Haziran 2005
İşçi Kardeşliği
Uluslararası
Bedeli 500.000 TL / 50 YKr
“İşçilerin Kendi Partisi” “İşçilerin Kendi Partisi” Geçici Kurucular Heyeti 4. Genel Kurulunu topluyor! (s.2'de) Son özelleştirme dalgası saldırısı ve “İşçilerin Kendi Partisi” (s.3’te) İşçi temsilcileriyle “İKP”yi konuşmaya devam ediyoruz. (s.4 ve 5’te)
Avrupa Anayasası’na HAYIR! Fransa ve Hollanda’daki referandum zaferlerinin ardından Avrupa Birliğine karşı mücadele (s.12’de)
Emek Platformuna Çağrı Emek Platformunu bağımsız bir işçi partisi kurulması çağrısı yapmaya davet eden kampanyanın imzacı listesi ve katılım bilgisi. (s.6'da)
4-C Bir 4-C mağduru bu maddenin ne anlama geldiğini anlatıyor. (s.7’de)
ABD’de Sosyal Güvenliğe Saldırı Dünya halklarına kan kusturan ABD hükümeti, “iç cephe”de de kendi emekçi vatandaşlarına saldırmayı ihmal etmiyor. Bush yönetimi sosyal güvenlik sistemini tasfiyeye hazırlanıyor. (s.14’te) Bir İşçi Enternasyonali için İşçilerin ve Halkların Bağlantı Komitesinin (ILC) Türkiye bültenidir.
ILC Dünya Konferansı Avrupa Toplantısında İspanyol delegenin kapanış konuşması (s.11’de) Bizimle bağlantı kurmak için: e-posta: iscikardesligi@iscikardesligi.org web: http://www.iscikardesligi.org
İçindekiler: s.2: “İşçilerin Kendi Partisi” Genel Kurulu s.3: Özelleştirmeler, Satışlar ve “İKP” s.4,5: “İKP” Üzerine İşçi Temsilcileriyle Görüşme s.6: Emek Platformuna Çağrı Kampanyası s.7: Özel-leştirmeler ve 4-C s.8: Patron Partileri ve “İKP” s.9: Ekonomi s.11: ILC Avrupa Toplantısı s.12: Avrupa Anayasası s.14: ABD’de Sosyal Güvenlik s.15: “Renkli Devrimler”
Uluslararası İşçi Kardeşliği
“İKP” GENEL KURULU
“İşçilerin Kendi Partisi” 4. Genel Kurulu “İşçilerin Kendi Partisi” Geçici Kurucular Heyeti 4. Genel Kurulunu topluyor!
T
EKSİF Bakırköy Şubesinde yapılacak Genel Kurulda Emek Platformunu bağımsız bir işçi partisi kurma çağrısı yapmaya davet eden kampanya ve “İKP”nin 2005 sonuna kadar kurulması çalışmalarının yanı sıra parti programı ve tüzüğü tartışılmaya başlanacak. Bu amaçla Geçici Kurucular Heyeti taslak tüzük ve programı Genel
Kurula yetiştirmeye çalışıyor. Tarih: 18 Haziran 2005 Saat: 14:30 Adres: TEKSİF Bakırköy Şubesi Zübeyde Hanım Cad. Meydan Sok. No: 168/2 Zeytinburnu/İstanbul (Zeytinburnu Tren İstasyonu karşısı)
Bir İşçi Enternasyonali için Uluslararası Bağlantı Komitesi
1
991 yılı Ocak ayında Barcelona’da (İspanya) 63 ülkeden delegelerin katıldığı ilk Açık Dünya Konferansında kuruldu. Bu delegeler, işçi sınıfı içindeki çeşitli örgütleri ve siyasal akımları temsil ediyordu. Amacımız tüm dünyada kapitalizmin vahşi saldırısına karşı mücadele etmek için işçi sınıfını ve dünyanın ezilen halkları ile gençliğini birleştirmeye yardımcı olmak. Programımız ise açık ve basit: özelleştirmeye, kuralsızlaştırmaya ve savaşa hayır! Bunun için de tüm dünyada işçilerin bağımsız örgütlerinin özellikle de sendikalarının savunulması çok önemlidir. Uluslararası Bağlantı Komitesi (ILC), işçi sınıfının küresel kapitalizmin dayattığı esaretten kurtulmasının ancak işçilerin kendileri tarafından elde edilebileceği fikrine sıkı sıkıya bağlıdır. Sınıf mücadelesinin tarihi her türlü kazanımın bağımsız işçi sınıfı örgütlerinin mücadeleleri sonucunda elde edildiğini göstermiştir. ILC ilk toplantısından bu yana 94 ülkedeki siyasi aktivistlerin ve sendikacıların çok eğilimli bir yeniden gruplaşması olarak büyümüştür. 1991, 93 ve 96’da üç defa, 2000 yılı Şubat ayında San Francisco Emek Konseyi (AFL-CIO) ile ortak Açık Dünya Konferansları düzenledik. 2002 yılı Şubat ayında Berlin’de ILCSan Francisco Açık Dünya Konferansı Sürdürücü Komitesi ve geniş bir Alman sendikacılar komitesi ile birlikte -Kuralsızlaştırmaya Karşı ve Herkes için Emek Hakları için Uluslararası Konferanstoplandı. İşçi Kadınların Haklarının Savunusunda Uluslararası Konferans da bu konferansın öncesinde toplandı. Yaşama ve çalışma koşullarını iyileştirme amaçlı tüm mücadeleleri, toplu şözleşmelerdeki, iş kanunlarındaki ve ILO Sözleşmelerindeki kazanıl-
mış hakları ve güvenceleri koşulsuz savunuruz. Dünyadaki gerçek bir barış için koşullar da bunlardır. Tüm ülkelerde gerçek bir demokrasi için şartlar bunlardır ve bunlar da ancak halkların kendi kaderlerini tayin hakkı ve ırklar arasındaki eşitlik temelinde yükselebilir. Bu nedenle her yıl Cenevre’de yapılan ILO yıllık toplantısında ILC de ILO Sözleşmelerinin savunulması için bir konferans düzenliyor. Ayrıca çeşitli bölgesel kampanyalar ve girişimler örgütledik. “Serbest Ticaret Anlaşmalarına” karşı-örneğin Amerika kıtalarında NAFTA ve FTAA’ya karşı, Avrupa’da Maastricht Anlaşmasına karşı- Çin’de, Romanya’da, Kore’de, Togo’da ve dünyanın birçok yerinde sendikal faaliyetlerinden dolayı hapsedilen aktivistlerin serbest bırakılması talebi ile işçileri savunan çok sayıda kampanyalar örgütledik. Uluslararası Bağlantı Komitesi kendisini varolan uluslararası işçi örgütlerinin yerine koymuyor ya da onlarla rekabete girmiyor. ILC tarihi modeli olarak 1864’te Londra’da kurulan Uluslararası İşçi Derneği’ni - I.Enternasyonal’i - alıyor. O gün de bugün olduğu gibi amaç, işçileri savunmak için samimi bir şekilde mücadele eden tüm akımları, işçi demokrasisi temelinde, çeşitliliğe saygı göstererek ve birleşik eylemi ileriye taşıyacak bir biçimde örgütlemekti. 23-24 Ocak 2003 tarihinde Savaşa Karşı Acil Konferansı örgütledik ve “Savaşa Karşı Uluslararası Emek Hareketi”ni inşa etmeyi kararlaştırdık. Kampanyalarımızın ve amaçlarımızın kısa bir özeti bu. Her hafta ILC’nin faaliyetleri ile ilgili bilgiler içeren bir bülteni üç dilde yayınlıyoruz. Adres: ILC, c/o Parti des Travailleurs - 87, rue du Faubourg Saint-Denis, 7510 Paris, Fransa eit.ilc@wanadoo.fr, http://www.owcinfo.org
ILC
2
ÖZELLEŞTİRMELER
Özelleştirmeler, Satışlar ve “İşçilerin Kendi Partisi”
A
KP hükümeti kendinden önceki büyük patron hükümetlerinin hepsinden daha fazla özelleştirme yapmış olmakla iftihar ediyor. Ve hiç sıkılmadan bu satışlara aynı hızla devam edeceğini milletin gözünün içine baka baka ilan ediyor. Sanırsınız memleketi bir beladan kurtaracak. Doğrudur, belki memleketi değil ama, yerli ve yabancı büyük patronları ve onların bağlı oldukları çokuluslu şirketleri başka ülkelerde olduğu gibi Türkiye’de de ihya edip mutlu etmenin yollarını açıyor. Emirler IMF’den, Dünya Bankasından ve Dünya Ticaret Örgütünden geliyor, AKP hükümeti de bu emirleri büyük bir iştahla yerine getiriyor. Bu işten kimin kazançlı çıktığını artık sormaya bile gerek yok herhalde. Türkiye’nin ve dünyanın işçileri, köylüleri,yoksulları ve ezilenleri mi, yoksa dünyanın ve Türkiye’nin gözü doymaz para babaları mı? Nitekim Türkiye’de bir kamu iktisadi teşekkülünün özelleştirilmesi ya da satılması binlerce işçinin aileleriyle birlikte işsiz kalması ve Seydişehir’de ya da başka yerlerde olduğu gibi bölgenin bütün iktisadi faaliyetinin küçük esnafı da etkileyecek bir tarzda yok edilmesi anlamına geliyor. Bu anlamıyla özelleştirme ya da satışlar milletin bütün can damarlarının parçalanması demek oluyor. Dünyanın ve Türkiye’nin büyük patronlarının bolluktan zaten şişmiş kasalarını daha da şişirmekten başka bir işe yaramayan bu özelleştirme ve satışlar fakir fukarayı daha da perişan ediyor. Şimdi bu yaptığı özelleştirme ve satışlarla büyük patronların gözüne girmek için çabalayan AKP hükümetine ve ondan önceki bütün hükümetlere şu soruyu sormanın zamanı gelip de geçmedi mi: “İyi de kardeşim, siz bu özelleştirme ve satışları neredeyse 25 yıldır aralıksız olarak yapıyorsunuz. Bundan memleketin işçilerine, köylülerine ve yoksullarına bugüne kadar ne hayır geldi?
Hani bu ‘verimsiz’ KİT’lerin satışlarıyla elde edilen gelirlerle daha fazla insana iş alanları açılacak, üretim artacak ve memleket kurtulacaktı. Oysa gerçekte ne oldu? Tam tersine daha fazla insan işsiz kaldı, üretim eskisine oranla daha fazla düştü, ücretler ve çalışanların satın alma güçleri daha da geriledi. Yetmedi sendikalar güçsüzleşti, toplu sözleşme imkanları kısıtlandı, grev hakkı neredeyse kullanılamaz hale geldi, sosyal güvenlik sistemi yok edilmeye çalışılıyor, hatta dahası memleketi bölüp parçalayacak olan bölgeselleştirmelere gidilmeye çalışılıyor, yani farklı bölgelere farklı asgari ücret uygulamasına.” Kısacası zenginler daha zengin, fakirler daha fakir oldular. Bu hükümetlerin yapmak istedikleri bu muydu diye sormamıza bile gerek yok. Evet zaten yapmak istedikleri buydu. Yaptıkları özelleştirme ve satışlarla IMF’ye olan borçlarının faizlerini ödediler ya da yerli patron kuruluşlarına iç borç ödediler. Açıkçası bizi göz göre göre kandırdılar. Bizim alın terimizle patronları daha zengin ettiler. Aslında buna şaşırmaya da hacet yok, çünkü onlar bizim değil, büyük patronların hükümetidirler. Memleketin zaten zayıf olan demokrasisini daha da zayıflattılar. Çünkü demokrasi sadece isteyenin istediğini konuşmasıyla sınırlı bir şey değildir. Biz işçiler için demokrasi esas olarak bunların yanı sıra siyasi ve ekonomik örgütlenme hakkı, serbest toplu pazarlık hakkı, grev hakkı, hakkını aramak için toplantı ve gösteri hakkı ve çocuğunu haysiyetli bir şekilde okuyup büyütecek, besleyecek, sağlıklı şartlarda yetiştirecek bir çalışma hakkı demektir. Bunların olmadığı yerde demokrasi de yoktur. Artık şunu çok iyi biliyoruz: Demokrasinin eksik olduğu her yerde bu hakların hepsi gasp edilmektedir. İşçilerin haysiyetli bir hayat yaşamaları, daha fazla ücret elde etmeleri ile müm-
kündür. İşçilerin daha fazla ücret elde etmeleri ise ancak patronların kârlarının azalmasıyla mümkündür. Ama işçilerin hayat şartları ancak kendi hükümetlerini kurmalarıyla mümkündür. Hükümet olmak için de kendi partilerini kurmaları şarttır. “İşçilerin Kendi Partisi” kurulup inşa edilmeye başlandığında her şeyin nasıl patronların aleyhine işçilerin lehine değişmeye başlayacağını hep birlikte göreceğiz. Türkiye’nin gözbebeği kamu işçileri! Daha hiçbir şey bitmedi. Patronların elimizden almaya çalışacakları daha çok şey var. Onlar, TÜPRAŞ’ı, TEKEL’i, Seydişehir’i, kalanıyla Zonguldak’ı, Hava Yollarını, Kara Yollarını ve daha her şeyi elimizden almaya çalışıyorlar. Bunların tümüyle özelleştirilip satılmaması için hep birlikte mücadele etmek zorundayız. Elinde olanları savunamayan bir sınıf, gelecekte de daha büyük kazanımlar elde edemez. Önce elindekini korumayı bileceksin. Ondan sonra yenilerini kazanacaksın. “İşçilerin Kendi Partisi”nin hükümeti bundan sonra yapılmak istenecek özelleştirmeleri durduracağı gibi, bundan önce yapılmış olan bütün özelleştirmeleri de geri alacak, yani tazminatsız olarak yeniden millileştirecektir. Burada KİT işçilerine büyük sorumluluk düşüyor. Sizler bu mücadelenizle sadece kendi çıkarlarınızı değil, bütün bir milletin çıkarlarını savunuyor olacaksınız. Sadece kendi çocuklarınızın geleceğini değil, memleketin bütün fakir fukarasının çoluk çocuğunu bu felaketten kurtaracaksınız. Çünkü sizler, diğer işçilere, sendikasız ve sigortasız işçilere göre daha fazla mücadele imkanına sahipsiniz. Daha örgütlüsünüz. Bu örgütlülüğünüzün kıymetini bilin ve teslim olmayın. Bu mücadelenizde başarıya ulaşabilmek için de önce kendi partinizi, yani, “İşçilerin Kendi Partisi”ni inşa etmeye girişin. Sorumluluğunuz büyüktür, ona göre davranın!
Özelleştirmeleri durdurun! 3
Uluslararası İşçi Kardeşliği
GÖRÜŞME
İşçi temsilcilerine sormaya devam ediyoruz:
“İşçilerin Kendi Partisi” Neden Gerekli? Bülent Yavaş, Lastik-İş Huhtamaki İşyeri Baş Temsilcisi Yeni sonuçlandırdığınız toplu sözleşme sürecini lanmaya başlanıyor. nasıl değerlendiriyorsunuz? Bu saldırılara toplu halde karşı koymak için Toplu iş sözleşmemiz üç hafta önce bitti. Yaklaşık “İşçilerin Kendi Partisi”nin kurulması düşüncesi17-18 toplantının sonucunda bitti. Aslında bu kadar ne nasıl bakıyorsunuz? uzun sürmesinin en büyük nedeni esnek çalışmalarİşçilerin kendi partisi hakkında burada arkadaşla ilgili. 4857 sayılı İş Kanunu’nun getirmiş olduğu larla görüşüyoruz. Parti dediğimiz zaman arkadaşbazı maddeler var; o maddelerde biz çok takıldık. lar biraz soğuk bakıyorlar. Biraz ülkemizdeki siyasi İşveren sendikası o maddelerin uygulanmasını çok istikrarsızlıktan dolayı bence, soğuk bakıyorlar. istedi. Biz de direndik. Çağrı Eskiden, TİP’in [Türkiye İşçi üzerine çalışma, telafi çalışPartisi] kurulduğu dönemler“Önümüzdeki ması; bu maddelerle uğraşde, işçi için çok şeyler yapılsözleşmeler ne olacak? tık. mış ama yeni nesil bunları Başarılı olduk. Eski Nasıl direneceğiz? O bilmiyor. Buradaki arkadaşdurum nasılsa, aynen şu an ların ilk işyeri, ilk sendikalı korkutuyor bizi. Acaba da devam ediyor. Hiçbir işyeri. Partiyle ilgili bahsetesnek çalışmayla ilgili maddede taviz verilmedi. tiğimiz zaman pek de sıcak İşveren sendikasının burada bu maddeleri yine bakmıyorlar. Bazı örnekler rahatsızlığı var. Diğer sendiveriyoruz, başka ülkelerde savuşturabilecek miyiz? kalarla bunları geçiriyorlar, işçi partilerinin olduğunu Biliyorum ki bir iki sene işveren sendikası da bunlaanlatıyoruz. rı görüyor. Onlar da olunca sonra işveren daha Aslında işçi kendine işveren sendikası daha çok güvenmiyor. Belki bu olutehlikeli, daha istekli bastırıyor, onun da cevap şumun içinde öncülük yapan gelecek; çünkü günden vermesi gereken yerler var. isimler görmüş olsa – ne Orada bayağı zorlandık, güne esnek çalışma bileyim bence bir örnek – yaklaşık 17 tane toplantımız Rıdvan Budak’ı görmüş her yerde uygulanmaya oldu. olsa, Süleyman Çelebi’yi, başlanıyor.” Ücret de fena değil, altı genel olarak konfederasyon aylık zamlar yapılacak. İlk başkanlarını görmüş olsa altı ayımızda fabrika genedaha çabuk ikna olur bence. linde ortalama olarak yüzde 11,84 zam aldık. Altı aylık enflasyon yüzde 6’ydı. Fabrikada çalışan “İKP”nin kurulması için yöntem olarak konfedearkadaşlarımızın büyük çoğunluğu sözleşmeden rasyonların başı çekmesi gerektiğini düşünüyorsunuz. Bu gerçekleşmezse ne yapılmalı? memnun. Onlar çekmeyecekse biz bu işi bırakacağız diye Ama bizi rahatsız eden başka şeyler var. Bu sözleşmeyi, bazı maddeleri istediğimiz gibi, zar bir şey yok tabii. Ama oluşumu hızlandırması için zor da olsa atlattık. Peki önümüzdeki sözleşmeler olması gerekiyor. Olsa bile yani parti kuruluşunda ne olacak? Nasıl direneceğiz? O korkutuyor bizi. konfederasyonların birlikte karar verip, birlikte Acaba esnek çalışmayla ilgili bu maddeleri yine hareket edeceklerine de pek inanmıyorum. Etmezler savuşturabilecek miyiz? Biliyorum ki bir iki sene bence; çünkü senede bir olan, bizim bayramımız, sonra işveren daha tehlikeli, daha istekli gelecek; işçi bayramında birlikte hareket edemiyorlar. Böyle çünkü günden güne esnek çalışma her yerde uygu- bir durumda edeceklerine de inanmıyorum.
Seydişehir Alüminyum satılamaz! 4
GÖRÜŞME
Hüseyin Özer, Birleşik Metal Amcor İşyeri Baş Temsilcisi İnsanlara sorumluluk ve görev vermek gerekli; ama Sizce “İşçilerin Kendi Partisi” gerekli midir? Birilerinin işçi haklarını savunması gerekiyor. öncelikle neyi ne için yaptığını bilmeliler. Örneğin Örnek vereyim, Rıdvan Budak. Bugün CHP’den İşçi Kardeşliği neyi amaçlıyor? Bunlar anlatılmalı. milletvekili var, Bayram Meral. Normal mantıkla Ben işçiyim ve benim partim. Ben bunu yönlendirebaktığımız zaman bu insanlar işçi kökenli, işçilerin ceğim. Ben yönlendirmediğim sürece bu iş yürümeiçinden gelmiş ama işçiler için hiçbir şey yapmayan yecek. Bunu işçiler bilmek zorunda. Hemen hemen insanlar. Hiçbir şey yapamıyorsan kalk oradan basın tüm siyasi partiler “biz tabanımızla hareket ederiz” açıklaması yap; ama bugün kendi partimiz olsa, on der; ama hiçbir parti tabanını takmaz. Her şeyden tane milletvekilimiz olsa, o ses getirir. On tane mil- önce İKP ‘yi [“İşçilerin Kendi Partisi”] anlatabileletvekili demek işçinin sesi demek zaten. En azından cek uzmanlara ihtiyacımız olacak. Ufak kahve ve sesimizi duyururuz, insanlara gerçekleri açıklarız. topluca olduğumuz yerlerde tartışma ortamları kuraNeyin yanlış gittiğini anlatırız. 4857 sayılı yasadaki rak fikrimizi anlatmalıyız. Daha sonra bize destek gibi esnek üretimin insanlara ne kadar zarar verdi- veren arkadaşlarla örgütlenme çalışmaları yaparak, ğini anlatırız. İşçileri köleliğe sürükleyen sistem, işyeri komiteleri ve mahalle komiteleri kurmalı, bunlardan sorumlu olacak esnek üretim. İşçilerin kendi işyeri ve mahalle temsilcileri partisi olsa mecliste işçiler “...bizim bizden başka seçip belirli aralıklarla toplakendini ezdirmeyecektir, kurtuluşumuz yok. nıp durum değerlendirmesi haklarını bilecektir. Zaten yapılarak o bölgedeki ihtibugüne kadar kurulmaması Ancak işçiler birleşirse yaçlara göre eğitim, piknik, hataydı. Dünümüze ve bugühaklarımızı korur ve tiyatro ve sağlık sorunları nümüze baktığımızda, gelen yükseltiriz. Bu açılardan gibi etkinlikler yapılmalı. bütün siyasi partiler ilk etapBu da hem tanıtım hem de ta işçinin yanındaymış gibi işçilerin kendi partisinin insanlara olan sıcaklığımızı söylemlerde bulunmuşlarsa kurulması şart.” gösterecektir. da sonunda işçinin kuyusunu kazanlar olmuşlardır. Bu da Özel sektörde çalışan bir bize şunu gösteriyor ki bizim bizden başka kurtu- işçi olarak özelleştirmelerle ilgili ne düşünüyorsuluşumuz yok. Ancak işçiler birleşirse haklarımızı nuz? Özel sektörde çalışan işçiler özelleştirmelere korur ve yükseltiriz. Bu açılardan işçilerin kendi nasıl bakıyor? partisinin kurulması şart. Kamu sektöründeki işçiler için devletin sırtından “İşçilerin Kendi Partisi” kitleselleşebilir mi sizce? Bana göre azim gösterirsek olabilir. Azim ve kararlılıkla büyür, kitleselleşebilir. Bir günde, bir seçimde olmayabilir bu. İnsanlara yönelik bir şeyler yapıldığı zaman bir şeyler değişebilir burada. Neler yapılmalı? Organize bir şekilde mücadele etmek lazım. Belli komiteler kurulup, sorumlular atanmalı ve bu sorumlular da ayrı komitelerde toplanmalı. Genç işçiler olur, kahve sohbetleri olur, piknikler düzenlenebilir. Kitapçıklar basılıp iş kanunları anlatılabilir. Sorunlara yönelik anketler yapılabilir. Fabrika fabrika dolaşıp anketler doldurulabilir. Siyasi örgütlenmenin ötesinde insanlara değişik şeyler sunabilirsin. Tiyatro olabilir; insanları tiyatroya götürebilirsin, daha da olmadı insanlara sağlık brifingi verebilirsin. İnsanlara sosyal etkinlik kazandırmış olursun.
geçinme düşüncesi yaygın. Bizim vergimizle ayakta duruyorlar, halbuki zarar ediyor diyorlar. Aslında öyle bir şey yok. Şunu bilmiyorlar ki düne kadar elektrik idaresi komple devletin elindeydi. Kilovatına bin lira ödüyorduk, örneğin. Özelleştirildikten sonra her yeni gelen özel şirket güç bedeli, şu vergisi, bu vergisi derken o bin lira zamanla dört bin liraya beş bin liraya çıktı. Elektrik kesintilerinden yakınıyorduk. Özelleştirildikten sonra yine kesiliyor ama ödediğimiz para dört katına çıktı. Sosyal devlet kalmıyor. Her şey ticarete dönüyor. Devlet, sosyal devlet olmaktan çıkıyor. Artık sosyal devlet yerine tek diyebileceğimiz kavram, ticari devlet. Bazı medya kuruluşları bazı firmaları önce karalıyor, zarar ediyor, batıyor yaygaraları yayıyor daha sonra değerinin dörtte biri, beşte biri fiyatına satın alıp çok büyük karlar elde edip tekrar cilalayıp piyasaya sunuyorlar. Özelleştirilen firmaların zarar ettiği söylentisi de böyle bir şey.
5
Uluslararası İşçi Kardeşliği
KAMPANYA
Emek Platformuna Çağrı Kampanyası Biz aşağıda imzası bulunanlar; Emek Platformunu, bağımsız bir işçi partisi kurma çağrısı yapmaya davet ediyoruz.
Belediye-İş
Şahin, Temsilci
Hüseyin Ateş, Mali Sek.; Mehmet Aşkın, 1 Nolu Şube Bşk.; İsmail Kaya, Şube Bşk.; Şenol Erdem, Beyoğlu Şube Yöneticisi; Sadettin Yıldırım, İETT Şube Bşk.; Hazma Akpınar, Şube Yöneticisi; Fikret Yayla, Temsilci; Belfiye Özlem, Eskişehir Şube Çalışanı; Mehmet Arslan, Eskişehir Şube Çalışanı; Enver Eyiröğen, Eskişehir Şube Çalışanı; O. Suat Kalyoncu, Kocaeli Şube Bşk.; Osman Subaşı, Kocaeli Şube Yön. Kurulu Üyesi; Veli Göl, Kocaeli Şube Yön. Kurulu Üyesi; Hasan Kahveci, Kocaeli Şube Yön. Kurulu Üyesi; Yaşar Mısırlıoğlu, Kocaeli Şube Yön. Kurulu Üyesi
Petrol-İş
Birleşik Metal-İş Erdinç Gürel, Temsilci; Serkan Çavuşlu, Temsilci; Hasan Arslan, Örgütlenme Uzmanı; Hüseyin Özer, Temsilci; Mustafa Demirtaş, Temsilci; Birol Onat, Temsilci; Ali Rıza Duman, Temsilci; Mustafa Korkmaz, Temsilci; Kıyasettin Kızılkaya, Temsilci; İlhan Çelik, Temsilci; Hayati Kocatepe, Temsilci; Mürsel Çalağan, Temsilci; Ali Kodaş, Temsilci; Hakkı Akkaya, Temsilci; Beytullah Ürem, Temsilci; Rıfat Codra, Temsilci; Ceyhan Ay, Temsilci; Basri Dönmez, Temsilci; Hasan Sadıç, Temsilci; Zeki Bülbül, Temsilci
Kristal-İş Tamer Tat, Mersin Şube Bşk.; Recep Nahırcı, Şube Sekreteri; Metin Maraba, Şube Mali Sekreteri; Ali Sevinç; Metin Tekin; Metin Bölükbaşı; Güven Canpolat; Cevat Kornal; Recep Topçu; Mecnun Aytekin, Rami Temsilcisi; Salih Filiz, Rami Temsilcisi; Mustafa Tabakçıoğlu, Rami Temsilcisi; Bülent Öztürk, Topkapı Cam Temsilcisi; Faruk Dönmez, Topkapı Cam Temsilcisi; Sinan Uçar, Topkapı Cam Temsilcisi; Sinan Akova, Topkapı Cam Temsilcisi; Mülkalan Çelebi, İstanbul Cam Temsilcisi; Hazma Ardıç, İstanbul Cam Temsilcisi; Hasan Şeker, İstanbul Cam Temsilcisi; Mahmut Kornal, İstanbul Cam Temsilcisi; Şakir Davulcu, İstanbul Cam Temsilcisi; Engin Yılmaz, Genel Başkan Vekili; Hasan Bilgiç, Genel Mali Sekreter; Polat Akbaş, Genel Eğitim Sekreteri
Lastik-İş Metin Yılmaz, Şube İdari Sekreteri; Sibel Aslan, Şube Sekreteri; Kemal Aydın, Şube Baş Temsilcisi; Hasan Kaya, Şube Mali Sekreteri; Bülent Yavaş, Baş Temsilci; H. İbrahim Kurtuluş, Temsilci; Mahmut Ali Gümüş, Temsilci; Cevat Candan, Baş Temsilci; Enver Uçar, Temsilci; Turfan
Adil Alaybeyoğlu, Mersin Şube Bşk.; Metin Avcı, Petrol-İş Mersin Şube Denetim Kurulu Bşk.; Bülent Subaşı, Mersin Şube Disiplin Kurulu Bşk.; Faruk Karaküçük, Mersin Şube İdari Sekreteri
TEKSİF Erol Tutu, Yön. Kurulu Üyesi; Ferhat Dikmen, Yön. Kurulu Üyesi; Recep Karaçay, Bakırköy Şube Yön. Kurulu Üyesi; Temel Haliloğlu, Bakırköy Şube Sekreteri; Yurter Çalcuak, Bakırköy Şube Başkan Vekili; Murat Dengiz, Bakırköy Şube Yöneticisi; Songül Şimşek, Baş Temsilci; Salih Tuncel, Eskişehir İl Temsilcisi; İbrahim Öner, Kocaeli Şube Bşk.; Hüseyin Bülbül, Kocaeli Şube Bşk. Vekili; Necdet Edik, Kocaeli Şube Sek.; Levent Uzan, Kocaeli Şube Saymanı; Mustafa Karataş, Kocaeli Şube Yön. Kurulu Üyesi; Ali Karaca, Kocaeli Şube Yön. Kurulu Üyesi; R. Nuri Erbaş, Kocaeli Şube Yön. Kurulu Üyesi; Barbaros Öz Çoban, Yönetim Kurulu Üyesi; Güner Çiçekli, Kocaeli Şube Yön. Kurulu Üyesi; Mustafa Yıldırım, Kocaeli Şube Denetleme Kurulu Bşk.; Münir Candır, Kocaeli Şube Denetleme Kurulu Raportörü; Muradettin Erdemir, Kocaeli Şube Denetleme Kurulu Üyesi; Şaban Çelik, Kocaeli Şube Disiplin Kurulu Bşk.; İsa Özdemir, Kocaeli Şube Disiplin Kurulu Raportörü; Bilal Oktun, Kocaeli Şube Disiplin Kurulu Üyesi; Muzaffer Ulukaradoğan, Kocaeli Şube Disiplin Kurulu Üyesi; Ayhan Hoşel, Kocaeli Şube Disiplin Kurulu Üyesi; Mustafa Bayram, Baş Temsilci; Bülent Naş, Temsilci; İsmail Baycan, Temsilci; İhsan Demirer, Temsilci; Murat Er, Temsilci; Gökmen Gökbulut, Temsilci
Tarım-İş, Tek Gıda-İş, Tez Kop-İş, Türk Metal-İş, Yol-İş, Çimse-İş, Genel-İş, Harb-İş, Deri-İş Derviş Serin, (eski) Petkim-İş Genel Sekreteri; Metin Doruk, Eskişehir Tarım-İş Şube Sek.; Dede Bayrak, Eskişehir Tek Gıda-İş Genel Sek.; Recai Ilgın, Eskişehir Tez Koop-İş Şube Bşk.; M. Ali Uz, Eskişehir Türk Metal-İş Şube Sek.; S. Sayem Evren, Yol-İş Mersin Şube Bşk.; Ali Okçu, Eskişehir Yol-İş Şube Genel Sekreteri; Kürşat Ceylan, Eskişehir Çimse-İş Temsilcisi; A. İhsan Koluaçık, Eskişehir Çimse-İş Temsilcisi; Hikmet Selef, Eskişehir Genel-İş Şube Bölge Temsilcisi; Hasan Atak, Eskişehir Harb-İş Eğitim ve Teşkilatlanma Sekreteri; İsa Geniş, Deri-İş Eski Sekreteri
Emek Platformuna Çağrı kampanyasını destekliyorum. İsim, Soyisim: ................................................... Sendika: ...................................................
Görev: ................................................... İmza: ...................................................
Desteğinizi doğrudan bizimle temas kurarak veya (216) 330 95 67 nolu faksa veya iscikardesligi@iscikardesligi.org e-posta adresine göndererek iletebilirsiniz. Tam kampanya metnini Nisan ve Ocak 2005 sayılarımızın yanı sıra İnternet’te http://www. iscikardesligi.org/yazi.php?yazi_no=311 adresinde bulabilirsiniz.
6
4-C
Özel-leştirmeler ve 4-C
1
980’li yıllardan bu yana sudan nedenlerle, zarar ettirildikleri gerekçesi ile kapatılan Türkiye’nin büyük sermaye kuruluşlarından işten atılanlar, işsizler sanayisinin omurgasını yaratmışlardır. Kapatılan (SEK, SÜMERBANK, ET BALIK KURUMU, SEKA vs.) kuruluşların bıraktığı boşlukları maalesef vahşi kapitalizmin kan emici emperyalist sermayedarları ve onların Türkiye’deki uzantıları doldurmuşlardır. Hükümet politikalarının kasıtlı uygulamalarıyla piyasada haksız rekabet koşulları oluşan tekel ekonomisi işinden olan işçinin yanında, küçük ve orta ölçekli işletmelerin de kapanmasına sebebiyet vermiştir. Böylece bu sektörlerden ekmek yiyen on binlerce insanımız yerine on, on beş kişinin servetine servet katılmıştır. Dolayısıyla yıllık büyüme raporlarında Türkiye’nin yüzde 9 büyüdüğü açıklanır ya, aslında bunun Türkçe’si: Türkiye’de bu yıl 100 kişide 9 kişi büyümüştür. Özel-leştirme ilahları bindiler yalanların dolanların truva atlarına; yorumcuları, yazarları ve profesörleri ile çıktılar renkli camlarına. Ellerinde zarar ettirilebilecek fabrikalar kalmamıştı; ama gayrı-milli sermaye çevreleri bu kadarla yetinmeyeceklerdi. Sıra Türkiye’nin kâr eden, vergi sıralamasında birinciliği alan, katma değer yaratan, bütün çabalarına rağmen zarar ettiremedikleri kuruluşlara gelmişti. TÜPRAŞ’ı, TEKEL’i, TELEKOM’u, ERDEMİR’i vd. ellerinden çıkarmalıydılar. Oysa bu kuruluşlar her yıl ortalama 400-500 milyon dolar kâr ediyorlardı. Bunları 3 yıllık kârları toplamına satmayı düşünüyorlardı. Bunların pazarlaması yapılarak kılıfına uydurulmalıydı. Bu nasıl olacaktı? Emperyalizmin Türkiye’de yarattığı gayrı-milli sermaye çevreleri ve onların uzantıları ile olacaktı. Artık zemin hazırdı, en şaşaalı reklam araçları onların elindeydi. Devlet tekstille, sigarayla, demir çelik vs. ile uğraşmaz, gelişmiş ülkelerde devlet sanayiden ellerini çekmiştir dediler; ancak gerçekleri halktan sakladılar. Liberal dedikleri ülkelerde devlet yüzde 7 istihdam sağlarken bizde bu rakam ancak ve ancak yüzde 3’tür. 20-25 yıldır pervasızca yapılan özel-leştirmeler sonunda işsiz ve aşsız kalanların önünü kesmek, öfkelerini dizginlemek için maalesef Türk-İş, hükümet ile işbirliği yaparak 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’nun 4-C maddesini çıkarmış, bunu da bir çözümdür diye bizlere yutturmuştur. Görevi, yaşam standartlarının altında yaşayan ezilenlerin dertleri-
ne çare üretmek olan Türk-İş, saf değiştirmiş, esen rüzgarın önünde gideceği yerde dalgakıran görevi üstlenmiştir. Hükümet ile el ele vererek örgütsüz toplum yaratmanın yolunu açmış; yardımseverlik, dayanışma, düşenin elinden tutma duygularını karartarak düşene bir de sen vuracaksın zihniyetinde insanlar topluluğu yaratmıştır.
657/4-C’nin Faydaları 1. 1992 yılından bu yana işten atılan tüm işçileri kapsamaktadır. (1992-2005 yılları arasında bir işyerinde 6 aydan fazla kayıt içinde çalışanları kapsamaz.) 2. Bir yıl içerisinde 4 aydan az, 10 aydan fazla çalışamaz. 3. 10 aydan fazla çalışamadığı için tazminat hakkına sahip olamaz. 4. Herhangi bir sendikaya üye olamaz, dolayısıyla toplu sözleşme yapamaz. 5. Yetkili amir isterse, mesai saatleri dışında ücret ödemeksizin cumartesi ve pazar dahil ücretsiz çalıştırılabilir. 6. Bu yasadan faydalanıp işe giren ve okullarda görevlendirilen arkadaşlarımız, görevlerine başladıkları andan itibaren geçici hizmetli kadrosunda çalışıyor. Bunun karşılığında okul müdürlüğünden maaş alan bir veya iki kişi anında işten atılıyor. Devlet 48 bin özel-leştirme mağduruna iş imkanı sağlarken buna karşılık 60 bin kişiyi kapının önüne koymuştur. 7. Sosyal yardım kapsamında çalışmayan eşe ve çocuklara ödenen aile yardımı, bu madde kapsamında çalışanlara ödenmemektedir. 8. Geçici Personel Yasasından faydalanarak işe girenler senede 4-10 ay arası çalıştırıldıkları gibi senelik ücretli izin hakları dahi bulunmamaktadır. Bunun yerine ücretsiz izne gönderileceklerdir. Tüm bu hükümleri ile böyle bir uygulama olacak şey midir? Hangi insan haklarına, işçi haklarının hangisine uymaktadır? Not: Hükümetin çıkarmaya çalıştığı personel rejimi yasasına itiraz eden sendikalar, ona örnek teşkil edecek 4-C’ye sessiz kalarak samimiyetsizliklerini ortaya koymuşlardır. Personel rejimi yasası gündeme geldiğinde başbakan aynen şöyle diyecektir: Türkiye’de 50 bin kişi böyle çalışmaktadır, onlar insan değil mi? Bir 4-C Mağduru
TÜPRAŞ’ı sattırmayacağız! 7
Uluslararası İşçi Kardeşliği
“İŞÇİLERİN KENDİ PARTİSİ”
Patron Partileri ve “İşçilerin Kendi Partisi”
“
İşçilerin Kendi Partisi” girişiminin bu yılki 1 Mayıs gösterilerinde işçi kitlelerine hitaben kullandığı ve onlardan çok olumlu tepkiler alan şiarlarından biri de: “Patronların partilerinden ve hükümetlerinden bıkmadınız mı?” sorusu biçimiyle alanda dillenmişti. İşçi sınıfının hislerini ve görüşlerini yansıtması bakımından pek etkin olan bu sözün bizlerce yani işçilerin kendi partisi taraftarlarınca temellendirilmesi gerekiyor. Demokrasinin köklü olmadığı Türkiye gibi ülkelerde siyasi partilerin ömrü pek nadiren on yılları bulabilmektedir. Buna karşın işçi sınıfının örgütlü olduğu ve siyaset sahnesini etkin bir biçimde kontrol edebildiği ülkelerde demokrasi ve siyasal özgürlükler kendilerini koruyabilme imkanına ulaşmışlardır. İşte bu maddi koşulların içinde ortaya çıkan her patron partisi, aslında saydığımız sebeplerden ötürü kendi politik çelişkilerini aşamayacak kadar devletin ve patronlar sınıfının kontrolü altındadır. Bundan ötürü rahatlıkla diyebiliriz ki: Ne CHP ne de AKP, bu ülkedeki özgürlük ve demokrasi kavgasının neferleri olamazlar, aksine onlar ancak var olan zincirli hürriyet rejiminin devamlılığını sağlayan zindan bekçileri olabilirler. Çünkü onlar meşruiyetlerini milletten değil her akşam İstanbul’un herhangi bir sarayında yemekli toplantılarda kadeh tokuşturdukları patronlardan almaktadırlar. Patronlar işlerine geldiği gibi, bir dönem birinin daha sonraki bir dönem diğerinin yelkenlerini şişirerek birini hükümet eder yahut bir başkasını indirir ve yerine diğerlerinden birini getirtebilirler. İşte bunların bu kadar rahatlıkla gerçekleşebilmesinin
Ne CHP ne de AKP, bu ülkedeki özgürlük ve demokrasi kavgasının neferleri olamazlar. Çünkü onlar meşruiyetlerini milletten değil her akşam İstanbul’un herhangi bir sarayında yemekli toplantılarda kadeh tokuşturdukları patronlardan almaktadırlar.
Patron partilerinden medet ummak kurda kuzu emanet eden çobanın safdilliğinin ötesinde bir şey değildir. Tüm ince farklarına rağmen bütün bu partiler, patronlar sınıfının çıkarlarının temsilcisidirler. yegane sebebi patron partilerinin hepsinin aslında halk desteğinden yoksun, görünüşte kitlesel partiler olmalarından kaynaklanmaktadır. İşçi sınıfının kitlesel desteğini sağlayamayan hiçbir parti ne bu ülkede ne de dünyanın herhangi bir yerinde iktidara gelemez. İktidara gelse bile tüm antidemokratik baskılara ancak işçi sınıfının kararlı desteğini alarak dayanabilir. İşte; işçi sınıfına sırtını, patronlar sınıfına da yüzünü dönmüş olan söz konusu siyasal partiler, sırf bu duruşları itibariyle her gün biraz daha içinde bulundukları siyasal aczi sergilemektedirler. Fakat dikkat edelim ki; patronların çıkarlarının temsilcisi bu partiler, sadece demokrasi ve toplumsal haklarımızın korunması veya geliştirilmesi noktalarında acizlik gösterirler. Yoksa işçi sınıfına yapılan her saldırıda, ya baş rolü üstlenirler ya da sözde “işçi dostu” tavırlarıyla ikiyüzlülüklerini sergilerler. Bu sonuncusu açısından unutmamak lazım ki; en büyük düşman en sinsice hareket edip en fazla suret-i haktan gözükenlerdir! Tüm toplumsal sınıflar gibi siyasal partiler de bir bütün değildir. Çeşitli alt tabakalardan, katmanlardan oluşurlar. Bu açıdan bir siyasal parti içerisinde farklı görüşlerin veya – farklı sınıfların da – temsilcilerinin bulunabilmesi mümkündür. Mesela bir patron partisinde patron sınıfı yahut bürokrasi kökenli kimseler olabileceği gibi doğrudan işçi sınıfı mensubu kimseler de bulunabilir, hatta ve hatta bu kimselerden birkaçı parti yöneticisi yahut milletvekili dahi olabilir; ancak bu bile partinin patron partisi olma kimliğini etkileyemez zira bir kaç işçi kökenli kimse ile bir siyasi parti, işçi sınıfının partisi olma sıfatını kazanamaz. Bu durumda da söz konusu partinin içinde yer alan işçi kökenli
Türk Telekom özelleştirilemez! 8
EKONOMİ
kimseler ya biraz evvel
belirttiğimiz ikiyüzlü “dostane” yalanların aracı olarak patronların çıkarının maşası olurlar ya da dürüst çizgilerini sürdürmeleri koşuluyla patron partisinden dışlanma noktasına kadar savrulabilirler. Arkadaşlar, işte tüm bu sebeplerle diyebiliriz ki; patron partilerinden medet ummak kurda kuzu emanet eden çobanın safdilliğinin ötesinde bir şey değildir. Bugün için patronların çıkarının en keskin savunucusu AKP bile yarın için devre dışı bırakılabilir ve yerine ANAP veya CHP gibi politik olarak zırnık fark yaratamayan bir diğer seçenek gündeme gelebilir ama bu değişikliklerin hiç biri işçi sınıfı açısından bir fark doğuramaz; çünkü tüm ince farklarına rağmen bütün bu partiler, patronlar sınıfının çıkarlarının temsilcisidirler. Ancak biri fark yaratır, hem de büyük bir fark: O da işçilerinin kendilerinin kuracağı, kendilerinin yöneteceği ve aslında kendilerinin ta kendisi olan “İşçilerin Kendi Partisi”dir. Onun için tüm politik varlığımızla kendimize ait olacak olan partimizi kurmaya başlamalı, çalışmalara katılmalı ve çevremizdeki işçi arkadaşlarımızı bu yola davet etmeliyiz.
Ekonomideki Gelişmeler ve “İşçilerin Kendi Partisi” Ekonomideki son gelişmeleri ve “İşçilerin Kendi Partisi”ni ODTÜ öğretim üyesi Ahmet Tonak’a sorduk. Türkiye’nin son dönemdeki ekonomik gidişatını değerlendirebilir misiniz? Son dönemden kastınız 2001 sonrası olmalı. Biz, Bağımsız Sosyal Bilimciler (BSB) olarak yaptığımız değerlendirmelerde genellikle 2002-2004 döneminin, kriz sonrası toparlanma çabalarını, genel bir canlılığı temsil ettiğini belirttik. Son yayımladığımız raporda da geçtiğimiz yılın abartılı büyüme hızının kalıcılığını sorguladık. Tahminlerim 2005 boyunca bu büyüme hızının yarısını bile gerçekleştirmenin hayli güç olacağı yolunda. Esas önemli olan bu son 3-4 yıllık dönemin bağlamıdır. Bildiğimiz gibi toplumsal ortamın kurumsal belirleyeni Uluslararası Para Fonu (IMF) ve onun sorgusuz sualsiz hizmetindeki hükümetler. Dolayısıyla, “ekonominin gidişatı” gibi genel bir eğilimi anlamaya yeltendiğimizde, ekonominin gündelik yönetiminden, inişli çıkışlı performansından çok kalıcı kılınmaya çalışılanın ne olduğunu anlamak önem kazanır. Bu anlamda, IMF’nin dayattığı, bizim siyasilerin de canı gönülden benimseyerek, cansiperane bir şekilde peyderpey meclisten geçirdikleri bir dizi “yapısal reform” düzenlemesine dikkat çekmek isterim. Görülebileceği üzere, bu “reformların” adları bizatihi “...bu büyüme artık Batı “reform” sözcüğünün de gündelik kapitalizmlerinde de moda dilde ima ettiği veçhile ya olumluluk, ya da “nötr” hali yaratılaolup, bize de sirayet eden rak seçilmiştir. Sağlık ve Sosyal istihdamsız büyümedir.” Güvenlik Sistemi Reformu, Oktar Türel hocamın 1990’lı yıllardan beri “reform sersemi”ne dönmüş olduğunu söylediği bankacılık ve finans kesimine ilişkin reformlar ve “devletin ticarette ne işi var” diyen Başbakan’ın ağzında en vülger ifadesini bulan özelleştirmelere adanmışlık, kalıcı kılınmaya çalışılanın hayatın her alanının piyasalaştırılması olduğunu açıkça ortaya koyuyor sanıyorum. Hızla artarak, sürdürülemezlik noktasına varan iç ve dış borçlar, bu sürecin kaçınılmaz sonucu olarak ortaya çıkan spekülatif yabancı sermaye ihtiyacı hepimizin yakın geleceği için, hatta kapitalizmin kendisi için bile oldukça karamsar bir tablo oluşturuyor sanıyorum. Laf aramızda bütün bunları görmek için Marksist olmak falan da gerekmiyor. Bazı mihrakların borazancıbaşılığını üstlenmemiş bütün serinkanlı iktisatçıların, üç aşağı beş yukarı yakın gelecek için kestirimleri benimkine benzer tedirginlikleri paylaşıyor. Yüzde 9,9’luk ekonomik büyümeden bahsediliyor, bunun işçi sınıfına yansımaları neler? Büyümenin gerçekten yüzde 9,9 seviyesinde olup olmadığına girmeden (bu büyüme sayıları Devlet İstatistik Enstitüsünün de artık kabul etmek zorunda kaldığı gibi teknik hatalar/abartmalar içeriyor) hemen şunu söylemek mümkün: bu büyüme artık Batı kapitalizmlerinde de moda olup, bize de sirayet eden istihdamsız büyümedir (bu konuda daha geniş bilgi için bkz. UNCTAD, Trade and Development Report, 2002 ve 2003). Dolayısıyla, işçi sınıfına dönük ilk
9
EKONOMİ
Uluslararası İşçi Kardeşliği
yansıması olumsuzdur. Yedek emek ordusunun
var. İlki, memleketimizdeki sol hareketin dağıküçülmesi bir yana, göreli olarak büyümesi nıklığına ilişkin. Post-modern veya sivil toplumcu sonucunu yaratmaktadır bu tür büyümeler. takılmıyorsanız, sol siyasetin ağırlık merkezinde İşsizlik oranı biraz düştü; ancak özel sektör iş işçi sınıfının hem ideolojik, hem de pratik olarak sahası yaratmaktan uzak. İşsiz sayısında bir artış yer aldığı bir sosyalist parti aracılığı ile yapılacağı var. Ekonomik düzelme döneminde istihdamın art- görüşünü benimsiyor olmanız çok muhtemeldir. Hepimizin bildiği gibi Türkiye’de bu konumda bir ması gerekmez mi? Bu söylediğiniz genel olarak doğru; fakat, yuka- çok grup, parti, çizgi vs. mevcut. İşçilerin Kendi rıda da değinmeye çalıştığım gibi istihdamın seyri Partisi gibi bir girişim, belki etrafında toparlabüyümenin niteliği ve kaynakları, emek ağırlıklı nılacak bir heyecan, oradan da giderek ciddi bir ya da makine ağırlıklı oluşu, büyümenin sektörel sosyalist mobilizasyon yaratabilir. Bir diğer ihtiyaç ağırlıkları gibi farklı faktörler tarafından belirlenir. nedeninin de ideolojik olduğunu düşünüyorum. Tabii, demografik faktörler de önemli. Mesela, Hep beraber yaşadık; son 7-8 yıldır önce parlayukarıda sözünü ettiğim BSB raporunda belirttiği- yan, sonra sönen, arkasından Irak savaşı ile savaş miz veçhile, “2002 ve 2003’te toplam istihdamın karşıtlığına tam olarak dönüşememenin sancılarını yıl ortalama”ları bir önceki yılların değerleri ile yaşayan, şimdilerde de artık iyice çözülen ve kenkarşılaştırıldığında, “sırasıyla, 170 bin ve 207 bin dini sorgulayan bir anti-küreselleşme hareketlenkişi daralma” göstermiştir. Bu daralmalar aslında mesi oldu. Bu sorgulamanın anti-kapitalistleşme o yılların işsizlik oranlarında daha da vahim artış- potansiyeli olduğu açık; fakat bu potansiyelin gerçekleşmesi, bu hareketlerin lara yol açmamışsa bunun dışında gelişecek işçi sınıfı esas nedeni işgücüne katı“İşçilerin Kendi Partisi partilerine bağlı. Muazzam lım oranındaki gerilemedir. bir potansiyel olarak görgibi bir girişim, belki Keza, 2004 yılındaki istihdüğüm ve özellikle gençdam artışı da 564 bindir. etrafında toparlanılacak lerin kapitalizmden memOysa aynı dönemde 15 üstü bir heyecan, oradan da nuniyetsizliklerini yavaş yaş nüfusundaki artma yakgiderek ciddi bir sosyalist yavaş güzel tahayyüllere laşık 1 milyon civarında idi. dönüştürdüklerini yakından Eğer işgücüne katılma oranı mobilizasyon yaratabilir.” gözlemlediğim için İşçilerin yüzde 48 gibi düşük bir seviKendi Partisi türü bir oluşuyede değil de AB ortalaması civarında gerçekleşmiş olsaydı bahsettiğiniz işsiz- mun anti-küresel hareketlere yeterince hassasiyetle lik oranındaki düşme yaşanmaz, hatta tam tersine yaklaşarak, düzeni sorgulayan bu akımların geniş ciddi bir artış söz konusu olabilirdi. Kaldı ki, bu bir anti-kapitalist koalisyona katılmalarına ön ayak istatistiklerin işsizlik probleminin gerçek boyutla- olabileceğini düşünüyorum. Sendikaların bundaki rolü ne olmalıdır? Burada da sendikalardan ne kastedildiği önemli. Yıllardır, gide gele artık öğrenmiş olmamız gerekir. Sendikal taban kendini temsil edenlerden memnun değil. Her vesile ile devrimciliğin değil, uzlaşmacılığın hakim olduğu yönetimlerin manevraları ile karşı karşıya bırakılıyorlar. Şüphesiz bu değerlendirmem hayatını emekçilerin haklarını savunmaya adamış 3-5 sendika liderini dışarıda bırakarak yapılmış bir gözlemdir. Dolayısıyla, sözünü ettiğiniz türden bir partinin doğal maddi bazını oluşturmaları bakımından sendikalı işçiler sürecin asli unsurlarıdır. Öte yandan, sendika Türkiye’de “İşçilerin Kendi Partisi” gibi bir işçi- yönetimlerine bel bağlanarak, tabir caizse, iş o seviyede bitirilerek girişilecek bir partileşme ise kitle partisine ihtiyaç var mı? Kısa cevabım böyle bir partiye ihtiyaç olduğu baştan ölü doğmuş olur. yolundadır. Bunun bence en azından iki nedeni rını ne denli yansıttığı bir hayli tartışmalıdır. İşsiz sayılabilmek için resmen işsiz olmak gerekmektedir. Resmen işsiz olabilmek için de, işsizliğinizden yılmadan çalmadık kapı bırakmamanız lazımdır. Yıldınız mı, anında işgücü dışına düşer, hâlâ işsiz olduğunuz halde resmen işsiz sayılmazsınız. Oysa çalışır sayılmak için 3-5 saat orada burada çalışmak yeterli olabilmektedir. Resmi işsizlik istatistiklerini düzeltmeye yönelik Batı’da yapılan ampirik çalışmalar genellikle gerçek işsizlik oranlarının resmi rakamlardan 2 misli daha fazla olduğunu göstermiştir. Ben şahsen durumun ülkemizde daha da vahim olduğunu düşünmekteyim.
10
ILC DÜNYA KONFERANSI
ILC Avrupa Toplantısı ILC Dünya Konferansı çerçevesinde 18 Mart 2005’te Madrid’de yapılan Avrupa Toplantısında İspanya’dan Luis González’in kapanış konuşması
F
arklı Avrupa ülkelerinden gelenler, tüm farklı çaplı hareketlenmelerine, ayrıca yerel yönetimleri koşullarına karşın ortak bir panorama çizdi- ve onlara ait kamu hizmetlerini yok etme planlarıler. Tüm ülkelerde işçi hakları geriletiliyor, kamu na karşı mücadeleye ve son olarak da Anayasa tashizmetleri özelleştiriliyor veya parçalanıyor, sos- lak metnine karşı güçlenen karşıtlığa dikkat çekti. yal kazanımlara saldırılar var ve işçiler işten Bazı kamuoyu araştırmalarına göre halkın yüzde çıkartılıyorlar. Üretim kolları bütünüyle yıkıma 51’i Avrupa Anayasasına HAYIR deme yanlısıdır. uğratılıyor; tıpkı İtalya’daki otomobil üretimi veya İngiltere’den yoldaşlar da ülkelerinde bir buçuk İspanya’daki gemi üretimi (işçilerin yüzde 40’ı milyon kamu emekçisinin greve hazırlandığını işten çıkarılmış durumda), Türkiye’deki tekstil ve bunun 1926’daki büyük hareketten sonraki en sektörü (700 bin iş kaybedildi) ya da her yerde büyük grev olacağını anlattılar. tarım ve madencilik gibi. Tüm bunların yanında Birkaç yoldaşın dikkat çektiği gibi bu diredemokrasi de elden gidiyor. Tüm bunlar, “rekabet” niş, işçi örgütleri tarafından ortaya konulmaktaadına kurban ediliyor. Esasen rekabet, çokuluslu dır. Özellikle de sosyalist partiler ve sendikalar şirketlerin ve spekülatörlerin çıkarlarını sembolize tarafından. Bu örgütleri geçmişte kurmuş olan eden bir sözcük. işçiler, bugün kazanımlarını savunmak için bunları Av r u p a ’ d a k i y a ş a m kullanmak istemektedirler. ve uygarlık tehdit altında. Birçok konuşmacı bağımsız ETUC AB’nin bir Koskoca toplumlar bir sınai örgütlere sahip olmanın önekurumu olduğunu kabul çöle terk ediliyor, madenmini vurguladı. Toplantıya ci kentlerinin başına gelen etmektedir. Ancak bizlerin ev sahipliği yapan İspanya diğerlerinin de başına geliUGT konfederasyonu ulusbağımsız sendikalara yor ve trajik yaşam koşullararası ilişkiler sekreteri ihtiyacımız vardır ve larına neden oluyor. Bunun yoldaş Bonmati de konuşbir örneği, beş milyon işsimasında sınıf mücadelesisendikal bir örgüt AB’nin zin olduğu Almanya. Bir nin devam ettiğini ve bugün bir kurumu olamaz. diğeri Rusya. Burada artık kapitalizmin “küreselleşme” bedava ulaşım hakları elleadı verilen saldırısı ile karşı rinden alınan emekliler, denetçiler tarafından kamu karşıya olan işçilerin kendi özgün çıkarlarını savuulaşım araçlarından dışarı atılıyorlar. nacak sendikalara özellikle ihtiyaçları olduğunu Birçok yoldaş, konuşmaları ile bu saldırıların vurguladı. nasıl Avrupa Birliğinden, sözleşmeleri ve direkGeniş bir şekilde tartışılan bir başka konu ise tifleri aracılığı ile AB’nin içerisinden organize Avrupa Sendikalar Konfederasyonunun (ETUC) edildiğini aydınlattılar. Birçok konuşmacı Avrupa rolü oldu. Bir yoldaş, ETUC’un kendisini tanıtAnayasası’nın nasıl bu saldırıları derinleştirdiği- tığı bir kitapta nasıl “ulusal sendikal örgütlerni ve nasıl işçi haklarını, sosyal kazanımları ve den farklı olarak ETUC sınıf mücadelesinden demokrasiyi savunmak için birlikte bu Anayasaya doğmamıştır, Avrupa Birliğinin kurumsal gelişimi HAYIR için mücadele etmek gerektiğini ısrarla içerisinde doğmuştur.” dediğini aktarmıştır. Bu anlattılar. HAYIR için mücadele, katılan yoldaşla- sözlerle ETUC AB’nin bir kurumu olduğunu kabul rın büyük çoğunluğu tarafından, tüm Avrupa’daki etmektedir (bir başka yoldaş ETUC’un yüzde 75 işçi hareketi için temel önemde olarak değerlendi- oranında AB tarafından finanse edildiğine dikkat çekmiştir); ancak toplantıya katılan tüm katılımrildi. Aynı zamanda, tüm bu saldırıların, karşısında bir cılar, bizlerin bağımsız sendikalara ihtiyacımız tepkinin de doğduğunu görüyoruz; bir direniş var. olduğu ve bir sendikal örgütün AB’nin bir kurumu Fransa’dan bir yoldaş; işçilerin, öğrencilerin büyük olamayacağı konusunda hemfikirdiler.
TEKEL Sigara kamuda kalacak! 11
AVRUPA ANAYASASI
Uluslararası İşçi Kardeşliği
Hem Bolkenstein direktifi ve
çalışma süreleri direktifi gibi saldırılara karşı mücadele edip hem de Avrupa Anayasası’nı kabul etmenin çelişkisi de konuşmacılar tarafından ortaya konmuştur. Bir dizi yoldaş, bu işçi karşıtı direktifler ile Anayasa’nın bir ve aynı şey olduğunu ortaya koymuşlardır. Aynı zamanda öneminden dolayı yoldaş Miron Cozma’nın durumuna da dikkat çekmemiz gerekmektedir. Cozma, AB’den ve ABD hükümetinden gelen direktiflerin ardından Romanya hükümeti tarafından yeniden hapsedilmiştir. Cozma’nın olayı diğer benzer olaylardan bir tanesidir. Yoldaş Cozma’nın savunulması, bağımsız sendikaların ve işçilerin kendilerini savunma haklarının savunulmasıdır; bu yüzden de tüm Avrupa’daki işçi hareketi tarafından sahiplenilmelidir. Son olarak da Türkiye’den katılan yoldaşın düşüncelerini aktarmak istiyorum. Kendisi tekstil sektöründeki liberalleştirmenin Türkiye’de dört milyon işin tehdit altına girmesi anlamına geldiğini belirttikten sonra Türkiyeli işçilerin Çinli işçilerin düşmanı olmadığını ve onlarla rekabet etmeye zorlanmak istemediklerinin altını çizmiştir. Türkiyeli ve tüm Avrupa’dan işçiler, Çin işçi sınıfının işçi haklarına sahip olabilmesi, düzgün maaşlarla çalışabilmeleri ve düzgün yaşam koşullarına, bağımsız ve kendilerini savunabilecek sendikalarına sahip olabilmeleri gerektiğine inanmaktadırlar. Yani Avrupalı işçilerin ihtiyaç duydukları ve sahip olmak istedikleri şeylerin aynılarına.
Avrupa Anayasası’na HAYIR! Fransa ve Hollanda referandumlarındaki zaferin ardından Avrupa Birliğine karşı mücadele
U
luslararası İşçi Kardeşliği olarak ilk sayılarımızdan beri okuyucularımızı Avrupa Anayasası adlı proje hakkında bilgilendirmeye çalışıyoruz. Şimdi, Fransa ve Hollanda referandumlarının ardından bu bilgileri tazelemeye ve işçi sınıfının Avrupa Birliği karşısında nasıl yanlış politikalara sürüklendiğinin bir örneğini göstermeye ihtiyaç duyduk. Zira Fransız halkının reddine rağmen, bu anayasa tekrar tekrar Avrupa halklarının önüne getirilecek. Avrupa Anayasası, zaten demokratik bir işleyişe sahip olmayan Avrupa Birliğini daha da antidemokratikleştiriyor. Atamayla oluşturulan Avrupa Komisyonu halen tek yasa çıkartan kurum olarak kalmaya devam ederken artık bu kurulun sürekli bir başkanı da – bir Avrupa Başbakanı! – olacak. AB’nin seçimle oluşturulan tek organı olan Avrupa Parlamentosu ise meşrutiyet rejiminden hatırladığımız danışma meclisinden öte bir yetkiye sahip değil. Ayrıca bu proje, Avrupa işçi sınıfının zorlu mücadeleler sonunda ve Ekim Devrimi sayesinde kazandığı sosyal hakları, esnek çalışmaya karşı güvenceleri, eğitim, sağlık, ulaşım gibi kamu hizmetlerini ve sosyal güvenliği tasfiye etmeyi hedefliyor. Bu anayasa kabul edilirse artık “rekabetin özgür ve saf olduğu serbest piyasa” anayasal düzeyde korumaya kavuşacak ve mesela özelleştirmeye karşı her tür mücadele anayasayla karşı karşıya olacak. En önemlisi, Avrupa Anayasası Avrupa Kanunu diye bir kanun türü yaratıyor ve bunu ulusal yasalardan üstün kılıyor. Yani atanmış Avrupa Komisyonunun çıkardığı yasalar, bizim uğrunda mücadele ettiğimiz yasalardan – mesela kırk yıl önce kazandığımız Sosyal Güvenlik Kanunu’ndan – üstün olacak veya biz yasama sürecine hiçbir etkide bulunamadan yeni iş yasaları, baskıcı sendikal kanunlar ve benzer gerici yasalarla karşılaşacağız. “İşçilerin Kendi Partisi” olarak hükümete gelsek bile kendi kaderimiz üzerinde söz söyleyemeyeceğiz. Tabii şunu söylemek gerek, anayasa Avrupa Birliğinin işçi sınıfına ilk saldırısı değil ve sonuncusu da olmayacak. Bundan önce Maastricht Antlaşması ile, ardından Amsterdam, Nice antlaşmaları ve sayısız Avrupa direktifiyle saldırılara uğradık. Bölgelere ayırma politikasıyla ülkeleri bölerek, bölge bölge kendisine bağlamaya çalışan, İspanya’da tersaneleri kapatan, İtalya’da hastaneleri yerel yönetimlere devreden bir birlik ile karşı karşıyayız. Biz de bunun cefasını dolaylı olarak SSK hastanelerimize belediyelere devredilmek üzere el konulmasıyla, esnek çalışmanın yaygınlaştırılmasıyla, özelleştirmelerle çektik. Tüm bunları üst üste ekleyince, bu anayasaya “anayasa” demek bile yanlış olur. Anayasa, bir milleti kuran, ona temel haklarını
ERDEMİR’i özelleştiremeyeceksiniz! 12
AVRUPA ANAYASASI
sağlayan bir metindir. Oysa Avrupa Anayasası mevcut hakları tırpanlayan, ulusal çaptaki kazanımları parçalayan uluslararası bir antlaşmadan başka bir şey değil. Şimdi, AB ülkelerinde bu anayasa tek tek oylanıyor. Bazı ülkeler bunu parlamentolarında yapacak ve AB’ci hükümetler bundan ötürü daha rahatlar. Geriye kalan on ülkede ise hükümetler ecel terleri döküyor; çünkü böylesine saldırgan bir anayasaya “evet” oyu çıkartmak hayli zor. Fransa’da Raffarin hükümeti de bunların başında geliyordu ve referandumu kaybetmesinin ardından istifasını vermek zorunda kaldı. Şu ana kadar; Yunanistan, İtalya, Almanya ve diğer birkaç ülke anayasayı parlamentolarında onayladılar. İlk referandum yapan ülke olan İspanya’da anayasa yüzde 76,7 oyla kabul edildi, ancak katılım o kadar düşük oldu ki bu rakam, toplam seçmenlerin ancak yüzde 32’si ediyordu. Fransa ise yüksek bir katılım gösterdi ve yüzde 55 oyla anayasayı reddetti. Ardından Hollanda’dan gelen %62’lik hayır AB’cileri derin bir umutsuzluğa sürüklemiş durumda. İşçi sınıfı anayasaya karşı kararlı bir mücadele sergiledi. Fransa İşçi Partisi (PT) başta olmak üzere işçi sınıfının örgütleri anayasaya karşı kampanya yürüttüler. Fransa’daki konfederasyonlardan FO (İşçilerin Gücü) baştan itibaren, CGT ise bir tartışma sürecinin ardından anayasaya karşı çıktı. PT 14 ay önceden başlayarak anayasaya karşı kampanya yürüttü, işçi örgütleri temsilcilerini bilgilendirmek ve ortak mücadeleyi örgütlemek üzere çeşitli konferanslar düzenledi. 22 Ocak’ta Paris’te bizim de haberini verdiğimiz bir miting yapıldı. Bu referandum işçi örgütlerinde tabanlarla yönetimlerinin ne kadar da farklı düşünceler içinde olduğunu ortaya koydu. CGT Genel Sekreteri evetçi olduğu halde demokratik tartışma sonucu CGT tabanı baskın çıktı. Başka bir sendikal üst örgüt olan ETUC (Avrupa Sendikalar Konfederasyonu) Fransa’da her iki konfederas-
Bu referandum işçi örgütlerinde tabanlarla yönetimlerinin ne kadar da farklı düşünceler içinde olduğunu ortaya koydu. CGT Genel Sekreteri evetçi olduğu halde demokratik tartışma sonucu CGT tabanı baskın çıktı.
Le Pen anayasaya karşı aktif kampanya yapmadığı halde sonuç onun zaferiymiş gibi sunuluyor. Patronların AB politikasından kopan işçi sınıfı başka bir patron politikası olan Le Pen şovenizmine bağlanmaya çalışılıyor. yonun da reddine rağmen hâlâ anayasayı savunuyor. Şimdi İngiltere’de de benzer bir durum var. Unison, RMT gibi mücadeleci sendikalar anayasaya karşılar. Bu koşullarda başbakan Tony Blair referanduma gitmekten vazgeçebilir. Muhalefetin başını işçiler çekerken Türkiye’de medya daha çok sağcı kesimlerin anayasaya muhalefet ettiği, Türkiye karşıtlığının etkili olduğu yalanını yaydı. Zaten patronların basınının ne zaman bizim haberlerimizi verdiğini gördük ki? Bu durum evetçi cepheyi alarma geçirdi. Cumhurbaşkanı Chirac ve hükümet başta olmak üzere şarkıcılı, türkücülü evet kampanyaları düzenlemeye başladılar. Chirac bir televizyon programında tek tek seçilmiş gençlere anayasanın iyiliklerini anlattı. Doğrusu, zamanında Maastricht Antlaşmasını savunmak için muhalefet liderleriyle kamu önünde tartışan Mitterand kadar cesur çıkmadı. AB, evet kampanyası için para ayırırken Almanya başbakanı Schröder, Chirac’a destek için Fransa’ya gitti. Evetçilerin en önemli taktikleri de Le Pen’i kullanmak. Hatırlarsak, üç sene önce cumhurbaşkanlığı seçimlerinde halk, şovenist Le Pen ile tehdit edilerek Chirac’a oy vermek zorunda bırakılmıştı. Bu, işe yaradığı tecrübeyle sabit yöntem bir kez daha denenmek istendi. “Evetçi değilseniz Le Pencisiniz” denerek bir kez daha emekçiler ölümle korkutulup sıtmaya razı edilmek istendi. Oysa Le Pen hayır oyunun kazanacağının kesinleştiği son döneme kadar aktif kampanya yürütmemişti bile. Fransız patronlar sınıfı bu taktiğe başvurarak kendi AB politikalarından bağımsızlaşan işçileri başka bir patron politikasına (Le Pen şovenizmine) bağlamaya çalışıyor. Buna karşı bizim kendi partilerimizin, örgütlerimizin bağımsızlığını korumamız şart. Fransa ve Hollanda’daki hayır tüm dünya emekçileri için bir zaferdir. Buradan yola çıkarak Avrupa Birliğini toptan tartışmaya girişmeliyiz. Bu gerici birliği tarihe gömmek zorundayız.
13
Uluslararası İşçi Kardeşliği
ABD
14
Amerikan Sosyal Güvenlik Sistemi Yok Edilmeye Çalışılıyor
S
osyal Güvenlik Sisteminin özelleştirilmesi Bush’un “iç cephe”deki en büyük hedefidir. Bu hedef doğrultusunda da önceliği, sosyal güvenlik sisteminin “ilk ve son olarak” düzeltilmesidir. Böylece Bush, 70 yıl önce 1929 Ekonomik Krizi döneminde kurulmuş kamu aylığı sisteminin yani Sosyal Güvenliğin tasfiyesini sağlayabilecek.
Sosyal Güvenliğin Özelleştirilmesine karşı Önerge
S
osyal güvenlik programı 30’lu yıllarda CIO’nun mücadelesi sayesinde, günde 8 saat, haftada 40 saat çalışma ve daha yüksek asgari ücret gibi kazanımlarla birlikte kazanılmıştır. Tüm bu kazanımlarımız işçilerin, Siyahların, çiftçilerin ve küçük işyeri sahiplerinin ortak mücadelesi ile elde edilmiştir. Ne var ki Başkan Bush, 4 Aralık Ekonomi Konferansında sosyal güvenlik sistemini 10 trilyon dolarlık bütçe açığını öne sürerek ortadan kaldırmayı ilk iş olarak kendine belirlemiş ve çözüm olarak da bu sistemde toplanan paraların, borsa ve bono piyasasında işlem görebilecek özel hesaplara aktarılması sistemini önermiştir. Oysa sosyal güvenlik sisteminin özelleştirildiği İngiltere ve Şili gibi ülkelerde, borsa ne zaman düşse işçilerin gelirleri de düşmektedir! Amerika’da da zamanında borsada emeklilik fonlarına yatırım yapan bazı eyaletler, bugün borsada işlem gören bu emeklilik fonu hesaplarını kapatmaya çalışmaktadırlar. Ne var ki, halen hükümet ve sosyal güvenlik makamındaki temsilciler, 40 yıl sonraki olası senaryo için borsadaki emeklilik fonlarını çözüm olarak önerebilmektedir. Monterey Körfezi Emek Konseyi; sosyal güvenliğin, sağlık sisteminin ve işçilerin diğer kazanımlarının özelleştirilmesine karşıdır. Bizler çözümün bu sistemlerin ortadan kaldırılmasıyla mümkün olmayacağını biliyoruz. Önümüzdeki günlerde Monterey Körfezi Emek Konseyi, iki ülkedeki şartlara bakışımızı anlatan bir metin sunacaktır. Sosyal güvenlik ve sağlık üzerine çalışan gruplar ve çevrelerle ortak bir çalışma komitesi kuracağız. İşin gerçek yüzünü olabildiğince çok insana duyurmak amacıyla medyadan yararlanacağız . Barri Bonne, Monterey Körfezi Emek Konseyi
45 milyon ABD’li kamu hizmetinden emekli aylığı almakta ve milyonlarcası da emeklilik yaşına yaklaşmaktadır. Bugün Bush’un kullandığı “ilk ve son olarak” sloganı, aslında işçileri örgütleyen Sanayi Örgütleri Meclisinin (CIO) 1929’daki geniş işçi mücadelelerinin sonunda kazanılan hakların sloganıdır: “ilk ve son olarak”. İşte o gün kazandığımız bu emeklilik sistemi tüm işçilerin yararınadır. Mevcut sosyal güvenlik sistemine göre ücretlilerin maaşlarına yüzde 6,25 oranında kesinti uygulanmakta, federal hükümetin güvencesi altında olan emeklilik maaşları da kesinti toplamı ve çalışma yılına göre ortaya çıkmaktadır. Birbiri ardından göreve gelen hükümetler (Cumhuriyetçi ya da Demokrat fark etmez) bu sistemin çalışanlara sağladığı faydaları gün geçtikçe azaltmış ve sigorta sistemi ile özel emekliliğe kapıyı açmıştır. Esnek çalışanların emeklilik kesintilerinin olmadığı ABD’de, bugün küçük ve orta büyüklükte şirketlerde çalışanlar için tek emeklilik sistemi bu sistemdir. Çalışanların 2/3’ünün geleceğinin güvencesi bu sistemdedir. Dolayısıyla sosyal güvenlik sisteminin ortadan kaldırılması bu insanlar için felaket anlamına gelmektedir. Bush yönetimi “iç cephe”deki bu önceliğinde – sosyal güvenlik sisteminin tasfiyesi – Şili’de Pinochet tarafından uygulanan bir plandan esinlenmiştir. Bu plana göre her bir çalışan gelirinin bir kısmını geleceği için devletin açtığı özel bir hesaba yatırmalıdır ki bu özel emeklilik hesabı borsada da işlem görebilsin. Bu bir nevi özelleştirmedir ve emeklilik sisteminin çalışanlar üzerinde sağladığı korumayı da yok etmektedir. Bu planın gerekliliğini savunurken Bush hükümeti, mevcut sistemin ABD bütçesinin sürekli açık vermesine neden olduğunu ve 2042 yılında bu açığın tahmini 10 trilyon dolara ulaşarak devleti iflasa götüreceğini öne sürmektedir! İzlenen bu yol, AB’nin uyguladığı prosedürün aynısıdır. AB de, ekonomik durumu, borsanın durumunu, hatta üç ay sonraki ekonomik koşulları görebilme yetisine sahip değilken alarm sinyalleri çalıp, sistemin bu gidişatıyla 40 yıl sonra iflası getireceğinin yaygarasını kopararak, çözüm olarak da emeklilik sistemini yok etmektedir.
“RENKLİ DEVRİMLER”
Bugün 50 milyon Amerikan vatandaşının sağlık güvencesi yok. Milyonlarcası yoksulluk sınırının altında yaşamakta. Bush’un yapmayı istediği “reform”, milyonlarca işçiyi çok daha derin bir felaketin içine sürükleyecektir. Bush’un planını kurduğu sistem, saçmalıklar sistemidir. Borsadaki en ufak bir düşüşle beraber – Le Monde’da bir iktisatçının da dediği gibi – bu sistem “bir hiç olabilecektir.” AFL-CIO, kazanımlarımızın karşındaki bu reforma karşı çıkmaktadır. Bugün tehdit daha da yakınlaşmış durumda ve bu durum karşısında tüm ülke çapında sendika yönetimleri ve milyonların örgütlü mücadelesi ile emekli aylıklarımızı savunuyoruz ve sonuçları hesaplanamayan bu sosyal çöküşün durdurulması için tüm emekçileri mücadeleye çağırıyoruz.
“Renkli Devrimler” Gürcistan, Ukrayna, Kırgızistan, Lübnan’da düşen hükümetler ve diğer ülkelerde yaşanan olaylar.
G
ürcistan’dan Ukrayna’ya, Kırgızistan’dan Lübnan’a dünyanın dört bir yanında büyük protesto gösterileriyle hükümetlerin düşürüldüğünü, yeni hükümetlerin kurulduğunu görüyoruz; ama kurulan hükümetlerin eskisinden farkı olmuyor. Bu sayımızda bu “sivil darbe”lere eğilmeye ihtiyaç duyduk. Bu olayların ilki 2000 yılında Yugoslavya’da Miloseviç’in düşürülmesiydi. Ardından 2003’te Gürcistan (“Gül Devrimi”), 2004’te Ukrayna (“Turuncu Devrim”), 2005’te de Lübnan (“Sedir Devrimi”) ve Kırgızistan (“Lale Devrimi”) hükümet düşürmelere sahne oldu. Bu olaylarda halkın, emekçilerin kitlesel katılımına tanık olduk. Çok sayıda başarısız örnek de var. Beyaz Rusya, Azerbaycan ve son olarak Özbekistan’da benzer hareketler başlatılmaya çalışıldı ancak hükümetin baskısıyla karşılaştı ve Özbekistan başta olmak üzere kanlı olaylar çıktı. Bazı ülkelerde ülkenin parçalanması gibi tehlikeli olasılıklar da gündeme geldi: Acaristan Gürcistan’dan ayrılmak istedi, Ukrayna’nın doğu-batı olarak bölünmesi tehlikesi doğdu. Peki halk hareketleriyle kurulan yeni hükümetlerin icraatları ne yönde oldu? Gürcistan’da başa gelen Sakaşvili ve hükümeti, deniz nakliyat şirketiyle mangan madenlerini özelKendi partilerinin leştirdi bile. Şimdi ise ulaştırma ve inşaat sektörleriyokluğu nedeniyle ni kuralsızlaştırma, elektrik dağıtımını özelleştirme işçi kardeşlerimiz planları yapıyor. Ukrayna’da Yuşçenko cumhurbaşkanı olurken başbakanlığa önceki dönemde yol- özelleştirmecilerden suzluk nedeniyle görevden alınan Timoşenko geldi. birini seçmek Şimdi bu hükümet enerji sektörünü özelleştirmeye durumunda kalıyor. çalışıyor. Kırgızistan ve Lübnan’da hükümetler başa yeni geçti ve niyetleri aynı yönde. Yani; emekçiler sokaklara çıkıyor, ölümü göze alıyor ve bir hükümeti düşürüp yerine yenisini geçiriyor. Ne için? Yeni hükümet haklarına saldırmaya devam etsin diye. Çoğu eski işçi devleti olan bu ülkeler, mafya ekonomisinin hakimiyeti altında sancılı dönemler geçiriyor. Bu ülkelerdeki emekçiler ihtiyaçlarına cevap vermeyen eski hükümetlere öfkeli ve onları düşürerek tepkilerini koyuyorlar; ama yerine gelen hükümet daha da beter çıkıyor, çünkü bu ülkelerin hiçbirinde işçilerin kendilerine ait, bağımsız, hükümete aday bir partileri yok. Bu koşullar altında işçi kardeşlerimiz, patron partileri arasında saf tutmak durumunda oluyor. Ukrayna’da olduğu gibi işçiler bir özelleştirmeci olan Yanukoviç ile başka bir özelleştirmeci Yuşçenko arasında kalıyor. Tüm bu darbelerin ortak noktası ise, gelen hükümetlerin eskilerine göre daha da ABD ve Avrupa Birliği kontrolünde olmaları. Emperyalist güçler eskiden canları sıkıldıkça Afrika’da bir diktatörü devirip yerine yenisini getirirlerdi. Şimdi aynısını Balkanlar, Kafkasya ve Ortadoğu’da yapıyorlar. ABD Başkanı Bush’un Irak işgalini bu olaylarla benzerlik kurarak “Mor Devrim” diye adlandırmasına şaşmamak gerekiyor. Durum gösteriyor ki patron partileri arasında seçim yapmaktan kurtulmak için, işçiler olarak patronlardan bağımsız bir parti kurmamız şart. Ancak böylelikle hem ülkemizde benzer kanlı olaylardan sakınabilir hem de kendi programımızı, taleplerimizi özgürce savunabiliriz. Haydi, “İşçilerin Kendi Partisi”ne omuz verelim!
Kamu işletmelerini haraç mezat yağmalayan patronlar,
Şunu bilin ki, işçi hükümetinde tüm bu işletmeleri tazminatsız geri millileştireceğiz! 15
Uluslararası İşçi Kardeşliği
A
macımız Türkiye’de patronların ve hükümetlerinin vahşi saldırısına karşı koyabilmek için işçi sınıfının birleşik mücadelesine ve tüm ezilenlerin, yoksul halkın bu mücadeleye katılmasına hizmet etmektir. Bu mücadeleyi bütün dünyada ortaklaştırmak için ILC’nin Açık Dünya Konferanslarına katılıyoruz ve Türkiye’de ortak kampanyalar örgütlüyoruz. ILC haftalık bültenlerini her hafta çevirerek İnternet sitemizde yayınlıyoruz. Aylık olarak da Türkiye ekleriyle birlikte Uluslararası İşçi Kardeşliği elinizde olacak. Özelleştirmeye, kuralsız çalışmaya, sendikasızlaştırmaya, grev hakkının yok edilmesine, işsizliğe, açlığa ve savaşa karşı mücadeleyi birleştirerek ve yükselterek ilerleyebiliriz.
Patronsuz bir parti; “İşçilerin Kendi Partisi” Artık işçiler olarak bir siyasal güç oluşturmadan, toplumdaki gücümüz kadar siyasal alanda temsil edilmeden ne yeni bir hak almamızın ne de varolan haklarımızı, sendikalarımızı korumamızın mümkün olmadığını hepimiz görüyoruz. Türkiye işçi sınıfı olarak atmamız gereken birçok adım var ama bunların en önemlisi patronlardan ve onların devletinden bağımsız bir işçi partisinin kurulmasıdır. Şimdiye kadar hangi siyasi görüşe yakın durmuş olursa olsun bütün işçi örgütleri, işçilerin ve emekçi halkın en basit ve temel çıkarları etrafında bir araya gelmek zorundadırlar. Karşımızda yıllardır aralarındaki bütün it dalaşlarına rağmen birleşmiş bir patronlar cephesi vardır. Birleşmiş patron-
lar cephesi ile mücadele edebilmek için ise birleşmiş bir işçi cephesine ihtiyaç var. İşte “İşçilerin Kendi Partisi” böyle bir cephe olmalıdır.
Tek örgütümüz var; sendikalarımız Görev öncelikle her şeye rağmen varlığını sürdürmeye çalışan işçi örgütlerine, sendikalara ve bu örgütlerin samimi dürüst kalmış yöneticilerine, sınıf bilinçli işçilere düşmektedir. Tek işçi örgütü olan sendikalar, bizden önceki işçi kuşaklarının alınterlerinden arttırdıkları kuruşlarla ve zorlu mücadelelerle kuruldu. Bu birikimimiz, şimdiki ve gelecek kuşak işçilerin, yoksul halkın çıkarları için kullanılmalıdır. Bu hem işçi sınıfına, hem de tüm ezilenlere ve yoksul halka karşı tarihi bir sorumluluktur. Bu sorumluluğun gereğini bugün yerine getirmeyenler yarın örgütlerimiz iyice un ufak olduğunda temsil ettikleri işçilere ne yüzle bakacaklarını düşünmelidirler. Evet, bu gidişin sonunun kıyamet olduğunu gören bütün işçi önderleri, patron hükümetlerine karşı tek kurtuluş yolunun bir işçi hükümetinden geçtiğini görmelidirler. Sadece sendikalı işçilerin değil tüm işçilerin, yoksulların, işsizlerin, ezilenlerin çıkarlarını savunmak için birlikte siyaset yapmalıyız. Uluslararası İşçi Kardeşliği, sendika ve konfederasyon ayrımı yapmadan mücadeleci bütün işçilerin, işçi önderlerinin ve sendika yöneticilerinin bir araya gelerek “İşçilerin Kendi Partisi”ni kurma mücadelelerini desteklemek için çalışmaktadır.
Uluslararası İşçi Kardeşliği Sayı: 3 • Haziran 2005 Sahibi ve Sorumlu Yazı İşleri Müdürü: Engin Bodur • Baskı: MRS Matbaacılık Yönetim Yeri: Rasimpaşa Mah. Nüzhet Efendi Sok. No: 36/5 Kadıköy/İstanbul • Tel/Faks: (216) 330 95 67 http://www.iscikardesligi.org • iscikardesligi@iscikardesligi.org • PTT Posta Çeki Hesap No: 1051319