www.bolsevik.org
İşçi Sınıfı Örgütüyle Güçlüdür
F i y a t ı : 5 0 Ku r u ş
akp sokakta mücadelEmizle gidecek İbre Sokağa Dönüyor
A
KP, bir seçimden daha zaferle ayrılarak 3. kez tek başına iktidar olma şansını yakaladı. Bu, Türkiye tarihinde ilk kez gerçekleşiyor. En önemli direnç odaklarını kırmayı başarmış olan AKP iktidarı son yıllarda zaten olabildiğince pervasızlaşmıştı. İktidar nimetlerinden yararlanmak isteyen her türden üçkağıtçı şimdi yalakalık dozajını iyice arttıracak ve AKP de daha çok pervasızlaşacak. Beklenti bu yönde. Peki AKP’ye karşı biriken enerji kendisini nasıl bir muhalefet şekline büründürecek. Kılıçdaroğlu ve CHP ilk akla gelen adres de olsa seçimler geride kaldı. Bir dahaki seçimlere kadar itişme kakışma dışında CHP’den fazla bir şey beklenemez. Ama AKP’ye karşı bilendikçe bilenen kesimlerden (ki bunlar toplumun aktif kesimleridir) kaynaklanan enerji kendisini nerede ve nasıl ortaya koyacaktır? Soruyu cevaplamak için bilendiğini söylediğimiz kesimleri kısaca incelemek gerekiyor.
mekanizmalarındaki köklü dönüşümlerin başrol oyuncusudur. Kemalizmin kaleleri olan askeri-sivil bürokratik mevziler AKP tarafından ya ele geçirildi, ya da büyük oranda etkisizleştirildi. Dolayısıyla AKP’ye bilenenler arasında egemen sınıfın iktidar mekanizmalarından uzaklaştırılan Kemalist askeri-sivil bürokratik kanadını da saymamız gerekiyor. Bunun dışında “endişeli modernler” olarak adlandırılan, AKP’nin İslami referanslarından ürküntüye kapılan kentli orta sınıflar da AKP’ye bilenenler arasında mühim bir yer tutuyor. Birbirleriyle çelişkili sınıfsal konumları olan bu geniş katmanlar son yıllara kadar egemen sınıfın Kemalist kanadının önderliği altında hareket ettiler. AKP’ye haddini bildirecek kudretli bir TSK, daha düne kadar AKP’ye karşı en büyük güvence olarak görülüyordu. Yüksek yargı organları, cumhurbaşkanlığı, üniversiteler de TSK’nın başını çektiği bileşimin birer parçası olarak düşünülmekteydi. Kentli orta sınıfların motor gücünü oluşturduğu cumhuriyet mitingleri de bu bileşimin bir parçasıydı. Siyasi arenada da Baykal CHP’si manzarayı tamamlıyordu. Emekçi sınıfların AKP’nin emek düşmanı azgınlığından rahatsız olan kesimleri de büyük oranda bu bileşimin ideolojik hegemonyasında idi.
AKP, emperyalist kapitalist programın ateşli bir uygulayıcısı. Türkiye’yi ucuz emek cennetine dönüştürme yolunda dev adımlar atan AKP bu yönüyle emekçi sınıfların en baş düşmanı durumunda. Dolayısıyla sınıf bilinçli emekçilerin AKP’ye bilenmeleri gayet normal. Diğer taraftan AKP sadece sıradan bir kapitalist uygulayıcı değil. AKP, Gelgelelim bu bileşimin AKP’ye muhalefeti, AKP’yi kendi özgül tarihselliği nedeniyle Türkiye’de iktidar zayıflatmak şöyle dursun toplumu yaşam tarzı üzer-
SAYFA 2
inden kutuplaştırarak AKP’yi ihya etti. AKP buradan elde ettiği güçle, uluslararası şartların da elvermesiyle, Kemalist askeri ve sivil bürokrasiye hücuma geçti ve bu kesimin mevzileri darmadağın oldu. Şimdilerde TSK dışında tüm mevziler ele geçirilmiş durumda. TSK da Ergenekon operasyonları neticesinde tümden etkisizleşti ve kışlasına çekilerek apolitik bir konumda durmaya mecbur bırakıldı. Bu, aslında AKP’ye karşı yürütülen ulusalcı muhalefetin çöküşüydü.
Muhalefet Yön Değiştirmek Zorunda AKP’ye karşı muhalefet bitmeyeceğine göre toplumsal muhalefet enerjisinin başka kanallara yönelmesi kaçınılmaz. Diğer taraftan ulusalcı kanadın sınanması ve iflası, ister istemez AKP’ye karşı emek eksenli bir muhalefetin güçleneceğini ortaya koyuyor. Geçen yılki şanlı Tekel direnişi aslında bu anlamda ilk sinyalleri vermişti. Ardından yumurtalı öğrenci eylemleri ses getirecek ve tüm Türkiye’nin gündemine yerleşecekti. Burhan Kuzu’nun yumurtalanması ve 5 Ocak’ta ODTÜ’de düzenlenen “Başkaldırıyoruz” eylemi geniş kesimlerin sempatisini kazandı. Son olarak Hopa’da düzenlenen eylemlerde Metin Lokumcu’nun hayatını kaybetmesi ve bunu protesto etmek için birçok merkezde radikal ve kitlesel eylemlerin düzenlenmesi yeni bir ivmelenmeyi işaret ediyor. (Devamı 2. Sayfada)
SAYFA 3
Suriye’de Neler Oluyor ?
Direniş Haberleri
Sermaye; krizin faturasını Ortadoğu’da sular durulmazemekçilere kesmeye çalışadursun, ken, adım adım iç savaşa doğru grevler ve direnişler de ivmesini giden Suriye ile ilgili, Türkiye de müarttırarak devam ediyor. Emek dahil olmaya çalışıyor. Sayfa 2’de... cephesinden haberler Sayfa 3’te...
w
w
w
. b
o
l
s
e
v
i
k
. o
r
g
2 (Birinci Sayfadaki Yazının Devamı...) Önümüzdeki süreçte AKP’ye karşı muhalefetin yeni kanalı sınıf hareketi ve sokaklar olacaktır. Bir kere orta ve üst sınıf önderliğindeki ulusalcı mekanizmalar hem siyaseten iflas etmiş hem de fiziksel olarak devre dışı bırakılmışlardır. Bu nedenle ibre emekçi sınıflar ve gençliğe dönerken sokakların sesi güçlenecektir. Sokaklardaysa sosyalistler var ve bu, Türkiye’de sosyalistlerin uzun bir süredir sahip olmadıkları kadar güçlü bir meşruiyet ve sempatinin sosyalistlere yönelmekte olduğu anlamına gelmektedir. Bu, Türkiye’de devrimci mücadele açısından daha verimli bir dönemin habercisidir. Zaten AKP de bu eğilimin farkındadır. AKP’nin harcında bulunan güçlü antikomünist damar, bahsini ettiğimiz aktüel durumun da itkisiyle her durumda sosyalist harekete karşı amansız bir saldırganlık şeklinde kendisini göstermektedir. Sosyalistler Ergenekon kapsamına sokulmak suretiyle gözden düşürülmeye çalışılmış, olmadık komplolar düzenlenmiştir. Halen SDP Genel Başkanı ve başka sosyalistler bu aleni komplolar kapsamında tutuklu bulunmaktadırlar. Eylemlere yöneltilen yoğun polis teröründe Metin Lokumcu hayatını kaybetmiş ve diğer birçokları işkenceden geçirilmiştir. Bir başka protestoda da hamile bir genç
kadın polislerin tekmeleri yüzünden çocuğunu düşürmüştür. Bunun dışında açılan sayısız soruşturma ve davalar ile çıkan birçok ceza sosyalistleri hedef almıştır. Bu anlamda önümüzdeki süreçte ibre sokağa dönecek diyorsak sosyalistlere yönelecek baskının da paralel biçimde şiddetleneceğini söylememiz gerekir. AKP’ye karşı bilenen bir başka kesim daha var: Kürt ulusal hareketi. Kürt ulusal hareketi, kitlelerden aldığı destek ve dinamizmle kazanımlarını hayata geçirmeye çalışarak yoluna devam edecektir. Peki sosyalist hareketteki olası kıpırdanma ile Kürt ulusal hareketinin dinamizmi nerede kesişir, nerede ayrışır? Kürt ulusal hareketi, doğal olarak kendi yolunda yürümek isteyecektir, sosyalist hareketin içindeyse farklı eğilimler var ve Kemalizmin etkileri belirgin şekilde hissediliyor. Burada bir noktayı vurgulamak gerekiyor: Sosyalistler için elverişli bir konjonktürün şekillenmeye başlaması bir durumsa sosyalist hareketin mevcut zaaflarıyla nereye kadar ilerleyebileceği kritik bir sorudur. Devrimci Marksizm temelinde niteliksel bir sıçramanın yaşanması gerektiği ise bu soruya verilebilecek en özet cevap durumundadır.
Suriye’de Neler Oluyor ?
S
uriye’de isyancılar ile kolluk güçleri arasındaki çatışma yeni bir evreye girdi, bir türlü bastırılamayan protestolar ve buna paralel olarak artan devlet baskısı ile birlikte Suriye adım adım bir iç savaşa sürükleniyor. Daha şimdiden binlerce mülteci Türkiye’ye sığınmanın peşine düşmüşken Baas rejiminin içine düştüğü kriz Ortadoğu’da taşların yerinden oynamasına katkıda bulunur nitelikte. Suriye rejiminin baskısının öncesinde dahi bölge sakinlerinin Türkiye sınırından geçip mülteci olarak Türkiye’ye sığınma arzusu mevcuttu. Yalnızca geçtiğimiz Cuma sınırdan 4 bin kişi Türkiye’ye iltica ederken, Türkiye devleti bu göçlere karşı sınırda 10 bin kişilik mülteci kampları oluşturdu. Bu arada Türkiye’nin mültecilerle aralarında bir güvenli bölge oluşturmak için ordusunu sınır ötesine göndermiş olması özellikle İngiliz medyasında sıkça dillendirilen bir dedikodu. Bu dedikodular bir yana AKP hükümetinin neo-Osmanlı hevesleriyle Batılı emperyalistlerin gazına gelerek durumdan vazife çıkarması olmayacak bir şey değil. Suriye’de çatışmalar daha da tırmanır ve iç savaş gerçeği kendisini göstermeye başlarsa AKP hükümeti Suriye’deki olaylara bir şekilde müdahil olmayı deneyebilir.
Etnik (Arap, Türk, Kürt, Ermeni) ve dinsel (Sünni, Alevi, Hıristiyan, Dürzi, Yahudi) olarak bir mozaiği andıran Suriye şu anda Ortadoğu coğrafyasında Baas rejiminin geriye kalan son kalesi konumunda. Bu milliyetçi Arap burjuvalarının Suriye’deki iktidarı ABD’nin ve İsrail’in Ortadoğu’daki çıkarları ile uyuşmayan bir yapıya sahip. Diğer yandan İsrail’in Arap coğrafyasındaki en önde gelen düşmanlarından olan Hizbullah’ın İran ile birlikte en çok desteğini aldığı ülke. Ayrıca Lübnan üzerinde de Esad hükümetinin yadsınamayacak bir etkisi bulunuyor. İsrail ile Golan tepeleri sorunundan beri Suriye ile İsrail arasında da daimi bir gerginlik mevcut. Diğer yandan Suudi Arabistan’ın Suriye’deki Sünnileri desteklediği bilinen bir gerçek. Bu etmenler birleştiklerinde Suriye’yi İran ve Rusya’nın yaratmaya çalıştıkları alternatif emperyalist bloğa yaklaştırıyor.
Suriye’deki olası bir rejim değişikliği bütün bu dengeleri de doğallığında etkileyecektir. Lübnan’da halen önemli bir oyuncu olan Esad rejimi Hizbullah için kritik bir partner. Ayrıca Hizbullah İran’dan aldığı yüklü yardımları Suriye kanalı ile elde ediyordu. Yani Suriye’deki son gelişmeler Hizbullah ve İran için kötü haber, doğal olarak İsrail içinse iyi. Ayrıca, Suriye’de yaşananları kapitalizmin yaygın küresel krizinden, İspanya’dan, Yunanistan’dan, İrlanda’dan, Mısır’dan, Tunus’tan bağımsız ele almak olanaksız. Esad ailesinin içinde bulunduğu bolluk ve zenginlik elbette Suriyeli işsiz ve yoksulların gözünden kaçmamış olacak ki Suriye’de isyancılar işsiz ve yoksullardan oluşmakta. Ancak kitlelerin Esad hükümetine karşı olan öfkesi devrimci bir partinin öncülüğünde doğru kanallara aktarılmadıkça hareketin kendiliğindenliği ile sınırlı kalmaya da bir o kadar mahkumdur. Diğer yandan, eski SSCB topraklarının günümüzde sosyalizmin yeşermesi açısından en verimsiz bölgeler olduğu gerçeğini ve Baas rejiminin SSCB ile uzun yıllar boyu sürdürdüğü ittifakı göz önünde bulundurduğumuzda Suriye’deki ‘muhalif ’ hareketler içerisinde Mısır ya da Tunus örneklerindeki gibi sola doğru bir eğiliminin bulunmamasına şaşırmamak gerek. Stalinizmin günahlarının sosyalizme atfedildiği Suriye’de muhalif hareketler sola değil sağa doğru bir eğilimle ortaya çıkmış durumda. Ancak isyan esasen yoksulların ve işsizlerin isyanıdır, hareketin sağ eğilimi asla isyanın meşruluğuna gölge düşüremez. Rejim karşıtı muhaliflerin sol değil de sağ tandanslı olmasının bir sonucu olarak da muhalif hareket belli sınırlar içinde sıkışmış bir durumda. Uluslararası kitle hareketlerini referans almayan, almadığı ölçüde kendi sınırlarında sıkışıp kalan, kendi bölgesinde sıkışıp kaldıkça daha da sağa kayan ‘muhalif ’ bir hareketin bölgeye neler getirebileceği ise pek de iç açıcı olmayan bir tablo olarak önümüzde duruyor. Bugün Suriye’nin içinde bulunduğu durum, maalesef, Marksist bir alternatifin bulunmadığı tarihin kırılma noktalarında karşılaşılabilecek tabloya en güzel örneklerden birisidir. Bir yanda savunulacak hiçbir yanı kalmamış, on yıllarca Suriye halkını sömüren bir diktatör, diğer yanda da bu diktatöre muhalif, ancak beslendiği sağ kaynaklardan ötürü hükümeti devirdiğinde ülkeye etnik gerilim ve iç savaştan başka verecek hiçbir şeyi bulunmayan isyancılar. Rejimin yıkılması elbette Suriye emekçileri adına olumlu bir gelişme olacaktır, ancak hükümetin düşürülme biçimi ve sonrasında kurulacak yeni yönetimin niteliği de en az Esad rejiminin düşürülmesi kadar önemli konulardır. Bu noktada biz devrimci Marksistlere düşen şu an bulunduğumuz topraklarda devrimci partinin inşasını tamamlamaktır. Türkiye’de kurulacak Marksist bir partinin Türkiye’de üsleneceği roller bir yana böyle bir parti Türkiye’nin içinde bulunduğu bölgeyi de derinden etkileyecektir. ‘Ya sürekli devrim ya sürekli katliam’ şiarımızın tarihsel doğruluğu tüm Ortadoğu’da kendisini gösterdi, gösteriyor.
3
İŞÇİ DİRENİŞLERİ
K
apitalizm içine düştüğü ekonomik bunalımı bir türlü atlatamıyor. Atlatamadığı oranda sermayedarlar faturayı emekçilere kesmeyi bu yolla zararlarını en aza indirmeye, yakayı kurtarmaya bakıyorlar. Kapitalizm yaklaşık her on yılda bir içine düştüğü kriz durumlarında saldırganlığının hat safhasında o çok meşhur(!) demokrasisini rafa kaldırarak en temel demokratik hakların bile celladı oluyor, yani gerçek yüzünü gösteriyor. Ücretli kölelik düzeni kendisini ancak böyle var edebiliyor. İşçi sınıfı da sermayenin ezeli düşmanı olarak kriz dönemlerinde kendisine yöneltilen saldırılara karşı direnişe geçiyor; örgütleniyor. “Refah toplumları” olarak bilinen Avrupa ülkelerinde bile şimdiden binlerce işçi sokaklara dökülmüş haklarını arıyor. Gençlik ise yeni bir uyanışın içerisinde; sokaklar daha insanca bir yaşam talep eden emekçilerle dolup taşıyor. Arap emekçileri ise bu süreci zaten en üst perdeden müjdelemişti. Hayatları pahasına sokaklara dökülmüş; yalnızca ekonomik değil, siyasal talepleri de gündemine koymuştu. İspanya’dan Mısır’a, Yunanistan’dan Suriye’ye, Arjantin’den Türkiye’ye yeni direnişler de boy vermeye devam ediyor. İspanya’da binlerce gencin günlerce süren meydan işgali, Rio de Janeiro’da çalışma şartları ve maaşlarında iyileştirme talebiyle grev yapan itfaiyecilerin işgale dönüşen eylemleri, Mısır’da Mübarek’in peşini bırakmayan emekçiler, sistemi dize getirmeye aday yegane sınıf olan işçi sınıfının tüm dünyada uyanış içerisinde olduğunun açık kanıtı durumundadır.
• Haziran ayında devam eden Bakaert direnişi; Birleşik Metal-İş üyesi olduğu için işten çıkarılan 9 arkadaşları için fabrikaya kapanan 400 işçinin direnişi 17 Mayıs’ta kazanımla sonuçlandı. Patron, üç işçiyi işe almak zorunda kalırken, kalan işçilere de kıdem tazminatlarının yanı sıra 45 bin lira ödemek zorunda kaldı. Aslında grev kararı alan fakat eylem grev aşamasına gelmeden iş yavaşlatma sürecinde tüm isteklerini patrona kabul ettiren işçiler sınıf dayanışmasının iyi bir örneğini sergilemiş oldular. • İSDEMİR işçileri de Haziran ayında direniş kararı alan işçilerden. Çelik-İş’te örgütlü işçiler düşük ücretler karşısında masadaki pazarlığa değil, kendi mücadelelerine güvendiklerini ilan ettiler. Düşük ücretlerden bıkmış olan işçiler grev kararı aldılar. Anlaşma sağlanamaması durumunda 30 Haziran’da başlayacak olan direniş kararı işçilerin %99’unun katılımıyla gerçekleşecek. İsdemir ile aynı sermaye grubuna ait olan Erdemir’de benzer işler yapılmasına rağmen İsdemir’deki ücretlerin Erdemir’dekinin oldukça altında olduğunu belirten işçiler işverenin bu fırsatçılığına karşı taleplerine eşit işe eşit ücreti de eklemiş bulunuyorlar.
• 9 Haziran tarihinde ise İzmit rafinerisinde çalışan Tüpraş işçileri toplu sözleşmenin anlaşmazlıkla sonuçlandırılması üzerine 4 saat iş bırakma eylemi yaptı. 8-12 vardiyasına girmeyen işçiler Petrol-İş’te örgütlü. Anlaşmazlığın devam etmesi halinde ise grev kararı alınması söz konusu olacak. Fakat sendika ağalarının süreç boyunca bunu
en sonra çare olarak gördüğü, hatta zaman zaman grevin bir an önce bitmesi için uğraşarak taleplerden kesintiye gittiği bilinen bir gerçek. Bu nedenle Tüpraş işçilerinin şimdiden inisiyatifi ellerine alması mücadelelerinin başarısı için kritik olacağa benziyor. • Grev kararı alan bir diğer işyeri de Toros Gübre fabrikası. İşçiler, zor yaşam koşulları karşısında zaten hakları olanı istediklerinde toplu iş sözleşmesi masasında işverenin reddiyle karşılaştılar. Grev oylamasında GREV! Diyen işçileri grev kararlarını 9 Haziran tarihinde fabrikaya astılar. Toros gübre işçileri de Temmuz ayında greve çıkacak olan işçiler arasında olacak. • 9 Haziran’ın bir diğer grev karar alan işyeri ise Metro Gross market. TİS görüşmelerinden beklediklerini alamayan sendikalı işçiler greve çıkma kararı aldı. İşçilerin taleplerinden biri Bart sisteminin kaldırılması, diğeri ise ücret artışı. Bart sistemi, yani vardiyaların düzensiz bir şekilde bilgisayar programı tarafından belirlenmesi sistemi, işçilerin sosyal yaşamlarını ve sağlıklarını olumsuz etkilemekte. Bu nedenle işçiler düzenli vardiyalarla; insanca bir yaşam taleplerini dile getiriyorlar. İşçilerin ücret artışı talebi ise kabul edilmeyen bir diğer madde. Merto Gross market, hızlı büyüyen bir sermaye. Öyle ki 2008’de 14 olan şube sayısı 2011 itibariyle 19’a çıkmış durumda. Kendi ceplerini dolduran patronlar sömürüden öylesine mutlular ki kepçeyle kazandıklarından bir damla işçiye vermek dahi istemiyorlar. Ve işte zenginliklerini böylesine ağır çalışma koşullarını dayattıkları işçilerin sırtından kazanıyorlar. Fakat işçiler taleplerini almak konusunda diren-
gen ve örgütlü oldukları sürece önlerinde hiçbir gücün durması mümkün değil. 19 mağazada grev kararını alan Sosyal-İş’te örgütlü işçiler işverene verdikleri 60 günlük zaman sonunda talepleri kabul edilmezse direnişlerine başlayacak.
• Direnişin yeni başlamış olduğu bir işyeri ise dünyanın dev bir sermayesi olan Burger King restoranlar zincirinde çalışan işçiler. Onlarca ülkede yüzlerce şubesi olan Burger King, dev sermayesini sendikasız ve çok zor koşullarda oldukça düşük ücretlerle çalıştırdığı işçilerine borçlu. Tez Koop-İş’e üye olan 4 Burger King çalışanının sudan sebeplerle işten atılması, sendika ve işçi düşmanı işverenin işyerinde örgütlülüğe tahammülü olmadığının göstergesi. İşten atılan işçiler, çalışmaya devam eden arkadaşlarının örgütlenmesi için çalışırken diğer yandan da çağrı merkezine telefonla boykot eylemi organize ediyorlar. Telefonda; “sipariş yok, destek var; sendikalı olma mücadelenizi destekliyoruz!” diyen eylemciler işçilerin moralini yükseltse de somut olarak henüz ciddi bir örgütlenme çalışması yapılmıyor oluşu dikkat çekici. Direnişlerine bir süredir devam eden Ontex işçileri, Ontex’le aynı sermaye grubuna sahip olan (Texas Pasific Group) Burger King ile dayanışmaya şimdiden başlamış durumda. Göstermelik ve işçilerin inisiyatifini koyamayacağı eylemler kamuoyu yaratmasına yardımcı olsa da işyerindeki sömürü koşullarının sona ermesi için daha ciddi adımlar atılması şart. Bu irili ufaklı işçi direnişleri, hem kendi yerelinde hem de topyekün bir sınıf olarak başarılı olmak için örgütlenmelidir. Sendikaların sınıf uzlaşmacı tavrına teslim olmamak ve inisiyatifi ellerinde tutmak işçiler için (TEKEL mücadelesini hatırlayalım) var olma mücadelesinin bir gereğidir. Gittikçe otoriterleşen iktidarın foyası ancak işçi sınıfı eliyle ortaya çıkarılabilir. Grevler sadece greve çıkan işçilerin değil; düzen partileri arasında keskin çizgilerle bölünmüş olan toplumsal havayı bir anda dağıtabilir ve hepsini “emek” çatısı altında birleştirebilir, tıpkı TEKEL işçileri gibi. İşyerlerinden başlayıp sokağa dökülen işçiler, tarihi insanlık namına değiştirebilecek ve sömürünün tıkır tıkır işleyen çarklarına çomak sokacak yegane güçtür. Çünkü işçi sınıfı ekonomik, demokratik ve
siyasal talepleri ile tüm insanlığın çıkarını kendi çıkarlarıyla temsil edebilecek tek güç konumundadır. Yedi iklim dört bucak; dünyanın bütün emekçileri birleşiniz!
MARKSİST BAKIŞ
Sahibi ve Sorumlu Yazı İşleri Müdürü: Ayşe Şensöz Yayın Türü: Yaygın süreli, üç aylık Özel Sayı: 9 Haziran 2011 Fiyatı: 50 kuruş Yayın İdare Adresi: Kocatepe Mah. Selanik Cad. No:23/17 Kızılay/ANKARA Tel: 0312 4809560 E-mail: marksistbakis@bolsevik.org Baskı: Yön Matbaacılık - Davutpaşa Cad. Güven Sanayi Sitesi B Blok 1. Kat No: 366 Topkapı/İstanbul Tel: 0 212 5446634
Kürt Halkı’nın Tercihi:
Mücadeleye Devam %10’luk seçim barajını 22 milletvekiliyle 2007 seçimlerinde delerek yıllar sonra tekrar meclise giren Kürt ulusal hareketi 2011 seçimlerinde mutlak bir zaferle 36 milletvekili çıkardı. Seçim tahminlerinde otuzun üzerinde vekil kazanması beklenmeyen BDP, sadece bölgede vekil sayısını artırmadı Adana ile Mersin’de birer aday seçtirmeyi ve İstanbul’da ise 1 milletvekili artırmayı da başardı. 2007’de birinci parti olduğu il sayısını bu seçimlerde artırırken, oy oranlarında da ciddi bir yükseliş yaşandı. Birinci olunan illerden; Diyarbakır’da %62 ile 6; Batman’da %52 ile 2; Mardin’de %61 ile 3; Şırnak’ta %73 ile 3; Hakkari’de %80 ile 3; Muş’ta %44,3 ile 2 ve Van’da %50 ile 4 milletvekili çıkaran BDP’nin oyları bu illerde %12 ile %24 arasında bir artış gösterdi. Bölgenin diğer illerinde de oylarını %3 ila %20 arasında değişen oranlarda ilerleten BDP, ülke genelinde 2 milyon 860 bin kişinin oyunu aldı. Bu mutlak zafer, bölgede Kürt ulusal hareketinin gücünü ve kendisine verilen halk desteğini tekrardan inkar edilemez ve görmezden gelinemez şekilde kanıtlamıştır. Kürt ulusal hareketi seçimden önce bölgede yüzde 51’in üzerinde oy almaları halinde özerkliğin hayata geçirileceğini açıklamıştı. Seçimlerden elde edilen muazzam başarı sonrasında fiilen “demokratik özerklik” projesi çerçevesinde adımlar atılacağı ve Kürt sorununun gelecek dönem için Türkiye’nin en can alıcı ve yakıcı gündemlerinin başında geleceği açıktır. Kürt halkı tarihsel olarak geldiği noktadan geri dönmek istemeyecek; bu konuda kararlılıkla ve canı pahasına mücadele edecektir. Seçim çalışmaları boyunca MHP’yi baraj altına itmek adına milliyetçi-şovenist
söylemlere hız veren AKP, seçimlerde Türkiye çapında tek oy kaybını bölgede yaşamıştır. “Kürt sorunu yoktur. Kürt kardeşlerimin sorunu vardır” şeklinde siyasal kolektif iradeyi tanımayan bir söylemden, “tek millet, tek devlet, tek vatan, tek bayrak” propagandasından seçime giderek yaklaşıldığı süreçte daha saldırgan bir noktaya, yakalandığı dönemde iktidar olsaydık “Öcalan’ı asardık”a varan Erdoğan, Batı’da milliyetçi oylara talip olmak adına bölgedeki kayıplarının ve tabii ki Kürt sorununu çözeceği iddialarının üstünü çizmeyi göze almıştır. Seçimler öncesi tırmandırılan milliyetçi söylemden AKP’nin geri adım atması zordur; ancak gelecek gündemde Kürt halkının Öcalan’ın kaderi de dahil olmak üzere beklenti ve talepleri yüksektir; bu uğurda mücadelesini de derinleştirerek sürdüreceği açıktır. Mücadelesiyle isteklerini elde edebileceğini net bir şekilde görmüş Kürt halkını AKP’nin aza kanaat etmeye ikna etmesi mümkün değildir. Kaldı ki Erdoğan’ın Kürt halkının yükselmiş beklentilerini bir nebze olsun tatmin edecek her adımı Batı’da milliyetçi duyguları tırmandırılmış kitlede tepkiden, hoşnutsuzluktan başka bir şey bulmayacaktır. Öcalan’ı asarız diyen, ömür boyu İmralı’da kalacağını söyleyip bu propaganda üzerinden çalışma yürütenlerin farklı çözüm alternatiflerine kapı açması beklenemez. Kısacası önümüzdeki dönem özgüven ve motivasyonu artmış bir halk ve onun ulusal hareketinin gündemi ısıtacağına ve bunun karşısında burjuva düzenin çözümsüzlük dayatmasına tanık olacağız. Ancak uzun vadede cinin şişeden çıktığını ve Kürt ulusal hareketin üç eksik beş fazla isteklerine uzun vadede erişeceğini söylemek gerekir.
Ankara’da Hopa Protestosunda Gözaltına Alınıp İşkenceye Uğrayan Bir Okurumuzun Mektubunu Yayınlıyoruz! Merhaba, 31 Mayıs tarihinde Hopa’da eylem sırasında öldürülen Metin Lokumcu için sendikalar ve demokratik kitle örgütleri AKP önünde bir basın açıklaması gerçekleştirmeyi kararlaştırdılar. Eyleme katılmak için biraz gecikerek Sakarya’dan AKP’ye doğru bir arkadaşımla yola çıktığımızda Ziya Gökalp Caddesi’nde bir grup eylemciyle karşılaştık. Eylem polis tarafından dağıtılmıştı. Bunu sonradan öğrenecektik. Öfkeli kalabalık Kızılay Meydanı’na ve Güvenpark’a doğru koşuyordu. Ben de AKP önünden gelen bir arkadaşımla Güvenpark’a doğru yürümeye başladım. Güvenpark’a geldiğimiz sırada polislerin Atatürk Bulvarı’ndan hızlıca koştuğunu gördük. Biz Güvenpark’a vardığımızda polis hunharca gözaltı yapmaya başladı. İnsanlar yerlerde sürüklenerek, coplanarak, tekmelenerek ve yumruklanarak gözaltı aracına bindiriliyorlardı. Tabii ki bütün bu yaşananlara sessiz kalamazdık. Bizler de 20-25 kişilik bir grup olarak ıslıklarla, alkışlarla ve yuhalayarak polisin saldırganlığını protesto etmeye başladık. Polis gözaltı yaparken şiddeti daha da artırınca biz de sloganlarla karşılık verdik. Polis dağılın uyarısı yaptı ancak arkadaşlarımız şiddete maruz kaldığı için dağılmayı reddettik. Polis şefi “bunlar da eylemci, toplayın bunları” dediğinde kaçmaya yeltenmedim ve polise doğru yürüdüm. Polisler önce ellerimi arkadan burktu ve beni reklam panosuna doğru hızlıca götürdü. İki polis beni yüzüstü reklam panosuna dayadı; sonrasında küfrederek ve yumruklayarak ellerimi arkadan kelepçeledi. Hızla gözaltı aracına bindirildim. Koltuğa oturttuklarında daha büyük bir öfkeyle küfrederek vurmaya başladılar. Ne de olsa otobüsün içi dışarıdan görünmüyordu. Bir zaman sonra karşımdaki koltuğa Sevinç Başköy adlı arkadaşımı oturttular. Ve ona cinsiyetçi küfürler eşliğinde kadın ve erkek polisler vurmaya başladılar. Ben dayanamadım ve polise bağırarak “vurma” dedim. Bu seferde yeniden bana vurmaya başladılar. Aradan biraz zaman geçtikten sonra Utku Kaya adlı bir arkadaşı hırpalayarak otobüse getirdiler. Biraz sonra bizi diğer otobüse yine dayak eşliğinde bindirdiler. Bu sefer o otobüsteki polisler vurmaya başladılar. Ellerimiz kelepçeliydi ve hiçbir şey yapamıyorduk. Güvenpark’ta 1,5 saat bekletildikten sonra Emniyet Müdürlüğü’ne doğru yola çıktık. Yolda da aynı şiddet devam etti. 4-5 otobüs gözaltı vardı. Ve bu bekleyiş 3 saat boyunca devam edecekti. Polis ekipleri Emniyet Müdürlüğü’nün önünde sırasıyla otobüsleri geziyorlardı ve her ekip bindiğinde yeniden polis terörüne maruz kalıyorduk. Bir ara bir polis saçımdan tuttu ve elindeki taşı bastırarak kafama sürtmeye başladı.Yüzümde iz bırakmak istemediği için taşı kafama sürtmüştü. Birbirlerini de uyarıyorlardı “iz bırakmayın” diye. Bir de
tacizler vardı. Bunlar devlete karşı isyan çıkarmaya çalışıyorlar, devlet malına zarar veriyorlar, devlet bunları besliyor ama bunlar nankör cinsinden. Ve orada uğranılan şiddetin bir mantığı yoktu. Susanlar sustukları için, cevap verenler cevap verdiği için şiddete maruz kalıyordu. Gözaltına alınanların birçoğu örgütsüzdü. Dolayısıyla polisin karşısında nasıl tutum alması gerektiğini bilmiyorlardı. Bir iki arkadaş polisle diyaloga girdi. Şiddetin dozajının azalacağını düşünüyorlardı. Ancak şiddetin dozajı hem arttı hem de bu arkadaşlar diğer arkadaşlarla karşılaştıklarında biraz utanacaklardı. 4,5 saat boyunca aralıksız şiddete maruz kalmıştık ve emniyete girdiğimizde gece yarısıydı. Ayakkabı bağcığına kadar her şey çıkartıldı ve adli tıpa gitmek için yeniden otobüse bindirildik. Adli tıpta sıra beklerken adli gözaltılar da getirildi. Polisin bize tutumuyla onlara karşı tutumu arasında dağlar kadar farklar vardı. Espri yapıyorlar polis ve adli gözaltılar gülüşüyorlardı, bizse teröristtik. Doktora göründüm ve doktor sadece elmacık kemiğimdeki ödemi not etti. Kafamdaki çiziği ve vücudumdaki morlukları not etmedi. Doktorun yanında bir polis vardı, belki de bundandır. Otobüse bindirildik ve emniyete doğru yola çıktık. Emniyette hücreye konduğumuzda her tarafımız ağrıyordu. 3,5 metrekarelik bir hücrede 4 kişi kaldık. Hücre arkadaşım Barış Önal’ın kulağında 2 mm’lik bir delik açmışlardı. Hepimiz öfkeliydik. Diğer hücreleri motive etmek için şarkılar söylemeye başladık. Bir müddet sonra beni çağırdılar, avukatım gelmişti. Avukatımla görüştüm, terörle mücadeleden yargılanacağımızı tutuklanabileceğimizi söyledi, ben de bundan onur duyacağımızı söyledim. Tutanağa baktım şöyle yazıyordu: “Çeşitli terör örgütlerinin organize ettiği eyleme katılmak, polise taş atmak, kamu malına zarar vermek…” Farklı farklı hücrelerde yaklaşık 50 kişi kalıyorduk ve bu üç gün boyunca devam etti. 3 gün boyunca devrimci şarkılar söyledik hep. Salı günü alındık ve aradan 3 gün geçmişti. Mahkemeye sevk edildik, adliyeye götürdüler. Adliyede bir mahkeme salonunda topluca bekletildik. Sırası gelen DGM savcısına ifade veriyordu. 12’de gittiğimiz adliyede ifademiz yaklaşık 9 saat boyunca sürdü. 6 arkadaşımız mahkemeye sevk edildi ve diğerleri bırakıldılar. Daha sonra 6 arkadaşımızdan 5’i tutuklanacaktı. Adliyeden çıktığımızda arkadaşlarımız bizi sloganlarla karşıladılar. Huzurluyduk çünkü dışarıda mücadele sürüyordu. Hakkımızda dava açılacağı için mutsuz değildim. Zaten bu ülkede DGM’de yargılanmamak abesle iştigal bir durum. Mücadele devam ediyor ve mücadele etmeye devam edeceğiz. Yoldaşça selamlar.
w w
w
. b
o
l
s
e
v
i
k
. o
r
g