. .
.
OLMAZ! THY Grevi ile kuruldu!
T
ürkiye 1961 Anayasası’nın kabulüyle birlikte, aynı yıl, bütün bir cumhuriyet tarihinin bir burjuva rejimi altında olabilecek en ‘demokratik’ seçimlerini yaşamaya başladı. Özellikle XII. Dönem milletvekillerinin seçildiği 1965 yılında ilk kez bağımsız bir işçi partisi olarak kurulmuş bulunan TİP’in de devreye girip 15 milletvekili elde etmesiyle TBMM’ne o güne kadar orada hiç temsil edilmemiş başka bir sınıfın, işçi sınıfının temsilcileri de girdiler. Parlamentoya sadece işçi sınıfının rengi girmekle kalmadı, aynı zamanda sınıf mücadelesi de girdi. İşçilerin toplu sözleşme ve grev hakkının hayata geçebilmesi için, toplantı ve gösteri yürüyüşleri hakkının uygulanabilmesi için, yoksul köylülerin toprak mücadelesinin başarıya ulaşabilmesi için, öğretmenlerin devlet karşısında başı öne eğik memurlar olmaktan çıkıp kendi sendikal hakları için mücadele eden kamu çalışanları olabilmeleri için, gençlerin parasız ve zorunlu eğitim hakkını sonuna kadar kullanıp aynı zamanda emperyalizme karşı bayrak açarak sokakları işgal edebilmeleri için bir zemin doğmuştu. Demirel’in Adalet Partisi Tayyip’in AKP’sinden daha fazla oy almıştı, ama buna rağmen Meclisi sadece yüzde 3 oy almış olan Türkiye İşçi Partisi etkisi altına almıştı. Neden böyleydi? Çünkü 1965 seçimleri bir kurucu meclis seçimi gibi yapılmıştı da ondan. devamı 2. sayfada
GÜNCEL kapaktan devam
Kurucu Meclis Seçimi Ne demek? Kurucu Meclis seçimi bırakın yüzde 10 barajını hiçbir barajın olmadığı seçim demektir. Hiçbir oyun boşa gitmediği seçim demektir. Hangi parti ne kadar oy alıyorsa Mecliste aldığı oy oranında milletvekiliyle temsil edildiği seçim demektir. Hepsinden önemlisi seçimler öncesi propaganda imkânlarının bütün partilere eşit olarak dağıtıldığı seçim demektir. Söz gelimi televizyonlarda daha önce en çok oyu almış olan partinin de en az oyu alan partinin de seçimlere ilk defa katılacak olan partinin de aynı süre propaganda imkânına sahip olması demektir. Aldığı oy oranında devlet kasasından partilere para dağıtılmayan seçim demektir. Özel TV kanallarından başbakanın ve hempalarının 24 saat üzerinden 24 saat propaganda yapma imkânlarını yasaklayan seçim demektir. İşte 1965 seçimleri tam olmasa da buna benzer koşullarda gerçekleştiği için bir anlamda kurucu meclis seçimlerine benzer bir seçimdi ve işte o yüzden bugünküne göre çok daha demokratikti.
Türkiye’de 1965’ten 12 Mart’a, 12 Eylül’e ve
sonrası 2013 Baharyazına kadar hep karanlık ve hep gerilemedir. 12 Eylül rejimi aradan 30 küsur yıl geçtikten sonra AKP hükümetine karşı gelişen halk isyanıyla yıkılmıştır. Her ne kadar AKP 12 Eylül’ün yüzde 10 barajı dahil bütün kurumlarını kıskançlıkla korumaya çalışıyorsa da son 12 Eylül hükümeti olma ‘şan’ını belli ki kimseye kaptırmayacaktır.
ğil tam tersine büyük bir korku ve panik içinde olduğunun göstergesi. Ama işte tam bu noktada işçi sınıfı ve yandaşları doğru hamleyi yapmalıdırlar. Doğru hamle; emperyalizmden bağımsız, Kürt halkının kendi kaderini kendisinin tayin edebileceği egemen bir meclisin kuruluşundan geçiyor. Yukarıda ana hatlarını çizdiğimiz bir çerçevede yapılacak bir kurucu meclis seçimi AKP’nin anketlerde yüzde 50 dolaylarında gözüken muhtemel Türkiye’de Her Yeni Meclis Bir Öncekinden oylarını da paramparça edecek bir potansiyel taşır. İşte Daha Gerici Oldu Gezi’yle başlayan halk isyanı da kendini ancak böyle bir 1980’den bu yana Türkiye’de oluşan bütün parlamento- egemen kurucu meclis inşası sürecinde yeniden ayakta lar bir öncekine göre hep daha gerici, temsil yeteneği gi- bulacaktır. derek azalan ve emperyalizme hep daha bağımlı meclisler haline geldiler. Söz gelimi 1 Mart tezkeresini geri çeviren 2003 yılı parlamentosu günümüz parlamentosundan egemenlik kullanımı konusunda daha haysiyetlidir. Günümüz parlamentosu Libya’ya müdahale konusunda hükümetin kendisine danışmamış olmasını bile içine sindirebilmiş bir parlamentodur. Suriye’ye müdahale konusunda neredeyse yeni bir tezkereye ihtiyaç duymayacak kadar kendini olayların akışına teslim etmiş bir parlamentodur. ‘Demokratikleşiyoruz’, ‘askeri vesayete son veriyoruz’, ‘barış açılımında bulunuyoruz’, ‘12 Eylül Anayasasına son veriyoruz’, ‘Darbecileri yargılıyoruz’ palavraları altında işçi sınıfı, Kürt halkı ve Alevi mezhebinden olanlar ve tabii gençlerle kadınlar yakın tarihin tanık olduğu en geniş çaplı saldırıyla karşı karşıyalar.
Türkiye’de 1965’den 1980’e kadar bir devrimci yükseliş yaşanmış, sınıf mücadelesi iniş ve çıkışlarıyla demokrasiyi kâh yükseltmiş, kâh aşağı çekmiştir. 1980’den sonra yaşanan ise o günden bugüne kadar uzanan bir karşıdevrimdir. Bu dönemde sınıf mücadelesinin tek yükseliş anı 1989 Bahar Eylemleri ve onunla bağlantılı Zongul- Çözüm Egemen Kurucu Meclis! dak madencilerinin kahramanca mücadelesidir. Ondan Bütün bu saldırılar ve hazırlıkları hükümetin güçlü de-
Hükümete teslim olan kurtuluyor mu? İşverenler ve hükümet bazı grevleri neden hemen bitiriyor sorusu, Darphane grevinin anlaşmayla sonuçlanması üzerine tekrar düşünmemiz gereken bir soru. Metal işkolunda, tekstilde ve genel olarak kamu işyerlerinde anlaşma sağlandı. Nasıl sorusuna Darphane cephesinde cevaplar şöyle; Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Faruk Çelik, 8 Temmuz›da başlayan Darphane’deki grevin bugün itibari ile sona erdiğini açıkladı. Çelik, 249 işçinin çalıştığı Darphane’de 68 gündür devam eden grevin uzun çalışmalardan ve uzun müzakerelerden sonra mutlu sona ulaştığını bildirdi. Çelik, en düşük ücretin 2 bin 371 TL’ye, ortalama net ücretin 2 bin 764 TL’ye, en yüksek net ücretin ise 3 bin 294 TL’ye yükseldiğini bildirdi. Türk-İş Genel Mali Sekreteri Ramazan Ağar da 2 aydır devam eden grevin defalarca yapılan müzakereler sonucunda bu noktaya geldiğine işaret ederek, emeği geçen başta Bakan Çelik’e ve sendika temsilcilerine teşekkür etti. Basın-İş Sendikası İstanbul Şubesi Başkanı Levent Dinçer de, işçiler gibi, içlerine sinmeyen bir sözleşmeyi imzaladıklarını belirtti. Dinçer, “Kamu İşverenleri Sendikası ve hükümet yetkilileri, diğer sendikalara örnek olmaması için kamuda imzala-
2
nan yüzde 4+4’lük rakamın dışında bir şey veremeyeceğini, devam teşvik ücretinin ise yüzde 18’den, yüzde 21’e çıkarılmasını sağladıklarını, ücretlerin net olarak 1800 TL civarında olacağını söyledi. Bakanın söylediği 2 bin 764 lira 76 kuruş sanırım giydirilmiş ücretlerle birlikte çıkan rakam. Biz daha hesaplamadık. Ancak en geç 1 Nisan 2014’te yapılacak bir skalayla ücretlerde yeni düzenlemeler yapılması konusunda anlaşmaya vardık” dedi. Dinçer, siyasi baskılar nedeniyle Çaykur, THY grevlerinin başarısız olduğunu, Darphane grevinin böyle bir ortamda anlaşmayla bitirilmesinin başarılı olarak sayılması gerektiğini kaydetti. Darphane’nin deneyimli işçilerinden Nebil Balcı ise, “Kısa süre önce Darphane işçilerinin ücretinin net 3 bin TL olduğunu, grevin siyasi olduğunu söyleyen Bakan Çelik, şimdi gazetelere ücretimizin 2 bin 764 TL’ye yükseltildiğini söylüyor. Bu hesaba göre bizim ücretlerimiz azaltıldı. İşin aslı ise şu: ücretlerimizde kayda değer bir artış olmadan grev bitirildi. Ancak sonuçta biz ak koyunla kara koyunun ortaya çıkmasıyla, grev kırıcılarını görmekle, birlik beraberliğimizi sağlamakla, grevden anlımızın akıyla başarıyla çıktık. Biz hükümetin grev kırıcılığını gördük, siyasi baskılarla karşılaştık ama sonuçta birlik içinde çıktığımız grevi birlik içerisinde bitiriyoruz.” diye konuştu. Darphane işçisi Filiz Balcı da, kadın işçilerin işe girişler sırasındaki aramalar nedeniyle büyük sıkıntılar yaşadıklarına dikkat çekerek, “Üstümüze düzgün giysi giyemiyorduk. Küçücük bir metal düğ-
me nedeniyle x-ray cihazı ötüyordu. Bir hafta aynı giysiyi giymek zorunda kaldığımı bilirim. Önümüz kış, biz kadın işçiler olarak kesinlikle greve çıkarken, aramalar konusundaki talebimizden taviz vermeyeceğiz. Gerekirse tekrar eylem yaparız. Bu aramalar yüzünden bir arkadaşımız çocuğunu düşürmüştü. Böyle bir kötü olayın tekrar yaşanmasına asla müsaade etmeyiz» dedi. Usta işçilerden Cemal Temir de sözleşmenin içine sinmediğini söyleyen işçilerdendi. Temir, “Benim üzüntüm, grev kırıcılığına dair açtığımız davaların geri çekilmesi. Yanlarına kalmasını hazmedemeyeceğim. Grev kırıcılığı yaparak çalışmaya başlayanların toplusözleşme maddelerinden yararlandırılmamasına ise seviniyorum” dedi. Kanber İnan ise şunları söyledi: “Maddi kazanımlarla günümüzde grevler bitirilemiyor. Bu grev de böyle bitti. Ben başarılı olduğumuzu düşünüyorum. Başarımız, daha düne kadar birbirine yabancı insanların, birlik beraberliğini sağlaması oldu. Önemli olan onurlu olmak, başını dik tutmaktı, bunu genelimiz başardık.” Gördüğünüz gibi Bakan yalan söylüyor ve Türk İş yönetimi suç ortağı. Şube yöneticisi durumu örtmeye çalışıyor. İşçilerse yarınlarda ve kavgada güçlü olmak için birlik derdinde. Patronlar sınırlı sayıda örgütlü işçiyi kavgaya sokmamak için uğraşıyor ve hükümet teslim olmayanla savaşıyor. Hava işçileri de hodri meydan diyebilsin diye hep beraber dayanışmaya. Bu daha başlangıç mücadeleye devam!
GÜNCEL
29 Eylül THY Greviyle Dayanışma Eylemi’nde AKP’nin polisi yine saldırdı ancak eylem kitlesel bir katılım ve coşkuyla gerçekleştirildi. leştirilen dayanışma eylemi sırasında Gezi direnişinden alışık olduğumuz polis şiddeti yine karşımızdaydı. Komite’nin çağrısıyla havalimanı metro istasyonu çıkışında toplanan eylemcilere polis job, biber gazı ve plastik mermiyle saldırdı. Dört arkadaşımız gözaltına alınırken 1 arkadaşımız da plastik mermiyle kafasından yaralandı. Ancak bu şiddetli saldırılar eylemcileri durduramadı. İstanbul’un dört THY Greviyle Dayanışma bir yanından birçok forum katılımcıKomitesi’nin çağrısıyla 29 Eylül’de ları, direnişteki diğer işçiler, partimiz Atatürk Hava Limanı’nda gerçek- ve diğer siyasi parti üyeleri, Hava-İş
Sendikası’na bağlı grevdeki THY işçileri ve diğer sendikalara bağlı işçiler polis saldırısı sonrasında istasyon çıkış kapısının yakınında bulunan alanda yeniden biraraya geldiler. 1000 kişiyi aşkın kitle buradan THY Genel Müdürlük binasının yanında bulunan grev çadırlarına doğru pankart, döviz ve sloganlarla yürüyüşe geçti. Grev alanında Komite tarafından hazırlanan metin okundu. Ardından eylemciler, grevdeki işçiler ve sendika başkanı THY greviyle Gezi direnişinin birleştirilmesinin gerekli olduğunu ve bu eylemin grevin kazanılması yolunda devam eden mücadelenin yükseltilmesi için çok önemli olduğunu vurgulayan konuşmalar yaptılar.
ülkede anti-emperyalist bir muhalefetin örgütlenmesinin önünü kesecek her türlü girişimde bulunuyor. Emperyalizmin bölgedeki politikalarının yılmaz uygulayıcısı olan AKP hükümeti, Suriye’deki savaşın sürmesi için gereken insan, silah ve para sağlama işlerinde doğrudan rol alıyor. Türkiye-Suriye sınırı, sınırdaki illerde yaşayan halkı tehdit edecek boyutta katil çetecilerin giriş-çıkışına ve saldırılara açık. Bir savaş hükümeti olarak AKP ve onun başbakanı Tayyip, tüm bölge halkları için yıkıcı bir güç olmaya devam ediyor. Son iki aydır Suriye Kürtlerinin yaşadığı Rojava’ya dönük El-Nusra, Irak Suriye İslam Devleti (ISİD) gibi silahlı grupların saldırıları şiddetlenerek sürüyor. Bunun sebebi, Kürtlerin kendi kendilerini yönetebilmek için başlattıkları demokratik özerk oluşum. PYD öncülüğündeki Kürt gruplar, bulundukları il, ilçe ve köylerde yönetimlere el koydu, Suriye rejim güçlerinin terk ettiği kamu binalarına yerleşti ve kendi kendilerini yönetebilmek için bu kurumlara geçici yöneticiler atadı. Suriye’de yaşayan Kürtlerin talepleri, Türkiye’de yaşayanlardan farklı değil: anayasa tarafından eşit vatandaşlık haklarının ve Suriye’nin toprak bütünlüğü içerisinde Kürtlerin ulusal
haklarının tanınmasını ve y e r e l idareleri güçlendirmek için âdemi merkeziyetçilik sistemine geçilmesini istiyorlar. Düşünüldüğünde Suriye halkının Beşar Esad’dan kurtulup kendi kaderini çizmesi gerektiğini her fırsatta dile getiren Başbakanın bu gelişmeyi desteklemesi gerekmez miydi? Ama öyle olmadı, Başbakan tüm eli kanlı kiralık katillerini Rojava’ya sürdü ve katliamlara neden oldu. Peki, bu durumda Türkiye’de sürdürülen barış sürecine inanmakta ısrarcı olunabilir mi? Bu katliamları örgütleyen bir hükümetin eşitlikçi bir Anayasa çıkaracağı sanrısıyla meclis komisyonlarında bulunmayı hangi milletvekili kamuoyuna açıklayabilir? Kardeş halklarımızı boğazlayan emperyalizmin yardakçısı AKP hükümetine karşı, “içeride ve dışarıda
E
mperyalizmin Suriye’de kiralık katilleri eliyle sürdürdüğü savaş tüm vahşiliğiyle devam ediyor. Bu süreçte iki milyonu aşkın Suriyeli evlerinden, köylerinden, memleketlerinden ayrılmak veya Suriye’nin başka bölgelerine ya da komşu ülkelere sığınmak zorunda kaldı. Yaşanan savaşın vahşiliğini anlatmaya gerek yok. Her gün internette, gazetelerde ve televizyonlarda kadınlara tecavüz çağrısı yapan, çocukları öldüren, öldürdükleri insanların kalplerini, ciğerlerini çıkarıp yiyen yamyam, barbar çeteler eliyle sürdürülen emperyalizm savaşını izlemek mümkün. Daha önce defalarca yazdığımız gibi Ortadoğu’nun tamamında olduğu gibi Suriye’de de emperyalizm eliyle gelecek bir barıştan söz etmenin imkânı yoktur, barış ancak halkların kendi kaderlerini çizebildiği özgür bir ortamda gerçekleşebilir. Zaten emperyalistlerin halkların özgür, eşit, kardeşçe ve barış içinde yaşaması gibi bir derdi de bulunmuyor, bölgedeki çıkarları için sadece son yirmi yılda sürdürdükleri çatışmalarda milyonlarca Ortadoğuluyu katlettiler. İşte bu yüzden, ekranlarda diplomasi, barış, Suriye halkının özgürlüğü nutukları atan emperyalistler ve işbirlikçileri,
Haksızca işten atılan işçilerin işe iade edilmesi, uçuş güvenliğini sağlayacak çalışma koşullarının sağlanması ve işçilerin kazanılmış haklarının korunması için başlatılan greve karşı her türlü kanunsuzluğa başvuran AKP hükümeti ve onun görevlendirdiği THY yönetimi, bu grevin park forumlarında somutlaşan Gezi direnişiyle buluşmasından ne kadar korktuklarını bir kez daha göstermiş oldular. Uluslararası bir havaalanında binlerce polisle ve TOMA’larla greve destek eylemine karşı önlem almak, Haziran ayını hatırlatan şiddetle eylemcilere saldırmak, “güvenlik” nedeniyle binlerce yolcunun kullandığı metroyu kapatmak başka nasıl açıklanabilir ki?
gerçek barış” talebimizi yükseltmeden bölgedeki kanı ve zulmü durdurmaya imkân var mı? Bununsa sadece insani yardım konvoylarıyla ya da basın kampanyalarıyla gerçekleştirilmesi mümkün değil. Gerçek barış için Ali İsmailler, Medeniler, Ethemler olarak, İstanbul’dan, Diyarbakır’dan, Antakya’dan – tıpkı daha önce Irak’a emperyalist müdahaleyle ilgili tezkerenin meclisten geçmesini engellemek için yaptığımız gibi- kol kola sokaklara dökülmeliyiz. İçeride ve dışarıda barışın tesisi için bu savaş hükümetini alaşağı edecek ve halkların eşit temsilini olanaklı kılacak şekilde barajsız, yasaksız bir seçimle oluşturulacak, emperyalizmden bağımsız bir meclis için yollara düşmeliyiz.
3
İ
şçi düşmanı hükümet kararını lecek. Bunun için gerekirse yeni da devreye sokularak polis, işveren, vermişti. Hava işkolunda dire- yasalar çıkarılacak, hükümete bağlı hükümet işbirliği ile hava işçilerine nen sendika “Hava İş” tasfiye edi- sendikalar ( Çelik-İş- Hak-İş vb. ) hadleri bildirilecek. Dünya sermayesi için ucuz ve örgütsüz işçi cenneti Türkiye temizlenecekti. İlk saldırı havacılık işkolunda grev anında işverene yüzde 40 faaliyetini sürdürme hakkı için yasaya ek yapma çalışmasıydı. Fiili grev yasağı oluyor diye tepkiler gelince yasayı geri çektiler ama fiili uygulamayı yasadışı olarak uyguluyorlar. 1. Hükümet grev yasağı getirdi, işçiler direnişe geçti: Hava-İş Sendikası ile THY yönetimi arasında 23. dönem toplu iş sözleşmesi görüşmeleri sürerken ( arabulucu aşamasında) 30 Mayıs 2012 tarihinde 2822 sayılı yasaezi Direnişi’yle başlayan halk isyanı ülkemiz tarihine bir ilk olarak damya getirilen ekle havacılık sektögasını vurdu. Bugün park forumlarında ve çeşitli direnişlerde canlılığırüne grev yasağı getirildi. Yasa nı sürdüren hareketimiz AKP hükümetinin ve sermayenin korkulu rüyası görüşülürken eyleme geçen hava olmaya devam ediyor. işçilerinden 305 kişi 29 Mayıs’ta Gezi Direnişi’yle aynı anda tekstil, metal vd. işkollarında grevler, Kazova, işten atıldı. Sert direniş karşıHey Tekstil gibi çeşitli işyerlerinde direnişler yaşandı ve yaşanıyor. Bunlasında uluslararası işçi dayanışrın arasında stratejik öneme sahip bulunan hava ulaşımındaki THY Grevi masının da baskısıyla grev yasahükümetin en çok saldırısına maruz kalan oldu. Grevin başladığı gün hağı kaldırıldı ama atılan işçiler vaalanı polis ablukasına alındı ve grevci işçiler halen havaalanına alınmıişe alınmadı (davalar sürüyor, yorlar. THY’nin yasadışı işçi çalıştırdığı mahkeme kararıyla tespit edildi ankazanılanlar da temyizde). cak hükümet müdahalesiyle Yargıtay süreci uzattı. Aynı zamanda hükümet 2. İşkolları yönetmeliği değiştirilTHY’nin teknik bölümünün işkolunu değiştirerek Hava-İş’in örgütlülüğünü di: Havacılık işkolu 2821 sayılı bölmek istiyor. yasaya göre değiştirilerek taşıTüm bu saldırılar hükümetin Gezi’deki antidemokratik ve hukukdışı tavmacılık işkolu olarak düzenlenrını aynen THY grevinde de gösterdiğini kanıtlıyor. Bu demokrasi, işçi ve di. 28 olan işkolu sayısını 21’e hukuk düşmanlığına karşı Direniş Hareketi’ni işçi sınıfıyla THY grevinden düşürme yalanına karşı işkobaşlayarak birleştirelim! lunu büyüterek yeni engeller Bu amaçla kurduğumuz Dayanışma Komitesi Forumlar başta olmak üzegetirdi. Oyun bitmiyordu, en az re Direniş Hareketi’nin içinde grevle dayanışma faaliyetini örgütlemek üzere 2000 üye zorunluluğu getirildi. çalışacak. Geçici olarak kurulan bu komite daha geniş temsil sağlandığında Taşıma sektöründeki tüm sentekrar oluşturulacak ve yapabildiği anda işçi sınıfının tüm diğer grev, direniş dikal örgütlenmeyi yıkmak için ve diğer eylemlilikleriyle dayanışmanın yollarını arayacak. adımlar atılıyordu. 3. İşçi düşmanı yasalar hep işveYaşasın Direniş Hareketi! renden yana ve yasadışılıkYaşasın THY Grevi! ta sınır yok: İşveren anlaşAKP istifa!
G
4
mazlık ilan edince Hava-İş 15 Mayıs’ta grevi başlattı. İşveren yasadışı yeni işçi alımı yaptı, farklı havayolu şirketlerinden kabin ekibi kiraladı. Hükümet, Çalışma Bakanlığı, İl Çalışma Müdürlükleri, Savcılıklar 54 gün sessiz kaldı. Sonunda 54. gün İstanbul 5. İş Mahkemesi THY yönetiminin “grev kırıcılığı” yaptığına hükmetti. THY yönetimi suç işlemeye devam ediyor. Bütün engellemelere rağmen işçilerin yasal kavgaları da sürüyor. 4. İşkolu yönetmeliği tekrar değişti: Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı işkolları yönetmeliğinde değişiklik yapılmasına dair bir yönetmelik yayınlayarak “Uçuş Teknik Bakım ve Onarım”ı havacılık ( yeni adıyla taşımacılık ) sektöründen alarak metal işkoluna verdi. Daha önce Hava-İş Sendikası Çelik-İş (Hak-İş’e bağlı) üzerinden yapılan aynı saldırıyı def etmişti ve halen toplu iş sözleşmesi var.
Direnişçi hava işçileri Gezi Direnişi’nde de çadır kurdular ve aktif yer aldılar. Hem gezi Parkı Direnişi hem de forumlar sürecinde aynı saldırı karşısında ortak direniş şiarıyla “THY GREVİYLE DAYANIŞMA KOMİTESİ” kuruldu. Hava İşçileri Grevindeki tüm yasaklar kalkıp toplu sözleşme yapılana kadar işçi düşmanı hükümete karşı “Birleşik Mücadele” ilkesiyle yolumuza çıkan tüm engelleri aşacağız.
THY’de 2010 yılından beri kabin memurluğu görevinde bulunan grevci ve THY Greviyle Dayanışma Komitesi üyesi Neslihan Maral ile grevi ve Gezi Direnişi’ni konuştuk.
Ben işe girdiğim zaman çalışma koşulları kazanılmış sendikal haklar sebebiyle çok cazipti. En önemlisi parçası olabileceğim, grev gücü olan bir sendika mevcuttu. Tabii geçen seneler içerisinde ağırlaşan çalışma koşulları, kural ihlalleri, mesai saatlerinin kuraldışı uzaması, dinlenme saatlerimizin kısaltılması ve buna benzer birçok nedenden ötürü yorulmaya başladık. Bunun sebeplerini anlamaya başladığımız noktada toplu sözleşmenin görüşmeleri yapılırken grev hakkımız yönetim tarafından elimizden alınmaya çalışıldı. Bu sebeple geçen sene 29 Mayıs’ta basın açıklamasına katıldık. Kamuoyuna grev hakkımızın elinden alındığına dair duyurular yaparken yaklaşık 4000 kişiydik ve 305 arkadaşımız – kuraldışı şekilde – e-posta veya mesaj yoluyla işten atılmaya başlandı. 305 arkadaşımız aylarca kararlılıkla ve sabırla direndiler ve onlar sayesinde grev hakkımızı geri kazandık. Bu çok kolay ve kısa anlatılabilecek bir süreç değildi. Sonra toplu iş sözleşmesine yönelik müzakereler başladı. İşveren uzlaşmaz ve sendikayı ortadan kaldırmaya yönelik tutumuna devam edince biz 15 Mayıs’ta greve çıktık. Greve çıkıldığında ben uçuşta, Cape Town’daydım [G. Afrika] ve döndüğümde greve katıldım. O gece arkadaşlarımız medyada çok çok az yer alan şu olayları anlattılar: “Yaklaşık 65 kişilik bir gruba 4.000 kişilik bir çevik kuvvet ordusu kalkanlarla müdahale etti ve işçinin işyeri önünde grev örgütleme hakkını polis marifetiyle ite kaka ellerinden aldı. Greve çıkmaya ve organize etmeye başlayan grup kolluğun zorlamasıyla otopark alanına itildi ve grev alanı Genel Müdürlük’ün otoparkı oldu.” Otopark yolcuların, halkın görmediği ücra bir köşedir. Biz orada halen varlık göstermeye çalışıyoruz. Gezi olaylarından 15 gün önce
başlayan grevimizin ya da Gezi olaylarının bir sene öncesinde başlayan direnişimizin Gezi olaylarının patlak vermesiyle, ne kadar doğru bir eylemlilik olduğu ortaya çıkmış oldu. Greve çıkma nedenimiz çok büyük önem kazandı. Sadece yorgunluk, haklarımızın ellerimizden alınması dolayısıyla direnişe geçmek değil, mevcut yönetimin insanı insan yerine koymayan; sadece ondan verim alabileceği robota, metaya dönüştürmeye çalışan anlayışına da karşı duruştu bizimkisi. Hani derler ya insana beş kuruş mu bir duruş mu?.. Bu grev benim için bir duruş. Greve çıktığım günlerde işin maddi boyutu sebebiyle zorluklar yaşayacağımı biliyordum. Bu noktada ailemin sonuna kadar yanındayız sözü manevi bir dayanışmanın ve desteğin karşılığı olsa da benim için çok önemliydi ve moralimi yüksek tutmama yaradı. İş hayatı ve insanın kendi ayakları üzerinde durması çok farklı. Bu yüzden sonrasında dayanışma adına tanıştığım insanlar inanılmaz bir zenginlik kattı. Daha önceki altyapım, daha önceki deneyimlerim ve bu grev her şeyin bir şeylere hizmet edeceğini gösterdi. Evet, ben bir varlık gösteriyorum ve kendimden başlayarak belki geleceğin, toplumun, ülkenin ve insanlığın değişebileceği hedefiyle çalı-
reniş sadece THY direnişi değil ortak direniştir” dedim. Bu forumda gerek bireysel gerek temsili olarak bir sürü insan var greve destek olan. Bunun ötesinde Komite [THY Greviyle Dayanışma Komitesi] kurulması için karar verildiğini duydum ve sizlerle iletişime geçtim. Bu Komite’nin ses getireceğini; kitlelerin desteğini alacağını düşünüyorum. Toplantılar yapıyoruz; THY grevine destek verenler, vermek isteyenlerle sendikanın irtibatı sağlanıyor. Sendikayla yapılan ortak çalışmada başarılı olduğumuz anlaşılıyor, bakalım yarın da eylemde göreceğiz. Halkı arkamızda göreceğiz ve grev sürecindeki arkadaşlara da moral motivasyon olacak. Zira çoğu arkadaşımızın direniş ve grev süresince hayatları tamamen değişti ve büyük zorluklara şıyorum. Grev çok etkili somut bir karşı göğüs germek zorunda kaldılar. Hakkını savunmanın ve kazakarşılıktı bu noktada. nım elde etmenin büyük bedellerle fakat inançla kazanıldığının farkında olan bizler, mücadelemizi sonuna Kesinlikle katılıyorum grev sa- kadar sürdüreceğiz ve direniş adına dece işle alakalı bir olay değil insani örnek bir tutum sergileyeceğiz. bir duruş. Böyle bir şeyi hiç beklemiyordum. Böyle bir uyanış çok büyük bir moral verdi. Çünkü penguen medyamız bize hiç yer vermedi, yokmuş gibi davrandı; grevimiz bir de medya tarafından kırılıyordu. “Greve çıkan insanlar THY çalışanı değil” gibi dezenformasyon haberler yaptılar. Biz kimlik kartlarımızı göstererek eylem yapmak durumunda kaldık bu çirkin haberlere karşı. On beş gün sonra Gezi Direnişi başladı. Biz de ordaydık ve eylemlere katıldık. Herkesin derdinin aynı olduğunu fark ettik. Gezi Parkı’nda standımızı açtık, çadırımızı kurduk ve insanların bize desteğini orada gördük. Sesimizi duyurmaya çalıştık. Hatta Gezi’nin ikinci günü Taksim Dayanışması’ndan duyuru yapmalarını istemiştim ve yardımcı olmuşlardı. Sonrasında hukuki sürecin uzamasına karşı direnişçiler olarak bir şeyler yapmak için şahsen Abbasağa’da bir duyuru yaptım. “Di-
Kader kesinlikle ortak ve bu çok mutluluk verici bir şey. İnsanları normalde toplamak ve bir şeyi onlara izah etmek çok güçtür. On kişinin zor toplanacağı bir hayat yaşanırken şimdi insanlar gelip bana THY’de grevde neler olduğunu soruyor ve katılmak için kendileri yöneliyor, destek olmak istiyorlar. Parkta herkes beni ‘Türk Hava Yolları’ diye çağırıyor. Başarılı olacağımıza inanıyorum çünkü hukuki süreç ne kadar yavaş işlese de bizim lehimize gidiyor. Tabii hukuki süreçle beraber halkın da arkamızda olması önemli. THY’nin prestij kaybı yaşadığının; THY’nin sadece birkaç kişinin yöneteceği, ele geçireceği bir kuruluş olmadığının, Türkiye’nin milli serveti olduğunun bilinmesi gerekir. Yurttaşlar olarak bunu kimseye kaptırmak niyetinde değiliz. Hiç kimse THY’nin sahibi gibi, insanların sahibi gibi, Türkiye’nin sahibi gibi davranmamalıdır.
5
GÜNCEL
Karargâh Davalarina Bakan Tüm
A
KP hükümeti kendi siyasi düşmanlarıyla hesaplaşmak ve tabiri caizse onların ‘defterini dürmek için’ beş yılı aşkın bir süredir ‘Özel Yetkili Mahkemeler’ ve tabii bunlara bağlı ‘Özel Yetkili Savcılar’ ve ‘Polisler’ kullanıyor. Türkiye yıllarca, önce DGM’ler ve ardından da ‘Sıkıyönetim mahkemeleriyle’ yönetildi. Haziran ayında patlak veren halk isyanıyla birlikte son 12 Eylül hükümeti olma ‘şerefini’ üzerinde taşıyan AKP hükümeti de, kendisini yaratan 12 Eylül rejiminin kalıntılarına yaslanarak bildiğimiz ‘Özel Yetkili Mahkemeleri’ hayata soktu. Bazı yönleriyle 12 Eylül yargılamalarına bile rahmet okutan bu mahkemelerin hukukuna, biz, ‘GUANTANAMO HUKUKU’ diyoruz. Bu yargılamaları böyle adlandırmamızın sebebi, hepinizin bildiği gibi Amerikan emperyalizminin bir yargılama biçimi olduğu ve tutuklu ya da gözaltındakilerin ne ile suçlandıklarını bile bilmeden yıllarca çok kötü koşullarda ve ağır işkence altında hapiste tutulmalarıdır. AKP Bu Mahkemeleri kimden güç alarak kurdu? Tayyip Erdoğan Hükümeti bu mahkemeleri kurarken tabii ki bir dış güce dayandı. Bu dış güç Amerikan emperyalizmiydi. Yoksa bugünlerde görüldüğü gibi kendi gölgesinden bile korkan Erdoğan hükümetinin buna cesaret edebilmesi mümkün değildi. 1 Mart tezkeresinin 2003 yılında Meclis’te reddedilmesinin intikamını alan emperyalistler, bu reddedişin sorumlusu olarak gördükleri herkesten bunun hesabını sormak için bu mahkemelerin kurulmasına izin verdiler ve Erdoğan Hükümetine de, ‘Yürü, arkanda biz varız!’ dediler. Sonuçta, AKP’nin o tarihte Meclis’te Erbakan’ın etkisinde kalarak Hayır oyu veren yüz civarında milletvekili bir daha parlamentoya giremediler. Deniz Baykal’ın politik hayatı sona erdirildi. O yıllardan itibaren emperyalizmle yüzde yüz biat ilişkisine girmeyen bütün emekli ve muvazzaf subaylar hapse atıldı. Bir dizi sol politikacı ve solcu aydın hapishanelerden çıkamıyorlar. Özel Yetkili Mahkemelere Son! Bu mahkemelerde kimin ne için yargılandıklarına bakılmaksızın bütün sanıklar serbest bırakılmalıdır. Özel Yetkili Mahkemeler’in ‘Özel Yetkili Savcıları’nın açtıkları bütün ‘iddianameler’ yok sayılmalıdır. Her şeyden önemlisi, ‘Peki falanca halk düşmanı da mı yargılanmasın?’ türü tuzak sorulara kesinlikle izin verilmemelidir. Elmalarla armutları biraraya getirerek yargılamada bulunmak zaten bu yargılamaların özünü teşkil ediyor, artık bu oyuna son verilmelidir. Türkiye’de 12 Eylül’den bu yana zaten büyük bir çürüme içine girmiş bulunan hukuk sistemi, ABD ve AKP eliyle iyice Guantanamolaştırılmıştır. Bunu düzeltmek, mevcut sistem içinde kalınarak olamaz. Bu yüzden, 1965 yılındakine benzer bir seçim sistemiyle bir Kurucu Meclis seçimine gidilmeli, o Kurucu Meclis geçmişle ilgili olarak kimin yargılanıp yargılanmayacağına kendisi karar vermelidir.
6
12
Eylül’de, Haliç Kongre Merkezi’nde 15 Şehir Hastanesi’nin yapımı ile ilgili sözleşmenin imzalanmasının ardından,18 Eylül 2013’de ‘Avrupa’nın en büyük Şehir Hastanesi’ Ankara Bilkent Entegre Sağlık Kampüsü’nün temelleri atıldı. Yandaş medyadan konuyla ilgili haberler halka şu şekilde yansıtıldı, “projenin yüklenici firması DİA İnşaat dünyanın çeşitli yerlerinde inşa ettiği yapılarla dünyanın en iyi otel ve turizm tesisi ödülüne sahip... 2045 yılına kadar bina ihtiyacımız olmayacak...” Aslında bu haberler hükümetin politikasını çok net bir şekilde ortaya koyuyor. AKP hükümetinin ‘bildiği’ tek şey inşaat…Kentsel dönüşüm hikayesiyle başlayan inşaat silsilesi tüm hızıyla devam ediyor. Sağlıkta yıkımın son noktası olan Şehir Hastaneleri’nin haber değeri taşıyan en önemli noktası da maalesef inşası oluyor. RTE’nin 11 yıldır hayalini kurduğu, 9 yıldır rüyalarında gördüğü Şehir Hastanesi projesini hükümet şöyle tanımlıyor: “Kamunun gücüyle, özel sektörün dinamiklerini birleştiren kamu-özel işbirliği modeli”
Peki, nedir bu modelin Türkçesi? Devletin verdiği hazine arazileri üzerine özel sektör binalar inşa edecek. Bu binalara devlet 25– 49 yıl arasında değişen sürelerde (yüklü) kiralar ödeyecek. Yani devlet kendi hastanesinde kiracı olacak. (Kamu bütçesinden ödenecek 3 yıllık kiralarla bu hastanelerin bazılarının maliyetinin karşılanabileceği, 25 yılda ödenecek kira toplamı ile de aynı çapta 5–6 hastanenin yapılabileceği saptanmıştır.) Bu alanlara birçok ticari işletme yapılacak, otel, market, kantin, restoran vs. Ve tabii bu işletmeleri devlet özel sektöre (yandaşlarına) kâr alanı olarak sunacak. Bu hastanelerin içinde bulunacak olan radyoloji, laboratuvar, bilgi işlem gibi birimler ve yemek, temizlik hizmetleri özel sektöre devredilecek, taşeron yerini daha da sağlamlaştıracak. Şimdilik bahsedilmiyor ama çıkartılan yeni yasalarla ilerde sağlık işleri de alt işverene devredilecek. Bilkent Kampüsü için devlet, şirketlere yüzde 70 doluluk vaadinde bulunmuş. Devlet bu vaadi yerine getirmek için şehrin içinde bulunan, yıllarca halka hizmet etmiş, köklü hastaneleri kapatacak (Numune Hastanesi, Yüksek İhtisas
Hastanesi, Fizik Tedavi Hastanesi…) Şehir merkezindeki bu hastanelerin kapatılması; t )BML O TBʓM L IŔ[NFUMFSŔOF I [M WF LPMBZ VMBşımını engellemek demek! t :BQ MBO IBTUBOFMFS Z ME [M PUFM LPOGPSVOEB olacak, bu da katkı payının artması demek! t :PLTVM WBUBOEBʰ ŔÎŔO LBMŔUFMŔ TBʓM L IŔ[NFUŔOF ulaşamamak demek! t "SUBDBʓ ŔEEŔB FEŔMFO ZBUBL TBZ T O O BTM OEB aynı kalacağı demek! t #V IBTUBOFMFSEF ÎBM ʰBO Zà[MFSDF TBʓM L ŔʰÎŔTŔnin önünü görememesi demek! t )BML ʰFISŔO E ʰ OB LVSVMBO iɮFIŔSw Hastaneleri’ne gitmeye zorlamak demek! t 0%5Ã PSNBO O O LBUMFEŔMNFTŔ EFNFL (Ankara Bilkent Entegre Sağlık Kampüsü’ne giden yol ODTÜ ormanından geçmektedir.) Bu modeli ilk uygulayan ülkelerden İngiltere “yalnızca finans şirketlerinin ve ihaleyi alan firmaların yararına olduğu, kamu zararına ve çalışanların işsiz kalmasına neden olduğu” gerekçeleriyle vazgeçmek zorunda kalmış ve tasfiye yoluna gitme kararı almıştır. Başbakan ise, Şehir Hastaneleri’yle ilgili akıllara ziyan açıklamalarda bulunmaya hız kesmeden devam ediyor. “Köydeki çobanla, şehirdeki milyoner aynı hizmeti alacak, hastaneler beş yıldızlı otel hizmeti verecek, şehir dışından gelen hasta yakını hastane içindeki otellerde kalacak...” Sayın Başbakan, neden bu işin maliyetinden bahsetmiyorsunuz? Bu rüyanızın faturasını kim ödeyecek? İnsanlar hangi parayla gidecek beş yıldızlı otel görünümündeki hastanelerinize? Daha basit bir soru, şehir içinden servis aracı mı kaldıracaksınız “Şehir Hastanelerinize” ulaşmak için? Ya acil hastalar?
Bu proje bir rüya olamaz, bu bir kâbustur! Sağlık haktır! Halkın eşit, ücretsiz, nitelikli sağlık hizmeti almasının önüne geçen, sağlığı ticarileştiren bu proje derhal durdurulmalıdır.
GÜNCEL
KESK’in 4–5 Haziran 2013 tarihlerinde gerçekleştirdiği iki günlük iş bırakma eylemine katılan Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi’nden Eğitim-Sen üyesi on bir araştırma görevlisi hakkında üniversite rektörlüğü tarafından disiplin soruşturması başlatıldı. İş bırakma eylemi, “İnsanca Yaşam, Güvenceli İş ve Gelecek” talebinin yanı sıra Gezi Parkı eylemleri sırasında ülke çapındaki polis şiddetini protesto etmek üzere gerçekleştirilmişti. Eğitim-Sen Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi işyeri temsilcisi Behlül Çalışkan ile soruşturmaları konuştuk.
Prof. Dr. Yusuf Devran’ın dekan olarak göreve başlamasından bu yana geçen iki yılda toplam on beş araştırma görevlisi hakkında yirmi beş soruşturma açıldı. Bunların sadece birinde bir araştırma görevlisi arkadaşımıza mesai bitiş saati olarak öngörülen –ki akademilerde 9.00-17.00 mesai anlayışı akademik özgürlüğe vurulan büyük bir darbedir– saat 17.00’den erken fakülteden ayrıldığı için kesinleşmiş uyarı cezası verildi. Soruşturmaların hemen tümü Eğitim-Sen üyesi araştırma görevlileri hakkında açıldı. İki işyeri temsilcimize toplam altı soruşturma açıldı. Tüm bu soruşturmalar üzerine verdiğimiz ifadeler, yazdığımız savunmalar, dilekçeler ve her an yaşanan herhangi bir aksaklık sonucu veya tamamen keyfiyet dolayısıyla hakkımızda soruşturma açılabileceği hissiyatı bizleri iş yapamaz hale getirdi. Bununla birlikte iki işyeri temsilcimiz hakkında internette sahte hesaplar ve bazı öğrenciler aracıMarmara İletişimli araştırma görevlileri ola- lığıyla edilmedik hakaret, iftira, tehdit kalmadı ve rak bugüne kadar gerek İstanbul Üniversiteli, bunlardan bir tanesi tespit edilip hakkında kamu gerek İstanbul Teknik Üniversiteli 50/d’li araş- davası açıldı. Tüm bu yaşananlar psikolojimizi çok tırma görevlisi arkadaşlarımızın yanında olduk. kötü etkilemiş durumda. Beyazıt’ta, Taksim’de, Gümüşsuyu’nda, Maçka’da ve Maslak’ta gerçekleştirilen basın açıklamalarına ve dayanışma etkinliklerine katıldık. Bunların sonucunda 50/d’li çoğu arkadaşımız görevlerine geri döndü, kadrolarını aldı; İTÜ’den hukuksuz biçimde atılan arkadaşlarımız da mahkeme kararlarıyla görevlerine dönmeye başladılar. Marmara Üniversitesi’nde araştırma görevlileri çoğunlukla İmza kampanyasını Eğitim-Sen İstanbul Üni33/a kadrosuna göre istihdam ediliyor. 2009’da versiteler Şubesi yürüttü. 21. yüzyılda halen çalıgerçekleştirdiğimiz “Üniversitemize Sahip Çıkı- şanların sendikalarının aldığı iş bırakma kararına yoruz” eylemiyle de enstitülerde görevli az sayıda uyarak işyerlerini terk ettikleri için soruşturma50/d’li araştırma görevlisi arkadaşımız 33/a kad- larla, cezalarla karşı karşıya kalması kendi başına rosuna geçirildi. Mücadele devam ederken, üni- kabul edilemez bir durumken, bu soruşturmalar versitelerde güvenceli çalışmaya saldırılar sonlan- İletişim Fakültesi’nde araştırma görevlilerinin son mıyor. Basına da yansıyan yeni Yüksek Öğretim iki yıldır yaşadıkları soruşturma zulmünün son Kanunu’na göre, araştırma görevliliği tamamen halkası oldu ve sendika bizlerin çığlığını bu kampiyasaya yönelik proje asistanlığına dönüştürülür- panyayla duyurmaya çalıştı. İmza kampanyası ken, doçent ve profesör kadroları dahi güvencesiz hiçbirimizin beklemediği ölçüde yayıldı. Yurtdıhale getiriliyor. Dolayısıyla, araştırma görevlileri- şından 24 ülke ve 123 üniversiteden 173 akademisnin yıllardır haykırdığı “kurtuluş yok tek başına, yen, Türkiye’den 83 üniversiteden 616 akademisya hep beraber ya hiçbirimiz” sloganının haklılığı yen, toplam 206 üniversiteden 789 akademisyenin bir kez daha ortaya çıkmış oluyor. yanı sıra çok sayıda gazeteci, yazar, siyasetçi, aktivist, öğrenci ve her meslek grubundan toplam 1.431 kişi imza attı. Özellikle tüm Türkiye’den çok sayıda araştırma görevlisi arkadaşımız yanımızda Bir akademisyen, araştırmacı olarak piyasadan bağımsız çalışmalar yapıyorsanız, yani Ar-Ge’cilik yapmıyorsanız yaptığınız araştırmaların ne bir değeri vardır, ne de anlamlı bir destek görür. “Mali özerklik” adı altında üniversiteler tamamen piyasanın insafına bırakıldıktan sonra bu daha da zor hale gelecek. Dolayısıyla “başına buyruk” araştırmalar yapabilecek araştırma görevlileri yerine, proje bazlı ve piyasa tarafından fonlanan proje asistanları devreye sokulacak. Bu da Türkiye’nin akademik geleneğinin tamamen ortadan kalkması ve üniversitelerin bilim insanı değil tüccar yetiştirecek olması anlamına geliyor.
durdu. Bu yoğun destek davranışımızın meşruluğunu ortaya koymakla birlikte, özellikle üniversitelerdeki sendikal ve demokratik haklarımız konusundaki farkındalığı da pekiştirdi. Kendi fakültemizden bize destek olan hocalarımız da oldu ancak akademik kariyer basamakları çoğunlukla idari yöneticilerin iki dudakları arasından geçtiği için çekinceler söz konusu oluyor. Bu yüzden bu destekler sınırlı kaldı diyebiliriz.
Bologna (Bolonya) Süreci Nedir? AKP iktidarının, Avrupa Birliği’nin benimsediği üniversitelerin yeniden yapılandırılması programı olan Bologna (Bolonya) süreci hangi haklarımıza saldırıyor ve neyi amaçlıyor:
7
Abbasağa Parkı Forumu gerek mahalle gerek emek çalışması açısından zengin bir potansiyel barındırıyor. Park forumları, Gezi direnişinden geriye kalan en değerli miras: Uzun süredir ilk kez gerçek bir özörgütlenme biçimine tanıklık ediyoruz. Forumların, bütün eksiklerine rağmen, gerek mahalle gerek emek örgütlenmesi açısından çok şey vaat ettiği ortada. Açıkçası, bunu iyi değerlendiremezsek bir daha ne zaman yeni bir fırsat yakalarız, bilinmez. En canlı forumlardan biri Beşiktaş Abbasağa Parkı’nda. Forum 16 Haziran’da, gözaltına alınan Çarşı liderlerinin bırakılması için yapılan oturma eylemiyle başladı. Ancak forum kısa sürede Çarşı’yı aşıp bir özörgütlenme nüvesine dönüştü. Bugün Çarşı bir bütün olarak forum bileşeni değil; gruptan kişiler foruma birey olarak katılıyor. İlk günlerdeki 3–4 bin kişilik kalabalık nedeniyle foruma girmek bile epey zordu. Kısmen bundan dolayı oluşturulan çalışma grupları somut işlere imza attı. Kadın, mimar/mühendis, iletişim, beyaz yakalılar, toplumsal barış grupları hâlâ çok aktif.
Bordrolular forumu Foruma dışarıdan bakan kimilerinin kanısı, Abbasağa’nın üst orta sınıf mensubu ulusalcılardan menkul olduğu yönünde. Bu kanı tamamen yanlış. Kemalist eğilimlerin başta bir ağırlığı vardı var olmasına. Ama ilk günlerinde İstiklal Marşı’yla açılan forum, geldiğimiz noktada Cumartesi anneleri ve zorunlu göç mağdurlarını ağırlıyor, Kürt meselesini tartışıyor. Toplumsal barış grubu, Kürt tarihi üzerine kalabalık seminerler düzenliyor. İşin sınıf boyutuna gelirsek, katılımcıların çoğu emekçi: Belediye çalışanları, eğitim emek-
çileri, medya çalışanları, araştırma görevlileri, ücretli avukat ve mühendisler... Mahalle dokusunu koruyan Abbasağa semtinin sosyal karakteri de bu açıdan belirleyici.
“Çapulcu Partisi”nden özörgütlenmeye İlk günlerde bir kesimin eğilimi, acilen bir çapulcu partisi kurup iktidarı alaşağı etmek yönündeydi. Zamanla bu söylem iyice zayıfladı ve forum fiilen bir mahalle örgütlenmesi olarak görülmeye başlandı. Katılımcıların politik çizgilerini dayatmaktan imtina ettiği forumda, semte dair talepler öne çıkmaya başladı. Nitekim bugünlerde forumun
gündemindeki temel mesele semt halkından kopma tehlikesi. Bunun nedenleri açık. Birincisi, sürecin uzaması ve havaların soğumasıyla katılım azaldı ve 100–150 kişiye indi. İkincisi, hükümetin bilinçli biçimde gerginliği yükseltmesi pek çok insanı faaliyetlerden uzaklaştırdı. ODTÜ eylemlerinde, Yoğurtçu Forumu’nun Kadıköy’deki yürüyüşlerinde, Şişli Forumu’nun deprem etkinliğinde, polis bu germe siyasetini başarıyla uyguladı. AKP’nin seçim sürecinde özellikle gerginliği larında. artırmayı ve kitlesini konsolide etmek istediğini söyleyebiliriz. Bilindiği gibi, karşı yakanın çaNitekim Abbasağalılar, Fo- pulcuları Caferağa Mahallesi’nde başarılı bir mahalle çalışması yürütüyor. Semt sakinlerinin yoğun katılımıyla canlı forumlar ve kültürel etkinlikler düzenleniyor. Caferağa örneği, geçenlerde Abbasağa’da da tartışıldı ve mahalle çalışması grubu kuruldu. Önceki süreçte forum zaten çeşitli şekillerde semte yönelmişti. Buna iyi bir örnek Ramazan’daki iftarlardı. 1 Eylül Barış Günü zinciri de, her yaş ve kesimden katılımla kitlesel biçimde gerçekleşti. Kadın çalışma grubu, mahalleyi kapı kapı gezerek geniş toplantılar düzenledi. Park yakında bir liseli forumuna evsahipliği edecek. Beşiktaş iskelesinin özelleştirumlar Arası Koordinasyon’un bir toplantısında Taksim eylem- rilmesine karşı düzenlenen eylerinin polis ablukası nedeniyle lemler de semtte yankı buldu. 1 etkisini yitirdiğini ve yeni kanal- Ağustos ve 20 Eylül’deki protestolara yönelmek gerektiğini vur- lara kayda değer katılım sağlandı. guladılar. Zaten bu kanallar da İkinci eylemdeki polis müdahaoluşuyor: Yaşam ve çalışma alan- lesi ortamı gerdiyse de, ardından
Abone Formu İsim, Soyisim: Adres: Posta Kodu: İlçe, İl: Telefon, Faks: E-Posta: Abonelik Bedeli (Asgari 10 TL): İmza:
forum uzun süredir olmadığı kadar kalabalık biçimde toplandı.
Emek hareketi Açılan bir diğer kanal da emekçi örgütlenmeleri. Parkta uzun süredir, beyaz yakalı çapulcular toplanıyor. Banka-sigorta, bilişim ve çağrı merkezi çalışanlarının ağırlıkta olduğu ekibin gündemleri arasında Levent - Maslak gibi emekçi havzalarında öğlen toplantıları düzenlemek var. Yakında bültenlerinin ilk sayısını çıkaracaklar. Güvencesiz çalışanlar grubu da hükümetin Ulusal İstihdam Strateji Belgesi denen saldırısını forum gündemine taşıdı. Kazova, Darphane ve THY işçilerinin mücadeleleriyle de yakından ilişkili Abbasağa. Bu yöndeki çabalar, THY Greviyle Dayanışma Komitesi’nin parkta iki kalabalık toplantı düzenlemesiyle meyve verdi. Ayrıca forum bir gün ana gündeminde Bedaş, Kazova, Darphane ve THY’den işçileri ağırlarken diğer bir gününde ana gündemini sadece THY grevcileri ve direnişçilerine ayırdı. Forumun katılımcıları arasında THY grevcilerinin olması elbet bunu kolaylaştırdı. Haziran direnişçilerinin hükümetin gerginlik siyasetini boşa çıkarması kilit önemde. Yaratıcı çalışmalarla yüzümüzü emekçilere çevirmek durumundayız; mesele, kitle çalışmasında sebat etmek, emek vermek. Uzun zamandır olmadığı kadar geniş yollar önümüzde açılıyor.