ye, NATO’ya, Irak ve Afganistan’ın işgaline karşı çıkmayan, işten atılmaların yasaklanmasını istemeyen bir sol parti olur mu?

“Yeni Sol “ Parti Tartışmaları

Emperyalist/Kapitalist sisteme Karşı Mücadele’den Sistemin “Vicdanı” Olmaya Doğru

Ö

DP’ den ayrılan Ufuk Uras ve arkadaşlarının yeni parti arayışları, SHP ve 10 Aralık Hareketi ile birlik arayışında ilerlerken Ali Balkız ve çevresinin esasta Alevi örgütlenmelerine dayanan hareketi ile buluşmakta ve muhtemel olarak ortak bir partiye doğru ilerlemektedir. Öte yandan DTP’nin kapatılmasından sonra daha geniş bir parti arayışına giren ve daha önce sosyalist bazı örgütler ile “Çatı Partisi” girişimi oluşturan Kürt Hareketi ile ortaklaşma tartışmaları da gündemdedir. Gerçekte hiçbir zaman sosyal–demokrat bir yapı ve çizgiye sahip olmamış olan CHP’nin her zamanki politikalarına ek olarak son yıllarda izlediği milliyetçi/otoriter, anti-demokratik politikalarla siyaset alanında daha da belirginleşen bir boşluk oluşmuştur. AKP’nin giderek yıpranması koşullarında “sistem siyaseti” içinde oluşan boşluğu doldurmaya çalışan birinci hareket Sarıgül’ün girişimidir. Bu hareket Sarıgül’ün yıllardır belediye kaynaklarını kullanarak yarattığı popüler etki yanında egemen sisteme yolladığı şu mesaja dayanmaktadır. “Benim hiçbir ilkem yok, İstediğiniz her şeyi hatta Erdoğan’a bile yaptıramadığınız her şeyi yapmaya hazırım”. Sarıgül’ün girişimini bir kenara bırakırsak tartışma gündeminde olan diğer hareketi “Yeni Sol parti” girişimini ele alabiliriz. Ufuk Uras’ın başını çektiği Özgürlükçü Sol Hareket belgeleri ve bizzat Uras ve hareketin önünde olan kişilerin açıklamaları nasıl bir siyaset arayışı olduğunu önemli ölçüde ortaya koymaktadır.

“Yeni Sol” parti hareketinin sınıf mücadelesi ve kapitalizme karşı tutumu

Neşe Düzel ile röportajında Ufuk Uras “Biz yeni sol partiyi, yurttaşların bir özgürlük, demokrasi, adalet ve vicdan hareketi olarak tasarlıyoruz.” diyor. “Bu sol partinin ekonomi politikası ne olacak? Serbest piyasayı destekleyecek misiniz?” sorusuna karşı “Günümüz dünyasının piyasası küresel bir piyasa. Bu salı pazarı değil ki ben Misak-ı Milli’ye uygun olarak bu pazarı, piyasayı kaldırıyorum diyebilesin. Yapılacak şey, insanları küresel piyasalar karşısında sosyal politikalarla korumak.” diyor.

Ayrıca zaten hareketin önünde olan birçok kişi özelleştirme politikalarına karşı değil.

Emperyalizme karşı mücadele

“Yeni Sol parti” girişiminin şimdiye kadar yayınladığı bildirilerde emperyalizme karşı herhangi bir tutum görülmemekte. Hatta hareketin önünde olanlardan Hüseyin Ergün Taraf gazetesine verdiği demeçte “Bir kere Türkiye’de emperyalist bir güç yok… dünya da emperyalizm tarafından sömürüldüğü için geri kalan hiç bir ülke yoktur” diyor. Hareket Avrupa Birliği’nden yana ve bunu Türkiye’nin “demokratikleşmesi” için çok önemli görüyor. NATO’dan çıkılması, Amerikan askeri üslerinin kapatılması gibi bir talebi yok.

Demokrasi mücadelesi, Kürt ve Alevi Sorunu

Ufuk Uras “AKP’ye muhalefet, ancak daha çok demokrasi, daha çok özgürlük temelinde yapılabilir” diyor. Hareket Kürt hareketinin demokratik taleplerini destekliyor. Alevi hareketi ile ortaklaşmaya çalışan girişim, Ufuk Uras’ın deyimi ile “Aleviler(i) artık siyasi özne” olarak görüyor, onlarla birleşmeyi önüne koyuyor.

Sonuç olarak

Ufuk Uras’ın başını çektiği “Yeni Sol” parti girişimi yukarıda gösterildiği gibi esas olarak solcuları, Kürt hareketini, Alevileri herhangi bir sınıf ayrımı yapmadan “demokrasi ve özgürlük” talebi etrafında birleştirmeyi hedeflemektedir. Yani büyük patron veya toprak ağası olup olmaması önemli değil “solcu” ise veya “Alevi” ise veya “Kürt halk taleplerini” savunuyor ise siyasal birlik mümkün. Kendini bir sınıf/emek siyaseti olarak değil bir “vicdan” hareketi olarak tanımlayan hareketin bu durumda doğal avantajları nedeni ile ezilenlerin değil ezenlerin bir “vicdan” hareketi olacağı açıktır. Tabiî ki bütün düzen partileri gibi o da işçilerden, emekçilerden, yoksullardan, AKP gibi “fakir fukara, garip gureba” dan oy isteyecektir ama onların değil olsa olsa ve eğer varsa “vicdanlı” egemenlerin partisi olacak, sadece emperyalist kapitalist sisteme “sol” dan bir payanda anlamına gelecektir.

Emekçiler ve Yakın Geleceğimiz Ali Çubuk Emekçi kesimlerin sermaye egemenliğine karşı kendiliğinden var olan sınıfsal konumuna karşılık düşen değil onu dönüşümün öznesi haline getirebilecek güçlü, birleşik bir siyasal hareketin ortaya çıkmamasının zaafiyeti, bugünden başlayarak yakın gelecekteki olanakları da hızla tüketmektedir. Bu durumun olumlu bir evreye taşınamamasındaki güçlükleri ve önümüzdeki olanakları anlayabilmek için birkaç dönüm noktasını ve yaşananları ana hatları ile hatırlamak yararlı olacaktır. Eylül 1980 cuntası başta işçiler olmak üzere tüm emekçi katmanların kazanımlarını yok etmiştir. 90’lı yıllara gelinirken kamu çalışanları yoğun bir örgütlenme atağına geçerken, az da olsa kıpırdanan işçi eylemleri başlamıştı. Bunlardan en akılda kalanı bahar eylemleri ve maden işçilerinin Ankara yürüyüşü ve diğer grev ve direnişlerdir. Bu eylemler ayrı bir öneme sahiptir. Ancak bu işçi hareketleri kendi etkisini genişletme fırsatına dönüşmeden, birçok koldan ablukaya alınarak etkisizleştirildi. Bazı sendika liderleri parlamentoya taşınırken diğer kalkışmalar da farklı şekillerde geriye itilerek sonlandırıldı. Yine de işçi hareketinin üzerindeki külleri atması bakımından oldukça önemli sayılmalıdır. Ancak daha sonra, Sovyetler Birliği ve diğer Doğu Avrupa ülkelerindeki ‘’reel sosyalizmin’’ çökmesi ile birlikte, fiili olarak yok edilen sınıf hareketi, ondan daha ağır sayılabilecek küresel bir ideolojik taarruza muhatap kalarak, beklenenden daha fazla olumsuzluğun yaşanacağı bir sürece girmiştir. İşçi sınıfı yarım yamalak yeniden eline geçirdikleri sendikalarda toparlanmaya çalışırken, döneme damgasını vuran, siyasetin kendi gerçeğine aykırı ve aldatıcı konumlanışıdır. Sendikaların bir kısmı direk devletin resmi çekim alanı içerisine girerken geri kalanların büyük bir kısmında ise bürokratik yapılanmalar hâkim olmuştur. Sosyalist hareket ise başını kaldırmaya başladığında, işçi ve emekçi katmanlardan fazlasıyla uzaklaştığını ve güçsüz düştüğünü fark etti. Arayı kapatmak için birden fazla yöntem denendi ve birçok yapılanmaya gidildi. Bu arayışlardaki inat halen devam ediyor. İşçi ve emekçilerden kopuk bulunmanın dezavantajı bu yapıların meşruiyet kazanmasına engel oldu ki bu da doğal olandır. Doğal olmayan bugün halen mevcut durumlarında ısrar etmeleridir. Bir taraftan da, yine o dönemlerde, işçilerin ve tüm çalışanların emek eksenli birleşik kitlesel bir siyasal oluşumun kurulması için bizzat sendika ve işçi önderlerinin içinde bulunması gerekliliğini dile getiren bir anlayış geliştirilmeye çalışıldı. Çoğu sendikanın bürokratik yönetimleri, kendilerine gelen bu öneriyi zamana yayarak çürütme yoluna girdiler. Sosyalistler ise birleşe birleşe ayrıldılar ve kendi etraflarını çizerek yine eski mecralarını korumaya çalıştılar. Bütün bu süreçte, düzen partileri hükümeti ve muhalefeti ile birlikte devlet egemenliğinin tüm araç ve olanaklarını kullanarak dinsel, etnik, bölgesel farklılıkları alabildiğine derinleştirmiştir. Bütün sermayeci hükümetler, bu alanlardaki gerilimleri tırmandırarak yönetmeyi benimsemiş ve uygulamışlardır. Özellikle Kürt kimliğini tanımayarak şiddeti daha da tırmandırmış ve Kürt ve Türk emekçilerin düşmanlıklarını körüklemiştir. AKP, CHP ve MHP sırasıyla Müslüman, laik, milliyetçi sıfatları öne çıkartan politikaları ile toplumu kimlikler üzerinden bölerek yönetmekten fazlası ile başarılı olmuşlardır. Buna karşılık başta işçi ve emekçilerin yaşamsal ihtiyaçlarını öne çıkaran demokratik siyasi projeler, ya hiç gündeme gelmemiş ya da çok etkisiz kalmışlardır. Her ne kadar son dönemde devletin “demokratik açılım”, Alevi Çalıştayı vb. gibi politikaları gündeme taşınmışsa da sermayenin genel krizi artık üstü kapatılmaya çalışılan sınıf temelinde siyaset yapma tarzını yeniden gündeme taşıyacaktır. 29 Mart seçimlerinde, SP ve CHP’nin İstanbul’un emekçi kesimlerindeki oylarını fazlasıyla arttırmaları bu yöndeki gelişmeleri açıkça göstermiştir. Bir taraftan işten atma, sendikasızlaştırma, düşük ücretle çalışmanın, diğer yandan uluslararası piyasanın acımasızlığına bırakılan tarımdaki yoksullaşmanın emekçileri ortak talepler etrafında geliştirilecek politikalara yönelteceği açıktır. Gelişen sınıf eksenli toplumsal yönelime karşılık düşen siyasal seçeneğin oluşturulması için kaybedecek zaman yoktur. Başlamış olan birleşik işçi, emekçi örgütlenmesi işyerlerinde ve köylerde örülmeli ve üretici dinamiklere dayanmalıdır. Kamuda ve diğer işyerlerinde örgütlü bulunan ve kendisini bürokratik sendikacılıktan ayıran duyarlı işçi-emekçi önderlerinin de bu süreçte aktif olmalarının da zamanı geçmektedir. Emek eksenli ve sınıf aidiyetini yaratmaya dönük bu çalışmaların sermayeye karşı ciddi bir siyasal seçeneğe dönüşmesinde, tek tek veya örgütlü bulunan sosyalistlerin rolü vazgeçilmezdir. Kapitalizme karşı verilen kavga, esas itibariyle kitlelerin bizzat kendi mücadelesi ile büyüyecek ve kazanılacaktır. Bunun dışında bulunan hiçbir argüman inandırıcı olmayacaktır, olmamıştır. İşçilerin kardeşliği ve emekçilerin birleşik mücadelesi, emeğin ve özgürlüğün iktidarına giden yolda tek çıkışımızdır. Bu anlayışın geliştirilmesine yönelik İşçi Kardeşliği Partisi’nin yapmış olduğu çağrının hayati önemi ortadadır. Bu çağrının ayırt edici tarafı, sınıfın birleşik mücadelesini temel alan tüm kesimlere ve bireylere sorumluluk yüklemiştir. İŞÇİ KARDEŞLİĞİ

7


SENDİKALARIMIZ DİSİPLİN

Bu direnişin en iyi örneğini Adıyaman tekel işçileri verdi. Adıyaman’da AKP’ye üye 319 TEKEL işçisi AKP’nin de diğerleri gibi patron partisi olduğunu görüp topluca istifa ettiler.

Tekel İşçisi Direnişin Simgesi B

u slogan tekel işçilerinin mücadelesini somutlayan ve Türkiye işçi sınıfının son dönemde en kararlı mücadelesini belirtmesi bakımından da çok anlamlı. Tekel işçileri 15 Aralık sabahından itibaren deyim yerindeyse başkentin buz tutan bürokrasi ve hükümetine karşı direnişlerini yılmadan devam ettiriyorlar. İşçiler Ankara’ya kendi ifadeleriyle söyleyecek olursak “gemileri yakarak” gelmişler ve sonuç almadan gitmeye niyetleri yok. Yarınlarının ne olacağının belirsizliği onlar için ölüm-kalım meselesi durumunda ve bu yüzden kaybedecekleri hiçbir şey yok. Bu yüzdendir ki ne polis engellemesi ne gaz ne soğuk hiçbir şey onların kararlılıklarını gölgeleyemiyor. Sonuna kadar mücadele edip haklarını almadan gitmeyeceklerini bugün bir kez daha dosta düşmana karşı göstermiş durumdalar. Saat 16.00 sularında Sıhhiye’deki Abdi İpekçi Parkı’nda devam ettirdikleri eylemlerine polis önce su sıkarak, sonra gaz bombaları ile müdahale etmiştir. Yaklaşık yarım saatlik hengâmede Tek Gıda-İş Genel Başkanı ve genel merkez yöneticileri ile çok sayıda yönetici üye (yaklaşık 500) gözaltına alınmıştır. Ankara Valiliği işçilere, sendika yöneticilerinin işçileri ortada bıraktığı, alandan kaçtığı yalanını işlemeye çalışmış ancak bu çaba işçiler tarafından boşa çıkartılmıştır. Ankara Valisi Kemal Önal, TEKEL işçilerinin eylemine yapılan polis müdahalesiyle ilgili, “Eğer bu müdahale olmasaydı sizleri, bizleri, çok daha fazla meşgul edecek sıkıntılı günler

Röportaj:

İşçi Kardeşliği: Eyleme hangi ilden geldiniz ve nerede çalışıyorsunuz? Halise: İstanbul’dan, Cevizli Tekel Fabrikası. Mehmet: Diyarbakır’dan, Yaprak Tütün işletmesi Müdürlüğü İşçi Kardeşliği: Çalıştığınız işyerinde çalışan sayısı kaç ve ne kadarı bu eyleme katıldı? Halise: Cevizli’de eskiden 5000 kişi çalışıyordu ancak işçi alınmaması, zorla emeklilik vb. yöntemlerle bu sayı şimdi 700 kişiye kadar düşürülmüş durumda. 700 kişinin 700’ü de bu eyleme katılmış durumda. Mehmet: Bizim işyerinde çalışan sayısı 560. Çoğu işçi arkadaşım bu eyleme katıldı.

bekliyordu” dedi. Önal, “Söylememize rağmen işçilerimizin sahipsiz kaldığını gördük ve yan unsurlar bu eyleme destek vermeye başladılar. Aldığımız bilgilere göre, diğer illerimizden de Ankara’ya gelip bu eylemi çok daha kalıcı yapma durumu ortaya çıktı. Buna tabii ki müsaade edemezdik. Şu anda çok şükür, ne polisimizde ne vatandaşlarımızda yaralanma, can ve mal kaybı yoktur. Üzüntümüz vardır, keşke sözler dinlenseydi ve müdahaleye gerek kalmasaydı. Ama unutulmamalıdır ki burası Türkiye Cumhuriyeti’dir, kanun devletidir, hukuk devletidir, kanunları gereği gibi uygulamak da bizlere verilen görevdir” dedi. Müdahaleye rağmen parkın çeperinden ayrılmayan işçiler, daha sonra TÜRK-İŞ genel merkezi önünde toplanmaya başlamışlardır. İşçiler burada hem gözaltıların serbest bırakılmasını (bırakıldı) hem de TÜRK-İŞ’in kararını bekliyorlar. İşçilerle dayanışma için siyasi çevreler ve KESK, DİSK, TMMOB 18.00’de Sakarya’da basın açıklaması yaptıktan sonra TÜRK-İŞ’e geldiler. Tekel işçileri bu dayanışma sonrası moralleri daha da yükselerek beraber sloganlar haykırdılar. “Tekel işçisi yalnız değildir” “Tekel işçisi direnişin simgesi” “Tekel halkındır, Tayip satılık” “Ölmek var, dönmek yok” “Ekmek davasındayız, Türkiye sevdalısıyız” “İşçi düşmanı AKP istifa”

İşçilerin ekmek davasında birlikteliği ve ‘sağcısının da, solcusunun da, baş örtülüsünün de’ aynı sloganları haykırdığını görmek mümkündü Tekel işçilerinin eyleminde. Aynı şekilde Bitlis’ten gelen Kürt işçi ile Tokat’tan gelen Türk işçisinin birlikteliği vardı meydanda. İşte bu birliktelik değil midir AKP’yi titreten, egemenlerin belirleye geldiği gündemi alt üst eden. İşçi sınıfının örgütlü (belki de son kale) olduğu bir alanda bundan aldığı güçle sonuna kadar mücadele eden Tekel işçileri, Ankara’nın soğuk rüzgârını patronlara doğru estiriyor. Ve buz tutuyor resmi yalanlar. Buz tutuyor kokuşmuş bürokrasi. Tekel işçileri öyle bir açıklıkla mücadelelerini ortaya koydular ki sözde muhalefet partileri de alanda boy göstermek

durumunda kaldılar. Onlar da ‘tehlike’nin farkındalar. Eğer bu süreç işçi sınıfının birleşik mücadelesini ateşleyen fitil olursa onlar da yanacaklar. Biliyorlar ki Özal hükümeti ile AKP’nin aynı akıbeti paylaşma riski var. Evet, düğümün esas çözümü birleşik mücadelede. 25 Kasım grevini gerçekleştiren kamu emekçilerinin hükümetten grev hakkını ve TİS’i almaya gücü şimdilik yetmiyor. Tekel işçisinin de istediklerini ne kadar alabilecekleri şimdilik muğlâk. Bu süreci büyüterek genişletemezsek işçi sınıfı daha büyük yıkımlar yaşayacak ve sonunda tekel işçileri de kaybedecektir. İşçi sınıfının mücadelesini ortaklaştırması ve belki de genel greve gidecek süreci örgütlemesi tek çıkar yol olarak karşımıza geliyor. Sendika yöneticileri üzerlerine düşeni yapıp bunu sağlamak durumundadırlar. 17 Aralık 2009

15 Aralık’tan bu yana beş gündür Ankara’da hak alma mücadelelerini yürüten tekel işçilerinden Halise ve Mehmet ile görüştük.

eylemlerimize rağmen özelleştirmesinden sonra sendikamızla sürekli diyalog halinde süreci değerlendirdik. Bizim işyerlerimizin kapanacak olması, dolayısıyla bizleri başka kurum ve kuruluşlara 4-C’li olarak göndereceklerinin bilgisine sahip olduktan sonra süreç başladı. Bizler başka kurumlara özlük haklarımızın korunması koşuluyla geçeceğimizi, bunun dışında bir seçeneği kabul etmeyeceğimizi dile getirdik. Ben 21 yıllık bir işçiyim eğer 4-C’li olarak başka bir yere gidersem bu kadar yıllık emeğim boşa gidecek. Bizlerin asıl mağdur olacağı nokta burası. Mehmet: Sendikamız bize bakanlığa 3 seçenek önerdiğini söyledi. Birincisi özlük haklarının korunarak geçişin sağlanması, ikincisi 4-B’li olarak geçme ve üçüncüsü 4-C’li olarak ancak 12 ay çalışma, en düşük memur maaşına endeksli (1200 TL) ücret ve sendikalı olmanın garantisinin verilmesi koşuluyla. Halise: İşçiler olarak sendikanın bu önerisine karşı çıktık. Özlük haklarımızın korunmasının sağlanması için Ankara’da eylem yapılması konusunda ısrar ettik. Bundan sonra Ankara yolu göründü.

İşçi Kardeşliği: Ankara’ya gelme sürecinizden bahseder misiniz?

İşçi Kardeşliği: Ankara’ya gelirken bu kadar polis baskısı ve hükümetin ısrarla duymazdan gelmeye çalışmasını bekliyor muydunuz?

Halise: Hükümetin fabrikalarımızı bütün

Halise: Bizler evdekilerle helalleşerek

8 İŞÇİ KARDEŞLİĞİ

“Birleşe birleşe kazanacağız” vb.

ayrıldık. Ne olursa olsun haklarımızı almadan dönmemek konusunda yemin ettik. İstanbul’dan Ankara’ya engellemeler yüzünden 12 saatte gelebildik. Açıkçası polisin bu kadar sert müdahale edeceğini beklemiyorduk. Bu durum bizleri üzse de sonuna kadar, hakkımızı alana kadar mücadelemizi yürütme isteğimizi pekiştirdi. Mehmet: Yapılanlar bizim ilk kez gördüğümüz şeyler değil. Hatırlarsanız 18 Şubat 2008’de Tekel özelleştirilmesine karşı da sendikamız eylem yapmıştı. Şubatın soğuğunda bizlere su sıkılmıştı. İşçi Kardeşliği: Yeri gelmişken soralım. Sendikanızın özelleştirme sürecindeki mücadelesi sizce yeterli miydi? Mehmet: Bence elinden geleni yaptı. Halise: Mücadele ettik ama daha fazlası yapılabilir miydi diye düşünüyorum. Sendika yöneticilerimiz önce BAT (BRITISH AMERICAN TOBACCO) buraya giremez deseler de sonra BAT ile görüşerek anlaştı. Gerçi o süreçteki eylemlere fabrikalar destek verdi, ne yazık ki yapraktakiler yeterince sahip çıkmadılar. İşçi Kardeşliği: Peki, şimdi olan duruma yeterince sahip çıkabilecek mi? Halise: Sahip çıkmak zorunda. Bizler olmazsak sendika da olmaz. Bir bakıma sendika da varolma savaşı veriyor, o yüzden mücadeleyi daha fazla sahipleniyorlar.

İşçi Kardeşliği: Son derece hoşgörülü ve demokrat görünen hükümet sizlere neden bunları reva görüyor? Bu konuda düşüncelerinizi öğrenebilir miyiz? Mehmet: Ben seçimlerde AKP’ye oy vermiş birisi olarak şimdi kahroluyorum. Nasıl oldu da bu partiye oy verebilmişim diye. Hükümet güya açılım yapıyor gerçek açılım burada. Türkiye’nin her yerinden işçi var. Gelsin de görsün. Halise: Bizlerin mücadelesiyle AKP’nin maskesi düştü. Emeğin, işçilerin karşısında olduğunu cümle âlem gördü. İşçi Kardeşliği: Son olarak neler söylemek istersiniz? Halise: Hakkımızı alana kadar Ankara’dayız. Mehmet: Ölmek var, dönmek yok.


POLİTİKA DİSİPLİN

Amerikan emperyalizmini, patron düzenini, toprak ağalığını yıkacağız.

Türkiye’de Gençliğin Önemi Ulaş Üstündağ /EGE Üniversitesi/ İzmir İKP

T

ürkiye yakın tarihi içindeki toplumsal hareketlerin başında genellikle gençlik kitlesi bulunmuştur. Gençlik, içinde barındırdığı dinamizm ile kitlelere önderlik yapabilecek bir konumda ve toplumsal bilinci uyandırabilecek bir yapıda bulunmaktadır. Bir toplumda da zaten aydınlığı ilk hissedebilecek olan ve yenileşmeye en açık olan toplumsal grup gençliktir. Bunun en güzel örneği Türkiye yakın tarihindeki 68 devrimci gençlik hareketidir. Devrimci gençliğin bir başkaldırış hareketi olan 68 günleri, Türkiye’de sınıf bilincinin uyandığı ve emperyalizme karşı yoğun bir savaşın verildiği yıllardı. Bu yıllarda toplumsal hareketin ve sınıf bilincinin uyanmasında başı çeken hep Türkiye gençliğiydi. Bu yıllarda sınıf bilinci ilk olarak gençlerde uyanıyordu. Öğrenci gençlik Marksist eserleri ve devrimci önderlerin eserlerini yoğun bir biçimde okumaktaydı. Toplumsal aydınlanma gençlik kitleleri üzerinde dolaşmaktaydı. Sınıf bilinicinin uyandığı gençler, toplumsal hareketlerin başını çekmekteydiler. Bu yıllarda gençler demokratik üniversite talepleri ile birçok üniversiteyi işgal etmişlerdi. Daha sonra gençler sınıf bilincini işçi ve köylü kitlelere aktararak devrimin öznesi olan kitleleri harekete geçirmeyi başlamışlardı. Gençlik yoksul köylülerin toprak ağalarına karşı vermiş olduğu savaşımı desteklemekte ve işçilerin grevlerine katılmaktaydılar. Emperyalizme karşı tam bağımsızlık bayrağı yine gençlerin ellerindeydi. Vietnam’ın kasabı Commer’ın arabasını yakan yine gençlik kitlesiydi. Katil 6. Filoyu denize döken ve Türkiye topraklarına yaklaştırmayan yine gençlerdi. Yurdun birçok yerinde emperyalizme karşı tam bağımsızlık yürüyüşü düzenleyenler yine gençlerdi. Emperyalist-kapitalist sistemin baş düşmanı gençler olmuştu. Halkın ekmeğini ve yurdun ay yıldızlı esir bayrağını savunan gençlerdi. Türkiye egemen sınıfı ve emperyalist sistemin baş aktörleri, elbette bu başkaldırış karşısında boş durmadılar. Egemenler gençleri pasifize etmek için yoğun bir karşı ideolojik savaşımın içine girdiler. Karşı ideolojik savaşımın ilk ayağında gençleri susturmak vardı. Bunun için NATO bünyesinde kurulan kontrgerilla örgütlenmesini gençlerin üzerlerine saldılar. Karşı görüşten olan gençler devrimci gençlerin üzerine salınmakta ve bizzat bunun için Amerikalıların finanse ettiği kontrgerilla kampları kurulmaktaydı. Gençlerin birbirini öldürmesi yani kardeşinkardeşi vurmasına egemenler çok sevinmekte hatta iti ite kırdırdık diyerek yaptıkları kirli savaşla övünmekteydiler. 12 Mart darbesi ile de aralarında Deniz Gezmiş gibi devrimci önderlerin bulunduğu gençler darağacına gönderilmekteydi. Gençler sokak çatışmalarında eriyip gitmekteydi. Karşı ideolojik savaşımın birinci ayağında ölüm vardı fakat ikinci ayağında ise yoğun bir psikolojik savaş yatmaktaydı. Karşı ideolojik savaşın ikinci ayağı aydınlığı alnında ilk hisseden gençlerin kapitalist sistemin köleleri haline getirilme-

leri yatıyordu ve bunun için de kapitalizmin bütün kirli oyunlarına başvuruldu. Öldürme ve işkenceden geçirme egemenleri tatmin etmiyordu. Verilecek ikinci savaşta ise gençlerin uyuşturulması ve gericileştirilmesi yatmaktaydı. Bunun bedelini ise Türkiye halkı 12 Eylül ile ödemek zorunda kalmıştı.12 Eylül politikaları ile gençliğin aydınlanması söndürülmeye çalışılıyordu. Bu politikaların yansıması günümüzde “ne olacak bu gençliğin hali” sorusuna eşitti. 12 Eylül ile gençler pasifize edilmekteydiler. Gençlere dayatılan kültürel ortam ve 12 Eylül politikalarıyla yeniden yapılandırılan eğitim sistemi ile gençlere kapitalist sistemin ruhunda olan bireycilik ve bencillik aşılanıyordu. Bu tarihten sonra gençler hızlı bir biçimde kültürel yabancılaşma ve apolitikleşme sürecine girmekteydiler. 68’teki devrimci hareketin devinimci gücünün gençler olduğunu bilen egemenler, saldırılarını gençler üzerinde yoğunlaştırmışlardı. 12 Eylül darbesinin bir ürünü olan YÖK aracılığı ile de bu politikalar üniversitelerde uygulanmaktaydı. YÖK kurulduktan sonra ilk icraatı üniversitede ne kadar ilerici ve devrimci unsur varsa onları tasfiye etmek olmuştu. Kısacası 12 Eylül ile gençlik kitlelerinin hafızası silinmiş, kendi hakları için mücadele etmekten korkan ve başarıyı ancak sıra arkadaşının üzerine basarak ulaşabileceğine inanan kayıp kuşaklar yaratılmıştı. Günümüzde ise bu politikalar sonucu yetişen gençlerin durumu sistemin elde ettiği başarıları göstermektedir. 68’li yıllardan aldığımız ders ise bize ne kadar sosyalist mücadelenin öznesi işçi sınıfı ise devinimci gücünün de gençlik olduğunu göstermektedir. Çünkü toplumu sosyolojik olarak da incelediğimizde toplumun en hareketli ve mücadeleci grubunun gençlik olduğunu görmekteyiz. Sınıf mücadelesi açısından ise gençliğin geleceğin proleter tabakasını oluşturacak olduğunu bilmesi çok önemlidir. Toplumumuzun şuandaki durumunda ise gençler bir kimlik arayışı içindedir. Kimlik bunalımına düşen gençler ırkçı ve dinci yapılanmada yani karşı devrimci güç içerisinde yer almaktadır. Kentlerin varoşlarında ve yoksul mahallelerinde oturan bu gençler mafya-tarikat iktidarlarının birer tetikçisi durumundadır. Kültürel yabancılaşmanın da en çok hissedildiği orta sınıf gençliği ise apolitikleşmenin içerisindedir. Bu gençler kendi bencillikleri içerisinde sistemin köleleri durumundadırlar. Türkiye gençliği bugün ise artık bir seçim yapmak zorundadır. Çünkü bugün Türkiye halkı tarihsel mücadelelerle kazandığı bütün kazanımları kaybetme noktasındadır. Küresel sermayenin işbirlikçi iktidarları ile Cumhuriyetin tasfiyesi ve emekçilerin sosyal kazanımlarının kaybı söz konusudur. Kısacası bugün bıçak kemiğe dayanmıştır yarın ise çok geç olacaktır. Türkiye gençliği bugün tam bağımsızlık ve sosyalizm mücadelesinin bayrağını tekrar eline almak zorundadır. Bunun için de örgütlenmek lazımdır. Tekrar emperyalizme ve Türkiye egemenlerine meydan okumak lazımdır.

Gerçeğin Işığı M. Cemil Ozansü

Her rütbeden askere siyasi hürriyet

Türkiye altmış beş yıldır NATO üyesi olarak ABD’nin bölgede güvenilir bir müttefikidir. Türk Silahlı Kuvvetleri de senede birden fazla defalarda gerçekleştirilen müşterek tatbikatlarda ve son örneği Afganistan’da sergilenen sınır ötesi NATO harekatlarında aktif rol alan bir ulusal ordudur. Kısacası Türk ordusu, NATO kuvvetleri ile dışsal organik bir bağ içerisindedir. Buna rağmen emperyalizmi tedirgin eden nedir? Neden AKP yönetimi, başka bir ifadeyle emperyalizmin Ortadoğu’daki baş taşeronu olan Erdoğan ekibi, böylesi müttefik bir ordunun kurumsallığını yıpratacak derecede saldırgan bir biçimde onun üzerine gitmektedir? Her gün haberlerde yaratılan darbe, suikast ve komplo iddiaları ile bir cadı avı başlatma gereği hissediyor. Cevap basit: Türkiye’nin göreli bağımsızlığını daha kısıtlayacak ve emperyalizmin devletin yapılanmasındaki kurumsal pozisyonunu kuvvetlendirecek olan yeni bir Anayasa hedef alınmaktadır. Saddam’ın devletinden farklı olarak Türkiye Cumhuriyetinde gerçekleştirilecek olan bu plana milli ordu eklemlenmeden, ordu buna ikna edilmeden böylesi bir dönüşümün mümkün olabilmesi söz konusu değildir. Bu sebeple emperyalizm, TSK içerisindeki ayrık otları temizlemektedir. “Açılım”ın amacı Kürt hareketini ABD gemisine yarı zorla yarı gönüllü bindirmektir. Benzer bir hedef TSK bakımından söz konusudur, TSK olmadan emperyalizmin planı uygulanamaz. Emperyalizmin bu saldırısına karşı ancak demokratik taleplerle karşı koyulabilir. Liberaller “askerin siyaset yapmamasından” söz ediyor ve bunu “hukuk devleti” adına kutsuyorlar. Halbuki dDemokrasinin temeli askerin siyaset yapabilmesidir. Bunu hem milli tarih, hem de dünya tarihi pek çok defa ispat etmiştir. Bu sebeple asker kişiler bakımından mevzuattan kaynaklanan siyaset yasağı kaldırılmalı ve ordu mensupları adına sadece Genelkurmay Başkanlığı tarafından açıklama yapılmasına dönük kısıtlayıcı teamüller terk edilmelidir. Tüm subaylar ve astsubaylar, hâkimlerin ve savcıların icat ettikleri gibi bir öz örgütlülüğe kavuşturulmalı, sendika kurmalarına izin verilmelidir. İçinde siyaset yapılabilen ordular, camiler ve okullarda ancak demokrasi gelişebilir. Aksi halde insanlar bürokratların, ABD taşeronlarının hızla denetimine girecek ve ülkemizin kısmi bağımsızlığı da ortadan kaybolacaktır.

İŞÇİ KARDEŞLİĞİ

9


DİSİPLİN KAMPANYA

Abdülhalim Demir/ Kot Kumlama İşçileri Dayanışma Komitesi Üyesi

T

ürkiye’deki emek mücadelesi, 80’lerde aldığı darbeden sonra giderek etkisizleşmiştir. Günümüzde sendikalar yok olmaya yüz tutmuştur; hükümetlerin işçiler üzerindeki politikalarına göz yumulmuş veya yeterince direnilememiştir. Şirketlerin işi taşeronlara bölerek işçilere karşı olan sorumluluklarından sıyrılmaları, taşeron şirketlerin işçilere karşı tutumu gibi nedenler, işçiler arasındaki güveni de yok etmiştir. Bizler, yani işçiler, emeğe ve emekçilere bunun reva olmadığının bilincine 43 arkadaşımızı kaybederek vardık. Gönüllü doktorlar ve avukatların bir araya gelerek bizi topladıkları ve haklarımızı anlattıkları günden bu güne bayağı yol almış bulunuyoruz. En azından örgütsüz bir işçi sınıfının bir hiç olduğunun bilincindeyiz. Bu yüzden destekçilerimizle beraber Kot Kumlama İşçileri Dayanışma Komitesini kurarak mücadeleye başladık. Çeşitli panellere, toplantılara, etkinliklere katılarak sorunlarımızı dile getirdik. Bazen basın açıklaması, bazen eylem, söylemesi acıdır ama bazen de ölerek bu mücadeleyi duyurduk. Mücadelemezi bütün medya organları gündemlerinin arasına aldı. Kimi haber değeri taşıdığı için, kimi de duyarlılığıyla yapılan haksızlığa dur diyebilmenin sesi olmak için yer verdi bize. Alman Devlet kanalları bir ay boyunca haber yaptılar. Fransa’nın en saygın gazete ve dergileri haberlerinde görünmeye başladık. Üniversite öğrencileri kendi imkânlarıyla bizim sorunumuzu belgesel haline getirdiler. Aslında bizim sorunumuz “devlet” sorunuydu. Devlet kendi sorununu çözemediği için biz bu hale gelmiştik. Eğer devlet kendi sorununu çözebilseydi, yetkili organlarını işletebilseydi, bu tür iş yerleri olmayacaktı veya bizi insanlık dışı koşularda çalıştıramayacaklardı. Belki de insanların bu kadar bize sahip çıkmalarının sebebi, devletin kendi sorununu bir türlü çözememesindendi. Hala da sorununu çözememiştir ve hatta sorunun mağduru olan kot işçilerinin mağduriyetini “gidermemek” için adeta çaba gösteriyor. Kot Kumlama İşçileri Dayanışma Komitesi olarak bu sorunun çözümü için S.G.K kurumunda adeta kapı kapı dolaştık. İstanbul İl Sigorta Müdüründen tutun da S.G.K başkanına kadar bu işyerlerinde çalışıp meslek hastalıkları hastanelerinden meslek hastalığı teşhisi alanların, sigortalılıklarına bakılmaksızın maluliyet haklarının verilmesini talep ettik. Zira bu hastalığın işe bağlı olduğunu dünya kabul etmişti. Ancak bize verilen cevap, mevcut yasalarla bunun yapılmasının mümkün olmadığı ve bununla ilgili yeni bir yasal düzenlemenin yapılması gerektiğiydi. Çalışma Bakanlığı’yla da görüşmemiz, yine bu

10 İŞÇİ KARDEŞLİĞİ

talebimiz üzerineydi. Sayın bakan bizden ulaştığımız hasta işçi listelerini istedi ve çözümü için çaba sarf edeceğini söyledi. Listeleri hemen göndermemize rağmen, halen bir cevap alabilmiş değiliz. Talebimiz doğrultusunda bir yasal düzenlemenin olabilmesi için 550 milletvekiline mektup yolladık. Mektubumuzda hem bilgilendirdik hem de vahim olan bu sorunun çözümü için bir kanun çıkartmaları talebinde bulunduk. Bu talebimize Başbakanlık Halkla İlişkiler Daire Başkanlığı’ndan şöyle bir cevap geldi. “Başbakanlık İletişim Merkezi’ne yapmış olduğunuz müracaatınız incelenmiş ve gereğinin yapılması için aşağıdaki kurum/kurumlara iletilmiştir.

Müracaatınızın durumunu Bimer tarih ve sayısını www.basbakanlik.gov.tr adresindeki Bimer logosunu tıklamak suretiyle ulaşabileceğiniz sorgu ekranına girerek veya Alo150 hatını arayarak öğrenebilirsiniz. Bimer tarih ve sayısı 03.11.2009/325274.” Bu nasıl bir incelemeyse, talep ettiğimiz bir yasal düzenlemeyi, şikâyet olarak algılıyor ve Bimer’e yolluyorlar. Herhalde hiç okumadan yolladılar. Çünkü İstanbul Bimer’den beni aradılar ve evrakınızda işyeri adresi yok, işlem yapamıyoruz dediler. Ben de bizim Bimer’e herhangi bir başvuruda bulunmadığımızı, eğer adresler lazımsa Çalışma Bakanlığı’nda mevcut olduğunu söyledim. 550 milletvekiline mektup yazarak sorunumuzu anlattık. Ancak buna istinaden telefondaki ses bana, Başbakanlığın mektubumuzu Bimere’e gönderdiğini ve bu şekilde işlem yapılamayacağını söyleyerek, telefonu kapattı. Sorunu çözmek için kimse yanaşmıyor, kurumlar hep birbirine havale ediyorlar. Meclisten beş-altı milletvekili ve Sağlık Komisyonu Başkanlığı’ndan randevu alarak ziyaretlerine gittik. Makamlarında ziyaret etiğimiz milletvekillerinin hepsi olumlu yaklaştı. “Bu devletin ayıbıdır ve çözmelidir” dediler. Ancak asıl sorunu çözecek ve gerekli yasayı hazırlayacak Sağlık Komisyonu Başkanı’nın yaklaşımı çok

farklıydı. Bizlere, daha önce bununla ilgili gereken yapılmıştı. Eski Çalışma Bakanımız Faruk Çelik, bir gün dahi sigortası olanların maluliyet haklarının verileceğini duyurmuştu. Ben de kendimi örnek gösterdim. Sigortalı olduğum ve başvurduğum halde üç yıldan beri maluliyet hakkım verilmemişti. Siz “sigorta yeterli” diyorsunuz ama müfettişleriniz iş yerinde fiziki koşul tespiti istiyor. Bana “sen istisnasın, burası Türkiye, bazen evraklar 20 yıl postada bekler ama er geç sorunun çözülecek” dediler. Temel isteğimiz, bu işçilerin yüzde 95’inin sigortasız ve işyerini tespit edemez durumda oldukları için hakem hastaneye tayin edilmesi ve orada meslek hastalığı teşhisi alanların sosyal güvenlik haklarının verilmesiydi. Bununla ilgili bir yasal düzenleme yapmalarını talep ettik. Böyle bir şeyin istismara çok açık olduğunu; örneğin Almanya’da madenlerde çalışıp silikozise yakalanan işçilerin dahi gelip onlara kot kumlamada çalıştıklarını söyleyerek, hak talep edebileceklerini dile getirdi. Oysa madenlerde 20–30 yıl çalıştıktan sonra silikozise yakalanılıyor ve bu anlaşılıyor. Ancak kot kumlamada çalışan işçilerin hepsi 20’li, 30’lu yaşlarda ve çoğu ağır silikozis. Devletin bu sorunu çözmesi gerektiğini, bu insanların denetimsizlikten bu hallere geldiklerini anlattık. “O zaman devlet bütün hastaları emekli etmelidir. Böbrek hastası da mağdurdur, kalp hastası da, sadece silikozis hastalarına özel birşey yapılamaz”. Orada bulunan ve bize eşlik eden Bingöl milletvekili, kendisiyle aynı görüşte olmadığını hasta işçileri gördüğünü ve hepsinin genç yaşlarına rağmen ölüme adım adım gittiklerini söyledi. Sağlık Komisyonu Başkanı da ‘O zaman bakanla görüşün, bana silikozis eşittir emeklilik desinler, ben de ona göre düzenleme yaparım’ dedi. Bizler de 15–20 gün sonra tekrar Meclis’e gitmek üzere ayrıldık ve sorunumuz çözülene kadar mücadeleye devam edeceğiz. Çünkü biz kimsenin lokmasından kes bize ver demiyoruz, haklı olarak hakkımızın verilmesini istiyoruz. Kot Kumlama İşçileri Dayanışma Komitesi olarak Bingöl’de, Diyarbakır’da toplantılar düzenledik işçi arkadaşlarımızla bir araya geldik. Hepsinin öncelikli söylediği: “Dayanacak durumda değiliz. Ankara’da çadır kurup ölümüne eylem yapalım. Bunu en çok oksijene bağlı hastalar istiyor. Biz oksijen tüplerimizle gelmek istiyoruz. Zaten öleceğiz, ha burada öldük ha orada, en azından haklarımızı alırız da bizden sonrakiler huzurla yaşar”.

Ve galiba çözülmezse onu da yapacağız: yani çadır kurup Ankara’ya ölmeye yatacağız! Bu yazı İş’te Sosyal Güvenlik Dergisinin 2009 Aralık sayısından alınmıştır.


ULUSLARARASI DİSİPLİN

Afganistan’a asker akmaya devam ediyor

Afganistan Çıkmazı Afganistan Radikal Solu’na göre, Afganistan’a daha fazla ABD askeri gönderilmesi hem Afgan hem ABD halkı için bir felaket olacak.

A

BD/NATO’nun Afganistan’da oluşturduğu trajik ve barbar savaş makinesi Afgan halkının kanıyla ve ülkede mevcut emperyalist devletlerin askerlerinin kanıyla beslenmeye devam ediyor. ABD’de, Kanada’da, Avrupa’da ve Afganistan’daki savaşa katılan diğer ülkelerde yapılan bir kamuoyu araştırmasına göre halkların çoğunluğu savaşa karşı. Bu insanlar askerlerinin Afganistan’daki bu felaket misyonuna katılmasından da memnun değil. Sadece iktidardaki küçük bir azınlık savaşı ve kanlı trajediyi destekliyor ve kendi kirli çıkarlarını gözetmek uğruna yağmaya, öldürmeye ve başka ulusları yıkmaya başvuruyor. Bunu yaparken kendi ülkelerinin vatandaşlarını da hem asker olarak hem de finansal kaynak sağlayan vergi mükellefleri olarak sömürüyorlar. Afganistan için de aynı durum geçerli. Afganistan’da yalnızca yozlaşmış üst düzey yetkililer, savaş ağaları ve mafya grupları, emperyalist efendilerden daha fazla destek ve asker istiyorlar, böylece yasadışı yollardan edindikleri zenginliklerini korumayı hedefliyorlar. ABD/ NATO’nun Kabil’de kurduğu yozlaşmış ve suça bulaşmış mafya rejimi bir parazit gibi yaşıyor, tüm desteğini ABD/NATO’nun işgal kuvvetlerinden alıyor. Bu kesim sekiz yıllık işgal boyunca müthiş derecede zenginleşti.

ve işkence yaygınlaştı. Yeniden inşa Afgan yurttaşlarının çoğunluyerine, bombardımanla ve köylerin ve ğu - özellikle 2005’ten beri - ABD/ mal mülkün yıkılmasıyla karşılaştı. NATO’nun saldırgan misyonuna ve Afganistan’da bulunmasına cidDolayısıyla, ülkedeki 100.000 di biçimde karşı çıkıyor. Bu acıABD/NATO askeri ve 200.000 kişilik masız ve medeniyetsiz askerlerin Afgan polis ve asker kuvveti hiçbir Afganistan’daki varlığının ülkedeki olumlu gelişme getirmedi. Bu yüzden, güvenlik 40.000 sorununu yeni ABD ağırlaştıraskerinin dığını, teve muhmel insani temelen ihtiyaçların 5.000 yeni karşılanAvrupa masını askerinin zorlaştırülkeye dığını, aygönderilrıca bütün mesi de altyapıya Afgan halkı ciddi zarar için sadeverdiğini ce hüsran düşünüanlamına yorlar. gelecek. “Dikkat: Afganistan!” Renkli Emperyalist vaatlerin ve ülkeler, yağmaAfganistan’ı cennete çevirme hayalle- cılıkları ve gözü dönmüşlükleriyle rinin altındaki sahtekârlık kısa sürede stratejik çıkarlarını gerçekleştirmek ortaya çıktı; artık halk “demokrasi, için, savaşı başka bölgelere yaymaya barış, insan hakları ve yeniden inşa” çalışıyor, böylece bir insanlık dramıgibi şekerli sloganlara kanmıyor. Afna, daha fazla kurbana ve milyonganistan halkı sekiz yıl boyunca ABD/ larca insanın kanının dökülmesine NATO karşısında demokrasi talep neden oluyor. Yağmacı emperyalistler etti ama tek gördüğü barbarlık oldu. bir bidon petrol için beş bidon kan Barış istedi, ama savaşa ve güvenlidökmeye hazır. Yeni ABD/NATO ğin kaybolmasına tanık oldu. İnsan kuvvetleri Afganistan’ın Pakistan, hakları istedi, ama masum kadın İran ve Orta Asya sınırlarına yerleşve çocuklar öldürüldü, hapse atma tirilecek ya da buradaki mevcutların

Nazım Hikmet özelleştiriliyor mu?

Hayatını sosyalizm ve sınıf mücadelesine armağan eden Nazım Hikmet kimin malı(!)? T ürkiye’de eli kanlı faşizmin önderi Alpaslan Türkeş’in: “En sevdiğim aşk şairi.” diyerek 12 Eylül sürecinin depolitizasyonuna hizmet etmesinden sonra bir Nazım Hikmet sevdası aldı başını gidiyor... AKP’li bakanlar, milletvekilleri; Moskova gezilerinde onun mezarını ziyaret ediyor ve mezarın Türkiye’ye getirilmesi gerektiğini söylüyorlar. Özgürlükçü Türk solcuları da sevinç gözyaşlarıyla bunu alkışlıyorlar. Hayırlı olsun! Bu süreç ne Türkiye’de ne de dünyada yeni değil: Kapitalizm

her şeyi metalaştırarak yabancılaştırıyor. CHE bunun en tipik örneği. Uluslararası sermaye ve onun güçlü ideologları, 68 Hareketi’ni ve onun kalıntılarını temizlemek için her türlü bombardımanı yapmaktan geri durmuyorlar. CHE tişörtleri, şapkaları, postalları en ünlü markaların vitrinlerinde yerini alıyor; Motorsiklet Günlüğü gibi filmler sinema sanayini besliyor. Bu maceracı genç çocuk (!) onlar için zamanı gelince yapılan ve büyüklerce hoş görülmesi gereken yaramazlığıyla bir hümanist olarak sunuluyor

ve giderek pıhtılaştırılıyor... Nazım Hikmet’in yapıtları varislerince bir bankaya (Yapı ve Kredi Yayınları) teslim ediliyor ve artık ömrü boyunca sermayenin haklı bir hışmına uğramış sosyalist sanatçı, yine oligarşinin vitrinlerindeki yerini alıyor. Buna karşı Türkiyeli sosyalistler ne yapıyorlar? Diz çöküp ağlıyorlar mı, yoksa hiç umursamıyorlar mı? Hangisini yaparlarsa yapsınlar sonuç değişmiyor. Değişmiyor; çünkü Türkiyeli sosyalistler sermaye ile karşılaşmanın değil, barışmanın yollarını arıyorlar...

yerine geçecek. Açıkçası yeni 45.000 askerin Afganistan değil Pakistan’daki savaşa katılması beklenmeli. Savaş ve istikrarsızlık şimdiden Pakistan’a ulaştı; ABD/NATO kuvvetleri Afganistan sınırındaki ve Pakistan topraklarındaki direniş güçlerine karşı düzenli kara ve hava operasyonları gerçekleştiriyor. Bölgesel bir nükleer güç haline gelmeye çalışan İran’a karşı ABD’nin sergilediği düşmanca tutum da diplomatik gerilimin askeri saldırıya dönüşmesine neden olabilir. Kuzey Afganistan’daki yeni direniş dalgalarını bahane eden ABD/ NATO, isyan bastırma iddiasıyla, Orta Asya ülkeleri sınırlarına daha fazla asker gönderebilir, hatta bu ülkeleri istikrarsızlaştırmaya ve askeri müdahaleye giden yolu açabilir. Dolayısıyla, Obama yönetimi, dünyadaki gerilimi ve savaş çığırtkanlığını azaltmak şöyle dursun, ABD hükümetini çürümeye götüren G.W. Bush’un izinden gidiyor. Elbette bu tehlikeli oyun ve ABD hükümetinin kendi halkını şimdiden askeri, ekonomik ve sosyal krize götürmüş olan dünya savaşı stratejisi, Amerikalı yurttaşlar, işçiler ve gençler arasında öfke ve isyana yol açacaktır. Afganistan halkı ABD/NATO ordularını ülkede ve bölgede barbarlık yaratan bir işgal kuvveti olarak görüyor. Bu kuvvetlere misafirperverlik gösterilemez. Afganistan halkı düşüncesinde yalnız da değil; ABD/NATO emperyalistlerine karşı yürüttükleri meşru direnişte dünya işçilerinin ve gençlerinin desteği ve dayanışmasının yanlarında olduğundan eminler. ABD ve Avrupa halkı oğullarının ölmesine ve dünyadaki kirli ve sonsuz savaşlar için bedel ödemeye daha fazla katlanmayacak. Yalnızca işgal altındaki ülkelerde ve emperyalist ülkelerdeki ezilmiş halkların, işçilerin ve gençlerin birleşik mücadelesi halkların zaferini ve emperyalizmin yıkımını garanti edebilir. ABD/NATO’nun Afganistan’da yenilmesi şüphesiz emperyalizmin kendi ülkelerinde de çürümesine ve gençler, işçiler ve ezilmiş halkların nihai zaferine giden yolu açacaktır. Bu zafer de yeryüzündeki savaşlara, insani felaketlere, sömürüye ve yoksulluğa son verecektir. 28 Kasım 2009 - Afganistan

Afganistan Radikal Solu İŞÇİ KARDEŞLİĞİ

11


LE ER

NYA

HA B

[ ] 3 sayı: 5 YTL / [ ] 6 sayı: 10 YTL / [ ] 12 sayı: 15 YTL

LERİ - KAMPANYA HABERLERİ - KAMPANYA HABERLERİ - KAMPA N Y A YA HABER H ABER LE

LERİ - KAMPAN

YA HABERLERİ - KAMPANYA HABERLERİ - KAMPANYA HABERLERİ - KAMPANYA HABERLERİ - KAMPANYA HABER

LERİ - K

AMPA

İLER

YA

B HA

ER

PA H

İşçiler, emekçiler olarak; Bugüne kadar ki krizlerin faturası hep bize kesildi. 30 yıllık çilemiz artık yetsin, bugünkü krizin faturasını da artık bir zahmet onu yaratan liboş para babaları ödesin. Sen de sesini seslerimize kat, imza ver, bu geleceğimize sahip çıkma hareketine katıl diyoruz.

AM

Gün o gündür!

NY A

İsim, Soyisim: . ......................................................................................................................... Görev: . ......................................................................................................................... Adres: . ......................................................................................................................... . ......................................................................................................................... Posta Kodu: . ......................................................................................................................... İlçe, İl: . ......................................................................................................................... Telefon, Faks: . ......................................................................................................................... E-Posta: 462 0000908-4 no’lu Akbank hesabına yatırdığınız abonelik ücreti dekontunuzu bu formla beraber faks veya posta yoluyla bize ulaştırın. (Bilgiler künyededir.)

LERİ -K

KA M

İşçi Kardeşliği Abone Formu

Neden mi? İşten atmalar yasaklansın ki, krizin faturasını bu sefer biz emekçiler ve yoksul halk kesimleri ödemeyelim! İşsize İş Sağlansın ki, Herkese onurlu bir yaşam ve gelecek umudu doğsun!”. Bu ikisinin gerçekten anlamlı olması için de, kayıt dışı, sigortasız çalıştırmanın önlenmesi, eğer kriz dolayısıyla yeni iş yaratılamıyorsa, çalışma saatlerinin ücretlere dokunulmadan düşürülmesi gerekir. Ne olursa olsun, “Artık Yeter!” diyoruz. Faturayı biz değil, patronlar, bankalar, borsa simsarları, arsa spekülatörleri, rantiyeler, tefeciler ödesin!

BER

HABER PANYA

İşçi Kardeşliği Partisi Balıkesir İl Sekreterliği

İşten Atmalar Yasaklansın, İşsize İş!

PANYA HA

Gerek yazıları gerek söyleşileri ile kampanyaya yer ayıran yerel basın, Balıkesir halkının bilinçlenmesine katkı sağlamaktadır. “İşten atmak yasaklanasın işsize iş” kampanyası için imza metinleri çoğaltılıp, Balıkesir’deki sendikalara dağıtılmış ve üyelerinin imzalarıyla kampanyaya destekleri istenmiştir. Bunun sonucunda Teksif Sendikası Balıkesir şubesine üye 150 işçi imzalarıyla kampanyaya destek vermiştir. Diğer sendikalardaki imza toplama faaliyetleri devam etmektedir.

Biz biliyoruz ki, Türkiye’nin yer altı ve yer üstü kaynakları, insan malzemesi, üretim alt yapısı herkese yetecek düzeydedir. Sorun bunların sadece krizde bile trilyonluk konutlar alıp-satan, lüks otolarını her yıl yenileyen birilerinin çıkarına göre belirleniyor olmasıdır. Bu politikalara karşı, demokratik ve akılcı biçimde planlanan, işsizliğe karşı ciddi samimi önlemlerin alındığı, çalışanların ve üreticilerinin ücret ve gelirlerinin arttırılmasıyla, çok kazanandan çok az kazanandan az vergi alarak gelir dağılımı adaletinin sağlandığı, halkın temel sosyal ve ekonomik haklarının genişletildiği başka bir ekonomi, hakça düzen neden olmasın? Yeter ki önce ekmeğe, işe, özgürlük ve adalete ihtiyacı olanlar, kurbanlık koyunlar gibi işten atılacağı, daha da yoksul, gariban hale geleceği günü beklemesin. Onu gerçek anlamda istesin. Yani, harekete geçip, toplumun geneli için daha adil veya hakça olanı, insanlık için daha ilerici olanı talep etsin ve onları aktif biçimde sahiplensin.

MPAN

Kampanyaya öğrencilerin, kadınların ve emeklilerin yoğun ilgisi olup, imza attıktan sonra hükümetin siyasi ve ekonomi politikaları hakkındaki düşüncelerini partimizle paylaşma ihtiyacı duyuyorlar.

Herkese Yeter!

- KA

03.12.2009 tarihinde gerekli izinler alınarak başlatılan “İşten atmak yasaklanasın! İşsize iş” imza kampanyası Balıkesir halkının büyük desteğini alarak devam etmektedir. Kampanyayı yürüten İşçi Kardeşliği Partisi Balıkesir il örgütü havanın yağmurlu olmadığı günlerde, günde 3–4 saat gibi bir zaman dilimi içerisinde soğuğa rağmen imzalarıyla kampanyaya destek veren halkı, kampanyanın içeriği ve parti politikaları hakkında bilgilendirerek aradaki iletişimi sağlamaktadır.

Bugüne kadar, serbest piyasacı neoliberal politikalarla hep emekçiler fedakârlıkta bulundu. Ekonomi büyürken küreselleşmenin gereği diye, yabancı sermayeyi ürkütmeyelim, ucuza üretelim de ihracatımız artsın diye diye ücretler baskı altında tutuldu, asgari ücret hep komik rakamlarda kaldı, kayıt dışına göz yumuldu, sigortasız çalıştırmaya, fazla mesaiye zorlamaya göz yumulurken, en küçük direnme çabalarının karşısına polis, jandarma dikildi. Ne oldu? Her beş-on yılda bir yaşanan krizlerle daha da yoksullaşmamıza engel mi oldu? Emeklilik, sağlık, eğitim gibi bir sürü hakkımızdan çok şeyi alıp götürmediler mi? Biz emekçiler ve yoksul halk kesimleri karşı çıkmazsak, krizi gerekçe gösterip liberal yalanlarla yollarına devam etmek istiyorlar. Kıdem tazminatı, işsizlik fonunda biriken paraları yandaş sermaye kesimlerine aktarma, sürekli iş değiştirmemize neden olacak özel istihdam büroları, asgari ücreti daha da kuşa çevirecek bölgesel asgari ücret uygulaması, özelleştirmelere devam diyorlar.

Balıkesir il örgütümüzde de “İşten Atmalar Yasaklansın Kampanyası” devam ediyor.

Bugüne Kadar Fedakârlıkta Bulunduk da Ne Oldu?

LE

BALIKESİR

30 yıldır egemenlerin, para babalarının “Amentüsü” olmuş neoliberal-küreselleşmeci politikaların yol açtığı bir krizi Mersinliler olarak katmerli biçimde yaşıyoruz. Etkisi her geçen gün artıyor. Çalışanların ücret ve maaşları budanıyor. Emeklilerin komik zamlarla neredeyse dondurulan maaşları hayat pahalılığı karşısında eriyor. Kriz bahanesiyle kullandığımız her şeyde yeni vergiler konuyor. Bir bütün olarak emekçi halkın alım gücü azalıyor. İşsizlerle yeni mezun gençlerin iş bulması mucizeye dönüşürken, her gün daha fazla sayıda insan işten çıkartılıyor. Bir işte çalışmaya devam edenlerse daha az paraya, daha kötü koşullarda, daha uzun sürelerde çalışmaya mecbur ediliyor.

ER

İKP Eskişehir İl Örgütü

“Herkese İş”

AB

İKP Eskişehir il örgütü olarak işçinin ve emekçinin her zaman, her yerde yanı başında olacağını bir kez daha çalışma ve çabalarıyla göstermiş oldu.

İşsizliğe, İşten Atmalara ve Geleceksizleştirilmeye Karşı Duralım!

RLERİ - KAMPANYA HABERLERİ - KAMPANYA HABERLERİ - KAMPANYA HABERLERİ - KAM

12.12.2009 Pazartesi günü Çalışma Müdürlüğü önünde yapılan basın açıklamasıyla kampanyamız platform tarafından sonlandırıldı. Toplanan imzalar, gerekli merkezi platforma gönderilmek üzere il örgütümüzde biriktiriliyor.

A HABERLERİ - KAMPANYA HABE KAMPANY

Araya giren kurban bayramı nedeniyle verilen 4 günlük aradan sonra tekrar il örgütümüzün özverileriyle kampanyaya kalındığı yerden devam edildi. Bu kampanya süresince kadın komisyonumuzun liderlik yaparak stantlarımızda müthiş çalışma örneği gösterek imza toplaması, halkla bütünlük sağlama bakımından partimize olmazsa olmaz niteliğini kazandırdı.

rasi Platformu, İşten Atmalar Yasaklansın Kampanyasının bir basın açıklaması yapılarak halka duyurulmasını, bildiri dağıtılmasını ve stantların açılmasını kararlaştırıldı. 12 Aralık 2009 Cumartesi günü Petrol-İş Mersin şubesi önünde basın açıklaması yapıldı. Basın açıklamasını Emek Platformu adına Petrol-İş Şube Başkanı Adil Alaybeyoğlu yaptı. Mersin şehir merkezi, Petrol-İş şubesi önü, serbest bölge kapısı ve üniversite girişi olmak üzere dört noktada stantlar açıldı. Kampanya çalışmaları hızlanarak devam ediyor. Aşağıda basın açıklaması metnini yayınlıyoruz.

LERİ -

13.11.2009 Cuma günü sendikalar, siyasi partiler ve demokratik kitle örgütlerinin katılımıyla Eskişehir Hamamyolu’nda kitlesel basın açıklaması yapılarak, Hamamyolu ve Adalar mevkiinde standlar açılarak; İŞTEN ATMALAR YASAKLANSIN HERKESE İŞ! kampanyası başladı. Bu kampanyaya başlangıçta her zaman olduğu gibi İKP il örgütü önderlik yaptı.

Aralık ayının ilk haftası içerisinde toplanan Mersin Emek ve Demok-

ER HAB YA

Kampanya, İŞÇİ KARDEŞLİĞİ PARTİSİ olağan genel kurulu Ankara dönüşü sonrası Eskişehir il örgütü tarafından ilimizde önce sendikalar, siyasi partiler ve demokratik kitle örgütleriyle görüşmeler sağlanarak başlatıldı. Hiç de kolay geçmeyen bu görüşmeler sonrasında gerçek anlamıyla ikna turlarılyla TÜRK-İŞ, DİSK, KESK, İKP, EMEP, HE ve ÖDP bir platformda buluşturularak kampanyanın ön adımı zor da olsa atıldı. Bu adımın atılmasında Eskişehir İKP il örgütünün uzlaştırıcı ve yapıcı tutumu bir kez daha kendini kanıtladı, aldığı rolün önemini bilerek platformun oluşmasında en büyük etken olurken sendikalar, kitle örgütleri ve Eskişehir halkının takdirini haklı olarak aldı.

N PA

İşten atmalar yasaklansın. Herkese İş!

MERSİN

M

ESKİŞEHİR

KA

L A K A S K A A Y N M T A S N I E N T Ş ! İ

Rİ -

K

AM

PA N


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.